Academia.eduAcademia.edu

I Uluslararasi Turk Rus Dunyasi Akademik

2018

ve Ruslar, yaklaşık 15-16 asırdır bazen iç içe, bazen komşu, bazen savaş ve bazen de barış içinde yaşayan; fakat modern zamana kadar siyasi, iktisadi, sosyal ve askeri ilişkilerini sürdüren iki millet olmuştur. Türklerin anavatanı bilindiği gibi Orta Asya'dır. Miladi 4. asırda Orta Asya'dan batıya doğru başlayan göç hareketleri bu iki önemli milletin tarihlerini de kesiştirmiştir. Bu nedenle Türk dünyası deyince sadece Orta Asya akla gelmeyecektir. Orta Asya'dan Avrupa'ya kadar uzanan bir coğrafya ve Türklerin bir zamanlar hâkim olduğu Kuzey Afrika'yı da içine alan geniş bir alan bu tanım içine girebilir. Rus dünyası deyince de sadece Moskova ve etrafından ziyade, Kamçatka Yarımadası'ndan Doğu Avrupa'ya kadar olan geniş bir yelpaze aklımıza gelmelidir. Dolayısıyla iki dünyayı birleştirdiğimizde Orta Asya'dan Avrupa'nın ortalarına kadar geniş bir alan karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bu geniş coğrafya, pek çok ilme ev sahipliği yaparak inceleme ve araştırmalara da imkân sağlamaktadır. Biz de bu bakış açısından yola çıkarak Uluslararası Türk-Rus Dünyası Akademik Araştırmalar Kongresi'nin (UTRAK) ilkini düzenlemeye karar verdik. Bu kararın neticesinde kongremizi 14-16 Aralık 2018 tarihleri arasında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türk tarih Kurumu, St. Petersburg Devlet Üniversitesi ve Kazan Federal Üniversitesinin akademik katkılarıyla Ankara'da gerçekleştirdik. Kongrede-Türk-Rus dünyasını kapsamak şartıyla-tarih, coğrafya, iktisat, sosyoloji, edebiyat, arkeoloji, sanat, psikoloji, musiki…vb. gibi sosyal bilimlerin tüm alanlarından bildirileri kabul ettik. Yapılan iki yüzün üzerindeki tebliğ müracaatı, titiz bir hakem değerlendirmesinin ardından gözden geçirilmiş ve 170 civarında bilim insanın çalışmalarını sunmaları uygun görülmüştür. Bu kongre ile birlikte tarihsel bağları çok eskiye dayanan Türk ve Rus dünyasında çalışan bilim insanlarını bir araya getirmek ve ortaya güzel eserler çıkarmak ise kongremizin temel gayesi olmuştur. Bu bakımından alanında son derece müstesna bir yere sahip olan bu kongre ve neticesinde ortaya çıkan elinizdeki bu bildiri kitabının, her iki ülke ile ilgili yapılan çalışmaların bir araya getirilmesine katkı yapacağına inanıyoruz. İlmi bir mücadele içinde olan bilim insanlarının yollarına bir nebze de olsa ışık tuttuğumuz, yeni bakış açıları ve fikirler oluşmasına vesile olduğumuz düşüncesi ve umudu ile onurluyuz. Kongremizin kazanımlarının bilim dünyasına ve her iki ülkeye faydalı olmasını temenni ediyoruz. Kitabın hazırlanması sürecinde emek ve katkı veren herkese teşekkür ediyoruz. Gelecek sempozyumlarda buluşmak ümidiyle.

Uluslararası Türk – Rus Dünyası Akademik Araştrmalar Kongresi (14 – 16 Aralık 2018) Ankara BİLDİRİLER Editörler Ender ARAT Prof. Dr. Osman KÖSE Dr. Nermin ATİLA Ankara – 2019 Bu kitabın tüm hakları yazarına ve yayıncısına aittir. Uluslararası Türk – Rus Dünyası Akademik Araştrmalar Kongresi (14 – 16 Aralık 2018) Ankara BİLDİRİLER Editörler Ender ARAT Prof. Dr. Osman KÖSE Dr. Nermin ATİLA ISBN: 978-605-7501- Genel Yayın Yönetmeni Cuma AĞCA Sayfa Düzeni / Kapak Hakan ONAT Baskı & Cilt Berikan Matbaacılık / Gersan-ANKARA Matbaa Sertifika No: 13642 YAYINEVİ BERİKAN YAYINEVİ Kültür Mah. Kızılırmak Cad. Gonca Apt. No: 61/6 Çankaya-Kızılay/ANKARA Tel: (0312) 232 62 18 Fax: (0312) 232 14 99 ULUSLARARASI TÜRK - RUS DÜNYASI AKADEMİK ARAŞTIRMALAR KONGRESİ МЕЖДУНАРОДНЫЙ ТУРЕЦКО-РОССИЙСКИЙ МИРОВОЙ АКАДЕМИЧЕСКИЙ ИССЛЕДОВАТЕЛЬСКИЙ КОНГРЕСС INTERNATIONAL TURKISH-RUSSIAN WORLD ACADEMIC RESEARCH CONGRESS (URTAK) (14 – 16 Aralık 2018) (Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Etlik Yerleşkesi) Onur Kurulu Prof. Dr. Metin DOĞAN, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Musa YILDIZ, Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanı Pof. Dr. Refik TURAN, Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. İlşat GAFUROV, Kazan Federal Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nikolay KROPACHEV, St. Petersburg Devlet Üniversitesi Rektörü Kongre Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Osman KÖSE Düzenleme Kurulu Prof. Dr. Musa Kazım ARICAN, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Hayri ÇAPRAZ, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Elmira HABİBULİNA, Kazan Federal Üniversitesi, Rusya Doç. Dr. Ramil HAYRURDİNOV, Kazan Federal Üniversitesi, Rusya Doç. Dr. İbrahim SERBESTOĞLU, Amasya Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Nikolay N. TELİTSİN, St-Petersburg Devlet Üniversitesi, Rusya Dr. Öğr. Üyesi Yasemin ULUTÜRK, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Türkiye Dr. Öğr. Üyesi İbrahim E. ARIOĞLU, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Sıddık ÇALIK, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye Dr. Öğr. Üyesi Telli A. KORKMAZ, Nevşehir Hacıbektaş Veli Üniversitesi, Türkiye Arş. Gör. Dr. Esra KİRİK, Sakarya Üniversitesi, Türkiye Bilim Kurulu Prof. Dr. Aidar ABUOV, Uluslararası Dinler ve Med. Merkezi, Kazakistan Prof. Dr. Suna Temur AĞILDERE, Gazi Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Dursun Ali AKBULUT, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Bayram AKÇA, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Alaattin AKÖZ, Selçuk Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Ahmet AKSIN, Fırat Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Türkan Bayer ALTIN, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Ahmet Atan, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Erkin AUGALİ, Güney Çin Ulusal Üniversitesi, Çin Prof. Dr. Zakir AVŞAR, Gazi Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Handan Asude BASAL, Uludağ Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Baurjan BAYTANAYEV, Kazakistan ilimler Akademisi, Kazakistan Prof. Dr. Mustafa Sıtkı BİLGİN, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Viktor BUTANAEV, Rusya İlimler Akademisi, Rusya Prof. Dr. Mehmet CANBOLAT, Akdeniz Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Ekrem CAUSEVİC, Zagrep Üniversitesi, Hırvatistan Prof. Dr. Alishina Khanisa CHAVDATOVNA, Bilimler Akademisi, Tataristan Prof. Dr. Hüseyin ÇINAR, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. İ. Hakkı DEMİRCİOĞLU, Jandarma Sahil G. Akademisi, Türkiye Prof. Dr. Orhan DOĞAN, K. Sütçü İmam Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Önder