EMEKveTOPLUM
Derleme Makale / Review Article
Geliş Tarihi-Received Date: 03.08.2023
Kabul Tarihi-Accepted Date: 19.09.2023
DOI: 10.31199/hakisderg.1354223
KENT YAŞAMI VE KENT YAŞAMINDA İLETİŞİM
PRATİKLERİ ÜZERİNE TEORİK BİR İNCELEME
Sümeyra Tüzün1
1
Orcid ID: 0000-0003-2508-1129
Öz
Toplumsal bir varlık olarak insan çevresiyle sürekli bir etkileşim halindedir. Kırsal bölgeler, ufak
şehirler, büyük şehirler ve metropoller insanların ilişki ve iletişim biçimlerini etkileyen karmaşık
ve çok yönlü bağlamlar olarak şehir sosyolojisinin inceleme konuları arasında yer almaktadır.
Sanayi Devrimi’nden sonra literatürde çeşitli sorunsallarla yer tutan kent kavramı hem iletişim
sosyolojisinin hem de kent sosyolojisinin önemli çalışma alanlarından birini oluşturmaktadır.
Bu çalışma, kent yaşamının insani etkileşimleri, ilişkileri ve iletişim pratiklerini etkilemesi
noktasında teorik bir inceleme gerçekleştirmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda, özelde Georg
Simmel, Ferdinand Tönnies ve Anthony Giddens’in düşünceleri üzerinden kent yaşamı ve insan
hayatına etkileri ele alınmıştır. Çalışmanın, kent yaşamındaki sorunsalları iletişim disiplini
perspektifinden ele alma noktasında araştırmacılara ilham olması umulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: İletişim sosyolojisi, kent sosyolojisi, kentleşme, kent yaşami
Atif için:
Tüzün, S. (2023). Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir
İnceleme. HAK-İŞ Uluslararasi Emek ve Toplum Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 33, ss. 228-248.
1
Dr. Öğr. Üyesi, Marmara Üniversitesi, İletişim Fakültesi, E-mail: smeyra_tzn@hotmail.com
HAK-İŞ Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi © Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33, (2023/2)
ISSN: 2147-3668 / E-ISSN:2587-103X
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
A THEORETICAL EXAMINATION ON URBAN LIFE AND
COMMUNICATION PRACTICES IN URBAN LIFE
Abstract
As a social being, man is in constant interaction with his environment. Rural areas, small
cities, big cities and metropolises are among the subjects of urban sociology as complex and
multifaceted contexts that affect people’s relationships and communication styles. The concept of the city, which has a place in the literature with various problematics after the industrial period, constitutes one of the important study areas of both communication sociology
and urban sociology. This study aims to conduct a theoretical analysis on the effects of urban
life on human interactions, relationships and communication practices. In this context, urban life and its effects on human life will be discussed from the perspective of the thoughts
of Georg Simmel, Ferdinand Tönnies and Anthony Giddens in particular. It is hoped that the
study will inspire researchers to address the problematics in urban life from the perspective
of the communication discipline.
Keywords: sociology of ccommunication, urban sociology, urbanization, urban life
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
231
Sümeyra Tüzün
GİRİŞ
Toplumsal bir varlık olarak insan çevresiyle sürekli bir etkileşim halindedir.
İçinde bulunulan bağlamlar genişledikçe, karmaşıklaştıkça insanın etkileşimi ve bu etkileşimlere dayalı olarak geliştirdiği ilişki ve iletişim biçimleri de komplike bir yapı arz etmektedir. Köyler, şehirler, büyük metropoller
insanı ve yaşam biçimini etkileyip değiştiren, dönüştüren ve biçimlendiren
özellikler içermektedir. Simmel’den mülhem temsili birer örnek olarak
zihnimizde şu iki durumu tasvir edebiliriz. Kırsal bir coğrafyada, geniş bir
ovada yer alan bir yaylada evinin avlusuna oturmuş karşısındaki ufka uzanan manzaraya bakan birini düşünelim öncelikle. Sabahtan akşama kadar o
avluda tanık olabileceklerini ve izleyebileceği hareketliliği düşünelim. Daha
sonra İstanbul’da bir gökdelende penceresinin camından dışarıyı izleyen
birini düşünelim. Ufuk çizgisini arkasında bırakan büyük binalarla çevrili olan manzarasında, gökyüzünü, yeryüzünü ve arasını kaplayan boşlukta
neler görebileceklerini düşünelim. Salt bu manzara kıyaslaması dahi, insan
zihninin çalışmasını etkileme noktasında şehirler hakkında bize bir başlangıç noktası sunabilir.
Çok eski zamanlardan günümüze uzanan tarihsel süreçte, insanlığın geçirmiş olduğu değişimlerin, dönüşümlerin ve sorunların meskeni ve aynası
olan şehirler bu bakımdan önemli bir araştırma alanıdır. Sosyoloji ve iletişim
bilimleri de bu anlamda birbirleriyle yolu kesişen iki alan olarak belirmektedir. Şehir sosyolojisi ve iletişim sosyolojisi bu bağlamda benzer çalışma
alanlarına sahip iki alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Şehir sosyolojisini Arlı
(2022, Tübitak Sosyal Bilimler Ansiklopedisi),
“İnsan topluluklarının şehir mekanında örgütlenme mantığını
ve yerleşme tarzlarını dikkate alarak fiziksel ve mamur çevreyle
etkileşimlerini çok boyutlu olarak soruşturan, yine insan topluluklarının ve gruplarının kentlerdeki ekonomik, sosyal ve kültürel eylem ve etkileşimlerini çoklu teorik ve yöntemsel araçlarla
inceleyen bir araştırma alanı”
olarak tanımlamaktadır. İletişim sosyolojisi ise “sosyoloji alanının kendine
özgü kavram, tartışma ve yöntemleriyle iletişimi anlamaya ve açıklamaya”
yönelik hem iletişim bilimlerinin hem de sosyolojinin bir alt disiplini olarak
ifade edilmektedir (Adıgüzel vd., 2022, s. 4).
Bu çalışma, kent hayatının insani ilişkiler ve iletişim perspektifinden
okunmasını teorik olarak incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışmada öncelikli
olarak şehir ve şehirle ilgili çalışmalar özet bir şekilde sunulacaktır. Ardından,
232
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
Tönnies, Simmel ve Giddens’in görüşleri çerçevesinde modern yaşamı karakterize eden kent yaşamı, kent yaşamındaki etkileşimler, ilişkiler ve iletişim
biçimlerine dair bir çerçeve sunulmaya çalışılacaktır.
1. Kentleşme Olgusu ve Kökenleri
Şehirleşme olgusu çok eski tarihlere, bundan 10 bin yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Antik zamanda şehirler, merkezi şehirler ve merkezi şehirlere çeşitli yollarla bağlanan diğer şehirler olarak var olmaktadır. Atina, Roma, Babil
gibi şehirler, merkezi şehirler olarak bilginin, gücün, iktidarın, zenginliğin,
kontrolün simgesidirler. Atina’da şehir devleti olarak polis bu bağlamda şehrin egemenlik alanını ifade eden bir yönetim şeklidir (Rıttersberger-Tılıç,
2013, ss. 3-4). .
Literatürde kent ve kentleşme üzerine yapılan çalışmalar, antik dönemi,
Orta Çağ’ı, feodal dönemi, sanayi ve sonrası dönemi ele alan geniş bir çalışma
alanını kapsamaktadır. Şehirleşme üzerine gerçekleştirilen çalışmalarda referans alınan toplum genellikle Batı toplumudur. Sanayileşmenin bu sebeple
şehir yaşamı üzerinde etkileri derin olmuştur. 18. yüzyılın sonları ile 19. yüzyılın başlarında beliren ilerleme düşüncesi ve yaşanan Sanayi Devrimi sonucunda toplumsal hayat ve kurumsal yapılar tamamen dönüşmüştür. Seri üretim yapan fabrikalar nüfus hareketliliğinin şehirlere doğru akmasına sebep
olmuştur. Böylece kentler büyümüştür, sanayileşme yaygınlaşmıştır. Bunlar
da beraberinde kapitalist ekonomilerin büyümesini ve kent problemlerini
getirmiştir (Bulaç, 2007, ss. 13-17).
