Uluslararası
Türk – Rus Dünyası
Akademik Araştrmalar Kongresi
(14 – 16 Aralık 2018)
Ankara
BİLDİRİLER
Editörler
Ender ARAT
Prof. Dr. Osman KÖSE
Dr. Nermin ATİLA
Ankara – 2019
Bu kitabın tüm hakları yazarına ve yayıncısına aittir.
Uluslararası
Türk – Rus Dünyası
Akademik Araştrmalar Kongresi
(14 – 16 Aralık 2018)
Ankara
BİLDİRİLER
Editörler
Ender ARAT
Prof. Dr. Osman KÖSE
Dr. Nermin ATİLA
ISBN: 978-605-7501-
Genel Yayın Yönetmeni
Cuma AĞCA
Sayfa Düzeni / Kapak
Hakan ONAT
Baskı & Cilt
Berikan Matbaacılık / Gersan-ANKARA
Matbaa Sertifika No: 13642
YAYINEVİ
BERİKAN YAYINEVİ
Kültür Mah. Kızılırmak Cad. Gonca Apt. No: 61/6
Çankaya-Kızılay/ANKARA
Tel: (0312) 232 62 18 Fax: (0312) 232 14 99
ULUSLARARASI TÜRK - RUS DÜNYASI AKADEMİK ARAŞTIRMALAR KONGRESİ
МЕЖДУНАРОДНЫЙ ТУРЕЦКО-РОССИЙСКИЙ МИРОВОЙ АКАДЕМИЧЕСКИЙ
ИССЛЕДОВАТЕЛЬСКИЙ КОНГРЕСС
INTERNATIONAL TURKISH-RUSSIAN WORLD ACADEMIC RESEARCH CONGRESS
(URTAK)
(14 – 16 Aralık 2018)
(Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Etlik Yerleşkesi)
Onur Kurulu
Prof. Dr. Metin DOĞAN, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Musa YILDIZ, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı
Pof. Dr. Refik TURAN, Türk Tarih Kurumu Başkanı
Prof. Dr. İlşat GAFUROV, Kazan Federal Üniversitesi Rektörü
Prof. Dr. Nikolay KROPACHEV, St. Petersburg Devlet Üniversitesi Rektörü
Kongre Düzenleme Kurulu Başkanı
Prof. Dr. Osman KÖSE
Düzenleme Kurulu
Prof. Dr. Musa Kazım ARICAN, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Hayri ÇAPRAZ, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Elmira HABİBULİNA, Kazan Federal Üniversitesi, Rusya
Doç. Dr. Ramil HAYRURDİNOV, Kazan Federal Üniversitesi, Rusya
Doç. Dr. İbrahim SERBESTOĞLU, Amasya Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Nikolay N. TELİTSİN, St-Petersburg Devlet Üniversitesi, Rusya
Dr. Öğr. Üyesi Yasemin ULUTÜRK, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi İbrahim E. ARIOĞLU, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Sıddık ÇALIK, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Telli A. KORKMAZ, Nevşehir Hacıbektaş Veli Üniversitesi, Türkiye
Arş. Gör. Dr. Esra KİRİK, Sakarya Üniversitesi, Türkiye
Bilim Kurulu
Prof. Dr. Aidar ABUOV, Uluslararası Dinler ve Med. Merkezi, Kazakistan
Prof. Dr. Suna Temur AĞILDERE, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Dursun Ali AKBULUT, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Bayram AKÇA, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Alaattin AKÖZ, Selçuk Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ahmet AKSIN, Fırat Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Türkan Bayer ALTIN, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ahmet Atan, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Erkin AUGALİ, Güney Çin Ulusal Üniversitesi, Çin
Prof. Dr. Zakir AVŞAR, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Handan Asude BASAL, Uludağ Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Baurjan BAYTANAYEV, Kazakistan ilimler Akademisi, Kazakistan
Prof. Dr. Mustafa Sıtkı BİLGİN, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Viktor BUTANAEV, Rusya İlimler Akademisi, Rusya
Prof. Dr. Mehmet CANBOLAT, Akdeniz Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ekrem CAUSEVİC, Zagrep Üniversitesi, Hırvatistan
Prof. Dr. Alishina Khanisa CHAVDATOVNA, Bilimler Akademisi, Tataristan
Prof. Dr. Hüseyin ÇINAR, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. İ. Hakkı DEMİRCİOĞLU, Jandarma Sahil G. Akademisi, Türkiye
Prof. Dr. Orhan DOĞAN, K. Sütçü İmam Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Önder DUMAN, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. İlhan EKİNCİ, Ordu Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Juliboy ELTAZAROV, Semerkant Devlet Üniversitesi, Özbekistan
Prof. Dr. Hacı Mustafa ERAVCI, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Akif FARZALİEV, St-Petersburg Devlet Üniversitesi, Rusya
Prof. Dr. Nurşen Özkul FINDIK, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Peter GOLDEN, New Jersey Üniversitesi, ABD
Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU, Ankara Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ahmet GÜNDÜZ, Gaziantep Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. İmperiyat HALİPAYEVA, Dağıstan Devlet P. Üniversitesi, Rusya
Prof. Dr. Yuriy HUDYAKOV, Rusya İlimler Akademisi, Rusya
Prof. Dr. Toğrul İSMAYIL, K. Sütçü İmam Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Nedim İPEK, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Maria IVANICS, Sizegerd Üniversitesi, Macaristan
Prof. Dr. Amina S. JESENKOVIC, Saraybosna Üniversitesi, Bosna Hersek
Prof. Dr. Turhan KAÇAR, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Mohammad T. E. Khoei, Tahran Şahit Bihişti Üniversitesi, İran
Prof. Dr. Alikberov A. KALABEKOVİCH, Rusya Bilimler Akademisi, Rusya
Prof. Dr. Behsat KARACA, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Dosay KENJETAY, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Kazakistan
4
Prof. Dr. Selda Kaya KILIÇ, Ankara Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Dariusz KOŁODZIEJCZYK, Varşova Üniversitesi, Polonya
Prof. Dr. Nimet Haşıl KORKMAZ, Uludağ Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Vladimir G. KOŞEVAR, Kırgızistan İlimler Akademisi, Kırgızistan
Prof. Dr. Şilova N. LEONİDOVNA, Petrozavodsk Devlet Üniversitesi, Rusya
Prof. Dr. Anvar Mokoyev, Kırgız -Türk Manas Üniversitesi, Kırgızistan
Prof. Dr. İrfan MORİNA, Priştine Üniversitesi, Kosova
Prof. Dr. Hacali NECEFOĞLU, Kafkasya-Orta Asya A. Merkezi, Türkiye
Prof. Dr. Elif Yüksel OKTAY, Yalova Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Kemal Özcan, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK, İzmir Demokrasi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Sacide PEHLİVAN, İstanbul Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Pavel N.PETROV, Rusya ilimler Akademisi, Rusya
Prof. Dr. Fırat PURTAŞ, Türksoy, Türkiye
Prof. Dr. Elisabetta RAGAGNİN, Freie Üniversitesi, Almanya
Prof. Dr. Flera Sagitovna SAYFULİNA, Kazan Federal Üniversitesi, Rusya
Prof. Dr. Döölötbek SAPARALİEV, Kırgız-Türk Manas Üniversitesi, Kırgızistan
Prof. Dr. Karajaubay SARTKOJAULI, L. N. Gumilev Üniversitesi, Kazakistan
Prof. Dr. Yulai SCHAMİLOGLU, Wisconsin Üniversitesi, ABD
Prof. Dr. Hava SELÇUK, Erciyes Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Elfina SİBGATULLİNA, Moskova Bilimler Akademisi, Rusya
Prof. Dr. Oya SİPAHİOĞLU, Dokuz Eylül Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ayrat SİTDİKOV, Kazan Devlet Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Vladimir SUCHY, Rusya İlimler Akademisi, Rusya
Prof. Dr. Zekeriye ŞİMŞİR, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Kubat TABALDİYEV, Kırgızistan İlimler Akademisi, Kırgızistan
Prof. Dr. Natalya ULÇENKO, Rusya Bilimler Akademisi, Rusya
Prof. Dr. Vasily UŞNİTSKİY, Rusya Bilimler Akademisi, Yakutistan
Prof. Dr. Mehmet Ali ÜNAL, Pamukkale Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Dmitry VASİLYEV Moskova Bilimler Akademisi, Rusya
Prof. Dr. Selma YEL, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Salih YILMAZ, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Prof. Dr. Ferit YUSUPOV, Kazan Devlet Üniversitesi, Rusya
Doç. Dr. Alim ABİDULLİN, Kazan Federal Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Halil ALDEMİR, Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Krasikova L. ALEKSANDROVNA, Rus Devlet Üniversitesi, Rusya
5
Doç. Dr. Gaybullah BABAYAROV, Özbekistan İlimler Akademisi, Özbekistan
Doç. Dr. Cebi BEHRAMOV, Milli İlimler Akademisi, Azerbaycan
Doç. Dr. Yasemin BEYAZIT, Pamukkale Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Yıldız Deveci BOZKUŞ, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Ebru CEYLAN, İstanbul Aydın Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Nurten ÇETİN, Trakya Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Nihada D. DİANİÇ, Tuzla Üniversitesi, Bosna -Hersek
Doç. Dr. Dilşen İnce ERDOĞAN, Adnan Menderes Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Fayruza H. GARİPOVA, (Başkurt Beşeri Bilimler Enstitüsü, Rusya
Doç. Dr. Esma İGÜS, Mimar Sinan Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Emel İSLAMOĞLU, Sakarya Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Mustafa KALKAN, Çankırı Karatekin Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Beyhan KANTER, Mardin Artuklu Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Emina BERBIC KOLAR, Osijek Üniversitesi, Hırvatistan
Doç. Dr. İrade MEMEDOVA, İlimler Akademisi, Azerbaycan
Doç. Dr. Yakup ÖMEROĞLU, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Kemale SALAMOVA, Sungayit State University, Azerbeycan
Doç. Dr. Nemçinova T. SERGEEVNA, Petersburg Devlet Üniversitesi, Rusya
Doç. Dr. Nadya TIDIKOVA Altayistik Enstitüsü, Rusya
Doç. Dr. Türkmen TÖRELİ, Dokuz Eylül Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Mucize ÜNLÜ, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye
Doç. Dr. Aleksandr VASİLYEV, Rusya Bilimler Akademisi, Rusya
Doç. Dr. Ramil R. KHAYRUTDİNOV, Kazan Federal Üniversitesi, Rusya
Dr. Öğr. Üyesi, Atıf AKGÜN, Ege Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi Zuhra ALTYMYSHOVA, Manas Üniversitesi, Kırgızistan
Dr. Öğr. Üyesi Güler ÇAVUŞOĞLU, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi, Gülnar KARA, Bitlis Eren Üniversitesi, Türkiye
Dr. Öğr. Üyesi, Mustafa Karataş, N. Hacıbektaş Veli Üniversitesi, Türkiye
Dr. Yiğit ALTAY, Avusturya Rijks Üniversitesi, Avusturya
Dr. Yevgeni BAHREVSKİ, Rus Kültür ve Doğa Mirası Enstitüsü, Rusya
Dr. Sajjad HOSSEİNİ, Erdebil Üniversitesi, İran
Dr. Güllü KARAN, Komrat Devlet Üniversitesi, Moldova
Sekreterya
Senem KARAGÖZ, Gazi Üniversitesi, Türkiye
Arş. Görv. Dr. Esra KİRİK, Sakarya Üniversitesi, Türkiye
6
İçindekiler
Önsöz
A – Edebiyat – Kültür Hayatı
..............................................................................................
Kaliya KULALİYEVA - Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
(Manas Destanı’nın Tematik Dizini çalışması tecrübesinden) ...................................................
Sevinç ÜÇGÜL / Sabri GÜRSES - Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus
Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu...........................................................................
Berdi SARIYEV / Nuriye SARIBAY - Türkmen -Rus İlk Pratik Kılavuzu
Üzerine ..........................................................................................................................................................
Esra ELMACIOĞLU - Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”: Yevgeniy İvanoviç
Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı” Başlıklı Öyküsü ve Attila
Leyla ALIYEVA - İ.Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında
Rufina SANCAR / Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ- Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel Boyutlar Açısından Karşılaştırılması
Leyla Çiğdem DALKILIÇ - Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi:
Liliya VOİTSENKA/ Gonca PÜRDİK - Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk
ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi
Sefa YÜCE - Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler
Yerlan ZHIYENBAYEV - Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı
Russıan Perceptıon In Poem Magjan Jumabayev
B - Siyasi ve Diplomatik İlişkiler
Altun ALTUN - Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri
Aygül ŞENGÜN - 1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan
Politikası ve Kazak Edebiyatı
Ender ARAT - Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar
Özlem BAĞDATLI - Order Concept In Islamic Political Thought
Salih Zeki HAKLI - Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın Siyasetçi
Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev)
C - Sosyal ve İktisadi Hayat
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ - Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye
Algısı
Murat YILMAZ - Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu
Sonuçlar (Özellikle Hayvancılığa Etkileri)
Toghrul ALLAHMANLI - Development Trends Of Economic Relations
Among Azerbaijan, Russia And Poland
Murat YILMAZ - Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve
Çomaklıbaba Dağı
D - Türkçe ve Rusça
Birsel ORUÇ ASLAN - İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri
Elena KRAİNİUCHENKO Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının
Sözdizimsel Belirsizliği
Maiya MYRZABEKOVA/ Nurlan AKHMETOVA - Интерактивные
Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов
Технического Вуза Специальности «Туризм» В Турции
Msc Eni PEJO - Some Causes Of Lexical Transformations In Translation Of
Cliches From Russian Language To English And Albanian Language
E - Hukuk, Örf, Adet ve Gelenekler
Bulut Çağlar DENİZ - Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu
Üzerindeki Yargı Yetkisi
F - Eğitim
Ebru Araç ILGAR /Bekir Barış CİHAN / Emre MERMERKAYA - Beden
Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli
Değişkenlere Göre Belirlenmesi
Salih GÜLEN/ Nasip DEMİRKUŞ - Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine
Bir Çalışma
8
ÖNSÖZ
Değerli Araştırmacılar,
Türkler ve Ruslar, yaklaşık 15 – 16 asırdır bazen iç içe, bazen komşu, bazen savaş
ve bazen de barış içinde yaşayan; fakat modern zamana kadar siyasi, iktisadi, sosyal ve
askeri ilişkilerini sürdüren iki millet olmuştur. Türklerin anavatanı bilindiği gibi Orta
Asya’dır. Miladi 4. asırda Orta Asya’dan batıya doğru başlayan göç hareketleri bu iki
önemli milletin tarihlerini de kesiştirmiştir. Bu nedenle Türk dünyası deyince sadece
Orta Asya akla gelmeyecektir. Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan bir coğrafya ve
Türklerin bir zamanlar hâkim olduğu Kuzey Afrika’yı da içine alan geniş bir alan bu tanım içine girebilir. Rus dünyası deyince de sadece Moskova ve etrafından ziyade, Kamçatka Yarımadası’ndan Doğu Avrupa’ya kadar olan geniş bir yelpaze aklımıza gelmelidir.
Dolayısıyla iki dünyayı birleştirdiğimizde Orta Asya’dan Avrupa’nın ortalarına kadar geniş bir alan karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bu geniş coğrafya, pek çok ilme ev sahipliği yaparak inceleme ve araştırmalara da imkân sağlamaktadır.
Biz de bu bakış açısından yola çıkarak Uluslararası Türk-Rus Dünyası Akademik
Araştırmalar Kongresi’nin (UTRAK) ilkini düzenlemeye karar verdik. Bu kararın neticesinde kongremizi 14-16 Aralık 2018 tarihleri arasında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türk tarih Kurumu, St. Petersburg Devlet Üniversitesi ve Kazan
Federal Üniversitesinin akademik katkılarıyla Ankara’da gerçekleştirdik.
Kongrede -Türk-Rus dünyasını kapsamak şartıyla- tarih, coğrafya, iktisat,
sosyoloji, edebiyat, arkeoloji, sanat, psikoloji, musiki…vb. gibi sosyal bilimlerin tüm
alanlarından bildirileri kabul ettik. Yapılan iki yüzün üzerindeki tebliğ müracaatı, titiz
bir hakem değerlendirmesinin ardından gözden geçirilmiş ve 170 civarında bilim
insanın çalışmalarını sunmaları uygun görülmüştür.
Bu kongre ile birlikte tarihsel bağları çok eskiye dayanan Türk ve Rus dünyasında
çalışan bilim insanlarını bir araya getirmek ve ortaya güzel eserler çıkarmak ise kongremizin temel gayesi olmuştur. Bu bakımından alanında son derece müstesna bir yere
sahip olan bu kongre ve neticesinde ortaya çıkan elinizdeki bu bildiri kitabının, her iki
ülke ile ilgili yapılan çalışmaların bir araya getirilmesine katkı yapacağına inanıyoruz.
İlmi bir mücadele içinde olan bilim insanlarının yollarına bir nebze de olsa ışık
tuttuğumuz, yeni bakış açıları ve fikirler oluşmasına vesile olduğumuz düşüncesi ve
umudu ile onurluyuz. Kongremizin kazanımlarının bilim dünyasına ve her iki ülkeye
faydalı olmasını temenni ediyoruz.
Kitabın hazırlanması sürecinde emek ve katkı veren herkese teşekkür ediyoruz.
Gelecek sempozyumlarda buluşmak ümidiyle.
Ender ARAT
Prof. Dr. Osman KÖSE
Dr. Nermin ATİLA
03. 03. 2019 - Ankara
A - Edebiyat – Kültür Hayatı
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
(Manas Destanı’nın Tematik Dizini çalışması tecrübesinden)
Öğr. Gör. Dr. Kaliya KULALİYEVA
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Kırgızistan
Özet: Bu çalışmada, Kırgız Türklerinin Manas kahramanlık
destanındaki “Konut (mesken)” ve “Boz Üy (keçe çadır)” tematik konusu ve
bu tematik konunun çalıştığımız “Manas Destanının Tematik Dizini I” dizin
serisinin bir kitabında yer alması özellikleriyle ilgili bir inceleme yapılmıştır.
İncelemede Manasçılığın Narın ekolü temsilcileri olan Sagımbay Orozbakov,
Moldobasan Musulmankulov, Bagış Sazanov ve Şapak Rısmendeyev’in
varyantları esas alınmıştır. Varyantların karşılaştırmalı incelemesi sonucunda
bu tematik konudaki kavramları yansıtan kelimelerin hemen hepsi tespit
edilerek, tematik dizinde yer alması önerilmiştir. İnceleme esnasında halkın
yaşadığı mekânlar ve mesken (konut) yerleri, yerleşim yerleri (kale, şehir, kent,
köy vs), bu tür yerleşim yerlerine ait olan yapılar (duvar, bahçe, ağıl, ahır vs),
ev ve onun destandaki değişik şekilde adlandırılmaları (üy, boz üy, ak üy,
colum üy, örgöö, saray vs) araştırılmıştır. Çalışma, Kırgızistan-Türkiye Manas
Üniversitesi ve Kırgızistan Cumhuriyeti Millî Bilimler Akademisinin ortak
projesi olarak yürütülmekte olan “Manas Destanının Tematik Dizini I” projesi
çerçevesinde hazırlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Manas, destan, konut, boz üy, tematik dizin.
HABİTAT AND BOZ Uİ İN MANAS EPİC
(on the basis of compilation experience of Thematic Index of epic Manas)
Abstract: In this scientific paper the research work on “habitat and boz
ui” in heroic epic Manas of Kyrgyz people is given, as well as the role of the
theme in the Thematic Index I of epic Manas itself, which is presentlyu under
compilation process. The object of our research is Naryn School of Manaschi
(narrators of epic Manas) represented by Sagymbai Orozbakov, Moldobasan
Musulmankulov, Bagysh Sazanov and Shapak Rysmendeev. The comparative
analysis of variants made it possible to identify words which reflect notions
related to this theme; and it was suggested to include them into Thematic Index
I. Comparative analysis covered various types of habitat: habitat (city, kent,
kalaa, village, etc.), their architectural peculiarities, their structure, including
nearby habitat (wall, garden, flower garden, zoo etc.), housing and its various
Kaliya KULALİYEVA
names (ui, boz ui, ak ui, jolum ui, orgoo, saray etc.) used in epic Manas, in
particular. The article is written within the framework of the joint project
Thematic Index I of epic Manas between Kyrgyz-Turkish Manas University
and National Academy of Science of the Kyrgyz Republic.
Key words: Manas, epic, habitat, boz ui, thematic index.
Giriş
Sözlü halk edebiyatının ürünlerinden biri olan destanlar, insanoğlunun çok
eski zamanlardan bugüne kadarki düşüncelerini, dünyayı tanıma anlayışını,
felsefesini, tarihini, dilini ve medeniyetini geniş bir tarzda yansıtan değerli
kaynaklardandır. Destanları yayımlama, araştırma, düzenleme ve kategorize etme
çağdaş halkbiliminin güncel sorunlarındandır. Özellikle destanlarla ilgili olarak Türk
halkbilimi, onun içinde Kırgız halkbilimi için böyle çalışmaların ele alınması bir çok
meselenin çözümüne ve yeni eserin ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktır. Destanın
her şeyden önce sanat eserlerinin bir ürünü olarak sayılması, egemenliğin
imkanlarına uygun olarak çağdaş bakış açısıyla çok yönlü yeni araştırmalar
yapılmasını gerektiriyor.
Manas Destanı Kırgız halkının ve tamamen Türk dünyasının paha biçilmez
kültürel mirasıdır. Destanın varyantlarının yayımlanması, araştırılması ve başka
dillere çevirisinin zamanımızın önemli meselelerinden biri olduğu kuşkusuzdur.
Kırgızistan Cumhuriyeti Millî Bilimler Akademisinin El Yazması Fonunda bu
destanın 80’ne yakın varyantı vardır. Fakat onların hepsi destandaki olayları baştan
sona kadar anlatmamaktadır. Bazıları Manas destanından kısa parçalar şeklindedir.
Şu andaki El Yazması Fonu Bölümü Başkanı Asel İsayeva’nın bize ilettiği bilgiye
göre El Yazmalar Fonundaki kırkka yakın varyant tekstolojik inceleme sonucunda
yayınlanabilir. Destan metinlerinin yayınlanması işi Kırgız Cumhuriyeti Milli
Bilimler Akademisi tarafından ele alınmış, bazı değişik yıllardaki manasçıların
varyantlarının akademik baskısı yapılmış, onların bazılarının elektronik biçimi de
halkın nazarına sunulmuştur.
Manas Destanı konusunda genel düzenleme, tasnif işlerinin yapılması ve
destanı araştırma işlerinin durumunu da kısmen kolaylaştıracaktır. Genellikle
destanın fikir ve tematik özelliklerini anlamaya, tanımaya, bölgelere göre Manas
söyleyicilerin farklılıklarını ve benzerliklerini göstermeye yardımcı olacaktır. Son
yıllarda Manas Destanının fikirlerine, anlam ve içeriğine, temasına yönelik olumsuz
algı oluşturma amacıyla yalnış yönlendirmelerle medyada ve akademik çevrede
tartışmalar oluşturma çabaları, olarak destanseverleri huzursuz ettmiştir. Destanı
dünya halkbilimine ait önde gelen araştırma usulleriyle bir sisteme sokma, tasnif
etme işlerinin yürütülmesi vb. işler aracılığıyla olumsuz görüşlerin ortaya çıkmasına
engel olacağını umuyoruz.
14
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
“Manas Destanının Tematik Dizini” Projesi hakkında
Bu projenin temelinde Manas destanının klasik destan seviyesine ulaşamazsa
da esas konuları içerip araştırma konusu olabilecek çeşitli bölge ve okulların
(ekollerin) temsilcilerinin varyantları seçilerek onların söylediği varyantta yansıtılan
tematik dizini hazırlanacaktır.
Bu çalışmanın sonucunda ortaya çıkacak olan dizin, destanda yansıtılan
konuların tamamını kapsayacaktır. Sonuç olarak, temel konuların hangilerinin
olduğu, onun ne derece derinlemesine yansıtıldığı örneklerle pekiştirilecektir. Proje
çerçevesinde yapılacak olan; sonuçta Manas destanının tematik dizini olarak
yayımlanacak bilimsel araştırma çalışmaları bugüne kadar Kırgızistan’da veya başka
ülkelerde yapılmamıştır. Klasik diye kabul edilen Sagınbay Orozbakov ve Sayakbay
Karalayev’in varyatları üzerinde de böyle sistematik bir örnek çalışma yoktur.
Bu projeyi gerçekleştirmenin 3 aşaması olacaktır. Bu da, destanın hacminin
büyüklüğü ve bütün bölgelerdeki manasçıların varyantlarını inceleme
zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.
Manas destanındaki temalar olayları inceleme ve karşılaştırma prensibi (1.
Olayları kökenli karşılaştırma. 2. Olayları tipolojik karşılaştırma) yoluyla analiz
edilecektir.
Ashama №
I
II
III
Varyantlar
Bölge
Tematik dizin hazırlanması: Sagınbay
Orozbakov, Moldobasan Musulmankulov,
Bagış Sazanov, Şapak Rısmendeyev.
Narın Bölgesi
Tematik dizininin hazırlanması: Sayakbay
Karalayev, Mambet Çokmorov, Şaabay Azizov;
Isık-Göl
Akmat Rısmendeyev.
Tematik dizininin hazırlanması: Canıbay
Kocekov, Murat Kalbayev;
Cusup Mamay, Eşmat Mambetcusup.
Çüy Bölgesi
Kırgızistan’ın
Güney Bölgesi
Çin Bölgesi
Şartlı olarak işi yürütmeye kolaylık sağlamak amacında ayrım yapıldı.
Ekleme, kısaltmalar yapılabilir.
Amacımız, hacmi büyük ve varyantları çok olan Manas destanının konular
dizinini kurarak Türk destanları incelemesini veya Halk bilimi araştırmalarını yeni
araştırmalarla doldurmaktır; Manas destanında yansıtılan konu ve özelliklerini bilim
dünyasına, topluma sunarak, Türk halklarının destanlarında yansıtılan ortak temaları
15
Kaliya KULALİYEVA
kolaylıkla tanıtmaktır; ortak kültür, ortak dil, ortak tarih anlayışını geliştirme
aracılığıyla yapılacak araştırma faaliyetleriyle ortak bir ses kavramının
geliştirilmesidir; Manas destanını sistemleştirme, tasnif etme işini bu çalışma ile
yenilemektir; Manas destanındaki büyük
ve küçük konuları araştırmaya,
yorumlamaya ve belli bir sistem oluşturmaya katkı sağlamaktır; Manas destanının
çeşitli yöresel variantlarının karşılaştırmalı incelenmekle destanın yapısındaki
özellikleri belirleme imkanını sağlamaktır; Manası okuyucularına ulaştırmada
destanın anlam içeriğini iyice algılamaya yardımcı olmaktır.
Projenin ilk aşamasında Kırgızistan’ın Narın bölgesini temsil eden 4
manasçının varyantlarındaki araştırma konusu olarak dizinde yer alacak tematik
konular seçilecek ve indekslenecektir.
Manas Destanının Konu Dizini adlı projenin gerçekleştirilmesi üç aşamadan
oluşmaktadır. Dizinde yer alacak konular yukarıda anıldığı gibi olay örgüsü inceleme ve muhakeme etme yoluyla seçilir. İlk etapta Sagınbay Orozbakov, Moldobasan
Musulmankulov, Bagış Sazanov ve Şapak Rısmendeyev’in varyantları incelenecektir. Bu dördünün temelinde dizin oluşturulacaktır.
Dizinden (3 aşamada) yer alacak tematik bölümler aşağıdaki gibidir: 1. Destandaki Temel Olaylar; 2. Göç; 3. Selamlaşma; 4. Toy. Aş (merhumun anısına verilen
ziyafet, aş); 5. Oyunlar; 6. Hayvanlar; 7. Bitkiler; 8. Meslek. Hüner; 9. Tıp; 10.
Şihirli Güçler; 11. Rüya; 12. Konut. Boz Üy; 13. Kahramanlar; 14. At (tulparlar/yürükler); 15. Silahlar; 16. Giysiler; 17. Ömür; 18. Ölüm; 19. Eşyalar (ev eşyaları, tarımcılık, hayvancılık vb.); 20. Misafir Ağırlama; 21. Yemekler; 22. Dua; 23. Beddua
(Kargış); 24. Halk. Soy. Boy; 25. Vatan; 26. Dostluk. Beraberlik; 27. Öğüt; 28. Bilgelik. Nasihat; 29. Ukde; 30. Din; 31. Zaman; 32. Tabiat; 33. Kaynat, Alem; 34. Aşk;
34. Çatışmalar (düşmanlık); 35. Bilim; 35. Renkler; 36. İnsan Nitelikleri (karakterler); 37. Müzik Enstrümanları; 38. Toponimler ve Hidronimler (daha da eklenebilir);
39. Atasözler. Deyimler; 40. Hediye.
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
Manas destanını Türkçeye aktaran ve destanı yakından tanıyan halkbilimci
Prof. Dr. Fikret Türkmen’in: Geçmişte bilinen pek çok destan artık canlılığını
yitirmişken, Manas destanı Kırgızlar arasında bütün canlılığıyla yaşamaktadır.
Bunun nedeni onun kahramanlık konusundan daha ziyade Kırgızların ve Türk
dünyasının bugün de ciddi ihtiyaç duyduğu mesajlarla yoğrulmuş olmasıdır
(Türkmen, 1995:11) dediği çok doğrudur. Manas destanı üzerinde çok inceleme
yapılmıştır ancak yapılmayanı daha da fazla olduğunu bu dizini hazırlama ekibinin
üyesi olarak bir daha söylememiz gerekiyor. Bu çalışmada tarih, felsefe, etnograf,
dil, edebiyat, sosyoloji ve psıkoloji vs bilim dallarındaki uzmanların dikkatını çeken,
destandaki yansıma özelliklerini yakından tanımaya ilgi duyulan Konut ve Boz Üy
konusunu inceleme ve tematik dizinden yer alma biçimini anlatmaya çalışacağız.
16
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
Manas destanındaki Konut (mesken) ve Boz Üy (çadır) tematik konusu “Manas Destanının Tematik Dizini I” projesi çerçevesinde Konut (mesken) ve Boz Üy
alt konu başlıklarıyla ikiye ayrılarak incelenmiştir. Boz Üy konusunu aıyrmanın sebebi Kırgız kültüründe Boz Üy’ün önemli bir yeri olmasıdır. Destanın varyantlarının
destandaki olayları kapsama ve sanatsal seviyesi dikkate alınarak dizinde şöyle bir
sıralama şeklinde verilmiştir, kısaltmalar da aşağıdaki gibidir: S. O. – Sagınbay
Orozbakov varyantı, M. M. – Moldobasan Musulmankulov varyantı, B. S. – Bagış
Sazanov varyantı, Ş. R. – Şapak Rısmendeyev varyantı. Dizinde incelenen kelime,
Türkiye Türkçesindeki transkribi, çevirisi, varyant, kitapların yayımlandığı tarihi,
cildi (varsa), sayfaları, örn. кент (kent) / kent (şehir, kale): S. О. – [1995, II: 61,
297; 1995, III: 213; 2014, VIII-IX: 354, 356, 373, 379, 420, 555, 583, 615] sonra
kısaca açıklama ve metinden kısa bir örnek verilmiştir. Bu çalışmada kısaca açıklama
ve metinden örnekler sadece ilk incelenen kelimelerde verilmiştir. İlerde çıkacak
olan Dizinde her bir varyantın her incelenen kelimesine birer örnek açıklamasıyla
verilecektir.
Bu tematik bölümde destandaki Konut ve Boz Üy’le ilgili kelimeleri, kavramları bulmaya ve metindeki yerini tespit edip, Dizinden yer vermeye çalışıldı. Konut
ve Boz Üy olarak iki alt konu başlıkları olarak incelenmiştir ve bu madde konusu
aşağıdaki gibi sıralanarak dizinden yer almıştır.
I. Konut (Masken):
1. Konut (halk yaşayan yerler);
2. Konutlara, Han Saraylarına ait olan yapıtlar;
3. Tapma ve ibadet yerleri, yapıtları;
4. Tutsak düşenlerin bulunduğu kapalı alanlar;
5. Konut ve onların çeşitli adlandırılması;
6. Konuta ait başka kavramlar.
II. Boz Üy:
7. Boz Üy ve ona ait kavramlar.
I. Konut (mesken)
Destandaki Konut (mesken) yerlerini şartlı olarak aşağıdaki gibi
sınıflandırmak mümkündür: 1. Konut (halk yaşayan yerler): ayıl (kasaba, köy), köçö
(sokak), kalaa (şehir), kent (kent), kıştak (köy), maala (mahalle), şaar (şehir);
2. Konutlara, Han Saraylarına ait olan yapıtlar: acayıpkana (hayvanat
bahçesi), aybankana (1. evin giriş bölümü, 2. ahır, 3. hayvanat bahçesi manalarında
karşımıza çıkıyor), atkana (at ahırı), aşkana (mutfak), bakal (bakkal), baksa/paysa
17
Kaliya KULALİYEVA
(örgülü duvar), bandulu (halka haber vermek için içinde davul yerleşen bir kuruluş),
bastırma (gölgelik), gülbak/külbak (çiçek bahçesi), darbaza (kapı), dubal (duvar),
dükön (dükkan), zıyapatkana (Manas’ın elçi ve misafirleri kabül eden, ziyafet yapan
odası), kazkana (kaz evi), kazına (hazine), kalenderkana (kalenderhane), kapka (kale
kapısı, şehirin giriş kapısı), karoolkana (bekçilerin odası, karakol), kepe (yer altı
sığınağı), korgon (çit), kuşkana (kuş evi), küpkö (güneş ışığı gelmeyen kapalı alan),
meymankana (konak evi, otel), otun kana (odunhane), sepil (sur, kale), surakkana
(sorgulama odası), çaraçık (mutfak, bahçe, ahır vb. manalarında kullanılmıştır),
çarkana/çarkar (çiçek bahçesindeki oturma yeri), çep (sur);
3. Tapma ve ibadet yerleri, yapıtları: butkana (putların olduğu kapalı alan),
ibadatkana (ibadethane), kuran kana (Kur’an okunan kapalı alan), maykana
(tapınak/çasovnya (Rusça)), madirese/madrese (madrese), meçit (mesçid), çirköö
(kilise);
4. Tutsak düşenlerin bulunduğu kapalı alanlar: bant (hapishane), zından
(zindan), or (yer altı zindanı).
5. Konut ve onların çeşitli adlandırılması: üy (ev), ak üy(lüü) (ak ev(li)),
colum üy (belli bir amaçla kısa süre için dikilmiş ev), tam (dam), çatır (çadır), koş
(sefer, savaş çadırları), ordo (han çadırı), örgöö (han çadırı), otoo (çadır), saray (han
sarayı), ordokana (han sarayı), alaçık (fakir çadırı), beyit (ev manasında, Kırgız
Türkçesinde bu kelimenin mezarlık manası daha yayğın bir şekilde kullanılıyor).
6. Konuta ait başka konular: bancara/pancara/tereze (pencere), bölmö (oda).
Konuyla ilgili kelimeler destan metinlerinde nasıl bir şekilde yazıldıysa örn.
aşkana (mutfak), kuran kana (Kuran okunan kapalı alan) o şekilde yazılarak
Dizinden yer almıştır. Çalışmamızda Kırgızca kelimelerin yanında onların Türkiye
Türkçesine çevirisi ve manasının açıklanması verilmiştir. Alt konuları oluşturan
kelimeler ise Kırgız alfabe sırasına göre yazılmıştır: ayıl (kasaba), kalaa (şehir), kent
(kent), köçö (sokak, cadde), kıştak (köy), maala (mahalle), şaar (şehir).
1. KONUT (HALK YAŞAYAN YERLER)
айыл (ayıl) / kasaba, köy: S. О. – [1995, I: 84, 110, 131,132, 133, 138, 142,
166, 177, 193, 196, 201, 209, 215, 229, 231, 233, 235, 236, 238, 244, 246, 259, 271,
292, 297, 318, 339, 344, 347, 350, 351, 387; 1995, II: 215, 345, 359, 362, 363; 1995,
III: 13, 28, 31, 32, 35, 59, 62, 84, 85, 205, 211, 212, 265, 296; 1997, IV: 40, 71, 289,
324; 2006, V: 51, 56, 108, 109, 115,121, 127,141, 182, 184, 249, 298, 300, 306, 318,
341-343, 387, 409, 414, 416, 417, 433, 495, 497, 501; 2006, VI: 40, 43, 85, 261, 263,
266, 273, 291, 299, 303, 305, 351, 353, 355, 364, 378, 379,388, 395, 421, 447, 522,
597; 2014, VI-VII: 9, 17, 18, 76, 119, 131, 135, 142, 193, 229, 231, 236, 240, 248,
249, 260, 261, 274, 275, 277, 278, 338, 246, 354, 367, 376, 383, 386, 388, 392, 396,
418, 447, 449; 2014, VIII-IX: 34, 36, 41, 44, 67, 78, 89, 127, 169, 187, 199, 205,
18
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
220, 221, 241, 259, 285, 287, 300, 311, 327, 335, 338, 357, 396, 445, 485, 498, 499,
510, 528, 533, 537, 541, 547, 559, 571, 574, 585, 645, 654, 655] Çıyırdı’nın doğum
sancısı başladığında oğlum olursa sevinçten kalbim patlamasın diye Cakıp bay
heyecanlanarak dağa gitmiştir.
Ayılga turup neteyin,
Adırga çıgıp keteyin,
Toktolup turup neteyin,
Toogo çıgıp keteyin. (I: 132)
М. М. – [2017: 8, 9, 13, 14, 15, 21, 22-25, 26, 27, 43, 54-57, 61, 62, 77, 8286, 88, 92, 95, 103, 120, 122. 151, 155, 202, 216, 226, 266, 276, 298, 303, 307, 328,
329, 330, 347, 352, 355, 385, 389, 401, 403, 412-414, 428, 441-443, 459, 462, 494,
718, 721] Manas’ın çocukluğunda yaptığı olaylar sayılır: o başka çocukları toplar
koyun keser, ziyafet verirdi. Bildiğini yapardı.
Ayıldagı baldardın
Segiz caşka kelgeni
Baarın cıyıp çogultup,
Uşu boldu ermegi. (26)
B. S. – [2017: 87, 88, 98, 145, 403, 409, 412, 434, 442, 463, 472, 473, 476,
541, 597, 598, 623, 652] Abıke Kanıkey, Çıyırdı ile kaçtıklarını öğrendiğinde,
köydekilerin hepsini toplayıp, huzuruna çağırtması.
Abıke cardık saldı ele,
Ayılda adal kişiler,
Barabız dep kaldı ele. (623)
Ş. R. – [2013: 21, 23, 28, 32, 35, 48, 77, 88, 96, 121, 122, 126, 141, 144, 151,
162, 177-179, 183, 193, 203, 294, 295, 300] Esenkan’ın gönderdiği kişilerin
cezalandırdıktan sonra Manas köye haber vermiş ve aksakallı ihtiyarları aldırtmış.
Ayılga kişi çaptırdı,
Aksakaldı çakırdı.
Ayıldagı adamdar
Baarı kelip alıptır,
Uşul işti körgöndö,
Ayran azır kalıptır. (35)
19
Kaliya KULALİYEVA
калаа (kalaa) / şehir: S. О. – [1995, I: 83, 250, 270, 301, 302, 320, 370;
1995, II: 19, 24, 26, 35, 51, 60, 62, 64, 69, 71, 72, 87, 89, 124, 135, 137, 152, 158,
181, 191, 193, 201, 252, 253, 255, 265, 267, 271-274, 278, 288, 289, 292-294, 296,
299, 303, 305, 306, 307, 312, 314-319, 321, 322, 323, 344, 345, 363, 368, 378; 1995,
III: 9, 12, 14, 17, 19, 36, 38, 42, 44, 46, 47, 57, 65, 66, 79-81, 92, 94, 95, 97, 100,
117, 120, 126, 129, 130, 131, 133, 141, 145, 151, 158, 175-177, 181-188, 192-194,
198, 203, 204, 212, 216, 220, 241, 244-246, 253, 254, 258, 259, 261, 263, 269, 271,
273, 274, 278, 279, 282; 1997, IV: 27, 28, 30, 34, 36, 45, 52, 61, 62, 66, 79, 85, 8991, 97, 131, 141, 144, 152, 153, 163, 164, 172, 173, 177, 196, 197, 206, 217, 218,
227, 231, 232, 236, 245, 250, 251, 260, 266, 268, 270, 271, 281, 282, 289, 293-295,
302, 303, 323, 326-328; 2006, V: 17, 46, 48, 58, 65, 79, 80, 95, 99, 125, 126, 137,
145, 146, 166, 170, 176, 184, 186-188, 194, 246-248, 257, 259, 271, 274, 279, 280,
282, 284, 345-347, 353, 360, 365, 373, 375, 377, 383, 417, 438, 455, 460, 466, 468,
477, 478, 481, 482, 491, 492, 500, 530, 543, 550, 557; 2006, VI: 15, 19, 22, 24, 25,
34, 37-39, 41, 54, 64, 78, 82, 84, 86, 95, 98, 101, 168, 175, 176, 187, 201, 207, 210,
214, 300, 374, 380, 386, 425, 458, 469, 475-477, 480, 495, 497, 511, 532, 535, 555,
560, 570; 2014, VI-VII: 4, 6, 14, 16, 30, 32-35, 40, 54-56, 82, 97, 99, 103, 108, 110,
113, 129, 166, 167, 184-186, 188-192, 194-196, 198, 208-211, 214, 216, 227, 236,
238, 239, 251, 257, 261, 261, 276, 290, 298, 300-302, 309, 311, 312, 324, 339, 342,
345, 348, 369, 384, 399, 418, 420, 424; 2014, VIII-IX: 10, 12, 14, 18, 31, 39, 47,
55, 57, 68, 71, 73, 77, 87, 93, 94, 111, 206, 217, 246, 248, 335, 346, 347, 354, 355,
357, 358, 360, 361, 363, 364, 368, 370, 376, 378, 389, 393, 394, 397, 402, 406, 409,
414, 424, 428, 436, 442, 443, 449, 450, 456, 459, 460, 462, 466, 487, 500, 509, 518,
523, 524, 529, 538, 540, 543, 545, 553-555, 562, 574, 583, 586, 591, 593, 594, 601,
606, 609, 612, 613-615, 619,622, 623, 628, 629, 639, 640, 643, 650, 652, 667, 669,
670, 672, 676, 691, 692, 693]
М. М. – [2017: 169, 214, 224, 226, 248, 251, 265, 283, 378, 380, 422, 578,
579, 582, 586, 598, 611]
B. S. – [2017: 36, 67, 169, 209, 217, 218, 248, 259, 275, 347, 388, 402, 429,
481, 497, 553, 606, 612, 654]
Ş. R. – [2013: 51, 70, 78, 83, 105, 210, 215, 252, 271, 276]
кент (kent) / kent, şehir, kale: S. О. – [1995, II: 61, 297; 1995, III: 213;
2014, VIII-IX: 354, 356, 373, 379, 420, 555, 583, 615]
М. М. – [2017: 283]
B. S. – [2017: 170]
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
кɵчɵ (köçö) / sokak: S. О. – [1995, II: 41, 110, 271,272, 276-278, 280, 287,
305, 310, 317, 318, 322; 1995, III: 176, 194, 245, 273, 280; 1997, IV: 34, 57, 152,
163, 327, 328; 2006, V: 59, 77, 80, 81,83, 85, 89,130, 184, 207, 243, 248, 251, 272,
20
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
290, 435, 448, 450, 554; 2006, VI: 24, 36, 68, 129, 211, 214, 216, 217, 219, 297,
486, 495, 534, 535, 563, 565; 2014, VI-VII: 105, 279, 280, 312, 317; 2014, VIIIIX: 48, 69, 102, 103, 106, 161, 162, 212, 235, 246, 253, 268, 346, 354, 375, 376,
380, 397, 405, 458, 504, 553]
М. М. – [2017: 99, 124, 170, 213, 283, 380, 522, 587, 609-614]
B. S. – [2017: 49, 50, 52, 109, 290, 381, 406, 407, 469, 479, 503-505, 507511, 544, 603]
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
кыштак (kıştak) / kasaba: S. О. – [1995, I: 152; 1995, II: 115, 199; 1995,
III: 149; 2006, V: 78, 95, 184, 249, 284, 410, 411, 455, 490, 557; 2006, VI: 43, 59,
261, 457, 464, 475, 505; 2014, VI-VII: 7, 324, 329; 2014, VIII-IX: 207, 464]
M. М. – [2017: 216]
B. S. – [2017: 59, 348, 368, 418, 589]
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
маала (maala) / mahalle: yakın yer manası da vardır. S. О. – [2006, V: 46,
58; 2006, VI: 60, 64, 74, 241, 321, 423; 2014, VI-VII: 367, 455; 2014, VIII-IX: 21,
217, 218, 242, 408, 466, 498, 560]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
шаар (şaar) / şehir: Bu alt konuda “şehir” denen genel isimin kendisi
incelenmiş olup, özel isimler araştırma kapsamına alınmamıştır. Şehir ismi yani özel
isim olarak anıldığı haller, örneğin Altı Şehir, Kara-Şehir gibi özel isimler
Toponimler tematik konusunda incelenecek ve Dizinden yer alır.
S. О. – [1995, I: 311, 320; 1995, II: 17-22, 24-27, 29-32, 36, 37, 41, 45, 47,
48, 55, 56, 59, 65, 70, 71-73, 77-81, 86-90, 110-115, 120-122, 126-128, 130, 135,
136, 138, 140, 146-154, 160, 192, 193, 198, 199, 206, 207, 239, 251, 255, 258, 263,
273, 276, 286, 287, 292-294, 296, 297, 302, 304, 305, 307, 308, 311, 316, 319-321,
327, 344, 371, 378; 1995, III: 12, 16-19, 21, 27, 47, 54, 57, 67, 97, 118, 128, 144,
146, 152, 183, 185, 189, 192, 197-198, 203, 212, 213, 215, 217, 223, 239, 240, 245,
247, 249, 256, 262, 263, 271, 273, 274, 291; 1997, IV: 15, 22, 27, 28, 30. 31, 35, 36,
57, 62, 66, 68, 74, 79, 85, 99, 104, 144, 147, 158, 167, 178, 180, 198, 217-220, 228,
229, 230, 232, 233, 245, 247, 260, 269, 270, 271, 274, 275, 277, 280, 281, 290, 291,
294, 314, 324, 326, 331; 2006, V: 43-45, 52, 55, 57, 65, 67, 80, 84, 86, 89, 99, 100,
109, 110, 115, 121, 124, 126, 130, 131, 133, 136, 138, 141, 164, 181, 184, 192, 208,
214, 217, 240, 241, 248, 256, 259, 274, 278, 289, 293, 305, 330, 345-349, 351, 354,
359, 364, 365, 366, 374, 375, 384, 403, 406, 410, 416, 425, 452, 454-456, 468, 470,
471, 484, 496, 499, 513, 526, 528, 535, 549; 2006, VI: 13-15, 19, 20, 34, 37, 39, 44,
47, 59, 64, 70, 72-74, 78, 93, 98, 168, 179, 180, 182, 185, 193, 199, 214, 28-220,
21
Kaliya KULALİYEVA
301, 342, 368, 385-387, 390, 422, 458, 475, 476, 500, 505, 506, 514, 531, 532, 537,
542, 550, 555, 556, 563, 610, 617; 2014, VI-VII: 5, 11, 14, 25, 34, 55, 71, 78, 79,
88, 96, 101, 104, 105, 107, 111, 113, 129, 155, 159, 160, 180, 188, 190, 191, 194,
198, 200, 204, 217, 236, 251, 257, 260, 267, 286, 290, 297, 301, 302, 306, 308, 309,
312, 317, 321, 324, 326, 334, 337, 343, 349, 367, 377, 382; 2014, VIII-IX: 10, 11,1719, 60, 200, 215, 224, 246, 249, 263, 268, 271, 308, 318, 319, 323, 338, 346, 347,
349, 354, 355, 358, 363, 364, 368, 369, 378, 380, 390, 394, 397, 405, 406, 408, 409,
411, 415, 450, 453, 454, 456, 457, 463, 464, 468, 489, 509, 534, 535, 545, 554, 556,
560, 570, 574, 591, 597, 601, 612, 614, 615, 641, 643, 648, 650, 662, 671, 692]
M. M. – [2017: 52, 54, 59, 60, 66, 69, 70, 71, 74, 86, 97, 100, 101, 103, 105,
107, 108, 111, 112, 115, 123, 124, 125, 134, 138, 139, 141, 145, 147, 148, 149, 167171, 173, 174, 178, 181, 183, 190, 209, 216, 247, 250, 283, 306, 359, 360, 377, 382,
395, 406, 416, 437, 518, 536, 582, 601, 602, 609, 613, 636, 652, 677, 681, 685, 691,
697]
B. S. – [2017: 31, 33, 35, 47, 51, 59, 61, 65, 76, 84, 86, 87, 90, 108, 120, 128,
131, 169, 180, 183, 184, 97, 209, 217, 221-223, 232, 236, 238, 239, 243, 253, 262,
263, 280, 288, 291, 296, 306, 326, 331, 335, 340, 344, 348, 349, 351, 361, 362-364,
369, 374, 383, 384, 386-389, 399, 402, 404-406, 419, 436, 438, 441, 453, 454, 479,
485, 498, 505, 506, 521, 529, 530, 532, 544, 550, 560, 561, 567, 571, 576, 589, 597599, 603, 607, 608, 612, 617-619, 623, 624, 627, 629, 635, 648, 649, 654]
Ş. R. – [2013: 42, 43, 89, 96, 98, 99, 122-124, 183, 188, 195, 200, 210, 266,
270, 272, 275, 289, 297]
2. KONUTLARA, HAN SARAYLARINA AİT OLAN YAPITLAR
aжайыпкана (acaıypkana) /hayvan bahçesi: Bu kelime bazen ажайыпта
(acayıpta) biçiminde kullanılır. S. О. – [2006, V: 438, 447; 2006, VI: 547]
M. M. – [2017: 211, 214]
Bagış’la Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
aйбанкана (aybankana) / hayvanat bahçesi, evin girişi: destanda
aybankana evin giriş kısmı, ahır, üstü kapalı etrafı açık bir yerdir (bastırma), hayvan
bahçesi manalarında da kullanılmıştır.
S. О. – [2006, VI: 563; 2014, VI-VII: 212]
B. S. – [2017: 348]
Moldobasan’la
kullanılmamıştır.
Şapak’ın
varyantında
22
bu
kelime
aynı
anlamda
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
aйманкана (aymankana)/ hayvan bahçesi: aybankana ola bilir, metinde
aymankana şeklinde bulunur.
B. S. – [2017: 544]
İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
aткана (atkana) / at ahırı: S. О. – [1995, III: 197; 2006, V: 80] Metinde
аттыкана (attıkana) şeklinde da bulunur.
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
aшкана (aşkana) / mutfak: bu kelime destanda ашкана (aşkana), ашкана
үй (aşkana ev), ашмачы үй (aşmaçı ev), аштыкана (aştıkana) biçiminde bulunur.
S. О. – [1995, III: 197; 2006, V: 450; 2006, VI: 597; 2014, VI-VII: 17, 160;
2014, VIII-IX: 653]
B. S. – [2017: 599]
бакал (bakal) / bakkal: ufak tefek satılan küçük dükkan. Bu kelime metinde
bakalçı (бакалчы) şeklinde çok bulunur. Dizindeki Meslekler bölümüne bakınız.
S. О. – [2014, VIII-IX: 267]
М. М. – [2017: 522]
Bağış’la Şapak’ın varyantlarında bu kelime incelenmekte olan manada
kullanılmamıştır.
бандулу (bandulu) / bandulu: halka haber iletmek için çalınan büyük bir
davulun yerleştirildiği bir yer, minare.
S. O. – [1997, IV: 138; 2006, V: 92; 2006, VI: 214]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmamakta.
бастырма (bastırma) / gölgelik: S. О. – [1995, III: 273; 1997, IV: 198, 328;
2014, VI-VII: 212; 2014, VIII-IX: 151]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
гүлбак, күлбак (gülbak, külbak) / çiçek bahçesi: S. О. – [2006, V: 57,
74, 244; 2014, VIII-IX: 170]
М. М. – [2017: 356, 359, 360, 385, 392, 626] Moldobasan’ın varyantında bu
kelime külbak (күлбак), gülbak (гүлбак) şeklinde rastlanır.
Bagış’la Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
дарбаза (darbaza) / kapı: S. О. – [1995, II: 53, 74, 82, 204, 246, 283, 285;
1995, III: 203; 1997, IV: 99, 328; 2006, V: 47, 74, 81, 242, 243, 426; 2006, VI: 61;
23
Kaliya KULALİYEVA
2014, VI-VII: 315, 322; 2014, VIII-IX: 31, 207, 209, 269, 331, 332, 362, 395,
548]
М. М. – [2017: 99, 192, 217, 385, 587, 603, 616-620, 622, 626, 627, 651, 668]
B. S. – [2017: 33, 49, 52, 287-289, 290, 293, 348, 363, 369, 373, 377, 379381, 391, 405-407, 456, 457, 469, 471, 479, 503-511, 513, 544, 600, 603]
Ş. R. – [2013: 24, 89, 271]
дүкөн (dükön) / dükkan: ticaret yeri; atölye. Bu kelimenin sohbet etme
manası incelemeye alınmadı. S. О. – [1995, II: 32, 33, 152; 1995, III: 158, 264;
2006, V: 348, 370; 2006, VI: 305, 337; 2014, VIII-IX: 74, 85, 483, 539, 637]
М. М. – [2017: 99, 101, 380, 385]
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. Bagış’ın varyantında dükönçü
biçiminde bulunur, bu kelimeye hazırlanmakta olan Dizinin Meslekler bölümünden
bakabilirsiniz.
зыяпаткана (zıyapatkana) / kabul etme odası: S. О. – [2006, V: 459]
казкана (kazkana) /kazhane: S. О. – [2006, VI: 183]
İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
казына (kazına) / hazine: inceleme sonucunda hazine kelimesi destanda
zenginlik (mal, mülk, giysi, altın vb), onların saklandığı yer ve vefat eden kişinin
cesedi koyulan yer manalarında kullanıldığı belli olmuştur. Dizinde hepsine de yer
verilmiştir.
S. О. – [1995, I: 113, 140, 152, 252, 253, 256, 260, 262, 263, 268; 1995, II:
197, 251, 288, 307; 1995, III: 182, 194, 276; 1997, IV: 102, 103, 122, 125, 126, 140,
179, 237, 330; 2006, V: 94, 189, 191, 213, 406; 2006, VI: 71, 156, 184, 486, 487,
572, 608, 614; 2014, VI-VII: 5, 102, 104, 107, 184, 381, 428-430, 444; 2014, VIIIIX: 15, 16, 21, 23, 40, 41, 55, 69, 212, 220, 262, 264, 460, 465, 466, 487, 496, 504,
523, 552, 579, 606, 629-631, 638, 642]
M. M. – [2017: 63, 99, 153, 166, 181, 249, 357, 385, 444, 446, 454, 469, 517,
518, 603, 660, 665, 698, 709, 716, 719, 720]
B. S. – [2017: 84, 389, 410, 554, 579, 580]
Ş. R. – [2013: 36, 50, 170, 303]
календеркана (kalenderkana) / kalenderhane: S. О. – [2006, VI: 495,
515; 2014, VI-VII: 377]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
капка (kapka) / kapı: şehrin giriş kapısı, kale kapısı. S. О. – [1995, II: 58,
64, 68, 71-79, 82-84, 135, 136, 177, 239, 245, 310, 337; 1995, III: 31, 193, 203, 239,
24
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
246; 1997, IV: 90, 92, 101, 207, 270, 280-282, 326, 327, 329; 2006, V: 41, 47, 48,
57, 58, 60, 61, 67, 87, 90, 91, 130, 184, 243, 244, 246, 250, 280, 350, 387, 426, 448,
471, 550; 2006, VI: 17, 58-62, 72, 127, 168, 182, 187, 202, 211, 214, 217-219, 222,
224, 225, 239, 359, 467, 485, 493, 495, 504, 542, 543, 548, 554, 557, 561, 567, 569;
2014, VI-VII: 54, 85, 88, 93, 96, 97, 113, 309, 311, 314-316, 323, 324, 332; 2014,
VIII-IX: 12, 31, 50, 73, 206, 208-210,238, 246, 249, 259, 317, 352, 355, 357, 365,
375, 394, 395, 405, 406, 417, 418, 421, 428, 442, 443, 450, 455, 457, 461, 462, 464,
468, 535, 596, 603, 609, 691]
М. М. – [2017: 52, 117, 123, 130, 147, 149, 153, 217, 343, 356, 357, 359,
395, 500, 503, 515, 536, 582, 603, 611, 613, 627, 635-637, 651, 652, 658, 660, 667,
675, 678, 680, 698, 699]
B. S. – [2017: 47, 90, 128, 131, 168, 169, 196, 197, 217, 221, 248, 275, 282,
327, 329, 336, 350, 351, 353, 361-365, 368, 369, 373, 374, 376-379, 383-386, 391,
397, 399, 400, 401, 414, 415, 419, 422, 427, 429, 437, 442-446, 449, 451-457, 465,
469, 472-473, 475, 476, 479, 480, 491, 501-506, 510-514, 516, 520-522, 524, 525,
527, 529, 530, 532, 535-540, 542-544, 548, 550, 560, 561, 564, 567, 573, 574, 577,
578, 603, 646, 647]
Ş. R. – [2013: 89, 119, 127, 163, 186, 188, 192, 197, 204, 217, 271, 278, 292,
296, 297, 307]
кароолкана (karoolkana) / bekçi odası, nöbethane: B. S. – [2017: 276278, 298, 304]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
кепе, ат кепе (kepe, at kepe) / at evciği, at ahırı: S. О. – [1997, IV: 43]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
коргон (kargon) / kale, duvar: S. О. – [1995, II: 32, 61, 72, 244, 245, 251,
273, 274, 276, 279, 280, 283, 287, 288, 293, 297, 306, 317, 370; 1995, III: 82, 130,
133, 182, 193, 196, 203, 209, 216, 220, 246, 263, 296; 1997, IV: 50, 57, 84, 91, 99,
132, 137, 158, 210, 261, 270, 282, 315, 320, 328, 320, 330; 2006, V: 50, 54, 69, 70,
249, 348, 438, 448, 456, 470, 554; 2006, VI: 17, 33, 50, 183, 202, 359, 472, 497,
539, 547, 548, 557; 2014, VI-VII: 40, 41, 55,93, 113, 157,161, 289,290, 293, 300,
315, 316, 323, 325, 232, 429; 2014, VIII-IX: 32, 43, 45,57, 68, 69,73, 74, 80, 206,
207, 219, 220, 221, 246, 250, 252, 256, 259, 352, 362, 372, 389, 442, 462, 463, 493,
494, 501, 506, 573, 676, 678, 692]
M. M. – [2017: 62, 169, 179, 180, 214, 240, 300, 302, 311, 331, 354, 358-360,
387, 404, 479, 510, 578, 586, 598, 690, 694, 702]
B. S. – [2017: 133, 199, 209, 379, 380, 431, 435, 506, 507, 510, 520, 539, 613]
25
Kaliya KULALİYEVA
Ş. R. – [2013: 77, 78, 83, 90, 92, 105, 116, 119, 127, 149, 163, 186, 188, 192,
204, 252, 271, 278, 292, 296, 307]
кушкана (kuşkana) / kuşhane: S. О. – [2006, VI: 214]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
күпкө (küpkö) / küpkö: güneş ışığı girmeyecek şekilde yapılan bir yer.
S. О. – [1995, I: 98, 120; 1995, II: 102; 2014, VIII-IX: 71]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
мейманкана (meymankana) / misafirhane: S. О. – [2006, V: 54; 2006, VI:
499, 509; 2014, VIII-IX: 265, 518]
М. М. – [2017: 384, 520]
Ş. R. – [2013: 192]
Bagış’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
отун кана (otun hane) / odunhane: metinde ayrı yazılmıştır.
S. О. – [1995, III: 253]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
cепил (sepil) / sur: S. О. – [1995, III: 117, 193, 217; 1997, IV: 320; 2006,
V: 63, 244, 348; 2014, VI-VII: 40, 316; 2014, VIII-IX: 246, 400, 676].
M. M. – [2017: 174, 359]
Bagış’la Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
cураккана (surakkana) / sorgulama evi: S. О. – [1995, II: 83; 2006, VI:
36, 167, 208, 209, 213; 2014, VIII-IX: 206]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
чарачык (çaraçık) / mutfak: destanda bu kelime bahçe, ahır, mutfak,
gölgelik yeri manalarında kullanılmıştır. S. О. – [2014, VI-VII: 416, 437]
Başka varyantlarda bu kelime kullanılmamıştır.
чаркана, чаркар (çarkana, çarkar) / çiçek bahçeli oturma yeri: destanda
etrafı korulan, çıçekli bahçe yeri, büyük çiçeklerle süslenen oturma yeri.
S. О. – [1997, IV: 217; 2006, V: 478, 492, 494; 2014, VI-VII: 377; 2014,
VIII-IX: 361]
Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
26
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
чеп (çep) / kale, kermen, hisar: S. О. – [1995, I: 238; 1995, III: 226,50,161;
1997, IV: 31,50, 161; 2006, V: 438; 2014, VI-VII: 36, 41, 44, 55; 2014, VIII-IX:
59, 368, 672, 673, 678, 680, 692]
M. M. – [2017: 62, 133, 155, 169, 179, 240, 351,360, 387, 578, 586, 598, 675,
698]
B. S. – [2017: 222, 339, 340, 386, 412, 511, 514, 550]
Ş. R. – [2013: 44, 105]
ырабат (ırabat) / kervansaray: bu kelime destanda kervansarayı, kale,
misafirhane, sur manalarında bulunur.
S. О. – [1995, II: 34; 2014, VI-VII: 386]
İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmamakta.
3. TAPMA VE İBADET YERLERİ, YAPITLARI:
буткана (butkana) / putların bulunduğu yer: S. О. – [1995, II: 246, 273,
274, 284, 287, 307; 1995, III: 193, 220; 1997, IV: 100, 102, 139; 2006, V: 218, 407,
439, 541; 2006, VI: 16, 20; 2014, VIII-IX: 159, 379]
М. М. – [2017: 214]
B. S. – [2017: 67, 259, 276, 444]
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
ибадаткана (ibadatkana) / ibadethane: S. О. – [2006, V: 92, 249; 2014,
VI-VII: 167]
İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
куран кана (kuran kana) / kuran okunan (öğretilen) yer.
B. S. – [2017: 578, 632]
İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
майкана (maykana) / mayhane: S. О. – [1995, III: 251; 2006, V: 54]
İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
медиресе, медресе (medirese, medrese) / medrese: S. О. – [1995, II: 121,
298, 370; 2006, V: 541; 2006, VI: 478, 479, 481, 501]
М. М. – [2017: 379, 382]
B. S. – [2017: 236, 240 ]
Sapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
27
Kaliya KULALİYEVA
мечит (meçit) / mesçıd: S. О. – [1995, II: 121; 2006, V: 92, 407, 541; 2006,
VI: 488, 492; 2014, VIII-IX: 224, 233]
М. М. – [2017: 67, 224, 379, 380, 382, 396]
B. S. – [2017: 235, 240]
Sapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
чиркөө (çirköö) / kilise: S. О. – [2006, V: 92; 2014, VI-VII: 167]
B. S. – [2017: 67, 169, 217, 218, 243, 444]
Moldobasan’ın ve Sapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
4. ESİR DÜŞENLER KOYULAN YERLER
бант (түрмө, зындан) (bant) / bant (hapishane, zindan): S. О. – [1995, II:
77; 2014, VI-VII: 25, 110]
İncelenen başka varyantlarda bulunmaz.
зындан (zından) / zindan: S. О. – [1995, II: 59, 62, 65-71, 73, 79, 80, 84,
85, 87, 102, 140, 141, 152, 153, 158, 159, 198, 305, 310; 1997, IV: 57, 99, 242; 2006,
V: 61, 82; 2006, VI: 54-59, 74, 170, 178, 198, 199, 211, 558; 2014, VI-VII: 85, 86,
97, 98, 224, 328, 329, 333, 359, 360; 2014, VIII-IX: 528]
М. М. – [2017: 104, 105, 108]
Ş. R. – [2013: 51, 54]
Bağış’in varyantında bu kelime bulunmaz.
oр (or) / zindan (çukur): S. О. – [1995, II: 67, 68, 304, 305; 2014, VI-VII:
85]
М. М. – [2017: 103]
Ş. R. – [2013: 33, 43, 263, 264]
Bagış’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
5. ТУРАК ЖАЙ ЖАНА АНЫН ТҮРДҮҮЧӨ АТАЛЫШТАРЫ
үй (üy) / ev: S. О. – [1995, I: 80, 85; 1997, IV: 133: 217, 233, 284, 324; 2006,
V: 221, 262, 301, 303, 304, 307, 341, 342, 381, 384, 409, 411, 432, 477, 543; 2006,
VI: 17, 33, 292, 323, 333, 366, 380, 506, 572, 573, 574, 597, 615; 2014, VI-VII: 17,
75, 77, 98, 100, 117, 121, 122, 125, 129, 132, 133, 134, 142, 143, 145, 146, 150, 151,
232, 242, 259, 266, 286, 316, 366, 370, 374, 375, 376, 384, 386, 393, 397, 418, 440,
28
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
449; 2014, VIII-IX: 27, 33, 38, 44, 45, 57, 62, 63, 77, 81, 90, 102, 103, 233, 247,
261, 309, 400, 508, 553, 579, 653, 672]
М. М. – [2017: 93, 116, 117, 118, 133, 199, 200, 208, 231, 245, 267, 276,
298, 327, 343, 355, 381, 393, 397, 398, 399, 400, 412, 429, 433, 451, 452, 453, 463,
465, 470, 507, 516, 522, 615, 616, 622, 624, 711, 713]
B. S. – [2017: 7, 33, 36, 37, 38, 39, 47, 78, 104, 286, 315, 563, 624, 631, 632,
633]
Ş. R. – [2013: 17, 18, 19, 25, 31, 33, 47, 48, 50, 68, 69, 70, 84, 85, 86, 87, 105,
107, 110, 109, 118, 122, 123, 126, 132, 133, 142, 152, 154, 171, 173, 184, 185, 187,
192, 196, 197, 202, 206]
ак үй (ak üy) / ak ev: büyük ev, temel ev, han evi, rehin alınan kişi oturan ev
manaları incelendi.
S. О. – [2006, V: 432, 465; 2014, VI-VII: 449; 2014, VIII-IX: 44]
М. М. – [2017: 45, 201-203, 298, 397, 522, 624, 676]
B. S. – [2017: 33, 36-39, 78]
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
жолум үй (colum üy) / boz üyün bir çeşidi: herhangi bir amaçla belli bir
süre için dikilen küçük boz çadır. S. О. – [1995, III: 229, 237; 2014, VIII-IX: 302,
378, 400]
Ş. R. – [2013: 126, 184]
Moldobasan’ın ve Bagış’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
там (tam) / dam (topraktan yapılmış): S. О. – [1995, II: 39, 61, 63, 66, 74,
204, 239, 251, 253, 259, 276, 317, 334; 1995, III: 176, 263, 291; 1997, IV: 22, 25,
28, 143, 153, 162, 163, 196-198, 204, 303, 328, 329; 2006, V: 99, 162, 240, 259,
280, 411, 488, 527, 529, 545; 2006, VI: 119, 216, 535, 539; 2014, VI-VII:
14,88,91,161, 163, 170, 216, 315, 336, 342, 444; 2014, VIII-IX: 15, 50, 55, 69, 72,
80, 92, 151, 169, 209, 395, 551, 553, 651]
М. М. – [2017: 216, 223, 385, 392, 486, 601, 610, 611, 614, 615, 621, 681]
B. S. – [2017: 169, 217, 218]
Ş. R. – [2013: 216]
чатыр (çatır) / çadır, ev: S. О. – [1995, I: 358; 1995, II: 124; 1995, III: 143,
148, 150, 193; 1997, IV: 217, 297; 2006, V: 57, 118, 119, 164, 178, 192, 272, 299,
340, 341, 436, 442, 445, 451, 459, 514, 515, 534, 556; 2006, VI: 86, 405, 412, 413,
537; 2014, VI-VII: 19, 20, 75, 100, 231, 243, 304; 2014, VIII-IX: 154, 159, 225,
255, 274, 277, 277, 279, 282, 295, 440, 509, 532, 636, 656]
29
Kaliya KULALİYEVA
M. М. – [2017: 98, 118, 149, 164, 174, 176, 179, 194, 197, 213, 215, 219,
229, 231, 234, 242, 275, 276, 311, 314, 316, 318, 331, 352, 353, 378, 400, 403, 404,
418, 429, 431, 499, 512, 532, 534, 548, 565, 565, 567, 569, 662, 686, 687, 704, 709]
B. S. – [2017: 103, 104, 134, 135, 138-140, 151, 154, 156, 162, 175, 176, 189200, 204, 205, 378, 389, 394, 408, 434, 440, 448, 590, 604, 640]
Ş. R. – [2013: 71, 126, 135, 144, 203, 204, 246, 247, 278, 280]
кош (koş) / çadır: S. О. – [1995, I: 358, 360, 385; 1995, II: 233, 364, 371;
1997, IV: 113, 120, 122, 155, 157, 159, 162, 179, 213, 242, 258, 330; 2006, V: 118,
122, 224, 262, 340; 2006, VI: 86, 474, 531; 2014, VI-VII: 17, 19, 193, 197, 215;
2014, VIII-IX: 197, 229, 274, 310]
М. М. – [2017: 71, 530, 534, 557]
B. S. – [2017: 111, 112, 118, 134, 149, 151, 156, 162, 170, 184, 185, 353, 397,
401]
Ş. R. – [2013: 84, 104, 175, 247, 276]
oрдо (ordo) / han çadırı: S. О. – [1995, I: 130, 256, 262, 264; 1995, II: 20,
29, 80, 150, 181, 223, 244, 292, 293, 306; 1995, III: 66, 83, 114, 118, 217, 255, 256;
1997, IV: 140, 158, 236, 270; 2006, V: 48, 53, 54, 72, 74, 243, 381, 451, 453, 456,
526, 528, 537, 554; 2006, VI: 17, 33, 36, 180, 182, 202, 258, 333, 344, 359, 366,
367, 447, 480, 485, 486, 488, 492, 493, 500, 502, 509, 536, 537, 538, 539, 543, 545,
547, 548, 550, 554, 555, 557, 561, 564, 567; 2014, VI-VII: 17, 85, 93, 98, 113, 133,
176, 177, 219, 286, 303, 313, 316, 317, 320, 322, 323, 229, 330, 332, 338, 383, 393,
427, 451; 2014, VIII-IX: 20, 99, 133, 135, 206, 207, 210, 250, 256, 258, 259, 352,
653]
М. М. – [2017: 9, 15, 58, 99, 100, 117, 118, 121, 135, 137, 174, 185, 188,
189, 205, 245, 266, 296, 297, 299, 352, 355, 374, 390, 392, 433, 445, 446, 476, 480,
487, 507, 510, 520, 536, 701, 717, 718]
B. S. – [2017: 26, 47, 70, 114-116, 125, 126, 407, 409, 411, 431, 569, 570,
571, 783, 587-589, 593, 595, 611, 613, 614, 626-628, 639, 644, 647]
Ş. R. – [2013: 40, 50, 68, 86, 89, 92, 105, 109, 116, 117, 118, 119, 127, 132,
136, 137, 163, 186, 188, 189, 192, 197, 204, 271, 292, 294, 296, 297, 298, 307]
өргѳѳ (örgöö) / çadır: М. М. – [2017: 105, 440]
oтоо (otoo) / çadır: S. O. – [1995, II: 366; 1995, III: 123, 143, 149, 284;
2006, V: 304, 384; 2006, VI: 292, 300, 323, 572, 595, 614, 615; 2014, VI-VII: 20,
49, 151, 259, 276, 278; 2014, VIII-IX: 89, 96, 510, 595, 606, 656, 685]
М. М. – [2017: 102, 143, 234, 246, 461, 593, 609, 630, 634]
İncelediğimiz başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
30
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
cарай (saray) / saray, köşk, malikhane: S. О. – [1995, I: 84; 1995, II: 52,
158, 224; 1995, III: 34, 192, 216, 217, 263; 1997, IV: 15, 16, 17, 90, 101, 158, 163,
201, 206, 210, 218, 278; 2006, V: 53, 54, 59, 83, 90, 91, 92, 94, 96, 202, 237, 371,
537, 544; 2006, VI: 17, 47, 62, 63, 66, 187, 201, 204, 213, 451, 499, 547, 554, 556,
557, 561, 573, 582, 585, 590, 595, 605; 2014, VI- VII: 5, 17, 18, 136, 150, 151, 190,
230, 315, 316, 329, 330, 393, 440, 448; 2014, VIII-IX: 15, 23, 39, 43, 45, 47, 55,
56, 73, 81, 86, 87, 212. 218, 250, 256, 261, 265, 522, 641, 653, 655]
М. М. – [2017: 172, 173, 174, 220, 224, 225, 226, 250, 257, 332, 384, 386,
393, 412, 516, 674]
B. S. – [2017: 217, 238, 239, 288, 368, 476, 556, 557]
Ş. R. – [2013: 77, 86, 87, 278]
oрдокана (ordokana) / han sarayı (odası): S.О. – [1995, II: 251, 293; 1995,
III: 217, 251; 1997, IV: 236; 2006, V: 451]
aлачык (alaçık) / alaçık: S.О. – [1995, II: 175, 207, 255; 1995, III: 137,
230; 1997, IV: 68; 2006, V: 92, 232, 425; 2014, VI-VII: 23, 29, 150, 325, 397; 2014,
VIII-IX: 146, 221, 387, 660, 665, 695]
М. М. – [2017: 157, 182, 218, 301, 367, 418, 432, 531, 617, 621, 638, 641,
695]
B. S. – [2017: 85, 252, 266, 269, 366, 649]
Ş. R. – [2013: 86, 180, 223, 225, 227, 228, 242]
бейит (beyit): ev, mezarlık: Beyit kelimesinin iki manası vardır: 1. Ev, insan
yaşayan konut; 2. Mezarlık. Burada ev manası incelenmiştir. БЕЙИТ – (Бейит көчө,
чоң калаа – 26101) – (ар.) 1. Үй, адам жашоочу жай. 2. Өтмө мааниде:
өлүк коюлган жай – моло, көр (Манас, 2014. VIII-IX cilt: 704).
S. О. – [1997, IV: 325; 2014, VIII-IX: 354]
М. М. – [2017: 561]
Bagış’la Sapak’ın varyantlarında bu kelime ev, konut manasında bulunmaz.
6. KONUTA AİT BAŞKA KONULAR
банжара (панжара, терезе) (bancara) / pencere: destanda pencerenin
çerçevesi, süslü tor manasında kullanılmıştır. Moldobasan ve Bagış’ın varyantlarında
tereze (pencere) biçiminde kullanılmıştır.
S. О. – [1995, II: 50; 2006, V: 62, 63; 2006, VI: 62, 63]
М. М. – [2017: 622]
31
Kaliya KULALİYEVA
B. S. – [2017: 85]
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
бөлмө (bölmö) / oda, bölme: Konuta ait olan manalari incelendi. Altı (yedi,
on iki, otuz) bölme şehir biçiminde kullanılan durumlar dizine girdirilmedi. S. О. –
[1995, II: 50, 52, 80, 156, 158, 181; 2006, VI: 540, 545, 556, 557]
İncelediğimiz başka varyantlarda bulunmaz.
дубал (dubal) / duvar: S. О. – [1995, I: 77; 1995, III: 67, 217, 239; 1997,
IV: 320; 2006, V: 69, 243, 448, 509; 2006, VI: 563; 2014, VI-VII: 81, 290;
2014, VIII-IX: 57, 202, 216, 287, 293, 364, 409, 457]
М. М. – [2017: 479, 651, 653]
Ş. R. – [2013: 96]
Bağış’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
бакса, пайса (baksa, paysa) / duvar:
manasında kullanıldığı durumlar incelenmiştir.
duvar (örülerek yapılan duvar)
S. О. – [1995, II: 72, 77; 2014, VIII-IX: 216, 457, 626]
İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz.
Manas Destanında Boz Üy
Kırgız Dili Sözlüğü’nde Boz üy kelimesine aşağıdaki gibi açıklama
yapılmıştır:
БОЗ ҮЙ / BOZ ÜY Göçebe halkların çoğunun üstü keçe (üzük, tuurduk) ile
örtülmüş, temeli kerege, uuk, tündükten oluşan evi (KTSа., 2011: 290).
Boz üy Kırgızların konutudur. Milli değerlerin kıymetlisidir. Boz üy göçebe
hayatına layık olup, hafıf olduğu, kolayca toplanıp, dikilmesi (kurulması), yazın serin
ve kışın sıcak olma özelliğini taşımaktadır. Boz üyün önemi hakkında Yard. Doç. Dr.
M. Dıykanbayeva şöyle diyor: Yaklaşık üç bin yıllık tarihe sahip olan boz üyü,
Kırgızlar yaşamlarının her alanında kullanmışlardır. Kocaya gidecek kızı için boz
üyde oyunlar ve eğlenceler düzenlemişler, çeyiz olarak vermişler, çocuklarını
evlendirmişler, ölüyü
son yolculuğuna uğurlamışlar, önemli misafirlerini
karşılamışlardır. Kısacası acı ve tatlı günlerini boz üy ile paylaşmışlardır
(Dıykanbayeva, 2017: 220). Manas Destanında da düyün, ziyafet ve ölüm
olaylarında hep sayısız Boz üylerin dikildiğinden bahsedilir.
Boz Üy kelimesinin etimolojisi: eb: ev.
32
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
Bu kelimenin sonundaki b sesi yumuşayarak ilk w ve v, sonunda yumuşak y
sesine değişmiştir. Bu değişim kelime başındaki e sesini da etkilemiştir ve erinli ü
sesine dönmüştür.
ЕЖЭ. Бакыр биңи, эб кичиг урыка (Тыйындын миңи, үй кенже уулга) (Е
78) (Усеев, 2011: 369).
Sevortyan’ın sözlüğünde boz kelimesinin açıklanması için iki sayfalık yazıya
yer verilmiştir. Birkaç araştırmacıların fikirlerini inceleyip, yazar kendi görüşünü
böylece sonuçluyor: Temel ve ilk manası olarak ‘boz’ manası sayılmalı, bu evcil
hayvanların renkini belirtiyor, ilk olarak yılkı rengidir.
T. Tekin ise boz’un bor’dan geldiğini belirtiyor ve bu kelimeyi Kırgız,
Kazakların Borbaş borbas 'boz(ak saçlı) baş' kelimesinden buluyor (Тек.59).
A.Şerbak eski kullanılışı pos (boz kelimesi olduğunu belirtmektedir (Щерб.
СФ196) (ЭСТЯ, 1978: 172)
Böylece, Böz - Bor - Boro sözlüğü, tüm Altay dillerini kapsayan geniş bir
yelpazeye sahiptir. V. I. Abaev’in görüşüne göre, bu kelime eski substrat Avrasya
kelimesinen gelmiştir (Аб. 1271). (ЭСТЯ, 1978:173).
Tüncer Gülensoy’un Köken Bilgisi Sözlüğünde “boz” eski ve orta çağdaki
Türk dillerinde rengi kasteden kelime olarak belirlenmiştir (Gülensoy, 2007: I.,
165). Üy kelimesi bu sözlüğün ikinci cildinde aşağıdaki gibi açıklanmıştır: üy
(hlk.) ‘1. ev; 2. bostan ev’ = OT. öw (lef, ev, ew, üv, üw) DLT (Gülensoy, 2007: II.,
1004).
Tarihçi ve etnograf B. Alımbayeva kendi çalışmasında boz üy kelimesinin etimolojisini boylece anlatır: Kırgızların fakir olan tabakadakileri 4, çok az 6 kanatlı
(yani küçük) boz üyde oturuyorlardı. Keçe yapmak için fakir Kırgızlar yünleri beyaz
mı, kara mı, boz mu diyerek seçmeden hepsini birkaç yıllar içerisinde topluyorlardı.
Çünkü onlarda evlerin keçesini yenilemeye imkan olmamıştır, keçe toplamak bir
problemdi. Zenginler emekleri için eskirmiş keçelerini veriyorlardı. Onlar önce bembeyaz oluyordu sonra boz renke değişiyordu, bu sebepten Kırgız köyleri boz renkli
görünürdü. Onun için Kırgız köylerindeki evler boz üy adını alması mümkündür
(Алымбаева, 2016: 14-15).
Bu kelimeye eski Türk dilindeki yakın manadaki sözler olarak aşağıdakileri
söyleye biliriz: куй / kuy: çadırın kadına ait olan parçası.
куйда кунчуйым, эки огланыма, эсизиме, йаңус кызыма, теңри элимке,
башда бегимке бѳкмедим (Han çadırımdaki kadınıma, iki oğluma, yiğitlerime,
yalnız kızıma, kutsal memleketime, yanımdaki beğime doymadım)(Е 16, 1-2)
(Усеев, 2011: 371).
багыш / bagış: evin ipi, boz üy, çadır.
33
Kaliya KULALİYEVA
биң секиз адаклыг барымым, багышыма терти бѳкмедим (Bin sekiz
ayaklı zenginliğime, evlerime hiç doyamadım) (Е 42, 4) (Усеев, 2011: 377-378).
Boz üy destanda üy biçiminde bulunur. Üy (ev) kelimesinin esas boz üy
manasını yansıtanları (örn.: үй тикти / çadırı dikti, үйүн чечти / çadırı söktü, үйүн
жүктѳдү / çadırı yükledi vs) Dizinden yer alması için incelemeye alınmıştır sadece
үйгѳ келди/eve gedi, үйдѳн чыкты/evden çıktı, үйдѳ жатат/evdedir biçiminde
geçenler Dizinen yer alması için inceleme konusu olmamıştır. Чоң үй / büyük ev,
там үй / toprak ev, сарай үй / saray ev vs. Hepsi Үй / Ev alt konusunda incelenmiştir.
Bazı kelime öbeklerinin taşıdığı manası değişik olduğu için ayrıca inceleme konusu
olmuştur (ak üy, colum üy). Colum üy, alaçık kelimeleri daha çok karşılaştırma
amaçında kullanıldığı tespit edilmiştir. Кош / Koş kelimesinin sadece ev manasında
kullanılması incelendi ve dizinden yer almıştır. Ѳргѳө / Çadır kelimesinin
Sagınbay’ın varyantında bir kere bile kullanılmaması dilcilerin araştırması gereken
ilginç bir konuların biridir.
Boz üyün temelini oluşturan ağaçları (түндүк/tündük, кереге/kerege, уук/uuk
vs) ve Kırgız kültüründe önem verilen Boz üyle ilgili temel kavramlar (тѳр/tör(baş
köşe), босого/bosogo (giriş), улага/ulaga (giriş taraf) vs) Boz Üy alt konu içinde
ayrıca incelenmiştir ve Dizinden yer almıştır.
Boz üy ve Onunla İlgili Kavramlar: boz üy (Kırgız çadırı), bakan (sırık, direk),
bosogo (kapının yerleştiği kasa, çerçeve, söve), kaalga (kapı), kerege (çadırın
duvarını oluşturan ağaç kafes, kerege (KTS, II, 2017: 1202)), tötögö (çadır süsü),
tuurduk (Kırgız çadırının etrafını kuşatan keçe örtü (KTS, II, 2017: 1122)), tündük
(Kırgız çadırının tepesindeki açık alan, onu örten keçe örtü (KTS, II, 2017: 1122) ),
tör (başköşe), uuk (çadırın keregesiyle tavan kısmının birleştiği kısım, uuk), üzük
(çadırın üst kısmını örtmede kullanılan örtü), çamgarak (çadırın kubbesinin çapraz
olarak yerleştirilen ince, yassı tahtası (KTS, II, 2017: 691)), çiy (çadır keregesinin
dışına konulan kasır örtüsü), epçi (çadırda kadınlara ait olan sağ taraf), eşik (kapı).
7. BOZ ÜY ve ONA AİT OLAN BAZI KAVRAMLAR
боз үй (boz üy) / boz üy (keçe çadır): S. О. – [1995, II: 251; 1997, IV: 300,
303; 2006, V: 445, 460; 2006, VI: 45, 86, 136, 323, 361, 475, 556, 557, 573; 2014,
VI-VII: 163, 386; 2014, VIII-IX: 62, 73, 131, 225, 508, 509]
Canış soyundan Nazarbek’in halka hitabı.
Kakan, Bejin curtuna
Kayda da bolso kan kerek,
Boz üy menen tam üygö
Kimge da bolso can kerek. (IV: 303)
34
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
М. М. – [2017: 147, 151] Kalmuk Han’ı İlebin ve onun halkı hakkında
anlatılması.
Dünüyösü caynagan,
Türültüp malın aydagan,
Boz üylüü kalmak el eken,
İle degen cer eken. (151)
B. S. – [2017: 6, 47, 251, 256] Kazakları birleştirerek düşman Hanı
Koñurbay’a karşı gitmek düşüncesinde olan Kökçö’nün halkı hakkında söylenmesi.
Askına dobul boz üydö,
Kee kazagı kıbırap,
Keregeni da karap,
Bir birine şıbırap. (251)
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
бакан (bakan)/sırık, direk: С. О. – [1995, I: 129, 131, 236; 2006, VI: 606;
2014, VI-VII: 125, 143; 2014, VIII-IX: 216, 560]
М. М. – [2017: 146, 231, 276, 349, 367, 408, 486, 492, 559]
B. S. – [2017: 80, 543, 626, 627]
Ş. R. – [2013: 21]
босого (bosogo) / kapının yerleştiği kasa: S. О. – [1995, III: 296, 203; 1997,
IV: 25; 2006, VI: 323, 331, 332, 370, 554, 545, 557; 2014, VI-VII: 18, 393; 2014,
VIII-IX: 45, 68, 73, 89, 178, 193, 203, 207, 394, 654]
М. М. – [2017: 15, 118, 200, 306, 308, 309, 353, 356, 384, 401, 433, 435,
487, 527, 616, 621]
B. S. – [2017: 47, 251, 556, 570, 571]
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
каалга (kaalga) / kapı: S. О. – [2006, V: 536; 2006, VI: 331, 332, 377, 438,
557, 559; 2014, VIII-IX: 45, 69, 80, 88, 206, 246, 258, 321, 339, 344, 358, 362]
М. М. – [2017: 104, 118, 200, 353, 393, 401, 616, 617, 619, 620, 621, 624,
626, 651] Karabörk ile
B. S. – [2017: 207, 213, 220, 287, 290, 293, 369, 381, 509]
Ş. R. – [2013: 65, 86, 87, 192, 237, 271]
кереге (kerege) / kerege: çadırın duvarını oluşturan ağaç kafes.
35
Kaliya KULALİYEVA
S. О. – [1995, II: 366; 1995, III: 297; 2006, VI: 311, 323, 366, 369, 606;
2014, VI-VII: 132; 2014, VIII-IX: 45, 68, 73, 86, 178, 518, 551, 572, 577]
М. М. – [2017: 117, 118, 200, 352, 353, 401, 433, 722]
B. S. – [2017: 17, 36, 47, 55, 67, 78, 115, 166, 173, 251, 343, 419, 505, 539,
556, 570, 626]
Ş. R. – [2013: 52, 87, 177, 280]
төтөгө (tötögö) / tötögö: çadır süsü. Üzükle tuurduğun ortasındaki süslü,
nakışlı bastırgıç. S. О. – [2014, VI-VII: 132, 393]
М. М. – [2017: 118, 200]
B. S. – [2017: 36, 47, 78, 627]
Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
туурдук (tuurduk) / tuurduk: Kırgız çadırının etrafını kuşatan keçe örtü. S.
О. – [1995, II: 254; 2006, V: 486; 2006, VI: 572; 2014, VI-VII: 232, 418; 2014,
VIII-IX: 87]
М. М. – [2017: 136, 217, 433, 438, 495]
B. S. – [2017: 82, 253]
Ş. R. – [2013: 297]
түндүк (tündük) / tündük: Kırgız çadırının tepesindeki açık alan, onu örten
keçe örtü, destanda boz üyün tepesindeki yuvarlak ağaçtan yapılmış çerçeve olarak
da anılıyor. S. О. – [1995, I: 131, 163; 2006, VI: 366, 557, 572, 606; 2014, VI-VII:
121, 132, 143, 231, 232, 393, 448; 2014, VIII-IX: 44]
М. М. – [2017: 118, 229, 306, 353]
B. S. – [2017: 116, 251, 252, 570, 626, 626]
Ş. R. – [2013: 21, 23, 66]
тѳр (tör) / baş köşe: çadırın baş köşesi, saygılı misafirler, aksakallı
ıhtiyarların oturduğu yer.
S. О. – [1995, III: 34; 2006, VI: 341-342, 347, 367, 417, 462, 486, 543, 553,
561; 2014, VIII-IX: 72, 260, 647, 653]
B. S. – [2017: 257, 559]
Ş. R. – [2013: 91, 188, 195, 202, 206, 244]
Moldobasan’ın varyantında bulunmaz.
уук (uuk) / uuk: çadırın keregesiyle tavan kısmının birleştiği kısım.
36
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
S. О. – [1995, II: 366; 2006, VI: 366, 572, 606; 2014, VI-VII: 121, 132, 231,
232, 286, 304, 393; 2014, VIII-IX: 45, 77, 86, 577]
M. М. – [2017: 118, 200, 353, 564]
B. S. – [2017: 47, 67, 78, 115, 116, 570, 626, 627]
үзүк (üzük) / üzük: çadırın üst kısmını örtmede kullanılan örtü. S. О. – [2006,
V: 421; 2006, VI: 333, 572, 606; 2014; VI-VII: 231, 232, 393; 2014, VIII-IX: 145,
185, 244, 301, 309]
М. М. – [2017: 118, 128, 199, 200, 433, 353, 399, 401, 452]
Bagış ile Şapak’ın varyantlarında bu kelime bulunmaz.
чамгарак (çamgarak) / çamgarak: çadırın kubbesinin çapraz olarak
yerleştirilen ince, yassı tahtası. S. О. – [2006, V: 421; 2006, VI: 369; 2014, VI-VII:
132, 143; 2014, VIII-IX: 558]
М. М. – [2017: 17, 33, 118, 200, 217, 353, 399]
Ş. R. – [2013: 87]
чий (çiy) / çiy: kasır keregesinin dışına konulan duvar örtüsü. S. О. – [1995,
II: 366, 572, 573; 2014, VI-VII: 393; 2014, VIII-IX: 45, 86]
М. М. – [2017: 353]
эпчи (epçi) / epçi: çadır içindeki kadınlara ait olan sağ taraf.
М. М. – [2017: 711]
B. S. – [2017: 599]
Sagınbay’la Sapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz.
эшик (eşik) / kapı: evin dışarısı (evin önü) ve каалга (kaalga) / kapı manaları
incelendi ve Dizinden yer verildi.
S. О. – [1995, I: 100, 113; 1995, II: 67, 72, 75, 78, 204, 208, 209, 214, 216,
217, 223, 224, 226, 276, 284, 328; 1995, III: 34, 134; 1997, IV: 16, 43, 92, 96, 157,
309, 315, 329; 2006, V: 78, 242, 249, 252, 262, 311, 312, 504, 515; 2006, VI: 58,
62, 64, 66, 100, 197, 204, 209-211, 213, 218, 244, 245, 258, 292, 310, 323, 326, 331,
332, 345, 357, 368, 371, 378, 413, 414, 428, 456, 463, 504, 529, 538, 540, 542-547,
550, 559, 561, 567, 599; 2014, VI-VII: 11, 17, 18, 43, 87, 98, 107, 167, 295, 307,
315, 322, 323, 346, 389, 394, 395-397, 406, 428, 452, 462; 2014, VIII-IX: 31, 71,
82, 90, 176, 207, 215, 220, 233, 235, 255, 260, 261, 267, 280, 282, 305, 354, 358,
366, 385, 420, 527, 546, 575, 647, 653, 654, 680]
М. М. – [2017: 9, 14, 56, 67, 88, 99, 104, 125, 137, 170, 223, 225, 245, 252,
260, 264, 277, 283, 296, 297, 301, 303, 320, 322, 360, 377, 382, 392, 393, 422, 433-
37
Kaliya KULALİYEVA
435, 439, 450, 455, 489, 508-510, 514-517, 521, 522, 527, 529, 558, 569, 591, 616,
619, 623, 624, 651, 659, 663, 676, 677, 711, 712, 715]
B. S. – [2017: 33, 52, 68, 70, 71, 101, 115, 126, 139, 190, 200, 201, 225, 228,
244, 245, 251, 252, 256, 257, 259, 269, 279, 288, 290, 322, 411, 480, 482, 502, 507,
569, 570, 595, 598, 614, 628, 642]
Ş. R. – [2013: 23, 25, 40, 65, 66, 73, 87, 95, 137, 138, 161, 190, 192, 206, 217,
273, 277, 293, 297]
Bu çalışmada Destandaki Boz Üy ve ona ait olan kavramların hepsini kapsama
olanağı olmamış. Onu Manas destanının çevirisini deyil, tam metnini okuyanlar bilir.
Çünkü Manas bir araştırılıp bitmeyecek harika engin okyanus gibidir. İncelenen bu
kelime ve kavramların etrafında daha çok inceleme konusu olacak konuların
oluşacağı bellidir.
Sonuç
Sonuç olarak bu çalışmamızın amacı, Kırgız Türklerine ait olan, bütün dünya
halkbilimcilerinin ve başka bilim dallarında araştırma yapan bilim adamlarının
ilgisini çeken Manas Destanı üzerinde hazırlanmakta olan “Manas Destanının
Tematik Dizini” hakkında bilgi vermek ve bu dizinde yer alması planlanan Konut
(mesken) ve Boz Üy konusunu incelemek, bu konunun dizinden yer alma özelliğini
okuyucularımıza iletmektir. Destanın dört varyantındaki (akademik yayım, hepsi 10
kitap) Konut ve Boz Üy’le ilgili kelime ve kavramlar incelenmiş, tasnifi yapılmış ve
bu kelimeler bulunan kitaptaki sayfaları gösterilmiştir. Konut (mesken) alt konusuna
ait 59 kelimenin ve Boz Üy alt konusunda 14 kelimenin analizi yapılmıştır. Bu
konularda daha spesifik bir çalışma yapanlara incelenen materyaller her hangi bir
şekilde faydası dokunursa araştırma amacına ulaştı dıye biliriz. Bu çalışma sayesinde
sadece Konut ve Boz Üy konusunda değil, verilen açıklamalar aracılığıyla Kırgız
Türkleri, Türk Halkları ve başka halkların maddi ve manevi kültürü hakkında bilgi
sahibi olmak mümkündür. Başka bir deyişle, Türkiye’li genç halkbilimci A.
Arvas’ın dediği gibi Destan incelenecek pek çok meseleyi kapsamaktadır: Türk
dünyası için çok önemli bir destan olduğu herkesçe kabul edilen “Manas”, uzun bir
süredir incelemelere konu olduğu ve üzerine pek çok eserler ortaya konduğu halde
hâlâ incelenecek pek çok meseleyi içerisinde barındırmaktadır. Bunun nedeni ise
destanın geçmişten beri ozanlar tarafından yaşatılarak günümüze kadar getirilmesi
ve bunun neticesinde değişik dönemleri ve bu dönemlerin inançları ile düşüncelerini
korumuş olmasıdır (Arvas. http://dergipark.gov.tr/22.01.2019).
Manas destanını tarihi ve medeni miras olarak araştırma yapan Kırgız
etnografi bilimcisi İmel Moldobayev, monografi talepleri dışına çıktığı için kendi
çalışmasında destanın maddi kültürü yansıtmalarının henüz etraflıca incelenmediğini
belirtmiştir: Böylece burada Manas Destanının tarıhi ve etnografık bakımdan bütün
38
Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy
konularını araştıramadık, destanın gerçekten bir ansiklopedik bilgi taşıdığı
kuşkusuzdur. Destanın ilmin başka dallarında çalışan uzmanlarla beraber
incelenmesi sonucunda bizim önümüzde tarih, etnografi, dil, felsefe, pedagoji,
coğrafi, tıp, flora, fauna ve başka dallarda, sadece Kırgız etnik kültürü üzerinde
değil, onun komşuları olan başka halklar üzerinde de çok değerli bir bilgi birikimi
olacaktı (Mолдобаев, 1995: 7). Bu güzel çalışmasının devamının da olacağını
söyleyen fakat aramızdan giden İ. Moldobayev’in ve başka Manas’ı yakından
tanıyanların, Destan’ın çok yölü incelenmesi gerektiği konusunda isteklerini
gerçekleştirmek amacında bu 40tan fazla konuyu kapsayan bu Dizini hazırlama
yolunda çalısmakta olan genç araştımacılar, halkbilimciler Zarina Kulbarakova,
Canara Ömüraliyeva, Tamara Abılkasımova, Gülzat Nurdin kızı ve çok deneyimli
hocamız sayın Prof. Dr. Kurmanbek Abakirov’a bu çalışmalarından dolayı teşekkür
ederiz, çok teferruatlı çalışmalarında başarılar dileriz.
KAYNAKÇA
A. Bilimsel Kaynaklar
ALIMBAEVA, Bübayşa. Kırgız Elinin Boz Üyü. Tarıhıy-etnografiyalık oçerk. –
B.: Uluu toolor, 2016. –144 b.
ARVAS, Abdulselam. Destanlarda Eski Türk Kültleri ve İslam (“Manas Destanı”
örneği). http://dergipark.gov.tr/download/article-file/266275
BONVALOT Gabriel (2011) Puteşestvie çerez serdtse Azii – Pamir – v İndiyu /
Perevod R. Kuldaevoy. “Erkin-Too” AAK, – 98 s.
Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov: obşetyurkskie i mejtyurkskie osnovı na
bukvu «B». (1978). Sost. E.V. Sevortyan, Moskva: Nauka.
DIYKANBAYEVA, Mayramgül. (2017). Kirgiz Kültüründe Boz Üy. Atatürk
Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi (GSED), Sayı 38, Erzurum, s.
220.
GÜLENSOY, Tuncer (2007) Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken
Bilgisi Sözlüğü. II. Ankara: TDK Yayınları.
İNAYET, Alimcan. (1995). Yusuf Mamay ve Manas destanı (Doğu Türkistan
Kırgız varyantı), 1. Cilt, 1. Kitap, İstanbul.
Kırgız Tilinin Sözdügü I. (2011). Bişkek.
MOLDOBAEV, İmel. (1995). «Manas» – İstoriko-Kulturnıy Pamyatnik Kırgızov.
Bişkek: “Kırgızstan”, 312 s.
39
Kaliya KULALİYEVA
USEEV, Nurdin. (2011). Enisey Cazma Estelikteri I. leksikası cana tekstter.
Bişkek: Turar. – 724 b.
B. Manas Destanı metinleri:
MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu: 1-kitep . S. Orozbakovdun variantı
boyunça. Sürötçüsü A. Akmatov; Adab. c-a iskusstvo in-tu; B.:
Kırgızstan. 1995. – 568 b.
MANAS. Kırgız elinin baatırdık eposu, 2-kitep. S. Orozbakovdun variantı
boyunça. Kırg. resp. Ul. ilimder akademiyasının adabiyat cana iskusstvo
in-tu. Sürötçüsü B. Cayçıbekov. – B. Kırgızstan. 1995, 800 b.
MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu. 3-kitep. S. Orozbakovdun variantı boyuça.
- Sürötçüsü A. Akmatov (Kırg. resp. Ul. ilim. akad. adabiyat c-a isk-vo
in-tu. – B.: Kırgızstan, 1995, – 672 b.
MANAS: epos. Sagınbay Orozbakov’dun aytuusu boyuça IV tom. – B.: Şam,
1997. – 612 b.
MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu: 5-kitep. S. Orozbakovdun variantı
boyuça./ Kırg. Resp. uluttuk ilim. akademiyasının Manastaanuu c-a körköm
madaniyattın uluttuk borboru. – B.: «Şam», 2006. – 756 b.
MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu. 6-kiteptin ulandısı c-a 7-kitep: S.Orozbak
uulunun aytuusu boyuça akademiyalık bas. / Dayardagan S. Musaev. – B.:
Turar, 2014. – 792 b.
MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu. 8-cana 9-kitep: S. Orozbak uulunun
aytuusu boyuça akademiyalık bas. / Tüzgön cana dayardagan S. Musaev. –
B.: Turar, 2014. – 800 b.
MANAS. Baatırdık epos. M. Musulmankulovdun variantı boyunça. Tüz. С.
Ömüralieva. – B.: Biyiktik plyus, 2017. – 738.
MANAS. Baatırdık epos. B. Sazanovdun variantı boyunça. Tüz. Z. Kulbarakova. –
B.: Biyiktik plyus, 2017. – 468.
MANAS. Baatırdık epos. Ş. Rısmendeyevdin variantı boyunça. Tüz. A.Caynakova.
– B.: Газета KG, 2013. – 328.
40
Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı
ve Rus Kültürünün Oluşumu1
Prof. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
Erciyes Üniversitesi
Sabri GÜRSES
Erciyes Üniversitesi
Özet: 20. yüzyılda yaşamış olan Yuri Lotman, Rus semiyolog ve kültür
kuramcısı olarak büyük bir kültür mirası bırakmıştır. Eserleri ve Tartu Semiyotik Okulu sanat ve bilim alanları için önemli bir küresel ilgi odağı olmaya
devam etmektedir.
Ama onun semiyoloji kuramcısı olarak şöhreti Rusya'nın kültür tarihçisi
olarak yaptığı çalışmaları gölgede bırakmıştır. Aslında, bütün çalışmaları Rus
kültür tarihini merkeze alır ve hepsi birbiriyle tutarlı bir program halinde
bağlıdır.
Lotman'ın çalıştığı alanlardan biri de Rus aristokrat, soyla, dvoryan'ının
günlük hayatı ve bu hayatın bildiğimiz klasik Rus kültürünü nasıl yaratmış
olduğudur. Bu makale Lotman'ın Rus soyluluğu modeline ve onun bu konuyu
nasıl bir kuramsal perspektifle ele aldığına odaklanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Yu. Lotman, Rus Kültürü, Rus Soyluları, Moskova-Tartu Okulu, Tartu Semiyotik Okulu
Abstract: Yuri Lotman, who has lived through the 20th century has left
a big cultural heritage as a Russian semiotician and cultural theorist. His works
and his Tartu School of Semiotics still continues to be an important center of
global attention for artistic and scientific fields.
But his fame as an theoretician of semiology has left under shadow his
groundbreaking work as a cultural historian of Russia. In fact, all his works are
focused on Russian cultural history and they all connect with each other as a
dedicated program.
One of the fields that Lotman has worked on is the daily life of Russian
aristocrat, gentry, dvoryan and how has this life has created the classical Russian culture as we know. This article will focus on Lotman's model of Russian
gentry and his theoretical perspective on this topic.
1 Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenen SDK2018-7971 kodlu proje çerçevesinde yapılmıştır.
Sevinç ÜÇGÜL – Sabri GÜRSES
Key Words: Yuri Lotman, Russian Culture, Russian Gentry, MoscowTartu School, Tartu School of Semiotics
Yuri Lotman semiyoloji ve kültürbilim çalışmalarıyla, Tartu-Moskova Okulu
diye bilinen çalışma grubuyla birlikte uluslararası semiyoloji çalışmaları tarihinde
silinmez bir iz bırakmıştır. Semiyosfer kavramı ve kültürün semiyotik analizine
yönelik çalışmaları günümüzde de sıkça başvurulan, yeni fikirleri doğuran çalışmalar
olmaktadır.
Fakat bu başarısı, genellikle onun çalışma arka planının ve hayat boyu
sürdürdüğü ilgilerin unutulmasına yol açmaktadır. Lotman çalışmalarına bir Slavist
olarak başlamış, neredeyse bütün çalışmalarının temel inceleme konusu olarak Rus
edebiyat ve kültür tarihini kabul etmiş, bu alanın uzmanı olarak temel çalışmalar
ortaya koymuştur. Ama bu olgunun onun uluslararası ününde yeterince
yansıtılmadığını görebiliriz. Bu durumun başlıca sebebi, ilk bakışta semiyotik ve
yapısalcı analiz alanındaki çalışmalarının kuramsal evrenselliğinin uluslararası
araştırmalarda daha çok dikkat çekmesi olarak görülebilir. Lotman'ın metinden
semiyosfere uzanan kavramları ve analiz yöntemleri her dile aktarılabilir. Oysa Rus
tarih ve kültürüne has öğeler aktarılamadan kalacaktır.
Fakat onun etkisini, tıpkı onun gibi özel bir araştırma alanından, Ortaçağ
estetiği ve felsefesinden beslenen Umberto Eco'nun etkisiyle kıyasladığımızda, bu
aktarılamazlık sorununun başka bir boyuta taşındığını görürüz. Eco'nun çalışmaları
da İtalyan kültürü ve Ortaçağ estetiğinden beslenmiştir, fakat Eco bunların yanına
James Bond, Superman gibi popüler ikonlar üzerine incelemeleri, James Joyce gibi
uluslararası bir edebi nitelik kazanmış edebiyatçı üzerine incelemeleri eklemiştir.
Ardından asıl tanınırlığını fikirlerini romanlaştırdığı, bir tür semiyotik polisiye haline
getirdiği Gülün Adı (1980) romanı ve hatta daha da çok, bu romanın sinema
uyarlamasıyla (1986) kazanmıştır. Lotman Eco'nun fikirleriyle roman çalışması
arasındaki ilişkiyi erkenden fark edenlerden biridir. Romanın 1989 yılındaki Rusça
baskısına yazdığı sonsözde bu ilişki üzerinde durur Lotman:
“...eğer romanın metni dikkatle okunursa, onunla yazarın bilimsel ilgi
alanları arasındaki apaçık organik ilişki görünecektir. Dahası, romanın yazarın
bilimsel düşüncesinin beslendiği kavrayışları gerçekleştirdiği, romanın
Umberto Eco'nun semiyotik ve kültürbilimsel fikirlerinin sanatsal metin diline
çevirisi olduğu görülecektir.”2
Bu çerçevede, Eco'nun bilimsel çalışmalarındaki Ortaçağ estetiği, felsefesi ve
İtalyan kültürü öğelerinin ancak bu roman ve sinema biçimlerinde yaygın kabul
2
"Выход Из Лабиринта," Эко У., Имя розы, 1998, s. 650-669.
42
Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu
gördüğünü söyleyebiliriz; üstelik bunun için de bu uyarlamayı ünlü Fransız sinemacı
Jean-Jacques Annaud'nun yapması ve filmin başrolünde Amerikalı oyuncu (eski
James Bond oyuncusu) Sean Connery'nin yer alması gerekli olmuştur.
Buna kıyasla Demir Perde arkasında, büyük Sovyet-Rus şehirleri Leningrad
(Petersburg) ve Moskova'dan uzakta, Estonya'nın Tartu şehrinde çalışan, 1981 yılına
dek Sovyet Bloku dışına seyahat etmemiş olan Lotman'ın uluslararası semiyotik
çalışmalarında daha en başından beri etkili olabilmiş olması büyük bir kişisel çaba
ürünüdür. Bu çabayı farklı kılan yanlardan biri de, Leningrad Üniversitesi'nde Rus
tarih ve kültürünü tutarlı bir şekilde incelemeyi hiç bırakmaması, onu özel bir keşif
alanı olarak görmesi ve sonunda bütün yapıtını 18. ve 19. yüzyıl Rus kültürünün,
Karamzin'den Puşkin'e uzanan özel bir tarihi olarak oluşturmasıdır. Bu dönemin
uzmanları olan G.A. Gukovski, N.İ. Mordovçenko ve B.V. Tomaşevski'yle
entelektüel bağını hiç koparmamış, bir bakıma onların bilimsel mirasını yapısalcı
semiyotik araştırmalarının da katkısıyla devam ettirmiştir.
Lotman çalışmalarında ilk olarak Dekabristlerden önceki dönemi ve onları
ortaya çıkaran süreci ele almıştır. Bu, onun bu alanda ilk çalışmaya başladığı
dönemin genel ilgilerine ve perspektifine, bir bakıma Sovyet ideolojik programına
ters düşen bir çalışmadır. Fakat Lotman bu ilk döneme, 1940-60 arası döneme ait
makalelerinde dönemin kalıplaşmış yöntemleriyle, örneğin resmi ideolojisinin
kabullerine atıfta bulunarak bu çelişkileri azaltmaya çalışır.
Lotman'ın kendisinin de kendisi için önemli buluşlarla dolu olduğunu
söylediği bu dönemin makale ve çalışmaları şöyle sıralanabilir:
"Karamzin "Vestnik Yevropı' Dergisinde" (1947); “XVIII. asrın 80'li
yıllarında edebi-sosyal mücadele tarihinden. A.N. Radişçev ve A.M. Kutuzov”
(1950); “Karamzin'in Soylu Estetiği ve Toplumsal-Politik Görüşleriyle Mücadelede
A.N. Radişçev” (1951, tez çalışması); “A.N. Radişçev'in estetiğiyle ilgili bazı
sorular” (1952); “Radişçev bir soylu devrimcisi miydi?” (1956); “Radişçev ve
Mably” (1958); “Radişçev ve XVIII. yüzyılda Rus askeri düşüncesi” (1958); “Rus
edebiyatının Dekabrist dönemden önceki gelişme yolları” (1961, tez çalışması).
Bu makaleler büyük ölçüde, Rus tarihinde ve kültüründe etkin bir rol oynayan
soyluların hayat tarzını ve tarihsel etki alanlarını ele almaktadır. Diğer yandan, bu
incelemeler, büyük ölçüde Rus dili ve edebiyatındaki bölüm programının bir yan
ürünüdür. Lotman, ilk yapısalcı çalışmasını da ders notu olarak hazırlamıştır
(Yapısalcı poetika üzerine dersler, 1964), aynı dönemde Puşkin için başlattığı
çalışmaları da bu şekilde şekillendirmiş (Роман В Стихах Пушкина "Евгений
Онегин", 1975), ders notları zaman içinde Puşkin biyografisine evrilmiştir. Yevgeni
Onegin şerhi (Роман А. С. Пушкина «Евгений Онегин»: комментарий, 1980) ve
Aleksandr Sergeyeviç Puşkin: Yazarın Biyografisi (Александр Сергеевич Пушкин:
43
Sevinç ÜÇGÜL – Sabri GÜRSES
биография писателя, 1981) adlı biyografisi onun Puşkin araştırmalarının temel
ürünü olmuştur. Karamzin'in Rus seyyahının mektupları adlı derlemesini hazırlaması
ve Karamzin'in Yaratılışı (Сотворение Карамзина, 1987) adlı biyografisini
yazması, Lotman'ın Rusya'nın soylu ve entelektüel dünyasını kişiler üzerinden
incelemesinin parlak örnekleridir.
Lotman'ın Rus soylularının dünyası ve 18-19. yüzyıl Rus kültür tarihi üzerine
yoğunlaşmış ilgisinin en somut ve aynı zamanda popüler ifadesiniyse, 1986 yılından
itibaren televizyonda yayınlanmaya başlayan Rus kültürü hakkında sohbetler adlı
çalışmasında görürüz. Bugün “Sohbetler” diye bilinen bu çalışmanın aslında
Lotman'ın Tartu Üniversitesi'ndeki derslerinde doğduğunu ve o derslerin içeriğini
yansıttığını kabul etmek gerekir. Televizyon programının yönetmeni olan eski
öğrencisi, yönetmen Yevgeniya Haponen bu fikrin ilk kez 1976 yılında, Lotman
üniversitede kalabalık katılımlı ve çok renkli, coşkulu dersler verdiği sırada
doğduğunu söylemektedir.3 Dersleriyle ve bu televizyon programlarıyla, bir bakıma,
Umberto Eco'nun Ortaçağ kültürü için yaptığı popülerleştirmeyi Lotman da Rus
kültürü için yapmış sayılabilir. Kitap haline Lotman ölmeden kısa süre önce, 1990
yılında, Rus kültürü hakkında sohbetler. Rus soyluluğunun günlük hayatı ve
gelenekleri (18-19. yüzyıl Başı) (Беседы о русской культуре. Быт и традиции
русского дворянства (XVIII — начало XIX века)) adıyla getirilen, fakat Lotman
hayattayken değil ertesi yıl, 1994'te yayınlanabilen bu çalışma, günümüzde de çok
büyük bir ilgiyle okunan, popüler bir eserdir. 4
Lotman'ın 1986 yılında yayınlanan televizyon programlarının ana başlıkları
şöyledir:
1.İnsanlar, kaderler, günlük hayat.
2.İnsanların etkileşimi ve kültürün gelişmesi
3.Kültür ve entelektüellik
4.İnsan ve sanat
5.Puşkin ve çevresi
Uzun bir çalışma sonucu yayına hazırlanan kitaptaki bölümleme daha farklı
yapılmıştır:
Giriş: Günlük hayat ve kültür
I: İnsanlar ve rütbeler; Kadın dünyası; XVIII-XIX. Yüzyıl başında kadın
II: Balo; Evlilik. Düğün. Boşanma; Rus züppeliği (dandy'ciliği); Kumar;
Düello; Yaşama sanatı; Yolun sonu (Ölüm)
3 “От составителей,” Беседы о русской культуре. Телевизионные лекции, Воспитание души,
«Искусство—СПБ», 2005, s. 348.
4 İlk basımı 1994, Искусство-СПБ Yayınevi. Televizyon programlarının ses dökümüyse çok daha
sonra, 2005 yılında (Rus kültürü sohbetleri. Televizyon dersleri (Беседы о русской культуре.
Телевизионные лекции) adıyla), aynı yayınevi tarafından yayınlandı.
44
Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu
III: “Petro'nun yuvasının civcivleri”; Bahadırlar çağı; İki kadın; 1812 yılının
insanları; Dekabrist'in günlük hayatı
Bitirirken: “İki uçurum arasında”
İlk kısımda 18.-19. yüzyıl başı Rus toplumunda, Avrupalılaşmış, entelektüel,
eğitimli kesimin hayatı ele alınmaktadır. Bu dönemin kadınlarının hayata katılmakla
kalmayıp onun içinde etkin yere sahip olduğu üzerinde durulmaktadır. Lotman'a
göre, I. Petro sadece Petersburg'u, Petersburg hayatını değil, bu dönemdeki bütün
Rus şehir hayatını yaratmıştır. Petro toplumsal düzen fikrini Avrupalılaşmanın temel
bir öğesi olarak görüyordu, bu da hem görgü kurallarını belirleme çabasına, hem de
bir “Rütbe Tablosu” ortaya atmasına yol açtı. Görgü kuralları öncelikle Yeniçağın
Avrupa kültüründe merkeze geçen eğitim ve öğrenme fikriyle bağlantılıydı ve burada
sadece Rus soyluları ya da halkı değil imparator çarın kendisi bile öğrenme-eğitim
sürecine katılıyordu:
“Yeniçağların Avrupa kültürü bilinçli olarak “Ben – O” sistemine
yönelmiştir. Kültürün tüketicisi ideal alıcı konumunda bulunur, dört bir
yandan bildirim alır. Birinci Petro bu yaklaşımı şu sözlerle çok kesin biçimde
“Bir öğrenciyim ve öğrenmeyi arzu ediyorum” diye formüle etmişti.
“Gençliğin Şerefli Aynası” genç insanlara eğitimi, “herkesten öğrenmeyi
isteyerek, tepeden bakmaksızın” bilgi almak olarak görmelerini söylüyor.
Burada bahsedilen şeyin tam olarak yönelim olduğunun altını çizmek gerekir,
çünkü metinsel gerçeklik düzeyinde her kültür, her iki iletişim türünü de
içermektedir. Bunun dışında, belirtilen özellik yeni çağların kültürüne özgü
değildir, farklı biçimlerde farklı çağlarda da karşılaşılmaktadır. Burada XVIIIXIX. yüzyıl Avrupa kültürünün öne çıkarılmasının nedeniyse, bizim alışılmış
bilimsel kabullerimizi, özellikle de, bildirim eyleminin almayla, alışverişle
özdeşleştirilmesini koşullamış olmasındandır. Bu arada kültür tarihinin bilinen
tüm durumları bu konumdan açıklanamaz.”
Burada bahsedilen “Gençliğin şerefli aynası, ya da günlük hayatta görgü
rehberi” (Yunosti çestnoye zertsalo, ili Pokazaniye k jiteyskomu abhojdeniyu) adlı,
1717 yılında Petersburg'da yayınlanan rehberdir. Birinci Petro’nun kendisi ya da
yakınları tarafından hazırlanmış, soylu çocukların eğitimi ve yetiştirilmesi için
kullanılan bir görgü kitabıdır. Görgü kuralları, ahlaki vecizeler, atasözleri, Kutsal
Kitap'tan meseller vb. öğelerin dışında, rakamlar, yazım kuralları vb. gibi okul
eğitimine yönelik içeriği de bulunmaktadır. 20. yüzyıl başına kadar yaygın olarak
kullanılan bu rehber, Rütbe Tablosu (Tabel o rangah) ile aynı sistemin bir parçasıydı.
Rütbe tablosu bu eğitimi alan soylu çocuklarının toplum içinde yükseleceği statü
merdiveninin bir rehberiydi.
45
Sevinç ÜÇGÜL – Sabri GÜRSES
Devlet işlerini ve dolayısıyla toplumsal hayatı soyluların yeteneklerine göre
yerleştirildiği ve yükseldiği bir şekilde düzenleme fikrinden doğan Rütbe
Tablosu'nun esin kaynağı kesin olarak bilinmese de, Prusya ya da İsveç sistemi
olduğu düşünülmektedir. Petro'nun 18. yüzyıl başından itibaren bu konuda adım
atmaya niyetli olduğunu gösteren notları bulunmaktadır, ama her koşulda 24 Ocak
(4 Şubat) 1722 günü, hazırlanan tablo ilk haliyle yürürlüğe girmiştir. Lotman'a göre
bu tablonun temel özelliği göstergelere dayanmasıdır. Fakat diğer yandan, zaman
içinde değişmiş, ama kısa sürede asıl işlevini kaybetmiş olsa bile hem 1917 Ekim
Devrimi'ne kadar ortadan kalkmamış, hem de topluma bir sözleşme fikrinin
yerleşmesini sağlamış, böylece kana dayanan soyluluğun önü kesilmiştir:
“XVIII. yüzyılda uzlaşımsız ve kan nesebiyle doğuştan soyluluğa karşı
olan devlet, sınıf ve rütbe sisteminin ortaya atılması da göstergelere dayanan
erdem alışverişi üzerine temellenmişti. Bu alışverişin pratikte bozulan
eşdeğerliği, kuramda katı bir biçimde gözetilmeliydi. Hizmet süresinin katı bir
sıralamasına dayanan madalya ve rütbe dağıtımı sistemi bunu hedefliyordu.
Ödüllendirilmemiş biri, dönemin ahlakı ve yasaları gereği kendisini
hatırlatabilir ve kendi haklarını sayarak, ödülünü talep edebilirdi; bu da
dönemin bilincinde bunun kuraldışı bir hoşgörü değil, hizmet eden insanla
iktidar arasında kurallarla düzene bağlanmış ve sağlamlaştırılmış bir
sorumluluk alışverişi olduğunu gösteriyordu. XVIII. yüzyıl kültürüne nüfuz
etmiş olan sözleşme ruhu, geleneksel kurumların değerlendirmesini yeniden
anlamlandırmayı sağladı (ya da yeniden dile getirmeyi). Böylece, herkes
Rusya’da monarşi olduğunu biliyor olsa ve bunun kabul edilmesi hem resmi
ideolojiye (özellikle de resmi unvan kullanımına) hem de kuşkusuz devlet
pratiğine yol açıyor olsa da, bu olguyu itiraf etmek ılımlı tonun istenmeyen bir
yıkımı sayılıyordu. II. Yekaterina “Talimat”ta [Nakaz], Rusya’nın otokrasi
değil monarşi olduğunu, yani keyfi olarak değil yasalarla yönetildiğini
söylüyordu; I. Aleksandr’sa birçok kez otokrasinin, kişisel olarak taraftar
olmadığı talihsiz bir zorunluluk olduğunu vurguluyordu. Bu onun için
Karamzin için olduğu gibi, bir ideal değil, bir olguydu. Bu eğilim özellikle
soyluluk hukukunun anlamlandırılmasında ortaya çıkacaktır. Daha önce
Kantemir “Na zavist i gordost dvoryan zlonravih. Filaret i Yevgeni” (Kötü
huylu soyluların kıskançlık ve kibiri üzerine. Filaret ve Yevgeni, 1730) adlı
ikinci satirinde soyluların ayrıcalığını onların babalarının sahip olduklarıyla
elde edilmiş, devlete kişisel hizmet ederek ortadan kaldırmaları gereken bir
avans olarak gösteriyordu. Onun bu düşüncesini Sumarakov gibi bir yazar,
kişisel hizmet ile geçmişte kişinin atalarının yapmış olduğu hizmet
karşılığında elde edilmiş olan onur arasındaki bir alışveriş kuramına
46
Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu
dönüştürdü. Sumarakov'a göre, kişisel hizmette bulunamayan soylu, alıp da
karşılığında bir şey vermeyen bir dolandırıcıya benzemektedir:
Soyluluk unvanı bize kandan kana akıyor;
Ama baksanıza: neden soyluluk böyle geliyor?
Toplum yararına yaşadıysa dedem dünyada,
Ona bunun ödenmesi gerekti, bense avans alıyorum,
Ama bu avansla, başkasının ödülünü almış oluyorum,
Onun hakkına böylece engel olamaz (…)
Cesaret için hatırı sayılır avans aldım,
Doğru mu ki çaba harcamadan zengin olmam?
Bu zemin üzerinde buna karşıt bir süreç de akmaktadır: Gösterge
alışverişinin akılcılaştırılmasına, ağırlık merkezinin onun içeriğine
taşınmasına yönelik eğilimle eşzamanlı olarak, ters yönde bir akış da vardır:
Bu tür bir göstergeselliği akıldışı bir ayırmaya sürükleyen bir eğilim.
Göstergenin, ritüelin uzlaşımsallığı, keyfiliği vurgulanır. Yani, hızla gelişen
kapalı-soylu kültürü görgüyü, yaşayışın teatralleşmesini besler.”5
Bu teatrelleşmeyi Lotman 18. yüzyılın başında “yeni insanların,” yeni ve
Avrupalı Rus soylularının ortaya çıkışıyla birlikte ele alarak, sadece kültürün soyut
öğelerinde değil, somut, şehirsel-uzamsal öğelerinde de teatral değişme olduğunu
belirtir. Lotman'a göre bu dönemde tiyatro yeni insanların şehir hayatının bir
yansımasıdır:
“Rus kültürünün Avrupa kültürüne yaklaşımında yeni bir sayfa XVIII.
yüzyılın başına denk düşmektedir. O çağın insanlarının psikolojik
özdeğerlendirmelerinin tarihçilerin daha sonraki değerlendirmeleriyle ne
ölçüde örtüştüğü sorununu bir kenara bırakarak, sadece kendilerini sıkça ve
kesin olarak “yeni insanlar” olarak adlandırmalarına dikkat edelim. Bu
özdeğerlendirmenin iki yönü vardı sanki: Başlangıçta ”yeni insanlar” Petro
öncesi Rusya’nın “eski insanlarının” anti-tezi olarak algılanıyordu. Çelişki
yaşa ait gibi düşünülüyordu: Yeni insanlar, genç, Rus Avrupalılarıydı,
aydınlanmanın ve yeni alışkanlıkla rın yandaşlarıydı; “eskilerse” eski
zamanların, “kök salmış alışkanlıkların” yandaşı, geleneğin temsilcileriydi.
Fakat daha sonra vurgular yer değiştirecek ve “yeni Avrupalılar” “yaşlı
Avrupalılarla” karşıtlaştırılacak, genç Rus uygarlığı Batı’yı gerçekleştirmeyi
düşünmüş olan, buna yetenekli ama gerçekleştirmemiş olan yaşlı Batı
Avrupa’yla karşıtlaştırılacaktır. “Yeni” sözcüğünün anlamındaki bu türden bir
yeniden uyarlamanın XI. yüzyıl Rus metinlerinde de görülmesi dikkat
çekicidir. Kievli vakanüvis Rusların vaftizini betimleyerek, havari Pavlus’ tan
5
Yuri Lotman, Düşünen Dünyaların İçinde, çev. Sabri Gürses, Bilgesu Yayıncılık, 2012, s. 357-358.
47
Sevinç ÜÇGÜL – Sabri GÜRSES
“Eski gidecek, yeni gelecek” alıntısını yaparken, yaşlı (“eski”) diye açıkça
putperest Rusları kastetmektedir. Ama XI. yüzyılda metropoliten İllarion
(Yunan birinin yerine Prens Yaroslav tarafından atanmış, ilk Rus
metropolitanı) Yunanları Eski Ahit’le, Rus Hıristiyanlarınıysa Yeni Ahit’le,
yani İncil’le kıyasladığı zaman, yeniliğin kendine özgü bir anlam taşıdığı
açıktır: Öğrenci öğretmenden kötü değil, iyidir. Hıristiyanlığın alınması
sırasında olduğu gibi, Petro’nun reformları da gelenekle keskin ve gösterişli
bir kopuşa eşlik etmektedir. Petro Moskovalıların dinsel duygularını alaya
alarak Kızıl Meydan’da (yani kutsal bir yerde) “günahkâr” bir tiyatro binasının
inşa edilmesini emrettiği zaman, Perun’un heykelinin at kuyruklarına bağlanıp
sürüklenmesini emreden Aziz Vladimir gibi davranıyordu.” 6
Yani Petro soyluların ve şehirlilerin yaşadığı bizzat mekanın kendisini de
dönüştürerek yeni Rus soylusunu ortaya çıkarmaya ve onun ortamını yaratmaya
çalışmaktadır. Bunu yaparken de tam anlamıyla bir din kurucusu, bu durumda
şehirlilerin bürokratik-teatral sisteminin kurucusu gibi hareket etmektedir. Bu çabaya
görgü rehberi ve rütbe tablosu gibi başka etkiler de katılmaktadır; Petro'nun ortaya
çıkardığı toplum, tıpkı bir tiyatrodaki gibi rolleri dağıtılmış olan ve şehir-sahnede bu
rolleri oynayan bir toplumdur. Fakat Petro'nun girişiminin sonucu olan yeni Rus
soylu kültürü 18. yüzyılda şekillendikten sonra, (kuşkusuz 1812 Savaşı'nın ve
Fransız işgalinin de etkisiyle) 19. yüzyılda farklı bir tepkiyle karşılaşarak Rus köylü
hayatıyla karşı karşıya gelir. Bir bakıma çevirisel diyalog yöntemiyle ortaya çıkarılan
yeni soylu kültürünün bu krizi, Puşkin'in Yevgeni Onegin'inde ya da Tolstoy'un Savaş
ve Barış'ın da parlak bir şekilde görülebilir. Rus soylu hayatı Rus köylü-halk hayatı
karşısında, ondan da öğeler almak üzere harekete geçecektir. Bu bir bakıma,
soyluların hayatında, dışarıdan çeviri alırken içeriden çeviri almaya doğru bir
yönelim olarak görülebilir:
“Fransız dili Rus toplumunun eğitimli çevrelerinde yaygın olarak
bilindiği için yapıtlar orijinallerinden okunabiliyordu. Çeviriler Rus edebi
mevkisine katılmanın, kabulün göstergesi oluyordu. ... Fakat bu zeminde
kendini belirgin biçimde duyuran bir eğilim daha vardı. Rousseaucu model
böyle bir yorum elde etmiştir: Fransız kültürü (ve özellikle de gölgesi, yani
anadilini, Ortodoks inancını, halk giyimini ve Rus kültürünü unutmuş olan Rus
soyluluğunun Fransız coşkusu), Rousseau’ya karşı ayaklanan o hastalıklı
uygarlıktır. Sağlıklı ahlağın ve doğal iyiliklerin sahibi olan Rus köylüsünün
doğal yaşamı ona karşı durmaktadır.”7
6
7
A.g.e., s. 193-194.
A.g.e., s. 195.
48
Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu
Lotman'ın televizyon programlarında ele alınan konu başlıklarına bakarsak, bu
sürecin bir düşünsel tasvirini görebiliriz. Lotman'ın bu sohbetlerinde, 18. yüzyıldan
itibaren yurtdışından etkilenen soylu entelektüelin, 1812 işgalinin ardından
halkçılığa, Dekabrist harekete doğru evrilmesini adım adım ele alır:
“18.-19. yüzyıllarda eğitimli kişi yurtdışında”; “18. yüzyılda kadın dünyası”;
“18. yüzyılda şehir hayatı”; “1812 yılı Vatan Savaşı”; “18. yüzyıl sonu-19. yüzyıl
başı kadın imgesi”; “Sosyete hayatı”; “Dekabristler”.
Lotman'ın ilgisi iletişim ve kültürel irtibat biçimlerine yönelir. Bunların somut
hali edebi çevreler ve salonlar, mektuplar, mektuplu edebi biçimler, romanlardır.
Bütün bunlar Rusya'da entelektüelin ve entelektüel ortamlarının ortaya çıkmasına
tanıklık eder. Entelektüelin ortaya çıkışı, Lotman'a göre 18.-19. yüzyıllarda soylu
entelektüelin ortaya çıkıp şekillenmesiyle bağlantılıdır. Bu çerçevede Lotman
Puşkin'i ve Puşkin'in edebi kahramanlarını 19. yüzyılda soylu entelektüelin en
yüksek ifadesi olarak değerlendirir.
Lotman'ın Puşkin çalışmaları, yani A.S.Puşkin: Bir Biyografi ve Yevgeni
Onegin Şerhi, Rus Kültürü Üzerine Sohbetler'den daha önce yazılmıştır. Bu açıdan
sohbetlerin öncüsü sayılırlar. Fakat diğer yandan, Puşkin'in sohbetlerin son kısmında
konu edilmesinde görüldüğü gibi, Puşkin teması Rus soyluluğunun Lotman
açısından taşıdığı anlamın en son ifadesidir.
Puşkin çalışmasının dışında, dikkate alınması gereken değişik bir çalışma da,
ölümünden sonra, 1996 yılında yayınlanan Yüksek sosyete yemekleri
(Великосветские обеды) adlı ortak çalışmadır (Yuri Lotman-E.A. Pogosyan).
Geçmiş yüzyıllardaki yemekler, yemek malzemeleri üzerine çeşitli kaynaklardan
alıntılarla, mönülerle dolu bu çalışma Rusya'nın günlük hayatı üzerine yapılmış en
ilginç derlemelerden biri olmuştur.
Bu çerçeveden bakılırsa, Lotman'ın başlangıçta, yapısalcı dönemden önceki
çalışmalarında, ama özellikle de son döneminde, entelektüel soyutlamanın
zirvesinden inip Rus soylu hayatının ve Rus kültürünün oluşumunun renkli bir
tarihçisi haline geldiği söylenebilir.
49
Türkmen-Rus
İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Doç. Dr. Berdi SARIYEV
Üniversitesi
Nuriye SARIBAY
Üniversitesi
Özet: Bilindiği üzere dil, devletlerarası ilişkilerin başlangıç ve temel
rehberidir. Bu rehberin bir tarafı da eğitim, öğretim ile ilgilidir. Tarihi belgeler
bunu açık bir şekilde ispat etmiştirler. Biz bu belgelerin birinden, daha doğrusu,
Rus-Türkmen, Türkmen-Rus ikili ilişkilerin ilk adımlarını gösteren bir pratik
kılavuzdan bahsetmek istiyoruz.
Tanıtım amaçlı ele alacağımız bu kılavuzun tam adı “Практическое
руководство для ознакомления с наречием туркмен Закаспийской
области” (Praktiçeskoye rukovodstvo dlya oznakomleniya s nareçiyem
türkmen Zakaspiyskoy oblasti / Hazar Ötesi Bölge Türkmenlerinin Dilini
Öğrenmek İçin Pratik Kılavuz). Kılavuzun basıldığı tarih: 1899; Yer:
Krasnovodsk Şehri; Kılavuzun Yazarı: Pavel Polikarpoviç ŞİMKEVİÇ’dir.
Önsöz ve Giriş ’ten sonra bu Pratik Kılavuzun içindekileri büyük üç
kısma ayırmak mümkündür:
1.Грамматические упражнения (Gramer Alıştırmaları)
2.Разговорные фразы (Konular ve Konuşma Dilindeki Söz Öbekleri)
3.Словарь (Sözlük)
Tebliğimizde Pratik Kılavuz ve bunun bölümleri hakkında detaylı
bilgiler verilecektir.
Anahtar Kelimeler: Türkmen, Rus, Türkmence, dil, kılavuz, konu,
kelime, ses, sözlük, gramer.
On Turkmen-Russian First Practical Guide
Abstract: As it is known, language is the beginning and basic guide of
interstate relations. One side of this guide is related to education and training.
Historical documents have proved this clearly. We would like to talk about one
of these documents, or rather, a practical guide that shows the first steps of
Russian-Turkmen, Turkmen-Russian bilateral relations.
The full name of this manual for promotional purposes
“Практическое руководство для ознакомления с наречием туркмен
Закаспийской области” (Praktiçeskoye rukovodstvo dlya oznakomleniya s
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
nareçiyem türkmen Zakaspiyskoy oblasti / A Practical Guide to Learn the
Language of the Turkmens of the Caspian Region). Guide published: 1899;
Location: City of Krasnovodsk; Author: Pavel Polikarpoviç ŞİMKEVİÇ.
After the Preface and Introduction it is possible to separate the contents
of this Practical Guide into three major parts:
1.Грамматические упражнения (Grammar Exercises)
2.Разговорные фразы (Topics and phrases in Speech)
3.Словарь (Dictionary)
In this paper, detailed information about the practical guide and its parts
will be given.
Keywords: Turkmen, Russian, Turkmen language, guide, subject,
word, sound, dictionary, grammar.
Giriş
Söz konusu eserin tam adı şöyledir: Praktiçeskaye Rukavadstva Dila
Oznakamleniya s Nareçiyem Turkmen Zakaspiskay Oblastı (Hazar Ötesi
Türkmenlerinin Dilini Öğrenmek İçin Pratik Kılavuz). Kılavuzun ilk basıldığı tarih
1892. 3 Nisan 1899’da ise genişletilerek yeniden basılmıştır. Yazarı, oryantalist
teğmen albay Pavel Palikarpoviç Şimkeviç’tir. Kılavuza geçmeden önce yazarı
hakkında kısa bir bilgi vermek isteriz. Şimkeviç, 22 Mart 1856’da St. Petersburg’ta
doğmuştur. Babası Polikarp İgnatoviç Şimkeviç, dönemin önde gelen aydınlarından
bir avukat. Annesi, İsveç-Alman kökenli Adelayda Petrovna.
Şimkeviç, 1866-1874 yılları arasında St. Petersburg’un en ünlü okulu Maya
Lisesi’nde öğrenim görmüştür. Bu lisenin kurucusu, o dönemin en önemli
pedagoglarından Karl İvanoviç May’dır. Bu okulun sloganı: Önce sevgi, sonra
eğitim!
1883-1886 yılları arasında, Asya Araştırmaları Bölümü’nde Doğu Dilleri
Eğitimi almış ve orada Türkçe, Farsça ve diğer dilleri öğrenmiştir. Tiflis, Bakü,
Krasnavodsk (Türkmenbaşı) ve Afganistan’da bulunmuştur.
Şimkeviç, Kropatkin’in yanında hem askeri eğitim görmüş hem de Türkistan
Bölgesi etnografik araştırmalarında bulunmuştur.
1890’da, Pavel Şimkeviç, Kropatkin’in başkanlık ettiği Hazar ötesi bölgesinde
görev yapmıştır. Bir yıl sonra Krasnavodsk Bölgesi’nde başkan yardımcılığı görevini
üstlenmiştir. Bu sırada, etnografik araştırmalarının yanı sıra, o bölgedeki halkın
dilleri ile ilgili malzemeler de toplamıştır.
Şimkeviç, Türkmen Türkçesi’ni ilk öğrenen Rus Türkologlarından biridir.
