Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014, p. 283-294, ANKARA-TURKEY
PLATON EPİSTEMOLOJİSİNDE EPİSTEME – DOXA AYRIMI*
Mustafa İLBOĞA**
ÖZET
“Platon Epistemolojisinde Episteme-Doxa Ayrımı” başlıklı bu
çalışma, Platon felsefesindeki epistemik serüvenin bir özetiyle başlar.
Platon’a gelene kadar yapılan ve uzlaşmazlıkla biten epistemik
tartışmalar rölativist bir kabule dönüşmüştür. Protagoras ve Gorgias’ın
düşünceleriyle taçlanan bu rölativite Sokrates ve Platon ile antitezine
ulaşmıştır. Bu antitezi, kendilerinden önceki sofist düşünce kalıplarılyla
alay ederek başlatan Platon, böylelikle bilginin imkânına dikkat çeker.
Platon için bilginin imkânıyla ilgili temel dayanak, görünenler
dünyası ve idealar dünyası arasındaki ayrıma konu olan idealar
teorisidir. Epistemik değeri bakımından da iki farklı statüde ele alınan
bu ayrım, episteme ve doxa ayrımını doğrudan etkiler. Bu nedenle
Platon tarafından ilk yapılan şey, episteme-doxa ayrımını netleştir
olmuştur. Kavramlarla objeler arasındaki farklılığın ortaya konulduğu
bu ayrımda objelerin sürekli değişime konu olması, tanımlanmalarının
güçlüğü durumu, objelerin bilgiye imkân vermedikleri sonucuna
bağlanır. Çıkan sonuçlarda “sanı” olarak nitelenen bu durum
matematiksel
(geometrik)
nesneler
söz
konusu
olduğunda
yumuşatılarak “doğru sanı” olarak nitelenir. Fakat bu aşamada bilgiden
değil, sanıdan ve doğru sanıdan söz edilir. Sanı(doxa)’nın
belirlenimindeki temel ölçüt “değişim”dir. Bu aşamada Platon, ‘kesin
olarak’ değişimden uzak bilgiye “episteme” demeyi tercih etmektedir.
Diyaloglarda yapılan tartışmalar neticesinde episteme ve doxa
arasındaki ayrımı, ‘konuları’ ve ‘elde ediliş biçimleri’ bakımından test
eden Platon, doxa’nın konusu olarak tek tek varlıkları, episteme’nin
konusu olarak ise ideaları kabul eder. Elde ediliş biçimleri açısından ise
doxa doğrudan duyular aracılığıyla elde edilirken, episteme düşünce ile
elde edilebilmektedir. Yapılan ayrımdan çıkan sonuç, tanrısal olan ve
değişime uğramayan idealar için bilgi sahibi olunabilirken, duyuya
dayalı insani örnekler ve değişime konu olan nesneler hakkında sanı
sahibi olunabilmektedir.
Sonuç olarak Platon, ideal mükemmelliğin bilgisini tanrılara layık
görürken filozofları buna en yakın kişiler olarak kabul eder. Sanı sahibi
olan filodoxslar ise epistemik değer sıralamasında en alta yerleştirilir.
Çalışmamız, sözünü ettiğimiz ayrımları sistematik olarak sunmayı
amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Platon, Episteme, Doxa, İdea.
Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu
tespit edilmiştir.
**
Dr. SDÜ İlahiyat Fakültesi, Din Felsefesi, El-mek: milboga@gmail.com
*
Mustafa İLBOĞA
284
DISTINCTION BETWEEN EPISTEME AND DOXA IN PLATO'S
EPISTEMOLOGY
ABSTRACT
This study titled as “The Distinction between the Episteme and
Doxa in the Philosophy of Plato” begins with a summary of the
epistemic adventure in the philosophy of Plato. Until the time of
Plato, the epistemic discussions had proceeded and ceased with
disagreement and transformed into a relativist admission. This
relativity which was crowned by the thoughts of Protagoras and
Gorgias reached its antithesis with Socrates and Plato. Plato started
his antithesis by ridiculing the previous types of sophist thoughts
and paid attention to the possibility of knowledge.
According to Plato the basic principle for the possibility of
knowledge is the theory of ideas which is the subject of
differentiation of visible world and the other.
This distinction which is discussed in two different statues in
terms of epistemic value too effects directly the distinction between
the episteme and the doxa. Therefore, the first thing which was done
by Plato is to clarify the distinction between the episteme and the
doxa. The difference between the concepts and the objects are put
forward in this distinction and that the objects are being the subject
of the continuous change, the difficulty of their description are linked
to that the objects does not allow knowledge. This situation which is
described as “doxa” is softened first and then characterized as “right
doxa” when the mathematical (geometrical) objects comes into
question. But in this step, doxa and right doxa are mentioned, not
the knowledge. The basic criterion in the determination of doxa is the
“change”. Plato prefers to call knowledge as “episteme” that is
precisely far from change
In the result of the discussions made in dialogues, Plato tested
the distinction between the “episteme” and the “doxa” in terms of
their subjects and how those are gained. According to this, Plato
accepts the entities individually as the subject of doxa and the ideas
as the subject of episteme. As for how those are gained, while doxa is
gained by the means of the senses, episteme is gained by the
thought. The result of this distinction is that we can have knowledge
(episteme) about the divine and unchanging ideas while we can have
opinions (doxa) about the humane samples concerning the senses
and the objects which are the subject of change.
As a result, Plato accepts the gods worthy of the knowledge of
ideal perfection and he considers the philosophers as closest to this.
As for the philodoxes who have doxa, they are placed at the bottom
of the epistemic value grading.
Our study
systematically.
aims
to
present
the
mentioned distinctions
Key Words: Plato, Episteme, Doxa, Idea.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Platon Epistemolojisinde Episteme – Doxa Ayrımı
285
1. Giriş
İster doğanın kendisi olsun ister insanın kendi özü olsun, insan her zaman bilmeyi
istemiştir. Kurtulunmak istenen bilgisizlik durumlarında, kendisine güvenilebilecek bir “bilgi” her
zaman peşinden koşulan, elde edilmesi istenilen bir şey olmuştur. İnsanın bilme ve anlama arzusu
insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen, bilginin elde edilmesi üzerine ilk sistematik derli toplu
felsefi çabalar Antik Yunan düşüncesine kadar geri götürülür.