Kent yaşamının sanayileşme ve kapitalizmle ilişkisi sebebiyle, kent çalışmalarında Marx’dan da bahsedilmektedir. Ancak Marx’ın odağında kent
kavramı değil kapitalizm, gelişimi ve toplumsal analizleri bulunmaktadır. Bu
bağlamda, dolaylı olarak kapitalizm ve kent ilişkisi de çalışmalarında belirmektedir.
Weber şehri, Batıya özgü ve Batı demokrasisinin gelişimiyle yakından alakalı bir fenomen olarak görmektedir. Ancak Weber’in çalışmalarının odağında da kent olgusu yer almamaktadır. Weber’in kent analizleri feodalizmden
kapitalizme geçiş sürecindeki analizlerine dayanmaktadır. Onda toplumlar,
Batı dışındaki toplumlar ve modern, kapitalist Batı toplumu olarak ayrılmaktadır. Kapitalist dönemdeki kentlerin başlıca özelliği ticari ilişkilere dayanmasıdır. Bunun dışında kentlerin sahip olması gereken nitelikleri; kenti
koruyan ve savunan bir kale, pazar yeri, siyasal açıdan göreli özerk yasaları
uygulayan bir mahkeme ve kentlilerin seçtiği yöneticiler olarak sıralamak(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
233
Sümeyra Tüzün
tadır. Kentler Weber için, rasyonelliğin, vatandaşlık haklarının ve kapitalist
girişimin geliştiği yerlerdir. Kent yaşamında bireyler arasındaki farklılıklar
ve eşitsizlikler, uzmanlık alanlarına bağlı olarak mesleki iş bölümlerinin oluşturulması ile çözülmektedir (Weber, 2010; Güllüpınar, 2013). Weber’in modern dünyaya ilişkin görüşlerini Giddens kötümser olarak tanımlamaktadır.
Onun için modern dünya “maddi ilerlemenin, yalnızca bireysel yaratıcılığı ve
özerkliği ezen bir bürokrasinin genişlemesi pahasına elde edildiği paradoksal bir dünya”dır (Giddens, 1994, s. 15).
Durkheim mekanik ve organik dayanışma kavramlarıyla geleneksel toplum ve sanayi toplumu ayrımını yapar. Ona göre toplumsal bağlar ekonomi
alanındaki gelişmelerle dönüşmüştür. Mekanik toplumlar birbirlerine benzeyen insanların oluşturduğu toplulukları ifade etmektedir. Ekonomik gelişmeler neticesinde oluşan sanayi toplumunda ise birbirine hiç benzemeyen
insanlar, iş alanında ortaya çıkan farklı meslekler ve uzmanlık alanları gereği bir arada bulunurlar ve birbirlerini tamamlarlar. Organik toplumlar, değerler ve normlar çerçevesinde yaşarlar ve bunların çiğnendiği durumlarda
toplumsal anomaliler ortaya çıkar. Toplumsal anomalilerin önlenmesi adına
bireyler kendilerinden beklenenleri ve görevlerini bilmeli ve yerine getirmelidirler (Mendras, 2014, s. 151).
Şehir ve kent kavramlarının ayrımında kente despotik bir mizaç atfeden Henri Lefebvre, kent toplumunu sanayileşme sürecinde tarım hayatının
üzerine inşa edilen ve ona egemen olan bir toplum olarak tanımlamaktadır
(Lefebvre, 2017, s. 8). Şehrin bir sorunsal olarak sanayileşme süreciyle ortaya çıktığını, bu sebeple sanayileşmenin belirleyen ve şehirle ilgili çıkan
her türden sorunun ise belirlenen olduğunu söylemektedir. Bu bağlamda
modern dönemde çıkan sorunların sanayileşme ile alakasına dikkatleri çekmektedir (Lefebvre (2018, ss. 21-31). Ancak şehirleşmenin sanayiden çok
daha eski bir kavram olduğunu söyler ve Doğu şehirlerini, Antik şehirleri,
Orta çağ şehirlerini örnek olarak sunar. Bu bağlamda Doğu şehirlerini politik
ve Asya tipi üretim tarzına bağlı, Antik şehirleri politik ve köle sahipliğine
bağlı, Orta çağ şehirlerini ise feodal ilişkilere bağlı, politik ama aynı zamanda ekonomik özellikleriyle dikkat çeken ticaret, zanaatkarlık ve bankacılık
şehri olarak tarif eder. Sanayileşme döneminin başlarında ise Batı Avrupa’da
şehir ve şehirleşme zaten güçlüdür. Şehirler zenginliğin, bilginin, tekniğin ve
sanatın biriktiği toplumsal ve politik yaşam merkezleridir. Toprak mülkiyeti
dönemi bitmiş, kapitalist yaşam biçimi hakim olmuştur. Bunun sonucunda
ise iş bölümüne dayalı şehirler ağı oluşur. Lefebvre oluşan bu kent sisteminin
234
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
aslında yükselen merkezi bir güç olarak devlet olduğunu dile getirmektedir.
Bunun nedeni, Orta çağ şehirlerinin zenginliklerini merkezileştirmeleridir.
Merkezileştirilen zenginlikleri yönetenler ise yatırımlarını hakim oldukları
şehre üretkenlikten uzak biçimde yatırırlar. Merkezileşme neticesinde zenginliğin yatırıldığı şehir, diğer şehirlere baskın gelir ve başkent ortaya çıkar. Bu süreç Avrupa ülkelerinin hepsinde çok farklı şekillerde yaşanmıştır.
Sanayileşme ve şehirleşme kendi içerisinde çatışmalı süreçleri barındırmaktadır. “Çünkü sanayileşme sadece işletmeler (işçiler ve işyeri şefleri) değil,
çeşitli bürolar, bankacılık, finans, teknik ve politika merkezleri de üretmektedir” (Lefebvre, 2018, 27).
Kent sosyolojisi çalışmaları bu bağlamda aslında modernite çalışmalarının bir özel alanını teşkil etmektedir. Zira modern ile işaret edilen sanayileşme sonrası dönemdir ve literatürdeki kent kavramı da modern dönemdeki
şehirleri ve toplum yapısını ifade etmektedir. Bahsi geçen çalışmalar da 18.
yüzyılın sonları ile 19. yüzyılı kapsamaktadır.
Kent sosyolojisini bilimsel bir araştırma konusu haline getirmede kuşkusuz Chicago Okulu’nu da anmak gerekmektedir. Chicago Okulu Sosyoloji
Bölümü 1892’de, yani sanayileşmenin arttığı ve dolayısıyla kentlerin büyüdüğü ve nüfus hareketliliklerinin arttığı bir dönemde kurulmuştur. Bu dönemde
Chicago kenti işsizlik, fakirlik, nüfus hareketliliği sonucu kentlilerle taşralılar
arasında yaşanan gerilimler, işçilerin yaşadıkları sıkıntılar gibi problemlerle
doludur. Siyasi erkler bu problemlerin çözümünde hangi politikaları uygulayacakları hususunda arayış içindedir. Okul bu bağlamda mezkur problemlerin çözümüne yardımcı olmaları için hem sanayicilerden hem de siyasilerden
mali olarak da ciddi destekler görmüştür (Fisher ve Strauss, 1990, ss. 473474). 19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başlarında Chicago kenti, tanımlanmaya çalışılan kent kavramının somut hali ve ilgi alanına giren sorunların yatağı
gibidir. Kent yaşamı ve kırsal yaşam aynı anda şehirde yaşamaktadır ve bu da
1920’lerde siyahilere yönelik derin ırkçılık problemlerini ve diğer kırsal bölgelerden göç edenlerle farklı türden çatışmaların yaşanmasını beraberinde
getirmiştir. Ayrıca şehirde güvenlik ve sağlık problemleri de baş göstermiştir.
