turgay şafak
Related Authors
Sinan Tarifci
Giresun University
Sadık ARMUTLU
AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ
Ceylan Mollamehmetoğlu Çekici
AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ
hakan yaman
Selcuk University (Selçuk Üniversitesi)
BERNA KARAGÖZOĞLU
AĞRI İBRAHİM ÇEÇEN ÜNİVERSİTESİ
Dr. İsmail Söylemez
Inönü üniversitesi
Bilal Alpaydın
Istanbul University
InterestsView All (8)
Uploads
Papers by turgay şafak
Vehbi Efendi’nin oğludur. Bir gözü âmâ olduğundan Yek-
çeşm veya Kör ve ayrıca Vâfî lakaplarıyla da tanınır. Şiirlerinde
Vâfî veya Dürrî mahlaslarını kullanmıştır. Kaynaklarda eğitimi
hakkında bilgi yoktur. İstanbul’a geldikten sonra divan kalemi-
ne girdi ve şair olması hasebiyle devlet adamlarının takdirini
kazandı.
Hani Rabbin, Âdemoğullarından, onların sırtlarından (sulblerinden) zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine karşı şahit tutmuş, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” de- mişti. Onlar da “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk.” demiş- lerdi. (İşte bu şahitlendirme) kıyamet günü, “Bizim bundan haberimiz yoktu.” dememeniz içindi. (A‘râf, 7/172)
Ölümünden sonra bir kısmı yayımlanan hatıralarında bunu bizzat şöyle dile getirir.
Ali Nihad Tarlan’ın kaleme aldığı bu küçük kitap Hamîd Nutkî tarafından Farsçaya tercüme edilmiştir. Tarlan eserin girişinde Nâilî’nin hayatına kısaca değindikten sonra Sebk-i Hindî adıyla meşhur Hind Üslûbu hakkında bilgiler vermiş ve Nâilî’nin şiirlerini mukayese edebilmek amacıyla bazı Sebk-i Hindî şairlerinin şiirlerinden örnekler vermiştir.
İki bölümden oluşan bu makalenin ilk bölümünde Ali Nihad Tarlan’ın Türkiye dışında Farsça olarak yayımlanan çalışmaları hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölümde ise Nâilî hakkında İran’da Farsça olarak yayımlanmış ancak Türkçesi olmayan eser Türkçeye tercüme edilmiştir.
Vehbi Efendi’nin oğludur. Bir gözü âmâ olduğundan Yek-
çeşm veya Kör ve ayrıca Vâfî lakaplarıyla da tanınır. Şiirlerinde
Vâfî veya Dürrî mahlaslarını kullanmıştır. Kaynaklarda eğitimi
hakkında bilgi yoktur. İstanbul’a geldikten sonra divan kalemi-
ne girdi ve şair olması hasebiyle devlet adamlarının takdirini
kazandı.
Hani Rabbin, Âdemoğullarından, onların sırtlarından (sulblerinden) zürriyetlerini çıkarıp kendilerini nefislerine karşı şahit tutmuş, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” de- mişti. Onlar da “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk.” demiş- lerdi. (İşte bu şahitlendirme) kıyamet günü, “Bizim bundan haberimiz yoktu.” dememeniz içindi. (A‘râf, 7/172)
Ölümünden sonra bir kısmı yayımlanan hatıralarında bunu bizzat şöyle dile getirir.
Ali Nihad Tarlan’ın kaleme aldığı bu küçük kitap Hamîd Nutkî tarafından Farsçaya tercüme edilmiştir. Tarlan eserin girişinde Nâilî’nin hayatına kısaca değindikten sonra Sebk-i Hindî adıyla meşhur Hind Üslûbu hakkında bilgiler vermiş ve Nâilî’nin şiirlerini mukayese edebilmek amacıyla bazı Sebk-i Hindî şairlerinin şiirlerinden örnekler vermiştir.
İki bölümden oluşan bu makalenin ilk bölümünde Ali Nihad Tarlan’ın Türkiye dışında Farsça olarak yayımlanan çalışmaları hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölümde ise Nâilî hakkında İran’da Farsça olarak yayımlanmış ancak Türkçesi olmayan eser Türkçeye tercüme edilmiştir.
“Bir zamanlar yolum gurbete çıkmış, bir müddet de Erzincan’da kalmıştım. Dilimden çıkan bazı sözleri kötü niyetlinin birisi işitmiş, arkadaşlarıma “Yusuf sizin hakkınızda böyle böyle diyor” demiş. Bu sözleri işitince rencide olan dostlarım benden uzaklaştılar.
Bu konuyu iyice araştırınca, bunun sebebinin dilimin şerrinden, uğursuzluğundan olduğunu
anladım. Bu manada hayrete daldım ve gayret ansızın beni tesiri altına aldı. Dedim ki: “madem sözlerim ziyana sebep oluyor, ziyanımın sebebi dilin şerrindendir.” Dilimi bağlayıp söz söylememeye ve dostlarımı yeniden incitmemeye karar verdim.