DUMAN, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. İlhan EKİNCİ, Ordu Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Juliboy ELTAZAROV, Semerkant Devlet Üniversitesi, Özbekistan Prof. Dr. Hacı Mustafa ERAVCI, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Akif FARZALİEV, St-Petersburg Devlet Üniversitesi, Rusya Prof. Dr. Nurşen Özkul FINDIK, Gazi Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Peter GOLDEN, New Jersey Üniversitesi, ABD Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU, Ankara Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Ahmet GÜNDÜZ, Gaziantep Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. İmperiyat HALİPAYEVA, Dağıstan Devlet P. Üniversitesi, Rusya Prof. Dr. Yuriy HUDYAKOV, Rusya İlimler Akademisi, Rusya Prof. Dr. Toğrul İSMAYIL, K. Sütçü İmam Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Nedim İPEK, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Maria IVANICS, Sizegerd Üniversitesi, Macaristan Prof. Dr. Amina S. JESENKOVIC, Saraybosna Üniversitesi, Bosna Hersek Prof. Dr. Turhan KAÇAR, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Mohammad T. E. Khoei, Tahran Şahit Bihişti Üniversitesi, İran Prof. Dr. Alikberov A. KALABEKOVİCH, Rusya Bilimler Akademisi, Rusya Prof. Dr. Behsat KARACA, Süleyman Demirel Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Dosay KENJETAY, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Kazakistan 4 Prof. Dr. Selda Kaya KILIÇ, Ankara Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Dariusz KOŁODZIEJCZYK, Varşova Üniversitesi, Polonya Prof. Dr. Nimet Haşıl KORKMAZ, Uludağ Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Vladimir G. KOŞEVAR, Kırgızistan İlimler Akademisi, Kırgızistan Prof. Dr. Şilova N. LEONİDOVNA, Petrozavodsk Devlet Üniversitesi, Rusya Prof. Dr. Anvar Mokoyev, Kırgız -Türk Manas Üniversitesi, Kırgızistan Prof. Dr. İrfan MORİNA, Priştine Üniversitesi, Kosova Prof. Dr. Hacali NECEFOĞLU, Kafkasya-Orta Asya A. Merkezi, Türkiye Prof. Dr. Elif Yüksel OKTAY, Yalova Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Kemal Özcan, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK, İzmir Demokrasi Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Sacide PEHLİVAN, İstanbul Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Pavel N.PETROV, Rusya ilimler Akademisi, Rusya Prof. Dr. Fırat PURTAŞ, Türksoy, Türkiye Prof. Dr. Elisabetta RAGAGNİN, Freie Üniversitesi, Almanya Prof. Dr. Flera Sagitovna SAYFULİNA, Kazan Federal Üniversitesi, Rusya Prof. Dr. Döölötbek SAPARALİEV, Kırgız-Türk Manas Üniversitesi, Kırgızistan Prof. Dr. Karajaubay SARTKOJAULI, L. N. Gumilev Üniversitesi, Kazakistan Prof. Dr. Yulai SCHAMİLOGLU, Wisconsin Üniversitesi, ABD Prof. Dr. Hava SELÇUK, Erciyes Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Elfina SİBGATULLİNA, Moskova Bilimler Akademisi, Rusya Prof. Dr. Oya SİPAHİOĞLU, Dokuz Eylül Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Ayrat SİTDİKOV, Kazan Devlet Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Vladimir SUCHY, Rusya İlimler Akademisi, Rusya Prof. Dr. Zekeriye ŞİMŞİR, Necmettin Erbakan Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Kubat TABALDİYEV, Kırgızistan İlimler Akademisi, Kırgızistan Prof. Dr. Natalya ULÇENKO, Rusya Bilimler Akademisi, Rusya Prof. Dr. Vasily UŞNİTSKİY, Rusya Bilimler Akademisi, Yakutistan Prof. Dr. Mehmet Ali ÜNAL, Pamukkale Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Dmitry VASİLYEV Moskova Bilimler Akademisi, Rusya Prof. Dr. Selma YEL, Gazi Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Salih YILMAZ, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye Prof. Dr. Ferit YUSUPOV, Kazan Devlet Üniversitesi, Rusya Doç. Dr. Alim ABİDULLİN, Kazan Federal Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Halil ALDEMİR, Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Krasikova L. ALEKSANDROVNA, Rus Devlet Üniversitesi, Rusya 5 Doç. Dr. Gaybullah BABAYAROV, Özbekistan İlimler Akademisi, Özbekistan Doç. Dr. Cebi BEHRAMOV, Milli İlimler Akademisi, Azerbaycan Doç. Dr. Yasemin BEYAZIT, Pamukkale Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Yıldız Deveci BOZKUŞ, Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Ebru CEYLAN, İstanbul Aydın Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Nurten ÇETİN, Trakya Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Nihada D. DİANİÇ, Tuzla Üniversitesi, Bosna -Hersek Doç. Dr. Dilşen İnce ERDOĞAN, Adnan Menderes Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Fayruza H. GARİPOVA, (Başkurt Beşeri Bilimler Enstitüsü, Rusya Doç. Dr. Esma İGÜS, Mimar Sinan Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Emel İSLAMOĞLU, Sakarya Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Mustafa KALKAN, Çankırı Karatekin Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Beyhan KANTER, Mardin Artuklu Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Emina BERBIC KOLAR, Osijek Üniversitesi, Hırvatistan Doç. Dr. İrade MEMEDOVA, İlimler Akademisi, Azerbaycan Doç. Dr. Yakup ÖMEROĞLU, Gazi Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Kemale SALAMOVA, Sungayit State University, Azerbeycan Doç. Dr. Nemçinova T. SERGEEVNA, Petersburg Devlet Üniversitesi, Rusya Doç. Dr. Nadya TIDIKOVA Altayistik Enstitüsü, Rusya Doç. Dr. Türkmen TÖRELİ, Dokuz Eylül Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Mucize ÜNLÜ, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Türkiye Doç. Dr. Aleksandr VASİLYEV, Rusya Bilimler Akademisi, Rusya Doç. Dr. Ramil R. KHAYRUTDİNOV, Kazan Federal Üniversitesi, Rusya Dr. Öğr. Üyesi, Atıf AKGÜN, Ege Üniversitesi, Türkiye Dr. Öğr. Üyesi Zuhra ALTYMYSHOVA, Manas Üniversitesi, Kırgızistan Dr. Öğr. Üyesi Güler ÇAVUŞOĞLU, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Türkiye Dr. Öğr. Üyesi, Gülnar KARA, Bitlis Eren Üniversitesi, Türkiye Dr. Öğr. Üyesi, Mustafa Karataş, N. Hacıbektaş Veli Üniversitesi, Türkiye Dr. Yiğit ALTAY, Avusturya Rijks Üniversitesi, Avusturya Dr. Yevgeni BAHREVSKİ, Rus Kültür ve Doğa Mirası Enstitüsü, Rusya Dr. Sajjad HOSSEİNİ, Erdebil Üniversitesi, İran Dr. Güllü KARAN, Komrat Devlet Üniversitesi, Moldova Sekreterya Senem KARAGÖZ, Gazi Üniversitesi, Türkiye Arş. Görv. Dr. Esra KİRİK, Sakarya Üniversitesi, Türkiye 6 İçindekiler Önsöz A – Edebiyat – Kültür Hayatı .............................................................................................. Kaliya KULALİYEVA - Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy (Manas Destanı’nın Tematik Dizini çalışması tecrübesinden) ................................................... Sevinç ÜÇGÜL / Sabri GÜRSES - Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu........................................................................... Berdi SARIYEV / Nuriye SARIBAY - Türkmen -Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine .......................................................................................................................................................... Esra ELMACIOĞLU - Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı” Başlıklı Öyküsü ve Attila Leyla ALIYEVA - İ.Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında Rufina SANCAR / Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ- Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel Boyutlar Açısından Karşılaştırılması Leyla Çiğdem DALKILIÇ - Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Liliya VOİTSENKA/ Gonca PÜRDİK - Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi Sefa YÜCE - Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler Yerlan ZHIYENBAYEV - Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı Russıan Perceptıon In Poem Magjan Jumabayev B - Siyasi ve Diplomatik İlişkiler Altun ALTUN - Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri Aygül ŞENGÜN - 1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı Ender ARAT - Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar Özlem BAĞDATLI - Order Concept In Islamic Political Thought Salih Zeki HAKLI - Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev) C - Sosyal ve İktisadi Hayat Yıldız DEVECİ BOZKUŞ - Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı Murat YILMAZ - Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar (Özellikle Hayvancılığa Etkileri) Toghrul ALLAHMANLI - Development Trends Of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia And Poland Murat YILMAZ - Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı D - Türkçe ve Rusça Birsel ORUÇ ASLAN - İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri Elena KRAİNİUCHENKO Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği Maiya MYRZABEKOVA/ Nurlan AKHMETOVA - Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов Технического Вуза Специальности «Туризм» В Турции Msc Eni PEJO - Some Causes Of Lexical Transformations In Translation Of Cliches From Russian Language To English And Albanian Language E - Hukuk, Örf, Adet ve Gelenekler Bulut Çağlar DENİZ - Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi F - Eğitim Ebru Araç ILGAR /Bekir Barış CİHAN / Emre MERMERKAYA - Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere Göre Belirlenmesi Salih GÜLEN/ Nasip DEMİRKUŞ - Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma 8 ÖNSÖZ Değerli Araştırmacılar, Türkler ve Ruslar, yaklaşık 15 – 16 asırdır bazen iç içe, bazen komşu, bazen savaş ve bazen de barış içinde yaşayan; fakat modern zamana kadar siyasi, iktisadi, sosyal ve askeri ilişkilerini sürdüren iki millet olmuştur. Türklerin anavatanı bilindiği gibi Orta Asya’dır. Miladi 4. asırda Orta Asya’dan batıya doğru başlayan göç hareketleri bu iki önemli milletin tarihlerini de kesiştirmiştir. Bu nedenle Türk dünyası deyince sadece Orta Asya akla gelmeyecektir. Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan bir coğrafya ve Türklerin bir zamanlar hâkim olduğu Kuzey Afrika’yı da içine alan geniş bir alan bu tanım içine girebilir. Rus dünyası deyince de sadece Moskova ve etrafından ziyade, Kamçatka Yarımadası’ndan Doğu Avrupa’ya kadar olan geniş bir yelpaze aklımıza gelmelidir. Dolayısıyla iki dünyayı birleştirdiğimizde Orta Asya’dan Avrupa’nın ortalarına kadar geniş bir alan karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bu geniş coğrafya, pek çok ilme ev sahipliği yaparak inceleme ve araştırmalara da imkân sağlamaktadır. Biz de bu bakış açısından yola çıkarak Uluslararası Türk-Rus Dünyası Akademik Araştırmalar Kongresi’nin (UTRAK) ilkini düzenlemeye karar verdik. Bu kararın neticesinde kongremizi 14-16 Aralık 2018 tarihleri arasında Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türk tarih Kurumu, St. Petersburg Devlet Üniversitesi ve Kazan Federal Üniversitesinin akademik katkılarıyla Ankara’da gerçekleştirdik. Kongrede -Türk-Rus dünyasını kapsamak şartıyla- tarih, coğrafya, iktisat, sosyoloji, edebiyat, arkeoloji, sanat, psikoloji, musiki…vb. gibi sosyal bilimlerin tüm alanlarından bildirileri kabul ettik. Yapılan iki yüzün üzerindeki tebliğ müracaatı, titiz bir hakem değerlendirmesinin ardından gözden geçirilmiş ve 170 civarında bilim insanın çalışmalarını sunmaları uygun görülmüştür. Bu kongre ile birlikte tarihsel bağları çok eskiye dayanan Türk ve Rus dünyasında çalışan bilim insanlarını bir araya getirmek ve ortaya güzel eserler çıkarmak ise kongremizin temel gayesi olmuştur. Bu bakımından alanında son derece müstesna bir yere sahip olan bu kongre ve neticesinde ortaya çıkan elinizdeki bu bildiri kitabının, her iki ülke ile ilgili yapılan çalışmaların bir araya getirilmesine katkı yapacağına inanıyoruz. İlmi bir mücadele içinde olan bilim insanlarının yollarına bir nebze de olsa ışık tuttuğumuz, yeni bakış açıları ve fikirler oluşmasına vesile olduğumuz düşüncesi ve umudu ile onurluyuz. Kongremizin kazanımlarının bilim dünyasına ve her iki ülkeye faydalı olmasını temenni ediyoruz. Kitabın hazırlanması sürecinde emek ve katkı veren herkese teşekkür ediyoruz. Gelecek sempozyumlarda buluşmak ümidiyle. Ender ARAT Prof. Dr. Osman KÖSE Dr. Nermin ATİLA 03. 03. 