Kılavuzun Önsöz’ünde P.P. Şimkeviç bu çalışmaya nasıl başladığına dair
bilgiler vermiştir. Yazarın bu bilgileri Prof. Dr. M. Söyegov’un “К 120-летию
выхода в свет первого издания пособия П.П.Шимкевича по языку
Закаспийских туркмен” (Российская тюркология №1 2012: 131-136) başlıklı
makalesinde de geçer.
52
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Bilindiği gibi yazar, önce 1892 yılında aynı adı taşıyan kılavuzun kısa şeklini
hazırlar. 1899 yılında da tanıtmaya çalıştığımız kılavuzu hazırlar ve K.M.
Fedorov’un basımevinde bastırır.
Kılavuzun Giriş kısmında yazar Türkmencenin Türk Dilleri ailesine ait
olduğunu ve Türkmencenin söz varlığında çok sayıda Türk kökenli kelimelerin
olduğunu belirtmiş ve buna rağmen Türkmence’ye saf öz Türkçe denilmez diye not
düşmüştür.
Yazara göre, Türkmence; Farsça, Buhara ve Afganistan, diğer bir taraftan da
Hive ve Kırgızlardan etkilenmiştir.
Kılavuzun yazarı P.P. Şimkeviç Türkmencenin özelliği olarak bazı
niteliklerden bahsetmiştir. Yazarın fikrine göre diğer lehçelerle (Türk, Tatar,
Azerbaycan) karşılaştırıldığında Türkmence söyleyişle ilgili yumuşaklığa ve bazı
seslerin de yumuşak telaffuz edilme özelliğe sahiptir. “L” sesini Türkmenler her
zaman tıpkı Fransızca ’da olduğu gibi yumuşak söylerler. Türkmencenin yine bir
özelliği gelecek zamanı her üç şahıs için de aynı şekilde kullanabilmesidir.
P.P. Şimkeviç’in fikrine göre, Türkmenler “в” (v) sesini genelde “б” (b)
sesiyle değiştirirler. Türkçe ’deki “вар” (var) , Türkmence ’de “бар” (bar); Türkçe
’deki “вирмек”(virmek), Türkmence ’de “бирмек” (birmek) gibi.
Kılavuzun Birinci bölümünde (Gramer Alıştırmaları) toplam 26 tane alıştırma
örnekleri verilmiştir. M. Söyegov’un yukarıda adı geçen makalesinde ise
Kılavuzdaki alıştırmanın sayısı 25 olarak gösterilmiştir (К 120-летию выхода в
свет первого издания пособия П.П.Шимкевича по языку Закаспийских
туркмен/ Российская тюркология №1 2012: 135). Son alıştırma “Упражнение
26-е” (Alıştırma №26) Kılavuzun 53-54-55 sayfalarını oluşturur, bu alıştırmada
genelde askeri terimlere ait örnekler verilmiştir.
Kılavuzun “Konular ve Konuşma Dilindeki Söz Öbekleri” bölümünde ise
toplam 15 çeşit konuya ait söz öbekleri ve örnekler verilmiştir.
Pratik Kılavuzun son bölümünde ilk önce Rusça-Türkmence, bundan sonra ise
Türkmence-Rusça sözlüklere yer verilmiştir.
53
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
I. ALIŞTIRMALAR / УПРАЖНЕНИЯ
Yukarıdaki örneklerden de görüldüğü gibi 1. alıştırmada (Упражнение 1-е)
ilk önce isimler iki gruba: 1) sonu ünlülerle bitenler; 2) sonu ünsüzlerle bitenler.
Bundan sonra ise bu gruplardan her biri kendi aralarında ikiye ayrılırlar: 1)kalın
ünlüler; 2) ince ünlüler; 1)sert ünsüzler; 2)yumuşak ünsüzler. Bu özelliklere göre ise
aşağıdaki tablo hazırlanmıştır.
54
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Örnekler: алма (elma); шише (şişe); куш (kuş); диль (dil).
Bu tablodan sonra ise kelimelerin sonundaki ünlülerden yola çıkarak ince veya
kalın ünlülü eklerin yazıldığı hakkında bilgi verilir.
Çokluk ekleriyle ilgili bilgide de yine ünlülerin kalınlık ve incelik özelliği ön
sırada yer aldığı belirtilerek, çoğul eklerin iki çeşidi gösterilir: “-лар” (-lar) “-лер”
(-ler).
55
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
адам / адамлар (insan-insanlar/ kişi-kişiler)
хелей / хелейлер (kadın-kadınlar)
доган / доганлар (kardeş-kardeşler)
баба / бабалар (dede-dedeler)
ага / агалар (ağabey-ağabeyler)
диль / дильлер (dil-diller)
гѳз / гѳзлер (köz-közler)
хейван / хейванлар (hayvan-hayvanlar)
куш / кушлар (kuş-kuşlar)
дүйе / дүйелер (deve-develer)
оба / обалар (köy-köyler)
алма / алмалар (elma-elmalar)
шише / шишелер (şişe-şişeler)
күзе / күзелер (testi-testiler)
ип / иплер (ip-ipler)
мих / михлер (mıh-mıhlar)
(Not: Türkmencede kelime başı “y” ünsüz düşme olayı yoktur: “ип / иплер”
(“йип / йиплер“, daha doğrusu “йүп / йүплер” şeklinde olmalıdır.)
Aşağıdaki örneklerden de görüldüğü gibi 2. alıştırmada (Упражнение 2-е)
önce Türkmen Türkçesindeki gramer kategorileri hakkında kısa bir bilgiye yer
verilmiştir. Sonra ise hal ekleriyle ilgili detaylı örnekler sunulmuştur.
56
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Türkmencedeki isimlerin altı hal kategorisinin olduğu belirtilmiş ve ekleri ise
aşağıdaki sıraya göre özel tabloda gösterilmiştir.
57
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
Hal eklerinin de yine kelime sonu ünlülere göre uyum sağladığı belirtilir ve bu
durum çok sayıda örneklerle açıklanır:
Kalın ünlüsü olan örnekte “алма” (elma) ve “алмалар” (elmalar) verilmiş
ve hal ekleri aşağıdaki gibi gösterilmiştir:
Yalın Hal: алма / алмалар (elma-elmalar)
İlgi Halı: алма-нын / алмалар-ын (elma-nın-elmalar-ın)
Yönelme Halı: алма-йа / алмалар-а (elma-ya-elmalar-a)
Bulunma Halı: алма-да / алмалар-да (elma-da-elmalar-da)
Belirtme Halı: алма-йе / алмалар-ы (elma-yı-elmalar-ı)
Ayrılma Halı: алма-дан / алмалар-дан (elma-dan-elmalar-dan)
58
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
(Not: Günümüz Türkmen Türkçesinde Yönelme Hal eki için “-ya/-ye”,
Belirtme Hal eki için ise “-yı/-yi” gibi ekler kullanılmamaktadır.)
Kalın ünlüsü olan örnekte “гюль (гүл)” (gül) ve “гюльлер (гүллер)”
(güller) verilmiş ve hal ekleri aşağıdaki gibi gösterilmiştir.
(Not: Türkmencede dar ve yuvarlak ünlü olan “-ү” (-ü) Rusçada yoktur. Bu
sesin yerine iki sesten (y+u=yu) oluşan “ю” kullanılmıştır: “гүл” yerine “гюль”
(gül/çiçek anlamındadır).
59
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
60
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Yukarıdaki örneklerden de görüldüğü gibi 10. alıştırmada (Упражнение 10е) Geçmiş zaman hakkında bilgi verilmiş ve zaman eklerinin de yine kelime
sonu ünlülere göre uyum sağladığı belirtilir ve bu durum çok sayıda
örneklerle açıklanır.
10. alıştırmada yer alan bu tablo geçmiş zamanın kalınlık-incelik ve teklikçokluk eklerini göstermektedir.
10. alıştırmada yer alan örneklerden “язмак” ve “гелмек” fiillerin geçmiş
zaman çekimi:
Türkçesi: yaz-dım, gel-dim; yaz-dın, gel-din;yaz-dı, gel-di.
yaz-dık, gel-dik; yaz-dınız, gel-diniz; yaz-dılar, gel-diler.
II. KONUŞMA İÇİN ÖRNEK CÜMLELER / РАЗГОВОРНЫЕ ФРАЗЫ
Kılavuzun ikinci kısmını oluşturmaktadır. Yaklaşık on beş konuda örnekler
verilmektedir. Bunlardan ilk olanı Tanış Olan İnsanlarınla Sohbet İçin Örnek
Cümlelerdir:
61
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
Yolculuğa Çıkacak Olan İnsanlarla Sohbet İçin Örnek Cümlelerdir:
62
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Türkçe: Sen Semerkant’a gidiyorsun diyorlar, bu doğru mu?
Doğrudur, ben yine birkaç günden sonra gideceğim.
Ne iş için gidiyorsun?
Ben asla Semerkant’ı görmedim, nasıl bir şehir olduğunu merak
ediyorum.
Sen ne ile gideceksin? Demir yolu ile mi yoksa atlı mı?....
Kalkmak, Gitmek, Yolculuğa Çıkmakla İlgili Örnek Cümlelerdir:
Türkçe: Kalk, gitmeliyiz vakit geldi.
Saat kaç?
Saat beş oldu.
Güneş doğdu.
Bu gün hava nasıl, iyi mi?
Gece yağmur yağdı, şu an açık bir hava var.
Bana çay verir misin?
Bir şey yemek istiyor musun?
63
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
Keşif, Bilgi Toplama ve Öğrenme İle İlgili Örnek Cümleler:
Türkçe: Ey, bakar mısın, buraya gel, sen kimsin?
Rus dilini biliyor musun?
Günümüz Konuşma Kılavuzlarında görülmeyen bu başlık, bu konu askerlerle
ilgilidir. Askerler bunu düşman durumunu anlamak için kullanmışlardır. Keşif kolu
bunun bir örneğidir.
Toplam 65 soru ve cevaptan oluşan bu bölümde çeşitli alanlardan kale, ordu,
silahla ilgili bilgi toplandığı görülmektedir.
Yol Üzerinde Köyün Olup Olmadığını Öğrenir.
Türkçe: Yol üzerin köy var mı?
Yol üzerinde tek bir köy var.*
Bu köy açık alanda mı yerleşiyor?
Hayır, köy ormanlıkta yerleşiyor.
Bu köyün adı ne?
64
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Köyde Kaç Evin ve Kaç Kişinin Yaşadığını Öğrenir.
Türkçe: Köyde kaç ev var?
Evler taştan mı yoksa ağaçtan mı?
Bu köyde kaç kişi yaşıyor?
Yaklaşık 500 veya 600 kişi vardır.
III. KARŞILAŞTIRMALI TAKVİM TABLOSU
Başka bir deyişle Müslüman ve Hıristiyan yıllarını karşılaştırarak gösteren bir
tablodur. Tabloya geçmeden önce zaman ile ilgili bazı açıklamalara da yer verildiği
görülür.
65
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
Müslüman ay adları şöyle sıraya göre verilmiştir:
1-нҗи ай: Ашир ай / Мухаррем
2-нҗи ай: Сафар ай
3-нҗи ай: Реби-ул-эввел
4-нҗи ай: Реби-ул-сани / Реби-ул-ахир
5-нҗи ай: Җумаду-ул-эввел
6-нҗы ай: Җумаду-ул-сани / Җумаду-ул-ахир
7-нҗи ай: Реҗеб ай
8-нҗи ай: Меред ай / Шабан
9-нҗы ай: Ураза ай / Рамазан
10-нҗы ай: Байрам ай
11-нҗи ай: Баш (бош) ай
12-нҗи ай: Гурбан ай
Doğu halklarının arasında işlek kullanılan 12 hayvanlı takvim hakkında da
bazı bilgiler verilmiştir. 12 yıldan oluşan süreye de «минче» (hatalı yazılmış, aslı
‘мүче’ olacaktır) adı verildiği ifade edilir. Bu yıl adları şöyle sıraya göre verilmiştir:
66
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Haftanın günleri şu sıraya göre verilmiştir:
Türkmence: Җума
Шенбе
Йек-шенбе
Ду-шенбе
Се-шенбе
Чехар-шенбе
Пенж-шенбе
Türkçesi: Cuma
Cumartesi
Pazar
Pazartesi
Salı
Çarşamba
Perşembe
Yıl, Ay, Hafta, Gün ve Mevsimlerin adları şöyle verilmiştir:
67
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
Not: “йыл” yerine “иль” yazılmıştır. Türkmencede kelime başı “y”
korunmaktadır.
Karşılaştırmak için bazı örnekler: yıl, yılan, yüp, yüplük, yüpek….
Yönler ve tarafların adlarında da bazı değişik sözcükler vardır.
Türkmence: Демр-казык
Кыбла
Ёкары-гүн-догар
Ашак- гүн-батар
Арка
Кайра
Илери
Гүн-орта
Türkçesi: Kuzey
Güney
Doğu
Batı
Kuzey Doğu
Kuzey Batı
Güney Doğu
Güney / Güney Batı
Her bir yön veya taraftan esen rüzgârların da kendi adların olduğu
görülmektedir.
68
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Kuzey yönden esen rüzgâr için: “кичин”
Güney yönden esen rüzgâr için: “деӊиз”
Doğu yönden esen rüzgâr için: “сѳртүк”
Batı yönden esen rüzgâr için: “ялавуз”
Kuzey Doğu yönden esen rüzgâr için: “арка йели”
Kuzey Batı yönden esen rüzgâr için: “гайра йели”
Güney Doğu yönden esen rüzgâr için: “дештие”
Güney Batı yönden esen rüzgâr için: “огурҗа ѳйи” gibi kelimelerle
adlandırılmıştır.
Müslüman ve Hıristiyan senelerin karşılaştırıldığı tablonun örneği aşağıdaki
gibidir:
69
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
IV. SÖZLÜK / СЛОВАРЬ
Türkmen sözlükçülüğünde, iki dilin karşılaştırıldığı sözlüklerin temeli İ. A.
Belyayev (Rusça-Türkmence Sözlük) tarafından atılmıştır. Özellikle Ruslar için
hazırlanmış olan bu sözlük 1913 yılında Aşkabat’ta İ. İ. Aleksanrov’un özel
matbaasında basılmıştır. “RusskoTurkmenski Slovar’ / Rusça-Türkmence Sözlük”
olarak adlandırılan bu sözlük iki dilli Türkmen sözlüklerinin ilk örneğidir
(SARIYEV 2013: 151). P. P. Şimkeviç’in 1892’de kısa; 1899’da genişletilmiş hali
ile yayımladığı bu kılavuzdaki Rusça-Türkmence sözlük örneğinin, Belyayev’in
çalışmasından önce olduğu görülmektedir. Bu nedenle, ilk Rusça-Türkmence Sözlük
olması bakımından bu kılavuz oldukça önemlidir. Sözlük, toplamda yaklaşık 4500
kelimeden oluşmaktadır.
Kılavuzun sözlük kısmı, iki bölümden oluşmaktadır: 1.Rusça-Türkmence
Sözlük; 2.Türkmence Rusça Sözlük.
Rusça-Türkmence Sözlükten bazı örnekler:
70
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Rusça-Türkmence Sözlük kısmı, 3270 kelimeden oluşmaktadır. En çok
kelime sayısını P maddesi oluşturmaktadır. Nedeni, Rusçada p’li sözcüklerin yaygın
olması olabilir. Bu bölümde, temel isim ve fiiller; cennet, cehennem, Müslüman gibi
dini terimler, Aşgabat, Buhara gibi yer adları; turna, karga, at gibi hayvan adları,
sıfatlar, yön adları ve bazı deyimler yer almaktadır. Dikkat çeken bir husus şu ki,
kılavuzun yazarı Şimkeviç, Rusça kelimelerin karşılıklarını örnek cümlesiz, bir ya
da iki kelime ile vermektedir. Rusça kelimelere karşılık verdiği Türkmence
kelimelerde çikmak “çıkmak”, şiçan “fare”, hemmişe “her zaman” gibi yazım
yanlışları da görülmektedir.
Türkmence-Rusça Sözlükten bazı örnekler:
Bu kısım da 1220 kelimeden oluşmaktadır ve K maddesine kadardır.
71
Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY
SONUÇ
P.P. Şimkeviç’in hazırladığı bu kılavuz, Türkmencenin telaffuzu ilgili, “L”
sesinin yumuşak söylenmesi; “в” (v) sesinin genelde “б” (b) sesiyle değiştirilmesi,
Türkçe ’deki “вар” (var) , Türkmence ’de “бар” (bar);
Türkçe ’deki
“вирмек”(virmek), Türkmence ’de “бирмек” (birmek) gibi; gelecek zaman ekinin
her üç şahıs için de aynı şekilde çekimlenmesi gibi özelliklerinden bahsetmesi; o
dönemin söz varlığına ilişkin önemli bilgiler vermesi; Müslüman ve Hıristiyan
yıllarının karşılaştırmalı tablosunu vermesi; günlük konuşmaya dair karşılaştırmalı
diyalog cümleleri açısından Türk ve Rus araştırmalarında oldukça önemli bir yere
sahiptir.
KAYNAKLAR:
Шимкевич П.П. Краткое практическое руководство для ознакомления с
наречием туркмен Закаспийской области. Санкт-Петербург. 1892.
Шимкевич П.П. Практическое руководство для ознакомления с наречием
туркмен Закаспийской области. Асхабад, 1899.
Бартольд В. В. Очерк истории туркменского народа / В. В. Бартольд // Сочинения. – М. : Вост. лит., 1963. – Т. 2, ч. 1. – С. 547–626.
Карпов Г. И. Осколки «исчезнувших» аланов / Г. И. Карпов //
Туркменоведение. – Ашхабад, 1930. – № 8–9. – С. 39–40.
Карутц Р. Среди киргизов и туркменов на Мангышлаке / Р. Карутц. – СПб. :
Изд. А. Ф. Девриена, 1911. – 189 с.
Соегов М. К 120-летию выхода в свет первого издания пособия П.П.
Шимковича по языку Закаспийских Туркмен. Росссийкая тюркология.
2012, №1(6): 131-136.
Соегов М. О пособии 1892 года по туркменскому языку и его составителе – и.
о. начальника Мангышлакского уезда Закаспийской области (на фоне
трудов его младших братьев) / M. Соегов // Вестн. Казахстан.-Американ.
свобод. ун-та. Вып. Педагогика и образовательные технологии. – 2012а.
– № 1. – С. 77–84.
Соегов М. Саинхановские (Батыйхановские) туркмены: к постановке вопроса,
его истории и предыстории (по данным разных списков «Огузнаме» и
некоторых других источников) / M. Cоегов // Вестн. Калмыц. ун-та. –
2012б. – № 4. – С. 90–100.
Соегов М. От древних надписей к событиям недавней истории: Исследования
и тексты / M. Соегов. – Саарбрюккен : Palmarium Academic Publishing,
2015. – 164 с.
72
Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine
Cоегов М. Первые тюркоязычные периодические издания Оренбурга о
туркменах / M. Cоегов // Человек. Культура. Общество : материалы науч.практ. семинара (29 апр. 2016 г.). – Уфа, 2016. – С. 271–274.
Sarıyev, B. (2013) Türkmen Sözlükleri ve Sözlükçülüğü Üzerine Yapılan
Araştırmalar Hakkında, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi
Sayı: 2/1 2013 s. 150-165, TÜRKİYE International Journal of Turkish
Literature Culture Education Volume 2/1 2013 p. 150-165, TURKEY
Söyegov M. Uzak Yoldan Yakın Yürekten Bayat ve Kerkük’ten Söz Edersek / M.
Söyegov // Kardeshlik Dergisi. Sayı: 263–264 Eylül–Ekim. – Bagdat, 2011. –
S. 42–46.
Türkmen diliniň düşündirişli sözlügi. I-II cilt, Aşgabat, 2016.
Türkçe Sözlük. TDK. 1-2 cilt. Ankara, 1988.
73
Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”:
Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı”
Başlıklı Öyküsü ve Attila
Dr. Esra ELMACIOĞLU
Yozgat Bozok Üniversitesi
Özet: Çalışmamızda tarih açısından önemli bir şahsiyet olan Hun
İmparatoru Attila, Rus yazar Yevgeniy Zamyatin tarafından kaleme alınan
“Tanrının Kırbacı” başlıklı öyküsünde incelenecektir. Avrupa’da ‘Türk
İmajının’ ilk temsilcilerinden olan Batı Hun İmparatoru Attila tarihi açıdan
birçok kaynak ve kitapta ele alınmasıyla birlikte, dünya edebiyatında tarihsel
roman ve öykülerde de azımsanmayacak bir ölçüde ismini ölümsüzleştirir.
Avrupa’da “barbar” olarak nitelenen cesur hükümdar, Macarlar tarafından iyi
yürekli olarak kabul edilir. Bu bağlamda “Attila” gerek Türk, gerek Avrupa
tarihi açısından ortak bir değerdir. Alman edebiyatında Thomas R.P. Mielke’n
“Tanrının Kırbacı Attila”, Fransız edebiyatında Marcel Brion’ın “Tanrının
Kırbacı Attila” ve Türk edebiyatında Peyami Safa’nın “Attila” başlıklı tarihsel
romanlarının öne çıktığını görmekteyiz. Eserlere verilen ismin ortak olması
“Attila kimdir sorusuna, kendisinin verdiği “Ben Tanrının Kırbacıyım” cümlesi
cevap verir niteliktedir.
20. yüzyıl Rus edebiyatının önemli temsilcilerinden Yevgeniy İvanoviç
Zamyatin’in 1928-1935 yılları arasında kaleme aldığı “Tanrının Kırbacı”
başlıklı öyküsünde Attila’nın çocukluk yılları ve Konstantinopol’den gelen
yazar Prisk’in bu çocuk üzerindeki öngörüsü dikkat çekicidir. Bu çalışma, Türk
tarihi bağlamında önemli bir şahsiyetin Rus edebiyatında ele alınması ve bu
eserin Türkiye’de tanıtılmasını amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hun, Attila, Rus, Edebiyat, Öykü
Attila from the Eyes of a Russian Author: Evgeniy Ivanovich
Zamyatin’s “The Scourge of God” and Attila
Abstract: In our study, an important figüre from the history, Hun
Emperor Attila, shall be examined in his short story. “The Scourge of God” of
Russian writer Evgeniy Zamyatin. One of the first representatives of the
Turkish Image in Europe, the Western Hun Emperor Attila, was immortalized
in world’s historical literature and novels in historical terms and stories. The
brave ruler, who is described as a barbarian in Europe, is regarded as “kind
hearted” by Hungarians. In this context, Attila is a common value for both
Turkish and European histories. Prominent historical novels ragarding Attila
Esra ELMACIOĞLU
are; “The Scourge of God Attila” in German literatüre by Thomas R. P. Mielke;
“The Scourge of God Attila” in the French literatüre by Marcel Brion and
“Attila” in the Turkish literatüre by Peyami Safa. Commonality of the titles of
the novels are his respond to the question of “Who is Attilla?”: “I am the
scourge of God”.
Attila’s chilhood years and the foresights of a writer from
Constantinople, ‘Prisk’, on this boy is remarkable in his story titled “The
Scourge of God”, written by Evgeniy Ivanovich Zamyatin, one of the most
important representatives of the 20th century Russian literature. This study aim
adressing an important figüre from Turkish history in Russian and introduce
thid work in Turkey.
Key Words: Hun, Attila, Russian, Literature, Story
1884-1937 yılları arasında yaşayan Yevgeniy İvanoviç Zamyatin, Çarlık
Rusya’sı ve Sosyalist Sovyet Rejimi arasında toplumsal düzenlemelere karşı gelerek
yaşadığı çağın yasaklı ya da muhalif yazarları arasında yerini alır. Çarlık rejimine ilk
isyan sayılan 1905 devrimine katılarak, tutuklanır ve sürgüne gönderilir. Sürgünde
olmasına rağmen eğitimini tamamlamak üzere Petersburg’a döner. Petersburg
Politeknik Enstitüsü Gemi İnşa Bölümünü bitirir. “Yalnız” (Один) başlıklı ilk
öyküsünün 1908 yılında yayımlanması ile edebiyat dünyasında ismini duyurmaya
başlar. Aynı dönemde Rus taşrası, savaş ve ordu temalı öyküler yazmaktadır. 19161917 yılları arasında Rusya’nın en büyük buzkıran gemisi ‘Aleksandr Nevski’nin’
inşasında çalışmak üzere İngiltere’ye gönderilir. 1920 yılında tüm dünyada popüler
olan tek romanı “Biz”i (Мы) yazar. Sosyalist hükümetle arası iyi olmayan sanatçı bu
eseri 1924 yılında İngiltere’de çeviri olarak yayımlatır. Eser, Rusya’da
yayımlanmamasına rağmen şiddetli ve sert eleştirilere maruz kalır, yazar rejim
düşmanı ilan edilir. “Biz” romanı orijinal dilinde ilk olarak 1927 yılında Prag’da
kısaltılmış bir versiyonu ile yayımlanır. 1928 yılında başka bir yasaklı eseri “Atila”
(Атилла) trajedisi yayımlanır. Bu eserin yasaklanmasından sonra 1929 yılında
Sovyet Yazarlar Birliğinden de çıkarılan Zamyatin yaşadığı olumsuz durumu
Stalin’e mektubunda şu sözlerle ifade eder:
“Oyunum tiyatroda gösterilmek üzere kabul edildi. Genel repertuar
komitesi tarafından izin verildi. Sonra… Daha sonra afişleri gösterime giren
oyunum, tiyatro tarafından yarı yarıya sansürlendi ve son olarak Leningrad
Komitesi’nin ısrarıyla tamamen yasaklandı. ‘Atilla’ piyesimin ölümü,
hakikatte benim için bir trajedi olmuştur: bundan sonra durumu değiştirme
girişimlerimin tamamen faydasız olacağı aşikârdır”. 1
Zamyatin bu mektubunda, eserleri yayımlanmayan bir yazar olarak ölüme
mahkûm edilmektense, cezasının sürgüne çevrilmesi için yönetimden izin ister.
Böylelikle 1931 yılında izinli olarak yurt dışına çıkar, 1937 yılında ölümüne kadar
Paris’te göçmen hayatı yaşar.
1
Venedikt Sarnov, Stalin i pisateli: kniga tretya, EKSMO, Moskva 2009, s. 622.
76
Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı”
“Büyük Göç”, “Hunlar”, “İskitler” ve “Onların Büyük Hükümdarı Attila”
konusu Yevgeniy Zamyatin’in (1884-1937) sanat yaşamının uzun bir sürecini
kapsamaktadır. 1917 devrim yıllarında başlamış olmasına rağmen, 1924 yılından
ölümüne kadar süreçte bu konu üzerine araştırmalarına devam eder. 1925 yılında
New-York Halk Kütüphanesi Slav Araştırmaları Yöneticisine yazdığı; “Çöken Roma
İmparatorluğu ve Doğudan yükselen barbar Hunlar arasındaki mücadele beni
fazlasıyla meşgul etmektedir”2 mesajı ile bu konunun sanatçının hayatında
kapladığı yeri görmekteyiz. Yazarın düşüncesine göre bu konu, Attila’nın
doğumundan ölümüne kadar olan süreçteki halkların büyük göçü ve çağın büyük
olaylarını kapsayacak bir biçimde çok ciltli bir roman olarak ortaya konulmalıdır.
Eser, üçleme bir roman şeklinde düşünülmüş olsa da tamamlanmış bir biçimde iki
bölüm olarak kalmıştır: “Atilla” trajedisi ve “Tanrının Kırbacı” (Бич Божий)
öyküsü. Bu eserler Zamyatin'in yaratıcılığı açısından zayıf bir şekilde incelenmiş
olmasına rağmen, yazarın en iddialı en büyük ölçekli projelerinden biridir.
Zamyatin'in çalışmalarında ortaya konmak istenen "İskit" teması "Göçebe Arketipi”,
"devrim" ve "değişim" kavramıyla bağlantısı olan sosyokültürel bir imaj olarak
ortaya çıkar. Zamyatin'in Rus sembolistleri ile yakınlaştığı 1905 yılı sonrasında
"göçebe" konusu, onlar için estetik bir devrime işaret ederken, 1917 yılına geldiğinde
bu konu sosyalist bir devrim amacına hizmet etmektedir. "İskitler" temasının bu
dönem sanatçılarının dikkatini çekmesi tesadüfi bir şekilde değildir elbette. Önceki
dönemden gelen değişim hareketinin tam olarak da Rusya'nın içerisinde olduğu
yenilenme, yapılanma sürecine denk gelmesi, Zamyatin'in bir önceki ses getiren ve
yasaklanan eseri "Biz" romanında ortaya koyduğu gelecekten notları, anti-ütopist
bakış açısını "Tanrı'nın Kırbacı" romanında tarihi bir gerçeklikten ve tarihsel bir
konu üzerine kurgulayarak ortaya koymaya çalışması bu duruma işaret etmektedir.
"Biz" mekanik bir toplum düzeninin anlatıldığı sosyal bir kurgu olarak ortaya
koyulurken, "Tanrının Kırbacı" ‘Avrupa’nın yozlaşmış ve mekanik kültürünü’
harekete geçirme mücadelesindeki doğu kavimlerinin, “kölelik üzerine kurulmuş bir
medeniyet üzerindeki" etkisi arasındaki paralellik iki eser arasındaki benzerlikler
açısından dikkat çekicidir. Zamyatin'in eserleri sorunları ortaya koyma biçimi
bakımından çift yönlü bir etki altında kaleme alınmıştır: yazarın çift yönlü düşünme
tarzı döngüsel değişimleri; kadın-erkek, duygusal-rasyonel, üretkenlik-boşluk ve
doğu-batı sorunsalına dikkat çekerek belirginleşmektedir. 3
Bu bağlamda incelendiğinde “Tanrının Kırbacı” öyküsü anlatıldığı tarih
açısından birbiriyle paralel yedi kısa bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Avrupa’yı
saran korku ve değişim, Dunay, Dnyepr ve steplerden Doğu’dan Batı’ya doğru
yükselen kavimlerin “kurtlara” benzetilmesi iki kültür arasındaki yaşamsal
değerlerdeki farklılıkların ortaya konulması önem arz etmektedir. Avrupa’da herkes
Nadejda Nikolayevna Komlik, “Rus iznaçalnaya i yiyö obraznoye voploşçeniye v istoriçeskoy dilogii
E. İ. Zamyatina “Attila” i “Biç Bojiy”, Vestnik TGU, vpusk 2 (106), 2012, s. 63.
3
M. A. Hatyamova, “Mifologiya istorii v romane E. İ. Zamyatina “Biç Bojiy”, Russkaya Literatura v
XX veke: izmena, problemı, kulturnıy dialog, nomer:7, 2005, s. 43.
2
77
Esra ELMACIOĞLU
yeni oluşumu beklemektedir: Doğudan doğan Batının üzerini örten bu dalga, yolu
üzerine çıkan her topluluğu yıkarak çok yakın zamanda gerçekleşecektir. Bu dalga
denizden gelen bir etki değil, insanların gücü olarak resmedilir. Roma İmparatorluğu
zor bir süreç içerisindedir, o dönem Hun İmparatoru olan Uld’un desteği ile finansal
krizlerini çözmüş ve bu borç karşısında Hunlara bağımlı hale gelmiştir. Bu bölümde
yazarın işaret ettiği tarih M. S. 405 yılı Nisan ayının on ikisini göstermektedir. Yazar,
“Attila” ismini “Atilla” olarak kullanarak, çocuk kahramanı Büyük Hun İmparatoru
Uld ile karşılaştırdığı sahnede küçük Atilla'nın bu azametli hükümdarla karşılaştıktan
sonra onun elini ısırıp kanatması, gelecekte kazanacağı gücün göstergesidir adeta.
Herkesin korktuğu bu vahşi hükümdara karşı koyan küçük çocuk ileride Avrupa Hun
İmparatorluğu'nun başına geçecektir. Bu sahne eserin başlangıcında verilir ve bu
sahneden itibaren hikâye yeniden başlamaktadır. Zira yazarın işaret ettiği 405 yılı
Nisan ayının on ikinci günü Atilla'nın Roma'daki son gününün resmedilmesidir.
Hikâyenin ikinci bölümünde Atilla'nın babası Mudyug (esasen Muncuk, yazar
Mudyug olarak adlandırmıştır) ve kabilesinin göçü resmedilir ve Atilla'nın doğumu
ve ona bu ismin verilmesinin hikâyesi anlatılır. Steplerde göç eden Mudyug ve
kabilesi kış sonuna doğru: "Ra olarak da adlandırılan ve daha sonraları Volga adı
verilen Atil nehrine doğru yaklaşmaktaydılar. Sabaha doğru bir zamandı. Mudyug'un
eşi birden herkesin durmasına neden olacak bir çığlık attı. Onu bir keçe üzerine
yatırdılar, kar üzerinde ayaklarını zor oynatmaktaydı. Tamamen şişmiş karnında
kramplar başlamıştı. Yeni doğan bebeğin omuzları, tıpkı bu nehir gibi oldukça
genişti, annesi ile arasındaki tüm bağları kopardı ve annesi öldü. Böylece Mudyug
nehrin adını bebeğe verdi: Atilla".4 Hikâyede Atilla ve doğumu üzerine bu bilgiler
kurgusal boyutta verilmektedir; tarihi kaynaklarda ise:
“Attila’nın doğum tarihi, yeri, gençlik yılları ve yetişmesi hakkında
malumat bulunmamaktadır. Yalnız isminden dolayı Hunların İtil (Volga) nehri
kıyılarında bulunduğu zamanlarda dünyaya geldiği (390- 395 yılları), babası
Muncuk ile onun ölümünden sonra amcası Rua’nın yanında yetiştiği tahmin
edilmektedir. Attila isminin ne manaya geldiği Türkçe olup olmadığı meselesi
her zaman tartışma mevzuu olmuştur. Kimi ismin Gotça (G. Doerfer, Z. Moor
gibi) kimi ise Türkçe olduğunu ileri sürmüştür (Gy. Nemeth, O. Pritsak gibi).
Attila adının Gutça "Babacık, Atacık, Sevimli, Ağabey" manalarına geldiği
söylenerek, Hun dönemi Türkçe bir kelimenin Germence yorumu olarak
gösterilmiştir. Ayrıca Klaproth ve Inostroncev Macarca; Venelin Slavca;
Poucha Tokarca olarak kabul etmişlerdir. Genellikle Attila isminin Volga
nehrinin bir diğer adı olan İtil-Etil’den geldiği düşünülmüştür. Ayrıca Göktürk
Türkçesindeki Attay = "şöhretli İmparator" ile de bağlantı kurulmuştur. F.
Altheim, Attila kelimesinin aslının Ata-la olduğunu ve "benim atam, atacık"
manalarına geldiğini söylemiştir. Bunların yanında Gy. Nemeth ayrı bir bakış
acısı getirerek Attila’nın olgunluk çağı ismi olduğunu, gençliğinde ise başka
4
Zamyatin, E. İ, Polnoye sobraniye coçineniy v odnom tome, İzdatelstvo ALFA-KNİGA, Moskva 2011,
s. 393.
78
Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı”
bir ad taşımış olabileceğini ifade etmiştir ki, bu eski Türk ad verme geleneğine
de uygundur. Attila, şahıs isminin ötesinde belki de Hun hükümdarının
unvanıdır. En son olarak O. Pritsak ise ismin Türkçe olduğunu ve Es-til-a ~
As-til-a ~ At-til-a = Attila şekliyle "Büyük deniz, okyanus" veya "her şeye
gücü yeten hükümdar" manalarına geldiğini söylemiştir”. 5
Attila'nın doğumu ve ona bu ismin veriliş hikâyesinin anlatıldığı ikinci
bölümde tarihsel süreç hızla akmaktadır. Attila, ağabeyi Bleda, babası Mudyug,
Atilla ve Bleda'nın yetiştirilmesi ile ilgilenen Sveon Adolb ve Mudyug'un eşi Kuna
(çocukların üvey anneleri) birlikte yaşamaktadır. Bleda ve Atilla arasındaki
farklılıklar, Attila'nın isyankâr yapısı ortaya konulmaktadır. Ağabeyi Bleda Atilla'ya
göre daha itaatkâr bir biçimde resmedilir. Mudyug heybetli, sert ve otoriter bir
babadır. Hunların kültüründe yer alan avcılıkla uğraşmaktadır. Avdan döndüğü bir
zamanda Atilla'yı karşısına alır ve onu Roma'ya rehin olarak göndermek zorunda
olduğunu açıklar. Bu sahne, Atilla ve babasının son karşılaşmasıdır, hemen ertesi
sabah Atilla Adolb ile birlikte Roma yolculuğuna başlar.
Üçüncü bölüm Atilla ve Adolb'un Roma'ya girişi, Atilla'nın bakış açısıyla
Roma ve steplerdeki yaşam farklılıkları anlatılır. Roma modern görüntüsüyle,
insanların hareketsizliğiyle tasvir edilir. Atilla'nın dünyası, Roma'dan oldukça
uzaktadır, yaşam koşulları daha zordur ve halk sürekli mücadele içerisindedir. Çocuk
Atilla'nın gözüyle insanların hareketsizliği, onların hasta olduğu düşüncesine neden
olmaktadır. Adolb'a şu soruyu yöneltir: "Bu insanlar hasta mı? Neden hareketsizler?"
Adolb’un "onlar, zengin oldukları için böyle hareketsizler"6 yanıtı, küçük
kahramanın algı dünyasını değiştirmeye yetmemektedir. Çocuk Atilla'nın
gözlemlerinde dikkat çeken bir başka unsur da Batı ve Doğu algısının ortaya
konulması hususunda oldukça dikkat çekicidir. Roma İmparatorluğu’ndaki binalar,
yapılar, bozkır yaşamındaki üç cepheli çadırlardan oldukça farklıdır. Ancak en büyük
farklardan biri, Atilla'nın zihin yapısında yer edinen hükümdar ya da imparator olarak
halkı yöneten kişide bulunması gereken özellikler Roma sarayında imparatoru
beklerken küçük kahramanın düşüncelerinde ortaya çıkar:
"Atilla'nın kalbi hızla çarpmaya başladı, imparatorun babası Mudyug
gibi büyük ve güçlü olduğunu düşünüyordu. Babasının, onu bir zincir gibi
boynundan tutup, duvara astığını hatırladı. İşte o anda dişlerini sıktı,
yanaklarının sertleştiğini hissetti".7
Babasının hayali bile onda bir güç, güçlü olma isteği uyandırırken, Roma
İmparatoru Gonoriy'in geldiğini görünce, onun zayıf çelimsiz, solgun ve hastalıklı
yüzü karşısında bu şahsın imparator olabileceğine inanamaz. İmparatorun arkasında
altın kılıcı ile duran askerlerden birinin imparator olduğunu düşünür. Bu ilk
karşılaşmadan itibaren Atilla bir Romalı gibi davranmayı öğrenmek zorundadır,
Ali, Ahmetbeyoğlu, “Büyük Hun İmparatoru Attila”, Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
sayı 7, Bişkek 2003, s. 1-20.
6
Zamyatin, a.g.e. s. 401.
7
Zamyatin, a.g.e. s. 401
5
79
Esra ELMACIOĞLU
bilhassa onların dilini öğrenmelidir. Roma sarayına esir olarak getirilen farklı
uluslardan çocuklar burada iyi bir eğitime tabi tutulmalıdır. Atilla her şeyden önce
duygularını gizlemeyi ve 'yalan' söylemeyi öğrenmelidir. “Yalan” ve “ duygularını
gizleme becerisi” Avrupalılara özgü bir nitelik olarak ortaya konulması eserde ‘doğubatı’ sorunsalına dikkat çeken küçük ama oldukça önemli bir ayrıntıdır.
Eser için bir diğer önemli kilit figür, Konstantinapol’den gelen araştırmacı
tarihçi Prisk dördüncü bölümde ortaya çıkmaktadır. Prisk de tıpkı Atilla gibi bir
doğulu, Doğu Roma İmparatorluğunun temsilcisi olarak Roma'daki yaşam karşısında
şaşkınlık içerisindedir. Doğudan gelen iki konuğun Roma ziyaretleri ve izlenimleri
doğu ve batı sorunsalını ortaya koyar niteliktedir. Prisk, Roma yaşam ve siyaseti
üzerine bir kitap yazması amacıyla buraya gönderilmiştir. Yazar, ortaya koyduğu
kurguda Bizanslı tarihçi Priskus'a atıfta bulunur. Ancak kaynaklara baktığımızda
Priskus ve Attila'nın karşılaşmaları, Attila'nın hükümdarlıkta bulunduğu çağlara
rastlamaktadır.
Beşinci bölümde, Roma sarayında esir konumunda eğitim gören on üç çocuk,
on üç farklı ulustan söz edilir: Burgonya, Vizigot, İşkoç, Breon, Frank, Lombord,
Sakson, Bayuvar, Allaman, Britanya, İlluryalı, Fars ve Hun Atilla. Bu çocuklar tek
tip giyinmekte, Romalı gibi davranmaktadırlar. Sadece iki çocuk Lombard Aystulf
ve Atilla farklı kıyafetleri ile dikkat çekmektedir. Aystulf'un bir iki gün içerisinde
ölümü beklendiğinden, kıyafet konusunda bir baskı söz konusu değildir. Ancak Atilla
Romalı gibi giyinmeyi reddeder. Atilla sarayda yalnız bir çocuk olarak, vahşi
doğayı, bozkırı özlemektedir. Bu vahşi doğulunun tek arkadaşı, sarayın bahçesindeki
kurttur. Saraydaki diğer çocukların Atilla’ya tavırları kaba ve soğuktur. Hatta “Hun”
ve “Barbar” kelimesi ile onunla dalga geçmektedirler. Uld’un Roma’yı ele geçirmesi
ile çocukların tavırları değişir, Atilla’ya saygı duymaya başlarlar. Uld Roma’ya
maddi destek vereceğini söyleyerek yanıltmış, şehri kuşatmıştır. Eserin büyük
çoğunluğunda ‘Hun ve ‘Barbar’ kavramı birbiriyle özdeş bir biçimde
kullanılmaktadır. Kazak asıllı tarihçi Murad Adji “Avrupa, Türkler ve Büyük BozkırKıpçaklar” başlıklı çalışmasında ‘barbar kavramına’ şu şekilde açıklık getirir:
“Tarihçiler, Kıpçak ordusu söz konusu olduğunda, onların aşikâr olan
teknik ve taktik üstünlüğünü genellikle fark etmiyorlar. Özellikle savaş
taktikleri ve mükemmel silahlar sayesinde Türkler, geri kalmış Avrupalıları
yenebiliyorlardı. Çünkü Kıpçakların ordusu çok iyi bir şekilde donatılmış ve
organize edilmiştir. Yani, Doğu’dan hücum eden yabani ordular ve yabani
göçebeler yoktu. Romalılar, daha evvel bilmedikleri bu yeni savaş
taktiklerinden dolayı Kıpçakları “Barbarlar” olarak isimlendirmişlerdi. Bir
zamanlar, Yunanlılar da Romalıları öyle adlandırmışlardı… Bu kelimede
esrarengiz bir şeyler var. Anlamı nedir? “Barbar” kelimesinin başlangıçta “bir
şeyleri kaideye uymadan yapan” anlamı vardı. Sonra Romalılarda bu kelime
başka bir anlam daha kazanmış oldu: “Roma vatandaşı olmayan birisi” yani
80
Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı”
“yabancı”. Belki başka açıklamaları da vardır. Ama bu kelimede, sonradan
ortaya çıkan “aşağılayıcı, yıkıcı” gibi bir anlam yoktu”. 8
Yazarın, Hunları çoğunlukla “barbar” olarak tanımlaması, okuyucuda bugün
kullanıldığı anlamıyla olumsuz bir etki bırakmamaktadır. Eserde karşılaştırılarak
tanıtılmaya çalışılan iki farklı kültürün kendine özgü karakterini yansıtmak amacını
gütmektedir. Altıncı bölümde, Roma’nın kuşatılması karşısında İmparator
Gonoriy’nin zayıf bir şekilde tasviri de imparatorluğun sonuna işaret etmektedir.
Güçlü bir idarecinin olmadığı toplulukların çökmeye mahkûm olacağı bu zayıf
karakterle ortaya konulur. İmparator için en önemli varlık horozu Roma’dır, Roma
işgal altındadır ve onun tek düşüncesi horozunu alıp kaçmaktır.
Eserin son bölümünde Atilla ve Prisk’in Roma’dan ayrılma süreci, buraya
geldikleri zamanda olduğu gibi paralel biçimde gelişir. Bu bölümde en dikkat çekici
olan ise, Prisk’in Konstantinopol’de Roma üzerine yazmayı planladığı kitabın;
‘Atilla’nın geleceğin büyük hükümdarı olacağı’ üzerine öngörüsüyle başlamış
olmasıdır. Eserin bu şekilde sona ermesi Zamyatin’in ‘Atilla’nın olgunluk çağı’
hakkında daha kapsamlı bilgilere yer vereceğine işaret etmektedir. Ancak yazarın
kısa ömrü bu büyük projenin tamamlanmasına engel olmuştur.
Sonuç olarak Yevgeniy Zamyatin, tarihsel gerçeklik üzerine kurguladığı bu
romanda zaman ve kişiler açısından farklı boyutta bir eser düşündüğünü ispatlar
niteliktedir. Eserde doğu-batı sorunsalı Hun ve Roma İmparatorluğu karşılaştırılarak
resmedilir. Toplumsal bakış açıları ve yaşam tarzlarının, ulusların kaderini belirlediği
düşüncesi; çocuk Atilla, hükümdar Gonoriy’nin karakteri ve Roma halkı üzerinden
yansıtılmaya çalışılmaktadır. Tarihi romanlar okuyucuyu, herhangi bir tarihi
kaynakta karşılaşılmayacak bir canlılık ve tasvirle zamanda yolculuğa çıkarmaktadır.
Türk tarihi açısından önemli bir şahıs olan Attila’yı Rus yazar Yevgeniy Zamyatin’in
kurgusu ile gözlemleyip, tanıtmayı amaçladığımız çalışmamız, eserin Türkçeye
kazandırılması ile amacına ulaşmış olacaktır.
KAYNAKÇA
ADJİ, Murad, Avrupa, Türkler ve Büyük Bozkır-Kıpçaklar, Çev: Zeynep Bağlan
Özer, Doğu Kitabevi, İstanbul 2016.
AHMETBEYOĞLU, Ali, “Büyük Hun İmparatoru Attila”, Manas Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 7, Bişkek 2003, s. 1-20.
HATYAMOVA, M. A., “Mifologiya istorii v romane E. İ. Zamyatina “Biç Bojiy”,
Russkaya Literatura v XX veke: izmena, problemı, kulturnıy dialog,nomer:7,
2005, s. 41-57.
8
Murad, Adji, Avrupa, Türkler ve Büyük Bozkır-Kıpçaklar, Çev: Zeynep Bağlan Özer, Doğu Kitabevi,
İstanbul 2016. s. 122.
81
Esra ELMACIOĞLU
KOMLİK, Nadejda Nikolayevna, “Rus iznaçalnaya i yiyö obraznoye voploşçeniye v
istoriçeskoy dilogii E. İ. Zamyatina “Attila” i “Biç Bojiy”, Vestnik TGU, vpusk
2 (106), 2012, s. 63-70.
SARNOV, Venedikt, Stalin i pisateli: kniga tretya, EKSMO, Moskva 2009.
ZAMYATİN, E. İ, Polnoye sobraniye coçineniy v odnom tome, İzdatelstvo ALFAKNİGA, Moskva 2011.
82
İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında
Doç. Dr. Leyla ALİYEVA
Ağrı İbrahim Çeçen Universitesi
Özet: Ruslar´ın Türklerle ilişkileri çok eski bir tarihe dayanıyor ve bu
ilişkilerin tarih boyunca sadece siyasal, ekonomik, kültürel değil, bütün
alanlarda sürdürüldüğünü söyleyebiliriz.
Bu dönemin tasviri – bu alanın araştırılmasında önemli rol
oynamaktadır. Yazımızda Rus Edebiyatında önemli iz bırakmış İvan
Alekseeviç Bunin’in eserleri ve çevirileri üzerine fazla çalışılmamış kaynaklara
ve seçilmiş anı yazılara incelenecektir. Aynı zamanda bu konu ile ilgili
yorumlara yer verilecektir.
Türkiye’de İ. Bunin’in yaratıcılığına büyük bir önem verilmiştir.
İvan Alekseeviç seyahat etmeyi çok severdi. O kendisini bir gezgin
olarak görmüştür ve onun ilgisini daha çok Doğu ülkeleri çekerdi.
İ.Bunin tam on iki kere Konstantinapol’ü (O dönemde İstanbul’u Rus
yazarları onun unutulmuş eski ismi Konstantinopol olarak adlandırırdılar)
ziyaret etmiştir.
İ.Bunin kendi “Kuşun Gölgesi” (1907’de) adlı eseri V.V. Şulgin’den
daha önce İstanbul hakkında yazılan önemli eserlerdendir. Nobel ödülü sahibi,
ünlü Rus yazar İ.Bunin’in mükemmel tasviri yeteneği herkes tarafından
bilinmektedir.
İ. Bunin’in “Arsenev’in Hayatı” romanı, “Köy” öyküsü ve “Mitiya’nın
sevgisi”ve başka eserleri Türk diline tercüme edilmiştir. Bu tercümeleri Uğur
Büke, Nihal Yalaza Taluy, Sevinç Üçgül gibi ünlü tercümanlar Türkçeye
tercüme etmişlerdir.
Şunu vurgulamak gerekiyor ki, Bunin’in eserlerini tercüme ederken
yazarın üslup özelliğine dikkat etmeliyiz. Bunin’in üslubu kendine ait
“içerikliği” ile leksik özelliği ve deyimlerin kullanımıyla farklılık
göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: Eserlerin çevirileri, Rus yazarlar-göçmenler, Ünlü
çevirmenler, Bunin anlatı görgü, Özel ilgi,
Leyla ALİYEVA
Bunin's Prose in Turkish Translations
Abstract: Russian-Turkish relations have a long historical length; they
defined the peculiarity of contacts in politics, economics, culture, etc.
The history of "reflections" is an important aspect in the study of this
material. The article is addressed to poorly studied sources in the history of
Russian literature and memoirist, also selectedas comments on this topic.
Turning to Turkey as a countrypresented like a subject of description
and impressions, we note the work of Ivan Alekseevich Bunin, on whom this
country hadgreat influence.
Ivan Alekseevich loved to travel. He called himself a wanderer. He was
particularly interested in the east.
Bunin visited Constantinople twelve times (this is how Russian
immigrant writers sometimes called Istanbul, by its old lost name).
Istanbul at Bunin's book "Bird's shadow” is a traveler narration written
(1907) long before events being described by V.V. Shulgin. It is well known
that the famous Russian writer, Nobel Prize laureate in Literature I.A. Bunin
had the talent of a true painter.
Speaking about the translations of the works of I. Bunin, it should be
noted that the novel “The Life of Arseniev”, the stories “Village”,
“Mitya'slove” and others were translated into Turkish by such famous
translators like Ugur Buke, Nihal Yalaza Taluy, SevinchUchgul.
It's significant that when translating the works of Bunin one should
especially dwell on the peculiarities of Bunin's narrative manner. This manner
has its own original “density”, specificity of vocabulary, the use of
phraseological units, etc.
Key Words: well-known translators, Russian émigré writers, Bunin's
manner of narration, Special interest, translations of works
Бунинская проза в турецких переводах (к истории вопроса)
Ключевые слова: переводы произведений, русские писатели-эмигранты,
известные переводчики, бунинская манера повествования.
Русско-турецкие
связи
имеют
длительную
историческую
протяженность; они определили своеобразие контактов в области политики,
экономики, культуры и других областях.
История переводов русской литературы в Турции при своем многообразии
тем нуждается в расширении круга источников, в числе которых
84
İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında
художественное творчество замечательного русского писателя и поэта,
лауреата Нобелевской премии Ивана Алексеевича Бунина: «Все мы странники
на этой земле», - писал он в эмиграции.
Эта тяга увидеть и передать виденное чужое в его национальном
своеобразии и особой красоте, способность чувствовать не только свое, но и
чужое, ярко и художественновыпукло отражены в тех произведенияхБунина,
которые обращены к Востоку.
Известно, что русско-турецкие связи имеют длительную историческую
протяженность; они определили своеобразие контактов в области политики,
экономики, культуры, оказали влияние на переводческую работу.
Обратимся кратко к истории переводов в современной Турции.
40-ые годы – «золотая декада» переводческой деятельности. Важным
событием в истории переводов и издательской деятельности стал
состоявшийся в Турции под эгидой Министерства просвещения I конгресс по
печати, проходивший в Анкаре в мае 1939 года. В своем приветственном слове
к участникам конгресса Хасан Али Юджель, который был министром
просвещения в те годы и один из выдающихся общественных деятелей Турции
подчеркнул, что «для знакомства республиканской Турции с классическими и
современными произведениями западной культуры и мысли, т.е. западной
цивилизации, органической частью которой планирует стать и Турция, нужно
срочно начать мобилизацию переводческой деятельности». В ответ на этот
призыв была создана Переводческая комиссия, в состав которой вошли 15
выдающихся общественных деятелей и писателей. 28 февраля 1940 года
состоялось первое заседание комиссии. На этом заседании были рассмотрены
вопросы по составлению словарей и определен систематизированный план по
переводу. В итоге был разработан огромный план: ознакомить турецкий народ
с лучшими произведениями мировой литературы. Были назначены языковые
комиссии, одной из которых являлась и комиссия по русской литературе.
С 1940 года по указанию Министерства просвещения в стране началась
настоящая государственная «переводческая мобилизация». Паралельно
продолжалась также переводческая деятельность и частных издательств. В эти
годы особой популярностью пользовались произведения Ф.М.Достоевского. В
1940 году «Халитом» были выпущены два тома «Братьев Карамазовых» в
переводе Хаккы Сюха Гезгин, а через год «Хильми» издало «Идиота» в
перереводе A.Инсел и Ильхан Акант. Повесть «Бедные люди» переведенный
Хамди Вароглу выпустило издательство «Лютфи». Однако все эти переводы
были сделаны не с языка оригинала, а с западноевропейских языков. По этому
поводу XV и XIX номерах журнала «Терджюме» вышли статьи Зеки
Баштымара, Эрола Гюнея и Нихали Ялазы Талуй, в которых критиковали
переводчиков
за
допущенные
ошибки
и
профессиональную
85
Leyla ALİYEVA
безответственность, с которой переводчики отнеслись к этой работе. В 1940
году Министерством просвещения была издана в 10-ти томах серия
одноактных пьес для студентов Консерватории, была включена и пьеса Чехова
«Предложение» в переводе Гаффар Гюней. В период Второй мировой войны
произведения классической русской литературы начали вновь издаваться с
1943 года. Первыми переведенными в то время стали трагедия Александра
Сергеевича Пушкина «Борис Годунов» в переводе Зейнель Аккоч и Огуз
Пельтек и первый том романа Льва Николаевича Толстого «Война и мир» в
переводе З. Баштымар. Через год были переведены 97 произведений мировой
классики, 13 из этих произведений были написаны на русском языке. Шесть
из них – одни из самых значительнейших произведений русской драматургии:
«Недоросль» Дениса Ивановича Фонвизина в переводе Нихаль Ялаза Талуй, 6
пьес А.П.Чехова «Чайка» в переводе Н.Я. Талуй и Кемаль Кая, «Дядя Ваня» в
переводе Г. Гюней, «Три сестры» в перереводе Эдиз, «Вишневый сад» в
переаоде Эрол Гюней, Шахап Сыткы Ильтер. А комедия в пяти действиях
«Ревизор» Н.В.Гоголя перевели на турецкий язык Э. Гюней и Мелих Джевдет
Андай. Как отметил в своей статье о русской литературе Эрол Гюней, «все они
глубоко воздействовали на турецкое театральное искусство. B том же году
были изданы «Капитанская дочка» в переводе Э. Гюней и Сабахаттин Али и
«Пиковая дама» в переводе Эдиз А.С.Пушкина, «Герой нашего времени»
М.Ю.Лермонтова в переводе Сервет Люнел, Рассказы И.С.Тургенева «Первая
любовь» и «Клара Милич» в переводе Э. Гюней и Октай Рифат Хорозджу,
«Чужая жена и муж под кроватью» Ф.М.Достоевского в переводе Дмитрий
Соракин и М.Дж. Андай. Турецким читателям впервые был представлен В.Г.
Белинский, статья которого послужила предисловием к «Ревизору» Гоголя.
С полным правом можно утверждать, что знакомство с русской литературой
приобрело вполне системный характер. Это оказало положительное влияние,
как на литературный процесс, так и на культурную ситуацию в целом.
Государственная поддержка переводческого дела способствовала также
созданию сообществ переводчиков высшей квалификации. Переводы
осуществляли видные специалисты-знатоки русского языка и литературы –
Хасан Али Эдиз, Эрол Гюней, Сервет Люнель, НихальЯлазаТалуй, Гаффар
Гюней, Зеки Баштымар, Огуз Пельтек.
Переводческая деятельность с 70-ых годов XX века до наших дней.
С этого времена выход переводов ряда непрерывающихся произведений на
турецком языке продолжая привлекать большее внимание общества к русской
литературе. В газетах чаще опубликовались статьи писателей и
литературоведов, включающие анализ языка переводов и оценку русской
художественной классики, и роль в историко-литературном процессе.
В 1990 году в Стамбульском университете открылись Отделения русского
языка и литературы, а за ним еще и в шести университетах Турции
86
İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında
(Эрджиеский - Кайсери, Сельджукский - Конья, «Гази» - Анкара, «Окан» и
«Фатих» - Стамбул, Кавказский - Карс). Это все способствовало подготовке
новых переводческих кадров. Постепенно стала формироваться новое молодое
поколение переводчиков с русского языка. Среди них следует упомянуть
Кайхана Юкселера, Сабри Гюрсеса, Корая Карасулу, Гюная Кызылырмака,
Бирсен Караджи, Озлем Асылтюрк, Севиндж Учгюль и т.д. Благодаря
деятельности переводчиков турецкая читающая публика получила
возможность читать на родном языке почти все произведения русской
литературы. Множество классических произведений, например, шедевры
Пушкина Достоевского, Толстого, Чехова много раз переводились на турецкий
язык, а некоторые из них имеют до семи вариантов перевода и издаются всеми
столичными и провинциальными издательствами.
Среди этих имен обратимся кратко к истории переводов на турецкий язык
прозы И.А.Бунина.
Произведения одного из выдающихся писателей ХХ столетия, лауреата
Нобелевской премии были переведены на турецкий язык известными
переводчиками Турции. «Митина любовь» была переведена известным
турецким писателем и переводчиком Нихал Ялуза Талуй, роман «Жизнь
Арсеньева» перевел Угур Бюке, «Деревня» и «Суходол» Севиндж Учгюл.
Нихал Ялуза Талуй - писатель, переводчик, жена известного писателя
Хайреддина Зия Талуй. Окончила среднюю школу в России, в совершенстве
владела русским, французским и немецким языками. После переселения в
Турцию занималась писательской и переводческой деятельностью. Свои
рассказы и переводы с русского языка печатала в детских журналах. Нихал
Ялуза Талуй позже переводила произведения многих русских классиков на
турецкий язык. Это были произведения Пушкина, Достоевского, Толстого,
Гоголя, Тургенева, Чехова, Горького, Бунина. Она также перевела: «Китайские
сказки», «Детские мультфильмы», «Самые красивые сказки мира», «Тысяча и
одна ночь», «Сирота», «Рыжий ребенок» для детей.
Одним из первых переводов прозы Ивана Алексеевича Бунина является
повесть «Митина любовь».
Отметим и то, что Нихал Ялуза Талуй принадлежит к разряду опытных,
серьезных переводчиков. В критической литературе её переводы не только
бунинской прозы, но и произведения некоторых других писателей получили
весьма высокую оценку.
Здесь важно отметить и то, что турецкому переводчику Нихал Ялуза Талуй
удалось передать яркую национальную окрашенность рассказа Бунина,
прежде всего потому, что она смогла глубоко проникнуть в своеобразие
содержания бунинской прозы и обусловленную этим содержанием
87
Leyla ALİYEVA
художественную форму, специфику языка и самое главное – индивидуальный
стиль писателя.
Ведь индивидуальное своеобразие стиля писателя в такой же мере, как и
национальное своеобразие его творчества, не сводится к передаче какого-то
одного формального элемента. Эта целая сложная система особенностей,
взаимосвязанных и взаимообусловленных и выраженных в искусстве
художественного слова данного писателя. В конечном итоге, сам стиль
писателя национально и исторически обусловлен. В тех случаях, когда
переводчик не считается с национальной и исторической обусловленностью
стиля переводимого художественного текста, с особенностями его письма,
сделанный им перевод превращается в формальную копию оригинала.
Безусловно, для достижения полноценного, адекватного перевода
художественного текста не существуют никаких готовых правил, рецептом.
При всех случаях переводчик должен только руководствоваться осознанием
того, что перед ним, лежит оригинал произведения, принадлежащего перу
самобытного художники слова. И его важнейшая задача - донести до
инонационального читателя идейно-художественное своеобразие оригинала.
Приступая к переводу произведения, переводчик должен постоянно
помнить, что он переводит не только «о чем говорится в тексте (это очень
простой и неадекватный вид перевода), а «что» говорится и «как» это
выражается в самом тексте и языке текста». «Что» и «Как» - за этими словами
стоит смысл текста, т.е. информационное содержание текста, которое
складывается из функционального содержания («что») и формального, также
смыслового («как»).
Одним из ведущих переводчиков в современной Турции является Угур
Бюке. Он брал уроки русского языка у Шафики Олтай, матери известного
историка русского языка и литературы Ильбер Олтай. С 1984 года часто ездил
в Россию, и при поддержке жены Назима Хикмета Веры познакомился с
некоторыми современными русскими писателями.
Угур Бюке перевел «Анну Каренину» Льва Толстого, «Мертвые души»,
«Шинель», «Записки сумашедшего» Николая Гоголя, «Леди Магбет
Мценского уезда» Николая Лескова, «Жизнь Арсеньева» Ивана Бунина, «Дети
Арбата» Анатолия Рыбакова и др.
По словам Бюке, после распада Советского Союза в 1989 году, в период
интроверсии, «между 1990-2000 годами, русские писатели придавали большое
значение произведениям, обращенным к прошлому, трагическим событиям в
исторических – «Дети Арбата» А.Рыбакова.
88
İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında
По мнению Бюке, с 90-х годов в русской литературе происходит
«вторжение» множества ранее не переводившихся произведений
западноевропейских и восточных писателей.
Севиндж Учгюль является представителем молодого покаления
переводчиков. Она заведует кафедрой русского языка и литературы в Эрджиес
Университете (Кайсери, Турция). Она перевела повести И.Бунина «Деревня»
и «Суходол» на турецкий язык.
Бунинский текст представляет большие трудности для переводчиков.
Бунин не только писатель, но и живописец (он собирался стать художником),
в его словесной палитре множество оттенков и красок, которые не имеют
аналогов в другом языке. В «Деревне» и «Суходоле» - особенности русского
быта,
переданные «старинными словами», диалектизмами, не всегда
известными даже русскому читателю и нуждающиеся в известных
комментариях.
Говоря о малоизученном в творчестве Бунина, отметим, что внимание
переводчиков не было до сих пор обращено к путевым очеркам И.Бунина
«Тень птицы», написанная в 1907 году во время его путешествия на Восток с
молодой женой В.Н.Муромцевой. Особое место здесь занимает Стамбул (или
Константинополь, как по старой памяти называли этот город в России).
«Разве не сплошное Поле Мертвых и Константинополь? Его погосты –
величайшие в мире – так и называются: Поля Мертвых. И столько их, этих
погостов! Сто тысяч древних кипарисов с голыми стволами чернеют на
Великом кладбище в Скутари, и более миллиона памятников, подобна костям
белеют по ними. В Галате, в Пере стоят целые полчища этих мрачных гробовых
деревьев. Стамбул окружен Полями Мертвых… Но Восток - царство солнца.
Востоку принадлежит будущее. Недаром все славные копища Востока были
посвящены Солнцу».
Стамбул у Бунина в его книге «Тень птицы» - это повествование
путешественника.
«На закате единственный в мире силуэт Стамбула, над которым – копья
минаретов и полусферы на султанских мечетях ‹…› и багряным глянцем
загораются стекла в Скутари, мрачно краснеет кипарисовый лес его Великого
кладбища, в фиолетовые тоны переходит сизый дымный воздух над рейдом, и
возносятся в зеленеющее небо печальные, медленно возрастающие и
замирающие голоса муэдзинов…»
В старых святых городах Ислама для этих вечерних славословий еще до сих
пор предпочитаются «глашатаи-слепые: да не смущает их земная прелесть
наступающей ночи!». Стилизуя повествование, Бунин приводит множество
слов-этнографизмов, предельно приближая их к передаче звучания и форме в
89
Leyla ALİYEVA
языке-источнике: мост Валидэ, наргиле, фередже, изан, селям, бакшиш и др.
«И мне никогда не забыть сладкой деревенской тишины Скутари», где
мраморные фонтаны, жужжащие пчелы на цветущих абрикосовых деревьях,
кипарисы, кладбища, затерявшиеся между садами, мечетями описаны
Буниным с такой любовью к миру и быту Востока, представшего перед ним,
спутником, в своей нетленной красоте.
Безусловно, для достижения полноценного, адекватного перевода
художественного текста не существуют никаких готовых правил, рецептом.
При всех случаях переводчик должен только руководствоваться осознанием
того, что перед ним, лежит оригинал произведения, принадлежащего перу
самобытного художники слова. И его важнейшая задача - донести до
инонационального читателя идейно-художественное своеобразие оригинала.
Приступая к переводу произведения, переводчик должен постоянно
помнить, что он переводит не только «о чем говорится в тексте (это очень
простой и неадекватный вид перевода), а «что» говорится и «как» это
выражается в самом тексте и языке текста». «Что» и «Как» - за этими словами
стоит смысл текста, т.е. информационное содержание текста, которое
складывается из функционального содержания («что») и формального, также
смыслового («как»).
В заключение приведу замечания, касающийся перевода рассказа И.Бунина
«Крик», сделанного Л.А.Алиевой в 2018 году. Первоначально рассказ
назывался иначе «Атанас». Бунин закончил над ним работу в конце июня 1911
года, а 1 октября рассказ был опубликован в газете «Русское слово» (№225).
Черновая запись, сделанная писателем, свидетельствует о том, что в основе
сюжета лежал действительный факт.
Рассказ пронизан любовью и горем человека, у которого отняли самое
дорогое – его сына. Его единственного сына послали на войну. В рассказе он
сдерживает свои чувства до конца. Но его спаивают русские матросы водкой
и смеются над ним. Только в конце рассказа его диалог вторгается слова, в
которых выражается его глубокое горе, крик души отца: «Юсуф, Юсуф»
кричит он. И смотрит в сторону Стамбула.
Сложность и особенность психологического мастерства Бунина в том, что
он исследует глубокий внутренний мир своего героя в его стрессовом,
потрясенном состоянии, на пределе его переживаний.
При переводе рассказа на турецкий язык особый трудность составляет
передача психологического состояния, которые даются автором через диалоги
и через речь его героев.
90
İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında
Обобщая этот фрагментарно представленный материал, обращенный к
разным аспектам русско-турецких контактов, отметим, что представленная
нами тема, несомненно, представляет интерес и может быть продолжена и
расширена.
91
Leyla ALİYEVA
Литература
1. Брандес М.Л., Проворотов В.И. Предпереводческий анализ текста (для
институтов и факультетов иностранных языков), ПВЧ. Пезаурус, 2001, с.95.
2. Бунин И.А. Собр. соч. в 9-ти томах. М., 1965, т. 3, с. 318-319.
3. Алиева Л.А. Из опыта перевода классической русской литературы на
азербайджанский язык. Баку, Мутарджим, 2004, с.165
References
1. Brandes M.L. Provorotov V.I. Predperevodcheskiy analiz texta (dlya institutov i fakultetov inostrannih yazikov), PVCh. Pezaurus, 2001, s.95
2. Bunin I.A. Sobr. Soch.v 9-ti tomakh. M., 1965, t.3, s.318-319.
3. Aliyeva L.A. Iz opita perevoda klassicheskoy russkoy literature na azerbaydjanskiy yazik. Baku, Mutarjim, 2004, s.165.
92
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı
Kültürel Boyutlar Açısından Karşılaştırılması 1
Rufina SANCAR
Prof. Dr. Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Ankara Üniversitesi
Özet: Bu araştırmada Rusya, Türkiye ve Kanada yapımı çizgi filmlerin
bazı kültürel boyutlar açısından incelemesi ve karşılaştırılması yapılmıştır.
Örneklem olarak Kanada yapımı çizgi film Caillou, Rusya yapımı çizgi
film Belka ve Strelka ile Türkiye yapımı çizgi film Can seçilmiştir. Bu
filmlerden beşer bölüm 9 kültürel boyut açısından incelenmiştir. Bunlar,
bireycilik-toplulukçuluk, düşük-yüksek bağlam, dolaylı-dolaysız olumsuz
geribildirim, dar-geniş güç aralığı, erkeksilik-kadınsılık, düşük-yüksek
derecede belirsizlikten kaçınma, kısa-uzun vadeli yönelim, zevke düşkünlükkendini kısıtlama, monokronik-polikronik kültürel boyutlardır.
Araştırmada, çizgi filmleri incelemek ve karşılaştırmak için 9 kategori
ve 30 koddan oluşan kodlama formu kullanılmıştır. Kodlama işlemi üç dile
(Türkçe, Rusça, İngilizce) hâkim olan kodlayıcılar tarafından yapılmıştır.
Çalışmada elde edilen veriler betimsel istatistik teknikleri ile çözümlenmiştir.
Araştırma sonucunda Rusya ve Türkiye yapımı çizgi film arasında
benzerlikler daha fazla iken Kanada yapımı çizgi filmin bu iki çizgi filmden
farklı olduğu ölçülmüştür. Belka ve Strelka ile Can 7 kültürel boyutta birbirine
yakın değerleri yansıtmıştır. Bunlar bireycilik, yüksek bağlam, geniş güç
aralığı, yüksek belirsizlikten kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve
polikronik kültürel boyutlardır.
Caillou ile Can bireycilik, dolaylı geribildirim ve erkeksilik kültürel
boyutları daha çok yansıtırken dolaylı geribildirim ve erkeksilik kültürel
boyutları aynı değerde yansıttığı görülmektedir. Bu 3 çizgi film 9 kültürel
boyut içinden sadece bireycilik kültürel boyutu yansıtmada benzerlik
göstermektedir.
Anahtar kelimeler: Kültürel Boyut, Kültürel Farklılaşma,
Kültürlerarası Karşılaştırma, Çizgi Film.
1
Bu makale Rufina Sancar’ın Prof. Dr. Selahiddin Öülmüş danışmanlığında aynı adla yapılan yüksek
lisans tezinden üretilmiştir.
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
The Comparative Study of Russian, Turkish, and Canadian Cartoons
in Terms of Some Cultural Dimensions
Abstract: This research has been conducted to examine and compare
Russian, Turkish, and Canadian cartoons in order to determine similarities and
differences in terms of some cultural dimensions.
The sample of this research consists of Canadian cartoon “Caillou,”
Russian cartoon “Belka and Strelka,” and Turkish cartoon “Can.” Five series
of each cartoons has been analyzed in terms of nine cultural dimensions, which
are: individualism versus collectivism, low-context versus high-context, direct
negative feedback versus indirect negative feedback, small power distance
versus large power distance, masculinity versus femininity, weak uncertainty
avoidance versus strong uncertainty avoidance, short-term orientation versus
long-term orientation, indulgence versus restraint, and monochromic versus
polychronic.
In order to analyze and compare cartoon series codding form comprising
of 9 categories and 30 codes has been used. Codding has been performed by
the encoders who are fluent in Russian, Turkish, and English. The descriptive
statistical techniques have been used in order to analyze the research data.
At the end of the research it has been found out that there are more
similarities between the Russian cartoon “Belka and Strelka” and Turkish
cartoon “Can”. “Belka and Strelka” and “Can” have close values for seven
cultural dimensions, which are: individualism, high-context, large power
distance, strong uncertainty avoidance, long-term orientation, restraint, and
polychronic.
While, “Caillou” and “Can” reflect the same cultural dimensions as
individualism, masculinity, and indirect negative feedback; for masculinity and
indirect negative feedback cultural dimensions the both cartoons have the same
values. These three cartoons share only one common cultural dimension, which
is individualism.
Keywords: Cultural Dimension, Cultural Differences, Intercultural
Comparison, Cartoons.
Giriş
Kültür kavramı Latin dilindeki “cultura” kelimesinden gelmektedir ve ikamet
etmek, yetiştirmek, korumak ve ibadetle onurlandırmak gibi anlamlar içermektedir
(Raymond Williams’tan akt., Binark, 2006)2. Antropolojik bir çalışmada “kültür”
kavramı, kültürü “toplumun bir üyesi olarak insan tarafından edinilen bilgiyi, inancı,
Binark, M. (2006). Kültürlerarası İletişim Çalışmalarının Türkiye Haritası, Kültür ve İletişim, 9 (1),
71-87.
2
94
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
sanatı, ahlakı, hukuku, gelenekleri ve tüm diğer beceri ve alışkanlıkları da kapsayan
karmaşık bütün” şeklinde tanımlayan Tylor (1871) tarafından ilk kez kullanılmıştır
(akt: Berry, Poortinga, Breugelmans, Chasiotis ve Sam, 2013, s.224)3. Günümüzde
ise kültür kavramı için yaygın olarak kullanılan iki tanım önerilmektedir. Bu
tanımlardan birine göre kültür, “insanoğlunun sosyal kalıtımının toplamı”dır (Linton,
1936’dan akt., Berry ve diğerleri, 2013, s. 224).4 Diğer tanıma göre de kültür,
“insanoğlunun çevresinin insan eliyle yapılmış kısmı”dır (Herskovits, 1952’den akt.,
Berry ve diğerleri, 2013, s.224)5.
Kültür ve insan arasında karşılıklı etkileşim vardır. Kültür insanı etkilerken
insan da kültürü etkilemektedir. Günümüzde özellikle bilgi ve iletişim
teknolojilerinde ve ekonomide yaşanan gelişmelere bağlı olarak milyonlarca insan
küresel bir ortamda yaşamakta ve çalışmaktadır. Küreselleşme, kültürel farklılıkları
ortadan kaldırmak bir yana kültürel farklılıklara karşı daha da duyarlı olma
gereksinimini arttırmaktadır. Bu nedenle günümüzde çalışma yaşamında başarılı
olabilmek için sadece bir kültürün özelliklerini biliyor olmak yeterli değildir; farklı
kültürleri de tanımak gerekmektedir.
Küreselleşme nedeniyle kültürlerarası iletişimin öneminin anlaşılması
dolayısıyla kültür ve iletişim arasındaki ilişki üzerinde daha çok durulmaya
başlanmış, bu alanda yapılan çalışmaların sayısı da artmaya başlamıştır.
Kültürlerarası iletişim alanında yapılan araştırmalar sonucunda da farklı kuramlar
öne sürülmüştür.
Gelişim psikolojisi açısından değerlendirildiğinde, çocukların genellikle 10
yaşına kadar içinde yaşadıkları toplumun temel değerlerini öğrendikleri
belirtilmektedir (G. Hofstede, G.J. Hofstede ve Minkov, 2010)6. Bu yaşa kadar
çocuklar toplumsal rolleri, normları, değerleri, ahlaki kuralları, yazılı ve yazısız
kuralları öncelikle kendi ailesinden olmak üzere, okuldan, yazılı/sözlü ve
görsel/işitsel medyadan öğrenmektedir.
Günümüzde medya yayınlarının içinden televizyon en yaygın kullanılan kitle
iletişim aracıdır ve hayatın neredeyse tüm alanlarına etki ederek hayat tarzlarının
şekillenmesinde rol oynamaktadır (Çocuk Programları ve Bu Programlarda
Yayımlanan Reklamların İçerik Analizi Araştırması, 2008). Televizyon, farklı
Berry, J.W., Poortinga, Y.H., Breugelmans, S.,M., Chasiotis, A., ve Sam, D., L. (2015). Kültürlerarası
Psikoloji-Araştırma ve Uygulamalar (L. P. Tosun, Çev.). Ankara: Nobel. (2013).
4
Age
5
Age
6
Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the
Mind. McGraw-Hillbooks.
3
95
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
kültürlerin dünyanın birçok farklı yerine kısa zamanda ulaşmasına olanak
sağlamaktadır. İnsanlar genellikle haber almak, bilgi edinmek ve eğlenmek için
televizyon izlerler. Ebeveynler de çoğu zaman çocuklarına kitap okumak yerine
televizyonda ya da internette yayınlanan çizgi filmleri izlettirme eğilimindedirler.
Bu, onlara hem çocuklarını oyalama hem de şahsi işlerine bakabilme şansı
vermektedir.
Televizyon izlemenin çocuklar üzerindeki etkileri konusunda psikoloji ve
eğitim alanında pek çok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar gelişimin farklı
alanlarıyla ilgili olabilmekle birlikte araştırmalarda sıklıkla ele alınan konular
arasında, televizyon izlemenin, çocukların konuşma, hayal kurma becerisini, kişisel,
bilişsel ve sosyal gelişimi ile davranışlardan nasıl etkilendiği gibi konular yer
almaktadır.
Evra ve Kline’a göre, okul öncesi dönemdeki çocuklar, tepkileri ve hareketleri
güdülerle ve sonuçlarla bağdaştıramadıkları için televizyonda gördüklerini taklit
etmektedirler (akt: Klinger, 2006)7. Bu dönemdeki çocuklar bireysel ve toplumsal
süreçlerdeki değişikliklerden yetişkin insanlara göre daha fazla etkilenmekte ve
değer yargılarını daha kolay benimsemektedirler (Akıncı ve Güven, 2014).
RTÜK (2006) tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına göre okul öncesi
çocukların %72’sinin en çok izlediği televizyon programı çizgi filmdir (akt: Akıncı
ve Güven, 2014)8. Bunun sebebinin kolay ulaşılabilirlik, duyguları tatmin edici bir
araç olması, görsel ve işitsel zenginlik sunması düşünülmektedir.
İzlenilen çizgi filmler çocuklar için birer sanal ortam oluşturmakta ve bu ortam
onların davranışlarını etkilemektedir. Sevilen çizgi filmleri izleme süreci çocuklar
için rahatlatıcı ve haz verici etki yaratmaktadır. Çocuklar kendilerini rahat
hissettiklerinde sunulan bilgi ve mesajları daha iyi algılamakta ve
özümsemektedirler. Öcel’e göre çizgi filmlerin çocukların tutum ve davranışlarını
belirlemesi ve pekiştirmesinde etkisi yoğundur (Öcel, 2002)9.
Farklı kültürlerde üretilen çizgi filmlerin doğal olarak farklı kültürel özellikleri
yansıtmaları beklenir. Çocukların içinde yaşadıkları toplumun kültürünü öğrenme
yollarından biri, küçük yaşlardan itibaren televizyonda izledikleri çizgi filmlerdir. Bu
düşünceden hareketle, bu çalışmada Rusya, Türkiye ve Kanada yapımı üç çizgi
Klinger, L. J. (2006). What are your children watching? a dpics –ıı analysis of parent-child
interactions in television cartoons. Unpublished Doctorate Dissertation, Auburn University, Alabama.
8
Akıncı, A. ve Güven, G. (2014). Okul Öncesi Döneme Yönelik Çizgi Filmlerde Yer Alan Değerlere
Ait Sözel İfadelerin Sunumu: TRT Çocuk Kanalı Örneği. Uluslararası Avrasya Sosyal Bilimler
Dergisi, 5 (16), s. 429-445.
9
Öcel, N. (2002). İletişim ve çocuk: İletişim ortamlarında çocuk ve reklam iletişimi. İstanbul: İstanbul
Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları.
7
96
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
filmin kültürel özellikleri incelenecektir. Bunlar Türkiye yapımı çizgi film Can,
Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka, Kanada yapımı çizgi film olan Caillou’dur.
Bu çizgi filmler kültürlerarası karşılaştırmalarda sıklıkla kullanılan aşağıda
sıralanan boyutlar açısından incelenmiştir. Rusya, Türkiye ve Kanada yapımı çizgi
filmler her bir boyut için hazırlanan 0-100 arası düzenlenen çizelgede nerde olduğu
belirlenmeye çalışılmıştır
1.1. Bireycilik - toplulukçuluk
1.2. Yüksek - düşük bağlam
1.3. Dolaylı - dolaysız olumsuz geribildirim
1.4. Dar - geniş güç aralığı
1.5. Erkeksilik - kadınsılık
1.6. Yüksek - düşük derecede belirsizlikten kaçınma
1.7. Uzun - kısa vadeli yönelim
1.8. Zevke düşkünük - kendini kısıtlama
1.9. Monokronik - polikronik
1. Örneklem
Araştırmanın örneklemi olarak Kanada, Rusya ve Türkiye yapımı birer adet
çizgi film seçilmiştir. Bu çizgi filmler seçilirken o ülkelerin kültürlerini iyi
yansıttıkları dikkate alınmıştır. Her bir çizgi filmden rastgele 5 bölüm seçilip
izlenmiş ve araştırılmıştır
1.1. Belka ve Strelka
Belka ve Strelka(Белка и Стрелка) 2011 yılından beri çeşitli ulusal kanallarda
yayınlanmaktadır. Belka ve Strelka - Oyunbaz ailesi, Artist stüdyoda çekilmiş olan,
yapımcılığını Yekatarina Şabanova, senaryosunu Maksim Voznyak ve Yulya Klimoğ’un yazdığı Rusya yapımı bir çizgi dizidir.
Reks, Dina ve Bublik ana çocuk-köpek karakterlerken anne Belka ve baba
Kazbek’tir. Anne, uzaya giden ilk köpektir ve sirkte çalışmaktadır. Baba ise güçlü ve
cesur bir çoban köpeğidir, uzaya giden köpeklere antrenörlük yapmaktadır.
Reks en akıllı çocuk karakterken aynı zamanda sorumluluk sahibi ve utangaç
bir yapıya sahiptir; çevresiyle çok ilgilidir ve kitap okumayı çok sever. Bublik, ailede
en küçük ve en yaramaz karakterdir. Dina en büyük kız çocuk karakterdir; sevimli
ve neşeli bir yapıya sahiptir. Venya ise sahnelerde bolca yer alan aile dostu fare
97
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
karakteridir. Anne ve baba işte iken Dina arasıra Reks ve Bublik’le ilgilenmekte ve
onlara tavsiyeler vermektedir. Rastgele seçilen beş bölümü şunlardır:
1. Kuzeyin zorlukları
2. Evde yalnızlar
3. Kuluçka makinesi
4. Uzaycı günü
5. Sırt çantalı gezi
1.2. Caillou
Yazar Christine L'Heureux ve çizer Helene Desputaux'un kitaplarından
televizyona uyarlanan Kanada yapımı çizgi dizidir. Dizi, Caillou adlı 4 yaşındaki bir
erkek çocuğun insanlarla ilişkilerini ve günlük yaşamını konu alır. Orijinal dili
Fransızca olan dizi, farklı dillere çevrilerek birçok ülkede yayımlanmaktadır. Beş
sezondan oluşan Caillou 1997’den beri çeşitli kanallarda yayınlanmaktadır.
Caillou’nun babası Boris iyi ve alçakgönüllü bir insan olmakla beraber sakarlık ve
becerisizlikleri vardır.
Bu araştırmada Caillou çizgi filminin rastgele seçilen beş bölümü şunlardır:
1. Astronot Caillou
2. Parktaki oyunlar
3. Mıknatıs çılgınlığı
4. Kütüphaneci Caillou
5. Yatıya kalan misafir
1.3.Can
Ser Stüdyo’nun çektiği, yapımcılığını Ahmet Öztürk, senaryosunu Vugar
Hasani’nin yazdığı Türkiye yapımı bir çizgi dizidir. Can, çizgi filmin dört yaşındaki
ana karakteridir. Can uslu ve sakin bir karaktere sahiptir aynı zamanda da kendi
ailesine düşkündür. Can, annesi, babası, küçük kız kardeşi Meryem, ağabeyi Murat
ve babaannesi ile birlikte yaşamaktadır.
Can’ın babası bir manav annesi ise sosyal yardım derneğinde çalışan bir
kadındır. Annesi ev işleri ile uğraşmakla ve çocuklara bakmakla yükümlü iken babası
çoğu zaman çalışmakla ve aile geçimini sağlamakla yükümlüdür. Köyde yaşayan
dedesi ve anneannesi sık sık Can’ın ailesini ziyaret etmektedir. Can’ın en sevdiği
arkadaşı ise kuzeni Mert’tir. Bu araştırmada Can çizgi filmin rastgele seçilen beş
bölümü şunlardır:
98
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
1.
2.
Anneannem ile Dedem
Babaannenin gelişi
3.
Babaannem ve ben
4.
5.
Hastalandım
Kuş kafeste
2. Güvenirlik
Nitel araştırmalarda sık karşılaşılan durumlardan biri, olayların algılanma ve
yorumlanma biçiminin kişiden kişiye farklılık gösterebilmesidir. Bu da beraberinde
güvenirlik sorununu gündeme getirmektedir. Bu sorunun üstesinden gelebilmek ve
güvenirliği artırmak için, kategorilerin ve kodlamaların olabildiğince nesnel olarak
tanımlanması gerekmektedir. Bu takdirde farklı kodlayıcılar arasında benzerlik sağlanabilir.
Üç farklı kültüre ait çizgi filmin her birini orijinal dilde tek tek izleyerek bu
filmleri daha önceden belirlenen kategorileri esas alarak kodlamak çok yoğun bir çabayı gerektirmektedir. Bu araştırmada çizgi filmler, üç dili de bilen kodlayıcılar 10
tarafından izlenmiş ve kodlanmıştır. Daha sonra da kodlayıcılar arasındaki benzerlik,
aşağıda tanımlanan yöntemle hesaplanmıştır.
Kodlayıcılar arasındaki tutarlılığın hesaplanmasında Miles ve Huberman’ın
geliştirdiği şu formül kullanılmıştır (Miles ve Humerman, 1994’den akt., Yıldırım ve
Şimşek, 2016)11
Bu formülle hesaplanan değerin %70 ve daha yukarı olması, kodlayıcılar arasındaki benzerliğin kabul edilebilir düzeyde olduğu anlamına gelmektedir (Tavşancıl
ve Aslan, 2001)12. Bu araştırmada aynı çizgi film, birbirinden bağımsız 3 araştırmacı
(kodlayıcı) tarafından önceden belirlenen kategoriler ve sayma sistemi kullanılarak
kodlanmıştır. Bu uygulama ile elde edilen veriler kullanılarak kodlayıcılar arasındaki
uyum aşağıda gösterildiği şekilde hesaplanmıştır.
10
Üç kodlayıcı da öğretim dili Türkçe, Rusça veya İngilizce olan üniversitelerden mezun olmuş, bu
dilleri bilen kişilerdir.
11
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2016). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin.
12
Tavşancıl, E. ve Aslan, E. (2001). Sözel, Yazılı ve Diğer Materyalleri İçin İçerik Çözümlemesi ve
Uygulama Örnekleri. İstanbul: Epsilon Yayıcılık.
99
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Güvenirlilik=Uzlaşma Sayısı (152) / Uzlaşma Sayısı (152) + Uzlaşmama Sayısı (28) = .84
Kategorilerin nesnel bir biçimde tanımlanıp tanımlanmadığı ve kategori güvenilirliği, yukarıda açıklandığı şekilde incelenmiş, kategorilerin ve kodlamanın güvenilir olduğuna karar verilmiştir.
3.
Bulgular Ve Yorumlar
Bu bölümde, araştırmada elde edilen veriler, verilerin analiziyle elde edilen
bulgular, araştırmanın amaçlarına paralel başlıklar altında sunulmuş ve yorumlanmıştır.
3.1. Bireycilik – Toplulukçuluk Boyutunda Elde Edilen Bulgular ve Yorum
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen / yer alan bireyci
veya toplulukçu kültürlere özgü mesajların sayımı yapılmış, bu şekilde elde edilen
veriler Çizelge 1’de gösterilmiştir.
Çizelge 1 Çizgi Filmlerdeki Bireycilik-Toplulukçuluk Boyut Dağılımı
Can
Kod
Belka ve Strelka
Caillou
f
%
f
%
f
%
Ben (B)
76
69
32
46
48
71
Biz (T)
34
31
38
54
20
29
Suçluluk (B)
0
0
0
0
1
50
Utanç (T)
1
0
7
100
1
50
Bireysel fikri (B)
5
45
9
56
9
82
Grubun fikri (T)
6
55
7
44
2
18
Üzüntü (T)
6
21
3
16
6
9
Mutluluk (B)
23
79
16
84
59
91
Geniş aile (T)
12
75
0
0
0
0
Çekirdek aile (B)
4
25
5
100
11
100
Toplam Bireycilik
108
65
62
53
128
82
Toplam Toplulukçuluk
59
35
55
47
29
18
Çizelge 1’deki genel toplam veriler incelendiğinde, Caillou, bireyci kültür
oranı %82 ile en yüksektir. Türkiye yapımı çizgi film %65’lik oranla ikinci sırada
100
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
yer alırken Rusya yapımı çizgi film %53’lük oranla üçüncü sırada yer almıştır. Bu
sonuca göre Rusya yapımı çizgi film toplulukçu kültür boyutunda %47’ lik oranla
birinci sırada iken Türkiye %35’ lik oranla ikinci sırada Kanada ise %18’ lik oranla
sonuncu sırada yer almıştır.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 1’de verilmiştir.
Çizelge 1’deki verilere dayanılarak Şekil 1 oluşturulmuştur. Toplam bireycilik ve
toplam boyutçuluk yüzdelikleri alınarak 0-100 arası doğruya yerleştirilmiştir. Her
kültürel boyut için aynı metot kullanılarak şekiller oluşturulmuştur.
Şekilde görüldüğü gibi bütün çizgi filmlerin konumu bireyciliğe daha
yakınken Caillou’nun konumu bireyciliğe en yakındır. Rusya yapımı çizgi film ’in
konumu ise bireycilik boyutundan en uzaktır.
Şekil 1 Çizgi Filmlerdeki Bireycilik-Toplulukçuluk Boyut Dağılımı
“Ben” cümle kullanımı veya “biz” cümle kullanımı ile ilgili veriler genel
sıralama ile uyumludur. Bu kodlama açısından değerlendirildiğinde Kanada yapımı
çizgi film yine %71 ile birinci sırada yer almaktadır. İkinci sırada ise %69 ile Türkiye
yapımı çizgi film gelmektedir. Rusya yapımı çizgi filmler ise %46 ile üçüncü surada
yer almaktadır.
Çizelge 1’deki utanç duygusu karakterlerin kendi hatalarını başkalarından
saklama, suçluluk duygusu ise karakterlerin hatalarını itiraf etmeleri olarak
kodlanmıştır. Rusya yapımı çizgi filmde beş bölüm boyunca çocuk karakterlerin 7
kere kendi hatalarını başkalarından sakladıkları görülmüştür. Suçluluk duygusuna ise
rastlanmamıştır. Kanada ve Türkiye yapımı çizgi filmde utanç duygusu birer kere
görülmüştür. Frekans değerleri az çıktığı için hesaplamalara dâhil edilmemiştir.
Bireysel fikir bildirme veya grup fikri ile ilgili veriler genel sıralama ile
uyumludur. Bu kodlama açısından değerlendirildiğinde Kanada yine %82 ile ilk
sırada yer almaktadır. İkinci sırada ise %65 ile Türkiye yapımı çizgi film
gelmektedir. Rusya yapımı çizgi filmler ise %53 ile üçüncü sırada yer almaktadır.
Mutluluk ve üzüntü ile ilgili hisleri dışa vurma boyutunda veriler genel
sıralama ile farklılık göstermektedir. Bu kodlama açısından değerlendirildiğinde,
Kanada %91 ile ilk sırada yer almaktadır. İkinci sırada ise %84 ile Rusya yapımı
çizgi film gelmektedir. Türkiye yapımı çizgi filmler ise %79 ile üçüncü sırada yer
101
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
almaktadır. Bu sonuca göre Kanada yapımı çizgi filmde mutluluğun dışa vurulması
birinci sırada yer alırken %9 oranında da üzüntüyü en az dışa vuran ülke olduğunu
görmekteyiz.
Geniş aile fertleri ile çekirdek aile fertlerinin görünme sıklığı mekâna bağlı
olarak sahne bağlamında değerlendirilmiştir. Örnek olarak bir parkta çekilen
karelerde nine-dedenin birkaç defa görünmesine rağmen frekans bir olarak olarak
kabul edilmiştir. Yani bir sahnede dede-nine görünmüşse o sahne değişmediği sürece
o sahne geniş aile kategorisi için tek bir frekans sayılmıştır. Çekirdek ailenin
görünme sıklığı için anne-babanın sahnede yer alıp almadığına bakılmıştır. Bu
yöntemle yapılan sayımlarda Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde geniş aile
fertleri hiç gözükmezken Türkiye yapımı çizgi filmde 12 sahnede nine ve dede
görülmüştür.
Hofstede’ın yaptığı çalışmaların sonuçlarına göre Kanada 76 ülke arasında
bireyci kültürel boyutta 4-6’ ıncı sırada; Rusya 39-40’ıncı sırada Türkiye ise 43’ üncü
sıradadır.
Bu çalışmanın sonucu Hofstede’ın bireyci-toplulukçu kültürel boyutuyla
Rusya ve Türkiye aynı sırada değildir.
Hofstede’a göre bu sonuçlar tek başına bir anlam ifade etmemektedirler.
Anlam kazanması için diğer ülkelerin kültürleriyle karşılaştırılmalıdır. Bu bulguların
sonucunda Caillou adlı Kanada yapımı çizgi film bireyci kültür boyutunda diğer iki
çizgi filme göre daha yüksek orana sahiptir. İkinci sırada Türkiye yapımı çizgi film
Can, son olarak da Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelkayer almaktadır.
Toplulukçu kültürel boyutu en çok yansıtan çizgi film ise Rusya yapımı çizgi film
Belka ve Strelka’dır; ikinci sırada Can, son olarak da Caillou yer almaktadır.
3.2. Yüksek Bağlam – Düşük Bağlam Boyutunda Elde Edilen Bulgular ve
Yorum
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen / yer alan yüksek
veya düşük bağlamlı kültürlere özgü mesajların sayımı yapılmış, bu şekilde elde
edilen veriler Çizelge 2’de gösterilmiştir.
102
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
Çizelge 2 Çizgi Filmlerdeki Yüksek-Düşük Bağlam Boyut Dağılımı
Can
Belka ve Strelka
Caillou
Kod
f
%
f
%
f
%
Hayır (D)
3
33
2
0
9
82
Evet (Y)
6
67
0
0
2
18
Açık ve net (D)
15
58
7
37
27
100
İmalı ve katmanlı (Y)
11
42
12
63
0
0
Hoşgörü (D)
0
0
0
0
4
0
Dışlama (Y)
0
0
3
0
0
0
Belirgin beden dili (Y)
16
100
17
89
12
67
Kısıtlı beden dili (D)
0
0
2
11
6
33
Toplam Düşük bağlam
18
35
11
26
46
77
Toplam Yüksek bağlam
33
65
32
74
14
23
Çizelge 2’deki genel toplam veriler incelendiğinde, Caillou, düşük bağlamlı
kültür oranı %77 ile en yüksektir. Türkiye yapımı çizgi film %35’lik oranla ikinci
sırada yer alırken Rusya yapımı çizgi film %26’lık oranla üçüncü sırada yer almıştır.
Bu sonuca göre Rusya yapımı çizgi film yüksek bağlamlı kültür boyutunda %74’lük
oranla birinci sırada iken Türkiye %65’lük oranla ikinci sırada Kanada ise %23’lik
oranla sonuncu sırada yer almıştır.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 2’de verilmiştir.
Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi film konumu düşük bağlama daha
yakınken Türkiye konumu yüksek bağlama daha yakındır. Rusya yapımı çizgi film
‘in konumu ise yüksek bağlama diğer çizgi filmlere en yakındır.
Şekil 2 Çizgi Filmlerdeki Yüksek-Düşük Bağlam Boyut Dağılımı
Çizelge 2’de karakterlerin zıt görüşleri dolaysız bildirme sıklığı tabloda
“hayır” kısa koduyla gösterilirken, karakterlerin zıt görüşleri dolaylı bildirme sıklığı
“evet” kısa koduyla gösterilmiştir. Karakterin zıt görüşü dolaylı bildirme sıklığında
Türkiye %67’lik oranla birinci sırada yer alırken, Kanada %18’lik oranla ikinci
103
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
sırada, Rusya ise sonuncu sırada yer almış ve bir örneğe rastlanmamıştır. Bu kodun
sonuçları genel toplamla farklılık arz etmektedir.
Karakterlerin mesajlarının açık ve net olması sıklığının ölçümünde Kanada
%100’ lük oranla birinci sırada yer alırken Türkiye %58’lik oranla ikinci sıradadır.
Rusya %37’lik oranla son sırada bulunmaktadır. Bu kodların sonuçları
değerlendirildiğinde genel toplam açısından aynı olduğu gözükmektedir. Bu
sonuçlara göre imalı ve katmanlı iletişim tarzına %63’lük oranla Rusya yapımı çizgi
filmde en yüksek değerde rastlanmıştır. Bu kod değerlendirilirken sayımı sahne
bazında yapılmıştır. Eğer bir sahnede iletişimde imalı ve katmanlı sözcük ve
cümlelere hiç rastlanmamışsa bu iletişim açık ve net olarak değerlendirilmiştir. Diğer
taraftan bir sözcük ya da cümle imalı ya da katmanlı olarak kullanılmışsa bu
sahnedeki iletişim imalı ve katmanlı olarak değerlendirilmiştir.
Karakterlerin grup dışındakilere hoşgörülü davranma sıklığı açısından Kanada
yapımı çizgi filmde 4 örneğe rastlanmışken Türkiye ve Rusya yapımı çizgi filmlerde
bu kod ile ilgili örneğe rastlanmamıştır. Karakterlerin grup dışındakilere hoşgörüsüz
olarak davranması üzerine Rusya yapımı çizgi filmde 4 örneğe rastlanılmışken
Türkiye ve Kanada yapımı çizgi filmlerde hoşgörüsüz ve dışlayıcı davranışlara
rastlanmamıştır. Frekans değerleri yeterli seviyeye ulaşmadığı için bu kod
değerlendirilmemiştir.
Karakterlerin belirgin beden dilini kullanımı ve kısıtlı beden dili kullanımı
sıklığının ölçümünde genel toplamdan farklı olduğu hesaplanmıştır. Türkiye %100’
lük oranla birinci sırada yer alırken Rusya %89’luk oranla ikinci sıradadır. Kanada
ise %68’lik oranla son sırada yer almıştır. Daha yaygın olarak belirgin beden dili
kullanımın Türkiye yapımı çizgi filmde görüldüğü saptamış bunu ikinci sırada Rusya
ve son olarak Kanada takip etmiştir.
Sonuçlara bakıldığında Caillou adlı çizgi film en düşük bağlamlı kültürü
yansıtmaktadır. Öte yandan Can ile Belka ve Strelka da daha çok toplulukçu kültürü
yansıtmaktadır. Hofstede’a göre toplulukçu kültürlerde bireyci kültürlere göre
yüksek bağlamlı iletişim daha yaygındır (Hofstede, 2010)13. Bu araştırmada Rusya
yapımı çizgi filmde yüksek bağlamlı iletişimin Kanada ve Türkiye yapımı çizgi
filmlere göre daha yaygın olduğu saptanmıştır. Bireycilik-toplulukçuluk kültürel
kategorilerin sonuçlarına göre en toplulukçu kültürü yansıtan Rusya yapımı çizgi
film aynı zamanda en yüksek bağlamlı iletişime sahiptir. Elde edilen bu sonuçlar
Hofstede’ın yaptığı çalışmaların neticeleriyle uyumlu olduğu görülmüştür. Ancak
13
Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the
Mind. McGraw-Hillbooks.
104
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye yapımı çizgi film zıt görüşü dolaylı bildirme ve
belirgin beden dili kullanımı boyutu açısından Rusya’dan önde yer almaktadır.
Dış ve iç grupların arasındaki ayrımlar en çok Rusya yapımı yapımı çizgi
filmde görülmüştür. Bu çizgi filmde antagonist karakterlerin varlığı söz konusuyken,
Kanada ve Türkiye yapımı çizgi filmlerin izlenilen bölümlerinde bu tür dış
karakterlere rastlanılmamıştır.
3.3. Dolaylı - Dolaysız Olumsuz Geribildirim Boyutunda Elde Edilen
Bulgular ve Yorum
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen dolaylı-dolaysız
geribildirimlerin sayım yapılmış, bu şekilde elde edilen veriler Çizelge 3’te
gösterilmiştir.
Çizelge 3 Çizgi Filmlerdeki Dolaylı-Dolaysız Olumsuz Geribildirim Boyut
Dağılımı
Can
Belka ve Strelka
Caillou
f
%
f
%
f
%
Dolaysız olumsuz geribildirim
0
0
6
100
0
0
Dolaylı olumsuz geribildirim
3
100
0
0
1
100
Kod
Çizelge 3’te görüldüğü gibi Türkiye ve Kanada yapımı çizgi filmlerin izlenen
bölümlerinde dolaysız olumsuz geribildirime rastlanmamıştır. Rusya yapımı çizgi
filmlerin izlenen olumsuz geribildirime rastlanmamıştır. Türkiye yapımı çizgi
filmlerde 3, Kanada yapımı çizgi filmlerde 1 kez dolaylı olumsuz geribildirim tespit
edilmiştir.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 3’te verilmiştir.
Şekilde görüldüğü gibi bu boyutta Kanada ve Türkiye yapımı çizgi filmler hemen
hemen aynı konumda yer alırken Rusya yapımı çizgi film bu boyutun diğer ucunda
yer almaktadır.
ğılımı
Şekil 3 Çizgi Filmlerdeki Dolaylı-Dolaysız Olumsuz Geribildirim Boyut Da-
105
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Hall ve Hofstede’a göre yüksek bağlamlı kültürler imalı ve katmanlı iletişimi
benimserlerken, düşük bağlamlı kültürler açık ve net iletişimi benimsemektedirler
(Hall, 1976; Hofstede, 2010). Bundan yola çıkarak yüksek bağlamlı kültürlerde
olumsuz geribildirimle karşıdakini incitmemek adına diplomatik bir dil kullanılması
beklenirken düşük bağlamlı kültürlerde açık ve net bir dil kullanılması beklenir.
Fakat Meyer’ın yaptığı çalışmaların sonuçlarına göre bu beklenti her zaman
karşılanmamaktadır (Meyer, 2014)14. Rusya da bu istisnanın içindedir. Yani Rus
kültürü yüksek bağlamlı kültür olmasına, imalı ve katmanlı iletişimi benimsemesine
rağmen olumsuz geribildirimi dolaysız ve açık verilmektedir. Bu boyutta Rusya
yapımı filmler konusunda elde edilen bulgular, Meyer’in görüşlerini destekler
niteliktedir. Bununla birlikte frekans sayısının çok az olması nedeniyle daha ileri
yorumlar yapma olanağı bulunmamaktadır.
3.4. Dar Güç Aralığı – Geniş Güç Aralığı Boyutundan Elde Edilen Bulgular
ve Yorum
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen mesajların dar ya da
geniş güç aralığı içermesi açısından sayımı yapılmış, böylece güç aralığı boyutunda
elde edilen veriler Çizelge 4’de gösterilmiştir.
Çizelge 4 Çizgi Filmlerdeki Dar Güç Aralığı – Geniş Güç Aralığı Boyut
Dağılımı
Can
Kod
Belka ve Strelka
Caillou
f
%
f
%
f
%
Büyüklere farklı statüde davranma (G)
10
67
5
63
0
0
Büyüklere eşit statüde davranma (D)
5
33
3
38
27
100
İtiraz (D)
5
24
6
50
5
100
Kabul (G)
16
76
6
50
0
0
Küçüklere eşit statüde davranma (D)
4
17
1
8
25
93
Küçüklere farklı statüde davranma (G)
20
83
11
92
2
7
Kendi inisiyatifi (D)
6
40
2
29
15
58
Başkasının inisiyatifi (G)
9
60
5
71
11
42
Toplam Dar Güç Aralığı
20
27
12
31
72
85
Toplam Geniş Güç Aralığı
55
73
27
69
13
15
14
Meyer, E. (2015). The Culture Map: Küresel Ticaretin Görünmez Sınırlarını Aşmak (P. Şengözer,
Çev.). İstanbul: Türk Hava Yolları Yayınları. (2014).
106
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
Çizelge 4’te görüldüğü gibi dar veya geniş güç aralığı içeren toplam frekans
ve oranlar karşılaştırıldığında, Kanada yapımı çizgi filmlerde güç aralığının daha dar
olduğu (%85) görülmektedir. Bunu sırasıyla Rusya (%31) ve Türkiye (%27) yapımı
çizgi filmler izlemektedir. Buna karşın Türkiye yapımı çizgi filmlerde güç
mesafesinin en geniş olduğu (%85) bunu sırasıyla Rusya (%69) ve Kanada (%15)
yapımı çizgi filmlerin izlediği görülmektedir.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 4’te verilmiştir.
Şekil 4’de görüldüğü gibi Türkiye ve Rusya yapımı çizgi filmler güç aralığı
boyutunun geniş olan tarafında, Kanada yapımı çizgi filmler ise bu boyutun dar olan
tarafında yer almaktadır.
Şekil 4 Çizgi Filmlerdeki Dar Güç Aralığı – Geniş Güç Aralığı Boyut Dağılımı
Her bir kodla ilgili veriler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, karakterlerin
kendinden büyüklere eşit statüde davranması sıklığının sıralamasının genel toplamla
aynı olduğu görülmektedir. Kanada dar güç aralığı boyutunda %100 oranla birinci
sırada yer alırken Rusya %38 oranla ikinci sırada Türkiye %33 oranla sonuncu sırada
yer almaktadır.
Karakterlerin başkalarının fikirlerini sorgulaması ve karşı çıkması çizelgede
“itiraz” olarak, başkalarının fikirlerini sorgulamadan kabul etmesi ise “kabul” olarak
kısaltılmıştır. Bu kodların sayımından elde edilen sonuçlar genel toplam verileriyle
uygunluk arz etmektedir. Kanada itiraz etme kod sayımında %100 oranla birinci
sırada yer alırken Rusya %50 oranla ikinci sırada, Türkiye ise %24 oran ile son sırada
yer almaktadır.
Üçüncü kod olarak karakterlerin kendinden küçüklere eşit ya da farklı statüde
davranması sıklığına bakılmıştır. Çıkan değerler genel toplamdan farklı olarak ortaya
çıkmıştır. Küçüklere farklı statüde davranma sıklığı sayımında Rusya (%92) birinci
sırada yer alırken Türkiye (%83) ikinci sırada, Kanada ise (%7) son sırada yer
almaktadır.
Karakterlerin kendi inisiyatifleri doğrultusunda davranması sıklığı Çizelge
4’te “kendi inisiyatifi” olarak, karakterlerin başkalarının inisiyatifleri doğrultusunda
davranması sıklığı ise “başkalarının inisiyatifi” olarak kısaltılmıştır. Elde edilen
veriler genel sıralama ile uyumluluk göstermemektedir. Başkalarının inisiyatifi
doğrultusunda hareket etme sıklığının ölçümünde Rusya %71 oranla birinci sırada
107
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
yer alırken, Türkiye (%60) ikinci sırada, Kanada ise %42 oranla son sırada yer
almaktadır.
Hofstede’ın çalışmalarının sonuçlarına göre değerlendirildiğinde 76 ülke
içinde geniş güç aralığı boyutunda Rusya 6. sırada, Türkiye 32-33’üncü sırada
Kanada ise 62’nci sırada yer almaktadır (Hofstede 2010)15. Bu araştırmada çıkan
sonuçlara göre ise Kanada yapımı çizgi film Hofstede’ın bulgularıyla uyumluluk
gösterirken Rusya ve Türkiye farklılık arz etmektedir. Caillou adlı çizgi filmde
büyükler küçüklere, küçükler büyüklere genellikle eşit statüde davranmaktadırlar.
Büyük karakterler küçüklere hitap ederlerken genelde ismiyle hitap edilmekte ve
küçültücü sıfatlar kullanılmamaktadır. Can adlı çizgi filmde ise büyükler küçüklere
şefkat ve sevgiyle yaklaşmakta ve “oğulcuğum, küçük bey” gibi küçültücü lakaplar
kullanmaktadır. Belka ve Strelka adlı çizi filmde ise büyükler küçüklere şefkat ve
sevgiden ziyade otoriter ve üstünlük gösterici hitaplar kullanmaktadır. Türkiye ve
Rusya yapımı çizgi filmlerde çocuk karakterlerden itaatkâr, saygılı ve disiplinli
davranmaları beklenirken Kanada yapımı çizgi filmde inisiyatif almaları ve bağımsız
davranmaları beklenmektedir. Hofstede’a göre geniş güç aralığı kültürüne sahip
toplumlarda çocukların ebeveynlerine karşı itaatkâr olmaları beklenirken, bağımsız
davranmalarına ve itiraz etmelerine hoş bakılmamaktadır. Bu tür toplumlarda
büyüklere karşı özel saygıyla davranılmakta ve yetişkinlikte dahi onlara karşı
bağımlılık sürdürmektedirler. Dar güç aralıklı toplumlarda çocuklara eşit statüde
davranılmakta çok nadiren büyüklere özel saygı gösterilmekte ve itaat edilmektedir.
Küçük yaşlardan itibaren “hayır” demeyi ve itiraz etmeyi öğrenmektedirler. Bu
davranış biçimleri izlenilen çizgi filmlerde belirgin şekilde görülmüştür. Fakat
Hofstede’ın çalışmalarının sonuçlarından farklı olarak Türkiye yapımı çizgi film
Rusya yapımı çizgi filmden daha çok geniş güç aralığı boyutunu yansıtmaktadır.
3.5. Erkeksilik-Kadınsılık Kültürel Boyutundan Elde Edilen Bulgular ve
Yorum
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen erkeksilik-kadınsılık
kültürel boyutuna özgü mesajların sayımı yapılmış, bu şekilde elde edilen veriler
Çizelge 5’de gösterilmiştir.
15
Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the
Mind. McGraw-Hillbooks.
108
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
Çizelge 5 Çizgi Filmlerdeki Erkeksilik-Kadınsılık Boyut Dağılımı
Can
Kod
Belka ve Strelka
Caillou
f
%
f
%
f
%
Uygun cinsiyet rol €
18
100
7
37
6
46
Uygun olmayan cinsiyet rol (K)
0
0
12
63
7
54
Rekabetçi €
0
0
0
0
14
74
Yardımlaşma ve işbirliği (K)
11
100
13
100
5
26
Toplam Erkeksilik
18
62
7
22
20
62,5
Toplam Kadınsılık
11
38
25
78
12
37,5
Çizelge 5’teki veriler incelendiğinde, Türkiye ve Kanada daha çok erkeksi
kültürel boyutta iken Rusya kadınsı kültürel boyuttadır. Rusya yapımı çizgi film
kadınsı kültürü en çok yansıtan çizgi filmidir (%78). Türkiye %38 oranla ikinci
sırada, Kanada %37.5 oranla son sırada yer almaktadır. Buna karşın Kanada (%62,5)
ile Türkiye (%62) yapımı çizgi filmler küçük farkla en erkeksi olduğu tespit
edilmiştir. Rusya yapımı çizgi film ise %22 oranla erkeksilik boyutunda son sırada
yer almaktadır.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 5’te verilmiştir.
Şekilde görüldüğü gibi Türkiye ve Kanada yapımı çizgi filmler erkeksi kültürel boyut
tarafında iken Rusya yapımı çizgi film ise bu boyutun kadınsı olan tarafında yer
almaktadır.
Şekil 5 Çizgi Filmlerdeki Erkeksilik – Kadınsılık Boyut Dağılımı
Karakterlerin geleneksel toplumun cinsiyet rollerine uygun davranışının
sıklığının ölçümü çizelgede “uygun cinsiyet rol” olarak kısaltılmıştır. Karakterlerin
geleneksel toplumun cinsiyet rollerine uygun olmayan davranışının sıklığının
ölçümü ise çizelgede “uygun olmayan cinsiyet rol” olarak kısaltılmıştır. Uygun
cinsiyet rol boyutunda Türkiye %100 oranla birinci sırada yer alırken Kanada %46
oranla ikinci sıradadır. Rusya ise %37 oranla sonuncu sırada yer almaktadır. Bu
boyutta çıkan verilerin sonuçlar toplam sıralama değerleriyle aynı düzeydedir.
109
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Çizelge 5’te karakterlerin rekabetçi davranışlarının sıklığının ölçümü
“rekabetçi” olarak kısaltılırken karakterlerin işbirliğine ve yardımlaşmaya dayalı
davranışlarının sıklığı “yardımlaşma ve işbirliği” olarak kısaltılmıştır. Rusya ve
Türkiye yapımı çizgi filmlerde rekabetçi davranış örneklerine hiç rastlanmamışken
Kanada yapımı çizgi filmde %74 oranında çıkmıştır. Yardımlaşma ve işbirliği boyutu
açısından Türkiye ve Rusya %100 oranla aynı seviyede çıkmışken Kanada %26
oranında ölçülmüştür. Elde edilen verilere göre genel sıralama sonuçlarına göre
Rusya ve Türkiye farklılık göstermiştir.
Hofstede’ın yaptığı çalışmaların bulgularına göre 76 ülke içinde erkeksilik
kültürel boyutta Kanada 34-36’ıncı sıralardayken Türkiye 43-45’inci sırada yer
almakta, Rusya ise 64’üncü sırada yer almaktadır. Kadınsılık kültüre sahip
toplumlarda kadın ve erkekler hassas, duyarlı ve ilişki odaklıdırlar. Bu toplumlardaki
ailelerde hem anne hem baba duygu ve hislerle ilgilenmektedirler. Erkek ve kız
çocuklar eğlenmek için oyun oynarlar. Erkeksilik kültüre sahip toplumlarda ise
erkeklerin iddialı, hırslı ve çetin olması beklenirken kadınların ise hassas, duyarlı ve
ilişki odaklı olmaları beklenmektedir. Bu kültüre sahip ailelerde erkekler somut
olgularla ilgileniyorken kadınlar duygularla ilgilenir. Erkek çocuklar yarışmak için
uyun oynarlarken kızlar ise eğlenmek ve birlikte zaman geçirmek için oyun oynarlar
(Hofstede ve diğerleri, 2010)16.
Can adlı çizgi filmde anne-baba rolü geleneksel toplum cinsiyet rolüne
sahiptir. Anne evde ev işleri ve çocuk bakımı ile ilgilenirken baba ise iş yapar ve para
kazanır. Anne duygularla ilgilenirken baba somut olgularla ilgilenmektedir. Caillou
adlı çizgi filmde anne beş bölüm boyunca çocuklarla ilgilenmiş baba ise tamir
işleriyle uğraşmış ve işe gitmiştir. Belka ve Strelka adlı çizgi filmde baba, anneden
daha sert bir yapıya sahiptir. Fakat diğer iki filmden farklı olarak anne de işe
gitmiştir. Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmlerin benzer tarafları her ikisinde de
rekabetçi davranışlara rastlanmazken yardımlaşma ve işbirliği %100 oran ile
ölçülmüştür.
3.6. Yüksek-Düşük Derecede Belirsizlikten Kaçınma Boyutundan Elde
Edilen Bulgular ve Yorum
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen yüksek-düşük
derecede belirsizlikten kaçınma kültürel boyutuna özgü mesajların sayımı yapılmış,
bu şekilde elde edilen veriler Çizelge 6’de gösterilmiştir.
16
Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the
Mind. McGraw-Hillbooks.
110
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
Çizelge 6: Çizgi Filmlerdeki Yüksek-Düşük Derecede Belirsizlikten Kaçınma
Boyut Dağılımı
Can
Belka ve Strelka
%
f
%
Caillou
Kod
f
f
%
Olumsuz durumlar (Y)
2
0
Olumlu durumlar (D)
1
5
Kaygıyı bastırma (D)
2
1
Kaygıyı dışa vurma (Y)
1
1
Hazır bilgi (Y)
1
3
Deneme yanılma (D)
0
5
Bilmiyorum (D)
1
1
Her şeyi biliyorum (Y)
1
0
6
Kural var (Y)
2
5
3
Kural yok (D)
1
0
10
Toplam Yüksek Derece
7
58
28
93
13
37
Toplam Düşük Derece
5
42
2
7
22
63
Çizelge 6’da görüldüğü gibi yüksek-düşük derecede belirsizlikten kaçınma
kültürel boyut dağılımı içeren toplam frekans ve oranlar karşılaştırıldığında, Rusya
%93 oranında birinci sırada yer alırken Türkiye %58 oranla ikinci sırada, Kanada ise
%37 oranında son sırada yer almıştır. Buna karşın Kanada yapımı çizgi film (%63)
düşük derecede belirsizlikten kaçınan kültürü en çok yansıtan çizgi filmdir. Türkiye
yapımı çizgi film ise %42 oranla düşük derecede belirsizlikten kaçınan kültürü temsil
ederken, Rusya yapımı çizgi film en düşük oranla %2 düşük derecede belirsizlikten
kaçınma kültürel boyutta son sırada yer almaktadır.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 6’da verilmiştir.
Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi film düşük belirsizlikten kaçınan
kültürel boyut tarafında iken, Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmler ise bu boyutun
karşı olan tarafında yer almaktadır.
111
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Şekil 6 Çizgi Filmlerdeki Yüksek – Düşük Derecede Belirsizlikten Kaçınma
Boyut Dağılımı
Karakterlerin evin dışında iken olumsuz durumlar ve karakterlerle
karşılaşmalarının sıklığı “olumsuz durumlar” olarak olumlu durumlar ve
karakterlerle karşılaşmalarının sıklığı ise “olumlu durumlar” olarak kısaltılmıştır.
Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmlerde evin dışında iken olumlu durumlar ve
karakterle karşılaşma birer defa ölçülürken Kanada yapımı çizgi filmde beş defa
ölçülmüştür. Olumsuz durum ve karakterlerle karşılaşma ise Türkiye ve Rusya
yapımı filmde ikişer defa rastlanırken Caillou’da rastlanılmamıştır. Bu kodun
ölçülmesinde yeterli frekansa ulaşılamadığı için yüzdelik oran hesaplanamamıştır.
Çizelge 6’da karakterlerin asabiyet, kızgınlık ve kaygılarını kontrol etmesi
veya bastırması sıklığı “kaygıyı bastırma” olarak kısaltılmışken, dışa vurma sıklığı
ise “kaygıyı dışa vurma” olarak kısaltılmıştır. Kanada ve Türkiye yapımı çizgi filmde
kaygıyı dışa vurma birer defa ölçülmüşken Rusya yapımı çizgi filmde 21 defa
ölçülmüştür. Bu kodun ölçülmesinde yeterli frekansa ulaşılamadığı için yüzdelik
oran hesaplanamamıştır.
Karakterlerin bir şey öğrenirken hazır bilgiyi alarak öğrenmesi sıklığı Çizelge
6’da “hazır bilgi” olarak, yanılma yoluyla öğrenmesi sıklığı ise “deneme-yanılma”
olarak kısaltılmıştır. Hazır bilgi ölçümüne göre Caillou adlı çizgi filmde üç örneğe
rastlanmışken Can adlı çizgi filmde bir adet, Belka ve Strelka’da ise uygun örneğe
rastlanmamıştır. Deneme-yanılma yoluyla öğrenme biçiminde Caillou adlı çizgi
filmde beş örnek, Belka ve Strelka’da bir örneğe rastlanmışken Can adlı çizgi filmde
rastlanmamıştır. Yeterli frekansa ulaşılamadığı için yüzdelik hesaplanmamıştır.
Yetişkin karakterlerin çocuk karakterlerin sorularına cevap verememesinin
sıklığı Çizelge 6’da bilmiyorum olarak kısaltılmıştır. Yetişkin karakterlerin çocuk
karakterlerin sorularına cevap vermesinin sıklığı ise “her şeyi biliyorum” olarak
kısaltılmıştır. Her şeyi biliyorum kod sayımında Can adlı çizgi filmde ve Caillou adlı
filmde birer örneğe rastlanmışken, Belka ve Strelka çizgi filminde ise
rastlanmamıştır. Bu kod yeterli frekansa ulaşmadığı için yüzdelik olarak
hesaplanmamıştır.
Kuralların öğretilmesi ve hatırlatılmasının sıklığı Çizelge 6’da “kural var”
olarak, kuralların yer almaması ise “kural yok” olarak kısaltılmıştır. Belka ve Strelka
112
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
%100 oranla kural var boyutunda birinci sırada yer almıştır. Can %67 oranla ikinci
sırada ve Caillou ise %23 oranla son sırada yer almıştır. Bu kodun ölçümüyle elde
edilen sonuçlar genel toplam sıralamasına göre uyum arz etmektedir. Şekil 6’da
görüldüğü üzere Caillou düşük derecede belirsizlikten kaçınma boyutuna en yakın
konumdayken Can orta taraflarda, Belka ve Strelka ise diğer uç taraftadır.
Hofstede’ın bulgularına göre yüksek belirsizlikten kaçınan kültür boyutunda
76 ülke içinde Rusya sekizinci sırada, Türkiye 23-25’inci sırada Kanada ise 6263’üncü sırada bulunmaktadır. Bu kodun sayımından elde edilen sonuçlar
Hofstede’ın çalışmalarıyla örtüşmektedir. Yüksek derecede belirsizlikten kaçınan
kültürlerde kaygı seviyesi, düşük derecede belirsizlikten kaçınan kültürlere göre daha
yüksek olduğu görülmektedir. Yüksek derecede belirsizlikten kaçınan kültürlerde
yeni şeylerin tehlikeli olduğu algılanırken diğerinde ise yeni şeyler ilgi çekici ve
fırsat olarak algılanmaktadır. Yüksek derecede belirsizlikten kaçınan kültürlerde aile
hayatı nesilden nesile geçen stresli bir hayattır. Hem çocukların hem ebeveynlerin
olumlu ve olumsuz duyguları gerekli zaman ve yerlerde dışarıya vurmaktadırlar.
Düşük derecede belirsizlikten kaçınan kültürlerde ise asabiyet ve duygular dışa
vurulmamalıdır. Aynı zamanda düşük kültürlerde kurallar az ve hafifken diğerinde
ise sıkı kurallar sistemi vardır. Yüksek derecede belirsizlikten kaçınan kültürlerde
büyüklerin her şeyi bilmesi beklenirken diğerinde böyle bir beklenti yoktur; çünkü
belirsiz durumlara karşı tolerans yüksektir (Hofstede ve diğerleri 2010)17.
Caillou adlı çizgi filmde karakterler sadece olumlu karakterlerle ve durumlarla
karşılaşırken Can ile Belka ve Strelka’da ki karakterler ise daha çok olumsuz
durumlar ve karakterlerle karşılaşmışlardır. Kaygının dışa vurulmasında en sık ölçüm
Belka ve Strelka adlı çizgi filmde gerçekleşmiştir. Bunun sebebi karakterlerin evin
dışında iken antagonist karakterlerle bol karşılaşmaları ve kuralların
bozulmasındandır. Bunun yanında bu çizgi film stresli ve heyecan dolu bir filmdir.
Can ve Caillou adlı film ise genel olarak sakin bir yapıya sahiptir.
3.7. Uzun ve Kısa Yönelim Boyutundan Elde Edilen Bulgular ve Yorum
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen uzun ve kısa yönelim
boyutuna özgü mesajların sayımı yapılmış ve elde edilen veriler Çizelge 7’de
gösterilmiştir.
17
Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the
Mind. McGraw-Hillbooks.
113
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Çizelge 7 Çizgi Filmlerdeki Uzun-Kısa Yönelim Boyut Dağılımı
Can
Belka ve Strelka
%
f
%
Caillou
Kod
f
f
%
Çaba (U)
0
1
0
Şans (K)
0
0
0
Savurganlık (K)
0
0
0
Tutumluluk ve tasarruf (U)
2
0
0
Sebat (U)
1
5
1
Kolay vazgeçme (K)
0
0
0
Eğlendirici hediye (K)
1
0
2
Eğitici hediye (U)
1
0
1
Toplam Uzun Yönelim
4
80
6
100
2
50
Toplam Kısa Yönelim
1
20
0
0
2
50
Çizelge 7’deki genel toplam veriler incelendiğinde, Belka ve Strelka uzun
yönelim kültürel boyutta %100 oranla birinci sırada yer alırken Can %80 oranla
ikinci sırada, Caillou ise %50 oranla son sırada yer almaktadır. Buna karşın kısa
yönelim kültürel boyutta Caillou %50 oranla birinci sırada iken Can %20 oranla
ikinci sıradadır. Belka ve Strelka adlı çizgi filmin ise kısa yönelimli kültürü temsil
etmediği tespit edilmiştir.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 7’de verilmiştir.
Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi film uzun-kısa yönelim kültürel boyut
çizgisinin tam ortasında yer alırken Türkiye yapımı çizgi film uzun yönelim kültürel
boyutta yer almaktadır. Rusya yapımı çizgi filmin konumu ise uzun yönelim kültürel
boyutunun en baş tarafındadır.
Şekil 7 Çizgi Filmlerdeki Uzun – Kısa Yönelim Boyut Dağılımı
Karakterlerin başarıyı kendi çabası ile ilişkilendirmesinin sıklığı Çizelge 7’de
“çaba” olarak, başarıyı şans ile ilişkilendirmesinin sıklığı ise “şans” olarak
kısaltılmıştır. Karakterlerin başarıyı çaba ile ilişkilendirmesinin örneğine Rusya
yapımı çizgi film Belka ve Strelka’da bir adet olarak rastlanmıştır. Diğer kodlar için
114
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
bir örneğe rastlanmamıştır. Frekans değerinin yeterli seviyede olmamasından dolayı
yüzdelik hesap yapılmamıştır.
Karakterlerin eski eşyaları atması ve yerine yenisini almasının sıklığı
“savurganlık” olarak, eski eşyaları tamir etmesi ve kullanmaya devam etmesi sıklığı
ise “tutumluluk ve tasarruf” olarak kısaltılmıştır. Can adlı çizgi filmde tutumluluk ve
tasarruf için iki örneğe rastlanmışken diğer filmlerde örneğe rastlanmamıştır. Frekans
değerinin yeterli seviyede olmamasından dolayı değerlendirmeye alınmamıştır.
Karakterlerin zorluklara dayanma ve zorlukları aşma sıklığı Çizelge 7’de
“sebat” olarak, zorluklara karşı pes etme sıklığı ise “kolay vazgeçme” olarak
kısaltılmıştır. Sebat boyutunda Belka ve Strelka adlı çizgi filmde beş adet örneğe
rastlanmışken Can ve Caillou adlı filmde birer adet örneğe rastlanmıştır. Kolay
vazgeçme örneğine ise izlenilen örneklem filmlerde rastlanılmamıştır. Yeterli
frekans sayısı elde edilemediği için yüzdelik hesaba katılmamıştır.
Karakterlere eğlendirici ve sevindirici hediye vermenin sıklığı Çizelge 7’de
“eğlendirici hediye” olarak, eğitici hediye vermenin sıklığı ise “eğitici hediye” olarak
kısaltılmıştır. Caillou adlı çizgi filmde eğlendirici ve sevindirici hediye verme
kodunda iki örneğe, Can için bir örneğe rastlanılmıştır. Can ve Caillou adlı filmde
eğitici hediye verme kodunda birer adet örneğe rastlanılmıştır. Belka ve Strelkada bir
örneğe rastlanılmamıştır.
Hofstede’ın bulgularına göre 93 ülke içinde uzun yönelimli kültürel boyut
dağılımında Rusya 10-11’inci, Türkiye 23-25’inci ve Kanada 62-63’üncü sıralarda
yer almaktadır. Bu çalışmanın sonuçları Hofstede’ın genel toplam sıralamasındaki
sonuçlarla uyum içindedir. Hofstede’ a göre kısa yönelim kültürlerinde harcamaya
karşı toplumsal baskı varken uzun yönelimli kültürlerde ise tutumluluk ve tasarruf
ön plandadır. Uzun yönelimli kültürlerde insanlar kendi başarılarını kendi çabaları
ile ilişkilendirirken kısa yönelimli kültürlerde şans ile ilişkilendirmektedirler. Kısa
yönelimli kültürlerde çabaların hızlı sonuçlar vermesi beklenirken uzun yönelimli
kültürde ise sebat ve devam eden çabanın yavaş yavaş sonuçlara ulaştırması
beklenmektedir. Uzun yönelimli kültürlerde çocuklar için hediye seçilirken daha çok
eğiticilik ön plandayken kısa yönelimde ise sevindirme ve eğlendirme ön plandadır
(Hofstede ve diğerleri, 2010)18. Bu kategorinin çoğu kodunda yeterli frekansa
ulaşılamadığı için kodlar ayrı ayrı değerlendirilmemiş ancak genel değerlendirme
Hofstede’ın sonuçlarıyla örtüşmektedir.
18
Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the
Mind. McGraw-Hillbooks.
115
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
3.8. Zevke Düşkünlük-Kendini Kısıtlama Boyutundan Elde Edilen
Bulgular ve Yorum
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen zevke düşkünlükkendini kısıtlama boyutuna özgü mesajların sayımı yapılmış ve elde edilen veriler
Çizelge 7’de gösterilmiştir.
ğılımı
Çizelge 8 Çizgi Filmlerdeki Zevke Düşkünlük-Kendini Kısıtlama Boyut DaCan
Belka ve Strelka
Caillou
Kod
f
%
f
%
f
%
Eğlenme ve arkadaşlar (Z)
2
18
2
13
10
59
Çalışma ya da iş yapma (K)
9
82
13
87
7
41
Çizelge 8’den elde edilen verilere göre Belka ve Strelka %87 oranla kendini
kısıtlayan kültürel boyutu yansıtmaktayken Can %82 oranla ikinci sırada Caillou ise
%41 oranla son sırada yer almaktadır. Buna karşın Caillou %59 oranla zevke düşkün
olan kültürü birinci sırada temsil ederken Can 18% oranla onu takip etmektedir.
Belka ve Strelka ise 13% oranla en düşük derece ile zevke düşkün kültürü
yansıtmaktadır.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 8’de verilmiştir.
Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi filmin konumu daha çok zevke
düşkünlük kültürel boyut tarafına yakın iken Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmlerin
konumları daha çok kendini kısıtlayan kültürel boyut tarafındadır.
Şekil 8 Çizgi Filmlerdeki Zevke Düşkünlük – Kendini Kısıtlama Boyut Dağılımı
Hofstede’a göre zevke düşkün kültürel boyutta 93 ülke içinde Kanada 1517’inci sırada Türkiye 37-38’inci sırada Rusya ise 77-80’inci sıradadır (Hofstede
2010). Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmdeki karakterler eğlencenin yanında bir
işle meşgul olmaktadırlar. Kanada yapımı çizgi filmde ise karakterler daha çok
arkadaşlarıyla zaman geçirmektedirler. Hofstede’a göre zevke düşkün kültürlerde
boş zaman kendin kısıtlayan kültüre göre daha önemlidir. Bu kodlardan elde edilen
sonuçlar Hofstede’ın buğularıyla birebir örtüşmektedirler.
116
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
3.9. Monokronik-Polikronik Boyuttan Elde Edilen Bulgular ve Yorum
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen monokronikpolikronik boyuta özgü mesajların sayımı yapılmış ve elde edilen veriler çizelge 9’da
gösterilmiştir.
Çizelge 9: Çizgi Filmlerdeki Monokronik-Polikronik Boyut Dağılımı
Can
Kod
Belka ve Strelka
Caillou
f
%
f
%
f
%
Bir iş yapma (M)
18
82
10
77
34
100
Birkaç iş yapma (P)
4
18
3
23
0
0
İşi tamamladıktan sonra (M)
10
38
3
15
31
91
İşi tamamlamadan (P)
16
62
17
85
3
9
Planlı (M)
Plansız (P)
2
7
22
78
2
7
22
78
5
1
83
17
İş önemli (M)
0
0
1
İlişki önemli (P)
Toplam Polikronik
Toplam Monokronik
1
28
30
3
30
15
3
7
71
48
52
67
33
9
91
Çizelge 9’daki genel toplam veriler incelendiğinde, monokronik-polikronik
boyut dağılımı açısından Caillou adlı çizgi film %91 oranla birinci sırada yer alırken
Can %52 oranla ikinci sıradadır. Belka ve Strelka ise %33 oranla son sırada yer
almaktadır. Buna karşın Belka ve Strelka %67 oranla polikronik kültürü en çok
yansıtan çizgi film iken Can bu kültürel boyutu daha düşük derece ile temsil
etmektedir. Caillou ise %9 oranla en düşük derece ile polikronik kültürü
yansıtmaktadır.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 9’da verilmiştir.
Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi filmin konumu en çok monokronik
kültürel boyut tarafındadır. Türkiye yapımı çizgi filmin konumu nerdeyse çizelgenin
ortasındadır fakat yine de daha çok polikronik tarafına yakındır. Rusya yapımı çizgi
film ise polikronik kültürel boyuta en yakındır.
Şekil 10: Çizgi Filmlerdeki Monokronik – Polikronik Boyut Dağılımı
117
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Karakterlerin bir zaman diliminde bir iş yapma sıklığı kodu Çizelge 9’da “bir
iş olarak bir zaman diliminde birkaç iş yapma sıklığı ise “birkaç iş” olarak
kısaltılmıştır. Caillou bir iş yapma kodunda %100 oranla birinci sırada yer alırken
Can %82 oranla ikinci sıradadır. Belka ve Strelka %77 oranla son sırada yer
almaktadır. Bu sonuçlar genel sıralama toplamı ile uyum sağlamaktadır.
Karakterlerin bir işi tamamladıktan sonra başka bir işe geçme sıklığı “işi
tamamladıktan sonra” olarak, bir işi tamamlamadan başka bir işe geçme sıklığı ise
“işi tamamladıktan sonra” olarak kısaltılmıştır. Caillou bir işi tamamladıktan sonra
kod sayısında %91 oranla birinci sırada yer alırken Can %38 oranla ikinci sıradadır.
Belka ve Strelka ise %15 oranla son sırada yer almaktadır. Bu sonuçlar genel
sıralama toplamı ile uyum sağlamaktadır.
Karakterlerin işlerinde plan olması sıklığı” planlı” olarak, plansızlık ve
belirsizlik durumu sıklığı ise “plansız” olarak kısaltılmıştır. Planlı kod sayımında
Caillou %83 oranla birinci sırada yer alırken Belka ve Strelka ile Can %22 oranla
ikinci sırada yer almaktadır. Bu kod sayımı Caillou için uyum sağlarken Can ile
Belka ve Strelka için farklılık göstermektedir.
Karakterlerin ilişkilerinden daha ziyade işine önem vermesi sıklığı “işe
yönelimli” olarak kısaltılmışken, işinden daha ziyade ilişkilerine önem vermesi
sıklığı “ilişki önemli” olarak kısaltılmıştır. İş önemli kod sayımında Caillou adlı çizgi
filmde bir örnek tespit edilirken Can ile Belka ve Strelka için bir örneğe
rastlanılmamıştır. İlişki önemli kod sayımınsa ise Caillou ile Belka ve Strelka adlı
çizgi filmde üçer örnek tespit edilmişken Can adlı çizgi filmde bir örneğe
rastlanılmıştır. Bu kodların sayımından çıkan sonuçların yeteri kadar frekans sayısı
vermediği için yüzdelik olarak hesaplanmamıştır.
Hall’a göre monokronik zaman algılaması eylemleri birbiri ardınca belirli
zaman dilimleri içinde gerçekleştirme eğilimini ifade ederken polikronik zaman
algılaması ise birçok eylemi verilen toplam zaman içinde bir arada gerçekleştirme
eylemini ifade etmektedir. Monokronik kültürler için zaman maddi bir değerdir. Bu
sebepten zaman planlanır ve bu plana uyulur. Aynı zamanda monokronik kültürler
için ilişkilerden ziyade iş önemlidir. Polikronik kültürler için planlanan işten ziyade
ilişki daha önemlidir (Hall, 1976).
