Books by Prof. Dr. Selçuk Duman
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
BİRİNCİ BÖLÜM
GÜNEY ÇİN DENİZİ SORUNU
Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Gün... more İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
BİRİNCİ BÖLÜM
GÜNEY ÇİN DENİZİ SORUNU
Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Güney Çin Denizi
2- Jeopolitik Olarak Güney Çin Denizi Sorununa Kıyıdaş Ülkelerin Yaklaşımları
2.1- Çin
2.2- Tayvan
2.3- Filipinler
2.4- Vietnam
2.5- Malezya
2.6- Singapur
2.7- Brunei
2.8- Kamboçya
2.9- Endonezya
2.10- Tayland
3- Kıyıdaş Olmayan Ülkelerin Güney Çin Denizi Sorununa Yaklaşımları
3.1- ABD
3.2- Fransa
3.3- AB
3.4- Birleşik Krallık
3.5- Rusya Federasyonu
3.6- Japonya
3.7- Hindistan
3.8- Güney Kore
3.9- Avusturalya
3.10- NATO
4-Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Güney Çin Denizinin Değerlendirilmesi
Sonuç
Kaynakça
İKİNCİ BÖLÜM
DOĞU ÇİN DENİZİ SORUNU
Giriş1-Jeostratejik Anlamda Doğu Çin Denizi
2- Doğu Çin Denizi Sorununa Kıyıdaş Ülkelerin Yaklaşımları
2.1- Çin
2.2- Japonya
2.3- Güney Kore
2.4- Tayvan
3- Doğu Çin Denizi Sorununa Kıyıdaş Olmayan Ülkelerin Yaklaşımları
3.1- ABD
3.2- AB
3.3- Birleşik Krallık
4- Doğu Çin Denizi Sorununun Uluslararası Hukuka Göre Değerlendirilmesi
Sonuç
Kaynakça
Türkiye/Ankara, 2022
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
BİRİNCİ BÖLÜM
Doğu Akdeniz Sorunu
Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Doğu Akde... more İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
BİRİNCİ BÖLÜM
Doğu Akdeniz Sorunu
Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Doğu Akdeniz
2- Doğu Akdeniz’deki Enerji Rezervleri
3- Doğu Akdeniz’in Uluslararası Hukuka Göre Değerlendirilmesi
4- Doğu Akdeniz’e Kıyıdaş Ülkeler ve Diğer Ülkelerin Girişimleri
4.1- İsrail
4.2- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
4.3- Yunanistan
4.4- İngiltere
4.5- Filistin
4.6- Lübnan
4.7- Suriye
4.8- Mısır
4.9- Libya
4.10- İtalya
4.11- Fransa
4.12- Amerika Birleşik Devletleri
4.13- Rusya
4.14- Çin
4.15- Avrupa Birliği
4.16- İran
4.17- NATO
5- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Hakları ve Girişimleri
5.1- Tarihi Derinliği
5.2- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Uluslararası Haklarının Tescili
5.3- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sismik Araştırma ve Sondaj Girişimleri
5.4- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Diğer Ülkeler ile Yaptığı Anlaşmalar
5.5- Türkiye’nin TPAO’ya verdiği Ruhsatlar
5.6- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Gambot Diplomasi Faaliyetleri
Sonuç
Kaynakça
İKİNCİ BÖLÜM
ADALAR DENİZİ SORUNU
Giriş
1-Jeostratejik Anlamda Adalar Denizi
2- Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Adalar Denizinin Değerlendirilmesi
3- Adalar Denizindeki Kıyıdaş Ülkeler ve Yaklaşımları
3.1- Yunanistan’ın Yaklaşımları
3.2- Türkiye’nin Yaklaşımları
4- Adalar Denizi’nde Türkiye ve Yunanistan Arasındaki Sorunlar
4.1- Karasuları ve Kıta Sahanlığı Sorunu
4.2- Hava Sahası Sorunu
4.3-Fır Hattı Sorunu
4.4- Adaların Statüsü ile İlgili Sorunlar
4.5- Adalar Denizi’nde İsimlendirilmemiş yada Uluslararası Anlaşmalarda Devredilmemiş Ada ve Kayalıklar Sorunu
4.6-Adalar Denizinde Münhasır Ekonomik Bölge Sorunu
4.7-Adalar Denizi’nde ABD Üsleri Sorunu
4.8-Adalar Denizinde Kurtarma(SAR) Faaliyetleri
Sorunu
Sonuç
Kaynakça
Nobel Yayınları, 2023
İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM
Doğu Akdeniz S... more İÇİNDEKİLER
BİRİNCİ BÖLÜM
Doğu Akdeniz Sorunu Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Doğu Akdeniz
2- Doğu Akdeniz’deki Enerji Rezervleri
3- Doğu Akdeniz’in Uluslararası Hukuka Göre Değerlendi-
rilmesi
4- Doğu Akdeniz’e Kıyıdaş Ülkeler ve Diğer Ülkelerin Giri-
şimleri
4.1- İsrail
4.2- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
4.3- Yunanistan.
4.4- İngiltere .
4.5- Filistin
4.6- Lübnan
4.7- Suriye
4.8- Mısır .
4.9- Libya
4.10- İtalya.
4.11- Fransa..
4.12- AmerikaBirleşikDevletleri.
4.13- Rusya..
4.14- Çin.
4.15- AvrupaBirliği.
5- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Hakları ve Girişimleri
5.1- Tarihi Derinliği.
5.2- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Uluslararası Hakla-
rının Tescili..
5.3- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sismik Araştırma ve Sondaj Girişimleri
5.4- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Diğer Ülkeler ile Yaptığı Anlaşmalar.
5.5- Türkiye’nin TPAO’ya verdiği Ruhsatlar
5.6- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Gambot Diplo- masi Faaliyetleri
Sonuç
İKİNCİ BÖLÜM
Türk Dünyası’nın Uluslararası Güncel Sorunları
Giriş
1- Sınır Sorunları.
2- Etnik Sorunlar
3- Su Sorunu
4- Radikal Dini Akımlar Sorunu
5- Hazar Denizi Sorunu.
6- Fergana Vadisi Sorunu.
7- Uluslararasılaşan Doğu Türkistan Türkleri Sorunu .
7.1- Doğu Türkistan Türklerinin Güncel Sorunları .
7.1.1- Coğrafyanın Çinlileştirilmesi
7.1.2- Etnisitenin Çinlileştirilmesi
7.1.3- Türklerin Göçe Zorlanması.
7.1.4- Türk Kimliğinin İnkârı.
7.1.5- Nüfus Kontrol Sorunu.
7.1.6- Nükleer Denemeler Sorunu.
7.1.7- Radikalleşme Sorunu .
7.2- Uluslararası Tepkilerde Doğu Türkistan Türkleri .
8- Diğer Sorunlar..
Sonuç
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Türk Dış Politikasında Kıbrıs Sorunu ve Türk-Yunan İlişkilerinde Yaşanan Güncel Sorunlar
Giriş..
1- İngiliz Hâkimiyetine Kadar Kıbrıs’ta Türk Dış Politikası-
nın Amaçları ve Sonuçları..
2- İngiliz Hâkimiyeti Döneminde Türk Dış Politikasında Kıbrıs’ın Yeri.
3- Birleşik Kıbrıs Devleti Döneminde Türk Dış Politikasında Kıbrıs
4- Kıbrıs’ta İki Toplumlu Yapının Ortaya Çıkması ve Türk
Dış Politikasında Kıbrıs Yaklaşımı
5- Türkiye Yunanistan İlişkilerinde Temel Sorunlar
Değerlendirme ve Sonuç.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Libya Sorunu ve Kuzey Afrika’da Yaşanan Güncel Gelişmeler .
Giriş..
1- Libya Sorununun Ortaya Çıkışı
2- Berlin Konferansı.
3- Berlin Görüşmeleri Sonrası Libya Sorunu .
4- Diğer Kuzey Afrika Ülkelerinde Yaşanan Güncel Gelişme-
ler
4.1- Fas
4.2- Cezayir
4.3- Tunus
4.4- Mısır
Sonuç
BEŞİNCİ BÖLÜM
Ortadoğu’da Yaşanan Uluslararası Güncel Sorunlar
Giriş....
1- Afganistan’daki Güncel Uluslararası Sorunlar
2- İran’da Uluslararası Güncel Sorunlar
3- Suriye’nin Uluslararası Güncel Sorunları
4- Filistin Merkezli Uluslararası Güncel Sorunlar
5- Yemen’de Uluslararası Güncel Sorunlar
6- Irak’ta Uluslararası Güncel Sorunlar
Sonuç
ALTINCI BÖLÜM
Uluslararası Güncel Sorunlar Bağlamında Ukrayna Krizi ve Türkiye’ye Etkileri Giriş..
1- Ukrayna Krizinin Ortaya Çıkması
2- Ukrayna Krizine Çözüm Arayışları
3- Ukrayna Krizinin Türkiye’ye Etkisi
Sonuç
YEDİNCİ BÖLÜM
Uluslararası Güncel Gelişmeler Işığında Güney Kafkasya’da Yaşanan Sorunlar
Giriş.
1- Güney Kafkasya’da Yapılan Siyasi Mühendislik Faaliyetleri.
2- Karabağ Sorunu.
3- Gürcistan Ekseninde Yaşanan Sorunlar.
3.1- Güney Osetya Sorunu .
3.2- Abhazya Sorunu
3.3- Acaristan Sorunu.
3.4- Cevahati Sorunu
Sonuç
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Uluslararası Bir Tehdit Olarak Terörizmin Siyasallaşma Sorunu ve Türkiye Giriş.
1- Terör
2- Terörizm
3- Siyasal Terörizm
Sonuç
DOKUZUNCU BÖLÜM
Türk-Amerikan İlişkilerinde Yaşanan Güncel Sorunlar
Giriş.
1- Suriye Sorunu
1.1- Suriye Sorununun Ortaya Çıkması ve Türkiye ile
ABD’nin Bu Konuya Yaklaşımlar
1.2- Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Koordineli Çalışma
Dönemi
1.3- Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Ayrıştığı Dönem
2- ABD ile Türkiye Arasında Yaşanan Savunma Sistemleri Sorunu
3- ABD’nin PKK/YPG/SDG Terör Örgütünü Desteklemesi
4- CAATSA Yasasının Türkiye’ye Uygulanma Sorunu
5- ABD’nin Türkiye’yi Çevreleme Politikası Sorunu
6- Türkiye ABD İlişkilerinde Yaşanan Büyükelçiler Sorunu
Sonuç
ONUNCU BÖLÜM
Güney Çin Denizinde Uluslararası Güncel Sorunlar.
Giriş..
1- Güney Çin Denizi’nde Emperyal Girişimler.
1.1- Çin’in Güney Çin Denizi Politikası
1.2- ABD’nin Güney Çin Denizi Politikası
2- Diğer Kıyıdaş Ülkelerin Yaklaşımları.
Sonuç
KARAM HAZİRAN 2020
EMPERYALİZMİN GÖLGESİNDE LİBYA SORUNU
Selçuk DUMAN *
ÖZET
Kuzey Afrika’da Akdeniz kıyısınd... more EMPERYALİZMİN GÖLGESİNDE LİBYA SORUNU
Selçuk DUMAN *
ÖZET
Kuzey Afrika’da Akdeniz kıyısında bulunan Libya, zengin-kaliteli petrol rezervleri, stratejik konumu ve aşiretlere dayalı sosyal yapısı dolayısı ile emperyal ülkelerin her zaman hedefinde olmuştur. Özellikle Avrupa’ya Akdeniz üzerinden komşu olması onun sömürge alanı olmasını kolaylaştırmıştır. 7. yüzyılda Araplar tarafından işgal edilen Libya, 1552 yılında Osmanlı Türk İmparatorluğunun hakimiyeti altına girmiş ve 1912 yılına kadar Türk hakimiyeti altında kalmıştır. II. Dünya savaşına kadar İtalya’nın mandater yönetiminde kalan Libya, II. Dünya savaşından sonra Fransa ve Birleşik Krallığın kontrolüne bırakılmıştır. 1951 yılında bağımsızlığını kazanmış ancak gerek 1951-1969 Kral İdris dönemi gerekse 1969-2011 Muammer Kaddafi döneminde, emperyal ülkelerin her zaman uğraştığı ülke olmaya devam etmiştir. 2011 yılında yapılan NATO operasyonu da aslında emperyal ülkelerin birbirleri arasında anlaşamamalarının bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Bu nedenle NATO operasyonu sonrası Libya’da birleşik bir siyasal organizasyon oluşturulamamıştır. Libya’da ortaya çıkan bu çatışmalı yapı; Libya’da Rusya Federasyonu ve Türkiye gibi yeni aktörlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak bu iki ülkenin Libya’da birleşik bir siyasal organizasyonun ortaya çıkmasına yeterli olmayacağı, tam tersine Libya sorununun küresel bir ölçekte ele alınmasına neden olduğu bir gerçektir. Biz de bu çalışmamızda; öncelikle emperyalizmi girişte tanımladıktan sonra Libya sorununu çok boyutlu anlatıp, çözüm süreçleri ve günümüze kadar gelişen olayları Libya ile ilgili tüm tarafların yaklaşımları çerçevesinde ve kaynaklar ölçüsünde, akademik bir yaklaşımla ortaya koyduk.
Anahtar Kelimeler: Libya, Türkiye, Rusya, İtalya, Fransa, Hafter, Sarraj.
LIBYA PROBLEM IN THE SHADOW OF IMPERIALIZM
ABSTRACT
Libya, located on the Mediterranean coast of North Africa, due to its rich-quality oil reserves, strategic position and social structure based on tribes, has always been the target of imperial countries. Especially, being neighbor to Europe via the Mediterranean has made it easier for Libya to become a colonial area. Libya, occupied by the Arabs in the 7th century came under the domination of the Ottoman Turkish Empire in 1552 and remained under Turkish domination until 1912. Libya, which remained under the mandate of Italy until the Second World War was left to the control of France and than of the United Kingdom after the Second World War. Although Libya gained its independence in 1951, it continued to be the country that imperial countries have always dealt with both during the 1951-1969 King Idris period and in the 1969-2011 Muammar Gaddafi period. The NATO operation carried out in 2011 was a result of the imperial countries disagreements between each other. For this reason, a united political organization could not be established in Libya after the NATO operation. This conflictual structure formed in Libya; In the country, it has led to the emergence of new actors such as Russia and Turkey. However, it is a fact that these two countries will not be sufficient for the emergence of a united political organization in Libya and on the contrary, the Libya problem is addressed on a global scale. In this study; firstly, we defined imperialism in the introduction, and then explained the problem of Libya in a multidimensional way, and put forward the solution processes and the events that have developed up to now, within the framework of the approaches of all parties related to Libya and with an academic approach.
Keywords: Libya, Turkey, Russia, Italy, France, Haftar, Sarraj.
Araştırma Makalesi Makale Gönderim Tarihi: 19.04.2020; Yayına Kabul Tarihi: 15.05.2020 * Prof. Dr., Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, GİRESUN; ORCID 000-0002-4630-9500, E-posta: selcuk.duman58@gmail.com
KARAM, 2020
SURİYE ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ
Selçuk DUMAN
Özet
Türkiye-ABD ilişkileri 19.yüzyıl... more SURİYE ÇERÇEVESİNDE TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ
Selçuk DUMAN
Özet
Türkiye-ABD ilişkileri 19.yüzyılın başlarından itibaren misyonerlik kurumları ve ticari nitelikte başlamış, birinci ve ikinci dünya savaşı sürecinde sınırlı görüşmeler ile devam etmiştir. İkinci dünya savaşı sonrası ise iki ülke arasında Truman Doktrini ve Marshall Planının imzalanması ile çok taraflı ilişkilere dönüşmüştür. Türkiye’nin NATO’ya girmesi ile birlikte iki ülkenin ilişkileri bağımlılık çerçevesine ulaşmıştır. Ancak 1964 Johnson Mektubu dolayısı ile gerginleşen ilişkiler, 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik yaptığı Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle kesintiye uğramıştır. 1980 sonrası iki ülke arasında yapılan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması ve 2000 sonrası imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması ile yeniden bağımlılık boyutuna ulaşılmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de siyasal iktidara yönelik yapılan Fetullahçı darbe girişimi sonrası ise iki ülke ilişkilerinde ciddi sarsıntılar meydana gelmiştir. Fakat ABD’nin 1991 Irak’a müdahalesi sonrası Türkiye’ye komşu olması ve 2011 yılından itibaren Suriye’de ortaya çıkan iç savaş sürecinde iki ülke tekrar çekincelerine rağmen tümüyle olmasa da bazı konularda ittifak yollarını aramak için görüşmeler gerçekleştirmişlerdir.
Bizde bu çalışmamızda; Suriye özelinde Türkiye-ABD ilişkilerini 2011 yılından günümüze tarihi süreci içerisinde aktaracağız.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, ABD, Suriye, İlişkiler, Terör.
TURKEY-USA RELATİONS İN THE FRAMEWORK OF SYRİA
Abstract
Turkey-US relations began as missionary institutions and commercial activities since the beginning of the 19th century, it were continued with limited negotiations during the First and Second World Wars period. With the signing of the Truman Doctrine and Marshall Plan between the two countries after the Second World War, the relations turned into multilateral relations. With Turkey's entry into NATO, the relations were taken within the framework of independence. However, Johnson's Letter in 1964 strained relations and finally because of Turkey’s Cyprus Peace Operation in 1974, Turkey-US relations were disrupted. With the Defense and Economic Cooperation Agreement signed after 1980 and the Strategic Partnership Agreement signed after 2000, it has reached the dimension of dependency again. After the Gulenist coup attempt carried out against the government in Turkey on July 15, 2016, serious breaks occurred in relations between the two countries. However the two countries held some negotiations to seek alliance ways again despite their reservations, because the USA has become a neighbor of Turkey after the American intervention in Iraq in 1991 and after the civil war that began in Syria in 2011.
In this study; we will describe in the historical process of Turkey-US relations over the Syria issue, since 2011.
Keywords: Turkey, USA, Syria, Relations, Terrorism
İDLİB DENKLEMİ
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
İdlib; Suriye’ye bağlı bir şehir olup, Türkiye’ye yaklaşı... more İDLİB DENKLEMİ
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
İdlib; Suriye’ye bağlı bir şehir olup, Türkiye’ye yaklaşık 100 km uzaklıkta bulunmaktadır.
Genelde Sunni Arapların yaşadığı bu şehrin normal nüfusu 2 milyon civarında iken günümüzde 4,5 milyon civarında bir nüfusun yaşadığı tahmin edilmektedir.
Yer altı kaynakları açısından oldukça fakir olan bölgede verimli tarım havzalarının bulunması nedeniyle daha çok tarımsal üretimin yapıldığı bir bölge olduğunu söyleyebiliriz.
İdlib’in Türkiye’ye Hatay ve kontrol ettiği Afrin üzerinden sınırı bulunması ve yoğun çatışmaların yaşandığı Halep ile komşu olması ayrıca Suriye’yi yöneten Nusayrilerin merkezi kabul edilen ve Rusya Federasyonu askeri üslerinin bulunduğu Lazkiye ile sınırdaş olması, günümüz tartışmalarını belirli bir oranda açıklamaktadır.
Ancak İdlib dekleminin açıklanması için yeterli değildir.
İdlib’de günümüzde ortaya çıkan süreç uzun bir stratejik planlamanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Maalesef Türkiye bu stratejik süreci doğru okuyamadığı gibi ortaya çıkan sonuçtan da en fazla zarar gören ülke konumuna gelmiştir.
Şöyle ki
Irak ve Suriye üzerinden yapılan planlamada; ABD ve müttefikleri ile Rusya Federasyonu kapalı diplomasi temelinde anlaşmış gözükmektedir.
Yapılan anlaşmada;
Irak, ABD ve müttefiklerine bırakılırken
Suriye, Rusya Federasyonu’na bırakılmıştır.
Ancak Türkiye’yi en çok ilgilendiren konu ise Irak ve Suriye arasında Fıratın doğusu ve Irak’ın kuzeyini oluşturan coğrafyanın bir ara bölge olarak planlanmasıdır.
Bu bölgeye yönelik Türkiye’nin gerek Cerablus harekatının sürdürülmesi aşamasında, gerekse Barış Pınarı Harekatı sırasında girişimleri etkisiz kılınmış ve ABD ve müttefikleri ile Rusya Federasyonu tarafından birlikte koruma altına alınmıştır.
Irak’ta günümüzde yaşanan anarşist durum nedeniyle de Irak’ın kuzeyi ve Fıratın doğusundaki tahkim sorunsuz sürdürülmektedir.
Özellikle İran etki alanındaki Haşdi Şabi ve Süleymani operasyonu ile de ara bölgeyi tehdit edecek tüm unsurlar bertaraf edilmiştir.
Bugün PYD/PKK/YPG/PEŞMERGE terör gurupları küresel şemsiye altında sessiz sedasız tahkimata devam etmektedir.
Amaç mümkün olan en uygun zamanda harekete geçerek; Türkiye, Irak, İran ve Suriye’yi tehdit edecek bir siyasal organizasyonu kurmaktır.
Yani emperyalist devletlerin; Türkleri, Arapları ve Farsları sürekli sorunlu hale getirecek terör devleti kurulacaktır.
Tabi tüm bu strateji planın uygulanmasına yıllar önce IŞİD süreci ile başlanmış ve IŞİD sayesinde belirttiğim bölge demografik olarak boşaltılmıştır.
Ancak bu süreçte ABD ve müttefikleri ile Rusya Federasyonu kendi birliklerini kullanmadıkları için sahada Türkiye ve İran’ın etkili hale geldiği görülmüştür.
Türkiye ve İran gibi küresel ve bölgesel dengeleri bozacak siyasal İslam ekseninde hareket eden iki devletin etkili hale gelmesi; başta İsrail’in güvenliğini sağlamak nedeniyle olmak üzere küresel güçlerin hiç arzu etmediği bir durumdur.
Bunun üzerine her zaman olduğu gibi siyasal İslamcı guruplar harekete geçirilmiştir.
Suriye’nin değişik bölgelerinden hatta zaman zaman küresel güçlerin araçları ve korumaları altında İdlib tarafına sürülmüştür.
Böylece İdlib 2015 sonrası radikal İslamcı muhaliflerin merkezi durumuna gelmiş ve nufusu günümüzde kesin olmamakla beraber 4,5 milyona çıkmıştır.
Astana ve Soçi süreçleri aşamasında buradaki radikal unsurların silahsızlandırılması konusunun Türkiye tarafından üslenilmesi konusu ise işlerini daha da kolaylaştırmıştır.
Çünkü siyasal İslamcı gurupların küresel güçlerin istihbarat örgütleri tarafından yönetildiği herkesin malumu olduğu gibi Türk Müslümanlığının bu guruplar için tehdit olarak görüldüğü de bilinen bir gerçektir.
Ayrıca İran’ın Türkiye’nin zayıflatılması ve uluslararası alanda sorunlu hale gelmesi için 15 ayrı şii milis gücü ile provoke etmeye devam edeceği de aşikardı.
Tüm bu süreç tıkır tıkır işledi.
Türkiye Astana ve Soçi süreci gereği birde 12 ayrı gözlem noktasını hava sahasını kontrol edemediği ve hava savunma sisteminin bulunmadığı bir ortamda oluşturdu.
Sonuçta Radikal unsurların Türkiye tarafından silahsızlandırılması sorumluluğu yerine getirilmediği bahanesi ile Rusya’nın hava gücü ve hava savunma sistemi ile İran’ın sahadaki 15 ayrı şii milis gücü marifeti ile operasyon başladı.
Elbette Türk kuvvetleri de zaman zaman hedef haline geldi.
Böyle olunca Türkiye, oldukça fazla sayıda askeri birliğini oldukça dar bir alana taşımaya başladı.
Bu durumu daha riskli hale getiren ise hava sahasının kontrol edilememesi ve hava savunma sisteminin bulunmamasıdır.
Türkiye’nin burada bulunmasının uluslararası dayanağı 51. Maddedir ve bu maddede Türkiye’nin sınırları boyunca ulusal güvenliğini tehdit edebilecek bir alanı kaplayabilir.
Diğer yandan NATO’nun harekete geçmeside ancak Türkiye’nin ulusal sınırları çerçevesinde geçerli olacağı için bu şekilde de bir açıklama yapılmıştır.
Yani BM ve NATO çerçevesindeki toplantılarda Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygıları dikkate alınırken Türkiye’nin İdlib derinliğindeki faaliyetlerinde taraf olunmamıştır.
Bu uluslararası hukuk açısından ciddi bir sorundur.
Türkiye’nin bu gelişmeleri doğru okuyup; resmi anlamda zaten yüksek sesle ifade edilen Türkiye-Suriye sınırı boyunca 30 km derinlikte bir alana odaklanmalıdır.
İdlib derinliğindeki kuvvetlerini ve gözlem noktalarını bu 30 km derinlikte bir paralel hat üzerinde oluşturmalıdır.
Bu yaklaşım Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun hareket etmesi anlamına geleceği gibi hava kuvvetleri olmadan kolayca sınır hattını koruyabilecek konuma gelecektir.
Türkiye-Suriye sınırı boyunca 30 km derinliğe sadece Türk güvenlik kuvvetleri ile tahkim edilmeside ayrıca önemlidir.
Çünkü böylece ÖSO yada Suriye Milli Ordusu ve diğer güçlerden uzak durursa Pancı suçlamalardan da kurtulacaktır.
Yine bu 30 km derinlikteki alana öncelikle Türkmenlerin tamamen yerleşmesi önemlidir. Ayrıca dost unsurlarda yerleşebilir.
Böyle bir durumda; Türkiye, küresel oyunu bozacağı gibi hedef olmaktan da çıkacaktır.
Bulanık suda balık tutmak isteyen İran hedef olacaktır.
Bakalım Türkiye stratejik akılla mı hareket edecek göreceğiz.
Özet
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleşiminde yer alan Doğu Akdeniz; Tunus-Sicilya hattını... more Özet
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleşiminde yer alan Doğu Akdeniz; Tunus-Sicilya hattının doğusu olarak kabul edilir ve Cebeli Tarık Boğazı yolu ile Atlantik Okyanusuna ve diğer kıtalara ulaşma imkanı verirken, Süveyş Kanalı yolu ile Kızıl Deniz’den Hint Okyanusu’na nüfuz etme imkanını beraberinde getirmektedir. Ayrıca Türk Boğazları üzerinden Karadeniz’e ulaşma imkanı da veren Doğu Akdeniz; küresel güç olmak isteyen devletlerin vazgeçilmez hedefleri arasındadır. Bu nedenle tarihin her döneminde dünyada etkili olan küresel güçler bu bölgeyi kontrol etmek için birbirleri ile bitmeyen bir mücadele içerisinde olmuşlardır.
Günümüzde ise Doğu Akdeniz; enerji rezervleri üzerinden tartışılmaya başlanmıştır. Bugün belirlenen rezerv miktarı, 10-15 trilyon metreküp doğalgaz, 2-3 milyar varil petrol olarak ön görülmektedir. Diğer bir ön görüde, dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin yaklaşık %40’ı Doğu Akdeniz’de bulunmaktadır.
Bu nedenle başta Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İtalya, İsrail, Mısır ve Ürdün doğrudan Çin ve Rusya ise dolaylı olarak bölge ile ilgili emperyal girişimler içerisinde bulunmaktadırlar.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı olan ülkelerden birisi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’nin garantörü olarak kendi kıta sahanlığı içerisinde bulunan alanlara yönelik yapılan emperyal girişimler konusunda tepkisiz kalması beklenemez. Her şeyden önce bir ulusal güvenlik sorunu olan bu konu ile ilgili gerekli girişimleri yapması gerekmektedir.
Bizde bu çalışmamızda; Doğu Akdeniz’e yönelik yapılan emperyal girişimleri, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası düzeyde vermiş olduğu tepkileri, risk ve fırsatları değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler; Doğu Akdeniz, Türkiye, Kıta Sahanlığı, Kıbrıs, Riskler
IMPERİAL ATTEMP IN THE EASTERN MEDİTERRANEAN AND TURKEY
Abstruct
Eastern Mediterranean is at the junction of Asian, European and African continent; Eastern Mediterranean is considered to be the east of Tunusian,-Sicily line, and The Strait of Gibraltor provides access to the Atlantic Ocean and other continents and also it is possible to penetrate the Indian Ocean from the Red Sea via the Suez Canal. The Eastern Mediterranean, which also provides access to Black Sea through the Turkish Straits it is one of the indispensable aim of the states that want to be global power. For this reason global powers which are influential in the world in every period of history, have been in a struggle with each other in orderto control this region.
Today the Eastern Mediterranean began to be dispute about energy reserve. The reserve amount determined today is estimated as 10-15 trillion cubic meters of natural gas and 2-3 billion parrel of oil. Another perspective, approximately 40% of the words oil and natural gas reserves are located in the Eastern Mediterranean.
Fort his reason Greece-Southern Cyprus Administration, United States of America, France, Italy, Egypt, Isreal and Jordan directly China and Russia are indirectly involved in imperial initiatives related to the region.
One of the longest countries in the Eastern Mediterranean Cost of Turkey and Turkish Republic of Nothern Cyprus as a guarantor made for areas within it’s continental shelf can not be expect to remain unresponsive in imperial ventures. First at all, İt’is necessary to make necessary initiatives related to this ıssue which is a national security problem.
In this study imperial initiatives and aim in the Eastern Mediterranean and Turkey’s response has given the national and international levels. We will evaluate the risk and opportunities.
Keywords: Eastern Mediterranean, Turkey, Continental Shelf, Cyprus, Risks
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
AFGANİSTAN’DA TÜRKLER... more İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
AFGANİSTAN’DA TÜRKLERİN TARİHİ DERİNLİĞİ
VE
AFGANİSTAN’DA DEVLETLEŞME SÜRECİ
1- Türk Adı
2- Genel Olarak Türkler ve Yaşadıkları Alanlar
3- Afganistan’da Türklerin Tarihi Kökeni
4- Afganistan Devleti’nin Kuruluşu ve Siyasal Anlamda Günümüze Kadar Yapılanma Süreci
İKİNCİ BÖLÜM
GÜNEY TÜRKİSTAN GERÇEĞİ
VE
AFGANİSTAN TÜRKLERİ
1- Güney Türkistan Gerçeği
2- Afganistan’da Yaşayan Türkler ve Yaşadıkları Yerler
2-1- Özbekler
2-2- Hazaralar
2-3-Türkmenler
2-4-Aynaklar
2-5-Afşarlar
2-6-Kazaklar
2-7-Kırgızlar
2-8-Karakalpaklar
2-9-Halaçlar
3-Afganistan’da Yaşayan Türklerin Nüfusları
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AFGANİSTAN’DA TÜRKLERİN
SİYASAL ANLAMDA HAK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ
1- Afganistan’da Türkler de Ortaya Çıkan İlk Siyasal Hareketler
2- Erkin Türkistan Hareketi
3- Kuzey Afganistan Vilayetleri İslam İttihadı Partisi
4- Cünbiş-i Milli Partisi
5- Milli Vahdet Partisi
6- Diğer Siyasal Hareketler
7- Afganistan’da Türklerde Yaşanan Sosyo-Kültürel Gelişmeler ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Katkıları
SONUÇ
BİBLİYOGRAFYA
ÖNSÖZ
Genel olarak Afganistan’ın jeostratejik ve jeopolitik durumu, Afganistan ile ilgili olan devletlerin yaklaşımı, kuruluş gerekçeleri ve siyasi tarihine değindiğimiz bu çalışmada; Türk adı, Türk adı ile anılan ve günümüzde varlığını devam ettiren toplumlar, Afganistan’da Türklerin tarihi gerçekliğini ortaya koyan kurmuş oldukları devletler ve hakimiyet alanları, Kuzey Afganistan ya da Güney Türkistan gerçeği, Afganistan’da Türk olarak kendilerini ifade eden toplumlar ve Afganistan Türklerinin siyasal anlamda hak ve özgürlüklerini elde etmek için vermiş oldukları mücadeleleri kaynaklar ölçüsünde yazılmıştır.
Elbette biz çalışmamızda Afganistan geneli ile çok uğraşmadık, siyasi tarihini aktarırken bile Türklerin durumunu aralarda vererek yaklaştık. Çünkü Afganistan geneli ile ilgili birçok dilde yapılan çalışmalar zaten bulunmaktadır. Oysaki 170 yıldır Afganistan’da siyasal anlamda yok sayılan ve Türk adının resmi anlamda red edildiği bir bölge ile ilgili çalışma nerede ise yok denecek kadar az. Biz de bu eksikliği giderebilmek adına ve Afganistan’da yaşayan Türklerde milli tarih bilinci ve milli bir eksen yaratmak amacıyla bu çalışmayı yaptık. Bizim çalışmamız umarım ileride Afganistan’da yaşayan Türklerle ilgili daha detaylı çalışmaların yapılmasına vesile olur.
Bu çalışmamızın yayınlanmasında başta Berikan Yayınevi Sahibi Cuma AĞCA Bey olmak üzere tüm emeği geçenlere teşekkür ederim.
Ankara 2019
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
Giriş
Bu makalede inceleyeceğimiz uluslararası kontrol araçlarının tamamı, emperyal bir amaçla ge... more Giriş
Bu makalede inceleyeceğimiz uluslararası kontrol araçlarının tamamı, emperyal bir amaçla geliştirilmiş olduğu için öncelikle emperyalizmi kısaca izah etmek gerekir. Aslı Latince İmperium olan ve İmparatorluktan gelen Emperyalizm, Fransızca bir kavram olup,(Keskin, 1995;300) bir devletin başka bir devlet ya da devletler topluluğu üstündeki iktisadi, askeri, kültürel ve benzeri egemenliği anlamında ifade edilmektedir.(Larousse, 2000;3682) Diğer bir ifadeyle bir devletin başka bir devlet üzerinde maddi ve manevi olarak kontrol kurması, üstünlük sağlaması anlamındadır.(Armaoğlu, 1989;79) Emperyalizm de, başka halkların rızası olmadan denetim kurmak bulunduğu için itici bir kavram olarak görülmektedir.(Britanica, 2000;166) Edward Said emperyalizmi: “Uzak topraklara tahakküm eden egemen metropolün uygulama, kuram ve tavırları olarak tanımlamaktadır.”(Kaya, 2006;1) Emperyalizm, küçük ve büyük devlet ayrımı yapmamakta, bir yönetimin veya halkın bağımsızlığını yok ettiğinde, o ülkeyi hangi araçlarla, hangi alanlarda, ne kadar sömüreceğinin hesabını yapmaktadır.(Tural, 2009;1) Emperyalizmin tarihi geçmişi, insanlık tarihinin eski çağlarına kadar uzanmaktadır.(Keskin, 1995;301) Bu çerçevede farklı isimler altında bir takım uygulamalara gitmiştir. Bunlar; Sömürgecilik, Himaye, Mandaterlik, Demokratikleştirme, Küreselleşme ve Hegemonya başlıkları ile karşımıza çıkmaktadır.
