Book Reviews by Kürşat Kaplan
İçerik anlamında yenilikçiliği, teknik anlamda mektup türünün kusursuz olmasa da dönemi için olgu... more İçerik anlamında yenilikçiliği, teknik anlamda mektup türünün kusursuz olmasa da dönemi için olgun yeterlilikte kullanılması, Handan’ın ayırt edici özelliklerinden sayılabilir. Yine de Halide Edip, bir anlatım tekniği olarak mektuptan yararlanan ilk Türk yazarı değildir ya da bu türün edebiyatımızda oturmasına önayak olan yegane kişi de değildir. Açıkça şöyle söylemek gerekir ki: “Handan” romanı, özgünlüğünü yazarının adına veya romanda kullanılan anlatım tekniğine değil, verilmek istenen iletiyi bir kadın kimliği üzerinden aktarmasına, dönemin unsurlarını ve duygu yükünü genel anlamıyla bu kadın kimliği üzerinden okuyucuya geçirmesine borçludur. Handan romanının özgünlüğünü borçlu olduğu şeyler, aynı zamanda Türk edebiyatı adına birer kazanımdır. Çünkü “Handan” ve hemen öncesindeki ya da sonrasındaki benzer içerikli romanlarımızla birlikte kadın, sevgili ya da adına her ne denirse densin uğruna mektuplar, şiirler, sözler yazılan mefhum; artık “nâkısatü’l-akl” olarak değil, duygu ve düşüncelerinin derinliğine inilen, olayların seyri onun gözünden okunan, psikolojik tahlili yapılan bir değer olarak ele alınmaktadır.
Bu doğrultuda Halide Edip yalnızca bir kadın kimliği çizip derine inmemiş, aynı zamanda roman karakterlerinin birbirleriyle mektuplaşmaları sırasında onların kaleminden okunan birtakım düşünceler aracılığıyla da çağının kadın algısı sorunlarına ve aşkın çıkmazlarına “kadın gözünden” ışık tutmuştur. Bu, Handan’ı değerli kılmaktadır. Bir ifade biçimi olarak mektup, bizim romanlarımızda adeta baskıya ve acıya karşı kadınların çığlığı konumundadır. Handan da bunun en açık ve dönemi için en etkili feryatlarındandır.
Her ne kadar ulusal ve evrensel şahsiyetleri kurgunun içine dahil etmesi ve çocuğun bilincine akt... more Her ne kadar ulusal ve evrensel şahsiyetleri kurgunun içine dahil etmesi ve çocuğun bilincine aktarması bakımından veya değerler eğitimi açısından evrensel boyuttaki temalar olan sevgi, barış, kardeşlik, demokrasi, iyililik gibi kavramları işlemesi bakımından çocuğa görelilik ilkelerine uygun görünse de bu eser özelinde yazarın kurgu sırasında politik görüşlerini aşılamaya çalışmadığını düşünmek, saflık derecesinde bir iyi niyet olmaktan öteye geçemeyecektir.
Günümüz koşullarından bağımsız olarak, 70’li yılların Türkiye’sinin ve hatta dünyasının siyasi atmosferini düşünerek bakıldığında gayet olağan konulara çeşitlimetaforik unsurlar aracılığıyla değinen Tamer, bir çocuk öyküsü kaleme almasına karşın politik kaygı sınırlarını epeyce zorlamış görünüyor.
Polisiyeye yalnızca vurdulu kırdılı, mafyatik yönlerden yahut alışılagelmiş sansasyonel cinayetle... more Polisiyeye yalnızca vurdulu kırdılı, mafyatik yönlerden yahut alışılagelmiş sansasyonel cinayetlerden değil, psikoloji, sosyoloji, arkeoloji, mitoloji gibi farklı disiplinlerden temeller de yaratılabileceğini göstermesi bakımından değerli bir görev üstlenmiş bu iki kitap, izlek ve içerik açısından normalden farklı olağandışı kurgular yaratmış.
Tess Gerritsen, Ahmet Ümit’ten olmasa da Ahmet Ümit, Tess Gerritsen’den kesinlikle haberdardır. Cemal Süreya’nın ifadesiyle “Taklitle etkinin ayrı ayrı şeyler olduğu yeni bir gerçek değil. Taklit olumsuzdur, etkilenme ise yerine göre bir faydası vardır.” The Keepsake ile birtakım benzerlikler barındırsa da Kayıp Tanrılar Ülkesi, gerek mitolojik anlatıları verişiyle gerekse yazarından alışıldığı üzere sosyopolitik meselelere dokunuşuyla polisiye alanında farklı bir imza olarak ses bulacaktır.