Bu çalışmanın bulgularına göre Kanada yapımı çizgi film monokronik kültürü
en çok yansıtan filmdir. Caillou’daki karakterler beş bölüm boyunca sadece bir işi
bir zaman diliminde yapmaktadırlar; çoğu zaman bir işi tamamlamadan başka işlere
geçmemektedirler; aktiviteler önceden yapılmış plana göre ilerlemektedir. Boyutun
diğer ucunda bulunan Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka polikronik kültürü
118
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
en çok yansıtan çizgi filmdir. Belka ve Strelka filmindeki karakterler çoğu defa bir
zaman dilimi içinde birçok işi yapma eğilimindedirler; bir iş tamamlamadan başka
bir işe geçmektedirler; aktiviteler plansız bir şekilde ilerlemektedir. İlişkilere önem
vermektedirler. Can adlı film ise daha çok monokronik kültür boyutuna yakın iken
aynı zamanda polikronik kültürden de uzak değildir.
Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen 9 boyutlara özgü
mesajların sayımı yapılmış ve elde edilen veriler çizelge 10’da gösterilmiştir.
Çizelge 10: Çizgi Filmlerdeki Bütün Kategorilerin Toplam Dağılımı
Can
Belka ve Strelka
Caillou
Kategori
f
%
f
%
f
%
Bireycilik
108
65
62
53
128
82
Toplulukçuluk
59
35
55
47
29
18
Düşük Bağlam
18
35
11
26
46
77
Yüksek Bağlam
33
65
32
74
14
23
Dolaylı Olumsuz Geribildirim
3
100
0
0
1
100
Dolaysız Olumsuz Geribildirim
0
0
6
100
0
0
Dar Güç Aralığı
20
27
12
31
72
85
Geniş Güç Aralığı
55
73
27
69
13
15
Erkeksilik
18
62.00
7
22
20
62.50
Kadınsılık
11
38
25
78
12
37.50
Düşük Belirsizlikten Kaçınma
5
42
2
7
22
63
Yüksek Belirsizlikten Kaçınma
7
58
28
93
13
37
Kısa Yönelim
1
20
0
0
2
50
Uzun Yönelim
4
80
6
100
2
50
Zevke Düşkünlük
2
18
2
13
10
59
Kendini Kısıtlama
9
82
13
87
7
41
Monokronik
30
52
15
33
71
91
Polikronik
28
48
30
67
7
9
Çizelge 10’daki 9 kategorilerin genel toplam veriler incelendiğinde, Can adlı
çizgi film daha çok bireyci kültürü yansıtmaktadır ve %65 oranla bu boyutta ikinci
119
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
sırada yer almaktadır. Buna karşın Can %35 oranla toplulukçu kültürü yansıtmada
ikinci sırada yer almaktadır. Aynı zamanda daha yüksek bağlamlı kültürü %65 oranla
yansıtmakta ve diğer çizgi filmlere göre ikinci sırada yer almaktadır. Can, düşük
bağlamlı kültürü %35 oranla ikinci sırada yansıtmaktadır. Dolaylı olumsuz
geribildirim oranı %100 iken dolaysız olumsuz geribildirime bu çizgi filmde hiç
rastlanmamıştır. Türkiye yapımı çizgi film %73 oranla en çok geniş güç aralığı olan
kültürü yansıtan filmdir. Buna karşın Can en düşük derecede dar güç aralığı kültürü
yansıtmaktadır. Kadınsılık-erkeksilik kültürel boyutta Can, erkeksilik kültürel
boyutuna daha yakındır (%62) ve erkeksi kültürü diğer çizgi filmlerle
karşılaştırıldığında Caillou’den sonra ikinci sırada yer almaktadır. Buna karsın bu
çizgi film kadınsı kültürel boyutu büyük farkı ile Belka ve Strelka’dan sonra %38
oranla yansıtmaktadır. Can çizgi filmi %58 oranla daha çok yüksek derecede
belirsizlikten kaçınan kültürü yansıtmaktadır ve diğer çizgi filmlerle
karşılaştırıldığına ikinci sırada yer almaktadır. Buna karşın ise düşük derecede
belirsizlikten kaçınma kültürel boyutta %42 oranla Caillou’dan sonra yer almaktadır.
Can, uzun yönelimli kültürü %80 oranla ikinci sırada yansıtırken kısa yönelimli
kültürü Caillou’dan büyük farkı ile ikinci sırada yansıtmaktadır (%20). Can çizgi film
(%82) daha çok kendini kısıtlayan kültürü yansıtmakta iken zevke düşkün kültürü
Caillou’dan büyük farkı ile ikinci sırada (%18) yansıtmaktadır. Can diğer çizgi
filmlerle karşılaştırıldığında monokronik kültürel boyut açısından % 52 oranla ikinci
sırada, polikronik kültürel boyut açısından ise % 48 oranla yine ikinci sırada
bulunmaktadır.
Çizelge 10’daki 9 kategorilerin genel toplam veriler incelendiğinde, Belka ve
Strelka Rusya yapımı çizgi filmi daha çok bireyci kültürü (%53) yansıtırken aynı
zamanda da diğer çizgi filmlerle karşılaştırıldığında en çok toplulukçu kültürü (%47)
yansıtan filmdir. Bu çizgi filmi en çok yüksek bağlamlı kültürü yansıtmakta olup bu
oran %74’tür. Buna karşın düşük bağlamlı (%26) kültürü son sırada yansıtmaktadır.
Belka ve Strelka çizgi filmindeki karakterler, olumsuz geri bildirimi dolaysız bir
şekilde vermişlerdir. Diğer çizgi filmlerde dolaysız olumsuz geri bildirimle hiç
rastlanmamışken Belka ve Strelka dolaysız olumsuz geri bildirim %100 oranı ile
birinci sıradadır. Bu çizgi film geniş güç aralığı olan kültürü (%69) Can’dan sonra
ikinci sırada yansıtırken dar güç aralığı da %31 oranla büyük farkı ile Caillou’den
sonra ikinci sırada yansıtmaktadır. Belka ve Strelka çizgi filmi diğer çizgi filmlere
göre %78 oranı ile en çok kadınsı kültürü yansıtan çizgi film olarak öne çıkmaktadır.
Buna karşın bu çizgi film erkeksilik kültürel boyutta son sırada yer almaktadır (%22).
Belka ve Strelka çizgi filmi, diğer çizgi filmlere göre %93 oran ile en çok yüksek
derecede belirsizlikten kaçınan kültürü yansıtmaktadır. Bu çizgi film aynı zamanda
120
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
en çok düşük derecede belirsizliğe karşı toleransı olan (%7) çizgi filmdir. Belka ve
Strelka çizgi filmi, diğer çizgi filmlere göre %100 oran ile en çok uzun yönelimli
kültürü yansıtmaktadır. Aynı zamanda da bu çizgi filmi, kendini kısıtlama kültürü
%87 oranla en çok yansıtan çizgi film iken buna karşın zevke düşkün kültürü (%13)
diğer çizgi filmlerle karşılaştırıldığında en düşük derecede yansıtmaktadır. Belka ve
Strelka çizgi filmi, %67 oran ile diğer çizgi filmlere göre en çok polikronik kültürünü
yansıtmaktadır. Buna karşın Belka ve Strelka %33 oranla en düşük derecede
monokronik kültürü yansıtmaktadır.
Çizelge 10’daki 9 kategorilerin genel toplam veriler incelendiğinde, Caillou
adlı çizgi film bireyci kültürel boyutu %82 oranla en çok yansıtan çizgi film iken
buna karşın toplulukçu kültürü (%18) en düşük derecede yansıtan çizgi film
olduğunu tespit edilmiştir. Caillou aynı zamanda düşük bağlamlı kültürü (%77) en
çok yansıtan çizgi film iken yüksek bağlam (%23) kültürel boyutta da en son sırada
yer almaktadır. Caillou’de dolaylı olumsuz geribildirim oranı %100 iken dolaysız
olumsuz geribildirime rastlanmamıştır. Caillou %85 oranla en çok dar güç aralığı
kültürel boyutunu yansıtan çizgi film iken geniş güç aralığı (%15) kültürel boyutta
son sırada yer almaktadır. Bu çizgi film erkeksilik kültürel boyutta %62.5 oranla
Can’dan çok küçük farkı ile ön sırada bulunmaktadır. Caillou, düşük derecede
belirsizlikten kaçınma kültürel boyutunda %63 oranla ilk sırada yer alırken yüksek
derecede belirsizlikten kaçınan (%37) kültürü en düşük derecede yansıttığını tespit
edilmiştir. Bu çizgi filmde hem uzun yönelim hem de kısa yönelim davranışları eşit
oranda çıkmaktadır. Ancak uzun yönelim boyutunda diğer çizgi filmlerle
karşılaştırıldığında sonuncu sırada yer almaktadır (%50). Caillou adlı çizgi film %59
oranla diğer çizgi filmlere göre en çok zevke düşkün kültürü yansıtırken buna karşın
kendini kısıtlayan (%41) kültürü en düşük derecede yansıtmaktadır. Caillou diğer
çizgi filmlere göre en çok monokronik (%91) kültürü yansıtırken sadece %9 oranla
polikronik kültürü yansıttıgını tespit edilmiştir.
Üç farklı ülke yapımı çizgi filmlerin 9 kültürel boyutlardaki konumları Şekil
10’da verilmiştir.
121
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Şekil 11: Çizgi Filmlerdeki 9 Kültürel Boyutlar Dağılımı
Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi film Caillou’nun 9 farklı kültürel
boyuttaki konumları kırmızı kare ile gösterilmiştir. Türkiye yapımı Can adlı çizgi
filmin konumu mavi üçgen ile gösterilmiş olup Rusya yapımı çizgi film Belka ve
Strelka’nın konumu ise yeşil daire ile gösterilmiştir. Her bir çizgi film için belirlenen
konumlar çizgilerle birleştirilerek genel konumun nerde olduğu belirlenmiştir.
Yüzdelik hesaplaması için çizelgede soldan sağa doğru 0 ve 100 arası birim
oluşturulmuş ortası elli olarak hesaplanmıştır. 0-50 arası birimler sol taraftaki
kültürel boyutu, 50-100 arası birimler sağ taraftaki kültürel boyutu yansıtmaktadır.
Bu sayım Hofstede’ın web sitesindeki ölçüm sistemi baz alınarak yapılmıştır.
Caillou’nun genel kültürel konumu şekilde 50-100 arası değerlerde çıkmıştır.
Dolayısıyla Caillou sağ taraftaki kültürel boyutları temsil etmektedir. Bunlar
122
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
bireycilik, düşük bağlam, dolaylı geribildirim, dar güç aralığı, erkeksilik, düşük
belirsizlikten kaçınma, kısa yönelim, zevke düşkünlük ve monokronik kültürel
boyutlardır. Ancak Can adlı çizgi film ile dolaylı geribildirim ve erkeksilik kültürel
boyut ölçümünde aynı değere sahip olduklarını görülmektedir.
Caillou bireyci kültürel boyutu en çok yansıtan çizgi filmdir. “Ben” sözcüğü
ya da ben’li cümlelerin kullanım oranı diğer çizgi filmlere göre yüksektir. Bununla
birlikte Caillou’daki karakterlerde daha çok bireysel fikirlerin hâkim olduğu
görülmektedir. Mutluluğu dışa vurma oranında da diğer çizgi filmlerden yüksek
değere sahiptir. İzlenen 5 bölüm boyunca geniş aile karakterlerine rastlanmamıştır.
Diğer taraftan bu çizgi film düşük bağlamlı kültürü en çok yansıtan filmdir. Bu çizgi
filmde karakterlerin daha çok “hayır” sözcüğünü kullanarak zıt görüşü dolaysız
bildirimde diğer çizgi filmlere göre daha fazla kullanıldığı görülmüştür.
Caillou’daki karakterler sadece açık ve net iletişimi kullanmışlar ve imalı ve
katmanlı iletişime izlenilen bölümlerde rastlanmamıştır. Belirgin beden dili
kullanımının görülmesine rağmen diğer çizgi filmlere göre daha az kullanıldığı
görülmüştür. İzlenen beş bölüm boyunca dolaysız olumsuz geribildirim örneklerine
rastlanmamışken, dolaylı olumsuz geribildirim örneğine rastlanmıştır. Aynı zamanda
Caillou dar güç aralığı kültürel boyutu en çok yansıtan çizgi filmdir. Bu çizgi filmde
küçük karakterler büyük karakterlere ve büyük karakterler küçük karakterlere diğer
çizgi filmlere göre eşit statüde davranma oranında daha yüksektir. Küçük
karakterlere karşı küçültücü sıfatlar kullanılmamakta karakterler birbirlerine isimleri
ile hitap etmektedirler. Caillou’da ki karakterler diğer çizgi filmlere göre başka
karakterlerin fikirlerini sorgulamakta ve itiraz etmektedirler. Aynı zamanda bu çizgi
filmdeki karakterler başkalarının insiyatifleri ile değil daha çok kendi inisiyatifleri
doğrultusunda hareket etmektedirler. Erkeksilik kültürel boyutta diğer çizgi filmlere
göre daha yüksek değere sahiptir. Bu çizgi filmde rekabetçi davranışlara diğerlerine
göre daha fazla rastlanmıştır.
Bireylerin toplumsal cinsiyet rollerini yerine getirip getirmeme özellikleri
açısından değerlendirildiğinde, Caillou çizgi filminde geleneksel topluma uygun
olmayan cinsiyet rollerine rastlanmaktadır. Caillou’nun anne ve babasının cinsiyet
rollerini yerine getirmelerinde çok fazla bir ayrım olmadığı gözlemlenmiştir. Buna
göre, anne karakteri hem evde çocuklarla vakit geçirmekte hem de ev işleri yapmakta
ve bunun yanı sıra baba karakterinin özellikleri olan işe gitme ve araç kullanma
eylemlerini de gerçekleştirmektedir. Baba karakteri ise işe gitmekle birlikte evde
tamir yapmakta ve çocuklarla ilgilenmektedir. Bu çizgi filmdeki karakterler diğer
çizgi filmdeki karakterlere göre zamanın çoğunu arkadaşlarıyla oynayarak ve
eğlenerek geçirmekte ve bu durum zevke düşkün kültürü yansıtmaktadır.
123
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Monokronik kültürel boyut açısından bakıldığında da diğer çizgi filmlere göre daha
yüksek değere sahiptir. Karakterler bir zaman dilimi içinde sadece bir iş ile
uğraşmakta ve izlenen bölümlerde aynı zaman dilimi içinde karakterlerin birkaç işi
aynı zaman dilimi içinde yaptığı görülmemiştir.
Can adlı çizgi filmin genel kültürel konumuna bakıldığında Belka ve Strelka
ile Caillou’nun ortasında yer aldığı görülmektedir. Bunlar bireycilik, yüksek bağlam,
dolaylı olumsuz geribildirim, geniş güç aralığı, erkeksilik, yüksek belirsizlikten
kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve monokronik kültürel boyutlardır.
Caillou ile yukarıda belirtilen iki kültürel boyutta aynı değerlere sahiptir. Geniş güç
aralığı ve kendini kısıtlama kültürel boyutta Belka ve Strelka ile iki boyutta birbirine
yakın değerlere sahiptir. Genel olarak bakıldığında Caillou ile kesişen iki boyut hariç
Belka ve Strelka’ya daha yakın konumdadır.
Elde edilen bulgulara göre Can adlı çizgi film Caillou ile Belka ve Strelka gibi
bireyci kültürü yansıtmaktadır. “Ben” sözcüğü ya da ben’li cümlelerin kullanımı,
“biz” sözcüğü ya da bizli cümlelerin kullanımına göre daha fazla yer almaktadır.
Bireyci kültürü yansıtmasına rağmen karakterler bireysel fikirlerini ifade etme yerine
daha çok fikirlerini gruba danışarak ifade etme eğilimindedirler. Karakterler
üzüntünün dışa vurulmasından ziyade daha çok mutluluğu dışarı vurmaktadırlar.
Diğer çizgi filmlere bakıldığında geniş aile bireylerine rastlanmamışken Can’da nine
ve dede karakterin birçok bölümde görülmüştür. Yüksek bağlamlı kültürü daha çok
yansıtmakta ve sadece dolaylı olumsuz geribildirim örneğine rastlanmıştır.
Karakterlerin zıt görüşü daha çok dolaylı olarak bildirmeleri gözlemlenmiştir. İmalı
ve katmanlı ifadelerin kullanımına rastlanmışken, açık ve net iletişimin daha yaygın
olduğu görülmüştür. Belirgin beden dilli kullanımında diğer filmlere oranla daha
yaygın olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda geniş güç aralığı kültürel boyutu
yansıtmaktadır. Küçük karakterler büyük karakterlere saygı göstermekte ve itaat
etmekte, büyük karakter ise küçük karakterlere küçültücü sıfatlar kullanarak şefkatle
muamele etmektedirler. Karakterler diğer karakterlerin fikirlerini diğer çizgi filmlere
göre sorgulamadan kabul etme eğilimindedirler. Aynı zamanda karakterler bireysel
fikirleri doğrultusunda hareket etmek yerine başkalarının fikirleri doğrultusunda
hareket etme eğilimindedirler.
Bu çizgi film kadınsılık-erkeksilik kültürel boyutunda, erkeksilik kültürel
boyutuna daha yakındır. Bu yönüyle Caillou adlı çizgi filme benzerlik
göstermektedir. Bireyler geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranışlar
sergilemektedir. Baba işe giderken anne ev işleriyle ilgilenmektedir. Caillou’dan
farklı olarak, bu çizgi filminde rekabetçi davranışlara rastlanmamıştır. Bunun yerine
yardımlaşmaya dayalı işbirliğinden söz edilebilir. Can çizgi filmi daha çok yüksek
124
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
derecede belirsizlikten kaçınan kültürü yansıtmaktadır ve diğer çizgi filmlerle
karşılaştırıldığına ikinci sırada yer almaktadır. Can uzun yönelimli kültürü ikinci
sırada yansıtmaktadır. Aynı zamanda da Can monokronik kültürü ikinci sırada
yansıtmaktadır. Bu çizgi filmde karakterler bir zaman dilimi içinde bir işi yapma
eğilimi göstermekte ve ikinci sırada yer almaktadır. Karakterlerin genellikle bir işi
bitirmeden başka bir işe geçmesi kodunda ikinci sıradadır. Bu çizgi film ’de
aktiviteler daha çok plansız şekilde gerçekleşmiş olup bu oran Rusya yapımı çizgi
film ile aynı değerde bulunmuştur. Can çizgi filminde, karakterler oynama ve
eğlenerek zaman geçirme yerine bir iş yapma ve çalışma olarak zaman geçirmekte
ile diğer çizgi filmlere göre ikinci sırada yer almaktadır. Böylece Can çizgi filminin,
kendini kısıtlama boyutu ön plana çıkmaktadır.
Belka ve Strelka adlı çizgi filmin konumu genel itibari ile çıkan değerin 50
birimin altında olmasından dolayı çizelgenin solunda bulunmaktadır. Bunlar yüksek
bağlam, dolaysız geribildirim, geniş güç aralığı, kadınsılık, yüksek belirsizlikten
kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve polikronik kültürel boyutlardır. Ancak
bireyci-toplulukçu kültürel boyut çizgisinde bireyci kültürel boyuta daha yakın sonuç
vermiştir. Belka ve Strelka Can adlı çizgi filme daha yakın bir konum arz ederken
Caillou adlı çizgi film ile aralarındaki konum daha uzaktır.
Elde edilen bilgilere göre Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka
değerlendirildiğinde, toplulukçuluk kültürü en çok yansıtan film olduğu
görülmektedir. Aynı zamanda, Belka ve Strelka’da “biz” sözcüğü ya da “bizli
cümleler” diğer çizgi filmlere göre kullanılma oranı daha yüksektir. Bu çizgi filmde
karakterler hata yaptığında hatayı saklama eğilimi göstermiş ve utanç öğesinin en
çok görüldüğü çizgi filmdir. Bu çizgi filmde, daha çok bireysel fikirler ifade
edilmiştir. Bu kod açısından değerlendirildiğinde Caillou’yu takip etmekte ve ikinci
sırada yer almaktadır. Belka ve Strelka çizgi filmi daha çok mutluluğu dışa vurma
özelliği ile öne çıkmakta olup ikinci sırada yer almaktadır. Bu çizgi filminde geniş
aile yapısına hiç rastlanmadığı gibi yüksek bağlamlı kültürü en çok yansıtan çizgi
film olduğu görülmektedir. Karakterlerin imalı ve katmanlı cümle kullanmaları diğer
çizgi filmlere göre ön sırada yer almaktadır. Bu çizgi filmde dış grup ve iç grup
arasındaki ayrım diğer filmlere göre daha belirgindir. Belirgin beden dili kullanımı
ile Can’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır.
Belka ve Strelka çizgi filmindeki karakterler, olumsuz geri bildirimi dolaysız
bir şekilde vermişlerdir. Dolaysız olumsuz geri bildirim şekline diğer çizgi
filmlerinde rastlanmamıştır. Belka ve Strelka çizgi filmindeki karakterler büyüklere
karşı farklı statüde davranma oranı ile ikinci sırada yer almakta ve küçük karakterler
büyük karakterlere karşı saygı ve itaat ile davranmaktadır.
125
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
4. SONUÇLAR
Bu çalışmanın amacı doğrultusunda Rusya, Türkiye ve Kanada yapımı üç çizgi
filmin 9 kültürel boyut açısından incelemesi yapılmış, benzerlikler ve farklılıklar
ortaya çıkarılmaya çalışılmış aynı zamanda hangi kültürel boyutta oldukları tespit
edilmiştir.
Araştırma sonucunda incelenen 3 çizgi filmin 9 kültürel boyut açısından 0100 arası çizelgede farklı yerlere düşmesinin yanında benzerliklerinin de olduğu
tespit edilmiştir. Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka ile Türkiye yapımı çizgi
film Can arasında benzerlikler daha fazla iken Kanada yapımı çizgi film Caillou’nun
bu iki çizgi filmden farklı olduğu tespit edilmiştir. Belka ve Strelka ile Can 9 kültürel
boyuttan 7’sinde aynı kültürel boyutu yansıtmaktadır. Bunlar bireycilik, yüksek
bağlam, geniş güç aralığı, yüksek belirsizlikten kaçınma, uzun yönelim, kendini
kısıtlama ve polikronik kültürel boyutlardır. Caillou ile Can bireycilik, dolaylı
geribildirim ve erkeksilik kültürel boyutları yansıtırken dolaylı geribildirim ve
erkeksilik kültürel boyutları aynı değerde yansıttığı tespit edilmiştir. Bu 3 çizgi film
9 kültürel boyut içinden sadece bireycilik kültürel boyutu yansıtmada benzerlik
göstermektedir. Bireycilik kültürel boyut haricinde Belka ve Strelka ile Caillou farklı
boyutları yansıtmaktadır.
Elde edilen bulgu sonuçlarına göre Can adlı çizgi film kültürel boyutlardan
bireycilik, yüksek bağlam, dolaylı olumsuz geribildirim, geniş güç aralığı, erkeksilik,
yüksek belirsizlikten kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve polikronik
kültürel boyutları yansıtmaktadır. Belirgin beden dili kullanımı, dolaylı olumsuz
geribildirim, karakterlerin birbirlerine farklı statüde davranmaları, başkalarının
inisiyatifi doğrultusunda davranma, plansız davranma ve bir işi bitirmeden diğerine
geçme kültürel kodların değerlendirilmesinde öne çıkmaktadır.
Belka adlı çizgi film kültürel boyutlardan bireycilik, yüksek bağlam, dolaylı
olumsuz geribildirim, geniş güç aralığı, kadınsılık, yüksek belirsizlikten kaçınma,
uzun yönelim, kendini kısıtlama ve polikronik kültürel boyutları yansıtmaktadır.
İmalı ve katmanlı iletişim, olumsuz dolaysız geribildirim, karakterlerin birbirlerine
farklı statüde davranması, yardımlaşma ve işbirliği, yüksek kaygı, sebat ve bir işi
bitirmeden başka bir işe geçme, plansız davranma, iç-dış gruplar arasında ayrım
kültürel kodlarda öne çıkmaktadır.
126
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
Caillou adlı çizgi film kültürel boyutlardan bireycilik, düşük bağlam, dolaylı
geribildirim, dar güç aralığı, erkeksilik, düşük belirsizlikten kaçınma, kısa yönelim,
zevke düşkünlük ve monokronik kültürel boyutları yansıtmaktadır. Caillou bireyci
kültürel boyutu, dolaylı geribildirim boyutu ve monokronik kültürü yüksek düzeyde
yansıtmaktadır. Mutluluğun dışa vurulması, ben sözcüğünün kullanımı, açık ve net
cümle kullanımı, karakterlerin birbirlerine eşit statüde davranması, rekabet, planlı
davranma kodları izlenen bölümlerde diğer kodlara göre öne çıkmaktadırlar.
KAYNAKÇA
Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü. (2008). Çocuk Programları ve Bu
Programlarda Yayımlanan Reklamların İçerik analizi Araştırması. İstanbul.
Akıncı, A. ve Güven, G. (2014). Okul Öncesi Döneme Yönelik Çizgi Filmlerde Yer
Alan Değerlere Ait Sözel İfadelerin Sunumu: TRT Çocuk Kanalı Örneği.
Uluslararası Avrasya Sosyal Bilimler Dergisi, 5 (16), s. 429-445.
Bağlı, T. M. (2003). Televizyona Karşı Ana baba Aracılığı: Kısıtlayıcı Aracılığın
Biçimleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,36, 129149.
Berry, J.W., Poortinga, Y.H., Breugelmans, S.,M., Chasiotis, A., ve Sam, D., L.
(2015). Kültürlerarası Psikoloji-Araştırma ve Uygulamalar (L. P. Tosun,
Çev.). Ankara: Nobel. (2013).
Binark, M. (2006). Kültürlerarası İletişim Çalışmalarının Türkiye Haritası, Kültür ve
İletişim, 9 (1), 71-87.
Büyüköztürk, Ş., Çakmak, E.K., Akgün, Ö., E., Karadeniz, Ş., Demirel, F. (2015).
Bilimsel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Pegem Akademi.
Duman, G., B. (2016). Dede Korkut Hikâyeleri” Çizgi Filmi Üzerine Kültür ve Dil
Aktarımı Bakımından Bir Değerlendirme. Uluslararası Türk Dünyası Kültür
Araştırmaları Dergisi, 2 (8) s. 5-20.
Geertz, C. (1973). The interpretation of cultures. New York: Basic Books.
Gökçe, O. (2006). İçerik Analizi. Ankara: Siyasal Kitabevi.
Güzel, S., Soya, H., ve Şemin, M. (2015). Çizgi Film, Çocuk ve Toplumsallaşma:
Jetgiller ve Taş Devri Örneği. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 3
(21), 21, s. 57-104.
Hall, E.T. (1976). Beyond culture. Garden City, N.Y.:AnchorPress.
127
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations:
Software of the Mind. McGraw-Hillbooks.
Hunt, R. (2007). Beyond relativism: Rethinking comparability in cultural anthropology. WalnutGreek. Calif.:AltaMiraPress.
İşler, E., K. (2014). Kültürel Ekme Kuramı Bağlamında Türkiye Üretimi Çizgi Filmler ve Çocuk Bilincinin İnşası. İletişim ve Diplomasi, Sayı: 2.
Kağıtçıbaşı, Ç. (1998). Kültürel Psikoloji: Kültür Bağlamında İnsan ve Aile. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Kağıtçıbaşı, Ç. (2010). Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi. Kültürel Psikolojide Kuram
ve Uygulamalar. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.
Karakuş, N. (2016). Musa ve Bulut İsimli Animasyon Çizgi Filmin Kültürel Ögeler
Açısından İncelenmesi. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,
13 (34), s. 134-149.
Klinger, L. J. (2006). What are your children watching? a dpics –ıı analysis of parentchild interactions in television cartoons. Unpublished Doctorate Dissertation,
Auburn University, Alabama.
Mary, E. (2015). Meksikalı Çocuklar ve Amerika Yapımı Çizgi Film: Animasyonda
Yabancı Kaynaklar. Media Education Research Journal, 23 (13), s. 125-132.
Meyer, E. (2015). The Culture Map: Küresel Ticaretin Görünmez Sınırlarını Aşmak
(P. Şengözer, Çev.). İstanbul: Türk Hava Yolları Yayınları. (2014).
Özkul, O. (2008). Kültür ve Küreselleşme: Kültür Sosyolojisine Giriş. İstanbul: Açılım Kitap.
Öcel, N. (2002). İletişim ve çocuk: İletişim ortamlarında çocuk ve reklam iletişimi.
İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları.
Öğülmüş, S. (1991). İçerik Çözümlemesi. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 21 (1),
213-228.
Segall, M. H.,Dasen, P.R., Berry, J.W., ve Poortinga, Y.H. (1999). Human bahavior
in global perspective: An inroduction to cross cultural psychology. Boston:
Allyn Et Bacon.
Tavşancıl, E. ve Aslan, E. (2001). Sözel, Yazılı ve Diğer Materyalleri İçin İçerik
Çözümlemesi ve Uygulama Örnekleri. İstanbul: Epsilon Yayıcılık.
Türkmen, N. (2012). Çizgi Filmlerin Kültür Aktarımındaki Rolü ve Pepee. Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 36 (2), s. 139-153.
128
Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel …
Yaralı, K., Avcı, N. (2017). Bir Çizgi Filmin Popüler Kültür Açısından İncelenmesi:
Rafadan Tayfa. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi,
5 (1), s. 449-469.
Yıldırım, A. (1999). Nitel araştırma yöntemlerinin temel özellikleri ve eğitim araştırmalarındaki yeri ve önemi. Eğitim ve Bilim Dergisi, 23 (112), 7-17.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2016). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri.
Ankara: Seçkin.
İnternet Ortamındaki Kaynaklar
http://cizgifilmsel.blogspot.com.tr/2009/11/cizgi-filmin-tarihsel-gelisimi.html erişim tarihi (02.11.2016)
http://www.frmtr.com/genel-kultur-vatandaslik/731823-cizgi-film-sanati.html erişim tarihi (02.11.2016)
http://www.iticu.edu.tr/uploads/kutuphane/dergi/s9/M01130.pdf
erişim
tarihi
(09.11.2016)
http://www.birgaripmatematikci.com/egitim/bilgi-bankasi/buluslar-ve-mucitler/1571-ilk-cizgi-film-hangisi-kim-yapti-cizgi-film-tarihi.html erişim tarihi
(18.10.2016)
http://www.frmtr.com/genel-kultur-vatandaslik/731823-cizgi-film-sanati.html erişim tarihi (02.11.2016)
http://www.bilgiustam.com/cizgi-film-nasil-yapilir-tarihcesi-nedir/ erişim tarihi
(01.11.2016)
http://www.animagazin.com/turkiyede-cizgi-film-sektoru/ erişim tarihi (08.11.2016)
http://www.egitimvetoplum.org/lib_dergi/02.pdf (28.03.2014)
https://www.theguardian.com/media/2016/jan/26/children-time-online-watching-tv
erişim tarihi (08.06.2017)
Çizgi filmlerin web linkleri
http://www.bolshoyvopros.ru/questions/1827468-kak-zovut-vseh-geroevprikljuchencheskogo-multikabelka-i-strelkaozornaja.html
https://www.youtube.com/watch?v=zahwy8jfT4k
https://www.youtube.com/watch?v=YNj1urOuInw&t=19s
https://www.youtube.com/watch?v=MIN7WS4RaLw&t=489s
https://www.youtube.com/watch?v=JGy-TnWeum4
129
Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
https://www.youtube.com/watch?v=YNj1urOuInw&t=19s
https://www.youtube.com/”watch?v=BImJuP9j8V8&t=2732s
https://www.youtube.com/watch?v=TmlBRY3baOM
https://www.youtube.com/watch?v=TmlBRY3baOM
www.youtube.com/watch?v=0GNeArrQCMo
https://www.youtube.com/watch?v=nnpS4OMEjKM
https://www.youtube.com/watch?v=Sl10Sey6DjA
https://www.youtube.com/watch?v=1r4pQTHaq50
https://www.youtube.com/watch?v=yK_gnyOK8cs
https://www.youtube.com/watch?v=ZkKOd-0EaTk
130
Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi:
Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen Kalıplaşmış
İfadelerin Rusçadaki Yansımaları
Dr. Öğr. Üyesi Leyla Çiğdem DALKILIÇ
Ankara Üniversitesi
Özet: Yabancı dil eğitiminde ve öğreniminde önemli bir yere sahip olan
kalıplaşmış ifadeler, atasözleri, deyimler gibi dilin sözlü kültür varlıkları dili
doğru anlayıp kullanabilmemiz için önemlidir. Bu ise, o toplumun kültürel bir
yansımasını oluşturan dil yapılarını incelemekten geçmektedir. Bu çalışmada
Türkçede emir kipi eki olarak bilinen -sın/sin eki ile aktarılan ancak dilek, istek
gibi çeşitli anlamlar bildirebilen kalıplaşmış ifadeler ile Rusçada dilek, istek,
niyet gibi çeşitli anlamlar ifade eden kalıplaşmış ifadeler karşılaştırmalı olarak
incelenmektedir. Çalışmanın amacı kalıplaşmış ifadeler açısından zengin olan
Türkçe ve Rusçadaki bu söz gruplarını anlamsal, işlevsel ve yapısal özellikleri
açısından karşılaştırmalı olarak ele almak, her iki dildeki benzerlik ve
farklılıkları ortaya çıkarmak ve böylece toplumun kültürünün dilde ne şekilde
yansıdığını ortaya çıkarmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kalıplaşmış ifadeler, dilsel dünya görüşü, ulusal
dil görüşü, kültür, dil, Türkçe, Rusça
Importance of Culture in Foreign Language Education:
Reflections of Turkish fixed expression created with affix -sın/sin
in Russian language
Abstract: Oral cultural assets like fixed expressions, proverbs and
idioms which have an important place in foreign language education and
learning, are important for us to understand and use the language correctly. This
is possible by examining the language structures that constitute a cultural
reflection of that society. In this study, fixed expressions with affixes -sın/sin
in Turkish language which are known as an imperative and can convey various
meanings such as wishes and desires, and fixed expressions that express
Leyla Çiğdem DALKILIÇ
different meanings such as wishes, desires and intentions in Russian are
examined comperatively. The aim of this study is to examine comperatively
the Turkish and Russian speech groups which are rich in terms of fixed
expressions, from the perspective of their semantic, functional and structural
features, to reveal the similarities and differences in both languages and thus to
find out how the culture of society is reflected in the language.
Keywords: Fixed expressions, linguistic worldview,
national
language view, culture, language, Turkish, Russian
Giriş
Yabancı dil eğitiminde sözcüklerin hangi ortamda, ne zaman ve nasıl
kullanılacağını bilmek önemlidir. Bu sözcükleri anlamak ise dili konuşan toplumların
kültürünü anlamak ile mümkündür. Günümüzde yabancı dil öğrenimi, hedef dilin
kültürünü anlama ve öğrenme süreçleri ile iç içe gerçekleştirilmektedir. Bunun en
büyük nedeni de toplumların dil yapılarının o toplumun düşünce biçimi, manevi
yaşayışları ve kültürel değerleri çerçevesinde gelişme göstererek oluşmasından
kaynaklanmaktadır. Bir dili anlayabilmek o dili konuşan toplumun bireylerinin
kültürel ve manevi değerlerini anlamaktan geçmektedir. Toplumların dil yapıları ve
düşünce biçimleri, manevi yaşayışları ve kültürel değerleri arasında yakın bir ilişki
vardır. Bir dilin evrimi, gelişimi bir topluluğun kültüründe ve dünya görüşünde
yaşanan değişimler ve gelişimlerle eş değer olarak ortaya çıkmaktadır. Dil ise, bu
gelişmeler neticesinde bir toplumun belirli dünya görüşünü yansıtan dış bir görünüm
olarak kendini göstermektedir. Dil aracılığıyla bir toplumun kültürel benliğini
anlayabilmemize yardımcı olacak dil yapılarından bir tanesi de dildeki kalıplaşmış
ifadelerdir. Kalıplaşmış ifadeler, atasözleri, deyimler ve ikilemelerin yanı sıra,
dillerin sözlü kültür varlıklarını oluşturmaktadırlar. Yabancı dil eğitiminde ve
öğreniminde önemli bir yere sahip olan bu sözlü kültür varlıkları dili doğru anlayıp
kullanabilmemiz için önemlidir. Bu ise, o toplumun kültürel bir yansımasını
oluşturan dil yapılarını incelemekten geçmektedir. Bu çalışmada Türkçede emir kipi
eki
olarak
bilinen
-sın/sin eki ile aktarılan ancak dilek, istek gibi çeşitli anlamlar bildirebilen
kalıplaşmış ifadeler ile Rusçada dilek, istek, niyet gibi çeşitli anlamlar ifade eden
kalıplaşmış ifadeler karşılaştırmalı olarak incelenmektedir. Çalışmanın amacı
kalıplaşmış ifadeler açısından zengin olan Türkçe ve Rusçadaki bu söz gruplarını
anlamsal, işlevsel ve yapısal özellikleri açısından karşılaştırmalı olarak incelemek,
132
Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen …
her iki dildeki benzerlik ve farklılıkları ortaya çıkarmak ve böylece toplumun
kültürünün dilde ne şekilde yansıdığını ortaya çıkarmaktadır.
Kalıplaşmış İfadeler
Yabancı dil eğitiminde bir dilin sözlü kültür varlıkları önemli bir yere sahiptir.
Dillerin sözlü kültür varlıklarını ise atasözleri, deyimler, ikilemeler ve kalıplaşmış
ifadeler oluşturmaktadır. O. Toklu, Türkçedeki kalıplaşmış ifadeleri, kalıplaşmış
sözcük dizinleri olarak deyimler, atasözleri, ikilemeler ve iletişimsel sözler yani
kalıplaşmış ifadeler şeklinde dört grup altında ele alarak iletişimsel sözler olarak ele
aldığı kalıplaşmış ifadeler için şu tanımı yapmaktadır: “dillerin söz varlığında önemli
bir yer tutan iletişimsel sözler, belirli iletişim durumlarında, özellikle toplumsal
uzlaşıma dayalı durumlarda alışılagelmiş bir biçimde kullanılan kalıplaşmış sözcük
dizileri olarak tanımlanabilir”1. Bu sözcüklerin büyük bir bölümü selamlaşma,
vedalaşma, teşekkür etme, özür dileme, başsağlığı, doğum, nişan, düğün, bayramlar
ve kişisel başarılar gibi nedenlerle dile getirilen kutlamalar gibi toplumsal ilişkiye
dayalı durumlarda kullanılır. Bunun yanında, öfke, şaşkınlık, kuşku, sevinç gibi
bireylerin ruhsal durumlarına ilişkin duyguların belirtilmesinde ortaya çıkabildiği
gibi, kişileri sakinleştirme, teselli etme, uyarma ve kınama gibi amaçlara sahip
ifadelerde de rastlanabilir2. H. Gökdayı bu sözleri, önceden belirli bir biçime girip
öylece hafızada saklanan, söyleneceği sırada yeniden üretilmeyip olduğu gibi
hatırlanarak ve eğer gerekli ise bazı ekleme ve çıkarmalar yapılarak kullanılan kalıp
ifadeler olarak tanımlamaktadır3. Y. Çotuksöken ise kalıp sözleri “en az iki sözcükten
oluşan, içindeki sözcükleri temel (düz) anlamlarını yitirmeden yeni bir kavramı,
durumu, eylemi karşılayan söz öbekleri” olarak tanımlamaktadır4. Bu
tanımlamalardan yola çıktığımızda bir dildeki kalıplaşmış ifadelerin hayır duası, iyi
dilek, beddua, duygusal tepki, selamlaşma, istek, konuşana ve dinleyene yönelik
dilek, eleştiri, tehdit, teşekkür gibi çok çeşitli anlamlara ayrıldıkları söylenebilir.
Toplumdaki bireyler iletişimde başarıyı yakalamak, ifade etmek istediklerini etkili
ve doğru bir şekilde aktarabilmek amacıyla bu iletişimde bu sözlerden faydalanırlar.
Belirli bir durum için kullanılan kalıplaşmış ifadeler ise iletişimde bir nevi kurtarıcı
rolü üstelenirler.
Osman Toklu, Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 2015, s.153.
Age, s. 154.
3
Hürriyet Gökdayı, “Türkçede Kalıp Sözler”, Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, S.44, 2008,
s. 106
4
Yusuf Çötüksöken, Deyimlerimiz, Özgül Yayınları, İstanbul, 1994, s.8.
1
2
133
Leyla Çiğdem DALKILIÇ
-sın/sin Ekinin Türkçedeki Yeri
Türk dili kalıplaşmış ifadeler açısından çok zengindir. Bilhassa emir kipi eki
olarak bilinen ancak emir anlamının dışında istek, dilek belirten -sın/-sin eki ile
aktarılan kalıplaşmış ifadeler oldukça yaygındır. Türkçe ve Türki dillere özgü olan
bu ifade biçiminin anlamsal karşılığı diğer dillerde her zaman bulunamadığı gibi
yapısal olarak da diğer dillerden ayrılmaktadır. Türkçede bu ek ile ifade edilen
kalıplaşmış ifadeleri incelemeden önce bu ekin özelliklerini ve söyleme aktardığı
anlamları inceleyelim.
Yapısal açıdan diğer kalıplaşmış ifadelerde de olduğu gibi -sın/sin eki ile
aktarılmış olan kalıplaşmış ifadeler sözcük öbeği olarak sıralı bir şekilde yer
almaktadır. Türkçedeki kalıplaşmış sözcüklere yakından baktığımızda bunların ad
çekimi, kişi ve kip eki aldıkları görülmektedir: (siz/sizler) hoşçakal-ın, güle güle
gidin, yine gelin vb. Türkçede -sın/sin eki emir kipi içerisinde genel olarak üçüncü
tekil şahıs (o gel-sin) ve üçüncü çoğul şahıs eklerinde karşımıza çıkmaktadırlar.
Bilhassa Rus Türkoloji’sinde söz konusu ek, emir kipi veya dilek kipi içerisinde
ortaya çıkan ve istek, dilek ile rica bildiren ekler olarak ele alınmaktadırlar 5. Ancak
söz konusu ifadeler emir anlamının dışında farklı durumlar ortaya koymaktadırlar.
Emir kipleri, Türkçede eylemin zamanının kesin olarak hangi zaman diliminde
gösterildiğini belirten bildirme kiplerinden ayrı olarak istek, emir, şart, gereklilik
kavramlarını içerisinde barındıran kip grubunda yer almaktadır. Bu kip grubu isteme
kipleri6, uyarı kipleri7, dilek kipleri8, tasarlama kipleri9 gibi farklı terimlerle
karşılanabilmektedir. Bu çalışmada olası anlam karışıklıklarının önüne geçmek için
Z. Korkmaz’ın tasarlama kipleri kavramı kullanılacaktır. Tasarlama kipleri, fiilin
olumlu veya olumsuz yönde gerçekleşmesine yönelik olarak kişinin söyleminde dile
getirmek üzere tasarladığı istek, emir, şart ve gereklilik kavramlarını içerisinde
barındıran kiplerdir. Bildirme kiplerinden farklı olarak bir bildirme veya haber verme
biçiminde bir oluş ve kılışa işaret etmeyen, buna karşılık “gerçekleşmesi istek, emir,
5
Andrey N. Kononov, Grammatika Turetskogo Yazıka, Akademii Nauk SSSR, Moskva-Leningrad,
1941, s.266-267.; Yuri S. Şeka, Praktiçeskaya grammatika Turetskogo Yazıka. Vostok-Zapad, Moskva,
2007, s. 197, 246
6
Mehmet Hengirmen, Türkçe Dilbilgisi, Engin Yayınları, Ankara, 2015, s.220; Doğan Aksan, Her
Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK Yayınları, Ankara, 2015, s.101; Ahmet Topaloğlu,
Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ötüken Neşriyat İstanbul, 1989, s.93
7
Tahsin Banuoğlu, Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara, 1990, s.443.
8
Haydar Ediskun, Türk Dilbilgisi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1985, s.174.; Tahir Nejat Gencan,
Dilbilgisi, TDK, Ankara, 1975, s.
9
Zeynep Korkmaz, Türkiye Türkçesi Grameri, Şekil Bilgisi, TDK Yayınları, Ankara, 2009, s.647.
134
Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen …
şart ve gereklilik şekillerinde tasarlanan kiplerdir” 10. Günümüz Türkiye Türkçesinde
-ayım/-alım; -sın/-sun ve -a ekleri ile yapılan istek kipindeki ifadeler emir gibi
gözüken ancak özünde istek belirten durumları ele almaktadır. İstek kipinin -sın/sun
yani üçüncü tekil şahıs çekimi ile yapılan ifadeler, anlamsal ve işlevsel olarak
emirden çok istek anlamını aktarmaktadır. Söz konusu ekler ile dile getirilen ifadeler
içerisinde yer alan istek anlamı farklı şekillerde kendini gösterebilmekle birlikte
farklı anlamlar içeren kalıplaşmış ifadelerde de yer etmektedir.
Böylelikle -sın/sun ekine sahip kalıplaşmış ifadeler genel istek anlamının
dışında, kalıplaşmış ifadelerde yer alarak işlev kaymasının yanı sıra çeşitli anlam
kaymalarına uğramış, Türk toplumunun fertleri arasında ilişki kurmaya yarayan,
ilişkinin devamını sağlayan, ortak kaygı ve beklentilerin ortak sözlü ve yazılı
değerlerle kolaylıkla aktarılabileceği ekler haline gelmişlerdir. Bu eklerin sahip
oldukları genel anlamlar iyi ve kötü dilekte veya istekte bulunma, durumu
kabullenme, sitem şeklinde dört temel gruba ayrılabilir. Bunlar da ifade ettikleri
belirli anlamlar doğrultusunda daha küçük gruplarda değerlendirilebilir.
Türkçede -sın/sin Eki ile İfade Edilen Kalıplaşmış İfadeler ve Rusça
Karşılaştırmaları
Söz konusu çalışmamız için Türkçede -sın/sin eki ile aktarılan kalıplaşmış
ifadeleri anlamsal ve yapısal olmak üzere birkaç grupta sınıflandırdık. Anlamsal
olarak -sın/sin eki ile aktarılan kalıplaşmış ifadeleri baş sağlığı, beddua-linç-lanet,
hayırduası-iyi dilek, sakınma-istek, dinleyeni eleştirme, konuşanı yüceltme,
teşekkür-minnet ve duygusal tepki-dilek olmak üzere sekiz grupta topladık. Yapısal
olarak ise Allah sözcüğü ile oluşturulanlar ve -sın eki ile olmak fiilinin sıklıkla geçtiği
ek ve fiil yapıları içerisinde iki ayrı sınıfta inceledik. Daha sonra söz konusu
kalıplaşmış ifadelerin, anlamsal olarak hangi anlamı aktardıkları dil eşleşmeleri ile
sunulmaya çalışılmış ve Rus dilinde yakın veya benzer bir karşılığı olup olmadığı
belirtilmiştir.
10
Age., s. 647.
135
Leyla Çiğdem DALKILIÇ
Anlamı
‘Allah’ sözcüğü ile
kullanılan kalıplaşmış
ifadeler
‘olmak’
fiili
başta olmak
üzere
diğer
filler ve ‘-sın’
eki
ve
ile
kullanılanlar
Türkçedeki ifadelerden Rus dilinde
kullanım açısından yakın anlama
sahip olup Türkçeden Rusçaya
aktarılabilecek olanlar
Baş sağlığı
Allah
başka
acılar
vermesin! Allah sabır
versin!, Allah sizlere
ömür versin!, Allah gani
gani rahmet eylesin!,
Allah taksiratını affetsin!,
Allah
cennette
kavuştursun!,
Allah
cennetine alsın!, Allah
başka acılar vermesin!
Allah sabır versin! Allah
sizlere ömür versin!
Başın/ız
sağ
olsun! Mekanı
cennet olsun!
Mekanı cennet,
ruhu şad olsun!
Nur
içinde
yatsın! Toprağı
bol olsun!
Başınız sağ olsun = примите мои
соболезнования
Nur içinde yatsın!
(светлая) память!,
=
Вечная
Mekanı cennet olsun! = Царствие
небесное и вечный покой! + да
упокоится его дух с миром!
Toprağı bol olsun! = Земля ему
пухом!
Allah rahmet eylesin! = да упокоит
Господь его душу! (упокой
Господь его душу)
Beddua,
linç, lanet
Hayırduası
ve iyi dilek
Allah belanı versin!
Allah seni bildiği gibi
yapsın! Allah canını
alsın!
Allah
cezanı
versin! Allah kahretsin!
Allah razı olsun!, Allah
yardımcın olsun! Allah
ne muradın varsa versin!,
Allah rahatlık (sağlık /
huzur/ neşe/ mutluluk
vb.)
versin!,
Allah
bozmasın!, Allah kabul
etsin!, Allah analı babalı
büyütsün!,
Allah
kavuştursun!
Lanet
olsun!
Kahretsin
Canın çıksın!
Geberesin!
(inşallah)
Lanet olsun! + Kahretsin = Чтоб тебя
побрал!
Doğum günün
kutlu olsun!,
Geçmiş olsun!,
afiyet olsun!,
hayırlı uğurlu
olsun!,
hayırlısı
olsun!, ömrün
çok olsun!, el
öpenlerin çok
olsun!, kolay
gelsin!
Allah yardımcın olsun! ya da Kolay
gelsin! = Бог в помощь; да поможет
тебе Господь!;
136
Geberesin! = Чтоб ты сдох!
Canın çıksın!
пропадом!
=
Пропади
ты
Allah ne muradın (huzur, sağlık, neşe
vs.) versin! = Да воздаст тебе
Господь за (щедрость, любовь и
т.д.)!
Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen …
Sakınma
ve istek
Allah günah yazmasın!,
Allah saklasın!, Allah
korusun!, Allah geçinden
versin!, Allah başka
keder vermesin! Allah
yazdıysa bozsun!
Allah korusun! = Храни Господи, да
сохранит Вас Господь, Храни Вас
Господь!
Nazar
değmesin!
Allah yazdıysa bozsun! = Упаси,
Господи!
Nazar değmesin! = Чтоб не сглазить
(не сглазили)!
Dinleyeni
eleştirme
Aşk
olsun!,
Alacağın
olsun!
Aşk olsun! = Ну что вы!, Да ну что
ты!
Konuşanı
yüceltme
Senden
olmasın!
iyi
Kalıplamışmış
ifaden
ziyade
açıklamalı cümle ile aktarılabilir
Ellerin
dert
görmesin!
Allah razı olsun! = Спаси Бог!
(teşekkür anlamında)
Teşekkür,
minnet
Allah razı olsun!, Allah
ne muradın varsa versin!
Allah ne muradın varsa versin! = Да
благославит тебя Господь ..за…!
Duygusal
tepki
ve
dilek
Allah çarpsın!,
versin!,
Allah
Allah seni ne yapmasın!,
Allah
müstahakkını
versin!
Sırtında
paralansın!,
üstünde
paralansın!,
dediğin
gibi
olsun!
Allah versin! = Господь подаст!
Allah seni ne yapmasın,
Allah müstahakkını versin! = Да
воздаст тебе Господь! (anlam
bağlama göre ortaya çıkar)
Sırtında, üstünde paralansın! =
cтарое (платье) сносить новое
купить
Dediğin gibi olsun = Пусть будет
так как ты хочешь!
Tabloda verilen kalıplaşmış yapılardan hareketle, Türk toplumunun dünya
görüşü ile birkaç çıkarımda bulunmak mümkündür. Öncelikle, ‘Allah’ sözcüğü ile
oluşturulmuş olan kalıplaşmış ifadeleri ele alacak olursak, Türkçe konuşanların
birçok işin akıbetini, gidişatını Allah’a yükledikleri ve yine işlerin sonuca ulaşmasını
Allah’tan bekledikleri görülebilir. Başsağlığı dilerken “Allah” sözcüğünü içine alan
kalıplaşmış ifadelerde, insan iradesi dışında gerçekleşmiş olan bir olayın, İslam
dininde evrenin tek hakimi olarak kabul edilen Allah’ın iradesiyle bir yön bulacağı
gerçeği ya da beklentisi yansımaktadır. Baş sağlığı dilerken “Allah” sözcüğü ile yer
alan diğer kelimelere bakacak olursak, sabır, ömür, acı, cennet gibi kavramların
Allah’tan geldiği kabul edilmekte, bu kavramların iradesi yine Allah’a
bırakılmaktadır. Türkçedeki başsağlığı dileklerinde taksirat (suç, günah), rahmet
137
Leyla Çiğdem DALKILIÇ
(suçunu bağışlama, merhamet etme) gibi Arapça kökenli kelimelerin dilde yaygın bir
şekilde yerleştiğini görmekteyiz. Bu da bize İslam dini ile birlikte Arap kültürünün
Türklerin taziye geleneklerine etki ettiğini göstermektedir 11.
“Allah” kelimesi dışında ifade edilerek kullanılan Türk dilindeki taziye
ifadeleri içerisinde en yaygın olanı “başınız sağ olsun” ifadesidir. Bu ifadenin anlamı
Türklerin kültürel yaşamları ile ilintili olup, yanlış kullanımlar sonucu günümüze
gelmiş ve insan ölümlerinde kullanılmaya başlanmıştır. “Başınız/ başın sağ olsun”
ifadesi eskiden atlı-göçebe ve hayvancılık geleneği ile bilinen Türklerin besledikleri
hayvanları kaybettiklerinde kullanılan bir söz iken, günümüzde insanlar için
kullanılan taziye ifadelerinin arasında en yaygını haline gelmiştir. Hayvancılığın ve
göçebe yaşamın getirdiği zorluklarla beraber sık sık hayvan kayıpları yaşayan
Türkler, bu durumlarda “üzülme, sen sağ oldukça, yaşadıkça, yerine yenisini alırsın,
yerine yenisi gelir” manasında bu ifadeyi kullanmışlardır 12. P. Ergun, başsağlığı
sözünün kültürel kökenlerinin çok eskiye dayandığını, ancak insanlar için
söylenmeye başlandığı tarihin Osmanlı’nın son yüzyıllarında başlayıp,
Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar sürerek devam ettiğini, bu dönem zarfında yaşanan
savaşlar, kaybolan nesiller, ailesi yıkılmış dağılmış ocakların yaşadığı kültürel
travma sonucu şekil değiştirerek günümüzde yer bulduğunu dile getirmektedir13.
Ruhu mutlu olsun, huzur bulsun anlamında kullanılan “ruhu şad olsun, mekanı
cennet olsun” gibi ifadeler de yine İslamiyet’teki ahiret inancı ile ilintili olarak
gelişmiştir. “Toprağı bol olsun” sözü ise Hristiyan gelenekleri ve inançları ile ilintili
bir söylemi oluşturmaktadır.
Türkçedeki taziye ifadelerinde, kişi -sın eki ile dile getirdiği ifadelerde hem
çeşitli anlamlara sahip dileklerde bulunmakta, “Allah” sözcüğü ile kullanılan vermek,
eylemek, affetmek, almak, olmak gibi eylemlerle birlikte meydana gelmiş ve gelecek
olan her şey Allah’ın takdirine bırakılmaktadır. Böylelikle de kişi, dile getirdiği
söylemlerde kendisi dışında bir irade ortaya koymaktadır.
Rus dilinde baş sağlığı ifadeleri Türk kültüründen farklı olarak ölenlerin
yakınlarına yönelik olmaktan ziyade ölen kişinin ruhunu huzura erdirmeye
yöneliktir. Ölen kişinin aile yakınları ve fertleri için ifade edilen söylemler “Derin
üzüntülerimizi kabul edin!”, “Başınız sağ olsun!” şeklinde Türkçedeki ile benzerlik
göstermektedir. Buna karşılık dile getirilen ifadeler ölen kişinin aile fertleri ve
11
Fadime Kavak, “Klasik Arap Edebiyatında Taziye”, Uludağ Üniversitesi Dergisi, C. 24, S. 1, 2015,
s.109.
12
Perivan Ergun, “Türk Kültüründe Ölümle İlgili Bazı Terimler”, Milli Folklor Dergisi, C.25, S.100,
2013, s. 141.
13
Age., s. 142-143.
138
Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen …
yakınlarından ziyade merhum için dile getirilir. Böylece baş sağlığı dileklerinden
ziyade merhum için söylenen ifadelerde daha çok “Allah” sözcüğünün kullanıldığı
ifadeler yer almaktadır, bunlarda konuşma dilinden çok kilise tören ve ayinlerde daha
sıklıkla dile getirilmektedir: Да упокоится в Боге, …да упокоит Господь душу
раба (рабы) gibi ifadeler bu durumuna verilebilecek örneklerden sadece birkaçıdır.
Bilindiği gibi dilekler ve istekler iyilik belirtebileceği gibi kötülükte
belirtebilmektedir. Türkçede hayır duası ve iyi temenniler ifade eden kalıplaşmış
sözcükler bir hayli çoktur. Hayır duası Türkçede bir kimsenin iyiliği için dua olarak
tanımlanmaktadır14. Hayır duası anlamına sahip kalıplaşmış ifadelerin çoğunluğu
tıpkı taziye dileklerinde olduğu gibi “Allah” sözcüğü ile ifade edilebilmektedir.
Yapılan herhangi bir iyilik karşısında dile getirilen “Allah razı olsun!” sözcüğü iyilik;
“Allah ne muradın varsa versin!” ise mutluluk anlamlarını içeren teşekkür ifadelerini
oluştururken, “Allah analı babalı büyütsün!”, “Allah kavuştursun!”, “Allah kabul
etsin!” gibi söylemler güzel temennileri ifade eder. Teşekkür ifadeleri, yapılan
iyiliğin Allah tarafından görülerek iyiliği yapan kişinin hanesine yazılmasını ve
yapılan iyiliğin yine Allah tarafından kabul görmesi dileklerini içerisinde barındırır.
Güzel temenni ifadeleri ise, bir çocuğun anne-babalı bir ailede iyi bir şekilde
büyümesi, mutluluğun bozulmaması, sevenlerin birbirine kavuşması gibi çeşitli
olumlu anlamlar aktarabilirken hem Türk toplumunda yaygın olan nazar inancının
önüne geçmekte hem de yine kişilerin kaderleri kendilerinden üstün bir iradenin
ellerine bırakılmaktadır.
Hayır duası ve iyi dileklere ilişkin Türkçede yaygın olarak kullanılan diğer
ifadelere baktığımızda “doğum günün kutlu olsun!” ifadesindeki kutlu olmak
sözünün, Türklerin İslamiyet öncesi çağlardaki kut geleneği ile ilintili olduğu
görülebilir. Kut anlayışı, İslam öncesi Türk Devletleri’nden itibaren Osmanlı
Devleti’ne kadar devam eden bir egemenlik anlayışı olup bir hanedana ülke yönetme
yetkisinin kendilerine Tanrı tarafından verildiği inancıdır. Moğol, Altay ve Türk
inanışında kut kelimesi, talih, uğur, bereket, mutluluk, mübarek anlamlarına
gelmekte, “mübarek” kelimesi “Tanrı” anlamı ile ilintili olarak ortaya çıkmaktadır. 15
Türkçede birisine “doğum günün kutlu olsun” derken kişinin doğduğu gün kutsal,
talihli, bereket dolu ve mutluluk verici anlamlarını içermektedir.
Bu grup içerisinde diğer dillerde eşine fazla rastlanmayan ifadelerden “geçmiş
olsun”, “kolay gelsin”, “afiyet olsun, hayırlı olsun (hayırlı uğurlu olsun)” söz grupları
14
15
Türkçe Sözlük, Ankara, 2011, s. 1071.
Osman Karatay, “Kut: Evrensel Dilde Tanrı ve İyilik”, Türk Tarihçiliğine Katkılar: Mustafa Kafal
Armağanı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 2013, s. 64-66.; Age., s. 1545.
139
Leyla Çiğdem DALKILIÇ
üzerinde de duracak olursak, geçmiş olsun ifadesi genel olarak belirli bir hastalık
geçirmekte olan veya geçiren kişilere yönelik kullanılan ve “hastalığınız bir an önce
geçsin, geçer inşallah” temennisini içerisinde barındıran bir ifade olmakla birlikte,
özünde geride bırakılmak istenen, geçmişte kalması arzu edilen ve benzeri olumsuz,
zor, kötü vb. bir durumla bir daha karşılaşılmaması temennisini de içerisinde
barındırdığı için sadece hastalık anında değil, kişi için hayatta zorluk teşkil eden
çeşitli durumlar içinde söylenebilir. Söz gelimi, sınavdan çıkan bir öğrenciye, zorlu
bir işi tamamlayan birine, iş gününü bitirmiş bir çalışana vb. “geçmiş olsun” ifadesi
söylenebilmektedir. Böylelikle hem sınav, iş gibi benzeri durumlarla ilintili olan
endişe, heyecan içeren ve kişiye olumsuz yansıyan duyguların bir an önce geçip
gitmesi dilenir. Günlük hayatta sıkça kullanılan bir başka söz grubu ise “kolay
gelsin!” ifadesidir. Bu ifade çalışan, herhangi bir işle meşgul olan kişiye iyi
dileklerde bulunmanın yanı sıra, bir işle meşgul olan kişinin dikkatini çekmek için
bir hitap ve eğer yaklaşığımız kişinin ruh halinden emin değil isek, hitap edilen
kişinin ruh halini yumuşatmak için kullanılan bir giriş sözü olarak da
kullanılmaktadır. “Kolay gelsin!” ifadesi içerisinde “yaptığın iş kolaylıkla bitip
çözülsün, uğraşın sana sıkıntı vermesin” şekilde anlamlar barındırmaktadır.
“Hayırlısı olsun!” ise yine Türkçede sıklıkla dile getirilen bir diğer söz grubudur.
Kişi, karşı taraftan herhangi bir dilek geldiği zaman genel olarak bu söylemde
bulunur. Bununla ise, kişi kendi istediği olsun diye ısrar etmediğini, Allah’tan
gelecek olanın en iyi şekliyle kendisini bulmasını, vuku bulmasına yönelik arzusunu
dile getirmektedir. Böylece, bir nevi hem Allah’a iyi istekler için yalvarışta
bulunurken, hem de iyi, güzel olanın kendisini bulmasını dilemektedir. Bilindiği gibi,
Türk mutfağı yeme-içme kültürü açısından en zengin mutfakların başında gelir. Bu
açıdan yenilen ve içilen her şey törensel bir önem taşır. Türk toplumunca sıklıkla
kullanılan “afiyet olsun!” ifadesi, yemek yemeden önce, yemek yerken ve yemek
yedikten sonra dile getirilen bir söz grubudur. Afiyet kelimesi, Arapçadaki “hasta
olmama hali, sağlık, canlılık” anlamına gelen afiyya kelimesinden gelmektedir.
Diğer dillerdeki ifadelerin aksine (enjoy you food! (ing.), bon appetit! (frs.), buon
appetito! (ital.), priyatnogo appetita (rus.)) yemeğe başlamadan önce bir kere değil,
birkaç kez dile getirilebilmesidir. Yemeden önce yiyeceğiniz yemek size yarar
getirsin, yerken yarasın, yedikten sonra bu yarar devam etsin şeklinde sürüp
gidebilmektedir. Üstelik bu ifade sadece yemek yerken değil çay, kahve gibi
içecekleri içerken, içme öncesi ya da sonrası içinde birçok kez dile getirebilir. Bu söz
grubu ile karşıdaki kişiye yenilen-içilen her şeyin yeme-içme eylemi boyunca yarar
ve sağlık getirmesi temenni edilir. Rus dilinde ise, sadece yemek başlangıcı ya da
140
Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen …
esnasında yemeği veren ya da hazırlayan kişi karşısındakine bir kere olmak üzere bu
ifadeyi dile getirmektedir.
Türk kültüründen farklı olarak Rus dilindeki dileklerde “Allah” sözcüğünün
kullanımı sınırlıdır. İyi dileklerin ifadesi morfolojik olarak da farklılık
göstermektedir. Rus dilinde Türkçedeki kimi ifadeyi, Rus dilinde -sın/sin anlamını
veren ve “bırakmak, izin vermek” anlamındaki fiillerden türeyen пусть, пускай
ekleri ile aktarmak mümkün olsa bile (geçmiş olsun = Pust budet proşloe/proşlım
(пусть будет прошлое/прошлым), kolay gelsin = pust pridet legko (пусть придёт
легко vs.) benzeri ifadelerin dilde kullanımı bulunmamaktadır. Olanlar ise kullanım
açısından farklılık göstermektedir. Söz gelimi Türk dilindeki “Allah analı babalı
büyütsün” ifadesi Rusça için “büyüsün, kocaman olsun, sağlıkla, mutlulukla
büyüsün” şeklinde olacaktır. Buradaki ifade farkı her iki kültürün aile kavramına olan
yaklaşımı ile ilintili olarak ortaya çıkmaktadır. Türk kültüründe aile, anne baba ve
çocuktan oluşan “çekirdek aile” kavramı ile gelişip kendini göstermektedir. Bu
bakımdan çocuğun anne ve babası yanında olmak suretiyle büyümesi Türk toplumu
için önemli iken, Rus kültüründe dünyaya gelen çocuk daha çok bir birey olarak ele
alındığından, anne baba ile birlikte büyüyecek olmasından ziyade sağlık ve mutluluk
içerisinde büyümesi daha önemli görülmektedir. Bu bakımdan Türk kültüründe
çocuğun analı babalı büyüyerek zaten mutluluk, sağlık gibi önemli gereklilikleri
kazanacağı ve bir çocuğun ailesi olmadan büyümesinin düşünülemeyeceği için bu
bakış açısı “Allah analı babalı büyütsün” ifadesine yansımıştır. Rus kültüründe ise
çocuğun bir birey olarak doğmasına ve gelişmesinde fiziksel ve ruhsal durumuna
daha çok vurgu yapıldığından bu şekildeki bir bakış açısıyla dile “sağlıkla, kuvvetle,
mutlulukla büyüsün” ifadesiyle yansımıştır. İki dil arasında iyi dileklerde bulunurken
bir başka fark da morfolojik olarak kendini göstermektedir. Söz gelimi Türk dilinde
iyi dileklerde bulunurken hem sonu -sın/sin eki olan ifadelerle hem de bu anlamı
karşılayan çeşitli fiiller kullanılabilirken, Rus dilinde iyi dilekler çoğunlukla
“dilemek” fiili ile aktarılmaktadır.
Türkçedeki iyi niyet ifade eden dilekler ve hayır dualarından sonra dilde kötü
niyetlerle beddua, linç ve lanet belirten kelimelerin çoğu yine “Allah” sözcüğü ile
birlikte kullanılabilmektedir. “Allah” sözcüğünü kullanarak bir başkasına beddua
ettiğinde kişi, karşısındakine olan kızgınlığını ağır ve incitici bir şekilde dile
getirmekle birlikte, sözlerinden ötürü doğabilecek herhangi bir durumu üzerinden
atmaktadır. Beddua eden kişi, böylelikle, doğrudan kendisi tarafından gelebilecek
herhangi bir kötülüğün üstünü örterek, bunun sorumluluğunu yüce iradenin gücüne
bırakmaktadır. Allah sözcüğü dışında dile getirilen beddualar ise, kişinin ölümüne
ilişkin isteği dile getiren çağrışımlara da sahip olabilmektedir.
141
Leyla Çiğdem DALKILIÇ
Rus dilinde ise, Türkçeden farklı olarak beddua ifadelerinde Allah’ın adı hiçbir
şekilde geçmemektedir. Bu durumun oluşması Rus kültüründeki Hristiyanlık inancı
ile ilintilidir. Hristiyanlık inancına göre, başka bir kişiye beddua ederken kişi “Allah”
kelimesini kullandığında her şeyden önce Tanrı’ya ait olan sorumluluğu kendi
üzerine alarak üstlenmiş ve böylece bir nevi Tanrı’nın yerini alarak ona şirk koşmuş
olmaktadır. Bununla birlikte, Hristiyanlık inancında Allah kullarının pişmanlık
duyarak tövbe edeceklerini ve yanlış yoldan geri döneceklerini beklemektedir, bu
nedenle Allah’ın ismini hem kötü niyet ve söylemler içerisinde ağza almak hem de
boş yere dile getirmek günah sayılmaktadır. Beddua ederken kişi daha büyük bir
günah işleyerek Hz. İsa’nın söylemlerinde yer alan ve öğretilerinde dile getirdiği
affetmenin büyüklüğüne karşı gelmiş olmaktadır. “Başlangıçta Söz vardı, Söz Tanrı
ile birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun
aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı. Yaşam O’ndaydı ve yaşam
insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi.”16 Bu öğretide
Söz’den kasıt Hz. İsa’nın kendisidir ve sevgi, şefkat, merhamet kavramları ile
özdeşleşmiştir. Bu açıdan Hristiyanlık öğretileri dile yansıyarak beddualarda ve kötü
sözlerde Tanrı’nın adının dile getirilmesi hoş karşılanmamaktadır.
Türkçede -sın/sin eki ile dile getirilen ve sakınma anlamını veren ifadeler,
konuşan kişinin karşısındaki kişiyi genel olarak gelecekte olası bir tehlike durumuna
veya düşüncesine karşın söylemleriyle koruma, bir nevi engel olma isteğine karşı iyi
niyetini yansıtmaktadır. Konuşan kişi bu iyi niyetini, yine kişiyi her türlü kaza ve
beladan koruyup kollayabileceğine inandığı dini inançları ile özdeşleştirerek
pekiştirmektedir. İyi niyetinin bir göstergesi olarak da “Allah” sözcüğü ile
söylemlerini kuvvetlendirmektedir. Rus kültüründe ise, sakınma anlamını veren
ifadelerde de “Allah” sözcüğünün kullanıldığı ifadelere rastlanmaktadır. Tıpkı Türk
toplumunda olduğu gibi, Rus kültüründe de Hristiyanlık inancının getirileri ile
birlikte, Allah’ın kişiyi tüm kötülüklerden koruyabilecek tek güç olduğu kabul
edilmekte bu da ifadelerde dile yansımaktadır. “Allah” kelimesi dışında dile getirilen
en yaygın sakınma ifadesi nazar ile ilintilidir. Nazar, en ilkel toplumlardan en modern
olanlarına kadar çok geniş bir coğrafyada görülen, kişinin tam olarak anlayamadığı
birtakım olayları tam olarak adlandıramamasından doğan bir olgudur. Toplumlar
kültürle orantılı olarak ortaya çıkıp geliştiklerinden, nazar inancı toplumların
yarattığı kültürün bir parçası olarak sadece toplumların nazardan korunmak için
uyguladıkları çeşitli eylemlere değil, doğal olarak, konuştukları dile de
yansımaktadır. Bu nedenle nazar olgusu çeşitli toplumlarda olduğu gibi Türk
16
Kutsal kitap İncil: Yuhanna 1: 1-5
142
Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen …
toplumunda ve toplumun her kesiminde yaygın bir inanç olarak karşımıza
çıkmaktadır. Türkçede kişiyi nazardan sakınma, koruma anlamını veren ifade en çok
“nazar değmesin!” söylemi ile ortaya çıkmaktadır. Söylemin hemen ardından
ifadenin anlamını pekiştirmek için “Allah ne güzel yaratmış ne güzel dilemiş”
anlamına gelen Arapça kökenli Maşa-Allah, yani “maşallah” kelimesi kullanılır.
Arapçadaki anlamından biraz farklı olarak Türk toplumunda, halk arasında
“maşallah” sözcüğü “nazar değmesin” anlamını kazanmıştır. Bununla birlikte Türk
kültüründen farklı olarak Rus kültüründe siyah, kahverengi gibi koyu gözlü kişilerin
nazar değdireceğine inanılırken, Türk toplumunda renkli gözlü kişilerin nazarının
değdiğine inanılır. Rus kültüründe bu inanç Antik çağ mistik sembollerinde siyah
rengin her zaman kötülük ve şeytanlık kavramlarını çağrıştırmasından
kaynaklanmaktadır. Türk kültüründe ise, birçok toplumda olduğu gibi, nazarın gözler
aracılığı ile daha çok değebileceğine inanılmaktadır. Bunun sebebi ise, gözlerin
kişinin iç dünyasının aynası, dünyaya açılan bir penceresi olarak görülmesinden ve
her türlü olumsuz, kötü niyeti iletebileceği düşüncesinden ileri gelmektedir. Bu
nedenle, gözler ayna vazifesi gördüğünden, mavi, yeşil gibi renkli gözlerin saydam
görüntüsü vermeleri özelliğinden dolayı, renkli gözlerin enerjiyi daha çabuk ve
kolayca aktardıklarına inanılmaktadır. Bizce bu inancın yaygınlaşması, Türk
toplumunda renkli gözlü kişilerin azlığı, Rus toplumunda ise koyu renkli gözlü
kişilerin azlığı ile ilintili olarak da gelişim göstermiştir.
Türk kültüründe dinleyeni eleştirme ve konuşanı yüceltme anlamını
kapsayan ifadeler “olmak” fiili ile de sıklıkla kullanılmaktadır. “Aşk olsun!”,
“Alacağın olsun!”, “Senden iyi olmasın!” gibi ifadeler en yaygın olarak
kullanılanlardandır. “Aşk olsun!” ifadesi, eskiden dervişler arasında kullanılan bir
selamlama sözü iken günümüzde halk arasında “beğenilmeyecek bir davranış bir söz
karşısında kınama, sitem bildiren bir söz” olarak kullanılmaktadır 17. Halk arasında
“aşk olsun” ifadesini kullanan kişi aslında dile getirdiği kırgınlığını bir nebze de olsa
yumuşatarak sitemde bulunmaktadır. “Alacağın olsun” ifadesi ise, Türkçe Sözlükte
her ne kadar tehdit ifadesi olarak verilse de sitem bildiren kelimeler grubunda da yer
alabilmektedir. Yabancı bir öğrenci için bu ifadenin zorluğunu kavramak iki farklı
anlama sahip olabilmesinden kaynaklanabilmektedir. Yukarıda verilen tehdit, sitem
anlamını dışında “birinden alınacak parası olmak” anlamını da vermektedir 18. Son
olarak, “senden iyi olmasın” ifadesi de başka bir kimsenin iyi yönlerinden
bahsedilirken karşıdaki kişinin gönlünü kazanmak, onu da yüceltmek için dile
getirilir. Bu ifadeyi Rusça için bire bir çevirdiğinizde “kişi senden daha iyi bir
17
18
Türkçe Sözlük, Ankara, 2011, s. 177.
Age., s. 81.
143
Leyla Çiğdem DALKILIÇ
duruma, konuma gelmesin” anlamını verebilir. Bu da söz konusu ifadenin doğru
anlaşılmasına engel olabilmektedir. Rus kültüründe ise, Türk kültüründeki gibi kabul
edilerek dile yansımış benzeri bir kullanım bulunmamakla birlikte, dilde şaşkınlık,
alınganlık bildirebilen kimi ifadelere sözcük öbeği şeklinde rastlanmaktadır.
Sonuç
Türk kültürünün ve dilin ayrılmaz bir parçası haline gelen kalıplaşmış ifadeler,
toplumun bireyleri arasında sıklıkla kullanılan ve dilin bir parçası haline gelen söz
öbeklerini oluşturmaktadırlar. Yabancı dil öğreniminde kültür aktarımının önemi
hem kalıp ifadelerin doğru anlaşılması hem de morfolojik olarak bir yapının
özelliklerini gösteren başka bir dil yapılarının anlamsal ayrımının yapılabilmesi için
önemlidir.
Türkçedeki bu kalıp ifadelerle aktarılan söylemlerde Rusçaya oranla farklar
hem kültürel hem de morfolojik olarak kendini göstermektedir. Buna göre, Türkçede
–sın eki ile dile getirilen kalıp ifadeler, Rusçaya oranla daha fazla olmakla birlikte,
“Allah” sözcüğü kullanılarak oluşturulan ifadeler de daha fazladır. Bu da bize, Türk
kültüründe İslam dininin dile nasıl yansıdığını ve baskın bir şekilde ortaya çıktığını
göstermektedir. Rus dilinde de “Allah” kelimesi kullanılarak oluşturulan kalıplaşmış
ifadeler de bulunmasına rağmen bunların kullanım alanları ve kullanımdaki işlevleri
farklılık göstermektedir. Söz gelimi, baş sağlığı, beddua ve linç ifadelerini aktaran
kalıplaşmış ifadelerin kullanım biçimleri iki kültürde farklılık göstermektedir. Türk
kültüründeki baş sağlığı dileklerinde kayıp yaşayan kişinin yakınlarını teselli etmeye
yönelik ifadeler daha fazla yer alırken, Rus kültüründe baş sağlığı ifadeleri daha çok
ölen kişinin ruhunu kutsamaya, rahatlatmaya yönelik olarak ortaya çıkmaktadır. Türk
kültüründe başsağlığı dilerken “Allah” sözcüğünü içine alan kalıplaşmış ifadelerde,
insan iradesi dışında gerçekleşmiş olan bir olayın, İslam dininde evrenin tek hakimi
olarak kabul edilen Allah’ın iradesiyle bir yön bulacağı gerçeği ya da beklentisi
yansımaktadır. Yine baş sağlığı dilerken “Allah” sözcüğü ile yer alan diğer
kelimelere bakacak olursak, sabır, ömür, acı, cennet gibi kavramların Allah’tan
geldiği kabul edilmekte, bu kavramların iradesi yine Allah’a bırakılmaktadır.
Türkçedeki başsağlığı dileklerin de taksirat (suç, günah), rahmet (suçunu bağışlama,
merhamet etme) gibi Arapça kökenli kelimelerin dilde yaygın bir şekilde yerleşmiş
olması da bize İslam dini ile birlikte Arap kültürünün Türklerin taziye geleneklerine
etki ettiğini göstermektedir. Rus kültüründe “Allah” sözcüğü kullanılarak dile
getirilen taziye ifadeleri ise daha çok ölünün ruhunun Tanrı’nın makamında huzura
kavuşmasına yöneliktir. Ölenin yakınlarını teselli etmeye yönelik ifadeler ise
“üzüntüsünü dile getirmek”, “taziyelerini sunmak” şeklinde fiilin gerekli şahıs
144
Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen …
zamirinde çekimlenmesi ile dile getirilmektedir. Beddua ve linç ifadelerinde ise, yine
her iki toplumda da din öğesinin baskın varlığı farklı şekillerde olmak üzere ön plana
çıkmaktadır. Türk toplumunda beddua ve linç ifadelerinde “Allah” kelimesi oldukça
yaygın ve de sıklıkla kullanılarak dile getirilmektedir. Hatta bedduayı dile getiren
kişi, olumsuz bir anlama sahip ve etki yaratabilecek cümlelerde Allah’ın adını
kolaylıkla kullanabilmektedir. Kişi “Allah” sözcüğünü kullanarak bir başkasına
beddua ettiğinde, karşısındakine olan kızgınlığını ağır ve incitici bir şekilde dile
getirmekle birlikte, sözlerinden ötürü doğabilecek herhangi bir durumu üzerinden
atmaktadır. Beddua eden kişi, böylelikle, doğrudan kendisi tarafından gelebilecek
herhangi bir kötülüğün üstünü örterek, bunun sorumluluğunu yüce iradenin gücüne
bırakmaktadır. “Allah” sözcüğü dışında dile getirilen beddualar ise, kişinin ölümüne
ilişkin isteği dile getiren çağrışımlara sahiptir. Rus kültüründe ise, Türk kültüründen
farklı olarak beddua ifadelerinde Allah’ın adı hiçbir şekilde dile yansımamaktadır.
Bu durumun oluşması Rus kültüründeki Hristiyanlık inancı ile ilintilidir. Hristiyanlık
inancına göre, başka bir kişiye beddua ederken kişi “Allah” kelimesini kullandığında
her şeyden önce Tanrı’ya ait olan sorumluluğu kendi üzerine alarak üstlenmiş ve
böylece bir nevi Tanrı’nın yerini alarak ona şirk koşmuş olmaktadır. Bununla
birlikte, Hristiyanlık inancında Allah kullarının pişmanlık duyarak tövbe
edeceklerini ve yanlış yoldan geri dönmelerini beklemektedir, bu nedenle Allah’ın
ismini hem kötü niyet ve söylemler içerisinde ağza almak hem de boş yere dile
getirmek günah sayılmaktadır.
Anlamsal olarak kalıplaşmış ifadelerin kullanım farklarının yanı sıra,
Türkçede -sın/sin eki ile ifade edilen kalıplaşmış ifadeler Rusçadaki pust/puskay ekli
söylemlerden farklılık göstermektedir. Türkçede morfolojik yapısı itibari ile emir
tümcesi olarak aktarılan bazı kalıp sözcükler bu anlamın dışında bir ifade
aktarmaktadırlar. Yani emir değil dilek, istek bildirmektedirler. Rus dilinde ise
pust/puskay eklerinin yanı sıra, istekler ve dilekler Rus dilinde ismin tamlama hali
olan ‘roditelnıy padej’ durumunda kullanılan ve “dilemek” anlamına gelen “jelat’”
fiili ile ifade de edilebildiği gibi, istekler -mek/ mak “için, amacıyla” anlamı veren
‘ştobı’ bağlacı ile de aktarılmaktadır (чтоб ты сдох, чтоб не сглазить vb.).
Türkçede -sın/sin eki ile aktarılan kalıplaşmış ifadeler, konuşan kişinin
dileğini kendinden başka bir iradeye ya da güce yüklediğini gösterirken, Türkçe ile
karşılaştırmalı olarak Rusçadaki kalıp ifadeler kişinin dini inançlarının yanı sıra,
söyleme katmak istediği kuvvetli anlam ve işlevsel özelliği ile şekillenmektedir.
145
Leyla Çiğdem DALKILIÇ
Kaynakça
AKSAN, Doğan, Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK Yayınları,
Ankara, 2015.
BANUOĞLU, Tahsin, Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara, 1990.
ÇÖTÜKSÖKEN, Yusuf, Deyimlerimiz, Özgül Yayınları, İstanbul, 1994.
EDİSKUN, Haydar, Türk Dilbilgisi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1985.
ERGUN, Perivan. “Türk Kültüründe Ölümle İlgili Bazı Terimler”, Milli Folklor
Dergisi, C.25, S.100, 2013, s. 134-148.
GENCAN, Tahir Nejat, Dilbilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1975.
GÖKDAYI, Hürriyet, “Türkçede Kalıp Sözler”, Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler
Dergisi, S.44, 2008, s. 89-110.
HENGİRMEN, Mehmet, Türkçe Dilbilgisi, Engin Yayınları, Ankara, 2015.
KARATAY, Osman, “Kut: Evrensel Dilde Tanrı ve İyilik”, Türk Tarihçiliğine
Katkılar: Mustafa Kafal Armağanı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü,
Ankara, 2013, s. 63-68.
KAVAK, Fadime, “Klasik Arap Edebiyatında Taziye”. Uludağ Üniversitesi Dergisi,
C. 24, S.1, 2015, s.105-132.
KONONOV, Andrey, N, Grammatika Turetskogo Yazıka, İzd. Akademii Nauk
SSSR, Moskva-Leningrad, 1941.
KORKMAZ, Zeynep, Türkiye Türkçesi Grameri, Şekil Bilgisi, Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 2009.
KUTSAL KİTAP, İncil-Tebrat-Zebur https://incil.info/arama/Yuhanna+1:1-5
ŞEKA, Yu. S. Praktiçeskaya Grmmatika Turetskogo Yazıka, Moskva, İzd. VostokZapad, 2007.
TOKLU, Osman, Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 2015.
TOPALOĞLU, Ahmet. Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ötüken Neşriyat, İstanbul,
1989.
TÜRKÇE SÖZLÜK, haz.: Şükrü Haluk Akalın… ve başk., Türk Dil Kurumu
Yayınları, Ankara, 2011.
146
Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin
Değerlendirilmesi
Liliya VOITSENKA
Lefke Avrupa Üniversitesi
Gonca PÜRDİK
Lefke Avrupa Üniversitesi
Özet: Kültürel yapı toplumdan, toplumun en küçük birimi kabul edilen
aileye, aile ilişkilerinden bireye kadar etkisini göstermektedir. Aile kavramı,
her biri kendi öznelliğine sahip, ortak sorumlulukları ile birbirine bağlı
bireylerden oluşan; toplumun en küçük dinamik birimi olarak tanımlanabilir.
Aileler kültürü içinde barındırır ve en önemli işlevlerinden biri de içinde
yaşadıkları kültürü sonraki nesillere aktarmaktır. Ebeveyn tutumlarının
çocuklara kültürü aktarmada önemli bir rolü vardır. İçinde bundukları
kültürden kaynaklı olarak ebeveynlerin çocuk yetiştirme tarzları da farklılık
göstermektedir. Günümüzde yapılan kültürler arası ebeveynlik araştırmaları;
çocuk yetiştirme tutumları ile ‘’bireyselci’’ ve ‘’kolektivist’’ toplumların
özellikleri arasında güçlü bir ilişki olduğunu saptamıştır. Bireyselci toplumda
yetiştirilen çocukların bağımsızlık ve özerklik becerilerine önem verdiği
görülürken, kolektivist toplumların daha çok toplumsal sorumluluk kazandırma
becerileri üzerinde durdukları görülmektedir. Ayrıca yapılan araştırmalarda
kültürel özelliklerle birlikte sosyo-ekonomik düzey, eğitim ve bilinç düzeyi
gibi faktörlerin de etkilediği görülmüştür. Kültür, sıkı disiplin/ katı sınırları
olan, gevşek disiplin/ aşırı geçirgen sınırları olan, demokratik tutum ve aşırı
koruyucu gibi ebeveyn tutumlarında önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmanın
amacı, coğrafi ve kültürel yakınlığı bulunan Türk ve Rus kültürlerindeki
ebeveyn tutumlarını farklılık ve benzerlikleriyle tartışmaktır.
Anahtar Kelimeler: Ebeveyn tutumları, Kültür, Aile, Türk ve Rus
ebeveyn tutumları
Abstract: Cultural structure takes effect from society to family,
accepted as the smallest unit of society, from family relations to individiual.
Family notion can be described as the smallest and dynamic unit and as
Liliya Voitsenka - GoncaPürdik
consisting of individuals, each has their own subjectivity, connected to each
other with common responsibilities. Families contains culture and to convey
the culture they experienced to the next generations is one of the most important
functions of families. Parent attitudes have an important role in conveying the
culture to children. Due to the culture parents live in, child growing methods
of parents differ. Recent researches about cross-cultural parenthood have
identified that child growing attitudes and the features of individualist and
collectivist societies have a strong relation with each other. While it is seen that
the children grown in individualist society give importance to skills of freedom
and autonomy, collectivits societies dwell on the skills of gaining social
responsibility more. It was also seen in executed researches that the factors such
as social economic level, education level and conscience level besides cultural
features affect. Culture plays an important role in attitudes of parent such as
tight discipline/strict boundaries, loose discipline/hyperpermeable boundairies,
democratic attitude and overprotective. The purpose of this study is to discuss
the attitudes of parent in Turkish and Russian cultures which have geographical
and cultural closeness in terms of differences and similarities.
Key Words: attitudes of parent, culture, family, attitudes of Turkish and
Russian parent
GİRİŞ
Kültür
Kültür geçmişten günümüze gelen dinamik etkinlikler bütünü olarak
tanımlanabilir. Paylaşılan değerler, toplumsal yaşantılar, sanat, etkinlik, bilimsel
paylaşım, gelecek beklentisi, paylaşılan ortak normlar, düşünce kalıpları ve iletişim
bile kültürün bir parçasıdır. Bunların yanı sıra ebeveynlerde kültürün içinde yer
almaktadır. Her aile yapısı, oluşum sürecinde kültürden beslenmektedir. Buna bağlı
olarak ebeveynler, çocuk yetiştirme de hakim olan ‘’kültürel senaryoları’’ takip
ederler (Yılmaz, 2018).
Kültürel yapı; toplumdan, toplumun en küçük birimi olan aileye ve aile içi
etkileşimler aracılığı ile bireye kadar etkisini göstermektedir. Aile; her biri farklı
özelliklere sahip, ortak sorumlulukları ile birbirlerine bağlı bireylerden oluşan ve
toplumun en küçük dinamik birimi olan yapı olarak tanımlanabilir. Her aile yapısı
kültürü içinde barındırır. Ailelerin en önemli işlevlerinden biri de, içinde yaşadıkları
kültürü gelecek nesillere aktarmaktır. Ebeveynlerin, çocuk yetiştirme tutumlarının,
çocuklara kültürü aktarma da önemli bir rolü vardır. Ebeveynlerin çocuk yetiştirme
148
Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi
tarzları içinde bulundukları kültüre bağlı olarak da farklılık göstermektedir
(Kulaksızoğlu, 1989).
Ebeveyn Tutumları ve Kültürel Yapı
Her çocuk bir kültürün içine doğmaktadır. Ebeveyn tutumları, kültürün çocuğa
aktarılmasında önemli bir rol oynamaktadır. İnançlar, değerler, hedefler ve
davranışlar ebeveyn tutumlarının bileşenlerini oluşturmaktadır. Her bir boyut
çocuğun içine doğduğu makro-sosyal yapıdan etkilenmektedir. Çocuk için bu makrososyal yapının temsilcileri; anne ve babadan oluşmaktadır (Yılmaz, 2018).
Çocuk yetiştirme tarzları; toplum ve kültürlere göre faklılık gösterebileceği
gibi; her aile için de farklı tarzda olabilmektedir. Ebeveynlerin çocuklarına karşı olan
tutumları; çocuğun toplumsal normlara uymasında, sosyalleşmesinde ve çevreye
uyum sağlamasında oldukça önemlidir. Ayrıca çocuğun aile içinde ki konumunu da
belirlemektedir. Kültürün çocuk yetiştirme üzerinde bireysel özelliklerden daha fazla
etkisi olduğu düşünülmektedir (Dinn ve Sunar, 2017).
Ebeveyn Tutumlarının Değerlendirilmesi
Psikanalistler sağlıklı gelişim için ‘’bireyleşme’’ modelini savunmalarının
yanı sıra ayrışmanın da çok önemli bir rolünün olduğunu vurgulamaktadırlar. Ryan
ve Deci (2000) özerklik gereksinimi gibi, ilişkisellik gereksiniminin karşılanmasının
da, iyi oluş üzerinde olumlu bir etkisinin olduğunu ileri sürmektedir. Maslow (1968),
‘’ihtiyaçlar hiyerarşisinde’’ sevme ve ait olma gereksinimlerini, kendini
gerçekleştirme ihtiyacının öncesinde yer vererek, ait olmanın önemine dikkat
çekmiştir. Bunun gibi birçok araştırma da ilişkisellik ve iyi oluş arasında ilişkilere
vurgu yapılmıştır. Gelişim modelleri açısından ebeveyn tutumlarının incelendiği bir
çalışmada; en önemli unsurun ebeveyn-çocuk bağının sürdürülmesi olduğu ve
ilişkilerin, psikolojik destek açısından önemli kavramlar olduğu bulunmuştur
(Grotevant ve Kopper, 1998; Kağıtçıbaşı,2003; 2011; Kwak,2003).
Aile Örüntüleri
Kağıtçıbaşı (2017), aile değişim modelinde üç tür aile örüntüsünden
bahsetmektedir. Bunlardan ilki, bireyler arası ilişkilerin daha sıkı olduğu
‘’bağımlılık aile modeli’’dir. bu model az gelişmiş, özellikle tarımla uğraşan kırsal
kesimlerde bulunmaktadır. Maddi ve psikolojik olarak aile ilişkileri üzerinden
tanımlanmıştır. İkinci aile örüntüsü ise; ‘’bağımsızlık’’tır. Batılı, sanayi alanında
gelişmiş ve bireyci toplumlarda görülmektedir. Bu aile örüntüsünün benlik yapısı;
149
Liliya Voitsenka - GoncaPürdik
daha özerk ve ayrışmış bağımsızlık ile ilişkilidir. Son olarak ‘’duygusal bağımlılık’’
aile örüntüsünde ise; özerk ve ilişkisel benlik söz konusudur.
Batı psikolojisinin tamamen özerkleşmeyi destekleyen bir bakış açısına sahip
olmasını (bireyselci) eleştiren Çiğdem Kağıtçıbaşı (2017), aşırı bağımlı ilişkinin ve
aşırı özerk ilişkinin sağlıklı olmadığını belirtmiştir. Türk toplumunu geçiş toplumu
olarak değerlendiren Kağıtçıbaşı (2017); ikisinin de birlikte bulundurulması
gerektiğini vurgulayıp: ‘’özerk-ilişkisel benlik örüntüsü’’ yani ‘’iki boyutlu modeli’’
geliştirmiştir. Tek boyutlu model; bireylerin aile örüntülerini ya bağımsız ya da
karşılıklı bağımlı olarak değerlendirmektedir. Ancak hem özerkliği hem de
ilişkiselliği içinde barındıran iki boyutlu modelde ise bireyler; hem ‘’bireyci’’ hem
‘’toplulukçu’’ yapıya sahip olabilmektedirler. Bu durum kültürler içinde geçerlidir.
Kağıtçıbaşı (2017); kişiler arası mesafe ve bireyleşme ayrı olarak incelenseler de,
‘’birbirleriyle ilişkili bir boyut olarak ele alınmalıdır’’ der. İki ayrı eksende bakacak
olursak; ‘’kişilerarası mesafe’’ boyutunda ilişkisellik, ‘’ayrışma-bireyleşme’’
boyutunda ekseninde ise bağlılık ve özerklik barındırılmalıdır. Özerkleşme
sürecinde, bağlılığımızı ve ilişkililiğimizi bütün olarak değerlendirmek
gerekmektedir. Hepsinden bir derece barındırabilmek, ‘‘özerk-ilişkisel benlik’’
oluşumunu mümkün kılmaktadır (Kağıtçıbaşı, 1996;2005; 2007;2011;2013).
Benlik gelişimi incelenirken, toplulukçu bir yapıya sahip toplumun, bireyci
toplumlara yaptıkları göçte, çocukların özerk olmasını gerektiren çevre koşullarının
da sağlanması gerektiğinden bahsedilmektedir. Sosyal karşılaştırma ve sosyal kültüre
uyum sağlama süreci ile birlikte; özerklik arzulanmakta ve gelişmektedir. Bu süreçte
anne ve babaların, çocuklarının özerkliğini destekleyici tutumlar sergilemesi
gerekmektedir. Bu tutumları sergilerken ebeveyn ve çocuk arasında çatışmalar
meydana gelebilir. Bu çatışmalar; kuşaklar arası farklar, gelişen ve değişen kültür ve
sosyal toplumun etkisinden kaynaklanabilmektedir (Kağıtçıbaşı, 2014).
Özerkliğe karşı bakış açısında, zamanla değişim gözlenmekteyken, benzer bir
şekilde ayrık olma kavramının da bir değişim göstermesi gerektiği bulunmuştur.
Özerklik, göç olan bir ortamın sosyal uyumun da önemli boyuttur. Özerklik
oluşurken ilişkiselliğin de sürdürülebilmesi gerekmektedir. Özerklik oluşurken,
yakınlığın devam edip etmemesi gerektiğine ilişkin yapılan araştırmalarda; ‘’benlik
yönetme teorisi’’, ergenlerin; ebeveynleri ile yakınlık kurarken, özerkliklerinin de
gelişebileceğine ilişkin sonuçlar elde etmiştir (Chirkov, Kim,Ryan ve kaplan, 2003;
Ryan ve Deci, 2000; bkz. Kağıtçıbaşı,2005).
150
Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi
Ebeveynlik Tarzlarında Kontrol Kavramı
Kültürler arası ebeveyn tutumları, çocuk yetiştirme algısın da ‘’kabul, katı
tutum ve psikolojik kontrol’’ boyutun da karşılaştırılmıştır. Bu araştırmalar
yapılırken ebeveyn tutumlarının, davranışları yönlendireceğine ilişkin varsayımlar
göz önünde bulundurulmuştur. Kendini belirleme kuramı araştırmacıları, ‘’kontrol’’
kavramını gözlemlemişlerdir. Grolnick ve Pomerantz (2009), bu kavramın;
‘’psikolojik kontrol ve katı kontrol’’ olarak iki alanda değerlendirilmesi gerektiğini
vurgulamışlardır. Ebeveynlik tarzları ‘’kabul ve kontrol’’ boyutlarında incelenmiştir.
Kabul ve kontrol kavramı, araştırmasında; kabul boyutu, sıcaklığa karşı reddedilme
algısı olarak; kontrol boyutu ise; psikolojik kontrol tutumuna yönelik otonomi ya da
özyönetim olarak ele alınmıştır. Araştırma sonucunda; katı kontrol tutumunun,
toplulukçu kültürlerin, itaat üzerine yaptıkları bir vurgu olduğu belirtilmiştir.
Psikolojik kontrol tutumunun ise; toplulukçu yapıya sahip kültürlerin, içinde
bulundukları grubun diğer üyelerini düşünmesinden kaynaklı bu tutumu
sergiledikleri sonucuna varılmıştır (Dinn A. ve Sunar D., 2017).
Yıllardır yapılan ebeveynlik tarzlarının araştırılması sonucunda; Baurmind
(1967) ebeveynlik tarzlarını üç grupta incelemiştir. Bunlar; açıklayıcı / demokratik,
otoriter ve izin verici şeklinde belirlenmiştir. Maccoby ve Martin (1983) ise
ebeveynliği dört kısma ayırmıştır. Sıcaklık ve kontrol boyutları geliştirip,
Baurmind’in modeline ihmalkarlığı eklemişlerdir. Düşük sıcaklık ve yüksek düzey
kontrol olarak birleşen ‘’otoriter’’ tutum; ebeveyn tutumlarına yönelik araştırmalarda
sıklıkla ön planda bulunmaktadır. Her kültürün ebeveyn tutumları; çocuklarına
gösterdikleri sıcaklık ve otoriter tutum yönünden farklılaşmaktadır. Bireyci
toplumlar otoriter tutumu reddedilmek olarak algılarken; toplulukçu kültürlerde
böyle bir algının olmadığı, aksine ebeveynlerin, bu tutumlarının sıcak ve kabullenici
nitelikte algıladığı düşünülmektedir (Dinn ve Sunar, 2017).
Hızlı sanayileşme, kentleşme ve ekonomik değişimler ‘’red edilme ve sıcaklık
algısını da değiştirir mi?’’konusunda da birçok araştırma yapılmıştır. Türkiye de bu
özellikler açısından farklı kesimlerde uygulama yapılabilir, çünkü birçok kesimi
içinde barındıran bir yapıya sahiptir (Sunar, 2009). Türkiye de yapılan araştırmalar
sonucunda otoriter yapıya sahip ebeveynlerin, toplulukçu kültürlerde daha çok
görüldüğü bulunmuştur (Chao, 1994; Harwood ve ark., 1999; Rudy ve Grusec,
2006). Grolnic ve Pomerantz (2009) kontrolcü tutumun; düzenleyici ve yol gösterici
davranış olarak değerlendirilmesi ve bunun ‘’yapılandırıcılık’’ olarak
kavramsallaştırılması
gerektiğini
belirtmiştir.
Yapılandırıcılık
olarak
kavramsallaştırıldığında ise, toplulukçu kültürlerde değerlendirilen ‘’otoriter tutum’’
tekrar yorumlanmaya ihtiyaç duyacaktır (Dinn ve Sunar, 2017).
151
Liliya Voitsenka - GoncaPürdik
Türk Kültürü ve Yapısı
Hofstede (1980; 2001) toplum yapılarını; ‘’bireyci ve toplulukçu’’ olarak
ayırmıştır. Kültürler arası ebeveynlik tarzlarının bireyci ve toplulukçu toplum
yapılarından etkilendiği düşünülmektedir. Bireycilik, önce kendi ihtiyaçlarını
karşılayan, kendi amaç ve isteklerine yönelen bir toplum yapısı iken; toplulukçuluk,
içinde bulunduğu grubun diğer üyelerinin ihtiyaç ve isteklerine önem veren,
bireylerin kendilerini ikinci plana attığı bir toplum yapısı olarak tanımlanabilir.
Ancak kültürler, dinamik yapısından dolayı değişime uğrayabilmektedir. Bu durum
çalışmalar da göz ardı edilmemelidir.
Türkiye’nin, toplulukçu yapıyı barındıran bir ülke olduğu düşünülmektedir
(Hofstede, 2001). Türk toplumunda; aile bütünlüğü, ilişkilerde uyum, yakınlık ve
sadık olmak vurgulamaktadır (Kağıtçıbaşı,1984). Kağıtçıbaşı (2014),
araştırmalarında Türk kültürünü, ilişkililik kültürü olarak değerlendirmiştir. Ttriandis
ve arkadaşları (1995), bu kavramları tanımlamak için ‘’bireycilik ve toplulukçuluk’’
kavramlarına, iki boyut daha eklemişlerdir. Bunlar; ‘’dikey ve yatay’’ bireyciliği
içeren kavramlardır. Bu şekilde ‘’dikey bireyci, dikey toplulukçu ve yatay bireyci,
yatay toplulukçu’’ olarak dört grupta açıklanmaktadır. Otorite ve hiyerarşinin etkin
olduğu ‘’dikey’’ kutup ve eşitliğin olduğu ‘’yatay’’ kutup eklenmiştir. Türk
toplumunun ‘’dikey toplulukçu’’ grupta yer aldığı düşünülmektedir. Bireyci batı
toplumları; çocuklarına, özerk, bağımsız ve kendi başına bir şeyler yapabilme yetisi
kazandırmaya önem vermektedir. Çocuk, bu şekilde kendi insiyatifini
kullanabilecektir. Toplulukçu yapıya sahip toplumlar ise; çocuklarına, kendi
çıkarlarının üzerine kurulmuş bir yaşam, topluluk bilinci ve sorumluluğu
kazandırmayı hedef almıştır (Dinn ve Sunar, 2017).
Ülkemiz için konuşacak olursak; geleneksel aile yapımız ataerkil, kalabalık ve
geniş bir yapı olarak görülmektedir. Ataerkil sistem de aile reisi erkek olarak
bilinmektedir. Bu yüzden de eşitlikçi bir yapıdan söz etmek mümkün değildir. Baba
ile bağlar daha kuvvetlidir. Yardımlaşma ve işbirliği üzerine kurulu bir ilişki yapısı
vardır (Kulaksızoğlu A., 1989.). Baba bir yandan otorite olarak görülürken, bir
yandan da sonsuz saygı ve korkunun temsili olarak görülmektedir. Yapılan
araştırmalarda, alınan göçler ile bu geniş aile yapısının giderek küçülmekte olduğu
ve batılaşmaya yönelik bir eğilimin olduğu görülmektedir (Kağıtçıbaşı, 2014.). Her
ne kadar genel yapıdan uzaklaşılsa da, aile fertleri arasında yardımlaşma ve
dayanışma kavramının bozulmadığı da görülmüştür (Kulaksızoğlu A., 1989.).
152
Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi
Rus Kültürü ve Yapısı
Geçtiğimiz yüzyılda Rusya, 70 yıllık ideolojinin ve beraberindeki
komünizmin, sosyalizmin ve sosyal sistemin etkisiyle karakterize edilmişti.
Komünizmin, geleneksel aile yapılarını ve modellerini destekleyen bir ideoloji
olmasa da, batı kültüründe görülen bireyselleşme eksikliğinin ve aile bağlarının
üzerinde az da olsa etkisi olduğu ileri sürülmüştür. Komünist sosyal sistem, yaşamın
her alanında ön planda olan, toplulukçu değerleri ve aileyi, toplumun bir parçası ve
kaynağı olarak değerlendirmektedir. 1990’ların başından beri Rusya, sistemden uzak
bir şekilde dramatik bir sosyal değişim yaşamıştır (Mayer ve ark., 2008).
Rus kültüründe düşük bireyselcilik ve daha yüksek aile değerleri olduğu
vurgulanmıştır. Aile bireyleri birbirlerine daha bağımlıdır. Genç yetişkinler
ebeveynlerine sosyal destek ve maddi destek sağlamaktadırlar. Rus kültüründe daha
geleneksel bir anlayışın hakim olduğu görülmektedir (Mayer ve ark., 2008).
TARTIŞMA
Türk-Rus Ebeveyn Tutumlarının İlişkisi
Türk ve Rus ebeveyn tutumlarını karşılaştıran çalışmalar da; Rus ebeveynlerin
çocuklar üzerinde daha kontrol edici bir yapıya sahip oldukları saptanmıştır (Yılmaz,
2017). Yapılan diğer çalışmalara bakıldığında; Türk anneler, babalara kıyasla
çocuklarına daha demokratik tutum sergilemektedir (Aydoğdu ve Dilekmen, 2016).
Rus anneler de babalara kıyasla çocuklarına daha demokratik tutum
sergilemektedirler (Valikina, Korotaeva, Cherepanova, 2015).
Çalışan anneler ve çalışmayan annelerle yapılan çalışmalarda; çalışan
annelerin, çalışmayan annelere göre daha demokratik tutum sergiledikleri
bulunmuştur (Aydoğdu ve Dilekmen, 2016). Rus anneler içinde aynı durumun
geçerli olduğu görülmektedir (Valikina, Korotaeva, Cherepanova, 2015).
Ebeveynlik tutumlarını etkileyen bir diğer faktör de eğitim düzeyidir. Schaefer
(1991), ‘’otoriter ve demokratik’’ tutumların, ebeveynin eğitim seviyesiyle pozitif
yönde bir ilişkisi olduğunu belirtmiştir. Schaefer’e göre, eğitim durumu yüksek
ebeveynler, çocuklarına karşı daha demokratik bir tutum sergilemektedirler
(Yaprak,2007). Rusya da yapılan bazı çalışmalarda da, eğitim durumu yüksek
ebeveynlerin demokratik tutumlar sergiledikleri bulunmuştur (Valikina, Korotaeva,
Cherepanova, 2015).
Ebeveyn tutumları, anne ve baba olarak bakıldığında; babaların, ebeveynlik
tutumlarına ilişkin daha fazla bilinçlendirilmeye ihtiyaçları vardır (Aydoğdu ve
Dilekmen, 2016). Rus kültürü için de aynı durum söz konusudur (Valikina,
153
Liliya Voitsenka - GoncaPürdik
Korotaeva, Cherepanova, 2015). Sunar (2002), Türk annelerinin çocuklarını sıkı
denetim altında tutan kişiler olarak algılandıklarını, fakat bunun aksine Türk
annelerinin, katı kurallar koymayan kişiler olduklarını belirtmiştir. Çatay ve
arkadaşları (2008), Türk annelerinin psikolojik kontrolü yani; sonuca odaklı bir yolu
seçtiklerini belirtmişlerdir.
Türk ve Rus ebeveynleri karşılaştıran bir araştırma da, iki kültürün disiplin
konusunda daha fazla benzerlik sergiledikleri, demokratik tutum konusunda ise daha
fazla farklılaştıkları bulunmuştur. Sağlıklı ebeveyn tutumu olarak değerlendirilen
içerikleri barındıran demokratik tutum boyutunda, Türk ebeveynlerin, Rus
ebeveynlere göre daha yüksek puan aldıkları görülmüştür. Sıkı disiplin ve gevşek
disiplin boyutunda ise Rus ebeveynlerin, Türk ebeveynlerinden daha yüksek puan
aldıkları bulunmuştur. Bir kültürdeki ebeveynlerin hem sıkı disiplin hem de başıboş
tutum puanlarının yüksek olması, çocuk yetiştirme konusunda tutarsız bir tutum
içinde oldukları şeklinde yorumlanabilir (Yılmaz H., 2018).
Demokratik tutum ve sıkı disiplin boyutlarının cinsiyete göre anlamlı düzeyde
farklılaşması ve babaların sıkı disiplin puanlarının, annelerinkinden yüksek olması;
pek çok araştırma sonucu ile uyum göstermektedir (Bombi, 2011:129-141; Olivari,
2015; 244-258; Tapanya, 2011: 190-198). İki kültürde de çocuk eğitiminde disiplin
vurgusu yapılmaktadır (Yılmaz, 2018).
Rusya’nın sisteminin değişmesiyle, Türkiye’de ise küreselleşmenin etkisiyle,
batı kültürü ile doğu kültürü arasında gidiş gelişler yaşandığı ve iki kültürün de aile
yapılarının bu sebeplerden etkilendiği görülmüştür. Konuya ilişkin tüm araştırmalar
da; Türk ve Rus kültürlerinin, kendi içinde geleneksel, toplulukçu, aile içi bireylerin
birbirine bağımlı, batıya kıyasla, ayrışmamış bir yapıya sahip oldukları görülmüştür.
Son yıllarda yapılan araştırmalarda Rus ve Türk ebeveynlerin, bireysel farklılıklar,
bağımsızlık gibi konulara önem vermeye başladığı bulgulanmıştır.
Sonuç
Tüm kültürel farklılıklara rağmen (dil, din, eğitim düzeyi, ekonomik refah
düzeyi vb.) Kağıtçıbaşı’nın (2007), aile modelinde özerk-ilişkisel benlik tipinin
gelişmesi için uygun aile ortamı Rus kültürü içinde önerebilir. Bu aile ortamı
özerkliğin desteklendiği, yüksek ilişkililik ve yüksek denetimin bir arada olduğu
çocuk yetiştirme stili ile ekonomik bağımsızlığın öne çıktığı batılı aile kültürünün
geleneksel ailede duygusal bağımlılık ile harmanlamasıyla ortaya çıkmıştır. Bu
benlik tipi hem özerkliğin hem de yakınlık ve ilişkiselliğin bir arada olduğu
toplulukçu bir kültürde bireyselliğinde korunduğu bir benlik olarak yorumlanabilir.
154
Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi
Bu gözden geçirme çalışmasının önemi; aile ve Türk- Rus kültür karşılaştırmalı
araştırmaların olmamasına ve kültür psikolojisi açısından bu konuya ilişkin bir
boşluk olduğuna vurgu yapmaktadır.
Kültürler arası etkileşimler arttıkça kültürün ebeveyn tutumları üzerindeki
etkisi yumuşayacak ve değişimler olmaya devam edecektir. 2018 yılında Rusçaya
kazandırılan ebeveyn tutum ölçeği (Yılmaz, 2018) kullanılarak Kıbrıslı Türk, Türk
ve Rus ebeveynler üzerine kültür karşılaştırmalı nicel bir araştırma yapmak
planlanmıştır.
KAYNAKÇA
Aydoğdu, F., Dilekmen, M. (2016). Ebeveyn Tutumlarının Çeşitli Değişkenler
Açısından Değerlendirilmesi. Eğitim Fakültesi Dergisi. Cilt:11, Sayı:2, s.s
570-581
Boris Mayer, Tatjana Klug & Gisela Trommsdorff. “Familienmodelle in
Deutschland und Russland:Intergenerationale Unterstützung
Deniz, A., Özgür, E.M. (2013/2). Antalya’daki Rus Gelinler: Göçten Evliliğe,
Evlilikten Göçe. Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 27. Sayı, 151-175
Dinn, A.A., Sunar D. (2017, Haziran). Çocuk Yetiştirme Tutumları ve
Bağlantılarının Kültür İçi ve Kültürlerarası Karşılaştırması. Türk Psikoloji
Dergisi, 32(79).95-10
Erwachsener Töchter für ihre Eltern”. Zuerst ersch. in: Wert des Kindes und
intergenerationale Beziehungen : Sammelband wissenschaftlicher Artikel / Z.
H. Saraliewa (Hrsg.). - Nizhnij Novgorod : NISOTS-Verl., 2008. - S. 89-114
Kağıtçıbaşı Ç., Ataca B. (2017). ‘’Çocuğun Değeri ve Aile Değişimi: Türkiye’den
Otuz Yıllık Bir Portre’’. (Pelin Önder Erol, Ebru Aloğlu, Çev.). Sosyoloji
Dergisi, 35, ss.77-101
Kağıtçıbaşı, Ç. (2014, Aralık). Sonsöz Kültürleşme ve Aile İlişkileri. Türk Psikoloji
Yazıları, 17(34), 120-127
Kulaksızoğlu, A., (1989). Çocuk Yetiştirme Tutumları ve Aile. Eğitim ve Bilim, S.1.,
V.13, N.74, Oct. 1989. ISSN 1300-1337. Erisim Adresi:
http://egitimvebilim.ted.org.tr/index.php/EB/article/view/5845/1976. Erişim
Tarihi : 20 Aralık 2018
Pektaş, D., Demircioğlu H. (2017). Almanya’da Yaşayan Türk Annelerin Ebeveynlik
Tutumları. Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi. Cilt:10, Sayı:54
155
Liliya Voitsenka - GoncaPürdik
Valikina Yu.R., Korotaeva A.V., Cherepanova V.N. “Ailede çocuk yetişterme tutmları”. Bilim ve eğitimin modern problemleri. 2015.
Yağmurlu B., Çıtlak B., Dost A., Leyendecker B., (2009, Haziran). “Türk Annelerin
Çocuk Sosyalleştirme Hedefl erinde Eğitime Bağlı Olarak Gözlemlenen
Farklılıklar”. Türk Psikoloji Dergisi, 24 (63), 1-15
Yılmaz, H. (2018a). Türk, Kırgız ve Rus Ebeveynlerin Çocuk Yetiştirme Tutumları:
Kültürlerarası Karşılaştırma. Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi. Cilt:7,
Sayı:3, 613-635
Yılmaz, H. (2018b). Türkçe Ebeveyn Tutum Ölçeğinin Rusça Konuşan Kültürler İçin
Uyarlanması. Asya Studies- Academic Social Studies/Akademik Sosyal
Araştırmalar, Number:5, Autumn, p. 1-10.
156
Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler
Doç. Dr. Sefa YÜCE
Gazi Üniversitesi
Özet: Ankara, Millî Mücadele dönemi ile önem kazanır. Askerlerin ve
aydınların birçoğu Ankara’ya taşınır. Burası Millî Mücadele’nin merkezi olur.
İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasından sonra başkent olan Ankara, yazarların ve
şairlerin buluştuğu bir mekâna dönüşür. Kadim şehir olan İstanbul, kültür ve
sanatın merkezi olmakla birlikte Ankara ediblerin ve aydınların ilgi odağı
haline gelir. Bu dönemde, Millî Mücadele ile ilgili yazılan hikâye ve
romanlarda Ankara önemli bir yer tutmaya başlar. Yabancı elçiliklerin
İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, “Eski Ankara”nın yanında “Yeni
Ankara”nın inşası yeni mekânların açılmasına da zemin hazırlar.
Millî Mücadele döneminde Atatürk ve arkadaşlarının ilk mekânı Ziraat
Mektebi’dir. Bugün Meteoroloji Genel Müdürlüğü içinde bulunan bu tarihi
bina aynı zamanda İstiklâl Mücadelesi’nin simgesidir. İstasyondaki Direksiyon
Binası ise, Atatürk’ün yabancı konukları ağırladığı ve ediblerle bir araya
geldiği tarihi binadır. Daha sonra Ruşen Eşref’in tavsiyesi ile Çankaya’daki
bağ evi önemli bir merkez haline gelecektir. Millî Mücadele’nin simgesel
mekânlarından biri de Taşhan’dır. Milletvekillerinin kaldığı bu binanın
Ankara’nın tarihinde önemli bir yeri vardır.
Ankara, Aka Gündüz, Yakup Kadri ve Sevgi Soysal’ın romanlarında,
Millî Mücadele ve Cumhuriyet sonrası da önemli bir yer tutar. Ayrıca Baki
Süha Ediboğlu’nun hatıraları da şair ve yazarların edebî muhitlerine ışık
tutması bakımından önem arz eder. Cumhuriyet döneminde, Atatürk ve
arkadaşları, Ankara ile bozkırın ortasından yeni bir kültür ve sanat merkezi inşa
ederler.
Anahtar Kelimeler: Millî Mücadele, Ankara, edebî muhit, Yakup
Kadri, Sevgi Soysal.
Cultural and Literary Environment in Ankara
Abstract: Ankara gains importance with the period of National
Struggle. Many of the soldiers and intellectuals move to Ankara. This place
becomes the center of the National Struggle. While Istanbul the ancient city is
the cultural and art center, Ankara becomes the centre of attraction of literary
Sefa YÜCE
men and intellectuals. At this period, Ankara begins to take an important place
in the stories and novels written about the National Struggle. The transfer of
foreign embassies from Istanbul to Ankara and the construction of the ”New
Ankara“ along with the Old Ankara lead up to the opening of new places.
The first place of Atatürk and his friends during the National Struggle
was the Agricultural School. Today, this historical building located in the
General Directorate of Meteorology is also the symbol of the Independence
Struggle. The Steering Building at the station is the historical building where
Atatürk hosted foreign guests and met with literary men. Later, with the advice
of Ruşen Eşref, the vineyard house in Çankaya will become an important
center. Tashan is one of the symbolic places of the National Struggle. This
building where deputies stay has an important place in the history of Ankara.
After the National Struggle and the Republic, Ankara has an important
role in the novels of Aka Gündüz, Yakup Kadri and Sevgi Soysal. In addition,
the memories of Baki Süha Ediboğlu are important in terms of shedding light
on the literary environments of the poets and writers. During the Republican
period, Atatürk and his friends built a new culture and art center with Ankara
in the middle of the steppe.
Key Words: National Struggle, Ankara, literary environment, Yakup
Kadri, Sevgi Soysal.
Giriş
Kültür ve sanat birbirini bütünleyen kavramlardır. Kültürün geliştiği ortam da
sanat da gelişir. Her devir ve dönemde, şair ve yazarların bulunduğu ortam, sanat
açısından önem arz eder. Özellikle şair ve yazarlar, toplumun kültürel kodlarını ve
değerler sistemini edebî eserler vasıtasıyla gelecek kuşaklara aktarırlar. “Bir yazarın
etkileme-etkilenme ilgisi içindeki tavrı, onun topluluğa ne sıklıkla katıldığıyla, orada
nelerle uğraştığıyla, kısacası katılımının niteliğiyle de doğrudan ilgili bir durumdur.
Bir toplum içinde yaşayan yazar, toplumu eserleriyle şekillendirirken, topluluk da
onu olumlu veya olumsuz duygu ve düşüncelerle şekillendirir (Anar, 2012: 4).” Bu
yönüyle şair ve yazar, eserleriyle toplumun ruhunu yansıtır.
Mahfil, edebî muhit veya edebî çevre anlamında da kullanılır. Genel olarak
ediblerin bir araya geldiği mekân olarak tarif edilir. Bununla birlikte “ihata eden,
etrafını çeviren, kuşatan, çevre, etraf, yöre, bir şeyi etrafına alan anlamlarına gelen
muhit, mahfil kavramını da içine alabilecek nitelikte bir kelimedir. Muhitin bir veya
birden fazla mekânı içine alabilecek bir tedaiye sahip olması söz konusudur. (…)
Muhit kavramının genişliği yanında, mahfilin bir mekânla doğrudan bağlantısının
158
Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler
olması, mahfillerin bir araya gelerek de muhit oluşturabileceğini düşündürüyor.
Mahfil aynı zamanda somut nitelikler bağlamında muhitten daha küçüktür.
Mahfillere katılanlar sayıca muhittekilerden genelde azdır, muhitin mekânsal niteliği
mahfilin mekânından daima geniş ve çeşitlidir (Anar, 2012: 67-68).”
XIX. yüzyıldan farklı olarak Cumhuriyet döneminde edebî muhitler yeni bir
boyut kazanır. Pastaneler, restoranlar, oteller ve barlar ediblerin yeni toplanma
merkezi olurlar. Bu merkezlerin dışında büyük kitapçılar ve sahaflar da yeni buluşma
yerleri haline gelirler. Ayrıca önemli şahsiyetlerin ve ediblerin sıkça gittikleri
dernekler, bazı kahvehane ve çay ocakları da aynı işlevi görürler.
Ankara, Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’dan farklı olarak, kısıtlı
imkânlara sahiptir. Bununla birlikte kültür ve sanatın gelişimi için önemli adımlar
atılır. Gazete matbaaları, bankaların sanat faaliyetleri, ressamların resim ve heykel
sergileri yeni mahfil ortamlarının oluşumuna katkılar sağlar. Misyon şeflerinin
İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, kokteyller ve davetler, başkentte kültürel
hareketliliği artırır. Taş Mektep ve Gazi Lisesinin eğitim öğretim faaliyetleri de
Ankaralıların dikkatini çeker.
Başkentte Ankara Üniversitesinin faaliyete geçmesi, yeni fakültelerin
açılması, ayrıca TBMM’nin sivil toplum örgütleri ile yaptığı aktiviteler, şehre
canlılık getirir. Atatürk’ün çeşitli vesilelerle katıldığı toplantılar ve Çankaya
Köşkü’nde konuklarına verdiği yemekler politikacıları ve aydınları cezb eder.
Ankara’nın sosyal muhitinin gelişimine önemli katkılar sağlar.
Ankara’da Sosyal ve Kültürel Yapılanma
Millî Mücadele’nin Ankara’sı yirmi bin nüfuslu bir kasabadır. 1919 yılında
burası Kale etrafındaki mahallerden oluşur. Bu yıllarda Ankara’da pek yabancıya
rastlanmaz. Şehir, tiftik, bal ve armut üreten bir yer olarak bilinir. Keçiören Ankara
eşrafı için bir safiye yeridir. Çankaya’da bağlar vardır. Şehirde yaşayan ecnebiler
burada oturur. Ankara’nın en kalabalık yeri Samanpazarı çevresidir. Şehrin en büyük
alışveriş merkezi Karaoğlan Çarşısı, şimdiki Adliyenin arkasına düşer. Ogüst
Mabedi’nin yanındaki Hacı Bayram Veli Camii halkın uğrak yeridir (Bardakçı, 1975:
64).
Eski Ankara’yı sembolleştiren yapı, Ankara Kalesi ve onu çevreleyen
surlardır. Şehrin eskiliğinin bir göstergesi olan Kale’nin Ankara’nın her yanından
görülebilmesi için Alman mimar Jansen bir plan hazırlar. Bu planın amacı, Kale ve
civarının tarihî dokusunun korunmasını sağlamaktır. Yine bu planın bir parçası
159
Sefa YÜCE
olarak buralar “Protokol alanı” olarak ilan edilerek Ankara’nın çekirdek merkezi
olarak düşünülür. Bu plan çerçevesi içinde Kalenin içindeki ve yakın çevresindeki
mahalleler birbirine karışmadan oturma alanları korunur. Plana uyulmaz, zamanla bu
sadelik kaybolur. Atpazarı ve Koyunpazarı semtlerine yeni iş yerleri egemen olur.
Eski Ankara’yı çevreleyen Atatürk ve Talatpaşa Bulvarları ile demiryolunun
Cebeci Caddesi’ne paralel giden kesimi, Anafartalar ve Denizciler Caddesi, iş
yerlerinin ana merkezi olurlar. Millî Mücadele’den sonra ise, Ankara’yı sosyal ve
kültürel yönden geliştirme çalışmalarına ağırlık verilir. Ulus çevresi yeniden
düzenlenir. Şehir Yenişehir ve Bakanlıklara doğru genişler. Başkentte, yeni ikamet
alanları oluşur (Keleş, 1971: 13-136).
Ankara’nın ilk konaklama mekânlarından biri Taşhan’dır. Burası I. TBMM
milletvekillerinin kaldığı yerdir. Ankara, bu yıllarda Darülmuallimin, Sanat Mektebi,
Vilayet Konağı, İstasyon binası, birkaç camii ve taş yapıdan ibarettir. Evlerin
neredeyse çoğunluğu kerpiçtir. Taşhan, pembe kalker taşlardan yapıldığı için halk
arasında ünlenir. Bina, Millî Mücadele’de, milletvekillerinin kaldığı, siyasi ve
kültürel konuların konuşulduğu bir merkeze dönüşür. Burası, İstanbul’dan
Ankara’ya gelen konukların tek uğrak yerlerinden biridir. Atatürk’ün Ankara’ya
davet ettiği ediblerin bir kısmı da burada kalır. Taşhan, 1935 yılına kadar varlığını
sürdürür. 2 Mart 1935 yılında yıkılır ve yerine Sümerbank binası yapılır (Sazyek,
2018:276-282).
Ankara Ziraat Mektebi ise, Mustafa Kemal’in Millî Mücadele döneminde ilk
karargâhıdır. Kendisi, 27 Aralık 1919’dan 23 Nisan 1920’ye kadar bu binada çalışır.
Heyet-i Temsiliye adına alınan kararlar bu binada hazırlanır. Aynı zamanda bu bina
Ankara Hükümeti’nin ilk resmî binası olur. Mustafa Kemal, bu binada Anadolu’dan
gelen heyetlerle görüşür. Burası kısa bir zamanda siyasi, askerî ve kültürel mahfil
ortamına dönüşür (Sazyek, 2018:121-122). Mustafa Kemal’in Ankara’da kaldığı
konutlardan biri de Direksiyon Binası’dır. Burası Ankara tren garının içindedir. Bina,
Bağdat Demiryolu’nu işleten Alman yöneticiler için yapılır. Mustafa Kemal,
Ankara’ya gelen misafirlerini burada karşılar. Aynı zamanda burayı evi olarak
kullanmaya da başlar.
Direksiyon Binası’nda Mustafa Kemal’in yararlandığı bir kütüphane vardır.
Üvey amca kızı Fikriye’nin gelmesiyle burası Mustafa Kemal için daha verimli bir
çalışma ortamı olur. Direksiyon Binası, Mustafa Kemal’in sosyal muhitini de
şekillendirir. Akşamları, Kılıç Ali, Recep Zühtü, Salih Bozok, Ruşen Eşref, Mazhar
Müfit, İbrahim Süreyya ve Fuat Bey toplantılara katılırlar; burada siyasî, kültürel pek
çok konuyu tartışırlar (Sazyek, 2018: 125-127).
160
Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler
Mustafa Kemal’in Ankara’da üçüncü tercih ettiği yerleşim yeri
Çankaya’daki bağ evidir. Ruşen Eşref’in tesadüfen keşfettiği bu yer Papazın Bağı
adıyla bilinir. Bağ evi sahibinden kısa bir sürede kiralanır. Burası daha sakin ve
havadar bir yerdir. Çankaya’da tren gürültüsü ve Gar’daki hareketlilikten eser yoktur.
Kiralanan bağ evi onarıma alınır ve yeniden düzenlenir. Fikriye İstasyon Binası’nda
olduğu gibi burasının tefriş ve düzenini üstlenir. Bağ evi, köşke dönüşür. Mustafa
Kemal’in Çankaya’ya yerleşmesi ile birlikte onun birçok yakın arkadaşı da köşke
yakın yerlere taşınırlar. Mustafa Kemal, burayı tartışmaların, önemli kararların
alındığı ve yemekli davetlerin düzenlendiği bir sosyal muhit haline getirir.
Çankaya’daki bağ evinde, çok önemli kararlar alınır ve uygulanır. Cumhuriyet’in
ilanından sonra ve Ankara’nın yeniden planlanması sürecinde Alman mimar
Holzmeister eski bağ evinin yanına yeni bir köşk yapar. Mustafa Kemal, bir yıl gibi
kısa sürede tamamlanan bu binayı çok beğenir. En çok ilgisini de yeni binanın
kitaplık bölümü çeker. Bina, 1932 yılında ikamete açılır. Çankaya Köşkü,
Ankara’nın en önemli mahfili olur. Türkiye ile ilgili kararlar burada alınır. Köşk,
davetlerin, yemekli toplantıların merkezi olur. Ayrıca burada misyon şefleri kabul
edilir, yabacı devlet adamları ağırlanır. Çankaya Köşkü Ankara ile özdeş haline gelir.
Mustafa Kemal, Ankara’da modern tarımının gelişmesi için “Atatürk Orman
Çiftliği”ni kurar. Tohum ıslahı için de çalışmalar başlatır. Çiftliğe yeni binalar inşa
ettirir. Mustafa Kemal, arkadaşlarıyla buraya sıkça gelir ve yapılan çalışmaları
yakından takip eder. Kendisi, çiftlikte arkadaşlarıyla sohbet eder, tarım politikaları
ile ilgili görüş alışverişinde bulunur. Burası da diğer mekânlar gibi bir nevi yeni bir
mahfil özelliği kazanır. Mustafa Kemal’in arkadaş çevresinin dışında, Ankara’daki
küçük topluluklar da burada bir araya gelir, edebî sohbetler ve sosyal etkinlikler
düzenlerler.
Millî Mücadele döneminde edibler de kendi aralarında sosyal muhitler
oluştururlar. Bunun öncülerinden biri de Mahir İz’dir. Ankara Sultanisi’nde bir grup
genç her akşam Mahir İz’in evinde bir araya gelir. Onlar, burada şiir okurlar, edebî
konularla fikir alışverişinde bulunurlar. Gençlerden, Börekçizâde Muammer Refî,
Abdurrahim Hâmid, İhsan İzzeti ve Abdülhakîm Fehmi bu toplantıların
müdavimleridir. Bir başka edebiyat mahfili de Zincirli Camii yakınındaki Mücellit
Ömer Efendi’nin dükkânıdır. Edebiyatsever gençler, Askeri Hastahane’nin yüzbaşısı
Şükrü Bey’in öncülüğünde “Hayalât Cemiyeti” adlı bir topluluk kurarlar. Mahir İz,
hatıralarında bu toplulukla ilgili şunları söyler: ‘Şükrü Bey kurduğumuz cemiyete
Hayalât Cemiyeti derdi. Ben, derli toplu bir isim olmak üzere Darü’l-Hayalât
Cemiyet-i Afâkiyesi adını vermiştim. Benim yazıp da neşrettiğim manzumelerimde
161
Sefa YÜCE
kullandığım ‘Maksûd Kâmrân’ müsteârındaki ‘Maksûd’ kelimesi cemiyet
mensupları için müşterek ad oldu (Tonga, 2014: 188-189).’
Millî Mücadeleye katkıda bulanan ve Kuva-yı Millî saflarında yer alan pek
çok şair ve yazar Ankara’da bir araya gelir. Bunların arasında İstanbul’dan kendi
isteği ile Ankara’ya gelenler olduğu gibi, bizatihi Mustafa Kemal’in davetine icabet
edip gelen edibler de vardır. Edibler, halka ve askerlere Millî Mücadele’nin önemini
anlatmak için önemli görevler üstlenirler. Mehmet Âkif de, bunlardan biridir.
Kendisi Ankara’ya gelmeden önce Balıkesir’e gider, Kuva-yı Millîye teşkilatını
destekleyen konuşmalar yapar. Askerlere moral verir. 1920 yılı Şubat ayının ilk
haftasında Zağanos Paşa Camisi’nde halkın ısrarı üzerine bir konuşma yapar.
Mehmet Âkif, bu konuşmasında Millî Mücadele’yi ‘büyük bir gaza’ olarak
niteler. Heyecanla sözlerine devam ederek ‘Zafer yolu, bu yoldur.’demekten kendini
alamaz. Âkif, Zağanos Paşa Camii’nde Batı dünyası ile değerlendirmelerde bulunur
ve şunları söyler: “Batı dünyasında büyük bir hızla gelişen teknik medeniyet
harikalar yaratırken Müslümanlar değil bunlardan yararlanmak, bütün bu olup
bitenlerden haberdar bile olmamışlardır. Yeryüzünde yaşamak herkesin hakkıdır,
ancak yaşamayı hak etmek gerekir (Uçman, 2011: 80-81).” Mehmet Âkif, daha sonra
İstanbul’dan ayrılır ve bir süre Kastamonu’da kalır. Buradan da Ankara’ya gelir.
Mehmet Âkif’in Ankara’da kaldığı yer bugün Hamamönü Sümer
Mahallesi’nde bulunan Tâceddin Dergâhı’dır. Âkif’in buraya yerleşmesiyle dergâh,
kültür merkezi ve edebiyat mahfili haline gelir. Onun öncülüğünde Sebilürreşad
mecmuası da Ankara’da yayımlanmaya başlar. Âkif, İstiklâl Marşı şiirini de
Tâceddin Dergâhı’nda yazar. Bu şiir, önce Kastomunu’da Açık Söz gazetesinde (21
Şubat 1921), daha sonra da (14 Mart 1921) Hâkimiyet-i Millîye gazetesinde
yayımlanır. 21 Mart 1921 tarihinde de resmen millî marşımız olur. Bu sayede
Tâceddin Dergâhı Millî Mücadele’de önemli bir yer edinir. Ayrıca burası, mebus,
edib, sanatkâr ve münevverlerin sohbet ettiği bir yerdir. Buraya Eşref Edib, Hasan
Basri Çantay, Samih Rıfat, Hüseyin Kâzım Kadri, Yusuf Akçura, İsmail Habip
Sevük, Mahir İz ve Hüseyin Suat gelirler. Dergâhta, Âkif’in öncülüğünde kültür ve
edebiyat sohbetleri yapılır. Sohbetlerin yanında musiki de yer alır. İlâhiler ve gazeller
okunur, ney üflenir (Tonga, 2014:194).
Ankara’da Millî Mücadele döneminde bir başka mahfil de Kuyulu
Kahve’dir. Kuyulu Kahve Hacı Bayram Camii’ne giden yolun yanı başındadır.
Mebusların, şair ve yazarların gittiği Kuyulu Kahve günün her saati doludur.
Kahvenin merkezde yer alması, TBMM’ne yakın olması nedeniyle tanınmış simalar
burayı tercih ederler. Mehmet Âkif, Yahya Kemal, Samih Rifat, Nazım Hikmet, Vâlâ
162
Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler
Nureddin, Aka Gündüz, Ruşen Eşref, İsmail Habib, Enver Behnan, Mahir İz ve
Kemalettin Kamu için burası tam bir edebiyat mahfilidir. Kuyulu Kahve birçok
roman ve hikâyeye de konu olur. Ediblerin mekânı olan Kuyulu Kahve 1938 yılında
Ulus semtinin yeniden düzenlenmesi sürecinde yıkılır (Tonga, 2014: 195).
Cumhuriyet’ten önce Ankara’nın önemli mahfillerinden bir diğeri de Merkez
Kıraathanesi’dir. Kıraathane’ye birçok ünlü edib gelir. Enver Behnan Şapolya
Merkez Kıraathanesi ile ilgili şunları anlatır: “1922 tarihinde Yahya Kemal Beyatlı
da Ankara’ya gelmişti. Ben onu Ankara’nın Karaoğlan Caddesi’nde gördüm.
Merhum muharrir Sadri Ertem’le beraber Üstadı karşılayıp elini öptük. O, gurbet
elinde bizi bulduğundan çok memnun oldu. Onu, Karaoğlan Caddesi’nde bulunan
Merkez Kıraathanesi’ne götürdük. Çünkü kahvede edib ve muharrir arkadaşlar
toplanıyorlardı. (…) Çok geçmeden Yeni Gün gazetesini çıkaran Yunus Nadi, Ruşen
Eşref, Aka Gündüz gelerek üstadın etrafına halka olduk.” Ayrıca bu mekânların
dışında Ankara’da yayımlanan ve Millî Mücadele’ye destek veren yayın organları da
önemli edebiyat mahfilleri arasında yer alır. Bunlar Hâkimiyet-i Millîye ile
Anadolu’da Yeni Gün gazeteleridir. Yayın organlarının merkezlerine birçok edib ve
aydın gelir. Edibler, sohbetlerinde, aktüel konularla siyasi ve sosyal konuları
değerlendirirler (Tonga, 2014: 196).
Cumhuriyet’in ilanından sonra Ankara’da yeni mahfiller ve sosyal muhitler
oluşur. Ankara Halk Evi bu yerlerden biridir. Bu dönemde Ankara’da, Ziraat
Enstitüsü, Ankara Hukuk ve Gazi Muallim Mektebi gibi bir iki yükseköğretim
kurumu vardır. Bu okulların birbirine uzak olması nedeniyle buradaki hocaların bir
araya gelmesi için Ankara’da aydınların oluşturacağı bir felsefe cemiyeti kurma
girişimi başlatılır. Bunun öncülüğünü Niyazi Berkes yapar. Toplantılar, Bugün
Resim Heykel Müzesi olarak kullanılan Ankara Halk Evi’nde düzenlenir. Toplantıya
katılanlar, Nafi Atıf Kansu, İsmail Hakkı Tonguç, Şevket Süreyya Aydemir, Halil
Fikret Kanat, Cevdet Nasuh, Aydoslu Said, Muzaffer Şerif Başoğlu’dur. Ankara
Halk Evi’nde yapılan bu toplantılarda felsefi akımlar ve kültürel konular tartışılır
(Berkes, 2017:95).