Bu bakımdan Chicago Okulu’nun önünde incelenmeyi bekleyen devasa bir
çalışma alanı durmaktadır (Kaya, 2011; Serter, 2013).
Giddens bu çalışmalarda (2012a, ss. 93-96) iki görüşün dikkate değer olduğunu söylemektedir. Bunlardan ilki Robert Ezra Park’ın ‘ekolojik yaklaşımı’,
diğeri Louis Wirth’in ‘yaşam biçimi olarak kentsellik’ düşüncesidir. Park’ın
düşüncesi biyolojideki bitki ve hayvanların fiziksel çevrelerine adaptasyon
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
235
Sümeyra Tüzün
sürecini ifade eden ekolojik süreçlerden mülhem kentin sahip olduğu farklı
bölgelere göre, o bölgelere uygun insan nüfusunu seçip ayırdığı ve elediği düşüncesini içermektedir. Biyolojik çevrelerin süreçleriyle benzer şekilde kentlerde de “rekabet, işgal ve yerini alma” süreçleri vardır. Süreçler sonucunda
farklı özelliklere sahip mahalleler oluşur. Söz gelimi, kent merkezlerinde iş,
eğlence ve ticari kurumlar öbeklenir. Kent merkezini çevreleyen iç kent kısmında ucuz daireler ve pansiyonlar, köhne mahalleler vardır. Bunların ötesinde ise orta sınıf işçi banliyöleri yer almaktadır. Wirth’in yaklaşımı ise kentleri
“büyüklük, yoğunluk ve nüfusun heterojenliği” olarak ele almaktadır. Yaşam
biçimi olarak kentsellik düşüncesinde kalabalık şehirlerde fiziken yakın yaşayan insanların birbirlerini tanımadıkları, kurdukları ilişkilerin tatmin edici
olmaktan uzak, kısa süreli ve çıkara dayalı olarak kurulduğu düşüncesi vardır.
Bireylerin duygularını samimice ifade etme imkanları yoktur ve dolayısıyla
buna imkan tanıyan birliktelik ve birliktelikten kaynaklı katılım duygularına
yer yoktur. Bireylerin yaşamları ahlaki duygulardan da kopuktur. Birlikteliğin
olmadığı kentlerde tanımlanmış düzenli davranış kurallarının yön verdiği rutinler hakim durumdadır. Nüfusun çokluğunun, ekolojik düşüncede olduğu
gibi, kentlerde alanları oluşturduğu ve bu alanlarda işlevlere göre nüfus yığılmalarının gerçekleştiği düşünülmektedir.
Kent yaşamına ilişkin farklı bağlamlarda, farklı kavramları referans alan
sayısız çalışma bulunmaktadır. Çalışmanın buradan sonraki bölümünde, kendisinden sonraki düşünürleri de derinden etkileyen üç sosyoloğun düşüncelerine giriş niteliğinde değinilecektir.
2. Tönnies: Cemaat ve Cemiyet Kavramlari Çerçevesinden
Toplum Yaşami
19. yüzyılın sonlarında Avrupa ve Amerika’da yaşanan ve toplumsal yaşantının
her alanına sirayet eden değişim ve dönüşümleri anlamak isteyen Ferdinand
Tönnies (1855-1936), bu değişim ve dönüşümleri cemaat (gemeinschaft) ve
cemiyet (gesellschaft) kavramları ile açıklamıştır (Tönnies, 2019). Bu iki kavram daha sonra, toplumsal ilişkiler ve yaşam biçimlerini karşılaştırmalı olarak
ele alan pek çok sosyal çalışmanın temel kavramlarını teşkil etmiş ve Tönnies
kent sosyolojisinin kurucularından olarak yerini almıştır.
Cemaat kavramına ilişkin tanımlarda sıklıkla iki unsur belirmektedir.
Bunlardan ilki, bir yere ve mekana bağlı olan insanlar, ikincisi ise müşterek bir yaşam, kültür, duygu, inanç, düşünce vb. belirli paylaşımları olan
insan grupları ya da kümeleridir. Ancak tanımlardaki bir yere bağlı olan
236
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
insanlar açıklamasına birincil dereceden önem vurgusu yapmak isabetli
olmamaktadır. Zira insanların belirli yerlerde toplanması dahi ikinci unsurda sayılan nedenlere bağlı olarak gerçekleşmektedir. Anık (2014, s. 23)
cemaati “birincil ilişkilerin hakim olduğu, mecbur olmasalar da insanların
birbirlerine karşı kendilerini yükümlü ve sorumlu hissettikleri ‘alturizm’in
en belirgin biçimde kendini gösterdiği oluşumlar ” olarak tanımlamıştır.
Cemiyet kavramını açıklamak için gerekli olan bir diğer kavram olan camiaları ise, “belirli bir ölçüde ve belirli bir amaç veya ilke, iş, işlev vs. gereği
bir araya gelmiş (meslek, yerleşim, işyeri, çalışma alanı vs.) ve aralarından
bazen ihtiyari, bazen de zorunlu olarak sıkı ilişkilerin sürdürüldüğü sosyal oluşumlar (Anık, 2014, s. 23)” olarak tanımlamıştır. Cemiyet, cemaat
ile camianın oluşturduğu bu sosyal oluşumların tamamını ifade etmektedir. Cemiyetlerin her birinin kendine has ayırt edici özellikleri vardır. Tarih,
dil, kültür, manevi öğeler, kurumlar ve zihniyet gibi bu özellikler cemiyetlerin sahip oldukları medyatik mekanizmalarıyla bir görünüm de kazanarak
gözlemlenebilmektedir. Cemiyetlerin sahip oldukları bu medyatik mekanizmalara cemaatler ve camialar da tabidir. Ancak, bu tabiiyetin dışında,
cemaatlerin ve camiaların da kendilerine has medyatik mekanizmaları bulunmaktadır. Bu oluşumların kendilerine has özelliklerinin yansıdığı medyatik mekanizmalar sebebiyle cemiyetler cemaatleri ve camiaları, cemaat
ve camialar da cemiyetleri etkilemekte, değiştirip dönüştürebilmektedir
Ünal (2022), cemaat, camia ya da cemiyet gibi oluşumların medyatik inşa
süreci sonucunda var olduklarına dikkatleri çekmektedir. Buna göre, medyatik mekanizmalar aracılığı ile bireyler "birbirleriyle diyaloğa ve etkileşime girmekte; belli noktalarda temayül göstererek cemiyet, camia ve cemaat
gibi birliktelikler oluşturmaktadırlar" (Ünal, 2022, ss. 127-128). Toplumsal
alanda her daim medyatik inşa devam etmektedir.
Cemaat ve cemiyet kavramını Cevizci (1999, s. 374) “doğal irade ve rasyonel irade ayrımı” ile açıklamıştır. Doğal iradenin etkili olduğu cemaat (gemeinschaft) insanların kan bağ ile bağlı olduğu akraba ilişkilerini ya da duygusal
bağlarını ifade eden ilişkilerini içermektedir. Bu ilişki türlerinin somut örneklerini aile, akraba, dost, dini gruplar gibi kavramlarda bulabiliriz. Dolayısıyla,
güdülerin ve duyguların kendisini samimiyetle, birebir ve sürekli gösterdiği
ortamdır. Bu sebeple cemaat kavramıyla çıkarlardan değil gerçek birlikteliklerden bahsedilmektedir. Bundan farklı olarak cemiyet (gesellschaft) rasyonel iradeyi ifade etmektedir ve insanın varlığının amaçlarına, çıkarlarına,
şahsi olmayan ilişkilerine dönük yönünü göstermektedir. Büyük kentlerin,
sanayi yaşamının vb. farklılıkların bir arada olduğu toplumsal mekanların
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
237
Sümeyra Tüzün
oluşumu olarak cemiyet modern toplumu temsil etmektedir. Modern toplumun kurumsal yapılarında, yönetim biçimlerinde ve askeri birimlerinde var
olan ilişki türleri cemiyete somutluk kazandıran örneklerdir.