Papers by Kürşat Kaplan
Ali Ekber Çiçek, bir âşık değildir. Fakat halk müziğine kattıkları; âşıklardan ve halktan yaptığı... more Ali Ekber Çiçek, bir âşık değildir. Fakat halk müziğine kattıkları; âşıklardan ve halktan yaptığı derlemeler, usta bir âşık gibi yetiştirdiği öğrenciler, sözlü geleneği onurla taşıyıcılığı ve uluslararası düzeyde tanıtması, onu âşıklar kadar değerli, işlev ve gaye bakımından da âşıklardan farksız kılmaktadır. Kaldı ki Türkiye’de sözlü kültürün ve halk müziğinin elektronik ortama girişi ve popülerleşmesi düşünüldüğünde akla gelebilecek ilk isimlerden biri olarak Ali Ekber Çiçek, bu bağlamda incelemeye konu olması gereken özel isimlerdendir. Onun sanat hayatı ile Türkiye’de halk kültürü ve müziğinin elektronik ortama taşınım süreci birbiriyle büyük ölçüde paralellikler göstermektedir.
Şu açıktır ki: Sözlü ve yazılı kültür, milenyumla birlikte iyiden iyiye “dijital kültür” denilen yeni bir harmanın ya da bir başka deyişle, bir sonsuzluğun içine hapsolmuştur. Bu hapsoluş, sözlü ve yazılı kültürün sesinin yankı yapıp duyulmasını kolaylaştırmış olsa da dijital dönüşümün cazibesine ve kolay erişebilirliğine ayak uyduran sözlü kültür, biçimsel ve işlevsel birtakım farklılıklara maruz kalmış, dolayısıyla da tipik özelliklerini dönüştürme hatta kaybetme noktasına gelmiştir. Söz konusu programda da geleneğin ve halk müziğinin etki alanının mekansal ve biçimsel olarak değiştiğini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.
Yazı öncesi dönem ve yazı sonrası dönem fark etmeksizin her iki koşulda da insanoğlunun ortak bir... more Yazı öncesi dönem ve yazı sonrası dönem fark etmeksizin her iki koşulda da insanoğlunun ortak bir paydada kullandığı etkili bir araç olarak ifade edebileceğimiz söz ve müzik, en ilkel kabilelerden en gelişmiş topluluklara kadar dünyanın her yerinde rast gelinebilecek, Kaplan’ın deyimiyle “ayrı kafaların aynı mevzuya” odağını sağlayan bir olgudur. Biçimsel açıdan farklar olsa da ırk, kültür, habitat ayırt etmeyen bir araç olarak karşımızda duran bu olguyu incelemek için kerterizi çok çeşitli uygarlıklardan ve zaman dilimlerinden alabiliriz. Eski Yunan uygarlığından tek tanrılı dinlerin kökenine, tarih sahnesinde büyük devletler kurmuş Türklerin saray edebiyatından, Reform sonrası prangalarını kıran Avrupa medeniyetine dünya tarihi çok geniş ölçekte ve uzunca bir zamandır sözün ve çalgının da tarihidir. Bu bağlamda “söz”ü kendine araç kılan müzik ve edebiyat, insanlık tarihinde birbiriyle en çok iç içe geçen disiplinlerin başında gelir.
Söz, edebiyat ve müziğin annesidir. İnsanlık tarihinin en vurucu iki disiplini olarak müzik ve edebiyat, aynı karından doğmuş, aynı annenin beslediği, hem yapısal hem içerik olarak birbirine benzer ikiz kardeşlerdir.
Uploads
Book Reviews by Kürşat Kaplan
Bu doğrultuda Halide Edip yalnızca bir kadın kimliği çizip derine inmemiş, aynı zamanda roman karakterlerinin birbirleriyle mektuplaşmaları sırasında onların kaleminden okunan birtakım düşünceler aracılığıyla da çağının kadın algısı sorunlarına ve aşkın çıkmazlarına “kadın gözünden” ışık tutmuştur. Bu, Handan’ı değerli kılmaktadır. Bir ifade biçimi olarak mektup, bizim romanlarımızda adeta baskıya ve acıya karşı kadınların çığlığı konumundadır. Handan da bunun en açık ve dönemi için en etkili feryatlarındandır.
Günümüz koşullarından bağımsız olarak, 70’li yılların Türkiye’sinin ve hatta dünyasının siyasi atmosferini düşünerek bakıldığında gayet olağan konulara çeşitlimetaforik unsurlar aracılığıyla değinen Tamer, bir çocuk öyküsü kaleme almasına karşın politik kaygı sınırlarını epeyce zorlamış görünüyor.