Ankara’ya bu yıllarda Hachette kitabevinin bir şubesi açılır. Kitabevi,
Taşhan’a çıkan caddenin sonuna doğru bir yerdedir, burası küçük tütüncü dükkânına
benzer. Kitabevini, bir Yahudi genç işletir. Hachette, zamanla aydınların uğrak yeri
olur. Yahudi genç, sipariş edilen kitapları da getirtir. Hachette’de yabancı dergiler de
bulunur. Özellikle yabancı dergilerdeki resimler okurların ilgisini çeker. Taş
Mektep’in hocaları da Hachette’ye gelenler arasındadır. Başta Suut Kemal Yetkin ile
Ahmet Hamdi Tanpınar, ders bitiminden hemen sonra soluğu burada alırlar.
163
Sefa YÜCE
Kitabevine yakın yerlerden biri de İstanbul Pastanesi’dir. Tanpınar, Pastane’de
arkadaşları ile geç vakitlere kadar kültür ve sanat sohbetleri yapar. 1929 yılında İş
Bankası Muhasebe Şefi olarak Ankara’ya gelen Necip Fazıl İstanbul Pastanesi’ni
İkbal ve Meserret kahvelerine denk bir yer olarak görür. Buraya sıkça gelen edibler;
Sadri Ethem (Erdem), Nahit Sırrı (Örik), Enver Behnan (Şapolya), Yaşar Nabi
(Nayır), Feridun Fazıl (Tülbentçi), Nurullah Âta (Ataç) ve Ahmet Kutsi (Tecer)’dir
(Okay, 2010: 147-148).
İstanbul Pastanesi, aynı zamanda şair ve yazarlar arasında edebiyat âlemi ile
ilgili dedikoduların yapıldığı bir mekândır. Baki Süha’nın ifadesiyle bunlar zararsız
dedikodulardır: “Gerçi bu tanıdığım şöhretler, bir dergi sahibi ve az-çok hırslı bir
şöhret arayıcısı olarak Yaşar Nabi hakkında dedikodu yapmıyor değildiler… Hele
rahmetli Nahit Sırrı Örik, özellikle ortak olduğu Varlık Dergisi’nden ayrıldıktan
sonra Yaşar Nabi hakkında tıpkı dentelâ örer gibi tatlı tatlı dedikodular yapıyordu.
Genç şairlerden bir kısmı da, şiirlerini Varlık’ın arka sahifelerine attığı için genç
patronu çekiştirmekten geri kalmıyorlardı. Başlıca dedikodu konusu, Yaşar Nabi’nin
dergiye ısrarla başmakale yazması, sevdiği şairlerle sevmediği şairler arasında kendi
ölçülerine göre tarafgirlik yapmasıydı. Birkaç saniye düşündükten sonra kesin ve
inandırıcı bir ifadeyle:-Hayır, hakkınızda dedikodu yapanlara rastlamadım, yapsalar
da ne çıkar, şöhretli insanların arkasından çok söz söylenir, diyecek oldum. Yaşar
Nabi bir aralık kâğıdı kalemi bıraktı, derince bir nefes aldı, hissettirmeyen bir öfke
ve kırgınlık içinde: -Ben hepsini bilirim, onlar dedikodu yapmadan rahat edemezler,
dedi (Ediboğlu, 1968: 74-75).”
Ankara’da şehirleşme olgusu ile yeni kamu binaları yapılır. Bankalar açılır.
Ankara, bir memur şehrine dönüşür. Birçok kamu görevlisi Ankara’ya gelir. Millî
Mücadele döneminde önemli görev üstlenen Anadolu Ajansı, yeni dönemde de
etkinliğini sürdürür. Pek çok şair ve yazar Anadolu Ajansı’nda çalışır. Cahit Sıtkı
Tarancı da bunlardan biridir. Ankara’da Cahit Sıtkı’nın dışında Ahmet Muhip
Dranas, Feridun Fazıl Tülbentçi, Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rıfat, Nurullah
Ataç ve Sabahattin Eyüboğlu da bulunur.
Cahit Sıtkı ve ediblerin birçoğu Şükran Lokantası’nda toplanır. Baki Süha
Ediboğlu Şükran Lokantası ve çevresi ile ilgili şu bilgileri verir: “Cahit Sıtkı, artık
kısmen, muntazam sayılabilecek bir hayat sürüyor, ailesi ve babasıyla görüşüyor,
mektuplaşıyor, işine zamanında gidiyor, zamanında çıkıyor, ancak akşamüstleri
şaşmaz ve değişmez bir intizamla saat altı sularında Ankara’da Büyükpostane’nin
yanında Şükran Lokantası’na devam ediyordu. Burası lokantayla meyhane arası
sevimli bir yerdi. Ancak yirmi, yirmi beş kişiyi alabilecek büyüklükte olan Şükran
164
Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler
Lokantası’nın belli başlı müşterileri şairler, hikâyeciler, gazeteciler ve sayıları
birkaçı geçmeyen ressamlardan ibaretti. Akşamüzeri Cahit hepimizden evvel
meyhaneye gelir, ilk kadehini söyler ve bizleri beklemeye başlardı… Cahit’ten sonra
hemen Şahap Sıtkı gelir, onu Ahmet Muhip Dranas, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih
Cevdet, Fethi Giray, Mehmet Kemal takip eder. Akşamüstleri saat yediye, bazen
sekize kadar Ankara Radyosu’nda çalıştığım için en geç ben giderdim (Ediboğlu,
1968: 115-116).” Edibler, Şükran Lokantası’nda şiir, roman ve aktüel konularda
sohbet ederler ve tartışırlar.
Ankara’da Cumhuriyet sonrası ediblerin toplandığı yerlerden biri de Tabarin
Bar’dır. Necip Fazıl, Ankara’da Ağaç dergisini çıkarır. Adı, edibler tarafından
“Prens” unvanı ile anılır. Çevresi de bir hayli kalabalıktır. O, arkadaşlarıyla bir arada
bulunmaktan zevk alır. Tabarin Bar, Ankara’daki diğer mahfiller gibi ilgi çeken
yerlerden biridir. Baki Süha hatıralarında Tabarin Bar’la ilgili şu değerlendirmeyi
yapar: “Necip Fazıl, bir akşam, yedi-sekiz kişilik bir grup halinde bizi Ankara’daki
Tabarin Bar’ına götürmüştü, Aramızda hasisliği ile meşhur rahmetli Nahit Sırrı Örik
de vardı. Geç saatlere kadar yiyip içip eğlendikten sonra Necip Fazıl hesap istedi.
Hesabı getiren garsona da, paranın para olduğu zaman tam elli lira bahşiş bıraktı.
Hepimiz hayret içinde kalık… Hele Nahit Sırrı o incecik sesiyle bağırarak isyan etti:
-Ayol siz delirdiniz mi?.. Hiç elli lira verilir mi?.. –Hani ben sizden bir zamanlar elli
lira borç istemiştim de paranız olduğu halde, param yok veremem demiştiniz. İşte
şimdi o elli lirayı ben bir garsona veriyorum.(…) O yıllarda Necip Fazıl, şöhretinin
tam zirvesinde bulunuyordu (Ediboğlu, 1968: 57-58-59).
Ankara’da 1940’tan sonra Türklerle evli Alman kadınları bir dernek kurarak,
sık sık bir araya gelirler. Toplandıkları mekân ise, Sevgi Soysal’ın baba evidir.
Mithat Yenen, Berlin’de şehir planlamacılığı okur ve mühendis olur. Eşi de
Alman’dır. Yurda dönen Mithat Yenen şehir planlamacısı olarak Ankara’da
görevlendirilir. 1942 yılında Alman planlamacı Poul Bonatz Anıtkabir proje
yarışması için Ankara’ya gelir. Poul, Mithat Yenen’i Almanya’dan tanır. Yenen
ailesini birkaç kez ziyaret eder. O yıllarda ailenin başka ziyaretçileri de vardır. Prof.
Dr. Sabri Oran ve eşi, Salih Bozok ve Nuri Conkerler de aileye konuk olurlar.
Yenenlerin evinde kültür ve edebiyattan bahsedilir ve önemli şairlerden şiirler
okunur. Sevgi Soysal’ın annesi şiire meraklı ve Türk edebiyatını yakından takip eden
biridir (Kazmaoğlu, 1997: 26).
165
Sefa YÜCE
Sonuç
Başkent Ankara’nın gelişim sürecinde edebî mahfiller ile kültür ortamı büyük
değişime uğrar. Ankara, büyüdükçe birçok mekân önemini yitirir veya el değiştirir.
Bugün için Cumhuriyet dönemindeki sosyal muhitleri bulmak pek mümkün değildir.
Zamanla Ankara’da üniversite sayısının artması Ankara’yı bir öğrenci şehrine
dönüştürür. Öğrenci sayısının artması, sosyal muhitin gelişimine istenilen katkıyı
sağladığı söylenemez. Yıllar içinde, kitapçılar, Ankara’da önem kazanır. Son yıllarda
ise kitap kafe modası yaygınlaşır. Okurların buralara daha sık gelmesi için kültürel
etkinlikler düzenlenir. Ayrıca kütüphanelerin, birer edebî ve kültürel mahfile
dönüşmesi çalışmaları yapılıyor. Millî Kütüphane, öğrencilerin en çok ilgi duyduğu
ve rağbet ettiği bir kültür ortamı hüviyetini kazandı. Burada toplantılar ve
konferanslar düzenleniyor.
Ankara’da, zamanla sahaflar, kitap kurtlarının buluştuğu mekânlar haline
geldi. Buralar, ocak başı sohbetlerinin yapıldığı mekânlar oldu. Günümüzde, edebî
ve kültürel faaliyetleri ile sosyal muhit oluşturan merkezler: İLESAM, Türk
Ocakları, Türkiye Yazarlar Birliği, TÜRKSOY, Millî Düşünce Derneği ve Avrasya
Yazarlar Birliği ile bazı kadın dernekleri sayılabilir. Bu dernekler, Türk kültürüne
katkı sağlamaya devam eden sivil kuruluşlardır. Ayrıca Devlet Konukevi’nde seçkin
davetliler için sohbet toplantıları da düzenlenmektedir. Bunların dışında Ankara’da
belirli bir sosyal muhitten söz edilemez.
Dergicilik faaliyetinin süreklilik kazanamaması, kültürel hayata sekte vuran
unsurlardan biridir. Ayrıca matbuat hayatının edebî mahfilin oluşum ve gelişimine
etkisi büyüktür. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı’na önemli görevler düşüyor.
Başkentte tarihî dokunun korunması hem sosyal muhit, hem de kültürel varlıkların
önemi açısından gereklidir. Hamamönü’nde Kabakçı Konağı’nda olduğu gibi yeni
sosyal ve kültürel muhit oluşturmak gençlerin geleceği için önemlidir. Kültürün ve
sanatın gelişmesi, sosyal muhitle yakından ilgilidir. Kadim kültürlere ve şehirlere
bakıldığında sosyal muhitin bireyin gelişimi açısından ne kadar önemli olduğu daha
iyi anlaşılır.
166
Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler
KAYNAKÇA
Anar, Turgay (2012). Mekândan Taşan Edebiyat, İstanbul: Kapı Yayınları
Bardakçı, İlhan (1975). Taşhan’dan Kadıfekale’ye, İstanbul: Milliyet Yayınları.
Berkes, Niyazi (2017). Unutulan Yıllar, İstanbul: İletişim Yayınları.
Ediboğlu, Baki Süha (1968). Bizim Kuşak ve Ötekiler, İstanbul: Varlık Yayınları.
Kazmaoğlu, Mine (1997). Özel Bir Biyografi Denemesi, Kitap-lık S.26-28, İstanbul:
YKY.
Keleş, Ruşen (1971). Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi, Ankara: Ank. Ünv. Siyasal
Bilgiler Fak. Yay.
Okay, Orhan (2010). Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul:
Dergâh Yay.
Sazyek, Esra, (2018). Türk Romanında Ankara, Ankara Koç Vakfı Vekam Yayınları.
Tonga, Necati (2014). Cumhuriyet Türkiyesi’nin Devraldığı Edebî Miras:
Cumhuriyet Dönemi’ne Kadar Ankara’daki Edebiyat Hayatı ve Edebiyat
Mahfilleri, 2 (2), 184-202, Aralık-December Ankara: Ankara Araştırmalar
Dergisi, Journal of Ankara.
Uçman, Abdullah (2011). Mehmed Âkif, II. Meşrutiyet’ten İstiklâl Savaşı’na
Mehmed Âkif’in Mücadele Yılları, Ankara: T.C. Kültür ve Tur. Bak. Yay.
167
Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı
Dr. Yerlan ZHİYENBAYEV
Ahmet Yesevi Uluslararası Türk Kazak Üniversitesi
Özet: İnceleme konumuz olan Mağcan Cumabayev’in şiirlerinde toplumsal tarih, kültürel tarih ve dönemindeki olayların yansıdığını görmek
mümkündür. Cumabayev, 45 yıllık kısa yaşamında toplumsal gerçekçilik
açısından milletini aydınlatmaya çalışır. 20.yüzyılın başındaki Kazak toplumunun yaşamını eleştirel bakımdan kaleme alır. Eserlerinde mevcut siyasi ve
sosyal tehlikeyi yansıtarak halkı bilinçlendirmeye çalışır. Eğitim alanında
kaleme aldığı değerli çalışmalarında da Batı ve Rusya’daki öğretimin teorilerine dayanarak, millî eğitimin önemine değinir. Onun şiirlerindeki millî bilinçle
ilgili sosyal temalar bir çağdaşlaştırma süreci olarak değerlendirilmiştir.
Bununla birlikte şiirlerinde komünist ideolojisinin yanlış politikaları imgelerin
aracılığıyla çağrıştırılmıştır. Çalışmamızda Mağcan Cumabayev’in şiirlerindeki Rus edebiyatının etkileri, Rus imgesi ve yaşadığı dönemdeki Kazak-Rus
ilişkileriyle ilgili duyguları örneklerle sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Yeni Kazak edebiyatı, şiirde imge, ceditçilik, milli
kimlik, Alaş hareketi.
Russian Perceptıon in Poem Magjan Jumabayev
Abstract: It is possible to see the reflections of social history, cultural
history and events in the poems of Magjan Jumabayev. Jumabayev tries to enlighten his nation in terms of social realism in his short life of 45 years. He
wrote the life of Kazakh society at the beginning of 20th century critically.
Reflecting the current political and social danger in his works, he tries to raise
public awareness. He emphasizes the importance of national education on the
basis of the theories of teaching in the West and Russia in his valuable works
written in the field of education. Social themes related to national consciousness in his poems have been evaluated as a modernization process. However,
the false policies of communist ideology in his poems have been evoked
through images. In our study, the effects of Russian literature in the poems of
Magjan Jumabayev, the Russian image and the feelings of Kazakh-Russian relations during the period are presented with examples.
Keywords: New Kazakh literature, image in poetry, ceditism, national
identity, Alash movement.
Yerlan ZHİYENBAYEV
Giriş
Mağcan Cumabayev (1893-1937) sanat yaşamında Rus edebiyatından
etkilenmesine ve Rus dilini çok iyi bilmesine rağmen eserlerini sadece Kazakça
olarak kaleme almıştır. Eserlerinde birkaç örneklerin dışında Rusça kelimeler
kullanmamıştır. Bu doğrultuda ait olduğu milletin değerler dizgesini de içselleştirir.
Moskova’da 1925 yılında kurduğu Alqa (Gerdanlık) adlı edebiyat derneğinin
hükümete karşı devrimci faaliyetler yaptığı iddiasıyla tutuklanır ve idama mahkûm
edilmesine rağmen arkadaşlarının araya girmesiyle cezası 10 yıl sürgün cezasına
çevrilir. 1930’da başlayan sürgün yıllarını çalışma kamplarında geçirir. Rus yazarı
Maksim Gorki’nin yardımıyla 1936 yılında hapishaneden çıkar. 1937 yılında
Almatı’da tekrar tutuklanan Mağcan Cumabayev’ten bir daha haber alınamamıştır ve
bugüne kadar onun nasıl öldüğü ya da öldürüldüğü, mezarının nerede bulunduğu belli
değildir.
Çalışmamızın ana bölümünde Mağcan Cumabayev’in Rus Edebiyatına Olan
İlgisi ve Şiirlerindeki Rus imgesi hakkında bilgi verildi.
Mağcan Cumabayev’in Rus Edebiyatına Olan İlgisi
Çocukluk yıllarında doğu edebiyatına ait manzumeleri severek okuyan
Cumabayev, yetişkin döneminden itibaren Rus edebiyatının aracılığıyla Batı
kültürünü tanımaya başlar. Ombı’daki Rus Öğretmen Ensitüsünü üstün başarıyla
bitirir (1913-1917). 1922 yılında Taşkent’te kurulan Türkistan Cumhuriyeti
Hükümetine bağlı Kazak-Kırgız Bilim Komisyonu üyesi olarak görevde bulunarak,
burada sanat hayatının en verimli dönemini yaşar. 1924 yılında Kazak Komünist
Partisinin ihanetiyle “milliyetçi, Türkçü, zengin taraftarı ve ferdiyetçi” olmakla
suçlanır. Ayni yıl Kazak halkının ilk diplomatı Nazir Törekuluv’un desteğiyle
Moskova’ya gider. 1927 yılına kadar Moskova’da Künşığıs Baspası (Doğu
Matbaasında)’da çalışır. 1923-1926 yılları arasında Moskova’daki Edebiyat
Enstitüsü’ne devam ederken hocalarından V. Briusov, Mağcan’ı “Kazakların
Puşkin’i” olarak adlandırmış. Burada yaptığı Rusçadan çevirileriyle ve eserlerinde
geçen Rusça ilmî terimlere Kazakça karşılıklar bulmasıyla Kazak yazı dilinin
gelişmesine hizmet eder. Batıdaki Fransız devrimi, Rusya’da gerçekleşen Şubat ve
Ekim (1917) devriminden sonraki yıllarda yaygın olan milletçilik, hürriyet ve adalet
temalarında ele alınan edebi eserlerden etkilenir. Millî değerlerin farkında olarak
ileriye dönük atılımlarda bulunur. Bu bakımdan Rus şair-aydınlarının eserlerinden
eşitlik, hak ve hürriyet temasındaki şiirleri seçerek, edebiyat sanatına has bir şekilde
Kazak diline tercüme eder.
170
Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı
19. yüzyıl boyunca meydana gelen gelişmeler Kazak aydınlarının düşünce
yapılarının şekillenmesinde etkili olmuştur. Bu yüzyıl boyunca Kazaklar, göçebe
kültürünün, Tatarlar yoluyla İslam kültürünün ve Rus kültürünün etkisi altında kalmışlardır. Bu üç kültürle olan etkileşim 20. yüzyılın başındaki Kazak aydın sınıfının
düşünce yapısında derin tesirler bırakmıştır. Bu bağlamda Mağcan Cumabayev’in
şiirlerinde dönemin sosyal manzarasının geniş ölçüde sergilendiği görülmektedir.
Şair manzum eserlerinde, hem toplumdaki aksaklıkları hem de mevcut durumdan
çıkış yolları olarak önerdiği düşüncelerini yansıtmıştır. 20. yüzyılın başında Türkistan bölgesinin hem yönetimi hem de eğitiminde büyük değişimler yaşanmıştır. Bu
değişim sürecinde halkın sosyal yaşamında da hayli değişiklikler olduğu bellidir. Söz
konusu bu yenilikler edebiyat dünyasında çeşitli tarafından ele alınarak önderlerle
birlikte halk arasında fikir ayrılıklarına sebep olmuştur.
Batıcı Kazak aydın sınıfı ise, 20. yüzyılın başlarından itibaren Kazakistan’da
etkili olarak siyasî hareketlerde öncü rolü üstlendiği bellidir. Onlar genel olarak
Rusça eğitim görmüş veya Rusya’daki yüksek eğitim kurumlarından mezun olmuş
şahıslar idi. Kazak düşünce hayatında aydınlar arasındaki bu iki farklı oluşum, 20.
yüzyılın başlarındaki Kazak aydınları tarafından Orusşa Okığandar - (Rus okullarına
gidenler) ve Müsülmanşa Okığandar (Medreselerde eğitim alanlar) şeklinde
adlandırıldı. 1905 ihtilalinden sonra Ceditçi aydınlar ile Batıcı aydınlar arasında belli
başlı konularda fikir ayrılıklarının olmasına rağmen siyasî alanda birlikte hareket
etmişlerdir. Emin Özdemir’in ifade ettiği gibi1, bu iki sınıf aydın dışında yer alan
Rusya Müslümanları genelinde “Kadimci” diye adlandırılan Gelenekçi İslamcı sınıf,
Türkistan’daki ve İdil-Ural bölgesindeki “Kadimciler” kadar Kazak düşünce
hayatında ve siyasî hareketlerde halkı arkasından sürükleyecek liderlerin
çıkmadığından dolayı etkili olamazlar.
20.yüzyılın ilk çeyreğinde Kazak aydınları
Ceditçiler
1
Batıcılar
Kadimciler
Özdemir, E. 20.Yüzyılın Baslarında Kazakistan’da Fikir Hareketleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s. 88.
171
Yerlan ZHİYENBAYEV
Bunun yanı sıra 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Şubat devriminin Kazak
aydınları arasında kurtuluş günü gibi algılandığı söylenebilir.
1917 yılındaki Kazak gazetesinin 225. Sayısında Aleyhan Bökeyhan, Mustafa
Çokay ve Mircaqıp Dulatov gibi Kazak aydınları, Alaş’ın sabahı attı. Allah dileğimizi
verdi. Daha dün köle idik, bugün eşitliğe kavuştuk. Yüzyıllardan beri idaresindeki
halkları köle olarak gören yavuz hükümetin başkaya kurduğu tuzağı kendisine mezar
oldu, şeklinde yazdığı müjdeli haberi basılmıştır.2
1917 yılının Mayıs ayında düzenlenen Rusya Müslümanları Kongresine
Mağcan Cumabayev da katılmıştır. Bu kongreye İdil boyu ve Kırım Tatarlarından,
Türkistan Bölgesi Bozkır Vilayetlerinden, Buhara ile Hive Hanlıklarından ve Kavkaz
ile Sibirya Müslümanlarından olmak üzere 830 temsilci bir araya gelmişlerdir. Aynı
yılın 1-4 Ekim günleri Ombı’daki “Birlik” topluluğunun toplantısında Orınbor’da
gerçekleşen kongrenin kararları tanıtılarak topluluğun üyeleri tarafından Alaş
Partisi’nin faaliyetleri teşvik edilmiştir. Ancak bu günlerde Ombı’daki Kazak gençleri
siyasî görüşlerinden dolayı ikiye ayrıldığı bilinmektedir 3. “Birlik” topluluğunun
üyeleri Alaş partisini, solcu görüştekiler ise “Üç Cüz” partisini desteklemiştir. Bu
yıllarda Rusya’daki Şubat Devrimi’ni sevinçle karşılayan Kazak aydınlarının çoğu
Ekim Devrimi’ni de memnuniyetle karşıladığı söylenebilir. Alaş Orda Hükümetinin
ilk işi Kazak topraklarını savunacak bir ordu kurmaya başlamak olmuştur. Alaş Orda
Partisi ve onun kurduğu Alaş Orda Hükümeti ile milliyetçi Kazak aydınları
Kazakistan’ın Rus esaretinden kurtulması için modern anlamda ilk teşkilatlanmayı
düzenlemişlerdir. Bu bağlamda Alaşorda lehine şiirler kaleme alan Mircaqıp Dulatov,
Mağcan Cumabayev, Sultanmahmut Torayğırov, Sabit Dönentayev, Cüsipbek
Aymavıtov vb. gibi Kazak şairlerinin millet olarak hür yaşama uğruna gösterdiği
teşebbüslerine rağmen ortaya çıkan Ekim Devrimi’nin sonucunda hükümetin
Bolşeviklerin eline geçmesi şartları değiştirmişti. Ancak Bolşevikler idareyi ellerine
aldığı zaman Alaşorda’nın dağıtılmasını isteyerek Alaşorda hükümetinin yerine
Kazakları sınıf bakımından bölmeyi esas alan otonom sisteme izin vermeye hazır
olduklarını bildirmişlerdir. Bu siyasetin neticesinde (1920’li yılların başlarında) Sovyet
Hükümeti, Alaş Partisi ile Alaş Orda hareketine katılan, daha sonra da komünist
partisinin çeşitli mevkilerinde çalışan vatanseverlere karşı mücadeleyi başlatmıştır.
1922 yılın sonbaharından itibaren Alaş Ordacıları Kazak SSMC’nin devlet
kademelerinden uzaklaştırma faaliyeti gerçekleştirilmiştir. Çünkü Kazak
komünistlerin bir kısmı onları Sovyet hükümeti ile sosyalizm hareketine düşman gözü
ile bakan insanlar olarak değerlendiriyorlardı. 1919 yılının Mart ayına kadar
Darimbetov, B. Mağcan câne Alaş Kozğalısı, Ulttık Poeziya Padişası. Almatı, Ortalık Ğılımi
Kitaphana, 2001, s. 154.
3
Darimbetov, a.g.m., s. 157
2
172
Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı
Kazakistan’ın bağımsızlığı için aktif girişimde bulunan Alaş Orda Hükümeti,
Bolşevikler tarafından engellendiğinden faaliyetini durdurmak zorunda kalmıştır.
Ancak Rus kültür siyasetinin tarihi yalnız Türkistan Müslümanlarını değil, Rus
devletindeki bütün Müslümanları Ruslaştırmaktı. Çünkü Müslümanlar ve İslamîyet,
Rusya aleyhinde çok tehlikeli bir kuvvet teşkil ediyordu. Hayit’in belirttiğine göre4,
1912’deki Rus istatistiklerinde Rus sömürgesi altında yaşayan Müslümanların sayısı
yirmi milyon civarındadır.
Mağcan Cumabayev’in babası Beken, Rus baskısından kaçıp Kazaklar arasına
sığınmış olan Ahiya Akanov adlı bir Başkurt aydını ile buluşarak köyünde hocalık
yapması için anlaşırlar. 1903 yılından itibaren Mağcan da köydeki diğer çocuklarla
beraber ceditçi Ahiya Ahanov’dan Arap dili dersiyle beraber dünya bilgisi derslerini
almaya başlar5. Köy mektebinde okuma ve yazmayı kısa zamanda öğrenen Mağcan, o
yaşta eline geçen Kazak hikâye ve destanlarını okumaya başlar. Çocuğunun okumaya
meraklı olduğunu gören babası, 1905 yılında Mağcan’ı, Kızılcar şehrine, Muhamedcan
Begişov’un hocalık yaptığı Çala Kazak Medresesine tahsile gönderir. Yeni usulde
(Usûl-i Cedit tarzında) öğretim yapan bu mektep-medresede Arapça, Farsça ve Türkçe
temel dersler olarak okutulduğu gibi Türk boylarının tarihinden de bilgi veriliyormuş.
Buradaki hocası Muhamedcan Begişov ise, eğitimini İstanbul’da tamamlamış bilgin
bir kişiymiş. Dolayısıyla Mağcan Cumabayev, geniş tarih bilgisi ile Türkçülük
düşüncesinin temellerini bu medresede edinmiştir. Söz konusu bu medresede Arapça,
Farsça ve Türk yazı dilini öğrenen Mağcan, bu dillerde yazılmış edebî eserleri de okur.
Böylece onun eğitime olan ilgisi daha da artar. Bu yıllarda öğrenci Mağcan’ın Rusça
öğrenmeye başlar.
1909-1910 öğretim yılının kış mevsiminde ünlü Kazak şairi Mircaqıp
Dulatov’tan Rusça öğrenir.6 Öğretmenliğinin yanında şairlik yeteneğiyle tanınan
Mircaqıp Dulatov ile Mağcan Cumabayev yakın arkadaş olurlar. Hatta Mağcan
Cumabayev’in şiir yazmaya başlamasında da Mircaqıp Dulatov’un etkisi olduğu
bilinmektedir.
1913 yılında Mağcan, Ombı’daki Rus öğretmen okuluna kaydolur. Ancak bu
yıllarda babası Beken, onun köye dönmesini ve kendisine idare işlerinde yardımcı
olmasını ister. Bilim dünyasının değerleriyle tanışarak eğitimin daha da önemli
olduğunu savunan Mağcan ise, babası okul harçlığını kesmesine rağmen eğitimine
devam etmeye karar verir. Kendi çabasıyla Ombı’daki Potanin Vakfı’nın Kazak
öğrenciler için tahsis ettiği öğrenim bursunu almaya hak kazanır. Burada Kazak şair ve
Hayıt, B. Türkistan Devletlerinin Millî Mücadele Tarihi. Ankara, TTK Yayınları, 1995, s. 166
Kakişulı, T. Mağcan – Saken. Almatı, Kazak Universiteti, 1999, s. 12
6
Kakişulı, T. Mağcan – Saken. Almatı, Kazak Universiteti, 1999, s. 12
4
5
173
Yerlan ZHİYENBAYEV
yazarı Saken Seyfullin’le beraber okur7. 10 Mayıs 1917 yılında Mağcan bu okulu üstün
başarıyla bitirir8.
1923-1927 yılları arasında Moskova’da Bryusov’un kurduğu Edebiyat ve Güzel
Sanatlar Enstitüsünde eğitim alır. Burada Rus edebiyatının yanı sıra Batı edebiyatını
da öğrenme fırsatı bulur.
1924 yılı Kasımda ayında Moskova’da okuyan Kazak gençlerinin bir
toplantısında Mağcan’ın şiirleri, eski tarihi övdüğü, milliyetçiliği terennüm ettiği ve
ferdiyetçiliği yücelttiği gerekçesiyle suçlu görülür. Bundan sonra Kazak Komünist
Partisinin öncülüğünde Mağcan’a hücumlar başlar, milliyetçi, Türkçü, zengin taraftarı
ve ferdiyetçi olmakla suçlanır. Bursu kesilen Mağcan, Künşığıs Baspası / Doğu
Matbaasında çalışmaya başlar. Ancak siyasetten uzak durarak temkinli davranmaya
çalışmasına rağmen hakkındaki suçlamalar peşini bırakmamıştır. Bu matbaada
çalışırken Vladimir İliç Lenin, Maksim Gorki gibi Marksist görüşteki Rus aydınlarının
eserini Kazakçaya tercüme eder. Okul kitapları hazırlar. Ülkedeki eğitim alanının
gelişmesine katkıda bulunarak çocuk eğitiminde kullanılan teorik malzemelerin
hazırlanmasında önayak olmuştur. Bütün bunlara rağmen Sovyet ideolojindeki
çağdaşları onun eserlerini eleştirmeyi ve suçlamayı bırakmazlar. Dolayısıyla 1927
yılında Kazakistan’a geri döner. 1929 yılında tutuklana kadar Kızılcar’daki okullarda
öğretmenlik yapar. Curtbay’ın verdiği bilgilere göre9, “Cumabayev, Kareliya
ormanlarındaki çalışma kamplarında geçirdiği mahkûm yıllarında hem ağır işlerde
çalıştırılmış hem de yanındaki diğer mahkûmlara okuma yazma konusunda
öğretmenlık yapmıştır. Hatta bu kampta İvan İvanoviç Fetisov isimli Rus aydınıyla
tanışarak onun desteğiyle hastaların tedavisi ile ilgili temel tıp eğitimi almıştır.” Bu
yıllarda siyasî baskıdan dolayı bunalan şair, Ciger Şirkin Celindi / Gayretim Benım
Aşındı10 adlı şiirinde engellenen duygularını şöyle yansıtmaktadır:
Ciger şirkin celindi
Gayretim benim aşındı
Bolat cegen qayraqtay.
Çelik yıpratan mazap11 gibi
Meşeuṿ boldı cüyrik oy
Tıkandı tazikli düşüncem
Ketetin orğıp aydatpay.
Zıplayıp giden sürmeden
Qoldı qardan oq üzdi,
Kolumu omuzdan ok ayırdı,
Ordağa bayraq baylatpay.
Orduya bayrak bağlatmadan.
Öler ömir, söz qalar
Ömür geçer, söz kalır
Molağa qoyğan sayğaqtay.
Mezara koyan direk gibi.
Ayağan, B. Ğ. (ed.) Körkemsuretti Kazakstan Tarihı, Ecelgi Dauirden Bizdin Uakıtımızğa Deyin. 3Tom, Almatı, Kazak Entsiklopediyası, 2007, s. 237.
8
Kakişulı, a.g.e., s. 13
9
Curtbay, T. Uranım Alaş. 2. Cilt, Almatı, El-Şecire, 2011, s. 386
10
Cumabayev, M. Şığarmaları. 2. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013, s. 358
11
Mazap – Bileği taşı
7
174
Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı
Bolşevikleri eleştirerek yazdığı Serbestlik ve Yolumu Şaşırdım şiirleri bu
günlerin ürünüdür.
Şair, Kızılcar’dan Taşkent’e, Taşkent’ten Moskova’ya taşınmasına rağmen
milliyetçi, halk düşmanı vb. gibi iftiralı suçlamalar peşini bırakmamıştır.
Moskova’dan dönerek kendi memleketi Kızılcar’da öğretmen olarak çalışırken de
huzur bulamaz. Dolayısıyla 14 Temmuz 1929 yılında Mağcan Cumabayev, Alqa adlı
edebî topluluk kurduğu gerekçesiyle ikinci defa tutuklanır 12. Curtbay’ın Uranım Alaş
adlı kitabın 2. cildinde13, söz konusu bu edebî topluluğun edebiyat alanındaki Kazak
şair ve yazarların sömürücü güce karşı birlik hâlinde hareket etmesi amacıyla
kurulduğu arşiv belgelerine dayanılarak ayrıntılı şekilde anlatılmaktadır. Savcı
sorgulamasında halkı eyleme teşvik ve Alqa adlı gizli millî topluluk kurduğu
gerekçesiyle suçlanan Mağcan Cumabayev, önce Butırka hapishenesinde kuruşuna
dizilerek öldürülme cezasına çarptırılmıştır. Daha sonra bu ceza 4 Nisan 1930 tarihli
SSCB Halk Komiserleri Mahkemesi’nin kararına göre, on yıl çalışma kamplarında
bulunma cezasıyla değiştirilmiştir 14. Kareliya ormanlarındaki kampta zor şartlar
altında hayatını sürdürmesine rağmen adaletten umudunu kesmeyen şair, (eşi
Zıliha’nın aracılığı ile) durumunu anlatarak Rus şairi Maksim Gorkiy’e mektup
yazmıştır. Sonunda Maksim Gorki’in eşi Ekaterina Pavlovna Peşkova’nın yazdığı
dilekçesi üzerine SSCB Merkezi Yönetim Komitesi’nin 14 Mayıs 1934 tarihli kararı
boyunca cezası yedi yıla indirilerek 2 Haziran 1936 yılında serbest bırakılır 15.
Bundan sonraki yıllarda Mağcan Cumabayev, Kızılcar’a dönerek 7 numaralı
Rus okulunda Rus dili ve edebiyatı öğretmeni olarak çalışmaya başlar. Doğduğu ülke
Sasıqköl bölgesiyle beraber dayılarının bulunduğu Ombı şehrine giderek hasret
giderir.
Gelişmekte olan yazılı Kazak edebiyatının dünya edebiyatında ortaya çıkan
yeni türlerle zenginleşmesinden yanadır. Tüm bu faaliyetleri göz önünde bulundurularak Mağcan Cumabayev’in hayatı boyunca edebiyatla yakından ilgilendiği
söylenebilir. 1924 yılında Moskova’da Estetik Sanatlar Enstitüsünde okurken Alqa /
Gerdanlık adlı edebî topluluk kurmuştur. Bu esnada Alqa topluluğunun amaç ve
maksadını belirtmek üzere Kazak edebiyatının geçmişi ve geleceği hakkında yazdığı
Tabaldırıq (Eşik) başlıklı tebliği Aleyhan Bökeyhan, Ahmet Baytursınov, Cüsipbek
Aymautov ve Muhtar Avezov vb. çağdaş aydınlara dağıtmıştır. Eleukenov’un verdiği
bilgiye göre16, söz konusu bu yazının on yedi tane olarak çoğaltıldığı bilinmektedir.
Eleukenov, Ş. Mağcan. Astana, Astana Poligrafiya, 2008, s. 112
Curtbay, T. Uranım Alaş. 2. Cilt, Almatı, El-Şecire, 2011, s. 358-385
14
Curtbay, a.g.e., s. 385
15
Eleukenov, a.g.e., s. 117
16
Eleukenov, a.g.e., s. 351
12
13
175
Yerlan ZHİYENBAYEV
Ancak yazının Kazakça nüshası günümüze ulaşmamasına rağmen Rusça
tercümesinin mevcut olduğunu bildiren araştırmacı Şeriyazdan Eleukenov 17, “Giriş,
Bizim Edebiyatımız, Devrim ve Günümüze Kadarki Edebiyatımız, Edebiyat nedir?,
Edebiyatın Genel Kuralları, Marksizm ve Edebiyat, Ne Yazmalıyız gibi alt başlıklardan oluşan Tabalırıq adlı yazının Kazak edebiyatıyla ilgili ilk defa Kazakça yazılan
makale olduğuna” değinmektedir. Edebiyatla ilgili görüşlerini yansıttığı bu yazısının
sonunda şair, birleşerek faaliyet yapmak için Kazak şair ve yazarlarını kurduğu topluluğa davet eder. Ne yazık ki, Mağcan Cumabayev’in başlattığı bu öneri, Sovyet
ideolojisiyle beslenen proleter yazarlar tarafından olumsuz değerlendirilerek faaliyetini sürdüremez.
Mircaqıp Dulatov ile tanıştıktan sonraki yıllarda Mağcan Cumabayev’in sanat
hayatında başarıların kaydedildiğini görmek mümkündür. Ondan edebiyat sanatıyla
birlikte Rusça öğrenen Cumabayev, öğrendiği Rusça vasıtasıyla Rus ve diğer Avrupalı şairlerin şiirlerini okumaya başlamıştır. 1912-1916 yıllar, Mağcan Cumabayev’in romantik şair olarak tanındığı devirdir. Onun şiirlerinin konusu, Aleksandr
Puşkin (1799-1837) ile George Gordon Byron (1788-1824)’un şiirine benzemektedir. Bununla birlikte Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832), Heinrich Heine
(1797-1856), Paul Verlaine (1844-1896), Lev Tolstoy (1828-1910), Aleksandr Blok
(1880-1921) ve Maksim Gorki’nin (1868-1936) eserlerini okuyarak Rusya’da
gerçekleşen devrimden önceki yıllarda millî konularda yazdığı şiirleri ile tanınan
Konstantin Merejkovskiy (1855-1921), Konstantin Balmont (1867-1942) ile Valeriy
Bryusov (1873-1924), Feyodor Sologub (1863-1927) gibi Rus şairlerinin eserlerini
inceleyen Mağcan Cumabayev’in düşünce dünyası, Alman tarihçisi Oswald Spengler
(1880-1936) ve Rus felsefecisi Vladimir Solovyev’in (1853-1900) eserlerinin
etkisinde gelişmiştir18.
Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus İmgesi
Cumabayev’in Pedagogika adlı kitabında 19, dili öğretirken çok ehemmiyetli
davranılması gerektiği üzerine şöyle vurgulanır,
Rus öğretmenler ya da onlardan eğitim alan Kazak öğretmenleri Kazak
çocuklarının edebiyat ve tarih gibi bilimlerde pek başarılı olmadığını daha çok
matematik dersinde başarı gösterdiğini söylemektedirler. Ben bu görüşün hata
olduğunu sanıyorum. Zira Kazak çocuğu matematiğe nazaran edebiyat, tarih ve
Eleukenov, a.g.k., s. 356
Mağcan Cumabayev’in şiirlerindeki Rus şairlerinin etkisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz:
Qanarbayeva, B. Cırımen Curtın Oyatqan. Almatı: Ana Tili, 1998.
19
Cumabayev, M. Pedagokika, Almatı, Rauan, 1993, s. 57
17
18
176
Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı
coğrafya gibi beşeri bilimlere daha yatkındır. Kazak çocuğunun yaradılışı bunu ister.
Çocuğun atasına benzediği gerçek ise, sihirli bozkırın nesli Kazak çocuğu
hayalperest olması lazımdır. Yani edebiyat ve tarih gibi duyguyu daha çok gerektiren
bilimlere yakın olmalı. Rus okullarında eğitim alan Kazak çocukları edebiyat veya
tarih gibi bilimleri seçmek için Rus diline iyice hâkim olmadıktan sonra matematiğe
yönelmeden başka çaresi var mı?
Bu bağlamda “Dilsiz millet kaybolur, onun geleceği yoktur”20 ifadesiyle Kazak dilinde eğitim vermenin önemli olduğunu bildiren Mağcan Cumabayev, hayatı
boyunca eğitim-öğretim faaliyetleri ile meşgul olmuştur.
Cumabayev’in şiirlerinde Rus edebiyatının etkileri vardır. Bu bağlamda
Puşkin, Lermontov, Fet, Blok vb. Rus lirik şairlerinin izleri onun şiirlerinde de
görülmektedir. Bu etkileşim Cumabayev’in şairliğindeki yeni arayışları
göstermektedir. Cumabayev, Rus şairlerinden tercüme yaparken kendi manevi
dünyasına uygun olanlarını seçmiştir. Vsevolod İvanov’un Bala, Temirbay, Colığu,
Say ve Mamin Sibiryak’ın Akbozat, P.Drohov’un Bolşeviktiñ Balası adlı eserleriyle
karşılaştırmak mümkündür.Mağcan’ın şairlik yeteneğini değerlendirirken, ilk önce,
Cüsipbek Aymavıtov’ın 1925 yılında (bazı kaynaklarda 1923 olarak yanlış
gösterilmiş) Leninşil cas dergisinde yayınlanan Mağcan’ın şarliğine dair başlığında
kaleme aldığı şu sözünü aklımızda tutmamız gerekir:
“Kazak edebiyatında Mağcan’ın getirdiği yenilik az değildir. Rus
sembolizmini Kazakçaya aktarmış, şiiri besteye (müziğe) çevirmiş, sesten resim
oluşturmuş, sözcüğe can vermiş ve yeni ölçüler ortaya koymuştur. Romantizmi
yükselterek dili geliştirmiştir21.
Muqanov, kendisinin 15 Mayıs 1931 yılında tamamladığı “20. yüzyıl Kazak
Edebiyatı” kitabında22, Mağcan’a kadar yaşayan Kazak şairleri çoğunlukla doğu
ülkeleri (Arapça, Farsça) şiirlerinin etkisi altında kalmıştı. Mağcan ise, Rus okulunda
eğitim alıp, çoğunlukla Avrupa, onun içinde bilhassa Rus edebiyatını ayrıntılı
öğrenmiştir. Modern Kazak edebiyatının öncülerinden Abay Qunanbayev, şiirlerinde
Avrupa’nın edebî türlerini yarım hâlde tanıtmış ise, Mağcan Cumabayev, manzum
eserlerinde bu yeni türleri tam olarak uygulamış olduğu söylenebilir. Kazak
öğrencileri, Mağcan Cumabayev’in aracılığıyla Avrupa edebiyatı’nın türlerini
öğrenmişlerdir” diyerek görüşünü ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Cumabayev,
Doğu ve Batı’nın poetik eserlerinden esinlenerek Kazak şiirini tür ve tema
bakımından geliştirdiği belirgindir.
Cumabayev, a.g.e., s. 72
Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 428
22
Curtbay, a.g.e., s. 388
20
21
177
Yerlan ZHİYENBAYEV
Mağcan Cumabayev’in eserleri hakkında yapılan haksız tenkit, iftira ve
suçlama faaliyetlerine Abdilda Tacibayev’in eserlerinden de rastlamak mümkündür23. Ancak Abdilda Tacibayev, Sovyetler Birliği döneminde Mağcan Cumabayev’e
karşı tenkitte bulunmasına rağmen 1988 yıllarında kendi hatasını anlayarak onun eserleri hakkında olumlu görüşlerini terennüm eder. Hatta 1989 yılında basılan
“Mağcan Cumabayev Eserleri” kitabına önsöz yazarak onun şairliğini Rus sembolistleriyle kıyaslar. Tacibayev’in “Esimdekiler / Aklımdakiler”24 adlı hatıratlarında
yer alan yazısında, Mağcan Cumabayev’in edebî çehresi yüceltilerek ele alınır.
Osı küngi küy /Bugünkü durum25 şiirinde dönemindeki değişimlere kayıtsız
bulunan milletine şöyle seslenmektedir,
Oylamay otqa tüsken netken canbız,
Söz ukpas mılkau, meñireu, cürgen calğız.
Körinbes közge türtse qarañğıda,
Yapırmay, qaldık pa endi tipti tañsız?!
Düşünmeden ateşe atlayan nasıl bir insanız,
Söz anlamaz, dilsiz sağır gezen yalnız.
Göze bir şey görünmez karanlıkta,
Eyvah, kaldık mı artık atar tansız?!
Bu dizelerde “karanlık” sözcüğü cahilliği, “tan” sözcüğü ise aydınlanmayı
çağrıştırmaktadır.
Bir başka ifadeyle bu dizelerde Cumabayev, işgal altında bulunan milletin
sosyal bakımdan kederli durumuna değinir. Bu durumun geçici bir süreç olduğunu
anlatarak gayret göstermeye çağırır. Zira şair, 1905 yılında Rusya’ya gerçekleşen
Şubat ve Ekim devrimlerinin sonucunda ortaya çıkan “barış, hürriyet ve eşitlik” sloganının işgal altında bulunan milletler için bir kurtuluş yolu olduğuna inanmaktadır.
Bununla beraber kadimci geleneğe ait bazı unsurların gelişme yolundaki millet için
uygun olmayan taraflarını sıralayan şair, ceditçilik bakış açısıyla halkının modern
hayata adım atmasını ister. Bu bağlamda kendisi de ön ayak olarak diğer Kazak aydınlarıyla beraber ceditçilik faaliyetlerinde yer almıştır.
Doğduğum yer Sasıqköl adlı şiirde mekân tasvirine yer veren anlatıcı, sadece
kendisinin doğduğu bölgeyi değil, milletine ait vatan topraklarının elden gitmeye
başladığına dikkatleri çekmek ister. Şiirin son kısmında “Kara çapanlı gelip
yerleşirse / Başından kuşun uçar”26 diyerek “kara çapanlı” sözcüğüyle sömürücü
ülkeyi; “başındaki kuş uçar” ifadesiyle huzurun bozulduğunu ima ettiği belirgindir.
Benzer ifadeye Oral Dağı27 şiirinde de rastlamak mümkündür. Burada söyleyici,
milletin sahip olduğu değerlerin sömürülmekte olduğunu şöyle tasvir eder:
Bkz. Täcibayev, Ä. (1960). Ömir cane Poeziya (Ömür ve Şiir). Almatı: Cazuşı.
Cumabayev, M. Pedagokika, Almatı, Rauan, 1993, s. 333-336
25
Cumabayev, M. Şığarmaları. 1. Cilt, Almatı, Cazuşı, 201, s. 333
26
Cumabayev, a.g.e., s. 5
27
Cumabayev, a.g.e., s. 42
23
24
178
Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı
Milletin anavatanına,
Atamızın kutsal mezarına,
Ağzı kıllı yabancılar sahip olmakta…
Göstermekte baskıyı cesurlara28.
Bu dizelerde “kutsal mezar” ifadesi, atalarımızdan miras kalan vatan topraklarını çağrıştırmaktadır. Sonraki dizede yer alan “ağzı kıllı yabancılar” ifadesiyle
sömürücü güç ima edilmektedir. Mecazlı anlatımla kaleme alınan “Yolumu
şaşırdım” şiirinde de benzer algıyı görmek mümkündür. Burada söyleyici özne,
“Mavi gözlü sarı saçlıdır / Hepsi çırılçıplak”29 diyerek ülkesine eziyet etmekte olan
amansız Rusları çağrıştırır.
Mağcan Cumabayev’in eserlerinde dil sapmalarına az rastlanır. Zira şair bu
bağlamda hassasiyet göstererek anlam ve biçim sapmasına örnek teşkil eden birkaç
şiirinin dışında ifadeleri kurallara uygun olarak kullanmıştır. Hatta şairin eserlerinde
yabancı sözcüklere de az yer verilmiştir. Böylece halkın konuştuğu ve anladığı dilde
eser vermeyi amaçlamıştır. Bu bağlamda Mağcan Cumabayev Aqan Seri adlı
makalesinde (1924), çağındaki edebî eserlerde kullanılan dilin Farsça, Arapça ve
Rusçanın etkisinden dolayı bozulmaya başladığını eleştirerek şunları söylemiştir:
İnsanoğlunun bir atadan türediği gerçek ise, belli bir çağın evladı olduğu da
tartışılmaz. Akan da bir çağın yavrusudur. Onun yaşadığı çağ ise, on dokuz ile
yirminci yüzyılın kavşağında Kazak topraklarına biri, güneyden; diğeri ise, kuzeyden
gelen iki albastının yerleştiği zamandır. Birincisi, Buhara’lı din görevlilerinin kavuk
gibi sargıları ile cübbelerinin uzun eteklerine yapışarak gelen Müslüman
albastısıdır. İkincisi ise, yerel yöneticilerin mühürleri, öğretmen ve tercümanların
şapkaları ile pantolonlarına sarıla gelen Rus albastısıdır. Bu devir, şu iki albastının
yüzünden milletin huzuru kaçıp dilin bozulduğu çağdır30.
Bu ifadeleri aracılığıyla Mağcan Cumabayev, Kazak diline girmeye başlayan
yabancı sözcüklerle beraber halk kültüründeki değişimleri de dikkatlere sunmaktadır.
Cumabayev, M. Çolpan. Kazan, Karimovlar Matbaası, 1913, s. 42
Cumabayev, M. Şığarmaları. 1. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013, s. 215
30
Cumabayev, M. Şığarmaları. 2. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013, s. 176
28
29
179
Yerlan ZHİYENBAYEV
Yatmakta31 (s. 8), Boş Kalmışım32 (s. 27) Ural Dağı33 (s. 41), Din Öğretene 34
(s. 69), Karanlık Koyulaşıp Geliyor35 (s. 74), Ural36 (s. 174), İdil’in Halicinde37 (s.
195), Serbestlik38 (s. 215), Eski Türkistan39 (s. 179), Naçizane Oyundur40 (s. 162),
Yoldaşa41 (s. 79) Sovyet siyaseti eleştiren anlatıcı, onların yürüttüğü faaliyetin yanlış
olduğunu ima etmektedir. Böylece sözde milleti için mücadele eden bazı şahıslara
doğru olanı anlatmaya çalışır.
Sonuç
İlk şiirlerinden itibaren daha ziyade toplumsal temaları ele alan Mağcan
Cumabayev, milletin hür ve huzurlu yaşaması için eğitimin önemli olduğunu
vurgular. Bu bağlamda kendisi de yaşamı boyunca eğitim seviyesini arttırmaya
gayret göstermiş ve eğitimle ilgili teorik eserler hazırlamıştır. Genç yaşlarından
itibaren Doğu bilimlerini öğrenir ve Rusça dilinin aracılığıyla Batı edebiyatıyla
tanışır. Doğu ve Batı edebiyatından eşit şekilde etkilenerek Kazak edebiyatının
gelişmesine katkıda bulunur. Moskova’da kaldığı yıllarda ünlü Rus yazar ve
şairlerinden hürriyet ve adalet temasında yazılan şiirleri seçerek, Kazakçaya tercüme
etmiştir. Milli mücadele yıllarında Alaş hareketine katılan Cumabayev, şiirlerinde
Sovyet rejiminin yanlış siyasetini eleştirir ve şiirlerinde kullandığı imgelerle
“İlk defa 1911 yılında Ayqap dergisinin 2. Sayısında ve 1912 yılında Çolpan şiir kitabında
yayınlanmış.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 429
32
“1989 yılına kadarki yayınlarında sadece Çolpan (1912) kitabında ve Taşkent’te (1923) basılan
şiirlerinin nüshasında neşredilmiş.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 431
33
“Kazak gazetesinde (22 Mart 1913, 7. Sayı), Kazan ve Taşkent şiir kitabı nüshalarında neşredilmiştir.”
Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 431
34
“İlk defa Kazak gazetesinde (1916, 9 Haziran, 184. Sayı) yayınlanmış. Sonra şairin Kazan (1922) ve
Taşkent (1923) şehirlerinde basılan şiir kitaplarında neşredilmiş.” Cumabayev, M. Şığarmaları.
Almatı, Cazuşı, 1989, s. 431
35
“Bu şiir 1922 yılında basılan nüshada başlıksız verilmiştir. 1923 yılındaki nüshada ise bu başlık
altında verilmektedir.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1995, s. 243
36
“Bu şiir ilk defa 1922 yılında basılan nüshada yayınlamıştır. Daha sonra 1923 yılında basılan şiir
kitabında da yer almaktadır.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1995, s. 236
37
“Akcol gazetesinde (1924, 472. Sayısı) basılmıştır.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı,
1989, s. 437
38
“1923 yılında neşredilen nüshada şair bu şiirine “1918 yılında Sibirya’da reaksiya devrinde
yazılmıştı” şeklinde not yazılmış. Dolayısıyla bu şiir Ombı şehrini Çekoslovaklar ile Kolçak
hükümetinin işgal ettiği devirde yazılmış olabilir.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı,
1989, s. 433
39
“Akcol gazetesinde (1924, 435. Sayısı) basılmıştır.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı,
1989, s. 437
40
“Akcol gazetesinin 24 Ocak 1923 yılındaki sayısında basılmıştır.” Cumabayev, M. Şığarmaları.
Almatı, Cazuşı, 1989, s. 436
41
“1922 yılındaki Kazan nüshasında yayınlanmıştır. Sonraki nüshalarda ise, bu şiire yer verilmemiştir.”
Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1995, s. 239
31
180
Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı
çağdaşlarını uyarmaya çalışır. Bunun yanı sıra milli kültürün önemini anlatır. Türk
kökenli halkların ortak tarihinden bahseder. Rus sömürgesine karşı mücadele eden
milli kahramanları takdim eder. Bu bağlamda kişi-mekân-zaman unsurları
aracılığıyla his ve duygularını sanata has bir şekilde yansıtır.
Kaynaklar
Ayağan, B. Ğ. (ed.) Körkemsuretti Kazakstan Tarihı, Ecelgi Dauirden Bizdin
Uakıtımızğa Deyin. 3-Tom, Almatı, Kazak Entsiklopediyası, 2007.
Cumabayev, M. Çolpan. Kazan, Karimovlar Matbaası, 1913.
Cumabayev, M. Mağcan Cumabayef Ölenderi (Mağcan Cumabayulı'nın Şiirleri).
Akt: Ferhat Tamir. Ankara, TKAE Yayınları, 1993.
Cumabayev, M. Pedagokika, Almatı, Rauan, 1993.
Cumabayev, M. Şığarmaları. 1. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013.
Cumabayev, M. Şığarmaları. 2. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013.
Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989.
Curtbay, T. Uranım Alaş. 2. Cilt, Almatı, El-Şecire, 2011.
Darimbetov, B. Mağcan câne Alaş Kozğalısı, Ulttık Poeziya Padişası. Almatı,
Ortalık Ğılımi Kitaphana, 2001.
Eleukenov, Ş. Mağcan. Astana, Astana Poligrafiya, 2008.
Hayıt, B. Türkistan Devletlerinin Millî Mücadele Tarihi. Ankara, TTK Yayınları,
1995.
Kakişulı, T. Mağcan – Saken. Almatı, Kazak Universiteti, 1999.
Özdemir, E. 20. Yüzyılın Baslarında Kazakistan’da Fikir Hareketleri,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara, 2007.
Tacibayev, A. Mağcan Cumabayev, Esimdekiler (Aklımdakiler). Almatı, Cazuşı,
1993.
181
B - Siyasi ve Diplomatik İlişkiler
Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri
Öğretim Görevlisi Altun ALTUN
Hakkari Üniversitesi
Özet: Osmanlı ile Rusya’nın ilk diplomatik ilişkileri III. İvan
zamanında 1492 tarihinde başlamış olsa da Rusya’nın Osmanlı diplomasisinde
karşılığı olmamış ve dikkate alınmamıştır. XV. ve XVI. yüzyıllardan itibaren
Osmanlı ve Rusya aynı anda genişleme süreci içerisine girmişlerdir. Osmanlı,
beylikleri kontrol altına aldıktan sonra sınırlarını aşarak Batı’ya doğru
genişlemiştir. Rusya’nın kendisini Bizans’ın mirasçısı olarak görmesi
genişleme alanı olarak da Osmanlı sınırlarını seçmesine neden olmuştur.
Rusya’nın Osmanlı aleyhine güçlenmesi gün geçtikçe daha çok artmış ve
Rusya XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı sınırlarına doğru saldırmaya
başlamıştır. Osmanlı bu dönemde Rusya’yı tehdit olarak görmemektedir. Fakat
bir yüzyıl sonra dengelerin değişmesiyle Rusya Osmanlı diplomasisinde yer
bulacaktır. Bu çalışmada klasik dönem Osmanlı diplomasi anlayışının askeri
ve siyasi gelişmelere bağlı olarak Rusya ile diplomatik ilişkiler üzerindeki
etkisi incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Rusya, Klasik Dönem, Diplomasi
Ottoman-Russian Diplomatic Relations in the Classical Period
Abstract: While the diplomatic relationship of the Ottoman Empire and
Russia started first in the period of Ivan the 3rd in the year 1492, Russia had no
correspondence in the Ottoman diplomacy or it was ignored. By the 15th and
16th centuries, the Ottoman Empire and Russia went into an expansion process
at the same time. After takin seigniories under control, the Ottoman Empire
extended towards the west by exceeding its borders. Russia’s position that saw
itself as the heir of the Byzantium led it to prefer Ottoman borders as a field of
expansion. The strengthening of Russia against the Ottomans increased day by
day, and Russia started to attack Ottoman borders towards the late 16th century.
In this period, the Ottoman Empire did not see Russia as a threat. However,
after a century, after the balances have been set, Russia would find a place in
Ottoman diplomacy. This study investigated the effects of the classical
understanding of Ottoman diplomacy on diplomatic relations with Russia based
on military and political developments.
Key Words : Ottomans, Russia, Classical Period, Diplomacy
Altun ALTUN
GİRİŞ
Tarihsel süreç içerisinde insanların savaşmak yerine iletişimi ve diğer
toplulukların mesajlarını dinlemeyi tercih etmeleri ile diplomasi gelişmiştir.
Antropolojik açıdan diplomasi, dil, din, ırk ve gelenek bakımından farklı insan
toplulukları arasında ilişki kurmaya yarayan yöntemlerden birisi olarak
tanımlanmıştır. 1Modern anlamda diplomasinin Kuzey İtalya’daki kent devletleri
arasında başladığı kabul edilmektedir. Diplomasi dış politikanın bir aracı olup,
uluslararası sistemdeki aktörler arasındaki ilişkilerin barışçıl yöntemlerle ve
görüşmeler yoluyla yürütülmesidir.2
Osmanlı Devleti, altı yüzyılı aşan bir hayat sürmüş ve XV, XVI hatta XVII.
yüzyılda dünya siyasetini yönlendirdiği kadar hiçbir devlet dünya siyasetine onun
kadar yön vermemiştir. Özellikle, Osmanlı Devleti’nin kurumsallaşmasını
tamamladığı dönemi belirten klasik dönem (XV. ve XVII. yy) , devletin sağlam
temeller üzerinde varlığını sürdürdüğü dönem olmuştur.Kuruluştaki temel vasfı fetih
ve gaza olan Osmanlı Devleti’nin bu hedefini gerçekleştirmek için XVII. asra kadar
savaş silahına daha sonra da diplomasi silahına ağırlık verme gereğini duymuştur.
Osmanlı Devleti beylikten devlet olmaya geçişte siyasetini ve genişleme stratejisini
yalnızca fetihe dayalı bir genişleme politikası üzerine şekillendirmemiştir. Bu
dönemlerden başlamak üzere devletin temel siyaseti arasında önde gelme, üstünlük
ve diplomasi gibi konular da yer almıştır.
Dünya politikasının en çatışmacı ilişki modellerinden biri olarak sunulan beş
yüz yılı aşan Türk-Rus ilişkilerinin klasik dönem tarihçesine baktığımız zaman barış
ve işbirliği dönemlerinin istisnai olduğunu görmekteyiz. İkili ilişkilerde birçok savaş,
diplomatik mücadeleler ve siyasal sorunlar dikkati çekmektedir.
1. OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞI
Osmanlı Devleti, kuruluştan itibaren XVIII. Yüzyılın sonlarına kadar geçici
diplomasi geleneğini sürdürmüştür. Bunun temel sebebi, Osmanlı Devletinin
kendisini Batı devletlerinden üstün görmesidir. Özellikle yükselme döneminden
Karlofça Anlaşması’nın imzalanmasına kadar geçen dönemde, Osmanlı Devleti
Batı’yı yakından tanıma gibi bir endişeye sahip olmamıştır. Hatta Batı başkentlerinde
temsil edilmeyi onur kırıcı olarak görmüştür. Ayrıca başka bir ülke nezdinde temsil
edilmeyi, o ülkeyi tanıma anlamına geleceği için başka ülkelerde elçilik açmayı
1
2
Huner Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1995, s.13.
Barış Özdal, R. Kutay Karaca, Diplomasi TarihiII, Ezgi, Bursa, 2017.s.42.
186
Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri
sürekli diplomasi anlayışına aykırı kabul etmiştir. Osmanlı Devletinin Karlofça Barış
Antlaşmasına kadar uyguladığı tek taraflı diplomasi, Avrupa devletleri üzerinde
psikolojik bir baskı da oluşturmuştur. Osmanlı Devleti İstanbul’a gelen elçileri de
kendisine duyulan saygı ve korkunun bir yansıması olarak kabul etmiştir.Bunun bir
sonucu olarak da gelen elçilerin yaptığı tüm masraflar Osmanlı Hazinesince
karşılanmıştır.3
Müslüman olmayanlarla uluslararası ilişkilerin savaş, barış ve ateşkes
koşulları Kuran’da açıkça düzenlenmiştir:
“Eğer barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven; O her şeyi işitendir
ve bilendir. İslam’ın savaştan amacının ne olduğu bu ayet vesilesiyle de
açıklanmaktadır. Zulmü ve saldırı ihtimalini ortadan kaldırmak, meşru savunmada
bulunmak. Bu zaruretler yüzünden başvurulan savaş, karşı tarafın zulüm ve
saldırıdan vazgeçerek barışa yönelmesiyle gereksiz hale geleceği için buna olumlu
cevap verilmesi, barışmak isteyenle barışılması emrolunmuştur.”4
Klasik dönem Osmanlı diplomasisi çoğunlukla İslam genel ilkeleri
doğrultusunda şekillendirilmiştir. Kâfirlerle barışın sürekli olması klasik İslami
ilkelere göre izin verilemezdi. Osmanlılar için geçici bir ateşkes kararı on, yirmi ve
hatta otuz yıl olağan olurdu.5
Osmanlı diplomatik ve idari uygulamada şunları gözetirdi. 6
Dar’ül İslam: Şeriat’ın uygulandığı İslam toprakları ve ikamet eden Müslüman
olmayanlar ve zimnilerdir.
Dar’ül harb: Müslüman olmayanlar tarafından yönetilen, cihada ve fethe açık
olan yerler
Dar’ül Sulh: Osmanlı vassal Beylikleri ve diğer haraç ödeyen yönetimler.
Kuruluştan itibaren uluslararası ilişkilerin, “dar’ül-harb” ve “dar’ül-İslam”
kavramı içinde ele alınması, Batı’dan gelen temsilcilerin eman telakkisine göre
muamele edilmesi, dinin Osmanlı dış ilişkileri ve diplomasi anlayışı üzerindeki
etkisini göstermesi açısından önemlidir. Gayrimüslim bir kişi ister dinin eman
anlayışı gereği ister zımni statüsünde olsun Osmanlı Devleti sınırları içinde devlet
Selim Hilmi Özkan, Osmanlı Devleti ve Diplomasi, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2017, s.48-49.
Enfal Süresi 61 Ayet Tefsiri, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Enf%C3%A2l-suresi/1221/61-ayettefsiri, 06.01.2019.
5
Bülent Arı, “Early Ottoman Diplomacy: Ad Hoc Period”, (Ed.) A. Nuri Yurdusev, Ottoman
Diplomacy, Newyork:Palgrave Macmillan, 2004, s.37.
6
A.g.e. , s.40-41.
3
4
187
Altun ALTUN
korumasında sayılırdı. Zımni Osmanlı sınırlarında yaşayan Yahudi veya Hıristiyan
gayrimüslimlere verilen statüydü. Müstemen ise Müslüman olmayan bir kişinin
İslam devleti sınırlarında garanti altında olma anlayışıydı.Osmanlı Devletinde
emanın yaygın olarak kullanıldığı ve çok çeşitli siyasi ve iktisadi problemlerin çıktığı
bir başka alan ise Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti nezdindeki elçi ve
konsolosları ile tüccarların faaliyetleri ve statüleriyle ilgili uygulamalar
oluşturmaktadır. İstanbul’un fethinden sonra , önce Venedik ardından büyük Avrupa
devletleri eman statüsü içinde tek taraflı olarak kendilerine verilen ahitnamelerle
İstanbul’da daimi elçilik açarken büyük şehirlerde ise konsolosluklar açmışlardır.
Kendilerine bahşedilen ahitnamelerin büyük çoğunluğunun başında dostluk ve
sadakat anlayışı ile emanın verildiği, buna aykırı hareketlerden kaçınılması gerektiği
hususu önemle belirtilmiştir. Aksi taktirde ahitname verilen devletin düşmanca bir
tavır içinde olduğu veya savaş çıktığı zaman bu devletin elçi ve konsolosu ağır
hakaretlere maruz kalır ve Yedikule’ye hapsedilirdi. 7
Karlofça Anlaşması’na kadar, Hıristiyan Avrupa’ya giren bir Müslüman
devlet olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun diplomasisi tek taraflı ve karşılıklılık
esasına dayanmayan bir uygulamalar bütünüydü. Devletlerarasındaki hukuk
kurallarıyla uyuşmayan bir biçimde ve biraz da Avrupa devletlerinin hor
görülmesinin sonucu, bu devletlerin gönderdiği büyük elçiler zaman zaman kabul
edilmiş olmakla birlikte, Osmanlı Devleti sürekli büyükelçi göndermemişti. Bu
sistemin, devletin Avrupa’da dirik ve genişleyici güç olduğu dönemlerde iyi
işlemediği söylenemez. Ancak, şimdi Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkiler önem
kazandığı için, bu “karşılıksız diplomasi” Osmanlıları izole etmişti. İçerde Dış
ilişkileri sistematik bir biçimde planlayacak bir merkezi örgüt olmadığı gibi, dışarıda
da devletin uluslararası çıkarlarını tutarlı bir biçimde koruyacak sürekli elçileri
bulundurmuyordu.8
Salt coğrafya öğesi, Rusların Osmanlı topraklarına müdahale etmelerinin bir
nedenidir. Karadeniz’e akan akarsuların Rus ticareti açısından ne kadar önemli
olduğunu anlamak için bölgenin haritasına bir göz gezdirmek yeterli olacaktır.
Avrupa’nın en uzun akarsuyu olan Volga, Petersburg’dan Hazar Denizi’ne doğru
akmakta ve Karadeniz’e dökülen Don akarsuyuna bir noktada 70 kilometre
yaklaşmaktadır. Dolayısıyla, Rusya’nın ülkenin kuzeyinden Karadeniz’e mal
göndermesi hem kolay hem de ekonomik olmaktaydı. Rusya’nın Avrupa kıyılarını
Selim Hilmi Özkan, A.g.e. , s.30-31, Mehmet İpşirli, “Eman”, DİA, C. XI, Diyanet Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1995, s.78.
8
Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, İmge Kitabevi, Ankara, 2010, s.154
7
188
Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri
çevreleyen üç denizden yalnızca Karadeniz’in buz tutmadığı dikkate alınırsa, bu
denizin hem Rus tüccarları hem de strateji uzmanları ve askeri çevreler açısından ne
kadar önemli olduğu kolayca anlaşılır. Üstelik, Karadeniz’e başka Rus akarsuları da
dökülmektedir.9
Süleyman döneminde gelişen Osmanlı diplomasisinin, yine de Avrupa’da
gelişen diplomatik kurallara uymayan yönleri vardı. Örneğin, Osmanlılar yabancı
elçilerin kabulünde, “dost” ile “düşman” bildiklerinin arasına büyük bir fark
koymaktaydılar. Bu fark aşırılıklara kadar gidebilmekteydi. İran elçisi armağanlar ve
barış isteğiyle huzura geldiğinde kendisine akıl almaz itibar gösterilirken , Avusturya
elçisi kötü davranışa konu olabilmekteydi. Busbeck adlı kişi Macaristan’a yapılan
Osmanlı seferlerinin sınırlandırılması isteğiyle sultanın huzuruna geldiğinde, hiç de
iyi kabul görmemiş ve derhal oradan uzaklaştırılmıştı. 10
Osmanlı Diplomasisi, XVIII. Yüzyılın başlarına kadar sınır ihtilaflarının
çözümü, cülus, yeni fethedilen yerlerin dost ve düşmanlara birer fetihname ile
duyurulması, tabiiyeti kabul eden prens ve beylerin atanmasına dair fermanların
tebliği, barış ve antlaşmaların dikte ettirilmesi gibi güce ve üstünlüğe dayanan tek
taraflı bir diplomasi yöntemiydi. Avrupa’da karşılıklı ve eşitliğe dayalı diplomasi
1455’te İtalya’da şehir devletleri arasındaki çatışmayı önlemek için rehin olarak
gönderilen daimi temsilciliklerle başlamasına rağmen Osmanlı Devleti kendisinden
küçük olarak nitelediği güçsüz devletler nezdinde özellikle de “dar’ül harb” olarak
nitelediği Avrupa ülkelerinde temsil edilmeyi küçüklük ve zayıflık saymıştır. 11
2. KLASİK DÖNEM OSMANLI-RUS DİPLOMATİK ETKİLEŞİMİ
Ortaçağ başlarında Türk ve Rus kavimleri Uralların güneyinde Rusya ovasında
bir araya gelmişler, Batı Hunları, Hazarlar, Kıpçaklar, Peçenekler ve Avarlar
bölgedeki Slavlarla temas etmişlerdir. Ancak o dönemlerde Rus milli kimliği ortaya
çıkmadığı için iki devlet arasındaki ilişkileri bir bütün olarak değerlendirmek pek
mümkün değildir. Bu ilişkiler 8. Ve 9. Yüzyıldan itibaren bir nitelik kazanmaya
başlamıştır. Rusya Devleti uzun süre (1260-1480) Altın Ordu Devleti’nin
egemenliği altında kalan Moskova Knezliğinin 15. Yüzyıl ortalarından itibaren
Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, İmge Kitabevi, Ankara, 2010, s.137
Oral Sander, A.g.e, s.87.
11
Refet Yinanç, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Dış Politika Anlayışı ve Uygulamaları, Türk Dış
Politikası ed. Haydar Çakmak, Barış Kitap, Ankara 2012,S.23.
9
10
189
Altun ALTUN
güçlenmesi ve gelişmesi sonrası ortaya çıkmıştır. Osmanlı Rus ilişkisi 1492 yılında
İstanbul’a elçi gönderilmesi ile başlamıştır.12
Rusların daha İstanbul’un Türkler tarafından alınmasından önce Bursa’ya
kadar gelerek ticaret yaptıkları bilinmektedir. Moskova’nın güçlenmesi ile birlikte
bu ticaret daha da gelişecektir. Kırım Hanı Mengligerey’in tavassutu ile II. Bayezit
ve III. İvan zamanında (1492) Osmanlı Devleti ile Moskova arasında siyasi ilişkilerin
kurulmasını mümkün kılmıştır. Moskova Rusyası nazarında Osmanlı Devleti
fevkalade bir askeri güç sıfatıyla karşısında dayanılamayacak bir kuvvet olduğundan
iyi geçinmek mecburiyeti kaçınılmazdı. Osmanlı Devleti açısından ise “Moskova ile
iyi geçinmek” diye bir mesele olamazdı çünkü Osmanlı Devleti’nin ana siyaseti
Akdeniz ve Orta Avrupa’ya yöneltilmişti ve Moskova Rusyası coğrafi konumu
itibarıyla çok uzaklarda kalıyordu. Rus işleriyle Kırım Hanları meşgul olmuşlardır.
Bunun neticesinde ise Rusya hakkında hiçbir zaman yeterli düzeyde bilgi
edinememişlerdir. Bu davranışın diğer bir sonucu da Rusya’yı küçümseme olmuştur.
Oysaki Moskova Osmanlı Devletiyle ilgilenmiş ve nasıl bir kuvvet olduğunu
anlamaya çalışarak Moskova’nın siyasetini de ona göre düzenlemeye çalışmışlardır.
Bu çerçevede sırf dışişleriyle meşgul olan Elçiler Dairesi kurulmuştu. Bu dairenin
bir bürosu Türk siyasetini tayin etmek üzere Türklere ayrılmıştı. Bu siyaset ise
Osmanlı Padişahlarını oyalamak, mümkün olduğunca uysal görünmek ve yerine göre
aldatmaktan oluşmaktaydı. 13
1552’de Kazan’ın, 1556’da ise Astrahan’ın Ruslar tarafından ele geçirilmesi
bölgede IV. İvan yönetimindeki Rusya’nın gücünü ve etkisini artırmıştır. Kazan ve
Astrahan’ın Ruslar tarafından ele geçirilmesi ise tıpkı Altın Orda’nın yıkılışı gibi
Osmanlı Devleti’ni fazla ilgilendirmemiştir. Osmanlı, XVI. yüzyılın sonuna kadar
Kırım Hanlığı’nın kuzeyindeki gelişmelere önem vermemiştir. Hatta Moskova’nın
ele geçirdiği hanlıklardaki Müslüman nüfusa karşı uyguladığı politikaya karşı da ses
çıkarmamıştır. Osmanlı Devleti’nin İdil-Ural bölgesine ilgisizliği ise birçok faktörle
açıklanmaktadır. Rus tarihçisi Solovyöv, İdil-Ural bölgesinin İstanbul’dan mesafe
olarak çok uzakta kaldığını ve bu sebeple Osmanlı Devleti’nin Kazan ve Astrahan
Hanlıklarıyla ilgilenemediklerini söylemiştir. Bu durum ise Altın Orda Hanlığı’nı
tekrar Giraylar idaresinde tekrar canlandırmak isteyen Kırım Hanlarının işine
yaramıştır. Kırım Hanı Osmanlıların İdil-Ural’da yerleşmesini istemiyor bundan
dolayı da sultanları bölgeden uzak tutmaya çalışıyorlardı. Her ne kadar Kazan ve
Murat Ercan, “Türk Dış Politikasında Rusya”, Değişen Dünyada Türk Dış Politikası, ed. Murat
Ercan, Nobel, İstanbul, 2011, s.126, 125-147.
13
Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rısya XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk-Rus
İlişkileri (1798-1919), Türk Tarih Kurumu,Ankara, 2011, s.4-5.
12
190
Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri
Astrahan’ın Ruslar tarafından ele geçirilmesi, aynı zamanda Osmanlılar için “Rusya
Sorunu”nun temelini teşkil etse de Osmanlılar o tarihlerde Batıda Avrupa ülkeleriyle,
doğuda ise Safevi Devleti’yle savaş içindeydi. Osmanlı Devleti’nin İdil-Uraldaki
gelişmelere tepki göstermemesinin nedenlerinden birisi de budur. Fakat çok
geçmeden Osmanlı’nın bölgeye siyasetinin değiştiği görülmektedir. Avusturya ile
barış Anlaşması imzalandıktan hemen sonra, 1563 yılında Osmanlı Sultanı Süleyman
ve veziriazam Sokullu Mehmet Astrahan’a sefer düzenlemeyi düşünmüşlerdir.14 Bu
amaçla yapılan 1569 Ejderhan Seferi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu da seferin
askeri ve siyasi sonuçlarını olumsuz yönde etkilemiştir. 15 Astrahan kalesinin zaptı ve
Kazan Hanlığının da kurtarılması gerçekleştirilmemekle birlikte, Moskof-Rus
kuvvetleri Terek boyundan çekilmeye zorlanmışlar ve Terek üzerindeki Rus kalesi
yıktırılmıştır. Rus Çarı Korkunç İvan elinden geldiğince Sultan II. Selim’i teskin
etmeye çalışmış ve bu amaçla çok ustaca bir diplomatik faaliyet göstermiştir. 16 Bu
dönemde IV. İvan’ın geri çekilen Türklere saldıracak ve onlarla savaşacak gücü
yoktu. Çünkü Rus Çarı, Livonya Savaşı ile meşgul olup yeni bir cephede savaş
açmaya da niyeti yoktu. Osmanlı’nın Astrahan seferinden hemen sonra hiçbir şey
olmamış gibi İ.P. Novosilytev’i elçi olarak sultanın yanına göndermesi de bu
çerçevede açıklanmaktadır. Rus elçiler, ziyaretlerinin sonunda çara stateymy spisok
adı verilen, bir nevi seyahatname ve günlük adı verilen raporlara bütün hareketlerini,
yaptıkları bütün resmi ve gayrı resmi görüşmeleri kronolojik bir sıra ile kaleme almak
zorundaydılar. Novosilytev elçilik raporunda Osmanlı sultanı ve Sokullu Mehmet
Paşa da dahil olmak üzere herkesin Rus Çarı’nın Osmanlı’ya elçi gönderdiğine
sevindiğini yazmıştır. Kendisine çok iyi davranıldığını, çok iyi ağırlandığını da
belirtmiştir. Novosilytev, dönemin en büyük devletlerinden birinin elçisi gibi hareket
ediyordu. Rus elçi, raporunda Rus Çarı’nın ulu bir hükümdar olduğunu ve Tanrı’nın
onu koruduğunu ifade etmiştir. Oysaki her ne kadar Çar IV.İvan, mektubunda Sultan
II.Selim’e “Kardeşim” diye hitap etse ve kendini onunla bir görse de, Rusya XVI.
yüzyılın ortalarında daha hala Kırım Hanlarına vergi ödemeye devam ediyordu.Hem
II.Selim hem de III.Murat, IV.İvan’a “Bütün Rusya’nın Çarı” diye değil sadece
Moskova Kralı şeklinde hitap etmişlerdir. 17Diğer taraftan İlk Osmanlı-Rus Savaşı
Rusların galibiyeti ile sonuçlanmış olsa da Ruslar birçok konuda geri adım atmak
zorunda kalmışlardır. Sultan II. Selim Rus elçi Novosilytev ile IV. İvan’a bir mektup
göndermiş ve Rus Çarı’ndan Astrahan yolunun hacılar için açılmasını, Moskova’daki
İlyas Kamalov, Rus Elçi Raporlarında Astrahan Seferi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2011, s.2.
Selim Hilmi Özkan, A.g.e, s.81.
16
Akdes Nimet Kurat, A.g.e., s.5.
17
İlyas Kamalov, A.g.e, s.20.
14
15
191
Altun ALTUN
Kırım elçilerinin serbest bırakılmasını, Çerkezlerle savaşmamasını, Terek Nehri
üzerindeki şehrin yıkılmasını istemiştir. Rus Hükümeti Terek Nehri üzerindeki şehrin
yıkılması da dahil bu istekleri kabul ettiğini açıklamış ve bunu bildirmek için 8 Nisan
1571 tarihinde Andrey Kuzyminsky başkanlığında yeni bir elçilik heyeti
göndermiştir. Astrahan seferinin başarısız olmasında ise Kırım Hanı’nın etkisi çok
büyük olmuştur. Başından beri sefere isteksiz davranan Devlet Giray bir an önce
Kırım’a dönmek istemiştir. Kendi yokluğunda sultanın Kırım tahtına Kırım Giray’ı
oturtacağından korkmuştur. Bundan dolayı daha sefer başlamadan Çar IV. İvan’a elçi
göndererek Osmanlının Astrahan seferine hazırlandıklarını bildirmiştir. 18
1613 tarihinde Rus Çarlığı tahtına geçen Romanov’lar zamanlarında, Moskova
hükümeti nazarında Osmanlı Devleti, eskiden olduğu gibi, karşı durulmaz bir kudret
olarak algılanmaktaydı. Moskova’nın coğrafi durumu gereği Osmanlı Devleti ile
ilişkilerin ilk safhalarında ticaret boyutunda olmuştur. Henüz 1515 yıllarında
Moskova’da Osmanlı Devleti’nin kudretinden faydalanarak, Moskova’nın tehlikeli
Batı komşusu Litvanya Dukalığına baskı yapılmak istendiği bilinmektedir. İlk RusTürk ittifakından da bu anlamda bahsedilmek istenmiştir.1519’da İstanbul’a
gönderilen Rus elçisi Korobov’a Sultan I.Selim’i Litvanya ve Kırım’a karşı Moskova
ile bir ittifak akdine ikna etmesi için talimat verilmiştir. Sultan I.Selim’in de Çar III.
Vasiliy’e yazdığı cevabında “ittifak meselesini görüşmek üzere Moskova’ya bir elçi
göndereceğini “güya bildirmiştir. Fakat böyle bir ittifak akdedilmemiştir. İran
harpleri bahane edilerek Moskova ile anlaşmak meselesi bir tarafa bırakılmıştır. Yine
1634 tarihlerinde Moskova Hükümeti Osmanlı Padişahı ile Lehistan’a karşı bir ittifak
oluşturmak için harekete geçmiştir. 1634 tarihinde Osmanlı Devleti’ne gönderilen
Rus elçisi Korobkin’e bu yolda talimat verilmiştir. Bu dönemde, Kazakların Osmanlı
ülkelerine hücumları yüzünden Türkiye ile Lehistan’ın arası çok olduğundan
Moskova’da, Türklerin Lehistan’a karşı harekete geçirilebileceği sanılmıştı. Fakat
Rusların bu yöndeki teklifleri İstanbul’da olumlu karşılanmamış ve Moskova’da arzu
edilen bir ittifak gerçekleşmemiştir.19
XVII. yüzyılın ilk yarısının da bir önceki yüzyıldan çok farklı olmadığı
söylenebilir. Yine de bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı-Rus ilişkilerinin yavaş
yavaş gerginleşmeye başladığı dikkati çekmektedir. Buna rağmen 1678 tarihine
kadar bir Osmanlı-Rus çatışması yaşanmamıştır. 1672 yılında Merzifonlu Çehrin
üzerine yürüyerek Osmanlı Devleti ile Rusya’nın ilk defa ciddi manada
karşılaşmasına sebep olacaktır. Bu tarihten sonra Osmanlı-Rus hâkimiyet mücadelesi
18
19
İlyas Kamalov, A.g.e, s.11.
Akdes Nimet Kurat, A.g.e., s.6.
192
Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri
şiddetini artırarak devam edecektir. Bu savaşın Türkler tarafından kazanılmasından
sonra 1681 tarihinde Osmanlı ve Ruslar arasında ilk defa Bahçesaray adı ile bir barış
antlaşması yapılmıştır. Bu antlaşma yapılırken Osmanlı Devleti Rusya’ya fazla itibar
etmediği gibi barış görüşmelerini Kırım Han’ı vasıtasıyla yürütmüştür.20 Yirmi yıl
süreli bu antlaşmaya göre Dinyeper Nehri Kırım Hanlığı ile Rusya arasındaki sınırı
teşkil edecektir.21 Çehrin Kalesi’nin geri alınmasına ve Rusların geri çekilmesine
rağmen bu mücadelede Rusların askeri gücünün tam olarak kırıldığı söylenemez. 22
Osmanlı Kanuniden sonra (1566) giderek güçten düşerken, Rusya özellikle IV.
İvan döneminden (1633-1654) itibaren giderek güçlenmiştir. I.Petro döneminden
başlayarak da bilhassa Napolyon Fransa’sını yenen orundun sahibi olarak 1815
Viyana Kongresi sonrasında Avrupa’nın en güçlü beş ülkesinden biri haline
gelmiştir. 23Rusya ilk başlarda dikkate alınmamış bile olsa Rusya’nın Osmanlı
aleyhine güçlenmesi her geçen gün biraz daha artmıştır. Özellikle 1683 Viyana
yenilgisi sonrası Doğu Avrupa’daki Osmanlı Hâkimiyetine darbe inmiş ve Rusya
Osmanlı Devleti’ne karşı daha cesur ataklar içerisine girmiştir. Sürekli diplomasiye
geçiş öncesi Osmanlı dış ilişkilerinde Rusya dikkati çeken bir devlet olmuştur. Bu
ataklardan ilki sayılabilecek 1686 yılında Kutsal İttifak devletleri arasına katılarak
Osmanlı Devletine savaş ilanında bulunmasıdır. Kafkasların Osmanlı-Rus
diplomatik ilişkilerinde ayrı bir önemi vardır. Rusya XVIII. Yüzyılın başlarından
itibaren yüzünü Kafkaslara çevirecektir. Bu dönemde Gürcüler ve Çerkezler her
geçen gün gücü ve etkinliği artan Rusya ile iyi geçinme çabası içerisinde olmuştur.
Bu durum ise Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’daki etkinliği üzerinde olumsuz etki
yapmıştır.24
Osmanlı’da açılan ilk elçiliklerinden biri de Rus elçiliğidir. Rus elçiliği
diğerlerine nazaran çok geç bir tarihte 1700 yılında açılmıştır. Bu tarihe kadar Rusya
Osmanlı Devleti ile ticari ve siyasi ilişkileri başlatmak istemişse de bu devletle
dostluk ilişkileri kurulamamış ve temsilcilik daima rededilmiştir. Ruslar 1699
tarihinde Karlofça Antlaşması’nda Avusturya, Polonya ve Venedik devletleri
yanında yer almış olsalar da Kerç Boğazı’nı istemeleri yüzünden bir anlaşmaya
varamamışlardır. İki yıllık bir ateşkes ilan edilmiştir. Osmanlıya karşı savaşı devam
ettiremeyeceğini ve Karadeniz’e çıkamayacağını analayan Çar Petro İsveç’ten Fin ve
Selim Hilmi Özkan, A.g.e., s.81.
Akdes Nimet Kurat, A.g.e., s.10.
22
Osman Köse, “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Rusya Siyaseti” , Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Uluslararası Sempozyumu, 8-11 Haziran 2000, Merzifon, s.112-113.
23
Ömer Göksel İşyar, Türk Dış Politikası Sorunlar ve Süreçler, Bursa, Dora Yayınevi,2017,s. 21.
24
Selim Hilmi Özkan, A.g.e., s.82.
20
21
193
Altun ALTUN
Riga Körfezleri arasındaki sahayı almaya karar vermiştir. Bu sebeple acele barış akdi
için İstanbul’a bir heyet göndermiştir. 1700 yılında yapılan anlaşmaya göre Azak
Kalesi Rusların elinde kalmış Dinyeper boyunda Rusların eline geçen bazı kaleler
Türklere teslim edilmiştir. Rusya’ya İstanbul’da daimi elçi bulundurma hakkı
verilmiştir. İlk elçi olarak 1702 yılında P.A.Tolstoy İstanbul’a gönderilmiştir. 25
SONUÇ
Osmanlı Devleti kuruluş yıllarından itibaren diğer siyaset mekanizmaları gibi
diplomasi geleneği ve kurumuna da önem vermiştir. Klasik dönemde kendine özgü
üstünlük ve önde gelme prensibine dayalı bir diplomasi anlayışı belirlemiştir. Bu
dönemde Rusya’nın Osmanlı diplomasisinde karşılığı olmamıştır. O dönemde
Rusya’yı tehdit olarak görmeyen Osmanlı Devleti bir yüz yıl sonra dengelerin
değişmesi ile birlikte Rusya’yı dikkate almaya başlayacak ve Rusya Osmanlı
diplomasisinde yer bulacaktır. İki ülkenin sınırları büyüdükçe ideolojik rekabete,
siyasi ve ekonomik sebeplerde eklenerek taraflar arasında çok sayıda savaşın yolu
açılmıştır. Karşılıklı gidip gelen elçilik heyetleri ise tarafların savaştan ziyade
barıştan yana olduklarına işaret etmektedir.
KAYNAKÇA
Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rısya XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına
Kadar Türk-Rus İlişkileri (1798-1919), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2011.
Arı Bülent, “Early Ottoman Diplomacy: Ad Hoc Period”, (Ed.) A. Nuri Yurdusev,
Ottoman Diplomacy, Newyork:Palgrave Macmillan, 2004
Enfal Süresi 61 Ayet Tefsiri, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Enf%C3%A2lsuresi/1221/61-ayet-tefsiri, 06.01.2019.
Ercan Murat, “Türk Dış Politikasında Rusya”, Değişen Dünyada Türk Dış Politikası,
ed. Murat Ercan, İstanbul, Nobel, 2011, s.126, 125-147.
İşyar Ömer Göksel , Türk Dış Politikası Sorunlar ve Süreçler, Bursa, Dora
Yayınevi,2017
Kamalov İlyas , Rus Elçi Raporlarında Astrahan Seferi, Ankara, Türk Tarih Kurumu,
2011.
25
Yinanç, A.g.e.,s..29.
194
Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri
Köse Osman , “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Rusya Siyaseti” , Merzifonlu Kara
Mustafa Paşa Uluslararası Sempozyumu, 8-11 Haziran 2000, Merzifon, s.112113.
Özdal Barış, Karaca R. Kutay , Diplomasi TarihiII, Bursa, Ezgi, 2017.
Özkan Selim Hilmi , Osmanlı Devleti ve Diplomasi, İdeal Kültür Yayıncılık,
İstanbul, 2017.
Sander Oral, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, İmge Kitabevi, Ankara, 2010.
Tuncer Huner , Eski ve Yeni Diplomasi, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1995.
Yinanç Refet, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Dış Politika Anlayışı ve Uygulamaları,
Türk Dış Politikası ed. Haydar Çakmak, Barış Kitap, Ankara 2012,s. 23-31.
195
1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın
Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı
Aygül ŞENGÜN
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
Özet: 1731 yılında Kişi Cüz’ün Rusya’nın hâkimiyetine girmesinden
sonra uygulanmaya başlayan politikalar Kazakların toplumsal ilişkilerinin
zedelenmesine, dini inançlarının zayıflamasına, milli kimliklerinin
yozlaşmasına, değerlerinin değişmesine sebep olmuştur. Batısında bazı
toprakları kaybeden Rusya bu dönemde İngilizlerin Orta Asya planını
engellemek, aynı zamanda yüzyıllardır stratejik deltada yer alan toprakları
kontrol etmek için Kazak Hanlığı üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmıştır.
Ülkenin sınırlarını öncelikle kalelerle çevirerek askeriye ile birlikte yoksul Rus
nüfusunu yerleştirmeyi öngören iskân politikası başlatılmıştır.
Yüzyıllardır geleneksel yöntemle idare edilen uçsuz bucaksız bozkır
sahiplerinin bildiği, yaşattığı töre ve kuralların değişmesi Kazak toplumunu
kökten sarsmıştır. Bozkırın eski efendileri her sahada hakları sınırlandırılarak
alt sınıf muamelesine maruz bırakılmıştır. Toprak ve yönetim, yargı ve hukuk,
inanç ve eğitim hülasa hayatın tüm alanlarına “çat kapı” giren değişimler kalem
ustalarının eserlerine yansımıştır.
Toplum bireylerini olumsuz etkileyen gelişmeler, geçmiş ile bugünün
hali, gelecek kaygısı bu dönemde edebi eserlerinin dile getirdiği başlıca
sorunlar olmuştur. Çar hükümetinin eğitimde zorunlu kıldığı Rusça ile beraber
Ruslaştırma ve gizli Hıristiyanlaştırma politikası Kazak aydınlarının farklı
görüşler altında gruplaşmasına zemin hazırlamıştır. Toplumsal değişimlere
müelliflerin yaklaşımının da belirtileceği bu bildiride Rusya’nın iç politikasının
edebiyata etkisi kronolojik olarak gösterilecektir.
Anahtar Kelimeler: Rusya politikaları, milli kimlik, Kazak Edebiyatı,
ideolojik sansür
Russia's Policy in the Territory of Kazakhstan before the October
Coup of 1917 and Kazakh Literature
Abstract: After the inclusion of the Kishi Zhuz into Russia in 1731, the
policy pursued by tsarism, caused injuries to social relations among the
Kazakhs, weakened their religious beliefs and national identity, and
transformed their values. Russia, which has lost its territories in the West, in
Aygül ŞENGÜN
order to thwart England’s plans in Central Asia and to strengthen control over
the lands of the strategically important delta, has intensified its efforts towards
the Kazakh Khanate. Having taken into account its mistakes in foreign policy,
Russia approached the development of plans and policies in the new territories
very seriously. For this reason, a resettlement policy was carried out, according
to which the borders of the state were, first of all, fortified by fortresses
inhabited by the Russian poor. The change of traditions and rules, for centuries
observed by the masters of the boundless steppes, administered by traditional
methods, changed the Kazakh society radically.
All rights of the former owners of the steppes were limited, and they
themselves received lower status. The changes that affected all the spheres,
whether land or government, judicial system or law, belief or education, were
reflected in the works of such pen artists.
Negative changes in society, past and future, anxiety for the future
became the main problems touched upon in the works of that period. The
education system adopted by the tsarist government, which was based on
Russification and the secret policy of Christianization, led to the formation of
groups of different views among the Kazakh intelligentsia. In this report, which
also reflects the authors' approaches to social change, the impact of domestic
Russian politics on Kazakh literature will be examined in chronological order.
Keywords: Russian policy, national identity, Kazakh literature,
ideological censorship.
Giriş
Altın Orda’nın yıkılmasıyla Sibirya ile Orta Asya’da meydana gelen birçok
hanlık coğrafi konumlarını ve siyasi ilişkilerini yapılandırma süreci içindeyken Batı
ülkelerinde izlenen hızlı gelişim zamanla Avrasya kıtasının doğusundan batısına
uzanan ticaret yollarının daha ekonomik güzergahlara taşınmasına sebep olmuş, bu
durum ise henüz yeni kurulan devletleri ekonomik açısıdan ciddi zarara uğratmıştır.
Avrupa’nın tamponu olan Rusya, bulunduğu bölge itibariyle Batı’ya özenerek, çoğu
kez Avrupa ülkelerinin gelişiminden yararlanarak onlara ayak uydurmaya çalışıp,
doğusundaki hanlıkların siyasi durumundan istifade ederek birçok reformlar
gerçekleştirmiş, ekonomik ve kültürel açıdan doğudaki komşularından üstünlük
sağlamayı başarmıştır. Rusya birçok alanda yeniden yapılanırken doğusundaki
komşularının iç ve dış politikalarını yakından izleyerek Türk hanlıklarının
zaaflarından yararlanmıştır.
Ekonomisi ağırlıklı olarak hayvancılık olan Sibirya ve Orta Asya hanlıkları
tarafından yüzyıllardır kullanılagelen yaylak-kışlak düzeni, hanlıkların birbiriyle
savaşmaları sonucunda bölgelerin birinden ötekine geçmesiyle alt üst oluyor, yeni
198
1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı
çatışmalara neden oluyordu. Sonu gelmeyen baskınlar, saldırılar ve çatışmalar çoğu
kez küçük hanlıkların yıkılmasına veya halkın daha güçlü komşulara sığınmasına
sebep olmuştur. Sibirya halklarının çoğu Rusya’nın hâkimiyeti altında varlığını
sürdürürken bazı hanlıklar imparatorluğun gelecekteki planları için engel teşkil
etmekteydi. Rusya İmparatorluğu bu engeli kaldırmak için Hokand Hanlığının
Sırderya bölgesine saldırısından yararlanarak Kalmukları İdil ve Yayık havzasına
yerleştirip, yaylaklarını daraltmak suretiyle Kazakları zor duruma sokmuştur. Bir
taraftan Congar Hanlığının zayıflamasını fırsat bilen Çin İmparatorluğu Kazaklar
için doğuda tehdit oluşturmuş durumdaydı.
XV. yüzyılın ikinci yarısından XVIII. yüzyıla kadar süren savaşlara son
vermek amacıyla Kişi Cüz Kazaklarının Rusya hâkimiyetine alınması için Ebülhayır
Han 10 Ekim 1731 tarihinde imparatoriçeye yemin etmiştir. Üç sene sonra da
İmparatoriçe Anna İonavna Orta Cüz’ün Rusya hâkimiyetine alındığına dair belge
imzalamıştır. [1]
Rusya’nın Orta Asya politikası, Hindistan yolu projesi için bir alt basamaktı.
Bölgeyi ele geçirmenin yolu bölgedeki hanlıkların zayıf noktalarının
keşfedilmesinden geçiyordu. Bunun için uzman yetiştirilmeliydi. Bu nedenle Rusya
Batıdan gelen bilim adamlarıyla üniversitelerde kürsüler kurmuş, keşif için birkaç
araştırma gezisi düzenlemiştir. Bu çalışmaların çoğu Kazak Hanlığının Rusya’nın
sömürgesi olmadan önce başlatılmış olup, bölgelerin haritaları, dili ve dini,
gelenekleri, edebiyatı detaylı inceleniyordu. Bu bağlamda son Kazak prensi Şokan
Velihanov’un “Congariya Oçerkteri” ve “Altı Şahardın Jay Japsarı” adlı çalışmaları
1861 yılında “Rus Coğrafya Cemiyetinin” mecmualarında yayınlanmış olup, batı
dünyasında da büyük ilgi görmüştür. 1865 yılında Congariya ile ilgili yazısı
Londra’da basılmıştır.[2]
1. Rusya’nın Kazak Hanlığı Topraklarında Uyguladığı Politikalar
1.1. Kazak Hanlığı Topraklarının İşgali
Rusya İmparatorluğunun Kazak Hanlığı topraklarında uyguladıkları
politikaların başta geleni toprak politikasıdır. Rusya, kendi iç meseleleri rayına
oturttuktan sonra Kazak Hanlığına tamamen yönelerek, bu stratejik önemli deltaya
sahip olmanın planını uygulamaya başlamıştır. Öncelikle Kazak Hanlığı topraklarını
kuzeyden ve doğudan askeri kalelerle kuşatmıştır. Sadece 1740-1743 yıllarında Kişi
Cüz ile Güney Ural (Yayık) bölgesi sınırlarında Kazak topraklarının epey
1
2
https://e-history.kz/kz/contents/view/1498, (E.T. 07.10.2018)
Hangali Süyünşaliyev, Kazak Adebiyetinin Tarihi, Sanat, Almatı, 2006, s.806.
199
Aygül ŞENGÜN
daralmasına neden olan birçok kale inşa edilmiştir. Kalelerin yapılmasıyla
Kazakların yaylak ve kışlakları iç bölgelere doğru itilerek daraltılmıştır. Yerli
nüfusun kalelere yakın yerleşmesine yasak getirilmiştir. Kalelerin hemen hepsi eski
şehirlerin su yolu üzerine yapılarak, Kazakları şehirlerden uzak tutma amacı
güdülmüştür. Bu politika yerli nüfusun otlaklarının ve tarlalarının azalmasına,
dolayısıyla Kazakların büyük bir kısmının göçüne sebep olmuştur. Bunun yanı sıra
bu topraklarda “jatak” olarak bilinen bir nevi “işçi sınıfı” meydana gelmiştir. Bu sınıf
politik uygulamalarla coğrafi şartlardan dolayı sürülerini ve tarım alanlarını
kaybetmiş Kazaklardan oluşuyordu. Jatakların bir kısmı akrabalarında yanında
kalarak geçimini sağlarken diğer bir kısmı maden ocaklarında, fabrikalarda ve yol
çalışmalarında işçi olarak hayatlarına devam etmişlerdir.
1.2. Kazak Topraklarında İskân Politikası (Slavlaştırma Politikası)
Bütün askeri hazırlıklar tamamlandıktan sonra Rusya’dan yoksul nüfusun/
eski kölelerin Kazak topraklarına yerleştirme, yani Slavlaştırma politikası
başlatılmıştır. 19 Şubat 1861 tarihinde İmparator II. Aleksandr toprak ağalarına bağlı
olan köylüleri kölelikten azat eden manifestoyu imzalamıştır.[3] Rusya’nın en ücra
köşelerinden güzel hayat peşinde olan köylüler imparatorluğun özel uygulamasıyla
yeni topraklara yerleştirilmiştir. Kölelerle birlikte Rusya’daki hapishanelerden
cezaları sürgüne çevrilen mahkûmlar da Kazak bozkırına ve Sibirya’ya
gönderilmiştir. Slav nüfusun tarımcılıkla uğraşması için tarım alanı verilmiştir. Slav
nüfusa tanınan haklardan yerliler mahrum bırakılmış, sürüleriyle birlikte çöllere ve
yarı çöllere çekilmek zorunda kalmışlardır. Yerliler yaylaklardan döndüklerinde
kışlaklarına ve verimli tarım alanlarına Slavlar tarafından el konulduğu da
görülmüştür.
1.3. Hıristiyanlaştırma
Slavlaştırma politikasının altında Hıristiyanlaştırma da vardı. Slav nüfusu
bahanesiyle Kazak topraklarında kiliseler de çoğalmıştır. Resmi istatistiklere göre
XX. yüzyılın başında Kazakistan’ın birçok bölgesini içine alan Türkistan’da 306
kilise mevcuttu.[4] Kazakistan topraklarındaki ilk kiliseler birçok kaynakta 1866
yılında askeriler için inşa edildiği öne sürülse de, kiliselerin geçmişi daha eskiye
dayanmaktadır. [5] Kazakistan’da açılan kilise okullarında kimsesiz yerlilere
https://www.prlib.ru/history/619069 (E.T. 11.10.2018)
https://e-history.kz/kz/contents/view/690, (E.T. 07.10.2018)
5
Mehribanu Glawdinova, “Rannesrednevekovaya Hıristiyanskaya Arhitektura v Tsentralnoy Azii”,
Almanah Sovremennoy Nauki i Obrazovaniya, 2010, S.11, s.81.
3
4
200
1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı
“yardım eden” din adamları, Kazakları çeşitli yollarla Hıristiyanlaştırmaya
yönelmişlerdir. Bu gizli görevin içinde Kazan Din Akademisi mezunu ve
Müslümanlık Aleyhtarları kürsüsünün başkanı N.İlminskiy de vardı.
1861 yılında profesör unvanını alan İlminskiy’e Ural, Sibir ve İdil
bölgesindeki halkları ve özellikle Kazakları Hıristiyanlaştırma görevi verilmiştir.
1872 yılında misyonerlerin merkezi haline gelen Kazan öğretmenlik Seminarya’sı
(Okulu) başkanlığına atanan İlminkiy, Rusya İmparatorluk genelinde misyonerler
hazırlamaya başlamıştır. [6]
Sömürgeciliğin tarihinde misyonerlik faaliyetlerine her zaman önem
verilmiştir. Rusya hükümeti de istisna değildi.
1.4. Eğitim Politikası
İmparatopluğun uyguladığı bir diğer politika ise eğitim politikasıdır.
İmparatorluk Kazak bozkırında mevcut eğitimin kendi aleyhine olduğunun farkına
vararak eğitim dili Rusça olan kilise okulları, askeri okullar ve ilköğretim okulları
açmıştır. Bu okulları açmadaki maksat Buhara’da, Arabistan’da, Hindistan’da,
İstanbul’da eğitim alan Kazakların kendi kontrolleri altında eğitilmesidir. Bunun
dışında Kazak Hanlığındaki Kazakça okullarda dahi Rusça eğitimi şartı getirilmiştir.
Medreselerde din derslerinin Tatarca, diğer derslerin Kazakça okutulmasına özen
gösterilmiştir.
Bölgede önemli merkezlerde öğretmen okulları açılmış olup Çar hükümetinin
bu okulların gerek eğitim diline gerek müfredatına özel ilgi gösterdiğini
gözlemlemek mümkündür. Örneğin, Taşkent’teki Türkistan Öğretmen Okulunda
öğretim üyesinin maaşı Rusya’daki öğretmen okulu personelinden iki kat daha
yüksek, ayrıca personel sayısı daha fazla idi. Valinin değişmesiyle eğitim dilinde
değişiklikler yapılmıştır. Örneğin Kaufman döneminde eğitim dili Kazakça iken,
Çernyayev döneminde Sartça, Rosenbach döneminde ise Sartça ile Farsçadır.[7] Bu
şekilde Türkistan coğrafyasında Orta Asya Türkçesi konuşan toplulukları birbirinden
ayırma, parçalama planının temeli atılmıştır.
1.5. Yönetim Politikası
1822 yılına kadar Çar yönetimi bozkırın yönetim sistemine pek karışmayıp,
onun yerine getirecekleri yeni düzen üzerinde çalışmıştır. İmparatorluk Kazak
6
Alau Adilbayev, “Çarlık Döneminde Kazak Topraklarında Yürütülen Ruslaştırma Faaliyetleri”, Bilig,
Güz 2002, Sayı 23, s.70.
7
Sayfulmalikova-Sadıkova, “Türkistan, Dala General-Gubernatorlıktarında Kurulgan Mugalimder
Seminaryalarının Tarihınan, (1879-1917 yıllar)”, Alfarabi Atındagı Kazak Ulttık Universitetinin
Habarşısı, Tarih Serisi S.2 (89), 2018
201
Aygül ŞENGÜN
topraklarında hanlık sistemine son vererek, seçimle gelen adayları idari bölge
yöneticilerine bağlı duruma getirmiştir. Hanlık yönetiminin kalkmasıyla yaylakkışlak konargöçerliliği, boylar arasındaki idari-ekonomik ilişkiler, bozkır mahkeme
sistemi çökmüştür. Babadan oğla geçen yönetim yerine seçim sistemi getirilmiştir.
İdareci seçilmek ve resmi görevlerde çalışmak için Rusça bilmek şartı getirilmiştir.
Kazak Hanlığı toprakları Çar hükümeti tarafından iki büyük vilayet/ bölge olarak
yönetilmesi uygun görülmüştür. Bu nedenle Dala Vilayeti ve Türkistan Vilayeti
kurulmuştur. Üst birimlere Rus asıllı subaylar göreve getirilirken alt birimlere
Kazaklar Rusça bilen akrabalarını uygun gördükleri için boylar arası gerilimler boy
göstermiştir. Daha sonra ileri gidilerek rüşvet olayı yaygınlaşmıştır.
2. Rus Hâkimiyeti Yıllarında Kazak Edebiyatı
Altın Orda’nın edebi geleneklerini coğrafyanın yazı dili olan Çağatayca ile
devam ettiren edebiyat uzun bir süre daha ortak edebiyat özelliğini göstermiştir.
Kazak Hanlığı dönemi edebiyatı Altın Orda döneminin devamı olsa da bu dönemdeki
hanlıklar arası savaşlar edebiyatın konusunu belirlemiştir. “Jıravlar” eserlerinde eski
güzel günlere özlem, devlet büyüklerine ve ileri gelenlere nasihat, barış içinde bir
gelecek isteği, Allah’a yakarış, adalet ve dürüstlük ön plana çıkmıştır.
Ulaşılan kaynaklar sözlü edebiyat geleneğinin güçlü olduğunu ileri sürerek
edebi eserlerin kaydının XIX. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştiğini söylemektedir.
Fakat elde edilen bazı bilgiler daha önceki tarihlere ait el yazmalarının mevcudiyetine
işaret etmektedir. XIX. yüzyılın yazılı eserlerinde güçlü bir edebi gelenek ile işlenmiş
bir dil karşımıza çıkmaktadır. Üstelik son zamanlarda büyük ölçüde yurtdışından
getirilen eserler de bu durumu kanıtlamaktadır. Ne var ki üst üste uygulanan alfabe
reformları, hem Sovyetler döneminde hem de bağımsızlık döneminde eski yazıları
okuyabilecek uzmanların yetiştirilmemesi, 1917 Ekim Devriminden sonra
Bolşeviklerin Arap alfabesiyle yazılan kitapları yok etmesi, günümüzde elde bulunan
birkaç esere bakılarak yorum yapılmasına sebep olmaktadır.
Kazak Hanlığı dönemindeki edebi gelenek hanlığın kalkmasından sonra da
devam etmesine rağmen ona paralel olarak yeni bir edebiyat anlayışının gelişmeye
başladığı izlenmektedir. Bu yenilik muhtevada olduğu gibi biçimde de kendini belli
etmiştir. Rusya’nın hâkimiyetinin yaşamın tüm alanlarını etkilemesi, Kazakların
yaşam tarzında, geleneklerinde ve belki en önemlisi zihniyetinde değişikliklere
neden olmuştur. Eski destanlar, halk hikâyeleri, kahramanlık masalları ve şiirler,
yerini dün ile bugünün durumunu dile getiren eserlere bırakmıştır. Hanlık döneminde
düşmanın şekli şemali belirsizken, sevgilinin özellikleri genel iken, hikâyeler ve
destanlarda abartılı anlatım hâkim iken yeni dönemde ise genelden özele, abartıdan
202
1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı
gerçekçiliğe yönelim gözlemlenmektedir. Manzum eserlerde destansı bir söyleyişten
uzaklaşarak kıtalar kullanılmaya başlanmış. Eski 7-8’li hece ölçüsü yerine 11’li,
bazen de 14’lü hece ölçüsü kullanılmıştır. Serbest şiirin ilk belirtileri göze
çarpmaktadır bu dönemde.
2.1. Tahkiyeli Eserler
Rus sömürgesi altındayken Kazak Edebiyatında tarihi destanların (tarihi halk
hikayelerinin) yeniden gündeme gelip, yaygınlaştığı dikkat çekmektedir.
“Seyfülmülük”, “Kıssa-i Şakir Şakirat”, “Atımtay”, “Er Targın” gibi eserlerin Kazan
matbasında basıldığı dönemdir bu. Bu dönemde yeni bir tür olan manzum hikâyeler
çıkar karşımıza.
Almacan Azamatkızı’nın (1823?) “Yetim Kız” manzum hikâyesi 1837-1838
yıllarındaki ayaklanmada şehit düşen babanın geride kalan evlatlarının hikayesini
anlatan eser bu türün ilk örneklerinden biridir. [8]
Manzum hikâyelerin konuları farklı olmasına rağmen dönemin sosyal ve
politik olaylarına değinmiş olması açısından önemli yere sahip olan bu eser yeni
edebiyatta epik/ tahkiyeli yapıt türünde hikâye ve romana zemin hazırlamıştır. Bu
türde Abay Kunanbay’ın “Masgut”, “İskender”, Azim’in Hikâyesi”; Muhametcan
Seralin’in “Gülhaşime”, Sultanmahmut Torıaygır’ın “Adaskan Ömir”, “Kedey” gibi
eserleri yazılmıştır.
Bu dönemde yine halk arasında yaygın tarihi olayın birkaç şair tarafından
yeniden işlenerek manzum hikâye haline getirildiğini görülmektedir. Bunun bir
örneği “Pehlivan Niyaz” hikâyesidir. “Pehlivan Niyaz”ın Murat Akın nüshası 1908
yılında tabedilmiştir. [9] Manzum hikâyelerin bir diğer türü dini-didaktik
hikâyelerdir. Maylı Hoca Sultanhocaulı, Molda Musa Bayzakulı, Arif
Tanirbergenulı, Meşhur Jüsip Köpeyulı gibi söz ustalarına ait dini-didaktik eserler
günümüzde de söylenegelmektedir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında İbrahim
Altınsarı’nın kaleme aldığı kısa hikâyeler, Abay Kunanbay’ın “Kara Sözleri”,
Şahkerim Kudayberdiulı’nın felsefi eserleri döneme damgasını vurmuştur. XX.
yüzyılda ise roman, hikâye ve tiyatro alanında yazılan eserler okurlarıyla
buluşmuştur. “Bakıtsız Camal” romanı başta olmak üzere nesirde kadınların toplum
içindeki rolü, toplum içi ilişkilerin dipsizliğe yuvarlanışı, toplumdaki yeni
oluşumların bireylere etkisi, eski ile yeninin karşılaştırılması ön plana çıkarılmıştır.
Kazak Adebiyetinin Tarihi, Muhtar Avezov Atındagı Adebiyet Jane Öner İnstitutı, Almatı, 2005, C.4.
s. 58
9
Age. c.4. s. 61.
8
203
Aygül ŞENGÜN
XX. yüzyılın başındaki Kazak nesrinde Rusça eğitim gören kahramanların
dışlanması ortak özelliklerden biridir. Bunun bir örneğini B. Maylin’in “Şuğa’nın
Belgisi” hikâyesinde açıkça görülmektedir. Hikâyenin ana kahramanı Abdurrahman
“uçitel” olduğu için vaftiz edildiği söylentilere sebep olup, kız tarafı Abdurrahman’a
damat olarak sıcak bakmamaktadır. Sultanmahmut Torıayğır’ın “Kim Jazıktı”
romanında ise Ajibay Kazak toplumunun yozlaşmış bir bireyi olarak karşımıza
çıkmaktadır. Ajibay çağdaşlığı bir aylaklık olarak görmektedir; içki ve sigara içer,
şehirliler gibi giyinmeye çalışır, kadınlarla düşüp kalkar, hatta akrabasına yan gözle
bakmayan, kendi kardeşi gibi gören bir toplumda yakın akrabasıyla ilişkiye girer,
kızı hamile bırakır, sonra da başından savar. Kız evladı olduğunda onu sevdiği
birisiyle evlendirmeye yemin etse de, yıllar sonra kendi çıkarlarına öz evladını
kurban eder. Yazar Ajibay örneğiyle toplumun bütün sorunlarını ön plana çıkarmış,
Kazak toplumundaki yozlaşmayı bu şekilde dile getirmiştir. Yozlaşmış toplum
örneğini Mağcan Cumabay’ın “Şolpannın Künasi”, Jüsipbek Aymawıt’ın “Akbilek”,
“Künikeydin Jazığı”, Sultanmahmut Torıaygır’ın “Kamar Sulu”, Spandiyar
Köbeyev’in “Kalın Mal”, Muhtar Avezov’un “Korgansızdın Küni”, Tayır
Comartbayev’in “Kız Körelik” adlı eserlerinde görmek mümkündür.
2.2. Şiir
Milli şiirin temsilcileri bu dönemde Mahambet Ötemisulı, Dulat Babatayulı,
Şortanbay Kanayulı, Murat Mönkeulı, Kaztuğan Süyünşiulı gibi şairler genel olarak
sosyal konuları ele almışlardır. Bu şairlerin eserlerinde eski şekli şeması belli
olmayan düşman netleşmiştir. Bu düşman Ruslar ve onlarla birlikte kendi
soydaşlarını ezmeye çalışan beylerdir. Dulat Akın’ın
“Suwındı Orıs işken son,
Ayagöz suwı kağındı,
Biy, starşın moynına,
Jezden karğı tağındı,
Ağa sultan, kazılar
Mayırga boldı jağımdı,
Şaykadı kular tağımdı,
Tayğızdı bastan bağımdı” [10]
mısralarında, Kaztuğan’ın “Tawdağı tarlan böri edim, Tarılğanğa uksaydı tınısım,
Zamannan korkıp baramın, Orıstın küşti boldı-aw orısı” mısralarında, Mahambet’in
“ Takta otırğan handardın Törde otırğan hanımın katın etsem dep edim…Özderindey
10
Dulat Babatayulı, Tunık Tuma, Raritet, Almatı, 2002, s. 44.
204
1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı
handardı osılay etsem dep edim…” mısralarında şairlerin içinde bulundukları
durumun vahameti dile getirilmiştir. XIX. yüzyılda şairlerin eserlerinde gelecek
neslin kimliği için kaygılanma dikkat çekmektedir. Örneğin Murat Akın’ın “Keyingi
tuğan balanıñ, Ustay ma dep bilegin, Şaya ma dep jüregin, şaşın murtın koydırıp,
Aşşı suğa toydırıp, Buza ma dep reñin, Adıra kalğır zamannıñ, Jaratpaymın süreñin”
mısralarında gelecekte doğacak olan çocukların sadece dış görünüşü, zihniyeti ve
alışkanlıkları değil simasının da değişeceğinden duyduğu endişe söz konusudur.
Abay’ın “Balamdı medresege bil dep berdim, Kızmet kılsın, şen alsın dep bermedim”
veya “Bolıs boldım mineki, bar malımdı şığındap” mısralarında Kazak toplumundaki
içten içe çürümelerin sadece bazı yönleri dile getirilmiştir. XIX. yüzyılın ikinci
yarısında lirik şiir örneğine rastlanmaktadır. Bu tür şiirlerin en güzel örneğini Abay
Kunanbay “Küz”, “Jazgıturum”, “Kıs”, “Jaz” gibi şiirleriyle, İbrahim Altınsarı
“Özen” şiirleriyle vermiştir. İbrahim Altınsarı’nın “Kel, Balalar, Okılık!”, “ÖnerBilim Bar Jurttar”, Abay Kunanbay’ın “İnternatta Okıp Jür”, “Gılım Tappay
Maktanba!”, Balhoca Biy’in “Ümit Etken Közimnin Nurı, Balam!” eserleri didaktik
şiirlerin birer örneğidir. Abay’ın “Bolıs Boldım Mineki”, Sultanmahmut Torıaygır’ın
“Bir Adamğa” gibi şiirleri yönetim sisteminin değişmesiyle gelen toplumsal
sorunları ele alırken, cehalet, din, kimlik yozlaşması gibi konular da XIX. yüzyıl
şiirine aittir. Bu dönemde “Kitabi Akındar” olarak bilinen şairlerin eserlerinin
konusu ise toplumsal sorunlardır.
2.3. Rus yazarlar tarafından kaleme alınan Kazaklarla ilgili eserler
Kazak topraklarına gelen Rus asıllıların bu coğrafyanın mekan olarak seçildiği
birçok eser kaleme almışlardır. Bunların içinde N.N. Muravyev’un “Kirgizskiy
Plennik” (Kırgız Esiri) adlı manzum hikâye 1828 yılında Moskova’da
yayınlanmıştır.11 Bu eserin dikkat çeken yönü A.S.Puşkin’in “Kafkasya Esiri” ve
L.N. Tolstoy’un “Kafkasya Esiri” adlı eserlerinden hayli önce yazılmasıdır. “Kırgız
Esiri” Aral Gölü Kazaklarının Rus askerleriyle çatışmasında esir düşen Fedor’un
esaretten kurtuluş hikâyesidir. 1830 yılında Petersburg’ta V.A.Uşakov’un “KirgizKaysak” adlı uzun hikayesi Rus toplumunda yankı getiren eserlerden biridir. Ünlü
sözlükçü, dilci V.Dal de Kazak bozkırına gelip, bu coğrafyanın yaşamını ve
insanlarını konu alan “Bikey ve Mevlana” adlı uzun hikâye yazmıştır. Eser 1845
yılında Paris’te Fransızcaya çevirilip basılmıştır.[12]
11
12
Abiş Jirenşin, Kazak Kitaptarı Tarihınan, Kazakistan Baspası, , 1971, s. 21.
Age. s. 26.
205
Aygül ŞENGÜN
2.4. Edebiyat Tarihi ve Teorisi
Edebi eserlerin derlenip basılması dışında ilk edebiyat tarihi ve kuramıyla ilgili
ilk araştırmalar da bu döneme aittir. Son Kazak prensi “Şokan Velihanov 1855-1856
yıllarında “O Formah Kazahskoy Poezii” (Kazak Şiirinin Şekli Hakkında) adlı
makalesinde Kazak şiirini şekil ve içerik bakımından inceleyerek, halk
hikayelerinden örnekler vermiş, Kazak şiirindeki yeni özellikler üzerinde
durmuştur.” [13] Edebiyat tarihi ve teorisiyle ilgili yazılar özellikle “Kazak Gazetesi”
ve “Aykap dergisinde” yayınlanmıştır.
2.5. Kazakça Eserlerin Yayınlanması
Kazakça (şartlı olarak) eserlerin ilk basılımı 1800 yılına denk gelmektedir. İlk
basılan kitapların bir kısmı Hıristiyanlık üzerine, diğer kısmı ise İslam bilimleriyle
ilgilidir. 1800 yılında Kazan’da Asya halklarının matbaası kurulmuş olup, 1896
yılına kadar sadece bir matbaada 176 kitap basılmış ve okurlarına ulaşmıştır.[14]
1818 yılında ise Astrahan’da İskoçyalı John Mitchell Kazakça-Tatarca “Kutsal
İsa’nın İncili” ve buna benzer birkaç kitap bastırmak için matbaa kurmuştur. Daha
sonra Taşkent, Ufa, Orenburg ve Bahçesaray şehirlerinde dini kitapların basılması
için matbaa açılmıştır. Dini kitaplar ilk etapta çok basılmış olmasına rağmen bu
matlalarda sözlükler, Doğunun klasik eserleri, Rus Edebiyatından çeviri eserler ve
Kazak yazarlarının telif eserleri çıkmıştır.
Sonuç
Kazak toplumunda kimlik tahribatına ilişkin planlı çalışmaların I. Petro
döneminde başlatıldığı bilinmektedir. Ondan sonra gelen tüm imparatorlar bu
“misyona” sadık kalmışlardır. Dolayısıyla Kazak toplumundaki siyasi, ekonomik ve
sosyal gelişmelerin ilk evresi Ekim Devrimine kadar devam etmiştir. Kazak
toplumundaki köklü değişimler doğal olarak Kazak Edebiyatına da yansımıştır.
Rusya hâkimiyetindeyken de Kazak toplumu “alt tabaka” muamelesine maruz
kaldığı, okuryazarlık oranını çok düşük gösterilmesi, kültürel ve edebi açıdan yoksun
bir topluluk olarak değerlendirildiği bir gerçektir. Çarlık döneminde genel olarak
Asyalılara ve onların kültürel miraslarına sadece toplumu tanıma amaçlı bakıldığı
malumdur. Bu nedenle edebi eserlerin büyük bir kısmı sözün ustasından
derlenmemiştir. 1917 yılından önce ve sonra milliliği benimseyen yazarların eserleri
yasaklandığından Sovyet döneminde yayınlanan araştırmalarda bahsi
13
14
Kazak Adebiyetinin Tarihi, age. c.4. s. 24-25.
Abiş Jirenşin, age. s. 33.
206
1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı
geçmemektedir. Bağımsızlık döneminde ise milliyetçi yazarların eserleri tamamen
bilim dünyasına sunulmamıştır. Bunun başta gelen sebepleri eserlerin Sovyetlerin
gelişiyle yakılıp imha edilmesi ve bulunan eserleri okuyacak uzmanların
olmamasıdır. İster Çar hükümeti ister Sovyetler Orta Asya Türklerinin edebi ve
kültürel miraslarını tahrip ederek, tarihini unutturarak, böylelikle kimliklerini
yozlaştırmışlardır. Bununla kalmayıp aynı dili konuşan, aynı yazıyı kullanan
topluluklara aşama aşama yeni kimlikler kazandırma çabalarında başarılı oldukları
bir gerçektir.
Kaynakça:
1. Abiş Jirenşin, Kazak Kitaptarı Tarihınan, Kazakistan Baspası, , 1971.
2. Kazak Adebiyetinin Tarihi, Muhtar Avezov Atındagı Adebiyet Jane Öner İnstitutı,
Almatı, 2005, C.4.
3. Sayfulmalikova-Sadıkova, “Türkistan, Dala General-Gubernatorlıktarında
Kurulgan Mugalimder Seminaryalarının Tarihınan, (1879-1917 yıllar)”,
Alfarabi Atındagı Kazak Ulttık Universitetinin Habarşısı, Tarih Serisi S.2
(89), 2018.
4. Mehribanu Glawdinova, “Rannesrednevekovaya Hıristiyanskaya Arhitektura v
Tsentralnoy Azii”, Almanah Sovremennoy Nauki i Obrazovaniya, 2010, S.11.
5. Alau Adilbayev, “Çarlık Döneminde Kazak Topraklarında Yürütülen Ruslaştırma
Faaliyetleri”, Bilig, Güz 2002, Sayı 23.
6. Hangali Süyünşaliyev, Kazak Adebiyetinin Tarihi, Sanat, Almatı, 2006.
7. Dulat Babatayulı, Tunık Tuma, Raritet, Almatı, 2002.
9. https://www.prlib.ru/history/619069 (E.T.11.10.2018)
10.https://e-history.kz/kz/contents/view/690 (E.T. 07.10.2018)
11. https://e-history.kz/kz/contents/view/1498 (E.T. 07.10.2018)
207
Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar
Büyükelçi (E) Ender ARAT
Türk-Rus Toplumsal Forumu Genel Sekreteri
Sayın Kongre Katılımcıları, Değerli Akademisyenler, tekrar hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Tarih boyunca Türk toprakları çeşitli ülkelerden kaçanların sığınma yeri
olmuştur.50 dolayındaki ülkeden krallar, cumhurbaşkanları, başbakanlar, generaller,
subaylar, askerler, bilim adamları, sanatkarlar, çoğunlukla da varlıksız masum insanlar
canların kurtarmak için Anadolu’ya gelmişler ve din, dil, ırk farkı gözetilmeksizin
Türkler tarafından kucaklanmışlardır.
Bunlar arasında Ruslar önemli bir yer tutmaktadır.
Günümüzde Suriye’den kaçarak Türkiye’ye sığınan 3,5 milyon Suriyeli mülteci
gibi, 1917 Rus Devrimi üzerine Kızıllardan kaçan 200 bin dolayındaki Beyaz Ruslar
da akın akın İstanbul’a gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğuna daha önceki zamanlarda
Rusya’dan gelenler de var.
NEKRASOV KOSSAKLARI: Aşırı muhafazakar Ortodoks olan Nekrasov
tarikatı mensubu Kossaklar, 18.yy başında, Çar dinde reform yapınca, isyan ediyorlar.
1707-1709 yıllarında savaşıyorlar. Yenilince Osmanlı İmparatorluğunun Kuban
Ordusu’na sığınıyorlar. Osmanlı Ordusu Kuban topraklarından çekilince, Padişah III.
Ahmet onları Köstence civarına ve Balıkesir’in Manyas Gölü kıyılarına
yerleştiriyor(1827). Romanya 1880’de Osmanlı eğemenliğinden çıkınca Köstence’den
ayrılan Nekrasov Kossakları, Anadolu’da Beyşehir Gölü’ndeki Mada Adası’na ve
Konya’nın Akşehir Gölü kıyısına yerleşiyorlar.
Sovyetler Birliği’nin Türkiye’deki ilk Büyükelçisi Seminyon İvanoviç
ARALOV anılarında* şöyle anlatıyor:
“Bir gün Mustafa Kemal ile konuşurken, paşa bana dönerek:
- Akşehir’den pek de uzak olmayan bir yerde, CİGİDİYA adlı bir Rus köyü olduğunu biliyor musunuz? Oraya gitmek ister misiniz? Size bir kılavuz veririm, dedi.”
Ender ARAT
Aralov şaşırıyor. Birkaç gün sonra, Askeri Ataşesi ile birlikte Cigidiya’ya
gidiyorlar. 60 kadar haneli köyde Nekrosov’cuların 18.yy başlarındaki görenek ve
geleneklerine göre yaşadıklarını, köyde çok eski devirlerden kalma, olağanüstü değerli
İkon’ların bulunduğu küçük bir kilise gördüklerini anlatıyor. Aralov Kossakların bir
kısmının Rusya’nın Kuban bölgesine dönmesini sağlıyor. Varlıklı Kossaklardan bir
kısmı Türkiye’de kalmaya devam ediyor. 1960 yılına gelindiğinde, tarikatın yedi nesil
evlilik yasağı 5 nesile indiriliyor. Ancak bu değişiklik de aşırı muhafazakar
Kossakların evlenme yasağı engelini aşmaya yeterli olmuyor. 1962 yılında
Kossakların çoğu Rusya’ya, bir kısmı da ABD’ne gidiyor. Çiftlik sahibi birkaç Kossak
ailesi Türkiye’de yaşamaya devam ediyor.
ZAPOROJYE KOSAKLARI: Çariçe I. Katerina 1775’de Ukrayna’daki
Zaporojye Sich yerleşim ve idare merkezini lağvedince, 10 bin dolayındaki Zaporojye
Kozağı, Nekrasov Kossakları gibi, Osmanlı İmparatorluğuna sığınıyorlar. Dobruca’ya
yerleştiriliyorlar. Orada
Nekrasov’lularla geçinemeyince, Silistre-Rusçuk’a
gönderiliyorlar. 1785’de 8 bini Avusturya-Macaristan topraklarına göç ediyor. Orada
baskı ile karşılaşınca 1811-12’de Dobruca’ya geri dönüyorlar.
MALAKANLAR: Süt için perhiz bozanlar tarikatı mensupları. Çar Nikolas,
dinsel anlaşmazlık nedeniyle Malakanları 1839’da Güney Kafkasya’da Türk-İran
sınırına sürdü. Tolstoy Malakanlar’a yardımcı oldu, Diriliş romanının gelirini onlara
tahsis etti. Malakanlar’ın bazıları Osmanlı İmparatorluğuna sığındı, Kars dolayına
yerleştirildiler. 1877-78 harbinde Kars Rusların eline geçince, Rus yönetimi de
Malakanlar’ın bir kısmını bu bölgeye gönderdi.
Türkiye 1920’de Kars’ı geri aldı 1921 Moskova ve Kars Anlaşmaları ile sınır
çizildi. Malakanlar’ın önemli bir kısmı Rusya’ya geri döndü, bir kısmı ise kaldı ve
huzur içinde yaşamaya devam ettiler. 1962 yılına gelindiğinde, yakın akraba ile
evlenmeme sıkıntısı nedeniyle, özgür kararlarıyla Rusya, ABD ve Avustralya’ya göç
ettiler. Günümüzde Kars bölgesinde 11 Malakan ailesi yaşamaya devam ediyor.
BEYAZ RUSLAR: 17 Ekim 1917’de Lenin’in liderliğindeki Bolşevik işçi ve
köylülerin başlattığı Sosyalist Devrim Rusya’da bütün dengeleri değiştirdi. Kızıllara
karşı Beyaz Ruslar çatışmaya girdiler. Çarlık rejiminin güçlü insanları mülklerini,
rütbelerini, itibarlarını kaybettiler. Rusya’nın aristokratları, ordu komutanları,
sanayicileri, tüccarları, doktorları, mühendisleri, entellektüelleri, sanatçıları,
müzisyenleri, ressamları kaçmaya başladılar, 1919’dan itibaren akın akın İstanbul’a
geldiler.**
210
Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar
O sırada İstanbul:
1- I. Dünya savaşının yorgunuydu. İngiliz ve Fransız işgali altındaydı.
2- Balkan Savaşı’ından sonra İstanbul’a sığınan Türk mülteciler halâ yerleştirilememiş, ne olacakları da belli değildi.
3- Üstelik İstanbul’da 1918-19’da Vefa ve Fatih yangınları olmuş, 15-20 bin
kişi evsiz kalmış, çadır ve kamplarda yaşamaktaydı.
Buna rağmen İstanbul Beyaz Ruslara kucak açtı.
- 1919 ilkbaharında ilk gelenler aristokrat ve eğitimli, varlıklı ailelerdi. Beyoğlu’nda evler kiraladılar. Eğlence hayatına girdiler. Bol para harcadılar ve çoğu, Paris başta olmak üzere, Avrupa’nın önemli şehirlerine gittiler.
- 1920 Nisan ayında Beyaz Rusların Başkomutanı Denikin bozguna uğrayınca,
Başkomutanlığı Vrangler’e devrederek, Novorossik’ten kurtarabildiği sivillerle İstanbul’a geldi. Prens Adaları’na yerleştirildiler. Kiliselerin bahçelerine çadırlar kuruldu.
İngiliz ve Fransız İşgal kuvvetleri varlıklı Türk ailelerinin evlerini, kira karşılığı Beyaz
Ruslar’a tahsis etti. Vaad edilen kiraların ödenmemesine rağmen Türk aileler Rusları
dışlamadılar. Belediye Kadıköy’de Ruslar için battaniye kampanyası başlattı.
- General Vrangler Ordusu da çok geçmeden bozguna uğradı. Fransızlar Rus
donanmasına el koyma karşılığında Beyaz Ordu’yu Kırım’dan çıkarmayı ve beslemeyi
üstlendi. 15 Kasım 1920 sabahı İstanbul halkı uyandığında, Kalamış açıklarında demirlemiş 103 gemi gördü. İçlerinde 4 gündür aç ve susuz Rus askerler ve siviller vardı.
Bu üçüncü dalgada Vrangler ile gelenlerin 100 bini asker, 40 bini sivildi. Dünya’da
belki ilk kez bir ordu silahlarıyla beraber göç ediyordu.
Bu üç dalga sonucu İstanbul’a gelen Beyaz Rus mültecilerin toplamı,
İstanbul’un o zamanki nüfusunun dörtte biri olan, 200 bine ulaşmaktaydı.
Fransızlar, Vrangel ordusundaki Kosakları Çatalca’ya ve Ege’deki Limni
Adası’na, ordunun iskeletini oluşturan Kutepov komutasındaki 1. Orduyu ise
Gelibolu’ya yerleştirdiler. Zamanla Fransızlar ile Ruslar arasında anlaşmazlıklar çıktı.
Fransızlar bir ara Anadolu’da kurtuluş savaşı veren ve Bolşeviklerin desteklediği
Ankara Hükümeti’ne karşı Beyaz Rus Ordusu’nu kullanmak istediler. Ama Beyaz
Ordu komutanları bunu reddetti. Hatta İstanbul’daki Beyaz Rus asker ve subaylarından
gizlice Ankara’ya gidip istiklal savaşında görev almak isteyenler oldu. Bunların bir
kısmı İzmit yakınlarında İngilizler tarafından yakalanarak kurşuna dizildiler.
Gelibolu’da yaşayan Beyaz Rus subaylardan Nikolay Revitski, günlüğünde
Türkler ve Anadolu direnişine duyulan sempatiyi anlatıyor: “Türkler nerede bizi
görseler, bir masa kurarlardı, bizi hiç bırakmadılar. Biz bunun nedenlerini çok
düşündük…, Sonra anladık ki, bu iki devlet de iç savaş yaşıyor ve topraklarını
kaybetmiş. Bu nedenle iki halk arasında iyi ilişkiler kuruldu.”
211
Ender ARAT
Ruslar Gelibolu’da sorunsuz yaşadılar, Mevlevihane Ruslara yurt verildi. İçine
bir kilise yapıldı. Ölen 343 Rus asker ve sivil için üç mezarlık ve bir anıt yapıldı. Ruslar
yardım eden Türklere madalya verdiler. Anıt 1940’larda depremler nedeniyle yıkıldı.
1999’da aslına uygun tekrar yapıldı ve törenle açıldı.
Beyaz Rus Ordusu Gelibolu’da 25 ay kaldı. Fransızlar iaşe vermeyi kesince,
gemilere binerek Sırbistan ve Bulgaristan’a gittiler. Rus kadınlardan Türklerle
evlenerek kalanlar oldu.
İstanbul’daki Beyaz Ruslara gelince, geri dönmeyip biz Türklerden biri
olanlardan başlayalım:
NİKOLAY KALMİKOF: Ressam, 1920 yılında ailesiyle birlikte İstanbul’a
geldi. Kadıköy’de Süreyya Operasının duvar resimlerini ve süslemelerini yaptı.
1934’de Türk vatandaşı oldu, Naci Kalmukoğlu adını aldı. Üç bin dolayında resim
bıraktı.
ABRAHAM SAFİYEF: Ressam. Nahçıvan doğumluydu. Türk vatandaşı oldu,
İbrahim Safi adını aldı.
GEORGE KARPOVİTCH/KARPİÇ: Beyoğlu’nda restoran işletiyordu.
Atatürk Ankara’ya gelmesini istedi. Ankara’da Bakanların ve milletvekillerinin
buluşma yeri olan Karpiç restoranını açtı ve ölünceye kadar işletti.
BABA JORJ: İstanbul’da Karpiç ile beraber çalışıyordu. Ankara’ya giderek
Ankara Palas’ın , sonra Bursa Çelik Palas’ın baş aşçısı oldu ve Atatürk’e servis yaptı.
SERJ HOMYAK/SÜREYYA: Bebek’te Süreyya restoranını açtı. Aynı
zamanda Kadıköy’deki Moda Kulübü’nün şefiydi. Kulüpte bugün de Süreyya Menüsü
meşhurdur.