2019 - Ankara A - Edebiyat – Kültür Hayatı Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy (Manas Destanı’nın Tematik Dizini çalışması tecrübesinden) Öğr. Gör. Dr. Kaliya KULALİYEVA Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi, Kırgızistan Özet: Bu çalışmada, Kırgız Türklerinin Manas kahramanlık destanındaki “Konut (mesken)” ve “Boz Üy (keçe çadır)” tematik konusu ve bu tematik konunun çalıştığımız “Manas Destanının Tematik Dizini I” dizin serisinin bir kitabında yer alması özellikleriyle ilgili bir inceleme yapılmıştır. İncelemede Manasçılığın Narın ekolü temsilcileri olan Sagımbay Orozbakov, Moldobasan Musulmankulov, Bagış Sazanov ve Şapak Rısmendeyev’in varyantları esas alınmıştır. Varyantların karşılaştırmalı incelemesi sonucunda bu tematik konudaki kavramları yansıtan kelimelerin hemen hepsi tespit edilerek, tematik dizinde yer alması önerilmiştir. İnceleme esnasında halkın yaşadığı mekânlar ve mesken (konut) yerleri, yerleşim yerleri (kale, şehir, kent, köy vs), bu tür yerleşim yerlerine ait olan yapılar (duvar, bahçe, ağıl, ahır vs), ev ve onun destandaki değişik şekilde adlandırılmaları (üy, boz üy, ak üy, colum üy, örgöö, saray vs) araştırılmıştır. Çalışma, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi ve Kırgızistan Cumhuriyeti Millî Bilimler Akademisinin ortak projesi olarak yürütülmekte olan “Manas Destanının Tematik Dizini I” projesi çerçevesinde hazırlanmıştır. Anahtar Kelimeler: Manas, destan, konut, boz üy, tematik dizin. HABİTAT AND BOZ Uİ İN MANAS EPİC (on the basis of compilation experience of Thematic Index of epic Manas) Abstract: In this scientific paper the research work on “habitat and boz ui” in heroic epic Manas of Kyrgyz people is given, as well as the role of the theme in the Thematic Index I of epic Manas itself, which is presentlyu under compilation process. The object of our research is Naryn School of Manaschi (narrators of epic Manas) represented by Sagymbai Orozbakov, Moldobasan Musulmankulov, Bagysh Sazanov and Shapak Rysmendeev. The comparative analysis of variants made it possible to identify words which reflect notions related to this theme; and it was suggested to include them into Thematic Index I. Comparative analysis covered various types of habitat: habitat (city, kent, kalaa, village, etc.), their architectural peculiarities, their structure, including nearby habitat (wall, garden, flower garden, zoo etc.), housing and its various Kaliya KULALİYEVA names (ui, boz ui, ak ui, jolum ui, orgoo, saray etc.) used in epic Manas, in particular. The article is written within the framework of the joint project Thematic Index I of epic Manas between Kyrgyz-Turkish Manas University and National Academy of Science of the Kyrgyz Republic. Key words: Manas, epic, habitat, boz ui, thematic index. Giriş Sözlü halk edebiyatının ürünlerinden biri olan destanlar, insanoğlunun çok eski zamanlardan bugüne kadarki düşüncelerini, dünyayı tanıma anlayışını, felsefesini, tarihini, dilini ve medeniyetini geniş bir tarzda yansıtan değerli kaynaklardandır. Destanları yayımlama, araştırma, düzenleme ve kategorize etme çağdaş halkbiliminin güncel sorunlarındandır. Özellikle destanlarla ilgili olarak Türk halkbilimi, onun içinde Kırgız halkbilimi için böyle çalışmaların ele alınması bir çok meselenin çözümüne ve yeni eserin ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktır. Destanın her şeyden önce sanat eserlerinin bir ürünü olarak sayılması, egemenliğin imkanlarına uygun olarak çağdaş bakış açısıyla çok yönlü yeni araştırmalar yapılmasını gerektiriyor. Manas Destanı Kırgız halkının ve tamamen Türk dünyasının paha biçilmez kültürel mirasıdır. Destanın varyantlarının yayımlanması, araştırılması ve başka dillere çevirisinin zamanımızın önemli meselelerinden biri olduğu kuşkusuzdur. Kırgızistan Cumhuriyeti Millî Bilimler Akademisinin El Yazması Fonunda bu destanın 80’ne yakın varyantı vardır. Fakat onların hepsi destandaki olayları baştan sona kadar anlatmamaktadır. Bazıları Manas destanından kısa parçalar şeklindedir. Şu andaki El Yazması Fonu Bölümü Başkanı Asel İsayeva’nın bize ilettiği bilgiye göre El Yazmalar Fonundaki kırkka yakın varyant tekstolojik inceleme sonucunda yayınlanabilir. Destan metinlerinin yayınlanması işi Kırgız Cumhuriyeti Milli Bilimler Akademisi tarafından ele alınmış, bazı değişik yıllardaki manasçıların varyantlarının akademik baskısı yapılmış, onların bazılarının elektronik biçimi de halkın nazarına sunulmuştur. Manas Destanı konusunda genel düzenleme, tasnif işlerinin yapılması ve destanı araştırma işlerinin durumunu da kısmen kolaylaştıracaktır. Genellikle destanın fikir ve tematik özelliklerini anlamaya, tanımaya, bölgelere göre Manas söyleyicilerin farklılıklarını ve benzerliklerini göstermeye yardımcı olacaktır. Son yıllarda Manas Destanının fikirlerine, anlam ve içeriğine, temasına yönelik olumsuz algı oluşturma amacıyla yalnış yönlendirmelerle medyada ve akademik çevrede tartışmalar oluşturma çabaları, olarak destanseverleri huzursuz ettmiştir. Destanı dünya halkbilimine ait önde gelen araştırma usulleriyle bir sisteme sokma, tasnif etme işlerinin yürütülmesi vb. işler aracılığıyla olumsuz görüşlerin ortaya çıkmasına engel olacağını umuyoruz. 14 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy “Manas Destanının Tematik Dizini” Projesi hakkında Bu projenin temelinde Manas destanının klasik destan seviyesine ulaşamazsa da esas konuları içerip araştırma konusu olabilecek çeşitli bölge ve okulların (ekollerin) temsilcilerinin varyantları seçilerek onların söylediği varyantta yansıtılan tematik dizini hazırlanacaktır. Bu çalışmanın sonucunda ortaya çıkacak olan dizin, destanda yansıtılan konuların tamamını kapsayacaktır. Sonuç olarak, temel konuların hangilerinin olduğu, onun ne derece derinlemesine yansıtıldığı örneklerle pekiştirilecektir. Proje çerçevesinde yapılacak olan; sonuçta Manas destanının tematik dizini olarak yayımlanacak bilimsel araştırma çalışmaları bugüne kadar Kırgızistan’da veya başka ülkelerde yapılmamıştır. Klasik diye kabul edilen Sagınbay Orozbakov ve Sayakbay Karalayev’in varyatları üzerinde de böyle sistematik bir örnek çalışma yoktur. Bu projeyi gerçekleştirmenin 3 aşaması olacaktır. Bu da, destanın hacminin büyüklüğü ve bütün bölgelerdeki manasçıların varyantlarını inceleme zorunluluğundan kaynaklanmaktadır. Manas destanındaki temalar olayları inceleme ve karşılaştırma prensibi (1. Olayları kökenli karşılaştırma. 