Tess Gerritsen, Ahmet Ümit’ten olmasa da Ahmet Ümit, Tess Gerritsen’den kesinlikle haberdardır. Cemal Süreya’nın ifadesiyle “Taklitle etkinin ayrı ayrı şeyler olduğu yeni bir gerçek değil. Taklit olumsuzdur, etkilenme ise yerine göre bir faydası vardır.” The Keepsake ile birtakım benzerlikler barındırsa da Kayıp Tanrılar Ülkesi, gerek mitolojik anlatıları verişiyle gerekse yazarından alışıldığı üzere sosyopolitik meselelere dokunuşuyla polisiye alanında farklı bir imza olarak ses bulacaktır.
Papers by Kürşat Kaplan
Şu açıktır ki: Sözlü ve yazılı kültür, milenyumla birlikte iyiden iyiye “dijital kültür” denilen yeni bir harmanın ya da bir başka deyişle, bir sonsuzluğun içine hapsolmuştur. Bu hapsoluş, sözlü ve yazılı kültürün sesinin yankı yapıp duyulmasını kolaylaştırmış olsa da dijital dönüşümün cazibesine ve kolay erişebilirliğine ayak uyduran sözlü kültür, biçimsel ve işlevsel birtakım farklılıklara maruz kalmış, dolayısıyla da tipik özelliklerini dönüştürme hatta kaybetme noktasına gelmiştir. Söz konusu programda da geleneğin ve halk müziğinin etki alanının mekansal ve biçimsel olarak değiştiğini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.
Söz, edebiyat ve müziğin annesidir. İnsanlık tarihinin en vurucu iki disiplini olarak müzik ve edebiyat, aynı karından doğmuş, aynı annenin beslediği, hem yapısal hem içerik olarak birbirine benzer ikiz kardeşlerdir.
Bu doğrultuda Halide Edip yalnızca bir kadın kimliği çizip derine inmemiş, aynı zamanda roman karakterlerinin birbirleriyle mektuplaşmaları sırasında onların kaleminden okunan birtakım düşünceler aracılığıyla da çağının kadın algısı sorunlarına ve aşkın çıkmazlarına “kadın gözünden” ışık tutmuştur. Bu, Handan’ı değerli kılmaktadır. Bir ifade biçimi olarak mektup, bizim romanlarımızda adeta baskıya ve acıya karşı kadınların çığlığı konumundadır. Handan da bunun en açık ve dönemi için en etkili feryatlarındandır.
Günümüz koşullarından bağımsız olarak, 70’li yılların Türkiye’sinin ve hatta dünyasının siyasi atmosferini düşünerek bakıldığında gayet olağan konulara çeşitlimetaforik unsurlar aracılığıyla değinen Tamer, bir çocuk öyküsü kaleme almasına karşın politik kaygı sınırlarını epeyce zorlamış görünüyor.
Tess Gerritsen, Ahmet Ümit’ten olmasa da Ahmet Ümit, Tess Gerritsen’den kesinlikle haberdardır. Cemal Süreya’nın ifadesiyle “Taklitle etkinin ayrı ayrı şeyler olduğu yeni bir gerçek değil. Taklit olumsuzdur, etkilenme ise yerine göre bir faydası vardır.” The Keepsake ile birtakım benzerlikler barındırsa da Kayıp Tanrılar Ülkesi, gerek mitolojik anlatıları verişiyle gerekse yazarından alışıldığı üzere sosyopolitik meselelere dokunuşuyla polisiye alanında farklı bir imza olarak ses bulacaktır.
Şu açıktır ki: Sözlü ve yazılı kültür, milenyumla birlikte iyiden iyiye “dijital kültür” denilen yeni bir harmanın ya da bir başka deyişle, bir sonsuzluğun içine hapsolmuştur. Bu hapsoluş, sözlü ve yazılı kültürün sesinin yankı yapıp duyulmasını kolaylaştırmış olsa da dijital dönüşümün cazibesine ve kolay erişebilirliğine ayak uyduran sözlü kültür, biçimsel ve işlevsel birtakım farklılıklara maruz kalmış, dolayısıyla da tipik özelliklerini dönüştürme hatta kaybetme noktasına gelmiştir. Söz konusu programda da geleneğin ve halk müziğinin etki alanının mekansal ve biçimsel olarak değiştiğini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.
Söz, edebiyat ve müziğin annesidir. İnsanlık tarihinin en vurucu iki disiplini olarak müzik ve edebiyat, aynı karından doğmuş, aynı annenin beslediği, hem yapısal hem içerik olarak birbirine benzer ikiz kardeşlerdir.