Platon’dan önce bilgi ve insan sorunuyla ilgili tartışmaların birleşim noktası olarak
genellikle sofistler gösterilir. Fakat bu tartışmaların temellerinin sofistlerden önceki doğa filozofları
döneminde atıldığı bir gerçektir.1 Özellikle Antik Yunan’da yaşanan bir takım siyasi gelişmeler, bu
gelişmelere bağlı olarak ortaya çıkan toplumsal sorunlar ve yaşanan savaşlarla birlikte insan
üzerine tartışmalar başlamış, sofistler dönemine gelindiğinde ise Antik Yunan tartışma geleneğinin
de etkisiyle, rölativist bir anlayış felsefi zeminde yerini almaya başlamıştır.2
Sofistleri rölativist bir anlayışa sürükleyen ilk etken, kendilerinden önceki doğa
filozoflarının evrenin ana maddesi konusunda farklı görüşler ortaya koymaları olmuştur. Doğa
filozofları yalnızca evrenin ana maddesi konusunda değil, ana maddenin üzerine inşa edilen
değişim konusunda da farklı görüşler ortaya koyarak farklılaşmışlardır. Bu düşünürlerden bir kısmı
evrendeki her şeyin sürekli olarak değiştiğini kabul ederken, diğer bir kısım düşünürler de
değişimin imkânsız olduğunu ileri sürmüşlerdir. Antik Yunan’da ortaya çıkan farklı görüşler
beraberinde uzlaşmazlıkları ortaya çıkarmış, sözü edilen uzlaşmazlıklar da daha sonraki
dönemlerde sofistlerin şüpheciliğinin en büyük dayanağı ve argümanı olmuştur.3
Ana madde temelli olarak ortaya çıkan tartışmaların değişim konusunda farklılaşması ve
birbirine zıt bir karaktere bürünmesi ise bilgi probleminin ve şüpheciliğin en yoğun noktası haline
dönüşmüştür. Platon’a kadar uzanan bu tartışmaların başında, Herakleitos’un (M. Ö. 535-475)
duyuların evrende kavradığı her şeyin sürekli olarak değiştiğini ileri sürerek değişime vurgu
yapması ve bunun sonucunda da evrende kesin olarak tamamlanmış bir süreçten bahsetmenin
imkânsızlığını ileri sürmesi, diğer taraftan Parmenides’in değişim olgusunu inkâr ederek her şeyin
birer görünüşten ibaret olduğunu iddia etmesi ve özellikle duyular konusunda şüpheci bir tavır
ortaya koyması vardır.4
Kendilerinden önceki doğa filozoflarının tartışmalarından yola çıkarak sofistler, bilgi
konusunda “imkânsızlıktan” yana tavır takınarak evrensel nitelikte ve herkesin kabul edebileceği
doğrulukta bir bilginin mümkün olamayacağını savunuyorlardı. 5
Sofistlerin bilgi konusunda şüpheci bir tavır içinde olmalarının ‘tepkisel’ bir yönü de
vardır. Zira sofistler, bilginin imkânsızlığı konusunda görüşlerini ortaya koyarken aynı anda hem
değişimi inkâr eden hem de değişimi kabul eden filozofların görüşlerini değerlendirerek farklı
görüşlerden aynı septik sonuca ulaşmışlardır. Bu doğrultuda sofistler, değişimin olmamasını kabul
ettiklerinde bilginin de olmaması durumunu kabul edilmesi gereken bir sonuç olarak ileri
1
2
C. J. Hookway, “Scepticism, History Of”, The Oxford Companion to Philosophy, (Ed. Ted Honderıch) içinde, Oxford
University Press, New York 1995, s. 797; Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2003, s. 40.
Sabahaddin Eyüboğlu – M. Ali Cingöz, “Önsöz”, Sokrates’in Savunması, Çev. Niyazi Berkes, Cumhuriyet Dünya
Klasikleri, 1998, s. 18–21; A. Kadir Çüçen, Felsefeye Giriş, Asa Kitabevi, Bursa 2000, s. 102.
A. Kadir Çüçen, a.g.e., s. 118–119; Macit Gökberk, a.g.e., s. 40.
G. M. A. Grube, Plato’s Thought, Beacon Press, Boston 1964, s. 37; George F. Mclean – Patrick J. Aspell, Ancient
Western Philosophy: The Hellenic Emergence, Meredith Corporation, New York 1971, s. 127–128.
5
Luciano De Crescenzo, The History of Greek Philosophy- Volume Two: Socrates And Beyond, Translated by Avril
Bardoni, Pan Books, London 1990, s. 76; Ali Taşkın, “Sofistlere Özel Bir Referansla Bilginin Kaynağı ve İmkanı
Üzerine Yapılan Tartışmalar”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi., C. VII/1, Sivas 2003, s. 202.
3
4
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Mustafa İLBOĞA
286
sürerlerken diğer taraftan da evrendeki her şeyin sürekli olarak değişim içinde olmasının bizleri
zorunlu olarak herhangi bir şey hakkında hiçbir şey bilinemeyeceği sonucuna ulaştıracağını kabul
ediyorlardı. 6 Her iki durumda da sofistler, merkeze insani göreceliliği alarak, kesin bir bilginin
imkânını reddediyorlardı.