2. Olayları tipolojik karşılaştırma) yoluyla analiz edilecektir. Ashama № I II III Varyantlar Bölge Tematik dizin hazırlanması: Sagınbay Orozbakov, Moldobasan Musulmankulov, Bagış Sazanov, Şapak Rısmendeyev. Narın Bölgesi Tematik dizininin hazırlanması: Sayakbay Karalayev, Mambet Çokmorov, Şaabay Azizov; Isık-Göl Akmat Rısmendeyev. Tematik dizininin hazırlanması: Canıbay Kocekov, Murat Kalbayev; Cusup Mamay, Eşmat Mambetcusup. Çüy Bölgesi Kırgızistan’ın Güney Bölgesi Çin Bölgesi Şartlı olarak işi yürütmeye kolaylık sağlamak amacında ayrım yapıldı. Ekleme, kısaltmalar yapılabilir. Amacımız, hacmi büyük ve varyantları çok olan Manas destanının konular dizinini kurarak Türk destanları incelemesini veya Halk bilimi araştırmalarını yeni araştırmalarla doldurmaktır; Manas destanında yansıtılan konu ve özelliklerini bilim dünyasına, topluma sunarak, Türk halklarının destanlarında yansıtılan ortak temaları 15 Kaliya KULALİYEVA kolaylıkla tanıtmaktır; ortak kültür, ortak dil, ortak tarih anlayışını geliştirme aracılığıyla yapılacak araştırma faaliyetleriyle ortak bir ses kavramının geliştirilmesidir; Manas destanını sistemleştirme, tasnif etme işini bu çalışma ile yenilemektir; Manas destanındaki büyük ve küçük konuları araştırmaya, yorumlamaya ve belli bir sistem oluşturmaya katkı sağlamaktır; Manas destanının çeşitli yöresel variantlarının karşılaştırmalı incelenmekle destanın yapısındaki özellikleri belirleme imkanını sağlamaktır; Manası okuyucularına ulaştırmada destanın anlam içeriğini iyice algılamaya yardımcı olmaktır. Projenin ilk aşamasında Kırgızistan’ın Narın bölgesini temsil eden 4 manasçının varyantlarındaki araştırma konusu olarak dizinde yer alacak tematik konular seçilecek ve indekslenecektir. Manas Destanının Konu Dizini adlı projenin gerçekleştirilmesi üç aşamadan oluşmaktadır. Dizinde yer alacak konular yukarıda anıldığı gibi olay örgüsü inceleme ve muhakeme etme yoluyla seçilir. İlk etapta Sagınbay Orozbakov, Moldobasan Musulmankulov, Bagış Sazanov ve Şapak Rısmendeyev’in varyantları incelenecektir. Bu dördünün temelinde dizin oluşturulacaktır. Dizinden (3 aşamada) yer alacak tematik bölümler aşağıdaki gibidir: 1. Destandaki Temel Olaylar; 2. Göç; 3. Selamlaşma; 4. Toy. Aş (merhumun anısına verilen ziyafet, aş); 5. Oyunlar; 6. Hayvanlar; 7. Bitkiler; 8. Meslek. Hüner; 9. Tıp; 10. Şihirli Güçler; 11. Rüya; 12. Konut. Boz Üy; 13. Kahramanlar; 14. At (tulparlar/yürükler); 15. Silahlar; 16. Giysiler; 17. Ömür; 18. Ölüm; 19. Eşyalar (ev eşyaları, tarımcılık, hayvancılık vb.); 20. Misafir Ağırlama; 21. Yemekler; 22. Dua; 23. Beddua (Kargış); 24. Halk. Soy. Boy; 25. Vatan; 26. Dostluk. Beraberlik; 27. Öğüt; 28. Bilgelik. Nasihat; 29. Ukde; 30. Din; 31. Zaman; 32. Tabiat; 33. Kaynat, Alem; 34. Aşk; 34. Çatışmalar (düşmanlık); 35. Bilim; 35. Renkler; 36. İnsan Nitelikleri (karakterler); 37. Müzik Enstrümanları; 38. Toponimler ve Hidronimler (daha da eklenebilir); 39. Atasözler. Deyimler; 40. Hediye. Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy Manas destanını Türkçeye aktaran ve destanı yakından tanıyan halkbilimci Prof. Dr. Fikret Türkmen’in: Geçmişte bilinen pek çok destan artık canlılığını yitirmişken, Manas destanı Kırgızlar arasında bütün canlılığıyla yaşamaktadır. Bunun nedeni onun kahramanlık konusundan daha ziyade Kırgızların ve Türk dünyasının bugün de ciddi ihtiyaç duyduğu mesajlarla yoğrulmuş olmasıdır (Türkmen, 1995:11) dediği çok doğrudur. Manas destanı üzerinde çok inceleme yapılmıştır ancak yapılmayanı daha da fazla olduğunu bu dizini hazırlama ekibinin üyesi olarak bir daha söylememiz gerekiyor. Bu çalışmada tarih, felsefe, etnograf, dil, edebiyat, sosyoloji ve psıkoloji vs bilim dallarındaki uzmanların dikkatını çeken, destandaki yansıma özelliklerini yakından tanımaya ilgi duyulan Konut ve Boz Üy konusunu inceleme ve tematik dizinden yer alma biçimini anlatmaya çalışacağız. 16 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy Manas destanındaki Konut (mesken) ve Boz Üy (çadır) tematik konusu “Manas Destanının Tematik Dizini I” projesi çerçevesinde Konut (mesken) ve Boz Üy alt konu başlıklarıyla ikiye ayrılarak incelenmiştir. Boz Üy konusunu aıyrmanın sebebi Kırgız kültüründe Boz Üy’ün önemli bir yeri olmasıdır. Destanın varyantlarının destandaki olayları kapsama ve sanatsal seviyesi dikkate alınarak dizinde şöyle bir sıralama şeklinde verilmiştir, kısaltmalar da aşağıdaki gibidir: S. O. – Sagınbay Orozbakov varyantı, M. M. – Moldobasan Musulmankulov varyantı, B. S. – Bagış Sazanov varyantı, Ş. R. – Şapak Rısmendeyev varyantı. Dizinde incelenen kelime, Türkiye Türkçesindeki transkribi, çevirisi, varyant, kitapların yayımlandığı tarihi, cildi (varsa), sayfaları, örn. кент (kent) / kent (şehir, kale): S. О. – [1995, II: 61, 297; 1995, III: 213; 2014, VIII-IX: 354, 356, 373, 379, 420, 555, 583, 615] sonra kısaca açıklama ve metinden kısa bir örnek verilmiştir. Bu çalışmada kısaca açıklama ve metinden örnekler sadece ilk incelenen kelimelerde verilmiştir. İlerde çıkacak olan Dizinde her bir varyantın her incelenen kelimesine birer örnek açıklamasıyla verilecektir. Bu tematik bölümde destandaki Konut ve Boz Üy’le ilgili kelimeleri, kavramları bulmaya ve metindeki yerini tespit edip, Dizinden yer vermeye çalışıldı. Konut ve Boz Üy olarak iki alt konu başlıkları olarak incelenmiştir ve bu madde konusu aşağıdaki gibi sıralanarak dizinden yer almıştır. I. Konut (Masken): 1. Konut (halk yaşayan yerler); 2. Konutlara, Han Saraylarına ait olan yapıtlar; 3. Tapma ve ibadet yerleri, yapıtları; 4. Tutsak düşenlerin bulunduğu kapalı alanlar; 5. Konut ve onların çeşitli adlandırılması; 6. Konuta ait başka kavramlar. II. Boz Üy: 7. Boz Üy ve ona ait kavramlar. I. Konut (mesken) Destandaki Konut (mesken) yerlerini şartlı olarak aşağıdaki gibi sınıflandırmak mümkündür: 1. Konut (halk yaşayan yerler): ayıl (kasaba, köy), köçö (sokak), kalaa (şehir), kent (kent), kıştak (köy), maala (mahalle), şaar (şehir); 2. Konutlara, Han Saraylarına ait olan yapıtlar: acayıpkana (hayvanat bahçesi), aybankana (1. evin giriş bölümü, 2. ahır, 3. hayvanat bahçesi manalarında karşımıza çıkıyor), atkana (at ahırı), aşkana (mutfak), bakal (bakkal), baksa/paysa 17 Kaliya KULALİYEVA (örgülü duvar), bandulu (halka haber vermek için içinde davul yerleşen bir kuruluş), bastırma (gölgelik), gülbak/külbak (çiçek bahçesi), darbaza (kapı), dubal (duvar), dükön (dükkan), zıyapatkana (Manas’ın elçi ve misafirleri kabül eden, ziyafet yapan odası), kazkana (kaz evi), kazına (hazine), kalenderkana (kalenderhane), kapka (kale kapısı, şehirin giriş kapısı), karoolkana (bekçilerin odası, karakol), kepe (yer altı sığınağı), korgon (çit), kuşkana (kuş evi), küpkö (güneş ışığı gelmeyen kapalı alan), meymankana (konak evi, otel), otun kana (odunhane), sepil (sur, kale), surakkana (sorgulama odası), çaraçık (mutfak, bahçe, ahır vb. manalarında kullanılmıştır), çarkana/çarkar (çiçek bahçesindeki oturma yeri), çep (sur); 3. Tapma ve ibadet yerleri, yapıtları: butkana (putların olduğu kapalı alan), ibadatkana (ibadethane), kuran kana (Kur’an okunan kapalı alan), maykana (tapınak/çasovnya (Rusça)), madirese/madrese (madrese), meçit (mesçid), çirköö (kilise); 4. Tutsak düşenlerin bulunduğu kapalı alanlar: bant (hapishane), zından (zindan), or (yer altı zindanı). 