Tanımlardan, sosyal oluşumlar olarak cemaatlerin toplumsal hayata geçişte ilksel ilişki türlerini içerdiği anlaşılmaktadır. Modern öncesi toplumları
anlamada cemaat kavramının en güçlü görünümlerini aile ve akrabalık ilişkileriyle, inançlarda görmek mümkündür. Bu görünümlerde cemaatin en temel
duygusu olan ‘biz’ kavramı yer almaktadır. Biz çoğulluğundaki teklik cemaatin
amaçlarında ve menfaatindedir: ‘Biz’in ortak tek amacı, menfaati, inancı, kültürü vb. şeklinde görülen düzen, birlik ve beraberlik. Buna aykırı davranışların sergilendiği noktada cemaat içerisindeki kınanmadan cemaatten atılmaya
varabilecek kurallar sistemi mevcuttur. Cemiyet hayatı ise geniş ve karmaşık
ilişki ağlarında, bireylerin çoğunlukla birbirinden ayrı tekil amaçlarını, bireysel arzu, menfaat ve çıkarlarını, emir komuta zincirine bağlı otoriteyi, statülere
bağlı toplumsal konumları, yazılı herkesi bağlayıcı olan hukuk kurallarını ve
bitmeyen bir dinamizmi içermektedir (Gezgin, 1988, s. 187).
Tönnies aynı çağda yaşadığı Simmel gibi, kent yaşamı ve bireyler üzerindeki etkileri üzerine eğilmiştir. Sanayileşmenin toplumsal yaşam üzerinde
geri dönüşsüz etkileri olduğunu düşünmektedir. “Hüzünle karışık, kişiler,
komşular ve dostlar arasında kurulan geleneksel, sağlam, yakın bağlara dayalı olan ve kişinin kendi toplumsal konumuna ilişkin” (Giddens, 2012b, s.
946) net bir fikre sahip olduğu camaat (gemeinschaft) yaşantısında var olan
ilişkilerin gittikçe zayıfladığını göstermiştir. Cemaatin yerini, geçici ve araçsal
ilişkilere dayalı birlik ya da cemiyet olarak tanımladığı gesselschaft almıştır.
Cemiyete dönüşen cemaatlerde yaşam bireyseldir, ilişkilerin amacı ya da hedefi salt bireysel çıkara yöneliktir. Cemiyetin üyelerini yabancılar teşkil etmektedir (Giddens, 2012b, s. 946).
Tönnies’in çalışması, sanayi öncesi ve sanayi sonrası toplumsal yaşamdaki derin farklılıkları, geleneksel yaşamdan kopuşun göstergeleri olan ilişkiler
ve yaşam biçimlerinin yapısını anlamaya çalışmaktadır. Bu bağlamda cemaat
kavramı bireylerin birbirileri ile sıkı sıkıya, dostane ilişki biçimleri gerçekleştirdiği bir yapıya işaret etmektedir. Bu yapı stabildir, homojendir, aile ve kilise
gibi sosyal kontrol mekanizmaları tarafından korunur. Toplumsal hareketlilik
sınırlı ve bireylerin yaşamları düzenlidir. İlişkilerin doğası ise samimiyet ve
anlamsal yüklemelerle doludur. Bu tasvirin tam karşıtı olarak gözüken cemiyet yaşantısında ise bireysel çıkarlar üzerine kurulu bir yaşam, karşılıklı
güven yerine bireylerin kendilerini garantiye aldıklarını hissettikleri anlaş238
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
malar ve sözleşmeler yer almaktadır. Modern yaşam biçiminin çıkarcı ve samimiyetten uzak yapay ilişkilerinin ifadesi olarak cemiyet yaşantısı, çok hareketli, düzensiz bir yapı arz etmektedir. Kültürel heterojenlik ortak anlamsal
kodların önünde bir engeldir. Sürekli akan bu hızlı yaşamda bireyler daha
ferah ve yüksek standartlara sahip bir yaşama ulaşmak için sürekli rekabet
halindedir (Tönnies, 2000; Slattery, 2014).
3. Simmel: Metropol Yaşami ve Birey
Tönnies gibi Georg Simmel’in (1858-1918) çalışmaları da kent sosyolojisine yapılan ilk önemli katkıları içermektedir. Her ikisi de kendisinden sonra
gelen kent sosyologlarını etkilemişlerdir. Simmel, Chicago Okulu’nun önemli
isimlerinden biri olan Robert E. Park’ın da hocasıdır ve beraber çalışmışlardır (Giddens, 2012b, s. 945). Simmel’in inceleme alanını, kent yaşamının bireyler üzerindeki etkisi oluşturmaktadır. Bireylerin kişiliklerinde değişiklikler meydana getiren kent yaşamı, modern insanın yaşamının merkezinde yer
alan olgulardan biridir (Koyuncu, 2011, s. 34).
Modern hayatın zorluğu, Simmel’in bunaltıcı olarak tarif ettiği ve bireyin karşısında duran “toplumsal güçler, tarihi miras, harici kültür ve hayatın
tekniği”ne karşı girişilen varlık mücadelesinden kaynaklanmaktadır. Birey
tüm bu unsurlar karşısında mevcudiyetini ve ferdiyetini korumak adına biteviye bir mücadele vermektedir. Tarihi bağlarından kurtulmaya ve özgürleşmeye çalışan modern insan, bireysel anlamda kendisini yegane kılacak
işlevlerle donanmayı ve bunların takdir edilmesini de uzmanlaşma adı altında sağlamıştır. Uzmanlaşma bireylerin vazgeçilmez olmasını sağlayacak bir
etken olmuştur. Birey, modern dünyada kendine bir yer edinmek adına bu
bağlamda sürekli bir mücadele içerisinde bulunmaktadır.
Simmel’in Metropol ve Zihinsel Yaşam isimli çalışmasında şehir yaşamındaki bireye ilişkin şu tanımı sıklıkla alıntılanır: “Metropole özgü birey tipinin
psikolojik temeli içsel ve dışsal uyarıların süratli ve dur durak bilmeksizin
değişmesinden kaynaklanan sinirsel uyarımın şiddetlenmesine dayanır”
(Simmel, 2000, s. 168). Metropolde her an akan ve değişen görüntüler kah
belirli bir düzenlilik içerisindedir kah çatışma halindedir. Görüntülerin ortak
özelliği “ömürsüz izlenimler” olmalarıdır. Metropol hayatında bu izlenimler
baş döndürücü bir hızla sürekli olarak akmaktadır. Frisby (2012, s. 76) toplumsal alandaki bu akışı en iyi ilişkisel kavramların açıklayacağını ifade eder.
Bu bağlamda, Simmel’in anahtar kavramlarını etkileşim ve toplumlaşma
oluşturur. İlgi alanını ise fenomenler arasındaki ilişkiler belirler.