Bilginin imkânsızlığı konusundaki en etkili sofist düşünür Protagoras (M. Ö. 481-420)
olmuştur. Sofist düşüncenin de ilk temsilcisi olan Protagoras, kozmos sorunuyla uğraşmanın
boşuna bir çaba olduğunu söyler. Ona göre sürekli değişen evrende belli bir “şey” olmadığı için ne
salt bir varlıktan ne de herkes için doğru sayılabilecek genel geçer bir yargıdan söz etmek mümkün
değildir.7 Bilgiyi durağan ve sabit özlerle ilişkilendiren Protagoras’ın bu görüşü, Herakleitos’un
düşüncelerine de bir tür eleştiri niteliğindedir. Herakleitos’un evren ile ilgili düşüncelerinde her
şeyin sürekli olarak değiştiği vurgusuna alternatif olarak Protagoras, merkeze insanı koyarak bilgi
konusunda da kendisine temel ölçü olarak insanı alır. Böylece Protagoras, Herakleitos’un
düşüncelerinden yola çıkarak bilginin, dolayısıyla doğrunun kesin bir karakterinin olmadığı
sonucuna ulaşır. Ona göre bir şeyin doğruluğunun ölçütü insandır. Dolayısıyla doğruluk, insandan
insana değişebildiği için, göreceli bir nitelik kazanır. Protagoras’ın, doğruluğun göreceliliğine bir
kanıt olarak söylediği “insan her şeyin ölçüsüdür” sözü bu düşüncelerinin özetini oluşturur.8
Protagoras’tan sonra bilginin imkânsızlığı konusundaki sofist görüşleri daha ileri seviyelere
götüren kişi ise sofist Gorgias (M. Ö. 483-375) olmuştur. Onun “bilinecek bir şey yoktur, bir şey
varsa bile bilinemez, bilinse bile başkalarına bildirilemez” sözü, varlık üzerine genel bir bilginin
imkânını tamamen ortadan kaldırmaya dönüktür.9
Döneminde etkin ve yaygın olarak kabul gören bu düşünceleriyle sofistler, sahip olduğu
görüşleri doğrultusunda, doğruluğun kişiden kişiye ve hatta toplumdan topluma değiştiğini,
dolayısıyla insanın herhangi bir konu hakkında sahip olduğu bilginin hiçbir zaman
doğrulanamayacak nitelikte bir ‘iddia’ olduğunu ileri sürmüşlerdir.10 Sahip oldukları bu
düşünceleriyle sofistler “doğru, doğru olduğu kanıtlanabilendir” şeklinde bir yargıya kadar
ulaşmışlardır.11
Bilgi ve bilginin doğruluğu konusundaki tartışmalar sofistlerden sonraki dönemlerde de
önemini korumuştur. Bu noktada, bilgi ve doğruluk konusundaki tartışmaların bizim için önemi,
Sokrates (M. Ö. 469-399) ve Platon (M. Ö. 427-347) için de bilgi ve doğruluk konusundaki
tartışmalara kaynaklık etmiş olmasına dayanmaktadır. 12 Zira Platon’a ait diyaloglara bakıldığında,
epistemoloji temelli tartışmalarının zemininde sofistlerin ortaya koyduğu bilginin imkânsızlığıyla
ilgili iddialarına alternatif olarak ileri sürülen bir takım tartışmalara kolaylıkla rastlanır. Platon’un
diyaloglarındaki temel tartışmaların amaçlarından bir tanesi de sofistlerin sahip olduğu şüpheci
anlayışın aksine, herkes için geçerli olabilecek, genel geçer bir bilgiye ulaşmanın imkânını
sorgulamaktır.13 Genel geçer bir bilginin imkânı üzerine yürütülen tartışmalarda Platon, öncelikle
sofistlerin sahip olduğu anlayışa alaycı bir üslupla eleştiriler yöneltir, bilginlik tasladıkları için
onları insanları oltalarına düşüren balık avcılarına benzetir ve onlarla alay eder. 14
Arthur Kenyon Rogers, A Student’s History Of Philosophy, The Macmillan Company, New York 1912, s. 87–89.
Alfred Weber, Felsefe Tarihi, Çev. H. Vehbi Eralp, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1998, s. 39.
8
Walther Kranz, Antik Felsefe, Çev. Suad Y. Baydur, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1994, s. 194; Alan Lacey, “Sophists”,
The Oxford Companion to Philosophy, Oxford University Press, New York 1995, s. 840; Macit Gökberk, a.g.e., s. 40.
9
Macit Gökberk, a.g.e., s. 40.
10
A. Kadir Çüçen, a.g.e., s. 101–102.
11
Harun Tepe, Platon’dan Habermas’a Felsefede Doğruluk Ya Da Hakikat, İmge Kitabevi, Ankara 2004, s. 38.
12
Harun Tepe, a.g.e., s. 35.
13
Macit Gökberk, a.g.e., s. 43.
14
Platon, Sofist 223b.(Platon’a ait atıflarda uluslararası tasnif esas alınacaktır.)
6
7
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Platon Epistemolojisinde Episteme – Doxa Ayrımı
287
Sofistlerin bilgi ile ilgili görüşlerinin aksine Platon, diyaloglarında Sokrates’in ağzından
bilginin imkânı üzerine tartışmalar yürüterek görüşlerini idealar görüşüyle temellendirmeye çalışır.
Sofistlerin sahip olduğu bu anlayışlarla mücadele eden Platon'un, bilgiyi temellendirmek
için idealar teorisiyle doğrudan ilintili olarak ilk yaptığı şey, algılanan dünyayla görünen dünyayı
birbirinden ayırmak olmuştur.15 Başka bir ifadeyle görüngüler âlemi ve idealar âlemi olmak üzere
iki farklı bakış açısı geliştiren Platon, doğru bilginin imkânını ideaların varlığına dayandırarak
gerçek bilginin nesnelerinin epistemik değerini ortaya koymaya çalışır. Platon'un episteme (bilgi)
ile doxa (sanı) arasındaki ayrım ise temelde böyle bir amaca yönelik olarak ortaya konulmuştur.
2. Kavramsal Çerçeve: İdealar ve Episteme (bilgi) – Doxa (sanı) Ayrımı
Yunancada doxa kavramına karşıt olarak kullanılan ve ideaların apriori bilgisi anlamına
gelen “episteme”, Platon’dan önce net bir anlama sahip değilken, Platon ile birlikte “bilgi/bilme”
kavramı ile yakın anlamda kullanılmıştır.16 “Doxa” kavramı ise episteme ve gnosis kavramlarına
karşılık olarak kullanılan ve gerçek bilgi ile çelişik anlamları içeren, daha çok “sanı”, “kanı” ve
“inanç” anlamlarına yakın olan, duyulara dayalı, değişken olan (sözde) bilgiye karşılık olarak
kullanılır.17
Platon’un duyular ve duyuların güvenilirliğiyle ilgili düşünceleri, kendisinden önceki
düşünürlerden beslenen bir kabuldür. Özellikle Herakleitos ve Protagoras’ın felsefi geleneği
duyulur dünyanın göreceli niteliğine büyük vurgular içeriyordu. Platon düşüncesinde etkisi görülen
bu görüşlerin Platon’un maddi olana ‘karşı’ genel tutumuna katkı sağladığı inkâr edilemez. Bunun
yanında Platon, Pythagoras (M. Ö. 580-500) ve Sokrates’in de etkisiyle, var olan maddi dünyaya
karşılık, ‘gerçek anlamda’ var olduğunu düşündüğü, değişime kapalı olan güvenilir bir âlemin
varlığına da inanmaktaydı. 18
Platon düşüncesine bu açıdan bakıldığında, bilginin imkânı konusunda onun geçmiş
felsefeler ile kendisinden sonraki düşünceler arasında köprü kuran bir felsefeye sahip olduğu
görülecektir. Sözü edilen gerekçelerle Platon, bilginin imkânı konusunda önemini kaybetmeyecek
bir dönüm noktasıdır.