5. Konut ve onların çeşitli adlandırılması: üy (ev), ak üy(lüü) (ak ev(li)), colum üy (belli bir amaçla kısa süre için dikilmiş ev), tam (dam), çatır (çadır), koş (sefer, savaş çadırları), ordo (han çadırı), örgöö (han çadırı), otoo (çadır), saray (han sarayı), ordokana (han sarayı), alaçık (fakir çadırı), beyit (ev manasında, Kırgız Türkçesinde bu kelimenin mezarlık manası daha yayğın bir şekilde kullanılıyor). 6. Konuta ait başka konular: bancara/pancara/tereze (pencere), bölmö (oda). Konuyla ilgili kelimeler destan metinlerinde nasıl bir şekilde yazıldıysa örn. aşkana (mutfak), kuran kana (Kuran okunan kapalı alan) o şekilde yazılarak Dizinden yer almıştır. Çalışmamızda Kırgızca kelimelerin yanında onların Türkiye Türkçesine çevirisi ve manasının açıklanması verilmiştir. Alt konuları oluşturan kelimeler ise Kırgız alfabe sırasına göre yazılmıştır: ayıl (kasaba), kalaa (şehir), kent (kent), köçö (sokak, cadde), kıştak (köy), maala (mahalle), şaar (şehir). 1. KONUT (HALK YAŞAYAN YERLER) айыл (ayıl) / kasaba, köy: S. О. – [1995, I: 84, 110, 131,132, 133, 138, 142, 166, 177, 193, 196, 201, 209, 215, 229, 231, 233, 235, 236, 238, 244, 246, 259, 271, 292, 297, 318, 339, 344, 347, 350, 351, 387; 1995, II: 215, 345, 359, 362, 363; 1995, III: 13, 28, 31, 32, 35, 59, 62, 84, 85, 205, 211, 212, 265, 296; 1997, IV: 40, 71, 289, 324; 2006, V: 51, 56, 108, 109, 115,121, 127,141, 182, 184, 249, 298, 300, 306, 318, 341-343, 387, 409, 414, 416, 417, 433, 495, 497, 501; 2006, VI: 40, 43, 85, 261, 263, 266, 273, 291, 299, 303, 305, 351, 353, 355, 364, 378, 379,388, 395, 421, 447, 522, 597; 2014, VI-VII: 9, 17, 18, 76, 119, 131, 135, 142, 193, 229, 231, 236, 240, 248, 249, 260, 261, 274, 275, 277, 278, 338, 246, 354, 367, 376, 383, 386, 388, 392, 396, 418, 447, 449; 2014, VIII-IX: 34, 36, 41, 44, 67, 78, 89, 127, 169, 187, 199, 205, 18 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy 220, 221, 241, 259, 285, 287, 300, 311, 327, 335, 338, 357, 396, 445, 485, 498, 499, 510, 528, 533, 537, 541, 547, 559, 571, 574, 585, 645, 654, 655] Çıyırdı’nın doğum sancısı başladığında oğlum olursa sevinçten kalbim patlamasın diye Cakıp bay heyecanlanarak dağa gitmiştir. Ayılga turup neteyin, Adırga çıgıp keteyin, Toktolup turup neteyin, Toogo çıgıp keteyin. (I: 132) М. М. – [2017: 8, 9, 13, 14, 15, 21, 22-25, 26, 27, 43, 54-57, 61, 62, 77, 8286, 88, 92, 95, 103, 120, 122. 151, 155, 202, 216, 226, 266, 276, 298, 303, 307, 328, 329, 330, 347, 352, 355, 385, 389, 401, 403, 412-414, 428, 441-443, 459, 462, 494, 718, 721] Manas’ın çocukluğunda yaptığı olaylar sayılır: o başka çocukları toplar koyun keser, ziyafet verirdi. Bildiğini yapardı. Ayıldagı baldardın Segiz caşka kelgeni Baarın cıyıp çogultup, Uşu boldu ermegi. (26) B. S. – [2017: 87, 88, 98, 145, 403, 409, 412, 434, 442, 463, 472, 473, 476, 541, 597, 598, 623, 652] Abıke Kanıkey, Çıyırdı ile kaçtıklarını öğrendiğinde, köydekilerin hepsini toplayıp, huzuruna çağırtması. Abıke cardık saldı ele, Ayılda adal kişiler, Barabız dep kaldı ele. (623) Ş. R. – [2013: 21, 23, 28, 32, 35, 48, 77, 88, 96, 121, 122, 126, 141, 144, 151, 162, 177-179, 183, 193, 203, 294, 295, 300] Esenkan’ın gönderdiği kişilerin cezalandırdıktan sonra Manas köye haber vermiş ve aksakallı ihtiyarları aldırtmış. Ayılga kişi çaptırdı, Aksakaldı çakırdı. Ayıldagı adamdar Baarı kelip alıptır, Uşul işti körgöndö, Ayran azır kalıptır. (35) 19 Kaliya KULALİYEVA калаа (kalaa) / şehir: S. О. – [1995, I: 83, 250, 270, 301, 302, 320, 370; 1995, II: 19, 24, 26, 35, 51, 60, 62, 64, 69, 71, 72, 87, 89, 124, 135, 137, 152, 158, 181, 191, 193, 201, 252, 253, 255, 265, 267, 271-274, 278, 288, 289, 292-294, 296, 299, 303, 305, 306, 307, 312, 314-319, 321, 322, 323, 344, 345, 363, 368, 378; 1995, III: 9, 12, 14, 17, 19, 36, 38, 42, 44, 46, 47, 57, 65, 66, 79-81, 92, 94, 95, 97, 100, 117, 120, 126, 129, 130, 131, 133, 141, 145, 151, 158, 175-177, 181-188, 192-194, 198, 203, 204, 212, 216, 220, 241, 244-246, 253, 254, 258, 259, 261, 263, 269, 271, 273, 274, 278, 279, 282; 1997, IV: 27, 28, 30, 34, 36, 45, 52, 61, 62, 66, 79, 85, 8991, 97, 131, 141, 144, 152, 153, 163, 164, 172, 173, 177, 196, 197, 206, 217, 218, 227, 231, 232, 236, 245, 250, 251, 260, 266, 268, 270, 271, 281, 282, 289, 293-295, 302, 303, 323, 326-328; 2006, V: 17, 46, 48, 58, 65, 79, 80, 95, 99, 125, 126, 137, 145, 146, 166, 170, 176, 184, 186-188, 194, 246-248, 257, 259, 271, 274, 279, 280, 282, 284, 345-347, 353, 360, 365, 373, 375, 377, 383, 417, 438, 455, 460, 466, 468, 477, 478, 481, 482, 491, 492, 500, 530, 543, 550, 557; 2006, VI: 15, 19, 22, 24, 25, 34, 37-39, 41, 54, 64, 78, 82, 84, 86, 95, 98, 101, 168, 175, 176, 187, 201, 207, 210, 214, 300, 374, 380, 386, 425, 458, 469, 475-477, 480, 495, 497, 511, 532, 535, 555, 560, 570; 2014, VI-VII: 4, 6, 14, 16, 30, 32-35, 40, 54-56, 82, 97, 99, 103, 108, 110, 113, 129, 166, 167, 184-186, 188-192, 194-196, 198, 208-211, 214, 216, 227, 236, 238, 239, 251, 257, 261, 261, 276, 290, 298, 300-302, 309, 311, 312, 324, 339, 342, 345, 348, 369, 384, 399, 418, 420, 424; 2014, VIII-IX: 10, 12, 14, 18, 31, 39, 47, 55, 57, 68, 71, 73, 77, 87, 93, 94, 111, 206, 217, 246, 248, 335, 346, 347, 354, 355, 357, 358, 360, 361, 363, 364, 368, 370, 376, 378, 389, 393, 394, 397, 402, 406, 409, 414, 424, 428, 436, 442, 443, 449, 450, 456, 459, 460, 462, 466, 487, 500, 509, 518, 523, 524, 529, 538, 540, 543, 545, 553-555, 562, 574, 583, 586, 591, 593, 594, 601, 606, 609, 612, 613-615, 619,622, 623, 628, 629, 639, 640, 643, 650, 652, 667, 669, 670, 672, 676, 691, 692, 693] М. М. – [2017: 169, 214, 224, 226, 248, 251, 265, 283, 378, 380, 422, 578, 579, 582, 586, 598, 611] B. S. – [2017: 36, 67, 169, 209, 217, 218, 248, 259, 275, 347, 388, 402, 429, 481, 497, 553, 606, 612, 654] Ş. R. – [2013: 51, 70, 78, 83, 105, 210, 215, 252, 271, 276] кент (kent) / kent, şehir, kale: S. О. – [1995, II: 61, 297; 1995, III: 213; 2014, VIII-IX: 354, 356, 373, 379, 420, 555, 583, 615] М. М. – [2017: 283] B. S. – [2017: 170] Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. кɵчɵ (köçö) / sokak: S. О. – [1995, II: 41, 110, 271,272, 276-278, 280, 287, 305, 310, 317, 318, 322; 1995, III: 176, 194, 245, 273, 280; 1997, IV: 34, 57, 152, 163, 327, 328; 2006, V: 59, 77, 80, 81,83, 85, 89,130, 184, 207, 243, 248, 251, 272, 20 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy 290, 435, 448, 450, 554; 2006, VI: 24, 36, 68, 129, 211, 214, 216, 217, 219, 297, 486, 495, 534, 535, 563, 565; 2014, VI-VII: 105, 279, 280, 312, 317; 2014, VIIIIX: 48, 