Papers by Zeynep Tül Akbal Süalp
Türk film araştırmalarında yeni yönelimler: Sinema ve …, 2006
YeniFİLM , sayı: 22 Şubat Nisan 2011 slr: 63- 68. , 2011
Dönemselleştirme çabansın üçüncü ayağına geldiğimizde birden yapmakta olduğum şeyin fıkralardaki ... more Dönemselleştirme çabansın üçüncü ayağına geldiğimizde birden yapmakta olduğum şeyin fıkralardaki 'yapısalcı' komikleştirmesini andırabileceğini düşünüp dehşete kapıldıysam da bu dallanıp budaklanmanın ayrışma ve ortaklaşmaların bir haritası olmak zorunda ama diye de kendimi ikna ettim. Biz en son üçüncü damarı ikinci damara daha yakın olan ve belki tesadüfî olarak daha çok kadın yönetmenlerin oluşturduğu politik bir inadın sürdüğüne işaret eden bir sinemayı konuşmak için nokta koymuştuk. filmleriyle Handan İpekçi özellikle dünyayı politik olarak kavrayan ve herhangi bir öykü anlattıklarında da bu politik bakışı yitirmediklerini düşündüğüm yönetmenlerimiz.
YeniFİLM , sayı:21, Kasım Ocak 2010 slr:35-41. , 2010
2004) filmi ise bu gövdenin en nevi şahsına münhasır örneğidir. Yönetmenin kısacık ömrü yetmediği... more 2004) filmi ise bu gövdenin en nevi şahsına münhasır örneğidir. Yönetmenin kısacık ömrü yetmediği için bir film yapma tarzı olarak üzerine fazla laf söylemek doğru olmasa da eğer devam edebilseydi bu gövdenin yenileştirici ve çoğaltıcı kaynağı olma potansiyeli Uluçay'da yatmaktaydı diye düşünüyorum. Ne yazık ki ancak kısa filmleriyle birlikte bu uzun film üzerinden konuşma şansımı var. Bu gün bazı yönetmenlerimizin bakir bir alan olarak içine girebilmeyi umduğu Anadolu halk kültürü ve bu kültürün çok dilli çok inanışlı çok dinli dünyasının imgeleri Ahmet Uluçay'da hayat buluyor, büyülü bir dünyanın tuhaf, yalın ve zengin görselliği bizi şaşkın bırakıyordu. Ahmet Uluçay bu toprakların çok dinli çok dilli sözlü geleneğini de imgelerden oluşan o masalsı ve büyülü sinema dünyası kadar maharetle kullanarak bambaşka bir sinema yaratmıştır. Ümit Ünal'ın Gölgesizler (2008) filmi tuhaf bir eşikte duruyor Türkiye sineması için söylediğim dar vakitte eşikte ve yerçekimsiz cümlesi Türkiye sinemasının farklı gövdeleri, eğilimleri arasında da oluşmuş olan eşiklerden birinde duruyor. Birinci grupla ikincisi arasında hem ruhen hem tarihsel toplumsal ve kültürel olarak oluşmuş eşikte bekliyor. Bu eşiği tanımlayabilmek oldukça zor. Benim bu eşiği kavramaya çalışırken ürettiğim bir çözümleme var. Bu çözümlemeye beni yönelten iki kaynağa da borcu ödemeliyim. Bu kaynaklar kendi dönemdaşım iki edebiyat kuramcısından geliyor. Bana esinlenme veren birinci kaynağım Meral Asa ve onun Fazıl Hüsnü Dağlarca üzerine yaptığı ve Viyana üniversitesine sunmuş olduğu doktora tezi. 1 Bu tezi okuma şansım olmuş ve etkilenmiş ve beğenmiştim. Ama asıl önemli olan ben bu filmlerin dünyası nasıl bir dünyadır diye kendime soru sorarken insana şiirin yaptığına benzer bir etkiyle Asa'nın Dağlarca'nın Sığmazlık Gerçeği meselesi üzerine olan analizlerinin çağrıştırdıklarıydı. Diğer esin kaynağım ise her çalışması ile etkili bulduğum Nurdan Gürbilek'in son iki kitabının düşündürdükleri oldu. 2 Kendisine her çözümlemesinde katılmasam da bazen hatta tamamen farklı da düşünsem bile Gürbilek tahlillerinin de yine iyi şiirler gibi insanın zihnini üretken bir çağrışımlar alanına açtığını, yeni sorular sordurduğunu ve bana hep zenginleştiren besleyici bir dünya kattığını
YeniFİLM , sayı:20, Haziran Eylül 2010 slr:35-41., 2010
Türkiye Sinemasının Dönemselleştirilmesi I", YeniFİLM, sayı:20, Haziran Eylül 2010 slr:35-41.
Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler VIII: Sinema ve Politika İstanbul: Bağlam 2009 , 2009
Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler II, İstanbul: Bağlam, 2001 slr: 89-98 , 2001
Tarihin, belirgin iklimlerinin ve bu iklimlerin hakim olduğu coğrafyaların günlük yaşama ve sırad... more Tarihin, belirgin iklimlerinin ve bu iklimlerin hakim olduğu coğrafyaların günlük yaşama ve sıradan hayatın deneyim ufkuna kazınmış resimleri, renkleri, biçimleri, sesleri vardır. Bir bütünlük olarak algısına aşina olduğumuz bu temsil formları, ideolojisi, söylemi ve hatta bazen bir şablona dönüşecek imgeleri ile kendiliğinden konuşan bir dil olarak, gözümüzü kapattığımızda bir siluet olarak geri gelecek müteakip hayal gibidirler. Deneyim ufkunun üzerine serili sesler, biçimler, deneyiminden geçtiğimiz bütün haller bize konuşurlar, öykülerini sunarlar.
Tuttuğumuz Yollar: Kenar Kuram Yöntem, Anahtar 2008, 2008
Bilimsel faaliyetin, bilgi edinme anlamlandırma ve yeniden üretme yöntemlerinin, eleştirinin ve a... more Bilimsel faaliyetin, bilgi edinme anlamlandırma ve yeniden üretme yöntemlerinin, eleştirinin ve analizin, sanatın, estetiğin kenarında, kıyısında; hatta kıyının öte yakasında durmaktan bahsetmekle, bütün bu alanların baktığı yerin kenarında, kıyısında olmak; hatta görüş hizasının altında kalmak aslında birbirinden ayrılamaz. Bu duruşların karşılıklı ve karmaşık ilişkisi göz ardı edilemez olmalıdır. Çok katmanlı, yoğun ilişkinin karşıtlıklarının dinamiğini taraflarından birinin dinamikleri ele alınmaksızın tartışmak herhalde mümkün olmamalıdır. Bakanla, bakılan arasındaki denge, bakmanın yöntemini, bakma meselesinin çerçevesini kuran kuramın odağını belirlemez mi? Kuramın, analizin, eleştirinin odağını oluşturan ne, neyi sorunsallaştırıyor sorusu, nasıl sorunsallaştırıyor sorusuyla iç içe girmiyor mu?
Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler IV, İstanbul: Bağlam 2005 , 2005
Where should the birds fly after the last sky?
Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler III, İstanbul: Bağlam 2003, slr:11-24. , 2003
25. Kare, no:20, Temmuz- Eylül, 1997, slr: 35- 44. , 1997
Sinemanın ortaya çıkışı emperyalizmin ilişkilerinin yeniden düzenlemesini gerekli kılan süreçle v... more Sinemanın ortaya çıkışı emperyalizmin ilişkilerinin yeniden düzenlemesini gerekli kılan süreçle ve teknolojideki önemli sıçramalarla, kent yaşamının toplumsal ilişkileri derinden sarsacak denli baskın ve hızlı oluşumu ile aynı zamana denk düşer. Miriam Hansen, özellikle de 1890'larla 1920'ler arasındaki bu dönemin ayrıca kamusal ve özelin hakimiyet alanlarının topoğrafyasındaki büyük kaymalara da sahne olduğuna dikkat çeker.(Hansen 1991, s:2) Kamusal alanın dönüşümü ile sinema seyircisinin ortaya çıkışı iç içe örülmektedir. Özellikle de günlük yaşamda ve dinlenme, eylenme, iş saatleri dışındaki zamanın deneyimi ile ilgili olan ve sınıf ayırımına, etnik farklılıklara, cinsiyete dayalı kamusal alan dönüşüme uğramaktadır. İşçiler, kadınlar, göçmenler, çocuklar, kırsal alandan ve dünyanın başka coğrafyalarından farklı yaşam biçimleri, alışkanlıkları ile gelip tamamiyle farklı ve yeniden tanımlanması, uyulması gereken kentsel yaşamın yeni kodlamalarına dayanan kamusal yaşam klasik burjuva kamusal alanıyla karşı karşıyadır.