Değişimi ve sürekliliği kendi felsefesi içerisinde aynı anda birleştiren Platon, ontolojik
görüşlerini metafizik alana da taşıyarak iki dünyalı bir metafizik anlayışına ulaşmıştır.19 Platon’un
“episteme” ve “doxa” arasında yaptığı ayrımın temelinde de kabul ettiği ikili evren anlayışı vardır.
Bir tarafta değişmez özlerin bulunduğu idealar âlemini kabul eden Platon, diğer taraftan da değişen
nesnelerden meydana gelen içinde yaşadığımız görüngüler dünyasını kabul eder. Fakat her iki
dünya, sahip olduğu gerçeklik dereceleri bakımından birbirlerinden farklı statülerdedir. Platon’un
felsefesinin genel bir karakteristiği olarak bu durum, onun bilgi görüşüne de yansımış ve
epistemoloji anlayışına yön vermiştir.
2.1. Doxa’nın Tespiti
Platon, idea alanını maddi evrenden ayırmak için, düşünmeye kavramlardan ve objelerin
tanımından başlamıştır. O, öncelikle tümevarımsal bir yöntemle tikel varlıklar üzerinden bir felsefi
araştırmaya koyulur. Tüm ayrıntılarıyla tikel varlıklar üzerinde muhakemelerde bulunarak tikelin
Bertrant Russell, Batı Felsefesi Tarihi İlkçağ, Çev. Muammer Sencer, Say Yayınları, İstanbul 1997, s. 235.
Ahmet Cevizci, “Episteme”, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2000, s. 327; Abdulbaki
Güçlü-Erkan Uzun vd., “Episteme”, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2002, s. 73.
17
Abdulbaki Güçlü-Erkan Uzun vd., “Doksa”, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2002, s. 426.
18
İhsan Turgut, Platon'un Son Dönem Felsefesinde Bilgi Sorunu (Theaitetos’un Yeni Bir Yorumu), Bilgehan Matbaası,
İzmir 1992, s. 20–21.
19
R. C. Cross – A. D. Woozley, “Bilgi, İnanç ve Formlar”, İdealar Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Gündoğan Yayınları,
Ankara 1999, s. 60.
15
16
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Mustafa İLBOĞA
288
bilgisine ulaşmaya çabalar. Anlamak ve bilmek üzerine sorulan her bir soru ortaya bir sonuç
çıkarır.
Platon bütün diyaloglarında erdem, adalet, sevgi gibi soyut kavramların tanımını yapmaya
çalıştığı gibi; balık, masa vs. şeklindeki somut tikellerin de tanımları üzerinde uzun tartışmalar
yapmıştır. Tikel nesneler konusunda epistemik çerçevede vardığı sonuçlardan ilki, sıradan insanlar
tarafından bilginin duyular vasıtasıyla elde edilmeye çalışıldığı gerçeği olmuştur. Güvenilir
olmayan bir zemin üzerine bilgiyi kurmanın imkânsızlığını gören Platon, duyu alanını bilgi
alanının dışına çıkarır.
Duyu alanının ‘bilgi alanı’nın dışına çıkarılması durumu Platon için önemli bir düşünsel
adımdır. Platon’un böyle bir sonuca ulaşmasındaki en büyük etken ise, tikel nesnelerin
tanımlanmasında yaşanan sorunlar olmuştur. Her bir nesneyi tanımlarken karşılaşılan
başarısızlıklar Platon’u görünen tikel nesneler alanına ait herhangi bir bilginin imkânsızlığı üzerine
düşünmeye itmiştir. Dolayısıyla bu düşünceler Platon’u, görüngüler âlemiyle ilgili herhangi bir
“episteme(bilgi)”den değil “doxa(sanı)”dan bahsetmenin daha doğru olacağı sonucuna
yaklaştırmıştır.20
Tikel varlıkların dünyasında gerçek bir bilginin mümkün olup olmadığıyla ilgili felsefi
sorgulamalarına diyaloglar üzerinden devam eden Platon’un, bilgi ve sanı ayrımı konusundaki bir
diğer araştırması da bir şeyin öğretilip öğretilemeyeceği sorunu üzerinedir. Çünkü eğer bir bilgiden
bahsetmek olanaklıysa onun öğretilebilir ve başkalarına aktarılabilir nitelikte olması gerekmektedir.
Örneğin matematik gerçekten bir bilgi ise onun öğretilebilir olması gerektiğini düşünen Platon,
bilgiye konu olan matematiksel nesnelerin de bu nedenle var olmaları gerektiğini varsayar. Tikel
nesnelerle ilgili araştırmalarından yola çıkarak matematiksel nesnelerin veya sayıların, doğada var
olmasalar bile, başka bir âlemde var olmaları gerektiği sonucuna ulaşır. 21 Platon’un bu varsayımı
Menon isimli diyalogunda hiçbir geometri bilgisi olmayan köleye sorular sorarak bir geometri
problemini çözdürmesi örneğiyle temellendirilmeye çalışılır. Böylelikle Platon, matematiksel
nesnelerin tikel varlıklarla doğrudan ilişkisinin olmadığını vurgulayarak duyular dünyasına dayalı
bir ‘bilgi’den bahsetmenin mümkün olmadığını, bu alanla ilgili yalnızca ‘sanı’dan veya inançtan
bahsetmenin daha olanaklı olduğunu ortaya koyar.22
Platon’un tüm bu araştırmalarında ulaştığı sonuç tikel varlıkların yapısıyla ilişkilidir. Tikel
varlıklar hakkındaki oluşmuş yargısı sebebiyle Platon’da sanı anlayışının düşünsel arka planı da bu
yolla gerekçelendirilmiştir. Herakleitos’un fenomenlerin hiçbir kimliğe sahip olmadığı şeklindeki
öğretisini paylaşan Platon23, tikeller hakkında her zaman geçerli olabilecek bir önerme kurmanın
olanaksız olduğunu düşünmektedir.24 Platon'a göre, her şeyin sürekli bir değişim içinde kabul
edilmesi bilginin imkânını ortadan kaldırmaktadır.