Elbette bizim çalışmamızda bu kavramları verirken Türk Dünyasına yansıması ile birlikte değerlendireceğimiz için Türk Dünyası olarak kast ettiğimiz coğrafyayı da belirtelim.
Türklerin ilk yurdunun Altay-Ural Dağları arasında olduğu ortaya konulmuştur. Merkezin Balkaş, Aral ve Isık göl bölgesinde olduğu bilinmektedir.(Turan, 1998;19) Hatta Hazar Denizi’nin Kuzey(Saray, 1996;5) ve Kuzey Doğu Bozkırlarının da Türklerin ilk yerleşim yeri olduğu tespit edilmiştir.(Kafesoğlu, 1992;47) Altay-Sayan dağlarının güney batı bölgesi olarak da ifade edilen ilk yerleşim yerinin, Minusinsk-Tuva-Abakan Bozkırları olduğu yaklaşık olarak belirtilmektedir.(Salman, 2004;2) Yani Ural dağlarından başlayarak Türkistan ve Kafkasya’yı içine alan bölge olarak karşımıza çıkmaktadır.(Ligetti, 1986;15) Ancak Türkler ilk yerleşim yerleri ile sınırlı bir yaşam sürmedikleri gibi çok geniş coğrafyalarda onlarca siyasal organizasyon meydana getirmişler ve bulundukları bölgeyi vatanlaştırmışlardır. Bu nedenle Türk Dünyası gerçeğini ortaya koyarken, günümüze kadar devam eden nüfus yoğunluğu ve siyasal anlamda hakimiyet kurabildikleri coğrafyayı esas almak doğru olacaktır.
Bu çerçevede konuya yaklaştığımız zaman Türk Dünyasının sınırlarını genel bir ifade ile Asya’nın batısında Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırları ile ayırt edilmiş ve dünyaca tanınmış alan olarak belirtebiliriz.(Afetinan, 2000;29) Bu sınırlar içerisinde kalan Türk varlığı çeşitli bölgelerde kümelenerek tarihin akışı içerisinde bulunmuş oldukları alanda siyasal organizasyonlara giderek hakim unsur olmayı başarmışlar ve günümüze kadar da bazı bölgelerde siyasal hakimiyetlerini kaybetseler de etkinliklerini sürdürmeyi başarabilmişlerdir. Bugün yaklaşık olarak 30 dan fazla bağımsız yarı bağımsız ve bağımlı yapılar olarak devam eden Türk varlığının yaşadığı bölgeler ve isimleri şu şekildedir: Sibirya Türkleri; Yakutlar, Tuvalar, Batı Sibirya Tatarları, Hakaslar, Altaylar, Şorlar, Dolganlar. İdil-Ural Türkleri; Tatarlar, Başkurtlar, Çuvaşlar. Türkistan Türkleri; Türkmenler, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Uygurlar, Karakalpaklar. Kafkasya Türkleri; Azerbaycan Türkleri, Kumuklar, Nogaylar, Balkarlar, Kundurlar, Kafkasya Türkmeni. Orta Doğu Türkleri; İran Türkleri(Güney Azerbaycan Türkleri, Karapapaklar, Türkmenler, Kaşkaylar, Afşarlar), Irak Türkleri(Türkmenler), Suriye Türkleri(Türkmenler), Afganistan Türkleri(Özbekler, Hazaralar, Türkmenler, Aymaklar, Afşarlar, Kazaklar, Kırgızlar, Halaçlar), Anadolu Türkleri, Avrupa Türkleri, Doğu Akdeniz Türkleri, Gagauz Türkleri, Sekel Türkleri.
Kazakistan Tarih Enstitüsü, 2019
ÖZET
Sibirya’dan Avrupa içlerine kadar uzanan Türk Dünyasında, çok erken tarihlerde kurulmuş olan... more ÖZET
Sibirya’dan Avrupa içlerine kadar uzanan Türk Dünyasında, çok erken tarihlerde kurulmuş olan siyasal organizasyonlar ile dünya hakimiyetine ulaşan güçlü devletler ortaya çıkmış ve bu geniş coğrafya da günümüze kadar etkinliğini sürdürebilmiştir. Ancak Türk kültür çerçevesinden uzaklaştığı anda bulunmuş olduğu coğrafya da önce hakimiyetini sonrada etkinliğini yitiren Türk Devletleri de olmuştur. Bu devletler, kendi rızaları ile din değiştirerek önce dillerini sonrada alışkanlıklarını terk ederek, ilgili ülkenin hegemonyası altına girmişlerdir. Hatta bazı Türk boyları tamamen asimile olarak tarih sahnesinden silinmiştir. Türklerdeki hakimiyeti kaybetme ve asimile olma süreci, çoğunlukla Türk yöneticilerin kendi rızaları ile Türk kültür ekseninden uzaklaşması şeklinde gerçekleşmiştir. Hegemonyanın doğasına uygun olarak gerçekleşen bu sürecin ardından Hegemon devletler, Türkler üzerinde hegemonyalarını sürdürmek için Türkleri küçük guruplara ayırarak, onların arasında mezhep, aşiret, kabile, boy gibi farklılıkları öne çıkararak, mikro milliyetçiliği geliştirmişlerdir. Böylece önce dinlerini sonra dillerini kaybeden Türkler, zaman içerisinde milli tarih bilincini de yitirerek farklı birer topluluk olarak anılmaya başlanmıştır. Bu süreç, miladın başlarında Budizmin kabul edilmesi ile başlamış ve günümüze kadar farklı din ve kültürlerin etkisi ile devam etmiştir. Türkler bugün otuz civarında bağımsız, özerk ve yarı özerk yapıya sahip topluluklar olarak hayatlarını sürdürürken, aralarında alfabe birliği dahi olmadığı için birbirlerini anlamakta bile güçlük çekmektedirler.
Biz de bu nedenlerden dolayı çalışmamızda; 1881 yılında Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde Selanik’te doğan Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Milleti’ne dayalı kurmuş olduğu ve o dönemde tek bağımsız Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş sürecinde; yapmış olduğu milli tarih yazımı ve bir milli tarih şuur oluşturma çabasını örnek oluşturması için aktarmak istiyoruz. Atatürk şunu iyi biliyordu ki üniter bir ulus devletin yaşayabilmesi için öncelikle milli şuura sahip seküler bir toplumun inşa edilmesi ve milli kimliğinin farkında olan milli şahsiyetlerin yetiştirilmesi gerekli idi.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Milli Tarih, Milli Kimlik, Türkler
ABSTRACT
In Turkish World extended into Europe from Siberia, political organizations founded in ancient time and powerful states that had world domination came to exist and some of these have survived until today. However there are also some Turkish states that lost first their composure and later their efficiency over their territories due to steering away from the Turkish culture. Eventually, these states left first their language, later their tradition under the influence of tergiversation and finally got into the related states. As a matter of fact some of Turkish tribes went out of existence being assimilated. The process of the assimilation and the loss of domination came true majorly as of Turkish administrators’ own accord in the axis of steering away Turkish culture. After that process which is in conformity with the nature of the concept of the hegemony, the hegemonic states have popularized the micro nationalism dividing Turks into smaller groups and putting forward the denominational and tribal differences between them on the purpose of maintain their hegemony on the Turkish people. By this way, Turks who have lost first their religion and later the language have began to be considered as one each of different groups losing their historical consciousness in the course of time. These process has began with the adoption of Buddhism and continued until today with the influence of the different religions and the cultures. Today Turkish people live in about thirty independent, autonomous and semi-autonomous communities and these communities have difficulty even to understand each other because of the alphabetic differences.
For these reasons in this study; In 1881, during the disintegration of the Ottoman Turkish Empire, Mustafa Kemal Ataturk was born in Thessaloniki which was established based on the Turkish nation and at that time the only independent Turkish state in the process of establishment of the Republic of Turkey; we want to transfer the national history writing and the effort to create a national history consciousness as an example. Atatürk knew that for a unitary nation-state to live, it was necessary to construct a secular society with national consciousness and to train national figures who were aware of their national identity.
Keywords: Atatürk, National History, National Identity, Turks
Devlet Dergisi, 2019
Giriş
Kuram; belirli bir mantıksal örgü çerçevesinde, bir topluma ilişkin sistemli bir şekilde ge... more Giriş
Kuram; belirli bir mantıksal örgü çerçevesinde, bir topluma ilişkin sistemli bir şekilde geliştirilen, kuralları olan, planlanmış ve bilimsel bilgiye de temel teşkil eden görüş ve düşünceler bütünüdür.
Bu çerçevede Türkiye’de kuramsal düşüncenin ortaya çıkışı, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın başlarından itibaren dünyadaki gelişmelere paralel olarak ciddi anlamda yıpranması ve ayrılıkçı hareketlerle karşı karşıya kalması üzerine görülmüştür. 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren batıda eğitim görmüş ve görev yapmış kişilerin batıdaki ulusçuluk kuramını Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda da uygulayarak, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun bir ve bütün kalması için gerekli planlama içerisine girmişlerdir. Osmanlıcılık olarak tanımlanan kuramda amaç; Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan unsurların; dini ve etnik farklılıklarını görmemezlikten gelerek, Osmanlı kimliği ile Osmanlı bayrağı altında bir ve bütün yaşatılması düşünülmüştür. Elbette bu kuram, dönemi itibari ile son derece yerinde bir düşünce olmasına rağmen batıdaki gibi bir Reform, Rönesans, Aydınlanma Süreci ve Modernleşme Sürecini yaşamayan Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda karşılık bulmamıştır. Hatta batı ile olan ilişkilerin emperyalizmin Osmanlı coğrafyasını kontrol etme riskinin olduğunu düşünen antiemperyalist görüşler 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmıştır.
19. yüzyılın son çeyreğinde ise Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun önemli oranda Hıristiyan unsurların yaşadığı topraklarının kontrolünü kaybetmesi, ekonomik olarak iflas etmesi, askeri anlamda ağır yenilgi alması ve siyasi anlamda İngiltere’deki iktidar değişikliğinin de etkisi ile korumasız kalması üzerine, II. Abdülhamit tarafından Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun geri kalan ve çoğunluğu Müslüman olan unsurlarını bir arada tutmak ve emperyal ülkelerin iç işlerine karışmasını önlemek için bir denge unsuru yaratmak amacıyla İslamcılık kuramı planlanmıştır. İslamcılık kuramında amaç; Osmanlı Türk İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan Müslüman unsuru ayrılıkçı hareketlerden uzaklaştırarak, ümmet kavramı ile Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde ve halifenin yönetiminde tutmaktır. Diğer yandan emperyalist ülkelerin Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun iç işlerine karışmalarını engellemek için onların sömürgesi olan Müslüman toplumlarla ilişkiler kurarak, emperyalist ülkelere karşı bir denge unsuru yaratmak hedeflenmiştir. Bu kuramda zamanı içerisinde Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun kurtarmak adına son derece iyi planlanmış bir teoridir. Ancak Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun siyasi, askeri ve ekonomik alt yapısı olmadan geliştirilen İslamcılık kuramı ile de kurtarılamayacağı çok geçmeden anlaşılmıştır.
Bu kuramında tutmadığını gören Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun kurucu unsuru olan Türkler; ciddi anlamda fikri tartışmalar yaşamışlar ve büyük oranda birleştikleri kuramsal çerçeve ise Ahmet Rıza’nın 1895’ten itibaren yurt dışında çıkarmaya başladığı Meşveret Dergisinde vücut bulmuştur. Özellikle 1902 yılında Paris’te yapılan Jöntürk Kongresi’ndeki tartışmalar iki farklı kuramsal yaklaşımı ortaya çıkarmıştır ki günümüze kadarda bu kuramsal yaklaşımların Türkiye’de etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Bunlardan birincisi Prens Sabahattin tarafından geliştirilen yaklaşımdır. Prens Sabahattin; Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, liberal yaklaşımın temel alınması ve Avrupa’daki büyük devletler ile yakın işbirliğinin sürdürülmesi temelinde kuramsal bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu yaklaşım, Ahrar’dan, Hürriyet ve İtilafa, Demokrat Parti’den, Anavatan Partisi’ne, 15 Temmuz öncesi Ak Partiye, 1960-1980 arası CHP’ye ve günümüz CHP’sine kadar birçok partinin belirli oranda desteklediği çerçeve olmuştur.
İkinci görüş ise Ahmet Rıza tarafından ortaya konan kuramsal yaklaşımdır. Bu çerçevede Osmanlı Türk İmparatorluğu’ndaki Türk unsur önemli oranda mutabık kalmıştır. Bunlar; Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda Türklerin yönetimde tekrar etkili olması, merkezi devlet yapısının güçlendirilmesi ve pozitivist düşüncenin etkin olarak kullanılmasıdır. Bu kuramsal çerçeve, İttihat ve Terakki Partisi’nden Cumhuriyet Halk Fırkası’na, Yusuf Hikmet Bayur’un Millet Partisi’nden Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne ve MHP’ye kadar Türk Milleti merkezli, modern milliyetçiliği esas alan, antiemperyalist düşüncelere ilham kaynağı olmuştur.
III. Uluslararası Hocalı Soykırımı ve Türk Dünyası Sempozyumu, 2019
Özet
19. yüzyılın başlarından itibaren küresel anlamda yeni aktörlerin ortaya çıkması ile Türk D... more Özet
19. yüzyılın başlarından itibaren küresel anlamda yeni aktörlerin ortaya çıkması ile Türk Dünyasına yönelik işgal ve etkisiz hale getirme çalışmaları hız kazanmıştır. Bu çerçevede, Türklerin ilk yerleşim yerlerinden olan ve Kafkasya, Anadolu ve Orta Doğu üçgeninde yer alan Azerbaycan, Çarlık Rusya’sı ve Kaçar Türk İran Devleti arasında yapılan savaş sonunda; 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay Antlaşmaları ile Aras Nehri sınır olmak üzere ikiye bölünmüştür. Azerbaycan topraklarının üçte birini çarlık Rusya’sı işgal ederken, üçte ikisi Kaçar Türk İran Devleti’nin kontrolü altında kalmıştır. 20.yüzyılın ilk çeyreğinde yapılan savaşların kaybedilmesi ile de Türkler tamamen küresel güç olmaktan çıkarılarak, Türk Dünyası coğrafyasında Rusya, İngiltere gibi devletlerin etkin hale geldiğini görmekteyiz.
Bunun sonucu olarak İran’da bulunan Kaçar Türk Hanedanlığına son verilmiş ve İngiltere’nin kontrolünde Fars Pehlevi Hanedanlığı iktidara getirilmiştir. Pehlevi iktidarları ve Humeyni rejimi, İran nüfusunun %40’ını oluşturan Güney Azerbaycan Türklerini ve Güney Azerbaycan’ı etkisiz hale getirmek için her türlü girişimde bulunmuşlar ve yetersiz kaldıkları dönemlerde, küresel güçlerle Güney Azerbaycan Türkleri aleyhine işbirliği yapabilmişlerdir.
Günümüzde İran’ın yeniden yapılandırılması tartışılırken, Güney Azerbaycan’ın kilit bir noktada olması dolayısı ile bizde yukarıda kısaca izah ettiğimiz çerçevede; girişte Güney Azerbaycan gerçeğini genel olarak anlattıktan sonra ilk başlıkta Güney Azerbaycan’ın stratejik konumu ve öneminden bahsedeceğiz, ikinci başlıkta ise Güney Azerbaycan ile ilgili jeopolitik anlamda küresel uğraşıları ve çekişmeleri, günümüzde yaşanan tartışmaları yazacağız.
Anahtar Kelimeler: Güney Azerbaycan, İran, Rusya, İngiltere, Küresel Rekabet
THE GEOSTRATEGICAL EVALUATION OF SOUTH AZERBAIJAN LOCATED IN THE CENTER OF GEOPOLITICAL DEBATES
Abstruct
Beginning from the 19th Century, with the recently emergent actors, the occupation and neutralization efforts towards Turkic World accelerated. In this framework, Azerbaijan located in the triangle of Caucasia, Anatolia and Middle east which is one of the first settlements of Turks splinted into two with the Aras River being the border after Czarist Russia and Kachar Turk-Iran State with the treaties 1813 Gulistan and 1828 Turkmencay. We see that after the loss of wars took place in the first quarter of 20th Century, Turks are eliminated a form being a global gamer and states like Russia and England are being efficient in the Turkic geography.
As a result of this Kachar Turkish Dynasty in Iran had been terminated and The Pahlawi Persian Dynasty had been put in power under the control of Britain. The Pahlawi authorities and the Homeyni regime had attempted all sorts of things in order to nullify the South Azerbaijani Turks and South Azerbaijan and during this period when they remained incapable they cooperated with the global powers against South Azerbaijani Turks.
Nowadays while reconfiguration of Iran is being argued/debated, since South Azerbaijan is a key location, in the framework explained above, after we generally expressed the reality of South Azerbaijan, we will mention the geostrategic location and importance of South Azerbaijan in the first chapter, in the second chapter we will explain the recent geopolitical and global arguments and efforts about South Azerbaijan.
Key Words: South Azerbaijan, Iran, Russia, England, Global Competition
YENİ DÜŞÜNCE DERGİSİ
Eski Dünya kıtaları olan Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının birleşiminde yer alan Doğu Akdeniz; T... more Eski Dünya kıtaları olan Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının birleşiminde yer alan Doğu Akdeniz; Tunus-Sicilya hattının doğusu olarak kabul edilir ve Cebeli Tarık Boğazı yolu ile Atlantik Okyanusuna ve diğer kıtalara ulaşma imkanı verirken, Süveyş Kanalı yolu ile Kızıl Deniz'den Hint Okyanusu'na nüfuz etme imkanını beraberinde getirmektedir. Ayrıca Türk Boğazları üzerinden Karadeniz'e ulaşma imkanı da veren Doğu Akdeniz; küresel güç olmak isteyen devletlerin vazgeçilmez hedefleri arasındadır. Bu nedenle tarihin her döneminde dünyada etkili olan küresel güçler bu bölgeyi kontrol etmek için birbirleri ile bitmeyen bir mücadele içerisinde olmuşlardır.
İRAN’IN YENİDEN YAPILANDIRILMASI TARTIŞILIRKEN
GÜNEY AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN FEDERAL YÖNETİM İSTEK... more İRAN’IN YENİDEN YAPILANDIRILMASI TARTIŞILIRKEN
GÜNEY AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN FEDERAL YÖNETİM İSTEKLERİ
While Discussing The Restructuring Of Iran
South Azerbaijan Turks Federal Goverment Demands
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
ÖZET
1924 yılına kadar Türkler tarafından idare edilen İran’da bugün yaklaşık olarak 40 milyon Türk yaşamakta olup, bu nüfusun 35 milyonu Güney Azerbaycan Türklerinden oluşmaktadır. 230 bin kilometrekare bir alana sahip olan Güney Azerbaycan; Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Erdebil, Hemedan, Zencan ve Kazvin olarak İran yönetimleri tarafından 6 bölgeye ayrılmış durumdadır. Güney Azerbaycan Türkleri kendi vatanlarında bu şekilde coğrafi anlamda parçalandıkları gibi bu coğrafyanın dışında; başta Tahran olmak üzere bazı bölgelerde de yaşamak durumunda bırakılmaktadırlar. Ayrıca İran nüfusunun yaklaşık olarak %40’nı oluşturan Güney Azerbaycan Türkleri, İran parlamentosu ve yönetiminde aynı oranda temsil edilmemekte ve İran yönetimi tarafından onaylanmayan isimleri milletvekili seçmeleri dahi imkânsız hale getirilmiştir. İran, 1924 yılından itibaren uygulamaları ile Güney Azerbaycan Türklerini siyasal hayatta etkisiz hale getirmesinin yanında başta Türk kimliği olmak üzere dili ve kültürünü de bu coğrafyadan silmek için çok ciddi gayretler içerisinde olmuştur. Bu nedenle Güney Azerbaycan Türkleri, İran’ın bugün yeniden yapılandırılması tartışılırken, kendi kimlik ve kültürleri ile insanca yaşamak için iki toplum ve iki devlete dayanan güçlendirilmiş bir federatif sistem içerisinde yaşamak istemektedirler.
Bizde bu çalışmamızda, geçmişten günümüze Güney Azerbaycan Türklerinin federatif yönetim isteklerini ve ayrıntılarını kaynaklar ölçüsünde değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler; Güney Azerbaycan, Türkler, İran, Federatif Yönetim
ABSTRUCT
In Iran, which is governed by Turks until 1924, there are about 40 million Turks living today of which 35 million are from the South Azerbaijan Turks. South Azerbaijan has an area of 230000 square kilometers; East Azerbaijan, West Azerbaijan, Erdebil, Zencan and Kazvin are separated. Into five regions by the Administration of Iran. The South Azerbaijan Turks are seperated ınto small regions in same of them have had to settle in other regions, particulary in Tehran. In addiation, South Azerbaijan Turks, which make up about 40% of the Iranian population, are not represented ın the same parlement and administration and it is impossible to select homes that are not approved by the Iranian Goverment. The Iranian Goverments have been making serious efforts to assimilate the language and culture from this geography especially Turkish identity as well as making the South Azerbaijan Turks in effective in political life since 1924. Fort he reason, The South Azerbaijan Turks want to live in a strengthened federative system based on two states to live humanely with their own identities and cultures while Iran being debated for it’s restructuring today.
In this work, we will evolvate the demands and details of Federal Goverment of the South Azerbaijan Turks from the past to present.
Keywords; South Azerbaijan, Turks, Iran, Federal Goverment.
Giriş
25 Kasım 1917 tarihinde Lefkoşa’da doğan Alparslan Türkeş, İlk ve orta öğrenimini aynı şehi... more Giriş
25 Kasım 1917 tarihinde Lefkoşa’da doğan Alparslan Türkeş, İlk ve orta öğrenimini aynı şehirde tamamlamış, Türkiye’ye ailesi ile birlikte göç ettikten sonra Kuleli Askeri Lisesi, Harp Okulu ve Harp Akademileri’ndeki eğitimlerinin ardından 1942 yılında kurmay subay olarak mezun olmuştur.
Alparslan Türkeş’in siyasetle ilk tanışıklığı 3 Mayıs 1944 olayları nedeniyle tutuklanması ile gerçekleşmiştir. Bu konulara ilgili olan ve yazılar yazan Türkeş, “Türkçülük ve Turancılık” davalarında yargılanmış ve beraat etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görevine döndükten sonra Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya’da eğitim görmüş, 27 Mayıs 1960 ihtilali’nde aktif görev almıştır. Ancak ihtilal sonrası uygulamalar ile ilgili anlaşmazlıklardan dolayı Milli Birlik Komitesi tarafından 19 Kasım 1960 tarihinde Hindistan’ın Başkenti Yeni Delhi’ye hükümet müşaviri olarak atanmıştır.
23 Şubat 1963 tarihinde Türkiye’ye dönen Türkeş, Huzur ve Yükseliş Derneği’ni kurarak örgütlü bir mücadeleyi başlatmıştır. 31 Mart 1964 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne (CKMP) üye olan Türkeş, 1 Ağustos 1965 tarihinde partinin genel başkanlığına seçilmiştir. CKMP 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da yaptığı kongre ile adını Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirmiş ve 1980 yılına kadar da bu adla devam etmiştir. Alparslan Türkeş, 31 Mart 1975-13 Haziran 1977 ve 1 Ağustos 1977- 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Milli Cephe Hükümetleri diye adlandırılan ve Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. 12 Eylül 1980 ihtilali sonrası tutuklanan ve partisi kapatılan Türkeş, 4,5 yıl hapis yatmış ve siyasetten yasaklanmış; Eylül 1987 referandumunda siyasi yasakların kalkması ile 4 Ekim 1987 tarihinde MHP yerine kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi’nin genel başkanı olarak aktif siyasete geri dönmüştür. 27 Aralık 1992 tarihinde MÇP yeniden MHP adını almış ve Alparslan Türkeş 4 Nisan 1997 tarihinde vefatına kadar MHP’nin genel başkanlığını yürütmüştür. Kısaca özetlediğimiz bu süreçte özellikle CKMP ve MHP’nin genel başkanlığını yaptığı dönemlerde, Alparslan Türkeş Kıbrıs sorununun çözümü ve Kıbrıs’ta yaşayan Türklerinin haklarının korunması için yaptığı konuşmalarda, verdiği röportaj ve mülakatlarda detaylı değerlendirmeler yaptığı görülmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin birinci sorunu haline gelen Kıbrıs’ın jeopolit ve jeostratejik anlamda Türkiye için vazgeçilmez bir vatan toprağı olması ve günümüze kadar sorunun devam etmesi dolayısı ile Alparslan Türkeş’in 1965-1997 yılları arasında Kıbrıs konusundaki görüş ve önerilerinin son derece önemli olduğunu düşünmekteyiz. Amacımız Kıbrıs konusunda bu günde devam eden görüşmelere ışık tutması için Alparslan Türkeş’in görüş ve önerilerini sizlere aktarmaktır.
Özet
1925 yılında İran’da Pehlevi Hanedanlığı’nın iktidara gelmesi ile birlikte başlatılan farsl... more Özet
1925 yılında İran’da Pehlevi Hanedanlığı’nın iktidara gelmesi ile birlikte başlatılan farslılaştırma politikası; 1941 yılına kadar İngiltere’nin himayesinde, 1941 yılından 1979 yılına kadarda ABD ve İngiltere’nin doğrudan kontrolü altında devam etmiş ve Güney Azerbaycan Türklerinin idari, ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda etkisizleştirilmesi amaçlanmıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi ile başlayan yeni yönetim anlayışı da, Güney Azerbaycan Türklerine Pehlevi döneminde olduğu gibi asimilasyon, baskı, ötekileştirme ve yok sayma siyasetini uygulamaya devam etmiştir. Bu nedenle Güney Azerbaycan Türklerinde 1990 lı yıllardan itibaren milli bilincin uyanmaya başladığı ve uluslararası düzeyde tanıtılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Türk milliyeti ekseninde gelişen Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nde; “Bağımsız Azerbaycan”, “Birleşik Azerbaycan”, “Oğuz Birliği” ve “Turan Birliği” gibi kavramlarda kullanılır olmuştur. Güney Azerbaycan Milli Hareketi, 1995 yılında kurulan Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı ile teşkilatlı bir hale dönüşmüş ve uluslararası platformda yer almaya başlamıştır. Başkanlığını Mahmut Ali Çehreganlı’nın yaptığı Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtının amacı; milleti uyandırıp, dilini, kültürünü, tarihini ayağa kaldırmak olarak belirtilmiştir.
Bizde bu çalışmamızda; Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı’nın kuruluşu, teşkilat yapısı, tüzüğü ve faaliyetleri hakkında bizzat üyelerinin vermiş olduğu bilgiler ve birinci elden kaynaklar doğrultusunda bir çalışma hazırlayacağız. Amacımız Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nin tüm yönleri ile uluslararası literatüre dahil edilmesidir.
Anahtar Kelimeler; Güney Azerbaycan, GAMOH, İran, Mahmut Ali Çehreganlı
South Azerbaijan National Liberation Movement
(GAMOH)
Abstract
In 1925 Pahlavi dynasty came into power with policy of change all nation in Iran to Persian. It was under protection till 1941 by England, between 1941 and 1979 was controlled by United Nations and under the direct control of the UK. It was aimed to neutralize the South Azerbaijani Turks in administrative, economic, cultural and political areas.The new management concept that started with the Iranian Islamic Revolution in 1979 continued to apply the policy of assimilation, oppression, othering and ignoring as it was during the Pahlavi period for the South Azerbaijani Turks. Therefore South Azerbaijan Turks started to rise up with national consciousness and it started to be presented in international arenas.
Durıng the South Azerbaijan National Movement that developed wıthin the axis of Turkish nationality; it has been used in concepts such as "Independent Azerbaijan", "United Azerbaijan", "Oguz Union" and "Turan Union".South Azerbaijan National Movement became an organization with South Azerbaijan National Liberation Movement established in 1995 and started to take place on an the international scale the Presindent of South Azerbaijan National Liberation Movement Mahmut Ali Cehreqanli`s purpose is awake nation and rise language and culture as well as to make history clear.
In our work, we will prepare a study on establishment of the South Azerbaijan National Liberation, structure, regulations, and activities with direct information from members of this movement. Our aim is to include all aspects of the South Azerbaijan National Movement into international literature.
Keywords; South Azerbaijan, GAMOH, Iran, Mahmut Ali Cehreqanlı
1828 yılında Rusya ve İran Kaçar Türk Devleti tarafından imzalanan Türkmençay Antlaşması ile ikiy... more 1828 yılında Rusya ve İran Kaçar Türk Devleti tarafından imzalanan Türkmençay Antlaşması ile ikiye bölünen Azerbaycan topraklarının, İran Kaçar Türk Devleti sınırları içerisinde kalan kısmına Güney Azerbaycan denilmektedir.
Güney Azerbaycan, bugünde birçok idari parçaya bölünerek, İran Fars Devleti’nin kontrolü altında bulunmaktadır. İran Devleti, Güney Azerbaycan’da bulunan yaklaşık 30 milyonluk Türk nüfusu nedeniyle bu bölgeyi risk olarak görmüş ve Pehlevi Hanedanlığından bugüne farslılaştırma politikası çerçevesinde, gerek idari, gerek siyasi, gerek ekonomik ve gerekse sosyal konularda uyguladığı politikalarla, Türk kimliğini etkisizleştirmek, hatta yok etmek istemiştir.
Ancak İran coğrafyasında 1000 yıldan daha fazla hâkimiyet kurmuş olan Türklerin İran’daki etkilerini ve ortaya çıkarmış oldukları kültür ve medeniyeti silmek mümkün olmadığı gibi Güney Azerbaycan Türklerini de İran yönetiminden uzaklaştırmıştır.
Güney Azerbaycan Türkleri kendilerinin yok sayılması ve asimile edilmesi politikasına karşı ciddi bir demokratik hak ve özgürlük mücadelesi vermiştir. 20. yüzyılın başlarından itibaren devam eden bu mücadele bugün artık ete kemiğe bürünmüş, tartışmalardan arınmış bir şekilde Milli Harekete dönüşmüştür.
Bu Milli Hareket, demokratik yollarla sivil bir anlayışta, İran Devleti’nden haklarını talep etmektedir.
Bizde bu çalışmamızda; Güney Azerbaycan’da ortaya çıkan Demokratik Hak ve Özgürlük taleplerini kronolojik bir süreç içerisinde sizlerle paylaşacağız.
Uploads
Books by Prof. Dr. Selçuk Duman
ÖNSÖZ
BİRİNCİ BÖLÜM
GÜNEY ÇİN DENİZİ SORUNU
Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Güney Çin Denizi
2- Jeopolitik Olarak Güney Çin Denizi Sorununa Kıyıdaş Ülkelerin Yaklaşımları
2.1- Çin
2.2- Tayvan
2.3- Filipinler
2.4- Vietnam
2.5- Malezya
2.6- Singapur
2.7- Brunei
2.8- Kamboçya
2.9- Endonezya
2.10- Tayland
3- Kıyıdaş Olmayan Ülkelerin Güney Çin Denizi Sorununa Yaklaşımları
3.1- ABD
3.2- Fransa
3.3- AB
3.4- Birleşik Krallık
3.5- Rusya Federasyonu
3.6- Japonya
3.7- Hindistan
3.8- Güney Kore
3.9- Avusturalya
3.10- NATO
4-Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Güney Çin Denizinin Değerlendirilmesi
Sonuç
Kaynakça
İKİNCİ BÖLÜM
DOĞU ÇİN DENİZİ SORUNU
Giriş1-Jeostratejik Anlamda Doğu Çin Denizi
2- Doğu Çin Denizi Sorununa Kıyıdaş Ülkelerin Yaklaşımları
2.1- Çin
2.2- Japonya
2.3- Güney Kore
2.4- Tayvan
3- Doğu Çin Denizi Sorununa Kıyıdaş Olmayan Ülkelerin Yaklaşımları
3.1- ABD
3.2- AB
3.3- Birleşik Krallık
4- Doğu Çin Denizi Sorununun Uluslararası Hukuka Göre Değerlendirilmesi
Sonuç
Kaynakça
ÖNSÖZ
BİRİNCİ BÖLÜM
Doğu Akdeniz Sorunu
Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Doğu Akdeniz
2- Doğu Akdeniz’deki Enerji Rezervleri
3- Doğu Akdeniz’in Uluslararası Hukuka Göre Değerlendirilmesi
4- Doğu Akdeniz’e Kıyıdaş Ülkeler ve Diğer Ülkelerin Girişimleri
4.1- İsrail
4.2- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
4.3- Yunanistan
4.4- İngiltere
4.5- Filistin
4.6- Lübnan
4.7- Suriye
4.8- Mısır
4.9- Libya
4.10- İtalya
4.11- Fransa
4.12- Amerika Birleşik Devletleri
4.13- Rusya
4.14- Çin
4.15- Avrupa Birliği
4.16- İran
4.17- NATO
5- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Hakları ve Girişimleri
5.1- Tarihi Derinliği
5.2- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Uluslararası Haklarının Tescili
5.3- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sismik Araştırma ve Sondaj Girişimleri
5.4- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Diğer Ülkeler ile Yaptığı Anlaşmalar
5.5- Türkiye’nin TPAO’ya verdiği Ruhsatlar
5.6- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Gambot Diplomasi Faaliyetleri
Sonuç
Kaynakça
İKİNCİ BÖLÜM
ADALAR DENİZİ SORUNU
Giriş
1-Jeostratejik Anlamda Adalar Denizi
2- Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Adalar Denizinin Değerlendirilmesi
3- Adalar Denizindeki Kıyıdaş Ülkeler ve Yaklaşımları
3.1- Yunanistan’ın Yaklaşımları
3.2- Türkiye’nin Yaklaşımları
4- Adalar Denizi’nde Türkiye ve Yunanistan Arasındaki Sorunlar
4.1- Karasuları ve Kıta Sahanlığı Sorunu
4.2- Hava Sahası Sorunu
4.3-Fır Hattı Sorunu
4.4- Adaların Statüsü ile İlgili Sorunlar
4.5- Adalar Denizi’nde İsimlendirilmemiş yada Uluslararası Anlaşmalarda Devredilmemiş Ada ve Kayalıklar Sorunu
4.6-Adalar Denizinde Münhasır Ekonomik Bölge Sorunu
4.7-Adalar Denizi’nde ABD Üsleri Sorunu
4.8-Adalar Denizinde Kurtarma(SAR) Faaliyetleri
Sorunu
Sonuç
Kaynakça
BİRİNCİ BÖLÜM
Doğu Akdeniz Sorunu Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Doğu Akdeniz
2- Doğu Akdeniz’deki Enerji Rezervleri
3- Doğu Akdeniz’in Uluslararası Hukuka Göre Değerlendi-
rilmesi
4- Doğu Akdeniz’e Kıyıdaş Ülkeler ve Diğer Ülkelerin Giri-
şimleri
4.1- İsrail
4.2- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
4.3- Yunanistan.