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
239
Sümeyra Tüzün
Birey metropolün bu yaşantısında adeta her tarafı kuşatan uyarıların akıntısına kapılmış gibidir. Metropol yaşamı ekonomik, mesleki, toplumsal ve insan
hayatını her alanda kuşatan kalabalık ve sürekli hareketli bir yapı arz ettiğinden, bireylerin yüksek bir bilinç haline sahip olması gerekmektedir. Esasında
metropol insanlara bu yüksek bilinçlilik halini kazandırmaktadır. Bu bilinçlilik
hali bir tür bireyin yaşamını koruma refleksidir. Şehir yaşamında birey kendi
varlığı için tehdit olan harici dünyaya ve mesajlara sürekli olarak maruz kalmaktadır. Bu durum onun teyakkuz halinde olmasını gerektirmektedir. Bir
hayatta kalma refleksi olarak bireyin zihni her daim bu mesajlar tarafından
uyarılmaktadır. Birey, bu mesajlara karşı bir tavır alma durumundadır. Bu uyarılmışlık ve tavır alma durumu hem içsel hem de dışsal algılamaları kapsamaktadır. Dolayısıyla, şehir insanını duygusal tanımlamalar değil zihinsel tanımlamalar ifade etmektedir. Zihinsel olarak bu sürekli uyarılmışlık hali ve derecesi,
bir diğer deyişle aşırı gerilim hali işte başta zikredilen şehir yaşamındaki birey
tanımını açıklamaktadır. Kırsal bölgelerdeki kasaba gibi küçük yerleşim birimlerinde hayat metropol yaşamından bir hayli farklıdır. Orada akan hayat, bireylerin izlediği görüntüler, maruz kaldıkları mesajlar şehir hayatına göre çok
daha tek düze, ağır tempoda ve anlaşılırdır. Taşra hayatını yaşayan bireylerin
hissettikleri duygular derindir, ilişkileri duygusaldır ve taşra insanını duygusal
tanımlamalar ifade etmektedir (Simmel, 2000, ss. 168-169).
Metropol yaşamının merkezinde para ekonomisi yer almaktadır.
Ekonomik faaliyetler taşrada kişilerin birbirlerini tanıdığı, sipariş üzerine sınırlı sayıda alışverişlerin gerçekleştirildiği, ev üretimlerinin varlığını sürdürdüğü dolayısıyla insani ilişkilerin yer aldığı bir çerçevede gerçekleşir. Ancak
metropol yaşantısının zihinsellik özelliğiyle iç içe geçmiş olan para ekonomisinde, alıcılar ve satıcılar birbirini tanımamaktadır. Ekonomik faaliyetler
ve mübadele çok sayıda ve yoğun bir şekilde gerçekleşmektedir. Ekonomik
ilişkiler rasyonel nitelik arz etmektedir ve ticarete söz konusu olan emtianın
değerini de sadece “kaça” sorusunun cevabı olan sayısal değer içermektedir.
Ticari işlemlerde alıcı ve satıcılar arasında tanışıklık ve duygusal ilişkiler söz
konusu olmadığı için her iki taraf da salt kendi menfaatini düşünmekte ve
gözetmektedir. Dolayısıyla bireyler gittikçe hesapçı bir nitelik arz etmektedirler. Hesapçilik hemen her alana sirayet etmekte, her şeye hesapla netlik
kazandırılmakta ve nitelikler dahil olmak üzere her türden hesap sayısal niceliklerle ifade edilmektedir. Hesapçılık beraberinde netlik ve dakikliği getirmiştir. Bu metropol yaşantısının zorunlu bir çıktısı gibidir. Zira son derece
karmaşık ve kalabalık olan hayat ince hesaplarla, kesinliklerle ve dakiklikle
240
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
idame edilmezse yaşanacak olan kaostur. Bu özellikler salt para ekonomisi ile
alakalı olmayıp hayatın tamamını işlemektedir.
Metropol yaşantısında birey, gözünün önünde durmaksızın akan hayatın
yoğunluğu ve hemen her şeyin parasal bir değer biçmeyle eşitlendiği bir yaşamda, sinir sistemine gelen uyarıların aşırılığı neticesinde nesnelere, insanlara ve dış dünyaya karşı duyarsızlaşmaya başlar, bezgin (blase) bir tavır sergiler.
Her şeyin ve herkesin değeri eşitlenir; bu bir tür değersizleşmedir. Bu durum
hem para ekonomisiyle ilişkilidir hem de metropol yaşantısının doğasından
kaynaklıdır. Metropol hayatının merkezinde yer alan para ekonomisi, ayırt
edici özellikleri dikkate almaksızın her şeyi sayısal bir değere indirgemektedir.
Metropol yaşantısında durmaksızın değişen görüntüler de tıpkı emtialar gibi
mana olarak yitime uğrar. Hepsi aynı şeyi ifade eder, bir diğer deyişle, hepsi anlamsızdır, değersizdir. Bu değersizlik hissi çok geçmeden kişinin kendi varlığını
da değersiz görmesiyle sonuçlanır. Metropol insanının bezgin tavrı esasında bir
tür kendini korumadır. Sinirleri artık çok fazla uyarana karşı kendisini koruma
altına almıştır. Taşra hayatında bireyler birbirlerini tanırlar ve karşılaştıklarında bu tanışıklık çerçevesinde münasebet kurarlar. Toplumsal münasebetlerin
temelinde müsbet duyguları yer alır. Ancak metropol hayatında böyle ilişkiler
kurmak mümkün değildir. Sayısız karşılaşmanın, zaruri sebeplerle kurulan
münasebetlerin yürütülmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, birey metropolde
karşısına çıkan herkese karşı temkinli ve mesafeli bir tutum takınır. Temkinlilik
ve güvensizlik sosyal ilişkileri biçimlendiren temel duygulardandır. Buna eşlik
eden karşılıklı yabancılık, nefret ve tiksinti duyguları neticesinde bireyler yan
komşularını dahi tanımamaktadır. Kişi tanışıklık kuramadığı ve kendisi için bir
tehdit unsuru olan yabancı insanların yer aldığı dünyasında korunmak için sürekli ihtiyatı elden bırakmaz. Kişi tanışıklık kuramadığı ve kendisi için bir tehdit unsuru olan yabancı insanların yer aldığı dünyasında, korunabilmek adına
ihtiyatı hiçbir zaman elden bırakmaz. Şehir yaşamının hareketliliğinin ve karmaşasının bir parçası olan birey, insanlara karşı sergilediği hesapçı, temkinli ve
şüpheli yaklaşımlarından ötürü yakın ilişkiler kurmaktan uzaktır ve yalnızlaşmıştır. Metropolislerin oluşumu da aslında taşra benzeri özelliklerin arz ettiği
gruplarla başlamıştır. Bireyler üyelerinin homojen olduğu siyasi, dini ya da akrabalık bağına dayalı küçük gruplara dahil olurlar. Bu gruplarda düşman olarak
algılanan dış dünyaya karşı ortak bir kenetlenme söz konusudur. Grubun katı
sınırları vardır ve bireyin özgür hareket alanı sınırlıdır. Ancak grup geliştikçe ve genişledikçe sınırları, katılığı ve içsel bütünlüğü de kaybolur, ötekilerle
münasebetler artar ve birey daha özgür bir hareket alanına sahip olur. Ayrıca
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
241
Sümeyra Tüzün
toplumsal alanda uzman olduğu alanda iş bölümü gereği kazandığı avantaj ve
bu alanda kendisine yüklenen sorumluluk bireyselliğini kazanmasına da vesile
olur (Simmel, 2000; Frisby, 2012).