Diyalektik bir üslupla ilerleyen tartışmalar boyunca Platon, tikel varlıkların tanımında
ortaya çıkan, tikel varlıkları aşan bir takım nitelikleri genel özlerle ilişkilendirerek bunları “idea”
olarak adlandırmıştır. İdeal kategoride değerlendirilen genel nitelikler (idealar) ise tikel
nesnelerden ayrılarak farklı gerçeklik dereceleriyle ilişkilendirilmiştir.25
Sözünü ettiğimiz gerçeklik sınıflandırmasında sanı, episteme karşısında daha alt
konumdadır. Fakat Platon’un sanı olarak adlandırdığı bilgi türü, kendi içerisinde de farklı doğruluk
20
Platon, Timaios 29c; Harun Tepe, a.g.e., s. 41.
Raphael Demos, “Formlar ve Şeyler”, İdealar Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Gündoğan Yayınları, Ankara 1999, s. 114.
22
Bkz.: Platon, Menon 80a vd.
23
İhsan Turgut, a.g.e. (1992), s. 9; R. S. Bluck, “Platonik Formlar Birer Tümel Midir?”, İdealar Kuramı, Çev. Ahmet
Cevizci, Gündoğan Yayınları, Ankara 1999, s.106.
24
Platon, Philebos 59b; R. C. Cross – A. D. Woozley, a.g.e, s.72.
25
Platon, Menon 72c.
21
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Platon Epistemolojisinde Episteme – Doxa Ayrımı
289
derecelerine sahiptir. Sanı’yı da kendi içerisinde “doğru sanı” ve “yanlış sanı” olmak üzere iki
kısma ayıran26 Platon'a göre “bilgi” ve “doğru sanı” görünüşte benzer olmalarına rağmen 27
birbirlerinden farklı şeylerdir.28 Onun bilgi olmamasının nedenini doğruluğunun nedeninin
açıklanamamasına29 ve insan ruhunda kalıcı olmamasına 30 bağlayan Platon, “doğru sanı”nın
bilgisizlik olmamasının nedenini ise gerçeğe ‘rasgele de olsa’ ulaşılmış olmasına
dayandırmaktadır.31 Ona göre doğru sanılar ancak bir kanıta dayandırıldıklarında bilgi halini
alırlar.32 Bu açıdan doğru sanı, bilgiyle bilgisizlik arasında bir yerdedir. 33 Başka bir deyişle bir
inancın doğruluğunun nedenine bir açıklama getirilip kavranmadıkça, hiçbir zaman bilgi haline
gelmeyecek ve bir inanç olarak kalacaktır.34 Platon’un böyle bir ayrıma gitmesinin altında ise
matematiksel nesnelerin durumu yatmaktadır. Zira matematiksel nesnelerin, sayıların ve geometrik
biçimlerin episteme-doxa ilişkisindeki durumu Platon felsefesinde net değildir. Bu açıdan
matematiksel nesneler Platon tarafından doğru sanı olarak adlandırılır ve ‘episteme’ nitelemesine
daha layık görülür.
Gelinen noktada önemli olan durum, idealardan daha çok sanının net bir şekilde öncelikli
olarak ortaya konulmuş olmasıdır. İlkin duyular üzerindeki güvensizlikle başlayan tartışmalar
yerini maddi olanla ilişkili elde edildiği düşünülen bilginin güvenilir olmadığı sonucuna
bırakmıştır. Fakat ‘episteme’ denilen bilginin ‘doxa’ olarak adlandırılan sanıdan tam olarak
ayrışma nedeni düşünsel anlamda oluşmamıştır. Elde ettiği sonuçlar üzerine sorular sormaya
devam eden Platon, istekli bir biçimde episteme’nin ne’liği üzerinde diyaloglarında yoğun bir
biçimde araştırma yürütür.
2.2. Episteme’nin Doxa’dan Ayrımı
Buraya kadar ortaya konulduğu şekliyle, doxa’nın en temel özelliği ‘değişim’ üzerine bina
edilmiş olmasıdır. Dolayısıyla maddenin sahip olduğu değişken zemin, epistemik anlamda ortaya
güvenilir olmayan bir sanı veya inanç çıkarmaktadır. Bu durumda kendisine güvenilebilecek
doğrulukta bir bilginin imkânı söz konusu olamamaktadır.
Bu noktada, Platon açısından episteme için kabul edilebilecek en temel ayrım, episteme’nin
değişmez karakteri veya formu olmaktadır. Eğer episteme’nin formu da evrendeki objeler gibi
değişime açıksa bilgi olmayacaktır. Çünkü bu durumda karşımızda durağan olan hiçbir bilgi
nesnesi ve onu bilecek bir süje var olamayacaktır. 35 Platon'un ifadesiyle arada olanın (mutlak varlık
– mutlak yokluk) bu bilgisi sanıdır.36 Böyle bir durumda bilginin süjesinin ve objesinin değişimin
dışında olması kaçınılmaz bir hale gelmektedir.
Değişim konusuyla ilişkilendirilen doxa, episteme’nin ortaya konulmasına da imkân
vermektedir. Başka bir ifadeyle Platon, ortaya koyduğu temel kriterleri sebebiyle, varlığı ideaların
26
Platon, Gorgias 454d.
Platon, Theaitetos Ya Da Bilgi Üstüne 200e; Harold Cherniss, “İdealar Kuramının Felsefi Yönden Sağladığı Tasarruf”,
İdealar Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Gündoğan Yayınları, Ankara 1999, s. 45.
28
Platon, Theaitetos Ya Da Bilgi Üstüne 201c.
29
Platon, Symposion 202a; Platon, Menon 97e-98b; John M. Rist, “Platon'da Bilgi ve Değer”, İdealar Kuramı, Çev.
Ahmet Cevizci, Gündoğan Yayınları, Ankara 1999, s. 137.
30
Platon, Menon 97b-c.
31
Platon, Symposion 202a.