4.4- İngiltere .
4.5- Filistin
4.6- Lübnan
4.7- Suriye
4.8- Mısır .
4.9- Libya
4.10- İtalya.
4.11- Fransa..
4.12- AmerikaBirleşikDevletleri.
4.13- Rusya..
4.14- Çin.
4.15- AvrupaBirliği.
5- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Hakları ve Girişimleri
5.1- Tarihi Derinliği.
5.2- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Uluslararası Hakla-
rının Tescili..
5.3- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sismik Araştırma ve Sondaj Girişimleri
5.4- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Diğer Ülkeler ile Yaptığı Anlaşmalar.
5.5- Türkiye’nin TPAO’ya verdiği Ruhsatlar
5.6- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Gambot Diplo- masi Faaliyetleri
Sonuç
İKİNCİ BÖLÜM
Türk Dünyası’nın Uluslararası Güncel Sorunları
Giriş
1- Sınır Sorunları.
2- Etnik Sorunlar
3- Su Sorunu
4- Radikal Dini Akımlar Sorunu
5- Hazar Denizi Sorunu.
6- Fergana Vadisi Sorunu.
7- Uluslararasılaşan Doğu Türkistan Türkleri Sorunu .
7.1- Doğu Türkistan Türklerinin Güncel Sorunları .
7.1.1- Coğrafyanın Çinlileştirilmesi
7.1.2- Etnisitenin Çinlileştirilmesi
7.1.3- Türklerin Göçe Zorlanması.
7.1.4- Türk Kimliğinin İnkârı.
7.1.5- Nüfus Kontrol Sorunu.
7.1.6- Nükleer Denemeler Sorunu.
7.1.7- Radikalleşme Sorunu .
7.2- Uluslararası Tepkilerde Doğu Türkistan Türkleri .
8- Diğer Sorunlar..
Sonuç
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Türk Dış Politikasında Kıbrıs Sorunu ve Türk-Yunan İlişkilerinde Yaşanan Güncel Sorunlar
Giriş..
1- İngiliz Hâkimiyetine Kadar Kıbrıs’ta Türk Dış Politikası-
nın Amaçları ve Sonuçları..
2- İngiliz Hâkimiyeti Döneminde Türk Dış Politikasında Kıbrıs’ın Yeri.
3- Birleşik Kıbrıs Devleti Döneminde Türk Dış Politikasında Kıbrıs
4- Kıbrıs’ta İki Toplumlu Yapının Ortaya Çıkması ve Türk
Dış Politikasında Kıbrıs Yaklaşımı
5- Türkiye Yunanistan İlişkilerinde Temel Sorunlar
Değerlendirme ve Sonuç.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Libya Sorunu ve Kuzey Afrika’da Yaşanan Güncel Gelişmeler .
Giriş..
1- Libya Sorununun Ortaya Çıkışı
2- Berlin Konferansı.
3- Berlin Görüşmeleri Sonrası Libya Sorunu .
4- Diğer Kuzey Afrika Ülkelerinde Yaşanan Güncel Gelişme-
ler
4.1- Fas
4.2- Cezayir
4.3- Tunus
4.4- Mısır
Sonuç
BEŞİNCİ BÖLÜM
Ortadoğu’da Yaşanan Uluslararası Güncel Sorunlar
Giriş....
1- Afganistan’daki Güncel Uluslararası Sorunlar
2- İran’da Uluslararası Güncel Sorunlar
3- Suriye’nin Uluslararası Güncel Sorunları
4- Filistin Merkezli Uluslararası Güncel Sorunlar
5- Yemen’de Uluslararası Güncel Sorunlar
6- Irak’ta Uluslararası Güncel Sorunlar
Sonuç
ALTINCI BÖLÜM
Uluslararası Güncel Sorunlar Bağlamında Ukrayna Krizi ve Türkiye’ye Etkileri Giriş..
1- Ukrayna Krizinin Ortaya Çıkması
2- Ukrayna Krizine Çözüm Arayışları
3- Ukrayna Krizinin Türkiye’ye Etkisi
Sonuç
YEDİNCİ BÖLÜM
Uluslararası Güncel Gelişmeler Işığında Güney Kafkasya’da Yaşanan Sorunlar
Giriş.
1- Güney Kafkasya’da Yapılan Siyasi Mühendislik Faaliyetleri.
2- Karabağ Sorunu.
3- Gürcistan Ekseninde Yaşanan Sorunlar.
3.1- Güney Osetya Sorunu .
3.2- Abhazya Sorunu
3.3- Acaristan Sorunu.
3.4- Cevahati Sorunu
Sonuç
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Uluslararası Bir Tehdit Olarak Terörizmin Siyasallaşma Sorunu ve Türkiye Giriş.
1- Terör
2- Terörizm
3- Siyasal Terörizm
Sonuç
DOKUZUNCU BÖLÜM
Türk-Amerikan İlişkilerinde Yaşanan Güncel Sorunlar
Giriş.
1- Suriye Sorunu
1.1- Suriye Sorununun Ortaya Çıkması ve Türkiye ile
ABD’nin Bu Konuya Yaklaşımlar
1.2- Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Koordineli Çalışma
Dönemi
1.3- Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Ayrıştığı Dönem
2- ABD ile Türkiye Arasında Yaşanan Savunma Sistemleri Sorunu
3- ABD’nin PKK/YPG/SDG Terör Örgütünü Desteklemesi
4- CAATSA Yasasının Türkiye’ye Uygulanma Sorunu
5- ABD’nin Türkiye’yi Çevreleme Politikası Sorunu
6- Türkiye ABD İlişkilerinde Yaşanan Büyükelçiler Sorunu
Sonuç
ONUNCU BÖLÜM
Güney Çin Denizinde Uluslararası Güncel Sorunlar.
Giriş..
1- Güney Çin Denizi’nde Emperyal Girişimler.
1.1- Çin’in Güney Çin Denizi Politikası
1.2- ABD’nin Güney Çin Denizi Politikası
2- Diğer Kıyıdaş Ülkelerin Yaklaşımları.
Sonuç
Selçuk DUMAN *
ÖZET
Kuzey Afrika’da Akdeniz kıyısında bulunan Libya, zengin-kaliteli petrol rezervleri, stratejik konumu ve aşiretlere dayalı sosyal yapısı dolayısı ile emperyal ülkelerin her zaman hedefinde olmuştur. Özellikle Avrupa’ya Akdeniz üzerinden komşu olması onun sömürge alanı olmasını kolaylaştırmıştır. 7. yüzyılda Araplar tarafından işgal edilen Libya, 1552 yılında Osmanlı Türk İmparatorluğunun hakimiyeti altına girmiş ve 1912 yılına kadar Türk hakimiyeti altında kalmıştır. II. Dünya savaşına kadar İtalya’nın mandater yönetiminde kalan Libya, II. Dünya savaşından sonra Fransa ve Birleşik Krallığın kontrolüne bırakılmıştır. 1951 yılında bağımsızlığını kazanmış ancak gerek 1951-1969 Kral İdris dönemi gerekse 1969-2011 Muammer Kaddafi döneminde, emperyal ülkelerin her zaman uğraştığı ülke olmaya devam etmiştir. 2011 yılında yapılan NATO operasyonu da aslında emperyal ülkelerin birbirleri arasında anlaşamamalarının bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Bu nedenle NATO operasyonu sonrası Libya’da birleşik bir siyasal organizasyon oluşturulamamıştır. Libya’da ortaya çıkan bu çatışmalı yapı; Libya’da Rusya Federasyonu ve Türkiye gibi yeni aktörlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak bu iki ülkenin Libya’da birleşik bir siyasal organizasyonun ortaya çıkmasına yeterli olmayacağı, tam tersine Libya sorununun küresel bir ölçekte ele alınmasına neden olduğu bir gerçektir. Biz de bu çalışmamızda; öncelikle emperyalizmi girişte tanımladıktan sonra Libya sorununu çok boyutlu anlatıp, çözüm süreçleri ve günümüze kadar gelişen olayları Libya ile ilgili tüm tarafların yaklaşımları çerçevesinde ve kaynaklar ölçüsünde, akademik bir yaklaşımla ortaya koyduk.
Anahtar Kelimeler: Libya, Türkiye, Rusya, İtalya, Fransa, Hafter, Sarraj.
LIBYA PROBLEM IN THE SHADOW OF IMPERIALIZM
ABSTRACT
Libya, located on the Mediterranean coast of North Africa, due to its rich-quality oil reserves, strategic position and social structure based on tribes, has always been the target of imperial countries. Especially, being neighbor to Europe via the Mediterranean has made it easier for Libya to become a colonial area. Libya, occupied by the Arabs in the 7th century came under the domination of the Ottoman Turkish Empire in 1552 and remained under Turkish domination until 1912. Libya, which remained under the mandate of Italy until the Second World War was left to the control of France and than of the United Kingdom after the Second World War. Although Libya gained its independence in 1951, it continued to be the country that imperial countries have always dealt with both during the 1951-1969 King Idris period and in the 1969-2011 Muammar Gaddafi period. The NATO operation carried out in 2011 was a result of the imperial countries disagreements between each other. For this reason, a united political organization could not be established in Libya after the NATO operation. This conflictual structure formed in Libya; In the country, it has led to the emergence of new actors such as Russia and Turkey. However, it is a fact that these two countries will not be sufficient for the emergence of a united political organization in Libya and on the contrary, the Libya problem is addressed on a global scale. In this study; firstly, we defined imperialism in the introduction, and then explained the problem of Libya in a multidimensional way, and put forward the solution processes and the events that have developed up to now, within the framework of the approaches of all parties related to Libya and with an academic approach.
Keywords: Libya, Turkey, Russia, Italy, France, Haftar, Sarraj.
Araştırma Makalesi Makale Gönderim Tarihi: 19.04.2020; Yayına Kabul Tarihi: 15.05.2020 * Prof. Dr., Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, GİRESUN; ORCID 000-0002-4630-9500, E-posta: selcuk.duman58@gmail.com
Selçuk DUMAN
Özet
Türkiye-ABD ilişkileri 19.yüzyılın başlarından itibaren misyonerlik kurumları ve ticari nitelikte başlamış, birinci ve ikinci dünya savaşı sürecinde sınırlı görüşmeler ile devam etmiştir. İkinci dünya savaşı sonrası ise iki ülke arasında Truman Doktrini ve Marshall Planının imzalanması ile çok taraflı ilişkilere dönüşmüştür. Türkiye’nin NATO’ya girmesi ile birlikte iki ülkenin ilişkileri bağımlılık çerçevesine ulaşmıştır. Ancak 1964 Johnson Mektubu dolayısı ile gerginleşen ilişkiler, 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik yaptığı Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle kesintiye uğramıştır. 1980 sonrası iki ülke arasında yapılan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması ve 2000 sonrası imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması ile yeniden bağımlılık boyutuna ulaşılmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de siyasal iktidara yönelik yapılan Fetullahçı darbe girişimi sonrası ise iki ülke ilişkilerinde ciddi sarsıntılar meydana gelmiştir. Fakat ABD’nin 1991 Irak’a müdahalesi sonrası Türkiye’ye komşu olması ve 2011 yılından itibaren Suriye’de ortaya çıkan iç savaş sürecinde iki ülke tekrar çekincelerine rağmen tümüyle olmasa da bazı konularda ittifak yollarını aramak için görüşmeler gerçekleştirmişlerdir.
Bizde bu çalışmamızda; Suriye özelinde Türkiye-ABD ilişkilerini 2011 yılından günümüze tarihi süreci içerisinde aktaracağız.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, ABD, Suriye, İlişkiler, Terör.
TURKEY-USA RELATİONS İN THE FRAMEWORK OF SYRİA
Abstract
Turkey-US relations began as missionary institutions and commercial activities since the beginning of the 19th century, it were continued with limited negotiations during the First and Second World Wars period. With the signing of the Truman Doctrine and Marshall Plan between the two countries after the Second World War, the relations turned into multilateral relations. With Turkey's entry into NATO, the relations were taken within the framework of independence. However, Johnson's Letter in 1964 strained relations and finally because of Turkey’s Cyprus Peace Operation in 1974, Turkey-US relations were disrupted. With the Defense and Economic Cooperation Agreement signed after 1980 and the Strategic Partnership Agreement signed after 2000, it has reached the dimension of dependency again. After the Gulenist coup attempt carried out against the government in Turkey on July 15, 2016, serious breaks occurred in relations between the two countries. However the two countries held some negotiations to seek alliance ways again despite their reservations, because the USA has become a neighbor of Turkey after the American intervention in Iraq in 1991 and after the civil war that began in Syria in 2011.
In this study; we will describe in the historical process of Turkey-US relations over the Syria issue, since 2011.
Keywords: Turkey, USA, Syria, Relations, Terrorism
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
İdlib; Suriye’ye bağlı bir şehir olup, Türkiye’ye yaklaşık 100 km uzaklıkta bulunmaktadır.
Genelde Sunni Arapların yaşadığı bu şehrin normal nüfusu 2 milyon civarında iken günümüzde 4,5 milyon civarında bir nüfusun yaşadığı tahmin edilmektedir.
Yer altı kaynakları açısından oldukça fakir olan bölgede verimli tarım havzalarının bulunması nedeniyle daha çok tarımsal üretimin yapıldığı bir bölge olduğunu söyleyebiliriz.
İdlib’in Türkiye’ye Hatay ve kontrol ettiği Afrin üzerinden sınırı bulunması ve yoğun çatışmaların yaşandığı Halep ile komşu olması ayrıca Suriye’yi yöneten Nusayrilerin merkezi kabul edilen ve Rusya Federasyonu askeri üslerinin bulunduğu Lazkiye ile sınırdaş olması, günümüz tartışmalarını belirli bir oranda açıklamaktadır.
Ancak İdlib dekleminin açıklanması için yeterli değildir.
İdlib’de günümüzde ortaya çıkan süreç uzun bir stratejik planlamanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Maalesef Türkiye bu stratejik süreci doğru okuyamadığı gibi ortaya çıkan sonuçtan da en fazla zarar gören ülke konumuna gelmiştir.
Şöyle ki
Irak ve Suriye üzerinden yapılan planlamada; ABD ve müttefikleri ile Rusya Federasyonu kapalı diplomasi temelinde anlaşmış gözükmektedir.
Yapılan anlaşmada;
Irak, ABD ve müttefiklerine bırakılırken
Suriye, Rusya Federasyonu’na bırakılmıştır.
Ancak Türkiye’yi en çok ilgilendiren konu ise Irak ve Suriye arasında Fıratın doğusu ve Irak’ın kuzeyini oluşturan coğrafyanın bir ara bölge olarak planlanmasıdır.
Bu bölgeye yönelik Türkiye’nin gerek Cerablus harekatının sürdürülmesi aşamasında, gerekse Barış Pınarı Harekatı sırasında girişimleri etkisiz kılınmış ve ABD ve müttefikleri ile Rusya Federasyonu tarafından birlikte koruma altına alınmıştır.
Irak’ta günümüzde yaşanan anarşist durum nedeniyle de Irak’ın kuzeyi ve Fıratın doğusundaki tahkim sorunsuz sürdürülmektedir.
Özellikle İran etki alanındaki Haşdi Şabi ve Süleymani operasyonu ile de ara bölgeyi tehdit edecek tüm unsurlar bertaraf edilmiştir.
Bugün PYD/PKK/YPG/PEŞMERGE terör gurupları küresel şemsiye altında sessiz sedasız tahkimata devam etmektedir.
Amaç mümkün olan en uygun zamanda harekete geçerek; Türkiye, Irak, İran ve Suriye’yi tehdit edecek bir siyasal organizasyonu kurmaktır.
Yani emperyalist devletlerin; Türkleri, Arapları ve Farsları sürekli sorunlu hale getirecek terör devleti kurulacaktır.
Tabi tüm bu strateji planın uygulanmasına yıllar önce IŞİD süreci ile başlanmış ve IŞİD sayesinde belirttiğim bölge demografik olarak boşaltılmıştır.
Ancak bu süreçte ABD ve müttefikleri ile Rusya Federasyonu kendi birliklerini kullanmadıkları için sahada Türkiye ve İran’ın etkili hale geldiği görülmüştür.
Türkiye ve İran gibi küresel ve bölgesel dengeleri bozacak siyasal İslam ekseninde hareket eden iki devletin etkili hale gelmesi; başta İsrail’in güvenliğini sağlamak nedeniyle olmak üzere küresel güçlerin hiç arzu etmediği bir durumdur.
Bunun üzerine her zaman olduğu gibi siyasal İslamcı guruplar harekete geçirilmiştir.
Suriye’nin değişik bölgelerinden hatta zaman zaman küresel güçlerin araçları ve korumaları altında İdlib tarafına sürülmüştür.
Böylece İdlib 2015 sonrası radikal İslamcı muhaliflerin merkezi durumuna gelmiş ve nufusu günümüzde kesin olmamakla beraber 4,5 milyona çıkmıştır.
Astana ve Soçi süreçleri aşamasında buradaki radikal unsurların silahsızlandırılması konusunun Türkiye tarafından üslenilmesi konusu ise işlerini daha da kolaylaştırmıştır.
Çünkü siyasal İslamcı gurupların küresel güçlerin istihbarat örgütleri tarafından yönetildiği herkesin malumu olduğu gibi Türk Müslümanlığının bu guruplar için tehdit olarak görüldüğü de bilinen bir gerçektir.
Ayrıca İran’ın Türkiye’nin zayıflatılması ve uluslararası alanda sorunlu hale gelmesi için 15 ayrı şii milis gücü ile provoke etmeye devam edeceği de aşikardı.
Tüm bu süreç tıkır tıkır işledi.
Türkiye Astana ve Soçi süreci gereği birde 12 ayrı gözlem noktasını hava sahasını kontrol edemediği ve hava savunma sisteminin bulunmadığı bir ortamda oluşturdu.
Sonuçta Radikal unsurların Türkiye tarafından silahsızlandırılması sorumluluğu yerine getirilmediği bahanesi ile Rusya’nın hava gücü ve hava savunma sistemi ile İran’ın sahadaki 15 ayrı şii milis gücü marifeti ile operasyon başladı.
Elbette Türk kuvvetleri de zaman zaman hedef haline geldi.
Böyle olunca Türkiye, oldukça fazla sayıda askeri birliğini oldukça dar bir alana taşımaya başladı.
Bu durumu daha riskli hale getiren ise hava sahasının kontrol edilememesi ve hava savunma sisteminin bulunmamasıdır.
Türkiye’nin burada bulunmasının uluslararası dayanağı 51. Maddedir ve bu maddede Türkiye’nin sınırları boyunca ulusal güvenliğini tehdit edebilecek bir alanı kaplayabilir.
Diğer yandan NATO’nun harekete geçmeside ancak Türkiye’nin ulusal sınırları çerçevesinde geçerli olacağı için bu şekilde de bir açıklama yapılmıştır.
Yani BM ve NATO çerçevesindeki toplantılarda Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygıları dikkate alınırken Türkiye’nin İdlib derinliğindeki faaliyetlerinde taraf olunmamıştır.
Bu uluslararası hukuk açısından ciddi bir sorundur.
Türkiye’nin bu gelişmeleri doğru okuyup; resmi anlamda zaten yüksek sesle ifade edilen Türkiye-Suriye sınırı boyunca 30 km derinlikte bir alana odaklanmalıdır.
İdlib derinliğindeki kuvvetlerini ve gözlem noktalarını bu 30 km derinlikte bir paralel hat üzerinde oluşturmalıdır.
Bu yaklaşım Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun hareket etmesi anlamına geleceği gibi hava kuvvetleri olmadan kolayca sınır hattını koruyabilecek konuma gelecektir.
Türkiye-Suriye sınırı boyunca 30 km derinliğe sadece Türk güvenlik kuvvetleri ile tahkim edilmeside ayrıca önemlidir.
Çünkü böylece ÖSO yada Suriye Milli Ordusu ve diğer güçlerden uzak durursa Pancı suçlamalardan da kurtulacaktır.
Yine bu 30 km derinlikteki alana öncelikle Türkmenlerin tamamen yerleşmesi önemlidir. Ayrıca dost unsurlarda yerleşebilir.
Böyle bir durumda; Türkiye, küresel oyunu bozacağı gibi hedef olmaktan da çıkacaktır.
Bulanık suda balık tutmak isteyen İran hedef olacaktır.
Bakalım Türkiye stratejik akılla mı hareket edecek göreceğiz.
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleşiminde yer alan Doğu Akdeniz; Tunus-Sicilya hattının doğusu olarak kabul edilir ve Cebeli Tarık Boğazı yolu ile Atlantik Okyanusuna ve diğer kıtalara ulaşma imkanı verirken, Süveyş Kanalı yolu ile Kızıl Deniz’den Hint Okyanusu’na nüfuz etme imkanını beraberinde getirmektedir. Ayrıca Türk Boğazları üzerinden Karadeniz’e ulaşma imkanı da veren Doğu Akdeniz; küresel güç olmak isteyen devletlerin vazgeçilmez hedefleri arasındadır. Bu nedenle tarihin her döneminde dünyada etkili olan küresel güçler bu bölgeyi kontrol etmek için birbirleri ile bitmeyen bir mücadele içerisinde olmuşlardır.
Günümüzde ise Doğu Akdeniz; enerji rezervleri üzerinden tartışılmaya başlanmıştır. Bugün belirlenen rezerv miktarı, 10-15 trilyon metreküp doğalgaz, 2-3 milyar varil petrol olarak ön görülmektedir. Diğer bir ön görüde, dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin yaklaşık %40’ı Doğu Akdeniz’de bulunmaktadır.
Bu nedenle başta Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İtalya, İsrail, Mısır ve Ürdün doğrudan Çin ve Rusya ise dolaylı olarak bölge ile ilgili emperyal girişimler içerisinde bulunmaktadırlar.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı olan ülkelerden birisi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’nin garantörü olarak kendi kıta sahanlığı içerisinde bulunan alanlara yönelik yapılan emperyal girişimler konusunda tepkisiz kalması beklenemez. Her şeyden önce bir ulusal güvenlik sorunu olan bu konu ile ilgili gerekli girişimleri yapması gerekmektedir.
Bizde bu çalışmamızda; Doğu Akdeniz’e yönelik yapılan emperyal girişimleri, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası düzeyde vermiş olduğu tepkileri, risk ve fırsatları değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler; Doğu Akdeniz, Türkiye, Kıta Sahanlığı, Kıbrıs, Riskler
IMPERİAL ATTEMP IN THE EASTERN MEDİTERRANEAN AND TURKEY
Abstruct
Eastern Mediterranean is at the junction of Asian, European and African continent; Eastern Mediterranean is considered to be the east of Tunusian,-Sicily line, and The Strait of Gibraltor provides access to the Atlantic Ocean and other continents and also it is possible to penetrate the Indian Ocean from the Red Sea via the Suez Canal. The Eastern Mediterranean, which also provides access to Black Sea through the Turkish Straits it is one of the indispensable aim of the states that want to be global power. For this reason global powers which are influential in the world in every period of history, have been in a struggle with each other in orderto control this region.
Today the Eastern Mediterranean began to be dispute about energy reserve. The reserve amount determined today is estimated as 10-15 trillion cubic meters of natural gas and 2-3 billion parrel of oil. Another perspective, approximately 40% of the words oil and natural gas reserves are located in the Eastern Mediterranean.
Fort his reason Greece-Southern Cyprus Administration, United States of America, France, Italy, Egypt, Isreal and Jordan directly China and Russia are indirectly involved in imperial initiatives related to the region.
One of the longest countries in the Eastern Mediterranean Cost of Turkey and Turkish Republic of Nothern Cyprus as a guarantor made for areas within it’s continental shelf can not be expect to remain unresponsive in imperial ventures. First at all, İt’is necessary to make necessary initiatives related to this ıssue which is a national security problem.
In this study imperial initiatives and aim in the Eastern Mediterranean and Turkey’s response has given the national and international levels. We will evaluate the risk and opportunities.
Keywords: Eastern Mediterranean, Turkey, Continental Shelf, Cyprus, Risks
ÖNSÖZ
GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
AFGANİSTAN’DA TÜRKLERİN TARİHİ DERİNLİĞİ
VE
AFGANİSTAN’DA DEVLETLEŞME SÜRECİ
1- Türk Adı
2- Genel Olarak Türkler ve Yaşadıkları Alanlar
3- Afganistan’da Türklerin Tarihi Kökeni
4- Afganistan Devleti’nin Kuruluşu ve Siyasal Anlamda Günümüze Kadar Yapılanma Süreci
İKİNCİ BÖLÜM
GÜNEY TÜRKİSTAN GERÇEĞİ
VE
AFGANİSTAN TÜRKLERİ
1- Güney Türkistan Gerçeği
2- Afganistan’da Yaşayan Türkler ve Yaşadıkları Yerler
2-1- Özbekler
2-2- Hazaralar
2-3-Türkmenler
2-4-Aynaklar
2-5-Afşarlar
2-6-Kazaklar
2-7-Kırgızlar
2-8-Karakalpaklar
2-9-Halaçlar
3-Afganistan’da Yaşayan Türklerin Nüfusları
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AFGANİSTAN’DA TÜRKLERİN
SİYASAL ANLAMDA HAK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ
1- Afganistan’da Türkler de Ortaya Çıkan İlk Siyasal Hareketler
2- Erkin Türkistan Hareketi
3- Kuzey Afganistan Vilayetleri İslam İttihadı Partisi
4- Cünbiş-i Milli Partisi
5- Milli Vahdet Partisi
6- Diğer Siyasal Hareketler
7- Afganistan’da Türklerde Yaşanan Sosyo-Kültürel Gelişmeler ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Katkıları
SONUÇ
BİBLİYOGRAFYA
ÖNSÖZ
Genel olarak Afganistan’ın jeostratejik ve jeopolitik durumu, Afganistan ile ilgili olan devletlerin yaklaşımı, kuruluş gerekçeleri ve siyasi tarihine değindiğimiz bu çalışmada; Türk adı, Türk adı ile anılan ve günümüzde varlığını devam ettiren toplumlar, Afganistan’da Türklerin tarihi gerçekliğini ortaya koyan kurmuş oldukları devletler ve hakimiyet alanları, Kuzey Afganistan ya da Güney Türkistan gerçeği, Afganistan’da Türk olarak kendilerini ifade eden toplumlar ve Afganistan Türklerinin siyasal anlamda hak ve özgürlüklerini elde etmek için vermiş oldukları mücadeleleri kaynaklar ölçüsünde yazılmıştır.
Elbette biz çalışmamızda Afganistan geneli ile çok uğraşmadık, siyasi tarihini aktarırken bile Türklerin durumunu aralarda vererek yaklaştık. Çünkü Afganistan geneli ile ilgili birçok dilde yapılan çalışmalar zaten bulunmaktadır. Oysaki 170 yıldır Afganistan’da siyasal anlamda yok sayılan ve Türk adının resmi anlamda red edildiği bir bölge ile ilgili çalışma nerede ise yok denecek kadar az. Biz de bu eksikliği giderebilmek adına ve Afganistan’da yaşayan Türklerde milli tarih bilinci ve milli bir eksen yaratmak amacıyla bu çalışmayı yaptık. Bizim çalışmamız umarım ileride Afganistan’da yaşayan Türklerle ilgili daha detaylı çalışmaların yapılmasına vesile olur.
Bu çalışmamızın yayınlanmasında başta Berikan Yayınevi Sahibi Cuma AĞCA Bey olmak üzere tüm emeği geçenlere teşekkür ederim.
Ankara 2019
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
Bu makalede inceleyeceğimiz uluslararası kontrol araçlarının tamamı, emperyal bir amaçla geliştirilmiş olduğu için öncelikle emperyalizmi kısaca izah etmek gerekir. Aslı Latince İmperium olan ve İmparatorluktan gelen Emperyalizm, Fransızca bir kavram olup,(Keskin, 1995;300) bir devletin başka bir devlet ya da devletler topluluğu üstündeki iktisadi, askeri, kültürel ve benzeri egemenliği anlamında ifade edilmektedir.(Larousse, 2000;3682) Diğer bir ifadeyle bir devletin başka bir devlet üzerinde maddi ve manevi olarak kontrol kurması, üstünlük sağlaması anlamındadır.(Armaoğlu, 1989;79) Emperyalizm de, başka halkların rızası olmadan denetim kurmak bulunduğu için itici bir kavram olarak görülmektedir.(Britanica, 2000;166) Edward Said emperyalizmi: “Uzak topraklara tahakküm eden egemen metropolün uygulama, kuram ve tavırları olarak tanımlamaktadır.”(Kaya, 2006;1) Emperyalizm, küçük ve büyük devlet ayrımı yapmamakta, bir yönetimin veya halkın bağımsızlığını yok ettiğinde, o ülkeyi hangi araçlarla, hangi alanlarda, ne kadar sömüreceğinin hesabını yapmaktadır.(Tural, 2009;1) Emperyalizmin tarihi geçmişi, insanlık tarihinin eski çağlarına kadar uzanmaktadır.(Keskin, 1995;301) Bu çerçevede farklı isimler altında bir takım uygulamalara gitmiştir. Bunlar; Sömürgecilik, Himaye, Mandaterlik, Demokratikleştirme, Küreselleşme ve Hegemonya başlıkları ile karşımıza çıkmaktadır.
Elbette bizim çalışmamızda bu kavramları verirken Türk Dünyasına yansıması ile birlikte değerlendireceğimiz için Türk Dünyası olarak kast ettiğimiz coğrafyayı da belirtelim.
Türklerin ilk yurdunun Altay-Ural Dağları arasında olduğu ortaya konulmuştur. Merkezin Balkaş, Aral ve Isık göl bölgesinde olduğu bilinmektedir.(Turan, 1998;19) Hatta Hazar Denizi’nin Kuzey(Saray, 1996;5) ve Kuzey Doğu Bozkırlarının da Türklerin ilk yerleşim yeri olduğu tespit edilmiştir.(Kafesoğlu, 1992;47) Altay-Sayan dağlarının güney batı bölgesi olarak da ifade edilen ilk yerleşim yerinin, Minusinsk-Tuva-Abakan Bozkırları olduğu yaklaşık olarak belirtilmektedir.(Salman, 2004;2) Yani Ural dağlarından başlayarak Türkistan ve Kafkasya’yı içine alan bölge olarak karşımıza çıkmaktadır.(Ligetti, 1986;15) Ancak Türkler ilk yerleşim yerleri ile sınırlı bir yaşam sürmedikleri gibi çok geniş coğrafyalarda onlarca siyasal organizasyon meydana getirmişler ve bulundukları bölgeyi vatanlaştırmışlardır. Bu nedenle Türk Dünyası gerçeğini ortaya koyarken, günümüze kadar devam eden nüfus yoğunluğu ve siyasal anlamda hakimiyet kurabildikleri coğrafyayı esas almak doğru olacaktır.
Bu çerçevede konuya yaklaştığımız zaman Türk Dünyasının sınırlarını genel bir ifade ile Asya’nın batısında Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırları ile ayırt edilmiş ve dünyaca tanınmış alan olarak belirtebiliriz.(Afetinan, 2000;29) Bu sınırlar içerisinde kalan Türk varlığı çeşitli bölgelerde kümelenerek tarihin akışı içerisinde bulunmuş oldukları alanda siyasal organizasyonlara giderek hakim unsur olmayı başarmışlar ve günümüze kadar da bazı bölgelerde siyasal hakimiyetlerini kaybetseler de etkinliklerini sürdürmeyi başarabilmişlerdir. Bugün yaklaşık olarak 30 dan fazla bağımsız yarı bağımsız ve bağımlı yapılar olarak devam eden Türk varlığının yaşadığı bölgeler ve isimleri şu şekildedir: Sibirya Türkleri; Yakutlar, Tuvalar, Batı Sibirya Tatarları, Hakaslar, Altaylar, Şorlar, Dolganlar. İdil-Ural Türkleri; Tatarlar, Başkurtlar, Çuvaşlar. Türkistan Türkleri; Türkmenler, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Uygurlar, Karakalpaklar. Kafkasya Türkleri; Azerbaycan Türkleri, Kumuklar, Nogaylar, Balkarlar, Kundurlar, Kafkasya Türkmeni. Orta Doğu Türkleri; İran Türkleri(Güney Azerbaycan Türkleri, Karapapaklar, Türkmenler, Kaşkaylar, Afşarlar), Irak Türkleri(Türkmenler), Suriye Türkleri(Türkmenler), Afganistan Türkleri(Özbekler, Hazaralar, Türkmenler, Aymaklar, Afşarlar, Kazaklar, Kırgızlar, Halaçlar), Anadolu Türkleri, Avrupa Türkleri, Doğu Akdeniz Türkleri, Gagauz Türkleri, Sekel Türkleri.