Metropollerin kalabalığında, insanların çoğu zaman sıkış sıkış yaşadığı ortamlarda bireylerin birbirlerine yönelik hissettikleri temkinlilik, güvensizlik ve
antipatik duygular, bir diğer deyişle “zihinsel mesafe” yalnızlaşmayı beraberinde getirmektedir. Kalabalık içinde insanlar birbirine yabancı olarak yalnızdır
ve bu yalnızlık aslında onların özgürlük alanıdır. Kendi kimliklerini oluşturma
alanıdır. Birey sadece karşıdakine yabancı değildir. Aslında kendisine de yabancıdır. Metropol yaşantısında bireyselliğini, benliğini, ayırt edici özelliğini kazanabilmek için metropolün sahip olduğu tuhaf konuşma ve davranış alışkanlıklarını, aşırılıklarını öğrenmek zorundadır. Metropolün bireylerin ayırt edici
özellikleriyle var olabilme çabalarını teşvik etmesinin temel sebebi, nesnel tinin öznel tine baskın olmasından kaynaklanmaktadır. Nesnel tin ile kast edilen
toplumsal yaşamı kuşatan hukuk, sanat, üretim teknikleri, kurumlar, bilim ve
kültürel alanlarda oluşan ve tin ile ifade edilen birikimdir. Nesnel tin büyük
bir birikimi kapsamaktadır. Buna karşın öznel tin metropol yaşamında oldukça
gerilemiştir. Bunun sebebi iş bölümü gereği ve sonucu insanların tek bir alana kanalize olması ve tek bir alanda uzmanlaşmasıdır. Diğer alanlarda bireyin
kişiliğinde bir gelişme olmamaktadır. Ancak nesnel tin her geçen gün büyümektedir ve birey de karşısında gittikçe küçülmektedir. Bir noktada, uzmanlık
alanı onu sistemin çarklarında sadece bir dişli konumuna getirir. Kurumlarıyla,
yapılarıyla, güçleriyle ve bilimiyle nesnel tinin baskınlığı karşısında bireyler
metropol yaşantısına tutunabilmek adına şahsi pek çok yönünü geri plana atıp
nitelik anlamında (iş bölümü) kendisini vazgeçilmez kılacak özelliklerini ön
plana çıkartma ve abartma yolunu seçecektir. Metropolün aradığı yeganelik,
eşsizlik ve benzersizlik niteliklerini metropol yaşantısının tumturaklı üslubu
ile sivriltecektir. Toplumsal konumunu, benliğini ve kişiliğini fırtınalı bir denize benzeyen metropol yaşantısında çatışmalar ve mücadeleler içerisinde var
etmeye ve korumaya çalışacaktır (Simmel, 2000).
4. Giddens: Modern Dünyada Yaşam
1938 doğumlu sosyolog Anthony Giddens’ın birçok çalışmasının merkezinde modernite ve modernizm kavramları yer almaktadır. Giddens’ın çalışmaları geçmişe olduğu gibi bugünün dünyasına da bakmakta ve güncel sorunlarıyla geçmişten günümüze bir külliyatı oluşturmaktadır. Burada, onun
genel anlamda modern dönemdeki topluma ilişkin düşüncelerinin bir özeti
yer alacaktır.
242
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
Giddens modernite kavramını, “feodalizm sonrası Avrupa’da ortaya çıkan, ancak 20. yüzyılda giderek dünya çapında tarihsel etkiye sahip olan kurumlar ve davranış biçimlerini ifade etmek için” (Giddens, 2010b, ss. 28-29)
kullanmaktadır. Bir diğer deyişle sanayileşmiş dünyadan bahsetmektedir.
Modernitenin kurumsal bir mihveri olarak gördüğü sanayileşme ile de makinelere ve maddi güçlere dayalı olan üretim süreçlerindeki toplumsal ilişkileri
ima etmektedir. Bir diğer eksende ise hem ürün hem emek piyasasını metalaştıran kapitalizm yer almaktadır.
Tarihsel süreçte modernlik öncesi toplumları Giddens süreçleri ve özellikeri ile aşağıdaki gibi özetlemektedir.
Tablo-1: Modernlik Öncesi İnsan Toplumu Türleri (Giddens, 2012b, s. 69 )
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
243
Sümeyra Tüzün
Giddens’a göre toplum dünyası inşa edilmiş bir dünyadır ve bu inşa
neticesinde insan davranışları bir düzen ve rutin kazanır. Aynı zamanda,
inşa edilmiş dünyada bireyler davranışlarını toplumsal bağlamlara yerleştirebilirler. Modern öncesi geleneksel toplumlarda bu inşayı akrabalık
ilişkileri, çeşitli topluluklar ve din gerçekleşmektedir. Geleneksel sonrası
modern toplum bu yapının etkinliğini “radikal düşünümsellik, zamanın ve
uzamın boşaltılması, toplumsal ilişkilerin köksüzleştirilmesi ve küreselleşme” aracılığıyla yok etmiştir. Neticesinde ise, modern toplumda kesinlikten
uzak, belirsiz toplumsal ilişkiler ve “bireyselleştirilmiş ve belirsiz kendini
gerçekleştirme projeleri ve özgürleşme siyasetinden ziyade yaşam tarzı siyaseti” hakimdir (Allan, s. 419 ). Radikal düşünümsellik, sürekli bilgi
akışının olduğu bir toplumda bu bilgilere dayalı olarak ilişkiler, bireysel ve
toplumsal eylemlerin düzenlenme ve yeniden düzenlenmesini ifade etmektedir (Giddens, 1994, s. 22). Modernitenin dinamizmi açısından, zaman ve
uzamın boşaltılması önemli bir olgudur. Geleneksel toplumlarda kurulan
yakın ilişkiler, toplum için önem arz eden ahlaki ilkeleri, kesinlik arz eden
toplumsal pratikleri ve ilişkileri var etmektedir. Modern dönem ise, kurulan
bu yakın ilişkilerin aksine, insanların ve kurdukları sosyal ilişkilerin arasına artan mesafelerin girdiği bir zaman aralığını ifade etmektedir. İnsanların
arasına giren zaman ve mekan artışına bağlı olarak kurumsal ve toplumsal
ilişkiler de köksüzleştirilmiştir. İnsan etkileşimlerinin ve kurulan ilişkilerin
toplumsal bağlamlara ve kurumlara gömülü (embedded) olduğu ve buralardaki etkileşim ve ilişkileri belirlediği geleneksel toplumun aksine modern toplumlar yerel bütün bağlarından koparılmış ve köksüzleştirilmiştir.
Buna para gibi simgesel işaretler ve yaşamı idame ederken başvurulan soyut uzman bilgi sistemleri örnektir. Küreselleşme ise modern dönem toplumunu karakterize eden tüm bu unsurlarla bağlantılıdır ve yerelle uzak olanın diyalektik ilişkisini anlatmaktadır. Küreselleşmenin; “dünya kapitalist
ekonomi, dünya askeri düzeni, uluslararası iş bölümü ve ulus-devlet sistemi” olmak üzere dört boyutu bulunmaktadır (Allan, 2020; Giddens, 2010b;
Giddens, 1994). Modernitenin dinamizmini açıklayan bu unsurları Allan
aşağıdaki şekilde özetlemektedir.
244
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
Şekil-1: Modernitenin Dinamizmi (Allan, 2020, s. 438)
Giddens (1994, ss. 13-14), süreksizlik düşüncesiyle karakterize ve tefrik
ettiği modernliğin bir sonucu olarak beliren hayat tarzlarının, insanı geleneksel toplum düzeninden tamamen kopardığını söylemektedir. Modern hayat
tarzları yaygınlık açısından küresele ulaşmakta, yoğunluk açısından ise bireylerin gündelik yaşamlarının en mahrem alanlarına kadar girerek değişim
ve dönüşümlere sebep olmaktadır. Modern toplumları gelenekselden ayıran
süreksizlikleri Giddens; değişim hızı, değişim alanı, modern kurumların doğasının özü olarak sıralamaktadır. Modern toplumlarda değişim hızı teknoloji ile sınırlı olmayan hayatın bütün alanlarını kuşatan bir olgudur. Değişim
alanı ise, tüm dünyayı kapsamaktadır zira artık etkileşimler ve ilişkiler dünyanın farklı bölgeleriyle kurulmaktadır. Kurulan bağlantılar neticesinde gerçekleşen değişim dalga dalga tüm dünyaya yayılmaktadır. Son süreksizlik olarak modern kurumların doğasının özü ise, siyasal anlamda ulus-devletleri ve
ekonomik anlamda üretimin cansız güçlere dayanması ya da emek ve ürünlerin tamamen metalaştırılmasını ifade etmektedir.
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
245
Sümeyra Tüzün
Modernite ve Bireysel Kimlik adlı eserinde Giddens, bireysel kimliklere
odaklanırken yöntemi sosyal psikoloji ile benzerlik göstermektedir. O, benliğin toplum tarafından belirlenen pasif bir varlık olmadığını; yerel ve öznel
bağlamlarına karşın bireyin eylemleriyle küresel düzeyde toplumsal alanı
etkilediğini ifade etmektedir. Benlik -Simmel’in metropolündeki bireyi anımsatacak şekilde- seçenekler ve olasılıklar dünyasında refleksif olarak üretilir.