32
Platon, Theaitetos Ya Da Bilgi Üstüne 201d, 208e.
33
Platon, Devlet 476d, 478d.
34
R. C. Cross – A. D. Woozley, a.g.e, s. 54.
35
Platon, Kratylos 440a-c; Etienne Gilson, Tanrı ve Felsefe, Çev. Mehmet Aydın, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları,
İzmir 1986, s. 26.
36
Platon, Devlet 476d, 478d.
27
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Mustafa İLBOĞA
290
varlığına bağlı olan bilgi ve sanı ayrımını, objelerin ve zihnin iki ayrı durumuna bağlamıştır. 37 Bu
tespitten hareketle episteme’nin ve doxa’nın ayrışmasının temeline ‘konuları’ ve ‘elde ediliş
biçimi’ni koyabiliriz.
Konuları bakımından episteme ve doxa farklı imkânlara sahiptir. Temelde episteme’nin
doxa’dan ilk ayrımı konuları bakımındandır. Sanının konusu tikel varlıklar olarak ortaya çıkarken
episteme’nin konusu tikel varlıkların dışında olan idealar ile ilgilidir. Doğru sanının episteme
karşısındaki durumu bunun en açık göstergesidir.
Platon'a göre, çevremizde gördüğümüz tek tek ağaçlar, kendilerinden daha parlak olan
tanrısal idealar karşısında sönük durumdadır. Bu anlamda tanrısal denen idealar bilginin konusunu
oluştururken, tek tek ağaçlar ise sanının konusunu teşkil eder. Diğer bir ifadeyle, tanrısal olan
idealar için ‘bilgi sahibi’ olunabilirken insani olan örnekler için ancak ‘sanı sahibi’ olunabilir. 38
Buna göre sanının konusu olan tikel nesneler, görülebilen ancak düşünülemeyen şeylerdir. Bilginin
konusu olan idealar ise, sahip oldukları özellikleri dolayısıyla, duyuların onları kavraması imkânsız
olduğu için39 görülemeyen ancak düşünülebilen şeylerdir.40 Bu durumda Platon tarafından episteme
bir düşünce objesi olarak algılanırken, doxa bir duyu nesnesi ve onun bir sonucu olarak
algılanmaktadır.
Platon'a tarafından gündelik bir kullanımla “bilim” adını verdiğimiz şeyler temeli itibariyle
duyuya dayandıkları için “bilgi” olarak değil, “inanma” olarak kabul edilir.41 Çünkü ona göre
bilimin konusu var olan şeylerdir. Oysa tikeller dünyasında, aynı anda hem var olan hem de var
olmayan şeyler sanının konusudurlar.42
Gelinen noktada episteme ve doxa’nın bir diğer ayrışma noktası ortaya çıkmaktadır. İdeainsan ilişkisi çerçevesinde düşünüldüğünde, episteme ve doxa’nın insan tarafından elde
edilmesinde iki yol ortaya çıkmaktadır. Bu doğrultuda doxa duyular vasıtasıyla elde edilebilir
görünürken, episteme’nin duyular ile elde edilme imkânı neredeyse yok gibidir. Başlangıç olarak
duyulara ihtiyaç duyduğu görülen episteme, insan tarafından nihai anlamda kavranılabilmesi için
ruhun eylemlerine ihtiyaç duymaktadır.
2.3. Episteme’nin Belirlenimi
Platon, bütün diyalogları boyunca yapılan tartışmalarda “bilgi” konusunda artık bir sonuca
ulaşmış gibidir.43 Platon epistemeyi mitsel bir tutumla, çıkarımlar yaparak ortaya koymayı tercih
eder. Örneğin Platon’a göre “objesi belirlenmemiş halde olan”ın bilgisi imkânsızdır. 44 Başka bir
deyişle, sürekli değişim halinde olan nesnel varlıklar için sabit bir bilginin tespiti söz konusu
değildir. Sürekli değişim halinde olan nesneler ise “gerçek” nitelemesine uzak kalmaktadır.
Dünyanın sürekli değişim halinde olması, dolayısıyla gerçek olarak kabul edilmemesi, onun
yokluğu ile yakın anlamları çağrıştırmaktadır. Bu düşünsel bağlantıdan hareket eden Platon “var
İhsan Turgut, “Platon’da Bilgi Türleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. XXII, Ankara 1978, s. 352;
İhsan Turgut, a.g.e. (1992), s. 22, 50; R. C. Cross – A. D. Woozley, a.g.e, s. 53; Raphael Demos, a.g.e., s. 110.
38
Platon, Devlet 479e, 597a.
39
Platon, Phaidon 79a; Raphael Demos, a.g.e., s.114.
40
Platon, Devlet 507c.
41
Platon, Devlet 533c.
42
Platon, Devlet 477a-b.
43
Bu noktada eleştiri konusu olarak ileri sürülebilecek şey, Platon’un episteme ile ilgili belirlenimlerin temeline zorunlu
olarak doxa’nın konusu olan tikelleri koymuş olmasıdır.
44
Platon, Kratylos 440a.
37
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Platon Epistemolojisinde Episteme – Doxa Ayrımı
291
olmayan” (gerçek olmayan) bir şey’in bilgisini de mümkün görmez. 45 Bunun anlamı, ideal olan ile
epistemik olanın özdeşliğidir.
Platon’un ortaya koyduğu hatırlama teorisi ise onun bilgi konusundaki görüşlerinin arka
planına işaret eder. Ruhun ölümsüzlüğü üzerine düşünceleriyle birleştirildiğinde, bilginin insan
zihninde doğuştan yerleşik olduğu (a priori) sonucu ortaya çıkar. Daha önceki yaşamında
öğrendiği bilgileri insan, şimdiki yaşamında ruhu aracılığıyla hatırlar. İnsanın yeryüzüne düşüşüyle
birlikte unuttuğu idealarla ilgili bilgiler, sorular sorarak doğurtma yöntemiyle yeniden hatırlanır.