Sibirya’dan Avrupa içlerine kadar uzanan Türk Dünyasında, çok erken tarihlerde kurulmuş olan siyasal organizasyonlar ile dünya hakimiyetine ulaşan güçlü devletler ortaya çıkmış ve bu geniş coğrafya da günümüze kadar etkinliğini sürdürebilmiştir. Ancak Türk kültür çerçevesinden uzaklaştığı anda bulunmuş olduğu coğrafya da önce hakimiyetini sonrada etkinliğini yitiren Türk Devletleri de olmuştur. Bu devletler, kendi rızaları ile din değiştirerek önce dillerini sonrada alışkanlıklarını terk ederek, ilgili ülkenin hegemonyası altına girmişlerdir. Hatta bazı Türk boyları tamamen asimile olarak tarih sahnesinden silinmiştir. Türklerdeki hakimiyeti kaybetme ve asimile olma süreci, çoğunlukla Türk yöneticilerin kendi rızaları ile Türk kültür ekseninden uzaklaşması şeklinde gerçekleşmiştir. Hegemonyanın doğasına uygun olarak gerçekleşen bu sürecin ardından Hegemon devletler, Türkler üzerinde hegemonyalarını sürdürmek için Türkleri küçük guruplara ayırarak, onların arasında mezhep, aşiret, kabile, boy gibi farklılıkları öne çıkararak, mikro milliyetçiliği geliştirmişlerdir. Böylece önce dinlerini sonra dillerini kaybeden Türkler, zaman içerisinde milli tarih bilincini de yitirerek farklı birer topluluk olarak anılmaya başlanmıştır. Bu süreç, miladın başlarında Budizmin kabul edilmesi ile başlamış ve günümüze kadar farklı din ve kültürlerin etkisi ile devam etmiştir. Türkler bugün otuz civarında bağımsız, özerk ve yarı özerk yapıya sahip topluluklar olarak hayatlarını sürdürürken, aralarında alfabe birliği dahi olmadığı için birbirlerini anlamakta bile güçlük çekmektedirler.
Biz de bu nedenlerden dolayı çalışmamızda; 1881 yılında Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde Selanik’te doğan Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Milleti’ne dayalı kurmuş olduğu ve o dönemde tek bağımsız Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş sürecinde; yapmış olduğu milli tarih yazımı ve bir milli tarih şuur oluşturma çabasını örnek oluşturması için aktarmak istiyoruz. Atatürk şunu iyi biliyordu ki üniter bir ulus devletin yaşayabilmesi için öncelikle milli şuura sahip seküler bir toplumun inşa edilmesi ve milli kimliğinin farkında olan milli şahsiyetlerin yetiştirilmesi gerekli idi.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Milli Tarih, Milli Kimlik, Türkler
ABSTRACT
In Turkish World extended into Europe from Siberia, political organizations founded in ancient time and powerful states that had world domination came to exist and some of these have survived until today. However there are also some Turkish states that lost first their composure and later their efficiency over their territories due to steering away from the Turkish culture. Eventually, these states left first their language, later their tradition under the influence of tergiversation and finally got into the related states. As a matter of fact some of Turkish tribes went out of existence being assimilated. The process of the assimilation and the loss of domination came true majorly as of Turkish administrators’ own accord in the axis of steering away Turkish culture. After that process which is in conformity with the nature of the concept of the hegemony, the hegemonic states have popularized the micro nationalism dividing Turks into smaller groups and putting forward the denominational and tribal differences between them on the purpose of maintain their hegemony on the Turkish people. By this way, Turks who have lost first their religion and later the language have began to be considered as one each of different groups losing their historical consciousness in the course of time. These process has began with the adoption of Buddhism and continued until today with the influence of the different religions and the cultures. Today Turkish people live in about thirty independent, autonomous and semi-autonomous communities and these communities have difficulty even to understand each other because of the alphabetic differences.
For these reasons in this study; In 1881, during the disintegration of the Ottoman Turkish Empire, Mustafa Kemal Ataturk was born in Thessaloniki which was established based on the Turkish nation and at that time the only independent Turkish state in the process of establishment of the Republic of Turkey; we want to transfer the national history writing and the effort to create a national history consciousness as an example. Atatürk knew that for a unitary nation-state to live, it was necessary to construct a secular society with national consciousness and to train national figures who were aware of their national identity.
Keywords: Atatürk, National History, National Identity, Turks
Kuram; belirli bir mantıksal örgü çerçevesinde, bir topluma ilişkin sistemli bir şekilde geliştirilen, kuralları olan, planlanmış ve bilimsel bilgiye de temel teşkil eden görüş ve düşünceler bütünüdür.
Bu çerçevede Türkiye’de kuramsal düşüncenin ortaya çıkışı, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın başlarından itibaren dünyadaki gelişmelere paralel olarak ciddi anlamda yıpranması ve ayrılıkçı hareketlerle karşı karşıya kalması üzerine görülmüştür. 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren batıda eğitim görmüş ve görev yapmış kişilerin batıdaki ulusçuluk kuramını Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda da uygulayarak, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun bir ve bütün kalması için gerekli planlama içerisine girmişlerdir. Osmanlıcılık olarak tanımlanan kuramda amaç; Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan unsurların; dini ve etnik farklılıklarını görmemezlikten gelerek, Osmanlı kimliği ile Osmanlı bayrağı altında bir ve bütün yaşatılması düşünülmüştür. Elbette bu kuram, dönemi itibari ile son derece yerinde bir düşünce olmasına rağmen batıdaki gibi bir Reform, Rönesans, Aydınlanma Süreci ve Modernleşme Sürecini yaşamayan Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda karşılık bulmamıştır. Hatta batı ile olan ilişkilerin emperyalizmin Osmanlı coğrafyasını kontrol etme riskinin olduğunu düşünen antiemperyalist görüşler 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmıştır.
19. yüzyılın son çeyreğinde ise Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun önemli oranda Hıristiyan unsurların yaşadığı topraklarının kontrolünü kaybetmesi, ekonomik olarak iflas etmesi, askeri anlamda ağır yenilgi alması ve siyasi anlamda İngiltere’deki iktidar değişikliğinin de etkisi ile korumasız kalması üzerine, II. Abdülhamit tarafından Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun geri kalan ve çoğunluğu Müslüman olan unsurlarını bir arada tutmak ve emperyal ülkelerin iç işlerine karışmasını önlemek için bir denge unsuru yaratmak amacıyla İslamcılık kuramı planlanmıştır. İslamcılık kuramında amaç; Osmanlı Türk İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan Müslüman unsuru ayrılıkçı hareketlerden uzaklaştırarak, ümmet kavramı ile Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde ve halifenin yönetiminde tutmaktır. Diğer yandan emperyalist ülkelerin Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun iç işlerine karışmalarını engellemek için onların sömürgesi olan Müslüman toplumlarla ilişkiler kurarak, emperyalist ülkelere karşı bir denge unsuru yaratmak hedeflenmiştir. Bu kuramda zamanı içerisinde Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun kurtarmak adına son derece iyi planlanmış bir teoridir. Ancak Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun siyasi, askeri ve ekonomik alt yapısı olmadan geliştirilen İslamcılık kuramı ile de kurtarılamayacağı çok geçmeden anlaşılmıştır.
Bu kuramında tutmadığını gören Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun kurucu unsuru olan Türkler; ciddi anlamda fikri tartışmalar yaşamışlar ve büyük oranda birleştikleri kuramsal çerçeve ise Ahmet Rıza’nın 1895’ten itibaren yurt dışında çıkarmaya başladığı Meşveret Dergisinde vücut bulmuştur. Özellikle 1902 yılında Paris’te yapılan Jöntürk Kongresi’ndeki tartışmalar iki farklı kuramsal yaklaşımı ortaya çıkarmıştır ki günümüze kadarda bu kuramsal yaklaşımların Türkiye’de etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Bunlardan birincisi Prens Sabahattin tarafından geliştirilen yaklaşımdır. Prens Sabahattin; Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, liberal yaklaşımın temel alınması ve Avrupa’daki büyük devletler ile yakın işbirliğinin sürdürülmesi temelinde kuramsal bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu yaklaşım, Ahrar’dan, Hürriyet ve İtilafa, Demokrat Parti’den, Anavatan Partisi’ne, 15 Temmuz öncesi Ak Partiye, 1960-1980 arası CHP’ye ve günümüz CHP’sine kadar birçok partinin belirli oranda desteklediği çerçeve olmuştur.
İkinci görüş ise Ahmet Rıza tarafından ortaya konan kuramsal yaklaşımdır. Bu çerçevede Osmanlı Türk İmparatorluğu’ndaki Türk unsur önemli oranda mutabık kalmıştır. Bunlar; Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda Türklerin yönetimde tekrar etkili olması, merkezi devlet yapısının güçlendirilmesi ve pozitivist düşüncenin etkin olarak kullanılmasıdır. Bu kuramsal çerçeve, İttihat ve Terakki Partisi’nden Cumhuriyet Halk Fırkası’na, Yusuf Hikmet Bayur’un Millet Partisi’nden Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne ve MHP’ye kadar Türk Milleti merkezli, modern milliyetçiliği esas alan, antiemperyalist düşüncelere ilham kaynağı olmuştur.
19. yüzyılın başlarından itibaren küresel anlamda yeni aktörlerin ortaya çıkması ile Türk Dünyasına yönelik işgal ve etkisiz hale getirme çalışmaları hız kazanmıştır. Bu çerçevede, Türklerin ilk yerleşim yerlerinden olan ve Kafkasya, Anadolu ve Orta Doğu üçgeninde yer alan Azerbaycan, Çarlık Rusya’sı ve Kaçar Türk İran Devleti arasında yapılan savaş sonunda; 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay Antlaşmaları ile Aras Nehri sınır olmak üzere ikiye bölünmüştür. Azerbaycan topraklarının üçte birini çarlık Rusya’sı işgal ederken, üçte ikisi Kaçar Türk İran Devleti’nin kontrolü altında kalmıştır. 20.yüzyılın ilk çeyreğinde yapılan savaşların kaybedilmesi ile de Türkler tamamen küresel güç olmaktan çıkarılarak, Türk Dünyası coğrafyasında Rusya, İngiltere gibi devletlerin etkin hale geldiğini görmekteyiz.
Bunun sonucu olarak İran’da bulunan Kaçar Türk Hanedanlığına son verilmiş ve İngiltere’nin kontrolünde Fars Pehlevi Hanedanlığı iktidara getirilmiştir. Pehlevi iktidarları ve Humeyni rejimi, İran nüfusunun %40’ını oluşturan Güney Azerbaycan Türklerini ve Güney Azerbaycan’ı etkisiz hale getirmek için her türlü girişimde bulunmuşlar ve yetersiz kaldıkları dönemlerde, küresel güçlerle Güney Azerbaycan Türkleri aleyhine işbirliği yapabilmişlerdir.
Günümüzde İran’ın yeniden yapılandırılması tartışılırken, Güney Azerbaycan’ın kilit bir noktada olması dolayısı ile bizde yukarıda kısaca izah ettiğimiz çerçevede; girişte Güney Azerbaycan gerçeğini genel olarak anlattıktan sonra ilk başlıkta Güney Azerbaycan’ın stratejik konumu ve öneminden bahsedeceğiz, ikinci başlıkta ise Güney Azerbaycan ile ilgili jeopolitik anlamda küresel uğraşıları ve çekişmeleri, günümüzde yaşanan tartışmaları yazacağız.
Anahtar Kelimeler: Güney Azerbaycan, İran, Rusya, İngiltere, Küresel Rekabet
THE GEOSTRATEGICAL EVALUATION OF SOUTH AZERBAIJAN LOCATED IN THE CENTER OF GEOPOLITICAL DEBATES
Abstruct
Beginning from the 19th Century, with the recently emergent actors, the occupation and neutralization efforts towards Turkic World accelerated. In this framework, Azerbaijan located in the triangle of Caucasia, Anatolia and Middle east which is one of the first settlements of Turks splinted into two with the Aras River being the border after Czarist Russia and Kachar Turk-Iran State with the treaties 1813 Gulistan and 1828 Turkmencay. We see that after the loss of wars took place in the first quarter of 20th Century, Turks are eliminated a form being a global gamer and states like Russia and England are being efficient in the Turkic geography.
As a result of this Kachar Turkish Dynasty in Iran had been terminated and The Pahlawi Persian Dynasty had been put in power under the control of Britain. The Pahlawi authorities and the Homeyni regime had attempted all sorts of things in order to nullify the South Azerbaijani Turks and South Azerbaijan and during this period when they remained incapable they cooperated with the global powers against South Azerbaijani Turks.
Nowadays while reconfiguration of Iran is being argued/debated, since South Azerbaijan is a key location, in the framework explained above, after we generally expressed the reality of South Azerbaijan, we will mention the geostrategic location and importance of South Azerbaijan in the first chapter, in the second chapter we will explain the recent geopolitical and global arguments and efforts about South Azerbaijan.
Key Words: South Azerbaijan, Iran, Russia, England, Global Competition
GÜNEY AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN FEDERAL YÖNETİM İSTEKLERİ
While Discussing The Restructuring Of Iran
South Azerbaijan Turks Federal Goverment Demands
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
ÖZET
1924 yılına kadar Türkler tarafından idare edilen İran’da bugün yaklaşık olarak 40 milyon Türk yaşamakta olup, bu nüfusun 35 milyonu Güney Azerbaycan Türklerinden oluşmaktadır. 230 bin kilometrekare bir alana sahip olan Güney Azerbaycan; Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Erdebil, Hemedan, Zencan ve Kazvin olarak İran yönetimleri tarafından 6 bölgeye ayrılmış durumdadır. Güney Azerbaycan Türkleri kendi vatanlarında bu şekilde coğrafi anlamda parçalandıkları gibi bu coğrafyanın dışında; başta Tahran olmak üzere bazı bölgelerde de yaşamak durumunda bırakılmaktadırlar. Ayrıca İran nüfusunun yaklaşık olarak %40’nı oluşturan Güney Azerbaycan Türkleri, İran parlamentosu ve yönetiminde aynı oranda temsil edilmemekte ve İran yönetimi tarafından onaylanmayan isimleri milletvekili seçmeleri dahi imkânsız hale getirilmiştir. İran, 1924 yılından itibaren uygulamaları ile Güney Azerbaycan Türklerini siyasal hayatta etkisiz hale getirmesinin yanında başta Türk kimliği olmak üzere dili ve kültürünü de bu coğrafyadan silmek için çok ciddi gayretler içerisinde olmuştur. Bu nedenle Güney Azerbaycan Türkleri, İran’ın bugün yeniden yapılandırılması tartışılırken, kendi kimlik ve kültürleri ile insanca yaşamak için iki toplum ve iki devlete dayanan güçlendirilmiş bir federatif sistem içerisinde yaşamak istemektedirler.
Bizde bu çalışmamızda, geçmişten günümüze Güney Azerbaycan Türklerinin federatif yönetim isteklerini ve ayrıntılarını kaynaklar ölçüsünde değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler; Güney Azerbaycan, Türkler, İran, Federatif Yönetim
ABSTRUCT
In Iran, which is governed by Turks until 1924, there are about 40 million Turks living today of which 35 million are from the South Azerbaijan Turks. South Azerbaijan has an area of 230000 square kilometers; East Azerbaijan, West Azerbaijan, Erdebil, Zencan and Kazvin are separated. Into five regions by the Administration of Iran. The South Azerbaijan Turks are seperated ınto small regions in same of them have had to settle in other regions, particulary in Tehran. In addiation, South Azerbaijan Turks, which make up about 40% of the Iranian population, are not represented ın the same parlement and administration and it is impossible to select homes that are not approved by the Iranian Goverment. The Iranian Goverments have been making serious efforts to assimilate the language and culture from this geography especially Turkish identity as well as making the South Azerbaijan Turks in effective in political life since 1924. Fort he reason, The South Azerbaijan Turks want to live in a strengthened federative system based on two states to live humanely with their own identities and cultures while Iran being debated for it’s restructuring today.
In this work, we will evolvate the demands and details of Federal Goverment of the South Azerbaijan Turks from the past to present.
Keywords; South Azerbaijan, Turks, Iran, Federal Goverment.
25 Kasım 1917 tarihinde Lefkoşa’da doğan Alparslan Türkeş, İlk ve orta öğrenimini aynı şehirde tamamlamış, Türkiye’ye ailesi ile birlikte göç ettikten sonra Kuleli Askeri Lisesi, Harp Okulu ve Harp Akademileri’ndeki eğitimlerinin ardından 1942 yılında kurmay subay olarak mezun olmuştur.
Alparslan Türkeş’in siyasetle ilk tanışıklığı 3 Mayıs 1944 olayları nedeniyle tutuklanması ile gerçekleşmiştir. Bu konulara ilgili olan ve yazılar yazan Türkeş, “Türkçülük ve Turancılık” davalarında yargılanmış ve beraat etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görevine döndükten sonra Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya’da eğitim görmüş, 27 Mayıs 1960 ihtilali’nde aktif görev almıştır. Ancak ihtilal sonrası uygulamalar ile ilgili anlaşmazlıklardan dolayı Milli Birlik Komitesi tarafından 19 Kasım 1960 tarihinde Hindistan’ın Başkenti Yeni Delhi’ye hükümet müşaviri olarak atanmıştır.
23 Şubat 1963 tarihinde Türkiye’ye dönen Türkeş, Huzur ve Yükseliş Derneği’ni kurarak örgütlü bir mücadeleyi başlatmıştır. 31 Mart 1964 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne (CKMP) üye olan Türkeş, 1 Ağustos 1965 tarihinde partinin genel başkanlığına seçilmiştir. CKMP 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da yaptığı kongre ile adını Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirmiş ve 1980 yılına kadar da bu adla devam etmiştir. Alparslan Türkeş, 31 Mart 1975-13 Haziran 1977 ve 1 Ağustos 1977- 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Milli Cephe Hükümetleri diye adlandırılan ve Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. 12 Eylül 1980 ihtilali sonrası tutuklanan ve partisi kapatılan Türkeş, 4,5 yıl hapis yatmış ve siyasetten yasaklanmış; Eylül 1987 referandumunda siyasi yasakların kalkması ile 4 Ekim 1987 tarihinde MHP yerine kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi’nin genel başkanı olarak aktif siyasete geri dönmüştür. 27 Aralık 1992 tarihinde MÇP yeniden MHP adını almış ve Alparslan Türkeş 4 Nisan 1997 tarihinde vefatına kadar MHP’nin genel başkanlığını yürütmüştür. Kısaca özetlediğimiz bu süreçte özellikle CKMP ve MHP’nin genel başkanlığını yaptığı dönemlerde, Alparslan Türkeş Kıbrıs sorununun çözümü ve Kıbrıs’ta yaşayan Türklerinin haklarının korunması için yaptığı konuşmalarda, verdiği röportaj ve mülakatlarda detaylı değerlendirmeler yaptığı görülmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin birinci sorunu haline gelen Kıbrıs’ın jeopolit ve jeostratejik anlamda Türkiye için vazgeçilmez bir vatan toprağı olması ve günümüze kadar sorunun devam etmesi dolayısı ile Alparslan Türkeş’in 1965-1997 yılları arasında Kıbrıs konusundaki görüş ve önerilerinin son derece önemli olduğunu düşünmekteyiz. Amacımız Kıbrıs konusunda bu günde devam eden görüşmelere ışık tutması için Alparslan Türkeş’in görüş ve önerilerini sizlere aktarmaktır.
1925 yılında İran’da Pehlevi Hanedanlığı’nın iktidara gelmesi ile birlikte başlatılan farslılaştırma politikası; 1941 yılına kadar İngiltere’nin himayesinde, 1941 yılından 1979 yılına kadarda ABD ve İngiltere’nin doğrudan kontrolü altında devam etmiş ve Güney Azerbaycan Türklerinin idari, ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda etkisizleştirilmesi amaçlanmıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi ile başlayan yeni yönetim anlayışı da, Güney Azerbaycan Türklerine Pehlevi döneminde olduğu gibi asimilasyon, baskı, ötekileştirme ve yok sayma siyasetini uygulamaya devam etmiştir. Bu nedenle Güney Azerbaycan Türklerinde 1990 lı yıllardan itibaren milli bilincin uyanmaya başladığı ve uluslararası düzeyde tanıtılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Türk milliyeti ekseninde gelişen Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nde; “Bağımsız Azerbaycan”, “Birleşik Azerbaycan”, “Oğuz Birliği” ve “Turan Birliği” gibi kavramlarda kullanılır olmuştur. Güney Azerbaycan Milli Hareketi, 1995 yılında kurulan Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı ile teşkilatlı bir hale dönüşmüş ve uluslararası platformda yer almaya başlamıştır. Başkanlığını Mahmut Ali Çehreganlı’nın yaptığı Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtının amacı; milleti uyandırıp, dilini, kültürünü, tarihini ayağa kaldırmak olarak belirtilmiştir.
Bizde bu çalışmamızda; Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı’nın kuruluşu, teşkilat yapısı, tüzüğü ve faaliyetleri hakkında bizzat üyelerinin vermiş olduğu bilgiler ve birinci elden kaynaklar doğrultusunda bir çalışma hazırlayacağız. Amacımız Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nin tüm yönleri ile uluslararası literatüre dahil edilmesidir.
Anahtar Kelimeler; Güney Azerbaycan, GAMOH, İran, Mahmut Ali Çehreganlı
South Azerbaijan National Liberation Movement
(GAMOH)
Abstract
In 1925 Pahlavi dynasty came into power with policy of change all nation in Iran to Persian. It was under protection till 1941 by England, between 1941 and 1979 was controlled by United Nations and under the direct control of the UK. It was aimed to neutralize the South Azerbaijani Turks in administrative, economic, cultural and political areas.The new management concept that started with the Iranian Islamic Revolution in 1979 continued to apply the policy of assimilation, oppression, othering and ignoring as it was during the Pahlavi period for the South Azerbaijani Turks. Therefore South Azerbaijan Turks started to rise up with national consciousness and it started to be presented in international arenas.
Durıng the South Azerbaijan National Movement that developed wıthin the axis of Turkish nationality; it has been used in concepts such as "Independent Azerbaijan", "United Azerbaijan", "Oguz Union" and "Turan Union".South Azerbaijan National Movement became an organization with South Azerbaijan National Liberation Movement established in 1995 and started to take place on an the international scale the Presindent of South Azerbaijan National Liberation Movement Mahmut Ali Cehreqanli`s purpose is awake nation and rise language and culture as well as to make history clear.
In our work, we will prepare a study on establishment of the South Azerbaijan National Liberation, structure, regulations, and activities with direct information from members of this movement. Our aim is to include all aspects of the South Azerbaijan National Movement into international literature.
Keywords; South Azerbaijan, GAMOH, Iran, Mahmut Ali Cehreqanlı
Güney Azerbaycan, bugünde birçok idari parçaya bölünerek, İran Fars Devleti’nin kontrolü altında bulunmaktadır. İran Devleti, Güney Azerbaycan’da bulunan yaklaşık 30 milyonluk Türk nüfusu nedeniyle bu bölgeyi risk olarak görmüş ve Pehlevi Hanedanlığından bugüne farslılaştırma politikası çerçevesinde, gerek idari, gerek siyasi, gerek ekonomik ve gerekse sosyal konularda uyguladığı politikalarla, Türk kimliğini etkisizleştirmek, hatta yok etmek istemiştir.
Ancak İran coğrafyasında 1000 yıldan daha fazla hâkimiyet kurmuş olan Türklerin İran’daki etkilerini ve ortaya çıkarmış oldukları kültür ve medeniyeti silmek mümkün olmadığı gibi Güney Azerbaycan Türklerini de İran yönetiminden uzaklaştırmıştır.
Güney Azerbaycan Türkleri kendilerinin yok sayılması ve asimile edilmesi politikasına karşı ciddi bir demokratik hak ve özgürlük mücadelesi vermiştir. 20. yüzyılın başlarından itibaren devam eden bu mücadele bugün artık ete kemiğe bürünmüş, tartışmalardan arınmış bir şekilde Milli Harekete dönüşmüştür.
Bu Milli Hareket, demokratik yollarla sivil bir anlayışta, İran Devleti’nden haklarını talep etmektedir.
Bizde bu çalışmamızda; Güney Azerbaycan’da ortaya çıkan Demokratik Hak ve Özgürlük taleplerini kronolojik bir süreç içerisinde sizlerle paylaşacağız.
ÖNSÖZ
BİRİNCİ BÖLÜM
GÜNEY ÇİN DENİZİ SORUNU
Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Güney Çin Denizi
2- Jeopolitik Olarak Güney Çin Denizi Sorununa Kıyıdaş Ülkelerin Yaklaşımları
2.1- Çin
2.2- Tayvan
2.3- Filipinler
2.4- Vietnam
2.5- Malezya
2.6- Singapur
2.7- Brunei
2.8- Kamboçya
2.9- Endonezya
2.10- Tayland
3- Kıyıdaş Olmayan Ülkelerin Güney Çin Denizi Sorununa Yaklaşımları
3.1- ABD
3.2- Fransa
3.3- AB
3.4- Birleşik Krallık
3.5- Rusya Federasyonu
3.6- Japonya
3.7- Hindistan
3.8- Güney Kore
3.9- Avusturalya
3.10- NATO
4-Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Güney Çin Denizinin Değerlendirilmesi
Sonuç
Kaynakça
İKİNCİ BÖLÜM
DOĞU ÇİN DENİZİ SORUNU
Giriş1-Jeostratejik Anlamda Doğu Çin Denizi
2- Doğu Çin Denizi Sorununa Kıyıdaş Ülkelerin Yaklaşımları
2.1- Çin
2.2- Japonya
2.3- Güney Kore
2.4- Tayvan
3- Doğu Çin Denizi Sorununa Kıyıdaş Olmayan Ülkelerin Yaklaşımları
3.1- ABD
3.2- AB
3.3- Birleşik Krallık
4- Doğu Çin Denizi Sorununun Uluslararası Hukuka Göre Değerlendirilmesi
Sonuç
Kaynakça
ÖNSÖZ
BİRİNCİ BÖLÜM
Doğu Akdeniz Sorunu
Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Doğu Akdeniz
2- Doğu Akdeniz’deki Enerji Rezervleri
3- Doğu Akdeniz’in Uluslararası Hukuka Göre Değerlendirilmesi
4- Doğu Akdeniz’e Kıyıdaş Ülkeler ve Diğer Ülkelerin Girişimleri
4.1- İsrail
4.2- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
4.3- Yunanistan
4.4- İngiltere
4.5- Filistin
4.6- Lübnan
4.7- Suriye
4.8- Mısır
4.9- Libya
4.10- İtalya
4.11- Fransa
4.12- Amerika Birleşik Devletleri
4.13- Rusya
4.14- Çin
4.15- Avrupa Birliği
4.16- İran
4.17- NATO
5- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Hakları ve Girişimleri
5.1- Tarihi Derinliği
5.2- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Uluslararası Haklarının Tescili
5.3- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sismik Araştırma ve Sondaj Girişimleri
5.4- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Diğer Ülkeler ile Yaptığı Anlaşmalar
5.5- Türkiye’nin TPAO’ya verdiği Ruhsatlar
5.6- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Gambot Diplomasi Faaliyetleri
Sonuç
Kaynakça
İKİNCİ BÖLÜM
ADALAR DENİZİ SORUNU
Giriş
1-Jeostratejik Anlamda Adalar Denizi
2- Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Adalar Denizinin Değerlendirilmesi
3- Adalar Denizindeki Kıyıdaş Ülkeler ve Yaklaşımları
3.1- Yunanistan’ın Yaklaşımları
3.2- Türkiye’nin Yaklaşımları
4- Adalar Denizi’nde Türkiye ve Yunanistan Arasındaki Sorunlar
4.1- Karasuları ve Kıta Sahanlığı Sorunu
4.2- Hava Sahası Sorunu
4.3-Fır Hattı Sorunu
4.4- Adaların Statüsü ile İlgili Sorunlar
4.5- Adalar Denizi’nde İsimlendirilmemiş yada Uluslararası Anlaşmalarda Devredilmemiş Ada ve Kayalıklar Sorunu
4.6-Adalar Denizinde Münhasır Ekonomik Bölge Sorunu
4.7-Adalar Denizi’nde ABD Üsleri Sorunu
4.8-Adalar Denizinde Kurtarma(SAR) Faaliyetleri
Sorunu
Sonuç
Kaynakça
BİRİNCİ BÖLÜM
Doğu Akdeniz Sorunu Giriş
1- Jeostratejik Anlamda Doğu Akdeniz
2- Doğu Akdeniz’deki Enerji Rezervleri
3- Doğu Akdeniz’in Uluslararası Hukuka Göre Değerlendi-
rilmesi
4- Doğu Akdeniz’e Kıyıdaş Ülkeler ve Diğer Ülkelerin Giri-
şimleri
4.1- İsrail
4.2- Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
4.3- Yunanistan.
4.4- İngiltere .
4.5- Filistin
4.6- Lübnan
4.7- Suriye
4.8- Mısır .
4.9- Libya
4.10- İtalya.
4.11- Fransa..
4.12- AmerikaBirleşikDevletleri.
4.13- Rusya..
4.14- Çin.
4.15- AvrupaBirliği.
5- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Hakları ve Girişimleri
5.1- Tarihi Derinliği.
5.2- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Uluslararası Hakla-
rının Tescili..
5.3- Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Sismik Araştırma ve Sondaj Girişimleri
5.4- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Diğer Ülkeler ile Yaptığı Anlaşmalar.
5.5- Türkiye’nin TPAO’ya verdiği Ruhsatlar
5.6- Türkiye’nin Doğu Akdeniz ile İlgili Gambot Diplo- masi Faaliyetleri
Sonuç
İKİNCİ BÖLÜM
Türk Dünyası’nın Uluslararası Güncel Sorunları
Giriş
1- Sınır Sorunları.
2- Etnik Sorunlar
3- Su Sorunu
4- Radikal Dini Akımlar Sorunu
5- Hazar Denizi Sorunu.
6- Fergana Vadisi Sorunu.
7- Uluslararasılaşan Doğu Türkistan Türkleri Sorunu .
7.1- Doğu Türkistan Türklerinin Güncel Sorunları .
7.1.1- Coğrafyanın Çinlileştirilmesi
7.1.2- Etnisitenin Çinlileştirilmesi
7.1.3- Türklerin Göçe Zorlanması.
7.1.4- Türk Kimliğinin İnkârı.
7.1.5- Nüfus Kontrol Sorunu.
7.1.6- Nükleer Denemeler Sorunu.
7.1.7- Radikalleşme Sorunu .
7.2- Uluslararası Tepkilerde Doğu Türkistan Türkleri .
8- Diğer Sorunlar..
Sonuç
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Türk Dış Politikasında Kıbrıs Sorunu ve Türk-Yunan İlişkilerinde Yaşanan Güncel Sorunlar
Giriş..
1- İngiliz Hâkimiyetine Kadar Kıbrıs’ta Türk Dış Politikası-
nın Amaçları ve Sonuçları..
2- İngiliz Hâkimiyeti Döneminde Türk Dış Politikasında Kıbrıs’ın Yeri.
3- Birleşik Kıbrıs Devleti Döneminde Türk Dış Politikasında Kıbrıs
4- Kıbrıs’ta İki Toplumlu Yapının Ortaya Çıkması ve Türk
Dış Politikasında Kıbrıs Yaklaşımı
5- Türkiye Yunanistan İlişkilerinde Temel Sorunlar
Değerlendirme ve Sonuç.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Libya Sorunu ve Kuzey Afrika’da Yaşanan Güncel Gelişmeler .
Giriş..
1- Libya Sorununun Ortaya Çıkışı
2- Berlin Konferansı.
3- Berlin Görüşmeleri Sonrası Libya Sorunu .
4- Diğer Kuzey Afrika Ülkelerinde Yaşanan Güncel Gelişme-
ler
4.1- Fas
4.2- Cezayir
4.3- Tunus
4.4- Mısır
Sonuç
BEŞİNCİ BÖLÜM
Ortadoğu’da Yaşanan Uluslararası Güncel Sorunlar
Giriş....
1- Afganistan’daki Güncel Uluslararası Sorunlar
2- İran’da Uluslararası Güncel Sorunlar
3- Suriye’nin Uluslararası Güncel Sorunları
4- Filistin Merkezli Uluslararası Güncel Sorunlar
5- Yemen’de Uluslararası Güncel Sorunlar
6- Irak’ta Uluslararası Güncel Sorunlar
Sonuç
ALTINCI BÖLÜM
Uluslararası Güncel Sorunlar Bağlamında Ukrayna Krizi ve Türkiye’ye Etkileri Giriş..
1- Ukrayna Krizinin Ortaya Çıkması
2- Ukrayna Krizine Çözüm Arayışları
3- Ukrayna Krizinin Türkiye’ye Etkisi
Sonuç
YEDİNCİ BÖLÜM
Uluslararası Güncel Gelişmeler Işığında Güney Kafkasya’da Yaşanan Sorunlar
Giriş.
1- Güney Kafkasya’da Yapılan Siyasi Mühendislik Faaliyetleri.
2- Karabağ Sorunu.
3- Gürcistan Ekseninde Yaşanan Sorunlar.
3.1- Güney Osetya Sorunu .
3.2- Abhazya Sorunu
3.3- Acaristan Sorunu.
3.4- Cevahati Sorunu
Sonuç
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Uluslararası Bir Tehdit Olarak Terörizmin Siyasallaşma Sorunu ve Türkiye Giriş.
1- Terör
2- Terörizm
3- Siyasal Terörizm
Sonuç
DOKUZUNCU BÖLÜM
Türk-Amerikan İlişkilerinde Yaşanan Güncel Sorunlar
Giriş.
1- Suriye Sorunu
1.1- Suriye Sorununun Ortaya Çıkması ve Türkiye ile
ABD’nin Bu Konuya Yaklaşımlar
1.2- Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Koordineli Çalışma
Dönemi
1.3- Türkiye ve ABD’nin Suriye’de Ayrıştığı Dönem
2- ABD ile Türkiye Arasında Yaşanan Savunma Sistemleri Sorunu
3- ABD’nin PKK/YPG/SDG Terör Örgütünü Desteklemesi
4- CAATSA Yasasının Türkiye’ye Uygulanma Sorunu
5- ABD’nin Türkiye’yi Çevreleme Politikası Sorunu
6- Türkiye ABD İlişkilerinde Yaşanan Büyükelçiler Sorunu
Sonuç
ONUNCU BÖLÜM
Güney Çin Denizinde Uluslararası Güncel Sorunlar.