Tam bunları düşünürken ay yüzlü fikir gelini bana; “Neden hâmûş kaldın” diye sorunca bu hikâyeyi anlattım o da dinledi. “Eğer bu manada hikâyeler biliyorsan manzum olarak yaz.” dedi. Bu on hikâyeyi anlattım, bunu nazmetmemin sebebi işte budur. Bu niyetle kalem harekete geçti ve adını Hâmûşnâme koydum…”
12. asır âlimlerinden Tabersî tarafından derlenen Nesrü’l-Leʽâlî, Hz. Ali’nin her harften ortalama on sözünü ihtiva eden bir vecize mecmuasıdır. Ahlâkî ve hikemî nitelikli sözleri ihtiva eden Nesrü’l-Leʽâlî, 14. asrın başlarından itibaren Farsçaya nazmen tercüme edilmeye başlanmıştır. Yaklaşık bir asır sonrasında ise Türkçe manzum ve mensur tercümeleri kaleme alınmıştır. Anadolu sahası klasik Türk edebiyatının kurucu isimleri arasında yer alan Hoca Mesûd, 1346'da Nesrü’l-Leʽâlî’yi Tercümetü’l-Leʽâlî ve Tezkiretü’l-Meʽâlî ismiyle nazmen Farsçaya tercüme etmiştir. Yaklaşık bir buçuk asır sonrasında ise Rıhletî, Hoca Mesûd’un eserini Tercümetü’l-Leʻâlî adıyla manzum olarak Türkçeye çevirmiştir.
Hoca Mesûd’un Tercümetü’l-Leʽâlî ve Tezkiretü’l-Meʽâlî adlı eseri, Nesrü’l-Leʽâlî’nin Farsçadaki ilk tercümelerindendir. Geçen asrın başlarında Kilisli Rifat’ın ilim âlemine kısaca tanıttığı bu eser, henüz Fars edebiyatı tarihi kayıtlarına geçmemiştir. Bu eser, erken tarihli ve önemli bir metin olan Tercümetü’l-Leʽâlî ve Tezkiretü’l-Meʽâlî’yi; 16. asır şairlerinden Rıhletî’nin Tercümetü’l-Leʻâlî adlı Türkçe tercümesiyle bir arada, Farsça ve Türkçe karşılıklı sayfalar halinde okurlarımızla buluşturmaktadır. Ayrıca genç okurlarımız için Rıhletî’nin Türkçe tercümesi sadeleştirilerek bugünün Türkçesiyle daha anlaşılır hale getirilmiştir.
Şirazlı şair kristalize şiirlerinin arasından sakin, saf bir şekilde akıp geriye hiç çökelti bırakmayan bir akarsu gibi geçip gitmiştir. Böyle bir durumda dünyaları yakan bu rindin firari gölgesini nasıl ele geçirebilirsin? Her halükârda Hâfız’ın bütün kinaye ve mecazlarını anlamaktaki zorlukların tamamı yine de bizim zamanımızda yaşayan bir meraklıya, asırlarca süren müphemliğin ötesinde, şairin firari gölgesini teşhis etme fırsatı vermiştir. Bu fırsatı veren şey şairin sesi, yani şiiridir.
Uzun asırlardan sonra, adı sanı bilinmeyen rindler sokağının uzletinde de rindlerin piri, sırların tercümanı Hâfız-ı Şîrâzî, bir methedenin meraklı bakışından uzak kalamaz.
görgü kuralları, tasavvuf, ahlak gibi konularda yazmış olduğu eserlerle
Osmanlı kültür dünyası içinde hem velut bir müellif hem de devlet adamı
olarak tanınmaktadır. Şair olarak da önemli bir üne sahip olan Âlî,
Osmanlı Türk şiirinin geleneğini sürdüren bir şair olarak Türkçenin yanı
sıra Arapça ve Farsça şiirler de yazmıştır. Daha çok tarihçi yönüyle
tanınan Mustafa Âlî’nin eserlerinin pek çoğu neşredilmiş, bazıları
hakkında tanıtım yazıları kaleme alınmıştır. Türkçe divanı hem doktora
tezi olarak çalışılmış hem de müstakil kitap olarak neşredilmiştir.
Kaynaklarda Farsça divanının olduğu zikredilmiştir. Bizzat kendisi de
çeşitli eserlerinde Farsça divan tertip ettiğinden bahsederek Farsça
şiirlerinden örnekler aktarmıştır. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda
ulaşılamamış olan Farsça divan İran Meclis-i Şûrâ kütüphanesinde tespit
edilmiştir.
Ateş iki türlüdür: Mâişet (geçim) ateşi ve mâsiyet (isyan) ateşi. Mâişet ateşini gökten dökülen yağmurlar söndürür; Mâsiyet ateşini gözden dökülen yaşlar söndürür. Biri alnındaki toprak, diğeri pişmanlıkla dökülen gözyaşı. Alnına toprak, secdede bulaşır; Pişmanlık gözyaşları ise Vedud olan Allah’tan korkudan dökülen yaşlardır.
Her nimet için şükretmek vaciptir. Zenginliğin şükrü sadaka vermek, padişahlığın şükrü halkı koruyup iyi davranmak, hükümdara yakın olmanın şükrü halkın hayrı için çalışmak, mutlu olmanın şükrü ihtiyaç sahiplerinin dertlerini dinlemek, güçlü olmanın şükrü ise güçsüzlerin elini tutmaktır.
Ey rahatlık içinde uyuyan biraz da uykusuzları düşün; ey yürümeye gücü yeten kimse yürüyemeyen birinin koluna gir; elin geniş ise sıkıntı içinde olanlarla paylaş; geçmiştekilerin neler yaptığına ve yanlarında neler götürdüklerine bir bak. Ölüp gittikten sonra mazlumların çektiği zulümler sona erdi ama vebali zalimlere kaldı. Doğrusunu istersen sağlık içindeki dervişlik rüsvalık ile padişahlık etmekten daha üstündür.
kaynaklarda Hâmidî-yi İsfahanî, Molla Hâmidî, Mevlânâ Hâmidî, Hâmidî-yi
Acem olarak geçmektedir.