Şeylerin sudaki yansıması olan görüntülerinin nesnelerine göre durumunu sanının bilgi
karşısındaki durumuna benzeten Platon, 46 şeylerin kendi başlarına var olan değişmez özlerini
görmek olan bilgeliği47 ise tam olarak tanrılara uygun görmüştür. İnsanlar arasında bu tanıma en
çok yakışan kişiler olarak ise filozofları gösterir. Ona göre filodoxların aksine filozoflar, gerçeğin
bilgisinin peşinden koşan insanlardır.48
Bunun yanında, Platon’un matematiksel nesneler konusundaki epistemik tutumu
belirsizlikler içermektedir. Belirsizliğin temelinde ise matematiksel nesnelerin varlık karşısındaki
durumu yatmaktadır. Platon tarafından buna göre, aynı zaman içinde hem var olan hem de var
olmayanların49 ya da ne var olanların ne de var olmayanların, 50 ancak hem varlıkla hem de yoklukla
ilişkisi olanların51 durumu da bilgiyle bilgisizlik arasında bir yerde konumlandırılmıştır.
Fenomenal nesnelerin sanının konusu olan şeyler sınıfına, yani varlıkla yokluk arasına
konulmasının sebebi onların tam anlamıyla var kabul edilmemesinde yatmaktadır.52 Herhangi bir
tikelin aynı zamanda hem güzel hem çirkin, hem ağır hem de hafif görülebilmesi ile ilgili olan bu
durum, devlet diyalogunda çocuklara mizahi bir anlatımla sorulan şu bilmecede özetlenir: “Bir
adam var adam değil, bir kuş vurdu kuş değil… Hadım yarasa vurdu…” Platon bu noktada, tam
olarak varlığını kavrayamadığımız bu tikelleri, varlıkla yokluk arasında bir yere koymanın en
uygun karar olacağını söyler.53
3. Sonuç
Platon’u felsefe tarihinde özel yapan en büyük özelliği, insan düşüncesinde meydana
getirdiği köklü değişikliktir. Somuta dayalı düşünce alışkanlıklarının Platon’a kadar gelişen tarihsel
süreçte ortaya koyduğu çeşitlilik ve bu çeşitliliğin meydana getirdiği farklı hatta birbirine zıt
sonuçlar, döneminde büyük tartışmalara zemin hazırlamıştır. Filozofların bakış açılarına göre her
iki durumun da kabul edilebilir olduğu bir düşünsel ortamda “bilgi”, ulaşılması en çok istenen bir
“şey” konumundaydı. Sevginin, arkadaşlığın ve dostluğun bile somut bir nesne olarak düşünüldüğü
pre-sokratik Grek düşüncesinde Platon, soyut düşüncenin kapılarını aralamıştır. Bunun ötesinde
tüm soyutluğun üzerine sistematik bir felsefe geliştirmiş ve doğal dünyadaki nesnelerle
kıyaslandığında onlardan daha somut ve daha gerçek başka bir ‘nesneler’ evreni önermiştir.
Gerçeklik kategorilerinde ise dünya daha alt bir seviyeye yerleştirilerek idea olarak adlandırdığı
‘şey’ler tüm evrenin ve tüm düşüncelerin temeline konulmuştur.
R. C. Cross – A. D. Woozley, “Bilgi, İnanç ve Formlar”, İdealar Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Gündoğan Yayınları,
Ankara 1999, s. 57.
46
Platon, Devlet 510a.
47
Platon, Devlet 479e.
48
Platon, Phaidros 278d; Mustafa Namık, Eflatun, Tefeyyüz Kitaphanesi, İstanbul 1933, s. 101-102.
49
Platon, Devlet 477a.
50
Platon, Devlet 478c.
51
Platon, Devlet 478d.
52
Frederick Copleston, Felsefe Tarihi (Aristoteles), Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yay., İstanbul 1997, s. 108; Tuncar Tuğcu,
Batı Felsefesi Tarihi, Alesta Yayınları, Ankara 2000, s. 126.
53
Platon, Devlet 479c.
45
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Mustafa İLBOĞA
292
Asıl kaygısı ahlak olan Platon, dönemindeki tartışmalardan bağımsız da düşünmemiştir.
Bilginin imkânsızlığından hemen sonra gelen genel geçer bir ahlakın imkânsızlığı hakkındaki
yargılar, toplumda var olan ahlaksızlığın temellendirilmesi sorununu da beraberinde getirdi. Genel
geçer bir bilgiden bahsetmenin olanaksızlığı, bir ahlaktan da bahsetmenin olanaksızlığıyla dolaylı
olarak ilişkiliydi. Örneğin adaletin bir bilgi olması, değişmez olması, öğretilebilir olması ve
içerisinde şüphe içermemesi Platon açısından son derece önemliydi. Sofistlerin “Adalet nedir?”
sorusuna verdiği cevap ile Platon’un aynı soruya verdiği cevabın farklılaşmasının temelinde aynı
düşünsel çatışmalar vardı.
İnsanların davranışlarının, örneğin adaletli olmanın erdemli olmasını, davranışın adalet
ideasına olan uyumuyla açıklayan Platon, gerçekten güvenebileceğimiz bir bilgi alanına işaret
etmiştir. İdealar olarak nitelendirdiği reel özler, gerçekliği konusunda şüphe edilemeyen, insanda
doğuştan yerleşik olan ve ‘bilgi’ adını hak eden şey’lere karşılık geliyordu. Bu alanın dışında
temellendirilen tüm tartışmalar, dayanağı bu dünyadaki nesnel varlıklar olan tüm bilgiler ve siyasi
tanımları içeren ahlak ilkeleri Platon tarafından “bilgi” alanının dışına itilmiştir. Ona göre
gerçekten “bilgi-episteme” olmayı hak eden şey, idealardı. Bunun dışında kalan içinde yaşadığımız
dünya ve ona dayalı şeyler ise sanı (doxa) konumuna yerleştirildi.
Platon düşüncesindeki belirsizliklerden birisi olarak ifade edilebilecek şey ise ‘doğru sanı’
ve ‘yanlış sanı’ ayrımıdır. Bu noktada sanı bir tür arada kalmışlığı da ifade eder. Arada olma
durumu, nesne ile idea arasındaki konumlandırmayla ilişkilidir. Platon açısından ideal olana
yakınlık, bilginin kesinliğinin de kriteridir. Nesnel olana, dolayısıyla gelip geçici olana yakınlık ise
sanının kesinsizliğinin bir kriteridir. Platon’un verdiği matematiksel varlıklar örneği bu arada
olmanın açıklamasıdır.