Bu refleksif üretim sürekli denetim altındadır ve tutarlılığını koruyacak şekilde düzenlemelere tabi tutulmaktadır. Modern organizasyonların temel özelliği de benlikler gibi kesif bir refleksif gözetime sahip olmasından gelmektedir (Giddens, 2010b, ss. 11-16). Geleneksel toplumlarda benlik ve toplum
ilişkisi et-tırnak ilişkisini andırmaktadır. Bireyin içinde yer aldığı grupların
bir uzantısı gibidir. Ancak modern dönemle birlikte benlik toplumsal bağlarından kopmuştur. Artık benlik, üyelerince bilinen, kesin ve net toplumsal ve
kurumsal ilişkiler ile beklentiler içine gömülü bir varlık değildir. Birey benliğini kurmada tek başına ve özgürdür (Allan, 2020, s. 439).
Hayat tarzı modern yaşamda ortaya çıkan bir diğer önemli kavramdır.
Geleneksel yapı ile küreselin diyalektik etkileşimi neticesinde gündelik yaşamdaki seçenekler artmaktadır. Bu gündelik yaşamın sürekli yeniden inşa
edilmesidir. Birey, diyalektik biçimde sürekli güncellenen gündelik yaşamındaki hayat tarzı seçimlerini bahsedildiği üzere refleksif olarak sürekli düzenlemelere tabi tutmaktadır. Seçeneklerin ve olasılıkların çokluğu güven ve risk
kavramlarını beraberinde getirir. Güven duygusundan, ilişkilerde bireylerin
karşılıklı olarak kendilerini karşı tarafa açma durumlarında bahsedilebilir.
Geleneksel toplumlarda olduğu gibi, kan bağı, akrabalık ve benzeri dışsal etkilerin güven üzerinde bir etkisi yoktur. İlişkilerle kurulan güvenin devam
etmesi de yine refleksif denetime tabidir. İlişkide güveni devam ettiren, karşılıklı ifşa durumunun devam etmesidir (Giddens, 2010b, ss. 17-18). İlişkilerde
olduğu gibi yaşamın her alanında moderniteye has belirsizlik ve değişken
yapı söz konusudur. Bilim ve akıl dahi sürekli olarak kendini test etme ve
doğrulama ilkesiyle, bir diğer deyişle refleksif denetim ve üzerine yeniden
düşünme ve düzenlemelerle güvenilirliğini kazanmaktadır. Modern yaşam
güvenilir kaynakların dahi risk içerdiği ve bu sebeple sürekli denetlenmesi
gereken bir yaşamdır (Giddens, 2010b, s. 45)
Modern dönemde kadın erkek ilişkileri ve konumları değişmiştir. Kadınlar
erkeklerle eşit cinsel haklara sahiptir. Flört ve ilişki yaşama noktasında geleneksel yapıya ters olarak özgürdürler. Evliliklerde kadınlar kendilerinden beklenen eş olma durumunu reddedip kendilerine eş istemektedirler.
Erkekler kadınların entelektüel, ekonomik ve toplumsal eşitlik durumunu
246
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
kabul etmiş gözükse de bu durumdan rahatsızlık da duymaktadırlar. Kadın
şiddetine ilişkin olaylar bu değişim ve dönüşümden erkeklerin yaşadığı huzursuzluk sonucu belirmektedir. Geleneksel toplum yapısında kadının evlilik öncesi cinsel yaşamı hoş görülmeyen, kınanan bir durumdur ve evli eşler
arasında da eşitlik söz konusu değildir. Dahası modern öncesi toplumlarda
evlilik, cinsel tercihlere ya da romantik seçimlere dayalı olarak değil ekonomik durumlara göre yapılmaktadır. Cinsel serbestlik sadece aristokrat kadınlara tanınan bir haktır. Modern dönem cinsellik konusunun önemini deneyimin tecrit edilmesinde ve mahremiyetin dönüşmesinde görür Giddens.
Deneyimin tecrit edilmesiyle geleneksel ahlaki öğretiler, neslin devamı, evlilik gibi çoğu dini kaynaklardan mülhem konular modern düşüncenin özgürleşmiş cinsellik ya da cinsel demokrasi denilebilecek düşünceleriyle yer
değiştirmiştir. Bu kapsamda kadın ve erkek ilişkilerinin değişmesi ve kadının
özgürleşmesi gibi kadın ve erkeklerin cinsel tercihleri gibi konuları da mahremiyetin dönüşümü noktasında ele alınmaktadır. Ancak cinsellik meselesi
salt cinsellikle alakalı olmayıp, ancak bu bağlamla birlikte konumu, tercihleri
ve deneyimleri değişen kişisel hayatların ve bu kişisel hayatlardaki tüm ilişki
ve iletişim biçimlerini kuşatan bir anlam alanına sahiptir (Giddens, 2010a).
SONUÇ
İnsanın benliği, kurduğu ilişki ve iletişim biçimleri, yaşam tarzları hayatını
idame ettirdiği çevre tarafından etkilenmekte ve bir biçim kazanmaktadır.
İçinde bulunulan bağlamlar genişledikçe, karmaşıklaştıkça insanın etkileşimi ve bu etkileşimlere dayalı olarak geliştirdiği ilişki ve iletişim biçimleri de
komplike bir yapı arz etmektedir. Köyler, şehirler, büyük metropoller insanı
ve yaşam biçimini etkileyip değiştiren, dönüştüren ve biçimlendiren bir özellik arz etmektedir.
Kent sosyolojisinin ve iletişim sosyolojisinin ortak bir çalışma alanı olarak
beliren kent sosyolojisi sanayileşme ve sonrası dönemdeki kente ilişkin sorunsalları ve şehirle birlikte dönüşen insan yaşamını ele almaktadır. 18. yüzyılın
sonlarında başlayan ile 19. yüzyılda tüm etkileri ile hissedilen sanayi devrimi
sonucunda toplumsal hayat ve kurumsal yapılar dönüşüme uğramıştır.
Sanayi döneminden sonraki dönemde oluşan kentler, literatürde sıklıkla
köy, taşra, kırsal ve benzeri yerlerdeki yaşam biçimleriyle kıyaslanarak ele
alınmakta ve aralarındaki farklar üzerinden kent yaşamı karakterize edilmektedir. Bu farklılıklar dramatiktir ve insanın yaşam biçimini dönüştürmekle kalmaz; benliğini, zihnini ve duygularını da değiştirip dönüştürür.
Tönnies’in samimi duygulara dayanan, birlik beraberlik içerisinde, biz duy(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
247
Sümeyra Tüzün
gusuna sahip cemaati, cemiyet yaşamında araçsal ilişkilerin kurulduğu, menfaatlerin peşinde çıkarcı, bilmecburiye bir arada bulunan atomize bireylere
dönüşmektedir.
Simmel’in metropolünde kendisine ve herkese yabancı olan varlığını kendisine ve içinde yaşadığı topluma gösterebilmek için birey, bitmek bilmeyen
bir mücadele vermektedir. Metropolün çılgınca akan hızı, kalabalığı, hemen
her yanından yayılan mesajları karşısında birey, aşırı uyarılmışlıktan kaynaklı bir bezginlik yaşamaktadır. Birey, hemen herkesin karşısında bir düşman
gibi dikildiği metropol yaşamında bilmecburiye ve bir tür kendini koruma
güdüsüyle hesapçı, net, dakik, temkinli ve güvensizdir. Tüm bu özellikleri
kazanmasıyla metropol yaşamında tutunabilmektedir. Metropol yaşamı duyguların silindiği, insanın aşırı uyarımlardan kaynaklı yaşama karşı duyarsızlaştığı ancak her daim faal olan zihinsel bir yaşamının olduğu hayatı ifade
etmektedir.