TOPLUMBİLİM Dergisi I Sinema özel sayısı “Avrupa Sineması” Dosyası edtörü Deniz Derman
TOPLUMBİLİM Dergisi I Sinema özel sayısı "Avrupa Sineması" Dosyası edtörü Deniz Derman Sığınanlar... more TOPLUMBİLİM Dergisi I Sinema özel sayısı "Avrupa Sineması" Dosyası edtörü Deniz Derman Sığınanlar, kiracılar ve gecenin içinde kaybolanların ev sahipleriyle eşitlendiği öyküler:
Psikiyatri, Psikoloji,Psikofarmokoloji Dergisi Şiddet Özel Sayısı Cilt:1 Ek Sayı:4, 1993. , 1993
Cogito, sa: 14, Bahar 1998, slr: 234-252. , 1998
68'in öyküsü politik, ekonomik, ideolojik bütün coğrafyaları kapsayan bir dönüşümün farklı yerler... more 68'in öyküsü politik, ekonomik, ideolojik bütün coğrafyaları kapsayan bir dönüşümün farklı yerlerde, farklılaşan deneyimlerin uzun ve çoğul yüzlü tarihini anlatır. Savaşın ardından 68'lere doğru yükselen bu iklim 70'lerin ortalarından itibaren romantizmini giderek yitirerek suç ve cezanın; acının ve unutmanın öykülerine dönüşecektir. 68'I anlatmayan bu yazı savaş sonrasını, yeniden çizilen haritaları, yer değiştiren insanları; tekrar düzenlenen uluslararası emeği; teknolojinin, sanatın ve ideolojinin karşılıklı ilişkisini arka manzara olarak almaktadır. 68'e giden yolda öyküsü pek öne çıkmamış uzak dünyalardan (bazılarının "üçüncü dünya"sından) teyet geçer. Onlar bu tarihin oluşumuna derin çizgiler katmışlardır, oysa. Teknoloji, sanat ve ideolojinin kesiştiği yerde avangard film dilinin devrimini keşfeden bir ustaya, Godard'a uğrar. 68 kuşağının içinden gelenlerin yarattığı bir harekete ve araca, video sanatına değinir. 70'lerin sonlarına doğru 68 baharının coşkusu militanlaşan üyelerinin pek çok coğrafyada suç ve ceza ve tarihle karşı karşıya gelmeleri sonucu söndürülür. 70'lerin adı romantik sıfatlarla anılmayacaktır. Bir baharın temizlik operasyonun on yılıdır ve kendinden sonra gelecek 20 yılın habercisidir. Bu yüzden, yazı, 1977 Almanya'sının sonbaharını anlatan ve Alman Sinemasının diğer coğrafyalarla akran kuşağının ortak filmiyle biter. yaşama değen bir avangarda ya da yaşamın dürttüğü başkaldırıya doğru... Andreas Huyssen, akademik eleştirinin fosilleştirdiği avangardın ve II Dünya Savaşı sonrası konformizmin kurumsallaştırıp depolitize ettiği sanatın toplumsal yaşamdan uzaklaşmasını anlatırken, modernizmin ve postmodernizmin sanatı yönetilen kültüre; avangardı da sanayii toplumu ve kitle kültürü arasında yaşamdan kopmuş elitist bir faaliyete döndürdüğünü, söyler. 1 Huyssen, Peter Burger'ın tarihi avangard olarak işaret ettiği 1920-1940 arasındaki dönemin avangard hareketinin asıl projesinin gündelik hayatın ve politikanın dönüştürülmesi olduğunu, ekler. Sanatçının öncü rolü, entellektüelin muhalif ve öncü kimliği ile temsil sorumluğu konusundaki tartışmalara paralel gelişmektedir. Yüksek sanat, üst kültür ve kurumsallaşma mekanizmaları içinde biçimlenen sanatsal ve avangard duruşlar, felsefenin, bilginin ve muhalif politikaların yaşamdan ve gündelik deneyimlerden kopuşuna paralel bir değişim geçirmişlerdir. Bu ortak süreç alternatif kamusal alanın da reel politik kurumsallaşmalar içinde tüketilmesine yol açmıştır. Sanat, mekanik yeniden üretimle halesini yitirirken ve metalaşırken bu duruma direnmek için pazardan uzaklaşmak niyetiyle toplumdan da kopuyordu. Sanatın burjuva toplumuyla diyalektik ilişkisi, statükoyu hem koruyup hem de protesto ettiği yerde yatmaktadır. Marcuse, Habermas ve Bürger gibi düşünürlere göre sanat burjuva toplumda kaypak ve tehlikeli bir yer tutmaktadır. 