Bu açıdan onun felsefesine bakıldığında, sıradan insanlar en fazla doğru sanıya ulaşabilir
görünmektedir. Genellikle sanıya saplanmış görünen insanlar, ideal olana yaklaştıkça bilginin
nesnelerine de yaklaşmaktadır. Bir bakıma bu durum ruhsal uyanışla da ilgilidir. Yeryüzündeki
kendi konumunun farkına varan insan, kendini konumlandırdığı yerden bilginin ve sanının
nesnelerine bakmaktadır. Aslında sanının ve bilginin ayrımını yapma durumu sözü edilen bu
aşamadan sonra gerçekleşmektedir. İdealar dünyasını ve En Yüksek İyi’nin ışığını tecrübe etmemiş
insanlar ona göre bilgiye ulaşamaz görünmektedir. Bu insanlara doğru bir yöntemle yaklaşıldığında
ve doğru sorular sorulduğunda yalnızca doğru bir sanıya ulaşabilirler. Bilgiye ulaşma ise doğrudan
doğruya ideaları görme ile ilgilidir. Daha kesin bir ifadeyle söylemek gerekirse, bilgi ‘idea’ ile
ilgilidir. İdeaların dışında yalnızca doğru veya yanlış bir sanıdan ve inançtan bahsedilebilir.
Platon’un filozofu ‘sanının peşinden koşan insan (filodox)’ olarak değil, ‘bilginin peşinden koşan
insan (filozof)’ olarak görmesi bu noktada daha anlamlı hale gelmektedir.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Platon Epistemolojisinde Episteme – Doxa Ayrımı
293
KAYNAKÇA
BLUCK, R. S., “Platonik Formlar Birer Tümel Midir?”, İdealar Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci,
Gündoğan Yayınları, Ankara 1999, ss. 101–108.
CEVİZCİ, A., “Episteme”, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2000, ss.
327–328.
CHERNİSS, H., “İdealar Kuramının Felsefi Yönden Sağladığı Tasarruf”, İdealar Kuramı, Çev.
Ahmet Cevizci, Gündoğan Yayınları, Ankara 1999, ss. 40–50.
COPLESTON, F., Felsefe Tarihi (Aristoteles), Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yay., İstanbul 1997.
CRESCENZO, L. D., The History of Greek Philosophy - Volume Two: Socrates And Beyond,
Translated by Avril Bardoni, Pan Books, London 1990.
CROSS, R. C. vd., “Bilgi, İnanç ve Formlar”, İdealar Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Gündoğan
Yayınları, Ankara 1999, ss. 51–77.
ÇÜÇEN, A. K., Felsefeye Giriş, Asa Kitabevi, Bursa 2000.
DEMOS, R., “Formlar ve Şeyler”, İdealar Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Gündoğan Yayınları,
Ankara 1999, ss. 109–125.
EYÜBOĞLU, S. vd., “Önsöz”, Sokrates’in Savunması, Çev. Niyazi Berkes, Cumhuriyet Dünya
Klasikleri, 1998.
GİLSON, E., Tanrı ve Felsefe, Çev. Mehmet Aydın, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir
1986.
GÖKBERK, M., Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2003.
GÜÇLÜ, A. vd., “Doksa”, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2002, ss.426-427.
GÜÇLÜ, A. vd., “Episteme”, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 2002, ss.473-476.
GRUBE, G. M. A., Plato’s Thought, Beacon Press, Boston 1964.
HOOKWAY, C. J., “Scepticism, History Of”, The Oxford Companion to Philosophy, Oxford
University Press, New York 1995.
KRANZ, W., Antik Felsefe, Çev. Suad Y. Baydur, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1994.
LACEY, A., “Sophists”, The Oxford Companion to Philosophy, Oxford University Press, New
York 1995.
MCLEAN, G. F. vd., Ancient Western Philosophy: The Hellenic Emergence, Meredith
Corporation, New York 1971.
NAMIK, M., Eflatun, Tefeyyüz Kitaphanesi, İstanbul 1933.
PLATON, Devlet, Çev. Hüseyin Demirhan, Sosyal Yayınlar, İstanbul 2002.
__________, Gorgias, Çev. Reyan Erben, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1989.
__________, Kratylos, Çev. Cenap Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul 2000.
__________, Sofist, Çev. Cenap Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul 2000.
__________, Menon, Çev. Adem Cembil, Maarif Matbaası, İstanbul 1942.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014
Mustafa İLBOĞA
294
__________, Phaidon, Çev. Hamdi Ragıp Atademir ve Kemal Yetkin, Sosyal Yayınlar, İstanbul
2001.
__________, Philebos, Çev. Sabri Esat Siyavuşgil, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, 1998.
__________, Symposion, Çev. Cenap Karakaya, Sosyal Yayınlar, İstanbul 2000.
__________, Theaitetos Ya Da Bilgi Üstüne, Çev. Macit Gökberk, Diyaloglar–2, Remzi Kitabevi,
İstanbul 1994.
__________, Timaios, Çev. Erol Güney ve Lütfi Ay, Sosyal Yayınlar, İstanbul 2001.
RIST, J. M., “Platon'da Bilgi ve Değer”, İdealar Kuramı, Çev. Ahmet Cevizci, Gündoğan
Yayınları, Ankara 1999.
ROGERS, A. K., A Student’s History Of Philosophy, The Macmillan Company, New York 1912.
RUSSELL, B., Batı Felsefesi Tarihi İlkçağ, Çev. Muammer Sencer, Say Yayınları, İstanbul 1997.
TAŞKIN, A., “Sofistlere Özel Bir Referansla Bilginin Kaynağı ve İmkanı Üzerine Yapılan
Tartışmalar”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. VII/1, Sivas 2003, ss.
199-209.
TEPE, H., Platon’dan Habermas’a Felsefede Doğruluk Ya Da Hakikat, İmge Kitabevi, Ankara
2004.
TUĞCU, T., Batı Felsefesi Tarihi, Alesta Yayınları, Ankara 2000
TURGUT, İ. “Platon'da Bilgi Türleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi., C. XXII,
Ankara 1978, ss. 349–359
TURGUT, İ., Platon'un Son Dönem Felsefesinde Bilgi Sorunu (Theaitetos’un Yeni Bir Yorumu),
Bilgehan Matbaası, İzmir 1992.
WEBER, A., Felsefe Tarihi, Çev. H. Vehbi Eralp, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1998.
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic
Volume 9/11 Fall 2014