MİCHEL ROTTENBERG / EROL GÜNEY. Odessa’da doğdu. Babası
varlıklı bir petrol uzmanıydı. Bolşevik Devrimi üzerine Tiflis’e yerleştiler. Bolşevikler
oraya da gelince babası, eşi ve iki oğlunu İstanbul’a gönderdi. İstanbul
Üniversitesi’nde felsefe ve Fransız edebiyatı eğitimi aldı. 1937’de Türk vatandaşı oldu
ve Erol Güney adını aldı. Hasan Ali Yücel’in dünya klasiklerini tercüme projesinde
birçok Rus yazarın eserlerini tercüme etti. Bir gazeteye yazdığı makale yüzünden sınır
212
Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar
dışı edilince Paris’e, sonra Tel Aviv’e gitti. Sınır dışı kararı kaldırılınca 1990’da
İstanbul’a gelerek dostlarıyla buluştu. 2009 yılında 95 yaşında vefat etti.
LYDİA KRASSA ARZUMANOVA: St. Petersburg Bale Okulu mezunu,
Bolşoy balerini. 1921 yılında 21 yaşındayken İstanbul’a geldi. Belediye bale okulunu
kurdu ve dersler verdi. Müslüman oldu ve Leyla Arzuman adını aldı. Yaşamının son
yirmi yılını yoksulluk içinde geçirdi, ama öğrencisi meşhur balerin Yıldız Alpar ona
sahip çıktı, Kadıköy’deki evine aldı, ölünceye kadar ona baktı.
GHEORHİ KİRPİÇEV: Don kazaklarındandı. İstanbul’da Boksör Kirpit
adıyla ün kazandı.
ALEXANDRE HOLYAVKİN – VALENTİN HOLYAVKİN, kardeşler
İstanbul Beyoğlu Kulübü’nün voleybolcuları olarak Türkiye’ye madalyalar
kazandırdılar.
JULES KANZLER: Meşhur ressam ve fotoğrafçı Kanzler 1907’de Paris’te,
1910’da İstanbul’da sergiler açmıştı. 1917 Devrimi ardından İstanbul’a geldi, fotoğraf
stüdyosu açtı. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün, Başbakan İnönü’nün, Bakanların ve
Milletvekillerinin fotoğraflarını çekti.
AKİM TAMİROF: Hollywood film yıldızı. 3,5 yıl İstanbul Kadıköy’de oturdu,
piyano dersleri verdi. ABD’ye gitti, “Bu Çanlar Kimin İçin Çalıyor” filmindeki rolüyle
“Altın Küre” ödülünü aldı. Onu “Topkapı” filminden tanıyoruz. Bu filmin çekimi için
1964’de İstanbul’a geldi, hasret giderdi.
VLADİMİR PETROVİÇ SMİRNOFF: Opera sanatçısı. Smirnoff ailesi 800
yıl boyunca Rus Çarlarının votkalarını üretmiş ve degustatörlüğünü yapmıştı. Vladimir
İstanbul’da “Smirnoff Votkası İmalathanesi” açtı. Eşi Valentina Piontkovskaya ile
birlikte “Parizyen” adlı salonu işlettiler, tiyatro eserleri oynadılar. Sonra Paris’e gittiler
ve Smirnoff Votkası’nı dünya markası yaptılar.
OLGA ÇEKOVA: 1919-1921 yıllarında İstanbul’da yaşadı, dansçı ve şarkıcı
olarak sahnelere çıktı. 1921’de Almanya’ya gitti ve en önemli yıldızlardan biri oldu.
213
Ender ARAT
İVAN MOZHUKHİN: Çarlık Rusyasının en sevilen romantik film aktörüydü.
1920’de sevgilisi Nathalya Lissenko ile birlikte Türkiye’ye kaçtı. İstanbul’da
evlendiler. Beraberinde gelen film ekibiyle, Beyaz Rusların göçünü anlatan “Acılar
Yolculuğu” filmini çektiler. İvan ekibiyle birlikte sonra Paris’e gitti, meşhur oldu, 40
dolayında sessiz filmde oynadı.
NADEJNA VASİLYEVNA PLEVİTSKAYA: Rusya’da “Kursk Bülbülü”
adıyla milyonların sevgilisi olan çigan şarkıcısı. İstanbul’a göç etti. Gelibolu’da
General Nikolay Skoblin ile evlendi. Bulgaristan’a sonra Paris’e gittiler. Paris’te çok
daha fazla ün kazandı.
ALEXSANDR NİKOLAYEVİÇ VERTİNSKİ: Şarkıcı, besteci ve ozan.
1920’de İstanbul’a geldi, iki yıl yaşadı. Bulgaristan’a, sonra Çin’e gitti. 1943’de
Sovyetler Birliği’ne döndü, 1951’de SSCB “Devlet Ödülü” aldı.
ALRADİY TİMOFEYEVİÇ AVERÇENKO: Ünlü Rus mizah ve oyun
yazarı. 1920’de Kırım’dan İstanbul’a göç etti. 1922’de Prag’a gitti. “Devrim’in Sırtına
Bir Düzine Hançer” adlı hiciv kitabı ünlüdür.
BARONES VALENTİN TASKİN: 1920 Kasım ayında İstanbul’a ailesiyle
birlikte geldi. Amerikan Hastanesi’nde çalıştı. 1923-1934 yılları arasında, İstanbul
Radyosu’nun ilk kayıtlı piyanisti oldu. 1992’de 90 yaşında vefat etti.
RUS GENERALLER: PYOTR NİKOLAYEVİÇ VRANGEL, PAVLOVİÇ
ALEXANDR KUTEPOV, ABATSİYEV DMİTRİ KONTANTİNOVİÇ,
AVERYANOV PYOTR İVANOVİÇ, AMİLAHVARİ GİVİ İVANOVİÇ,
ANGULADZE GEORGİ BEJANOVİÇ, BERHMAN NİKOLAY EDUARDOVİÇ,
BOLHOVİTNİKOV LEONİD MİTROFANOVİÇ, YUZEFOVİÇ YAKOV
DAVİDOVİÇ, YAKOV ALEKSANDROVİÇ SLAŞOV
RUS ŞÖFÖRLER KULÜBÜ: Beyaz Ordu’nun mekanize birlik subayları ve
zırhlı araç sürücüleri İstanbul’da taksi şoförlüğü yaptılar, tamirhaneler açtılar. Türk
şoförler ile dayanışma içinde çalıştılar.
VEDA: Beyaz Ruslar İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Rusça, Fransızca ve
İngilizce bir kitap yayımladılar: “SPASSIBO CONSTANTINOBLE”. İstanbul Salt
Kütüphanesi’nde bir örneği bulunan bu kitapta şunlar yazılı:
214
Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar
“Bize kardeş unvanını veren Türk ulusu, kahraman olduğu kadar duygusal
olduğunu da kanıtlamıştır…. Biz Ruslar hiçbir zaman bu kadar iyilik ve cömertlik
görmedik. Bu nedenle kardeşçe şükranlarımızı ve vedamızı lütfen kabul edin. Aslanın
soyluluğunu, gururunu ve cesaretini bir araya getiren Türk ulusuna her zaman hayran
kalacağız.”
KADERİN CİLVESİ: Beyaz Ruslar’ın kabusu Kızıl Ordu’nun komutanı Leon
Troçki, devrimden sonra Stalin ile anlaşamadı. Fransa’ya gitmek istiyordu, Fransa
kabul etmedi. Stalin de izin vermedi, Sibirya’ya sürdü. 1929’da Türkiye’nin kabul
etmesi sonucu, İstanbul’a geldi, Kadıköy-Moda’da Şifa Sokak’da oturdu. Güvenlik
nedeniyle sonra Büyük Ada’ya yerleştirildi. Troçki 4,5 yıl Büyük Ada’da yaşadı.
Sonra Paris ve Stokholm’e gitti, ama buralarda kalamadı. Nihayet Meksico City’e
yerleşti, orada 3,5 yıl yaşadı, 1940 yılında suikaste kurban gitti.
GÜNÜMÜZDE Türkiye’de yoğunlukla Antalya, Alanya ve İstanbul’da
yerleşik 50 bin dolayında Rus yaşıyor. Rusların okulları, kiliseleri ve birçok sosyal
dernekleri var. Türkiye’de mutlu olan Ruslar iki ülke arasında en sağlam dostluk
köprüsünü teşkil ediyorlar.
Saygılar sunarım.
*Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları 1, S.İ.Aralov, Cumhuriyet
Yayınları, İstanbul, Aralık 1997, s.117-120
**Esir Şehrin Misafirleri Beyaz Ruslar, Prof. Bülent Bakar, Tarihçi
Kitabevi,İstanbul, Ocak 2012.
***Boğaz’daki Beyaz Ruslar. 1919-1929, Prof.Svetlana Uturgauri, Rusya
Bilimler Akademisi Doğu Bilimleri Enstitüsü Yayını, Tarihçi Kitabevi, İstanbul, 2015
215
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
Özlem BAĞDATLI
Abstract: This study examines “order” concept in Islamic political
thought in works of great minds like Al-Farabi, Gazzali, Nizamulmulk,
Maverdi and Ibn Haldun. In the works that study Islamic political thought
“order” which is the most important element of social life is understood to
ensure stability and to stop the sedition. There is a search for stability and trust,
behind the understanding of order which is conceived as an environment where
religious and worldly life at its best. The main bases of the contiunity of order
are justice and political authority. Philosophers have mentioned about the
issues that cause the corroption in their own time and proposed to return the
Kanun-i Kadim (ancient laws).
Keywords: Islamic Political Thought, Politics, Order, Kanun-i Kadim
(ancient laws).
Order Concept in Islamic Political Thought
Özet: Bu çalışmada Farabi, Gazzali, Nizamülmülk, Maverdi, İbn
Haldun gibi düşünürlerin eserleri temel alınarak İslam siyaset düşüncesinde
“düzen” kavramı incelenmiştir. Toplumsal hayatın en önemli unsuru olan
düzen, İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde “istikrarı sağlamak ve
fitnenin önünü kesmek” olarak anlaşılmıştır. Dini ve dünyevi hayatın en iyi
şekilde yaşandığı bir ortam olarak tasavvur edilen düzen kavrayışının arkasında
istikrar ve güven arayışı bulunmaktadır. Düzenin sürmesinin en önemli
dayanakları adalet ve siyasi otoritenin devamlılığıdır. Düşünürler, kendi
zamanlarında düzenin bozulmasına sebep olan sorunları dile getirmişler ve
çözüm olarak Kanun-i Kadim’e dönülmesini önermişlerdir.
Anahtar Kelimeler: İslam Siyaset Düşüncesi, Siyaset, Düzen, Kanuni
Kadim.
Özlem BAĞDATLI
1. Giriş
Düzen, toplumsal hayatın en önemli unsurudur. Düzenin olmadığı bir
toplumsal hayat, kargaşa/karışıklık/fitne olarak adlandırılmıştır. İnsanlar, hem sosyal
dayanışmanın kuvvetlendirilmesi hem de aralarındaki çıkar çatışmalarının
uzlaştırılması bakımından düzenin sağlanmasının gerekli olduğu bilincine
sahiptirler.1 Düzen, ideal olarak her şeyin yerli yerinde olması, olabilecek en iyi
durumu ve mükemmellik anlamlarını taşımaktadır. 2 Toplumsal düzenin sağlanması
insanların birbirleriyle ilişkilerini belirleyen ahlak kuralları, töreler, gelenekler,
sosyal ilkeler, kanunlar ve dini inanışlar aracılığıyla olmaktadır. Kabile aşamasında
düzen, gelenekler tarafından sağlanırken; toplumsallaşmaya bağlı olarak gelişen
devletleşme aşamasında, hukuk ve askeri güç, düzenin temel unsurları olurlar.3
Düzen fikrinin meydana gelebilmesi için düzen altına alınacak konunun
karmakarışık bir durumda olması lazımdır. Kargaşalık hali ise tahammül
edilemeyecek duygusunu yaratmalıdır. Düzen fikri, insanların ihtiyaçlarından doğan
ve insanlar tarafından oluşturulmuş bir “gaye” dir. Düzen terimini kullanmak için
düzene tabi olan konu, düzene has olan ilke ve düzenin uygulanması ve korunmasına
yarayan araçlar gereklidir.4 İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde ortaya konulan
siyasi yapıyı göz önünde bulundurduğumuzda, düzen altına alınacak konu, toplum;
düzene has olan ve onu koruyan ilke, adalet; düzenin uygulayıcısı ise devlet ve onu
temsilen yöneticidir. İncelenen eserlerde, düşünürler, düzeni nasıl kavramışlardır?
Düzen ile bağlantılı gördükleri değer ve kurumlar nelerdir? Bu çalışmada, İslam
siyaset düşüncesinde “düzen” ile ne kastedildiği, düşünürlerin bu kavramın içini nasıl
doldurdukları araştırılacaktır.
İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde, düzen, “istikrarı sağlamak ve
fitnenin önünü kesmek” olarak anlaşılmıştır.5 Düzen dendiğinde, dini ve dünyevi
hayatın en iyi şekilde yaşandığı bir ortam tasavvur edilmiştir. Düzenin sağlanması,
din ve dünya işlerinin iyi yönetilmesi; düzensizlik ise din ve dünya işlerinin
bozulması olarak anlaşılmıştır.6 Düşünürler, dini düzen ve dünyevi düzen olarak iki
Adnan Güriz, Hukuk Başlangıcı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2005, s. 6.
Ayhan Bıçak, Tarih Metafiziği, İstanbul, Dergah Yayınları, 2014, s. 134-135.
3
Ayhan Bıçak, Türk Düşüncesi I: Kökenler, İstanbul, Dergah Yayınları, 2009, s. 76.
4
E. Hirş, “Kant’ın Ebedi Barış Üzerindeki Felsefi Denemesi II”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, 1946, C:III , Sa. 2-4, s. 269-270.
5
Nizamülmülk, Siyasetname, Farsça Aslından Çeviren: Mehmet Taha Ayar, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2010, s. 206.
6
Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, Çeviren: Ali Şafak, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 29, 139; Maverdi,
Siyaset Sanatı -Nasihatü’l-Müluk, Çeviren: Mustafa Sarıbıyık, Ark Yayınları, İstanbul, 2004, s.270;
Şeyhoğlu Mustafa, Kenzü’l-Kübera ve Mehekkü’l-Ulema: Büyüklerin Hazinesi Âlimlerin Mihenk
1
2
218
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
çeşit düzenden bahsetmişler ve düzenin tam olarak gerçekleşmesini bu ikisinin bir
arada oluşuna dayandırmışlardır. İbn Teymiyye’ye göre, “din ve dünyanın düzgün
olduğu bir düzen” adil bir düzendir.7 Gazzali, dini düzenin ancak dünyevi düzen ile
gerçekleşeceğini söyleyerek dünyevi düzeni dini düzenin ön koşulu olarak
göstermiştir. Gazzali’ye göre dini düzen, bilgi ve ibadetledir. Bu ikisine ise bedenin
sağlıklı olması, hayatın devam etmesi, giyinme, barınma, yeme-içme ve güvenliğin
karşılanması ile ulaşılır. Bu zorunlu ve önemli işler ise dünyevi düzenin
sağlanmasıyla olur.8
2. Devlet ve düzen ilişkisi
Düzenle doğrudan ilgili olan en önemli kurum devlettir. Toplumsal varoluş,
devletin düzen sağlamasına bağlı olduğundan düzen, devlet idesini temellendirmeye
ilişkin esas kavramlardan biridir. Devlet düzeni, toplumun ihtiyaçlarını karşılayarak
varoluşunun sürekliliğini ve onu bütünlüklü bir yapı içinde tutmayı sağlamaktadır.9
İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde devletin ortaya çıkışı, insanların düzen
ihtiyaçları ile açıklanmıştır. Düzenin oluşturulmasındaki en önemli unsur, bir devlet
gücünün bulunmasıdır.10 İnsanların bir arada yaşaması, düzenin sağlanmasına yeterli
olmadığından; isteklerin farklılığından doğan anlaşmazlığı ve bozgunculuğu ortadan
kaldıracak bir devlet idaresine ihtiyaç duyulmuştur. 11 Düşünürlere göre, devlet
öncelikle bir dini-ahlaki düzenin ve bir hukuk düzeninin devamı için vardır.
İslam’da evren tasavvuru olarak bir düzenin var olduğu kabul edilmiştir.
Devlet düzeni, evrensel düzenin yeryüzündeki bir yansıması ya da benzeri olarak
düşünülmüştür. Farabi, evrendeki varlıklara hakim olan düzen ile ideal siyasi yapı
arasında bir ilişki varmışçasına metafizik, ontolojik ve kozmolojik
değerlendirmelerden hareket etmiş ve mükemmel şehri (erdemli/faziletli şehir)
gerçekliğin, ayaltı alemde, bu dünyada ulaşabileceği en yüksek suret olarak
Taşı, Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Yavuz, İstanbul, Büyüyen Ay Yayınları, 2013, s. 155; İbn Firuz,
Gurretü’l-Beyza: Adaletin Aydınlığında, Hazırlayan: Mücahit Kaçar, İstanbul, Büyüyen Ay
Yayınları, 2012, s. 387- 389; Taftazani, İslam İlmi ve Akaidi, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh
Yayınları, İstanbul, 1982, s.327.
7
İbn Teymiyye, Siyaset es-Siyasetü’ş-şeriyye, Türkçesi: Vecdi Akyüz, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1999,
s. 67-68.
8
Gazzali, İtikadda Orta Yol, Neşir ve Tercüme: Osman Demir, Klasik Yayınları, İstanbul, 2012, s. 191192.
9
Bıçak, Türk Düşüncesi I: Kökenler, s. 76.
10
Kınalızade Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlakı, Tercüman 1001 Eser, ty., s. 209.
11
Kınalızade, age, s. 131- 132; Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, C: I, s.51.
219
Özlem BAĞDATLI
göstermiştir.12 Ayüstü alemdeki ilk varolandan başlayıp gök cisimleriyle devam eden
evren düzeni, ayaltı alemde dört unsur, madenler, bitkiler ve hayvanlar şeklinde
dünya düzenini oluşturmuştur. Ayüstü alemde en mükemmelden daha az
mükemmele doğru bir gidiş varken ayaltı alemde en basitten en mükemmele doğru
bir gelişme izlenmektedir.13
3. Yönetici ve düzen ilişkisi
Düzenin sağlanmasının baş sorumlusu, Allah’ın her çağda halk arasından
seçerek hükümdarlara yaraşır niteliklerle donattığı, dünya işleri ile kamu düzeninden
sorumlu kıldığı yöneticidir.14 İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde, “düzenin
sürmesi için bir yöneticiye ihtiyaç vardır” anlayışı hakimdir. Toplumun yöneticiye
olan ihtiyacı, dinin bir gereği olduğu gibi insanın doğasından da kaynaklanmaktadır.
Bir arada yaşayabilmek ve düzeni sağlayabilmek için insanlar, yöneticiye ihtiyaç
duyarlar. Toplumsal hayatta zararlı olan şeyleri uzaklaştırmak ve faydalıyı elde
etmek için yöneticiye ihtiyaç duyulması, onu, güvenliğin, dini ve dünyevi düzenin
tek sağlayıcısı haline getirmiştir. Yönetici olmadığında, şiddetin, kıtlığın, karışıklığın
olacağı, mesleklerin ortadan kalkacağı öngörülmüş ve dünya düzeninin sağlanması
için hükümran bir gücün varlığı gerekli kabul edilmiştir. Düzen, “yöneticinin süsü”
olarak nitelenmiş, yöneticinin gücünün ve ona duyulan saygının düzeni sağladığı
oranda büyük olacağı söylenmiştir. Düzenin bozulmasından da yönetici sorumlu
tutulmuş, hükümdar kaynak suyuna benzetilerek toplumun gidişatında belirleyici
unsur ilan edilmiştir.15 Devlet düzeninin bozulması sadece yöneticinin kötü idaresine
dayandırılabilir mi? İktisadi ve hukuki sorunların düzene etkisi yok mudur?
4. İktisat ve düzen ilişkisi
İktisat, toplumsal düzenin sürmesinde en önemli etkenlerden biridir. İktisadi
düzen, temelde toplumun maddi ihtiyaçlarının karşılanması esasına dayanan bir
Roger Arnaldez, “Farabi’nin Erdemli Şehri ve Ümmet (Umma)”, Çeviren: Kenan Gürsoy,
Uluslararası İbn Türk, Harezmî, Farabi, Beyruni ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri, Ankara 9–12
Eylül 1985, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1990, s. 119, 124.
13
Farabi, İdeal Devlet El-Medinetü’l Fazıla, Açıklamalı Çeviri: Prof. Dr. Ahmet Arslan, Divan Kitap,
İstanbul, 2011, s. 51-55.
14
Nizamülmülk, age, s. 11.
15
Gazzali, İtikadda Orta Yol, s. 191-193; Gazzali, Yönetim Sırları, s. 32; İbn Firuz, s. 63; Abdüsselam
el-Amasi, Tuhfetü’l-Ümerâ ve Minhatü’l-Vüzerâ: Siyaset Ahlâkı, İstanbul, Büyüyen Ay Yayınları,
2012,s. 47, 49; İbn Haldun, Mukaddime I, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul,
2011, s. 460; Maverdi, Nasihatü’l-Müluk, s.322-323; Maverdi, Yönetimin Esasları, s. 23.
12
220
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
sistemdir. Bu sistem iyi işlediğinde devlet, ekonomik güç ve berberinde siyasi güç
de kazanmakta ve düzen devam etmektedir. İslam siyaset düşüncesinde, toplumsal
düzenin sürmesi ve adaletin sağlanması iktisatla bağlantılı görülmüştür. Devletin
ortaya çıkışı toplumsal ihtiyaçlar, iş bölümü ve iktisatla açıklanmış, devletin kurulma
amaçlarının din ve askeri amaçla birlikte mali amaç olduğu ifade edilmiş, devletin
yıkılma sebeplerinden biri olarak iktisat gösterilmiş, bozulmanın önce iktisadi
düzende başladığı ve devletin temel masraflarının karşılanması için mal ve paraya
ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.16
İslam siyaset düşüncesini içeren eserlere göre, iktisat düşüncesinin temel
unsurları cizye, haraç, ve zekattan oluşan vergi düzeni; fey, ganimet ve sadakadan
ibaret olan kamu malları; işbölümü, emek, servet, geçim yolları ve sanatlardan
oluşan üretim faaliyetleri; araziler üzerinde şekillenen mülkiyet; devletin gelirgider dengesini kurması ve paranın yönetimi konularını içeren maliye; alışveriş,
sözleşme, faiz, ortaklık, şirket, vb. eylemlerle yürütülen ticarettir.17 İslam iktisat
düşüncesi, zekatı emretmiş; faizi yasaklamış; ticaretin sözleşmelere uyularak ve belli
usullere dayanarak yapılmasını istemiş; mülkiyet, miras, ganimet ve kamu hakları
konularını önemsemiştir.18 İktisat düşüncesi, bu kavramlar çerçevesinde
oluşturulurken ayet 19 ve hadisler 20 en önemli dayanaklar olmuş ayrıca verilen
tarihsel örneklerle de konu pekiştirilmiştir. Vergi sisteminin kurulmasında dinin
belirleyici bir gücünün olduğu gözükmektedir. Halka ağır vergi yüklenmesi, düzenin
bozulma sebeplerinden biri olarak görülmüştür.21 Vergi, mülkiyet, vd. iktisadi
Gazzali, İhya, Çeviren: Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul, 2002, C: III, s. 502; Maverdi,
Yönetimin Esasları, s. 21, 23; İbn Haldun, Mukaddime I, s. 206, 558; vd.
17
Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s. 218-246, s.270-283, s. 331, 357, 372, 392; Maverdi, Yönetimin
Esasları- (Teshilü’n-nazar ve ta’cilü’z-zafer fi ahlaki’l-melik ve siyasetü’l-mülk-Beyrut, 1987),
Türkçesi: Mehmet Ali Kara, İlke Yayınları, İstanbul, 2008, s. 48-50, s.138-140; İbn Teymiyye, Siyaset
es-Siyasetü’ş-şeriyye,s.51, 60; Pir Mehmed Za’ifi, Gülşen-i Müluk, Hazırlayan: Vedat Ali Tok,
Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul, 2013, s. 85; İbn Haldun, Mukaddime I, s. 323-326, s. 539, Mukaddime
II, s. 652-662; Ebu Yusuf, Kitabu’l-haraç, Çeviren: Ali Özek, Hisar Yayınevi, İstanbul, 1973, s. 113117, s.137-143, s. 93-94; Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, C: II, s. 171-204; İbn Sina, Kitabu’ş-Şifa
Metafizik II, Çeviri: Ekrem Demirli- Ömer Türker, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2005, [924], [925]; vd.
18
Ebu Yusuf, age, s. 117, 142; İbn Haldun, Mukaddime II, s. 694; İbn Sina, age, [925]; Gazzali, İhyau
Ulumi’d-Din, C: II, s. 171, 179, 344; İbn Teymiyye, age,s.51.
19
“Allah’ın fethedilen diğer küffar memleketleri ahalisinden peygamberine verdiği Feyy; Allah’a,
peygamberine, Peygamberin hısımlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara aittir” (Haşr, 59/7)
Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s.242.
20
“İnsanların en şerlisi, haksız vergi alanlar ve mal toplayanlardır”, vd. Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye,
s.392.
21
Ebu Yusuf, age, s.93-94.
16
221
Özlem BAĞDATLI
belirlemelerde fıkıhçıların üzerinde anlaştığı kurallar konulamamış, görüş ayrılıkları
ortaya çıkmıştır.22
Zekat, iktisadi düzende öne çıkan en önemli unsurlardan biridir. Zekat
sayesinde, servetin belli ellerde toplanması ve adaletsizliğin engellenmesi
planlanmıştır. Zekatı ödeyen kişi Allah’a bağlılığından dolayı bu vergiyi gönüllü
olarak ödediği ve zekatın dağıtımı sadece Kur’an’da belirtildiği usulde23 yapıldığı
için zekatın diğer vergilere göre bir üstünlüğü olmuştur. Zekat, kamu maliyesinin
temelini oluşturmuştur. Tanrı buyruğu olmasına rağmen zekatın verilmesinde de
hilelerin yapıldığı anlaşılmaktadır.24 Ayrıca zekat memurlarının hatalı davranışları
da verginin toplanmasında sorun oluşturmuştur. Bir yandan zekatın kamu yararı için
kullanılmasının amaçlanması diğer yandan işinde yolsuzluk yapan zekat memurunun
cezalandırılmaması çelişkili bir durum ortaya çıkarmaktadır. 25 Toplumda iktisadi
düzen korunamadığında ve paylaşımlarda haksızlık yapıldığında kargaşa ve
huzursuzluk ortaya çıkmaktadır.26
Gazzali vergi konusuna önem vermiş, kendi zamanındaki sultanların
mallarının hepsi ve çoğunun haram olduğunu, helal olanın sadaka, haraç ve ganimet
malları olduğunu fakat kendi zamanında bunların hiçbirinin kalmadığını, yalnız
zimmîlerden alınan cizyenin kaldığını, onun da helal olmayacak şekilde çeşitli zulüm
Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s.225-229, 278-279, vd.
“Zekat ancak fakirler, miskinler, zekatı toplamaya memur olanlar, kalpleri İslam’a ısınmış olanlar,
köleler, borçlular, yolda iken muhtaç hale düşenler içindir. Allah her şeyi hakkıyla bilici, her şeye
hikmetle hükmedicidir” (Tövbe 9/60) Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s. 233; Ebu Yusuf, age, s. 138.
24
Ebu Yusuf, zekata mani olmanın haram olduğunu, zekat vermemek için hile düşünmek, eldeki malı
zekat için gerekli olan nisab miktarından aşağı düşürmek maksadıyla başkalarının malı olarak
göstermek ve böylece zekatı iptal etmek, deve, sığır ve koyun gibi malları zekatı gerektirmeyen
miktarlara bölüp, başka adamlara dağıtmak veya temlik etmek; hangi sebep ve gerekçeyle olursa
olsun zekatı iptal etmek gayesiyle tuzak kurmak örneklerin vererek bunların her birinin mümin için
helal olmayan şeyler olduğunu söylemiş ve konuya ilişkin örnekler vermiştir. Ebu Yusuf, age, s.
137.
25
Maverdi’ye göre, zekat memuru zekatı aldığını ve sehim sahiplerine dağıttığını iddia ederse, sehim
sahipleri inkar da etseler, memurun dağıttığına dair sözleri muteberdir. Çünkü bizzat zekat
memurunun kendisi sözüne güvenilir birisidir. Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s. 238-239.
26
Servetin toplumun küçük bir kesiminin elinde tutulması, mal dağıtımında eşitlik ilkesinden
uzaklaşılması birtakım sorunlara yol açmıştır. Hz. Osman zamanında zekât ile feyy arasında bir
ayrılık gözetilmediğini söyleyen Maverdi’ye göre, bazı kimselerin Osman’a kızmalarının
sebeplerinden biri de budur. Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s.246. Bu dönemde, büyük kitleler
düşük mali durum içinde bulunurken aralarında bazı tanınmış kişilerin de bulunduğu Müslüman
küçük bir grubun elinde büyük servetler birikmesi yüzünden, fakir kitleler varken servet yığmanın
tehlikelerine karşı uyaran, İslami sadeliğe, eşitlik ve adalete çağıran, yankı bulan ve etkili olmaktan
geri kalmayan sesler yükselmeye başlamıştır. Abdülaziz Duri, İslam İktisat Tarihine Giriş, Çev:
Sabri Orman, İstanbul, İnsan Yay., 2014, s. 28.
22
23
222
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
ve haksızlıkla alındığını söylemiştir.27 Nizamülmülk, idarecileri ve vergi
memurlarını, görevlerini yaparken halkı sıkıntıya sokmamaları konusunda
uyarmıştır.28 Halkın ekonomik düzeyinde bir denge oluşturmayı isteyen Yusuf Has
Hacip, zenginlerin yükünün orta hallilere, orta hallilerin yükünün yoksullara
yüklenmemesini, memleketin düzeni ve halkın huzuru için yoksulun korunup orta
halli olması, orta hallinin de zengin olmasının sağlanması gerektiğini söylemiştir. 29
Yusuf Has Hacip, ekonomik refahı, halkın yöneticiden talep ettiği bir hak olarak
göstermiş ve düzenin bozulması sebepleri arasına ekonomiyi de katmıştır.30 Kağanın
halka “hakkı olan iyi düzenle” hükmetmesi gerektiğini31 söyleyerek düzenin halk için
bir hak olduğunu vurgulamıştır. Yusuf Has Hacip’in, düzeni sadece bir gereklilik
değil, aynı zamanda bir hak olarak görmesi ve düzenin bozulmasında halkın
ekonomik sorunlarını da dikkate alması önemlidir. Bu sorunlara, İbn Haldun da
değinmiş ve iktisadi sorunları toplumsal düzensizliğin önemli kaynakları olarak
işaret etmiştir.32 Koçi Bey, hazinenin zarar etmesi, toprak sisteminin iyi çalışmaması,
maaş alan tebaanın artması, vb. sorunları iktisadi düzenin bozulmasına sebep olarak
göstermiştir. 33
İktisadi düzenin kurulması ve işlemesi için teorik olarak belli bir yapı
oluşturulmuştur. Kamunun yararı gözetilmiş, idarecilerin halka karşı olumsuz
hareketlerinin önüne geçilmeye çalışılmış, vergilendirme sistemi dini kaynaklarla
kurallılığa bağlanmıştır. Uygulama aşamasında ise sorunların yaşandığı, menfaatin
öne alındığı ve görevin kötüye kullanıldığı, düşünürlerin söylemlerinden
anlaşılmaktadır.
5. Hukuk ve düzen ilişkisi
Toplumda düzen, insanın eylem ve hareketlerinin birtakım kurallarla
sınırlanması ile sağlanabilir ki, bu kurallar bütünü hukuktur. Gazzali, devletin
korunmasının
ve
düzenin
sağlanmasının
ancak
hukukla
(fıkıh)
Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, C: II, s.344.
Nizamülmülk, age, s. 193, 99.
29
Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005, b.
5550-5568.
30
Yusuf Has Hacip, age,, b. 5574- 5577.
31
Yusuf Has Hacip, age, b. 1686. Yusuf Has Hacip, “budunka törü kılgu edgü ülüş” beyitinde hak
kelimesini “ülüş” kavramıyla karşılamıştır.
32
İbn Haldun, Mukaddime I, s. 552, 570.
33
Koçi Bey, Koçi Bey Risaleleri, Hazırlayan: Seda Çakmakçıoğlu, Kabalcı Yay., İstanbul, 2008, s. 44,
56, 61, 66.
27
28
223
Özlem BAĞDATLI
gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.34 Toplumsal düzeni sağlayan kanunlar, din
temelli olan şeriat ve hükümdarın koyduğu kanunlardır. 35 Yusuf Has Hacip,
memleketin iki bağından birinin ihtiyatlılık, diğerinin de kanun (töre) olduğunu,
kanunun (töre) beylikten üstün ve önemli olanın kanunu (töreyi) doğru uygulamak
olduğunu söylemiştir. Kanunun (töre) doğru uygulanmasıyla sağlanan düzen ortamı,
“kurt ile kuzunun bir arada yaşadığı” bir ortam olarak tasvir edilmiştir. 36 Birbirine zıt
ve düşman unsurların bir arada yaşayabilmesi ancak kanun ile sağlanabilmekte ve
buna düzen adı verilmektedir. Hem devletin işleyişi hem de halk arasında düzenin
muhafaza edilmesi, doğru kanunların konulması ve bu kanunların uygulanmasına
dayandırılmıştır.
Kanunlar nasıl bir düzeni öngörmektedir? İhtiyarlara ve tecrübeli kimselere
ihtiramda bulunup (saygı gösterilip) her birisini bir makam ve mevkie yerleştirmek,
memleketin selameti için bir kimseyi terfi ederken diğerinin rütbesini düşürmek,
yüksek yapılar inşa etmek, başka hanedandan izdivaç yapmak, padişah meselelerini
iyi kavramak, din işleriyle alakadar olmak, tüm konularda izlenecek siyasetle ilgili
alimlerin, deneyimli kişilerin görüşlerini alıp onlarla birlik hareket etmek ferasetli
hükümdarların töresi olagelmiştir. Ayrıca, bir harp durumunda çok deneyimli ve
başarılı bir savaş elçisini göndermek, memleket meselelerinde acemi kişiler yerine
işinin ehli kişileri görevlendirmek de yine ferasetli (sağduyulu, anlayışlı, akıllı)
hükümdarların töresidir. Nizamülmülk’e göre, “ilmin ölçüsü ve iyi törelerin tesisi
devletin hali ile kıyasla anlaşılır.”37
6. Adalet ve düzen ilişkisi
Düzen ile adalet arasında da bir ilişki gözlenmektedir. Adalet, toplumsal
yapıda dirlik ve düzenin sağlanmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Adalet varsa düzen
sağlanabilir, düzenden söz ediliyorsa bu, adaletin varlığını gösterir. Adalet, İslam
inancı içinde oluşmuş bir evrensel düzenin işlemesidir. Bu düzendeki herhangi bir
terslik adaletsizlik oluşturmuştur. Adalet, devletin ve düzenin ayakta kalmasını
sağlayan ilkedir. İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde “düzenin küfr ile devam
Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, C:I, s.51.
Hükümdar tarafından konulan kanunlar onun iradesini yansıtmakta ve bu kanunlarda devamlılık ilkesi
benimsenmektedir. Osmanlı kanunlarının başında yer alan “…bu kanun atam ve dedem kanunudur
ve benim dahi kanunumdur. Evladı kiramım neslen ve badeneslen bununla amil olalar.” ifadesi bu
düşünceyi en iyi şekilde ifade etmektedir. Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, Siyasal Kitabevi, Ankara
2003, s. 437.
36
Yusuf Has Hacip, age, b. 2015, b. 454, b. 461, b. 830, b.2033, b.2136-2137, b. 286.
37
Nizamülmülk, age, s. 215-216, s. 13.
34
35
224
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
edeceği ancak zulüm ile etmeyeceği” anlayışı vardır. Kargaşanın önlenmesi ve
Müslüman hayatının işleyişinin sürmesi açısından kâfirlerin yönetiminin kabul
edilmesi yeğlenmiştir. Moğolların Bağdat’ı ele geçirmesinden elli yıl sonra yazan
Iraklı bir tarihçi bu konuda şunları söylemektedir:
“Hülagü Bağdat’ı ele geçirdiğinde, ulemadan adil bir imansız hükümdarın mı,
yoksa adaletsiz bir Müslüman hükümdarın mı yeğ tutulması gerektiği sorusuna yanıt
oluşturacak bir fetva hazırlanmasını istedi. Hülagü bu amaçla ulemayı Mustanşiriyya
Medresesi’ne topladığında, durumun ne olduğunu anlayan hocalar böyle bir fetva
yazmak istemedi. Bunun üzerine seçkin ve ulemanın gözünde muteber bir âlim olan
Radi el-Din ibn Ali ibn-i Ta’us da getirildi. O, ulemanın fetva hazırlamaktan
kaçındığını görünce, adil bir inançsızın adaletsiz bir Müslüman hükümdara yeğ
tutulması gerektiği yolunda fetvasını verdi. Kalan ulema da onu izledi.” 38
İslam tarihinde yaşanan bazı tecrübeler, devlet başkanına karşı direnmenin,
ayaklanmanın doğuracağı sonuçlara dair bir algı oluşturmuş olabilir. Bu sebeple
alimlerin daha temkinli ve tedbirli bir tavır aldıkları görülmektedir. Yöneticiyi
eleştirmek, onu ikaz etmek, haksızlıklara karşı çıkmak, ulul emre itaat düsturuna
aykırı düşmektedir. Yönetimde en önemli unsur adalet olmakla birlikte düzenin
sürmesi fikri adaletin önüne geçmiştir. Düzenin sürmesi için “zorunluluklar
mahzurlu olan şeyleri mubah kılar” anlayışı hakim olmuştur. Bu anlayış, adaletli
olmasa ve yeterli vasıfları taşımasa bile devletin başsız kalmaması ve düzenin
sürmesi için yöneticinin seçilmesinde de uygulanmıştır. Toplumsal düzenin
korunması adına yöneticinin sahip olması gereken özelliklerden (adalet, ilim, vb.)
vazgeçilebileceği ifade edilmiştir.39 Gazzali yaşadığı zamanın şartlarını göz önünde
bulundurarak halifenin sahip olması gereken niteliklerde müsamaha göstermiş ve
düzenin sürmesi için iki kötüden daha az kötü olanı tercih etmiştir:
“Halin bir gereği olarak, şartları yerine gelmediği halde imametin sahih
olduğuna hükmedilir. Uzak olanın en uzak olandan daha yakın olduğu ve iki şerden
en hafifinin diğerine nispetle daha hayırlı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle aklını
kullanan bir kimsenin bunlardan birini tercih etmesi gerekir.”40
Yöneticiler için söylenen özellikler, arzu edilen ancak tatbiki her zaman
gerçekleşmemiş özellikler olarak gözükmektedir. Yönetici olacak kişi için hukuki
teamülün şart koştuğu dürüstlük, yargılarında doğru ve yetkin olmak, sağlıklı olmak,
Bernard Lewis, İslam’ın Siyasal Söylemi, Çev.Prof. Dr. Ünal Oskay, Ankara, Phoenix Yayınları, 2007,
s.161.
39
Gazali, İtikadda Orta Yol, s. 194-195.
40
Gazali, İtikadda Orta Yol, s. 195.
38
225
Özlem BAĞDATLI
basiret sahibi olmak; cesur olmak gibi nitelikler de zorunlu olmaktan çıkmıştır. Artık
hükümdarın meşru sayılması için iktidarını ve düzeni sürdürebilmesi yeterli
görülmeye başlanmıştır.41 Teori ile yaşanan gerçekliğin örtüşmediği durumlarda,
ahlaki ve dini kurallar göz ardı edilmiştir. Devletin devamlılığı açısından kimi zaman
ahlaki ve dini açıdan adaletsizlik olarak görülebilecek olaylarla karşılaşılmıştır. 42
Ancak burada söz konusu olan hukuki adalet olduğundan devleti yıkan ve düzeni
bozan şey, adaletsizlik kabul edilmiştir. Hukuki anlamda adalet, durumu
meşrulaştırmaktadır. Bu anlamda devlet ve düzen, öncelik olarak adaletin üzerine
çıkmaktadır.
7. İtaat ve düzen ilişkisi
Düzenin sürmesi için halkın itaati de zorunlu görülmüştür. Yöneticinin
adaletli olması ve bunun karşılığında ise halkın yöneticiye itaat etmesi düzenin
sağlanmasında önemlidir. 43 Düzen kavramı ile itaat arasında bir bağlılık vardır. İtaat,
siyasi yükümlülük doktrinini ifade etmek için Müslüman hukukçular tarafından
yorumlanan bir ifadedir. Müslüman hukukçular, toplumun bütünlüğünü korumak
için teşkilatlı bir otoriteye olan ihtiyacı önemle vurgulamışlardır. Onlara göre, ümmet
içinde şeriatın etkili bir şekilde icrasını sağlamak için, bir imam veya halifeye sahip
olmak gereklidir. İmama veya halifeye itaat etmek de her mümin için bir
zorunluluktur. Kur’an’da “Allah’a, peygambere ve sizden olan ulul emre itaat edin”
(Nisa 4/59) diye emredilmiştir. Bu ayet, hukukçular tarafından ümmetin halifeye
zorunlu itaati olarak açıklanmıştır.44 Halifeye itaat görevi teyit edilirken, halifenin
sorumlulukları yeterince vurgulanmamıştır. İnsanlardan yöneticiye itaat etmeleri
istenirken, yönetici de onların refahını gözetmek zorunda olmuştur. Kötülüğün
ispatlandığı veya maddeten imkansız yahut şeriata aykırı bir şey emrettiği hallerde,
günahta itaat olmadığı için, halifeye itaat edilmeyeceği düşüncesi kabul görmüştür. 45
Bu konuda, Ebubekir’in halife seçildikten sonra söyledikleri de kaynak
gösterilmiştir:
Lewis, Agy., s.154.
Fatih Sultan Mehmet’in kanunnamesinde “Nizam-ı alem için karındaşlarını katledebilirsin” ibaresinin
bulunması ve buna dayanarak şehzadelerin katledilmesi, III. Mehmet’in devletin devamlılığı için
19 kardeşini öldürmesi dini ve ahlaki adalet açısından doğru görülemez.
43
Gazzali, Yönetim Sırları, s. 176.
44
Manzuriddin Ahmed, “Kur’an’da anahtar siyasi kavramlar”, İslam’da Siyaset Düşüncesi, İnsan
Yayınları, İstanbul, 1995, s. 98.
45
Muhibül Hasan Han, “Ortaçağ İslam siyasetinde devlete karşı ayaklanma teorileri”, İslam’da Siyaset
Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 156.
41
42
226
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
“Ey insanlar, içinizde en iyiniz ben olmadığım halde, idarenizi üzerime almış
bulunuyorum. Doğru yaparsam bana yardım edin, yanlış yaptığım takdirde beni
doğrultun. Allah’a ve peygamberine itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Allah’tan ve
peygamberden uzaklaştığım zaman, bana itaat mecburiyetinde değilsiniz.”46
Ebubekir’in söylemini destekleyen ifadeler, İslam siyaset düşüncesini içeren
eserlerde de yer almıştır ancak bu ifadelerin sadece retorik olarak kaldığı
anlaşılmaktadır. Teori ile gerçeklik çoğu zaman uyuşmamaktadır.47 Toplumsal düzen
için itaat önemlidir. Toplumsal düzenin korunması esas alınarak yöneticiye (imama)
karşı çıkmanın fitneleri ayağa kaldıracağı söylenmiş, halkın itaatkar olması telkin
edilmiştir. Halkın birbirine bir senelik süreçte zulmetmesi, sultanın yüz senelik bir
süreçteki zulmünden daha beter görülmüş, taraflar arasındaki düşmanlıkları
gidererek halkı kötülükten ve zulümden uzaklaştıran yönetici olmadığında halkın
karışık ve zulüm içinde bir hayat süreceği söylenmiş düzenin bozulmasının getireceği
sıkıntılar hatırlatılmıştır. Baştaki yöneticinin katı yürekli ve despot biri olması,
toplumun karmaşa ve fitne içinde olmasından daha hayırlı görülmüştür.48
İtaatte bir mütekabiliyet vardır. Halk, yöneticinin emirlerine itaat etmeli, saygı
göstermeli ve bu emir ne olursa olsun hemen yerine getirmelidir ancak halkın örf ve
kanuna itaati, yöneticinin örf ve kanunu gözetmesi nispetindedir. 49 Yöneticinin
görevleri güvenlik, adalet, düzen ve ekonomik refahın sağlanmasıdır. Yöneticinin
idaresindeki toplumun ise herkesin kendi işiyle meşgul olduğu ve sınıflar arasında
geçişliliğin olmadığı, bir ve aynı şeyi düşünen, aralarında muhalefet ve farklılık
olmayan, zulüm görse bile yöneticiye itaat eden bir halk kitlesi olması
istenmektedir.50 Bu istemin arkasında düzenin korunması beklentisi vardır.
Ekonomik sorunlar ve sınıfsal ayrımlar sebebiyle toplumun yöneticiyle çatıştığı ve
Andrea M. Farsakh, “Sünni halifelikle Şii imamlığın mukayesesi”, İslam’da Siyaset Düşüncesi, İnsan
Yayınları, İstanbul, 1995, s. 116.
47
II. Mahmut’un, XIX. yüzyılda padişahlara gösterilmesi gerekli itaat hakkında şeyhülislama yazdırdığı
eserde bazı hadisler toplanarak “Emirülmüminin sakat bir Habeşi bile olsa ona itaat etmek lazımdır.
Tebaasına cevir ve cefa ederse buna sabretmek lazımdır. Ancak dini mübini tahrif ve tağyir ederse
onu katletmek icab eder” denilmiştir. Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun son
zamanlarında Abdülaziz, V. Murat ve II. Abdülhamit şeyhülislam fetvaları ile idaresizliklerinden,
akıl hastalıklarından, zulüm ve istibdatlarında dolayı hal edilmişledir. Güriz, Hukuk Felsefesi, s.
434
48
Gazzali, İtikadda Orta Yol, s. 194; Gazzali, Yönetim Sırları, s. 105; Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye,
s.30; İbn Abdirabbih, Hükümdar ve Siyaset Kitabı, Çeviren: Erkan Avşar, BS Yayın, İstanbul, 2012,
s.17.
49
Yusuf Has Hacip, age, b. 5580, b. 2111.
50
Kınalızade, age, s. 218; Lütfi Paşa, Asafname, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982,
s. 20; Gazzali, Yönetim Sırları, s. 84; Maverdi, Nasihatü’l-Müluk, s.181-183, vd.
46
227
Özlem BAĞDATLI
bazen de yöneticiye karşı durduğu olaylar,51 yöneticiden hesap sorduğu zamanlar 52
yaşanmış olmakla birlikte, toplum genellikle kargaşalığı yaşamaktansa itaati tercih
etmiştir. Müslüman düşünürler, otorite çözüldüğü takdirde insan haklarının da
korunamayacağını ve ancak bir hükümet varsa dinin, dünya düzeninin güvenlikte
olacağını vurgulamışlar, halifeye sınırsız yetkiler tanırken kanun ve nizamı
korumanın başka bir yolu olmadığını düşünmüşlerdir. Yöneticilerin iktidarına sınır
koymayı istemişler ancak tarihi sürecin gerçekleriyle karşılaşan insanlar olarak,
statükoya razı olmuşlardır.53 Düşünürlerin de bu konuya yaklaşımı, yeterli gücü
Abbasiler döneminden itibaren İslam şehirleri sosyal açıdan ana çizgilerini oluşturacak şekilde
gelişmişler, sıradan halkın teşkil ettiği toplumsal yapının alt tabakaları olan esnaf, meslek sahipleri
ve zanaatkarlar ortaya çıkmıştır. Bu gruplar içerisinde yer bulamayanlar alt gruplar oluşturmuşlar,
kasaba ve şehirlerdeki olaylarda yer almışlardır. Nüfus artışına paralel giden bu sosyal gelişme ve
iktisadi farklılaşma, bazı sosyal hareket ve ayaklanmalara sebep olmuştur. Bu hareketlenmeler esnaf
birliklerinde olduğu gibi Ayyar, Şuttar, Zenci, Karmati ve İsmaili ayaklanmalarında görülmüştür.
Merkezi yönetimin zayıfladığı dönemlerde, genellikle Şurtanın olmadığı kasaba ve şehirlerde, yarı
askeri bir yapıda ve oldukça teşkilatlı bir mahalli milis kuvveti olarak karşılaşılan Ayyar ve Şuttar
hareketleri, mevcut otoriteye, servet sahiplerine ve tüccarlara başkaldırma ile 9. asrın başlarından
itibaren Bağdat’ta sürekli huzursuzluk yaratan bir unsur olmuştur. Ayyar ve Şuttar, fütüvvet
(yiğitlik), cesaret ve cömertlik gibi kavramlar ile fakir ve zayıflara dostça davranmak, kadınları
korumak gibi ahlaki ilkeleri benimsemişlerdir. Daha çok İran ve Irak şehirlerinde yaygın olan
fütüvve hareketi yörelere ve dönemlere göre Ahi, Fityan, Ayyar, Şuttar, Runud gibi isimler almıştır.
Abbasi Halifesi en-Nasır li-Dinillah (1180-1225)’ın reformu ile fütüvvet ocakları, sportif faaliyetler,
şer’i hukuk, polis teşkilatı ve doğrudan siyasi iktidar alanında da hilafetin aracı olarak hareket
etmişlerdir. Bu reform Anadolu’da Ahi teşkilatını ortaya çıkarmıştır. Muammer Gül, “Ortaçağ İslam
Tarihinde Sosyal Sınıfların Tarihine Bir Bakış: Ahdas Hareketi”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Sa. 8, Balıkesir, 2002, s. 72-76.
52
Maverdi, bu konuda halktan birinin halifeye serzenişini örnek vermiştir: “Abdülmelik b. Mervan bir
gün Mekke’de halka hitap etmek için kürsüye gelince, badiyeden (çöl, kır) gelen bir adam kalkarak:
“Yavaş ol! Yavaş ol! Çünkü siz emrediyorsunuz fakat kendiniz tutmuyorsunuz, nehyediyorsunuz
fakat kaçınmıyorsunuz, sizin istediğinizin gereği olan yolunuza uyalım mı? Sadece dillerinizin
söylediğine mi itaat edelim? Siz yolumuza uyun diyorsunuz. Nerede ve nasıl? Delil nedir? Devletin
mallarını yiyen, Allah’ın kullarını köleleştiren, zalim ve baskıcı bir yola uyma hususunda Allah için
yardımcı olacağını söyleyen kimdir? Eğer emrimize itaat ediniz, nasihatimizi kabul ediniz, derseniz,
nefsini aldatan başkasına nasıl öğüt verir? Veya adaleti yerine koymayan bir kişiye itaat nasıl
gerekir? Eğer hikmeti nerede bulursanız alınız, kimden öğüt işitirseniz kabul ediniz, derseniz,
işlerimizin yönetimine sizi niçin görevlendirdik? Kanlarımız ve mallarımız hakkında sizi ne için
hakem yaptık? Bizim içimizde öğüt vermenin bütün tekniklerini en fasih şekilde, dilin çeşitlerini
sizden daha iyi bilen kimseler olduğunu bilmez misiniz? Onları kendilerine bırakın, onları serbest
bırakınız. Aksi halde ülkenin çeşitli yerlerine dağıttığınız her bir vadiye sürdüğünüz kimseler onlarla
birlikte oluverirler. Çünkü her dirilene zulmedilmeyecek bir gün ve okuyacağı bir amel deftere
gelecektir. Zira yüce Allah kitabında: “Küçük büyük her ne varsa hiçbirini terk etmeden
sayacağız.”(Kehf 18/49) Şüphesiz zalimler yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini
bileceklerdir.” (Şuara, 26/227) buyurdu.”..” dediğini ifade etmiş ancak halifenin bu konudaki
tepkisinden söz etmemiştir. Maverdi, Nasihatü’l Müluk, s. 164-165. Bu sözler, halkın yöneticiye
gösterdiği itaatin karşılığında ondan hesap sorabildiğini göstermektedir ancak bu durum karşısında
yöneticinin nasıl bir tavır aldığı belirsizdir.
53
Muhibül Hasan Han, agm, s. 159.
51
228
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
toplayamamış ve başarıya uluşması mümkün olmayacak hiç bir hareketin (isyanın)
gerçekleştirilmemesi, yöneticinin zulmüne katlanılması yönünde olmuştur.54 İç
savaşın sonuçları, yöneticinin zulmünden daha kötü bir durum olduğundan, kötü bir
düzenin sürdürülmesi kabul edilmiştir.
8. Düzenin bozulması
Düzenin bozulmasına sebep olarak yöneticinin insanlar arasında hüküm
verirken cezaları uygulamakta zayıf ve yönetimde etkisiz olması, başkaldırı (isyan),
şeriatı (ilahi kuralları) küçümseme, Allah’ın emirlerini yerine getirmeme
gösterilmiştir. Düzenin bozulduğu ortam, basiretli idarecilerin olmadığı, kan
döküldüğü, kargaşanın olduğu, eli güçlü ve sırtı pek olanların keyfince davrandığı
bir ortamdır. Halkın topraklarını terk etmesi, ziraatın ve kazancın durması, hazinenin
boşalması toplumda düzenin bozulmasının yarattığı sonuçlardır. 55
Düşünürlerin bozuk düzen tasvirleri, onların düzen açısından önemsedikleri
noktaları göstermektedir. Nizamülmülk, kendi döneminde düzeni bozan unsurları
Türk ve Taciklerin, alimlerin ve imamların unvanlarını istismar ederek padişah
namına ferman vermeleri, böylece şeriatın yıpranması, halkın başına buyruk olması
ve ordunun kanunsuz işlere tevessül etmesi şeklinde sıralamıştır. Tüm bunlar
memleket işlerinin kaide ve nizamını bozmaktadır.56 Nizamülmük için otoritenin
olmaması ya da bölünmesi, askerin halka karşı uyguladığı zulüm, düzenin bozulması
demektir. Gazzali, kadıların görevden alınmasını, hükümetlerin geçersiz olmasını,
nikahların hükümsüz olmasını, dünyanın her köşesindeki yöneticilerin tüm
tasarruflarının geçersiz olmasını ve tüm insanların harama yönelmesini düzenin
olmadığı bir durum olarak nitelemiştir. 57 Gazzali, bu durumu tasvir ederken
toplumun birliği için önceliklerini de dile getirmiş olmaktadır. Geçerli bir otorite,
hukuk ve haramdan sakınan bir toplum, Gazzali’nin düzen anlayışının temel
unsurlarıdır. Bununla birlikte, Gazzali’nin düzenin devamlılığı açısından öne
sürdüğü ‘nikahların hükümsüz olması şartı’, diğerlerine göre toplumun işleyişi
açısından zayıf görünmektedir. Yönetici (halife) olmadığında nikah kadılar
tarafından kıyılabilir. Halkın ekonomik yönden sıkıntı içinde olması düzenin
bozulmasında daha etkili gözükmektedir.
İbn Haldun, Mukaddime I, s. 452.
İbn-i Firuz, age, s. 387- 389; Gazzali, Yönetim Sırları, s. 77; Nizamülmülk, age, s. 11.
56
Nizamülmülk, age,, s. 205.
57
Gazzali, İtikadda Orta Yol, s. 195.
54
55
229
Özlem BAĞDATLI
Düzenin sürmesi için yöneticilerin emaneti ehline vermeleri, harp, yargı, vb.
tüm görevlendirmelerde ehliyet ve yeterliliği esas almaları, her şeyi usulünce icra
etmeleri, herkesi liyakatlerince istihdam etmeleri, herkese yeterliliği ölçüsünde iş
buyurmaları, sapkın mezheplilerle mücadele etmeleri, yolları güvenli hale
getirmeleri ve tüm bunları tıpkı kadim zamanlardaki gibi adalet dengesi ve idare
kılıcıyla tanzim etmeleri istenmiştir.58 Düzenin yaşandığı dönem, geçmiştedir.
İdealleştirilen bu geçmiş, “kanun-i kadim” diye adlandırılan eski kanunların
uygulandığı zaman dilimini işaret etmektedir.
9. Kanun-i Kadim düşüncesi
Kanun-i Kadim düşüncesi, toplumsal sorunların çözümü için düşünürlerin
sundukları ortak öneridir. Kanun-i kadim diye adlandırılan dönem, geçmişte
yaşanmış olduğu kabul edilen ve adalete dayalı bir düzenin kurulduğu ideal bir
dönemdir. Birçok eserde, Peygamberin yaşadığı yıllar, ilk dört halife ve Nuşirevan
dönemi, ortak ideal dönem olarak gösterilmekle birlikte, düşünürlerin kendi
zamanlarındaki yöneticilerin saltanatları da örnek dönemler olarak sunulmuştur.
Tarihte her şeyin bozulmaya ve çürümeye yönelik olduğu görüşüne dayanan
döngüsel zaman anlayışına göre, başlangıçtaki Altın çağ ya da mükemmel sistem,
insanların eksikliklerinden ya da yanlışlarından dolayı bozulmaktadır.59 Hz.
Muhammed tarafından kurulan ve O’nun ölümünden sonraki halefleri, Hulefa-i
Raşidin tarafından devam ettirilen idare, Asr-ı Saadet yani Altın çağ diye
nitelendirilmiştir.60 Nizamülmük, Selçuklu devrinde, Hulefa-i Raşidin dönemi ile
birlikte, İskender ve Nuşirevan’ın yönetimlerini ve Selçuklu sultanı Alparslan’ın
dönemini adaletin sürdüğü ideal dönemler olarak göstermiştir. Nizamülmülk’e göre
hükümdar, kadim çağlardaki gibi işleri adalet dengesiyle tanzim etmelidir.
Nizamülmülk, kendi döneminin de “kadim çağlarda yaşamış şahların zamanı gibi
olması ve halka saadet ve huzur bahşetmesi için” Allah’ın Melikşah’ı daha önce
hiçbir padişaha bahşedilmemiş olan yücelik ve kerametlerle bezediğini ifade etmiş
ve kadim padişahlar zamanındaki uygulamaların takip edilmesini düzenin
sağlanmasının yolu olarak önermiştir.61
İbn Teymiyye, age, s.29-30, s. 39-42; Kınalızade, age, s. 209; Nizamülmülk, age, s. 254.
Bıçak, Tarih Metafiziği Ya Da Kendilik Bilinci, s. 209.
60
Patricia Crone, Ortaçağ İslam Dünyasında Siyasi Düşünce, Çev.: Hakan Köni, İstanbul, Kapı Yay.,
2007, s. 11.
61
Nizamülmülk, age, s. 13, s. 141, s. 149.
58
59
230
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
İdeal dönem olarak gösterilen Hulefa-i Raşidin, Nuşirevan, Alparslan, Yavuz
Sultan Selim ya da Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde sorunlar yok mudur,
düzendeki her şey iyi ve adil midir? İnsanlık her dönem sıkıntılar içinde olmamış
mıdır? İncelenen eserlerde, ideal olan yönetimin geçmişte yaşandığı kabul edilmiş,
yaşanılan zamanda ise sorunların arttığından ve her şeyin kötüye gittiğinden şikayet
edilmiştir. Gazzali, Ömer bin Hattab dönemindeki adaleti övdükten sonra 62 gidişattan
memnuniyetsizliğini şu sözleriyle dile getirmiştir:
“Günümüzde ise, tüm insanların yozlaştığı bir zamandır. Amel ve niyetler
bozguna uğramış durumdadır. Şayet sultan halk arasında siyaset ve otoritesini
yönlendirmeyecek olursa kolay kolay iyi yola yönelmezler.”63
“Zira içinde yaşadığımız zamanın insanları geçmiş zamanın insanlarına
benzemezler. Bizim zamanımız kötü ve dengesiz insanların yaşadığı bir zamandır.
Onlardan katılık ve fenalıktan başka bir şey beklenmez.”64
Zamanın kötülüğünü, İbn-i Firuz, kendi dönemindeki halkın eski insanlar gibi
olmayıp çoğunun “zalim, günahkâr ve eşkıya” olduğunu; 65 Şeyhoğlu Mustafa ise
“…alemin din büyüklerinden mahrum bulunduğunu, yeryüzünün bu zamanda
aşağılık adamlar ve rezil kimselerle dolduğunu, hükmü elinde tutanların ihmal ve
gevşekliği yüzünden şeriatın zayıflayıp güçsüz düştüğünü, padişahların adaletten
ayrılmaları ile İslam’ın bayındır halden haraplığa ve yıkıma yöneldiğini, tarikat
yolunun kesilip marifet yayının gevşediğini, hakikat Anka’sının Kaf Dağı’na
çekildiğini ve isteyicilerin faydasızlığını da bilmek lazımdır.”66 diyerek anlatmıştır.
Koçi Bey, risalelerinde geçmişteki yöneticilerin zamanını “mübarek zamanlar”
olarak adlandırmış ve o dönemi “...geçmişteki padişahlar Kanuni Sultan Süleyman
Han Gazi’ye gelinceye kadar adalete kavuşmuş olan divan-ı hümayunda bizzat hazır
olup, memleket ve millet, reaya ve beraya, hazine, mülkler ve daha büyük küçük işler
ile tam manasıyla meşgul olurlardı.” diye anlatmıştır. Kendi zamanında hatırın işe
karışması ve göz yumma sebebiyle kadim kanunun bozulduğunu ifade etmiş ve
çözümü yine kadim kanuna dönmekte göstermiştir. 67 Nizamülmülk, kanunların
eskisi gibi uygulanmadığını “padişahların icra edegeldikleri halde bugünkülerin
tatbik etmedikleri noktaları” işaret ederek belirtmiştir.68 Firdevsi’nin “Zaman adalete
Gazzali, Yönetim Sırları, s. 119.
A.e., s. 120.
64
A.e., s. 105.
65
İbn Firuz, age, s. 387.
66
Şeyhoğlu Mustafa, age, s. 56.
67
Koçi Bey, Koçi Bey Risaleleri, s. 27-28, s. 48, s. 90.
68
Nizamülmülk, age, s. 14.
62
63
231
Özlem BAĞDATLI
doydu, insanlar yine azdılar”,69 Gazzali’nin “Zaman fetret zamanıdır, devir batıl
devridir.” sözleri kendi zamanlarına dair şikayetleridir. 70 Örnekleri çoğaltmak
mümkündür. Sorunların her dönem olduğu, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, ahlaklı
olan ile ahlaksız olanın her zaman birlikte var olduğu düşünülürse, kanun-i kadim
diye adlandırılan dönemde her şeyin doğru ve adil olduğu düşüncesi, gerçekçi bir
yargı olmamaktadır.
Söz konusu eserlerde ortaya çıkan yaşanılan zamanın kötülüğü ve geçmişin
övülmesi anlayışı, kanun-i kadimi takip etme düşüncesini beraberinde getirmiştir.
Farabi, erdemli ilk yönetimin takip ve taklit edilmesini önermiş; 71 Gazzali,
yöneticinin kendisinden önce geçenlerin deneyimlerinden esinlenmesi gerektiğini
söylemiştir.72 Zaifi, “Geçmiş padişahlardan kalan kanunlar, usuller, merasim ve
törenler eski halinde kalmalıdır.” sözüyle geçmişe bağlılığı vurgulamıştır. 73
Düşünürlerin genel görüşü, geçmişteki kanunların gereği gibi uygulanmaması
sebebiyle başarısız olunduğu yönündedir. Kamu düzeninin bozukluk ve karışıklık
içinde olduğunu ileri süren düşünürler, kendi dönemlerindeki devlet ve toplum
yapısındaki değişmeleri “olumsuz” olarak değerlendirmişlerdir. Toplumun içinde
bulunduğu kötü durumu düzeltmenin çarelerini ise devlet idaresinin ve toplum
düzeninin “iyi durumda” olduğu kabul edilen kanun-i kadimin uygulandığı dönemde
aramışlardır.
Siyasi çalkantı ve kriz dönemlerinde ortaya çıkan adalet ve siyaset ahlakı
söylemleri olan eserlerde, düşünürlerin sorunlar karşısında verdiği cevap, “adil
olmayan şimdi” karşısında, belli bir zamana ait olan “Adil geçmiş”i sürdürmek
olmuştur.74 Kanun-i Kadim’e dönmek için yapılan girişimlerde başarılı olunamasa
da75 iyi ve adil olan ideal yönetimin zaten geçmişte var olduğu kabul edilmiş,
yaşanılan zamanda iyi yönetime dair tüm olanakların kaybolduğu söylenerek
Firdevsi, Şahname, Çeviren: Necati Lugal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005, b. 5025.
Gazzali, el-Munkız, İstanbul, MEB Yayınları, 1990, s. 76.
71
Fatih Toktaş, “Farabi’nin Kitâbü’l-Mille adlı eserinin takdim ve çevirisi”, Divan, 2002/1, s.267.
72
Gazzali, Yönetim Sırları, s. 121.
73
Zaifi, age, s. 87.
74
Eric Ohlander, “Enacting Justice, Ensuring Salvation: The Trop Of The ‘Just Ruler’ In Some Medieval
Islamic Mirrors For Princes”, The Muslim World, Volume 99, April 2009, s. 249.
75
İlmiye sınıfının bozukluğu sebebiyle III. Murad 1577’de sadrazam aracılığıyla kazaskerlere bir hattı
hümayun göndererek Fatih Sultan Mehmet’in medreseler hakkındaki kanununun tamamen tatbikini
emretmiştir. Ancak bu hattı hümayunun tesiri olmadığı, bozuklukların devam etmesinden
anlaşılmıştır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara, TTK
Yayınları, 2014, s. 79. Geçmişteki düzeni yeniden kurma çabaları sonuç vermemiş gözükmektedir.
Değişen zaman ve koşullara uygun yeni çözümler üretme yerine, sorunun kaynağı yöneticilerde
aranmış, yöneticilerin uygulamalarını doğru yapmadıkları düşünülmüştür. Sisteme yönelik bir
değişiklik yapma fikri geliştirilmemiştir.
69
70
232
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
geçmişteki adil düzenin yeniden kurulabileceği beklentisi içinde olunmuştur.
Geleceğe yönelik yeni bir düzen kurma fikri görülmemektedir. Geleneğe bağlılık,
geçmişin adil ve doğru olduğu inancı, geçmişteki düzenin taklit edilmesi isteği,
yöneticilere verilen nasihatlerde geçmişin referans gösterilmesi ve yüceltilmesi İslam
siyaset düşünürlerinin düzen anlayışının yansımalarıdır.
10. Sonuç
İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde düzen kavramı ile devlet, yönetici,
itaat, iktisat, hukuk, adalet ve kanun-i kadim kavramları arasında bağlantı kurulmuş,
düzen anlayışı bu kavramlarla şekillenmiştir. Düzen, dini ve dünyevi düzen olarak
bölümlenmiş olmakla birlikte buna evrensel düzeni de eklemek gerekmektedir.
İslam’ın kendisine göre oluşturduğu bir teorik düzen vardır. Bu düzen, evreni de
içermektedir. Evrende Tanrı tarafından gerçekleştirilen bir yasalılık ve düzen vardır.
Merkezinde Tanrı’nın olduğu evrensel düzen, toplumsal yapıyı belirlemekte,
dünyevi düzen evrensel düzene bağlı olarak açıklanmaktadır. Evrensel düzenin
dünyadaki yansıması, merkezinde siyasi iktidar gücünü elinde tutan ve Tanrı
tarafından görevlendirildiği kabul edilen bir yöneticinin bulunduğu devlet düzeninde
gerçekleşmektedir. Evrensel düzenin kurucusu, Tanrı iken; dünyevi düzenin
kurucusu, yöneticidir. Dünyevi düzenin sağlanmasıyla dini düzen hayata
geçirilebilmektedir. Devlet düzeni ile dini düzen, dinin amaç, devletin araç olması
sebebiyle bağlantılıdır. Dini düzen, inanca dayalı bir düzendir. Dünyevi düzen
iktisatla, hukukla ve siyasetle de bağlantılıdır. Bir yönüyle din temelli olan hukuk,
hem siyasi düzenin hem de dini düzenin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Siyaset de
inanç düzenine ve evren düzenine bağlı olarak Tanrı ile ilişkilidir. İktisadi düzen,
ihtiyaçların giderilmesi anlamında toplumsal düzenin gerçekleşebilmesi açısından
birinci derecede önemlidir. İktisat, öncelikle dünyevi düzene etkilidir sonrasında
dolaylı bir şekilde dini düzene katılır. Bu düzen anlayışları birbirinin içine geçmiş
vaziyettedir. Dini, dünyevi, iktisadi, hukuki ve siyasi düzen, evrensel düzenin bir
parçası olarak toplumsal düzeni belirlemektedir.
Düzenin sürmesinin en önemli dayanağı, adalettir. Adalet, düzenin başlangıç
noktası değildir, var olan düzenin korunması aşamasında gerçekleşmektedir. Düzen
zaten var sayılır. Adalet ise düzenin bozulmasını engellemek içindir. Adalet, mevcut
düzeni koruyan, bu amaca yönelik olan bir kavramdır.
Adalet, yöneticinin kendi idarecilerinin halka zulmetmesini önlemesidir. Halk,
idarecilerden gördüğü zulüm son haddine geldiğinde, bulunduğu yeri terk
233
Özlem BAĞDATLI
etmektedir. Fakirlik yüzünden köylerin dağılması ve köylülerin kaçmaları,76 Celali
isyanları sebebiyle reayanın güçsüzleşerek bölgelerini terk edip köylerden şehirlere
kaçması incelenen eserlerde, düşünürler tarafından konu edilmiştir. Osmanlı
ülkesinde dolaşan Katip Çelebi, gezip gördüğü köylerden birçoğunun harap
olduğunu ancak acem Şahı’nın ülkesinde Hamedan ve Tebriz’de harap köy görmenin
mümkün olmadığını belirtmiştir.77 Komşu devletteki iktisadi durumdan haberdar
olunması kıyas yoluyla halkın sıkıntılarını ortaya koymaktadır. Halk, yerini terk
ettiğinde, ziraat ve üretim durmaktadır, adalet dairesi bozulmaktadır. Bu, aynı
zamanda düzenin bozulması demektir. Düzenin bozulması ve adaletsizlik karşısında
halktan beklenen sadece itaattir.
İtaat, toplumsal düzen için önemli bir kavramdır. Dini ve dünyevi düzen
arasındaki bağlantıyı itaat kavramı üzerinden de kurmak mümkündür. İnsanlar, nasıl
dini düzende Tanrı’ya ibadet ederek sorumluluklarını yerine getiriyorsa; toplumsal
(siyasi) düzende de yöneticiye itaat ederek bu sorumluluklarını gerçekleştirmiş
olmaktadırlar. Dini düzendeki Tanrı’ya itaatin yerini toplumsal düzende yöneticiye
itaat almaktadır. İtaat, kişinin hem yöneticiye hem topluma hem de kendine karşı bir
sorumluluğu gibi düşünülebilir. Çünkü itaat etmediğinde sadece yöneticinin emrine
uymamış olmayacak aynı zamanda toplumun ve kendi huzurunu da bozacaktır.
Düzen bozulduğunda ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelecektir. Düzenin işleyişinin
sağlanması açısından itaat gerekli ve olumlu bir eylemdir. Toplum, siyasi iktidara
itaati karşılığında, düzenli ve istikrarlı bir yaşam sürdürür. Bir toplumdaki ideal
düzen, o toplumu meydana getiren halkın kurallara, kanunlara uyması yani itaat
etmesidir. Ancak toplumun itaati, ihtiyaçlarının giderilmesiyle doğru orantılı olarak
gerçekleşmektedir. Ekonomik olarak ihtiyaçları karşılanmayan halk, düzenin
olduğunu umduğu bir yer arayışına girmekte, göç etmektedir. Baskı, siyasi ve iktisadi
ayırım ve adaletsizlikle karşılaştığında halkın itaati son bulmaktadır ya da en azından
gönüllü bir itaatten artık söz edilmemektedir. Düzen, adalete dayalı olarak sürdüğü
müddetçe halkın itaati doğal olarak gerçekleşirken adaletin ortadan kalkmasıyla
birlikte bu itaat, zorunluluktan kaynaklanan bir eyleme dönüşmektedir. 78
Düzenin her şeye rağmen kurulması için yöneticide bulunması gerekli
niteliklerden vazgeçilmesi, toplumda önemli sorunların olduğunu göstermektedir.
Koçi Bey, Koçi Bey Risaleleri II, s. 111-112.
Katip Çelebi, Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar-Düsturu’l-amel li ıslahi’l-halel,
Hazırlayan: Ali Can, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982, s. 24.
78
Rousseau’nun şu sözleri, düzenin sürmesi ve devlet gücünün devamı açısından itaatin önemini ortaya
koymaktadır: “En güçlü, gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev biçimine sokmadıkça hep egemen
kalacak kadar güçlü değildir. Güçlünün hakkı işte buradan gelir.” J.J. Rousseau, Toplum Sözleşmesi,
Çeviren: Vedat Gürol, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, s. 6.
76
77
234
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
Toplum, düzen içinde olsa ve idare, olması gerektiği gibi yürüse, yöneticinin
(halifenin) tüm nitelikleri taşıması beklenir. Toplumda düzenin bozulmuş olması
sebebiyle tek kaygı “bir yöneticinin iş başında olması”dır. Düşünürlere göre, meşru
kabul edilen bir yöneticiye, halk, mutlak itaat etmelidir. Yönetici adaletten
ayrıldığında ve şeriatın hükümlerine karşı geldiğinde halkın itaat sorumluluğu
ortadan kalkıyor gözükmekle birlikte, yöneticinin bu durumuna kimin ve nasıl karar
verdiği, hukuki işleyişin ne olduğu açık değildir.
İtaati merkeze alan İslam siyaset anlayışını kavramak bugünden bakıldığında
zor gözükebilir. Devletin işleyişi ve düzenin sürmesi bağlamında yöneticiye itaat,
dönemin siyaset düşüncesi içinde gerekli ve anlaşılabilir gözükmektedir. Yöneticiye
itaate özel bir önem verilmesi, düzenin korunması adına öne sürülen bu tutum, dini
bir emir gibi benimsenmiştir. Alimler, zulme rağmen güçlü bir otoriteyi istemişlerdir.
Baskıcı bir otorite karşısında alimlerin gerçek görüşlerini özgürce ortaya
koyamadıkları düşünülebilir. Ancak bu alimler, yeni bir düşünce üretme yolu
izlememiş, eski görüşleri yüceltme ve destekleme yönünde bir tavır sergilemişlerdir.
Bu durum, geleneğin de güçlü bir otoriteye sahip olduğunu göstermektedir. Geleneğe
bağlılık, yeni düşüncelerin ortaya çıkmasını engellemiştir. Tek düşünsel faaliyet
geçmişte yaşanmış ideal düzeni olumlamak, bu dönemde üretilenleri tekrarlamak,
takdir etmek ve sorunların çözümünde onları referans göstermek olmuştur.
İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde, geçmişte hak ve adalete dayanan,
kanun-i kadimin hüküm sündüğü ideal bir dönemin olduğu kabul edilmiştir. Mevcut
düzendeki aksaklıklardan kurtulmanın yolu geçmişe dönmek olarak gösterilmiştir.
Gelecek hakkında beklentiler ya da kurgular tasarlanmamış; geçmiş, ütopik hale
getirilmiştir. Geçmiş idealize edilerek bir anlamda şimdi ile hesaplaşma, şimdiyi
eleştirme tavrı ortaya konmuş gibidir.
Her toplumda insanlar ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla düzenin kurulması
ve sürmesinden yanadırlar. Siyasi otoritenin gerekliliği, toplumun ihtiyaçlarından
doğan sosyal bir gerekliliktir. Düzenin arkasında istikrar ve güvenlik arayışı vardır.
Düşünürün beklentisi ve umudu, adil bir yönetimin sürmesi doğrultusundadır. Genel
olarak toplumun iyiliğini isteyen düşünürün kaygısı ise düzenin bozulmasıdır.
İncelenen eserlerde, istikrarlı ve düzenli bir toplum içinde yaşamanın sağlanması
amaçlanmıştır. Düşünürlerin böyle bir toplumu gerçekleştirmek için önerdikleri
yönetim, Tanrı tarafından görevlendirilmiş yetkin ve güçlü bir yöneticinin iş başında
olduğu, düzenin idamesi gerekçesiyle yöneticinin sorgulanmadığı ve halkın her
koşulda yöneticiye itaat ettiği bir yönetimdir.
235
Özlem BAĞDATLI
Kaynakça
ABDÜSSELAM EL-AMASİ, Tuhfetü’l-Ümerâ ve Minhatü’l-Vüzerâ: Siyaset
Ahlâkı, İstanbul,
Büyüyen Ay Yayınları, 2012.
AHMED, Manzuriddin “Kur’an’da anahtar siyasi kavramlar”, İslam’da Siyaset
Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s.75-103.
ARNALDEZ, Roger, “Farabi’nin Erdemli Şehri ve Ümmet (Umma)”, Çeviren:
Kenan Gürsoy, Uluslararası İbn Türk, Harezmî, Farabi, Beyruni ve İbn Sina
Sempozyumu Bildirileri, Ankara 9–12 Eylül 1985, Ankara, Atatürk Kültür
Merkezi Yayınları, 1990.
BIÇAK, Ayhan, Türk Düşüncesi I: Kökenler, Dergah Yayınları, İstanbul, 2009.
BIÇAK, Ayhan, Tarih Metafiziği, Dergah Yayınları, İstanbul, 2014.
CRONE, Patricia, Ortaçağ İslam Dünyasında Siyasi Düşünce, Çeviren: Hakan Köni,
İstanbul, Kapı Yayınları, 2007.
DURİ, Abdülaziz, İslam İktisat Tarihine Giriş, Çev: Sabri Orman, İstanbul, İnsan
Yay., 2014.
EBU YUSUF, Kitabu’l-haraç, Çeviren: Ali Özek, Hisar Yayınevi, İstanbul, 1973.
FARABİ, İdeal Devlet El-Medinetü’l Fazıla, Açıklamalı Çeviri: Prof. Dr. Ahmet
Arslan, Divan Kitap, İstanbul, 2011.
FARSAKH, Andrea M. “Sünni halifelikle Şii imamlığın mukayesesi”, İslam’da
Siyaset Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 105-140.
FİRDEVSİ, Şahname, Çeviren: Necati Lugal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005.
GAZZALİ, Yönetim Sırları, Çeviri: İbrahim Doğu, Çelik Yayınevi, İstanbul, 2011.
GAZZALİ, İtikadda Orta Yol, Neşir ve Tercüme: Osman Demir, Klasik Yayınları,
İstanbul, 2012.
GAZZALİ, İhyau Ulumi’d-Din, Çeviren: Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınevi,
İstanbul, 2002.
GAZZALİ, el-Munkız, MEB Yayınları, İstanbul, 1990.
GÜL, Muammer, “Ortaçağ İslam Tarihinde Sosyal Sınıfların Tarihine Bir Bakış:
Ahdas Hareketi”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sa. 8,
Balıkesir, 2002.
236
İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı
GÜRİZ, Adnan, Hukuk Başlangıcı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2005.
GÜRİZ, Adnan, Hukuk Felsefesi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2003.
HASAN HAN, Muhibül “Ortaçağ İslam siyasetinde devlete karşı ayaklanma
teorileri”, İslam’da Siyaset Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s.155165.
HİRŞ, E., “Kant’ın Ebedi Barış Üzerindeki Felsefi Denemesi II”, Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1946, C:III , Sa. 2-4, s.268-292.
İBN ABDİRABBİH, Hükümdar ve Siyaset Kitabı, Çeviren: Erkan Avşar, BS Yayın,
İstanbul, 2012.
İBN-İ FİRUZ, Gurretü’l-Beyzâ :Adaletin Aydınlığında, Hazırlayan: Mücahit Kaçar,
Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul, 2012.
İBN HALDUN, Mukaddime I-II, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları,
İstanbul, 2011.
İBN SİNA, Kitabu’ş-Şifa Metafizik II, Çeviri: Ekrem Demirli- Ömer Türker, Litera
Yayıncılık, İstanbul, 2005.
İBN TEYMİYYE, Siyaset es-Siyasetü’ş-şeriyye, Türkçesi: Vecdi Akyüz, Dergâh
Yayınları, İstanbul, 1999.
KATİP ÇELEBİ, Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar-Düsturu’l-amel li
ıslahi’l-halel, Hazırlayan: Ali Can, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları, 1982.
KINALIZADE Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlakı, Tercüman 1001 Eser, ty.
KOÇİ BEY, Koçi Bey Risaleleri I-II, Hazırlayan: Seda Çakmakçıoğlu, Kabalcı
Yayınları, İstanbul, 2008.
LEWİS, Bernard, İslam’ın Siyasal Söylemi, Çev.Prof. Dr. Ünal Oskay, Phoenix
Yayınları, Ankara, 2007.
LÜTFİ PAŞA, Asafname Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982.
MAVERDİ, Ahkamü’s-Sultaniye, Çeviren: Ali Şafak, Bedir Yayınevi, İstanbul,
1994.
MAVERDİ, Siyaset Sanatı -Nasihatü’l-Müluk, Çeviren: Mustafa Sarıbıyık, Ark
Yayınları, İstanbul, 2004.
237
Özlem BAĞDATLI
MAVERDİ, Yönetimin Esasları- Teshilü’n-nazar ve ta’cilü’z-zafer fi ahlaki’l-melik
ve siyasetü’l-mülk-Beyrut,1987, Türkçesi: Mehmet Ali Kara, İlke Yayınları,
İstanbul, 2008.
NİZAMÜLMÜLK, Siyasetname, Farsça Aslından Çeviren: Mehmet Taha Ayar,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010.
OHLANDER, Eric,“Enacting Justice, Ensuring Salvation: The Trop Of The ‘Just
Ruler’ In Some Medieval Islamic Mirrors For Princes”, The Muslim World,
Volume
99,
April
2009,
s.237-252,
(Çevrimiçi)
https://onlinelibrary.wiley.com/doi/full/10.1111/j.14781913.2009.01267.x/epdf, 27 Aralık, 2018.
PİR MEHMED ZA’İFİ, Gülşen-i Müluk, Hazırlayan: Vedat Ali Tok, Büyüyen Ay
Yayınları, İstanbul, 2013.
ROUSSEAU, J.J., Toplum Sözleşmesi, Çeviren: Vedat Gürol, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul, 2010.
ŞEYHOĞLU MUSTAFA, Kenzü’l-Kübera ve Mehekkü’l-Ulema: Büyüklerin
Hazinesi Âlimlerin Mihenk Taşı,Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Yavuz, İstanbul,
Büyüyen Ay Yayınları, 2013.
TAFTAZANİ, İslam İlmi ve Akaidi, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh
Yayınları, İstanbul, 1982.
TOKTAŞ, Fatih, “Farabi’nin Kitâbü’l-Mille adlı eserinin takdim ve çevirisi”, Divan,
2002/1, s.247-273.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, TTK
Yayınları, Ankara, 2014.
YUSUF HAS HACİB, Kutadgu Bilig, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, Kabalcı
Yayınevi, İstanbul, 2005.
238
Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi
Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev)
Dr. Salih Zeki HAKLI
Polis Akademisi
Özet: 1869 yılında Azerbaycan’ın Şuşa şehrinde doğan Ahmet Ağaoğlu, 2. Meşrutiyet döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında önemli görevler
üstlenmiş en etkin aydın ve siyasetçilerden birisidir. 2. Meşrutiyet döneminde
savunduğu milliyetçi fikirler ile Cumhuriyet döneminde savunduğu Batılılaşmacı ve liberal görüşler onun her iki dönemde entelektüel ve siyasî merkezin
yakınında olmasını sağlamıştır. Ağaoğlu’nun bu fikirleri savunmasında ve zihnindeki Türkiye resminin oluşumunda Azerbaycan’da ve Rusya’da edindiği
tecrübe oldukça önemli bir yere sahiptir. Doğduğu şehirde Rus ortaokuluna giden ve sonrasında ise Tiflis lisesini tamamlayan Ağaoğlu, bu yıllarda Arapça,
Farsça ve Rusça öğrenmiştir. Nitekim Çarlık Rusya’sında oluşturduğu zihniyet
dünyası üniversite eğitimi için Fransa’ya gitmesini ve hukuk, tarih, filoloji ve
oryantalizm alanlarında eğitimini sürdürmesini sağlamıştır. Öğrenimini tamamladıktan sonra Azerbaycan’a dönerek, milliyetçi düşünür ve siyasetçilerle
birlikte fikir ve siyasî hareketler içerisinde yer almış ve 1909’da ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etmiştir. Nitekim Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında teklif ettiği devlet sistemi ve toplumsal yapı modelinde Çarlık Rusya’sında aldığı eğitimin ve sonrasında yürüttüğü siyasî tecrübenin bıraktığı izler aşikârdır. Özellikle Azerbaycan’daki toplumsal yapı ve beşerî ilişkiler üzerinden getirdiği eleştiriler onun Batılılaşma anlayışının temelini teşkil
etmektedir. Böylelikle Ağaoğlu, CHF ve SCF içinde yürüttüğü siyaset ve neşrettiği Akın gazetesi ile sayısız kitap ve makaleler aracılığıyla tek-parti döneminin önemli aydın-siyasetçilerinden birisi olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Ahmet Ağaoğlu (Agayev), Türkiye’de Tek-Parti
Dönemi, Türk Modernleşmesi, Azerbaycan
A Portrait Of A Turkish Intellectual-Politician Grew Up İn Tsarıst Russia: Ahmet Agaoglu (Agayev)
Abstract: Ahmet Agaoglu (Agayev) who was born in Azerbaijan in
1869 was one of most the influential intellectual and politician that he undertook important assignments in the 2nd Constitutional Period of Ottoman Empire
and in the first years of Turkish Republic. Both the ideas on nationalism that
Salih Zeki HAKLI
he embraced in the 2nd Constitutional Period and the notions on Westernization
and liberalism that he advocated in the Turkish Republic had ensured that he
could stood near the intellectual and political center in the both terms. The experience that he gained in Azerbaijan and Tsarist Russia had an important place
that he advocated these ideas and had formed his image of Turkey. Agaoglu
who went to Russian middle school in his birthplace and then accomplished
Tbilisi high school learnt Arabic, Persian and Russian in these years. As a matter fact the mindset that he generated in Tsarist Russia ensured that he could go
to France and he educated on law, history, philology and orientalism there.
Having completed his education, he returned Azerbaijan and interested in intellectual and political movements with nationalist intellectuals and politicians.
He migrated to Istanbul with his family in 1909. His educational period in Tsarist Russia and his political experience in Azerbaijan had an important role that
he proposed model of state and societal construction in the late years of Ottoman Empire and in the first years of Turkish Republic. His critics on societal
construction and human relations in Azerbaijan formed his Westernization
thoughts. Thus, Agaoglu became one of the most important intellectual-politicians in One-Party term in Turkey through his politics where he performed in
Republican Peoples Party (CHP) and in Free Republicans Party (SCF) and
through his publications that he published Akın Daily and countless books and
articles.
Keywords: Ahmet Agaoglu (Agayev), One-Party Term in Turkey, Turkish Modernization, Azerbaijan
Giriş
2. Meşrutiyet döneminin ve Cumhuriyet ilk yıllarında önemli görevler üstlenmiş olan Ahmet Ağaoğlu, her iki dönemde tartışılan birçok siyasî ve ilmî konuyla
ilgili görüşlerini kaleme aldığı kitap ve makalelerinde dile getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk toplumunun güçlenmesi ve gelişmesi için tavizsiz bir Batılılaşma fikrini savunarak, Batı medeniyetinin maddî ve manevî tüm unsurlarının nakledilmesi gerektiğine inanmıştır. Türk modernleşmesinin gerçek amacının esasında
Batılılaşma önündeki siyasî ve kültürel engelleri kaldırmak olduğuna inanan Ağaoğlu, siyasî ve iktisadî sistemin liberal-bireyci ilkeler ekseninde örgütlenmesini ve
toplumsal ilişkiler sisteminin de geleneksel değerler yerine Batılı değerler doğrultusunda tanzim edilmesini sürekli vurgulamıştır.
Bu minvalde sunumun temel tezi, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında keskin
bir toplumsal değişimi teklif eden ve katı bir Batılılaşma anlayışına sahip olan Ahmet
Ağaoğlu’nun zihniyet dünyasının oluşumunda doğup büyüdüğü on dokuzuncu yüzyıl Azerbaycan’daki toplumsal yapı ile ortaokul, lise ve üniversite eğitimini aldığı
240
Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev)
modern Rus okullarının etkisinin önemli olduğudur. Katı bir Batılılaşma taraftarı
olan Ahmet Ağaoğlu’nun, özellikle Cumhuriyet dönemindeki, aydın-siyasetçi portresini tam manasıyla anlayabilmek için bu iki hususu bir arada değerlendirmek gerekmektedir. Buna göre ilk olarak 1908 yılında zorunlu olarak Azerbaycan’dan İstanbul’a ailesiyle birlikte göç eden ve 2. Meşrutiyet ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında
oldukça etkin bir aydın ve siyasetçi olan Ağaoğlu’nun Cumhuriyet döneminin ilk
yıllarında savunduğu Batılılaşma düşüncesinin ele alınması önemlidir. İkinci olarak
ise, Ağaoğlu’nun Cumhuriyet döneminde savunduğu Batılılaşma düşüncesinin oluşumunda Ağaoğlu’nun ilk gençlik yıllarını geçirdiği ve bu dönemde Çarlık Rusya’sının egemenliği altındaki Azerbaycan’daki sosyal hayatın ve onun Azerbaycan ile
Rusya’da aldığı modern seküler eğitim etkilerinin de dikkate alınması önemlidir.
Bu iki husus üzerinden yapılacak değerlendirme Türk modernleşmesi sürecinde Çarlık Rusya’sının etkisini de izlemeyi mümkün kılmaktadır. Zira on dokuzuncu yüzyılın başında etkisini derinden hissettirmeye başlayan ve Cumhuriyet döneminde etkisi daha yoğun hissedilen Türkiye’deki değişim sürecinde Çarlık
Rusya’sının doğrudan ve dolaylı etkileri çoğu kere göz ardı edilmektedir. Oysaki Osmanlı idarecilerinin ordu başta olmak üzere birçok idarî ve siyasî kurumu modernleştirmek istemelerinin temel nedeni on sekizinci yüzyılda bir dünya devleti haline
gelen Rus Çarlığı’na mukavemet edebilmektir. Bununla birlikte Rusya’ya karşı koyabilmek adına başlatılan Türk modernleşmesinde entelektüel ve siyasî alanlarında
yine Rusya’da doğup büyümüş ve orada eğitim almış Türklerin de büyük etkiye sahip
olduğu görülmektedir. Rusya’nın modernleşme hamlesine Osmanlı’dan neredeyse
bir yüzyıl önce başlaması Osmanlı Devleti’nin modernleşme sürecinde ihtiyaç duyduğu beşerî kaynağı temin etmesinde önemli yere sahip olmuştur. Bilhassa
Rusya’nın modern eğitim kurumlarında on dokuzuncu yüzyılın devrimci ve yenilikçi
fikirlerine temas eden Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Hüseyinzade Ali, Zeki Velidi
Togan gibi Kırım ve Kafkas kökenli Türkler Osmanlı’nın son ve yeni Cumhuriyetin
ilk yıllarında yönetici elitin kıymet verdikleri insanların başında yer almışlardır.
1869’da Azerbaycan’ın Karabağ bölgesindeki Şuşa şehrinde doğan ve ilk gençlik
yıllarını burada geçiren Ahmet Ağaoğlu da uzun süre böyle bir itibara sahip olan
aydın ve siyasetçilerden biri olmuştur.
Bununla birlikte Ahmet Ağaoğlu’nun zihniyet dünyasını incelemek birçok açıdan ayrı öneme sahiptir. Zira onun savunduğu toplumsal değişim fikri yeni yönetici
kadro tarafından büyük ölçüde benimsenmiş gibidir. 1924 ilâ 1934 yılları arasında
siyasî ve toplumsal alandaki hızlı ve köklü değişiklikler yaşanmadan çok daha önce
Ağaoğlu’nun bunlara ilişkin eleştiri ve tekliflerini dile getirdiği bilinmektedir. Bu
nedenle onun görüş, eleştiri ve tekliflerini anlamaya çalışmak Cumhuriyetin ilk
241
Salih Zeki HAKLI
yıllarındaki değişim sürecini anlamayı kolaylaştırmaktadır. Ayrıca Ağaoğlu’nun düşünce ve faaliyetlerini ele almak Cumhuriyetin ilk yıllarında Kırım ve Kafkas kökenli
Türk düşünür ve siyasetçilerin etkisini ölçmek adına da kıymetli bilgi sunmaktadır.
1. Ağaoğlu’nun Medeniyet ve Batılılaşma Düşüncesi
Ahmet Ağaoğlu, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’un işgal edilmesini
müteakip işgalci güçler tarafından Malta’ya sürülen yönetici ve aydın grup içerisinde
yer almıştır. Ağaoğlu’nun medeniyet ve Batılılaşmayla ilgili keskin görüşleri de bu
sürgün yıllarında şekillenmiştir. Ankara hükümetinin çabaları neticesinde sürgünden
kurtulduktan sonra Türklüğün geleceğini ancak Türkiye Türklerinin kurtaracağını
düşünerek Ankara’ya gelmiş ve Millî Mücadeleye katılmıştır. Sürgün yıllarında kaleme aldığı notlarını Türkiye’ye geldikten sonra önce Türk Yurdu dergisinde seri
makaleler şeklinde neşrettikten sonra “Üç Medeniyet” adını verdiği kitabında toplamıştır. Ağaoğlu’nun Batılılaşma ve kültür değişikliğiyle ilgili görüşleri onun yeni
dönemde etkin makamlarda olması nedeniyle ayrı önemi haiz bulunmaktadır. Zira
Malta sürgünü sonrası Ankara Hükümetinin yarı resmi yayın organı olan Hakimiyeti Milliye gazetesinin başyazarı olmuş ve ilerleyen dönemde ise Matbuat Umum Müdürü görevini yürütmenin yanı sıra Hukuk Fakültesi’nde anayasa hukuku dersleri de
vermiştir. Ayrıca Kars mebusu olarak TBMM’de de görev yapan Ağaoğlu yönetici
kadronun yakın çevresinde yer almıştır. Bu konumunu Mustafa Kemal’in iradesi neticesinde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın genel sekreteri olduğu döneme kadar sürdürmüştür.1
1. Dünya Savaşı yıllarından sonra kararlı ve samimi bir Batılılaşma taraftarı
olan Ağaoğlu’nun teklif ettiği değişimin içeriğine ve hızına ilişkin görüşlerine bakıldığında, yeni yönetici kadronun Ağaoğlu’nun yaklaşımını büyük ölçüde benimsemiş
olduğu görülmektedir. Bu nedenle Cumhuriyet’in ilk yıllarında kültürel değişime
yüklenen anlamı, değişim sürecinin planlanması ve de bu esnada toplumla kurulacak
ilişkinin seviyesini anlayabilmek için Ağaoğlu’nun medeniyet ve kültür değişikliğiyle ilgili görüş ve eleştirilerini incelemek oldukça önemlidir. O da dönemin birçok
düşünür ve siyasetçisi gibi Osmanlı ve diğer Müslüman toplumların Batılı ülkeler
karşısındaki askerî mağlubiyetini bir din ve kültür yenilgisi olarak değerlendirmektedir.2 Bu değerlendirmesi onun medeniyetleri sınıflandırmasında ve medeniyetler
arasında varsaydığı çatışma ilişkisine bakıldığında açıkça görülmektedir.
Salih Zeki Haklı, “Ahmet Ağaoğlu’nun Batılılaşma Düşüncesinde Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve
Kültürel Değişim”, Muhafazakâr Düşünce, S. 54, Mayıs-Ağustos 2018, s. 119.
2
İsmail Kara, Din ile Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, Dergâh Yayınları,
İstanbul, 2012, s.33.
1
242
Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev)
Ağaoğlu’na göre kendi çağında birbiriyle rekabet halinde bulunan “Batı, İslam ve
Buda-Brahma” medeniyetleri arasındaki mücadeleyi Batı medeniyeti kesin şekilde
kazanmıştır. Diğer iki medeniyete mensup toplumların ise hayatlarını sürdürebilmelerinin yegâne yolu Batı medeniyetini her şeyiyle örnek almaların bağlıdır. 3
Ahmet Ağaoğlu, Batı’nın diğer medeniyetlere olan bu üstünlüğünün insanı birey olarak tanımasından, bireyin siyasî, ekonomik ve sosyal haklarını koruması ve
geliştirmesinden, serbest ticaret sistemini tesis etmesinden, toplumunda dayanışma
duygusu ile iş bölümü anlayışını yerleştirmiş olmasından ve rekabetçi bir demokratik
siyasî sistemi kurmasından kaynaklandığını belirtmektedir. Diğer iki medeniyet ise,
bu durumun tam aksine, bireyi yüzyıllardır tahakküm altına aldığı ve çağa uygun bir
toplumsal yapı meydana getiremediği için Batı karşısında yok olma tehdidiyle karşı
karşıya kalmaktadır.4
Ağaoğlu’nun her iki medeniyet arasında gördüğü bu farklılıkların sebeplerini
ve sorumlularını tenkit ederken oldukça öfkeli ve karamsar bir dili tercih ettiğine
şahit olunmaktadır. Nitekim Batı medeniyetinin üç yüzyıllık süre zarfında kat ettiği
aşamalar sonucunda düşünce hürriyetine, vicdan hürriyetine ve siyasî hürriyete kavuştuğunu fakat bu dönemde Doğu’nun azınlık bir grubun baskısı altında kalarak
mütemadiyen gerilediğini ifade etmektedir. Ağaoğlu, Müslüman toplumların yaşadığı gerilemenin esas sorumlusu olarak gördüğü bu azınlığın eski dönemin ulemasından, idarecilerinden ve edebiyatçılarından oluştuğunu belirtmektedir.5 Ahmet
Ağaoğlu, Türkiye’nin kurtulması için bu baskının kaldırılması ve tıpkı Batı’da olduğu gibi bireyin ve onun hürriyetlerinin esas alınacağı bir sistemin kurulması gerektiğini teklif ederken, Cumhuriyet dönemi inkılaplarının da esasında bu amaç doğrultusunda gerçekleştirildiğini iddia etmektedir. 6
Ağaoğlu bu değişim sürecinde Batı’dan nelerin alınıp nelerin alınamayacağına
dair bir liste yapmanın da mümkün olmadığını belirterek; Mehmet Akif ve Ziya Gökalp gibi toplumun kültürel değerlerini korumaya dayalı seçici bir aktarmacılığa itiraz etmektedir. Zira Doğu medeniyetinde bireyin varlığının ve gelişiminin engellenmesini Doğu’nun ahlâkî anlayışına dayandırmaktadır. Bu nedenle değişimin kısmî
değil toptan olmasını savunmaktadır. Nitekim Ağaoğlu, bu görüşünden hareketle,
Türkiye’nin toplumsal yapısının neredeyse bütün temel unsurlarını tenkit eder durumdadır. Aile içinde kadın ve erkek arasındaki ilişki biçimi, bu ilişki biçiminin çocukların zihnî ve ahlâkî gelişimine tesiri, Türk evinin dış ve iç mimarî özellikleri ve
Ahmet Ağaoğlu, Üç Medeniyet, Doğu Kitapevi, İstanbul 2013, s.20.
Ahmet Ağaoğlu, Devlet ve Fert, Sanayiinefise Matbaası, İstanbul 1933, s.27.
5
Ahmet Ağaoğlu, İhtilal mi İnkılap mı?, Alaeddin Kıral Basımevi, Ankara 1942, s.41.
6
Ağaoğlu, Devlet ve Fert, s.117.
3
4
243
Salih Zeki HAKLI
de kadınların giyim ve kuşamları bu sert eleştirilerin genel çerçevesini oluşturmaktadır. Elbette bu eleştiriler sadece aile hayatıyla sınırlı kalmamaktadır. Ona göre mevcut eğitim anlayışı, eski hükümet sistemi, dinî anlayış ve edebî ürünler de Türk toplumundaki ferdî faziletlerin yok olmasının temel nedenleri olarak sayılmaktadır. 7
Ağaoğlu’nun eleştirdiği kültürel hayat içerisinde merkezî rolü dinî kural ve
uygulamaların teşkil ettiği görülmektedir. Bu değerlere yönelik sert eleştirileri olsa
da onun dinin terk edilmesini önerdiğini söylemek pek mümkün değildir. Ağaoğlu
dinin terk edilmesini değil ama reforme edilmesi gerektiğini düşünmektedir. 1920’li
yıllarda Türkiye’de en yoğun tartışılan konular arasında “Dinde Reform” meselesi
gelmektedir.8 Ağaoğlu’nun da bu tartışmaların içinde olduğu anlaşılmaktadır. Ahmet
Ağaoğlu, Türkiye’nin dinini değiştirmesini değil ama toplumun dini anlama ve yaşama biçiminin değiştirilmesini teklif eder görünümdedir. Ona göre Batı medeniyeti,
kendi toplumsal yapısını zayıflattığını düşündüğü din anlayışını ve de din adamlarının toplum üzerindeki tesirini ortadan kaldırarak toplumsal ve siyasî ilerlemesini sağlamıştır. Ağaoğlu, Türkiye’nin de benzer bir hamle gerçekleştirebilmesi için benzer
tedbirleri ve yöntemleri tatbik etmesi gerektiğine inanmaktadır. 9 Batı medeniyetinde
dinin bu yeni yorumu, kendi ifadesiyle, kör taassuba ve riyaya dayalı dinî anlayışa
isyan ederek varlık kazanmıştır. Bu duruma benzer bir örneğin ise Müslüman toplumların mazisinde bulunmadığını ve bu nedenle Doğu toplumlarında dinin kör taassup ile riyayla malûl olduğunu ifade etmektedir.10
2. Batılılaşmaya İlişkin Görüşlerinde On Dokuzuncu Yüzyıl Azerbaycan’ının ve Modernleşme Dönemi Rusya’sının Tesirleri
Ağaoğlu’nun Türkiye’nin toplumsal yapısıyla ilgili bu görüş ve eleştirilerinin
oluşumunda Fransa’daki üniversite eğitimi sırasında dönemin en ünlü oryantalist düşünürleri olan James Darmesteter ve Ernest Renan gibi hocalarının ve Paris’te katıldığı salonlardaki entellektüellerin Doğu ve Müslüman toplumları hakkındaki görüşlerinin büyük etkisi olduğu aşikârdır. Ağaoğlu Fransa yıllarında kısa süre içerisinde
Renan’ın dikkatini çekmiş ve onun himayesinde bir dizi önemli çalışmalar yapmıştır.
Bununla birlikte Ağaoğlu’nun Batılılaşma düşüncesinde ve modernleşme teklifinde
Fransa’daki eğitimi ve ilişkileri kadar Azerbaycan tecrübesinin oldukça önemli bir
yere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Hatta onu Darmesteter ve Renan’a
Ağaoğlu, Üç Medeniyet, s. 64.
Muhammed R. Feroze, “Laiklikte Aşırılık ve Ilımlılık”, Türkiye’de İslâm ve Laiklik, Ed. ?, İnsan
Yayınları, İstanbul 1995, s.27.
9
Ahmet Ağaoğlu, Gönülsüz Olmaz, ?, Ankara 1941, s.30.
10
Ahmet Ağaoğlu, Ben Neyim, ?, İstanbul 1939, s.19.
7
8
244
Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev)
yaklaştıran eğilimlerin Azerbaycan ve Rusya’daki izlenim ve değerlendirmeleri olduğu görülmektedir.11
Ağaoğlu’nun ilk gençlik yıllarını geçirdiği on dokuzuncu yüzyıl Azerbaycan’ı;
Rusya, Osmanlı ve İran’da hissedilen değişim ve dönüşümü derinden hisseden bir
bölgedir. Türk ve İran kültürünün izlerini taşıyan Azerbaycan on dokuzuncu yüzyılda
Rus işgalinden sonra yeni bir kültürle de temas halinde olmaya başlamıştır. 1804
yılında başlayan Rus işgali, 1828’de Rus Çarlığı ve İran arasında imzalanan Türkmençay Anlaşması sonucu Rusya’nın siyasî hakimiyetiyle neticelenmiştir. Bu dönemle birlikte, özellikle 1840’lardan itibaren, Rusya Çarlığı Kafkasya bölgesini Rus
idaresinin parçası yapma sürecini hızlandırmıştır. Yüzyılın sonlarına kadar Rus yönetimi yerel halkı çok fazla tedirgin etmemiş olsa da bazı topraklar yerel beylerden
ve ağalardan alınarak istimlak edilmiş ve yine birçok Müslüman memur görevlerinden uzaklaştırılmıştır.12
Bu süreçte çeşitli bölgelerden Ermeni nüfusun göç ettirilmesi suretiyle Azerbaycan üzerindeki Rus hakimiyetinin artırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu iskân
politikasının bölgenin demografik yapısını ne denli değiştirmiş olduğu on dokuzuncu
yüzyılın başındaki ve sonundaki Ermeni nüfusun genel nüfusa oranı üzerinden açıkça
anlaşılmaktadır. Öyle ki Şuşa’daki Ermeni nüfusu 1823’te %27,5 oranına karşılık
gelirken henüz on yıl dahi olmadan 1832’de bu oran %44,9’a ve 1897’de ise %53,1’e
yükselmiştir.13 Artan Ermeni nüfus idarî görevlerdeki etki ve nüfuzun Müslümanların aleyhine işlemesini beraberinde getirmiştir. Bu da Türklerin modern eğitim alıp
devlet dairelerinde görev alma isteklerine yol açmıştır.
Azerbaycan Rus egemenliğini idarî ve kültürel açıdan hazmetmeye çalışırken
ticarî hayatta da büyük değişimlerle karşılaşmaya başlamıştır. Özellikle 1859’da
Bakü’de ilk kez petrolün bulunması bu değişimin hızlandırıcı faktörü olarak kendisini göstermiştir. Yüzyılın ikinci yarısında ticaret, sanayi ve şehir merkezlerinde yaşanan büyüme bir yandan Müslüman Türklerin durumunu daha da zora sokarken bir
yandan da pek çok Müslüman aydın ülke meselelerine çareler aramaya başlamıştır. 14
1869 doğumlu Ahmet Ağaoğlu da Azerbaycan’daki geleneksel düzenin Rus
idaresiyle karşılaştığı bu sancılı dönemin şahitlerinden biri olmuştur. Bu gerilimli
dönemin onun fikir hayatını derinden etkilemiş olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim onun Türkiye’nin toplumsal yapısında tenkit ettiği neredeyse bütün hadiseleri
Hilmi Ozan Özavcı, Intellectual Origins of the Republic Ahmet Ağaoğlu and the Genealogy of
Liberalism in Turkey, Brill, Leiden 2015, s.46.
12
A. Holly Shissler, Between Two Empires, I.B. Tauris Publisher, London 2002, s. 58.
13
Hayri Çapraz, “19. Yüzyılda Rusya’nın Karabağ Politikası”, Belgi, S.3, Kış 2012/1, s.237-8.
14
Dursun Çelik, “XIX ve XX. Yüzyıllarda Azerbaycan Birinci Bölüm”, Bilig, S.3, Güz 1996, s. 64-5.
11
245
Salih Zeki HAKLI
Azerbaycan’daki hayatına bakarak dile getirdiği kendi hatıratı incelendiğinde anlaşılmaktadır. Bu manada Ağaoğlu’nun Batılılaşmayı Türkiye için mecbur gören travmatik anlayışının temelinde Osmanlı Devleti’nin yıkılması kadar on dokuzuncu yüzyılda Azerbaycan’daki toplumsal hayat ile modern Rus okullarındaki eğitim süreci
de yer almaktadır.
Ağaoğlu’nun kendi hatıratından anladığımıza göre bu dönemde Azerbaycan’da İran menşeili dinî anlayış ile Rusya menşeili modern anlayış arasında güç
mücadelesi yaşanmaktadır. Ağaoğlu kentin en saygın ve muteber ailelerinden birisine mensup olması nedeniyle ailesi hem yerli halk nazarında belirli bir itibara sahip
olmuş hem de Rus idarecilerle yakın ilişkide bulunmuşlardır. Bu durum Ağaoğlu’nun
her iki tarafın dünyayı anlama biçimine yakından temas etmesini sağlamıştır. Ağaoğlu ailesini ve çevresini tasvir ederken Şii mezhebine dayalı dinî inancın ve aşiret
yapısının sosyal hayatı belirleyen temel pre-modern unsurlar olduğunu zikretmektedir. Öyle ki Azerbaycan toplumundaki tüm statü, roller ve davranış kalıplarının buna
göre tasarlanmış durumda olduğunu belirtmektedir.15 Dedesi kent halkı tarafından
saygı duyulan bir alim ve şairdir. Bununla birlikte ailesinde etkin olan esas kişi amcasıdır. Dindar ve sert birisi olarak tasvir ettiği amcasının babası ve annesi üzerinde
hâkim konumda olduğunu ifade etmektedir. Ağaoğlu’nun aile hayatıyla ilgili olarak
annesinden bahsettiği kısımlar oldukça önemlidir. Zira ilerleyen yıllarda kadınların
aile ve toplumsal hayattaki etkinliğini artırması meselesine büyük ehemmiyet vermiştir. Ağaoğlu’nun kadınların hayatlarına ilişkin eleştirdiği birçok husus ile annesinin aile içindeki konumuna ilişkin ifadeleri birçok yerde paralellik göstermektedir.
Ağaoğlu, kendisinin ailede köle gibi olduğunu bilen ve bu köleliğe kendisini teslim
eden bir kadının kendi şahsiyeti kadar yetiştirdiği çocukların şahsiyetine de zarar
verdiğini ifade etmektedir. Müslüman toplumlarda kadın ve erkek arasındaki bu ilişki
biçiminin kişinin henüz çocukluk döneminde yerleşmeye başladığını ve toplumsal
yapıdaki tüm sorunların kaynağında da kişinin bu dönemde edindiği kötü izlenim ve
tecrübelerin etkisi olduğu sonucuna ulaşmaktadır.16
Ağaoğlu’nun düşünce sisteminde kendi aile hayatı kadar dönemin toplumsal
yapısının ve bu yapıdaki değişimin de etkili olduğu söylenebilir. Bu değişim sürecinde yerel Rus idareciler modern Rus anlayışını yerleştirmek isterken din adamları
ise geleneksel din anlayışına dayalı eğitim sistemini korumaya çalışmaktadır. Bilhassa geleneksel ilişkiler sistemi ile Rus anlayışı arasındaki mücadele gençler üzerinde tesirini göstermiştir. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki Rus hakimiyeti
15
16
Samet Ağaoğlu, Babamdan Hatıralar, Zerbamat Basımevi, Ankara 1940, s.64.
Ağaoğlu, Üç Medeniyet, s. 63.
246
Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev)
gençlerin toplumdaki geleneksel rollerini ve konumlarını sorgulamalarını beraberinde getirmiştir.17 Ağaoğlu, kendi gençlik döneminde, yaşlı Ermenilerin yaşantı ve
davranış açısından Türklere çok benzediklerini ama gençlerin farklı konuştuklarını,
giyindiklerini ve davrandıklarını belirterek bu kişilerin Türkleri küçük gördüğünü
söylemektedir. Ağaoğlu’nun da içinde yer aldığı bu genç Türk kuşak hem bu mukayese hem de aldıkları modern eğitim ve karşılaştıkları yeni fikirler sonrasında kendi
konumunu, statüsünü ve geleceğini ilk kez sorgulayan nesle karşılık gelmektedir. 18
Azerbaycan’da yaşanan bu idarî, iktisadî ve kültürel değişim süreci elbette ki
sadece gençleri değil, Müslüman halkın tamamını ikilem içinde bırakmıştır. Buna
göre Müslümanlar ya geleneklerine bağlı kalmak ya da modern Rus ilişki sistemine
dahil olmak şeklindeki iki seçenek arasında kalmışlardır. Bu seçeneklerin arasında
eğitim meselesi ise ayrı bir öneme sahip olmuştur. Zira çocukların eski okullarda
eğitimlerini sürdürmeleri halinde geleneksel beşerî ilişkiler kendisini muhafaza edecektir. Buna karşın Müslüman çocukların bölgede açılan yeni Rus okullarına gönderilmesi halinde ise Rus bürokrasisinde ve ticari hayatta Müslümanların da yer alması
mümkün olabilecektir.
Bu süreçte Türkler Rusya’nın marifetiyle bölgeye hızla göç ettirilen Ermeni
nüfusla rekabet edebilmek, yeni sosyo-ekonomik düzenin parçası olabilmek ve oluşan bu yeni duruma uyum sağlayabilmek için Batılı veya Rus eğitim sürecinden geçmek durumunda olduklarına inanmaya başlamışlardır. Bu kapsamda Azerbaycan’daki ilk değişim hamlesi “Usul-i Cedit” adıyla başlamıştır. Özellikle Müslüman
halkın açtığı seküler eğitim kurumları aracılığıyla toplumun, özelde ise kadınların,
durumlarının değiştirilmesi hedeflenmiştir.19 Bölgedeki Rus idaresi bu gelişmeden
başta memnuniyet duymasına karşın, bu okulların bölgenin tam manasıyla Ruslaştırılmasını engellemesi nedeniyle zamanla bu tavır değişmeye başlamıştır. Rus idareciler, bölgedeki din adamlarının toplumun davranışların şekillendirmede en tesirli
güç olduklarını kısa süre içerisinde fark etmişlerdir. Din adamlarının halka verdikleri
vaazlarda Rus karşıtı fikirleri dile getirmeleri ve bu yeni okullarda farklı bir bilinçlenme durumunun ortaya çıkması Rusların yönetim ve eğitim anlayışında birtakım
değişikliklere gitmelerine neden olmuştur. Ruslar süreci tersine çevirmek için din
adamlarının Rusya tarafından eğitilmesini ve böylece Rus hakimiyet ve idaresine aykırı düşen fikirlerin yayılması yerine din adamlarının yönetimin birer aracı haline
Shissler, age, s.45.
S. Ağaoğlu, age, s.68.
19
Reyhan Yakışan, 19. Yüzyıl Azeraycan Kadının Sosyal Durumunun Yenileşmesinde Hacı
Zeynelabidin Tagiyev’in Etkileri”, Türk Tarihi Araştırmaları, C.2, S.1, Bahar 2017, s.103.
17
18
247
Salih Zeki HAKLI
getirilmesini uygulamaya çalışmışlardır. 20 Nitekim gerek Müslümanların açtıkları
modern okulların ve ulemanın etkisini azaltmak için Rus eğitimini ve kültürünü verecek yeni okulların Azerbaycan’da açılmasına karar verilmiştir. Rus idaresi, bilhassa İran’ın bölgedeki tesirini azaltmak için, çok sayıda Rus-Tatar okulu açması ve
Müslüman halkı Rus kültürüne dahil etme gayretleri bölge insanı üzerinde değişik
tesirler bırakmıştır. Modern ilimlere temas eden Müslüman Türkler kendi halklarının
mevcut siyasî ve kültürel durumuna itiraz ederek toplumları için mücadele etme gayreti içine girmişlerdir. Bununla birlikte bölgedeki İran ve Şii nüfuzunu geriletmeyi
Ruslar değil, bu yüzyılın sonlarından itibaren Pantürkist aydınlar başarmıştır.
Ahmet Ağaoğlu da ilkokulu geleneksel değerler ekseninde eğitim veren
Şuşa’daki Sıbyan mektebinde tamamlamış olsa da ailesinin Rus idarecilerle olan yakın ilişkisi nedeniyle ortaokul ve lise eğitimini modern Rus okullarında tamamlamıştır. Ortaokulu 1884’te bitiren Ağaoğlu, 1887’de Şuşa’da lise eğitimi veren Rus Gymnassium’unu ve 1888’de ise Tiflis’teki liseyi başarıyla bitirmiştir. Şuşa’daki Gymnasium onun fikir hayatındaki ilk farklı etkiyi doğuran yer olmuştur. Çarlık Rusya’sı
on dokuzuncu yüzyılda ihtilal söylemiyle hareket eden Dekabristleri Sibirya ve Kafkasya’ya sürgün yollamıştır. Bu da bölgenin yeni fikirlerle tanışmasına yol açmıştır.21 Ayrıca bu yıllarda, özellikle 1870 sonrası, Narodnik (Popülist) hareketinin oldukça güçlü olduğu bilinmektedir. Rus aydınları Rusya’nın taşra bölgelerine “Halka
gidelim!” düsturuyla giderek, otokrasi ve müesses din anlayışı karşıtı fikirleri yaymaya çalışmışlardır. Ağaoğlu’nun okuduğu okulda da bu devrimci fikirleri savunan
öğretmenlerin olduğu görülmektedir.22
Ağaoğlu, lisedeki bu devrimci Rus öğretmenlerin, kendisinin mensubu olduğu
Müslüman toplumun inanma, düşünme ve yaşama biçimini sorgulamasını nasıl sağladığını detaylıca anlatmaktadır.23 O, bu dönemde sürekli gelenek ve modernite arasında karşılaştırma yapmakta ve yeni olana hayranlığını ifade ederken eski olanı tenkit etmektedir. Ağaoğlu’nun hatıratında gençlik yıllarındaki bu iki farklı yapıyı okulların yapısından öğretmenlerin niteliğine, ders müfredatlarından ödül-cezalandırma
anlayışına kadar tüm yönleriyle mukayese ettiği görülmektedir. Bu ifadelerinde çocukken gittiği Sıbyan mektebini olumsuz tasvir ederek, onu Rus lisesiyle kıyaslar.
Mektepte sıra olmadığını, 6-15 yaş arası erkek çocukların döşeme tahtasına diz çökerek bağıra bağıra sallandıklarını, muallim efendilerin ellerinde uzun değnek,
Çelik, agm, s.66.
Yakışan, agm, s.95.
22
Shissler, age, s.55.
23
Yusuf Akçura, Yeni Türk Devletinin Öncüleri 1928 Yılı Yazıları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara
1981, s.171.
20
21
248
Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev)
başuçlarında koca falaka asılı olduğunu detaylarıyla anlatır. Tüm bu unsurlar Rus
okulundaki eğitim yapısı ve sistemiyle mukayese edilir ve modern olan yeni eğitim
modeli övülür.24 Ağaoğlu iki eğitim kurumundaki bu farklılığın ilk günden itibaren
kendi dikkatini çektiğini bunun cevabını ömrü boyunca aradığını söyler.
Ağaoğlu’nun eğitim hayatı kadar düşünce sisteminde de Tiflis tecrübesi oldukça önemli yere sahiptir. 1887’de lise son sınıfı Tiflis’te okumuştur. Ağaoğlu, doğup büyüdüğü Şuşa’dan sonra ilk defa farklı bir şehre gelmiştir. Burası Hristiyanların
çoğunlukta olduğu bir şehir olmasının yanı sıra Şuşa’dan daha heterojen bir toplumsal yapıyı da barındırmaktadır. Nitekim Ağaoğlu Tiflis’te devrimci fikirlerle daha
yoğun şekilde temas halinde olmuştur. Rus öğretmenler ile geleneksel muallimler
arasında yaptığı kıyaslamalar, artık yerini Tiflis’teki devrimciler ile Azerbaycan’daki
ahundlara (mollalara) bırakmıştır. Bu noktada Ağaoğlu devrimcilerin ele aldıkları
fikirler ve hedefledikleri amaçlar ile mollaların düşündükleri arasında derin uçurumlar bulunduğunu ileri sürmekte ve devrimcileri daha gerçekçi ve önemli meselelerle
ilgilenen kişiler olarak tanımlamaktadır. Ağaoğlu, bu değerlendirmesinden hareketle,
Tiflis’te artık geleneksel ve dinî değerlerinin kendi hayatı üzerindeki etkisinin azalmaya başladığını belirtmektedir.25
Ağaoğlu’nu Tiflis’te devrimcilerin görüşleri kadar etkileyen birkaç hadise
daha gerçekleşmiştir. Bunların ilki okuduğu lisenin idaresi tarafından Ermeni bir kıza
geometri ve cebir dersi vermekle görevlendirilmesiyle yaşanmıştır. Ders verdiği bu
kızın iyi eğitimli ve kendine güvenen birisi olması onu oldukça etkilemiş ve bu durumu kendi annesi ve kız kardeşlerinin yanı sıra kendi toplumundaki kadınlar üzerinden değerlendirmeye başlamıştır. Bu tecrübe sonucunda kendi toplumundaki kadınların davranış şekli ve konumlarının değişmesi gerektiğine yönelik inancı pekişmiştir. Nitekim Ağaoğlu, 1901’de kaleme aldığı ve ilk baskısı Tiflis’te yapılan “İslamlıkta Kadın” başlıklı kısa kitabında Müslüman kadınların aile ve toplum hayatındaki mevcut konumuna ilişkin bu görüş ve eleştirilerini ele almıştır. 26 Tiflis’te kendisini etkileyen bir diğer hadise Tiflis'teki Müslüman mahallesindeki gözlemleri olmuştur. Tiflisliler tarafından “Şeytan Pazar” olarak adlandırılan bu bölgenin dar ve
pis sokaklardan meydana geldiğini; evlerin ve dükkanların ufak, fakir ve biçimsiz
durduğunu; insanların kıyafetlerinin şehrin diğer sakinlerine göre intizamsız olduğunu; şehrin öteki tarafında oturanların buraya geldikleri zaman kendilerini yüksek
gördüklerini ve burada yaşayanlarla saygısızca konuştuklarını aktarmaktadır. İki
Age, 169
S. Ağaoğlu, age, s.82.
26
Ahmet Ağaoğlu, İslamlıkta Kadın, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul 1959, s.17.
24
25
249
Salih Zeki HAKLI
farklı toplumsal grup arasında birbirine karşı yukarı ve aşağı tavırlar takınılmasının
dimağını kurcaladığını ve bu durumun o yıllarda içini bulandırdığını belirtmektedir. 27
Ahmet Ağaoğlu Tiflis’teki lise eğitiminden sonra üniversite eğitimi için St.
Petersburg’a gitmiştir. Batılı tarzda inşa edilmiş Petersburg’a geldiğinde bu şehre
hayran kalmıştır. Nitekim şehri değiştiren modernleşme sürecinden övgüyle bahsetmektedir. Bu şehirde kısa süre kalsa da Paris’e gitmeden önce Batılı tarzda bir şehir
tecrübesi edindiği ve tüm bu tecrübenin onun sonraki yaşamını etkilediği aşikârdır.
Bununla birlikte üniversite eğitimi için Petersburg’a gitmede önce artık Şuşa’dakinden farklı bir kimliğe sahip olduğunu açıkça kabul etmektedir. Petersburg’a gitmeden
önce 2,5 ay kadar Şuşa’da eski şehrinde geçirdiği dönemde içinde büyüdüğü muhitin
kendisine artık ağır gelmeye başladığını söylemektedir. Zihninde ve kalbinde mensup olduğu muhite tamamen yabancı sınırların açılmakta olduğunu hissettiğini ve
manevi varlığının ikiye bölünmeye başladığını dile getirmektedir. Modern Batılı eğitim aldığı lisede başka düşüncelerle meşgul olduğunu ve başka insanlar başka fikirler
ve endişeler arasında yaşadığını belirtirken; eve gelince tamamen yabancı bir muhitte
girdiğini, burada amcasının misafiri olan mollaların yaptıkları tartışmaları anlamsız
bulduğunu ve kendisindeki bu iki ayrı varlığın birbirine karışmaksızın yan yana yaşamaya devam ettiğini ifade etmektedir. 28
Sonuç
Ağaoğlu’nun Azerbaycan’da başlayan modern eğitim süreci ve bu süreç zarfında yaşadığı değişim esasında on dokuzuncu yüzyılın sonunda İran’ın nüfuzundan
kurtulan Azerbaycan entelijansiyasının fikrî sürecini anlatır durumdadır. Modern
eğitim almış bu kişiler memleketlerin kurtulması ve güçlenmesi için Batılı tarzda bir
değişimi elzem görmektedir. Kafkasya’daki bu tecrübe sadece bölgeyle sınırlı kalmamış, buradaki entellektüellerin İstanbul ve Anadolu’ya gelmesiyle birlikte bu tecrübe Türk modernleşmesine de tesir etmiştir. 29
Ahmet Ağaoğlu da, Türklerin ve kendisinin geleceği olarak gördüğü, Türkiye’nin güçlenmesi ve varlığını sürdürmesi için Batılı bir değişim modeline canı
gönülden inanmıştır. Bu değişimin ise bireyin başlı başına bir değer olarak görülmesi
ve bireyin yüceltilmesi neticesinde gerçekleşebileceğini savunmuştur. Ama ona göre
Doğu’daki bütün toplumlarda birey etkisiz halde bırakılmıştır. Bunun nedenini ise
kadınların aile ve toplum hayatında geri planda bırakılmasına bağlamıştır. Müslüman
S. Ağaoğlu, age, s.78.
Age, s.74.
29
Feroze, agm, s.32.
27
28
250
Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev)
toplumlarda ve özelde Türkiye’de kadının mevcut durumu değişmedikçe bu sorunun
çözülemeyeceğini belirtmiştir. Nitekim Ağaoğlu’nun Fransa’dan döndükten sonra
Azerbaycan’da alfabenin değiştirilmesi kadar önem verdiği bir diğer husus kadınların statü ve rollerinin değiştirilmesi çalışmaları olmuştur.
Ahmet Ağaoğlu, toplumun değişmesi için Batı medeniyetinin örnek alınmasını bu bağlamda tavizsiz şekilde savunmuştur. Buna karşın vefatından üç sene önce
kaleme aldığı hatıratında ise bu teklifinin maliyetinden açık yüreklilikle bahsetmektedir. Annesinin ısrarıyla modern bir eğitim almış olması sonrası kendisini “bütünlüğünü kaybetmiş” biri olarak tanımlamaktadır: Bütünlüğünü kaybetmiş ne tam Doğulu ne de tam Batılı biri olarak...
Kaynakça
AĞAOĞLU, Ahmet, Devlet ve Fert, Sanayiinefise Matbaası, İstanbul 1933.
AĞAOĞLU, Ahmet, Ben Neyim, ?, İstanbul 1939.
AĞAOĞLU, Ahmet, Gönülsüz Olmaz, ?, Ankara 1941.
AĞAOĞLU, Ahmet, İhtilal mi İnkılap mı?, Alaeddin Kıral Basımevi, Ankara 1942.
AĞAOĞLU, Ahmet, İslamlıkta Kadın, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul 1959.
AĞAOĞLU, Ahmet, Üç Medeniyet, Doğu Kitapevi, İstanbul 2013.
AĞAOĞLU, Samet, Babamdan Hatıralar, Zerbamat Basımevi, Ankara 1940.
AKÇURA, Yusuf, Yeni Türk Devletinin Öncüleri 1928 Yılı Yazıları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981.
ÇAPRAZ, Hayri, “19. Yüzyılda Rusya’nın Karabağ Politikası”, Belgi, S.3, Kış
2012/1, s.231-240.
ÇELİK, Dursun, “XIX ve XX. Yüzyıllarda Azerbaycan Birinci Bölüm”, Bilig, S.3,
Güz 1996, s. 60-79.
FEROZE, Muhammed R., “Laiklikte Aşırılık ve Ilımlılık”, Türkiye’de İslâm ve Laiklik, Ed. ?, İnsan Yayınları, İstanbul 1995, s.23-40.
HAKLI, Salih Zeki, “Ahmet Ağaoğlu’nun Batılılaşma Düşüncesinde Türkiye’nin
Toplumsal Yapısı ve Kültürel Değişim”, Muhafazakâr Düşünce, S. 54, MayısAğustos 2018, s. 117-141.
KARA, İsmail, Din ile Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2012.
251
Salih Zeki HAKLI
ÖZAVCI, Hilmi Ozan, Intellectual Origins of the Republic Ahmet Ağaoğlu and the
Genealogy of Liberalism in Turkey, Brill, Leiden 2015.
SHISSLER, A. Holly, Between Two Empires, I.B. Tauris Publisher, London 2002.
YAKIŞAN, Reyhan, 19. Yüzyıl Azeraycan Kadının Sosyal Durumunun Yenileşmesinde Hacı Zeynelabidin Tagiyev’in Etkileri”, Türk Tarihi Araştırmaları, C.2,
S.1, Bahar 2017, s.92-111.
252
C - Sosyal ve İktisadi Hayat
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı 1
Doç. Dr. Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Özet: Bu çalışma Türkiye’nin son dönemde geliştirdiği “yumuşak güç”
anlayışı çerçevesinde Türk yükseköğrenim kurumlarında eğitim gören Güney
Kafkasya kökenli öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce ve geldikten sonra
Türkiye'ye yönelik algı ve tutumlarının ölçülmesi ve değerlendirilmesini
amaçlamaktadır. Bu çalışmanın odak noktasını oluşturan araştırma ile Güney
Kafkasya ülkelerinden gelen öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce ve
geldikten sonra Türkiye hakkındaki algıları arasında bir değişim olup olmadığı
ve değişim söz konusu ise bu değişimin ne yönde olduğunun ölçülmesi
planlanmaktadır. Bununla beraber bu çalışma, Güney Kafkasya ülkeleri ile olan
ortak değerlerin ortaya konulması, bölge ülkeleri arasında özellikle eğitim
alanındaki işbirliğinin geliştirilmesi, Güney Kafkasya ülkeleri ile Türkiye
arasında kültürel bağların ve buna ek olarak toplumsal belleğin güçlendirilmesi
için neler yapılabileceği noktasında bazı çıkarımlar yapmayı da öngörmektedir.
Diğer bir deyişle bu çalışma Türkiye'ye gelen öğrencilerin Türkiye'de
bulundukları süre zarfında Türkiye hakkındaki algılarının pozitif yönde gelişip
gelişmediğinin tespitini de amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kafkasya, Eğitim, Öğrenci, Türkiye
Abstract: This study aims to measure and analyze the perceptions and attitudes
of South Caucasian students, who have been educating in Turkish higher
education institutions, on Turkey before and after their arrival in Turkey within
the framework of “soft power” mentality, that Turkey has recently opted for.
Via the survey establishing the core of this study, it is intended to measure
whether there is a change of perception on Turkey before and after the students’
arrival in Turkey, and if there is a change of perception, this study tries to
understand the direction of it. Moreover, this study also targets to put forward
the common values between Turkey and South Caucasian countries, as well as
to advise on what can be done to develop cooperation in the field of education
and to strengthen the cultural ties and, additionally, social memory among
1
Bu çalışma 2017 yılında Doç. Dr. Yıldız DEVECİ BOZKUŞ ve Arş. Gör. Eda BEKCİ ARI
tarafından hazırlanan “Güney Kafkasya Kökenli Öğrencilerin Türkiye’ye Gelmeden Önceki ve
Geldikten Sonraki Türkiye Algılarının Değişimi” adlı proje verilerinden yararlanılarak
hazırlanmıştır.
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
regional countries. In other words, this study intends to put forward whether
the South Caucasian students’ perception of Turkey has progressively
developed during their stay in Turkey.
Key Words : Caucasia, Education, Student, Turkey
Giriş
Sovyetler Birliği döneminde Türkiye’nin ilişkileri büyük oranda Sovyet
yönetimi üzerinden sürdürdüğü Güney Kafkasya’da, Sovyetlerin dağılmasıyla
birlikte bölgede 3 yeni devlet ortaya çıkmıştır. Ermenistan, Gürcistan ve
Azerbaycan’dan oluşan bu ülkelerin gerek bölgedeki tarihi mevcudiyeti gerekse
coğrafi ve stratejik önemi geçmişte olduğu gibi günümüzde de büyük önem
taşımaktadır. Bu nedenle tarihsel anlamda küresel ve bölgesel güçler Kafkasya
genelinde ve Güney Kafkasya özelinde dönemsel olarak bölgeye yönelik farklı
politikalar geliştirmişlerdir. Tarihte bu bölgedeki mücadeleler büyük oranda
Osmanlı-Pers-Rus imparatorlukları araısnda sürdürülmüşken, günümüzde bölgenin
tarihi aktörleri arasına yenilerinin de katıldığı görülmektedir. Bu noktadan konuya
bakıldığında Kafkasya bölgesinin stratejik öneminin kendiliğinden bir kez daha
ortaya çıktığı görülür. Özellikle ABD, Fransa, Almanya, Avrupa Birliği vb. batılı
devletlerin yanı sıra son dönemlerde Bir Kuşak Bir Yol Girişimiyle Çin’in de bölgede
ciddi yatırımlarının olması bölgesel güçlere küresel güçlerin de dahil olduğunu
göstermesi açısından önemlidir.
Soğuk Savaş döneminin sonra ermesiyle birlikte uluslararası ilişkilerin mevcut
kavramlarından bazıları geleneksel tanımlarının ötesinde yeni bir kavramsallaştırma
çerçevesinde ele alınmaya başlanmıştır. Yeniden tanımlanan ve böylelikle mevcut
tanımının sınırlarının genişletilmeye çalışıldığı kavramlardan biri de “güç” kavramı
olmuştur. Klasik uluslararası ilişkiler kuramları, özellikle de realizm, gücü
politik/askeri bir çerçevede değerlendirip devletleri uluslararası sistemde güçlerini
maksimize etmeye çalışan aktörler olarak değerlendirirken, Soğuk Savaş’ın
gevşediği dönemlerde ve özellikle de bitişinden sonra gücün politik/askeri çerçevesi
dışına çıkılarak, devletin ekonomik ve sosyo-kültürel potansiyelinin de en az politik
ve askeri kaynakları kadar önemli olduğu düşünülmeye başlanmıştır. Böylece Joseph
Nye’ın ifadesiyle politik ve özellikle askeri gücü tanımlamak için kullanılan “sert
güç” kavramının yanında “yumuşak güç” kavramı da kullanılmaya başlanmıştır.
Yumuşak güç en basit tarifiyle bir aktörün başka bir aktörün tercihlerini zor
kullanmadan değiştirme kapasitesini ifade eder; diğer bir deyişle yumuşak güç bir
aktörün sert güç aracılığıyla ve zor yoluyla bir başka aktörü kendi çıkarları
256
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
doğrultusuna yönlendirmek yerine, farklı yöntemler kullarak ve ikna/rıza yoluyla
kendi çıkarları doğrultusuna yönlendirmesi olarak düşünülebilir. 2
Dünya üzerinde uluslararası ilişkilerde öne çıkan “yumuşak güç, siyasi güç,
ekonomik güç, sivil güç, normatif güç, kültürel güç… vb.” gibi belirleyici
değerlerden yola çıkarak bu durumun Türkiye üzerindeki etkisinin eğitim alanındaki
yansımalarının anlaşılması için bir araştırma tasarlanmıştır. Bu çalışma kapsamında
eğitim amacı ile Güney Kafkasya'dan (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) gelen
öğrencilerin, Türkiye'ye yönelik algı ve tutumlarının ölçülmesi ve değerlendirilmesi
amaçlanmıştır. Öğrencilerin Türkiye algılarının ortaya konması, gelmeden önce ve
geldikten sonraki algıları arasında bir değişim olup olmadığı ve değişim söz konusu
ise bu değişimin ne yönde olduğunun ölçülmesi planlanmıştır.
Çalışmanın hazırlanması aşamasında Türkiye’de eğitim gören Güney
Kafkasya uyruklu öğrencilerin eğitim gördükleri şehirler ve okullar tespit edilerek bu
okullarda yüz yüze anketler gerçekleştirilmiş ve karşılaştırılabilir bir veri elde
edebilmek için tüm topluluğu temsil edecek bir örneklem seçilmiştir. Her gruptan
eşit oranda öğrenci seçilmesi hedeflenmiş ancak Türkiye’deki Ermeni öğrencilerin
sayısının azlığı ve mevcut öğrencilerinde deşifre olmamak için bu ankete katılmak
istememeleri nedeniyle anketi gerçekleştirme konusunda ciddi bir sorun yaşamış ve
50 olması beklenen örneklemde sadece 16 öğrenciye ulaşılabilmiştir. Azerbaycan
için 55, Gürcistan için ise 58 denekten alınan verilerden yola çıkılarak anketler
grafiklere dönüştürülmüştür.
Yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’de geçirdikleri süre ve eğitim
beklentisine baktığımızda çalışmanın farklı illerde yürütülmesi sebebi ile yaşanan
sıkıntıların ve oluşan olumlu veya olumsuz algının bölgesel değil genel olduğu
görülmüştür. Öğrencilerin arkadaşlık ilişkileri kurabilmeleri ve sosyalleşme
süreçlerine katkıda bulunulması, çoğunlukla yurt ve evlerde kaldıklarını dikkate
alarak bu anlamda kaldıkları alanlardaki konforlarının ve güvenliklerinin artırılması,
Türkiye’ye eğitim amaçlı gelen öğrencilere Türkiye’nin daha iyi anlatılması ve
kültürümüzle ilgili bilgilendirmelerin yapılması ile Türkiye’ye daha fazla uyum
göstermelerinin sağlanabileceğini söylemek mümkündür. Öğrenciler ile kurulacak
iletişimin güçlendirilmesi hem öğrencilerin Türkiye’de geçireceği sürede kendilerini
daha iyi hissetmelerine, hem hali hazırda mevcut olan güven ve sempati duygusunun
artması ile Türkiye’den daha olumlu hislerle ayrılmalarına yardımcı olacağını da
belirtmekte yarar vardır.
2
“Yumuşak güç” kavramının detaylı bir tartışması için bkz. Joseph S. Nye, Soft Power: The Means To
Success In World Politics, New York: Public Affairs Publications, 2004, ss. 5-11.
257
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
Çalışmanın hazırlanması aşamasında öncelikle kapsamlı bir literatür çalışması
yapılmış olup, konuyla ilgili benzer çalışmalar incelenmiştir. Literatür araştırması
sonucunda doğrudan doğruya Güney Kafkasya ülkelerini kapsayan bir çalışmanın
bulunmadığı tespit edilmiştir. Çalışma kapsamında özellikle Ermenistan ve Türkiye
arasında diplomatik ilişkilerin tesis edilmemiş olması, Ermenistan’ın Türkiye ile
sınırının kapalı olması ve 1915 tehcirinin Ermenistan’da “soykırım” olarak
tanımlanması nedenleriyle iki ülke arasında yaşanan sorunların Türkiye’deki
Ermenistan kökenli öğrenci sayısını olumsuz etkilediğini belirtmekte yarar vardır.
Nitekim bu çalışmanın özünü oluşturan anketin gerçekleştirilmesi için görüşülen
birçok anket firması Türkiye’deki Ermeni öğrencilerin sayısının azlığından dolayı ve
mevcut öğrencilerin de kimliklerini açığa çıkarmamak için bu ankete katılma
konusunda isteksiz olmaları nedeniyle anketi gerçekleştirme konusunda ciddi bir
sorun yaşamıştır. Bu husus gerçekten de çalışma sırasında karşılaşılan en büyük
güçlüklerden biri olmuştur ve ancak Türkiye’de bulunan Ermeni dernekleri ile
yapılan görüşmeler sonucunda derneklerin yönlendirdiği öğrencilerin ankete
katılması ile Ermenistan kökenli öğrenciler de sınırlı sayıda da olsa çalışmaya dâhil
edilebilmişlerdir. Bu öğrenciler kimliklerinin açığa çıkmayacağı konusunda ikna
edilirken gizliliklerinin korunması için araştırmacıların kalite standardı olan
“güvenilir araştırma belgesi” (GAB) standartlarına uygun hareket edileceği
kendilerine bildirilmiştir. Ermenistan kökenli öğrencilerin çalışmaya katılmayı
kabullerinde yaşanan gecikmeler proje takvimine ek olarak süre istenmesine de
neden olunmuştur. Tüm bu çabalara rağmen bu çalışma kapsamında Azerbaycan
kökenli 55 ve Gürcistan kökenli 58 öğrenciye ulaşılabilirken Ermenistan kökenli
sadece 16 öğrenciye ulaşılabilmiştir.3 Böylece görüşülen toplam öğrenci sayısı 129
olmuştur.
Çalışmanın bir diğer sınırı da coğrafi sınırlamasıdır. Bu çalışma yalnızca
Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’dan oluşan Güney Kafkasya bölgesinden
gelen öğrenciler üzerine odaklanmaktadır. Elbette Güney Kafkasya değil, Kuzey
Kafkasya veya genel olarak Kafkasya’nın tamamından Türkiye’ye gelen öğrencilerin
gelmeden önce ve geldikten sonraki algılarının ölçülmesi çok daha verimli sonuçlar
doğuracaktır. Ancak bu çalışmanın sınırları sadece Güney Kafkasya olarak
3
Raporlama sırasında elde edilen verilerin gelecek stratejilerinde belirleyici olabilmesi için istatiksel
raporlanabilir örneklem sayısı 30 kabul edilir. Bunun altında kalan örneklem sayılarında elde edilen
veriler ne kadar dikkate alınsa da, kesin bilgi olarak kabul edilememektedirler. Grupların arasında
örneklemin farklı oluşu ise iki örneklem arasında karşılaştırma yapılırken yüzdesel oranların
örneklem içerisindeki değerinin büyüklük küçüklük bakımından farkının ortaya koyulması
açısından önem taşımakadır. Bu amaçla birkaç örneklemden oluşan kotalı araştırmalarda buna göre
değerlendirme ve yorum yapılmaktadır.
258
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
belirlenmiştir ve bu konuda araştırma yapacak olan akademisyenler için bu
çalışmanın devamı mahiyetinde Kuzey Kafkasya veya daha genel olarak Kafkasya
bölgesi çerçevesinde benzer çalışmalar yapılmasına da öncülük etmesi
hedeflenmektedir.
Çalışma kapsamında karşılaşılan üçüncü bir sorun da Türkiye’de doğrudan
doğruya Kafkasya’dan gelen öğrencilere eğitim veren herhangi bir yükseköğrenim
kurumunun bulunmaması olmuştur. Bu nedenle anketin uygulandığı denekler daha
ziyade Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) sistemindeki verilerden yararlanılarak tespit
edilmiştir. YÖK’ten alınan bilgiler çerçevesinde Güney Kafkasya’dan eğitim amaçlı
Türkiye’ye gelen öğrencilerin ağırlıklı olarak hangi bölümleri tercih ettiklerini de
söylemek mümkündür. Çalışmaya katılan yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’ye
eğitim amacı ile geldiklerinde seçtikleri bölümlere bakıldığında Gürcistan kökenli
öğrencilerin öncelikli tercihlerinin İlahiyat olduğu görülmektedir. Bunun haricinde
Tıp, Hukuk, Turizm ve Fransızca öğretmenliği de yine öncelikli tercihleri arasında
yer almaktadır.
Azerbaycan kökenli öğrencilerin Türkiye’de eğitim gördüğü bölümler
incelendiğinde öncelikli tercihlerinin İşletme olduğu göze çarpmaktadır. İkinci sırada
tercih edilen bölümler ise İktisat, Maden Mühendisliği ve Turizmdir. Sonraki tercih
olarak da Hukuk bölümünün önde olduğu görülmektedir.
Ermenistan kökenli öğrencilerin Türkiye’de eğitim aldığı bölümlere
baktığımızda ilk sırada Fransızca öğretmenliği ve Turizm görülmektedir. Bu noktada
yine çalışmaya katılmayı kabul eden Ermeni öğrenci sayısının azlığı dikkate
alınmalıdır.
Bu çalışmanın yapılmasındaki önemli bir motivasyon da başta Güney
Kafkasya olmak üzere Kafkasya’dan, bölgenin geri kalanından veya daha genel bir
ifadeyle yurtdışından Türkiye’ye gelen öğrencilerin ne tür sorunlarla
karşılaştıklarının tespit edilmesine katkı sağlanması amacı olmuştur. Nitekim
doğrudan yabancı öğrencilerle görüşülerek hazırlanan bu çalışmanın yabancı
öğrencilerle ilgilenen birimlere iletilmesi ve bu birimlerin karar alma
mekanizmasında bulunan yetkililerin bu sorunlar konusunda farkındalıklarının
arttırılması ve bunların çözümü noktasında insiyatif almalarına da katkı sağlaması
hedeflenmektedir. Bu çalışma kapsamında tespit edilen sorunların çözümü
noktasında bu birimlerin gerekli adımları atması, Türkiye’nin özellikle Güney
Kafkasya ülkelerindeki mevcut algısına da olumlu yönde etki edecektir.
Son yıllarda yurtdışında Türkiye’ye gerek lisans gerek yüksek lisans ve
doktora eğitimi amacıyla gelen öğrenci sayısında ciddi bir artışın yaşandığı
259
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
gözlenmekte ve birçok üniversite bünyesinde bu öğrencilerin ihtiyaçlarının
karşılanması noktasında bazı adımlar atılmaktadır. Ancak çalışma sırasında özellikle
Güney Kafkasya bölgesi esas alındığında diğer bölgelere oranla daha fazla
eksiklikler olduğu anlaşılmıştır. Bu yönüyle üniversitelerin özellikle de uluslararası
ilişkiler bölümlerinde Kafkasya üzerine akademik araştırmalar yapan enstitü ve
araştırma merkezlerinin sayısının yetersizliği dikkat çekici olmuştur. Diğer bir
deyişle bu çalışma aslında hem Güney Kafkasya kökenli öğrencilerin Türkiye’de
karşılaştıkları sorunları ve Türkiye algılarını ortaya koyarken, diğer yandan
Türkiye’nin bölgeden gelen öğrencilere yönelik olarak eğitim alanında ne tür adımlar
atması gerektiğine de dikkat çekmektedir. Özellikle yabancı öğrencilerin gelecekte
iş hayatında veya devlet yönetiminde kendi ülkelerinde elde edecekleri pozisyonlar
Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkilerinde etkili olacaktır. Bu bireylerin öğrencilik
hayatları sırasında Türkiye hakkında olumlu bir intiba edinmeleri Türkiye’nin
gelecek uluslararası ilişkiler vizyonuna da önemli katkı sağlayacaktır. Böylelikle
Türkiye’nin Güney Kafkasya’ya yönelik yumuşak güç unsurlarının
kuvvetlendirilmesi için de bu ve benzeri çalışmalar önemli katkılar sağlayacaktır.
Literatür Çalışması
Genel olarak yabancıların Türkiye algısı üzerine yapılan algı araştırmaları,
Türkiye’nin dış imajının iyileştirilmesi bağlamında büyük önem arz etmektedir.
Yabancı uyruklu öğrenciler üzerinde yapılan algı araştırmaları da bu çalışmaların
önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu çerçevede, tarihi, kültürel, siyasi ve
ekonomik bağlarımız bulunan Güney Kafkasya ülkelerinden Türkiye’ye eğitim
amacı ile gelmiş öğrencilerin Türkiye’ye ve Türk kültürüne yönelik algılarının
araştırılması, bu ülkelere yönelik izlenecek politikaların belirlenmesi açısından
stratejik önem taşımaktadır.
Türkiye’ye yönelik önceki algı çalışmaları incelendiğinde, bu çalışmaların
odak noktalarının çeşitliliği göze çarpmaktadır. Örneğin; bu çalışmaların bir kısmı
yurtdışında yaşayan yabancılar üzerinde yapılmış çalışmalar olup, bir kısmı ise
Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen kişilerin, Türkçeyi öğrenme süreçlerine, Türkçe
ve Türk eğitim sistemine yönelik algılarının değerlendirildiği çalışmaları
kapsamaktadır.4 Algı ve tutum araştırmaları kapsamında yapılmış diğer çalışmalar
4
Hayrettin Tunçel,”Yunan Üniversite Öğrencilerinin Yabancı Dil Olarak Türkçeye Yönelik Algıları
ve Türkçe Öğrenme Sebepleri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 20, No.
1 (2016), 107-128; İsmail Güleç ve Bekir İnce, “Türkçe Öğrenen Yabancıların Günlük Yaşama
İlişkin Kültürel Algıları Üzerine Bir Araştırma”, Sakarya University Journal of Education, Cilt 3,
No. 3 (2013), 95-106; Halit Karatay ve Nurettin Kartallıoğlu, “Kırgız Öğrencilerin Türkiye Türkçesi
260
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
ise Türkiye’de yaşayan yerleşik yabancıların Türkiye algısı, yurtdışında yaşayan
yabancıların Türkiye algısı ve son yıllarda Suriye iç savaşının etkisi ile sayıları artan
Suriyeli mültecilerin Türkiye algıları ve Türkiye’de yaşadıkları sosyo-kültürel
problemlere ilişkin çalışmalar olarak sıralanabilir. 5
Bunun yanında; Kafkasya ve Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilere yönelik
yapılmış çalışmalara rastlanmakla birlikte, bu çalışmalar literatürde sınırlı bir yer
tutmaktadır. Örneğin; Aliyev ve Öğülmüş’ün, “Türkiye’deki Yabancı Uyruklu
Öğrencilerin Kültürlerarası Etkileşim Algısının İncelenmesi” başlıklı, Azerbaycan,
Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Avrupa ülkelerinden (Hırvatistan,
Hollanda, İngiltere, Çekoslovakya) 220 katılımcı ile yaptıkları araştırmada;
Kafkasya’dan gelen katılımcıların Türk kültürüne ve yaşam tarzına Avrupa’dan
gelen öğrencilere kıyasla daha rahat uyum sağladıkları ortaya konmuştur. 6 Aliyev ve
Öğülmüş Kafkasya’dan gelen katılımcıların etkileşim algısı puanlarının, Avrupa’dan
gelenlere göre yüksek olmasını, benzer kültürlerin uyumu kolaylaştırması şeklinde
açıklamışlardır. 7
Güleç ve İnce, Türkmenistan, Yemen, Kuveyt, Azerbaycan, Kırım,
Özbekistan, Kolombiya, Bosna Hersek, Sırbistan, Moğolistan, Bulgaristan,
Kırgızistan ve Rusya gibi dünyanın farklı bölgelerinde bulunan ülkelerden gelen
öğrenciler ile doğrudan görüşme yöntemi ile bir çalışma gerçekleştirmişlerdir. Bu
çalışmada yurt dışından gelen öğrencilerin ülkemize geldikleri andan itibaren yemek,
eğlence ve giyim alışkanlıklarına ilişkin algıları ölçülmeye çalışılmıştır.
Araştırmanın evrenini Sakarya Üniversitesi Türkçe ve Yabancı Dil Araştırma ve
Uygulama Merkezi (TÖMER)’de öğrenim gören Türk soylu olan ve Türk soylu
olmayan 138 öğrenci, örneklemini ise Sakarya Üniversitesi TÖMER’de öğrenim
görmekte olan 13 farklı ülkeye mensup 29 öğrenci oluşturmaktadır. Bu çalışmanın
sonucuna göre öğrencilerin kıyafet konusunda büyük sorun yaşamadıkları ancak
5
6
7
Öğrenmeye İlişkin Tutumları”, Türkçe Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, No. 4
(2012), 1-11.
Şevket Yirik, Abdullah Uslu ve Ferit Küçük, “Yerleşik Yabancıların Türkiye’ye İlişkin Sosyo
Kültürel Algılarının Demografik Özelliklerine Göre İncelenmesi”, Bartın Üniversitesi İİBF Dergisi,
Cilt 6, No. 11 (2015), 263-282; Mehmet Dalar, Veysel Ayhan ve Muhittin Ataman, “Almanya’daki
Türkiye Algısı: Saha Araştırmasına Dayalı Bir Analiz”, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi,
18, (2012), 33-37; Özkan Yıldız, “Türkiye Kamplarında Suriyeli Sığınmacılar: Sorunlar,
Beklentiler, Türkiye ve Gelecek Algısı”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt 16, No. 1 (2015), 141169.
Ramin Aliyev ve Selahiddin Öğülmüş, “Türkiye’deki Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kültürlerarası
Etkilşim Algısnın İncelenmesi”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, Cilt 4, No. 12 (2015), 4971, s.63.
Ay.y., s.64
261
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
yemek ve eğlence gibi konularda orta düzeyde de olsa bir takım sorunlar yaşadıkları
ileri sürülmüştür.8
Türkiye’de öğrenim gören 15 yabancı uyruklu (Azerbaycan, Türkmenistan,
Kazakistan, Moğolistan, Yunanistan, Özbekistan ve Gürcistan) lisans öğrencisi ile
yarı yapılandırılmış görüşme yöntemi kullanılarak yapılmış bir diğer önemli
çalışmada ise; öğrencilerin kendi kültürleriyle Türk kültürünün benzerlik göstermesi
nedeniyle Türkiye’de önyargı ya da dışlanma ile karşılaşmadıkları belirtilmiştir. 9
Ayrıca bu çalışmada yabancı öğrencilerin Türkiye’deki eğitimleri süresince ne tarz
sorunlar yaşadıkları, bu sorunların eğitimlerini etkileyip etkilemediği, etkilediyse
bunun ne oranda olduğu sorularına yanıt aranmaya çalışılmıştır. Çalışmada özellikle
yabancı öğrencilerin ekonomik anlamda sorun yaşamalarına rağmen, barınma
konusunda pek de problem yaşamadıkları görülmektedir.
Ermenistan-Azerbaycan gerilimi ve Türkiye’nin bölge politikalarının
Türkiye’de eğitim gören bölge kökenli öğrenciler üzerindeki etkilerini araştıran daha
spesifik bir çalışma ise Esme Özdaşlı tarafından hazırlanan “Ermeni Açılımı Sonrası
Azerbaycanlı Üniversite Öğrencilerinin Türkiye Azerbaycan İlişkilerine Bakışına
Yönelik Bir Araştırma” başlıklı araştırması olmuştur.10 Türkiye-Ermenistan
ilişkilerinde yaşanan ve 2009 yılında iki ülke arasında imzalanan protokollerle zirve
noktasına ulaşan açılım sürecinin değerlendirildiği bu çalışmada, Özdaşlı,
Azerbaycan vatandaşlarının ve öğrencilerinin açılım konusundaki tutumlarını anket
yoluyla ölçmeye çalışmıştır. İnternet üzerinden 208 öğrenciye uygulanan bu
çalışmada öğrencilerin açılım konusundaki görüşlerinin olumsuz olduğu ancak
açılım sürecinin eğitimlerini Türkiye’de yapma veya Türkiye’ye bakış açılarına
herhangi bir olumsuz etkisinin olmadığı ifade edilmiştir:
...öğrencilerin çoğunluğunun “Ermeni Açılımı” ile ilgili olumsuz bakış açısına
sahip oldukları görülmektedir. Diğer taraftan öğrencilerin; cinsiyeti, yaş aralıkları,
Türkiye’yi soydaş ülke, ekonomik ve siyasi ortak ya da dindaş ülke görme, üniversite
eğitimini Türkiye, Azerbaycan ya da başka ülkelerde yapma ve Türkiye’yi dost ve
kardeş ülke, yabancı ülke veya müttefik ülke olarak görme durumlarına göre konuya
ilişkin tutum farklılıklarının ortaya çıktığı görülmektedir. Türkiye ile Azerbaycan
arasındaki durumun ‘tek millet iki devlet’ olarak ifade edilmesine olumlu bakan ve
8
9
10
Güleç ve İnce, a.g.e., s. 98.
Kasım Kıroğlu, Alper Kesten ve Cevat Elma, “Türkiye’de Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Lisans
Öğrencilerinin SosyoKültürel ve Ekonomik Sorunları”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, Cilt 6, No. 2 (2010), 26-39, s.26.
Esme Özdaşlı, “Ermeni Açılımı Sonrası Azerbaycanlı Üniversite Öğrencilerinin TürkiyeAzerbaycan İlişkilerine Bakışına Yönelik Bir Araştırma”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Cilt 8, No. 40 (2015), 318-326.
262
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
iki ülke arasında gelecekte ilişkilerini daha da kuvvetleneceğine inanan öğrencilerde
çoğunluktadır...11
Türkiye’deki yabancı öğrencilerin Türkiye algısı konusunda yapılan akademik
yayınlar dışında bu konunun oldukça kapsamlı olarak ele alındığı bazı yüksek lisans
tezleri de mevcuttur. Bunlardan biri Baki Karabayev’in hazırlamış olduğu yüksek
lisans tezidir. Bu tezin saha araştırması Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan ve
Kırgızistan'dan gelen ve yükseköğrenimlerini altı farklı üniversitede sürdüren 372
öğrenci üzerinde yapılmıştır. Bu çalışmada literatürün genelinden farklı olarak dikkat
çeken en önemli nokta öğrencilerin Türk insanına karşı olumsuz yargılarının olumlu
yargılarından daha fazla olduğudur12. Çalışmada vurgulanan bir diğer nokta ise,
Türkiye'ye olumlu yargılarla gelen öğrencilerin, bir süre yaşadıktan ve Türkiye'yi
tanıdıktan sonra olumsuz yargılara sahip oldukları ve zihinlerinde oluşturdukları
Türkiye imajının zaman içerisinde, kültürü tanıdıkça olumsuzlaştığıdır. 13
Özge Bozkaya tarafından hazırlanan “Ermenistan'da Yaşayan Ermeni
Üniversite Öğrencilerin ve Akademisyenlerin Türkiye'nin Avrupa Birliği Üyeliğine
İlişkin Algısı” başlıklı yüksek lisans tezi ise Türkiye’deki yabancı öğrencilerin
Türkiye algısını incelemek yerine Ermenistan’daki öğrenci ve akademisyenlerin
Türk algısını incelemektedir. Özkaya Türk ve Ermeni toplumları arasında 1915
olayları odaklı mevcut algının iki toplumun birbirini anlamasında ve tanımasında
önyargılara neden olduğunu ileri sürmektedir. Erivan’daki 444 Ermeni öğrenci ve
akademisyene uygulanan anket verilerinden yararlanılarak hazırlanan bu çalışmada,
öğrenci ve akademisyenlerin Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci hakkındaki algılarının
ne olduğuna dair kapsamlı bir araştırma yapıldığı görülmektedir.14
Yine bu çalışmanın konusu ile doğrudan ilgili olmamakla birlikte Hacı Murat
Terzi tarafından hazırlanmış “Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi” başlıklı yüksek
lisans tezi de ilgi çekicidir.15 Terzi, bu araştırmasında 1992 yılından beri
yükseköğrenim görmeleri amacı ile Büyük Öğrenci Projesi kapsamında getirilen
burslu öğrencileri örneklem grubu olarak ele almaktadır. Bu öğrenciler ile yapılan
anket ve mülakatların ve öğrencilerin başvuruları sırasında sundukları niyet
11
12
13
14
15
Ay.y., s.318.
Baki Karabayev, “Türk Cumhuriyetlerinden Gelen Öğrencilerin Türkiye Cumhuriyeti
Vatandaşlarına Karşı Taşıdıkları Kalıp Yargılar”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Niğde
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.
Ay.y., s.18.
Özge Bozkaya, “Ermenistan'da Yaşayan Ermeni Üniversite Öğrencilerin ve Akademisyenlerin
Türkiye'nin Avrupa Birliği Üyeliğine İlişkin Algısı”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz
Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Avrupa Birliği Anabilim Dalı, 2016.
Hacı Murat Terzi, Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ufuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, 2013.
263
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
mektuplarının incelendiği bu çalışmada öğrencilerin Türkiye algısı incelenmiş ve
Türkiye’de yaşadıkları sorunlar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çoğunluğunu Orta
Asya Türk Cumhuriyetleri ile Bulgaristan, Makedonya, Kosova ve İran gibi Türk
toplulukların yoğun olarak bulunduğu ülkelerden gelen öğrencilerin oluşturduğu bu
örneklem grubunun eğitim için Türkiye’yi tercih etme sebepleri ise sırasıyla kaliteli
eğitim, akademik kadro, uluslararası tanınırlık, Türkiye’nin sunduğu özel imkânlar,
daha önce Türkiye’de eğitim görmüş mezunların etkisi ve eğitim dilinin Türkçe
olması şeklinde sıralanmıştır.16 Aynı zamanda; ABD’nin Fulbright, İngiltere’nin
Chevening, Almanya’nın DAAD gibi değişim programları da çalışmaya eklenerek
“Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi” ile karşılaştırılabilmesine imkân sağlanmış ve
geniş çerçevede “Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi’nin” iyileştirilebilmesine
yönelik öneriler sunulmuştur.
Türkiye’de eğitim gören yabancı uyruklu öğrencilerin sosyal aktivitelerine
dair yapılan bir diğer önemli çalışma ise “Yükseköğrenim Gören Yabancı Uyruklu
Öğrencilerin Sosyal Uyumlarını Etkileyen Etmenler” başlıklı yüksek lisans tezidir.
Türkiye’de yükseköğrenim gören yabancı uyruklu öğrencilerin yaşadıkları
sorunların esas alındığı bu çalışmada yabancı uyruklu öğrencilerin yaşadıkları uyum
sorunları, sosyal uyumlarını etkilediği düşünülen yaş, cinsiyet, ekonomik durum,
barınma yerleri, yaşanılan kent, arkadaşlık ilişkileri, sosyal-kültürel ve sportif
etkinliklere katılımları ile öğrenimlerinden memnun olma gibi durumları
incelenmiştir. Anket uygulanarak yapılan bu çalışmada Sosyal Bilimler İçin
İstatistiksel Paket (Statistical Package for the Social Sciences – SPSS) programı
kullanılarak veri analizi yapılan bu araştırmada varılan sonucun genel hatlarıyla
olumlu olduğunu görmek mümkündür:
... yabancı uyruklu öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun Orta Asya ve Orta
Doğu ülkelerinden öğrenim için geldikleri, anne babalarının eğitim düzeylerinin
yüksek olduğu, tamamına yakınının burslu öğrenci oldukları, büyük çoğunluğunun
yurtlarda barındıkları, kendi tercihleri ile ülkemize geldikleri ve ülkemizde neredeyse
hepsinin öğrenim görmekten memnun oldukları, arkadaşlık ilişkisi, Türk toplumuna
ve kültürüne uyumda fazla sorun yaşamadıkları, ülkemizde bulundukları süre de en
çok zorlandıkları konuların ise sırasıyla; yurt yaşantısı, Türkçe konuşma, kültürel
farklılıklardan dolayı yaşanan sorunlar ve yalnızlık olduğu saptanmıştır. Araştırma
sonuçlarına göre; yabancı uyruklu öğrencilerin cinsiyetleri, gelir düzeyleri ve
arkadaşlık ilişkileri ile sosyal uyumları arasında anlamlı bir ilişki olduğu
saptanmıştır. Kızların erkeklere göre, sosyal uyumlarının daha yüksek olduğu, geliri
16
Ay.y., ss. 65-69.
264
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
ülkemiz koşullarına göre yeterli ve yüksek olan yabancı uyruklu öğrencilerin, geliri
yetersiz bulunanlara göre daha fazla sosyal, kültürel ve sportif etkinliklere
katıldıkları, arkadaşlık ilişkilerinin iyi olduğu, toplumu kolay benimsedikleri, yakın
arkadaşlık ilişkisi içerisinde bulunanların, arkadaşı olmayanlara göre sosyal-kültürel
ve sportif etkinliklere yeterli düzeyde katıldıkları ve sosyal uyumlarının da yüksek
olduğu sonucuna ulaşılmıştır.17
Konuyla ilgili bir diğer önemli çalışma ise “Kayseri’ de Öğrenim Gören
Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kayseri, İslam, Türkiye Algısı” başlıklı yüksek lisans
tezidir. Tezin sonuçları makale olarak yayımlanmıştır. Bu makalede öğrencilerin
Türkiye’ye gelmeden önceki Türkiye’ye dair izlenimleri ile geldikten sonraki
düşünceleri arasında değişiklik olduğunu ileri süren bu çalışmada söz konusu
değişimin bir kısmının pozitif bir kısmının ise negatif olduğu şöyle ileri sürülmüştür:
Türkiye öğrenciler tarafından sırasıyla modern toplum, sanayi toplumu ve
geleneksel toplum olarak tanımlanmaktadır. Öğrencilerin gözünde Türk insanı
genellikle olumlu özelliklere sahiptir. Öğrenciler, Türkiye’de en çok yiyecek/içecek
farklılıkları, Türkçe öğrenme, eğitim sistemine uyum ve giyim-kuşam farklılıkları
bakımından zorlanmışlardır. Türkiye ile öğrencilerin kendi ülkeleri arasındaki
farklılıklar; sırasıyla dini yaşamda, ekonomik yaşamda, sosyal yaşamda, siyasette ve
hukukta mevcuttur. Öğrencilerin bir bölümü ilahiyat eğitimine ya da
yükseköğrenimine Türkiye’de devam etmeyi istemektedir ve kendilerine imkân
tanındığı takdirde Türkiye’ye yerleşmeyi düşünmektedirler.18
Bu akademik yayınların yanı sıra, özellikle Türk dünyası araştırmaları
konusunda Türkiye’nin önde gelen araştırma kuruluşlarından biri olan Bilge
Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) tarafından 2012 yılında
gerçekleştirilen anket çalışması, Ermenistan’da Türk ve Türkiye algısı üzerine
yapılmış önemli çalışmalardan birini oluşturmaktadır. Bu çalışma kapsamında 387
kişilik bir örneklem grubu üzerinde gerçekleştirilen saha araştırması sonucunda
Ermeni toplumunda en düşük sempati düzeyinin %24,4 ile Türklere karşı olduğu
ortaya konmuştur.19 Aynı çalışma içerisinde değinilen bir diğer önemli nokta ise
Ermeniler arasında Türkiye’yi ziyaret etmiş veya Türklerle tanışmış kişilerde
17
18
19
Seçkin Özçetin, “Yükseköğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Sosyal Uyumlarını
Etkileyen Etmenler”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Sosyal Hizmet Anabilim Dalı, 2013.
İbrahim Hakan Göver, Hasan Yavuzer, “Kayseri’de Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin
Kayseri, İslam, Türkiye Algısı”, Turkish Studies: International Periodical For The Languages,
Literature and History of Turkish or Turkic, Cilt 10, No. 2 (2015), 1025-1050, s. 1027.
Salih Akyürek ve M. Sadi Bilgiç, “Ermenistan’da Türkiye ve Türk Algısı”, Bilge Adamlar Stratejik
Araştırmalar Merkezi, Rapor No: 41, (2012), s.19.
265
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
Türklere sempati diğerlerine göre çok daha yüksek olduğudur. Yazarlar bu durumu;
iki toplumun birbirlerini tanımamasının, mevcut önyargı ve düşmanlıkları beslediği
şeklinde açıklamışlardır.20 Ermenilerin Türk ve Türkiye algısını ölçmek amacı ile
yapılmış olması nedeni ile bu çalışma, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin
iyileştirilmesi bağlamında oldukça önemli veriler sunmakla birlikte, Türkiye’de
eğitim amacı ile bulunmuş ya da hala bulunmakta olan Ermeni öğrencileri
kapsamamaktadır. Bu yönü ile Türkiye’de uzun süre eğitim amacıyla bulunmuş
olmanın, Türk ve Türkiye algısı üzerinde yapacağı olası olumlu ya da olumsuz
değişimlerin ortaya konulması açısından yetersiz kalmaktadır.
Sonuç olarak; Türk ve Türkiye algısı üzerine yapılmış çalışmaların büyük
çoğunluğunu yerleşik yabancılar üzerinde yapılmış çalışmalar oluştururken, yabancı
öğrencilere yönelik algı çalışmaları da literatürde yer almaktadır. Bu çalışmaların
içinde Gürcistan ve Azerbaycan’dan gelen öğrencilere yönelik çalışmalara
rastlanırken, Ermenistan’dan gelen öğrencilere yönelik çalışmaların sayısının
yetersizliği literatürün en büyük eksikliğini oluşturmaktadır. Bununla beraber;
çalışmalar karşılaştırıldığında birbirinden farklı çalışmaların sonuçları arasında bazı
tutarsızlıklar da göze çarpmaktadır. Mevcut araştırmanın literatüre sağlayacağı en
önemli katkı ise Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan gelen öğrencileri aynı
anda kapsayan ve bu öğrencilerin Türk ve Türkiye algıları ile Türkiye’de yaşadıkları
sosyo-kültürel sorunları değerlendirmeye yönelik yapılmış karşılaştırmalı bir çalışma
olmasıdır.
Araştırmanın Amacı, Kapsamı ve Örneklem Dağılımı
Bu projenin amacı hedef kitleyi temsil edecek nitelikte bir örneklem üzerinde
uygulanan anket sonuçlarına göre, eğitim amacı ile Türkiye'de bulunan Güney
Kafkasya kökenli öğrencilerin, Türkiye'de bulunmadan önceki ve Türkiye'de
bulunduktan sonraki Türkiye algılarının karşılaştırılarak değerlendirilmesinin ve
sunulan imkânların en yüksek faydayı sağlaması için alınacak tedbirleri ve
uygulanacak stratejileri tespit etmeye yönelik veri elde etmektir. Böylelikle
Türkiye'de eğitim amacı ile bulunmanın Türkiye algısının şekillenmesi üzerinde bir
etkisi olup olmadığını, var ise bu etkinin olumlu veya olumsuz olmak üzere ne yönde
seyrettiği sorusuna cevap bulunması amaçlanmaktadır.
Araştırma kapsamında örneklem dâhilinde Gürcistan, Ermenistan ve
Azerbaycan kökenli olup Türkiye'de dil eğitimi, lisans veya lisansüstü eğitim için
öğrenciler arasından rastlantısal örneklem yöntemiyle seçilen öğrenciler ile
20
Age. s. 20.
266
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
görüşmeler yapılmıştır. Görüşmeler sırasında deneklerin hali hazırda öğrenci olması
veya hala Türkiye'de yaşıyor olması şartı aranmıştır. Bunun yanı sıra öğrencilerin
akademik hayatlarının en az üç aylık bir bölümünü Türkiye'nin müzik, sanat veya
tiyatro da dâhil olmak üzere herhangi bir eğitim alanında öğrenci öğrenci olarak
geçirme şartı da örneklem grubunda aranan bir diğer özellik olmuştur.
Veri Toplama Teknikleri, Saha Çalışması ve Veri Analizi
Araştırma kapsamında birincil veri toplama tekniği kullanılmıştır. Anketler,
öğrencilerin bulunduğu okullarda saha süresince rastgele seçimle yüz yüze anket
(kağıt-kalem) yöntemiyle gerçekleştirilmiştir.
Saha çalışması 1–27 Mart 2017 tarihleri arasında raslantısal örneklem ile
üniversitelerde gerçekleştirilmiştir. Yapılan anket yüz yüze yöntemi ile toplam sekiz
üniversitede gerçekleştirilmiştir. Yapılan anketler için, saha çalışması esnasında saha
kontrolü ve sonrasında telefon kontrolleri gerçekleştirilmiştir. Saha çalışması için
yapılan anketlerin %20 telefon ve %10 saha kontrolü yapılmıştır.
Algısı
Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamadan Önceki Türkiye
Çalışma kapsamında öğrencilerin %82,2’sinin Türkiye’ye gelmeden önce
şimdiki kadar olmasa da Türkiye hakkında bir fikrinin olduğunu söylemek
mümkündür. Gürcülerde bu oranın diğer öğrenci gruplarına göre biraz daha yüksek
olduğu saptanmıştır.
0,8
17,1
24,8
57,4
Algısı
Yeterince tanıyordum
Fikrim vardı fakat şimdiki
kadar değil
Grafik 1. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamadan Önceki
267
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
Algısı
Tablo 1. Öğrencilerin Uyruklarına Göre Türkiye’de Yaşamadan Önceki
Yeterince
tanıyordum
Fikrim
vardı fakat
şimdiki
kadar değil
Tanımıyordum
Fikrim
yoktu
Gürcistan
%18,2
%54,5
%27,3
%0,0
Azerbaycan
%32,8
%56,9
%10,3
%0,0
Ermenistan
%18,8
%68,8
%6,3
%6,3
Öğrencinin
Uyruğu
Yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce Türkiye ile ilgili
belirli konulardaki algıları sorulduğunda genel yaklaşımın olumlu yönde olduğunu
söylemek mümkündür.
Tablo 2. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamadan Önceki
Türkiye Algısının Değerlendirilmesi
Kesinlikle
Katılmıyorum/
Katılmıyorum
Ne
Katılıyorum
Ne
Katılmıyorum
Kültürüme yakın
görüyordum
%14,7
%33,3
%49,6
%2,3
Dünyadaki
konumu açısından
güçlü bir ülke
%7,0
%12,4
%77,5
%3,1
İnsanları
yakın
%5,4
%20,9
%72,9
%0,8
Yaşam standartları
yüksek
%9,3
%40,3
%46,5
%3,9
Modern bir ülke
%10,1
%31,8
%56,6
%1,6
Kriterler
cana
268
Kesinlikle
Fikrim
Katılıyorum/
Yoktu
Katılıyorum
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
Eğitim
iyi
koşulları
%6,2
%24,8
%66,7
%2,3
Yaşamak
için
huzurlu bir yer
%11,6
%31,8
%54,3
%2,3
Gelmeden
önce
Türkiye’nin sadece
ismini duymuştum
%60,5
%16,3
%21,7
%1,6
Kargaşa, çatışma
ve
huzursuzluk
çok fazla
%31,8
%27,1
%30,2
%10,9
Muhafazakar
ülke
%5,4
%30,2
%54,3
%10,1
bir
Türkiye’de Yaşadıktan Sonraki Türkiye Algısının Değerlendirilmesi
Yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’ye geldikten sonra Türkiye ile
ilgili belirli konulardaki algıları sorulduğunda “Kültürüme yakın görüyorum”,
“Yaşam standartları yüksek” “Kargaşa, çatışma ve huzursuzluk çok fazla” gibi
ifadelerde olumsuz yönde fikir değiştirdikleri görülmektedir. Türkiye’nin dışarıdan
algısının daha muhafazakâr olduğu da göze çarpmaktadır.
Tablo 3. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşadıktan Sonraki
Türkiye Algısının Değerlendirilmesi
Kriterler
Kesinlikle
Katılmıyorum/
Katılmıyorum
Ne
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum/
Ne
Katılıyorum
Katılmıyorum
Fikrim
Yoktu
Kültürüme yakın
görüyorum
%16,3
%34,9
%32,6
%14,0
Dünyadaki
konumu
açısından güçlü
bir ülke
%7,0
%9,3
%56,6
%24,8
269
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
İnsanları
yakın
cana
%4,7
%19,4
%45,7
%30,2
Yaşam
standartları
yüksek
%7,0
%41,1
%38,0
%10,9
Modern bir ülke
%10,9
%33,3
%35,7
%18,6
Eğitim koşulları
iyi
%6,2
%21,7
%48,1
%20,2
Yaşamak
için
huzurlu bir yer
%12,4
%31,0
%45,0
%10,1
Kargaşa, çatışma
ve huzursuzluk
çok fazla
%31,0
%27,9
%20,2
%11,6
Muhafazakar bir
ülke
%5,4
%31,8
%38,0
%15,5
Öğrencilerin Uzun Vadede Türkiye’de Yaşama Fikrine Bakış Açıları
Yabancı uyruklu öğrencilerin uzun vadede Türkiye’de yaşama fikrine
bakış açılarının %24,8 oranında olumlu olduğu görülmektedir. Öğrencilerin
çoğunluğuna bakıldığında ise net olarak reddetmeseler de belirli bir isteklerinin
olmadığı görülmektedir. Uzun vadede Türkiye’de yaşama fikrine en sıcak bakanların
ise Azeri öğrenciler olduğu görülmektedir. (Azeri öğrencilerin %32,8’i evet cevabını
vermiştir.)
Türkiye’de Yaşamanın Tavsiye Edilmesi
Yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’de yaşamayı tavsiye oranına
baktığımızda %66,7 gibi bir oranının tavsiye edebileceği görülmektedir. Özellikle
Azeri ve Gürcü öğrenciler tavsiye eden bu öğrenci gruplarının çoğunluğunu
oluşturmaktadır. Tavsiye etmeyeceğini belirten öğrencilerin oranı ise oldukça
düşüktür.
270
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
Tablo 4. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamayı Tavsiye
Etme Sebebi
Tavsiye Ederim Diyenlerin Etme Sebebi (n:86)
%
Eğitim kalitesi güzel
27,7
İnsanları cana yakın
17,7
Türkiye
10,8
Yaşam standartları yüksek bir ülke
4,6
Tablo 5. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamayı Tavsiye
Etmememe Sebebi
Tavsiye Etmem Diyenlerin Etmeme Sebebi (n:5)
%
Maddi sıkıntı oluyor
1,5
Eğitim sistemi zor
1,5
Güney Kafkasya’dan Türkiye’ye Gelen Öğrencilerin Genel Olarak
Değerlendirilmesi
Güney Kafkasya’dan Türkiye’ye gelen öğrencilerin tercih ettiği okullar
incelendiğinde daha çok Karadeniz bölgesindeki üniversiteleri tercih ettikleri
gözlemlenmektedir. Öğrencilerin % 34,9’u Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’ni ve
%27,8’i Karadeniz Teknik Üniversitesi’ni tercih etmişlerdir. Bu durum öğrencilerin
ülkelerine coğrafi yakınlıkla açıklanabilir; zira her iki kentten de Güney Kafkasya’ya
otobüs seferleri düzenlenmektedir. Öğrencilerin yaklaşık beşte birinin bir seneden
uzun bir süredir Türkiye’de bulundukları gözlemlenmiştir ki bu durum öğrencilerin
Türkiye’ye gelmeden önce geldikten sonraki algılarının daha sağlıklı bir şekilde
karşılaştırılması için gereken sürenin Türkiye’de geçirildiği şeklinde yorumlanabilir.
Türkiye’de eğitim gören Güney Kafkasya kökenli öğrencilerin Türkiye’ye
gelmeden önce Türkiye hakkında bir derecede fikir sahibi olduğunu söylemek
mümkündür. Öğrencilerden yalnızca %17,1’i gelmeden önce Türkiye hakkında fikri
olmadığını ifade etmiştir. Türkiye’yi tanımadığını ifade eden öğrencilerin en yüksek
oranın Gürcistan’dan gelen öğrencilerde olması dikkat çekicidir. Bu durum
Azerbaycan’dan gelen öğrencilerin dil ve kültürel benzerlik gibi nedenlerle,
Ermenistan’dan gelen öğrencilerin ise tam tersine 1915 olayları gibi olumsuz ortak
271
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
tarihsel geçmiş sebebiyle Türkiye hakkında fikir sahibi olduğu izlenimini
vermektedir.
Türkiye’de eğitim konusundaki fikirleri incelendiğinde ise öğrencilerin
yaklaşık dörtte üçü Türkiye’de eğitim görmek istediğini ifade etmiştir. Bu isteğin
altında Türkiye’de verilen eğitimin kaliteli olduğu düşüncesi ve Türkiye’ye karşı
duyulan ilgi, merak ve sevgi hisleri yatmaktadır. Türkiye’de eğitim alma konusunda
kararsız olanlar ise bilmediği bir ülkede yaşamanın getirdiği kaygılar,
ailesinden/ülkesinden ayrı kalmayı istememek ve maddi imkânların yetersizliği gibi
nedenlerle kararsızlık hissetmektedir.
Öğrencilerin Türkiye’deki eğitim süreçleri değerlendirildiğinde ise resmi
işlemlerin yürütülmesi noktasında öğrencilerin yaklaşık yarısının şu veya bu şekilde
küçük pürüzlerle karşılaştıkları ancak bu sorunların çözüldüğü ortaya çıkmaktadır.
Türkiye’deki eğitim bürokrasisini çok uğraştırıcı bulanların oranı yaklaşık %10 iken
Türkiye’de her şeyin yolunda gittiğini söyleyenlerin oranı yaklaşık %40 civarındadır.
Bu durum büyük çoğunluğun Türkiye’nin eğitim bürokrasisinden memnun olduğunu
göstermektedir.
Öğrencilerin Türkiye’deki sosyal yaşamlarına bakıldığında arkadaş bulma
konusunda zorluk çekmediklerini ifade eden öğrencilerin oranı % 65 civarındadır.
Bu öğrencilerin büyük çoğunluğunu Azerbaycan’dan gelen öğrenciler oluştururken
arkadaş bulma konusunda sıkıntı yaşayan öğrencilerin Ermeni ve Gürcü kökenli
öğrenciler olduğu söylenebilir. Öğrencilerin yaklaşık % 40’ı ise Türk öğrenciler
tarafından kısmen veya daha fazla dışlandıkları fikrindedir. Bu durum halen
Türkiye’de yabancı öğrencilere bakış konusunda önemli sorunlar olduğunu
göstermesi açısından dikkat çekicidir. Cinsiyetçi bakış açısından şikâyet etme
noktasında da öğrencilerin yaklaşık % 90’ı bu konuda herhangi bir sorun
yaşamadığını ifade etmiştir. Öğrencilerin arkadaş çevrelerine bakıldığında sadece
yabancı uyruklu öğrenciler ile arkadaşlık eden öğrencilerin oranının nispeten yüksek
olduğu (yaklaşık %36) görülmektedir. Bu durum öğrencilerin kendi aralarında daha
iyi iletişim kurdukları anlamına gelmektedir. Bu veri öğrencilerin dışlanmışlık
hissetme oranları ile de uyumludur. Benzer şekilde öğrencilerin yaklaşık %40’ı
herhangi bir sosyal etkinliğe katılmamayı tercih etmiştir. Öğrencilerin %45’i sosyal
etkinliklere katılma noktasında yabancı uyruklu olduğundan veya insanların mesafeli
olmasından dolayı bazı güçlükler yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Öğrencilerin
yaklaşık yarısı ise Türkiye’deki yeme içme alışkanlıklarında zorluklar yaşadıklarını,
yarısından biraz fazlası (yaklaşık % 53) Türkiye’deki gelenek ve göreneklerden
dolayı zorluklar yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Bu oran oldukça yüksek bir oran
olarak dikkat çekmektedir.
272
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
Sonuç
Öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce ve geldikten sonraki Türkiye algısı
değerlendirildiğinde algının genel olarak olumsuz yönde değiştiğini söylemek
mümkündür. Örneğin öğrencilerin yaklaşık % 50’si Türkiye’ye gelmeden önce
Türkiye’yi kültürüne yakın gördüğünü ifade ederken bu oran öğrencilerin
Türkiye’deki deneyimlerinden sonra %32,6’ya düşmüştür. Bu olumsuz değişim
öğrencilerin gelecekte kendilerine Türkiye’de bir hayat kurma fikirlerinde de
görülmektedir. Öğrencilerin sadece dörtte biri gelecekte Türkiye’de yaşama
konusunda olumlu bir fikre sahipken, yaklaşık üçte ikilik bir bölümünün bu konuda
tereddütleri olduğu anlaşılmaktadır. Ancak öğrencilerin yaklaşık üçte ikisi başka
öğrencilere Türkiye’de yaşamayı tavsiye etmektedir. Ayrıca Azerbaycan’dan gelen
öğrencilerin diğer öğrenci gruplarına kıyasla Türk kültürünü kendilerine daha yakın
görmekte ve ileriye dönük yaşam planlarına Türkiye’yi daha fazla dâhil ettikleri de
gözlemlenmiştir.
Türkiye’nin Güney Kafkasya’daki tanınırlığının arttırılmasında önemli fayda
vardır. Öğrencilerin yaklaşık %18’inin Türkiye’ye gelmeden önce Türkiye hakkında
bilgi sahibi olmadıklarını söylemeleri ve bu öğrencilerin önemli bir kısmının
Gürcistan kökenli olması dikkat çekicidir. Türkiye’deki üniversitelerin Dışişleri
Bakanlığı ve YÖK’ün de desteğiyle Güney Kafkasya ülkelerinde eğitim fuarları
düzenlemesi ve üniversitelerin çeşitli vesilelerle bu ülkelerde tanıtılması büyük önem
arz etmektedir.
Türkiye’de yaşayan Güney Kafkasya kökenli öğrencilerin barınma
imkânlarını geliştirmek de önemlidir. Öğrencilere daha fazla yurt imkânının
sağlanması yerinde olacaktır. Bunun yanı sıra bölgeye yönelik burs imkânlarının
arttırılması maddi imkanları yeterli olmayan öğrencilerin de Türkiye’de eğitim
almasının önünü açabilir.
Öğrencilerin önemli bir kısmının arkadaş edinme ve sosyalleşme noktalarında
sorun yaşadığı ve kendilerini kısmen veya daha fazla dışlanmış hissettikleri göz
önüne alınacak olursa bu durumda da iyileştirmeye gidilecek yöntemlerin
geliştirilmesi yerinde olacaktır. Yabancı öğrencilere Türkiye’ye geldiklerinde daha
fazla oryantasyon verilmesi, Türk öğrencilerle ortak geziler, sosyal ve kültürel
faaliyetler düzenlenmesi, öğrencilerin psikolojik uyum sorunlarına yönelik
rehabilitasyon faaliyetlerinin geliştirilmesi ve öğrencilere daha fazla danışmanlık
hizmeti verilmesi öğrencilerin sosyalleşmesine ve dışlanmışlık hissinin azaltılmasına
katkı sağlayacaktır.
273
Yıldız DEVECİ BOZKUŞ
Yabancı öğrencilerin Türkiye algısındaki değişikliklerin Türkiye’nin iç ve dış
politikasında yaşanan gelişmelerle doğru orantılı olduğunu söylemek mümkündür.
Türkiye’nin bölge ülkeleri ile diplomatik, siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel
ilişkilerini geliştirmesi yabancı öğrencilerin Türkiye algısında daha olumlu bir
değişikliğe yol açacaktır.
Kaynakça
AKYÜREK, Salih ve M. Sadi Bilgiç, “Ermenistan’da Türkiye ve Türk
Algısı”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Rapor No: 41,
(2012).
ALİYEV, Ramin ve Selahiddin Öğülmüş, “Türkiye’deki Yabancı Uyruklu
Öğrencilerin Kültürlerarası Etkilşim Algısnın İncelenmesi”, 21.
Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, Cilt 4, No. 12 (2015), 49-71.
BOZKAYA, Özge, Ermenistan'da Yaşayan Ermeni Üniversite Öğrencilerin
ve Akademisyenlerin Türkiye'nin Avrupa Birliği Üyeliğine İlişkin Algısı,
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü), Avrupa Birliği Anabilim Dalı, 2016.
DALAR, Mehmet, Veysel Ayhan ve Muhittin Ataman, “Almanya’daki
Türkiye Algısı: Saha Araştırmasına Dayalı Bir Analiz”, Yönetim ve
Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 18, (2012), 33-37.
GÖVER, İbrahim Hakan, Hasan Yavuzer, “Kayseri’de Öğrenim Gören
Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kayseri, İslam, Türkiye Algısı”, Turkish
Studies: International Periodical For The Languages, Literature and
History of Turkish or Turkic, Cilt 10, No. 2 (2015), 1025-1050
GÜLEÇ, İsmail ve Bekir İnce, “Türkçe Öğrenen Yabancıların Günlük
Yaşama İlişkin Kültürel Algıları Üzerine Bir Araştırma”, Sakarya
University Journal of Education, Cilt 3, No. 3 (2013), 95-106.
KARABAYEV, Baki, Türk Cumhuriyetlerinden Gelen Öğrencilerin Türkiye
Cumhuriyeti Vatandaşlarına Karşı Taşıdıkları Kalıp Yargılar,
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Niğde Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü), 2001.
KARATAY, Halit ve Nurettin Kartallıoğlu, “Kırgız Öğrencilerin Türkiye
Türkçesi Öğrenmeye İlişkin Tutumları”, Türkçe Eğitim ve Öğretim
Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, No. 4 (2012), 1-11.
274
Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı
KIROĞLU, Kasım, Alper Kesten ve Cevat Elma, “Türkiye’de Öğrenim
Gören Yabancı Uyruklu Lisans Öğrencilerinin SosyoKültürel ve
Ekonomik Sorunları”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi,
Cilt 6, No. 2 (2010), 26-39.
S. NYE, Joseph, Soft Power: The Means To Success In World Politics, New
York: Public Affairs Publications, 2004.
ÖZÇETİN, Seçkin, Yükseköğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin
Sosyal Uyumlarını Etkileyen Etmenler, (Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü), Sosyal
Hizmet Anabilim Dalı, 2013.
ÖZDAŞLI, Esme, “Ermeni Açılımı Sonrası Azerbaycanlı Üniversite
Öğrencilerinin Türkiye-Azerbaycan İlişkilerine Bakışına Yönelik Bir
Araştırma”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 8, No. 40
(2015), 318-326.
TERZİ, Hacı Murat, Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi, (Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü),
Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, 2013.
TUNÇEL, Hayrettin, ”Yunan Üniversite Öğrencilerinin Yabancı Dil Olarak
Türkçeye Yönelik Algıları ve Türkçe Öğrenme Sebepleri”, Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 20, No. 1 (2016),
107-128.
YILDIZ, Özkan, “Türkiye Kamplarında Suriyeli Sığınmacılar: Sorunlar,
Beklentiler, Türkiye ve Gelecek Algısı”, Sosyoloji Araştırmaları
Dergisi, Cilt 16, No. 1 (2015), 141-169.
YİRİK, Şevket, Uslu, Abdullah ve Küçük, Ferit, “Yerleşik Yabancıların
Türkiye’ye İlişkin Sosyo Kültürel Algılarının Demografik Özelliklerine
Göre İncelenmesi”, Bartın Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 6, No. 11
(2015), 263-282.
275
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
(Özellikle Hayvancılığa Etkileri)
Doç. Dr. Murat YILMAZ
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Özet: Türkiye’de 1927 sayımına göre toplam nüfusun yaklaşık olarak
% 75’ini oluşturan kırsal nüfus bu oranını 1950’ye kadar korumuştur. 1950
yılından sonraki süreçte ise kırsal nüfus azalmaya başlamıştır. Bu durumun
temel nedeni kırsal yerleşmelerdeki iticilikler ve kentlerdeki çekiciliklerdir.
Tarım topraklarının bölünmesi ve küçülmesi, sosyal problemler, işsizlik,
eğitim ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği, kırsal yerleşmelerdeki en önemli
iticiliklerdir. Kentlerdeki çekicilikler ise iş olanakları, daha iyi yaşam koşulları,
eğitim ve sağlık olanaklarının iyi olması şeklinde sıralanabilir.
1980 yılına gelindiğinde kırsal nüfus oranı % 56’ya gerilemiş 1985
yılında ise kırsal nüfus oranı % 50’nin altına inmiştir. 1985 yılında % 47
civarında olan kırsal nüfus oran sonraki süreçte de azalmaya devam etmiş ve
2012 yılına gelindiğinde % 23’e gerilemiştir. Diğer bir ifade ile 1985 ile 2012
yılı arasında Türkiye nüfusu 50 milyondan 75 milyona, kentsel nüfus 26
milyondan 58 milyona çıkmış ancak kırsal nüfus ise 24 milyondan 17 milyona
düşmüştür.
2013 yılında çıkarılan 6360 sayılı yasa ile büyükşehir belediyesi kurulan
illerde köyler mahalleye dönüştürülmüş ve bu illerde kırsal nüfus sıfıra
düşmüştür. Bu duruma bağlı olarak günümüzde TÜİK verilerine göre
Türkiye’de kırsal nüfus oranı % 8 civarındadır. Ancak yeni yasa ile birlikte
büyükşehir statüsü verilmiş illerdeki binlerce kırsal yerleşmenin bir yıl içinde
yapısal değişikliler göstererek kentlerin bir parçası haline geldiğini kabul etmek
doğru olmaz. Bu nedenle ülkemizde günümüzde gerçek anlamda şehir özelliği
gösteren yerleşmelerde yaşayan nüfusun % 75-80 aralığında olduğunu ve kırsal
nüfus oranının % 20-25 aralığında olduğunu söylemek daha doğrudur.
Bütün bunların ötesinde ülkemizde 1950 yılında % 75 civarında olan
kırsal nüfusun günümüzde % 25 civarına düşmesi, kırsal nüfusun önemli
ölçüde azaldığını göstermektedir. Doğal olarak bu durum olumlu-olumsuz
çeşitli sonuçlar da doğurmuştur. Kentlere göç eden kırsal nüfusun bir kısmının
kentlerde daha iyi yaşam koşullarına, eğitim ve sağlık olanaklarına kavuşması,
onlar açısından iyi bir sonuçtur. Ancak kentlere göç eden nüfusun bir kısmı da
iş bulamamakta veya düşük gelirli işlerde çalışmaktadır. Dolayısıyla bu nüfus
için kente göç, yaşam koşulların iyileştirmemiş belki daha da zorlaştırmıştır.
Günümüzde Türkiye’de kentlerde işsizlik oranının kırsala göre daha yüksek
Murat YILMAZ
olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla kırsaldaki olanaklarla daha insani bir yaşam
sağlayan nüfusun kentlere gelip sefalet içinde yaşamaya başlaması olumlu bir
gelişme sayılamaz. Ayrıca kentlerin sürekli olarak göç alması, bu yerleşmelerin
eski sakinlerinin çeşitli alanlarda istihdam fırsatını azaltmakta ve bunların yeni
gelenlerle kültürel çatışma yaşamalarına sebep olmaktadır.
Kırsal nüfusun göçle azalması kırsal yerleşmelerde yaşayanlar
açısından da çeşitli sonuçlar doğurmaktadır. Göç edenlerden kalan tarım
arazileri kiralama veya ücret ödemeden kalanlar tarafından bitkisel üretim
amacıyla kullanılmakta ve bir kısmı daha fazla gelir elde edebilmektedir. Arazi
kullanımı eksenli anlaşmazlıklar da yaşanabilmekte ve bazen sosyal çatışmalar
çıkmaktadır. Ayrıca kırsal yerleşmelerde hane halkının azalması, tarım
alanlarının ekilmemesine, meraların ve yaylaların kullanılmamasına da neden
olmaktadır. Bu açıdan kırsal nüfusun büyük ölçüde azalması Türkiye’de
bitkisel ve hayvansal üretimi olumsuz etkileyen bir faktör olmuştur. Ülkemiz
artık hububat, canlı hayvan ve et açısından kendi kendine yeten bir ülke
olmaktan çıkmıştır.
Öte yandan kırsal yerleşmelerde nüfusun azalması bu yerleşmelerdeki
eğitim sağlık kurumlarının kapanmasına ve dolayısıyla belirtilen hizmetler
açısından koşulların daha da kötüleşmesine neden olmaktadır. Yoğun göç alan
İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerin kenar mahallelerinde ise eğitim
kurumlarının fiziki kapasitesi, talebi karşılamakta zorlanmaktadır. Bu illerde
ilk ve ortaokullarda sınıf mevcutları 60-70 öğrenciyi bulmaktadır. Bu açıdan
da kırsaldan göç edenlerin çocuklarının tamamının iyi eğitim alma olanağına
sahip olduğu söylenemez.
Türkiye’de kırsal nüfusun toplam nüfus içindeki payının 1950’den
sonra azalmaya başlaması ve bu nüfusun 1985’ten sonra mutlak olarak da
azalmaya başlaması çeşitli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçların en önemlileri
kırsal ve kentsel yerleşmelerdeki iş ve hizmet olanakları göç eden ve
etmeyenlerin koşulları, kırsaldan göçün bitkisel ve hayvansal üretime etkileri
şeklinde sıralanabilir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, kırsal nüfus, göç, eğitim, bitkisel üretim,
hayvancılık, hayvansal üretim.
Rural Population Decline and Consequences in Turkey
(Especially its Effects On Animal Husbandary)
Abstract: Rural population accounts for approximately 75% of the total
population according to the 1927 census in Turkey has maintained this rate
until 1950. After 1950, the rural population began to decline. The main reason
for this is the repetition in the rural settlements and the attractions in the cities.
The division and shrinkage of agricultural lands, social problems,
unemployment, inadequacy of education and health services, are the most
important repetitions in rural settlements. Attractiveness in cities can be listed
as job opportunities, better living conditions, better education and health
facilities.
278
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
By 1980, the rural population had fallen by 56%. In 1985, the rural
population fell below 50%. The proportion of the rural population, which was
around 47% in 1985, continued to decline in the following period and declined
to 23% by 2012. In other words, Turkey's population between 2012 and 1985
from 50 million to 75 million, the urban population rose from 26 million to 58
million, but the rural population has dropped from 24 million to 17 million.
With the law numbered 6360 issued in 2013, villages was transformed
into the metropolitan municipality in the provinces where the rural population
was reduced to zero. Depending on the situation today, according to Turkstat
rural population rate in Turkey is around 8%. However, it is not right to accept
that with the new law, thousands of rural settlements in major cities have
become part of the cities by showing structural changes within a year. For this
reason, it is more accurate to say that in our country today the population living
in settlements with real sense of city characteristics is in the range of 75-80%,
thus the ratio of rural population is 20-25%.
Above all, the country's rural population, which was around 75% in
1950, now stands at around 25%, indicating that the rural population has
declined significantly. Naturally, this situation has also produced various
positive and negative consequences. The fact that some of the rural population
migrating to urban areas has better living conditions, education and health
facilities in the cities is a good result. However, some of the population
migrating to the cities also do not find jobs or work in low-income jobs.
Therefore, immigration to the city for this population has not improved the
living conditions and made it even more difficult. Today, Turkey is the fact that
the unemployment rate in the countryside is higher than in urban areas.
Therefore, it is not a positive development that the population that provides a
more human life with the possibilities in the rural areas will come to the cities
and start living in misery. In addition, continuous migration to cities also
reduces the opportunities for former residents of the city to work in various
fields and causes them to live in cultural conflict with newcomers.
The immigration decline of the rural population also has consequences
for people who are living in rural settlements. The remaining agricultural land
from migrants is used for vegetable production by those who do not pay rent or
pay, and some are able to earn more income. Land use disputes can also occur
and sometimes social conflicts arise. Moreover, the decline of households in
rural settlements also causes the inadequate use of agricultural lands and
meadows and springs. This greatly reduced the angle of the rural population
has been a factor that reduces crop and animal production in Turkey. Our
country is now not a self-sufficient country in terms of grain, livestock and
meat.
On the other hand, the declining population in rural settlements leads to
the closure of the educational institutions in these settlements and thus the
worsening of the conditions in terms of the services mentioned. The physical
capacity of the educational institutions in the suburbs of cities such as Istanbul,
Ankara and Izmir, which are heavily immigrated, is having difficulty in
279
Murat YILMAZ
meeting the demands. In these provinces, there are 60-70 students in the first
and middle school. From this point of view, it is not said that all of the children
of migrants from rural areas have the right to receive good education.
After 1950 the ratio of rural poluplation in total population in Turkey
has begun to decrease. The absolute decrease in the rural population after 1985
had several consequences. The most important of these results can be listed as
the employment and service possibilities in the rural and urban settlements, the
conditions of the migrants and non-migrants, the effect of rural-migaration to
vegetative and animal production.
Keywords: Turkey, rural population, migration, education, crop
production, husbandary, animal production.
1.GİRİŞ
Nüfus sınırları belli olan bir alanda yaşayan insan sayısı olarak
tanımlanmaktadır. Kırsal yerleşmelerde yaşayan nüfus kırsal, kentsel yerleşmelerde
yaşayan nüfus ise kentsel nüfus olarak kabul edilmektedir. Kırsal ve kentsel
yerleşmeler birbirlerinden çeşitli yönleriyle ayrılmaktadır. Arazi kullanımı, çalışan
nüfusun sektörel dağılımı, nüfus miktarı bu farklılıkların en önemlileridir (Doğanay,
2014; Tümertekin, 1973).
Kırsal yerleşmelerin nüfus miktarı azdır. Nitekim 1924’te çıkarılan 442 sayılı
köy kanununa göre Türkiye’de nüfusu 2000’in altında olan yerleşmeler köy olarak
kabul edilmiştir (Doğanay, 2014). Kentsel yerleşmelerde ise nüfus miktarı fazla olup
5-10 bin gibi değerlerden birkaç yüz bin ile birkaç milyona, hatta 15-20 milyona
kadar çıkmaktadır (Tümertekin ve Özgüç, 2011).
Kırsal yerleşmelerde arazi kullanımı daha sade olup yerleşmenin kapladığı
alanın dışında mera, tarla, bağ-bahçe gibi alanlar bulunur. Buna karşın kent
yerleşmelerinde arazi kullanımı çeşitli ve karmaşıktır. İş-ticaret alanları, sanayi
alanları, eğitim, sağlık ve yönetim hizmetlerinin yoğunlaştığı alanların yanı sıra spor
tesisleri, park-bahçeler, askeri tesisler, mezarlıklar gibi farklı amaçlarla kullanılan
alanlar bulunmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi kırsal ve kentsel yerleşmeler arasındaki önemli
bir farklılık da ekonomik faaliyetlerdir. Kırsal yerleşmelerde ziraat, hayvancılık,
balıkçılık, ormancılık, arıcılık gibi toprağa ve suya dayalı primer ekonomik
faaliyetler yapılır. Buna karşın kentsel yerleşmelerde eski çağlardan beri meslek
çeşitliliği hep fazla olmuştur. Yöneticiler, din adamları, basit imalat (fırıncı, terzi,
değirmenci vb.) işlerinde imalat sektöründe çalışanlar, askerler, eğitim ve sağlık
hizmetlerinde çalışanlar ve tacirler eski dönemlerden beri kentsel yerleşmelerde var
280
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
olan mesleklerdir (Göney, 1995). Bunun yanı sıra modern zamanda fabrika işçileri,
maden işçileri, ulaşım sektöründe çalışanlar, bankacılık-sigortacılık, bilişim sektörü
gibi yeni meslekler de ortaya çıkmıştır.
Kırsal ve kentsel yerleşmelerde yapılan ekonomik faaliyetlerin farklılığı doğal
olarak çalışan nüfusun sektörel dağılımını da etkilemektedir. Kırsal yerleşmelerde
ziraat, hayvancılık, bağ-bahçecilik, ormancılık gibi primer ekonomik faaliyetler
yaygınken kent yerleşmelerin insanlar daha ziyade sanayi ve hizmetler sektörlerinde
istihdam edilmektedir.
Bu çalışmanın amacı Türkiye’de Cumhuriyet boyunca kır-kent nüfus
değişimini ve kırsal nüfusun azalmasının günümüzdeki sonuçlarını incelemektir.
Çalışmada TÜİK’in verileri (eski adı DİE: Devlet İstatistik Enstitüsü, yeni adı
Türkiye İstatistik Kurumu: TÜİK) kullanılacaktır. Türkiye’de ilki 1927’de ikincisi
ise 1935’te yapılan nüfus sayımları, 1990 yılına kadar her 5 yılda bir yapılmıştır. Bu
sayımların sonuncusu ise 2000 yılında yapılmıştır. TÜİK genel nüfus sayımlarında il
ve ilçe merkezlerini şehir, belde köy ve köy tüzel kişiliğine sahip olmayan
yerleşmeleri ise (bunların nüfusları bağlı oldukları köyün nüfus içinde yer
almaktadır) kırsal yerleşme kabul etmektedir. Bu nedenle ilçe ve ilçe merkezlerinin
nüfusu kentsel diğerlerinin nüfusu ise kırsal nüfus olarak kabul edilmiştir.
Türkiye’de 2000 yılından sonra genel nüfus sayımı yapılmamış, İçişleri
Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü bünyesinde ADNKS (Adrese
Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi) veri tabanı oluşturulmuştur. Bu veri tabanının ilk
sonuçları 2007 yılının sonunda açıklanmıştır. Yani 2008 yılının Ocak ayında, 31
Aralık 2007 tarihli veriler açıklanmıştır. Günümüzde de her yılın son günü itibariyle
oluşan ADNKS verileri bir sonraki yılın ilk aylarında açıklanmaktadır. ADNKS
sonuçlarına göre de 2007-2012 yılları arasında il ve ilçe merkezleri şehir, belde ve
köyler ise kırsal yerleşme olarak kabul edilmiş ve kırsal-kentsel nüfus oranları bu
ayrıma göre ortaya çıkarılmıştır.
2013 yılında çıkarılan 6360 sayılı yeni büyükşehir yasası ile 30 büyük şehrin
nüfusunun tamamı kentsel nüfus olarak kabul edilmiş, büyükşehir olmayan illerde
ise eski ayrım devam etmiştir. Büyükşehir olan illerde köylerin mahalleye
dönüştürülmesi ve bu yerleşmelerin nüfuslarının kentsel nüfus olarak kabul edilmesi
tartışmaları da beraberinde getirmiştir (Doğanay, 2014; Yılmaz, 2016a). Zira bir
kırsal yerleşmelerin şehir yerleşmesi haline gelmesi, bazen onlarca hatta yüzlerce yıl
sürmekte ve ancak bu uzun zaman dilimleri içinde yerleşmelerin fonksiyonları
değişmektedir (Tümertekin, 1973). Bu nedenle Van gibi kırsal nüfus oranının % 45
civarında olduğu illerde, bu değerin bir yasa ile % 0’a inmesi tartışılması gereken bir
husustur. Bu yasa ile büyükşehirlerde kırsal yerleşmelere hizmet götürme anlayışı
281
Murat YILMAZ
değişmiş, il-ilçe özel idarelerinin yerine bu görev belediyelere verilmiştir (İzci ve
Turan, 2013). Ancak bu anlayışın değişmesi, nüfusun tamamını kentsel nüfus olarak
kabul etmeyi gerektirir mi? bu sorunun cevabının tartışılması gerekmektedir.
Büyükşehir olmayan illerde ise kırsal-kentsel nüfus tasnifinde ve kırsal
yerleşmelere hizmet götürme anlayışında bir değişiklik olmamıştır. Kırsal ve kentsel
yerleşmelerin ayrımı ve 6360 yasa ile ortaya çıkan yeni kabullerle ilgili tartışmalar
bir tarafa bırakılacak olursa Türkiye’de resmi istatistik kurumunun yasal
düzenlemeler çerçevesinde ortaya koyduğu verilere göre kırsal-kentsel nüfus miktarı
ve oranı ile bunların yıllara göre değişimi ve doğurduğu sonuçlar çalışmanın
devamında ele alınacaktır. Çalışmada kırsal nüfusun azalmasının doğurduğu
sonuçlar da ele alınacak özellikle kırsal nüfusun azaldığı süreçte hayvan varlığının
değişimi detaylı bir şekilde incelenecektir.
2. BULGULAR
2.1. Kırsal ve Kentsel Nüfusun Değişimi
Türkiye’de 1927 sayımına göre toplam nüfusun yaklaşık olarak % 75’ini
oluşturan kırsal nüfus, bu oranını 1950’ye kadar korumuştur (Tablo.1). Bu durumun
temel nedeni kırsal yerleşmelerdeki iticilikler ve kentlerdeki çekiciliklerdir
(Doğanay, 2014; Keleş, 2012). Tarım topraklarının bölünmesi ve küçülmesi, sosyal
problemler, işsizlik, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği, kırsal
yerleşmelerdeki en önemli iticiliklerdir. Kentlerdeki çekicilikler ise iş olanakları,
daha iyi yaşam, eğitim ve sağlık olanakları şeklinde sıralanabilir.
Türkiye’de 1950 yılından sonraki süreçte kırsal nüfus azalmaya başlamıştır.
1950’de % 75 civarında olan kırsal nüfus oranı, 1960’a gelindiğinde % 68,1’e; 1970
yılına gelindiğinde ise % 61,6’ya düşmüştür (Tablo.1). Bu dönemde kırsal
yerleşmelerden kentlere yönelik göçlerin başladığı ve hızlı bir şekilde devam ettiği
anlaşılmaktadır.
Tablo.1. Türkiye’de Kırsal, Kentsel ve Toplam Nüfusun Yıllara Göre Artışı
(1927-2015)
Sayım
Dönemleri
1927
Kentsel
Nüfus
3305879
Oran
Oran
24,2
Kırsal
Nüfus
10342391
75,8
Toplam
Nüfus
13648270
1935
3802642
23,5
12355376
76,5
16158018
1940
4346249
24,4
13474701
75,6
17820950
1945
4687102
24,9
14103072
75,1
18790174
1950
5244337
25,0
15702851
75,0
20947188
282
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
1955
6927343
28,8
17137420
71,2
24064763
1960
8859731
31,9
18895089
68,1
27754820
1965
10805817
34,4
20585604
65,6
31391421
1970
13691101
38,5
21914075
61,6
35605176
1975
16869068
41,2
23478651
58,2
40347719
1980
19645007
43,9
25091950
56,1
44736957
1985
26865757
53,0
23798701
47,0
50664458
1990
33326351
59,0
23149684
41,0
56473035
2000
44006274
64,9
23797653
35,1
67803927
2012
58448431
77,3
17178953
22,7
75627384
2015
72520510
92,1
6220543
7,9
78741053
KAYNAK: TÜİK verileri (Genel Nüfus sayımları ve ADNKS sonuçları)
1980 yılına gelindiğinde kırsal nüfus oranı % 56’ya gerilemiş, 1985 yılında ise
kırsal nüfus oranı ilk kez % 50’nin altına inmiştir. 1985 yılında % 47 civarında olan
kırsal nüfus oranı sonraki süreçte hızla azalmaya devam etmiş ve 2000 yılına
gelindiğinde % 35,1’e inmiştir (Tablo.1). Bu süreçte kırsal nüfusun hızlı bir şekilde
azalmasının en önemli nedeni kırdan kente doğru olan göçlerin yanı sıra yapılan yasal
düzenlemelerdir. Çok sayıda beldenin ilçe statüsü elde etmesi ve bazı büyük
şehirlerde merkeze yakın köylerin şehrin bir parçası haline getirilmesi gibi yasal
düzenlemeler sonucu ortaya çıkan yeni tüzel kişilikler, kırsal nüfus oranının hızla
azalmasının diğer nedenleri arasında gösterilebilir (Yılmaz, 2015).
Ülkemizde 2000 yılından sonra da kırsal nüfus oranı düşmeye devam etmiştir.
Nitekim 2000 yılında % 35 olan bu oran, 2012 yılına gelindiğinde % 23’e gerilemiştir
(Tablo.1). Diğer bir ifade ile 1985 ile 2012 yılı arasında Türkiye nüfusu 50 milyondan
75 milyona, kentsel nüfus 26 milyondan 58 milyona çıkmış, ancak bu süreçte kırsal
nüfus ise 24 milyondan 17 milyona düşmüştür (Yılmaz, 2015).
2013 yılında çıkarılan 6360 sayılı yasa ile büyükşehir belediyesi kurulan
illerde köyler mahalleye dönüştürülmüş ve bu illerde kırsal nüfus sıfıra düşmüştür.
Bu duruma bağlı olarak günümüzde TÜİK verilerine göre Türkiye’de kırsal nüfus
oranı % 8 civarındadır. Ancak yeni yasa ile birlikte büyükşehir statüsü verilmiş
illerdeki binlerce kırsal yerleşmenin bir yıl içinde yapısal değişiklikler göstererek
kentlerin bir parçası haline geldiğini kabul etmek doğru olmaz. Bu nedenle
ülkemizde günümüzde gerçek anlamda şehir özelliği gösteren yerleşmelerde yaşayan
283
Murat YILMAZ
nüfusun % 75-80 aralığında olduğunu ve kırsal nüfus oranının % 20-25 aralığında
olduğunu söylemek daha doğrudur (Yılmaz, 2015; Yılmaz, 2016a).
Türkiye’de 1950 ile 1980 arasında kırsal nüfus oranı sürekli azalırken aynı
dönemde kırsal nüfus mutlak olarak artmaya devam emiştir. Nitekim 1980’de kırsal
nüfus 25 milyon ile Cumhuriyet tarihindeki en yüksek değere çıkmıştır (Tablo.1;
Şekil.1). Ancak bu dönemde kırsal nüfus kentsel nüfusa göre daha yavaş artmıştır
(Yılmaz, 2015; Yılmaz, 2016a).
1980 yılından sonra kırsal nüfus hem oran hem de mutlak olarak azalmaya
başlamıştır. 1985’te yaklaşık 25 milyon düşen nüfus 1985-90 ve 1990-2000 arasında
cılız artışlar yaşasa da 2012 yılında yaklaşık 17 milyona kadar gerilemiştir (Tablo.1,
Yılmaz, 2015; Yılmaz, 2016a).
90000000
80000000
70000000
60000000
50000000
Kırsal Nüfus
40000000
Kentsel Nüfusu
30000000
Toplam Nüfus
20000000
10000000
0
1927 1940 1950 1960 1970 1980 1990 2012
Şekil.1.Türkiye’de Kırsal, Kentsel ve Toplam Nüfusun Yıllara Göre Değişimi
Grafiği
2.2. Kırsal Nüfusun Değişimin Doğurduğu Bazı Sonuçlar
Ülkemizde 1950 yılında % 75 civarında olan kırsal nüfusun günümüzde % 20
civarına inmesi kırsal nüfusun önemli ölçüde azaldığını göstermektedir. Türkiye’de
kırsal nüfusun toplam nüfus içindeki payının 1950’den sonra azalmaya başlaması ve
bu nüfusun 1985’ten sonra mutlak olarak da azalmaya başlaması çeşitli olumlu ve
olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçların en önemlileri;
• Kırsal yerleşmelerden göç edenlerin şehirlerdeki yeni yaşam koşulları,
• Kırsaldan yerleşmelerden kentlere göçün kentte yaşayanların iş olanaklarına
etkisi,
284
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
• Kırsal yerleşmelerde nüfusun azalmasının bitkisel ve hayvansal üretime etkisi,
• Kırsal yerleşmelerde yaşanan göçün bu yerleşmelerdeki eğitim ve sağlık hizmetlerine olan etkisi,
• Kentlerde nüfusun hızlı artmasının özellikle göçmenlerin yoğun olduğu kenar mahallerdeki eğitim faaliyetlerine etkisi,
• Kırsal yerleşmelerden göçle ayrılanlardan kalan tarım arazilerinin bu yerleşmelerde yaşamaya devam eden hane hakları tarafından kullanımından kaynaklanan
sorunlar ve
• Kentlere gelen kırsal nüfusun birbirleriyle ve kentin eski sakinleriyle olan
uyumu ve ortaya çıkan sosyal çatışmalar şeklinde sıralanabilir.
Kentlere göç eden kırsal nüfusun bir kısmının kentlerde daha iyi yaşam
koşullarına, eğitim ve sağlık olanaklarına kavuşması, onlar açısından iyi bir sonuçtur.
Ancak kentlere göç eden nüfusun bir kısmı iş bulamamakta veya düşük gelirli ve
sosyal güvencesi olmayan işlerde çalışmaktadır. Dolayısıyla bu nüfus için kente göç,
yaşam koşullarını iyileştirmemiş, belki daha da zorlaştırmıştır (Yılmaz, 2016a).
Günümüzde Türkiye’de kentlerde işsizlik oranının kırsala göre daha yüksek
olduğu bir gerçektir (www.tuik.gov.tr). Dolayısıyla kırsaldaki olanaklarla daha
insani bir yaşama sahip nüfusun kentlere gelip sefalet içinde yaşamaya başlaması,
olumlu bir gelişme sayılamaz (Yılmaz, 2016a). Ayrıca kentlerin sürekli olarak göç
alması, bu yerleşmelerin eski sakinlerinin çeşitli alanlarda istihdam fırsatını
azaltmakta ve bunların yeni gelenlerle sıklıkla kültürel çatışma yaşamalarına sebep
olmaktadır.
Kırsal nüfusun göçle azalması kırsal yerleşmelerde yaşayanlar açısından da
çeşitli olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Göç edenlerden kalan tarım
arazileri kiralama veya ücret ödemeden, kalanlar tarafından bitkisel üretim amacıyla
kullanılmakta ve bu hane halklarının bir kısmı daha fazla gelir elde edebilmektedir.
Ancak göç edenler ve kırsal yerleşmelerde kalanlar arasında arazi kullanımı eksenli
anlaşmazlıklar da yaşanabilmekte ve bazen bu problemden dolayı sosyal çatışmalar
çıkmaktadır (Yılmaz, 2016a).
Ayrıca kırsal yerleşmelerde hane halkının azalması, tarım alanlarının belli bir
kısmının ekilmemesine, meraların ve yaylaların kullanılmamasına da neden
olabilmektedir. Bu açıdan kırsal nüfusun büyük ölçüde azalması, Türkiye’de bitkisel
ve hayvansal üretimi olumsuz etkileyen önemli bir etmendir. Kırsal nüfusun çok
fazla azalması sonucu, ülkemiz artık hububat, canlı hayvan ve et açısından kendi
kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmıştır. Adı geçen bitkisel ve hayvansal ürünlerin
285
Murat YILMAZ
ithalatı son yıllarda giderek artmaktadır (Yılmaz, 2015). Kırsal nüfusun azalması ile
hayvancılık arasındaki ilişki ilerde ayrı bir başlık olarak ele alınacaktır.
Öte yandan kırsal yerleşmelerde göç sonucu nüfusun azalması, bu
yerleşmelerin bazılarında eğitim sağlık kurumlarının kapanmasına ve dolayısıyla
belirtilen hizmetler açısından koşulların daha da kötüleşmesine neden olmaktadır.
Nüfusu azalan kırsal yerleşmelerde okullar kapanmakta, ilkokul ve ortaokul
çağındaki çocuklar yakın çevrede yer alan diğer bazı yerleşmelerdeki okullara
taşınmaktadır. Ancak 6-7 yaşlarındaki çocukların taşınması, bu çocukların okula
uyumunu güçleştirmekte ve başarılarını azaltmaktadır (Yılmaz, 2016b).
Yoğun göç alan İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerin kenar mahallelerinde
ise eğitim kurumlarının fiziki kapasitesi, talebi karşılamakta zorlanmaktadır. Bu
illerde ilk ve ortaokullarda sınıf mevcutları 60-70 öğrenciyi bulmaktadır. Bu açıdan
kırsaldan göç edenlerin çocuklarının tamamının iyi eğitim alma olanağına sahip
olduğu söylenemez.
Kırsal yerleşmelerden kentlere yönelik göçler, göçle gelenler arasında veya
göçle gelenlerle kentin eski sakinleri arasında zaman zaman anlaşmazlıkların
yaşanmasına neden olmaktadır. Kültürel farklılıklar toplumsal ilişkilerde zaman
zaman sıkıntılara neden olmakta veya maddi anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır.
Bundan dolayı Avrupa’da olduğu gibi ülkemizde de göçle gelenlerin kente uyumu
için çeşitli eğitim ve uyum programları hayata geçirilmeli, kentlilik bilinci hususunda
farkındalık çalışmaları yapılmalıdır.
2.3. Kırsal Nüfusun Azalmasının Hayvancılığa Etkileri
Türkiye’de kırsal nüfusun değişimi ile hayvan varlığı birlikte incelendiğinde
bazı önemli hususlar dikkat çekmektedir. 1950’de kırsal nüfus oranı % 75 iken
büyükbaş hayvan varlığı 11 milyon civarında, küçükbaş hayvan varlığı 41,5 milyon,
toplam canlı hayvan varlığı da 52,5 milyon civarındaydı. 1980’e gelindiğinde kırsal
nüfus oranı % 52’ye gerilemiş, aynı tarihte büyükbaş hayvan varlığı yaklaşık 17
milyona, küçükbaş hayvan varlığı 68 milyona canlı hayvan varlığı ise 85 milyona
çıkmıştır (Tablo.1-2-3-4; Şekil.2).
Bu dönemde kırsal nüfus oranı azalmasına rağmen hayvan varlığının artması
bir tezat gibi görünebilir. Ancak oran olarak azalan kırsal nüfus, aslında mutlak
olarak artmıştır. Nitekim 1950’de 16 milyon civarında olan kırsal nüfus 1980’e
gelindiğinde 25 milyona çıkmıştır (Tablo.1). Fakat bu dönemde kırsal nüfusun yıllık
artış hızı kentsel nüfusa göre daha düşük kaldığı için (göçlerden dolayı) söz konusu
nüfusun toplam nüfus içindeki payı azalmıştır. Verilerden de anlaşılacağı üzere kırsal
286
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
nüfusun artması, hayvan varlığının sayısını olumlu yönde etkilemiş ve 1950 de 52,5
milyon olan hayvan varlığı 1980’e gelindiğinde 85 milyona çıkmıştır (Tablo.1;
Tablo.2; Tablo.3). Bu durum son derece normaldir. Zira bitkisel üretim ve
hayvancılık genellikle kırsal yerleşmelerde kırsal nüfus tarafından yapılan
faaliyetlerdir.
Tablo.2. Türkiye’de Büyükbaş Hayvan Varlığının Yıllara Göre Değişimi
(1950-2014)
Yıllar
Sığır
%
Manda
%
Toplam
%
1950
10.123.000
91,5
947.000
8,5
11.070.000
100
1960
12.435.000
91,6
1.140.000
8,4
13.575.000
100
1970
12.756.000
91,9
1.117.000
8,1
13.873.000
100
1980
15.894.000
93,9
1.031.000
6,1
16.925.000
100
1990
11.377.000
96,8
371.000
3,2
11.748.000
100
2000
10.761.000
98,7
146.000
1,3
10.907.000
100
2014
14.223.000
99,1
122.000
0,9
14.345.000
100
Kaynak: TÜİK verileri.
1950 ile 1980 arasında büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlığı tek tek ele
alındığında, söz konusu değerlerin arttığı görülmektedir. 1950’de 11 milyon olan
büyükbaş hayvan varlığı 1980’e gelindiğinde 17 milyona çıkmıştır. Aynı dönemde
küçükbaş hayvan varlığı da 42,5 milyondan yaklaşık 68 milyona çıkmıştır (Tablo.2;
Tablo.3; Şekil.2).
1950-1980 arasında büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlığı kendi içinde
değerlendirildiğinde de ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır. 1950’de büyükbaş
hayvan varlığının % 8,5’ini manda, % 91,5’ini ise sığır oluşturmaktaydı. 1980 yılına
gelindiğinde ise bir önceki cümlede belirtilen oranlar sırasıyla % 6,1 ve 93,9
olmuştur. Yani mandanın büyükbaş hayvan varlığı içindeki payı azalmış, sığırınki
ise artmıştır.
1950-1980 arasında koyunun küçükbaş hayvan varlığın içindeki payı sürekli
artmış, buna karşın kıl keçisi ve tiftik keçisinin payları ise önemli ölçüde azalmıştır.
Koyunun küçükbaş hayvan varlığı içindeki payı 1950’de % 55,6 iken 1980’e
gelindiğinde % 71,9’a çıkmıştır. 1950’de kıl keçisi ve tiftik keçesinin sırasıyla %
38,9 ve % 9,5 olan payları ise 1980’de % 22,7 ve % 5,4’e gerilemiştir.
287
Murat YILMAZ
90.000.000
80.000.000
70.000.000
60.000.000
50.000.000
40.000.000
30.000.000
20.000.000
10.000.000
0
Manda
Sığır
Koyun
Kıl Keçisi
Tiftik Keçisi
Toplam Hayvan Varlığı
1950 1960 1970 1980 1990 2000 2014
Şekil.2.Türkiye’de Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvan Varlığının Yıllara Göre
Değişimi (1950-2014)
1980 ile 2000 yılı arasında toplam hayvan varlığı yaklaşık yarı yarıya
azalmıştır. 1980’de 84,6 milyon civarında olan hayvan varlığı 2000 yılına
gelindiğinde yaklaşık 46,7 milyona inmiştir (Tablo.2-3-4; Şekil.2). Aynı dönemde
kırsal nüfus oranı da % 56,1’den % 35,1’e gerilemiştir. Bu dönemde Türkiye nüfusu
toplamda 23,1 milyon artarken kırsal nüfus 1,2 milyon azalmıştır. Yani diğer bir
ifade ile 1980-2000 arasında kentsel nüfus 24,4 milyon artarken kırsal nüfus 1,2
milyon azalmış ve bu nüfusun toplam nüfus içindeki payı da % 21 oranında azalmıştır
(Tablo.1).
Tablo.3.Türkiye’de Küçükbaş Hayvan Varlığının Yıllara Göre Değişimi
(1950-2014)
Yıllar Koyun
%
Kıl Keçisi %
Tiftik
Keçisi
%
Toplam
%
1950
23.082.000 55,6 14.498.000 38,9 3.966.000 9,5
1960
34.463.000 58,3 18.636.000 31,5 5.995.000 10,1 59.095.000 100
1970
36.471.000 65,2 15.040.000 26,9 4.443.000 7,9
55.954.000 100
1980
48.630.000 71,9 15.385.000 22,7 3.658.000 5,4
67.673.000 100
1990
40.553.000 78,7 9.698.000
18,8 1.279.000 2,5
51.530.000 100
2000
28.492.000 79,8 6.828.000
19,2 373.000
1,0
35.693.000 100
2014
31.140.000 75,1 10.167.000 24,5 177.000
0,4
41.485.000 100
41.547.000 100
Kaynak: TÜİK verileri ve Doğan 2015’ten yararlanılarak hazırlanmıştır.
288
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
Verilerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’de kentleşme oranı ve kentli nüfusun
arttığı bir dönemde, canlı hayvan varlığı hızlı bir azalma süreci yaşamıştır. Bu durum
kırsal nüfusun hayvancılık faaliyetleri açısından son derece önemli olduğunu açıkça
ortaya koymaktadır. Zira kırsal hane halklarının temel geçim kaynakları ziraat ve
hayvancılıktır.
1980-2000 arasında toplam hayvan varlığı azalırken doğal olarak bu değeri
oluşturan büyükbaş hayvan ve küçükbaş hayvan varlığı da büyük oranda azalmıştır.
Nitekim 1980’de 67,2 milyon olan küçükbaş hayvan varlığı 35,7 milyona, yaklaşık
16,7 milyon olan büyükbaş hayvan varlığı da 11 milyona inmiştir.
Öte yandan 1980-2000 döneminde koyunun küçükbaş hayvan varlığı içindeki
payı artmaya tiftik keçisi ve kıl keçisinin payı ise azalamaya devam etmiş. Bu
dönemde koyunun payı % 71,9’dan %78,9’a çıkarken kıl keçisinin payı % 22,7’den
% 19,2’ye tiftik keçisinin payı ise % 5,4’ten % 1’e inmiştir. Bu dönem özelikle tiftik
keçisinin payında daha hızlı bir azalma olmuştur (Tablo.3).
1980-2000 döneminde sığırın büyükbaş hayvan varlığı içindeki payı oldukça
fazla artmış, mandanın payı ise hızlı bir azalma sergilemiştir. 1980’de sığırın
büyükbaş hayvan varlığı içindeki oranı % 93,9 iken 2000 yılında bu oran % 98,7’ye
çıkmıştır. Aynı dönemde mandanı payı ise % 6,1’den % 1,3’e gerilemiştir (Tablo.2).
2000 yılı ile 2014 yılı arasında canlı hayvan varlığında önemli bir artış
yaşanmıştır. 2000 yılında 46,7 milyon civarında olan bu değer 2014 yılına
gelindiğinde 52,5’e çıkmıştır (Tablo.4). Bu süreçte kırsal nüfus ise azalmıştır.
Buradan mevcut kırsal hane halklarının besledikleri hayvan sayınsın arttığı
söylenebilir. Bu dönemde küçükbaş hayvan 35,7 milyondan 41,5 milyona, büyükbaş
hayvan varlığı da 11 milyondan 14,2 milyona çıkmıştır (Tablo.4).
2000-2014 döneminde toplam küçükbaş hayvan varlığı artarken koyunun
küçükbaş hayvan varlığı içindeki payında bir azalma olmuştur 2000 yılında % 79,8
olan bu oran 2014’te % 75,1’e inmiştir. Aynı dönemde tiftik keçisinin payı iyice
azalırken kıl kesçinin payında ise önemli bir yükselme olmuştur. 2000 yılında % 1
olan tiftik keçisinin oranı 2014 yılına gelindiğinde % 0,4’e inmiş, aynı dönemde kıl
keçisinin küçükbaş hayvan varlığı içindeki payı ise % 19,2’den % 24,5’e çıkmıştır
(Tablo.3).
289
Murat YILMAZ
Tablo.4. Türkiye’de Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvanların Toplam Hayvan
Varlığı içindeki Payları (1950-2014)
Yıllar
Büyükbaş
Hayvan sayısı
%
Küçükbaşa
Hayvan sayısı
%
Toplam
100
1950
11.070.000
21,0
41.547.000
79,0
52.617.000
100
1960
13.575.000
18,7
59.095.000
81,3
72.670.000
100
1970
13.873.000
19,9
55.954.000
80,1
69.827.000
100
1980
16.925.000
20,0
67.673.000
80,0
84598000
100
1990
11.748.000
18,6
51.530.000
81,4
63278000
100
2000
10.907.000
23,4
35.693.000
76,6
46600000
100
2014
14.345.000
25,7
41.485.000
74,3
55830000
100
Kaynak: TÜİK verileri.
2000-2014 döneminde büyükbaş hayvan varlığı artarken manda sayısı
azalmıştır. Bu dönemde sığır varlığı 10,7 milyondan 14,2 milyon çıkmış, manda
sayısı ise 146 binden 122 bine inmiştir. Bu dönemde sığırın büyükbaş hayvan varlığı
içindeki payı % 98,7’den % 99,1’e çıkarken mandanın payı ise % 1,3’ten % 0,1’e
inmiştir (Tablo.2).
Türkiye’de özellikle 1980’den sonraki süreçte kırsal nüfus azalırken hayvan
varlığı 2000 yılına kadar hızlı azalmış, 20000 yılından sonra ise artmıştır. Ancak
1980’den 2014’e kadar olan dönemde manda ve tiftik keçisinin sürekli olarak
azaldığı dikkat çekmektedir. Nitekim 1980’de 1 milyon olan manda sayısı 2000
yılında 146 bine 2014 yılında ise 122 bine inmiştir. Yine 1980’de 3 milyon 658 bin
olan tiftik keçisi sayısı, 2000 yılında 373 bine, 2014 yılında ise 177 bine inmiştir
(Tablo.2-3).
Türkiye’de küçükbaş ve büyükbaş hayvanların toplam hayvan varlığı içindeki
payına baktığımızda günümüzde bu oranların sırasıyla % 74,3 ve % 25,7 olduğu
anlaşılmaktadır. 1950-1990 arasında büyükbaş hayvanların payında bir artış olmuş,
buna karşın 1990 yılı sonrasında ise küçükbaş hayvanların payında bir azalma
meydana gelmiştir. Nitekim 1950’de toplam hayvan varlığının % 21’ini oluşturan
büyükbaş hayvanların payı, 1990 yılına gelindiğinde % 18,6’ya gerilemiştir. 1950’de
% 79 olan küçükbaş hayvanların payı ise 1990 yılına gelindiğinde % 81,4’e çıkmıştır.
1990’da sonra ise bu değişim tersi bir özellik göstermiş yani büyükbaş hayvanların
oranı artmıştır. 1990’da % 18,6 olan büyükbaş hayvan oranı 2000 yılında % 23,4’e,
290
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
2014 yılında ise % 25,7’ye çıkmıştır. 1990 yılında % 81,4 olan küçükbaş hayvan
oranı ise 2000 yılında % 76,6’ya 2014 yılında ise % 74,3’e gerilemiştir. Kısaca 64
yıllık dönemde büyükbaş hayvanın toplam hayvan varlığı içindeki oranı % 5
civarında artmış, küçükbaş hayvan oranı da aynı oranda azalmıştır (Tablo.4).
Türkiye’de 10 kişiye düşen koyun sayısı değerinin 1950 ile 1980 arasında çok
fazla değişmediği (cılız bir azalma olmuştur), 2000 yılından sonra ise hızla azaldığı
dikkat çekmektedir. Nitekim 1950’de 11 olan değer 1980’e gelindiğinde 10,8
olmuştur. 1980’de 10,8 olan 10 kişiye düşen koyun sayısı, 2000 yılında 4,2; 2014
yılında ise 3,9 olmuştur. Verilerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’de 1950-1980
arasında her 10 kişiye karşılık 10’dan fazla koyun varken bugün bu değer oldukça
düşüktür. Yani 1950’de 21 milyon civarında olan nüfus günümüzde yaklaşık 81
milyona çıkmış, aynı dönemde koyun varlığı 23,1 milyondan 31,1 milyona çıkmıştır
(Tablo.5). Diğer bir ifade ile koyun varlığındaki artış nüfus artışına göre oldukça
düşük kalmıştır.
Tablo.5. Türkiye’de Yıllara Göre Nüfusun, Koyun Varlığının Toplam Hayvan
Varlığının Değişimi (1950-2014)
Yıllar
Nüfus
Koyun
sayısı
10 Kişiye
düşen
Koyun
Sayısı
Küçükbaş
ve
Büyükbaş
Toplam hayvan
sayısı
10
Kişiye
düşen Canlı
Hayvan
sayısı
1950
21000000
23100000
11,0
52.617.000
25,1
1980
45000000
48600000
10,8
84598000
18,8
2000
67000000
28500000
4,2
46600000
7,0
2014
78000000
31150000
3,9
55830000
7,1
Kaynak: TÜİK verileri.
1950-2015 arasında 10 kişiye düşen canlı hayvan sayısında da önemli bir
azalma olmuştur. 1950’de 25,1 olan bu değer 1980’de 18,8’e; 2000 yılında ise 7’ye
düşmüştür. Günümüzde de bu değer 7 civarındadır. Ülke nüfusun hızla arttığı bu
dönemde canlı hayvan sayısında artış ve azalışlar olmuştur. Ancak kabaca 1950-2015
döneminde canlı hayvan varlığının nüfus artışına göre oldukça düşük olduğu
anlaşılmaktadır (Tablo.5).
291
Murat YILMAZ
Kısaca Türkiye’de 1950-1980 arasında kırsal nüfusun toplam nüfusun içindeki
payı azalırken söz konusu nüfus mutlak olarak artmaya devam etmiş ve bu dönemde
canlı hayvan sayısı hızlı bir artış yaşamıştır. 1980-2000 arasında ise canlı hayvan
varlığı hızlı bir azalma dönemine girmiştir. 2000-2014 döneminde ise bu değerde
nispeten önemli bir yükselme yaşanmıştır (Şekil.3, Tablo.1; Tablo.4,). 1950’de
toplam hayvan varlığı içinde önemli bir paya sahip olan koyun, sığır ve kıl keçisi,
günümüzde bu önemini korumaktadır. Ancak aynı şeyi manda ve tiftik keçisi için
söylemek zordur (Tablo.2-3).
90000000
80000000
70000000
60000000
50000000
Kırsal Nüfus
40000000
Canlı hayvan sayısı
30000000
20000000
10000000
0
1950 1960 1970 1980 1990 2000 2014
Şekil.3. Türkiye’de Kırsal Nüfus ve Canlı Hayvan Sayının (Büyükbaş ve
Küçükbaş Toplamı) 1950-2014 Yılları Arasındaki Değişimi
Bu nedenle kırsal nüfusun azaldığı 1980-2015 sürecinde tiftik keçisi ve manda
yetiştiriciliğinin olumsuz anlamda daha fazla etkilendiği söylenebilir. Oysa sütü ve
yoğurdu son derece lezzetli ve değerli olan manda ile dokuma sanayinde özel bir yeri
olan uzun lifli yüne sahip tiftik keçisinin hayvan varlığımız içinde bitme noktasına
gelmesi, ülke ekonomisi ve kırsal hane halklarının bir kısmı için ciddi bir kayıptır.
İlginç olan bir husus da ülkemizde bitme noktasına gelen Ankara (tiftik) keçisinin
Avustralya ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde her geçen gün artmasıdır
(Güner ve Ertürk, 2006). Ankara keçisinin ilgili ülke çiftçileri ve ekonomilerine olan
katkısı giderek artmaktadır. Burada bize ait olan ehlileştirilmiş bir hayvanın
kıymetini bilmediğimiz ve ondan ekonomik anlamda yeterince yaralanamadığımız
anlaşılmaktadır.
292
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
3. SONUÇ
Türkiye’de 1927 yılında % 24 olan kentsel nüfus oranı 1950’ye kadar pek
değişmemiştir. 1950 öncesinde ulaşım ve iletişim olanak ve araç gereçlerinin oldukça
sınırlı olması, kırsal yerleşmelerden kentlere yönelik göçlerin az olmasına neden
olmuştur. Ancak 1950’den sonra ülkede meydana gelen yapısal ve ekonomik
değişimler, yeni ulaşım ağları ve araçları ile iletişimin gelişmesi gibi etkenler, kırsal
nüfusun kent hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasına neden olmuştur. Neticede
kent hakkında daha fazla bilgi sahibi olan kırsal nüfus, bu kentlerin çekiciliklerinden
ve kırsal yerleşmelerin iticiliklerinden dolayı kentlere göç etmeye başlamıştır.
1950’den sonraki süreçte kırsaldan kentlere yönelik göçlerden dolayı kırsal
nüfus oranı her geçen gün azalmaya, kentsel nüfus oranı ise artmaya başlamıştır.
1980 yılına gelindiğinde (1950’de % 75 civarında olan kırsal nüfus) % 56’ya
düşmüştür. Aynı dönemde kentsel nüfus oranı da % 25’ten % 44’e çıkmıştır. 1985
genel nüfus sayımı Türkiye’de kırsal nüfus oranının % 50’nin altına indiği,
dolayısıyla kentsel nüfus oranının da % 50’nin üzerinde çıktığı ilk nüfus sayımı
olmuştur. Bu tarihte kentleşme oranı % 53’e çıkmış, kırsal nüfus oranı ise % 47
olmuştur (Tablo.1).
1985’ten sonra da kırsal nüfus oranı azalmaya devam etmiştir. Nitekim 2000
yılına gelindiğinde kırsal nüfus oranı yaklaşık % 35’e düşmüş, kentsel nüfus oranı
ise % 65’e çıkmıştır. 2000 yılından sonraki süreçte kırsal nüfus oranı düşmeye devam
etmiştir. Nitekim 6360 sayılı yasa çıkmadan tespit edilen 2012 ADKS verilerine
göre, kırsal nüfus oranı % 23, kentsel nüfus oranı ise % 77 olmuştur (Tablo.1).
2013 yılında çıkarılan 6360 sayılı yeni büyük şehir yasasına göre tüm
büyükşehirlerde kırsal nüfus oranı % 0 olmuştur. Çünkü büyük (bütün şehir yasası
olarak da geçmektedir) şehirlerdeki köyler mahalleye dönüştürülmüş ve şehrin bir
parçası kabul edilmiştir. Bu nedenle 2012 sonu verilerine göre % 23 olan kırsal nüfus
2013 sonu itibariyle % 9’a düşmüştür. Tabi ki yasal düzenleme ile köy
yerleşmelerinin fonksiyonları, bir yılda değişmemiştir. Ancak yasaya bağlı olarak
açıklanan verilerde büyük bir farklılık göstermiştir.
Günümüzde Türkiye’de bitkisel ve hayvansal üretim yapılan kırsal
yerleşmelerde toplam nüfusun yaklaşık % 20’sinin yaşadığı söylenebilir. Zira 2012
yılı verilerine göre bu oran % 23 civarındaydı. Dolayısıyla halen Türkiye’de her 5
kişiden birinin kırsal yerleşmelerde yaşadığı söylenebilir. Bu değeri doğru kabul
etsek 1980’de her 100 kişiden 56’sının yaşadığı kırsal yerleşmelerde bugün her 100
kişiden 20’sinin yaşadığı anlaşılmaktadır. Bu veri kabaca son 40 yılda Türkiye’de
kırsal nüfus oranının % 36 oranında azaldığını göstermektedir.
293
Murat YILMAZ
1950’den sora oran olarak azalan kırsal nüfus, aslında 1980’e kadar mutlak
olarak artmaya devam etmiştir. 1980’e gelindiğinde Cumhuriyet tarihindeki en
yüksek değer olan 25 milyona çıkan kırsal nüfus, sonraki süreçte mutlak olarak da
azalmaya başlamıştır. Nitekim bu değer 1985 yılında yaklaşık 24 milyona, 1990
yılında 23 milyona inmiştir. 1990-2000 arasında yaklaşık 23 milyondan 24 milyona
çıkan kırsal nüfus 2012 yılına gelindiğinde 17,2 milyona düşmüştü. 2017 yılı
verilerin göre 6,5 milyon olarak gösterilen kırsal nüfusun aslında 80,8 milyon olan
nüfusumuz % 20’sine denk gelen 16,2 milyon civarında olduğu söylenebilir.
Türkiye’de kırsal nüfusun kentlere göçü, kırsal yerleşmeler ve kentlerdeki
eğitim sağlık hizmetlerini, iş olanaklarını, toplumsal ilişkileri ve kırsal
yerleşmelerdeki bitkisel ve hayvansal üretimi önemli ölçüde etkilemiştir. Kırsal
yerleşmelerden kentlere göç edenlerin bir kısmı daha iyi iş, eğitim, sağlık ve yaşam
koşullarına sahip olmuş ancak bir kısmı eski durumundan daha zor koşullarda
yaşamak zorunda kalmıştır. Kentlerde yaşayanlar kırsaldan gelenlerden dolayı
işsizlikle daha fazla ve daha büyük oranda karşı karşıya kalmıştır. Bu yerleşmelerin
kenar mahallerinde (kentlerin) eğitim ve sağlık hizmetleri, nüfus artışına paralel hızlı
bir büyüme sağlayamamış ve bu hizmetlerde nitelik zaman zaman düşmüştür.
Kırsaldan göçle gelenler kendi aralarında ve kentin eski sakinleriyle zaman zaman
sosyal problemler ve çatışmalar yaşamıştır. Bu olaylar bazen haber bültenlerine de
konu olmaktadır.
Kırsal yerleşmelerden göç edenlerden dolayı bu yerleşmelerde nüfus giderek
azalmış ve yerleşmelerde okullar ile sağlık ocakları kapatılmıştır. Bu nedenle kırsal
göç, kırsal yerleşmelerde eğitim ve sağlık hizmetlerinin yerinde verilmesine dolaylı
olarak engel olmuştur. Bu yerleşmelerde öğrenciler taşımalı eğitimle okumakta,
sağlık hizmetleri de gezici ekipleri veya bazı büyük köyler ile il-ilçe merkezlerinde
sağlanmaktadır.
Bu çalışmada kırsal nüfusun azalması ile hayvan varlığındaki değişim
arasındaki ilişki, sayısal verilerle desteklenerek incelenmiştir. 1950-1980 arasında
kırsal nüfus mutlak olarak artarken aynı dönemde canlı hayvan varlığının da arttığı
görülmektedir. Nitekim 1950-1980 arasında kırsal nüfus 17 milyondan 25 milyona
çıkmış, aynı süreçte canlı hayvan varlığı da 52,6 milyondan 84,6 milyona çıkmıştır.
1980 ile 2000 arasında ise kırsal nüfus 25 milyondan 24 milyona, canlı hayvan varlığı
da 84,6 milyondan 46,6 milyona inmiştir. Verilerden de anlaşılacağı üzere 19802000 arasında kırsal nüfusun azalması canlı hayvan varlığının da hızla azalmasına
neden olmuştur.
2000 yılı ile 2012 yılı arasında kırsal nüfus 24 milyondan 17 milyona inmiş
ancak aynı dönemde canlı hayvan varlığı 46,6 milyondan 55,8 milyona çıkmıştır. Bu
294
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
dönemde kırsal nüfus azalmasına rağmen canlı hayvan varlığı artmıştır. Buradan
hane halkı başına beslenen canlı hayvan sayısının ve daha fazla hayvan beslenen
modern çiftlik sayısının arttığı anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak Türkiye’de kırsal nüfusun azalması ve kentsel nüfusun artması
çeşitli sonuçlar doğurmuştur. Özellikle bitkisel ve hayvansal üretimin azalması bu
sonuçlar arasında öne çıkmaktadır. Bu nedenle bitkisel ve hayvansal üretimin
artırılması için kırsal nüfusun arttırılması gerekmektedir Kırsal yerleşmelerden
kentlere yönelik göçlerin azaltılması, sona erdirilmesi ve hatta kentlerden kırsal
yerleşmelere doğru göçün başlatılması için kırsal kalkınma projelerine ağırlık
verilmelidir. Bitkisel ve hayvansal üretime yönelik uzun vadeli faizsiz (veya düşük
faizli) kredilerin son yıllarda arttığını görmekteyiz. Yem bitkilerinin ekimine parasal
destek verilmekte ve tarla, çayır gibi arazilerin ekilmesi veya biçilmesi için mazot
(yakıt) desteği verilmektedir. Ayrıca hayvan sulama göleti ve ahır yapılması için de
kredi ve hibelerin yapıldığı dikkat çekmektedir. Bu nedenle gelecekte kırsal
yerleşmelere yönelik göçlerin artması söz konusu olabilir. Zira kentlerde işsizlik
yüksek, ücretler ise düşüktür. Buna karşın canlı hayvan, et, süt gibi hayvansal ürünler
ile bitkisel ürünlerin fiyatlarının giderek yükseldiğini görmekteyiz. Bu nedenle kırsal
yerleşmelerde toprağı olan ancak kentlerde yaşayan bazı ailelerin son yıllarda daha
fazla kazanç elde etmek amacıyla kırsal yerleşmelere göç ettiği ve bitkisel üretimhayvancılık yapmaya başladığı görülmektedir. Bu durumun ülkemiz adına iyi
sonuçlar vermesini umut etmekteyiz.
KAYNAKLAR
BERKAY, F. 2009, Tarih ve Toplum Köy ve Kent, Ekin Basım Yayın Dağıtım:
Bursa.
DOĞAN M., 2016, ‘Türkiye’de Tarım hayvancılık ve Ormancılık’, içinde: Editörler
Serkan Doğanay ve Mete Alım, Türkiye Coğrafyası ve Jeopolitiği, PegemAkademi Yayıncılık: Ankara.
DOĞANAY H. 2014, Türkiye Beşeri Coğrafyası, Pegem-Akademi Yayıncılık:
Ankara.
DOĞANAY, H. 1991, Türkiye’de İç Göçler ve Başlıca Sonuçları, Atatürk
Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, 2, s.133-150.
GÖNEY, S. 1995, Şehir Coğrafyası, 3. Baskı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayın No:2274, İstanbul Üniversitesi Basımevi: İstanbul.
295
Murat YILMAZ
GÜNER, İ & ERTÜRK, M, 2006, Kıtalar ve Ülkeler Coğrafyası, Nobel Yayın
Dağıtım: Ankara
İZCİ, F. & TURAN, M. 2013, Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Sistemi ve 6360
Sayılı Yasa ile Büyükşehir Belediyesi Sisteminde Meydana Gelen Değişimler:
Van Örneği, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 18 (1), s.117-152.
KELEŞ R. 2012, Kentleşme Politikası, 12. Baskı. İmge Kitabevi: Ankara
TÜİK, 1937, 1935 Genel Nüfus Sayımı, Kati ve Mufassal Neticeler, Ankara.
TÜİK, 1944, 20 İlkteşrin 1940 Genel Nüfus Sayımı, Vilayetler, Kazalar, Nahiyeler
ve Köyler İtibariyle Nüfus ve Yüzey Ölçü, Yayın no:158, Ankara.
TÜİK, 1961, 22 Ekim 1950 Genel Nüfus Sayımı Türkiye Nüfusu, Yayın No.410,
Ankara
TÜİK, 1963, 23 Ekim 1960 Genel Nüfus Sayımı, İl, İlçe, Bucak ve Köyler İtibariyle
Yayın No. 444, Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Ankara.
TÜİK, 1964, 1955 Genel Nüfus Sayımı, Türkiye Nüfusu, Yayın No: 399. Ankara.
TÜİK, 1969, 1965 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
Yayın No: 568. Ankara.
TÜİK, 1973, 1970 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
Yayın No: 690. Ankara.
TÜİK, 1982, 1975 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
Yayın No: 988. Ankara.
TÜİK, 1984, 1980 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
Yayın No: 1072. Ankara.
TÜİK, 1989, 1985 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
Yayın No: 1369. Ankara.
TÜİK, 1993, 1990 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
Yayın No: 1616. Ankara.
TÜİK, 1995, Türkiye Nüfusu, 1923-1994, Demografik Yapısı ve Gelişimi, Yayın
No: 1839, Ankara.
TÜİK, 2001, 1998 Evlenme İstatistikleri, Türkiye İstatistik Kurumu, Yayın No:
2481. Ankara.
TÜİK, 2003, 2002 Türkiye İstatistik Yıllığı, Türkiye İstatistik Kurumu, Yayın No:
2779. Ankara.
TÜİK, 2003, 2000 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
Türkiye İstatistik Kurumu, Yayın No: 2759. Ankara.
296
Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar
TÜMERTEKİN E. & ÖZGÜÇ, N. 2011, Beşeri Coğrafya, Çantay Kitabevi, İstanbul.
TÜMERTEKİN, E., 1968, Türkiye’de İç Göçler, İstanbul Üniversitesi Yayınları,
Yayın No:
1371, Coğrafya Enstitüsü Yayınları, Yayın No:54, Taş Matbaası, İstanbul.
TÜMERTEKİN, E., 1973, Türkiye’de Şehirleşme ve Şehirsel Fonksiyonlar, İstanbul
Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Yayınları, İstanbul.
TÜMERTEKİN, E., 1977, Türkiye’de İç Göçler Üzerine, İstanbul Üniversitesi
Coğrafya
Enstitüsü Dergisi, 22, s.29-43.
YILMAZ, M. 2015, Türkiye’de Kırsal Nüfusun Değişimi ve İllere Göre Dağılım,
Doğu Coğrafya Dergisi, 20, s.135-160.
YILMAZ, M., 2016a, Türkiye’nin Değişen Nüfus Yapısı, Çantay Kitabevi: İstanbul.
YILMAZ M. 2016b, Erçek Gölü Havzası’nın Beşeri ve İktisadi Coğrafyası
(Yayımlanmış Doktora Tezi), Lambert Academic Publishing: Saarbrucken.
ISBN:978-3-659-93393-6
İnternet Siteleri:
www.tuik.gov.tr (Son erişim: 23/006/2018)
297
Development Trends of Economic Relations
Among Azerbaijan, Russia and Poland
Toghrul ALLAHMANLI
Odlar Yurdu University
Abstract: Bilateral relations between Azerbaijan and Russia have been
developing steadily. On the other hand, Azerbaijan connects with European
countries. It continues to grow at different rates in two different directions.
Unlike Russia, we export more crude oil to European countries. Relations with
the Republics of Azerbaijan and Poland starting from ancient times. Success in
expanding economic relations between the two countries paves the way for
more in the future. The strengthening of relations with Poland, also the means
to accelerate integration into the European Union. As the most important issue
of sustainable development in a globalized world attention. Because of the
study, and they are resources that are not renewable and the observations,
monographic studies typological approach the urgency of the matter plane. As
the initial step in the context of the study of the development of Poland and
Azerbaijan technology undoubtedly transforms may be required to put forward
a more serious approach and parallels. The structural performance certainty,
stability indicators for the communities, synthetically character characteristic
of the whole system and to clarify the nature of categorical. Poland is an
example of a typical house in the sustainable development of the resource to
the different analysis, dynamic analysis in the context of sustainable
development in view of the other countries is necessary. As is known, is
situated at the crossroads of East and West. Western and Eastern traditions
rooted in the context of sustainable development in Poland and the
development of the technology for the analysis of regional character, to
ascertain the actual prospects. Typological context of sustainable development
and Eastern Europe can serve as a platform to develop a theoretical framework
for further investigation. Poland and Azerbaijan in the context of sustainable
development prospects of tracking the different levels of interaction
possibilities seriously.
Key words: Azerbaijan, Poland, economic relations, Sustainable
Development, future prospects
Toghrul ALLAHMANLI
Introduction
The relations between the two countries, which are located on two
different continents, with different underground and over ground resources,
have begun earlier. After the collapse of the Soviet empire, the rapidly
developing economy gained access to the world market. Both countries
(Poland and Azerbaijan) have been moving towards rapid development, using
natural resources both in the same and different spheres. One of the types of
development currently used by both countries is sustainable development.
Here is the question of the degree of utilization of natural resources and the
opportunities for resource sharing. Apart from natural resources, there are
issues such as the sustainability of other products that the two countries can
exchange. The three main elements of achieving sustainable development are
touched on as to how much the two countries are doing.
1. The basics of sustainable development
The article considers sustainable development concept and one of its
important elements is the IPAT, ImPACT and STIRPAT modeling concepts
that indicate the dependence of environmental protection on both elements,
economic growth and social factors. It should be noted that such concepts as
IPAT and ImPACT are a deterministic study of the environmental pollution
level dependence on factors such as welfare, population and technology has
not found a wide range of applications in emotional studies. The concept of
STIRPAT has been developed to enable stochastic and non-proportional
research of reliability of Dietz and Rosa based on these two conceptual
frameworks to address this shortfall. The article then discusses the essence of
the environmental elasticity ratios within the framework of the STIRPAT
modeling, which can be used to describe the dependent and explanatory
indicators. At present day, one of the factors that concerned people in making
decisions, in terms of how well we balance social, economic and
environmental needs is sustainable development. For guarantee a better future
for next generations, we should research each part of sustainable
development. It should be noted that such concepts as IPAT and ImPACT are
a deterministic study of the environmental pollution level dependence on
factors such as welfare, population and technology has not found a wide range
of applications in emotional studies. The concept of STIRPAT has been
developed to enable stochastic and non-proportional research of reliability of
300
Development Trends of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia and Poland
Dietz and Rosa based on these two conceptual frameworks to address this
shortfall.
Since the Brundtland Report, sustainable development was in the back
plan. The main issue has been taken forward UN conference in Rio de Janeiro
in 1992.
In September 2015, The United Nations General Assembly accepted
the 2030 Agenda for Sustainable Development, which is a set of 17
Sustainable Development Goals. The goals are considered to be implemented
in every country from the year 2016 to 2030.
Sustainable development is the most pressing challenges in the modern
world. OECD countries implemented reform for the problem of scientific
elaboration of sustainable development. Sustainable development strategy
embraces social, economic and environmental spheres. The European Union
and the European Theoretical considerations proposed the ideas about
sustainable development. For instance, World Bank gave definition to
sustainable development in1987, like this: “Development that meets the needs
of the present without compromising the ability of future generations to meet
their own needs.”1
OECD countries have executed and enhanced projects to sustainable
development program. Sustainable development encompasses 3 trends: 1.
Economic, 2. Social, 3. Environmental.
These trends are divided into different areas:
In the economic area: services, fair distribution, quality of life,
agricultural and industrial growth, use of labor;
In the social sphere: fairness, participation, cultural protection;
In the environmental sphere: natural resources, clean air and water.
The success of sustainable development indicators is its separated
sections which are grouped according to levels: National (EU member states),
regional (NUTS1, NUTS2) and local (LAU1).
There are many objectives of Sustainable Development Strategy. These
are investigated as practical in Member of EU. Namely, it is also includes the
research of sustainable development in Poland. Poland’s scientific and
theoretical studies of the society prefer to study different trends of sustainable
development and its accomplishment. (Professor Jerzy Sleszynski, Professor
1
www.worldbank.org
301
Toghrul ALLAHMANLI
Ryszard Piasecki, Andezej Kassenberg, Karina Kostrzewa, Sebastian Gil and
others).
The principle aim is to stimulate social and economic life in Poland. EU
projects, stimulating social and economic life is a main goal standing in the
center of attention. These areas are based on the sustainable development in
Poland, such as, ensuring economic growth, applying for efficiency of the
using of energy, environmental protection, cultural heritage and intangible
cultural monuments, protection and transmission for the future.
EU considered 2 trends of sustainable trends:
1. Lisbon strategy (opening new job places and development of
advanced technologies);
2. Getting absorbed from EU funds for lead with successfully
sustainable development and providing competitiveness in Poland.
2. Sustainable development directions of the three countries
As a political economy indicator, a flexible variable can be used,
indicating that the state is largely a capitalist. However, the ideas of the
political economy and the moderate theory of the effects of this change
contradict one another. In the world, three flippers are used as indicators of
position in the system of state (i.e. status dependence): basic states, semiperipheral states and peripheral states.
Created by the EU sustainable development program is very important
issue for Azerbaijan, which is located at the crossroads of Europe and the East.
It is crucial to study comparatively the trends of sustainable development
(economic, social, and environmental) to Poland and Azerbaijan. The role of
non-renewable and renewable resources in sustainable development is very
important to determine for Azerbaijan.
There are diverse trends of sustainable development strategy. However,
there weren’t so a lot of empirical and practical investigations to sustainable
development.
Stimulating social and economic welfare was set as a goal in
“Millennium Development Goals”. The goals of sustainable development for
Azerbaijan are “Eradicate extreme poverty and hunger, achieve universal
primary education, promote gender equality, improve maternal health, ensure
302
Development Trends of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia and Poland
environmental sustainability, and develop a global partnership for
development included to goals”. 2
The fundamental aim of research is to determine characteristic features
of sustainable development (different and similar) for Poland and Azerbaijan,
which requires a great deal of efforts. Government should raise awareness and
support of the concept of sustainable development and develop advanced
technologies and innovation for it in wider society for future generations.
Theoretical article suggests ambiguous relationship between Poland and
Azerbaijan sustainable development. In economics, there are various
hypotheses of sustainable development. One of them is called Simon Kuznets
curve. The environmental Kuznets curve is hypothesized about environmental
quality and economic development. Kuznets curve said us that various
environmental degradation indicators go to get worse until average income
reaches a certain point over the course of development. In addition,
environmental indicators (water and air pollution) display the inverted Ushaped curve. It has been occurred many of the environmental pollutants.
According to, Kuznets curve, ecological footprint didn’t fall with increasing
income.
The vast majority of developed countries, ratio of energy per real GDP
has fallen, whereas total energy is rising. Particularly, emission of greenhouse
gases is higher in industrialized countries. At the same time, the state of
ecosystem as freshwater provision and regulation, fishery and soil fertility are
going on decline in developed countries. Kuznets curve has been created
environmental health problems.
Philip Lawn is the one of them who investigated sustainable
development. In the book entitled “Ecological Economics Climate Change”,
he explained that the climate change dilemma is much larger problem and will
be successfully resolved if directed within the context of sustainable
development goal. Furthermore, author also stressed in the book of
“Resolving the Climate Change Crisis” why the climate change crisis is a
basic problem. Moreover, he showed it as a main reason of humankind’s
predilection. In this predilection, he emphasized continuity of GDP growth.
Nevertheless, in the solving of problem some goals enumerate: to improve
2
www.undp.org
303
Toghrul ALLAHMANLI
human well-being, to safe atmosphere and achievement of desirable climate
change.
There are other scholars who investigated sustainable development in
Poland. Jerzy Sleszynski and Sebastian Gil have written the book of “An
Index of Sustainable Economic Welfare for Poland”. These authors have
calculated the index of sustainable economic welfare for Poland. They
mentioned categories of the index of sustainable economic welfare (long-term
environmental damage, ozone layer depletion, losses caused by commuting
and road accidents). They were investigated in these trends.
Other authors, Karina Kostrzewa and Ryszard Piasecki have
investigated about “Approaches to Sustainable Development in Poland”.
They wrote about sustainable development and its influence in Poland. In this
regard, there are a great deal of programs and researches in Azerbaijan.
UNDP’s has reform about Azerbaijan sustainable development. UNDP
initiated a human development program, innovative employment scale,
diversification of the non-oil economy, improvement of sustainable
energy, land degradation and deforestation, protection marine biodiversity of
the Caspian Sea.3
Azerbaijan government has project “State Program on Poverty
Reduction and Sustainable Development in the Republic of Azerbaijan for
2008-2015” and indicators of Millennium Development Goals for Azerbaijan
which covered social development, economic growth and protection of
environment.
3. Future prospects of sustainable development in Poland and Azerbaijan
Sustainable development is a factor of impact, which combined its 3
dimensions and it is a continuance of Millennium Development Goals. It gives
special experience and resources to unemployment and helps to improve
human life welfare, creates partnership with private sector, supports
Azerbaijan for upgrade environmental management and decreases the climate
change effects.
According to above, sustainable development is one of the actual issues
in the world. World countries are investigating sustainable development.
3
ww.undp.org
304
Development Trends of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia and Poland
Sustainable development has 17 aims in which the most countries are needed
for implementation and development.
Despite the facts, that these targets intended for the future of the
countries, there are some delays in the implementation of the project in the
life.
We can see factors which are the same problems for both countries. The
problem is that both Asia and Europe. There are megatrends which they
started after world wars. Megatrends are in below:
1. Demographic changes and growing welfare problems – there are irresistible growth in demographic area and with the increasing problems of the problems in
families and early divorces;
2. Global economics changes and worries – changing and decreasing resources and faced with the problem of the world's resources
3. Accelerating urbanization and use their actions - the leading forces in the
small cities in the background and be able to support the economy, inability to move
away from globalization;
4. Climate change and the increasing finiteness of resources - with the increasing focus on security issues arising from the failure of the economy and its motto is
to protect the ozone layer;
5. Technological breakthroughs - the suppression of the human factor in the
creation of the technology age.
In this context Azerbaijan and Poland have the directions to solve economic
problems. One of them poverty problem and each country has problem GDP per capital. In agriculture improved the economic situation and organic farming, food processing and preventive measures for livestock are in the process to develop. The issue
of GDP per capital, income, unemployment rate inequalities is not explicitly the
theme of public policies. Tendencies are to create unsustainable agriculture resulting
from globalizations is a growing problem.
We will reach economy of enough when world will be sustainable approach,
fair distribution, efficient allocation of resources, high quality of life.
- Sustainable approach is economy of a steady scale. In other case, while the
limits determined by available renewable and nonrenewable resources and capacity
to absorb pollution;
- Fair distribution is people have same possibility to get decent living conditions;
305
Toghrul ALLAHMANLI
- Efficient allocation of resources to pecuniary aid various activities so as to
use the market economy capabilities, its strengths and shortcomings;
- The main objective of economic development, which means giving priority
to human needs.
Data
Data for sustainable development came from the UN Commission on
Sustainable Development, statistical websites and others. Sustainable
development and its long and short terms are from World Bank. GDP,
population, unemployment come from World Bank and Eurostat’s page.
Sustainable development indicators for Poland are from Poland Statistical
Committee. Millennium Development Goals have taken from World Bank,
Azerbaijan Statistical Committee. Sustainable development and its indicators
are from UN Development Program page. Poland and Azerbaijan scientists
have written about sustainable development.
Summary
The article then discusses the essence of the environmental elasticity
ratios within the framework of the STIRPAT modeling, which can be used to
describe the dependent and explanatory indicators. The article analyzes the
STIRPAT modeling framework and its application capabilities, which are
widely used in modern scientific literature for modeling relationships between
elements of a sustainable development concept, and the dependent and free
variables that can be used for certain specific situations are explained in detail.
This section provides detailed information on the concept of IPAT, ImPACT
and STIRPAT, as well as the development of the latter on the basis of the first
two concepts. The superiority of the STIRPAT modeling framework is that it
combines economic performance, social justice, environmental measures and
institutional capacities, which are components of sustainable development.
From this model, experts from the two countries can use a wide range of
researchers as a powerful econometric tool. To sum up the above points, we
can say that Sustainability is an evolving idea. Processes in the global world
are rapidly affecting the sustainability of the countries. This idea has led to
many economic processes and has made more sense for the future in the world
market. The Concept of Sustainable Development focuses on global change,
focuses more on individual countries' policies, focuses on renewable energy
306
Development Trends of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia and Poland
sources, reducing industrial pollution levels, protecting and preventing natural
resources, promoting employment and increasing poverty through market
change to create equal opportunities between social tasks.
References
1. www.worldbank.org
2. www.undp.org
3. www.undp.org
4. Gil S., Sleszynski J., Index of Sustainable Economic Welfare for Poland. Sustainable Development, Volume 11, Number 2, 2003.
5. Kiuila O., Sleszynski J., Expected effects of the ecological tax reform
for the Polish economy. Ecological Economics, Vol. 46, No. 1, 2003.
6. Kostrzewa K., Piasecki R., Approaches To Sustainable Development
in Poland, 2009/2 n- 352.
7. Bell S., Morse S., Sustainability indicators. Measuring the immeasurable, Earthscan, London, 2000.
8. Lawn Ph., Sustainable development indicators in ecological economics. Edward-Elgar, Cheltenham, 2007.
9. http://www.az.undp.org/content/azerbaijan/en/home/post-2015/
10.
http://www.caspianinfo.com/wp-content/uploads/2013/05/Azerbaijan-Alternative-and-Renewable-Energy.
11. Lawn, P.A. (2003). “A theoretical foundation to support the Index of Sustainable Economic Welfare (ISEW), Genuine Progress Indicator (GPI), and other related indexes”. Ecological Economics.
12.
Blewit John (2015). Understanding Sustainable Development
(Second ed.). Routledge.
Annex
There are institutions which are researching countries’ sustainability.
They are following:
1. European Union.
2. UN Commission on Sustainable Development
3. UN Development Program
307
Toghrul ALLAHMANLI
4. UN Environment Program
5. World Bank and Global Environmental Facility
There have been organized conferences and forums on sustainable
development such as:
1. Global problems,
2. Problems of welfare and equity,
3. Stockholm Conference (1972),
4. “World Conservation Strategy” (1980),
5. “World Commission on Environment and Development” (1983),
6. “Our Common Future” - Brundtland Report (1987),
7. “Agenda 21” - Rio de Janeiro (1992).
308
Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı:
Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı
Doç. Dr. Murat YILMAZ
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Özet: Modern kent hayatı insanları bedenen ve psikolojik olarak
yormakta ve yıpratmaktadır. Modern turistik hareketler ile kentleşme ve
sanayileşme arasında yakın bir ilişki vardır. Hafta sonu ve yıllık izin
uygulamaları ilk olarak Batı Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bu nedenle dünyada
kentleşme ve sanayileşme ile birlikte kitle turizmi ortaya çıkmış ve giderek
yaygınlaşmıştır. Kentlerde yaşayan insanlar, yorgunluk ve streslerini hafta
sonu ve yıllık tatillerle atmaya çalışmaktadırlar.
Van şehri 1990’lı yıllarda 150 bin civarında olan nüfusuyla Doğu
Anadolu’da Erzurum ve Malatya gibi şehirlere göre oldukça küçükken son 28
yılda hızlı bir büyüme göstermiş ve günümüzde yaklaşık 450 bin civarındaki
nüfusuyla bölgenin en büyük şehri durumuna gelmiştir. Çevredeki il ve
ilçelerden aldığı göç ve doğal artışa bağlı olarak il nüfusu 28 yılda yaklaşık 3
katına çıkmıştır. Büyüyen Van şehrinde kent içi park ve bahçe alanlarının
yeterli olduğu söylenemez.
Erçek gölü Van şehrine yaklaşık olarak 30 km mesafededir. Göl
kıyısında Van Çevre İl Müdürlüğü’nün yaptığı kuş gözlem kuleleri
bulunmaktadır. Flamingolar yaz aylarında bu göle gelmekte ve Ekim ayına
kadar yaklaşık 4 ay kalmaktadırlar. Flamingoların yanı sıra diğer kuş türlerinin
varlığı, Erçek gölünü kuş gözlemciliği açısından önemli bir alan haline
getirmektedir.
Çomaklıbaba dağı Erçek gölünün batısında yer almaktadır. Bu dağın
yükseltisi 2602 m.dir. Doğusunda Erçek gölü ve depresyonu bulunan
Çomaklıbaba dağının zirvesi, eşsiz manzaraları seyretmek için ideal bir
noktadır. Dağdan Erçek gölü, gölün doğusundaki ve batısındaki depresyonlar
ve Erek dağının yanı sıra Karasu vadisi ve çok sayıda kırsal yerleşme
görülebilmektedir.
Modern şehir hayatının stresi ve gürültüsünden belli bir süreliğine de
olsa uzaklaşmak ve yenilenme açısından yakın çevredeki rekreasyon ve mesire
alanları son derece önemlidir. Bu açıdan Van şehrine 15-20 km. mesafede ve
günübirlik olarak gidilebilecek mesafede olan Erçek gölü ve Çomaklıbaba dağı
önemli potansiyele sahip alanlardır. Bunların yeterli tanıtımı yapıldığı takdirde
Van şehri halkı için önemli birer stres atma, eğlenme, dinlenme, yenilenme,
Murat YILMAZ
yüzme, yürüyüş, piknik ve kuş gözlemciliği yapma alanı olarak
kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimler: Van Şehri, Erçek gölü, Çomaklıbaba dağı,
Rekreasyon, Kuş Gözlemciliği.
Two Excursion Recreation Area in Van: Erçek Lake and
Çomaklıbaba Mountain
Abstract: Modern urban life tires and wears people physically and
psychologically. There is a close relationship between modern touristic
movements and urbanization and industrialization. Weekend and annual leave
applications first appeared in Western Europe. For this reason, with the
urbanization and industrialization in the world mass tourism has emerged and
it has become widespread. People who live in the cities are trying to get tired
and stressed out for the weekend and for the annual holiday.
The city of Van is relatively small compared to cities such as Erzurum
and Malatya in Eastern Anatolia with a population of around 150 thousand in
the 1990s. In the last 28 years, Van has shown a rapid growth and today it has
become the biggest city of the region with its population of around 450
thousand. Due to migration from neighboring provinces and districts and
natural increase, the provincial population has increased about 3 times in 28
years. Urban parks and garden areas are not enough in the growing city of Van.
Erçek is approximately 30 km from the city of Van. There are birding
houses built on the shores of the lake by Van Provincial Directorate of
Environment. The flamingos come in the summer months and stay for about 4
months until October. The presence of flamingos, as well as other bird species,
makes Erçek Lake an important area for bird watching.
Çomaklıbaba mountain is located to the west of Erçek Lake. The height
of this mountain is 2602 m. The summit of Mount Çomaklıbaba, which has
Erçek lake and depression in the east, is an ideal spot to watch unique scenery.
From Çomaklıbaba mountain, Lake Erçek, depressions east and west of the
lake and Erek mountain as well as Karasu valley and many rural settlements
can be seen.
The recreation and recreation areas in the immediate vicinity are of great
importance in terms of moving away from the stress and noise of the modern
city life and for a certain period of time. It is 15-20 km from Van city. Erçek
Lake and Çomaklıbaba Mountain, which are at a distance that can be visited
excursion, are areas with significant potential. We think that if they are
adequately promoted, these can be used as a field for stressing the people of the
Van city, as a place of stress, recreation, rest, swimming, hiking, picnicking
and bird watching.
Keywords: Van City, Erçek Lake, Çomaklıbaba Mountain, Recreation,
Bird Observation.
310
Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı
1.GİRİŞ
Modern kent hayatı insanları bedenen ve psikolojik olarak yormakta ve
yıpratmaktadır. Modern turistik hareketler ile kentleşme ve sanayileşme arasında
yakın bir ilişki vardır. Hafta sonu ve yıllık izin uygulamaları ilk olarak Batı
Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bu nedenle dünyada kentleşme ve sanayileşme ile
birlikte kitle turizmi ortaya çıkmış ve giderek yaygınlaşmıştır (Özgüç, 2007).
Kentlerde yaşayan insanlar, yorgunluk ve streslerini hafta sonu ve yıllık tatillerle
atmaya çalışmaktadırlar.
İş yoğunluğunun ve stresin fazla olduğu kent yaşamında, insanların
sağlıklarını korumaları için dinlenmeye ve yenilenmeye ihtiyaçları vardır. Bu açıdan
şehirlerin içinde yer alan park ve bahçelerin yanı sıra yakın çevrelerinde yer alan
rekreasyon alanları da son derece önemlidir. Hafta sonlarında piknik, yüzme,
yürüyüş, dağcılık, balık avlama gibi çok sayıda faaliyet, kentlerdeki insanları bir
nebze olsun stresten uzaklaştırmakta, onlara hem bedenen hem de ruhsal açıdan
yenilenme ve rahatlama olanağı sunmaktadır.
Van şehri 1990’lı yıllarda 150 bin civarında olan nüfusuyla Doğu Anadolu’da
Erzurum ve Malatya gibi şehirlere göre oldukça küçükken son 28 yılda hızlı bir
büyüme göstermiş (Yılmaz, 2012) ve günümüzde yaklaşık 500 bin civarındaki
nüfusuyla bölgenin en büyük şehri durumuna gelmiştir. Çevredeki il ve ilçelerden
aldığı göç ve doğal artışa bağlı olarak il nüfusu 28 yılda yaklaşık 3 katına çıkmıştır.
Büyüyen Van şehrinde kent içi park ve bahçe alanlarının yeterli olduğu söylenemez.
Günümüzde Van şehrinde yaşayan kalabalık nüfus için Van Gölü kıyıları; özellikle
de Mollakasım ve Edremit çevresi önemli bir rekreasyon alanıdır. Ancak Van
şehrinin yakın çevresinde yer alan dağlar, vadiler, akarsular ve diğer göller (Van gölü
dışındaki) de rekresyonel faaliyetler için önemli potansiyele sahip unsurlardır. Bu
nedenle kalabalık Van şehri nüfusu için yeni ve alternatif rekreasyon alanları ve
faaliyetleri belirlemek gerekmektedir.