Giddens’ın geleneksel sonrası modern toplumu, geleneksel yapının etkinliğini, modernizmin dinamizmini teşkil eden “radikal düşünümsellik,
zamanın ve uzamın boşaltılması, toplumsal ilişkilerin köksüzleştirilmesi ve
küreselleşme” (Allan, 2020, s. 419) aracılığıyla yok etmiştir. Geleneksel yaşamı kökünden değiştiren modern yaşam, kurumsal yapılara, simgelere, uzmanlık alanlarına işleyerek toplumu yerel bütün bağlarından koparmıştır.
Giddens’ın modern toplumu sınırları küresel boyuta ulaşan, yerelin küreseli,
küreselin yereli etkilediği zaman ve mekan kavramlarından tecerrüt etmiş
bir toplumdur. Bireylerin kendilerini birer uzvu gibi hissettikleri geleneksel
yaşamın aksine modern yaşamda bireyler tek başına ve özgür olarak kendi
benliklerini inşa etmektedirler. Modern yaşamın hızla geniş alanlara yayılması ve kendine has yapısı gündelik yaşamında bireyin mahrem ilişkilerinden, yaşam pratiklerine ve kurumsal olgu ve yapılara uzanmaktadır.
Kuşkusuz literatürde kent konusunu ele alan sayısız çalışma söz konusudur. Bu çalışmaların kimi doğrudan kent yaşamını ve sorunsallarını odağına
almıştır. Kent yaşamıyla ilişkili olarak Giddens’in eserlerinde görülebileceği gibi modernite kavramını merkeze alan ya da farklı kavramların merkezde olduğu nice çalışmalar söz konusudur. Bu çalışmada ise kent yaşamı ele
alınırken, insani etkileşimler, ilişkiler ve iletişim pratikleri odağa alınmıştır.
Şüphesiz günümüzde de kent yaşamı, küresel ısınma, enerji, gıda, nüfus fazlalığı gibi nice sorunsallarıyla kendi sınırlarını aşıp küresel boyutlara ulaşan
bir nitelik arz etmektedir. Medyanın etkisi de göz önüne alınacak olursa, kent
yaşamı ve kırsal yaşam arasındaki ayrımların giderek silikleştiği fark edilecektir. Literatürde kent ve köy yaşamı arasında çizilen dramatik farklılığın,
248
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Kent Yaşamı ve Kent Yaşamında İletişim Pratikleri Üzerine Teorik Bir İnceleme
önce televizyonun ardından internetin köylere kadar girip yaygınlaşmasıyla eski sınırlarını korumadığı aşikardır. Sınırlar, kırsal yerlerdeki yaşamın
medya dolayımıyla kent yaşamına yaklaşması şeklinde olduğu için global
köy kavramından ziyade global kent kavramı akla gelmektedir. Bu bağlamda,
modern sonrası dönemi analiz eden sosyologların düşünceleri yapılacak çalışmalar için kuramsal zemin olmaya devam etse de günün koşullarına göre
yeniden bir değerlendirmeye ihtiyaç duymaktadır. Söz konusu çalışmaların
disiplinlerarası niteliğiyle konumlandırılan iletişim bilimleri perspektifinden
yapılması, iletişim bilimlerinin kendi sınırlarının daha net olarak çizilmesine
de yardımcı olacaktır.
KAYNAKÇA
Adıgüzel, Y., Yılmaz, M. M., Uybadın, A. (2022). Türkiye’de İletişim Sosyolojisi
Çalışmaları Üzerine Tarihsel Bir İnceleme. Türkiye Araştirmalari Literatür
Dergisi, 20(39), 1-46.
Allan, K. (2020). Çağdaş Sosyal ve Sosyolojik Teori Toplumsal Dünyalari Görünür
Kilmak. A. Bora, S. Coşar, H. Ergül, M. Pamir, E. Ünal (çev.), İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Anık, C. (2014). İletişim Sosyolojisi Kuramsal Temeller. İstanbul: Derin Yayınları.
Arlı, A. (2022). “Şehir Sosyolojisi”. Tübitak Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (SBA),
İstanbul: Tübitak Bilim Yayınları. 4.Cilt, s.180.
Bulaç, A. (2007). Tarih, Toplum ve Gelenek. İstanbul: Yeni Akademi Yayınları
Cevizci, A. (1999). Felsefe Sözlüğü. İstanbul: Paradigma Yayınları.
Fisher, B.M., Strauss, A.L. (1990). Sosyolojik Çözümlemenin Tarihi. Tom Bottomore,
Robert Nisbet (Eds.) Etkileşimcilik. M. Tunçay, A. Uğur (Çev.), Ankara: Vadi
Yayınları.Frisby,
Gezgin, M. (1988). Cemaat-Cemiyet Ayırımı ve Ferdinand Tönnies. Istanbul Journal of
Sociological Studies, (22), 183.
Giddens, A. (1994). Modernliğin Sonuçlari, E. Kuşdil (çev.), İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Giddens, A. (2010a). Mahremiyetin Dönüşümü, İ. Şahin (çev.), İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Giddens, A. (2010b). Modernite ve Bireysel-Kimlik Geç Modern Çağda Benlik ve Toplum,
Ü. Tatlıcan (çev.), İstanbul: Say Yayınları
Giddens, A. (2012a). Sosyoloji Kisa Fakat Eleştirel Bir Giriş, Ü.Y. Battal (çev.), Ankara:
Siyasal Kitabevi
Giddens, A. (2012b). Sosyoloji, H. Özel (çev.), İstanbul: Kırmızı Yayınları.
Güllüpınar, F. (2013). Kent Sosyolojisi F. Şahin (Ed.), Kent Kuramlari. Eskişehir:
Anadolu Üniversitesi Yayını.
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)
Emek ve Toplum
249
Sümeyra Tüzün
Kaya, T. (2006). Chicago Okulu: Chicago’ya Özgü Bir Perspektif. İstanbul University
Journal of Sociology, 3(22), 365-381.
Koyuncu, A. (2011). Sosyoloji Kuramlarında Kent. Selçuk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Dergisi, (25), 31-56.
Lefebvre, H. (2018). Şehir Hakki, I. Ergüden (çev.), İstanbul: Sel Yayıncılık.
Lefebvre, H. (2017). Kentsel Devrim, S. Sezer (çev.), İstanbul: Sel Yayıncılık.
Mendras, H. (2014). Sosyolojinin İlkeleri, B. Yılmaz (çev.), İstanbul: İletişim Yayınları.
Rıttersberger-Tılıç, H. (2013). Kent Sosyolojisi. F. Şahin (Ed.). Kavram Olarak Kent
Sosyolojisi. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayını
Simmel, G. (2000). Şehir ve Cemiyet. A. Aydoğan (Ed.), Metropol ve Zihinsel Yaşam,.
İstanbul: İz Yayıncılık
Slattery, M. (2014). Sosyolojide Temel Fikirler. Ö. Balkız, G. Demiriz, H. Harlak, C.
Özdemir, Ş. Özkan, Ü. Tatlıcan (çev.). İstanbul: Sentez Yayıncılık.
Serter, G. (2013). Şikago Okulu Kent Kuramı: Kentsel Ekolojik Kuram. Planlama
Dergisi, 23(2), 67-76.
Tönnies, F. (2000). Şehir ve Cemiyet. A. Aydoğan (Ed.), Gemeinschaft ve Gesellschaft.
İstanbul: İz Yayıncılık.
Tönnies, F. (2019). Cemaat ve Cemiyet, E. Güler (çev.), İstanbul: Vakıfbank Kültür
Yayınları.
Ünal, C. (2022). Toplumun Medyatik İnşasi ve Göç. Ankara: Nobel Yayınları.
Weber, M. (2010). Şehir Modern Kentin Oluşumu, M. Ceylan (çev.), İstanbul: Yarın
Yayıncılık.
250
Emek ve Toplum
(Cilt: 12, Yıl: 12, Sayı: 33)