2 Toplumla ilişkisindeki iletişim işlevinden kopan sanat topluma karşı radikal bir duruş edinir. Bürger estetikçiliğe kayan sanatın nitel olarak değil nicel olarak geliştiğini düşünür. 3 Oysa tarihi avangard burjuva sanatını, dolayısıyla kendini eleştirirken; XVIII yüzyıldan beri toplumda gelişen kurumsal sanatı eleştiriyordu. Tarihi olarak adlandırılma nedeni, içinde oluştuğu dönemin dinamikleri ile olan ilişkisinden gelmektedir. Faşizmin politikayı estetize ettiği; kitle kültüründe gerçekliğin kurgulandığı, her şeyin bir kurmacaya dönebildiği; popüler kültürün ve her şeyin estetize edildiği bir dönemde kitle kültürü, seri üretim, farkların benzerliklere dönüşmesi, gündelik yaşamı dönüştürmekteydi. Teknoloji temsilin biçimlerini ve gündelik yaşamı dönüştürmekteydi ama avangard sanatın yaşamı ve günlük yaşamı dönüştürmesinde de teknoloji önemli bir rol oynamaktadır. Huyssen: "Avangard sanatın doğuşunu başka hiç bir faktör teknoloji kadar etkilemedi-ki teknoloji sadece sanatçının hayal gücünü ateşlemekle kalmadı (dinamizm, makine kültü, tekniğin güzelliği, konstrüktivist ve prodüktivist yaklaşımlar) sanat eserinin içine işledi" derken öncüsü olduğu şeyle diyalektik ilişkisi olan öncü konumu işaret etmektedir. 4 Bu anlamda Benjaminin "hale"sinin sözde doğal ve organik güzellik olarak da estetize edilebileceği bir bakıştan çok mekanik yeniden üretimin tasarım, üretim, dağıtım, algılama ve tüketim koşullarını değiştirdiği boyut dikkate alınmalıdır. Teknoloji hayal gücünü harekete geçiren bir güç olarak fotoğraf, sinema gibi mekanik olarak yeniden üretilebilen sanat araçlarının doğuşunu da beraberinde getirmiştir. Sonuçta teknoloji, Huyssen'in de dediği gibi, bir yanıyla kendi gücünü ve deneyimini estetize edebilir (tema parkları, dünya fuarları, postmodernizmin sanal dünya abideleri, postmodern mimari ve alışveriş merkezleri) ya da bu gücün yarattığı dehşet, belli estetiklerin doğuşuna neden olabilir. Asıl tartışılması gerekenlerden biri, belki de, II. Dünya Savaşı sonrasında, öncü konumların (sanatta, bilimde, düşünce alanında) kitle kültürü, piyasa koşulları ve kurumlar aracılığı ile kendi kendilerini fosilleştiren bir yaşamdan ve gündelik ilişkilerden kopuşlarıyla gelen yenilgileri olabilir. Bütün bu üretim alanları yaşamla bağlarını kurabildikleri ölçüde, gündelik yaşamın kültürel dönüştürülmesi, mümkün 2 Jochen Schulte-Sasse, "Forword: Theory of Modernism versus Theory of the Avant-Garde" Peter Bürger, Theory of the Avant-Garde, Çev: Michael Shaw, Minneapolis: University of Minnesota P. 3 olabilir. Felsefenin yaşama ait bir faaliyet olduğu kavranabilir; felsefenin dili yaşamın dilinden beslenebilir. Bilgi, verilerin kendi bilgisini en uygun noktada bir model içinde kendiliğinden tasarladığı bir ilişkiden farklı olarak deneyimlerin doğanın ve insanın