2. ERÇEK GÖLÜ VE ÇOMAKLIBABA DAĞINININ REKREASYONEL FAALİYETLER AÇISINDAN POTANSİYELİ VE ÖNEMİ
Erçek gölü Van şehrine yaklaşık olarak 30 km mesafededir (Şekil.1). Göl
kıyısında Van Çevre İl Müdürlüğü’nün yaptığı kuş gözlem kuleleri bulunmaktadır
(Foto.1). Flamingolar yaz aylarında bu göle gelmekte ve Ekim ayına kadar yaklaşık
4 ay burada kalmaktadırlar (Foto.1). Flamingoların yanı sıra diğer kuş türlerinin
varlığı, Erçek gölünü kuş gözlemciliği açısından önemli bir alan haline getirmektedir
(Adızel & Durmuş, 2009). Ayrıca bu gölün kıyılarının bazı kesimlerinde bataklıklar,
bazı kesimleri ise kumullar bulunmaktadır. Bu açıdan bataklıklar insanlar için önemli
311
Murat YILMAZ
çekicilikler sunan ekosistemledir. Erçek gölü kıyıların bazı kesimleri de yüzme
açısından elverişli bir ortam sağlar. Bunların yanı sıra gölde 1990’lı yıllarda inci
kefali stoklanmış ve popülasyonu artan bu balığın avcılığı da yapılmaktadır.
Göl kıyısında uygun yerlerde piknik olanağı bulunmaktadır. Erçek Gölü ve
yakın çevresi sahip olduğu özellikler itibariyle doğa eğitim açısından önemli bir
potansiyele sahiptir. Farklı kademelerdeki okul çocukları burada dağ, göl, akarsu,
kırsal yerleşme balık, kuş ve bataklık gibi farkı unsurları görme şansı yakalayacaktır.
Yukarıda sayılan olanaklar Erçek Gölü’nün Van şehrinin yakın çevresinde önemli
bir rekreasyon alanı olduğunu göstermektedir. Ancak Van halkının sayılan bu
özellikleri yeteri kadar bildiği ve yararlandığı söylenemez. Dolayısıyla bu gölün Van
şehrinde yaşayan nüfus için önemli bir alternatif rekreasyon alanı olduğu ve özellikle
kuş gözlemciliği açısından sunduğu olanakların tanıtılması durumunda sık sık ziyaret
edilebilecek bir mekan olduğu söylenebilir.
Foto.1. Erçek Gölü kıyısında flamingolar (solda) ve kuş gözleme kulesi
(sağda)
312
Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı
Çomaklıbaba dağı Erçek gölünün batısında yer almaktadır. Bu dağın yükseltisi
2602 m.dir (Şekil.1). Doğusunda Erçek gölü ve depresyonu bulunan Çomaklıbaba
dağının zirvesi, eşsiz manzaraları seyretmek için ideal bir noktadır (Foto.2). Dağdan
Erçek gölü, gölün doğusundaki ve batısındaki depresyonlar ve Erek dağının yanı sıra
Karasu vadisi ve çok sayıda kırsal yerleşme görülebilmektedir. Erçek gölü kıyısı ile
irtifa farkı yaklaşık olarak 800 m.dir. Çomaklıbaba dağı seyir zevki açısından önemli
bir zirvedir.
Şekil.1. Araştırma sahası ve yakın çevresinin topoğrafya haritası.
Çomaklıbaba dağına Van merkezden yaklaşık 13 km mesafede olan Çomaklı
köyünden çıkılabilmektedir. Dağa çıkmak için en uygun güzergâh dağın batı
yamacındadır. Çomaklı köyünden adı geçen dağa batı yamacındaki sırtlar izlenerek
bir saat içinde çıkılabilmektedir. Dağın zirvesinde dağcılar temiz hava alarak
manzara seyretmekte ve beslenme gereksinimlerini doğal ortamda
gerçekleştirebilmektedirler. Bu açıdan Çomaklıbaba dağı dağcılık, izcilik ve yürüyüş
için idealdir. Bu nedenle Van şehrinde bulunan bazı dağcılık kulüplerinin değişmez
rotalarından biri de Çomaklıbaba dağıdır (Foto.3). Yeterli tanıtım yapıldığı takdirde
bu dağı, şehir halkından daha büyük bir kitlenin tanıması ve rekreasyonel faaliyetler
için bir rota olarak değerlendirmesi söz konusu olacaktır.
313
Murat YILMAZ
Foto.2. Çomaklıbaba dağından Erçek gölü ve yakın çevresinin görünümü.
314
Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı
Foto.3. Çomaklıbaba dağına çıkan dağcılar (Rakım farkından dolayı aynı
tarihte (gün içinde) alçak kesimlerde kar örtüsü yokken yüksek kesimlerde kar örtüsü
yerdedir.
315
Murat YILMAZ
Her yıl Eylül ayının son Pazar günü Erçek flamingo festivali yapılmaktadır.
Van ilinde valilik, belediyeler, üniversite, çevre müdürlüğü gibi çok sayıda kurum
bu etkinliğe destek vermektedir (Yılmaz, 2016). Halkın da giderek yoğun bir katılım
gösterdiği bu etkinlik, Erçek gölü ve yakın çevresinin tanıtılması için son derece
önemlidir (Foto.4). Bu nedenle bu ve buna benzer etkinliklerin başlatılması ve
yapılması Van çevresinde doğal ve kültürel değerlere yönelik ilgiyi arttıracak ve
kentlerde yaşayan geniş halk kitlelerine yeni ve alternatif dinlenme, eğlenme ve
dolayısıyla yenilenme alanları hakkında farkındalık oluşturacaktır.
Foto.4. Erçek festivalinden bir görünüm.
3.SONUÇ
Modern şehir hayatının stresi ve gürültüsünden belli bir süreliğine de olsa
uzaklaşmak ve yenilenme için yakın çevredeki rekreasyon ve mesire alanları son
derece önemlidir. Bu açıdan Van şehrine 30 km. mesafedeki Erçek gölü ile 13 km
mesafedeki Çomaklıbaba dağı ve günübirlik olarak gidilebilecek ve rekreasyon
anlamında önemli potansiyele sahip alanlardır. Bunların yeterli tanıtımı yapıldığı
takdirde Van şehri halkı için önemli birer stres atma, eğlenme, dinlenme, yenilenme,
yüzme, yürüyüş, dağcılık, piknik ve kuş gözlemciliği yapma alanı olarak
kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
Yine belirtilen alanların dışında Keşiş Gölü ve Akgöl, Yedisalkım Kanyonu,
Hoşap Kalesi gibi doğal ve kültürel açıdan önemli bazı yerler, aslında Van ve civar
şehirlere yakın olan ancak çok fazla ziyaret edilmeyen yerledir. Dolayısıyla Erçek
gölü ve Çomaklıbaba dağı gibi belirtilen alanlar da Van halkı için yeni ve alternatif
güzergâhlar haline getirilebilir. Bunun için yerel yönetimlerin ve bilim çevrelerinin
tanıtım ve organizasyon yaparak bu gibi yerlerin tanıtımına ve rekreasyonel açından
önem kazanmalarına öncülük etmesi gerekmektedir.
316
Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı
KAYNAKLAR
ADIZEL, Ö & DURMUŞ, A. 2009, A Study on Bird Species Under Threat and
Avifauna of Erçek Lake, (Van-Turkey), Scientific Research and Essay Vol.4
(10), pp. 1006-1011
ALAEDDİNOĞLU, F. 2006. Van İli’nin Turizm Potansiyeli’nin Belirlenmesi ve
Planlamaya Yönelik Öneriler, Ankara Üniversitesi, (Yayınlanmamış Doktora
Tezi), Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
ALAEDDİNOĞLU, F. & A.S. CAN, 2014. Ecotorism in The Western Part of Lake
Van Basin, Yuzuncu Yil University Publication, Publication Number: 52: Van
DOĞANAY, H. 2001. Türkiye Turizm Coğrafyası, Çizgi Kitabev: Konya
DOĞANER, S. 2001. Türkiye Turizm Coğrafyası, Çantay Kitabevi: İstanbul
DURAN, C. 2012. Türkiye’de Dağlık Alanların Kırsal Turizm Açısından Önemi,
KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 14(22), 45-52
ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞI. 2012. Erçek Gölü Sulak Alan Biyoçeşitlilik
Araştırması, MGS Proje Müşavirlik Mühendislik Ltd. Şti, Ankara
ÖZGEN, N. 2010. Doğu Anadolu Bölgesinin Doğal Turizm Potansiyelinin
Belirlenmesi ve Planlamaya Yönelik Öneriler, Uluslararası İnsan Bilimler
Dergisi, 7(2), 1407-1438
YILMAZ, M. 2012. 50 Yılda (1960-2010) Van İli'nde Kır-Şehir Nüfus Değişimi,
Doğu Coğrafya Dergisi, cilt.17, ss.33-56.
YILMAZ M. 2016. Erçek Gölü Havzası’nın Beşeri ve İktisadi Coğrafyası
(Yayımlanmış Doktora Tezi), Lambert Academic Publishing: Saarbrucken.
ISBN:978-3-659-93393-6
317
D - Türkçe ve Rusça
İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri
Prof. Dr. Birsel ORUÇ ASLAN
Balıkesir Üniversitesi
Özet: Azerbaycan nesir edebiyatının önde gelen isimlerinden İsmail
Şıhlı 22 Mart 1919’da Azerbaycan’ın Kazak Bölgesinin Şıhlı Köyünde
doğmuş, Kazak Devlet Pedagoji Mektebini bitirdikten sonra Azerbaycan
Devlet Üniversitesi Dil ve Edebiyat Fakültesinde okumuştur. 26 Temmuz 1995
yılında ölen yazarın hikâye ve romanlarından başka XX. Asır Harici Edebiyat
Tarihi adlı bir eseri daha vardır. Yazarın belli başlı eserleri “Seçilmiş Eserleri”
adlı kitapta toplanmıştır. Kerç Sularında (1950), Dağlar Seslenir (1951) adlı
hikâyeleri ve Ayrılan Yollar (1957), Deli Kür (1968), Ölen Dünyam (1995)
gibi romanlarıyla ün yapmış olan yazarın eserlerinde Rusça kelimeler de
görülmektedir. Biz bu bildiride İsmail Şıhlı’nın Ayrılan Yollar romanı ile Ölen
Dünyam romanını karşılaştırarak her iki eserde geçen Rusça kelimeleri söz
varlığı açısından inceleyeceğiz. İstatistiksel olarak romanlarda azlık veya
çokluğun nelerden kaynaklanmış olabileceği üzerinde yorumlar yapacağız.
Ayrılan Yollar romanı İsmayıl Şıhlı’nın edebi kişiliği ile ortaya çıktığı ilk eseri,
Ölen dünyam ise ölümünden önce yazdığı son eseridir. Aradan geçen bu süre
içinde yazarın romanlarında Rusça açısından ne gibi değişiklikler olduğu
ortaya konulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Azerbaycan Edebiyatı, İsmail Şıhlı, Rusça
kelimeler, söz varlığı
The Place of the Russıan in the Works of Ismail Shihli
Abstract
Ismail Shıhlı, one of the most prominent authors in prose literature in
Azerbaijan, was born in the Shıhlı village of the Kazakh Region of Azerbaijan
on March 22, 1919 and studied at Kazakh State Pedagogy School and
Azerbaijan State University Faculty of Language and Literature respectively.
The author who died in July 26, 1995, has written most short stories and novels,
then has also written the " XX. Asır Harici Edebiyatı (XX. Century History of
External Literature)" book. The author’s main works are collected in "Seçilmiş
Eserleri (Selected Works)". His novels and stories are “Kerç Sularında (on
Kerch Waters) (1950)”, “Dağlar Seslenir (Mountains Yell) (1951)”, and
“Ayrılan Yollar (Seperated Roads) (1957)” and “Deli Kür (Crazy Kür) (1968)”
and “Ölen Dünyam (My Death World) (1995)”. Russian words are also seen in
Birsel ORUÇ ARSLAN
the author's works. In this paper, we compare two novels: Ayrılan Yollar and
Ölen Dünyam. We will examine the Russian words in both works in terms of
vocabulary. Statistically, we will comment on why might be less of or more of
Russian words in the novels. The novel of "Ayrılan Yollar" Ismayıl Şıhlı's is
the first work of, literary personality, and "Ölen Dünyam" is his last work
before his death. In the intervening period, how the author's novels changed in
point of Russian words will be revealed.
Keywords: Azerbaijani literature, İsmail Shıhlı, Russian words,
lexicology
1. Giriş
1.1. Rus-Türk İlişkileri ve Azerbaycan
Türklerle Rusların köklü bir tarihi geçmişi vardır. Bu geçmişte ne yazık ki
savaşlar, baskılar daha fazladır. Kafkas bölgesinde önemli rol oynayan Altınordu
Devletinin 1391 ve 1395 yıllarında Timur’la yaptığı savaşlar sonrasında bozguna
uğrayarak hanlıklara bölünmesi Rusların işine yaradı. Moskova Kinezliğinin bölgede
zamanla güçlenmesi sonucunda 1547’de Moskova kinezi IV. İvan (Korkunç İvan)
Moskof Çarı olarak taç giydikten sonra gücünü gittikçe arttırdı ve 1552’de Kazan’ı
işgal etti (Saydam, 1990: 241). Arkasından 1556’da Astrahan Hanlığına son verdi.
Osmanlı İmparatorluğunun Rus tehdidini küçümsemesi de Rusların Kafkas
bölgesinde yayılmalarını kolaylaştırmış oldu. XVIII. yüzyılda 1722’de Rus çarı I.
Petro’nun komutasındaki Rus ordusu Bakü’yü kuşattı. Osmanlı Devleti’nin
yardımıyla kuşatma püskürtüldü. Fakat 1724 yılında İstanbul’da yapılan bir antlaşma
ile Osmanlı Devleti, Derbend ve Baku dâhil olmak üzere Hazar Denizinin batı
sahillerinin Rusya'ya terk edilmesini kabul etti. Zamanla bölgeye hâkim olan
Ruslarla Azerbaycan Türkleri XVIII. yüzyıldan itibaren iç içe yaşamak zorunda
kaldılar. Zaman zaman Rusya’ya başkaldırılar olsa da bunlar çoğunlukla sonuçsuz
kaldı. XIX. yüzyılın sonları XX. yüzyılın başlarında hem Çarlık Rusyası hem de
Osmanlı Devleti sınırları içinde başlayan kıpırdanmalar yüzyıl başlarında savaşlara,
bağımsızlık mücadelelerine dönüştü. Böylece Azerbaycan halkının da milli
mücadelesi başlamış oldu. Nihayet 28 Mayıs1918’de Azerbaycan Halk Cumhuriyeti
kuruldu. Fakat bölgedeki sular durulmadığı ve Çarlık Rusyasının Ekim ihtilâlinden
sonra yıkılmasıyla Bolşeviklerin eline geçen yönetimin toparlanması, bu bölgelere
yeniden hâkim olmaya başlaması sonucunda ne yazık ki 23 Ay sonra 28 Nisan
1920’de Azerbaycan yeniden Rusların hâkimiyeti altına girdi. Bu dönemden sonra
Azerbaycan edebiyatında da sosyalizm dâhilinde pek çok eserler yazılmaya başlandı.
Ülke sınırları içinde Rus okulları açıldı ve buralarda Azerbaycan halkının evlatları
322
İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri
da okumaya başladı. Böylece dilde, kültürde ve sosyal yaşayışta karşılıklı etkileşim
devam etmiş oldu.
1.2. Azerbaycan Türk Edebiyatı ve İsmail Şıhlı
Bilindiği gibi bir dilin zenginliğini ortaya koymak için söz varlığı araştırmaları
oldukça önemlidir. Gelişmiş dillerde tarihsel süreç içinde münasebette bulundukları
halkların dillerinden pek çok sözcük geçmiş ve o dilin potasında eritilmiş, zaman
zaman etrafında deyimleşmiş yapılar, kalıplar oluşmuştur. Azerbaycan Türkçesine
de öncelikle Farsça ve Arapçadan, ardından Rusçadan pek çok sözcük girmiştir.
Azerbaycan Türk edebiyatı köklü bir geçmişe sahiptir. Türk edebiyatı içinde
sözlü halk edebiyatı ürünlerinden başlayıp klâsik edebiyatta Kadı Burhaneddin,
Fuzulî, Vakıf gibi şahsiyetler yetiştiren ve 20. yüzyıldan itibaren nesirde güzide
eserler ortaya koyan bu edebiyatın özellikle roman ve öykü alanında güçlü
isimlerinden ve öncülerinden olan İsmail Şıhlı’yı ele almamızın sebebi, onu
Türkiye’de de tanıtmaktır. İsmail Şıhlı hakkında Türkiye’de çok az çalışma
yapılmıştır. Deli Kür romanı Yasemin Bayer’in Türkiye Türkçesine aktarımıyla 2009
yılında Yıldız Yayıncılık tarafından basılmıştır. Ayrılan Yollar romanını Sosyalizm
realizmi açısından inceleyen Sedat Adıgüzel’in makalesinin dışında yazar üzerinde
pek fazla çalışma yapılmamıştır.
İsmail Şıhlı’nın eserlerinde kullandığı dile bakıldığında söz dağarcığının
zenginliği göze çarpar. O Azerbaycan Türkçesini en iyi kullanan yazarların da
başında gelir.
Altmışlı yıllara kadar Azerbaycan edebiyatı Sovyetler Birliğinin etkisi altında
gelişmiş, genellikle rejimi öven eserler kaleme alınmıştır. Rejim tarafından yazarlar
buna mecbur bırakılmışlardır. Bu dönem edebiyatına Sosyalizm Realizmi de
denmektedir. Stalin’in ölümünden sonra ideolojik baskı azalmaya başlamış ve
rejimin olumlu yönleri değil, olumsuz tarafları da eserlerde dile getirilir olmuştur.
Bireyle birey, toplumla birey arasındaki çatışmalar, topluma yabancılaşmış bireyler
hikâyelerde önemli bir yer tutmaya başlar (Adıgüzel, 2004: 117).
İsmail Şıhlı’nın doğum tarihi resmi kayıtlarda 22 Mart 1919 yazsa da bu tarih
onun gerçek doğum tarihi değildir. Ailesi onu Kazak Devlet Pedagoji Mektebine
yazdırabilmek için yaşını büyüterek 15’e çıkartmışlardır. (Seçilmiş Eserleri, C.1:7)
Şıhlı, Azerbaycan’ın Kazak Bölgesinin Şıhlı Köyünde doğmuş, Kazak Devlet
Pedagoji Mektebini bitirdikten sonra Azerbaycan Devlet Üniversitesi Dil ve
Edebiyat Fakültesinde okumuştur. 1941 yılında Kazak’ın Kosalar köyünde okul
müdürü olarak işe başlamış, II. Dünya Savaşının başlaması üzerine Sovyet ordusunda
323
Birsel ORUÇ ARSLAN
ön cephelerde mücadele etmiştir. Savaşı bizzat yaşayan yazar eserlerinde dönemin
panoramasını zaman zaman bütün canlılığıyla gözler önüne sermiştir. Cephe
Yollarında adlı eserinde savaşı günü gününe not alarak bir günlük türünde işlemiştir.
Hikâye ve roman türünde eserler veren Şıhlı’nın XX. Asır Harici Edebiyat Tarihi adlı
bir eseri daha vardır. Eserlerinde daha çok siyasi-içtimai konuların ele alındığını
söylemek mümkündür. Yazı hayatına önceleri şiirle başlayan İsmail Şıhlı sonraları
nesre yönelmiş ve “Deli Kür” adlı eserini yazdıktan sonra, dönemin meşhur
yazarlarından Mehdi Hüseyin’in tavsiyesine uyarak “Hekimin Nağılı”, “Seheri
Gözleyirdik”, “Kerç Sularında” gibi küçük öyküler yazmakla yazı hayatına devam
etmiştir. Onun asıl şöhret bulduğu eseri ise 1957 yılında basılan “Ayrılan Yollar” adlı
romanıdır. Daha önce 1955 yılında ilk olarak “Azerbaycan” dergisinde tefrika olunan
romanda yazar, romanın başkarakterleri İmran, Zeynep, Nesip gibi ileri görüşlü
kahramanların Kasım, Köseoğlu, Musa ve Şehnaz gibi sistemi savunanlara
başkaldırısını işlemiştir. Ne yazık ki, eserin yazıldığı yıllar hala Stalin dönemi
baskısının devam ettiği yıllardır. Bu yüzden yazar düşüncelerini yine de istediği gibi
dile getirememenin verdiği ıstırap içindedir. Eser II. Dünya Savaşı sonrasında
Azerbaycan’da sisteme karşı baş gösteren direnişleri işlemektedir. 1965 yılında
Azerbaycan Yazarlar Birliğinin kâtibi olarak çalışan Şıhlı, 1976’da Azerbaycan
gazetesinde baş redaktör, 1981’de Azerbaycan Yazarlar Birliğinin ilk kâtibi, 1987’de
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yazarlar Birliğinin kâtibi olarak iş hayatına devam
etmiştir. Eserleri birçok dile tercüme edilmiştir. “Deli Kür” romanı da Yasemin
Bayer tarafından Türkiye Türkçesine aktarılarak Temmuz 2008’de Yıldız Yayınları
arasından neşredilmiştir. Hizmetlerinden dolayı kendisine 1979’da Kırmızı Emek
Bayrağı, 1985’te ise II. Dünya Savaşı nişan ve madalyası verilmiştir.
Stalin’in ölümünden sonra tüm Rusya’da bir rahatlama olmuş, bu rahatlama
sonunda Azerbaycan yazarları da geçmişle hâl arasında mukayeselerde bulundukları,
geçmişi rahatça eleştirebildikleri eserler kaleme almaya başlamışlardır. İsmail
Şıhlı’nın daha önce enstitü dergisinde tefrika edilen “Deli Kür” romanı bu kez
“Azerbaycan” dergisinde 1962 yılında tefrika edilmeye başlar. Roman okuyucular
tarafından büyük ilgi görür. Nesir ustası olan Mehdi Hüseyin de onun bu eserini
ziyadesiyle beğendiğini bildiren bir mektup gönderir. Eserin tamamı 1966 yılında
yayımlanmış olur. O döneme kadar rejimin istediklerini yazan yazarlarda bir
rahatlama, yazılan roman ve öykülerde de konu çeşitliliği görülmeye başlar. Bu
durumdan en çok memnun kalanlar ise okuyuculardır. Altmışlı yıllarda baş gösteren
bu rahatlama ve daha ziyade aktüel konuların eserlerde ele alınmasına karşılık Şıhlı
“Deli Kür” adlı eserini tarihi ve folklorik unsurlar üzerine kurmuştur. O bunu bilinçli
olarak yapmış, halkın milli kimliğini hatırlamasını, milli hafızasını tazelemesini
324
İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri
sağlamak istemiştir. Bu sebepledir ki, Deli Kür romanında halk edebiyatı unsurları
görülmektedir. Yazarın ses getiren bu romanından sonra okuyucu ondan başka
romanlar beklese de yazar küçük çaplı hikâyeler ve II. Dünya Savaşı’na katıldığı
günlerde tuttuğu günlükleri içeren Cephe Yolları (Gündelikleri) adlı savaş notlarına
dayanan eserini yayınlamıştır. Yazar edebi eserlerine yine kısa hikâyelerle devam
etmiş, uzun bir süre roman yazmamıştır. Son eseri olan Ölen Dünyam ise onun
ölmeden önce yazdığı eseridir. Yazar bu eserde Azerbaycan halkının 20. yüzyılda
yaşadıklarını en güzel şekilde kaleme almıştır.
Şıhlı’nın “Seçilmiş Eserleri” 1986’da Azerbaycan Devlet Neşriyatı tarafından
basılmıştır. I.Ciltte yer alan eserleri; Ayrılan Yollar, Cebhe Yolları ile Konserv
(Konserve) Gutuları, Hekimin Nağılı (Masalı), Seheri Gözleyirdik (Bekliyorduk),
Kerç Sularında, Haralısan (Nerelisin) Ay Oğlan?, Çiskin (Çisenti), Gara At, Gonag
(Misafir), Menim Regibim (Rakibim), Köynek (Gömlek), Möhür Basdım, Get!,
Emioğlu, Neye El Çaldılar? (Neyi Alkışladılar?), Zerbe (Darbe), Cerime (Cereme),
İclasçı (Duruşma Şahidi) adlı kısa hikâyeleridir. II. Ciltte; Deli Kür adlı romanı
mevcuttur. 1980’de Hatireye Dönmüş İller, 1984’te Meni İtirmeyin ve 1988’de Daim
Ahtarışda adlı eserleri de ömrünün son dönemlerinde kaleme aldığı roman ve
hikâyeleridir. Ölmeden önce tamamladığı Ölen Dünyam adlı eseri onun gönül
rahatlığıyla her şeyi anlatabildiği son eseri olmuştur.
2. Ayrılan Yollar ve Ölen Dünyam Eserleri
Bu bildiride yazarın ilk romanı olan Ayrılan Yollar ile son romanı olan Ölen
Dünyam adlı eserleri bağlamında Rusça söz varlığı irdelenmiş ve eserler Rusça
açısından karşılaştırılmıştır. Konuya geçmeden önce eserlerin kısa bir özetini
vermeyi uygun bulduk.
2.1. Ayrılan Yollar
Ayrılan Yollar romanında konu Yirmi altılar adlı bir kolhozda geçen
olaylardır. Romanda Tükezban Hala’nın oğlu İmran’ın ziraat mühendisi olarak
köyüne dönmesi ve kolhozda çalışmaya başlaması ile gelişen olaylar anlatılır. Asıl
konu Kolhoz’un işleyişindeki aksaklıklar olsa da yazar İmran karakterinin etrafında
gelişen aşk temasını da okuyucuya aktarmayı başarmıştır. Yazar zaman zaman
karakterler etrafında geriye giderek olayların öncesini de açıklamış, olay örgüsünün
iyi anlaşılmasını sağlamıştır. İmran kolhozda ziraat mühendisi olarak göreve
başladığında kolhoz başkanı Kosoğlu’dur. Kosoğlu’nun başkan oluncaya kadarki
dönemde yaşadıkları da kısaca anlatılmıştır. Kosoğlu Kazım’ı kendisine yardımcı
325
Birsel ORUÇ ARSLAN
olarak seçmiştir. Başlarda kolhozun gelişmesi için dürüstçe çalışan Kosoğlu sonraları
işçileri çok çalıştırma, işçiler arasında kayırma vs. gibi haksızlıklar yaparak köyde
huzursuzluk yaratmaya başlamıştır. İdarenin gösterdiği yerlerin dışında da pamuk
ektirerek fazla ürün alma, idarenin gözüne girmek için işçileri haksız yere fazla
çalıştırma gibi durumlar da köy halkını bezdirmiştir. İmran’ın işe başlaması önceleri
Kosoğlu’nu rahatsız etmese de sonraları başını derde sokacak hal alır. İmran
cephesinde ise; İmran’ın annesi Tükezban Hanımın onun yokluğunda kiracısı olarak
aldığı Nergiz’i tanıdıktan sonra ona karşı aşk beslemesi, Nergiz’in de duygularında
karşılıksız kalmaması, fakat aşk konusunda daha önce yaşadığı hayal kırıklığını
İmran’da da yaşama korkusundan dolayı İmran’a hatıra defterini okutması, İmran’ın
yine de vazgeçmemesi üzerine şehre gidip Nergiz’i istemeleri, Nergiz’in babasının
kızını vermediği gibi köye dönmesine de izin vermemesi anlatılmıştır. Yazar asıl
bahsetmek istediği toplumda kanayan yara haline gelen toplumsal gerçekliğin
dışında bireysel gerçekliği de vermek istemiştir. İmran’la Nergiz arasındaki duygusal
gel-gitler, Zeynep’in İmran’a olan karşılıksız aşkı, Kosoğlu’nun yeğeni Şehnaz’ın da
İmran’a âşık olması da bu olay örgüsü içinde yerini bulur.
Kolhozda ise Kosoğlu Kerim’e hakkını vermediği için ilk rahatsızlıklar baş
gösterir. Arkasından Kazım’ın oyunlarıyla Zeynep’in mangabaşı görevinden
alınması, buna Zeynep’le birlikte Nesib Dayı’nın karşı çıkması, sonrasında
Kosoğlu’nun yaptığı toplantıdan Kazım’ın işten çıkarılması ve görevin Zeynep’e
verilmesi kararının çıkması, sonrasında ise Kosoğlu’nun yaptığı yolsuzlukların ve
haksızlıkların anlaşılması üzerine Kosoğlu’nun işlerden çekilmesi ile olay örgüsü
devam eder. Artık kolhozdaki işler İmran’la Nesip Dayı’ya kalır. Kosoğlu onların
başarısız olması için çok uğraşır. Yeğeni Musa ise İmran’dan intikam almak için
kurutulan pamuğu ateşe verir. Yangın sırasında Tükezban Hala ölür ve oğlu İmran’ı
Zeynep’e emanet eder. Olay ortaya çıkar ve Musa ile Kosoğlu tutuklanır. İmran ise
yalnız kalmıştır, annesinin yokluğunu derinden hissettiği bir anda Nergiz çıkagelir.
2.2. Ölen Dünyam
Yazar Ölen Dünyam’ı niçin kaleme aldığını eserin önsözünde şöyle anlatıyor:
Mən "Dəli Kür" romanını yazdıqdan sonra Azərbaycanda 20-ci illərdə baş
verən inqilab tariximizdən yazmaq qərarına gəldim, müəyyən materiallar topladım,
hətta əsərin adını da oxuculara çatdırdım. "Qanlı təpə" adlanacaq bu əsər 20-ci illərin
mürəkkəb və ziddiyyətli həyatını əhatə etməli idi. Lakin mövcud olan qadağalar,
arxiv sənədlərinin gizlin saxlanılması, o illərdə baş verən əsl həqiqət və
ziddiyyətlərin meydana çıxarılıb açıq söylənilməsinə qoyulmuş yasaqların
326
İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri
nəticəsində tarixi dövrü olduğu kimi verməyin qeyri-mümkünlüyü məni fikrimdən
daşındırdı. Gördüm ki, yazacağım əsər yazılmış əsərlərin ("Dünya qopur", "Dumanlı
Təbriz", "Bir gəncin manifesti", "Səhər", "Şamo") təkrarından başqa bir şey
olmayacaq. Ona görə də, romanı yazmamağı qərara aldım. Lakin son illərdə baş
verən hadisələr, məhdudiyyət və qadağaların götürülməsi, baş vermiş hadisələrin
qismən gerçəkliklə verilməsi imkanı məni əsər üzərində yenidən işləməyə sövq etdi
və mən yeni roman üzərində işləməyi qərara aldım. Əsərin ruhu və məzmunu tamam
yeni oldu, əsərin adı da dəyişdi. Mən romanımı "Ölən dünyam" adlandırdım. Lakin
xəstəlik, yazıçı üçün əsas olan gözün görməməsi, yazıb-oxuya bilməməyim mənim
planlarımı alt-üst elədi. Uzun iztirab və tərəddüddən, ailə məşvərətlərindən sonra bu
qənaətə gəldik ki, mən əsəri diqtə edim və həyat yoldaşım Ymidə Şıxlı onları yazıya
köçürtsün. Bu qayda ilə əsəri hissə-hissə, fəsil-fəsil yazıb başa çatdırdıq və buna
görə, əvvəlcədən Ymidə Şıxlıya öz təşəkkürümü bildirirəm. (Şıhlı, Ölen Dünyam.
1995: 1)
Yazarın da belirttiği gibi Ölen Dünyam’da Bolşevik ihtilâli günleri
anlatılmaktadır. İntikam Kasımzade 2005 yılında basılan İsmayıl Şıxlı Seçilmiş
eserleri I. cilde yazdığı önsözde eser için şu sözleri söylemektedir:
"Ölən dünyam" forma baxımından İsmayıl Şıxlının əvvəlki iki romanından
xeyli fərqlənir. Nisbətən kiçik həcmli bu əsərdə yazıçı əsas sujet xətti ilə bağlı
müxtəlif hadisələri paralel inkişaf etdirmək hesabına və konkret zaman çərçivələrini
cəsarətlə pozaraq, gah irəli – gələcəyə gedib, gah da geri -keçmişə qayıtmaq
sayəsində iki böyük nəslin taleyini izləməyə və ölkənin siyasi mənzərəsini verməyə
müvəffəq olur. Romanın dili də quruluşuna uyğun çox çevik və lakonikdir; hətta
təbiət təsvirlərinin özündə belə, "Dəli Kür"lə müqayisədə, yazıçı bir-iki dəqiq ştrixlə
kifayətlənir, qəti təfərrüata varmır. Qəribədir, illər uzunu ənənəvi nəsr təhkiyəsindən
kənara çıxmayan, klassik roman janrının bütün qayda-qanunlarına riayət edən
İsmayıl Şıxlı "Ölən dünyam"da çərçivələri vurub dağıdır; qəhrəmanlarının taleyi ilə
bağlı bir epizodu, Azərbaycan miqyasında baş verən qlobal ictimai-siyasi proseslərin
təsviri əvəz edir. Və yaxud, aramla qələmə alınmış psixoloji vəziyyətdən sonra çox
rahatlıqla süjetin müəyyan bir hissəsini sürətlə nəql edib keçir. Yazıçı bunu bilə-bilə
edir, diqqətini ikinci-üçüncü dərəcəli heç bir şeyə yayındırmır; məqsəd əsərin
qayəsini qabartmaqdır. Qayə isə bundan ibarətdir: Azərbaycan xalqına kənardan
zorla qəbul etdirilmiş siyasi sistem onun həyatında saysız-hesabsız məhrumiyyətlərə,
ölümlərə, faciələrə səbəb olub. "Ölən dünyam" romanı çox dəqiq tapılmış və böyük
ustalıqla qələmə alınmış simvolik bir sonluqla bitir. Əsərin qəhrəmanlarından biri,
elindən-obasından didərgin düşmüş Həsən ağa uzun illərin ayrılığından sonra dönüb
327
Birsel ORUÇ ARSLAN
yurduna qayıdır, çinar ağacının altında oturub kürəyini onun gövdəsinə söykəyir və
gözlərini yumub bir zamanlar öz əli ilə əkdiyi bu əzəmətli ağacın rişələri ilə əbədi
olaraq doğma torpağına qovuşur. Çox təsirli səhnədir, amma burda bir təskinlik
işartısı, bir ümid rüşeymi var; torpağa qovuşmaq - əbədiyyətə qovuşmaqdır.
Torpaqsa əbədidir. Ən güclü tufanlar, qasırğalar belə toz-tozanaq qaldırsa da,
torpağın üstündəkiləri uçurub-dağıtsa da - torpaq yerində qalır. Kanardan gətirilmiş
zorakı inqilablar da elədir - saysız-hesabsız insan ölümü, müsibətlər, faciələr
hesabına cəmiyyətdə xırdapara nələri isə dəyişə bilsə də, xalq mənəviyyatını, xalq
ruhunu tamam məhv edə bilmir. Belə olmasaydı, adət-ənənalərimiz, dilimiz, başqa
milli dəyərlərimiz bu günə kimi yaşamazdı. "Ölən dünyam" romanını oxuyub
qurtardıqdan sonra, ister-istəməz, məhz bu sayaq düşüncələrə qapılırsan... İsmayıl
Şıxlı macal tapıb "Ölən dünyam" romanının son nöqtəsini qoymaqla, 50 illik
yaradıcılıq yoluna da yekun vurdu. Və sanki bundan sonra o da qəhrəmanı Həsən ağa
kimi rahatlıq tapıb dünyasını dəyişdi, əbədiyyətə qovuşdu. (Şıhlı, Seçilmiş Eserler.
2005: 10-11)
Gerçekten de İsmail Şıhlı bu eserini yazdıktan kısa bir süre sonra hayata
gözlerini yummuştur. Yıllar boyunca Deli Kür’ü takiben ona benzer bir eser yazmayı
istemekle birlikte nasıl yazacağı konusundaki tereddütlerden ve engellerden yıllar
sonra kurtulur kurtulmaz Ölen Dünyam’ı yazdıktan sonra huzura erdiğini ve huzur
içinde can verdiğini söylemek mümkündür.
3. Eserlerdeki Rusça Sözcükler ve Rusça Yoluyla Giren Yabancı Sözcükler
Şıhlı’nın incelediğimiz eserlerinde görülen Rusça veya Rusça yoluyla girmiş
kelimelerden tespit edilenlerin sayısı Ayrılan Yollar’da 84, Ölen Dünyam’da 67’dir.
Bu sayılar, eserlerin genel söz varlığı göz önüne alındığında çok değildir.
2.1. Ayrılan Yollar
çamadan (Çemodan/ чемодан): bavul, valiz.
maşın (машин): 1. makine. 2. araba, otomobil.
papiros (папирос): sigara.
turnik (турник): idman için sabit yatay çubuk.
rezin çekme (резин/ rezin: lastik, kauçuk): Lastik, kauçuk çizme.
palto (пальто): ceket, palto.
gezet (газеты): gazete.
328
İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri
stekan (стакан): çay bardağı.
brigadir (бригадир-Alm.): kolhozda çalışan işçi grubunun lideri, şef.
kolxoz (колхоз): kolektif çiftlik.
çaynik (чайник): çaydanlık, çay kutusu.
peç (печь): 1. soba, ocak. 2. fırın.
yük maşını: yük arabası.
pobeda (победа): zafer, galibiyet.
geroy (герой): kahraman.
delegat (делегат-Latinceden delegat): delege, temsilci.
brigada (бригада-Fransızcadan brigada): 1. birkaç bataryada çalışan askeri
birlik, tugay. 2. demiryolunda çalışan işçi grupları. 3. kolhozda çalışan işçi grubu.
ağronom (агроном): ziraat/tarım mühendisi.
gepik (копейк): para, kuruş (Rusçada en küçük para birimi).
şinel (шинель): kışlık askeri palto.
partiya (партия-Fransızcadan): parti.
rayon (район): bölge, semt.
stol (стол): masa.
sentner (центнер-Almancadan):100 kg.lık ölçü birimi.
raykom (райком): ilçe komitesi.
malades (молодец): aferin!
demagog (демагог): demagog, demagoji yapan, atıp tutan.
sıntralnı (центральны): Merkez.
zolotga (золотко): canım (Hanımlar için –ka eki alarak mecazi anlamda
canım, ciğerim gibi hitap sözü olmuştur. Zolot’un gerçek anlamı altın’dır.).
prokuror (прокурор): savcı.
kabinet (кабинет-Fransızcadan): Bakanlar Kurulu.
yaxşı silistçi: iyi sorgulayıcı (silist: sorgulama).
metr (метр-Yunancadan): metre.
direktor (директор-Latinceden): müdür, yönetici.
kombayn (комбайн-İngilizceden): biçer-döğer, tahılların toplanmasında
kullanılan araç.
sovetlik (совет-лик): Danışma Kurulu.
spiçka (спичка): kibrit, kibrit çöpü.
329
Birsel ORUÇ ARSLAN
galoş (галош): galoş, ayakkabı üstüne giyilen lastik.
banka (банка): kavanoz, şişe, kutu.
institut (институт-Latinceden): enstitü.
klub (клуб-İngilizceden): klüp.
skamya (скамья): iskemle, bank.
milisioner (милиционер-Latinceden): polis, yedek er.
poçtalyon (почтальон-İtalyancadan): postacı.
orden (орден-Latinceden): madalya, genellikle askeri madalya için kullanılır.
gospital (госпиталь-Latince hospitium’dan)/xestexana: Hastane. Kelimenin
Farsçası da kullanılmış.
tribunal (трибунал-Latinceden): hakimler, yüksek mahkeme organı.
paveska (повестка): ihbar, celp, celpname.
vayonkom (военком): komutan, savaş komutanı.
şuba (шуба): kürk, kürk manto.
fason (фасон-Fransızcadan): model, kesim, şıklık.
komsomol (комсомол): Komunist Gençler Birliği Teşkilâtı, genç
komunistler.
partkom (партком): Parti komitesi (Komunist Partisi) veya Parti Komitesi
Sekreteri
koperativ (кооператив-Latinceden): kooperatif.
şkaf (шкаф): dolap.
Moskoy (москва): Moskova.
komandir (командир-Almancadan): kumandan, komutan.
saldat (солдат): asker.
plan (план-Latinceden): plan.
jurnal (журнал-Fransızcadan): dergi.
intriqa (интрига-Fransızcadan): entrika.
respublika (республика-Latinceden): cumhuriyet.
jaket (жакет-Fransızcadan): ceket.
kultivator (культиватор-Fransızcadan): işlenmiş topraktaki kesekleri ezmek
için kullanılan tarım aleti.
radio (радио-Latinceden): radyo.
330
İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri
komissiya (комиссия-Latinceden): Özel İdare Merkezi veya burada
çalışanların oluşturduğu heyet, organ.
Moskviç (москвич) : Moskovalı.
stul (стуль-Alm. Stuhl): iskemle, sandalye.
bufet (буфет-Fransızcadan): büfe.
batareya (батарея-Fransızcadan): batarya, pil.
şifon (шифон-Fransızcadan): şifon, bir tür ince kumaş.
albom (альбом-Fransızcadan): albüm.
padruqa (подруга): arkadaş (kız arkadaş).
patefon (патефон): gramofon.
mexanik (механик-Yunancadan): mekanik.
kommunizm (коммунизм-Fransızcadan): komünizm.
zapas (запас): stok, yedekte tutma.
kino (кино-Yunancadan): sinema.
konsert (концерт-İtalyancadan): konser.
gemsiye (комиссия-Latinceden): komisyon.
val (вал): plâk, silindir.
vedrə (ведре): kova.
agent (агент-Latinceden): temsilci, mümessil.
konkret (конкрет-Latinceden): tam, kesin, açıkça.
2.2. Ölen Dünyam:
ispiçka (спичка): kibrit.
stəkan (стакан): bardak.
çaynik (чайник): çaydanlık.
patron (патрон): mermi.
çemodan (чемодан): bavul, valiz.
uçitel (учитель): öğretmen.
verst (верст): 106 km mesafede uzunluk ölçüsü, mil.
qlobus (глобус-Latinceden): küre, dünya.
truba (труба): nefesli bir müzik aleti.
val (вал): plâk, silindir.
stol (стол): masa.
331
Birsel ORUÇ ARSLAN
Aprel (апрел): Nisan ayı.
stul (стул): sandalye.
şivyot (шевиот) : koyun yününden yapılmış dokuma
fabrik-zavod (фабрик-завод): fabrika, işyeri.
komsomol (комсомол): Komunist Gençler
komunistler.
maşın (машин): makine, burada gramofon .
klub (клуб): kulüp.
Birliği
Teşkilâtı,
genç
milisioneri (милиционеры): polis.
şinel (шинель): palto.
komandir (командир-Almancadan): kumandan, komutan.
fenandoskop/ fonendoskop (фонендоскоп-Yunancadan): tıpta stateskoptan
daha gelişmiş dinleme aleti.
general (генерал): general, bir askeri unvan.
qubernator (губернатор-Latinceden): İhtilal öncesindeki yönetimde Vali;
yüksek rütbeli asker.
teleqram (телеграм): telgraf yoluyla haber.
soldat (солдат): asker.
herbi eşelon (Fransızcadan): Harp düzeni; askeri tren; yolcu veya yük treni.
stansiya (станция): istasyon.
Rus imperiyası (Pус империясы): Rus imparatorluğu.
vağzal (вокзал): tren istasyonu.
maşinist (машинист-Latinceden): makinist.
simafor (семафор-Yunancadan): Demiryolunun açık veya kapalı olduğunu
gösteren ışık sistemi.
parovoz (паровоз): buharlı lokomotif.
kipyatok (кипяток): kaynar su.
kran (кран-Almancadan): vana, musluk.
pulemyot (пулемёт): makineli tüfek.
bolşevik (большевик): bolşevik, komunizmi savunan.
polkovnik (полковник): albay.
komendant (комендант-Fransızcadan): komutan, kumandan.
diviziya (дивизия-Latinceden): tabur, bölük.
332
İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri
komanda (команда-Fransızcadan): kumanda, askeri birlik.
polk (полк): alay, üç tabur ve bağlı birliklerden oluşan askeri birlik.
briqada (бригада-Fransızcadan brigada): 1. birkaç bataryada çalışan askeri
birlik, tugay. 2. demiryolunda çalışan işçi grupları. 3. kolhozda çalışan işçi grubu.
artilleriya divizionu (артиллерия двизиону): topçu birliği.
çar (цар): çar, kral.
qaubiçnı divizion (гаубичный двизион): havan topçu birliği.
texnika (техника): ekipman.
avtomobil divizionu (автомобиль дивизиону): otomobil, araç birliği.
avtodivizionu (автодивизиону): araç birliği, levazımat bölüğü.
komissar (комиссар-Fransızcadan): 1935-1942 yıllarında Sovyetler Birliği
ordusunda görev yapan askeri siyasi şahıslar, batalyon birliğinden sorumlu komutan.
famil (фамил-Fransızcadan): soyadı.
paruçik (поручик): teğmen.
troyka (тройка): üçlü.
maxorka papirosu (махорка папиросу): tütünden daha düşük kalitedeki bir
bitkiden yapılan sigara.
kolxoz (колхоз): kolektif çiftlik.
milis (милиц): polis.
vedrə (ведре): kova.
rels (релс-İngilizceden): ray, tren rayı.
ne polojeno (Не положено): izin yok!
seminariya (семинария): seminer.
naçalnik (начальник): müdür, başkan.
giliz (гильза-Almancadan): kovan, fişek kovanı.
institut (институт-Latinceden): enstitü.
direktor (директор-Latinceden): müdür, yönetici.
ferma (ферма-Fransızcadan): kolhoz ve sovhozlarda hayvancılığın belli bir
sahası ile ilgili ihtisas alanı; çiftlik.
inkubator (инкубатор-Latinceden): kuluçka makinesi.
metr (метр-Yunancadan): metre.
333
Birsel ORUÇ ARSLAN
4. Eserlerdeki Rusça veya Rusça Yoluyla Girmiş Kelimelerin Sözvarlığı
Açısından Görünümü
İsmail Şıhlı’nın dili genel olarak sade, anlaşılırdır. Bu sebeple o Azerbaycan
Türkçesine giren yabancı kelimeleri de dilin işleyişi doğrultusunda kullanmıştır.
Eserlerde geçen kelimeleri burada birkaç açıdan incelemeyi uygun bulduk.
4.1. Her İki Eserde Ortak Olan Kelimeler
Çamadan-çemodan, maşın, papiros-maxorka papirosu, stekan, kolxoz, çaynik,
brigada, şinel, stol, metr, direktor, spiçka-ispiçka, institut, klub, milis/milisioner/
milisionerı, komsomol, komandir, saldat-soldat, stul, val, vedrə.
4.2. Rusça Olanlar
Burada her iki eserde görülen Rusça veya Rusça telaffuzuyla geçen kelimeler
verilmiştir:
Çamadan-çemodan, papiros, rezin, stekan (stakan), kolxoz, çaynik, peç,
pobeda, ağronom (agronom),gepik (kopeyk), şinel, stol, raykom, malades (maladets),
zolotga, prokuror, silist, sovet-lik, spiçka-ispiçka, paveska (povestka), vayonkom,
şuba, komsomol, partkom, şkaf, Moskoy, saldat-soldat, Moskviç, padruga (podruga),
patefon, zapas, val, vedrə, patron, uçitel, şivyot, zavod, vağzal (vokzal), parovoz,
kipyatok, pulemyot, Bolşevik, polkovnik, polk, artilleriya divizion, çar, gaubiçnı
divizion, paruçik, maxorka, ne polojeno!, naçalnik.
4.3. Rusça Yoluyla Giren Yabancı Kelimeler
Burada Latince, Almanca, Fransızca, İngilizce, Yunanca gibi dillerden giren
kelimeler Seyfettin Altaylı’nın sözlüğünde verdiği bilgilere dayanarak sıralanmıştır.
Palto, gezet, brigadir, delegat, brigada, partiya, sentner, demagog, sıntralnı,
kabinet, metr, direktor, kombayn, galoş, banka, institut, klub, skamya, milisioner,
poçtalyon, orden, gospital, tribunal, fason, koperativ, komandir, plan, jurnal, intriqa,
respublika, jaket, kultivator, radio, komissiya, stul, bufet, batareya, şifon, albom,
mexanik, kommunizm, kino, gemsiye (komissiya), agent, konkret, seminariya,
Aprel, globus, fabrik, fenandoskop (fonendoskop), general, qubernator, telegram,
eşelon, stansiya, maşinist, simafor, kran, komendant, diviziya, komanda, texnika,
avtomobil, komissar, famil, milis, rels, giliz, ferma, inkubator.
334
İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri
5. Sonuç
Sonuç olarak; İsmail Şıxlı az yazmış olmasına karşın eserlerinde Azerbaycan
Türkçesini en iyi şekilde kullanmıştır. Okuyucu onun eserlerinde edebi zevki tattığı
gibi, kendinden bir şeyler de bulur. Şıhlı, dönemin siyasi ve sosyal olaylarına da
bigâne değildir. Her ne kadar Stalin döneminde istediği gibi gerçekleri yazamasa da,
sembollere başvurarak dönemi eleştirmeye çalışmıştır. Stalin’in ölümünden sonraki
rahatlama ile o da eserlerini daha cesur bir edayla kaleme almış, kaleminin kudretini
konuşturmuştur. Bütün bunları yaparken halkı için yazdığını da unutmamış, halkın
anlayabileceği bir dil kullanmıştır. Eserdeki yabancı kelimelere bakıldığında Farsça,
Rusça, Arapçadan dile yerleşmiş olan kelimelerin yanı sıra Batı dillerinden
(Almanca, Latince, Fransızca, Yunanca, İngilizce vs) alınma kelimelere de rastlanır.
Yazar bunları keyfi olarak tercih etmez. Anlattığı konularla bağlantısı olduğu için ve
artık çoğu halkın diline yerleştiği için kullanır. Ayrılan Yollar’da kolhoz gibi
komunist/sosyalist sistemin bir parçası olan yapı içerisinde Rusça ve Rusça yoluyla
giren kelimeler (komsomol, direktor, brigada, brigadir, raykom, kolxoz, ağronom,
verst, sentr, partkom gibi), Ölen Dünyam’da anlatılan zaman dilimine bağlı olarak
gereken yabancı kelimeler (komsomol, soldat, vağzal, simafor, parovoz, polkovnik,
pulemyot, kipyatok vs.) kullanılmıştır. Gündelik hayatta da kullanılan stol, stul, şkaf,
stekan,vedrə, val, truba, şivyot, şuba, radio, albom, şifon, padruga, kino, konsert vs.
gibi yabancı kelimelere yazar zaman zaman yer vermiştir.
İsmail Şıhlı’nın edebi kişiliği daha pek çok yönüyle araştırılabilir. Şıhlı
eserlerinde çok sayıda yabancı kelime kullanabilecek yetkinliğe sahipken o öz diline
sahip çıkarak bu tür kelimeleri gerekmedikçe kullanmamıştır.
KAYNAKÇA
Adıgüzel, S . (2010). İsmail Şıhlı'nın Ayrılan Yollar Romanı ve Sosyalizm Realizmi. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 11
(23) Retrieved from http://dergipark.gov.tr/ataunitaed/issue/2862/39077
Altaylı, Seyfettin (1994). Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü. C.I-II, İstanbul: MEB
Yayınları.
Xəlilov, Buludxan, İsmayıl Şıxlının həyat və yaradıcılıq yolu, Xalq qəzeti.- 2009.20 may.- S. 7.
Saydam, Abdullah (1990). Rusya’nın Kafkasya’yı İşgali. Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:5, Sayı:1, s. 239-257.
Şıhlı, İsmayıl (1986). Seçilmiş Eserleri. C.I-II, Bakı: Azerbaycan Dövlet Neşriyyatı.
Şıhlı, İsmayıl Şıhlı (2005). Seçilmiş Eserleri. C.I-II, Bakı: Azerbaycan Dövlet
Neşriyyatı.
335
Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel
Belirsizliği
Doç. Dr. Elena KRAİNİUCHENKO
Pyatigorsk, Rusya -Pyatigorsk Devlet Üniversitesi
Özet: XX. yüzyılın başından beri dil biliminde insan dili, bir göstergeler
dizgesi olarak kabul edilmektedir. Dil göstergesi, gösteren ile gösterilenden
oluşan ikili bir yapıdır. Birden fazla gösterilenin tek bir gösterene ait
olabilmesi, anlambilimde eş seslilik ya da çok anlamlılık olarak
nitelendirilmektedir. XX. yüzyılın sonunda otomatik çeviri programlarının
gelişmesiyle eş sesli ek ve sözcük birimlerinin yanı sıra sözdizimsel eş sesliliğe
ilişkin çalışmalar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Cümledeki öğelerin dil bilgisi
açısından farklı şekilde ayırt edilebilmesi veya aralarındaki sözdizimsel
bağlantıların farklı şekilde yorumlanabilmesi, ‘sözdizimsel belirsizliğ’in var
olmasına işaret etmektedir. Bu terim, Türkiye Türkçesinde yaygın olmamasına
rağmen ‘sözdizimsel eş seslilik’ teriminden daha uygun görülmektedir. Bu
çalışmada ‘-Ip+fiil’ yapılarının Rus ve Türk araştırmalarında dil bilgisi ve söz
dizimi açılarından nasıl yorumlandığı ele alınmıştır. Söz konusu birleşimlerin
ikinci unsuru olan fiil, kendi sözcük anlamını kaybederek dilbilgisel içeriği
ifade ederse yardımcı fiil olarak nitelendirilmektedir. Türk gramer geleneğinde
‘-Ip+yardımcı fiil’ birleşimleri, ‘kurallı birleşik fiiller’/‘tasvirî fiiller’ olarak
tanımlanırken
Rus
ekolünde
‘analitik
fiil
şekilleri’
olarak
değerlendirilmektedir. Bu fiil şekillerinin dil bilgisel anlamın yanı sıra
pragmatik/edimbilim anlamı da taşıyabildiği vurgulanmıştır. ‘-Ip+fiil’
yapılarının her iki unsuru anlam kaymasına uğrarsa deyim niteliğinde birleşik
fiil oluşturmaktadır. Bunun gibi birleşimler, yapısına göre hem analitik fiil
şekillerine hem bağımsız kelime öbeğine benzer; buna rağmen anlamsal açıdan
onlardan farklılık gösterdiğinden sözlük birimi olduğu tespit edilmiştir.
Çalışmada ‘-Ip+fiil’ yapılı analitik fiil şekileri (örn. bakıp dur-), değimleşmiş
birleşik fiilleri (örn. kırıp dök-) ve bağımsız kelime öbekleri (örn. oturup sohbet
etmek) birbirinden farklılaştırmak için işlevsel dil bilgisi ve söz dizimi
çerçevesinde geliştirilen yaklaşımlar uygulanmıştır.
Anahtar kelimeler: analitik fiil şekli, değimleşmiş birleşik fiil, kelime
öbeği, eş seslilik, dil göstergesinin anlam belirsizliği
Elena KRAİNİUCHENKO
Syntactic Ambiguity of the «Gerund in -Ip + Verb» Construction
in Turkish Language
Abstract: Human language has been accepted as a system of signs since
the beginning of the 20th century. A linguistic sign has two sides; the signified
and the signifier. When one form expresses several meaning it’s classified as
homonymy or polysemy. The development of automatic translation software
systems at the end of the 20th century caused the interest to syntactic
homonymy as well as morphemic and lexical one. ‘Syntactic ambiguity’ is
more suitable term, which means the presence of two or more possible
meanings within a single sentence or sequence of words. This article deals with
the one case of syntactic ambiguity in the Turkish language – the ‘gerund in Ip +verb’ construction – and possible variants of its interpretation. İf a verb
loses its own meaning and expresses aktionsart, the whole construction in
Turkish grammar tradition is classified as a ‘descriptive verb’, though in
Russian studies – as an analytical form of verb. The analysis showed that these
forms can indicate not only aktionsart but some pragmatics meanings as well.
If the construction is characterized by an idiomaticity of its components, it can
be described as verbal phraseological unit. Thus these verbal phrasemes (e.g.
kırıp dök-) may have the same structure with free word combinations (e.g.
oturup sohbet etmek) and analytical forms of verb (e.g. bakıp dur-). İn this
article the methods of syntactic studies and functional grammar were applied
to differentiate these three phenomena belonging to different levels of language
analysis.
Key words: analytical form of verb, verbal phraseological unit, free
word combination, homonymy, the ambiguity of a linguistic sign
Giriş
XX. yüzyılın başından beri dil biliminde insan dili, bir göstergeler dizgesi
olarak kabul edilmektedir. Dil göstergesi, gösteren ile gösterilenden oluşan ikili bir
yapıdır. Söz konusu kavramın dil bilimi tarihinde ilk olarak F. de Saussure tarafından
ortaya konduğu bilinmektedir. F. de Saussure dil göstergesinin özellikleri ve
çelişkilerini ayrıntılı olarak tasvir etmiştir. 1 Ancak göstergenin iki tarafının biribirine
tam olarak uymamasına dikkat edilmemiştir. Hâlbuki birden fazla gösterilen tek bir
gösterene ait olabilir; diğer taraftan birkaç gösteren aynı anlamı taşıyabilir. Bu
durum, S.O. Kartsevskiy tarafından ‘dil göstergesinin asimetrik ikiliği’ olarak
adlandırılmıştır (bk.: Rus. asimmetriçnıy dualism yazıkovogo znaka, İng. the
1
Ferdinand de Saussure, Kurs Obşçey Lingvistiki (Lingvistiçeskoye Naslediye XX Veka), Librokom,
2011.
338
Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği
asymmetric dualism of the linguistic sign, Alm. asymmetrischen Dualismus des
sprachlichen Zeichens).2
Birden fazla gösterilenin tek bir gösterene ait olabilmesi, anlam biliminde eş
seslilik ya da çok anlamlılık olarak nitelendirilmektedir. Söz konusu iki olayın
birbirinden farklılaştırılması, homonimlerin ortaya çıkmasının nedenlerinin tespit
edilmesi, XX. yüzyılda araştırmacıların en çok ilgi çektiği konulardandı. Çoğu
zaman dil birimlerinin belirsizliği meselesi, sözlük bilimi ve biçim-bilim
araştırmalarının çerçevesinde ele alınmıştır. 3 Fakat Türkiye Türkçesinde eş sesli
ekler ve sözcük birimleri tanımlanırken onların sınıflandırılmasına ilişkin
çalışmaların yaygın olmadığı söylenebilir. XX. yüzyılın sonunda otomatik çeviri
programlarının gelişmesiyle eş sesli ek ve sözcük birimlerinin yanı sıra sözdizimsel
eş sesliliğe ilişkin çalışmalar da ortaya çıkmaya başlamıştır.4 Cümledeki ya da kelime
öbeğindeki öğelerin dil bilgisi açısından farklı şekilde ayırt edilebilmesi veya
aralarındaki sözdizimsel bağlantıların farklı şekilde yorumlanabilmesi, ‘sözdizimsel
belirsizliğ’in var olmasına işaret etmektedir. Bu terim, Türkiye Türkçesinde yaygın
olmamasına rağmen ‘sözdizimsel eş seslilik’ teriminden daha uygun görülmektedir
(bk.: Rus. sintaksiçeskaya neodnoznaçnost’, İng. syntactic ambiguity, Alm.
syntaktische Mehrdeutigkeit).
Bu çalışmada ‘-Ip+fiil’ yapılarının Rus ve Türk araştırmalarında dil bilgisi ve
söz dizimi açılarından nasıl yorumlandığı ele alınmıştır.
1. Analitik Fiil Şekli Olarak ‘-Ip+fiil’ Yapısı
Türk gramer geleneğinde ‘-Ip’lı zarf-fiil+fiil’ birleşimleri, ‘kurallı birleşik
fiiller’/‘tasvirî fiiller’ olarak tanımlanmakta ve birleşik fiillerin ayrı bir türü
niteliğinde algılanmaktadır.5 Rus ekolünde ise bahsettiğimiz yapılar ‘analitik fiil
2
3
4
5
S.O Kartsevskiy, “Ob Asimmetriçnom Dualizme Yazıkovogo Znaka”, Zvegintsev V.A. İstoriya
Yazıkoznaniya XIX–XX Vekov v Oçerkah i İzvleçeniyah, М., 1965. 3-yе İzd., Ç. 2, S. 85–93.
Yu. Maslov, “Omonimı v Slovaryah i Omonimiya v Yazıke (k Postanovke Voprosa)”, Voprosı Teorii
i İstorii Yazıka: Sb. V Çest’ Prof. B.A. Larina, L.: İzd-vo Leningradskogo Un-ta, 1963, S. 128-202;
J.M. Guzelanı, Karaçay-Malkar Tilni Omonimlerini Sözlüğü, Elbrusoid, Moskva 2013; Nuh Doğan,
“Türkiye Türkçesi Fiillerinde Eş Anlamlılık”, Uluslararası Sosyal Aratırmalar Dergisi, C. 4, S. 19,
Güz 2011, S. 78-88; vd.
A.V. Gladkiy Sintaksiçeskiye Strukturı Yestestvennogo Yazıka v Avtomatizirovannıh Sistemah
Obşçeniya, M.: Nauka, 1985; V.N. Muşayev-S.N. Abdullayev “Ob İzuçenii Sintaksiçeskih
Omonimov (na Materiale Mongol’skih i Türkskih Yazıkov”, Vestnik Kalmıtskogo Universiteta,
2016/№ 4 (32), S. 109-114; Mustafa Çelikpençe, Türkiye Türkçesinde Sçzdizimsel Anlamsal
Belirsizliği Kaldıran Paket Program, (İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2003, vd.
Tahsin Banguoğlu, Türkçenin Grameri, TDK, Ankara 2007, S. 488; Haydar Ediskun, Türk Dil
Bilgisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2004, S. 228; Günay Karaağaç, Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, TDK,
339
Elena KRAİNİUCHENKO
şekilleri’ olarak değerlendirilmektedir.6 Çünkü söz konusu birleşimlerin ikinci
unsuru olan fiil, kendi sözlük anlamını kaybederek dilbilgisel içeriği ifade eder ve
yardımcı fiil olarak nitelendirilir. Böylece zarf-fiil sözlük anlamını taşırken yardımcı
fiil gramatik morfemin görevini yerine getirmektedir.
Analitik fiil şekillerinde -Ip’lı zarf-fiillerle sadece durmak, kalmak, gelmek,
gitmek fiilleri kullanılmaktadır. Esas fiil olmalarına rağmen belli sözdizimsel
bağlamda yani bahsettiğimiz birleşimlerde yardımcı unsurun işlevine sahiptir. Bu
yüzden Rus Türkolojisinde ‘yardımcı fiil’ yerine ‘okkazional yardımcı fiil’ (bk.: Rus.
okkazional’nıy, İng. occasional, Alm. gelegentlich) ya da ‘modifiye eden fiil’ (bk.:
Rus. modifitsiruyuşçiy, İng. modify, Alm. modifizirt) terimleri kullanılır. 7
Kabul edilen görüşe göre analitik fiil şekillerindeki zarf-fiil sözlük anlamını
ifade eder. Ancak -Ip eki de kendi anlamını kaybeder ve okkazional yardımcı fiil ile
birleşerek yeni bir dilbilgisel içeriği taşıdığı birleşik /perifrastik morfem oluşturur. 8
Böylece analitik fiil şeklini aşağıdaki şema biçiminde gösterilebilir:
Fiil kökü
-Ip eki+ okkazional yardımcı fiil
sözlük anlamını taşır
bilgisel içeriği taşır
Son birkaç yıl içinde bu bakış açısını destekleyen Türk araştırmacılarının
çalışmaları da meydana çıkmaya başlamıştır. Söz konusu çalışmalarda ‘analitik fiil
şekilleri’ yerine ‘art fiiller’ terimi kullanılmaktadır.9
Neredeyse XXI. yüzyılın başına kadar Türk gramer geleneğinde
betimlediğimiz yardımcı fiillerin esas fiile devamlılık, sürerlik gibi anlam incelikleri
katmasından söz edilmiştir. Ancak bu ‘inceliklerin’ sayısı ve tanımları üzerine bir
Ankara 2013, S. 204; Leyla Karahan, Türkçede Söz Dizimi, Akçağ Yayınevi, Ankara 2018, S. 77;
Zeynep Korkmaz, Türkiye Türkçesi Grameri. Şekil Bilgisi, TDK, Ankara 2017, S. 200.
6
Mehman Musaoğlu-Fatih Kirişçioğlu-Elena Krainiuchenko, “Türkiye Türkçesinde Analitik Fiil
Şekilleri-I”, Dil Araştırmaları, Sayı 23, Güz 2018, S. 58.
7
Musaoğlu-Kirişçioğlu-Krainiuchenko, agm, S. 58; V.G. Guzev, Teoretiçeskaya Grammatika
Turetskogo Yazıka, İzd-vo S-Peterb. gos. un-ta, SPb. 2015, S. 146; A.N. Kononov, Grammatika
Sovremennogo Turetskogo Litraturnogo Yazıka, İzd-vo AN SSSR, M.-L. 1956, S. 209; Yu.V. Şçeka,
Praktiçeskaya Grammatika Turetskogo Yazıka, AST: Vostok-Zapad, Moskva 2007, S. 157.
8
E.V. Sevortyan, “Grammatiçeskiye i semantiçeskiye priznaki analitiçeskih konstruktsiy v otliçiye
ot svobodnıh slovosoçetaniy v tyurkskih yazıkah”, Analitiçeskiye konstruktsii v yazıkah razliçnıh
tipov, (Sbornik statey), Nauka, Moskva-Leningrad, 1965: S 235; A. A. Yuldaşev, Analitiçeskiye
formı glagola v tyurkskih yazıkah, İzd-vo Nauka, Moskva 1965, S. 25.
9
E yüp Bacanlı, “Güney Sibirya Türk Dillerinde Birleşik Fiillerle ilgili Teorik Sorunlar”, Uluslararası
Sosyal Aratırmalar Dergisi, 2013/ C.6, № 24, S. 29; Sema Aslan Demir, “Türkmencede Kılınış
İşlemcisi Olarak Art-Fiiller”, Türkbilig, 2013/26, S. 68.
340
Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği
fikir birliğine varıldığı pek söylenemez. 10 Son yıllarda ise işlevsel dilbilim
çerçevesinde geliştirilen yaklaşımların uygulandığında analitik fiil şekillerinin
görünüş ve kılınışı ifade ettiği vurgulanmaya başlamıştır.11
Türkiye Türkçesindeki ‘-Ip+okkazional yardımcı fiil’ yapılarını daha ayrıntılı
bir şekilde değerlendirelim.
1.1. ‘-Ip+kal-’ analitik fiil şekli
-Ip kal- analitik şekli, fiziksel, psikolojik vb. durumları bildiren fiillerle
kullanılır ve eylemin/oluşun hareketsiz olarak kaldığını ifade eder. Örneğin: 1)
Ahmet dağına çekilip gidecek, o burada sarayda tek başına, kuyunun dibindeki taş
gibi kalıp kalacaktı. (YK, 54); 2) Fakat acısı müzmin bir matem hatırası gibi
kalbinde tortulanıp kaldı. (RNG YG, 31); 3) Cama çarpıp duran bir sinek gibi sıkışıp
kalmıştı bu kelimenin içinde. (EŞ, 46)
Türkiye Türkçesinde -Ip kal- analitik fiil şeklinin yanı sıra -Akal- şekli vardır.
İşlev bakımından bu iki şekil paralel bir özelliğe sahiptir. Böylece iki gösteren
(birleşik morfem) aynı bilgisel içeriği taşır. Bu da söz konusu şekilleri eş anlamlılığa
dayalı asimetrik morfolojik olay olarak nitelendirmemize imkân verir.
1.2. ‘-Ip+dur-’ analitik fiil şekli
-Ip dur- analitik şekli, eylemin belli bir zaman içerisinde gerçekleşen
sürerliliğini veya tekrarlılığını ifade eder. Örneğin: 1) Gece rüyamda bizim
mahalledekilere benzeyen sokaklarda Sabiha'yı arayıp durdum. (AHT, 65); 2)
Oxford’daki ilk yılını bitirmiş, yaz tatilini İstanbul’da geçiriyordu. Annesi ikide bir
şu ya da bu genç adamdan bahsedip duruyordu. (EŞ, 202); 3) Kenan, ağabeyimle
görüşmem gerektiğini tekrarlayıp duruyordu. (OP, 188)
Türkiye Türkçesinde -Ip dur- analitik fiil şeklinin yanı sıra -Adur- şekli de
vardır. Ancak -Ip kal-/-Akal- şekillerinden faklı olarak bu şekil çiftinin eş anlamlı
olduğu söylenemez. -Ip dur- şekli, dilbilgisel anlamın yanı sıra pragmatik/edimbilim
anlamı da taşıyabilir yani bahsedilen iş, oluş veya duruma karşı konuşanın memnun
olmaması, şikayet etmesini yansıtır. Böylece -Ip dur- analitik şekli, birincil
dilbilgisel içeriğine dayalı ikincil türevsel anlamının oluşmasını gösterir. Bu özellik,
10
11
Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, Bayrak Basım Yayım, İstanbul 2013: S. 387; Banguoğlu, age, S.
488-493; M. Kaya Bilgegil, Türkçe Dilbilgisi, Dergah Yayınları, İstanbul 1992, S. 280-282;
Ediskun, age, S. 228-229; Karahan, age, S. 77; Karaağaç, age, S. 204; Korkmaz, age, S. 727-725.
Bk.: Eyüp Bacanlı, Kılınış Kategorisi ve Kılınışsal Belirleyici Olarak Yardımcı Fiiller, ASAL Yayın
ve Bilişim, Ankara 2009; Ahmet Karadoğan, Türkiye Türkçesinde Kılınış, Divan Kitap, Ankara
2009.
341
Elena KRAİNİUCHENKO
yalnızca yabancılar için Türkçe ders kitaplarında belirtilmektedir. 12 Araştırmacıların
çoğu ise bu işlevsel farklılıklar üzerinde durmadan sadece iki paralel şeklin var
olduğunu bildirir.
1.3. ‘-Ip+gel-’ analitik fiil şekli
-Ip gel- analitik şekli, eylemin eskiden başlamış olup alışkanlık halinde devam
etmekte olduğunu gösterir. Örneğin: 1) İşte XIX. yüzyılın sonlarından bu yana
dallanıp gelen söz sanatlarının kaynağı! (Gencan, age, 522); 2) Binaenaleyh benim
evime Sabahattin'in gidip geldiği belliydi. (SA, 294).
Gelmek okkazional yardımcı fiili hem -Ip hem de -A zarf-fiilleriyle
kullanılmaktadır. İşlev bakımından paralel bir özelliğe sahip olan iki şeklin (-Ip gel/Agel-) olması, eş anlamlılığa dayalı morfolojik olayın asimetrik ikiliğini gösterir.
1.4. ‘-Ip+git-’ analitik fiil şekli
-Ip git- analitik şeklinin taşıdığı dilbilgisel içerik, aldığı çekim ekine bağlıdır.
Eğer yardımcı fiil şimdiki zaman veya sürme görünüşünü ifade eden diğer ekleri (yor, -yordu, -Ar vb. veya sıfat-fiil ve mastar ekleri) alırsa fiil şekli eylemin sürerliliği
ve devam ettiğini gösterir. Örneğin: 1) Senelerden beri sürünüp giden bu davadan
ümidi kesmiştim. (Korkmaz, age, 725); 2) Buraya kadar gelmişken doktora beş
dakika uğramazsak ayıp olur, derdi. Onun beş dakikası en aşağı bir saatti. Fakat
bazan gece yarısına kadar uzayıp gittiği de oluyordu. (RNG AG, 126).
-DI geçmiş zaman eki alındığında ise eylemin bitmişliği ifade edilir. Örneğin:
1) Fakat sabahleyin güneş doğunca bu vehimler de silinip gitti. (RNG AG, 53); Saray
bittikten sonra, yapıcıbaşı, Paşaya bir mektup bırakarak ortadan yitip gitti. (YK, 40)
Böylece bu analitik fiil şeklinin de ikincil türevsel anlamının oluşması
görünmektedir. -Ip git- analitik şeklinin bu özelliği, sadece Rus Türkologları
tarafından belirtilmektedir. Bazı Türk araştımacıları ise gitmek fiilinin yardımcı fiil
olarak kullanılabilmesini kabul etmeyerek -Ip git- yapısını ele almamaktadır.13
Görüldüğü üzere ‘-Ip + okkazional yardımcı fiil’ yapılı analitik fiil şekilleri,
dil göstergesinin asimetrik ikiliğini gösteren iyi bir örnektir. -Ip dur- ve -Ip gitşekillerinde, tek bir gösterene birden fazla gösterilen aittir: birincisi hem dilbilgisel
hem de edimbilim anlamı taşıyabilir; ikincisi ise morfolojik bağlama göre eylemin
ya sürerliği ya da bitmişliğini ifade edebilir. -Ip kal- ve -Ip gel- şekillerinin ise eş
anlamlı paralel şekilleri de vardır.
12
13
Yeni Hitit 3. Yabancılar için Türkçe Ders Kitabı, TÖMER, Ankara 2009, S. 182.
Ergin, age, 387; Banguoğlu, age, S. 488-493; Ediskun, age, S. 228-229; Karaağaç, age, S. 204;
Tahir Nejat Gencan, Dilbilgisi, TDK, Ankara 1979, S. 310.
342
Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği
2. Deyimleşmiş Birleşik Fiil Olarak ‘-Ip+fiil’ Yapısı
‘-Ip+fiil’ yapısının her iki unsurunun anlam kaymasına uğradığı zaman deyim
niteliğindeki birleşik fiil oluşur. Anlam açısından bu birleşim tek bir sözcük birimi
olarak değerlendirilmektedir. Örneğin: 1) Nihayet hazırlanma vakti gelip çattı. (EŞ,
255); Eskiden gülüp geçtiğim, ilgilenmediğim bütün bu filmleri neden o kadar
severek seyrediyorum, diye düşünüyordum. (OP, 293)
Bunun gibi birleşimler, yapısına göre analitik fiil şekillerine benzer. Büyük
ihtimalle bu yüzden XXI. yüzyılına kadar deyimleşmiş birleşik fiiller arasında sadece
‘isim+fiil’ yapıları yer alıyordu.14 ‘-Ip+fiil’ yapılı deyimler ise tasvirî fiillerin özel
bir grubu olarak ele alınmıştır. Son yıllarda ise ‘-Ip+fiil’ yapılı birleşimler de
deyimleşmiş birleşik fiillere dahil edilmeye başlamıştır. 15
Yukarıda belirtilen analitik fiil şekillerinde yardımcı fiil olarak sadece kalmak,
durmak, gelmek, gitmek kullanılabilir. Ancak bazı deyimleşmiş birleşik fiillerin
ikinci unsuru da söz konusu fiiller olabilir. Örneğin: 1) Hey! Yine dalıp gitmişsin! Ne
düşünüyorsun? (konuşma dilinden); 2) Abartılı hayranlık ile abartılı hor görme
arasında gidip geliyordu. (EŞ, 153)
Böylece ‘-Ip+fiil’ yapılı deyimleşmiş birleşik fiilleri analitik fiil şekillerinden
farklılaştırmak için semantik kriter dikkate alınmalıdır. “Eğer birinci birleşen leksik
anlamı ifade eder, ikincisi ise leksik anlamını kaybederek bir yardımcı fiil durumuna
gelirse, o zaman analitik fiil şeklinden söz edilebilir. Birleşimin her iki unsuru anlam
kaymasına uğrayarak tek bir sözlük birimi niteliğinde belirirse bu, deyimleşmiş
birleşik fiilin olduğu kabul edilmelidir”. 16
3. Bağımsız Kelime Öbeği Olarak ‘-Ip+fiil’ Yapısı
Söz konusu analitik şekiller ve deyimler yapısına göre birbirine benzemesinin
yanı sıra bağımsız kelime öbeklerine de benzer. Bunları birbirinden farklılaştırmak
için işlevsel dil bilgisi ve söz dizimi çerçevesinde geliştirilen yaklaşımlar
uygulanmalıdır.
Eğer -Ip’lı zarf-fiil kendine özgü işlevleri yerine getirirse sonraki fiil de kendi
sözlük anlamında kullanılırsa bağımsız kelime öbeklerinden söz edilebilir. Türkiye
Türkçesi söz dizimine göre -Ip’lı zarf-fiilin başlıca işlevleri şudur: 1) kendisinden
sonraki fiilin ifade ettiği hareketten biraz önce gerçekleşmiş olan bir hareketi
14
15
16
Gencan, age, S. 328; Ediskun, age, S. 246; Korkmaz, age, S. 744-746; Kononov, age, S. 263-274;
Şçeka, age, S. 154-157.
Guzev, age, S. 127-128; Deniz Öztürk, Türkiye Türkçesinde Anlamca Kaynaşmış-Deyimleşmiş
Birleşik Fiiller, TDK, Ankara 2008.
Musaoğlu-Kirişçioğlu-Krainiuchenko, agm, S. 69.
343
Elena KRAİNİUCHENKO
karşılamak; 2) ana eylemi, eylem tarzı, zaman, sebep, vb. bakımından belirtmek; 3)
cümlede arka arkaya aynı şekil yapısındaki kiplerin tekrarını önlemek. 17 Örneğin: 1)
Trene binip gitti; 2) Kazandığını zannedip sevindi; 3) Biz konuşup gülüşüyorduk.
Bütün bu örneklerde hem zarf-fiil hem de onun sonrasındaki fiil, kendi sözlük
anlamlarında kullanılmaktadır. Bunun dışında zarf-fiil ile fiilin arasına cümlenin
anlamı hiç bozulmadan üçüncü bir kelime koymak mümkündür. Örneğin: 1) Trene
binip eve gitti; 2) Kazandığını zannedip çok sevindi; 3) Biz konuşup durmadan
gülüşüyorduk.
En çok, birleşimlerin ikinci unsuru olarak kalmak, durmak, gelmek, gitmek
fiillerinin kullanıldığında sözdizimsel anlamsal belirsizlik ve karmaşa ortaya
çıkmaktadır. Bu durumda da analitik fiil şeklini bağımsız kelime öbeğinden
farklılaştırmak üzere semantik ve sözdizimsel kriterler uygulanmalıdır. Örneğin: 1)
İşim dolayısıyla İstanbul'a gidip geliyorum; 2) Markete gidip geleceğim. Her iki
cümlede gidip gelmek yapısı kullanılmıştır. Hâlbuki sadece ikinci örnekte zarf-fiil ile
fiilin arasına üçüncü bir kelime koyulduğundan cümlenin anlamı bozulmaz. Örneğin:
Markete gidip hemen geleceğim. Bu, söz konusu yapının birinci cümlede eylemin
belli bir zaman içerisinde gerçekleşen tekrarlılığını ifade eden analitik fiil şekli, ikinci
cümlede ise bağımsız kelime öbeği olduğunu tasdik eder.
Sonuç
Görüldüğü üzere ‘-Ip+fiil’ yapısı, hem analitik fiil şekli, hem deyimleşmiş
birleşik fiil hem de bağımsız kelime öbeği olarak nitelendirilebilir.
Analitik fiil şeklinin ayırt edici özellikleri şunlardır: 1) ikinci unsuru olarak
sadece kalmak, durmak, gelmek, gitmek fiillerinin kullanılabilmesi; 2) -Ip eki ve
okkazional yardımcı fiilin kendi anlamını kaybetmesi, birleşmelerinin sonucunda tek
bir perifrastik morfem oluşturmaları.
Deyimleşmiş birleşik fiilin özelliği, onun her iki unsurunun anlam kaymasıdır
(bk.: Rus. semantiçeskiy sdvig, İng. semantic shift, Alm. semantische Verschiebung).
Bağımsız kelime öbeğinin özellikleri şunlardır: 1) -Ip’lı zarf-fiilin kendine
özgü işlevleri yerine getirmesi; 2) zarf-fiilden sonraki fiilin de kendi sözlük
anlamında kullanılması; 3) zarf-fiil ile fiilin arasına cümlenin anlamı hiç bozulmadan
üçüncü bir kelimenin koyulabilmesi.
Böylece yukarıda belirtilen birleşimlerin asimetrik dil birimleri olduğu
söylenebilir. Yapısal benzemesine rağmen bunlar, dil sistemindeki farklı seviyelere
17
Korkmaz, age, S. 853-857.
344
Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği
ait olan birimlerdir: birincisi morfolojik, ikincisi leksik, üçüncüsü ise
sözdizimsel/sentaktik birimidir. Bunları birbirinden farklılaştırmak için anlam
bilimi/ semantik, işlevsel dil bilgisi ve söz dizimi/ sentaks çerçevesinde geliştirilen
yaklaşımlar uygulanmalıdır.
Kaynakça
AHT: TANPINAR, Ahmet Hamdi, Sahnenin Dışındakiler, Dergah, İstanbul 2014.
ASLAN DEMİR, Sema, “Türkmencede Kılınış İşlemcisi Olarak Art-Fiiller”,
Türkbilig, 2013/26, S. 67-90.
BACANLI, Eyüp, “Güney Sibirya Türk Dillerinde Birleşik Fiillerle ilgili Teorik
Sorunlar”, Uluslararası Sosyal Aratırmalar Dergisi, 2013/ C.6, № 24, S. 2733.
______________, Kılınış Kategorisi ve Kılınışsal Belirleyici Olarak Yardımcı
Fiiller, ASAL Yayın ve Bilişim, Ankara 2009.
BANGUOĞLU, Tahsin, Türkçenin Grameri, 8. Baskı, TDK, Ankara 2007.
BİLGEGİL, M. Kaya, Türkçe Dilbilgisi, Dergah Yayınları, İstanbul 1992.
ÇELİKPENÇE, Mustafa, Türkiye Türkçesinde Sçzdizimsel Anlamsal Belirsizliği
Kaldıran Paket Program, (İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2003.
DE SAUSSURE, Ferdinand, Kurs Obşçey Lingvistiki (Lingvistiçeskoye Naslediye
XX Veka), Librokom, 2011.
DOĞAN, Nuh, “Türkiye Türkçesi Fiillerinde Eş Anlamlılık”, Uluslararası Sosyal
Aratırmalar Dergisi, C. 4, S. 19, Güz 2011, S. 78-88.
EDİSKUN, Haydar, Türk Dil Bilgisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2004.
ERGİN, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, Bayrak Basım Yayım, İstanbul 2013.
EŞ: ŞAFAK, Elif, Havva’nın Üç Kızı, Çev: Omca A. Korugan, Doğan Egmont,
İstanbul 2016.
GENCAN, Tahir Nejat, Dilbilgisi, TDK, Ankara 1979.
GLADKİY, A.V., Sintaksiçeskiye Strukturı Yestestvennogo Yazıka v
Avtomatizirovannıh Sistemah Obşçeniya, Nauka, Moskva 1985.
GUZELANI, J.M., Karaçay-Malkar Tilni Omonimlerini Sözlüğü, Elbrusoid, Moskva
2013.
GUZEV, V.G., Teoretiçeskaya Grammatika Turetskogo Yazıka, İzd-vo S-Peterb.
gos. un-ta, SPb. 2015.
345
Elena KRAİNİUCHENKO
KARAAĞAÇ, Günay, Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, TDK, Ankara 2013.
KARADOĞAN, Ahmet, Türkiye Türkçesinde Kılınış, Divan Kitap, Ankara 2009.
KARAHAN, Leyla, Türkçede Söz Dizimi, Akçağ Yayınevi, Ankara 2018.
KARTSEVSKİY, S.O., “Ob asimmetriçnom dualizme linqvistçeskogo znaka”.
Zveqintsev V.A. İstoriya yazıkoznaniya XIX-XX vekov v oçerkah i izvleçeniyah.
3-e izd., Ç. 2, Moskva 1965.
KONONOV, A.N., Grammatika Sovremennogo Turetskogo Litraturnogo Yazıka,
İzd-vo AN SSSR, M.-L. 1956.
KORKMAZ, Zeynep, Türkiye Türkçesi Grameri. Şekil Bilgisi, TDK, Ankara 2017.
MASLOV Yuriy, “Omonimı v Slovaryah i Omonimiya v Yazıke (k Postanovke
Voprosa)”, Voprosı Teorii i İstorii Yazıka: Sb. V Çest’ Prof. B.A. Larina, İzdvo Leningradskogo Un-ta, Leningrad 1963.
MUSAOĞLU, Mehman - Kirişçioğlu Fatih - Krainiuchenko Elena, “Türkiye
Türkçesinde Analitik Fiil Şekilleri-I”, Dil Araştırmaları, Sayı 23, Güz 2018,
S. 57-77.
MUŞAYEV, V.N. - Abdullayev S.N. “Ob İzuçenii Sintaksiçeskih Omonimov (na
Materiale Mongol’skih i Türkskih Yazıkov”, Vestnik Kalmıtskogo
Universiteta, 2016/№ 4 (32), S. 109-114.
OP: PAMUK, Orhan, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınevi, İstanbul 2008.
ÖZTÜRK, Deniz, Türkiye Türkçesinde Anlamca Kaynaşmış-Deyimleşmiş Birleşik
Fiiller, TDK, Ankara 2008.
RNG AG: GÜNTEKİN, Reşat Nuri, Ateş Gecesi, İnkılap Kitapevi, Ankara 2015.
RNG YG: GÜNTEKİN, Reşat Nuri, Yeşil Gece, İnkılap Kitapevi, Ankara 2015.
SA: ALİ, Sabahattin, İki Gözüm Ayşe, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1997.
SEVORTYAN, E.V., “Grammatiçeskiye i semantiçeskiye priznaki analitiçeskih
konstruktsiy v otliçiye ot svobodnıh slovosoçetaniy v tyurkskih yazıkah”,
Analitiçeskiye konstruktsii v yazıkah razliçnıh tipov, (Sbornik statey), Nauka,
Moskva-Leningrad, 1965: S 233-239.
ŞÇEKA, Yu.V., Praktiçeskaya Grammatika Turetskogo Yazıka, AST: VostokZapad, Moskva 2007.
Yeni Hitit 3. Yabancılar için Türkçe Ders Kitabı, TÖMER, Ankara 2009.
YK: KEMAL, Yaşar, Ağrı Dağı Efsanesi, Cem Yayınevi, İstanbul 1972.
YULDAŞEV, A.A., Analitiçeskiye formı glagola v tyurkskih yazıkah, İzd-vo Nauka,
Moskva 1965.
346
Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как
Иностранному Студентов Технического Вуза
Специальности «Туризм» В Турции
Maiya MYRZABEKOVA
Kastamonu Universitesi
Prof. Dr. Nurlan AKHMETOVA
J. Balasagun Kırgyz State National Üniversity
Аннотация: Статья посвящена описанию интерактивных методов
преподавания русского языка как иностранного языка студентам
технического вуза специальности «Туризм» в Турции, которые позволяют
интенсифицировать учебный процесс, в результате чего у студентов
формируются навыки, необходимые для общения в разных
коммуникативных
ситуациях. Использование
современных
интерактивных
методов
обучения
обязательное
условие
совершенствования процесса обучения русскому языку как
иностранному в соответствии с образовательными стандартами. В статье
представлены некоторые интерактивные методы и приемы,
способствующие развитию коммуникативной компетенции зарубежных
учащихся. Особое внимание уделяется ролевой игре, созданию речевых
ситуаций, методу проектов, а также методическим приемам.
Ключевые Слова:
русский язык как иностранный,
коммуникативная компетенция, имитация, интерактивные методы,
приемы,ролевая игра
Interactive Methods of Teaching Russıan As A Foreign Language
to Students at A Technical University Specializing in Tourism in
Turkey
Abstract: The article deals with the description of interactive methods
of teaching Russian as a foreign language to students at a technical university
specializing in tourism in Turkey, which would allow one to intensify the
learning process and form the students’ skills necessary for communication in
different situations .The use of modern interactive teaching methods is a
prerequisite to improving the process of teaching Russian as a foreign language
in accordance with educational standards. The article presents some interactive
methods and techniques, contributing to the development of communicative
Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA
competence of students. Special attention is paid to the role play, the creation
of speech situations, project method, Position-Substantiation-Example-Result
formula, as well as methodological techniques.
Keywords: Russian as foreign language, communicative competence,
imitation, interactive methods, techniques , role playing
Развивается партнерство между Турцией и Россией в секторе туризма,
являющееся прочным фундаментом сотрудничества двух стран. Согласно
статистике министерства культуры и туризма Турции, в 2018 году страну
посетили 16 миллионов иностранных туристов. По данным турецкого
министерства турпоток из России, по сравнению с аналогичным периодом
прошлого года в Турции, зафиксировано почти 2,4 миллиона туристических
прибытий из РФ. Россия стала абсолютным лидером по турпотоку в Турцию в
2018 году.В условиях глобализации экономики, всплеска в развитии туризма в
Турции, с увеличением числа туристов из России , а также с учётом
ужесточающейся с каждым годом конкуренции на рынке труда всё более
актуальными становятся вопросы обучения русскому языку студентов
технического вуза специальности «Туризм» в Турции. В современных
условиях туристская индустрия и сфера сервиса в Турции активно развиваются
и сложно представить успешное профессиональное взаимодействие без знания
иностранного языка. Постоянно возрастает спрос на предоставление
качественных туристских и гостиничных услуг, а также услуг сферы
обслуживания, что определяет необходимость в квалифицированных
кадрах. Современный период социально-экономического развития в Турции
определяет необходимость значительного повышения качества подготовки
специалистов.
В типовой учебной программе по иностранным языкам для высших учебных
заведений Турции отражено, что полноценное владение иностранным языком
в сфере делового общения является непременным условием трудовой
деятельности современного специалиста. Именно по этой по причине в Турции
уделяется большое внимание проблеме преподавания иностранных языков с
учетом требований современного рынка труда и будущих специалистов в
сфере туризма. Обучение иностранному языку как неотъемлемому компоненту
профессиональной подготовки специалистов любого профиля должно носить
коммуникативно-ориентированный и профессионально- направленный
характер.
348
Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов…
Овладеть коммуникативной компетенцией на иностранном языке не находясь в
стране изучаемого языка, дело весьма сложное по нижеследующим причинам:
2.использование навыков
разговорной речи вне учебной
аудитории
1.ограниченная возможность общения
с носителями языка
Следовательно :Нухно создать на занятии искусственную
иноязычную среду на реальном общении -применение
интерактивных методов для совершенствования процесса
обучения
В связи с тем, что при определении целей обучения иноязычному
общению основное внимание должно быть сосредоточено на главном субъекте
образовательной системы , его реальных проблемах и потребностях, то важной
задачей для преподавателя иностранного языка выступает создание на занятии
искусственной иноязычной среды.
В становлении и развитии активных методов обучения в теории,
практике значительную роль сыграли такие выдающиеся ученые, как И.М.
Сыроежкин, В.И. Рабальский , В.Н. Бурков, А.М. Смолкин, А.А. Вербицкий,
В.М. Ефимов, В.Ф. Комаров, М.Н. Скаткин, Г.И. Щукина и т.д. Учёные поразному классифицируют активные методы обучения, взяв за основу те или
иные признаки.
Необходимость существенно повысить качество формируемой
коммуникативной компетенции студентов требует применения интерактивных
методов для совершенствования процесса обучения. Использование
интерактивных методов на занятиях русского языка повышает мотивацию
обучения, способствует стимулированию положительного отношения
студентов к учению. Мы выяснили, что одним из элементов личностноориентированного подхода к обучению являются ролевые и деловые игры, т.к.
дифференцированные задачи создают условия, в которых студенты с разными
уровнями речевых умений и привычек работают с другими, не замечая этой
разности. Интерактивные методы обучения предоставляют возможность
развития творческих способностей во время занятий. Роль преподавателя
ограничивается только объяснением задачи, а дальше студент играет
349
Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA
самостоятельно и подбирает те языковые средства, которые он считает
необходимыми в ситуации. Результаты эксперимента подтверждают
целесообразность и эффективность применения ролевых и деловых игр при
обучении. Скарселла и Крукалл провели исследование, чтобы показать, как
моделирование ситуаций облегчает изучение иностранного языка. Они
считают, что студенты овладевают языком в следующих случаях:
1) когда они получают большое количество лёгкого для усвоения
материала,
2) когда они принимают активное участие в занятиях и
3) когда они находятся в позитивной дружественной обстановке [1].
Концепция интерактивного обучения предусматривает несколько
форм/моделей обучения:
1. пассивная - студент выступает в роли "объекта" обучения (слушает и
смотрит
2. активная - студент выступает "субъектом" обучения (самостоятельная
работа, творческие задания, курсовые работы/проекты и т.д.);
3. интерактивная – взаимодействие, равноправное партнерство.
Использование
интерактивной
модели
обучения
предусматривает
моделирование жизненных ситуаций, использование ролевых (деловых) игр,
совместное решение проблем. Исключается доминирование какого-либо
участника учебного процесса или какой-либо идеи. Из объекта воздействия
студент становится субъектом взаимодействия, он сам активно участвует в
процессе обучения, следуя своим индивидуальным маршрутом.
Интерактивные методы основаны на принципах взаимодействия,
активности обучающихся, опоре на групповой опыт и обязательной обратной
связи.
__________________
1.Scarcella, R.- Crookall, D. Simulation, gaming and language learning,
Newbury House Publishers, New York, 1990, p. 347
350
Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов…
студент
преподаватель
студент
Преподаватель на таком занятии выполняет роль помощника в
исследовательской работе студентов. Активность преподавателя уступает
место активности студентов, его задачей становится создание условий для их
инициативы. Участники активно вступают в коммуникацию друг с другом,
совместно решают поставленные задачи, преодолевают конфликты, находят
общие точки соприкосновения, идут на компромиссы. Организация занятия
ведется преподавателем заблаговременно, тщательно отбираются задания и
вопросы для обсуждения в группах [2].
Интерактивное обучение - это специальная форма организации
познавательной деятельности. Она подразумевает вполне конкретные и
прогнозируемые цели. Главная цель состоит в создании педагогических
условий обучения в вузе, при которых студент сможет стать уверенным в своей
интеллектуальной состоятельности, что делает продуктивным сам процесс
обучения. Другими словами, интерактивное обучение - это, прежде всего,
диалоговое обучение, в ходе которого осуществляется взаимодействие между
студентом и преподавателем, а также между самими обучающимися [3].
Исследователь А.П. Панфилова предлагает свою классификацию
интерактивных методов обучения [4]:
1.Радикальные - стремление перестроить учебный процесс на основе
использования компьютерных технологий (дистанционное обучение,
виртуальные семинары, конференции, игры и пр.).
_____________________
351
Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA
2.Солодухина, О.А,
Классификация инновационных процессов в
образовании , Среднее профессиональное образование - № 10, 2011.,c. 12 -13
3. Мухина. Т.Г, Активные и интерактивные образовательные
технологии (формы проведения занятий) в высшей школе: учебное пособие, Н.
Новгород: ННГАСУ, 2013, c.97
4.Панфилова А.П, Инновационные педагогические технологии:
Активное обучение: учеб. пособие для студ. высш. учеб. заведений,М:
Издательский центр «Академия», 2009,c.192 Панфилова А.П. Инновационные
педагогические технологии: Активное обучение: учеб. пособие для студ. высш.
учеб. заведений,М: Издательский центр «Академия», 2009,c.192
2.Комбинаторные - соединение ранее известных элементов (лекциядиалог, лекция в вдвоем и т.д).
3.Модифицирующие (совершенствующие) - улучшение, дополнение
имеющейся методики обучения без существенного ее изменения (например,
деловая игра).
Исследователи Т.С. Панина, Л.Н. Вавилова классифицируют
интерактивные методы обучения по трем группам [5]:
1.дискуссионные: диалог; групповая дискуссия; разбор ситуаций из
практики.
2.игровые: дидактические и творческие игры, в том числе деловые и
ролевые,организационно-деятельностные игры.
3.тренинговые: коммуникативные тренинги; сензитивные тренинги
(направлен- ные на формирование образной и логической сфер сознания).
Учебный процесс, который опирается на применение интерактивных
форм обучения, проходит с учетом всех студентов группы. Работая в команде,
каждый студент вносит свой личный вклад, в процессе работы идет обмен
идеями, информацией, приемами. В учебной работе преподаватель может
использовать такие интерактивные формы как: экскурсии; кейс-технологии;
видеоконференции; круглые столы; мозговой штурм; дебаты; деловая игра;
сase-study; тренинги.
В системе современного высшего образования одну из ведущих позиций
занимает подготовка к эффективному профессиональному общению будущего
специалиста туристкой сферы с партнерами, представляющими различные
культуры, поскольку опыт успешной межкультурной коммуникации в
условиях интенсивной интеграции науки и производства различных стран
352
Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов…
обеспечивает в целом успешную профессиональную деятельность. Владение
русским языком, повышение русской культуры и грамотности становится в
настоящее время одним из важнейших условий формирования
профессиональной компетентности в секторе туризма Турции.
В условиях гуманизации, демократизации, индивидуализации
образования необходимо внедрять в учебный процесс альтернативные формы
организации
учебной
деятельности,
применение
которых
будет
способствовать совершенствованию языковой подготовки студентов. Чтобы
научить будущих специалистов туристического профиля
пользоваться
русским языком в профессиональных целях, необходимо создавать на
занятии искусственную иноязычную среду на реальном общении.
Формирование коммуникативной компетенции у студентов, изучающих
русский язык в неязыковых вузах, представляет собой одну из наиболее
актуальных проблем, теоретически и экспериментально решаемых
современной лингводидактикой в условиях перехода турецких вузов на
инновационный путь развития в области образования. поведение говорящего в
условиях реального общения. Как подчеркивает Р.П. Мильруд, поведение
говорящего в условиях реального общения понимается сегодня прежде всего
_____________________________
5.Панина Т.С.-Вавилова Л.Н., Современные способы активизации
обучения, 4-е изд. Стер,М, 2008,c 176
как активная и деятельностная реализация языковых, психологических и
социокультурных знаний, необходимых для иноязычного общения [6].
Ролевая игра – один их самых распространенных интерактивных методов
обучения. На занятиях русского языка в обучении студентов специальности
«туризм» обыгрываются ситуации в сфере туризма. В основу ролевых игр
могут быть положены простые ситуации: экскурсия по историческим местам,
план туроператора, поход в музеи и т.д. Например, можно организовать
ролевую игру «В тур. агенстве» (диалог с тур.агентом), где один студент
исполняет роль тур.агента, а другой – клиента; «В ресторане отеля», где один
обучающийся играет роль посетителя, а другой – официанта отеля; «В
аэропорту (покупаем билеты)»; «У стойки регистрации в отеле» и т.д.. Как
пишет О. С. Тарасенко, «подобные занятия могут проводиться при изучении
любых грамматических тем, для контроля усвоения лексического и
грамматического материала» [7].
353
Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA
Разыгрывание ролей – представляет собой определенный вид
деятельности, направленный на активизацию личности. Каждый участник
является носителем определенного вымышленного образа-роли, который он
демонстрирует перед другими участниками и вживается в эту роль. К примеру,
на занятии вы можете применить метод интерактивного обучения лекцию пресс-конференцию туроператоров из разных стран. На подготовительном
этапе разрабатывается сценарий, план, общее описание игры и распределение
ролей участников из разных стран, переводчиков русского языка, модератора
и приглашенных высокопоставленных чиновников (министр туризма, аким и
т.д.). Студенты должны заранее подготовиться к материалу с презентацией ,
оформить стoлы
своих турагентств: плакаты, буклеты, брoшюры.
Обязательное наличие вывески с названием вымышленного агентства, бейджи
с именами. и т.д. В основе разыгрывания ролей лежит заранее подготовленная
ситуация пресс-конференции, по которой необходимо не только представить
ситуацию, но и разыграть ее в лицах. Данная ролевая игра проводится как
научно-практическое занятие с поставленной проблемой и презентацией
докладов, длительностью 5-10 минут. Каждое выступление представляет собой
логически законченный текст, заранее подготовленный в рамках
предложенной преподавателем программы. При организации данного метода
необходимо: четко продумывать систему оценивания. При подготовке и
проведении данной пресс-конференции туроператоров , студенты применяют
усвоенные знания в условиях, имитирующих реальную социальную и
профессиональную практику взаимодействия с представителями иных
культур, осваивают опыт эффективного межкультурного взаимодействия и
воссоздают акт естественной коммуникации, изображая вымышленных
персонажей.
__________________________
6.Мильруд Р.П, Компетентность в изучении языка ,Иностранные языки
в школе № 7, 2004,c.34
7.Тарасенко О. С, Организация интерактивного обучения в юридических
вузах (пример методической разработки ро- левой игры «Туристическая
полиция»), Актуальные проблемы методики преподавания русского языка как
иностранного: материалы II междунар. науч.-практ. конф. Уфа, 2016,c. 144149.
354
Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов…
Эта вымышленная пресс-конференция представляет собой условное
воспроизведение ее участниками практической деятельности людей, создавая
тем самым условия для реальной коммуникации. На этом занятии в условиях
коллективной работы студенты приобретают не только навыки говорения
русского языка, но и ценностные ориентации и навыки социального
взаимодействия, присущие будущему специалисту туристкой сферы.
Приведем пример еще одного занятия на тему: « Бронирование номеров
по телефону ». Бронирование номеров по телефону
является
профессиональной ролевой игрой. Целью данного занятия: формирование
профессиональных
умений
администратора
брониста,
умений
квалифицированно решать профессиональные задачи брониста, используя
проф.систему управления отелем, моделирование производственной
деятельности, анализировать производственные ситуации при бронировании
номеров. Роли для игры :администратор – бронист ,который должен уметь
использовать систему управления отелем и владеть
теоретическим
материалом
«Бронирование
индивидуальных
клиентов»
(краткий
конспект);гость по телефону ;главный администратор, который должен уметь
владеть
теоретическим материалом «Бронирование индивидуальных
клиентов» (краткий конспект) и управлять рабочей ситуацией (примерный
алгоритм). Такой полилог включает в себя сразу несколько коммуникативных
целей: запросить, сообщить, получить информацию, обсудить вопрос в целях
принятия решения, убедить делового партнера в чем-либо, выразить сомнение
и так далее .Это ролевая игра применяется для студентов технического вуза
специальности «Туризм» на занятиях русского языка с целью отработки
языковых навыков профессиональной
лексики
и формирования
профессиональных умений. Как известно, знание русского языка является
неотъемлемой частью подготовки высококвалифицированных специалистов в
области туризма и гостеприимства в отелях Турции. Организация и
проведение этой ролевой игры требует серьезной подготовки, включая
использование системы управления отелем. На данном занятии с
преподавателем русского языка студенты
повторяют
и обобщают
специфические особенности профессии, в рамках которой реализуется
коммуникация, достигнет понимания цели игры и содержания. В ходе игры
приобретаются следующие навыки: логическое мышление, способность
работать в команде, уверенность в себе, способность сконцентрироватся на
сути проблемы.
355
Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA
Игровая
ситуация
может
быть
воссоздана
посредством
описаний,текстов художественных произведений и других материалов,
используемых в качестве устноречевых опор. Ролевые игры на занятиях по
русскому языку могут быть построены на базе к примеру художественного
произведения Aртура Хейли «Аэропорт»-закулисье аэропортов, самолетов и
бинарный конец, когда сами студенты решают как закончить. Роман Д.Томаса
«Белый отель»,Бунина «Господин из Сан-Франциско», Стивен
Кинга
«Сияние» ,сюжеты
которых происходят на территории отеля
профессионально значимы
для обучающихся. На основе всего
художественного произведения или его фрагментов можно создать
«искусственные» ситуации, которые сделают студентов «соучастниками»
действия (эпизодов, событий) и тем самым вовлекут их в проблемы и
конфликты персонажей. Ролевые игры дают возможность обучающимся стать
«соавторами» произведения, «вмешаться» в действия и поступки персонажей,
попытаться изменить ход событий. Студенты создают новые ситуации,
которые не были описаны автором, сами становятся «авторами» нового
произведения, решая новые проблемы и сталкиваясь с новыми конфликтами.
В играх обучающиеся ведут разговоры, обсуждают, действуют от лица
персонажей и автора, решают проблемы персонажей, дают им советы,
критикуют или хвалят героев. Персонажи могут слушать советы или не
обращать на них внимания, спорить или соглашаться, радоваться или
огорчаться и т.д. Таким образом, герои из другой действительности и другого
времени могут стать для студентов собеседниками, друзьями, врагами,
партнерами и т.д.
Характерными признаками ролевой игры являются имитационное
моделирование, позволяющее воссоздать реальную обстановку, в которой
студенты предстают как носители конкретных профессиональных или
социальных ролей; наличие ситуаций и типов делового взаимодействия,
которое содержится в сценарии текста художественного произведения и в
ролевых заданиях, позволяющих совмещать обучение русскому языку с
профессиональной деятельностью.
Ролевую игру можно воссоздать не только на базе художественного
текста , но посредством
видеоматериалов (художественные, так и
документальные видеофильмы, фрагменты из них, а также видеоролики и
видеосюжеты), базирующие на одном из старейших и основных методических
принципов – принципе наглядности. Перед показом фильма необходимо
поставить перед обучаемыми несколько (3-5) ключевых вопросов. Это будет
356
Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов…
основой для последующего обсуждения и в ходе просмотра видеоматериалов
с опорой на материалы пособий (фрагменты адаптированных текстов)
студенты знакомятся с особенностями профессиональной деятельности
гидов,персонала гостиничного дела , таким образом они получают первое
представление о своей будущей профессии. Главная причина – незнакомая
лексика, звучащая в фильме. Для эффективного использования
видеоматериала необходимо лексикограмматический материал презентовать
до просмотра фильма на экран посредством презентации с иллюстрациями,
например, развлечения в отеле, пословицы, используемые в кадре, правила и
обязанности персонала и т.д. Такая работа поможет студенту понять лексику
видеоматериала, который последует после подготовительной работы. При
организации уроков с демонстрацией видеоматериала необходимо помнить,
что структурно должны быть задействованы все аспекты обучения: лексика и
грамматика, говорение,чтение и говорение ,письмо,ролевая игра и
контроль.После просмотра студентам предстоит выполнить тест на понимание
фрагмента, ответить на проблемные вопросы. Все задания должны быть
направлены на формирование речевых навыков. Для закрепления этого
материала необходимо интегрировать (в данном образовательном «поле»)
несколько интерактивных методов обучения, построенной на основной теме
видеоматериала. Преподавателем
разрабатывается ролевая
игра
«Профориентация», позволяющая привязать изучаемый материал к
формированию навыков речевого общения студентов в данной речевой
ситуации. Видеоматериал продемонстрировал вид деятельности специалистов
туристкого сектора, студенты могут подготовить и инсценировать данную
ролевую игру. Перед ними ставится следующая задача: Каждый из вас мастер
своего дела (ресторатор, гид, менеджер отеля, бариста (или специалист по
приготовлению кофе), директор спорт клуба, официант, повар и т.д..Студентам
предстоит рассказать о достоинствах профессий на русском языке, используя
профессиональную лексику видеоматериала. Студент оказывается свободным
в выборе языковых средств, которыми он уже овладел. Тем не менее, его
речевое поведение уже предопределено в видеоматериале , поскольку их
соблюдение входит в правила игры. Мы полагаем, что выбор роли – один из
важнейших аспектов ролевой игры, поскольку он связан со степенью
самостоятельности студента при подборе языковых и речевых средств и
сформированности умения самопрезентации в определенной ситуации.
Развлечение не является целью ролевой игры, но в то же время она не должна
быть скучной. Возможность представить себя в роли, которая для студента
357
Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA
неординарна, интересна, неприемлема в обычной жизни, связана с риском,
требует особых способностей и т.д.. Понимание и принятие роли своей
будущей профессии предполагает наличие знаний по специальности, а также
оперирование профессионально значимыми решениями. Данная игра
способствует накоплению умений и навыков работы в коллективе, помогает
оценить новые социальные отношения в органической связи с этикой
профессиональной деятельности, расширяет личностные возможности
студентов, дает ощущение уверенности в себе.
Со студентами факультета Туризма проводятся деловые игры обсуждения: в процессе таких игр воссоздается воображаемая ситуация нашего
времени – диспут, «круглый стол», телемост и др. Сюда относятся игрыобсуждения «Работа в комиссиях Европейского Союза», «ЮНЕСКО»,
«Европейский Союз – за и против» и др. Со студентами специализации «гид»
успешно проходит деловая игра «Предлагаем туры», которая разработана на
конкретных ситуациях, т.е. полностью ориентируется на реальную жизнь.
Ежегодно организуются посещения музеев, где студенты уже выступают в
роли экскурсовода.
Рассматрим еще один из методов интерактивного обучения русского
языка студентам технического вуза специальности «Туризм»– экскурсия. Мы
пришли к выводу, что применение, того метода диктуется спецификой
подготовки будущих специалистов, которые будут работать в индустрии
туризма и гостеприимства; помогает превратить владение русским языком из
пассивного навыка в активный. Происходит взаимодействие студентов друг с
другом и преподавателем, который становится равноправным партнером и
консультантом.Задача состоит в том, чтобы выяснить значение экскурсии как
одного из интерактивных методов преподавания русского языка в вузе.
Экскурсии являются эффективным методом обучения, развивающий
наблюдательность, способствуют накоплению сведений, формированию
визуальных впечатлений. Объектами посещения являются музей, заповедные
места, выставки, исторические объекты. Экскурсии должны быть
спланированы : тема экскурсии; объект экскурсии; время проведения;
оформление результатов.
Подготовка экскурсии происходит в следующей последовательности:
– выбрать объект экскурсии и детально исследовать;
– выбрать экскурсовода на время проведения экскурсии. на некоторых
объектах проводит преподаватель или профессиональный экскурсовод;
358
Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов…
– определить маршрут ( перемещение студентов от университета до
объекта экскурсии);
– провести беседу со студентами ( сообщается тема и цель экскурсии,
повторяется нужный теоретический материал). В установленное время
студенты собираются в университете и под руководством преподавателей;
отправляются к объекту.
Подводя окончательные итоги, преподаватель обобщает результаты
экскурсии,объясняет материал, который студенты не поняли и проводит
анкетирование студентов.
С накоплением опыта в проведении данной ролевой игры в реальной
обстановке, каждому студенту дается задание:собрать необходимый материал
об историческом обьекте другого города, а на следующем занятии провести
ролевую игру-экскурсия в искусственной обстановке(рассадить студентов в
аудитории как в автобусе с туристами из России, выбранный экскурсовод
проводит на реальном общении свою экскурсию,студенты- туристы задают
вопросы. Можно провести заключительный урок по данной ролевой игре в
форме Телевизионной программы(ведущий программы, работник музея и т.д.)
В рамках учебной программы предусмотрены следующие учебнопознавательные тематические экскурсии:
1) Крепость Кастамону ,возведенная византийцами в XII в.;часовня
,мечеть Насруллах -первая мечеть Османского периода, гробницы в скалах
Шехиншах , национальная горнолыжная зона Илгаз;
2) историко-краеведческие автобусные экскурсии по городам Турции;
3) археологический и городской музеи;
4) антический город Помпейполис;
В университете Кастамону учатся иностранные студенты и студенты из
регионов Турции, поэтому первая экскурсия, которая проводится для
первокурсников – экскурсия по городу Кастамону и в горнолыжную зону
Илгаз. Экскурсии проводятся как на турецком , так и на русском языке.
Ролевая игра-экскурсия направлена на отработку навыков устного и
письменного общения в контексте будущей профессиональной коммуникации.
Целью ролевой игры «Туристкие маршруты Кастамону» ,«Экскурсия по
историческим местам Турции» является обучение навыкам эффективной
коммуникации на русском языке в различных условиях общения и углублению
профессиональных знаний в работе турагентств и туроперейтинга .
359
Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA
Для обучающихся, владеющих русским языком на продвинутом уровне,
доступным видом заданий становятся интерактивные командные игры, такие
как «Аукцион отелей и предметов обстановки», «Клуб путешественников»,
«Экспедиции», «Международные научные конференции» , «Продажа туров» и
т.д. Такого рода интерактивные методы обучения позволяют обучающимся
расширить свои знания о стране, язык которой ими изучается, а также
информацию об культурно-исторических достопримечательностей родного
края и вместе с этим проверить общий уровень знаний, эрудицию, логику. Тему
«Путешествие по городам России и Турции » на занятиях русского языка
начального уровня можно провести при помощи карт России и Турции.
Студенты отображают схему «Моя дорога домой» на картах при помощи
значков: «самолёт», «поезд», «автобус», «автомобиль», «корабль». Где нужно
подсчитать время пути на всех отрезках с учетом остановки, пересадки и
организовать ситуацию, которая стимулирует умственную деятельность
обучающихся, заставляя их быстрее выражать свои мысли на русском языке.
Обобщая вышеуказанное , отметим,что нефилологический профиль
обучения определяет оптимальные условия для функционирования системы
обучения русскому языку в техническом вузе специальности «Туризм»,
включая цели ,задачи и интерактивные методы обучения. Освоение русского
языка невозможно без навыков живого общения, но, к сожалению, довольно
часто с этим возникают сильные затруднения ввиду невозможности устроить
открытый урок с носителями языка. В связи с этим целесообразным
представляется организовать на уроках русского языка круглые столы,
дискуссии и ролевые игры, посвященные изучаемым проблемам, чтобы помочь
студентам включиться в активное общение, научиться правильно и грамотно
излагать свои мысли на русском языке. Таким образом, применение различных
интерактивных форм и методов обучения способствует повышению качества
обучения и интереса к изучению предмета, обучает естественной
коммуникации, позволяет активизировать студентов в процессе освоения
русского языка, побуждает их к совершенствованию своих коммуникативных
умений, расширению и углублению профессиональных знаний, которые
открывают будущему специалисту перспективы личностного и карьерного
роста в сфере туризма..
Подводя итоги исследовательской работы, предлагаем ряд
предложений:
1. Включить русский язык как второй иностранный в учебную
программу факультета Туризм, Международные отношения.
360
Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов…
2.Расширить международные связи с университетами России по обмену
студентов факультета Туризм(на летнюю стажировку в отелях –на 3 месяца) и
разрабатывать образовательные программы.
3. При изучении туристких ресурсов и потенциала на уровне региона
(Кастамону,Карабюк,Самсун и т.д.) разработать учебное пособие о городах и
достопримечательностях Турции для факультетов Туризм на русском
языке.Данное пособие должно быть интегрированным,чтобы в него вошли
история города,география,культура,искусство и т.д.Задача-не просто дать
знания о родном крае,а развить в них исследовательский интерес и уметь
подать русскоговорящим туристам.
4. В университетах Турции с русскоговорящими студентами
организовывать вне занятия часы по лексическим темам(создать Клуб
русского языка и культуры-к примеру Клуб «Послы Русского языка»)
5. С университетами России организовывать
видеомосты,конференции,семинары и летний лагерь по изучению языка
(срок 1 месяц)
6. С городскими местными музеями разработать культурнообразовательные программы, которые полностью включить в учебные
планы(чтобы студенты проводили научно-исследовательские работы,
выполненные на музейном материале).
7. В учебную программу включить экскурсии по городу и городские
музеи(рабочий язык-Русский язык)
8. Преподавателей русского языка отправить на повышение
квалификации в Россию на 15 дней или месяц( семинары-практикумы и
тренинги для преподавателей)
ЛИТЕРАТУРА
МИЛЬРУД Р.П, Компетентность в изучении языка , Иностранные языки в
школе № 7, 2004
МУХИНА. Т.Г, Активные и интерактивные образовательные технологии
(формы проведения занятий) в высшей школе: учебное пособие, Н.
Новгород: ННГАСУ, 2013
ПАНИНА Т.С.-ВАВИЛОВА Л.Н, Современные способы активизации
обучения, 4-е изд. Стер,Москва, 2008
361
Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA
ПАНФИЛОВА А.П, Инновационные педагогические технологии: Активное
обучение: учеб. пособие для студ. высш. учеб. заведений,Москва:
Издательский центр «Академия», 2009
SCARCELLA, R.- CROOKALL, D, Simulation, gaming and language learning,
Newbury House Publishers, New York, 1990
СОЛОДУХИНА, О.А, Классификация инновационных процессов в образовании
, Среднее профессиональное образование - № 10, 2011
ТАРАСЕНКО О. С, Организация интерактивного обучения в юридических
вузах (пример методической разработки ро- левой игры «Туристическая
полиция»), Актуальные проблемы методики преподавания русского
языка как иностранного: материалы II междунар. науч.-практ. конф.
Уфа, 2016
362
Some Causes of Lexical Transformations in Translation of
Cliches From Russian Language to English and Albanian
Language
Msc Eni PEJO
Universitety of Tirana
Abstract: In this short analysis we will try to demonstrate the most
important lexical transformations that takes part in the process in translation.
........................................................
Keyword: transformation during translations, standards linguistic
expression , semantic volume, contextualization,words combining skills.
With the languages following different stylistic, grammatical and lexical rules,
we see in our interest to analysis transformations that takes part in the process in
translation, from one language to another language preserving the original semantic
of the text and and following the language rules of the translation language, such as
grammatical, lexical, stylistic rules. The objective is to specify some causes of
lexical transformations, and suggestion, which must take into account during the
translation. In order to meet the objective we will briefly review some of the clichés
of the Russian language, translated into both English and Albanian language. This
will serve to have a somewhat clearer observation of their translation translated into
the culture of peoples.
Besides the transmission of the essential meaning of the text in the original
language, from the translator is required the reconstitution of stylistic specifics and
structure used in the original text by implementing and using the tools of the language
in which translates. Because of discrepancies in the internal elements of different
languages as well as their content in lexical, grammatical and stylistic rules, we can
say that in different languages exists structural inconsistencies.
In the course of translation Latishev "Equivalence translation and ways of
achieving it" - 1981, the “word” is considered as a lexical units which consequently
considered as part of a lexical system and has unique semantics. It happens that
during translation the world has no equivalent word in the language of translation or
it has two, three or more meaning. This discrepancy semantico-lexical aspects,
Msc Eni Pejo
mostly appear in the conceptual structure of the word and leads to the use of lexical
transformations. These transformations are considered in the dictionary as "
Avoidance of compatibility of the dictionary meaning" 1 (Llatishev L.K., 1981:180).
There are many factors that influence the use of lexical transformations, but differents
studies considered only four as the most important.
1. The wording of the standard expression.
2. The expression of different characteristics for the same thing / phenomenon.
3. Changes in semantic volume of the word.
4. Ability combination of words.
Let now see what are the topics and how the translator used them during
translation:
1. The wording of the standard expression.
Language evolves. It is It is continuously growing, like adding new words,
changing them, creating different new structures. Language development and
acceptance of new lexical structures created, leads to the processing of clichés.
Difficulties in translation are directly related to the lexicon and grammatical
differences and different cultural languages.
Example 1:
He пейте сырой воды (mos pini ujë të pazier) (Do not drink raw water)
Mos pini ujë të pazier. (do not drink unboiled water)
In the example is noticed the figurative use of clean water regardless of
whether the water comes from the well or from the tap. Translation stay faithful to
the main meaning but it uses words in Albanian, which are not vocabulary equivalent.
Also in the translation of the English language, the same phenomenon is
distinguished. The meaning is preserved, but by re-expressing it through other words
such as “unboiled” , This is a word that has a totally different meaning, but expresses
the original text's meaning, as the water is boiling, it is understood that it is already
processed and can be drunk.
Example 2:
Курить воспрещается. (It is not allowed to smoke)
364
Some Causes of Lexical Transformations in Translation of Cliches From Russian Language…
Ndalohet duhani. (No smoking)
In this case we are dealing with two cliche lexical structure of the three
languages. The saving of the meaning expressed is not a difficulty for the translator
as to use clichés express the same meaning.
Example 3:
Останавливаться воспрещается (To stop is forbidden).
Ndalim qëndrimi. (To stop is forbidden)
In the third examples the translation in both language in Albanian, and also in
English we noticed that the translator should use the standarts cliches to express the
main meaning as in the original text.
Consequently we say that the idea expressed in the text remains the same
regardless of what language we speak but its expression differs depending on the way
in which the sentences are formed into the language of the translation
2. The expression of different characteristics for the same thing / phenomenon.
The words express what they are created for. This means that humanity
determines the meaning and then creates the keyword that contains that meaning. In
the semantics of differents word we can distinguished different characteristic of an
object. Despite this different characteristic the both world express the same object,
or reality. We can take in account what G.V Kollshansky said in his book " The logic
and structure of the language", “The world to word comparing of the spectrum of
colors in different languages mostly it testifies no much for the subjectivity of the
expression of reality as much as for the” 2.
Example 1:
Зажигалка (In Russian language) – Çakmak (In Albanian language) –
Lighter – (In English)
Uror (dialect-but included in the dictionary Albanian)
In the russian language the word witch express the object shows its function,
so зажигать – ndez – (to light). Meanwhile in albanian language in the first
365
Msc Eni Pejo
translation the word shows the noise created before lighting the lighter. In the second
translation the word shows an integral part of the lighter, which is the stone who
makes sparks to light the gas.
In English we find the same meaning as in russian, tha function of the object
– so to light or lighter. In this case we have here three word which express different
characteristic of the object, and they showed the same object.
Example 2:
Выпускниками (russian language)
Maturantë (albanian language)
Graduates (english language)
There are words in different languages expressing the same object or reality
but emphasizing a completely different meaning from each other. In the given
example the russian word “выпускниками“ - are described students that graduate
from high school. In the russian language this word is associated with with the fact
that the school prepares the student to face the life, and throw them in to the life way.
Meanwhile in the albanian language the word is associated with the fact of
maturation. So the student are not mature and ready to face the life.
In English we have the idea of a person who has successfully completed a
course of study or training, especially a person who has been awarded an
undergraduate academic degree.
In this case we have three different word, with three different primary
meaning, but they express the same reality. We can say that this is connected with
the way of understanding of the reality from the speakers of one language.
3. Changes in semantic volume of the word.
The word may contain different lexical meanings, expand or constrict its
meaning, and be concrete or abstract.
These changes are closely related to the volume of meaning which can contain
a word and the particular characteristics of the word or group of words. It happen
often that in the first meaning the word are equivalents to each other, but in the other
meaning of these word they are totally different words.
Example 1:
“курс”. – “course”
366
Some Causes of Lexical Transformations in Translation of Cliches From Russian Language…
1. Держать курс на север
rection to north
2. Курс внешней политики
eign policy orientation
3. Перейти на второй курс
course
4. Курс водолечения
– “Mbaj drejtimin nga veriu”- Keep the di– “Orientimi i politikës së jashtme”. - For– “Kaloj në kursin e dytë” - Pass the second
– “Kurë hidroterapie” - Hydrotherapy cure
The example shows that not every lexico-semantic meaning of the word in the
Russian language can be covered by a single word of Albanian or in English. The
translator has to take in consideration the way of expressing of this meaning in the
translation language.
This phenomenon is due to the different development of lexico-semantic
meaning of words in different languages. Therefore it can be said that the contextual
meaning of the word, depends on the character of his semantic context and the
semantics meaning of the words in a sentence.
4. Ability combination of words.
The word is in certain relations in a language. It is important to note that the
combination achieved if there is an agreement between the meaning of words to
express. This compliance is different in different languages. Therefore it may be that
what is allowed in one language may not be in another language.3
In every language there are specified rules for the combination of the words.
These rules are linked on one hand with the language system, and on the other with
her speech by carriers of this language, in which express their originality. Therefore
it is said that a language can create infinity of combinations which do not violate the
linguistic norms. 4 Basic combinations of words, often match semantically in
different languages to and they are kept unchanged in the translation. There are
combinations in which translated words have completely different logical sense, but
they fulfil the same function.,
Example 1:
идет дожд – bie shi; - It is raining
367
Msc Eni Pejo
The word идет – in the first meaning is “to go”. But depending on the
combination of the word in Albanian language it is translate with totally different
word – bie – To fall. In Emglish there is totally In English, it is used a word with a
completely different meaning from the first two. To show the fact of rain, this word
has been changed in verbs {raining).
In this case those three different word with different semantic meaning, takes
the same meaning in combination and transmit the same thing.
Conclusions:
1. Incompatibility of language structure, leads to problems associated with the
transmission of the meaning of words in other languages..
2. The semantic structure of each word is unique to a specific language.
Therefore it may not be compatible with other lexical system.
3. Rrjedhimisht, lind përdorimi i transformimeve leksikore që mund dhe të
përkufizohen si “shmangie të kuptimeve parësore të fjalorit”.
Bibliografia:
1 - G, V. Kolshansky. The logic and structure of the language. M., "High
School", 1965
2 – Llatishev LL.K., 1981 "Equivalence of translation and ways of achieving
it" – 1981
3 - A. A. Ufimtseva. The word in the semantic language system. M, "Science",
1968
4 - Komisarov V.N Theory of translation (linguistic aspects) of the year of
publication 2006
368
E - Hukuk, Örf, Adet
ve Gelenekler
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki
Yargı Yetkisi1
Bulut Çağlar DENİZ
Selçuk Üniversitesi
A. Uluslararası Ceza Mahkemesine Genel Bakış
İnsanlar doğalarının bir gereği olarak toplu halde yaşamak durumundadır.
Topluluk halinde yaşayan insanlar ilkel kabilelerden başlayarak, teşkilatlı devletlere
kadar örgütlenerek gelişimlerini sürdürmüşlerdir. Topluluk olarak yaşamanın ise
belli kuralları vardır. Çünkü topluluğu oluşturan bireylerin düzensiz veya kuralsız
şekilde yaşaması anarşiyi doğurur. Bu nedenle ister ilkel kabilelerde olsun, ister teşkilatlı devlet yapılarında olsun bu topluluklar, kamu düzeninin sağlanması ve devamlılıklarını sağlamak amacıyla kendi yapı ve geleneklerine uygun gördükleri hususları
toplumsal yaşamlarına entegre etmek durumunda kalmışlardır. Bu kurallar toplumsal
düzenin ve devamlılığının sağlanmasının yanında uyumlu, adaletli ve huzurlu yaşamı
sağlamanın anahtarları konumundadır. Topluluğu oluşturan her vatandaş koyulan kurallara uymakla yükümlüdür. Devletlerin yönetim şekillerine ve uygulanma biçimlerine göre birbirinden farklı olmakla birlikte, günümüz dünyasında toplumsal düzeni
sağlamak amacıyla kullanılan en yaygın ve önemli uygulamalarından birisi de hukuk
kurallarıdır.2
Toplumların farklı dini, ahlaki, sosyal, kültürel ve demografik yapı ve geleneklere sahip olması nedeniyle toplumsal kurallar her toplumun kendine has özelliklerini yansıtır biçimde geliştirilmiştir. Dolayısıyla kamu düzeninin sağlanması amacıyla konulan kural ve kanunlar her toplum için değişiklik gösterebilir. Toplumların
ekonomik ve sosyal olarak sürekli etkileşim içinde olması ve ayrıca meydana gelen
savaşlar sonrasında uygulanan politikalar, toplumsal kuralların da zamanla
(1)
(2)
Bu konu, Bulut Çağlar DENİZ tarafından “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Konu Bakımından
Yargı Yetkisinin İncelenmesi” konusunda hazırlanan ve henüz yayınlanmayan yüksek lisans tezinin
“Saldırı Suçu” başlıklı konusunun güncellenmiş ve geliştirilmiş halidir. Detaylı bilgilere söz konusu
çalışmadan ulaşılabilir.
Bulut Çağlar DENİZ, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Konu Bakımından Yargı yetkisinin
İncelenmesi, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Konya 2018, s.140.
Bulut Çağlar DENİZ
değişimine ve gelişimine sebep olmuştur. Özellikle Rönesans ve Reform hareketleri
ile başlayan, Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi ile devam eden gelişim ve etkileşim
süreci, devletlerin siyasi ve sosyal yapılarında köklü değişikliklere yola açmıştır. 19.
yüzyılın sonlarından itibaren küreselleşmenin etkisi ile devletlerin ürettikleri mallara
pazar arama yarışı içine girmeleri, kaçınılmaz olarak sanayileşmiş ülkelerin çıkarlarının çatışmasına neden olmuş ve bu çıkar çatışmaları birçok savaşın sebebi olmuştur.
Meydana gelen bu savaşlar sırasında yaşanan katliam ve insan hakları ihlalleri sonucu binlerce kadın, çocuk ve erkek hayatını kaybetmiş veya zorunlu olarak göç etmek durumunda kalmışlardır.3
20. yüzyılın başından itibaren şiddetlenen ekonomik savaş, modern dünyaya
yeni bir düzen getirecek sonuçlar doğuran iki büyük Dünya Savaşının en önemli sebepleri arasında sayılmaktadır. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında dünya siyasal
düzeninin tesis edilemeyişi, 1929 yılında yaşanan ekonomik buhran ve savaş sonrası
Almanya başta olmak üzere mihver devletlerinin saldırgan politikalar izlemeleri,
yaklaşık 50 milyon insanın hayatını kaybettiği II. Dünya Savaşı’na zemin hazırlamıştır. Savaş sırasında yaşanan katliam ve insan hakları ihlallerinin daha savaş sona
ermeden ortaya çıkması, uluslararası toplumu derinden sarsan bu gibi olayların gelecekte bir daha yaşanmaması amacıyla önlem alınması gerektiği düşüncesinin oluşmasına neden olmuştur. Ayrıca savaşlar devletlerarasında meydana gelse de, savaşlar
sırasında işlenen suç niteliğindeki eylemlerin failleri tüzel kişilik statüsünde olan
devletler değil, bizzat gerçek kişilerdir. Buna rağmen savaşlar sırasında gerçekleştirilen eylemler nedeniyle özellikle mağlup durumda bulunan devletlerin çeşitli şekillerde cezalandırılması konusu sıklıkla karşılaşılan bir durum olmakla birlikte, bu eylemlerin faili durumunda bulunan gerçek kişilerin cezalandırılması hususu, yakın tarihimize kadar sıklıkla görülen bir durum olmamıştır.
Her ne kadar ülkeler bu tür suçları işleyen vatandaşlarını ulusal sistemlerinde
yargılasalar da bu yargılamalar uluslararası toplumun vicdanını tatmin edememiştir.
Ayrıca bu tür ciddi suçları işleyen bazı kişilerin ulusal yargı organları tarafından yargılanmaması ve cezasız kalmaları bu tür suçlar işleyen kişileri yargılamakla görevli
ve sürekli nitelikli uluslararası bir mahkemenin kurulması düşüncesinin gelişmesine
sebep olmuştur.
Bu düşünceden hareketle savaş sonrası müttefik devletlerinin 4 girişimleri neticesinde, uluslararası toplumu derinden sarsan çok ciddi nitelikteki eylemleri gerçekleştiren kişilerin yargılanması amacıyla Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri
(3)
(4)
Agt, s. 1.
II. Dünya Savaşının bloklarından birini oluşturan ve ABD, SSCB, İngiltere, Fransa ve Çin’in başını
çektiği devletler grubu, “Müttefik Devletler” olarak anılmaktadır.
372
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi
Ceza Mahkemeleri kurulmuştur. Hemen belirtelim ki ad-hoc5 nitelikli olmaları sebebiyle bu mahkemelerin kişi, zaman, yer ve konu bakımından yargılama yetkileri sınırlıdır. Dolayısıyla bu mahkemelerin, gelecekte dünyanın başka bölgelerinde benzer
nitelikte olayların yaşanması durumunda uluslararası adaletin sağlanmasına katkıları
olmayacaktır. Ad-hoc nitelikli mahkemelerin bir diğer eleştirilen yönü, bu mahkemelerin kurulmalarına sebep olan olaylar ile ilgili olarak yürütülen yargılama faaliyetleri tamamlandığında bu mahkemelerin dağılacak olmalarıdır. Çünkü yukarıda da
söz edildiği gibi bu tür mahkemelerin yargı yetkileri yalnızca kurulmalarına sebep
olan olaylar ile sınırlıdır. Dolayısıyla bu mahkemeler uluslararası barış ve güvenliğin
tesis edilmesi konusunda eksik kalmaktadır.
Ad-hoc mahkemeler, suç teşkil eden eylemin gerçekleştirilmesinden sonra kurulduklarından ceza hukukunun temel ilkelerinden birisi olan “suçta ve cezada kanunilik6” ilkesi ile “tabii hâkim ilkesini7” ihlal ettikleri gerekçesiyle de eleştirilere uğramıştır. Saydığımız bu eleştirilerden başka, ad-hoc nitelikli mahkemeler, bireysel
cezai sorumluluğu tam olarak sağlayamaması ve gelecek dönemde işlenebilecek
uluslararası suçlar konusunda bir caydırıcılıklarının olmayışı gibi sebeplerle de eleştirilere uğramıştır.
Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri, II. Dünya Savaşı
sonrasında uluslararası toplumun tümünü ilgilendiren çok ciddi suçları işleyen kişilerin yargılanması amacıyla kurulan ilk mahkemelerdir. Bu Mahkemelerde fail konumundaki kişilere “barışa karşı işlenen suçlar”, “savaş suçları” ve “insanlığa karşı
işlenen suçlar” konusunda suçlamalarda bulunulmuştur.8 Bu mahkemeler başta Almanya ve Japonya olmak üzere II. Dünya Savaşı’nın mağlup devlet yöneticilerinin
yargılandığı ve birçoğunun cezalandırıldığı mahkemelerdir.
Nürnberg ve Tokyo uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri ad-hoc nitelikli olmaları sebebiyle yukarıda saydığımız yönleriyle eleştirilere maruz kalmalarına
(5)
(6)
(7)
(8)
Ad-Hoc terimi kökeni Latince olan ve "amaca özel, niyete mahsus" anlamına gelen bir terimdir.
Adından da anlaşılacağı gibi bu terim, kimi zaman bir problemin çözümünde kullanılacak geçici
uygulamaları belirtmek amacıyla, kimi zaman da yasal bir yetersizlik ve üstünkörü üretilen
çözümleri belirtmek amacıyla kullanılmıştır… Terim ile ilgili genel bilgi için bkz: http://adhoc.nedir.org/ (Erişim Tarihi: 17.11.2018)
Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi, genel olarak bir taraftan suçun, diğer taraftan suç karşılığı
uygulanacak cezanın kanunda gösterilmesi anlamına gelir.
Tabii Hâkim İlkesi, herkesin kanunla önceden kurulmuş bir mahkemenin yer, kişi, zaman ve görev
bakımından yetkili; tarafsız ve bağımsız hâkimi önünde yargılanma hakkına sahip olduğunu ifade
eder.
Nurnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi ile ilgili detaylı bilgi için bkz:
https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/international-military-tribunal-at-nuremberg
(Erişim Tarihi: 17.11.2018).
373
Bulut Çağlar DENİZ
rağmen uluslararası anlamda çok ciddi suçlar işleyen gerçek kişilerin cezalandırılmasını sağladıkları için uluslararası hukuk alanında önemli bir yere sahiptirler.
Genel hatlarıyla bahsettiğimiz Nürnberg ve Tokyo UCM’leri dışında uluslararası nitelikte ciddi suçlar işleyen kişilerin yargılanması amacıyla kurulan diğer adhoc nitelikli mahkemeler ise 1990lı yılların başında kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ile Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleridir.
Yugoslavya iç savaşı yakın tarihimize damgasını vuran ve birçok insanlık dışı
uygulamayı, katliamı hatta soykırımı içinde barındıran bir savaştır. 1991-1998 yılları
arasında meydana gelen Yugoslavya iç savaşı sürerken yaşanan olayların vahametini
gören BM Güvenlik Konseyi olayların araştırılması ve suçluların yargılanması amacıyla bir mahkeme kurulması kararını almıştır. Bunun üzerine 25 Mayıs 1993 tarihinde ve 827 sayılı kararla, Birleşmiş Milletler Şartı’nın VII. Bölümüne dayanarak,
uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve yeniden tesis edilmesi amacıyla, eski
Yugoslavya toprakları üzerinde işlenen ağır insancıl hukuk ihlallerini gerçekleştiren
bireyleri yargılamak üzere9, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur.
Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsüne10 göre Mahkemenin
yargı yetkisine giren suçlar; 1949 Cenevre Sözleşmelerinin ağır ihlalleri, savaş hukuku ve örf-adet hukuku kurallarının ihlali, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlardır. Mahkeme kendinden önce görev yapan Nürnberg ve Tokyo UCM’nden farklı
olarak yalnızca gerçek kişileri kapsamaktadır. Bir başka ifade ile Mahkemenin örgüt
veya gruplar üzerinde bir yargı yetkisi bulunmamaktadır.