Giriş..
1- Güney Çin Denizi’nde Emperyal Girişimler.
1.1- Çin’in Güney Çin Denizi Politikası
1.2- ABD’nin Güney Çin Denizi Politikası
2- Diğer Kıyıdaş Ülkelerin Yaklaşımları.
Sonuç
Selçuk DUMAN *
ÖZET
Kuzey Afrika’da Akdeniz kıyısında bulunan Libya, zengin-kaliteli petrol rezervleri, stratejik konumu ve aşiretlere dayalı sosyal yapısı dolayısı ile emperyal ülkelerin her zaman hedefinde olmuştur. Özellikle Avrupa’ya Akdeniz üzerinden komşu olması onun sömürge alanı olmasını kolaylaştırmıştır. 7. yüzyılda Araplar tarafından işgal edilen Libya, 1552 yılında Osmanlı Türk İmparatorluğunun hakimiyeti altına girmiş ve 1912 yılına kadar Türk hakimiyeti altında kalmıştır. II. Dünya savaşına kadar İtalya’nın mandater yönetiminde kalan Libya, II. Dünya savaşından sonra Fransa ve Birleşik Krallığın kontrolüne bırakılmıştır. 1951 yılında bağımsızlığını kazanmış ancak gerek 1951-1969 Kral İdris dönemi gerekse 1969-2011 Muammer Kaddafi döneminde, emperyal ülkelerin her zaman uğraştığı ülke olmaya devam etmiştir. 2011 yılında yapılan NATO operasyonu da aslında emperyal ülkelerin birbirleri arasında anlaşamamalarının bir sonucu olarak gerçekleşmiştir. Bu nedenle NATO operasyonu sonrası Libya’da birleşik bir siyasal organizasyon oluşturulamamıştır. Libya’da ortaya çıkan bu çatışmalı yapı; Libya’da Rusya Federasyonu ve Türkiye gibi yeni aktörlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak bu iki ülkenin Libya’da birleşik bir siyasal organizasyonun ortaya çıkmasına yeterli olmayacağı, tam tersine Libya sorununun küresel bir ölçekte ele alınmasına neden olduğu bir gerçektir. Biz de bu çalışmamızda; öncelikle emperyalizmi girişte tanımladıktan sonra Libya sorununu çok boyutlu anlatıp, çözüm süreçleri ve günümüze kadar gelişen olayları Libya ile ilgili tüm tarafların yaklaşımları çerçevesinde ve kaynaklar ölçüsünde, akademik bir yaklaşımla ortaya koyduk.
Anahtar Kelimeler: Libya, Türkiye, Rusya, İtalya, Fransa, Hafter, Sarraj.
LIBYA PROBLEM IN THE SHADOW OF IMPERIALIZM
ABSTRACT
Libya, located on the Mediterranean coast of North Africa, due to its rich-quality oil reserves, strategic position and social structure based on tribes, has always been the target of imperial countries. Especially, being neighbor to Europe via the Mediterranean has made it easier for Libya to become a colonial area. Libya, occupied by the Arabs in the 7th century came under the domination of the Ottoman Turkish Empire in 1552 and remained under Turkish domination until 1912. Libya, which remained under the mandate of Italy until the Second World War was left to the control of France and than of the United Kingdom after the Second World War. Although Libya gained its independence in 1951, it continued to be the country that imperial countries have always dealt with both during the 1951-1969 King Idris period and in the 1969-2011 Muammar Gaddafi period. The NATO operation carried out in 2011 was a result of the imperial countries disagreements between each other. For this reason, a united political organization could not be established in Libya after the NATO operation. This conflictual structure formed in Libya; In the country, it has led to the emergence of new actors such as Russia and Turkey. However, it is a fact that these two countries will not be sufficient for the emergence of a united political organization in Libya and on the contrary, the Libya problem is addressed on a global scale. In this study; firstly, we defined imperialism in the introduction, and then explained the problem of Libya in a multidimensional way, and put forward the solution processes and the events that have developed up to now, within the framework of the approaches of all parties related to Libya and with an academic approach.
Keywords: Libya, Turkey, Russia, Italy, France, Haftar, Sarraj.
Araştırma Makalesi Makale Gönderim Tarihi: 19.04.2020; Yayına Kabul Tarihi: 15.05.2020 * Prof. Dr., Giresun Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, GİRESUN; ORCID 000-0002-4630-9500, E-posta: selcuk.duman58@gmail.com
Selçuk DUMAN
Özet
Türkiye-ABD ilişkileri 19.yüzyılın başlarından itibaren misyonerlik kurumları ve ticari nitelikte başlamış, birinci ve ikinci dünya savaşı sürecinde sınırlı görüşmeler ile devam etmiştir. İkinci dünya savaşı sonrası ise iki ülke arasında Truman Doktrini ve Marshall Planının imzalanması ile çok taraflı ilişkilere dönüşmüştür. Türkiye’nin NATO’ya girmesi ile birlikte iki ülkenin ilişkileri bağımlılık çerçevesine ulaşmıştır. Ancak 1964 Johnson Mektubu dolayısı ile gerginleşen ilişkiler, 1974 yılında Türkiye’nin Kıbrıs’a yönelik yaptığı Kıbrıs Barış Harekatı nedeniyle kesintiye uğramıştır. 1980 sonrası iki ülke arasında yapılan Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması ve 2000 sonrası imzalanan Stratejik Ortaklık Anlaşması ile yeniden bağımlılık boyutuna ulaşılmıştır. 15 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye’de siyasal iktidara yönelik yapılan Fetullahçı darbe girişimi sonrası ise iki ülke ilişkilerinde ciddi sarsıntılar meydana gelmiştir. Fakat ABD’nin 1991 Irak’a müdahalesi sonrası Türkiye’ye komşu olması ve 2011 yılından itibaren Suriye’de ortaya çıkan iç savaş sürecinde iki ülke tekrar çekincelerine rağmen tümüyle olmasa da bazı konularda ittifak yollarını aramak için görüşmeler gerçekleştirmişlerdir.
Bizde bu çalışmamızda; Suriye özelinde Türkiye-ABD ilişkilerini 2011 yılından günümüze tarihi süreci içerisinde aktaracağız.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, ABD, Suriye, İlişkiler, Terör.
TURKEY-USA RELATİONS İN THE FRAMEWORK OF SYRİA
Abstract
Turkey-US relations began as missionary institutions and commercial activities since the beginning of the 19th century, it were continued with limited negotiations during the First and Second World Wars period. With the signing of the Truman Doctrine and Marshall Plan between the two countries after the Second World War, the relations turned into multilateral relations. With Turkey's entry into NATO, the relations were taken within the framework of independence. However, Johnson's Letter in 1964 strained relations and finally because of Turkey’s Cyprus Peace Operation in 1974, Turkey-US relations were disrupted. With the Defense and Economic Cooperation Agreement signed after 1980 and the Strategic Partnership Agreement signed after 2000, it has reached the dimension of dependency again. After the Gulenist coup attempt carried out against the government in Turkey on July 15, 2016, serious breaks occurred in relations between the two countries. However the two countries held some negotiations to seek alliance ways again despite their reservations, because the USA has become a neighbor of Turkey after the American intervention in Iraq in 1991 and after the civil war that began in Syria in 2011.
In this study; we will describe in the historical process of Turkey-US relations over the Syria issue, since 2011.
Keywords: Turkey, USA, Syria, Relations, Terrorism
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
İdlib; Suriye’ye bağlı bir şehir olup, Türkiye’ye yaklaşık 100 km uzaklıkta bulunmaktadır.
Genelde Sunni Arapların yaşadığı bu şehrin normal nüfusu 2 milyon civarında iken günümüzde 4,5 milyon civarında bir nüfusun yaşadığı tahmin edilmektedir.
Yer altı kaynakları açısından oldukça fakir olan bölgede verimli tarım havzalarının bulunması nedeniyle daha çok tarımsal üretimin yapıldığı bir bölge olduğunu söyleyebiliriz.
İdlib’in Türkiye’ye Hatay ve kontrol ettiği Afrin üzerinden sınırı bulunması ve yoğun çatışmaların yaşandığı Halep ile komşu olması ayrıca Suriye’yi yöneten Nusayrilerin merkezi kabul edilen ve Rusya Federasyonu askeri üslerinin bulunduğu Lazkiye ile sınırdaş olması, günümüz tartışmalarını belirli bir oranda açıklamaktadır.
Ancak İdlib dekleminin açıklanması için yeterli değildir.
İdlib’de günümüzde ortaya çıkan süreç uzun bir stratejik planlamanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Maalesef Türkiye bu stratejik süreci doğru okuyamadığı gibi ortaya çıkan sonuçtan da en fazla zarar gören ülke konumuna gelmiştir.
Şöyle ki
Irak ve Suriye üzerinden yapılan planlamada; ABD ve müttefikleri ile Rusya Federasyonu kapalı diplomasi temelinde anlaşmış gözükmektedir.
Yapılan anlaşmada;
Irak, ABD ve müttefiklerine bırakılırken
Suriye, Rusya Federasyonu’na bırakılmıştır.
Ancak Türkiye’yi en çok ilgilendiren konu ise Irak ve Suriye arasında Fıratın doğusu ve Irak’ın kuzeyini oluşturan coğrafyanın bir ara bölge olarak planlanmasıdır.
Bu bölgeye yönelik Türkiye’nin gerek Cerablus harekatının sürdürülmesi aşamasında, gerekse Barış Pınarı Harekatı sırasında girişimleri etkisiz kılınmış ve ABD ve müttefikleri ile Rusya Federasyonu tarafından birlikte koruma altına alınmıştır.
Irak’ta günümüzde yaşanan anarşist durum nedeniyle de Irak’ın kuzeyi ve Fıratın doğusundaki tahkim sorunsuz sürdürülmektedir.
Özellikle İran etki alanındaki Haşdi Şabi ve Süleymani operasyonu ile de ara bölgeyi tehdit edecek tüm unsurlar bertaraf edilmiştir.
Bugün PYD/PKK/YPG/PEŞMERGE terör gurupları küresel şemsiye altında sessiz sedasız tahkimata devam etmektedir.
Amaç mümkün olan en uygun zamanda harekete geçerek; Türkiye, Irak, İran ve Suriye’yi tehdit edecek bir siyasal organizasyonu kurmaktır.
Yani emperyalist devletlerin; Türkleri, Arapları ve Farsları sürekli sorunlu hale getirecek terör devleti kurulacaktır.
Tabi tüm bu strateji planın uygulanmasına yıllar önce IŞİD süreci ile başlanmış ve IŞİD sayesinde belirttiğim bölge demografik olarak boşaltılmıştır.
Ancak bu süreçte ABD ve müttefikleri ile Rusya Federasyonu kendi birliklerini kullanmadıkları için sahada Türkiye ve İran’ın etkili hale geldiği görülmüştür.
Türkiye ve İran gibi küresel ve bölgesel dengeleri bozacak siyasal İslam ekseninde hareket eden iki devletin etkili hale gelmesi; başta İsrail’in güvenliğini sağlamak nedeniyle olmak üzere küresel güçlerin hiç arzu etmediği bir durumdur.
Bunun üzerine her zaman olduğu gibi siyasal İslamcı guruplar harekete geçirilmiştir.
Suriye’nin değişik bölgelerinden hatta zaman zaman küresel güçlerin araçları ve korumaları altında İdlib tarafına sürülmüştür.
Böylece İdlib 2015 sonrası radikal İslamcı muhaliflerin merkezi durumuna gelmiş ve nufusu günümüzde kesin olmamakla beraber 4,5 milyona çıkmıştır.
Astana ve Soçi süreçleri aşamasında buradaki radikal unsurların silahsızlandırılması konusunun Türkiye tarafından üslenilmesi konusu ise işlerini daha da kolaylaştırmıştır.
Çünkü siyasal İslamcı gurupların küresel güçlerin istihbarat örgütleri tarafından yönetildiği herkesin malumu olduğu gibi Türk Müslümanlığının bu guruplar için tehdit olarak görüldüğü de bilinen bir gerçektir.
Ayrıca İran’ın Türkiye’nin zayıflatılması ve uluslararası alanda sorunlu hale gelmesi için 15 ayrı şii milis gücü ile provoke etmeye devam edeceği de aşikardı.
Tüm bu süreç tıkır tıkır işledi.
Türkiye Astana ve Soçi süreci gereği birde 12 ayrı gözlem noktasını hava sahasını kontrol edemediği ve hava savunma sisteminin bulunmadığı bir ortamda oluşturdu.
Sonuçta Radikal unsurların Türkiye tarafından silahsızlandırılması sorumluluğu yerine getirilmediği bahanesi ile Rusya’nın hava gücü ve hava savunma sistemi ile İran’ın sahadaki 15 ayrı şii milis gücü marifeti ile operasyon başladı.
Elbette Türk kuvvetleri de zaman zaman hedef haline geldi.
Böyle olunca Türkiye, oldukça fazla sayıda askeri birliğini oldukça dar bir alana taşımaya başladı.
Bu durumu daha riskli hale getiren ise hava sahasının kontrol edilememesi ve hava savunma sisteminin bulunmamasıdır.
Türkiye’nin burada bulunmasının uluslararası dayanağı 51. Maddedir ve bu maddede Türkiye’nin sınırları boyunca ulusal güvenliğini tehdit edebilecek bir alanı kaplayabilir.
Diğer yandan NATO’nun harekete geçmeside ancak Türkiye’nin ulusal sınırları çerçevesinde geçerli olacağı için bu şekilde de bir açıklama yapılmıştır.
Yani BM ve NATO çerçevesindeki toplantılarda Türkiye’nin ulusal güvenlik kaygıları dikkate alınırken Türkiye’nin İdlib derinliğindeki faaliyetlerinde taraf olunmamıştır.
Bu uluslararası hukuk açısından ciddi bir sorundur.
Türkiye’nin bu gelişmeleri doğru okuyup; resmi anlamda zaten yüksek sesle ifade edilen Türkiye-Suriye sınırı boyunca 30 km derinlikte bir alana odaklanmalıdır.
İdlib derinliğindeki kuvvetlerini ve gözlem noktalarını bu 30 km derinlikte bir paralel hat üzerinde oluşturmalıdır.
Bu yaklaşım Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun hareket etmesi anlamına geleceği gibi hava kuvvetleri olmadan kolayca sınır hattını koruyabilecek konuma gelecektir.
Türkiye-Suriye sınırı boyunca 30 km derinliğe sadece Türk güvenlik kuvvetleri ile tahkim edilmeside ayrıca önemlidir.
Çünkü böylece ÖSO yada Suriye Milli Ordusu ve diğer güçlerden uzak durursa Pancı suçlamalardan da kurtulacaktır.
Yine bu 30 km derinlikteki alana öncelikle Türkmenlerin tamamen yerleşmesi önemlidir. Ayrıca dost unsurlarda yerleşebilir.
Böyle bir durumda; Türkiye, küresel oyunu bozacağı gibi hedef olmaktan da çıkacaktır.
Bulanık suda balık tutmak isteyen İran hedef olacaktır.
Bakalım Türkiye stratejik akılla mı hareket edecek göreceğiz.
Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının birleşiminde yer alan Doğu Akdeniz; Tunus-Sicilya hattının doğusu olarak kabul edilir ve Cebeli Tarık Boğazı yolu ile Atlantik Okyanusuna ve diğer kıtalara ulaşma imkanı verirken, Süveyş Kanalı yolu ile Kızıl Deniz’den Hint Okyanusu’na nüfuz etme imkanını beraberinde getirmektedir. Ayrıca Türk Boğazları üzerinden Karadeniz’e ulaşma imkanı da veren Doğu Akdeniz; küresel güç olmak isteyen devletlerin vazgeçilmez hedefleri arasındadır. Bu nedenle tarihin her döneminde dünyada etkili olan küresel güçler bu bölgeyi kontrol etmek için birbirleri ile bitmeyen bir mücadele içerisinde olmuşlardır.
Günümüzde ise Doğu Akdeniz; enerji rezervleri üzerinden tartışılmaya başlanmıştır. Bugün belirlenen rezerv miktarı, 10-15 trilyon metreküp doğalgaz, 2-3 milyar varil petrol olarak ön görülmektedir. Diğer bir ön görüde, dünya petrol ve doğalgaz rezervlerinin yaklaşık %40’ı Doğu Akdeniz’de bulunmaktadır.
Bu nedenle başta Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olmak üzere Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İtalya, İsrail, Mısır ve Ürdün doğrudan Çin ve Rusya ise dolaylı olarak bölge ile ilgili emperyal girişimler içerisinde bulunmaktadırlar.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de en uzun kıyısı olan ülkelerden birisi ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti’nin garantörü olarak kendi kıta sahanlığı içerisinde bulunan alanlara yönelik yapılan emperyal girişimler konusunda tepkisiz kalması beklenemez. Her şeyden önce bir ulusal güvenlik sorunu olan bu konu ile ilgili gerekli girişimleri yapması gerekmektedir.
Bizde bu çalışmamızda; Doğu Akdeniz’e yönelik yapılan emperyal girişimleri, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası düzeyde vermiş olduğu tepkileri, risk ve fırsatları değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler; Doğu Akdeniz, Türkiye, Kıta Sahanlığı, Kıbrıs, Riskler
IMPERİAL ATTEMP IN THE EASTERN MEDİTERRANEAN AND TURKEY
Abstruct
Eastern Mediterranean is at the junction of Asian, European and African continent; Eastern Mediterranean is considered to be the east of Tunusian,-Sicily line, and The Strait of Gibraltor provides access to the Atlantic Ocean and other continents and also it is possible to penetrate the Indian Ocean from the Red Sea via the Suez Canal. The Eastern Mediterranean, which also provides access to Black Sea through the Turkish Straits it is one of the indispensable aim of the states that want to be global power. For this reason global powers which are influential in the world in every period of history, have been in a struggle with each other in orderto control this region.
Today the Eastern Mediterranean began to be dispute about energy reserve. The reserve amount determined today is estimated as 10-15 trillion cubic meters of natural gas and 2-3 billion parrel of oil. Another perspective, approximately 40% of the words oil and natural gas reserves are located in the Eastern Mediterranean.
Fort his reason Greece-Southern Cyprus Administration, United States of America, France, Italy, Egypt, Isreal and Jordan directly China and Russia are indirectly involved in imperial initiatives related to the region.
One of the longest countries in the Eastern Mediterranean Cost of Turkey and Turkish Republic of Nothern Cyprus as a guarantor made for areas within it’s continental shelf can not be expect to remain unresponsive in imperial ventures. First at all, İt’is necessary to make necessary initiatives related to this ıssue which is a national security problem.
In this study imperial initiatives and aim in the Eastern Mediterranean and Turkey’s response has given the national and international levels. We will evaluate the risk and opportunities.
Keywords: Eastern Mediterranean, Turkey, Continental Shelf, Cyprus, Risks
ÖNSÖZ
GİRİŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
AFGANİSTAN’DA TÜRKLERİN TARİHİ DERİNLİĞİ
VE
AFGANİSTAN’DA DEVLETLEŞME SÜRECİ
1- Türk Adı
2- Genel Olarak Türkler ve Yaşadıkları Alanlar
3- Afganistan’da Türklerin Tarihi Kökeni
4- Afganistan Devleti’nin Kuruluşu ve Siyasal Anlamda Günümüze Kadar Yapılanma Süreci
İKİNCİ BÖLÜM
GÜNEY TÜRKİSTAN GERÇEĞİ
VE
AFGANİSTAN TÜRKLERİ
1- Güney Türkistan Gerçeği
2- Afganistan’da Yaşayan Türkler ve Yaşadıkları Yerler
2-1- Özbekler
2-2- Hazaralar
2-3-Türkmenler
2-4-Aynaklar
2-5-Afşarlar
2-6-Kazaklar
2-7-Kırgızlar
2-8-Karakalpaklar
2-9-Halaçlar
3-Afganistan’da Yaşayan Türklerin Nüfusları
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
AFGANİSTAN’DA TÜRKLERİN
SİYASAL ANLAMDA HAK VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ
1- Afganistan’da Türkler de Ortaya Çıkan İlk Siyasal Hareketler
2- Erkin Türkistan Hareketi
3- Kuzey Afganistan Vilayetleri İslam İttihadı Partisi
4- Cünbiş-i Milli Partisi
5- Milli Vahdet Partisi
6- Diğer Siyasal Hareketler
7- Afganistan’da Türklerde Yaşanan Sosyo-Kültürel Gelişmeler ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Katkıları
SONUÇ
BİBLİYOGRAFYA
ÖNSÖZ
Genel olarak Afganistan’ın jeostratejik ve jeopolitik durumu, Afganistan ile ilgili olan devletlerin yaklaşımı, kuruluş gerekçeleri ve siyasi tarihine değindiğimiz bu çalışmada; Türk adı, Türk adı ile anılan ve günümüzde varlığını devam ettiren toplumlar, Afganistan’da Türklerin tarihi gerçekliğini ortaya koyan kurmuş oldukları devletler ve hakimiyet alanları, Kuzey Afganistan ya da Güney Türkistan gerçeği, Afganistan’da Türk olarak kendilerini ifade eden toplumlar ve Afganistan Türklerinin siyasal anlamda hak ve özgürlüklerini elde etmek için vermiş oldukları mücadeleleri kaynaklar ölçüsünde yazılmıştır.
Elbette biz çalışmamızda Afganistan geneli ile çok uğraşmadık, siyasi tarihini aktarırken bile Türklerin durumunu aralarda vererek yaklaştık. Çünkü Afganistan geneli ile ilgili birçok dilde yapılan çalışmalar zaten bulunmaktadır. Oysaki 170 yıldır Afganistan’da siyasal anlamda yok sayılan ve Türk adının resmi anlamda red edildiği bir bölge ile ilgili çalışma nerede ise yok denecek kadar az. Biz de bu eksikliği giderebilmek adına ve Afganistan’da yaşayan Türklerde milli tarih bilinci ve milli bir eksen yaratmak amacıyla bu çalışmayı yaptık. Bizim çalışmamız umarım ileride Afganistan’da yaşayan Türklerle ilgili daha detaylı çalışmaların yapılmasına vesile olur.
Bu çalışmamızın yayınlanmasında başta Berikan Yayınevi Sahibi Cuma AĞCA Bey olmak üzere tüm emeği geçenlere teşekkür ederim.
Ankara 2019
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
Bu makalede inceleyeceğimiz uluslararası kontrol araçlarının tamamı, emperyal bir amaçla geliştirilmiş olduğu için öncelikle emperyalizmi kısaca izah etmek gerekir. Aslı Latince İmperium olan ve İmparatorluktan gelen Emperyalizm, Fransızca bir kavram olup,(Keskin, 1995;300) bir devletin başka bir devlet ya da devletler topluluğu üstündeki iktisadi, askeri, kültürel ve benzeri egemenliği anlamında ifade edilmektedir.(Larousse, 2000;3682) Diğer bir ifadeyle bir devletin başka bir devlet üzerinde maddi ve manevi olarak kontrol kurması, üstünlük sağlaması anlamındadır.(Armaoğlu, 1989;79) Emperyalizm de, başka halkların rızası olmadan denetim kurmak bulunduğu için itici bir kavram olarak görülmektedir.(Britanica, 2000;166) Edward Said emperyalizmi: “Uzak topraklara tahakküm eden egemen metropolün uygulama, kuram ve tavırları olarak tanımlamaktadır.”(Kaya, 2006;1) Emperyalizm, küçük ve büyük devlet ayrımı yapmamakta, bir yönetimin veya halkın bağımsızlığını yok ettiğinde, o ülkeyi hangi araçlarla, hangi alanlarda, ne kadar sömüreceğinin hesabını yapmaktadır.(Tural, 2009;1) Emperyalizmin tarihi geçmişi, insanlık tarihinin eski çağlarına kadar uzanmaktadır.(Keskin, 1995;301) Bu çerçevede farklı isimler altında bir takım uygulamalara gitmiştir. Bunlar; Sömürgecilik, Himaye, Mandaterlik, Demokratikleştirme, Küreselleşme ve Hegemonya başlıkları ile karşımıza çıkmaktadır.
Elbette bizim çalışmamızda bu kavramları verirken Türk Dünyasına yansıması ile birlikte değerlendireceğimiz için Türk Dünyası olarak kast ettiğimiz coğrafyayı da belirtelim.
Türklerin ilk yurdunun Altay-Ural Dağları arasında olduğu ortaya konulmuştur. Merkezin Balkaş, Aral ve Isık göl bölgesinde olduğu bilinmektedir.(Turan, 1998;19) Hatta Hazar Denizi’nin Kuzey(Saray, 1996;5) ve Kuzey Doğu Bozkırlarının da Türklerin ilk yerleşim yeri olduğu tespit edilmiştir.(Kafesoğlu, 1992;47) Altay-Sayan dağlarının güney batı bölgesi olarak da ifade edilen ilk yerleşim yerinin, Minusinsk-Tuva-Abakan Bozkırları olduğu yaklaşık olarak belirtilmektedir.(Salman, 2004;2) Yani Ural dağlarından başlayarak Türkistan ve Kafkasya’yı içine alan bölge olarak karşımıza çıkmaktadır.(Ligetti, 1986;15) Ancak Türkler ilk yerleşim yerleri ile sınırlı bir yaşam sürmedikleri gibi çok geniş coğrafyalarda onlarca siyasal organizasyon meydana getirmişler ve bulundukları bölgeyi vatanlaştırmışlardır. Bu nedenle Türk Dünyası gerçeğini ortaya koyarken, günümüze kadar devam eden nüfus yoğunluğu ve siyasal anlamda hakimiyet kurabildikleri coğrafyayı esas almak doğru olacaktır.
Bu çerçevede konuya yaklaştığımız zaman Türk Dünyasının sınırlarını genel bir ifade ile Asya’nın batısında Avrupa’nın doğusunda olmak üzere kara ve deniz sınırları ile ayırt edilmiş ve dünyaca tanınmış alan olarak belirtebiliriz.(Afetinan, 2000;29) Bu sınırlar içerisinde kalan Türk varlığı çeşitli bölgelerde kümelenerek tarihin akışı içerisinde bulunmuş oldukları alanda siyasal organizasyonlara giderek hakim unsur olmayı başarmışlar ve günümüze kadar da bazı bölgelerde siyasal hakimiyetlerini kaybetseler de etkinliklerini sürdürmeyi başarabilmişlerdir. Bugün yaklaşık olarak 30 dan fazla bağımsız yarı bağımsız ve bağımlı yapılar olarak devam eden Türk varlığının yaşadığı bölgeler ve isimleri şu şekildedir: Sibirya Türkleri; Yakutlar, Tuvalar, Batı Sibirya Tatarları, Hakaslar, Altaylar, Şorlar, Dolganlar. İdil-Ural Türkleri; Tatarlar, Başkurtlar, Çuvaşlar. Türkistan Türkleri; Türkmenler, Kazaklar, Kırgızlar, Özbekler, Uygurlar, Karakalpaklar. Kafkasya Türkleri; Azerbaycan Türkleri, Kumuklar, Nogaylar, Balkarlar, Kundurlar, Kafkasya Türkmeni. Orta Doğu Türkleri; İran Türkleri(Güney Azerbaycan Türkleri, Karapapaklar, Türkmenler, Kaşkaylar, Afşarlar), Irak Türkleri(Türkmenler), Suriye Türkleri(Türkmenler), Afganistan Türkleri(Özbekler, Hazaralar, Türkmenler, Aymaklar, Afşarlar, Kazaklar, Kırgızlar, Halaçlar), Anadolu Türkleri, Avrupa Türkleri, Doğu Akdeniz Türkleri, Gagauz Türkleri, Sekel Türkleri.
Sibirya’dan Avrupa içlerine kadar uzanan Türk Dünyasında, çok erken tarihlerde kurulmuş olan siyasal organizasyonlar ile dünya hakimiyetine ulaşan güçlü devletler ortaya çıkmış ve bu geniş coğrafya da günümüze kadar etkinliğini sürdürebilmiştir. Ancak Türk kültür çerçevesinden uzaklaştığı anda bulunmuş olduğu coğrafya da önce hakimiyetini sonrada etkinliğini yitiren Türk Devletleri de olmuştur. Bu devletler, kendi rızaları ile din değiştirerek önce dillerini sonrada alışkanlıklarını terk ederek, ilgili ülkenin hegemonyası altına girmişlerdir. Hatta bazı Türk boyları tamamen asimile olarak tarih sahnesinden silinmiştir. Türklerdeki hakimiyeti kaybetme ve asimile olma süreci, çoğunlukla Türk yöneticilerin kendi rızaları ile Türk kültür ekseninden uzaklaşması şeklinde gerçekleşmiştir. Hegemonyanın doğasına uygun olarak gerçekleşen bu sürecin ardından Hegemon devletler, Türkler üzerinde hegemonyalarını sürdürmek için Türkleri küçük guruplara ayırarak, onların arasında mezhep, aşiret, kabile, boy gibi farklılıkları öne çıkararak, mikro milliyetçiliği geliştirmişlerdir. Böylece önce dinlerini sonra dillerini kaybeden Türkler, zaman içerisinde milli tarih bilincini de yitirerek farklı birer topluluk olarak anılmaya başlanmıştır. Bu süreç, miladın başlarında Budizmin kabul edilmesi ile başlamış ve günümüze kadar farklı din ve kültürlerin etkisi ile devam etmiştir. Türkler bugün otuz civarında bağımsız, özerk ve yarı özerk yapıya sahip topluluklar olarak hayatlarını sürdürürken, aralarında alfabe birliği dahi olmadığı için birbirlerini anlamakta bile güçlük çekmektedirler.
Biz de bu nedenlerden dolayı çalışmamızda; 1881 yılında Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde Selanik’te doğan Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk Milleti’ne dayalı kurmuş olduğu ve o dönemde tek bağımsız Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş sürecinde; yapmış olduğu milli tarih yazımı ve bir milli tarih şuur oluşturma çabasını örnek oluşturması için aktarmak istiyoruz. Atatürk şunu iyi biliyordu ki üniter bir ulus devletin yaşayabilmesi için öncelikle milli şuura sahip seküler bir toplumun inşa edilmesi ve milli kimliğinin farkında olan milli şahsiyetlerin yetiştirilmesi gerekli idi.
Anahtar Kelimeler: Atatürk, Milli Tarih, Milli Kimlik, Türkler
ABSTRACT
In Turkish World extended into Europe from Siberia, political organizations founded in ancient time and powerful states that had world domination came to exist and some of these have survived until today. However there are also some Turkish states that lost first their composure and later their efficiency over their territories due to steering away from the Turkish culture. Eventually, these states left first their language, later their tradition under the influence of tergiversation and finally got into the related states. As a matter of fact some of Turkish tribes went out of existence being assimilated. The process of the assimilation and the loss of domination came true majorly as of Turkish administrators’ own accord in the axis of steering away Turkish culture. After that process which is in conformity with the nature of the concept of the hegemony, the hegemonic states have popularized the micro nationalism dividing Turks into smaller groups and putting forward the denominational and tribal differences between them on the purpose of maintain their hegemony on the Turkish people. By this way, Turks who have lost first their religion and later the language have began to be considered as one each of different groups losing their historical consciousness in the course of time. These process has began with the adoption of Buddhism and continued until today with the influence of the different religions and the cultures. Today Turkish people live in about thirty independent, autonomous and semi-autonomous communities and these communities have difficulty even to understand each other because of the alphabetic differences.
For these reasons in this study; In 1881, during the disintegration of the Ottoman Turkish Empire, Mustafa Kemal Ataturk was born in Thessaloniki which was established based on the Turkish nation and at that time the only independent Turkish state in the process of establishment of the Republic of Turkey; we want to transfer the national history writing and the effort to create a national history consciousness as an example. Atatürk knew that for a unitary nation-state to live, it was necessary to construct a secular society with national consciousness and to train national figures who were aware of their national identity.
Keywords: Atatürk, National History, National Identity, Turks
Kuram; belirli bir mantıksal örgü çerçevesinde, bir topluma ilişkin sistemli bir şekilde geliştirilen, kuralları olan, planlanmış ve bilimsel bilgiye de temel teşkil eden görüş ve düşünceler bütünüdür.
Bu çerçevede Türkiye’de kuramsal düşüncenin ortaya çıkışı, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun 19. yüzyılın başlarından itibaren dünyadaki gelişmelere paralel olarak ciddi anlamda yıpranması ve ayrılıkçı hareketlerle karşı karşıya kalması üzerine görülmüştür. 19. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren batıda eğitim görmüş ve görev yapmış kişilerin batıdaki ulusçuluk kuramını Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda da uygulayarak, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun bir ve bütün kalması için gerekli planlama içerisine girmişlerdir. Osmanlıcılık olarak tanımlanan kuramda amaç; Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan unsurların; dini ve etnik farklılıklarını görmemezlikten gelerek, Osmanlı kimliği ile Osmanlı bayrağı altında bir ve bütün yaşatılması düşünülmüştür. Elbette bu kuram, dönemi itibari ile son derece yerinde bir düşünce olmasına rağmen batıdaki gibi bir Reform, Rönesans, Aydınlanma Süreci ve Modernleşme Sürecini yaşamayan Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda karşılık bulmamıştır. Hatta batı ile olan ilişkilerin emperyalizmin Osmanlı coğrafyasını kontrol etme riskinin olduğunu düşünen antiemperyalist görüşler 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmıştır.
19. yüzyılın son çeyreğinde ise Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun önemli oranda Hıristiyan unsurların yaşadığı topraklarının kontrolünü kaybetmesi, ekonomik olarak iflas etmesi, askeri anlamda ağır yenilgi alması ve siyasi anlamda İngiltere’deki iktidar değişikliğinin de etkisi ile korumasız kalması üzerine, II. Abdülhamit tarafından Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun geri kalan ve çoğunluğu Müslüman olan unsurlarını bir arada tutmak ve emperyal ülkelerin iç işlerine karışmasını önlemek için bir denge unsuru yaratmak amacıyla İslamcılık kuramı planlanmıştır. İslamcılık kuramında amaç; Osmanlı Türk İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan Müslüman unsuru ayrılıkçı hareketlerden uzaklaştırarak, ümmet kavramı ile Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde ve halifenin yönetiminde tutmaktır. Diğer yandan emperyalist ülkelerin Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun iç işlerine karışmalarını engellemek için onların sömürgesi olan Müslüman toplumlarla ilişkiler kurarak, emperyalist ülkelere karşı bir denge unsuru yaratmak hedeflenmiştir. Bu kuramda zamanı içerisinde Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun kurtarmak adına son derece iyi planlanmış bir teoridir. Ancak Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun siyasi, askeri ve ekonomik alt yapısı olmadan geliştirilen İslamcılık kuramı ile de kurtarılamayacağı çok geçmeden anlaşılmıştır.