ilişkilerinden üretilebilen bilişin dönüştüğü, hissedişlerin ve ifade edişlerin de içinde barınabildiği farklı bir edinim tasarım ve dönüştürme faaliyeti olabilir. Bunun için her üretim alanının kendisini açmaya ve karşılaşmalara ihtiyacı olabilir; buradan edinilen deneyimin kitle kültürü ile olan gerilimli ilişkisini göz ardı etmeden. Bu politik ve toplumsal iklimler tarihi içinde hareketli görüntünün devrimi bir başka avangard rüzgarın içinde olgunlaşır ve dünyanın içinden geçtiği bir başka önemli dönemin parçası haline gelir. Böylesi bir ortamda ortaya çıkan 3. sinema hareketi, 3. Dünya anlatıları ve eleştirisi, Avrupa avangardları, yeni yaklaşım ve dil arayışları ve yeni bir aracın, videonun, ortaya çıkışı bizi, bugün bazı alternatif tarzların olup olmayacağı, 2000'li yıllarda da avangardın olup olmayacağı sorusuna ve muhtemel cevaplarına taşır.
Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler X : Sinema ve Hayal İstanbul Bağlam, 2013, slr:315 323. , 2013
X : Sinema ve Hayal İstanbul Bağlam, 2013, slr:315 323. MİŞLİ GEÇMİŞİN ÜLKESİNDE KAF DAĞININ ARDI... more X : Sinema ve Hayal İstanbul Bağlam, 2013, slr:315 323. MİŞLİ GEÇMİŞİN ÜLKESİNDE KAF DAĞININ ARDINDA: "HAYALİ CİHAN DEĞER"? ya da CEM YILMAZ'IN ALAMET-İ FAHRİKASI
Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler X : Sinema ve Hayal İstanbul Bağlam, 2013 slr: 303- 315 , 2013
Birikim, sa:123, Temmuz 1999, slr: 76-82. , 1999
der: Murat İri, Sinema Araştırmaları Kuramlar, Kavramlar, Yaklaşımlar, İstanbul: Kabalcı, 2010 , 2010
Est Tranquılle, 2000, Robert Guédiguian) gibi işçi sınıfı üzerine yoğunlaşmış pek çok filme bakab... more Est Tranquılle, 2000, Robert Guédiguian) gibi işçi sınıfı üzerine yoğunlaşmış pek çok filme bakabiliriz. Ya da Ken Loach, Mike Leigh, Fernando E.Solanas, Mark Herman gibi film üretim tarihleri boyunca işçi sınıfının yaşam koşullarına, göçmen işçilerin ve veya alt sınıfların sorunlarına yönelmiş yönetmenlere bakabiliriz. Türkiye için de sayıları çok olmasa da yukarıda dünyadan verdiğimiz örneklerde olduğu gibi, geniş bir seçki çıkarabiliriz.
Cinema and Politics Deniz Bayraktar (ed), Cambridge Turkish Cinema Reader, Cambridge 2009 , 2009
Societies and the representation of "social" inhabit both trespasses and smooth transgresses in b... more Societies and the representation of "social" inhabit both trespasses and smooth transgresses in between actual, cognitive and virtual borders, "looks" are multiplied and even might seek out different looks. Yet there are borders, even cells with strongly built-up separations that are hard to transgress. The 'borderlessness' is a fabrication of the long narration of globalization and Postmodernism. However it seems that we all have accepted the global flows in which capital, labor, people, and places, images and symbols all flow; and "experiences" of rearrangements of international division of labor drastically shatter the life of the ordinary men and women on the street level. For them, globalization or the suffix of all "posts" mean squeezed lives at the corners, which are celled, bordered, vacuumed and sealed.
Uploads
Papers by Zeynep Tül Akbal Süalp