Mahkeme yargı yetkisine giren konularda suç işlediği iddia edilen ve aralarında Yugoslavya’nın eski başkanı Slobodan Milosevic, Radovan Karacic, Radko
Mladic ve Slobodan Praljak gibi askerlerin de bulunduğu 161 sanık hakkında iddianame düzenlenmiş, bunlardan 145’i hakkında karar verilmiştir. Mahkeme 2017 yılı
Aralık ayına kadar yürüttüğü yargılama faaliyetlerine son vermiş ve kapılarını kapatmıştır.11
Ad-hoc nitelikli mahkemelerin sonuncusu Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesidir. II. Dünya Savaşından sonra ülke halkının çoğunluğunu oluşturan Hutular ile
Tutsiler arasında yaşanan etnik savaş ve iktidar mücadelesi, binlerce kişinin
(9)
(10)
(11)
Arda ÖZKAN, “Silahlı Çatışmalar Hukukunun Uygulanmasında Ad-Hoc Mahkemelerin Rolü”,
Middle East Dergisi, 2005, s. 483.
Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü için bkz. http://www.icty.org/x/file/Legal%
20Library/Statute/statute_sept09_en.pdf (Erişim Tarihi: 20.11.2018).
Söz konusu rakamsal verilen için bkz: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42451115
(Erişim Tarihi: 25.11.2018). Ayrıca konu ile ilgili detaylı bilgi için bkz: DENİZ, agt., s. 26.
374
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi
öldürülmesine ve bir o kadarının da zorunlu olarak göç ettirilmesine sebep olmuştur.
1994 yılı ortalarına doğru ülkede yaşanan kaostan faydalanan Hutu üyeleri, Tutsiler
ile ılımlı Hutular üzerinde katliama başlamışlardır. Bölgedeki Barış Gücü askerlerinin geri çekilmesi üzerine, yaşanan katliam daha da şiddetlenmiştir. Öyle ki Hutuların Tutsileri öldürmekten yorulduklarında onların kaçmalarını engellemek amacıyla
aşil tendonlarını kestikleri ve dinlendikten sonra katliama devam ettikleri iddia edilmiştir. Bunun gibi birçok katliam ve soykırımın yaşandığı olaylar sonucunda 3 ay
gibi kısa bir sürede halkın toplamda %10’unu oluşturan 800 binden fazla Tutsi ve
ılımlı Hutu öldürülmüştür.12
Dört yıl süren iç savaş boyunca yaşanan katliamların soykırıma varan uygulamaların ortaya çıkması üzerine, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun aldığı 955 Sayılı kararla Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur. Bu mahkemenin kurulma aşamasındaki önemli olay ise Ruanda hükumetinin bu mahkemenin kurulmasına destek vermiş olmasıdır. Mahkemenin yargı yetkisine giren suçlar; “Soykırım
Suçu”, “İnsanlığa Karşı Suçlar” ve son olarak ta “Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokol II’nin Ağır İhlalleridir”.13
1997 yılında başlanan yargılamalarda sanıklar, soykırım planlama, soykırım
yapma, insanlığa karşı işlenen kasıtlı öldürme ve zulüm suçu işleme ve tecavüz gibi
suçlardan mahkûm edilmiş ve müebbet ile 35 yıl arasında değişen sürelerde hapis
cezalarına hükmedilmiştir.14
Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemelerinin yargılama faaliyetlerinin tamamlanması ve akabinde bu mahkemelerin dağılması konusu BM Güvenlik Konseyinin 28 Ağustos 2003 tarihli ve 1503 sayılı kararı ile gerçekleşmiştir. 15
B. Roma Statüsü ve Uluslararası Ceza Mahkemesi
21. yüzyılın başına kadar yargılama faaliyetleri yürüten ad-hoc nitelikli uluslararası ceza mahkemeleri, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasına dönem dönem hizmet etmiş olsalar da, uluslararası adaletin temini ve tesisine katkıları oldukça
sınırlıdır. Bu sebeple uluslararası toplum, kendi egemenlik alanlarından bağımsız,
daimi nitelikte ceza yargılaması yapacak bir ceza yargısı oluşturmayı amaçlamıştır.
(12)
(13)
(14)
(15)
Ruanda Soykırımı ile ilgili detaylı bilgi için bkz: http://www.wikiwand.com/tr/Ruanda_
Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1 (Erişim Tarihi: 20.05.2017)
Rıfat Murat ÖNOK, Tarihi Perspektifi İle Uluslararası Ceza Divanı, Turhan Kitabevi, Ankara
2003, s. 85.
Orhan ÖNDER, Birleşmiş Milletler Ruanda İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi, Bilge Yayınevi,
Ankara 2006, s. 78. Ayrıca bkz: https://m.bianet.org/bianet/dunya/131009-ruanda-da-soykirimsucundan-uc-kisiye-muebbet (Erişim Tarihi: 21.05.2017).
Ersan ŞEN, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2009, s. 24.
375
Bulut Çağlar DENİZ
Daimi nitelikli bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması konusunda Birleşmiş Milletler Örgütü’nün öncülüğünde birçok kapsamlı çalışma yürütüldüğü söylenebilir. Özellikle Uluslararası Hukuk Komisyonu ve bu komisyona bağlı komiteler,
mahkemenin kurulma sürecini hazırlamıştır. Yürütülen çalışmalar sonucunda 15 Haziran ile 17 Temmuz 1998 tarihleri arasında Roma'da toplanan, BM Diplomatik Konferansı’nda tasarı ve değişiklik önerileri tartışılmış, Uluslararası Ceza Mahkemesi
Statüsü oylamaya katılan 160 devletten 120’sinin olumlu, 7 devletin olumsuz ve 21
devletin de çekimser oyu ile kabul edilerek 18 Temmuz 1998 tarihinde tüm devletlerin imzasına açılmıştır.16 Statü 1 Temmuz 2002 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir.
2018 yılı itibariyle 139 devlet tarafından imzalanmış ve 123 devlet tarafından onaylanmıştır.17
Roma Statüsü’nün 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte faaliyete geçen Uluslararası Ceza Mahkemesi;
- Merkezi Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan, yalnızca gerçek kişiler üzerinde yargılama yetkisi olan, uluslararası platformda tüzel kişiliğe sahip, daimi nitelikli bir mahkemedir. Mahkemenin kuruluş felsefesinin doğal bir sonucu olarak Mahkeme, yargı yetkisine giren suçlar bakımından gerçek kişiler üzerinde yargılama faaliyeti yürütme, bir hüküm verme/yaptırım uygulama ve hükmün infazını sağlama
gibi yetkilere sahiptir.18
- Mahkeme’nin yargılama faaliyeti yürütmekle yetkili olduğu konular Soykırım Suçu, İnsanlığa Karşı Suçlar, Savaş Suçları ve Saldırı Suçudur.
- Mahkemenin Birleşmiş Milletler Örgütü dâhil hiçbir ulusal ya da uluslararası
kuruluş ile doğrudan veya dolaylı bağlantısı söz konusu değildir. Bu da Mahkemenin
bağımsız bir yargı organı olarak görev yaptığının göstergesidir. Ancak buna rağmen
Roma Statüsünde BM ile bağlantılı hükümler bulunmaktadır.
- Mahkeme zaman bakımından yargı yetkisini Statü’nün yürürlüğe girmesinden sonra işlenen suçlar üzerinde kullanabilir (Roma Statüsü (RS.) md. 11-1).
- Mahkemenin yargı yetkisi (BM Güvenlik Konseyi’nin Mahkeme’nin yargı
yetkisine giren bir konuda Mahkeme Savcılarına bildirimde bulunması durumu hariç
olmak üzere) “ülkesellik” ve “uyrukluk” kriterlerinin varlığı şartına bağlıdır.
(16)
(17)
(18)
Roma Statü 126. madde 1. fıkrası: “Bu tüzük, altmışıncı onay, kabul, tasdik veya taraf olma
belgesinin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne verilmesini takip eden 60 gün sonraki ayın ilk
günü yürürlüğe girer” hükmünü içerir.
https://www.icc-cpi.int/iccdocs/PIDS/publications/TheCourtTodayEng.pdf
(Erişim Tarihi
13.06.2018).
Hans KÖCHLER, Küresel Adalet mi, Küresel İntikam mı? , Dönüm Noktasındaki Uluslararası
Cezai Yargı, (Çev: Funda KESKİN, Erdem DENK), Alkım Kitabevi, İstanbul 2005, s. 287.
376
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi
- Mahkeme’nin yargılama faaliyetini gerçekleştirmesi için; taraf bir devlet tarafından Mahkeme’ye başvuruda bulunulması, BM Güvenlik Konseyi tarafından bir
durumun Mahkeme Savcılarına bildirilmesi veya Mahkeme savcılarının bir durumla
ilgili kendiliğinden (re’sen) harekete geçmesi gerekmektedir.
- Roma Statüsünde Mahkeme’nin yargılama yetkisine giren çekirdek suçların
her biri ile ilgili somut tanımlar yapılmış, bu suçların unsurları ile ilgili düzenlemelere gidilmiş, ancak Saldırı Suçu ile ilgili herhangi bir tanım yapılmamış veya düzenlemeye gidilmemiştir.
- Saldırı Suçunun tanımı ve unsurları 2010 yılında Uganda’nın başkenti Kampala’da düzenlenen Roma Statüsü’nü Gözden Geçirme Konferansında belirlenmiş ve
bu konferansta alınan 8bis, 15bis ve 15 ter maddelerinin Statüye eklenmesiyle bu suç
ile ilgili düzenlemelere gidilmiştir.
C. Saldırı Suçu
1. Saldırı Suçunun Gelişimi
Günümüze kadar meydana gelen birçok savaşın sebebinin çıkar çatılmaları olduğunu belirtmiştik. Savaşın tarafı durumunda bulunan ülkeler gasp edildiğini iddia
ettikleri çıkarlarını savunmak amacıyla savaşmaktan çekinmemişler ve savaşma nedenlerinin sağlam bir temele dayandığını yani haklı olduklarını iddia etmişlerdir. Bu
durum neredeyse tüm ülkeler için geçerlidir. Savaşların geçerli ve sağlam bir temele
dayandırılması hususu her kültürde yer bulmakla birlikte, savaşların tamamen yasaklandığı bir düzenlemeye rastlanmamaktadır.19
Uluslararası toplumda savaşların belli kurallara bağlanması hususu, ancak
1899-1907 La Haye Konferansları sonrası gerçekleştirilebilmiştir. 20 Bu tarihe kadar
saldırmazlık kuralının yer aldığı bazı ikili antlaşmalar hariç olmak üzere, saldırı eyleminin yasaklandığı bir hukuksal metin de bulunmamaktadır.21
Birinci Dünya Savaşının ardından Milletler Cemiyeti’nin kurulması, uluslararası barış ve güvenliğin tesis edilmesi ve korunması adına önemli bir adım olarak
sayılabilir. Ülkeler arasında meydana gelecek ihtilafların, barışçıl yollarla çözülmesi
amacıyla22 kurulan Milletler Cemiyeti’nin Kurucu Şartı ile ülkeler birbirlerinin siyasal ve ülkesel bütünlüğüne bağlı kalacakları konusunda mutabık kalmışlardır.
(19)
(20)
(21)
(22)
ÖNOK, age, s. 191.
Muzaffer Yasin ASLAN, Teoride ve Uygulamada Savaş Suçları (3.Baskı), Bilge Yayınevi, Ankara
2016. s. 32.
ÖNOK, age, s. 191.
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Milletler_Cemiyeti (Erişim Tarihi: 30.05.2018).
377
Bulut Çağlar DENİZ
Saldırı Suçunun tarihsel gelişimini incelerken 01 Aralık 1925 tarihinde devletlerarası ilişkilerde kuvvet kullanımını yasaklamak amacıyla imzalanan Locarno Antlaşmalarının önemli bir yere sahip olduğunu belirtmemiz gerekir.23 Bu antlaşmaların
temel amacı ülkeleri savaştan korumanın yanında, ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların barışçıl yöntemlerle çözümünü sağlamaktır. 24
Saldırı suçu ile ilgili bir diğer önemli belge, 28 Ağustos 1928 tarihinde imzalanan Briand-Kellog Paktıdır. Bu antlaşma da savaşın ulusal politika olarak kullanılmasını yasaklamak amacıyla imzalanmış, fakat diğerlerinden farklı olarak aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu birçok devlet kısa bir süre içinde bu antlaşmaya taraf olmuşlardır.25 Briand Kellog Paktı ile kuvvet kullanımına ilişkin net sınırlamalar getirilmektedir.
II. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisi ve yaşanan acı olaylar, uluslararası nitelikte
suç işleyen kişilerin yargılanması amacıyla bazı düzenlemeler yapılması gerektiği
konusunda bir düşüncenin doğmasına neden olmuştur. Savaş sonrası uluslararası
toplumda adalet ve güvenliği tüm ülkelerde hâkim kılmak amacıyla Birleşmiş Milletler (UN - United Nations / BM) örgütü kurulmuştur.26
II. Dünya Savaşı sonrasında Alman ve Japon savaş suçlularını yargılamak
amacıyla Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri kurulmuştur.
Saldırı suçu, Nürnberg Statüsünde Barışa Karşı Suçların alt unsuru olarak yer bulmuş
ve tarihte ilk kez bu suç kapsamında bireysel yargılamalar yapılmıştır. 27 1946 yılında
kurulan Tokyo UCM Statüsü de, Saldırı Suçu açısından Nürnberg UCM Statüsüne
paralel şekilde geliştirilmiş ve bu suçun faillerinin uluslararası bir yargı organı tarafından yargılanması konusu bu Statüde de düzenlenmiştir.
Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun yaptığı çalışmalar sonucu yaptığı ve BM
Genel Kurulu’nda 14 Aralık 1974 tarih ve 3314 Sayılı Kararı ile yapılan tanım, Saldırı Suçu ile ilgili olarak başvurulabilecek önemli bir kaynaktır. 28 Buna göre genel
olarak; bir ülkeye karşı başka bir ülkenin yürüttüğü istila ve ilhak hareketleri, bombardıman, kıyı ve limanların ablukaya alınması, kara, deniz ve hava kuvvetlerine
veya donanmalarına saldırılması eylemleri saldırı suçunu oluşturacaktır. BM Genel
(23)
(24)
(25)
(26)
(27)
(28)
Mehmet Celal KUL, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi,
(Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2012, s. 52.
https://antlasmalar.com/locarno-antlasmasi/ (Erişim Tarihi: 30.05.2018).
Briand-Kellog Paktı ile ilgili detaylı bilgi için bkz: http://aygunhoca.com/tc-inklap-tarihi-veataturk/54-tc-inklap-tarihi-ve-ataturkculuk-konular/1553-miletler-cemiyeti-locarno-kelloggbriand-pakti.html (Erişim Tarihi: 30.05.2018)
http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/birlesmis-milletler-183 (Erişim Tarihi: 31.05.2018).
KUL, agt, s. 58.
3314 sayılı BM Genel Kurul kararı ile Saldırı Suçu sayılacak eylemler hakkında bilgi için bkz:
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/417836 s. 175, (Erişim Tarihi: 03.06.2018).
378
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi
Kurulu’nun aldığı bu karar, her ne kadar ülkeler için bir bağlayıcılık teşkil etmese
de, Saldırı Suçunun uluslararası bir hukuki belgede yer alması nedeniyle ayrıca
öneme sahiptir.29
Birleşmiş Milletler teşkilatının kurulmasından Roma Statüsünün kabul edilmesine kadar, Saldırı Suçunun tanımı ve kapsamı ile ilgili Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun (UHK) ve yine Birleşmiş Milletler teşkilatı tarafından görevlendirilen
diğer birçok komitenin benzer çalışmalar yürüttüğünü, ancak Roma Statüsünün yürürlüğe girdiği tarih itibariyle bile bu suç ile ilgili kabul edilen net bir tanımın yapılamadığını söyleyebiliriz. 30 Bunun temel nedeni ABD, İngiltere, Rusya, Çin gibi büyük devletlerin hangi eylemlerin Saldırı Suçu kapsamında sayılacağı konusunda anlaşmaya varamamaları ve bu konuda bir yasal boşluk oluşturarak, dünyanın çeşitli
bölgelerinde gerçekleştirdikleri askeri müdahale ve eylemleri Statü dışında bırakmak, yani oluşan yasal boşluktan faydalanmak istemeleridir.31
2. 2010 Kampala Konferansı ve Yapılan Düzenlemeler
Saldırı Suçu; 2002 yılında yürürlüğe giren Roma Statüsünde Mahkeme’nin
yargı yetkisine giren çekirdek suçlardan biri olarak Statü’de yer almış olmasına rağmen, Roma Konferansı sırasında bu suçun tanımı üzerinde anlaşmaya varılamaması
sebebiyle, tanımının yapılması ve Mahkeme’nin bu suç bakımından yargı yetkisinin
işlerlik kazanması ileri bir tarihe bırakılmıştır.32 Bu durum Roma Statüsü’nün 5. maddesinin 2. fıkrasında da açıkça belirtilmiş ve bu hüküm gereği Mahkemenin Saldırı
Suçu üzerindeki yargılama yetkisi ilerleyen dönemlere bırakmıştır. 33
Bu tarihten sonra 2010 yılı Haziran ayına kadar bazı çalışmalar34 yürütülmüşse
de bu suçun tanımı net olarak yapılamamıştır. Saldırı Suçunun düzenlenmesi amacıyla, 31 Mayıs – 11 Haziran 2010 tarihleri arasında, Uganda’nın başkenti
(29)
(30)
(31)
(32)
(33)
(34)
Can AKDOĞAN, Uluslararası Ceza Divanı Statüsünde Savaş Suçları, (Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2009, s. 127.
Söz konusu çalışmaları ile ilgili bilgi için bkz: KUL, agt. , s. 62-71.
Özgür BEYAZIT, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Yetkisi, (Kırıkkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), Kırıkkale 2008, s. 110.
https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/tr/news/none-uluslararas-ceza-mahkemesinin-saldr-sucubakm/ (Erişim Tarihi: 03.06.2018).
Roma Statüsü’nde söz konusu madde hükmü; “Mahkeme, Saldırı Suçu üzerindeki yargılama
yetkisini, 121 ve 123. maddelere uygun bir şekilde suçu tanımlayan ve bu suçla ilgili olarak
Mahkemenin hangi durumlarda, bu yetkisini kullanacağını ortaya koyan bir hüküm kabul edildikten
sonra yerine getirir. Böyle bir hüküm, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ilgili hükümleri ile uyumlu
olmalıdır” şeklinde düzenlenmiştir.
Konu ile ilgili yapılan çalışmalar hakkındaki kısa bilgi için bkz: Nergiz EMİR, “Uluslararası Ceza
Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi Bakımından Saldırı Suçu” Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, C.1, S.2, 2015, s. 121-122.
379
Bulut Çağlar DENİZ
Kampala’da düzenlenen Roma Statüsünü Gözden Geçirme Konferansı neticesinde
alınan 6 Sayılı Karar ile Saldırı Suçunun tanımı yapılmış ve Mahkeme’nin bu suç
üzerindeki yargılama yetkisi düzenlenmiştir. Ayrıca Mahkeme’nin bu suç üzerindeki
yargılama yetkisinin işlerlik kazanması 1 Ocak 2017 tarihi sonrasındaki bir tarihe
bırakılması kararlaştırılmıştır. Karar kapsamında, Statü’nün 5. maddesinin 2. fıkrası
yürürlükten kaldırılmış ve Statü’ye 8 bis, 15 bis ve 15 ter maddeleri eklenmiştir. 35
Son olarak Taraf Devletler Asamblesi’nin 14 Aralık 2017 tarihinde oybirliğiyle kabul ettiği karar uyarınca, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICC) Saldırı Suçu bakımından yargı yetkisinin, 17 Temmuz 2018 itibariyle aktif hale gelmesine karar verilmiştir.36
2010 tarihinde icra edilen Kampala Konferansı’nda alınan 6 numaralı karar ile
kabul edilen 8 bis37 maddesinde Saldırı Suçunun tanımı ve unsurları şu şekilde açıklanmıştır:
1. Bu Statü’nün amacı bakımından “Saldırı Suçu”, bir Devletin siyasi veya
askeri eylemlerini etkili biçimde kontrol edebilme veya yönetebilme konumunda
bulunan bir kimse tarafından, karakteri, ağırlığı ve boyutu itibariyle Birleşmiş
Milletler Şartı’nı açıkça ihlal eden bir saldırı fiilinin planlanması, hazırlanması,
başlatılması veya icrasını ifade eder (RS. md. 8bis-1).
2. Paragraf 1’in amacı bakımından “saldırı fiili”, bir Devlet tarafından, bir
başka Devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya bağımsızlığına karşı veya
Birleşmiş Milletler Şartı’na aykırı başka şekillerde silahlı kuvvet kullanılmasıdır.
Aşağıdaki eylemlerden her biri, savaş ilan edilmiş olup olmamasına bakılmaksızın,
BM Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1974 tarih ve 3314 (XXIX) sayılı kararına uygun
olarak saldırı fiili biçiminde değerlendirilir (RS. md. 8bis-2):
(a) Bir Devletin silahlı kuvvetlerince, bir diğer Devletin topraklarına yönelik
olarak yapılan istila veya taarruz ya da ne kadar geçici olsa da, bu tür bir istila veya
taarruzdan kaynaklanan herhangi bir askeri işgal veya kuvvet kullanarak başka bir
Devletin topraklarının tümünün ya da bir bölümünün ilhakı (RS. md. 8bis-2/a);
(35)
(36)
(37)
Uğur BAYILLIOĞLU, “Uluslararası Ceza Mahkemesinin Yargı Yetkisi Açısından Saldırı Suçuna
İlişkin Kampala Düzenlemeleri”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, C. 9, S. 33, 2013, ss. 5987.
https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/tr/news/none-uluslararas-ceza-mahkemesinin-saldr-sucubakm/ (Erişim Tarihi: 03.06.2018)
Statünün 8 bis maddesinin İngilizce tam metni için bkz: https://www.icccpi.int/nr/rdonlyres/
add16852-aee9-4757-abe7-9cdc7cf02886/283503/romestatuteng1.pdf (Erişim Tarihi: 03.06.2018).
380
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi
(b) Bir Devletin silahlı kuvvetleri tarafından, başka bir Devletin ülkesine karşı
yapılan bombardıman veya bir Devlet tarafından diğer Devletin ülkesine karşı
gerçekleştirilen herhangi bir silah kullanımı (RS. md. 8bis-2/b);
(c) Bir başka Devletin silahlı kuvvetleri tarafından, bir Devletin limanlarının
veya kıyılarının ablukaya alınması (RS. md. 8bis-2/c);
(d) Bir Devletin silahlı kuvvetleri tarafından, bir başka Devletin kara, deniz
veya hava kuvvetlerine ya da deniz ve hava filolarına saldırı (RS. md. 8bis-2/d);
(e) Kabul eden Devletle yapılan bir anlaşma uyarınca o Devletin ülkesinde
bulunan bir Devletin silahlı kuvvetlerinin, o anlaşmada belirtilen koşullara aykırı
olarak kullanılması veya anlaşmanın sona ermesinden sonra da bu topraklardaki
varlığını devam ettirmesi (RS. md. 8bis-2/e);
(f) Topraklarını başka bir Devletin kullanımına tahsis eden bir Devletin,
topraklarının diğer Devlet tarafından üçüncü bir Devlete karşı bir saldırı eyleminde
kullanımına izin vermesi (RS. md. 8bis-2/f);
(g) Bir başka Devlete karşı yukarıda sayılan fiiller düzeyinde silahlı kuvvet
eylemleri gerçekleştiren silahlı çetelerin, grupların, düzensiz birliklerin veya paralı
askerlerin bir Devlet tarafından veya bir Devlet adına gönderilmesi ya da o Devletin
bu eylemlere önemli ölçüde katılması (RS. md. 8bis-2/g).
Saldırı suçunun tanımının yapıldığı birinci fıkrada belirtilen eylemler
değerlendirildiğinde bu suçu işleyebilecek kişilerin alelade/sıradan insanlardan çok,
yalnızca üst düzey devlet görevlileri olabileceği sonucuna varılacaktır. Çünkü madde
metninde de belirtildiği gibi “bir Devletin siyasi veya askeri eylemlerini etkili
biçimde kontrol edebilme veya yönetebilme konumunda bulunan bir kimse” ancak
ve ancak bir üst düzey komutan veya ülke başkanı, başbakan gibi ülke siyasetine
veya silahlı kuvvetlerine hükmetme salahiyetine sahip bir kimse olabilir. 38
İkinci fıkra ve bağlı alt bentlerde ise Saldırı Suçunu oluşturan bazı eylemlerin
nitelikleri açıklanmıştır. Bu maddede belirtilen eylemler ile BM Genel Kurulu’nun
14 Aralık 1974 tarih ve 3314 Sayılı Kararında belirtilen eylemlerin birbirinin aynısı
olduğu, dolayısıyla Saldırı Suçunun oluşumunun tespiti için 3314 sayılı karardan
yararlanıldığını görmekteyiz.
Saldırı Suçunun tanımı ve unsurları belirlenirken Statüye sonradan eklenen
15bis39 ve 15ter40 maddelerinde ise Mahkemenin yargı yetkisinin, “savcının re’sen
(38)
(39)
(40)
EMİR, agm, s.128.
Statünün 15 bis maddesinin İngilizce tam metni için bkz: https://www.icccpi.int/nr/rdonlyres/
add16852-aee9-4757-abe7-9cdc7cf02886/283503/romestatuteng1.pdf (Erişim Tarihi: 03.06.2018).
Statünün 15 ter maddesinin İngilizce tam metni için bkz: https://www.icccpi.int/nr/rdonlyres/
add16852-aee9-4757-abe7-9cdc7cf02886/283503/romestatuteng1.pdf (Erişim Tarihi: 03.06.2018).
381
Bulut Çağlar DENİZ
harekete geçmesi” veya “taraf devlet bildirimi” durumlarıyla, “Güvenlik Konseyi
bildirimi” durumlarında nasıl gerçekleşeceği hususuna değinilmiştir. Buna göre
Mahkemenin Saldırı Suçu bakımından yargı yetkisini kullanması konusunda bir ön
şart olarak hem Statüye taraf otuz ülkenin değişiklikleri onaylaması, hem de taraf
devletlerin 1 Ocak 2017 tarihinden sonra bu konuda oybirliği veya 2/3 oy çokluğu
yönünde bir karar alması gerekmektedir.41
Gözden Geçirme Konferansında kabul edilen 15bis maddesinin 4. bendinde 42
Mahkemenin Saldırı Suçu üzerindeki yargı yetkisini yalnızca taraf bir devletten
kaynaklanan saldırı fiilleri kapsamında icra edebileceği, buna ilave olarak 5.
bendine43 göre de Statüye taraf olmayan bir ülke vatandaşı için Saldırı Suçu
bakımından ülkesellik ve uyrukluk kriterlerinin geçerli olamayacağı hüküm altına
alınmıştır. Buradan hareketle, düzenleme sonrası, Statüye taraf olmayan bir devletin
vatandaşının işlediği veya Statüye taraf olmayan bir ülkede işlenen Saldırı Suçu
kapsamındaki eylemler konusunda Mahkemenin yargı yetkisinin devreye
giremeyeceğini söyleyebiliriz.
Ayrıca 15bis maddesinin 4. bendi incelendiğinde şu sonuca varılacaktır. Bir
ülke Statüye taraf olsa da, Mahkemenin Saldırı Suçu üzerindeki yargı yetkisini kabul
etmediğini Yazı İşleri Bürosu’na açıkça bildirmişse, Mahkeme’nin bu durumda,
ilgili ülke vatandaşını Saldırı Suçu bakımından yargılaması söz konusu
olamayacaktır.44 Diğer bir ifade ile Statüye taraf olan ve Saldırı Suçu bakımından
Mahkemenin yargı yetkisini kabul etmediğini Yazı İşleri Müdürlüğüne açıkça
bildirmeyen bir devletin vatandaşlarının Mahkeme tarafından yargılanabileceği;
yine aynı şekilde Statüye taraf olan ve Saldırı Suçu bakımından Mahkemenin yargı
yetkisini kabul ettiğini Yazı İşleri Müdürlüğüne açıkça bildiren bir devletin
vatandaşlarının Mahkeme tarafından yargılanmasının mümkün olabileceği
şeklinde de ifade edebiliriz.45 Statüye taraf ülkelerin değişiklikleri onaylamasına
rağmen, Mahkeme’nin Saldırı Suçu bakımından yargı yetkisini kabul etmediğini
(41)
(42)
(43)
(44)
(45)
BAYILLIOĞLU Uğur, agm., s. 62.
Statünün 15 bis maddesinin 4. Bendi, “Mahkeme, 12. madde gereğince saldırı suçu üzerindeki yargı
yetkisini, taraf bir devletten kaynaklanan saldırı fiilleri için icra edebilir; meğer ki o taraf devlet,
daha önce Yazı İşleri Müdürlüğü’ne bu neviden bir yargı yetkisi kabul etmediğini arz eden bir
bildirimde bulunmuş olmasın. Bu neviden bir bildirimin geri alınması herhangi bir zamanda etki
doğurur ve taraf devlet tarafından üç yıl içinde değerlendirmeye tâbi tutulur” şeklinde
düzenlenmiştir.
Statünün 15 bis maddesinin 5. bendi, “İşbu Statü’ye taraf olmayan bir devletle ilgili olarak
Mahkeme, o devletin vatandaşları tarafından veya ülkesinde işlenen Saldırı Suçu üzerinde yargı
yetkisi icra etmeyecektir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Agm. , s. 132-133.
BAYILLIOĞLU Uğur, agm. , s. 70-71.
382
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi
Yazı İşleri Müdürlüğüne bildirmesi durumunda, bu ülkeler kendi vatandaşları için
Mahkeme’nin yargı yetkisini kullanmasını engelleyebilme hakkına sahiptirler.
2010 Gözden Geçirme Konferansı kapsamında alınan ve buraya kadar
açıklanan hususlar, Saldırı Suçu ile ilgili bir devlet bildirimi veya Mahkeme
savcılarının re’sen harekete geçmeleri durumlarını kapsamaktadır. Güvenlik Konseyi
bildirimleri açısından bu husus, 15 ter maddesinde, Statünün 13. maddesinin b
bendine atıfta bulunularak açıklanmıştır. Güvenlik Konseyinin başvurusu sonrası
Mahkemenin yargı yetkisini kullanması durumunda, hem Statünün 12. maddesinde,
hem de 2010 Gözden Geçirme Konferansı sonrası eklenen 15bis maddesinin 4. ve 5.
bendinde belirtilen ön koşulların varlığı şartı aranmamaktadır. Bir başka ifade ile
Güvenlik Konseyinin başvurusu durumunda, Statüye taraf olmayan bir devletin
vatandaşları üzerinde de yargı yetkisi icra edilebilecektir.46
Burada son olarak şu hususu vurgulamamız gerekir: 2010 Gözden Geçirme
Konferansında kabul edilen 15 ter maddesinin 4. bendi gereği, Mahkeme dışındaki
bir başka yargı organının saldırı fiiline ait saptamaları, Mahkeme’nin tespitlerini
etkilemeyecektir. Bu madde ile Mahkemenin Güvenlik Konseyinden bağımsız olarak
Saldırı Suçu üzerinde tespitlerde bulunabileceğini söyleyebiliriz.
3. Saldırı Suçunun Unsurları
Saldırı Suçunun tanımının yapıldığı 8 bis maddesinin birinci fıkrası incelendiğinde Saldırı Suçu kapsamında değerlendirilen eylemleri işleyebilecek kişilerin yalnızca üst düzey devlet yetkilileri ile yüksek rütbeli askeri komutanlar olabileceği önceki bölümlerde belirtilmişti. Bunu, Kampala Konferansında alınan karar ve yapılan
tanımdan yola çıkarak, bir devletin siyasi veya askeri faaliyetleri üzerinde karar alma
veya onları harekete geçirme salahiyetine sahip olmayan sıradan kişilerin veya düşük
rütbeli askerlerin bu suçun faili olması olasılığının çok düşük olacağı şeklinde de
ifade edebiliriz. Buna ek olarak, Suçun Unsurları Yasası madde 3’e göre, faillerin
gerçekleştirdiği fiillerin Saldırı Suçu kapsamında değerlendirilebilmesi için bu eylemleri suç işleme niyetiyle gerçekleştirmesi ve bu eylemlerin sonuçlarının içinde
bulunulan şartlardan çıkarılabilmesi gerekir. Bunun yanında failin bu fiillerinin BM
Antlaşması hükümlerini alenen ihlal eder mahiyette olan bir eylemin planlanma, hazırlanma, başlatılma veya icra safhalarından biri kapsamında gerçekleşmesi gerektiği
de belirtilmelidir. Diğer bir ifade ile failin gerçekleştirdiği eylem, BM Antlaşması
hükümlerini alenen ihlal eder nitelikte değilse, Saldırı Suçunun maddi unsurunun
(46)
KUL, agt, s. 94.
383
Bulut Çağlar DENİZ
oluşumundan bahsetmemiz mümkün olmayacaktır. 47 Ayrıca madde metninde planlama, hazırlanma ve başlatılma terimlerinin özellikle belirtilmesi, Saldırı Suçu konusunda fail olabilecek kişilerin, eylemleri icra eden kişilerin yanında bu eylemleri tasarlayan, hazırlayan ve başlatan kişilerin, yani bu suça iştirak eden kişilerin olabileceğini vurgulamak içindir. Maddede belirtilen planlama, hazırlama ve tasarlama eylemlerini de yalnızca üst düzey yetkililerin gerçekleştirebilecekleri değerlendirilmektedir.
Statünün 8 bis maddesinin ikinci fıkrası ve buna bağlı alt bentler incelendiğinde, öncelikle bir eylemin saldırı fiili kapsamında değerlendirilebilmesi için, eylemlerin bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına
zarar vermesi ve bu eylemlerin Birleşmiş Milletler Antlaşması ile giderilemeyecek
şekilde silah kullanma eylemlerini içeriyor olması gerektiği görülecektir. Ayrıca bu
maddenin alt bentlerinde düzenlenen eylemlerden herhangi birinin gerçekleştirilmesi, bir savaş ilanına gerek kalmaksızın Saldırı Suçunun maddi unsurunun oluşumu
açısından yeterli sayılacaktır (md. 8 bis-2). Bu kapsamda, Saldırı Suçunu maddi unsurunu oluşturan fiilleri kısaca açıklayacak olursak;
a. Bir devletin kendi silahlı kuvvetlerini kullanmak suretiyle bir başka ülkenin
bir kısmını veya tamamını zorla ele geçirmesi veya bu amaçla o devlete karşı kuvvet
kullanması ya da bu devletin bir kısmını veya tamamını kendine bağladığını ilan etmesi,
b. Bir devletin silahlı kuvvetlerini kullanarak bir başka ülkeyi bombardımana
maruz bırakması veya o ülkeye karşı herhangi bir şekilde silahlı kuvvet kullanması,
c. Bir devletin silahlı kuvvet kullanarak bir başka ülkeye ait liman veya kıyılarının dış dünya ile bağlantısının kısmen veya tamamen kesilmesi, o bölgelere giriş
çıkışın uluslararası hukuka aykırı şekilde yasaklanması veya kontrol altına alınması,
d. Bir devletin silahlı kuvvelerinin bir başka ülkeye ait kara, deniz ve hava
kuvvetleri unsurlarına taarruz etmesi,
e. Yapılan anlaşmalar kapsamında bir devletin sınırları içerisinde bulunan
başka bir ülkeye ait silahlı kuvvetlerin, bu anlaşmalar haricinde ve hukuka aykırı
şekilde kullanılması veya anlaşmaların sona ermesinden sonra bu kuvvetlerin varlığının devam ettirilmesi,
f. Kendi topraklarında bir başka ülkeye ait silahlı güçlerin bulunmasına izin
veren bir devletin, silahlı güçlerin ait olduğu devlet tarafından, üçüncü bir ülkeye
karşı gerçekleştirilecek saldırı fiili kapsamındaki eylemlerine göz yumması,
(47)
Agt. , s. 81.
384
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi
g. Bir devletin, silahlı eylemler gerçekleştiren çeteler, silahlı gruplar veya paralı askerler kullanarak, bir başka devlete karşı BM Anlaşmasında belirtilen ağırlığa
ulaşacak nitelikte eylemler yaptırması veya bu eylemlere müdahil olması.
Görüldüğü gibi Saldırı Suçu kapsamında değerlendirilecek eylemlerin ancak
ve ancak istila, ilhak, bombardıman, abluka, vb. gibi ağırlıkları itibariyle çok ciddi
nitelikteki eylemleri içermesi gerekmektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesinin uluslararası toplumu derinden sarsan çok ciddi konuları yargılamakla görevli bir mahkeme olduğu düşünüldüğünde, bu eylemleri gerçekleştiren kişilerin Mahkeme tarafından yargılanacak olması doğal karşılanacaktır.
Sonuç
Kampala Konferansında Saldırı Suçunun tanımının yapılması ve unsurlarının
belirlenmesi Roma Statüsünün sınırlarının tam anlamıyla çizilmesi açısından
önemlidir. Ceza yargılamalarında oluşan yasal boşluklardan suç işleyen/işleyecek
kişilerin yararlandığı düşünüldüğünde yapılan düzenlemenin önemi daha da anlam
kazanacaktır.
Zira Saldırı suçu ile ilgili bu düzenlemenin yapılması, suç teşkil eden fiiller
gerçekleştirecek kişilerin Statü’nün yasal boşluklarından yararlanmasını
engelleyecek, bu nedenle suçun tanımı ve unsurları tam anlamıyla belirlendiği için
bu durumun muhtemel suçlular tarafından cezadan kurtulma yöntemi olarak
kullanılması durumu söz konusu olmayacaktır.
Bu düzenleme ile birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi uluslararası barış ve
adaletin sağlanması konusuna daha somut katkı sağlayacaktır. Sonuçta
tanımlanmayan bir suç ile ilgili bir yargılama faaliyetinin yürütülmesi günümüz
hukuk çevrelerince kabul görmeyecek ve sert şekilde eleştirilecektir.
Bulut Çağlar DENİZ
Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yüksek Lisans Öğrencisi
385
Bulut Çağlar DENİZ
Kaynakça
AKDOĞAN Can, Uluslararası Ceza Divanı Statüsünde Savaş Suçları, (Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2009.
ASLAN Muzaffer Yasin, Teoride ve Uygulamada Savaş Suçları (3.Baskı), Bilge
Yayınevi, Ankara 2016.
BAYILLIOĞLU Uğur, “Uluslararası Ceza Mahkemesinin Yargı Yetkisi Açısından
Saldırı Suçuna İlişkin Kampala Düzenlemeleri”, Uluslararası Hukuk ve
Politika Dergisi, C. 9, S. 33, 2013, ss. 59-84.
BEYAZIT Özgür, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Yetkisi,
(Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi),
Kırıkkale 2008.
DENİZ Bulut Çağlar, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Konu Bakımından Yargı
Yetkisinin İncelenmesi, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2018.
EMİR Nergiz, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi Bakımından Saldırı
Suçu” Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.1, S.2, 2015, ss.118139.
KÖCHLER Hans, Küresel Adalet mi, Küresel İntikam mı? , Dönüm Noktasındaki
Uluslararası Cezai Yargı, (Çev: Funda KESKİN, Erdem DENK), Alkım
Kitabevi, İstanbul 2005.
ÖNDER Orhan, Birleşmiş Milletler Ruanda İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi,
Bilge Yayınevi, Ankara 2006.
ÖNOK Rıfat Murat, Tarihi Perspektifi İle Uluslararası Ceza Divanı, Turhan
Kitabevi, Ankara 2003.
ÖZKAN Arda, “Silahlı Çatışmalar Hukukunun Uygulanmasında Ad-Hoc
Mahkemelerin Rolü”, Middle East Dergisi, 2005, s. 482-495.
ŞEN Ersan, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2009.
KUL Mehmet Celal, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki
Yargı Yetkisi, (Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi), İstanbul 2012.
Elektronik Kaynaklar
http://ad-hoc.nedir.org/
https://antlasmalar.com/
http://aygunhoca.com/
386
Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi
https://www.bbc.com/turkce/
https://m.bianet.org/
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/417836
https://encyclopedia.ushmm.org/
https://www.icc-cpi.int/
http://www.icty.org/
https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/
http://www.tarihiolaylar.com/
https://tr.m.wikipedia.org/
http://www.wikiwand.com/tr/
387
F - Eğitim
Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik
Algılarının Çeşitli Değişkenlere Göre Belirlenmesi
Dr. Ebru ARAÇ ILGAR
Bozok Üniversitesi
Dr. Bekir Barış CIHAN
Bozok Üniversitesi
Emre MERMERKAYA
Bozok Üniversitesi
Özet: Bu araştırma Ankara ili merkez ilçesinde bulunan özel okullarda
görev yapan beden eğitimi ve diğer branş öğretmenlerinin öğretmen liderlik
rollerine ilişkin algı düzeylerinin çeşitli değişkenlere göre belirlenmesi
amaçlanmıştır. Veri toplama aracı olarak Beycioğlu ve Aslan (2010) tarafından
geliştirilen “Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeği”
nin algı düzeyi belirleme boyutu kullanılmıştır. Ölçek 25 maddeden oluşan 5
yanıt kategorili Likert türündedir. Ölçek kurumsal gelişme, mesleki gelişim ve
meslektaşlarla işbirliği alt boyutlarından oluşmaktadır. Ölçeğin geçerlik
çalışması için yapılan doğrulayıcı faktör analizi sonuçları incelendiğinde Ki-
kare istatistiğinin serbestlik derecesine oranının ( =660.46, sd=272) üçten
2
küçük; RMSEA değerinin 0.074 ile 0.08’in altında; TLI değerinin 0.82, CFI
değerinin 0.84, GFI değerinin 0.93 ile 0.80’in üzerinde olduğu görülmektedir.
Dolayısıyla Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme
Ölçeği’nin algı boyutunun üç faktörlü yapısının için iyi bir uyuma sahip olduğu
ortaya konmuştur. Ölçeğin Cronbach alpha katsayısı ölçeğin tamamı için 0.86;
kurumsal gelişim alt boyutu için 0.77; mesleki gelişim alt boyutu için 0.82 ve
meslektaşlarla iş birliği alt boyutu için 0.70 olarak hesaplanmıştır. Araştırma
sorularına ilişkin bulgular incelendiğinde cinsiyet, medeni durum, branş
değişkenlerine göre öğretmenlerin liderlik algıları arasında anlamlı bir fark
bulunamamıştır. Diğer bir ifade ile beden eğitimi öğretmenleri ile diğer branş
öğretmenlerinin öğretmen liderliğine ilişkin algıları arasında anlamlı bir
farklılık bulunmamıştır. Öte yandan yaş ve kıdem değişkenlerine göre
öğretmenlerin liderlik algıları arasında anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir.
Buna göre 6-10 yıl arası görev yapan öğretmenlerin öğretmen liderliğine ilişkin
meslektaşlarla iş birliği ve kurumsal gelişim algı düzeylerinin 1-5 yıl arası
kıdeme sahip öğretmenlerden anlamlı derecede yüksek olduğu görülmüştür.
Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA
Ayrıca, 31-39 yaş aralığındaki öğretmenlerin kurumsal gelişim boyutuna dair
algı düzeyleri 22-30 yaş arası öğretmenlerin algı düzeylerinden anlamlı
derecede yüksek bulunmuştur.
Anahtar Kelime: Öğretmen Liderliği, Beden Eğitimi Öğretmeni,
Öğretmen
Determining the Leadership Perceptions of Physical Education
and Other Branch Teachers with Respect to Various Factors
Abstract: The aim of this study is to determine the leadership perceptions of physical education and other branch teachers, who work at private schools in central districts of Ankara with respect to certain variables. Perception
level determination, which is a sub-dimension of “Perception and Expectation
Determination Scale towards Teacher Leadership” (developed by Beycioğlu
and Aslan, 2010), was utilized as the data collection tool. This is a likert scale
comprising of 25 question with 5 options. The scale consists of three sub-dimensions, of which names are organizational development. Professional development and collaboration among colleagues. When the results of factor analysis, which had been for validity control, were examined, it was observed that
the ratio of chi-square statistic to the degree of freedom (ꭓ²=660.46, dof=272)
was found to be less than 3, RMSEA was less than 0.08 with a value of 0.074,
TLI was 0.82, CFI was 0.84 and GFI was 0.93, which was higher than 0.80.
Therefore, it is evident that Perception and Expectation Determination Scale
towards Teacher Leadership is suitable for examination of the perception level’s three-factor structure. The Cronbach-alpha coefficient of the whole scale
was 0.86; for the organizational development sub-dimension it was 0.77, for
the professional development sub-dimension it was 0.82 and for the inter-colleague collaboration sub-dimension it was 0.70. When the findings about questionnaire was examined, there was no signification difference between the perception levels of teachers with respect to gender, marital status and branch variables. In other words, there was no significant difference between the perception levels of physical education and other branch teachers. On the other hand,
there was a signification difference between the perception levels of teachers
with respect to age and seniority variables. According to this, organization development and inter-colleague collaboration perception levels of the teachers
with 6-10 years of tenure were found to be significantly higher than that of
teachers with 1-5 years of tenure. Moreover, organization development perception levels of the teachers that are age of 31-39 were observed to be higher than
that of teachers, who are age of 22-30.
Keywords: Teacher Leadership, Physical Education Teacher, Teacher
392
Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere…
1. GİRİŞ
Liderliğin nasıl tanımlandığı ile ilgili ulusal ve uluslararası alan yazın
incelendiğinde liderliğin birbirinden farklı özelliklere vurgu yapan birden fazla
tanımının olduğu dikkat çekmektedir. Türk Dil Kurumuna (TDK, 2018) göre lider;
önder, bir toplumun bir kuruluşun tutum, davranış ve eylemlerini en üst düzeyde
değiştirip yönetme yeteneği gösteren kimse olarak tanımlanırken, liderlik; liderin
görevi şeklinde açıklanmıştır. Gürüz (2006) liderliği bir topluluğun üyelerini belirli
bir amaç ve hedef doğrultusunda bir araya getirerek gerekli bilişsel, duygusal ve
eylemsel birlikteliği sağlama misyonunu üstlenen kişi olarak tanımlamakta ve
liderliği oluşturan ön önemli özelliğin çevresindeki insanları belirli bir amaç
doğrultusunda ortak çaba sergilemeye odaklama olarak belirtmektedir. Aydın (2007)
ise liderliğin bir grup üzerinde kontrol gücüne sahip olma, grup sürecinden ve
deneyiminden doyum sağlama özelliğine vurgu yapmaktadır. Bursalıoğlu (2008) bu
tanımların kapsamını biraz daha genişleterek, liderliğin grubun yaşantılarını
değerlendirip düzenleyebilen ve bu değerlendirmeler doğrultusunda grubun bunları
yerine getirebilme gücünü kullanabilme özelliğine vurgu yapmış, liderin yeni bir
toplum yapısı yaratabilme, bu yeni yapıya yön verebilme, bu yapının kendine özgü
özellikler geliştirebilmesine dikkat çekmiştir. Bursalıoğlu’nun tanımında altı çizilen
unsur; liderin başarı, yenilik ve dengeyi bağdaştırarak gerektiğinde var olan
kalıplarının dışına çıkabilme ve yeni bir yapı yaratabilmesidir.
Küreselleşen dünyada değişen dünya ve ihtiyaçlara paralel olarak etkili bir
liderin yaratması gereken yeni yapıların tarihsel süreç içinde değişime uğraması
oldukça anlaşılır bir durumdur. Bu değişim sürecinde okulların ve öğretmenlerin
liderlik tarzlarının sürecin dışında kalması mümkün olmamış (Beycioğlu, 2009,
2010) ve öğretmen liderliğine yönelik rollerin yer aldığı yeni yaklaşımlar ortaya
çıkmıştır. Öğretmen liderliği denilince akıllara ilk olarak okul yöneticileri gelmesine
rağmen eğitim öğretimde liderlik kavramı ile sadece okul yöneticileri değil, eğitim
öğretime öncülük yapan öğretmenler de kastedilmektedir (Bakioğlu ve Hesapçıoğlu
1997, 1998; Güllü ve Arslan, 2009). Öğretmen liderliğinin hangi temel bileşenlerden
oluştuğuna ilişkin yukarıda özetlenen yaklaşımların altını çizdiği temel bileşenlerle
tutarlı olarak, Harris ve Muijs (2008) öğretmen liderliğinin kuramsal gelişim, mesleki
gelişim ve meslektaşlarla iş birliği alt boyutlarını içerdiğini belirtmiştir. Mesleki
gelişim boyutunda öğretmenler içinde bulundukları kurumu geliştirmek için
oluşturulmuş bir misyonu sınıflarına yansıtacak davranışları sergilerler. Mesleki
gelişim öğretmenlerin etkin tutumlarıyla ilgilidir. Öğretmenler kendilerini okulun,
öğrencilerin, meslektaşlarının gelişimi doğrultusunda gerçekleşen, çağa uygun
393
Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA
yenilik ve değişimlerin bir parçası olarak görürler. Bu parçanın bir gerekliliği olarak
da hem mesleki hem de kişisel olarak kendilerini geliştirecek davranışlar sergilerler.
Bu amaç doğrultusunda mesleki gelişimlerine yönelik olarak gerektiğinde yardımcı
kaynaklara veya alanında uzmanlaşmış öğretim üyelerine yönelerek dış destek
almaya açıktırlar. Son ve en önemli boyut olan meslektaşlarla iş birliği ve
meslektaşlarla yakın ilişkiler kurma boyutunda, tecrübelerini aktarmak ve onlardan
bir şeyler öğrenebilmek, kurumun ortak hedeflerine ulaşabilmek için meslektaşları
ile işteş öğrenme yoluyla ilişkileri ilerletecek davranışlar sergilemeleri gerekir.
Öğretmenlerin eğitim öğretim sürecinde müfredat ve kazanımlar hakkında
kritik kararlar vererek liderlik rollerini oynadıkları görülmektedir (Can, 2006; Can,
2009). Öğretmenlik mesleği branşlara ayrılmış olsa da öğretmenlerde genel düşünce
genç nesillere, gruplara ve toplumlara karşı sorumlulukları ve bilgi birikimlerini
aktararak onlara liderlik yapmayı içerir (Can, 2002). Alan yazında öğretmen liderlik
stillerinin branşlara göre farklılık gösterip göstermediğine yönelik yürütülmüş olan
araştırma bulguları farklılıklardan daha çok benzer liderlik stillerinin sergilendiğine
işaret etmektedir. Örneğin, Hasançebioğlu (2002) yaptığı araştırmada ortaöğretimde
çalışan farklı branştaki öğretmenlerin sahip oldukları branştan bağımsız olarak yarı
demokratik liderlik stiline sahip olduklarını bulmuştur. Hasançebioğlu’nun (2002)
yapmış olduğu bu araştırmanın bulguları farklı eğitim düzeylerinde çalışan müzik
öğretmenleri ile yürütülmüş olan araştırma bulguları ile de desteklenmiş, ilköğretim
ve ortaöğretimde çalışan müzik öğretmenlerinin sınıfta ağırlıklı olarak yarı
demokratik liderlik stilli sergiledikleri bulunmuştu (Deniz ve Seçgel, 2006). Müzik
öğretmenlerinin liderlik stilleri). Beden eğitimi öğretmenleri ile yürütülmüş olan bir
başka araştırma da ortak sonuçlara işaret etmiş, beden eğitimi öğretmenlerinin sınıfta
ağırlıklı olarak yarı demokratik liderlik sitilini sergilediklerini göstermiştir. Bu bulgu
öğretmenlerin cinsiyetlerine, hizmet yıllarına, eğitim düzeylerine, okul düzeylerine
ve okullarındaki öğrenci sayılarına göre farklılık göstermemiştir (Güllü ve Arslan,
2009). Bütün bu araştırma bulguları öğretmenlerin liderlik stillerinin branşlara göre
farklılık göstermediğine, farklı branşlara sahip olsalar da farklı okul düzeylerinde
çalışsalar da yarı demokratik liderlik stiline sahip olduklarına işaret etmektedir.
Sonuç olarak öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algılarını ortaya çıkarmayı
amaçlayan bir çalışma yapılmasının öğretmen liderliği tartışmalarına ve eğitim
liderliği alan yazına liderlik kavramının gündeme alınması ve uygulamaları
konularında katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu amaç doğrultusunda aşağıdaki
sorulara cevap aranmıştır:
Öğretmenlerinin liderlik algı düzeyleri;
394
Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere…
• Cinsiyet
• Medeni durum
• Branş
• Yaş
• Kıdem değişkenlerine göre farklılık göstermekte midir?
2. YÖNTEM
2.1. Araştırma Modeli
Bu çalışmada öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algılarının çeşitli
değişkenlerle ilişkisinin belirlenmesi amaçlandığından araştırma tarama türündedir.
Tarama araştırmalarında bir grubun belirli özelliklerini belirlemek veya var olan
durumu olduğu gibi ortaya koymak amaçlanmaktadır (Büyüköztürk, 2017).
2.2. Çalışma Grubu
Araştırmanın çalışma grubu 2016-2017 yılında görev yapan 261 öğretmenden
oluşmaktadır. Çalışma grubunun demografik özelliklerine ilişkin frekans ve yüzde
değerleri Tablo 1’de verilmiştir.
Tablo 1. Çalışma Grubunun Frekans ve Yüzde Dağılımı
Değişken
Grup
F
Kadın
160
Erkek
101
Cinsiyet
Toplam
261
Bekar
136
Medeni Durum
Evli
122
Toplam
258
Diğer
221
Branş
Beden Eğitimi
40
Toplam
261
22-30
149
31-39
88
Yaş
40 ve üzeri
24
Toplam
261
Kıdem
1-5
173
6-10
51
11-15
21
16 ve üzeri
16
Toplam
261
395
%
61.3
38.7
100.0
52.7
47.3
100.0
84.7
15.3
100.0
57.1
33.7
9.2
100.0
66.3
19.5
8.1
6.1
100.0
Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA
Çalışma grubunun yaklaşık %61’inin kadın; %53’ünün bekar; %15’inin beden
eğitimi öğretmeni, %57’sinin 22-30 yaş aralığında ve %66’sının öğretmenlikte ilk 5
yılında olduğu görülmektedir.
2.3. Veri Toplama Aracı
Araştırmanın verileri Beycioğlu ve Aslan (2010) tarafından geliştirilen
Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeği-ÖLAB’nin “algı”
boyutu ile toplanmıştır. Ölçekte öğretmenlerin liderlik algıları “Kurumsal gelişme”,
“Meslekî Gelişim” ve “Meslektaşlarla iş birliği” boyutları temel alınarak
ölçülmüştür. Ölçek, “Kurumsal gelişme” alt boyutunda 9; “Mesleki gelişim” alt
boyutunda 11 ve “Meslektaşlarla iş birliği” alt boyutunda 5 olmak üzere toplam 25
maddeden oluşmaktadır. Ölçek, tepki kategorileri Her zaman (5), Sık sık (4), Bazen
(3), Nadiren (2) ve Hiçbir zaman (1) aralığında olan Likert türünde bir ölçektir.
Ölçekten alınabilecek en düşük puan 25; en yüksek puan 125’tir. Ölçek puanlarının
yüksekliği öğretmenlerin liderlik algılarının olumlu yönde olduğu şeklinde
yorumlanmaktadır. Beycioğlu ve Aslan (2010) tarafından yapılan geçerlik ve
güvenirlik çalışmasında ölçeğin açıkladığı toplam varyans % 57.23; Cronbach Alpha
iç tutarlık katsayısı ise 0.95 olarak hesaplanmıştır.
2.4. Verilerin Analizi
Verilerin analizinde öncelikle veri seti kayıp değer ve uç değer barındırma
durumu açısından incelenmiştir. Daha sonra veri toplama aracının bu örneklem için
de geçerli ve güvenilir olup olmadığını belirlemek için geçerlik ve güvenirlik
analizleri tekrarlanmıştır. Buna göre geçerlik kanıtı oluşturması için yapılan
doğrulayıcı faktör analizi sonuçları incelendiğinde Ki-kare istatistiğinin serbestlik
2
derecesine oranının ( = 660.46, sd = 272) üçten küçük; RMSEA değerinin 0.074
ile 0.08’in altında; TLI değerinin 0.82, CFI değerinin 0.84, GFI değerinin 0.93 ile
0.80’in üzerinde olduğu bulunmuştur. Dolayısıyla Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı
ve Beklenti Belirleme Ölçeği’nin algı boyutunun üç faktörlü yapısının iyi bir uyuma
sahip olduğu ortaya konmuştur. Ölçeğin güvenirliği için madde toplam
korelasyonları ve Cronbach alpha katsayısı incelenmiştir. Buna göre, madde toplam
korelasyonları 0.30 ile 0.53 arasında ve Cronbach alpha katsayısı ölçeğin tamamı için
0.86; kurumsal gelişim alt boyutu için 0.77; mesleki gelişim alt boyutu için 0.82 ve
meslektaşlarla iş birliği alt boyutu için 0.70 olarak hesaplanmıştır. Ölçeğin madde
toplam korelasyonlarının 0.25’in üzerinde ve pozitif; iç tutarlık katsayısının 0.70 ve
üstü olması ölçeğin güvenilir olduğunun bir göstergesidir (Kalaycı, 2010).
396
Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere…
Bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkenler üzerindeki etkisinin incelendiği
araştırma soruları için parametrik test varsayımlarının sağlandığı durumlarda
bağımsız gruplar t testi, varyans analizi; parametrik test varsayımlarının
sağlanmadığı durumlarda Mann Whitney U testi ve Kruskal Wallis-H testi
kullanılmıştır. Tüm analizlerde anlamlılık düzeyi 0.05 olarak belirlenmiştir. Verilerin
analizi aşamasında betimsel istatistiklerin hesaplanmasında, parametrik ve
parametrik olmayan testlerde SPSS 20 programları kullanılmıştır. Doğrulayıcı faktör
analizi Lisrel 8.4 ile yapılmıştır.
3. BULGULAR VE YORUM
Tablo 2’de öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algı düzeylerinin cinsiyete
göre t testi sonuçları verilmiştir.
Tablo 2. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının Cinsiyete
Göre t Testi Sonuçları
Boyut
Kurumsal
Gelişme
Mesleki
Gelişim
Meslektaşlarla
İşbirliği
Cinsiyet
N
X
Ss.
Sd.
t
p
Kadın
160
32.61
5.4
259
-0.816
0.415
Erkek
101
33.16
5.1
Kadın
160
42.63
6.3
259
0.136
0.892
Erkek
101
42.52
6.8
Kadın
160
18.68
3.3
259
-0.376
0.707
Erkek
101
18.84
3.3
*p<.05
Tablo 2’ye göre erkek ve kadın öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine
ilişkin kurumsal gelişme, mesleki gelişim ve meslektaşlarla işbirliği alt boyut puan
ortalamalarının birbirine oldukça yakın olduğu görülmektedir. T testi sonuçlarına
göre de ortalamalar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (t(259)kurumsal_gelişme = 0.816; t(259)mesleki_gelişim = 0.136; t(259)meslektaşlarla_işbirliği = -0.379, p > 0.05). Bu bulgu
öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine yönelik algılarının cinsiyete göre
değişmediğini göstermektedir.
Tablo 3’de öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algı düzeylerinin medine
durumlarına göre t testi sonuçları verilmiştir.
397
Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA
Tablo 3. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının
Medeni Durumlarına Göre t Testi Sonuçları
Boyut
Medeni
Durum
N
X
Ss.
Sd.
t
p
256
-1.048
0.296
256
-0.099
0.892
256
-1.443
0.922
Kurumsal
Gelişme
Bekar
136
32.50
5.5
Evli
122
33.20
5.1
Mesleki
Gelişim
Bekar
136
42.55
6.6
Evli
122
42.63
6.3
136
18.43
3.3
122
19.03
3.2
Meslektaşlarla Bekar
İşbirliği
Evli
*p<.05
Tablo 3’e göre evli öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine ilişkin kurumsal
gelişme ve meslektaşlarla iş birliği alt boyutu puan ortalamalarının bekar
öğretmenlerden yüksek olduğu görülmektedir. Ancak ortalamalar arasındaki bu
farklılığın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı bulunmuştur; (t (256)kurumsal_gelişme = 1.048; t(256)mesleki_gelişim = -0.099; t(256)meslektaşlarla_işbirliği = -1.443, p > 0.05). Bu bulgu
öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine yönelik algılarının medeni durumlarına
göre değişmediğini göstermektedir.
Tablo 4. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının
Branşlarına Göre t Testi Sonuçları
Boyut
Kurumsal
Gelişme
Mesleki
Gelişim
Meslektaşlarla
İşbirliği
Branş
N
X
Ss.
Sd.
t
p
Diğer
221
32.83
5.4
259
0.067
0.946
Beden E.
40
32.77
5.1
Diğer
221
42.64
6.7
259
0.283
0.777
Beden E.
40
42.32
5.4
Diğer
221
18.78
3.4
259
0.447
0.655
Beden E.
40
18.52
2.8
*p<.05
Tablo 4’e göre Beden eğitimi ve diğer branş öğretmenlerin öğretmen
liderlik rollerine ilişkin kurumsal gelişme, mesleki gelişim ve meslektaşlarla
398
Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere…
iş birliği alt boyut puan ortalamalarının birbirine oldukça yakın olduğu
görülmektedir. T testi sonuçları incelendiğinde de ortalamalar arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (t(259)kurumsal_gelişme = 0.067;
t(259)mesleki_gelişim = 0.283; t(259)meslektaşlarla_işbirliği = -0.447. p > 0.05). Bu bulgu
öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine yönelik algılarının branşlarına göre
değişmediğini göstermektedir.
Tablo 5. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının Yaş
Değişkenine Göre Kruskal Wallis Testi Sonuçları
Yaş
22-30
31-39
40 ve
üzeri
22-30
Mesleki Gelişim 31-39
40 ve
üzeri
22-30
Meslektaşlarla 31-39
İşbirliği
40 ve
üzeri
Kurumsal
Gelişme
n
X
Ss.
Sıra
İkili K.
sd 2
p
Ortalaması
(MW-U)
120.23
2 7.161 0.028*
22-30 ile
146.30
31-39
141.75
149 32.21
88 33.80
5.7
4.6
24
33.04
5.1
149 42.30
88 43.27
6.5
6.6
126.74
141.29
24
5.8
119.69
149 18.36 3.4
88 19.15 3.29
122.48
140.42
24
149.33
41.91
19.54
2.9
2 4.723 0.094
2 2.655 0.265
*p<.05
Tablo 5’e göre öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine ilişkin algılarının
kurumsal gelişme alt boyutu sıra ortalamalarının yaş düzeylerine göre istatistiksel
olarak anlamlı farklılaştığı görülmektedir ( 2 (sd = 2, n = 261) = 7.161; p < 0.05).
Kurumsal gelişme sıra ortalamalarının hangi yaş grubunda farklılaştığı Mann
Whitney U testi ile incelenmiştir. Buna göre “31-39” yaş grubundaki öğretmenlerin
kurumsal gelişme puanı sıra ortalamalarının (146.30); “22-30” yaş grubu
öğretmenlerin sıra ortalamalarından (120.23) anlamlı derecede yüksek olduğu
bulunmuştur (U = 5266.000, p < 0.05). Dolayısıyla, “31-39” yaş grubu öğretmenlerin
öğretmen liderlik rollerinin kurumsal gelişme boyutuna ilişkin algılarının daha genç
öğretmenlerden yüksek olduğu söylenebilir. Öte yandan, öğretmenlerin mesleki
gelişme ve meslektaşlarla işbirliği alt boyutlarına ilişkin algıları yaş düzeylerine göre
anlamlı olarak değişmemektedir; ( 2 (sd = 2, n = 261) = 4.723; 2 (sd = 2, n = 261)
= 2.655 p > 0.05).
399
Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA
Tablo 6. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının
Kıdem Değişkenine Göre Varyans Analizi Sonuçları
Ölçek
Grup
N
Kurumsal
Gelişme
Mesleki
Gelişim
Ort.
Ss.
1-5
173 32.15
5.5
5-10
51
34.43
5.4
11-15
21
34.09
4.2
15 ve
üstü
16
33.37
4.8
1-5
173 42.18
6.2
5-10
51
43.86
7.2
11-15
21
42.90
6.5
15
veüstü
16
42.62
6.9
173 18.29
3.3
51
19.76
3.6
11-15
21
19.52
3.4
15
veüstü
16
19.31
2.7
Meslektaşlarla 1-5
İşbirliği
5-10
F
p
2.963 .033*
.895
İkili
Karşılaştırma
(LSD)
1-5 ve 6-10
.444
3.229 .023*
1-5 ve 6-10
Tablo 6 incelendiğinde öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin
algılarının kurumsal gelişme ve meslektaşlarla işbirliği alt boyutu sıra
ortalamalarının kıdem düzeylerine göre istatistiksel olarak anlamlı farklılaştığı
görülmektedir (F(3,257) = 2.963, F(3,257) = 3.229, p < 0.05). Ortalamalar
arasındaki farkın hangi kıdem grupları arasında olduğunun incelendiği Post
Hoc ikili karşılaştırma testi sonuçlarına göre, “5-10” yıl arası kıdeme sahip
öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin kurumsal gelişme ve meslektaşlarla
işbirliği boyutu algı puanı ortalamalarının ( X kurumsalgelişme = 34.43; X
meslektaşlarlaişbirliği = 19.76), “1-5” yıl arası kıdeme sahip öğretmenlerin puan
ortalamalarından ( X kurumsalgelişme = 32.15; X meslektaşlarlaişbirliği = 18.29) anlamlı
derecede yüksek olduğu görülmüştür. Öte yandan mesleki gelişim puan
ortalamaları kıdem değişkenine göre istatistiksel olarak anlamlı
farklılaşmamıştır; (F (3,257) = 0.895, p > 0.05).
400
Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere…
4. TARIŞMA VE SONUÇ
Ankara’da özel okullarda görev yapmakta olan beden eğitimi ve diğer branş
öğretmenlerinin sergiledikleri liderlik rollerinin ve bu rollere ilişkin algılarının çeşitli
değişkenler ile olan ilişkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda
ilk olarak Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeğinin
(Beycioğlu ve Aslan, 2010; Sezer ve Kahraman, 2018) algı boyutunun üç faktörlü
yapısı incelenmiştir. Uygulanmış olan doğrulayıcı faktör analizi sonucunda elde
edilmiş olan uyum indeksleri ölçeğin kurumsal gelişim, mesleki gelişim ve
meslektaşlarla iş birliği olmak üzere üç faktörlü yapısını desteklemiştir.
Araştırma sorularına ilişkin bulgular incelendiğinde cinsiyet, medeni durum,
branş değişkenlerine göre öğretmenlerin liderlik algıları arasında anlamlı bir fark
bulunamamıştır. Diğer bir ifade lisede görev yapan beden eğitimi öğretmenleri ile
diğer branş öğretmenlerinin öğretmen liderliğine ilişkin algıları arasında anlamlı bir
farklılık bulunmamıştır. Bu bulgular, lisede görev yapan öğretmenlerin yaş, medeni
durum ve öğretim yaptıkları branştan bağımsız olarak benzer liderlik algıları
sergilediği söylenebilir. Liderliğe ilişkin rollerin cinsiyete göre farklılaşıp
farklılaşmadığını inceleyen alan yazın çalışmaları, bu araştırmadan elde edilen
bulgularla tutarlı bir şekilde öğretmen liderliği davranışlarının algılanma derecesinin
cinsiyete göre değişiklik göstermediğine işaret etmiştir (Memişoğlu ve Çakır, 2015;
Yiğit, Doğan ve Uğurlu, 2013). Öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algıları
üzerinde cinsiyetin anlamlı bir etkisinin olmadığına işaret eden araştırma bulgularına
ek olarak daha önceki araştırma bulguları sergilenen liderlik davranışlarının branşlar
arasında da farklılık göstermediği gözlenmiştir (Beycioğlu ve Aslan, 2012). Örneğin,
Hasançebioğlu (2002) yaptığı araştırmada ortaöğretimde çalışan faklı branştaki
öğretmenlerin, branşlarından bağımsız olarak ağırlıklı olarak yarı demokratik liderlik
stiline sahip olduklarını bulmuştur. Benzer olarak da beden eğitim öğretmenleri ile
yapılan bir araştırmada da ortak sonuçlara ulaşılmış, beden eğitim öğretmenlerinin
yarı demokratik liderlik stiline sahip oldukları, sergilenen liderlik stillerinin
öğretmenlerin cinsiyetlerine, hizmet yıllarına, eğitim düzeylerine, okul düzeylerine
ve okullarındaki öğrenci sayılarına göre farklılık göstermediği bulunmuştur (Güllü
ve Arslan, 2009).
Araştırmamızda öğretmenlerin liderlik algılarının yaş ve hizmette geçirilen
yıla göre değişiklik gösterdiğini ortaya çıkmaktadır. Analiz sonuçları, 6-10 yıl arası
görev yapan öğretmenlerin öğretmen liderliğine ilişkin meslektaşlarla iş birliği ve
kurumsal gelişim algı düzeylerinin 1-5 yıl arası kıdeme sahip öğretmenlerden anlamlı
derecede yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca, 31-39 yaş aralığındaki öğretmenlerin
kurumsal gelişim boyutuna dair algı düzeyleri 22-30 yaş arası öğretmenlerin algı
düzeylerinden anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Kıdemle birlikte ortaya çıkan
401
Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA
bu farklılık, hizmet yılı 6-10 arasında değişen öğretmenlerin meslekte daha
yeni olan öğretmenlerle karşılaştırıldığında meslektaşlarla işbirliği ve
kuramsal gelişim liderlik rolü boyutlarında daha yüksek puan alması,
öğretmenlerin meslekte kazanılan deneyimle birlikte meslektaşlarla yakın
ilişkiler kurmak, deneyimlerini onlarla paylaşmak ve karşılıklı öğrenme
yoluyla bu ilişkileri ilerletmek, kendilerini okullarındaki gelişimin aktif bir
parçası olarak görmek ve kurumlarını daha iyiye götürmek için aktif bir çaba
içinde olmak gibi liderlik rollerini daha fazla yerine getirdikleri
düşünülmektedir . Bu bulgular öğretmen liderliğinin meslekte geçirilen yıl ve
birikimle paralel olarak olgunlaşmaya ve deneyime dayalı bir gelişimsel süreç
geçirdiğini, statik bir yapısı olmasından çok dinamik bir yapıya sahip
olduğunu göstermektedir. Öğretmenlik liderlik rollerinin gelişime dayalı bu
dinamik yapısı okul yöneticilerinin meslekte daha kıdemli ve deneyimli olan
öğretmenlerin daha genç öğretmenlerle bir araya gelerek deneyimlerini onlarla
paylaşmalarına izin verecek, liderlik stillerini geliştirici bir okul iklimi
oluşturmalarının önemine işaret etmektedir. Bu durumun kurumsal gelişime
ve eğitim öğretimin kalitesinin artmasına katkı sağlayacağı düşünülmektedir
(). Bu tartışmalarla tutarlı olarak, öğretmen liderliğine yönelik yürütülmüş olan
araştırma bulguları, okullarda lider üye etkileşimi niteliğinde olan öğretmen
liderliği davranışlarının okuldaki öğretmenlerin etkililiğini artırdığı, okula ve
mesleklerine yönelik aitlik duygularını güçlendirdiği, bu yolla etkili okula
hizmet ettiğine işaret etmektedir (Ngang, Abdullah ve Mey, 2010; Yiğit,
Doğan ve Uğurlu, 2013).
Sonuç olarak yürütülmüş olan bu araştırma Öğretmen Liderliğine İlişkin
Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeğinin (Beycioğlu ve Aslan, 2010; Beycioğlu
ve Aslan, 2012) algı boyutunun üç faktörlü yapısını desteklemiştir. Öğretmen
liderlik algılarının cinsiyet, medeni durum ve branş gibi faktörlerden
etkilenmediğini ancak meslekte geçirilen kıdemin ve yaşın meslektaşlarla iş
birliği ve kurumsal gelişim algı düzeylerinde anlamlı bir fark yarattığına işaret
etmiştir. Öğretmen liderliğinin deneyimle olgunlaşan dinamik yapısına ilişkin
bu bulgu doğrultusunda okul yöneticilerinin meslekte daha genç olan
öğretmenlerin liderliğe ilişkin rollerinin çeşitlenmesi ve şekillenmesine olanak
verecek şekilde uygun ortam yaratmasının, farklı kıdem düzendeki
öğretmenlerin birlikte çalışmalarına fırsat verecek projelerin hayata
geçirilmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir.
402
Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere…
KAYNAKLAR
Aydın, M. (2007). Çağdaş eğitim denetimi (5. basım). Ankara: Hatipoğlu.
Bakioğlu, A. (1998). “Lider öğretmen”. M. Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim
Bilimleri Dergisi, 10, 11-19.
Bakioğlu, A. & Hesapçıoğlu, M. (1997) Düşünmeyi öğretmekte Öğretmen ve Okul
Yöneticisinin Rolü: Düşünmek. M.Ü. Eğitim Bilimleri Dergisi, 9, 49-78.
Beycioğlu, K., & Aslan, M. (2010). Okul gelişiminde temel dinamik olarak değişim
ve yenileşme: Okul yöneticileri ve öğretmenlerin rolleri. Yüzüncü Yıl
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 7(1), 153-173.
Beycioğlu, K., & Aslan, B. (2012). Öğretmen ve yöneticilerin öğretmen liderliğine
ilişkin görüşleri: Bir karma yöntem çalışması. Kuram ve Uygulamada Eğitim
Yönetimi, 2(2), 191-223.
Beycioğlu, K. (2009). İlköğretim okullarında öğretmenlerin sergiledikleri liderlik
rollerine ilişkin bir değerlendirme (Hatay ili örneği). Yayınlanmamış Doktora
Tezi. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Beycioğlu K. (2010). Improving schools through teacher leadership [Öğretmen
liderliği ile okulları geliştirmek]. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, 16
(2), 301-303.
Bursalıoğlu, Z. (2008). Okul yönetiminde yeni yapı ve davranış. Ankara: Pegem A.
Büyüköztürk, Ş. (2007), Sosyal Bilimler için Veri Analizi El Kitabı, Ankara: Pegem
A Yayıncılık. İlköğretim Online, 7(1).
Can, S. (2002). Resmî ve Özel Okullardaki Okul yöneticileri ve beden eğitimi
öğretmenlerinin liderlik davranışı yönünden karşılaştırılması. Yayımlanmamış
Doktora Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Can, N. (2006). Öğretmen liderliğinin geliştirilmesinde müdürün rol ve
stratejileri. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 21(2), 349363.
Can N. (2009), Öğretmenlerin sınıfta ve okulda liderlik davranışları. Gaziantep
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8(2), 385-399.
Deniz, J., & Seçgel, N. (2006). Müzik öğretmenlerinin liderlik stilleri. Atatürk Eğitim
Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 24, 41-58.
Güllü, M., & Arslan, C. (2009). Beden Eğitimi Öğretmenlerinin Liderlik
Stilleri. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(11),
353-368.
403
Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA
Gürüz, D. (2006). Yönetim ve organizasyon: Bireyden örgüte, fikirden eyleme. Nobel
Yayınları.
Hasançebioğlu, T. (2002). Öğretmenlerin liderlik stilleri bilgisayar tutumları ve
aralarındaki ilişkilerin incelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Istanbul: Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü.
Harris, A., & Muijs, D. (2008). Teacher leadership: A review of research.
http://forms.ncsl.org.uk/mediastore/image2/randd-teacher-leadershipfull.pdf
05.05.2008’de alındı.
Kalaycı, Ş. (2010). SPSS uygulamalı çok değişkenli istatistik teknikleri (Vol. 5).
Ankara, Turkey: Asil Yayın Dağıtım.
Memı̇ şoğlu, S. P., & Çakır, M. (2015). Öğretmenlerin Liderlik Stilleri İle Sınıf İçi
Öğretmen Davranışları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Electronic Turkish
Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of
Turkish or Turkic, 10(15), 633-648.
Ngang, T. K., Abdullah, Z., & Mey, S. C. (2010). Maldivler temel eğitim okullarında
öğretmen liderliği ve okul etkililiği. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, (39), 255-270.
Sezer, G. O., & Kahraman, P. B. (2018). Öğretmen Adaylarının Liderlik
Yönelimlerinin Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi. Kastamonu
Eğitim Dergisi, 26(5), 1551-1560.
Türkçe Sözlük I-II, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2018.
Yiğit, Y., Doğan, S., & Uğurlu, C. (2013). Öğretmenlerin öğretmen liderliği
davranışlarına ilişkin görüşleri. Cumhuriyet Uluslararası Eğitim Dergisi, 2(2),
93-105.
404
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
Dr. Öğret. Üys. Salih GÜLEN
Muş Alparslan Üniversitesi
Prof. Dr Nasip DEMİRKUŞ
Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Özet: Sanal materyal, hızla ilerleyen teknolojik gelişmelere paralel
olarak kavram eğitimine yönelik ortaya çıkmıştır. Ulaşımı zor, elde edilemeyen
veya tehlike arz eden kavramların öğretiminde kullanılan dijital materyallerdir.
Bu araştırmanın temel amacı web sayfası sanal materyali geliştirmede
kullanılabilecek, en çok tercih edilen arka plan rengi, yazı rengi ve yazı
puntosunu belirlemektir. Araştırmada karma yöntem tercih edilmiştir.
Yöntemin nicel kısmında kesitsel tarama modeli kullanılmıştır. Yöntemin nitel
kısmında görüşme yapılmıştır. Araştırmada rastgele örneklem yöntemi
kullanılarak 206 gönüllü öğrenci ile veriler toplanmıştır. Araştırma Tekirdağ ili
Marmaraereğlisi ilçesindeki bir devlet ortaokulunda gerçekleştirilmiştir.
Ayrıca beş öğrenci ile yüz yüze görüşme yapılmıştır. Nicel veriler, iki aşamada
uygulanan anket ile toplanmıştır. Nitel veriler ise görüşme kayıtları ile elde
edilmiştir. Tüm verilerin analizinde Microsoft Office Excel paket programı
kullanılmıştır. Nicel verileri yüzde (%) ve frekans (f) değerleri ile nitel veriler
ise içerik analizi ile yorumlanmıştır. Araştırmanın ön çalışmasında en çok
tercih edilen ilk üç arka plan rengi, yazı rengi ve yazı puntosu kombinasyonuna
göre 18 adet örnek web sayfası sanal materyali sayfası hazırlanmıştır.
Hazırlanan bu sayfalar teker teker katılımcılara gösterilmiş ve ellerindeki
anketi sayfaya göre doldurmaları istenmiştir. Katılımcıların anket değerlerine
göre 9 numara ile hazırlanmış olan sayfa (f:77) % 47.23 oranla en çok tercih
edilen sayfa uyumu olarak belirlenmiştir. Buna göre en çok tercih edilen sanal
materyal web sayfası, arka plan rengi kayrak grisi, yazı rengi sarı ve yazı
puntosu 24 olarak belirlenmiştir. Görüşme verilerinin analizi sonucu
katılımcılara gösterilen örnek sayfalar içerisinde kayrak renginin sarı renkli
yazılar ile uyum gösterdiği ve 24 puntonun ideal yazı büyüklüğü olduğu
belirlenmiştir. Araştırma sonuçları doğrultusunda önerilerde bulunulmuştur.
Anahtar Kavramlar: Kavram eğitimi, Web sayfası, sanal materyali,
Renk uyumu, Yazı puntosu
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
A Study on the Design of Virtual Course Materials
Abstract: Virtual material has emerged for concept education in
parallel with rapidly developing technological developments. Virtual materials
used in the teaching of concepts that are difficult to reach, unacceptable or
dangerous. The main purpose of this research is to determine the most preferred
background color, text color and font size which can be used in virtual material
development. Mixed method was preferred in the study. In the quantitative part
of the method, cross-sectional scanning model was used. The qualitative part
of the method was interviewed. The data were collected by using 206
randomized students using random sampling method. The study was carried
out in a state secondary school in the Marmaraereğlisi district of Tekirdağ
province. In addition, five students were interviewed face to face. Quantitative
data were collected by a questionnaire applied in two stages. Qualitative data
were obtained through interview records. Microsoft Office Excel package
program was used to analyze all data. Quantitative data was interpreted by
percentage (%) and frequency (f) values and qualitative data were analyzed by
content analysis. In the preliminary study, 18 sample virtual material pages
were prepared according to the three most preferred background colors, text
color and font size. These pages were shown to the participant’s one by one
and were asked to fill in the questionnaire according to the page. According to
the questionnaires of the participants, the page prepared with 9 numbers was
determined as the most preferred page fit with (f: 77) 47.23%. According to
this, the most preferred virtual material web page, background color is dark
slate gray, text color is yellow and font size is set to 24. As a result of the
analysis of the interview data, it was determined that the color of the slate was
consistent with the yellow text in the sample pages shown to the participants
and that the 24 font size was the ideal font size. Suggestions were made
according to the results of the research.
Keywords: Concept education, Web page, Virtual material, Color
harmony, Font size
Giriş
Kavram eğitimi, eğitim öğretim süreci için önem arz etmektedir. Özellikle fen
bilimleri dersinde kavram eğitiminin hassasiyeti son derece fazladır. Öğrenci erken
çocukluk döneminden itibaren fen bilimleri kavramları ile tanışır ve onları zihinsel
yapısında yer edinmesi için uğraşır (Demir ve Akarsu, 2013; Say ve Özmen, 2018).
Bu süreçte bilginin yapılandırılması kavram eğitiminde kullanılan yöntem ve
tekniklere bağlıdır (Gülen, 2018a). Fen bilimleri eğitiminde kavramların öğretilmesi
konusunda çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Kavram haritaları, kavram hacmi gibi
kavram ilişkilendirme araçları (Gülen, 2018c ), modellemeler, görseller (Mutlu ve
Söylemez, 2018), metinler, simülasyonlar, canlı modeller, materyaller gibi daha
406
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
birçok yöntemle kavram eğitiminin gerçekleşmesi hedeflenir (Gökalp, 2018; Tezcan,
Karakuzu ve Ekmekci, 2011). Günümüzde özellikle artan teknolojinin de etkisi ile
kavram eğitiminde farklı bir boyut ortaya çıkmaktadır. Özellikle ulaşımı zor, tehlikeli
veya elde edilemeyen kavramların eğitiminde kullanılan bu yöntemde bilgisayar ve
internet başlıca öğretim araçları haline gelmektedir (Taş ve ark., 2015; Gülen,
2018b).
Teknolojinin hızla gelişmesi, toplumların teknolojik gelişmeleri izlemeleri ve
kendilerine uyarlamalarını zorunlu hale getirmiştir (Kutluca ve Ekici,
2010).Teknoloji, teknik bilginin yaşama geçirilmesini öngören tüm toplumsal ve
ekonomik etkinlikleri ve örgütlenmeleri kapsayan bir alandır. İyimser bir tanımla
teknoloji bilimsel ilke ve yeniliklerin, sorunların çözümüne uygulanması ve yaşamın
kolaylaştırılmasıdır (Erdemir ve ark., 2009). Öğrenme ortamlarında öğretmen
rehberliğine ve öğrencilerin aktif olabilecekleri etkinliklere ve bunların
uygulanabilecekleri ortamlara ihtiyaç duyulmaktadır. Öğrencilerin aktif olacakları
öğrenme ortamlarında öğrencilerin ilgisi, uygulanan etkinlikler ve materyaller
yoluyla çekilmeye çalışılmaktadır (Çepni ve ark., 2010). İlgi çekici materyaller hiç
şüphesiz günümüzde öğrencilerin en çok hoşlandıkları bilgisayar ve tabii ki
internettir. İnternet kullanımı ile ilgili yapılan istatistiklere göre dünyada yaklaşık
400 milyon internet kullanıcısının olduğu ve internette 300 milyondan fazla web
sitesinin bulunduğu tahmin edilmektedir (Çakmak ve ark, 2011). Ayrıca bilgisayar
ve internetin kullanımı hızla artmaktadır. Özellikle eğitim ortamları da bu artıştan
faydalanmaktadır (Horzum, 2011). Ülkemizdeki FATİH projesi bunun bir
göstergesidir. Bu projenin temel amacı bilginin sanal yollarla erişimini
kolaylaştırmaktır (Şenyurt, 2015). Özellikle öğretmen ve öğrencilerin bu duruma
ayak uydurması gerekmektedir(Alaca ve Önal, 2017). Son gelişmelerde gösteriyor ki
eğitim öğretim sürecinde öğrencinin bilginin yapılandırması ve kavram eğitiminin
gerçekleşmesi amacıyla birçok web sayfası sanal materyalihazırlanmıiştır (Demirkuş
ve Gülen, 2017).
Kavram eğitiminde kavram değişimini sağlayabilecek her türlü araç, metin
veya videonun öğrenciye sunulmasında kullanılan bilgisayar ve internet entegreli
tüm araç gereçlere sanal materyaller denir (Demirkuş, 2018;Gülen ve Demirkuş,
2014). Sanal materyallerinilgi çekmesi ve öğrenimi artırması, materyalin
kullanışlığına bağlıdır. Sanal materyalin hazırlanmasında tasarımın önemi burada
karşımıza çıkmaktadır.Tasarım; kullanıcının materyalle ile etkileşimlerini
kolaylaştıracak görsel düzenlemelerin bütünüdür (Çakmak ve ark., 2011). Nitekim
sanal materyalin tasarımı sonucunda kavram eğitimi kolaylaşmaktadır (Gülen,
2016). Yapılan bazı araştırmalarda bilgisayar ve internet tabanlı bu tarz materyallerin
407
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
öğrencilerin ilgisini çektiğini göstermektedir (Kahyaoğlu, 2011;Gülen ve Demirkuş,
2014).Sanal materyallerde en temel öğrenin materyalin tasarımı olduğu
bilinmektedir. Araştırmacılara göre tasarlanan bir sanal materyalde renk uyumu, yazı
puntosu büyüklüğü ve hatta yazı stili bile önem arz etmektedir (Demirkuş, Acar ve
Gülen, 2018).
Demirkuş’un (2018) yaptığı çalışmaya göre sanal materyal tasarımında
kullanılacak renklerin özellikleri ve tamamlayıcı renkleri Tablo 1 de belirtilmiştir.
Tablo 1. Sanal materyal tasarımında kullanılan renkler ve özellikleri
Sır
Renkler
a
Tamamlayan Özellikleri
1
Siyah
Beyaz
Kâinat rengi, Saygınlığın, otoritenin, anlayışın
soylu simgesidir.
2
Beyaz
Siyah
Tüm renklerin kaynağı,
masumiyet için kullanılır.
3
Kırmızı
Turkuaz
Pozitif ana renktir. Sıcaklık, dikkat çekici, uyarıcı
özelliklere sahiptir.
4
Mavi
Turuncu
Negatif ana renktir. Motive edici, huzuru, kuşku ve
tembelliği temsil eder.
5
Yeşil
Magenta
Dengeleyici ana renktir.
paylaşımın, yardımseverliğin
6
Mor
Sarı
Varlık rengidir. Asalet, özgüven ve beceri temsil
eder
7
Turuncu
Mavi
Canlı renktir, canlılık, yaratıcılık ve mutluluk
kavramlarıyla temsil edilir.
8
Sarı
Mor
Kıymetli renktir. Değerliliği ve umudu simgeler.
9
Magenta Yeşil
En zarif renktir. Duyguları, saygıyı, anlayışı, ifade
eder.
10
Kayrak
Grisi
Absorbe edicidir. Durağan ve emici olarak bilinir
Sarı
saflık,
İş
dürüstlük,
birlikteliğinin
Tablo 1’de bazı renklerin özellikleri ve uyum durumlarına yönelik bilgiler
verilmiştir. Bu renklerin özelliklerinden yola çıkarak sanal materyalin tasarımına
dikkat edilmektedir. Ayrıca yazarın http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/renk/
408
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
renkcetveli.html adresinde kullandığı renk cetvelleri ve uyum paletleri de bu tarzda
araştırmalar için önem arz etmektedir. Benzer şekilde araştırmada kullanılan kayrak
rengi #707882 kodu ile sanal ortamda kullanılmaktadır. Bu renge en uygun ve
uyumlu renklerin kodları; #B2BFCF, #828070, #CFC6B2, #7D7D7D ve #828282
gibi kodlardır. Bunun dışında koyu kayrak grisi de internet ortamında sıkça
kullanılan bir arka fon rengidir (Demirkuş, 2018b). Koyu kayrak rengi #2f4f4f
olarak kullanılmaktadır. Ayrıca bu rengin en uyumlu renk kodları #5C9C9C,
#4F392F, #9C665C, #B0B0B0 ve #4F4F4F gibi kodlardır. Nitekim bir örnek Resim
1’de verilmiştir. Aşağıda Demirkuş’un (2018) uyarladığı ve çalışmalarında
kullandığı renk uyumlarından bir örnek sunulmuştur (Konu ile ilgili farklı
incelenebilecek internet sitelerinin adresleri Ek 3’te verilmiştir).
Resim 1. Sanal materyal geliştirmede kullanılan renklerin uyum cetvelinde
Kayrak Grisi (#707982) ve koyu kayrak grisine (#2F4F4F) uyumlu renkler ve kodları
409
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
Resim 1’de görüldüğü gibi renk cetveli kullanılarak sanal bir materyalin renk
uyumu konusunda fikir sahibi olunabilmektedir. Ayrıca sanal materyallerde
kullanılan yazının büyüklüğü yani puntosu da önem arz etmektedir. Punto
büyüklüğünün okuma hızını ve anlamayı etkilediği düşünülmektedir. İdeal yazı
büyüklüğünün belirlenmesi çalışmanın önemini artıracaktır.
Sanal materyal tasarımında kullanılacak renklerin uyumu son derece
önemlidir. Zemin renginin sayfaya hâkim olmasından dolayı göze avantajları ve
dezavantajları bilinmelidir. Ayrıca zemin rengi ile uyum sağlayacak ve okumayı
kolaylaştıracak yazı rengi seçilmelidir. Kullanılan yazının büyüklüğü de göz sağlığı
açısından önem arz etmektedir. Bilgisayar veya sanal materyaller kullanan öğrenciler
bilgisayara daha yakın mesafe durmaktadırlar. Bunun en temel sebebi
okuyabilmektir. Öğrencinin okuyabileceği ideal yazı büyüklüğünün belirlenmesi göz
sağlığı ile ilgili sorunları azalacaktır. Öyleyse web sayfası sanal materyalinin
tasarımında renk uyumu ve yazı büyüklüğünün ideal hali nasıl olmalıdır? Bu
çalışmada gelişen teknolojiye paralel olarak hazırlanan sanal ders materyallerinin
tasarımında kullanılan arka plan rengi, yazı rengi ve yazı puntosu büyüklüğünün
belirlenmesi amaçlanmaktadır.
Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın temel amacı web sayfası sanal materyalitasarımında
kullanılabilecek, en çok tercih edilen arka plan rengi, yazı rengi ve yazı puntosunu
belirlemektir. Bu amaç doğrultusunda aşağıdaki soruların cevapları aranmıştır.
1. Katılımcılara göre en çok hangi arka plan renkleri ve yazı rengi olarak uyum
sağlamaktadır?
2. Katılımcılara göre web sayfası sanal materyalinde kullanılan yazının punto
büyüklüğü ne kadardır?
3. Katılımcıların web sayfası sanal materyalleri tasarımı konusundaki görüşleri
nelerdir?
Yöntem
Araştırmada karma yöntem tercih edilmiştir. Yöntemin nicel kısmında
kesitsel tarama modeli kullanılmıştır. Kesitsel tarama veri toplama sürecinin bir
seferde gerçekleştirildiği taramadır (Karasar, 2009; Metin, 2014). Yöntemin nitel
kısmında görüşme yapılmıştır. Araştırmanın amacına uygun olarak derinlemesine
bilgi edinilmesi amacıyla görüşme yöntemi kullanılmıştır (Yıldırım ve Simsek,
2013).
410
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
Güvenirlik ve Geçerlilik
Araştırmanın güvenirlik ve geçerliliğinin sağlanmasında bilimsel yöntemlere
uyulmuştur. Bu kapsamda; nitel verilerde geçerlilik için içerik analizinde sonuçların
doğruluğu için direkt alıntılara yer verilmiştir. Güvenirlik çalışmasında ise kavramsal
çerçeve, veri toplamı ve analizi ile örneklem grubun durumu ayrıntılı belirtilmiştir.
Ayrıca bu veriler nicel veriler ile desteklenmiştir. Nicel veriler için; hedeflenen
kazanımların kapsamı, yapı, görünüş gibi geçerlilik ilkeleri doğrultusunda ölçme
aracı hazırlanmıştır (Creswell, 2013;Merriam, 2013).
Tablo 2.Web Sayfası Sanal MateryaliTasarımının Uygulama basamakları
Asıl uygulama N: 163
Pilot uygulama N:43
A)
Web sayfası sanal materyalin tasarımı
C)
Web sayfası sanal materyaline son şeklinin verilmesi
D)
Görüşme
Web sayfası sanal materyalin
uygulanması
B)
Materyalin yeniden tasarımı
Web sayfası sanal materyalin
yeniden uygulanması
A) Pilot uygulama
Çalışmada kullanılacak web sayfası sanal materyalin ara yüzünün
hazırlanması ve pilot uygulaması için öncelikle araştırmacılar tarafından literatür
taraması yapılmıştır (Çalışmada kullanılan ve yararlı olduğu düşünülen web sayfaları
kaynakça bölümünden sonra sunulmuştur).
411
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
Resim 2. Pilot uygulamada kullanılan renk-punto uyumu kutuları
Literatür taramasında en çok kullanılan 20 farklı arka plan rengi olabileceği
tespit edilmiştir. Ayrıca yine en çok tercih edilen 10 farklı renkte yazı rengi ve 6
farklı karakter de yazı büyüklüğü kullanıldığı belirlenmiştir. Pilot uygulamada
kullanılacak sanal materyalin ara yüzünün tasarımındaliteratür taraması sonucu elde
edilen veriler kullanılmıştır. Hazırlanan ara yüzde tek sayfada 60 kutu içerisine farklı
zemin rengi ve buna uyum sağlayan yazı renkleri ile farklı puntolarla yazılar
yazılmıştır (Resim 2). Kutulara 1’den 60’a kadar numaralar verilmiştir. Sanal
materyalin ara yüzünün pilot uygulanmasında okula gelen gönüllü veli ve
öğrencilerden oluşan 43 katılımcıya bilgisayar ortamında farklı zamanlarda teker
412
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
teker gösterilmiştir. Katılımcılardan Ek 1’de verilen anketi doldurmaları istenmiştir.
Resim 2’de pilot uygulamada kullanılan zemin rengi, yazı rengi ve yazı büyüklüğünü
gösteren örnek tabloların bazıları gösterilmektedir.
B) Asıl uygulama
Pilot uygulama sonucunda elde edilen veriler frekans ve yüzde değerlerine
göre analiz edilmiş ve en çok tercih edilen üç arka plan rengi, üç yazı rengi ve üç yazı
büyüklüğü belirlenmiştir. Bu çerçevede sanal materyalin ara yüzü yeniden
tasarlanmıştır. Elde edilen pilot uygulama verilerinin kombinasyonu ile 18 adet
materyal ara yüzü tasarlanmıştır (Resim 3). Sanal materyalin yeniden uygulanması
ile 1’den 18’e kadar numaralandırılmış ara yüz sayfaları toplamda 163 öğrenciye
gösterilmiş ve gösterim esnasında Ek 2’belirtilen anketi doldurmaları istenmiştir.
413
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
Resim 3. Tasarlanan ara yüzlerden örnek
Resim 3’te Tasarlanan ara yüzlerden bir tanesi verilmiştir. Bu örnekte sarı
(gold) zemin rengi üzerine 24 punto ile yazılmış mavi renk yazı gösterilmiştir.
C) Web sayfası sanal materyaline son şeklinin verilmesi
Asıl uygulama sonucunda en çok tercih edilen arka plan rengi, yazı rengi ve
yazı büyüklüğüne göre materyal tasarlanmıştır. Pilot ve asıl uygulamada elde edilen
veriler ile sanal materyalin ara yüzü çalışmasının son şekli bulgular bölümünde
sunulmuştur.
D) Görüşme
Uygulama sonucunda katılımcılar arasından gönüllü beş öğrenci ile en çok
tercih edilen ara yüzlerin tercih edilme nedenlerinin anlaşılması açısından yüz yüze
görüşme yapılmıştır. Veriler bulgular bölümünde sunulmuştur.
Örneklem
Araştırmada rastgele örneklem yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntemde
evrendeki tüm bireylerden ziyade temsil edebilen katılımcılara ulaşılarak veri
toplanır (McMillan veSchumacher, 2014). Çalışmanın pilot uygulamasında 43
öğrenci ve veliye ulaşılırken asıl uygulamada 6., 7. ve 8. sınıflarda toplam
127öğrencive 36 veli ile toplamda 163 katılımcıya ulaşılmıştır. Araştırma Tekirdağ
ili Marmaraereğlisi ilçesindeki bir devlet ortaokulunda gerçekleştirilmiştir. Ayrıca
beş öğrenci ile yüz yüze görüşme yapılmıştır (3 kız, 2 erkek).
Veri toplama araçları
Nicel veriler, iki aşamada uygulanan anket ile toplanmıştır (Anketler ekte
sunulmuştur). Nitel veriler ise görüşme kayıtları ile elde edilmiştir. Ayrıca sanal
materyalin ara yüzünün hazırlanmasında AdobeDreamweaver CS3 paket programı
kullanılmış bilgisayarve internet aracılığıyla katılımcılara gösterilmiştir.
Verilerin analizi
Tüm verilerin analizinde Microsoft Office Excel paket programı
kullanılmıştır. Nicel verileri yüzde (%) ve frekans (f) değerleri ile nitel veriler ise
içerik analizi ile yorumlanmıştır.İçerik analizinde direkt alıntılar, kodlama ve
kategoriler yapılarak derinlemesine yorumlanmıştır. Katılımcıların alıntıları
kodlanarak sunulmuştur. Buna göre kız öğrenciler K1, K2 ve K3, erkek öğrenciler
ise E1 ve E2 olarak kodlanmıştır. Bu verilerde bulgular bölümünde sunulmuştur.
414
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
Bulgular
Araştırmanın soruları kapsamında elde edilen veriler aşağıda sunulmuştur.
Tablo 3’de pilot çalışma sonucunda en çok tercih edilen renkler ve yazı büyüklüğü
sunulmuştur.
Tablo3.Pilot çalışma sonucunda en çok yapılan tercihlerin istatistiği
Yazı Rengi
Yazı Puntosu
Sarı
18
Kayrak Grisi
Siyah
16
Beyaz
Mavi
24
No
Arka Plan Rengi
1
Sarı
2
3
Tablo 3’de görüldüğü gibi ön çalışma neticesinde arka plan rengi olarak; sarı,
kayrak grisi ve beyaz renkler, yazı rengi olarak; sarı, siyah ve mavi renkler ve yazı
büyüklüğü olarak 16, 18 ve 24 punto büyüklükleri en çok oy alarak web sayfası sanal
materyali tasarımında kullanılmıştır. Asıl uygulamada kullanılmak üzere en çok
tercih edilen renkler ve yazı büyüklüğünden yola çıkarak Tablo 4’te belirtilen
özellikleri taşıyan sanal materyal ara yüzleri hazırlanmıştır.Tablo 4 de üç arka plan
rengi (sarı, beyaz ve kayrak grisi), üç yazı rengi (mavi, siyah, sarı) ve üç yazı
puntosunun (16, 18 ve 24) kombinezonu ile 18 adet sanal materyalin ara yüzleri
hazırlanmıştır.
Tablo 4. Web sayfasısanal materyal ara yüzleri tasarım özellikleri
Yazı Rengi
Yazı Puntosu
Sarı
Siyah
16
2
Sarı
Siyah
18
3
Sarı
Siyah
24
4
Sarı
Mavi
16
5
Sarı
Mavi
18
6
Sarı
Mavi
24
7
Kayrak Grisi
Sarı
16
8
Kayrak Grisi
Sarı
18
9
Kayrak Grisi
Sarı
24
No
Arka Plan Rengi
1
415
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
10
Kayrak Grisi
Siyah
16
11
Kayrak Grisi
Siyah
18
12
Kayrak Grisi
Siyah
24
13
Beyaz
Siyah
16
14
Beyaz
Siyah
18
15
Beyaz
Siyah
24
16
Beyaz
Mavi
16
17
Beyaz
Mavi
18
18
Beyaz
Mavi
24
Toplamda 27 adet ara yüz elde edilse de, beyaz arka plan ile sarı yazı rengi,
kayrak grisi arka planı ile mavi yazı rengi ve sarı arka plan rengi ile sarı yazı renginin
uyum sağlayamaması yani okunamaması nedenlerinden dolayı 9 adet ara yüz
kullanılmamıştır. Hazırlanan ara yüzler 1’den 18’e kadar numaralandırılmış ve
projeksiyon yardımı ile katılımcılara gösterilmiştir. Ek 2’de belirtilen anket yardımı
ile katılımcıların en çok beğendikleri ara yüz numarasını yazmaları istenmiştir.
Katılımcıların oyları sonucunda tablo 5 elde edilmiştir.
Tablo 5: Web sayfası sanal materyal ara yüzlerinin frekans ve yüzde
değerlerine göre sıralanması
Materyal
numarası
Frekans (f)
Yüzde (%)
1
9
77
47,23
2
8
21
12,89
3
18
20
12,27
4
Diğerleri
45
27.61
Sıra
Tablo 5 göre 9 numaralı sanal materyal ara yüzü en çok oyu alarak birinci
sırada yer almıştır. 9 numaralı ara yüz katılımcıların % 47.23’nü, 8 numaralı ara yüz
katılımcıların % 12.89’nun ve 18 numaralı ara yüz ise katılımcıların % 12.27’sinin
oyunu alarak ilk üç sırada yer almıştır. Asıl uygulama sonucunda en çok tercih edilen
sanal materyal ara yüzleri hakkında gönüllü beş öğrenci ile görüşülmüştür. Bu veriler
aşağıdaki tema ve kategoriler altında ele alınmaktadır.
416
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
A) Sanal materyal özellikleri
Bu tema altında tercih edilen ara yüzlerin özellikleri üzerine katılımcılar ile
görüşme yapılmıştır. Görüşme verileri iki kategori altında sunulmuştur.
Renk uyumu
Bu kategoride ara yüzlerin zemin ve yazı renkleri uyumuna yönelik
katılımcıların görüşleri aşağıda sunulmuştur:
9 numaralı sayfa gözümü yormuyor..güzel gözüküyor… (E1).
Bana göre kayrak rengi sarı ile iyi uyum sağlamış. Yormuyor. Belki uzun süreli
bakmakta fayda olabilir. Ama bu güzel (E2).
Sarıyı daha çok severim ama ona diğer (mavi) renk uyum sağlamıyor tam.
Ama bu (kayrak) renk uyumu güzel… (K1).
Aslında beyaz üzerine mavi de olabilir… ben böyle seviyorum. Daha çok
hoşuma gidiyor (K2)
Bu renk (kayrak) pek bilmiyordum ama güzel gözüküyor. Bakabiliyorum uzun
uzun. Diğer de güzelde sanki çok parlak (K3).
Yukarıdaki alıntılarda da görüldüğü gibi kayrak grisi renginin arka plan olarak
kullanılmasında rengin gözü “yormaması” ve görüntünün “güzel” gözükmesinden
dolayı tercih edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca sarı yazı renginin arka plan rengi ile
“uyum” sağladığı belirtilmiştir. Buna tasarımında arka plan renginin kayrak grisi ve
yazı renginin sarı olmasının gözü yormadı ve bu renklerin uyum sağladığı
söylenebilir. Bu verilerin dışında yazının büyüklüğü açısından elde edilen veriler
aşağıda belirtilmiştir.
Yazı büyüklüğü
Bu kategori altında sanal materyalin ara yüzünde kullanılan yazının
büyüklüğüne yönelik belirtilen görüşler aşağıda sunulmuştur:
Aslında tüm yazıların büyüklüğü iyi benim için sorun yok. Ama büyük olsa
daha iyi tabi (E1).
Bu 24 demi. Çok güzel geriden bakınca bile güzel oluyor (E2).
Diğer iki yazı büyüklüğü de iyi ama bu renklerle bu büyüklük daha iyi (K1).
Olabilir uzaktan bakınca daha okunaklı bu. Ben bunu (9 numarayı işaret
ediyor) okumak isterim daha rahat diye… (K2).
Bilmem büyük olması daha iyi çok büyükte güzel olmaz bence (K3).
Alıntılara göre ara yüzde kullanılan yazının büyüklüğü çok abartmadan
“büyük” olunabilir. Ayrıca 24 puntonun daha “güzel”, “iyi” ve “okunaklı” göründüğü
belirtilmiştir. Buna göre sanal materyalin ara yüzündeki yazıların büyük olmasının
yazıyı iyi, güzel ve okunaklı kıldığı söylenebilir.
417
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
Tartışma
Ön çalışma neticesinde arka plan rengi olarak; sarı, kayrak grisi ve beyaz
renkler, yazı rengi olarak; sarı, siyah ve mavi renkler ve yazı büyüklüğü olarak 16,
18 ve 24 punto büyüklükleri en çok oy alarak sanal materyal tasarımında
kullanılabilecek renkler ve yazı büyüklükleri oldukları söylenebilir. Bu verilerden
elde edilen kombinasyon sonucunda 18 adet ara yüz tasarlanmış ve asıl uygulamada
kullanılmıştır. Burada elde edilen sonuçlara göre katılımcıların % 47.23’nün tercihi
alan kayrak grisi arka plan rengi ile sarı yazı rengi ve 24 yazı büyüklüğü olmuştur.
Sanal materyal ara yüzü tasarımı bu sonuçlara göre tasarlanmıştır. Bu verilere
dayanarak ideal bir sanal materyalin tasarımında arka plan rengi olarak kayrak
rengi, yazı rengi olarak sarı ve yazı büyüklüğü olarak 24 puntonun kullanılması
gerektiği söylenebilir. Yapılan literatür taramasında Demirkuş, Bozkurt ve Gülen
(2017) ile Demirkuş, Acar ve Gülen (2018) çalışmalarında bu özelliklere benzer
özellikleri taşıyan materyal tasarımı yaptıkları belirlenmiştir. Ayrıca Demirkuş ve
Gülen (2017), Gülen ve Demirkuş(2014) ile Taş ve arkadaşlarının (2015)
kullandıkları materyallerin benzer özelliklerde olduğu söylenebilir.
Yapılan görüşme analizinde sanal materyal tasarımında arka plan renginin
kayrak grisi ve yazı renginin sarı olmasının gözü yormadığı ve bu renklerin uyum
sağladığı söylenebilir. Sanal materyalin ara yüzündeki yazıların büyük olmasının
yazıyı iyi, güzel ve okunaklı kıldığı belirlenmiştir. Nitekim İpek ve Sözcü (2013)
çalışmalarında sanal materyallerde öğrencinin dikkatinin ve ilgisinin çekilmesi
gerektiği belirlenmiştir. Ayrıca Hırça ve Genç (2012) bu materyallerin tasarımı ve
kullanımında öğretmenlere çok sorumluluk düştüğünü belirlemişlerdir. Son olarak
Pişkintunç, Durmuş ve Akkaya (2012) çalışmalarında öğretmen adaylarının nesnel
materyalleri sanallarına oranla daha kullandıklarını belirlemişlerdir. Ayrıca
yüzüncü yıl üniversitesi biyoloji eğitimi sayfası ile prof dr. Nasip Demirkuş
tarafından hazırlanan nadidem.com adlı bilimsel internet sitelerinin arka fon
renkleri de araştırma kapsamında elde edilen arka fon rengine oldukça yakındır.
Söz konusu sitelerde arka fon rengi olarak koyu kayrak grisi (barut) seçilmiş ve
yıllardır kullanılmaktadır. Bu araştırmalar gösteriyor ki çalışmanın sonucunda elde
edilen verileri uygulanmasında ve sanal materyallerin hazırlanmasında büyük
sorumluluk öğretmenlere düşmektedir. Bu çalışma öğretmen veya öğretmen
adaylarına materyal tasarımında hangi renklerin uyumu olduğunu ve tercih
edildiğini ayrıca yazı büyüklüğünün kullanılması gerektiği konusunda fikir
verebilmektedir.
418
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
Sonuç ve Öneriler
İdealweb sayfası materyalin tasarımında arka plan rengi olarak kayrak rengi,
yazı rengi olarak sarı ve yazı büyüklüğü olarak 24 puntonun kullanılması gerektiği
tespit edilmiştir (Resim 4). Özellikle fen bilimleri dersi kavram eğitiminde kullanılan
bu tarz materyallerin tasarımında bu verilerin kullanılması önerilmektedir. Bu
özellikleri taşıyan sanal materyaller ile başka materyallerin deneysel olarak gözü
yorma, anlamayı kolaylaştırma ya da okunabilme konuları üzerinde araştırma
yapılabilir.
Resim 4. En çok tercih edilen sanal materyal ara yüzü
419
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
Web sayfası materyal tasarımında arka plan renginin kayrak grisi ve yazı
renginin sarı olmasının gözü yormadığı ve bu renklerin uyum sağladığı
belirlenmiştir. Ayrıca sanal materyalin ara yüzündeki yazıların büyük olmasının
yazıyı iyi, güzel ve okunaklı kıldığı tespit edilmiştir. Sanal materyal tasarımında renk
uyumunun gözü yormaması ve yazı büyüklüğünün okunaklı görünmesi materyali
kullanır kılmaktadır. Yapılacak materyallerde bu durumların göz önünde
bulundurulması önemlidir. Ayrıca mevcut kullanımdaki materyallerin bu özellikleri
taşıma durumları incelenebilir.
Kaynakça:
Alaca, E.,& Önal, H. İ. (2017). Teachers in E-Libraries: Research and Application.
Journal of Teacher Education and Educators, 6(1), 89-116.
Creswell, J. W. (2013). Nitel araştırma yöntemleri (Çev. Ed.: Bütün, M., & Demir,
S. B.). Ankara: Siyasal Yayın Dağıtım.
Çakmak, E., Güneş, E., Çiftci, S. ve Üstündağ, M. (2011). Web sitesi kullanılabilirlik
ölçeğinin geliştirilmesi: geçerlik, güvenirlik analizi ve uygulama sonuçları.
Pegem Eğitim ve Öğretim Dergisi, 1(2), 32-40.
Çepni, S., Çoruhlu, T. ve Nas, S. (2010). 5E modelinin derinleşme aşamasına yönelik
geliştirilen materyalin etkililiğinin değerlendirilmesi. Ondokuzmayıs
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 2010, 29(1), 17-36.
Demir, N.,& Akarsu, B. (2013). Ortaokul öğrencilerinin bilimin doğası hakkında
algıları. Journal of EuropeanEducation, 3(1), 1-9.
Demirkuş, N. (2018). Öğretim teknolojileri ve materyal tasarımı geliştirme ders
notu. http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/otm.htm. Erişim tarihi:
05.12.2018
Demirkuş, N.,& Gülen, S. (2017). Popüler fizik kavramları içeren görsel ders
materyali geliştirme çalışması. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, 14(1), 320-338. http://dx.doi.org/10.23891/efdyyu.2017.12
Demirkuş, N., Acar, E., & Gülen, S. (2018). Popüler teknoloji kavramlarının
eğitiminde görsel materyal geliştirme çalışması. YYÜ Eğitim Fakültesi
Dergisi, 15(1), 723-748. http://dx.doi.org/10.23891/efdyyu.2018.85
Demirkuş, N., Bozkurt, T., & Gülen, S. (2017). Popüler çevre kavramlarının
eğitiminde görsel materyal geliştirme çalışması. Ahi Evran Üniversitesi
Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi (KEFAD), 18(Özel Sayı), 145-157.
420
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
Erdemir, N., Bakırcı, H. ve Eyduran, E. (2009). Öğretmen adaylarının eğitimde
teknolojiyi kullanabilme özgüvenlerinin tespiti. Türk Fen Eğitimi Dergisi,
6(3), 99-108.
Gökalp, M. (2018). Öğretim ilke ve yöntemleri. Ankara: Pegame Yayıncılık
Gülen, S. (2016). Tool of association concept; volume of concept. Participatory
Educational
Research,
Special
Issue
II,45-50.
http://dx.doi.org/10.17275/per.16.spi.2.5
Gülen, S. (2018a). Bilginin yapılandırılması sürecinde örnek problem çözme
çalışması. Uluslararası Eğitim Bilimleri Dergisi, 5(16), 1631.doi.org/10.16991/INESJOURNAL.1570
Gülen, S. (2018b). Farklı sınıf düzeylerindeki öğrencilerin günlük yaşam
problemlerinin çözümüne yönelik bakış açılarının incelenmesi. II International
Education Research and Teacher Education Congress, 13-15 Eylül, Aydın,
Turkey
Gülen, S. (2018c). Using volume of concept in the class environment. Journal of
Technology
and
Science
Education,
8(4),
205-213.
https://doi.org/10.3926/jotse.362
Gülen, S.,&Demirkuş, N. (2014). Görsel materyalin öğrenci başarısına etkisi.
Saarbrücken: Türkiye Âlim Kitapları.
Hırça, Y.,& Genç, Y. (2012). Fen eğitiminde materyal tasarımı için medya ve
teknoloji. Bartın Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 1(1), 252-260.
Horzum, M. (2011). Web pedagojik içerik bilgisi ölçeğinin Türkçeye uyarlaması.
İlköğretim Online, 10(1), 257-272.
İpek, İ.,& Sözcü, Ö. F. (2013). Birleştirilmiş E-öğrenme tasarımı modeli ve hızlı
öğretim tasarımı stratejileri. Akademik Bilişim, 23-25 Ocak. Antalya
Kahyaoğlu, M. (2011). İlköğretim öğretmenlerinin fen ve teknoloji dersinde yeni
teknolojileri kullanmaya yönelik görüşleri. Eğitim Bilimleri Araştırmaları
Dergisi 1(1), 79–96.
Karasar, N. (2009). Scientific research method. Ankara: Nobel Publication
Distribution.
Kutluca, T.,& Ekici, G. (2010). Öğretmen adaylarının bilgisayar destekli eğitime
ilişkin tutum ve öz-yeterlik algılarının incelenmesi. Hacettepe Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi. 38, 177-188.
McMillan, J.H. & Schumacher, S. (2014). Research in education: Evidence-based
inquiry (Sixth Edition). London: Pearson.
421
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
Merriam, S. B. (2013). A guide to qualitative research design and practice
(Trans.Turan, S.). Ankara: Nobel Publishing.
Metin, M. (2014). Kuramdan uygulamaya eğitimde bilimsel araştırma yöntemleri.
Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık.
Mutlu, Y.,& Söylemez, İ. (2018). Matematiksel kavram yanılgıları konusunda
yapılmış yüksek lisans ve doktora tezlerinin incelenmesi. Başkent
UnıversıtyJournal of Educatıon, 5(2), 187-197.
Pişkintunç, M., Durmuş, S., & Akkaya, R. (2012). İlköğretim matematik öğretmen
adaylarının matematik öğretiminde somut materyalleri ve sanal öğrenme
nesnelerini kullanma yeterlikleri. MATDER Matematik Eğitimi Dergisi, 1(1),
13-20.
Say, F. S.,& Özmen, H. (2018). Effectiveness of concept cartoons on 7th grade
students’ understanding of the structure and properties of matter. Journal of
Turkısh Scıence Educatıon, 15(1), 1-24, doi: 10.12973/tused.10218a
Şenyurt, Ö. (2015). Türk eğitim sisteminde bilgi hizmetleri projeleri. U. Al and Z.
Taşkın (Ed.). In Prof. Dr. İrfan Çakın’a armağan (p. 221-234). Ankara:
Hacettepe University Information and Document Management.
Taş, E., Gülen, S. Öner, Z., &Özyürek, C. (2015).The effects of classic and webdesigned conceptual change texts on the subject of water chemistry.
International Electronic Journal of Elementary Education, 7(2), 263-280.
Tezcan, H , Karakuzu, Z , &Ekmekci, G . (2011). Madde ve özellikleri konusunun
kavratılmasında kavram haritaları destekli öğretimin öğrenci başarısına etkisi.
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 31(1), 321-336.
Yıldırım, A.,& Simsek, H. (2013). Qualitative research methods in the social
sciences. Ankara: Seçkin Publishing.
422
Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma
Ekler
Ek 1: Araştırmada kullanılan ön çalışma anketi
Değerli katılımcılar, bilgisayar ortamında kullandığınız eğitim materyallerinin ara
yüzlerinin arka plan rengi, yazı rengi ve yazı puntosuna yönelik bilimsel bir
araştırmanınön çalışması yapılmaktadır. Lütfen aşağıdaki soruları objektif bir
şekilde cevaplayınız.
1. Baktığınız web sayfada hazırlanmış olan kutu içi renklerin hangisinin web sayfası
sanal materyalin ara yüzünün arka planı olmasını isterdiniz? En çok
beğendiğiniz ilk üç rengin kodlarını aşağıya yazınız.
a.
b.
c.
2. Baktığınız sayfalarda hazırlanmış olan kutu içi renklerin üzerine farklı renklerde
yazılar yazılmıştır, hangisinin web sayfası sanal materyalin ara yüzünde
kullanılan yazı rengi olmasını isterdiniz? En çok beğendiğiniz ilk üç rengin
adlarını aşağıya yazınız.
a.
b.
c.
3. Baktığınız sayfalarda hazırlanmış olan kutu içi renklerin üzerine farklı puntolarda
(büyüklük) yazılar yazılmıştır, hangisinin web sayfası sanal materyalin ara
yüzünde kullanılan yazı puntosu olmasını isterdiniz? En çok beğendiğiniz ilk
üç puntonun kodlarını aşağıya yazınız.
a.
b.
c.
EK 2: Araştırmada kullanılan çalışma anketi
Değerli katılımcılar, bilgisayar ortamında sizlere gösterilenweb sayfası sanal
materyalin ara yüzleriniteker teker inceleyiniz.
Web sayfası sanal materyalin ara yüzünün;
a) Arka plan rengi (zemin rengi)
………………….
b) Yazı rengi
c) Yazı büyüklüğü (punto)
d) Uzun süreli kullanımda gözü yormamagibi kriterleri düşünerek en çok
beğendiğiniz sayfanın numarasını noktalı yere yazınız.
423
Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ
Ek 3: Faydalı linkler
https://www.websitebuilderexpert.com/designing-websites/how-to-choose-colorfor-your-website/
https://www.top10bestwebsitebuilders.com/comparison?utm_source
https://www.websitebuilderexpert.com/website-builders/comparisons/?sidebar
https://www.imarc.com/blog/best-font-size-for-any-device
http://biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/otm.htm#renk
http://nadidem.net/ders/otm.htm#renk
http://nadidem.net/ders/otm.htm
http://www.nadidem.net/ders/renk/renkcetveli.html
http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/renk/renkcetveli.html
http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/kf/sg/sg.html
https://www.w3schools.com/css/default.asp
https://www.color-hex.com/color-names.html
http://www.abecem.net/web/renk.html
424
KATILIMCILAR
Doç. Dr. Tülin ACAR
Parantez Yayıncılık /Türkiye
Prof. Dr. Frengiz Pasayeva YUNUS
Kafkas Üniversitesi Türkiye
Dr. Victoria Bilge YILMAZ
Dr. Burabiye RECEPOVA
Dr. Öğr. Üyesi Yalçın YUNUS
Anna GOLVNSKAİA
Dr. Öğr. Üyesi Aysel ERDOĞAN
Dr. Asil ŞENGÜN
Doç. Dr. Yıldız Deveci BOZKUŞ
Toghrul ALLAHMANLI
Dr. Fethi KAYALAR
Dr. Filiz KAYALAR
Dr. Öğr. Üyesi Yerlan ZHIYENBAYEV
Dr. Öğr. Üyesi Gulbanu KOSHENOVA
Aygül ŞENGÜN
Dr. Öğr. Üyesi Yasemin ULUTÜRK
Doç. Dr. Ebru CEYLAN
Çapla SALDUZ
Doç. Dr. Nurhan AYDIN
Ferhat ACAR
Prof. Dr. Anar SALINBAY
Arş. Görv. Dr. Ahmet ÇELİK
Aynura MUSTAFAYEVA
Maiya MİRZABEKOVA
Prof. Dr. Nurlan AKHMETOVA
Dr. Tayfun BARIŞ
Dr.Öğr. Üyesi Erol Murat YILDIZ
Dr. Öğr. Üyesi Gülcan BAŞAR
Dr. Öğr. Üyesi Halit HAMZAOĞLU
Dr. Öğr. Üyesi Leyla Çiğdem DALKILIÇ
Konul AZİMOVA
Prof. Dr. Emine ÖZTÜRK
Doç. Dr. Kamala KERİMOVA
Esra BEYAZ
Gülay Bal ÇAKIR
Doç. Dr. Barış KILINÇ
Dr. Özlem BAĞDATLI
Dr. Ali Baz BİLİCİ
Ece YÜKSEL
Arş. Görv. Dr. Mustafa ULUTAŞ
Doç. Dr. Mehmet KARA
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Türkiye
Özbek Dil ve Folklor Enstitüsü / Özbekistan
Kafkas Üniversitesi Türkiye
Sağlık Bilimleri Üniversitesi / Türkiye
Osmaniye Korkutata Üniversitesi / Türkiye
Ahi Evran Üniversitesi Türkiye
Ankara yıldırım Beyazıt Üniversitesi / Türkiye
Odlar Yurdu Üniversitesi / Bakü / Azerbaycan
Erzincan Üniversitesi Türkiye
Erzincan Üniversitesi TürkiyeE
Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan
Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan
Nevşehir Hacıbektaşveli Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Aydın Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Üniversitesi / Türkiye
Kafkas Üniversitesi / Türkiye
Kafkas Üniversitesi / Türkiye
El-Farabi Üniversitesi / Almtı / Kazakistan
Fırat Üniversitesi / Türkiye
Milli Bilimler Akademisi / Bakü / Azerbaycan
Kastamonu Üniversitesi / Türkiye
Balasagun Devlet Üniversitesi / Kırgızistan
Bursa
Giresun Üniversitesi / Türkiye
Giresun Üniversitesi / Türkiye
Kafkas Üniversitesi / Türkiye
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Baku Choreography Akademy / Azaerbaijan
Kafkas Üniversitesi / Türkiye
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi / Türkiye
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Anadolu Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Üniversitesi / Türkiye
İzmir
Yeditepe Üniversitesi / Türkiye
Uşak Üniversitesi / Türkiye
Gazi Üniversitesi / Türkiye
Katılımcılar
Dr. Öür. Üyesi Halit AŞLAR
Manas Üniversitesi / Kırgızistan
Doç. Dr. Maral TAGANOVA
Milli Elyazmalar Enstitüsü / Türkmenistan
Doç. Dr. Besim YILDIRIM
Arş. Görv. Ayşegül ACAR
Doç. Dr. Leyla ALİYEVA
Prof. Dr. Birsel Oruç ASLAN
Dr. Nisa Gökden KAYA
Dr. Öğr. Üyesi Mehmet KAHRAMAN
Dr. Zivar ZEYNALOVA
Dr. Öğr. Üyesi Emrullah YAKUT
Cihat ASLAN
Dr. Yasin AYDOĞDR
Doç. Dr. Erhan AKIN
Kadir BİLGEN
Doç. Dr. Vakur SÜMER
Rufina SANCAR
Merve DÜVENLİ
Dr. Öğr. Üyesi Salih Zeki HAKLI
Doç. Özlem ÜNER
Dr. Öğr. Üyesi Kemal YILDIZ
Dr. Öğr. Üyesi Olena KAZAN
Dr. Öğr. Üyesi Melek ŞAHİNDOKUYUCU
Dr. Öğr. Üyesi Gökçe YOĞURTÇU
Prof. Dr. Ulvi KESER
Dr. Öğr. Üyesi Münevver KATA
Doç. Dr. Seyit Ali AVCU
Prof. Dr. Adem ÇAYLAK
Dr. Öğr. Üyesi Salih GÜLEN
Prof. Dr. Nasip DEMİRKUŞ
Öğr. Görv. İmren ARBAÇ
Doç. Dr. Olga KLİMKİNA
Mehmet KIBIL
Prof. Dr. A. Baran DURAL
Dr. Öğr. Üyesi Türkan YEŞİLYURT
Arş. Görv. Dr. Tuğba GÜNÖR
Dr. Zeynep ÖZKAN
Prof. Dr. Emine İNANIR
Doç. Dr. Aşkın İnci SÖKMEN
Ekim SARIKAYA
Arş. Görv. Dr. Mina FENERCİOĞLU
Arş. Görv. Dr. Ali Alper ALPMAN
Öğr. Görv. Dr. Pınar KIZILHAN
Öğr. Görv. Dr. Lada AKSÜT
Vugar SAVZALİYEV
Atatürk Üniversitesi / Türkiye
Karabük Üniversitesi / Türkiye
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi / Türkiye
Balıkesir Üniversitesi / Türkiye
Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü / Türkiye
Necmettin Erbakan Üniversitesi / Türkiye
Kamu Yönetimi Akademisi / Azerbaycan
Mardin Artuklu Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Üniversitesi / Türkiye
Kırıkkale Üniversitesi / Türkiye
Siirt Üniversitesi / Türkiye
Siirt Üniversitesi / Türkiye
Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi / Türkiye
Polis Akademisi / Türkiye
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi / Türkiye
Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi / Türkiye
Ankara Hacıbayramveli Üniversitesi / Türkiye
Abant İzzet baysal Üniversitesi / Türkiye
Manas Üniversitesi / Kırgızistan
Kıbrıs Amerşkan Üniversitesi / KKTC
Girne Amerikan Üniversitesi / KKTC
L.N. Gumilev National University / Kazakhstan
Kocaeli Üniversitesi / Türkiye
Muş Alparslan Üniversitesi / Türkiye
Yüzüncüyıl Üniversitesi / Türkiye
Yeditepe Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Üniversitesi / Türkiye
Yeditepe Üniversitesi / Türkiye
Trakya Üniversitesi / Türkiye
Sinop Üniversitesi / Türkiye
Tekirdağ Namıkkemal Üniversitesi / Türkiye
Ankara / Türkiye
İstanbul Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Arel Üniversitesi / Türkiye
Yıldız Teknik Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Üniversitesi / Türkiye
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Çankaya Üniversitesi / Türkiye
Sakarya Üniversitesi / Türkiye
426
Katılimcılar
Liliya VOİTSANKA
Lefke Avrupa Üniversitesi / KKTC
Öğr. Görv. Sibel AYYILDIZ
Karabük Üniversitesi / Türkiye
Gonca PÜRDİK
Dr. Öğr. Üyesi Aybüke Ceyhun SEZGİN
Türkan NECEFOĞLU
Dr. Öğr. Üyesi Elif KÖK
Dr. Merhaba KUCKAROVA
N. Esra Kinikli SNAPPER
Dr. Öğr. Üyesi Güler ÇAVUŞOĞLU
Doç. Dr. Elena KRAİNİNCHENKO
Dr. Öğr. Üyesi Zulfiya ŞAHİN
Dr. Ebru Araç ILGAR
Dr. Bekir Barış CİHAN
Emre MERMERKAYA
Prof. Dr. Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ
Saule YUSSUPOVA
Bulut Çağlar DENİZ
Barno BURANOVA
Dr. Öğr. Üyesi Oktay ÇOBAN
Samet İŞBİLEN
Doç. Dr. Sezer AUYAN
Doç. Dr. Kemal AYDIN
Doç. Dr. Abdülvahap AKINCI
Msh. Eni PEJO
Öğr. Görv. Naime YAPRAK
Dr. Öğr. Üyesi Müzeyyen ÖZHAVZALI
Doç. Dr. Berdi SARIYEV
Nuriye SARIBAY
Dr. Öğr. Üyesi Ertuğrul GÜREŞÇİ
Prof. Dr. Ayad OMAR
Prof. Dr. Hakkı ÇOKNAZ
Tülay DEMİR
Ebru GÖK
Dr. Öğr. Üyesi Nuray Hilal TUĞAN
Doç. Dr. İlkben AKANSEL
Doç. Dr. Sefa YÜCE
Arş. Görv. Mansur PEHLİVAN
Yusuf Deniz İNAN
Öğr. Görv. Altun ALTUN
Dr. Kevser TETİK
Ceren Yağmur ÖZTÜRK
Assoc. Prof. Çiler HATİPOĞLU
Full Prof. Ali Cevat TAŞIRAN
Azhar SERİKKALİYEVA
Lefke Avrupa Üniversitesi / KKTC
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi / Türkiye
Karabük Üniversitesi / Türkiye
Marmara Üniversitesi / Türkiye
Bilimler Akademisi / özbekistan
Anadolu Üniversitesi / Türkiye
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi / Türkiye
Pyatigorsk Devlet Üniversitesi / Rusya
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Bozok Üniversitesi / Türkiye
Bozok Üniversitesi / Türkiye
Bozok Üniversitesi / Türkiye
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Gazi Üniversitesi / Türkiye
Selçuk Üniversitesi / Türkiye
Özbekistan
Bozok Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Arel Üniversitesi / Türkiye
Cumhuriyet Üniversitesi / Türkiye
Kocaeli Üniversitesi / Türkiye
Kocaeli Üniversitesi / Türkiye
Universitety of Tirana / Albania
Kırıkkale Üniversitesi / Türkiye
Kırıkkale Üniversitesi / Türkiye
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi / Türkiye
Tripoli University / Libya
Düzce Üniversitesi / Türkiye
Bolu Milli Eğitim Müdürlüğü / Türkiye
Hatay Milli Eğitim Müdürlüğü / Türkiye
Ankara Hacıbayramveli Üniversitesi / Türkiye
Bartın Üniversitesi / Türkiye
Gazi Üniversitesi / Türkiye
Düzce Üniversitesi / Türkiye
Yalova Belediyesi / Türkiye
Hakkari Üniversitesi / Türkiye
Anadolu Üniversitesi / Türkiye
Middle East Technical University / NC
Middle East Technical University / Turkey
Middle East Technical University / NC
Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan
Katılımcılar
Dr. Bakko Mehmet BOZASLAN
Doç. Dr. Dilek Temiz DİNÇ
Merve ERCAN
Öğr. Görv. Şeniz Kabadayı YUVARLAK
Sabri GÜRSES
Prof. Dr. Sevinç ÜÇGÜL
Ender ARAT
Arş. Görv. Suna Özgür KARAALAN
Pınar Tekin BOZKAYA
Dr. Öğr. Üyesi Yücel KAYABAŞI
Arş. Görv. Dinara TALDYBAYEVA
Prof. Dr. Ali HASSEN
Dr. Öğr. Üyesi İbrahim ÇUTÇU
Prof. Dr. Ali Engin OBA
Öğr. Görv. Yusuf Hüseyin BABEKOĞLU
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet AYDIN
Arş. Görv. Esra ELMACIOĞLU
Nihat ÖZER
Prof. Dr. Vedat ÇALIŞKAN
Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV
Dr. Öğr. Üyesi Aysun Türe YILMAZ
Merve ÖZLÜ
Nazlıhan EFE
Dr. Öğr. Üyesi Akın SONER
Dr. Öğr. Üyesi M. Fatih YALÇIN
Prof. Dr. Leila SALEKHOVA
Dr. Öğr. Üyesi saffet AKDAĞ
Dr. Öğr. Üyesi Hakan YILDIRIM
Dr. Öğr. Üyesi Murat KESEBİR
Doç. Dr. Kemal İBRAHİMZADE
Murad KHASHİMOVA
Kamiil KERİMOĞLU
Marina MUSSA
Doç. Dr. Semra Akar ŞAHİNGÖZ
Prof. Dr. Kamer KASIM
Doç. Dr. Mehmet Serkan TAFLIOĞLU
Dr. Öğr. Üyesi Perihan Taş ÖZ
Öğr. Görv. Asude Nil Nihan TURNAGÖL
Dr. Öğr. Üyesi Marziye MAMMEDLİ
Aeş. Görv. Haluk YILMAZ
Doç. Dr. Raif KALYONCU
Öğr. Görv. Dr. Kaliya KULALİYEVA
Prof. Dr. Cabbar ISANKUL
Dr. Öğr. Üyesi Ahmet DMÖNMEZ
Kütahya Dumlupınar Üniversitesi / Türkiye
Çankaya Üniversitesi / Türkiye
Çankaya Üniversitesi / Türkiye
Kocaeli Üniversitesi / Türkiye
Erciyes Üniversitesi / Türkiye
Erciyes Üniversitesi / Türkiye
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Kocaeli Üniversitesi / Türkiye
Balgat Mesleki ve Teknşk Anadolu Lisesi / Türkiye
Gazi Üniversitesi / Türkiye
Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan
Tripoli University / Libya
hasan Kalyoncu Üniversitesi / Türkiye
Çağ Üniversitesi / Türkiye
Ankara Üniversitesi / Türkiye
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi / Türkiye
Bozok Üniversitesi / Türkiye
Yeditepe Üniversitesi / Türkiye
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi / Türkiye
Ege Üniversitesi / Türkiye
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi / Türkiye
Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesi / Türkiye
Bilecik Bpzöyük Devlet Hastanesi / Türkiye
Mustafa kemal Üniversitesi / Türkiye
Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi / Türkiye
Kazan Federal University / Tataristan
Bozok Üniversitesi / Türkiye
Bozok Üniversitesi / Türkiye
Bozok Üniversitesi / Türkiye
Tokat Gazşosmanpaşa Üniversitesi / Türkiye
Necmettin Erbakan Üniversitesi / Türkiye
Selçuk Üniversitesi / Türkiye
Selçuk Üniversitesi / Türkiye
Ankara Hacıbayramveli Üniversitesi / Türkiye
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi / Türkiye
Niğde Ömer Halis Demir Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Kültür Üniversitesi / Türkiye
Hacettepe Üniversitesi / Türkiye
Karabük Üniversitesi / Türkiye
Trabzon Üniversitesi / Türkiye
Trabzon Üniversitesi / Türkiye
Manas Üniversitesi / Kırgızistan
Bilimler Akademisi / özbekistan
Necmettin Erbakan Üniversitesi / Türkiye
428
Katılimcılar
Nur Sena BİNİCİ
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Sevgi GÜRLER
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Merve KAYA
İclal KILIÇ
Aslınur DİZLEK
Nilgün Hatice GÜRLER
Ayşenur DAZ
Damlanur GÖKSU
Öğr. Görv. Dr. Vildane DİNÇ
Doç. Dr. Elmira KHABİBULLİNA
İlayda Nisa KAYA
Merve Sena BİNİCİ
Merve DÖNMEZ
Ender ARAT
Sedat ÇOBANOĞLU
Dr. Öğr. Üyesi Veysel KURT
Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin ALPTEKİN
Doç. Dr. Özlem ATALAN
Dr. Öğr. Üyesi Elif Süyük MAKAKLI
Prof. Dr. Zakir AVŞAR
Doç. Dr. Beyhan ZABUN
Prof. Dr. M. Sıtkı BİLGİN
Prof. Dr. Zeki TAŞTAN
Dr. Öğr. Üyesi Nükhet Eltut KALENDER
Dr. Öğr. Üyesi Telli Akhun KORKMAZ
Arş. Görv. Pelin YILMAZ
Dr. Nermin ATİLA
Doç. Dr. Tamara ÖLÇEKÇİ
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Hacettepe Üniversitesi / Türkiye
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Uludağ Üniversitesi / Türkiye
Kazan Federal University / Tataristan
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi
Ankara / Türkiye
Ondokuz Mayıs Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Medeniyet Üniversitesi / Türkiye
İstanbul Şehir Üniversitesi / Türkiye
Celal Bayar Üniversitesi / Türkiye
Işık Üniversitesi / Türkiye
Ankara hacı Bayram Veli Üniversitesi
Gazi Üniversitesi / Türkiye
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi / Türkiye
Van Yüzüncüyıl Üniversitesi / Türkiye
Van Yüzüncüyıl Üniversitesi / Türkiye
Nevşehir Hacıbektaş Üniversitesi / Türkiye
Giresun Üniversitesi / Türkiye
Ankara
TİKA / Türkiye