Bu kuramında tutmadığını gören Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun kurucu unsuru olan Türkler; ciddi anlamda fikri tartışmalar yaşamışlar ve büyük oranda birleştikleri kuramsal çerçeve ise Ahmet Rıza’nın 1895’ten itibaren yurt dışında çıkarmaya başladığı Meşveret Dergisinde vücut bulmuştur. Özellikle 1902 yılında Paris’te yapılan Jöntürk Kongresi’ndeki tartışmalar iki farklı kuramsal yaklaşımı ortaya çıkarmıştır ki günümüze kadarda bu kuramsal yaklaşımların Türkiye’de etkili olduğunu söylemek mümkündür.
Bunlardan birincisi Prens Sabahattin tarafından geliştirilen yaklaşımdır. Prens Sabahattin; Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, liberal yaklaşımın temel alınması ve Avrupa’daki büyük devletler ile yakın işbirliğinin sürdürülmesi temelinde kuramsal bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bu yaklaşım, Ahrar’dan, Hürriyet ve İtilafa, Demokrat Parti’den, Anavatan Partisi’ne, 15 Temmuz öncesi Ak Partiye, 1960-1980 arası CHP’ye ve günümüz CHP’sine kadar birçok partinin belirli oranda desteklediği çerçeve olmuştur.
İkinci görüş ise Ahmet Rıza tarafından ortaya konan kuramsal yaklaşımdır. Bu çerçevede Osmanlı Türk İmparatorluğu’ndaki Türk unsur önemli oranda mutabık kalmıştır. Bunlar; Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda Türklerin yönetimde tekrar etkili olması, merkezi devlet yapısının güçlendirilmesi ve pozitivist düşüncenin etkin olarak kullanılmasıdır. Bu kuramsal çerçeve, İttihat ve Terakki Partisi’nden Cumhuriyet Halk Fırkası’na, Yusuf Hikmet Bayur’un Millet Partisi’nden Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne ve MHP’ye kadar Türk Milleti merkezli, modern milliyetçiliği esas alan, antiemperyalist düşüncelere ilham kaynağı olmuştur.
19. yüzyılın başlarından itibaren küresel anlamda yeni aktörlerin ortaya çıkması ile Türk Dünyasına yönelik işgal ve etkisiz hale getirme çalışmaları hız kazanmıştır. Bu çerçevede, Türklerin ilk yerleşim yerlerinden olan ve Kafkasya, Anadolu ve Orta Doğu üçgeninde yer alan Azerbaycan, Çarlık Rusya’sı ve Kaçar Türk İran Devleti arasında yapılan savaş sonunda; 1813 Gülistan ve 1828 Türkmençay Antlaşmaları ile Aras Nehri sınır olmak üzere ikiye bölünmüştür. Azerbaycan topraklarının üçte birini çarlık Rusya’sı işgal ederken, üçte ikisi Kaçar Türk İran Devleti’nin kontrolü altında kalmıştır. 20.yüzyılın ilk çeyreğinde yapılan savaşların kaybedilmesi ile de Türkler tamamen küresel güç olmaktan çıkarılarak, Türk Dünyası coğrafyasında Rusya, İngiltere gibi devletlerin etkin hale geldiğini görmekteyiz.
Bunun sonucu olarak İran’da bulunan Kaçar Türk Hanedanlığına son verilmiş ve İngiltere’nin kontrolünde Fars Pehlevi Hanedanlığı iktidara getirilmiştir. Pehlevi iktidarları ve Humeyni rejimi, İran nüfusunun %40’ını oluşturan Güney Azerbaycan Türklerini ve Güney Azerbaycan’ı etkisiz hale getirmek için her türlü girişimde bulunmuşlar ve yetersiz kaldıkları dönemlerde, küresel güçlerle Güney Azerbaycan Türkleri aleyhine işbirliği yapabilmişlerdir.
Günümüzde İran’ın yeniden yapılandırılması tartışılırken, Güney Azerbaycan’ın kilit bir noktada olması dolayısı ile bizde yukarıda kısaca izah ettiğimiz çerçevede; girişte Güney Azerbaycan gerçeğini genel olarak anlattıktan sonra ilk başlıkta Güney Azerbaycan’ın stratejik konumu ve öneminden bahsedeceğiz, ikinci başlıkta ise Güney Azerbaycan ile ilgili jeopolitik anlamda küresel uğraşıları ve çekişmeleri, günümüzde yaşanan tartışmaları yazacağız.
Anahtar Kelimeler: Güney Azerbaycan, İran, Rusya, İngiltere, Küresel Rekabet
THE GEOSTRATEGICAL EVALUATION OF SOUTH AZERBAIJAN LOCATED IN THE CENTER OF GEOPOLITICAL DEBATES
Abstruct
Beginning from the 19th Century, with the recently emergent actors, the occupation and neutralization efforts towards Turkic World accelerated. In this framework, Azerbaijan located in the triangle of Caucasia, Anatolia and Middle east which is one of the first settlements of Turks splinted into two with the Aras River being the border after Czarist Russia and Kachar Turk-Iran State with the treaties 1813 Gulistan and 1828 Turkmencay. We see that after the loss of wars took place in the first quarter of 20th Century, Turks are eliminated a form being a global gamer and states like Russia and England are being efficient in the Turkic geography.
As a result of this Kachar Turkish Dynasty in Iran had been terminated and The Pahlawi Persian Dynasty had been put in power under the control of Britain. The Pahlawi authorities and the Homeyni regime had attempted all sorts of things in order to nullify the South Azerbaijani Turks and South Azerbaijan and during this period when they remained incapable they cooperated with the global powers against South Azerbaijani Turks.
Nowadays while reconfiguration of Iran is being argued/debated, since South Azerbaijan is a key location, in the framework explained above, after we generally expressed the reality of South Azerbaijan, we will mention the geostrategic location and importance of South Azerbaijan in the first chapter, in the second chapter we will explain the recent geopolitical and global arguments and efforts about South Azerbaijan.
Key Words: South Azerbaijan, Iran, Russia, England, Global Competition
GÜNEY AZERBAYCAN TÜRKLERİNİN FEDERAL YÖNETİM İSTEKLERİ
While Discussing The Restructuring Of Iran
South Azerbaijan Turks Federal Goverment Demands
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
ÖZET
1924 yılına kadar Türkler tarafından idare edilen İran’da bugün yaklaşık olarak 40 milyon Türk yaşamakta olup, bu nüfusun 35 milyonu Güney Azerbaycan Türklerinden oluşmaktadır. 230 bin kilometrekare bir alana sahip olan Güney Azerbaycan; Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Erdebil, Hemedan, Zencan ve Kazvin olarak İran yönetimleri tarafından 6 bölgeye ayrılmış durumdadır. Güney Azerbaycan Türkleri kendi vatanlarında bu şekilde coğrafi anlamda parçalandıkları gibi bu coğrafyanın dışında; başta Tahran olmak üzere bazı bölgelerde de yaşamak durumunda bırakılmaktadırlar. Ayrıca İran nüfusunun yaklaşık olarak %40’nı oluşturan Güney Azerbaycan Türkleri, İran parlamentosu ve yönetiminde aynı oranda temsil edilmemekte ve İran yönetimi tarafından onaylanmayan isimleri milletvekili seçmeleri dahi imkânsız hale getirilmiştir. İran, 1924 yılından itibaren uygulamaları ile Güney Azerbaycan Türklerini siyasal hayatta etkisiz hale getirmesinin yanında başta Türk kimliği olmak üzere dili ve kültürünü de bu coğrafyadan silmek için çok ciddi gayretler içerisinde olmuştur. Bu nedenle Güney Azerbaycan Türkleri, İran’ın bugün yeniden yapılandırılması tartışılırken, kendi kimlik ve kültürleri ile insanca yaşamak için iki toplum ve iki devlete dayanan güçlendirilmiş bir federatif sistem içerisinde yaşamak istemektedirler.
Bizde bu çalışmamızda, geçmişten günümüze Güney Azerbaycan Türklerinin federatif yönetim isteklerini ve ayrıntılarını kaynaklar ölçüsünde değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler; Güney Azerbaycan, Türkler, İran, Federatif Yönetim
ABSTRUCT
In Iran, which is governed by Turks until 1924, there are about 40 million Turks living today of which 35 million are from the South Azerbaijan Turks. South Azerbaijan has an area of 230000 square kilometers; East Azerbaijan, West Azerbaijan, Erdebil, Zencan and Kazvin are separated. Into five regions by the Administration of Iran. The South Azerbaijan Turks are seperated ınto small regions in same of them have had to settle in other regions, particulary in Tehran. In addiation, South Azerbaijan Turks, which make up about 40% of the Iranian population, are not represented ın the same parlement and administration and it is impossible to select homes that are not approved by the Iranian Goverment. The Iranian Goverments have been making serious efforts to assimilate the language and culture from this geography especially Turkish identity as well as making the South Azerbaijan Turks in effective in political life since 1924. Fort he reason, The South Azerbaijan Turks want to live in a strengthened federative system based on two states to live humanely with their own identities and cultures while Iran being debated for it’s restructuring today.
In this work, we will evolvate the demands and details of Federal Goverment of the South Azerbaijan Turks from the past to present.
Keywords; South Azerbaijan, Turks, Iran, Federal Goverment.
25 Kasım 1917 tarihinde Lefkoşa’da doğan Alparslan Türkeş, İlk ve orta öğrenimini aynı şehirde tamamlamış, Türkiye’ye ailesi ile birlikte göç ettikten sonra Kuleli Askeri Lisesi, Harp Okulu ve Harp Akademileri’ndeki eğitimlerinin ardından 1942 yılında kurmay subay olarak mezun olmuştur.
Alparslan Türkeş’in siyasetle ilk tanışıklığı 3 Mayıs 1944 olayları nedeniyle tutuklanması ile gerçekleşmiştir. Bu konulara ilgili olan ve yazılar yazan Türkeş, “Türkçülük ve Turancılık” davalarında yargılanmış ve beraat etmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerindeki görevine döndükten sonra Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya’da eğitim görmüş, 27 Mayıs 1960 ihtilali’nde aktif görev almıştır. Ancak ihtilal sonrası uygulamalar ile ilgili anlaşmazlıklardan dolayı Milli Birlik Komitesi tarafından 19 Kasım 1960 tarihinde Hindistan’ın Başkenti Yeni Delhi’ye hükümet müşaviri olarak atanmıştır.
23 Şubat 1963 tarihinde Türkiye’ye dönen Türkeş, Huzur ve Yükseliş Derneği’ni kurarak örgütlü bir mücadeleyi başlatmıştır. 31 Mart 1964 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne (CKMP) üye olan Türkeş, 1 Ağustos 1965 tarihinde partinin genel başkanlığına seçilmiştir. CKMP 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da yaptığı kongre ile adını Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirmiş ve 1980 yılına kadar da bu adla devam etmiştir. Alparslan Türkeş, 31 Mart 1975-13 Haziran 1977 ve 1 Ağustos 1977- 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Milli Cephe Hükümetleri diye adlandırılan ve Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. 12 Eylül 1980 ihtilali sonrası tutuklanan ve partisi kapatılan Türkeş, 4,5 yıl hapis yatmış ve siyasetten yasaklanmış; Eylül 1987 referandumunda siyasi yasakların kalkması ile 4 Ekim 1987 tarihinde MHP yerine kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi’nin genel başkanı olarak aktif siyasete geri dönmüştür. 27 Aralık 1992 tarihinde MÇP yeniden MHP adını almış ve Alparslan Türkeş 4 Nisan 1997 tarihinde vefatına kadar MHP’nin genel başkanlığını yürütmüştür. Kısaca özetlediğimiz bu süreçte özellikle CKMP ve MHP’nin genel başkanlığını yaptığı dönemlerde, Alparslan Türkeş Kıbrıs sorununun çözümü ve Kıbrıs’ta yaşayan Türklerinin haklarının korunması için yaptığı konuşmalarda, verdiği röportaj ve mülakatlarda detaylı değerlendirmeler yaptığı görülmektedir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin birinci sorunu haline gelen Kıbrıs’ın jeopolit ve jeostratejik anlamda Türkiye için vazgeçilmez bir vatan toprağı olması ve günümüze kadar sorunun devam etmesi dolayısı ile Alparslan Türkeş’in 1965-1997 yılları arasında Kıbrıs konusundaki görüş ve önerilerinin son derece önemli olduğunu düşünmekteyiz. Amacımız Kıbrıs konusunda bu günde devam eden görüşmelere ışık tutması için Alparslan Türkeş’in görüş ve önerilerini sizlere aktarmaktır.
1925 yılında İran’da Pehlevi Hanedanlığı’nın iktidara gelmesi ile birlikte başlatılan farslılaştırma politikası; 1941 yılına kadar İngiltere’nin himayesinde, 1941 yılından 1979 yılına kadarda ABD ve İngiltere’nin doğrudan kontrolü altında devam etmiş ve Güney Azerbaycan Türklerinin idari, ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda etkisizleştirilmesi amaçlanmıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi ile başlayan yeni yönetim anlayışı da, Güney Azerbaycan Türklerine Pehlevi döneminde olduğu gibi asimilasyon, baskı, ötekileştirme ve yok sayma siyasetini uygulamaya devam etmiştir. Bu nedenle Güney Azerbaycan Türklerinde 1990 lı yıllardan itibaren milli bilincin uyanmaya başladığı ve uluslararası düzeyde tanıtılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Türk milliyeti ekseninde gelişen Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nde; “Bağımsız Azerbaycan”, “Birleşik Azerbaycan”, “Oğuz Birliği” ve “Turan Birliği” gibi kavramlarda kullanılır olmuştur. Güney Azerbaycan Milli Hareketi, 1995 yılında kurulan Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı ile teşkilatlı bir hale dönüşmüş ve uluslararası platformda yer almaya başlamıştır. Başkanlığını Mahmut Ali Çehreganlı’nın yaptığı Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtının amacı; milleti uyandırıp, dilini, kültürünü, tarihini ayağa kaldırmak olarak belirtilmiştir.
Bizde bu çalışmamızda; Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı’nın kuruluşu, teşkilat yapısı, tüzüğü ve faaliyetleri hakkında bizzat üyelerinin vermiş olduğu bilgiler ve birinci elden kaynaklar doğrultusunda bir çalışma hazırlayacağız. Amacımız Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nin tüm yönleri ile uluslararası literatüre dahil edilmesidir.
Anahtar Kelimeler; Güney Azerbaycan, GAMOH, İran, Mahmut Ali Çehreganlı
South Azerbaijan National Liberation Movement
(GAMOH)
Abstract
In 1925 Pahlavi dynasty came into power with policy of change all nation in Iran to Persian. It was under protection till 1941 by England, between 1941 and 1979 was controlled by United Nations and under the direct control of the UK. It was aimed to neutralize the South Azerbaijani Turks in administrative, economic, cultural and political areas.The new management concept that started with the Iranian Islamic Revolution in 1979 continued to apply the policy of assimilation, oppression, othering and ignoring as it was during the Pahlavi period for the South Azerbaijani Turks. Therefore South Azerbaijan Turks started to rise up with national consciousness and it started to be presented in international arenas.
Durıng the South Azerbaijan National Movement that developed wıthin the axis of Turkish nationality; it has been used in concepts such as "Independent Azerbaijan", "United Azerbaijan", "Oguz Union" and "Turan Union".South Azerbaijan National Movement became an organization with South Azerbaijan National Liberation Movement established in 1995 and started to take place on an the international scale the Presindent of South Azerbaijan National Liberation Movement Mahmut Ali Cehreqanli`s purpose is awake nation and rise language and culture as well as to make history clear.
In our work, we will prepare a study on establishment of the South Azerbaijan National Liberation, structure, regulations, and activities with direct information from members of this movement. Our aim is to include all aspects of the South Azerbaijan National Movement into international literature.
Keywords; South Azerbaijan, GAMOH, Iran, Mahmut Ali Cehreqanlı
Güney Azerbaycan, bugünde birçok idari parçaya bölünerek, İran Fars Devleti’nin kontrolü altında bulunmaktadır. İran Devleti, Güney Azerbaycan’da bulunan yaklaşık 30 milyonluk Türk nüfusu nedeniyle bu bölgeyi risk olarak görmüş ve Pehlevi Hanedanlığından bugüne farslılaştırma politikası çerçevesinde, gerek idari, gerek siyasi, gerek ekonomik ve gerekse sosyal konularda uyguladığı politikalarla, Türk kimliğini etkisizleştirmek, hatta yok etmek istemiştir.
Ancak İran coğrafyasında 1000 yıldan daha fazla hâkimiyet kurmuş olan Türklerin İran’daki etkilerini ve ortaya çıkarmış oldukları kültür ve medeniyeti silmek mümkün olmadığı gibi Güney Azerbaycan Türklerini de İran yönetiminden uzaklaştırmıştır.
Güney Azerbaycan Türkleri kendilerinin yok sayılması ve asimile edilmesi politikasına karşı ciddi bir demokratik hak ve özgürlük mücadelesi vermiştir. 20. yüzyılın başlarından itibaren devam eden bu mücadele bugün artık ete kemiğe bürünmüş, tartışmalardan arınmış bir şekilde Milli Harekete dönüşmüştür.
Bu Milli Hareket, demokratik yollarla sivil bir anlayışta, İran Devleti’nden haklarını talep etmektedir.
Bizde bu çalışmamızda; Güney Azerbaycan’da ortaya çıkan Demokratik Hak ve Özgürlük taleplerini kronolojik bir süreç içerisinde sizlerle paylaşacağız.
Bugünkü Afganistan coğrafyasının Kuzey kısmı; Büyük Türkistan’ın güneyini oluşturmakta ve Hindukuş Dağları ile Afganistan’ın güneyinden doğal olarak ayrılmaktadır. Türklerin ilk yerleşim yerleri arasında olan Kuzey Afganistan(Güney Türkistan)’a Türkler; miladın başlarından itibaren hakim olmuşlardır. İskit Türkleri ile başlattıkları bu hakimiyet sürecini; Kuşanlar, Akhunlar ya da Eftalitler (Halaç Türkleri), Samanoğulları, Gazneliler, Büyük Selçuklu Devleti, Harzemşahlar, Moğollar (Moğol Ordusunun %90’ı Türktür), Timur Devleti, Babür Devleti ve İran Türk Hükümdarı Nadirşah’ın kontrolü ile 1747 yılına kadar sürdürmüşlerdir. Ancak bu tarihten sonra bölgede Büyük Türkistan’ı işgal eden Rusya ve Hindistan’ı işgal eden İngiltere arasındaki mücadele nedeniyle bugünkü Afganistan coğrafyası iki emperyalist ülke arasında tampon bir bölge olarak görüldüğü için sürekli bir çatışma alanına dönüşmüştür. Ayrıca her iki ülke Afganistan’da kontrol sağlayabilmek için Türklerin etkisizleştirilmesi konusunda politikalar üretmişlerdir. Bu politikalar nedeniyle 1747 yılından günümüze Afganistan’da Türkler; sürgün, katliam, baskı, asimile uygulamaları ile karşı karşıya kalmışlar ve vatanları olan topraklarda yok edilmeye çalışılmışlardır. Bugünde %40 lara yakın bir nüfusa sahip olmalarına rağmen boy ve kabilelere ayrılmaları ve bazı boyların asimile olması dolayısı ile ülke de siyasi anlamda halen hak sahibi olamamakta ve devletten gerekli yardımı görememektedirler. Bizde bu çalışmamızda; Afganistan’da yaşayan Türkleri; siyasi, sosyal, tarihi ve askeri anlamda kaynaklar ölçüsünde değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler; Kuzey Afganistan, Güney Türkistan, Afganistan Türkleri, Azad Beg, General Raşid Dostum.
Abstruct
Northern part of the current Afghanistan geography constitutes the south part of Great Turkistan and it is naturally separated from the south part of Afghanistan by Hindu Kush Mountains. Since the birth of Christ, Turks have dominated North Afghanistan (South Turkistan) which is one of their first sites. Until 1747, Turks had continued this domination process which begins with Scythian Turks and continues with Kushans, Akhuns or Eftalits (Khalaj Turks), Samanogullari, Ghaznevids, Great Seljuk Empire, Kharzem Shah State, Mongols (90% of Mongol Army consists of Turks), Timur State, The Mughal Empire and the control of Iran Turkish Emperor Nadir Shah. After this date, current Afghanistan geography has transformed into a persistent conflict area as a buffer zone between Russia who occupies Great Turkistan and Great Britain who occupies India. Furthermore, both states have developed policy to deactivate Turks for controlling the territory. Because of these policies, since 1747, Turks have suffered from exile, massacre, oppression, assimilation in their homeland Afghanistan. Although Turks constitutes the 40% of the total populations, currently they have no politic rights and they have not been supported by the state, by the reason of their separation into some tribes and clans and also because of their assimilation. In this study we will evaluate Turks who live in Afghanistan, in terms of political, social, historical and military dimensions.
Key Words: North Afghanistan, South Turkistan, Afghanistan Turks, Azad Beg, General Rashid Dostum
Hocalı ve çevresi Karabağ’ın tamamı ile Laçin, Şuşa, Kelbecer, Ağdam, Zengilan, Cebrayil ve Gubadlı’yı içine alan bölgeyi tanımlamak için kullanılmıştır. Hocalı; Türk Soykırımının yapıldığı bölge olarak merkezde yer alırken, diğer bölgelerde gerçekleştirilen katliam ve sürgünlerle birlikte bölgede bir Türk etnik temizliğinin yapıldığı görülmektedir. Bu etnik temizliğin yapılma nedenini sadece Ermenistan’ın toprak kazanma hevesi olarak açıklamak mümkün değildir. Bölgenin jeostratejik önemi dolayısı ile jeopolitik girişimlerin çok yönlü olarak uygulandığını söyleyebiliriz. Hatta Ermenistan’ın kurulmasından itibaren bu jeopolitik girişimler başlamış ve Ermeniler üzerinden Güney Kafkasya’daki Türk hakimiyetinin etkisiz hale getirilmesi ve baskı altında tutulması amaçlanmıştır. Bu nedenle süreci 19. yüzyılın başlarından itibaren ele almak aslından doğru değerlendirmeyi ortaya çıkaracaktır.
Bizde bu çalışmamızda; Kafkasya ve özelde Güney Kafkasya’nın jeostratejik ve jeopolitik önemini ortaya koyduktan sonra 19. yüzyılın başlarından itibaren Güney Kafkasya’daki Azerbaycan Türklerine ait toprakların işgali ile bu işgallerle birlikte gerçekleştirilen; sürgün, katliam ve soykırım girişimlerini aktardık ve Ermeniler tarafından işgal edilen bu bölgenin Türk Dünyası ulaşım güvenliğine ne gibi etkisi olabileceğini değerlendirdik.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan Türkleri, Ermenistan, Rusya, Katliam, Soykırım.
Abstruct
Hocali and its environs are used to describe the entire Karabakh region, including Lachin, Shusha, Kelbecer, Agdam, Zengilan, Cebrayil and Gubadli. Hocali; While it was located in the center of the Turkish genocide, it was seen that there was a Turkish ethnic cleansing in the region along with the massacres and exiles in other regions. It is not possible to explain the cause of this ethnic cleansing only as Armenia's desire to gain land. We can say that geopolitical initiatives are applied in a multifaceted way because of the geostrategic importance of the region. In fact, these geopolitical initiatives have started since the establishment of Armenia and it has been aimed to neutralize and suppress the Turkish domination of the South Caucasus through the Armenians. For this reason, the process will reveal from the beginning of the nineteenth century the proper assessment of the original.
In this study we explained; After demonstrating the geostrategic and geopolitical significance of the Caucasus and especially of the South Caucasus, the occupation of the lands belonging to the Azerbaijani Turks in the South Caucasus and carried out together with these occupations; we explained the attempts of exile, massacre and genocide on this region since the beginning of the 19th century and we assessed what effects on this region occupied by the Armenians might have on the security of the Turkish World transport.
Key words: Azerbaijan Turks, Armenia, Russia, Massacre, Genocide.
1917 yılında Lefkoşa’da doğan Alparslan Türkeş, 1942 yılında Harp Akademilerinden mezun olduktan kısa bir süre sonra 13 Haziran1944 tarihinde Türkçülük ve Turancılıkla ilgili faaliyetleri nedeniyle tutuklanmış, “Türkçülük Turancılık Davası” diye siyasi literatürümüze geçen davada yargılanmış ve işkence görmüştür. Türkeş bu davadan beraat ettikten sonra ABD ve Almanya da eğitim görmüş, 27 Mayıs 1960 ihtilalin de aktif olarak yer almış ancak başta idamlar olmak üzere yapılan uygulamalar dolayısı ile ihtilalin yöneticileri ile anlaşamamış ve Hindistan Yeni Delhi’ye hükümet müşaviri olarak gönderilmiştir. 23 Şubat 1963 tarihinde Türkiye’ye dönen Türkeş, “Huzur ve Yükseliş Derneği”ni kurarak örgütlü bir mücadeleyi başlatmıştır. 31 Mart 1964 tarihinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi’ne üye olan Türkeş, 1 Ağustos 1965 tarihinde bu partinin genel başkanı olmuştur. CKMP 8-9 Şubat 1969 tarihinde Adana’da yaptığı kongre ile adını Milliyetçi Hareket Partisi olarak değiştirmiş ve 1980 yılına kadar da bu adla devam etmiştir. Alparslan Türkeş, 31 Mart 1975-13 Haziran 1977 ve 1 Ağustos 1977- 31 Aralık 1977 tarihleri arasında da Milli Cephe Hükümetleri diye adlandırılan hükümetlerde başbakan yardımcılığı görevlerinde de bulunmuştur. 12 Eylül 1980 ihtilali ile birlikte tutuklanan ve partisi kapatılan Türkeş, 4,5 yıl hapis yatmış ve akabinde siyasi yasaklı haline getirilmiştir. 6 Eylül 1987 referandumu ile siyasi yasakların kalkması üzerine 4 Ekim 1987 tarihinde MHP yerine kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi’nin genel başkanı olmuştur. 27 Aralık 1992 tarihinde MÇP yeniden MHP adını almış ve 4 Nisan 1997 tarihine kadar Alparslan Türkeş genel başkanlığını yapmıştır.
Türkeş, 1965 yılında CKMP genel başkanı olmasından itibaren Türk Dünyasında yaşanan gelişmeleri dikkatle takip etmiş, milliyetçi hareketler ile yakın temas halinde olmuş ve Türk Dünyası’nda yaşanan esaretin sona erdirilmesi ve demokratik hak ve özgürlüklerine kavuşmaları için sürekli teşvik eden ve katkı sağlayan bir siyasi lider olarak siyasi tarihimizdeki yerini almıştır. Türkeş’in Türk Dünyası ile ilgili bu birikimi nedeniyle 1990 sonrası Doğu Blok’unun dağılması ve Türk toplumlarının bağımsızlık sürecine girmesi üzerine yoğun bir siyasi mücadeleye girdiğini görmekteyiz. Özellikle Türk kamuoyunu bilgilendirmek ve Türk toplumlarının desteklenmesi için Cumhuriyet hükümetlerini yönlendirmek amacıyla büyük gayret sarf etmiştir. Alparslan Türkeş’in bu birikimi nedeniyle Türkiye’deki başbakanlar Orta Asya gezilerine Türkeş’i de götürmüşler ve onun üzerinden bir diyoloğun kurulmasını sağlamışlardır. Örneğin Süleyman Demirel’in başbakan olarak yaptığı Orta Asya gezisinde Alparslan Türkeş de yer almış ve orada büyük bir ilgi görmüş, Azerbaycan’da, Türkmenistan’da büyük sevgi gösterileri ile karşılanmıştır.
Bizde bu çalışmamızda Alparslan Türkeş’in soğuk savaş sonrası Türk Dünyası’nda yaşanan gelişmeler dolayısı ile yapmış olduğu açıklamalar, TBMM’deki konuşmalar ve yayımlamış olduğu bildiriler ile ortaya koyduğu görüş ve önerilerini akademik bir titizlikle ortaya koymak istiyoruz.
Osmanlı Devleti’nin dağılma sürecine girmesi ile birlikte, Osmanlı coğrafyası içerisinde bulunan Türkler, 17 Şubat 1920 tarihinde Mebusan Meclisinde Kabul edilen Misak-ı Milli çerçevesinde Osmanlı Devleti’nin yeniden yapılandırılması için çalışmalara başlamıştır. Ancak Türk toprakları Mondros Mütarekesi sonrasında hızlı bir şekilde işgal edilmeye başlaması ile birlikte, Türk Milleti Atatürk’ün önderliğinde vermiş olduğu milli mücadele ile Lozan Antlaşası sonrası millet egemenliğine dayalı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kursa da Misak-ı Milli de belirlenen sınırlara ulaşılamamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin doğal sınırları olarakta kabul edebileceğimiz bu sınırlara ulaşılamaması dolayısı ile de Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu andan itibaren ciddi sorunlarla birlikte kurulmuş ve günümüze kadarda bu sorunlar zaman zaman Türkiye’nin karşısına çıkarılmaktadır.
Alparslan Türkeş’de CKMP Genel Başkanı olduğu 1965 yılından itibaren Türkiye’nin uluslararasılaşmış milli meselelerinin Türk Milleti lehine çözülebilmesi için görüşlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi ve iletişim araçları yolu ile ortaya koymuştur. Alparslan Türkeş’in Türk siyasal hayatında aktif olarak bulunmuş olduğu dönemde Türk Milleti’ne gönül veren bir Türk milliyetçisi olarak, bu sorunlarla ilgili jeostratejik ve jeopolitik anlamda son derece yerinde değerlendirmeleri ve önerileri olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu sorunlarından ilki Kıbrıs’tır. 1517 yılında hukuken, 1571 yılında fiilen kontrol altına alınan Kıbrıs Adası, iskan politikası çerçevesinde yerleştirilen 50 bin Türk ile Türkleştirilmiş ve Anadolu kıyıları ile birlikte bir idari yapılanmaya tabi tutularak 1878 yılına kadar bir Türk toprağı olarak yönetilmiştir. Ancak 1878 yılında imzalanan Kıbrıs Antlaşmaları ile geçici olarak İngiltere’ye bırakılmış, 5 Kasım 1914 yılında İngiltere tarafından ilhak edilmiş, 1923 Lozan Antlaşması ile bu ilhak tanınmıştır. 1960 yılında imzalanan Londra Antlaşması ile bağımsız olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin garantörü olan Türkiye, 1974 barış harekatları ile Yunan Cumtasının Kıbrıs’ı ilhak etme girişimini engellemiş ve 1983 yılında kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile Türklerin hayatları garanti altına alınmıştır.
İkinci sorun; Batı Trakya Türkleri sorunudur. Türkiye 1923 yılında imzaladığı Mübadele Antlaşması ile Yunanistan’daki Türkler ile Türkiye’deki Rumları değiştirmiş ancak Batı Trakya’daki Türkler ile İstanbul’daki Rumlar bunun dışında bırakılmıştır. Bu tarihlerde Batı Trakya’nın nüfusu yaklaşık 160 bin iken bunun 130 bini Türklerden oluşmakta idi. Lozan Antlaşması'nda Azınlıkların haklarının korunmasına dair bir protokolde imzalanarak, Batı Trakya Türklerinin her türlü haklarının korunacağı kayıt altına alınmıştır. Ne var ki o günden bugüne Batı Trakya Türkleri, çok temel insan haklarını dahi kullanamamaktadır. Batı Trakya Türkleri ile ilgili zorlu süreç ise 1956 yılından itibaren başlamıştır. Özellikle Yunanistan’ın bölgede yaşayan Türkleri göçe zorlaması ve Türkiye’nin Batı Trakya Türklerinin yerinde sorunlarını çözme yerine, onları Türkiye’ye getirme eğilimi durumu daha da karmaşık hale getirmiştir. 1967 yılında Yunanistan’da kurulan Cunta Hükümeti ile birlikte ise Batı Trakya Türklerinin Türkçe isim koymaları dahi yasaklanarak her türlü baskı ve şiddet dönemi başlamıştır. 1972 sonrası ise Türk yerleşim yerlerinin isimleri değiştirilmiştir. Yunanistan, Batı Trakya Türkleri için "Müslümanlaşmış Rumlar" tabirini kullanarak Türk olmadıklarını savunmaya başlamıştır.
Üçüncü sorun; Adalar sorunudur. Kanuni Sultan Süleyman ve IV. Mehmet döneminde fethedilen ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın tanımlanmamış adaları 1936 yılında devletin envanterine kaydettirdiği adalar, bu gün ciddi bir sorun olarak devam etmektedir. 13 Şubat 1914 tarihinde statüsü tesbit edilen Ege Adaları, 1912 Uşi Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması ile statüsü netleştirilen 12 adalar ve tanımlanmamış adaların statüsü Türkiye’nin ulusal güvenliği için ciddi bir sorun olarak devam etmektedir.
Dördüncü sorun; Kıta Sahanlığı ve Fır Hattı sorunları. 1958 Cenevre sözleşmesinde şekillendirilen Kıta sahanlığı, kara sularının bitiş noktasından başlayan deniz altındaki devamını ifade etmektedir. Fır Hattı ise deniz üzerindeki hava kontrol sahasını ifade etmektedir.
Beşinci sorun; Osmanlı Dönemi tanımlaması ile Irak-ı Türki yada Musul sorunudur. 5 Haziran 1926 tarihinde İngiltere ile sınır ve iyi komşuluk antlaşması imzalanmış ve taraflar birbirlerinin sınır bölgelerinde ülkeler aleyhinde oluşacak harekete izin vermeyecekleri ve birbirleri aleyhinde oluşacak silahlı gruplarla ilgili birbirlerini haberdar edecekleri ifadesine yer vermiştir ki bu sınır bölgesinin de 10. Maddede, 75 km derinliğinde olduğu kayıt altına alınmıştır. 9 Ocak 1932 tarihli Türkiye-Irak İkamet Mukavelenamesi, 29 Mart 1946 tarihli Türkiye ve Irak arasında imzalanan Dostluk ve İyi Komşuluk Anlaşması ve Eğitim Öğretim ve Kültür İşbirliği Protokolü ile de Irak Türkmenleri için önemli imkanlar yaratılmıştır. Ayrıca bugün Kuzey Suriye olarak ifade edilen bölge ile ilgili Atatürk’ün 3 Kasım 1918 tarihinde 2. ve 7. ordulara gönderdiği emrin 1. maddesinde; Suriye hududu Suriye Vilayeti’nin kuzey hududu telakki edilmelidir. Bu hudud Lazkiye kuzeyinden Hanşeyhun güneyinden geçerek doğuya doğru uzanır denilmiştir. 2. maddede; İskenderun, Antakya, Cebel Seman, Kilis havalisinin Türklerle meskun olduğu ve Halep havalisinin ¾’nün Arapça konuşan Türkler olduğu her vesile ile hatırda tutulmalı ve her davada bu esas ittihaz edilmelidir denilmiştir.
Türkiye’nin 6. Sorunu ise Dış Türkler sorunudur.
İşte tüm bu sorunların çözümü ile ilgili Alparslan Türkeş; olgun kişiliği, ülkü ve ülke önceliği, yapıcı, kucaklayıcı ve sorun çözücü yaklaşımı ile Türk Milleti ve Türk Devleti’nin menfaatleri için Türkiye’nin sorunları ile ilgili gerekli her türlü katkıyı sunmayı bir görev olarak görmüş ve önce ülkem ve milletim ekseninde hareket etmiştir. Bizde şimdi bu konulardaki yaklaşımlarına değineceğiz.
Sibirya’dan Avrupa içlerine kadar uzanan Türk Dünyasında, çok erken tarihlerde kurulmuş olan siyasal organizasyonlar ile dünya hakimiyetine ulaşan güçlü devletler ortaya çıkmış ve bu geniş coğrafya da günümüze kadar ulaşan etkinliğini sürdürebilmiştir. Ancak Türk kültür çerçevesinden uzaklaştığı anda bulunmuş olduğu coğrafya da önce hakimiyetini sonrada etkinliğini yitiren Türk Devletleri de olmuştur. Bu devletler, kendi rızaları ile din değiştirerek önce dillerini sonrada alışkanlıklarını terk ederek, ilgili ülkenin hegemonyası altına girmişlerdir. Hatta bazı Türk boyları tamamen asimile olarak tarih sahnesinden silinmiştir. Türklerdeki hakimiyeti kaybetme ve asimile olma süreci, çoğunlukla Türk yöneticilerin kendi rızaları ile Türk kültür ekseninden uzaklaşması şeklinde gerçekleşmiştir. Hegemonyanın doğasına uygun olarak gerçekleşen bu sürecin ardından Hegemon devletler, Türkler üzerinde hegemonyalarını sürdürmek için Türkleri küçük guruplara ayırarak, onların arasında mezhep, aşiret, kabile, boy gibi farklılıkları öne çıkararak, micro milliyetçiliği geliştirmişlerdir. Böylece önce dinlerini sonra dillerini kaybeden Türkler, zaman içerisinde milli tarih bilincini de yitirerek farklı birer topluluk olarak anılmaya başlanmıştır. Bu süreç, miladın başlarında Budizmin kabul edilmesi ile başlamış ve günümüze kadar farklı din ve kültürlerin etkisi ile devam etmiştir. Türkler bugün otuz civarında bağımsız, özerk ve yarı özerk yapıya sahip topluluklar olarak hayatlarını sürdürürken, aralarında alfabe birliği dahi olmadığı için birbirlerini anlamakta bile güçlük çekmektedirler.
Biz de bu nedenle çalışmamızda, Türk Dünyası üzerinde hegemonya başlığını ele almaktayız. Amacımız; somut örnekler üzerinden hareketle Türk Dünyası üzerindeki etkin olan hegemonyayı ortaya koymaktır.
Anahtar Kelimeler: Türk Dünyası, Hegemonya, emperyalizm, Rusya, Çin, İran
TURKISH WORLD AND HEGEMONY
Abstract
In Turkish World extended into Europe from Siberia, political organizations founded in ancient time and powerful states that had world domination came to exist and some of these have survived until today. However there are also some Turkish states that lost first their composure and later their efficiency over their territories due to steering away from the Turkish culture. Eventually, these states left first their language, later their tradition under the influence of tergiversation and finally got into the related states. As a matter of fact some of Turkish tribes went out of existence being assimilated. The process of the assimilation and the loss of domination came true majorly as of Turkish administrators’ own accord in the axis of steering away Turkish culture. After that process which is in conformity with the nature of the concept of the hegemony, the hegemonic states have popularized the micro nationalism dividing Turks into smaller groups and putting forward the denominational and tribal differences between them on the purpose of maintain their hegemony on the Turkish people. By this way, Turks who have lost first their religion and later the language have began to be considered as one each of different groups losing their historical consciousness in the course of time. These process has began with the adoption of Buddhism and continued until today with the influence of the different religions and the cultures. Today Turkish people live in about thirty independent, autonomous and semi-autonomous communities and these communities have difficulty even to understand each other because of the alphabetic differences.
For these reasons in this study we discuss the Hegemony on the Turkish World. The purpose of this paper is to put forward the hegemony on the Turkish World with the references to embodiments.
Key Words: Turkish World, Hegemony, Imperialism, Russia, China, Iran
1925 yılında İran’da Pehlevi Hanedanlığı’nın iktidara gelmesi ile birlikte başlatılan farslılaştırma politikası; 1941 yılına kadar İngiltere’nin himayesinde, 1941 yılından 1979 yılına kadarda ABD ve İngiltere’nin doğrudan kontrolü altında devam etmiş ve Güney Azerbaycan Türklerinin idari, ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda etkisizleştirilmesi amaçlanmıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi ile başlayan yeni yönetim anlayışı da, Güney Azerbaycan Türklerine Pehlevi döneminde olduğu gibi asimilasyon, baskı, ötekileştirme ve yok sayma siyasetini uygulamaya devam etmiştir. Bu nedenle Güney Azerbaycan Türklerinde 1990 lı yıllardan itibaren milli bilincin uyanmaya başladığı ve uluslararası düzeyde tanıtılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Türk milliyeti ekseninde gelişen Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nde; “Bağımsız Azerbaycan”, “Birleşik Azerbaycan”, “Oğuz Birliği” ve “Turan Birliği” gibi kavramlarda kullanılır olmuştur. Güney Azerbaycan Milli Hareketi, 1995 yılında kurulan Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı ile teşkilatlı bir hale dönüşmüş ve uluslararası platformda yer almaya başlamıştır. Başkanlığını Mahmut Ali Çehreganlı’nın yaptığı Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtının amacı; milleti uyandırıp, dilini, kültürünü, tarihini ayağa kaldırmak olarak belirtilmiştir.
Bizde bu çalışmamızda; Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı’nın kuruluşu, teşkilat yapısı, tüzüğü ve faaliyetleri hakkında bizzat üyelerinin vermiş olduğu bilgiler ve birinci elden kaynaklar doğrultusunda bir çalışma hazırlayacağız. Amacımız Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nin tüm yönleri ile uluslararası literatüre dahil edilmesidir.
Anahtar Kelimeler; Güney Azerbaycan, GAMOH, İran, Mahmut Ali Çehreganlı
South Azerbaijan National Liberation Movement
(GAMOH)
Abstract
In 1925 Pahlavi dynasty came into power with policy of change all nation in Iran to Persian. It was under protection till 1941 by England, between 1941 and 1979 was controlled by United Nations and under the direct control of the UK. It was aimed to neutralize the South Azerbaijani Turks in administrative, economic, cultural and political areas.The new management concept that started with the Iranian Islamic Revolution in 1979 continued to apply the policy of assimilation, oppression, othering and ignoring as it was during the Pahlavi period for the South Azerbaijani Turks. Therefore South Azerbaijan Turks started to rise up with national consciousness and it started to be presented in international arenas.
Durıng the South Azerbaijan National Movement that developed wıthin the axis of Turkish nationality; it has been used in concepts such as "Independent Azerbaijan", "United Azerbaijan", "Oguz Union" and "Turan Union".South Azerbaijan National Movement became an organization with South Azerbaijan National Liberation Movement established in 1995 and started to take place on an the international scale the Presindent of South Azerbaijan National Liberation Movement Mahmut Ali Cehreqanli`s purpose is awake nation and rise language and culture as well as to make history clear.
In our work, we will prepare a study on establishment of the South Azerbaijan National Liberation, structure, regulations, and activities with direct information from members of this movement. Our aim is to include all aspects of the South Azerbaijan National Movement into international literature.
Keywords; South Azerbaijan, GAMOH, Iran, Mahmut Ali Cehreqanlı
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
İran; Türkiye, Rusya ve ABD gibi Suriye’de fiili anlamda bulunan ve 2011 yılından itibaren Türkiye’nin Suriye yönetimine yönelik politikası nedeniyle Esat üzerinden Türkiye ve İran arasında bir tampon bölge olarak Suriye’ye yerleşen bir ülkedir.
İran’da politik planlar her ne kadar mezhep üzerinden yapılıyor gibi görünse de aslında; İran’ın bölgedeki hakimiyetini pekiştirmek ve muhtemel rakip olabilecek devletleri yıpratmak, hatta mümkünse etkisizleştirmek için yapılır.
Bu anlamda İran için bölgede rakip görülen ülkeler; Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’dir.
İran’ın dış politikasında her ne kadar ABD, İsrail karşıtlığı gözlense de aslında bu devletlere karşıtlığı bile bu ülkelerin İran yerine Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye ile ilişkili olmaları ile doğrudan alakalıdır.
Çünkü İran’da bulunan Fars yönetimi 1925 yılından günümüze şu ya da bu şekilde emperyal ülkelerle yürüttüğü başarılı işbirliği sayesinde ayakta kalmakta ve bölgede etkili bir devlet olarak her şeye rağmen hayatını parçalanmadan devam ettirmektedir.
Türkiye’nin 2002 sonrası geliştirdiği politikalarla ihvan merkezli bir yaklaşımın gözlenmesi ve bölgede Türkiye’nin 2016 yılına kadar ciddi anlamda yıpranması nedeniyle İran bu dönemde, Türkiye’nin bu faaliyetlerinden bırakın rahatsız olmayı ciddi anlamda memnun olmuştur.
Çünkü Türkiye’nin bu politikaları nedeniyle bölgede etkisizleşmesi, Mısır’ın darbe sonrası tamamen ABD’nin güdümüne girmesi ve Suudi Arabistan’daki kral değişimi ile ABD ve İsrail’in etkisinin artması nedeniyle İran; ambargo uygulanan, ciddi ekonomik ve sosyal sorunları olan ve içerisinde ciddi anlamda tartışmalar yaşanan bir ülke olmasına rağmen gerek Irak ve gerekse Suriye’ye yerleşmiş ve bu ülkelerin merkezi yönetimlerini yönetebilecek konuma yükselebilmiştir.
Ancak Türkiye’nin 15 Temmuz 2016 tarihinde çoklu dış istihbaratların desteklediği FETÖ darbesini bertaraf etmesi ve akabinde içerisindeki terör yuvalarını ve teröristleri etkisiz hale getirmesi İran’ı tedirgin etmiştir.
Özellikle Türkiye’deki iktidarın Türk Milliyetçileri ile olan yakınlaşması ve Türk Milleti’nin menfaatleri doğrultusunda dışarıya yönelik adımlar atmaya başlaması da İran’ı rahatsız eden durumlardır.
Şöyle ki; Türkiye Irak’ta merkezi yönetimle anlaşarak ve bölgedeki Türkmenleri destekleyerek gerçekten başarılı bir politika ile fiili bir müdahale de bulunmadan Irak’ta ABD ve İsrail destekli oluşacak Barzanistan’ı engellediği gibi Türkmenlerin örgütlü bir hale gelmeleri ve silahlı bir güce dolaylıda olsa ulaşmaları nedeniyle kalıcı bir çözüm ortaya çıkmıştır.
Ancak bu Türkmen etkinliği Türkiye’den İran’a bağlı Batı Azerbaycan Eyaleti’ne kadar uzanması İran’ı ciddi anlamda rahatsız ettiği için Barzani yönetimi ile görüşmeye başlamıştır.
Çünkü İran için birinci tehdit Türk tehdididir. Barzani gibi emperyalistlerin etkisi ile oluşan yapılanmaları her şekilde gerektiği zaman etkisiz hale getirebileceğini bilmektedir.
Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı ile Suriye’de etkili olması ve yerleşik düzene geçmesi ve akabinde Zeytin Dalı Harekatı ile Kuzey Suriye’de Irak sınırına kadar ulaşacağını resmi ağızlardan açıklaması İran’ı daha da endişelendirmiştir.
Çünkü bu harekatla birlikte bir hilal gibi Türkmen bölgeleri birleştirilecek ve İran çepe çevre sarılacağı gibi İran’da bulunan ve sayıları 35 milyona ulaşan Türkleri de heyecanlandıracağı için İran bu konuyu ulusal anlamda riskli gördüğü için Türkiye’nin bu harekatının başarısız olması ve Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki etkisinin ortadan kaldırılması için adımlar atmaktadır.
Bu anlamda bu harekat boyunca İran vatandaşı olan bazı Kürt kökenli milletvekilleri ve Kürt kökenli din adamları kullanılarak Türkiye’nin Kürtlere yönelik bir operasyon yaptığı ve Kürtleri yok etmek istediği yalanını BM dahil uluslararası platformlarda politik propaganda aracı olarak kullanmaktadır.
Diğer yandan İran Suriye’de milislerini kullanarak Türkiye’nin Suriye’deki operasyonunu provoke etmeye çalışmaktadır.
Bütün bu gerçekler ışığında Türkiye’nin yapması gereken Irak ve Suriye yönetimleri ile sıkı bir işbirliği sürecini başlatmaktır. Mümkün olursa bu işbirliği askeri ittifak antlaşmalarına kadar ulaştırılmalıdır.
Prof. Dr. Selçuk DUMAN
İran Devleti; 1200 yıllık Türk Hakimiyeti Dönemi’nde 1925 yılına kadar köklü bir devlet geleneğine sahip olmuş ve uluslararası sistem içerisinde gerekli saygıyı görmüştür.
Ancak 1925 yılında İngilizlerin desteği ile Pehlevi ailesinin yönetimi ele geçirmesi ve 1941 yılında oğul Pehlevi’nin ABD ve İngiltere himayesine girmesi, İran Devleti’nin bir uydu devlete dönüşmesine neden olmuştur.
1979 yılında Humeyni tarafından yapılan İslam Devrimi ile tüm bu emperyalist hegemonya ya karşı çıkmak istenmiş fakat İran-Irak savaşı döneminde bir şekilde ABD ile işbirliği yapılmıştır.
1990 lar dan sonra bölgede batı hegemonyasına karşı Rusya ve Çin ile işbirliği yaparak bağımsız bir politika sürdürmeye çalışmış ancak içerideki uygulamalarında, demokratik ve eşitlikçi bir yaklaşım içerisinde olmadığı için nüfusunun yarısını oluşturan Türklerin İran Devleti içerisinde merkezden uzaklaşmasına neden olmuştur.
İran tüm bu tartışmaların arasında bir de Fars unsurların muhafazakar reformcu ekseninde birbirlerine karşı komplolar hazırlama sürecine girmiştir.
Son yaşanan İran olayları bunun bir göstergesidir.
Her ne kadar İran yönetimi olayın ABD istihbaratı tarafından organize edildiğini söylese de olayın ortaya çıkışı gelişimi muhafazakar reformcu çatışmasının dışa yansıması olduğunu net bir şekilde ortaya koyaktadır.
Elbette süreç başladıktan sonra ABD, İsrail gibi devletler bu durumdan faydalanmak istemişlerdir.
Ancak ABD’nin bu kadar beceriksiz politikalar ürettiği bir dönemde İran’da bir sonuç alamayacağı da ortadadır.
Zaten bu nedenle İngiltere tekrar sahaya inmiştir.
Yani ABD’nin dağıttıklarını toplamak için.
İran’da son birkaç gündür ise ilginç, çirkin ve bir o kadar da anlamsız olaylalar gerçekleşiyor.
İran Meclisi’nde Kürt Kökenli Milletvekilinin İran Meclis Başkanı’nın izin vermesi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN’a ve onun hükümetine yönelik “Diktatör” “Faşist” tabirlerini kullanarak Suriye Kürtlerine yönelik bir operasyonun yapıldığını dile getirmiş ve İsrail literatürü ile “Kobani ve Afrin’in Kürtlere Allah tarafından verildiğini” vurgulamıştır.
Yani sahiplerinin ağzı ile konuşmuştur.
Yine Birleşmiş Milletlere yönelik İran Meclisinde yer alan 10 Kürt Kökenli Milletvekili bir mektup göndermiştir. Bu mektupta “Faşist Türkiye Yönetimi” “Katil Cumhurbaşkanı” ifadeleri yer almıştır.
Öncelikle şu soruları samimi bir şekilde sormak istiyorum.
ABD ve müttefiklerinin Irak ve Suriye’de Barzani, PKK/PYD/YPG ile oluşturmak istediği terör koridorunun en başta amacının İran rejimine son vermek olduğunu İran Devleti bilmiyor mu?
Sayın Cumhurbaşkanımız ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti’nin İran ile ilgili samimi ve dostça yaklaşımına karşın bu girişimlere İran Devleti’nin izin vermesi ne anlama geliyor?
Bırakın hükümeti Türkiye’deki milli güçler bile İran olayları sırasında orada yaşayan 40 milyonluk Türk nüfusuna itidal çağrısı yapmış ve olaylardan uzak durulması istenmiştir.
Yani Türk Milleti son derece samimi bir şekilde top yekun İran Devleti’nin yanında yer alırken İran Devleti’nin izni ile gerçekleştirilen bu olaylar ne anlama geliyor?
Ben aslında ne anlama geldiğini söyleyeyim.
Bu yapılanlar ile Türkiye’nin zor döneminde Türk Milleti’ne zarar vermek isteniyor.
Şunu biliniz ki Türkiye ve Türk Milleti’nin incitirsiniz ancak zarar veremezsiniz.
Türkiye uluslararası hukuka uygun olarak teröristlere yönelik operasyonlarını başarı ile sonuçlandıracaktır.
Ancak sorarım size eğer Türkiye bu operasyonları yapmaz ise İran rejimi ayakta kalabilecek mi?
Ya da Türkiye’ye yönelik İran’da gerçekleşen bu tip hakaret ve faaliyetlerin artması durumundan İran, kendi içerisinde ulusal güvenliğini sağlayabilecek mi?
İyi düşünmek lazım.
Bu coğrafyanın geleceği bölge ülkelerinin birlikte hareket etmesi ile inşa edilebilir.
Boğazlar; jeopolitik ve jeostratejik öneminden dolayı bölgede etkin olmak isteyen ve uluslararası politikada belirleyici konumda bulunan ülkeler arasında daima bir çekişme ve rekabet alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak boğazlar konusu Rusya için ayrı bir anlam ifade etmektedir. Rusya kuruluşundan itibaren önce Baltık Denizi’ne, sonra Azak Kalesi’ni alarak Karadeniz ağzına ve akabinde Kırım’a yerleşerek Karadeniz de kalıcı hale gelmesine rağmen sürekli olarak büyük devletler tarafından engellenmiş, hatta 1870’e kadar Karadeniz de tersane ve donanma bulundurmasına izin verilmemiştir. Bu yüzden Rusya güvenlik hinterlantı olarak Karadeniz’e çıkış noktası olan boğazları belirlemiştir. Yani Rusya için boğazlar sıcak denizlere inmek için bir geçiş alanı olmasından daha çok, Karadeniz’in ve elbette Rusya’nın güvenlik sorunudur. Diğer yandan Türkiye için boğazlar konusu ülkenin bağımsızlığını sürdürebilmesinin olmazsa olmazıdır. Bu nedenle bir tarafta 18. yüzyılın sonuna kadar Karadeniz’in dahi kontrolünü elinde bulunduran Türkiye, öbür tarafta Karadeniz’de kalıcı olmayı hayati sayan ve bu nedenle güvenliğini sağlamak için boğazları sürekli tartışma konusu yapan Rusya. Biz de bu çalışmamızda; Türkiye ve Rusya arasında geçmişten günümüze boğarlar konusunda ki tartışmaları akademik bir bakış açısı ile değerlendireceğiz.
Özellikle bugünkü ABD İngiltere ve Fransa tarafından yönetilirken, Fransa’nın yedi yıl savaşlarında(1756-1763) İngiltere’ye yenilmesi üzerine kıtayı terk etmiş ve İngiltere tek hakim güç olarak kalmıştır.
1776 yılında İngiltere’nin birikimleri ile bağımsızlığını ilan eden Amerika, 3 Aralık 1823 yılında kabul ettiği “Monroe Doktrini” ile kendi kıtası dahilin de kalacağını ve diğer ülkelerinde Amerika kıtasından uzak durması gerektiğini belirterek iç sorunlarını çözmek için bir süreç başlatarak, bugünkü Amerika Birleşik Devletleri sınırlarına ulaşmıştır.
Amerika, yayılmacılık siyasetinde işgal yerine misyonerlik ve eğitim kurumları üzerinden yayılarak ticari anlaşmalar yapmayı hedeflemiş ve bunda da nisbeten başarılı olmuştur.
Bu çerçevede Osmanlı Devleti’ne de 19. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren ulaşmıştır.
Osmanlı Devleti ile 7 Mayıs 1830 tarihinde yapılan ticaret antlaşması, 13 Şubat 1863 tarihli Ticaret Antlaşması, 11 Ağustos 1874 tarihli Suçluların İadesi Anlaşması ve Tabiiyet Anlaşması, 20 Nisan 1917 tarihinde diplomatik ilişkilerin kesilmesine kadar devam etmiştir.
Bu arada ABD Osmanlı ülkesinde üye sayısı 15348’e ulaşan 163 kilise inşa etmiş ve Harput, Antep, Tarsus, İzmir, Van, Maraş, Sivas, İstanbul gibi illerde açmış olduğu kolejlerde on binlerce öğrenciye eğitim vermiştir.
ABD-Türkiye resmi ilişkileri ise 1839 yılında David Porter’ın büyükelçi atanması ile başlamış ve Emin Bey’in 1850 yılında geçici olarak ABD’ye görevlendirilmesi ile devam etmiştir.
1917 yılında kesilen diplomatik ilişkiler 1927 yılında yeniden başlamış ve 1929 yılında imzalanan Ticaret Anlaşması ve 1939 yılında imzalanan Ticaret Anlaşması ile sürdürülmüştür.
II. Dünya savaşı sürecinde Türkiye’nin savaşa sokulması için büyük uğraş verilmiş ancak başarılı olunamamıştır.
II. Dünya savaşı sonrası Stalin tehdidi döneminde 1947 yılında Truman Doktrini ile Türkiye ABD ilişkileri Türkiye’nin bağımlılığını başlatan bir şekilde başlamış ve 1948 Marshall Planı ve Türkiye’nin 1952 yılında NATO’ya girmesi ile birlikte derinleşerek Türkiye’yi daha da bağımlı yapmıştır.
1957 yılında Türkiye’nin Eisenhover Doktrinine katılması ve ilk füzelerin Türkiye’ye konuçlandırılması ile Türkiye ABD’ye daha da bağımlı hale gelmiştir.
Kıbrıs’ta gerçekleşen olaylar nedeniyle ABD’nin 1964 yılında gönderdiği Johnson mektubu ile iki ülke arasında ciddi bir soğukluk oluşsa da 1969 yılında Türkiye-ABD Savunma İşbirliği Anlaşması imzalamıştır.
Ancak ABD’nin Türkiye’nin 1974 Kıbrıs harekatı sonrası uyguladığı silah amborgosu tekrar ilişkileri sorunlu hale getirmiş fakat 1980 darbesi ile süreç olumlu bir yöne evrilmiş ve 1988 yılında iki ülke arasında Savunma ve Ekonomik İşbirliği Anlaşması yapılmıştır.
2002 yılında iktidara gelen AKP’de 2007 yılına kadar ABD ile çok yakın ilişkiler içerisinde olmuş ve sürekli stratejik ortaklıktan bahsedilir olmuştur.
Ancak AKP’nin siyasal islamın bir koolisyonu olması dolayısı ile İsrail karşıtlığı ve Orta Doğu kökenli çeşitli dini guruplarla olan ilişkisi iki ülke ilişkilerinde ciddi ayrılıklara neden olduğu gibi ABD’nin Türkiye karşıtı devlet dışı aktörleri desteklemesine de neden olmuştur.
Özellikle FETÖ darbe girişiminin yapılması sonrası ABD’nin FETÖ elebaşını ülkesinde ağırlaması ve Suriye, Irak sorunlarında PYD/YPG terör örgütünü desteklemesi dolayısı ile iki ülke arasındaki sorunlar daha da derinleşmiştir.
Türkiye’nin ABD’nin bu tavrına karşılık, Rusya ve İran ile yakın işbirliği içerisine girmesi ise iki ülkenin ilişkilerini kopma noktasına getirmiştir.
Görülen o ki tıpkı birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi ABD’de Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın gitmesi gerektiği üzerine siyaset üretmektedir.
Sayın Erdoğan ise bu girişimlere karşılık kendisine karşılık yapılan bu girişimlerin Türkiye’ye karşı yapıldığı tezini işleyerek Türkiye’de dokunulmazlığını perçimlemektedir.
Batı ile Türkiye arasındaki bu restleşme umarım Türkiye’yi daha yaşanamaz hale getirmez.
Barzani yönetiminin yapmış olduğu referandum, BM’nin kuruluş felsefesinde yer alan ülkelerin toprak bütünlüğünün korunması ilkesini ihlal ettiği için BM tarafından kabul edilmemiş ve uluslararası bir izleme komisyonu da yer almamıştır.
Bu nedenle uluslararası hukuk açısından yok hükmünde olduğu gibi nasıl yapıldığı konusu da tartışmalıdır.
Diğer yandan Irak hükümetinin bu referandumu kabul etmemesi ve Irak yargı organlarının referandum kararını iptal etmesi de hatırlanmalıdır.
Referandumun aktörlerine gelince;
Referandum, bölgede yaşayan hiçbir etnik, dini ya da mezhepsel unsurun inisiyatifi ile onların yararına yapılmamıştır.
Referandumun aktörleri emperyal ülkelerdir.
Bu ülkeler; İngiltere, ABD ve 1950 sonrası sürece dahil olan İsrail’dir.
Bu ülkelerin bölgedeki aktivitesini sadece petrole bağlamakta oldukça yanlıştır.
Çünkü Irak’ın diğer bölgelerindeki petrol rezervi kat kat daha fazladır.
O zaman buradaki aktivitelerinin temel nedeni stratejiktir.
Yani İngiltere, ABD ve İsrail buradaki hamleleri ile Barzani üzerinden bölgeye yerleşip, öncelikle İran’ı kontrol altına almak, sonra Arapların milli çıkışlarını baskılamak ve en uzak hedef olsa da Türkiye’yi şekillendirmek.
Bu nedenle Türkiye için bu referandum girişimi ulusal güvenlik sorunudur.
Türkiye’nin bu referandum kararı alınması ile birlikte yapması gerekenler vardı.
Ancak Türkiye bunu yapmadı.
Örneğin sınır kapısının güzergahının değiştirilmesi, Barzani ailesine giden nakliyeciliği başka unsurlar üzerinden yapılması için tedbirler alması, Barzani ailesinin kaçakçılık üzerinden kazandığı kanalların tıkanması ve Türkiye’deki ortaklarının etkisiz hale getirilmesi ve petrolün direk merkezi hükümet üzerinden alınması gibi.
Fakat tüm bunlar yapılmadı ve 25 Eylül 2017 tarihinde sözde bir referandum yapıldı.
Bu tarihten sonra yaptırımların konuşulması bile abesle iştigaldir.
Artık eylem zamanıdır.
Tehditler yersiz ve anlamsızdır.
Görüldüğü gibi Barzani’de dikkate almamaktadır.
Peki ne yapılmalıdır.
Öncelikle Irak merkezi hükümeti ile sıkı bir dostluk köprüsü oluşturulmalı ve bir daha devlet dışı aktörlerin muhatap alınmayacağı belirtilmelidir.
İran ve Suriye ile de yakın işbirliği kurularak tehdidin bölgeyi ilgilendirdiği gerçeği iyi anlatılmalı ve güven verilmelidir.
Bu adımları takiben sınır kapılarının güzergahı merkezi hükümetin kontrolünün güvenli sağlanacağı Türkmen bölgesinden olmalıdır. Bu hem İran hem de Türkiye için geçerlidir.
Petrol vanalarını kapatmak değil, petrol gelirlerini Irak merkezi hükümetine aktarmak için gerekli anlaşmalar yapılmalıdır.
Barzani teröristi hiçbir şekilde muhatap alınmamalıdır.
Askeri operasyonun gerekli olduğu hallerde Irak hükümetine İran ile birlikte gerekli destek güçlü şekilde verilmelidir.
Eğer Irak hükümeti dış istihbarat örgütlerinin yardımı ile yenilirse biliniz ki her şey daha da zor olacaktır.
Son olarak şunu da belirtmem gerekmektedir.
Orta Doğu ile ilgili politika geliştiriyorsanız mutlaka alternatif politikalarda geliştirmelisiniz.
Bu çerçevede emperyal ülkelerin baskısı ile eğer Barzani yapılanması Irak hükümetine kabul ettirilirse Türkiye’nin Irak’ta bir konfederal yapıyı öne sürmesi gerekir.
Bu konfederal yapı üçlü olmalı.
Birincisi Irak Hükümeti.
İkincisi Duhok, Erbil ve Süleymaniye’yi içine alan ve yaklaşık 40 bin kilometrekarelik Kürt Bölgesi.
Üçüncüsü; Mendeli, Kirfi, Karatepe, Tuzhurmatu, Tazehurmatu, Kerkük, Altunköprü ve Telefer’i içine alan Türkmen Bölgesi.
Bu şartla emperyal devletlerle görüşme yapılmalı.
Kendimize güvenerek bu istekte diretebiliriz.
Çünkü Türkiye’ye sormadan bu bölgede karar alabilirler ama Türkiye’ye onaylatmadan bu bölgede aldıkları kararları uygulatamazlar.
Bu unutulmamalıdır.
İsrail Genelkurmay Başkan Yardımcısı ve İsrail Adalet Bakanının açık bir şekilde Barzani tarafından yapılmak istenen referandumun yapılmasını ve bir Barzanistan Devleti’nin de kurulmasını desteklediklerini ilan etmeleri.
Bu açıklamaları İsrail Başbakanı Netanyahu’da “Bağımsız bir Kürdistan Devleti kurulmalı” sözleri ile desteklemesi.
Arap coğrafyasında ciddi bir kaynama meydana getirdi.
Araplar başta Irak olmak üzere Barzani’ye karşı harekete geçtiler.
Irak Parlementosu, önce referandumu ret etti sonra Irak Türkmenlerinin önerisi doğrultusunda ABD istihbaratının bir elemanı gibi çalışan Kerkük valisinin görevden alınması için Irak Başbakanı İbadi’ye yazı yazdılar ve İbadi, Kerkük valisini görevden aldı ve Irak Parlementosu’da bunu onadı.
Irak Başbakanı İbadi yaptığı açıklama ile de referandumun yapılmaması gerektiğini belirterek Barzani’yi uyardı.
Barzani’yi kullanan ülkeler, Araplardaki bu hareketlenmenin İran’ın işine yarayacağını ve kurmak istedikleri Barzanistan’ın yaşama şansını kaybedeceğini görerek, harekete geçtiler ve dün Dohuk, Erbil ve Süleymaniye’de Barzani ve diğer peşmerge unsurları ile görüşmeler yaptılar.
Peki bu toplantıya kimler katıldı.
ABD, İngiltere, Fransa, Almanya büyükelçileri ve BM temsilcisi.
Yapılan toplantılarda güya gündeme getirdikleri bilgileri CIA aracılığı ile Türkiye’deki bazı gazetecilere sızdırdılar. Bugün göreceksiniz büyük bir marifetle köşelerinde yazacaklar.
Basına sızdırılan bilgilerde Barzani’nin referandumu ya iki yıl ertelemesini, yada ABD’nin desteğini keseceğini, yada kendi bölgesi olan Dohuk, Süleymaniye ve Erbil’de yapılmasını önerdikleri belirtildi.
Oysaki bize göre orada Kerkük’ün kontrolünün sağlamlaştırılması ve hiçbir şekilde Kerkük’den vazgeçilmemesi konusunda uşakları olan Barzani teşvik edildi.
Barzani bu cesaretle Erbil’den Kerkük’e askeri hareketlilik başlattı. Talabani bölgesinden de kuvvetler Kerkük’e getirildi.
Böylece referandum yaygarasını asıl amacı olan Kerkük’ü kontrol altına almak ve Irak Devleti ve uluslararası topluma da kabul ettirmek için önemli bir süreç başlatıldı.
Muhtemelen bu ülkelerin temsilcileri Irak ile yapacakları görüşmelerde de referandumun ertelenmesi karşılığında Kerkük’ün kontrolünün Barzani’ye bırakılmasını isteyecekler.
Asıl amaç da zaten budur.
Diğer yandan Türkiye’deki Barzani uzantıları da harekete geçirildi.
Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK) Başkanı Mustafa Özçelik, Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) Genel Sekreteri Mesut Tek, Kürdistan Demokrat Partisi (PDK-Bakur) Genel Başkanı Sertaç Bucak ve Azadi Hareketi'nden Sıtkı Zilan, ABD ve AB temsilcileri nezdinde girişimleri başlattılar.
Yine dini bazı tarikat önderleri aracılığı ile bölgedeki bazı aşiretler harekete geçirildi. Toplantılar planlandı.
Televizyonların açık oturum toplantılarına katılan bazı kişiler aracılığı ile de Türkmenlerin dile getirilmesinin ve Kürt Devleti’ne karşı çıkmanın Kürtleri rencide ettiği ve Kerkük’ün sadece Türkmenlere ait olmadığı ekseninde bir propoganda başlatıldı.
Oysa Barzani’nin bir Kürt Devleti değil İsrail’in ön karakolu olarak oluşturulmaya çalışıldığı ve bu süreçte Kürtlerin kullanıldığı gizlendi.
Peki tüm bu gelişmeler yaşanırken Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yaptı?
Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklama ile referandumdan vazgeçilmesi gerektiğini belirtti ve yoksa bunun bir bedeli olacağını açıkladı.
Yine Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’da benzer açıklamalarda bulundu.
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’da aynı şekilde bir açıklama yaptı.
Yani Türkiye nasıl 1991 sonrası sürecin dışında kaldı ve Erbil’i kaybetti ise,
Nasıl 2003 sonrası sürece dahil olmadığı için tamamen bir Türkmen şehri olan Kerkük’ün kontrolünün Barzani’nin eline geçmesinin önünü açtı ise,
Bugünde yapılan açıklamalar la Kerkük’ün Barzanistan’ın bir şehri olmasına göz yumacağı anlaşılıyor.
Çünkü;
Birincisi Barzani’nin asıl amacı zaten refarandumdan ziyade Kerkük’ü tamamen kontrolünü sağlamak ve bunu Irak Devleti’ne kabul ettirmek.
Bu nedenle Türk Dışişleri Bakanlığı Kerkük üzerinde yoğunlaşması gerekirken bu konuda sadece İbrahim Kalın Kerkük’ü dile getirdi.
İkincisi sürece dahil olmadığınız zaman emperyal ülkelerin kapınızın önünde toplantılar yaparak bölgeyi şekillendirmeleri doğaldır.
Açıklamalar la bu işin üstesinden gelemezsiniz.
Yaptırımlar ve gerekirse fiili müdahale şart.
Bu konuda uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız varken bunu bile dile getirmesi gereken Dışişleri Bakanlığı uyuyor.
Nedir bu haklar?
Öncelikle Irak’ın toprak bütünlüğü bozulması durumunda daha önce yaptığımız anlaşmaların hükmünü yitirmesi ve yeni bir diplomasi sürecinin başlatılması gerçeği.
İkincisi orada bizim uzantılarımız olan toplumların can güvenliği ve korunma talepleri.
Üçüncüsü gerek Kerkük ve gerekse diğer Türkmen şehirlerinde yapılan etnik temizlik ve demografik yapının değiştirilmesi konusunun uluslararası mahkemelere taşınması.
Bütün bunlarla ilgili hiçbir çalışma görmüyoruz.
Dışişleri Bakanlığında diplomat mı kalmadı yoksa başka saiklermi var anlaşılması güç.
Bunun için biçilmiş kaftan Barzani ailesidir.
Peki Barzani ailesinin etkinliği nereden kaynaklanmaktadır ve Türkiye’de bugün İslamcı iktidar tarafından neden dikkate alınmaktadır?
Musul’a bağlı Barzan Kasabası’ndan olan Barzani ailesi, Hakkari’ye yakın bir bölgede yaşamakta idi.
Barzani ailesinden olan Tacettin’in buraya tekke açarak tasavvufla ilgilenmesi ile adını duyurmaya başladı.
Nakşibendi Şeyh’i Seyit Taha’nın Nakşibendiliğin Halidiye ekolü adına icazet vermesi ile de gücünü artırdı.
II. Abdülselam Barzani döneminde; Kürtçülük hareketleri içerisinde yer aldı ve 1907 yılında diğer Kürt aşiretleri ile birlikte Osmanlı Devleti’ne karşı bir başkaldırı metni yayımlayarak Kürtçe eğitim ve idarecilerin Kürt olmasını istedi
Barzani ailesi Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarına destek verdi.
1959 Kerkük katliamını gerçekleştirdi.
1960 ihtilali sonrası Türkiye’de Türkiye Kürdistan demokrat Partisi adıyla örgütlendi.
Temel anlayışı Pankürdist bir yapılanma olan Barzani’nin merkez olarak hep Kerkük’ü düşündüğünü görmekteyiz.
Türkiye’de HAK-PAR, KADEP, Türkiye Sosyalist Partisi ve Kürt kültürünü Araştırma Vakfı gibi yapılarla yakın çalıştı.
Barzani ailesi akaryakıt, sigara, şeker ve çay kaçakçılığı gibi bilumum kaçakçılığı yönetti. Nakliye işlerinden büyük oranda pay aldı.
Türkiye’deki etkisini artırmak için Türkiye’den öğrencileri oraya götürdü Türkiye’de birçok kişiye oturma izni sağladı.
Türkiye’nin desteği ile kurulan Kürdistan tv aracılığı ile Kürtçü propoganda yapıldı.
Türkiye’de birçok aşirete ile yakın çalışarak onlar aracılığı ile Kürtçülük faaliyetlerini Türkiye’de geliştirdi.
Bunlardan bazıları siyasal iktidarlara yakın çalışan aşiretler olduğu için hükümetleri de etkileyebildi. Bugün olduğu gibi.
Barzani’nin son çıkışı ile mezhep konusunu gündeme getirmesi ise oldukça iyi formüle edilmiş bir düşünce.
Çünkü Barzani bu çıkışı ile bir taraftan Türkiye’deki siyasal iktidara ben sunni bir Müslüman olarak Irak’ta Şiilerin baskısına uğruyorum bu yüzden ayrı bir yapılanmaya gitmem gerekir derken diğer yandan Irak içerisinde Kürt nüfusunun olmadığı ve çoğunlukla Türkmen ve Arap olan bölgeleri yani Musul, Kerkük gibi yerleri sunni İslam adına işgal etme planını devreye sokmuş görünüyor.
Bu planı Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaştırabilirse ne ala.
Ancak o pek mümkün görünmüyor.
Rusya ve İran dolayısıyla.
Türkiye üzerinden İslamcı yapılanmalar aracılığı ile kendisini kabul ettirmeye çalışan Barzani Pankürdist bir kişidir ve asıl amacı Türkiye, Irak, İran ve Suriye’den koparılacak olan topraklar üzerinde ABD, İsrail ve İngiltere’nin korumasında bir uydu devlet yaratmaktır.
Türkiye’de çeşitli tarikat ve cemaatler aracılığı ile Barzani’nin siyasal iktidara pazarlanmasının nedeni ise Türkiye’deki dini yapıların liderlerinin kimliği ile alakalıdır.
Genelde Türk Devleti ve Türk Hükümeti bunu bilmelidir.
Amacımız Türkiye’nin bir ve bütün kalması için uyarıdır.
Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’de oluşabilecek bir Kürtçü yapılanma da Türkiye’nin bağımsızlığını sürdürmesi bile zordur.
Bakınız son olarak bir şeyi daha hatırlatmak isterim.
Bu bölgeler ile ilgili gerek Osmanlı’nın 1914 nüfus sayımı gerekse Musul sorunu dolayısı ile hazırlanan Birleşmiş milletler raporları incelenirse görülecektir ki Erbil’de dahil bölge nüfusunun %80’de fazlası Türktür. Sadece Musul şehrinin çoğunluğu Arap’tır.
Kürtlerin etkin olduğu yer ise Süleymaniye’dir.
Bu nedenle İngilizler Mandaterlik dönemlerinde Şeyh Mahmut’a Süleymaniye erkliğini vermişlerdir.
Çünkü Kerkük, jeostratejik olarak Suriye Türkmen bölgesi ve Güney Azerbaycan arasında bir geçiş koridoru görevini üslenmektedir.
Yani Kerkük; ABD, İsrail ve İngiltere öncülüğünde kurulacak olan kukla Kürdistan’ın Başkanı Terörist Barzani’ye bırakılırsa, bu bölgedeki Türk varlığı ve gücü sona erdirilmiş olacak ve bir daha bir araya gelme şanslarını kaybedecekleri gibi Güney Azerbaycan, Irak Türkmenleri ve Suriye Türkmenlerinin siyasal anlamda organize olmalarının da önüne geçilmiş olacaktır.
Diğer yandan Türkiye’nin toprak bütünlüğü tehdit altına girecek hatta şu anda değerli yalnızlığı fırsat olarak kullanılarak, Türkiye’nin parçalanması süreci başlatılmış olacaktır.
Kerkük’ün jeostratejik önemi ise yüzeye yakın ve kaliteli olan petrolüdür ki bu petrol sayesinde oluşturulacak olan Kürdistan’ın yaşaması sağlanacaktır.
Bu süreçte Rusya’nın Afrin’e yerleşmesi ise Suriye’de oluşturulmaya çalışılan Kürt federasyonuna hizmet etmektedir. Türkiye’nin çekingen tavrını fırsat bilen Rusya, Afrin’e yerleşerek Türkiye’nin Suriye Türkmen bölgesi oluşturmasının önüne geçmiş ve PYD/YPG güçlerinin ezilmesine müsaade etmemiştir.
Rusya böylece batılı ülkelere, Kürtler için bir devlet istiyorsanız bu benim içinde olmadığım bir planla olmaz mesajını vermiştir.
Türkiye’nin bu projelerden haberdar olmaması elbette mümkün değil. Ancak Türkiye’nin ciddi açmazları var.
Öncelikle siyasal iktidarın cemaat ve tarikatlarla koalisyon içerisinde hareket etmesi, siyasal islama göre politikaların belirlenmesini getiriyor ki bu da Orta Doğu gerçeğinden çok uzak ve tamamen ideolojik adımların atılmasına neden oluyor.
Bu atılan adımların yüzünden Türkiye, gerek Orta Doğu’da gerekse dünyanın diğer bölgelerinde radikal İslami gurupların sempatisini toplasa da, var olan devletlerin ciddi anlamda Türkiye’den uzaklaşmasına neden oluyor.
Türkiye’de siyasal iktidarın bu cendereden kurtulması için mutlaka iktidarı MHP ve CHP bürokratları ile paylaşması ve ideolojik adımlardan ve söylemlerden vazgeçmesi gerekmektedir.
Denilebilir ki zaten MHP ile birlikte hareket ediyor.
Hayır. MHP’nin devlete içeride ve dışarıda kurulan kumpasın sona erdirilmesi için AKP ye hiçbir beklenti içerisinde olmadan destek verdiği doğru.
Çünkü MHP gerek açılım süreci ile gerekse FETÖ terör örgütü ile Türkiye’nin bir uçurumun kenarına getirildiğini görmüş ve tereddüt etmeden destek vermiştir.
AKP; MHP kadrolarını öncü birlik olarak; Emniyette, Genelkurmayda ve istihbaratta kullanarak bu durumu bertaraf etmiş ancak hiçbir zaman MHP’ye yakın bürokratları devletin karar organlarına getirmemiştir.
Doğrudur bazı MHP kökenli kişilere yer verilmiştir. Ancak onlar siyasal islamın öngördüğü hedefe yürümeye gönüllü olan kişilerdir.
Bakınız Kuzey Irak’ta kurulacak devlet ile ilgili Sayın Devlet Bahçeli’nin savaş nedeni çıkışına bile iktidar Başbakan düzeyinde karşı çıktı.
Yani iktidarda aynı düşünce ve politika devam etmekte.
Oysa İktidarı elinde bulunduranlar bu ülkenin yetişmiş ve dünya da etkili olan vatandaşlarını liyakat esasına göre göreve getirmiş olsalar, emin olunuz ki Türkiye çok şey kazanacaktır.
Sonuç olarak Türkiye’nin dogmatik, karşılığı olmayan Orta Doğu ya yönelik politikalardan vaz geçerek, Türkiye’nin güvenliği ve menfaatinin orada yaşayan Türklerden geçtiğini anlayarak politika belirlemesi ve oluşturulmaya çalışılan Kürt bölgesinin Türk Milleti ve Türkiye’nin etki ve hakimiyetini sona erdirmek için yapıldığını artık algılaması gerekmektedir.
Aslında Türklerin Anadolu’ya geçişleri konusun da 1071 tarihi oldukça geç bir tarihtir.
Çünkü Anadolu’da bugün araştırmacılar tarafından bulunan runik yazıları, Türklerin Anadolu’ya çok erken tarihlerde gediğini ispat etmektedir.
Diğer yandan Amasya civarında bulunan İskitlere ait kümbetin ve Doğu Anadolu’da bulunan kalıntıların Türklerin Anadolu’da çok eski tarihlerde siyasal organizasyonlar meydana getirdiğini de ispat etmektedir.
Aslında bu bulgular oldukça gerçekçidir.
Çünkü Türkler Mezopotamya da Sümerlerle birlikte M:Ö 3500 lere kadar giden bir geçmişe sahipken ve burada dünyanın ilk medeniyetini kurmuşken, Anadolu’dan uzak kalmış olduklarını söylemek oldukça anlamsızdır.
Aslında bu konudaki hatalarımız sadece Anadolu ile ilgili de değildir.
Türklerin Avrupa’ya geçişi ile ilgili de yıllarca benzer hatalarla beylikler ve teşkilatlı olarak Osmanlı dönemine atıf yapılmaktadır.
Oysaki Türklerin Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya geçmesi miladi 3 v 4. yüzyıla kadar inmektedir.
Zaten 5. yüzyıldan itibaren önce Avrupa Hun Devleti ile başlayan siyasi hakimiyet, hatta dünya imparatorluğu, Avarlar ile devam etmiş, Peçenek, Kuman(Kıpçak), Uzlar’ın etkinliği ile Karadeniz’in kuzeyinde etkili olmuştur.
Bu gün Karadeniz’in kuzeyinde bulunan toplumların önemli bir kısmının oluşumun da da Türkler etkili olmuştur.
Oysa biz bu gün sadece Uzlar’ı(Gagauzları) bilmekteyiz.
Bütün bu gerçekler yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından bilinmekte iken, öyle ise bu kadar bariz hatalar nasıl yapılmakta?
Aslında sorunun cevabı oldukça basit.
Türklerin İslamlaşma ile birlikte kendi kimlik, dil ve tarihlerinden uzaklaşmaları ile alakalıdır.
Hatta Türkler kendi isimlerini bile koyamaz hale gelmişlerdir.
Bu nedenle de bu yeni İslam kimliğine uygun yeni bir tarih anlayışı geliştirilmeye çalışılmış, halada çalışılmaktadır.
Türk tarihi, Türklerin 8. yüzyıldan itibaren toplu olarak Müslümanlaştığı tezini işleyerek, Türklerin İlk Müslüman Türk Devletlerinden itibaren siyasal organizasyonları dikkate almış ve Selçuklu ve Osmanlı ile devam ettirmiştir.
Bundan önceki geçmişe ise; Abbasi, Emevi, Dört Halife, Hazreti Peygamber dönemi ve İslam öncesi cahiliye dönemi olarak bir geçmiş inşa edilmiştir.
Bu yaklaşım, Cumhuriyetin ilk yıllarında Atatürk tarafından yanlış bulunarak Türklerin şanlı geçmişleri açığa çıkarılmaya çalışılmıştır.
Ancak sonraki yıllarda Nurettin Topçu gibi yazarlar bunları Anadoluculuk olarak işlemiş, Aykut Edibali gurubu devam ettirmiş ve genelde İslami guruplar tarafından da sahiplenilerek günümüze kadar getirilmiştir.
Türk Siyasi tarihi açısından Alpslan, Türklerin Anadolu’ya yoğun olarak gelişini sağlayan Hükümdar.
Fatih, Türklerin Anadolu’da iskan ettirilerek kalıcı olmalarını sağlayan Hükümdar.
Mustafa Kemal Atatürk ise; Türklerin Anadolu’da kalıcı olduğunu ve buranın tıpkı Türkistan gibi Türklerin vatanı olduğunu bütün dünya ya kabul ettiren Cumhurbaşkanıdır.
Türk Milleti için onlar birere değerdir.
Öyle de olmaya devam edeceklerdir.
Bura da sorun milli tarih şuuru eksikliğidir.
Milli Tarih Şuuru olmadığı için milli şahsiyetler yetiştirmekte de güçlük çekmekteyiz.
Toplumun gerçeklerini ortaya koyamamaktayız.
Ismarlama yazımlar yapılarak Türk Milleti’nin emperyal bir cenderenin içerisinde erimesine katkı sunmaktayız.
İlginç olan ise Türkler bu cendereye esir millet olarak düşmemiştir.
Hakim olduğunuz bir coğrafya da dilinizden, tarihinizden ve kimliğinizden uzaklaşan bir anlayışa sürüklenilmiştir.
Çok şükür cılızda olsa birileri bu gerçeği her platformda dile getirme cesareti gösterebiliyor.
Zaman zaman ağır bedeller ödemek uğruna.
Abstract
From the beginning of the 20th century, Turks who live in South Azerbaijan located in North-western Iran, have been in an uphill struggle to obtain their democratic rights and freedom. Until the beginning of 1990s, this struggle had been appeared in the form of utterance of democratic rights and demands, in the axis of Iranianism and Iran’s territorial integrity. After 1990s there was a transformation in their democratic rights and liberation demands and the notion of the establishment of South Azerbaijan as an independent state has been started to put into words. This transformation in the demands of South Azerbaijan Turks cannot be divorced from the developments in the world and the region naturally.
In this study, after the summarization of the national struggle of the South Azerbaijan Turks, we will evaluate their demands in each periods and complete the study with a general review.
1925 yılında İran’da Pehlevi Hanedanlığı’nın iktidara gelmesi ile birlikte başlatılan farslılaştırma politikası; 1941 yılına kadar İngiltere’nin himayesinde, 1941 yılından 1979 yılına kadarda ABD ve İngiltere’nin doğrudan kontrolü altında devam etmiş ve Güney Azerbaycan Türklerinin idari, ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda etkisizleştirilmesi amaçlanmıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi ile başlayan yeni yönetim anlayışı da, Güney Azerbaycan Türklerine Pehlevi döneminde olduğu gibi asimilasyon, baskı, ötekileştirme ve yok sayma siyasetini uygulamaya devam etmiştir. Bu nedenle Güney Azerbaycan Türklerinde 1990 lı yıllardan itibaren milli bilincin uyanmaya başladığı ve uluslararası düzeyde tanıtılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Türk milliyeti ekseninde gelişen Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nde; “Bağımsız Azerbaycan”, “Birleşik Azerbaycan”, “Oğuz Birliği” ve “Turan Birliği” gibi kavramlarda kullanılır olmuştur. Güney Azerbaycan Milli Hareketi, 1995 yılında kurulan Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı ile teşkilatlı bir hale dönüşmüş ve uluslararası platformda yer almaya başlamıştır. Başkanlığını Mahmut Ali Çehreganlı’nın yaptığı Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtının amacı; milleti uyandırıp, dilini, kültürünü, tarihini ayağa kaldırmak olarak belirtilmiştir.
Bizde bu çalışmamızda; Güney Azerbaycan Milli Oyanış Harekâtı’nın kuruluşu, teşkilat yapısı, tüzüğü ve faaliyetleri hakkında bizzat üyelerinin vermiş olduğu bilgiler ve birinci elden kaynaklar doğrultusunda bir çalışma hazırlayacağız. Amacımız Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nin tüm yönleri ile uluslararası literatüre dahil edilmesidir.
Anahtar Kelimeler; Güney Azerbaycan, GAMOH, İran, Mahmut Ali Çehreganlı
South Azerbaijan National Liberation Movement
(GAMOH)
Abstract
In 1925 Pahlavi dynasty came into power with policy of change all nation in Iran to Persian. It was under protection till 1941 by England, between 1941 and 1979 was controlled by United Nations and under the direct control of the UK. It was aimed to neutralize the South Azerbaijani Turks in administrative, economic, cultural and political areas.The new management concept that started with the Iranian Islamic Revolution in 1979 continued to apply the policy of assimilation, oppression, othering and ignoring as it was during the Pahlavi period for the South Azerbaijani Turks. Therefore South Azerbaijan Turks started to rise up with national consciousness and it started to be presented in international arenas.
Durıng the South Azerbaijan National Movement that developed wıthin the axis of Turkish nationality; it has been used in concepts such as "Independent Azerbaijan", "United Azerbaijan", "Oguz Union" and "Turan Union".South Azerbaijan National Movement became an organization with South Azerbaijan National Liberation Movement established in 1995 and started to take place on an the international scale the Presindent of South Azerbaijan National Liberation Movement Mahmut Ali Cehreqanli`s purpose is awake nation and rise language and culture as well as to make history clear.
In our work, we will prepare a study on establishment of the South Azerbaijan National Liberation, structure, regulations, and activities with direct information from members of this movement. Our aim is to include all aspects of the South Azerbaijan National Movement into international literature.
Keywords; South Azerbaijan, GAMOH, Iran, Mahmut Ali Cehreqanlı
Bu söylenenleri yer ismi olarak ifade edecek olursak; Ermeniler tarihleri boyunca çoğunlukla bugünkü Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan toprakları, Doğu Türkiye, Batı ve Kuzeybatı İran, Kuzey Irak, kısmen Kuzey Suriye ve Kilikya denilen bölgede yaşamışlardır.
Size vermiş olduğumuz bu sınırlar Ermeni kaynaklarına göre verilmiş olup, bu kaynaklar çerçevesinde değerlendirilse bile Hudutları kesin olarak belli olmayan bu yerlerde Ermeni nüfusun hiçbir zaman hakim unsur hatta çoğunluk olmadığı, bölge ve vilayet taksimlerine bakıldığı zaman görülmektedir.
Bu gün Ermenistan tarafından propaganda malzemesi olarak ta kullanılan bazı Türk şehirlerinin nüfus durumlarına 1914 Osmanlı nüfus istatistiği ne baktığımız zaman nüfus oranlarının ne kadar olduğunu görebiliriz.
Görüldüğü üzere uzun bir çalışma sonucunda son derece ciddi hazırlanan bu nüfus istatistiği Ermeni yer değiştirme kanunundan önce hazırlanmıştır. Bu istatistikte sizlerin dikkatine sunmak istediğim iller ise özellikle Ermenistan tarafından bugün yer değiştirme kanunu sonrası kaybedilen iller olarak anılan illerdir. Başta Sivas, Diyarbakır, Erzurum ve Van gibi iller ile ilgili iddiaların ne kadar anlamsız ve uydurma olduğu istatistiklerde görülmektedir.
Aslına bakarsanız bugün Ermenistan’ın Başkenti olarak kullanılan Erivan’ın nüfusunun bile yakın geçmişe kadar Türk çoğunluğa sahip olduğu bilinmektedir. Bunu Amerikalı Tarihçi Prof. Justin Mc Carthy’de ifade etmektedir.
Konuşmama başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. “Türklerde İslam Anlayışı, Türk Kültüründe Hoşgörü ve Bölgesel Hegemonik İlişkiler” başlıklı panelimize teşriflerinizden dolayı İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi adına çok teşekkür ederim.
Sayın Rektörümüzün önerisi ile bu paneli hazırlarken gerek Fakülte içerisinde ilgili arkadaşlarla yaptığımız görüşmelerde gerekse disiplinler arası çalışmanın gereği olarak diğer fakültelerle yaptığımız görüşmeler sonucunda bu başlığa ulaştık. Neden bu başlık? Bunu sizlere kısaca izah etmek istiyorum. Çünkü konu ile ilgili zaten alanında uzman bilim insanlarımız ayrıntılı bir şekilde birazdan bizleri bilgilendireceklerdir. Sizlerin huzurunda misafir bilim insanlarımıza ayrı ayrı teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Söylediğim gibi neden bu başlık? Öncelikle “Türklerde İslam Anlayışı”. Çünkü ülkemizde, bölgemizde, hatta dünyada İslam adına yaşanan gelişmeler bizi ciddi olarak endişelendirmektedir. “İslam tektir” mantığıyla bu sorumluluktan kaçamayız. Elbette “İslam tektir” ancak bugün “Taliban İslam Anlayışı, El Kaide İslam Anlayışı, El Nusra İslam Anlayışı, İşid İslam Anlayışı, Selefi İslam Anlayışı, Hizbullah İslam Anlayışı ve Boko Haram İslam Anlayışı” dünyada en fazla tanınan İslam anlayışları olarak ön plana çıkarken o “Tek İslam Anlayışı” nın bunlar neresindedir?
Türk-İslam anlayışı bu saydığımız uygulamalarla uyuşmakta mıdır? Ayrıldıkları noktalar nelerdir?
Bu İslam anlayışları temel İslam anlayışında değilse bunlar birer proje midir?
Öyleyse kimin projesidir?
Tüm bu sorulara cevap aramaktayız.
Bu konunun Türkiye’yi ilgilendirmediği tezi ile hareket ederek sorumluluktan kaçamayız ya da “Bu çocuklar bizim yaramaz haylaz çocuklarımız” mantığıyla bu sorunu çözemeyiz büyütürüz.
Çünkü bugün Türkiye’ de yapılan araştırmalarda yukarıda saymış olduğum “Radikal İslam” a yakın duran yüzde sekiz gibi geniş bir kitle bulunmaktadır.
Bu bir demokratik ülke için ciddi bir tehdittir.
İkinci başlığımız “Türk Kültüründe Hoşgörü Anlayışı”.
Bu konu Türklerde İslam öncesi dönem den başlayarak günümüz kadar çok telaffuz edilen, uygulanan ve çoğu zamanda Türkler aleyhine gelişen bir konu olup bütün buna rağmen Volter’den Gladston’a, Loyld George’den Clamensu’ya kadar Türkler hakkında resmi ağızdan söylenenler ortadadır. Ya da Oryantalist yazarlar ve sözde Türk uzantıları tarafından Türkleri köksüz, saldırgan, barbar bir toplum olarak sunma gayretleri bütün bu hoşgörüye rağmen bir gerçektir. Bu nedenle bu konunun gerek din anlayışı, gerekse sosyal hayat açısından sıcak tutulması ve dünyaya anlatılması gerekmektedir.
Bakınız, Fatih Sultan Mehmet’ in Balkanlarda ilan edilen fermanından, on beşinci yüzyılın sonlarına doğru Musevilere gösterilen ilgiye, on sekiz ve on dokuzuncu yüzyıllarda Lehler ve Macarlara gösterilen hoşgörüden, yirminci yüzyılda Musevilere, Araplar ve Kürtlere gösterilen hoşgörü anlayışı somut göstergeler olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hatta bugün aleyhimizde her türlü faaliyetler içersinde bulunan Ermenistan vatandaşlarının Türkiye’ de çalışmasına dahi izin veren bir anlayış ortadadır.
Hatta hatta terör örgütü üyesi olarak nitelediğimiz PKK ve uzantılarının dahi Ayn-el Arap’tan Türkiye’ ye geçip tedavi olmalarına bile müsaade edilen hoşgörü anlayışına rastlamak mümkündür. Genel olarak ise Osmanlı Dönemi’nin on altıncı yüzyıl sonrası ve Cumhuriyetin 1938 sonrası ortaya koyduğu politikalar çerçevesinde Türkleri bizim çocuklarımız olarak ötekileştirirken diğer unsurları baş tacı etme hoşgörü anlayışı kaydedeceğimiz konulardandır.
Bütün bu çerçevede sorularımıza cevap ararken üniversite yıllarından bu yana tanıdığım, büyük oranda faydalandığım saygıdeğer Hocam Prof. Dr. Mustafa ERKAL tahmin ediyorum bizi fazlasıyla aydınlatacaktır.
Üçüncü başlığımız ise “Bölgesel Hegemonik İlişkiler”.
Bölgelerden kastımız Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlardır ancak daha çok Ortadoğu’daki emperyal devletlerin hedefleri, araçlar ve planlarını merak etmekteyiz.
Çünkü İngiltere tarafından sınırları çizilen, bugün çok geniş bir sahayı içine alana Ortadoğu, hegemonik ilişkilerin en fazla yaşandığı coğrafyadır.
Tarihten bugüne bu coğrafyada dünyayı yönlendiren devletlerin rolleri ve uğraşları olmuştur.
Bu nedenle bu konu ile ilgili soruların burada bir kez daha cevaplanmasını amaçlamaktayız.
Bütün bu hegemonik ilişkilerin gerçekleştiği coğrafyada Türkiye merkezi konumda bulunmaktadır.
Bu nedenle bu hegemonik ilişkilerin Türkiye neresindedir?
Türkiye’nin Bölge ve emperyal devletlerle ilişkileri nasıldır?
Bölge merkezli mi, emperyal devletler merkezli mi politika üretmektedir? Aktör müdür, araç mıdır?
Bölgede yaşanan sıcak gelişmelerin orta ve uzun vadede Türkiye’ye etkisi ne olacaktır?
Bütün bu sorulara cevap aramaktayız.
Burada son olarak şunu ifade etmeliyim ki; panelimizde konuşmacı olarak yer alan saygıdeğer hocalarımızın gerçekten alanlarında önemli isimler olarak bizlere merak ettiğimiz tüm bu sorular çerçevesinde bilgi vereceklerine eminim. Tekrar konuşmacılarımıza bizi kırmayıp geldikleri ve bizi aydınlatacakları için teşekkür ederim.
Saygılarımla
3 Şubat 1992 tarihinde Ermenistan Dışişleri Bakanı ile Azerbaycan Dışişleri Bakanı’nın da bir araya getirilmesi ve bu toplantıya Rus Dışişleri Bakanı’nda katılması ile orada alınan karar gereğince sorunun barışçıl yollarla çözülmesine karar verilmesi ve bu soykırımın 20 Şubat 1992 tarihli ateşkes mutabakatından sonra olmasını özellikle kaydediyoruz.
Çünkü Ermenistan bununla uluslar arası hukuka uymadığını ortaya koymuş ve uluslar arası toplumun gözleri önünde bu soykırımı gerçekleştirmiştir.
Diğer taraftan “Hocalı Soykırımı” bir başlangıç teşkil etmiş, bu tarihten sonra Karabağ’a koridorlar açmak amacıyla Ermenistan, işgallerine devam etmiş, AGİK sürecinde Minsk Grubunun çalışmalar yaptığı esnada, Laçin bölgesini işgal etmiş, 7 Aralık 1992 Minsk Grubunun çalışmalarını akabinde, 3 gün sonra da Kubatlı ve Zengilan bölgeleri işgal edilmiş, bunu takiben de Kelbecer ve Fuzuli’yi işgal eden Ermenistan, büyük bir etnik temizlik ve göç ettirme uygulamalarına devam etmiştir.
Böylece Azerbaycan ile Karabağ’ın ve Özerk Nahcivan’ın bağlantısı kesilmiş, Nahcivan büyük bir tehdit altında kalırken, açlığa da mahkûm edilmiştir
Bu durumun bir başka sonucu ise, genelde Türk Dünyası ile Türkiye’nin, özelde
Türkiye ile Azerbaycan’ın kara bağlantısının kesilmesine neden olmuştur ki, bu şekliyle sorunun sadece Azerbaycan’ın sorunu olmadığı, Türkiye’nin ve Türk Dünyası’nın da sorunu olduğu gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
Öbür yandan bu işgaller ile birlikte ortaya çıkan bir milyon civarındaki göçgünler; soğuk, salgın hastalık, açlık ve susuzluk ile karşı karşıya kalmışlar, bu sefalet durumu ise hala devam etmektedir.
Ermenistan’ın bu olayları pervasız bir şekilde yaptığını söylemek bize göre mümkün olmayıp, büyük bir güvence ile yaptığını söylemek daha doğru olacaktır.
Çünkü Ermenistan oldukça küçük bir ülke olmasının yanında ekonomik, askeri, coğrafi ve stratejik açıdan da yardıma muhtaç bir ülkedir. Bu sebeple Türkiye’nin bölgesel güç olmasını istemeyen güç odakları Türkiye-Türk Dünyası bağlantısını kesmek için bu olaylara göz yumdukları ortaya çıkmaktadır.
Giresun Üniversitesi öncülüğünde ortaya konan bu metin ile altında imzası bulunanlar olarak yukarıda kısaca izah ettiğimiz Hocalı Katliamı ve devam eden etnik temizlik harekâtını, 1948 Birleşmiş Milletler sözleşmesinin açık hükmü gereğince TÜRK SOYKIRIMI olarak tanımlıyoruz. Bu nedenle bu insanlık dışı uygulamayı şiddetle ve nefretle kınıyoruz.
Efendim, Azerbaycan Türklerinin vatanları yani gerek bugün bağımsız olan Kuzey Azerbaycan gerekse 30 Milyona yakın nüfusu ile işgal altındaki Güney Azerbaycan jeopolitik ve jeostratejik konumu nedeni ile maalesef tarihin birçok döneminde emperyalist devletlerin saldırılarına, işgallerine, katliamlarına, hatta soykırımlarına uğramıştır. Azerbaycan Türkleri için Ocak Ayı “Kara Ocak” olarak yerini alırken, Şubat ayı Hocalı Soykırımı nedeni ile Soykırım Ayı, Mart ayı da 31 Mart 1918 tarihindeki Faşist Ermeni Yönetimi tarafından 10 binlerce Türk’ün katliamı ile katliam ayı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilindiği üzere 20 Ocak 1990 tarihinde gerçekleşen katliamın süreci 1988 yılında Faşist Ermeni Yönetimi tarafından tam bir ırkçı anlayışla etnik temizlik başlatmaları ve 200 binden fazla Azeri Türk’ünü Ermenistan ve Karabağ’dan çıkarmaları ile başlamış, akabinde Sovyet emperyalizminin müdahalesi ile Karabağ’ın statüsü değiştirilmiştir. Bunu Karabağ’ın kaybedilmesi olarak okuyan Azerbaycanlı vatanseverler 1989 yılında 200 binden fazla kişi ile protesto etmiş ve aynı yıl iki Azerbaycan’ın birleştirilmesi konusunda birtakım girişimler olmuştur. Sovyet Başkanlık Divanının Azerbaycan aleyhine aldığı karara itiraz eden 1 milyondan fazla Azeri Türk’ü 17 Ocak 1990’da tepki göstermişler ancak yukarı da da ifade ettiğim gibi katliama uğramışlardır. Bu katliam o dönemde meclis tarafından oluşturulan komisyonun araştırmaları ile de tescillenmiştir.
Bu çerçevede büyük acılar yaşayan Azerbaycan Türklerinin bu acılarını paylaşmak ve Türk gençliğine bu konuları unutturmamak adına bugün sizler için İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi olarak bir panel düzenledik.