69, 102, 103, 106, 161, 162, 212, 235, 246, 253, 268, 346, 354, 375, 376, 380, 397, 405, 458, 504, 553] М. М. – [2017: 99, 124, 170, 213, 283, 380, 522, 587, 609-614] B. S. – [2017: 49, 50, 52, 109, 290, 381, 406, 407, 469, 479, 503-505, 507511, 544, 603] Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. кыштак (kıştak) / kasaba: S. О. – [1995, I: 152; 1995, II: 115, 199; 1995, III: 149; 2006, V: 78, 95, 184, 249, 284, 410, 411, 455, 490, 557; 2006, VI: 43, 59, 261, 457, 464, 475, 505; 2014, VI-VII: 7, 324, 329; 2014, VIII-IX: 207, 464] M. М. – [2017: 216] B. S. – [2017: 59, 348, 368, 418, 589] Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. маала (maala) / mahalle: yakın yer manası da vardır. S. О. – [2006, V: 46, 58; 2006, VI: 60, 64, 74, 241, 321, 423; 2014, VI-VII: 367, 455; 2014, VIII-IX: 21, 217, 218, 242, 408, 466, 498, 560] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. шаар (şaar) / şehir: Bu alt konuda “şehir” denen genel isimin kendisi incelenmiş olup, özel isimler araştırma kapsamına alınmamıştır. Şehir ismi yani özel isim olarak anıldığı haller, örneğin Altı Şehir, Kara-Şehir gibi özel isimler Toponimler tematik konusunda incelenecek ve Dizinden yer alır. S. О. – [1995, I: 311, 320; 1995, II: 17-22, 24-27, 29-32, 36, 37, 41, 45, 47, 48, 55, 56, 59, 65, 70, 71-73, 77-81, 86-90, 110-115, 120-122, 126-128, 130, 135, 136, 138, 140, 146-154, 160, 192, 193, 198, 199, 206, 207, 239, 251, 255, 258, 263, 273, 276, 286, 287, 292-294, 296, 297, 302, 304, 305, 307, 308, 311, 316, 319-321, 327, 344, 371, 378; 1995, III: 12, 16-19, 21, 27, 47, 54, 57, 67, 97, 118, 128, 144, 146, 152, 183, 185, 189, 192, 197-198, 203, 212, 213, 215, 217, 223, 239, 240, 245, 247, 249, 256, 262, 263, 271, 273, 274, 291; 1997, IV: 15, 22, 27, 28, 30. 31, 35, 36, 57, 62, 66, 68, 74, 79, 85, 99, 104, 144, 147, 158, 167, 178, 180, 198, 217-220, 228, 229, 230, 232, 233, 245, 247, 260, 269, 270, 271, 274, 275, 277, 280, 281, 290, 291, 294, 314, 324, 326, 331; 2006, V: 43-45, 52, 55, 57, 65, 67, 80, 84, 86, 89, 99, 100, 109, 110, 115, 121, 124, 126, 130, 131, 133, 136, 138, 141, 164, 181, 184, 192, 208, 214, 217, 240, 241, 248, 256, 259, 274, 278, 289, 293, 305, 330, 345-349, 351, 354, 359, 364, 365, 366, 374, 375, 384, 403, 406, 410, 416, 425, 452, 454-456, 468, 470, 471, 484, 496, 499, 513, 526, 528, 535, 549; 2006, VI: 13-15, 19, 20, 34, 37, 39, 44, 47, 59, 64, 70, 72-74, 78, 93, 98, 168, 179, 180, 182, 185, 193, 199, 214, 28-220, 21 Kaliya KULALİYEVA 301, 342, 368, 385-387, 390, 422, 458, 475, 476, 500, 505, 506, 514, 531, 532, 537, 542, 550, 555, 556, 563, 610, 617; 2014, VI-VII: 5, 11, 14, 25, 34, 55, 71, 78, 79, 88, 96, 101, 104, 105, 107, 111, 113, 129, 155, 159, 160, 180, 188, 190, 191, 194, 198, 200, 204, 217, 236, 251, 257, 260, 267, 286, 290, 297, 301, 302, 306, 308, 309, 312, 317, 321, 324, 326, 334, 337, 343, 349, 367, 377, 382; 2014, VIII-IX: 10, 11,1719, 60, 200, 215, 224, 246, 249, 263, 268, 271, 308, 318, 319, 323, 338, 346, 347, 349, 354, 355, 358, 363, 364, 368, 369, 378, 380, 390, 394, 397, 405, 406, 408, 409, 411, 415, 450, 453, 454, 456, 457, 463, 464, 468, 489, 509, 534, 535, 545, 554, 556, 560, 570, 574, 591, 597, 601, 612, 614, 615, 641, 643, 648, 650, 662, 671, 692] M. M. – [2017: 52, 54, 59, 60, 66, 69, 70, 71, 74, 86, 97, 100, 101, 103, 105, 107, 108, 111, 112, 115, 123, 124, 125, 134, 138, 139, 141, 145, 147, 148, 149, 167171, 173, 174, 178, 181, 183, 190, 209, 216, 247, 250, 283, 306, 359, 360, 377, 382, 395, 406, 416, 437, 518, 536, 582, 601, 602, 609, 613, 636, 652, 677, 681, 685, 691, 697] B. S. – [2017: 31, 33, 35, 47, 51, 59, 61, 65, 76, 84, 86, 87, 90, 108, 120, 128, 131, 169, 180, 183, 184, 97, 209, 217, 221-223, 232, 236, 238, 239, 243, 253, 262, 263, 280, 288, 291, 296, 306, 326, 331, 335, 340, 344, 348, 349, 351, 361, 362-364, 369, 374, 383, 384, 386-389, 399, 402, 404-406, 419, 436, 438, 441, 453, 454, 479, 485, 498, 505, 506, 521, 529, 530, 532, 544, 550, 560, 561, 567, 571, 576, 589, 597599, 603, 607, 608, 612, 617-619, 623, 624, 627, 629, 635, 648, 649, 654] Ş. R. – [2013: 42, 43, 89, 96, 98, 99, 122-124, 183, 188, 195, 200, 210, 266, 270, 272, 275, 289, 297] 2. KONUTLARA, HAN SARAYLARINA AİT OLAN YAPITLAR aжайыпкана (acaıypkana) /hayvan bahçesi: Bu kelime bazen ажайыпта (acayıpta) biçiminde kullanılır. S. О. – [2006, V: 438, 447; 2006, VI: 547] M. M. – [2017: 211, 214] Bagış’la Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. aйбанкана (aybankana) / hayvanat bahçesi, evin girişi: destanda aybankana evin giriş kısmı, ahır, üstü kapalı etrafı açık bir yerdir (bastırma), hayvan bahçesi manalarında da kullanılmıştır. S. О. – [2006, VI: 563; 2014, VI-VII: 212] B. S. – [2017: 348] Moldobasan’la kullanılmamıştır. Şapak’ın varyantında 22 bu kelime aynı anlamda Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy aйманкана (aymankana)/ hayvan bahçesi: aybankana ola bilir, metinde aymankana şeklinde bulunur. B. S. – [2017: 544] İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. aткана (atkana) / at ahırı: S. О. – [1995, III: 197; 2006, V: 80] Metinde аттыкана (attıkana) şeklinde da bulunur. Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. aшкана (aşkana) / mutfak: bu kelime destanda ашкана (aşkana), ашкана үй (aşkana ev), ашмачы үй (aşmaçı ev), аштыкана (aştıkana) biçiminde bulunur. S. О. – [1995, III: 197; 2006, V: 450; 2006, VI: 597; 2014, VI-VII: 17, 160; 2014, VIII-IX: 653] B. S. – [2017: 599] бакал (bakal) / bakkal: ufak tefek satılan küçük dükkan. Bu kelime metinde bakalçı (бакалчы) şeklinde çok bulunur. Dizindeki Meslekler bölümüne bakınız. S. О. – [2014, VIII-IX: 267] М. М. – [2017: 522] Bağış’la Şapak’ın varyantlarında bu kelime incelenmekte olan manada kullanılmamıştır. бандулу (bandulu) / bandulu: halka haber iletmek için çalınan büyük bir davulun yerleştirildiği bir yer, minare. S. O. – [1997, IV: 138; 2006, V: 92; 2006, VI: 214] Başka varyantlarda bu kelime bulunmamakta. бастырма (bastırma) / gölgelik: S. О. – [1995, III: 273; 1997, IV: 198, 328; 2014, VI-VII: 212; 2014, VIII-IX: 151] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. гүлбак, күлбак (gülbak, külbak) / çiçek bahçesi: S. О. – [2006, V: 57, 74, 244; 2014, VIII-IX: 170] М. М. – [2017: 356, 359, 360, 385, 392, 626] Moldobasan’ın varyantında bu kelime külbak (күлбак), gülbak (гүлбак) şeklinde rastlanır. Bagış’la Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. дарбаза (darbaza) / kapı: S. О. – [1995, II: 53, 74, 82, 204, 246, 283, 285; 1995, III: 203; 1997, IV: 99, 328; 2006, V: 47, 74, 81, 242, 243, 426; 2006, VI: 61; 23 Kaliya KULALİYEVA 2014, VI-VII: 315, 322; 2014, VIII-IX: 31, 207, 209, 269, 331, 332, 362, 395, 548] М. М. – [2017: 99, 192, 217, 385, 587, 603, 616-620, 622, 626, 627, 651, 668] B. S. – [2017: 33, 49, 52, 287-289, 290, 293, 348, 363, 369, 373, 377, 379381, 391, 405-407, 456, 457, 469, 471, 479, 503-511, 513, 544, 600, 603] Ş. R. – [2013: 24, 89, 271] дүкөн (dükön) / dükkan: ticaret yeri; atölye. Bu kelimenin sohbet etme manası incelemeye alınmadı. S. О. – [1995, II: 32, 33, 152; 1995, III: 158, 264; 2006, V: 348, 370; 2006, VI: 305, 337; 2014, VIII-IX: 74, 85, 483, 539, 637] М. М. – [2017: 99, 101, 380, 385] Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. Bagış’ın varyantında dükönçü biçiminde bulunur, bu kelimeye hazırlanmakta olan Dizinin Meslekler bölümünden bakabilirsiniz. зыяпаткана (zıyapatkana) / kabul etme odası: S. О. – [2006, V: 459] казкана (kazkana) /kazhane: S. О. – [2006, VI: 183] İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. казына (kazına) / hazine: inceleme sonucunda hazine kelimesi destanda zenginlik (mal, mülk, giysi, altın vb), onların saklandığı yer ve vefat eden kişinin cesedi koyulan yer manalarında kullanıldığı belli olmuştur. Dizinde hepsine de yer verilmiştir. S. О. – [1995, I: 113, 140, 152, 252, 253, 256, 260, 262, 263, 268; 1995, II: 197, 251, 288, 307; 1995, III: 182, 194, 276; 1997, IV: 102, 103, 122, 125, 126, 140, 179, 237, 330; 2006, V: 94, 189, 191, 213, 406; 2006, VI: 71, 156, 184, 486, 487, 572, 608, 614; 2014, VI-VII: 5, 102, 104, 107, 184, 381, 428-430, 444; 2014, VIIIIX: 15, 16, 21, 23, 40, 41, 55, 69, 212, 220, 262, 264, 460, 465, 466, 487, 496, 504, 523, 552, 579, 606, 629-631, 638, 642] M. M. – [2017: 63, 99, 153, 166, 181, 249, 357, 385, 444, 446, 454, 469, 517, 518, 603, 660, 665, 698, 709, 716, 719, 720] B. S. – [2017: 84, 389, 410, 554, 579, 580] Ş. R. – [2013: 36, 50, 170, 303] календеркана (kalenderkana) / kalenderhane: S. О. – [2006, VI: 495, 515; 2014, VI-VII: 377] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. капка (kapka) / kapı: şehrin giriş kapısı, kale kapısı. S. О. – [1995, II: 58, 64, 68, 71-79, 82-84, 135, 136, 177, 239, 245, 310, 337; 1995, III: 31, 193, 203, 239, 24 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy 246; 1997, IV: 90, 92, 101, 207, 270, 280-282, 326, 327, 329; 2006, V: 41, 47, 48, 57, 58, 60, 61, 67, 87, 90, 91, 130, 184, 243, 244, 246, 250, 280, 350, 387, 426, 448, 471, 550; 2006, VI: 17, 58-62, 72, 127, 168, 182, 187, 202, 211, 214, 217-219, 222, 224, 225, 239, 359, 467, 485, 493, 495, 504, 542, 543, 548, 554, 557, 561, 567, 569; 2014, VI-VII: 54, 85, 88, 93, 96, 97, 113, 309, 311, 314-316, 323, 324, 332; 2014, VIII-IX: 12, 31, 50, 73, 206, 208-210,238, 246, 249, 259, 317, 352, 355, 357, 365, 375, 394, 395, 405, 406, 417, 418, 421, 428, 442, 443, 450, 455, 457, 461, 462, 464, 468, 535, 596, 603, 609, 691] М. М. – [2017: 52, 117, 123, 130, 147, 149, 153, 217, 343, 356, 357, 359, 395, 500, 503, 515, 536, 582, 603, 611, 613, 627, 635-637, 651, 652, 658, 660, 667, 675, 678, 680, 698, 699] B. S. – [2017: 47, 90, 128, 131, 168, 169, 196, 197, 217, 221, 248, 275, 282, 327, 329, 336, 350, 351, 353, 361-365, 368, 369, 373, 374, 376-379, 383-386, 391, 397, 399, 400, 401, 414, 415, 419, 422, 427, 429, 437, 442-446, 449, 451-457, 465, 469, 472-473, 475, 476, 479, 480, 491, 501-506, 510-514, 516, 520-522, 524, 525, 527, 529, 530, 532, 535-540, 542-544, 548, 550, 560, 561, 564, 567, 573, 574, 577, 578, 603, 646, 647] Ş. R. – [2013: 89, 119, 127, 163, 186, 188, 192, 197, 204, 217, 271, 278, 292, 296, 297, 307] кароолкана (karoolkana) / bekçi odası, nöbethane: B. S. – [2017: 276278, 298, 304] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. кепе, ат кепе (kepe, at kepe) / at evciği, at ahırı: S. О. – [1997, IV: 43] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. коргон (kargon) / kale, duvar: S. О. – [1995, II: 32, 61, 72, 244, 245, 251, 273, 274, 276, 279, 280, 283, 287, 288, 293, 297, 306, 317, 370; 1995, III: 82, 130, 133, 182, 193, 196, 203, 209, 216, 220, 246, 263, 296; 1997, IV: 50, 57, 84, 91, 99, 132, 137, 158, 210, 261, 270, 282, 315, 320, 328, 320, 330; 2006, V: 50, 54, 69, 70, 249, 348, 438, 448, 456, 470, 554; 2006, VI: 17, 33, 50, 183, 202, 359, 472, 497, 539, 547, 548, 557; 2014, VI-VII: 40, 41, 55,93, 113, 157,161, 289,290, 293, 300, 315, 316, 323, 325, 232, 429; 2014, VIII-IX: 32, 43, 45,57, 68, 69,73, 74, 80, 206, 207, 219, 220, 221, 246, 250, 252, 256, 259, 352, 362, 372, 389, 442, 462, 463, 493, 494, 501, 506, 573, 676, 678, 692] M. M. – [2017: 62, 169, 179, 180, 214, 240, 300, 302, 311, 331, 354, 358-360, 387, 404, 479, 510, 578, 586, 598, 690, 694, 702] B. S. – [2017: 133, 199, 209, 379, 380, 431, 435, 506, 507, 510, 520, 539, 613] 25 Kaliya KULALİYEVA Ş. R. – [2013: 77, 78, 83, 90, 92, 105, 116, 119, 127, 149, 163, 186, 188, 192, 204, 252, 271, 278, 292, 296, 307] кушкана (kuşkana) / kuşhane: S. О. – [2006, VI: 214] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. күпкө (küpkö) / küpkö: güneş ışığı girmeyecek şekilde yapılan bir yer. S. О. – [1995, I: 98, 120; 1995, II: 102; 2014, VIII-IX: 71] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. мейманкана (meymankana) / misafirhane: S. О. – [2006, V: 54; 2006, VI: 499, 509; 2014, VIII-IX: 265, 518] М. М. – [2017: 384, 520] Ş. R. – [2013: 192] Bagış’ın varyantında bu kelime bulunmaz. отун кана (otun hane) / odunhane: metinde ayrı yazılmıştır. S. О. – [1995, III: 253] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. cепил (sepil) / sur: S. О. – [1995, III: 117, 193, 217; 1997, IV: 320; 2006, V: 63, 244, 348; 2014, VI-VII: 40, 316; 2014, VIII-IX: 246, 400, 676]. M. M. – [2017: 174, 359] Bagış’la Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. cураккана (surakkana) / sorgulama evi: S. О. – [1995, II: 83; 2006, VI: 36, 167, 208, 209, 213; 2014, VIII-IX: 206] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. чарачык (çaraçık) / mutfak: destanda bu kelime bahçe, ahır, mutfak, gölgelik yeri manalarında kullanılmıştır. S. О. – [2014, VI-VII: 416, 437] Başka varyantlarda bu kelime kullanılmamıştır. чаркана, чаркар (çarkana, çarkar) / çiçek bahçeli oturma yeri: destanda etrafı korulan, çıçekli bahçe yeri, büyük çiçeklerle süslenen oturma yeri. S. О. – [1997, IV: 217; 2006, V: 478, 492, 494; 2014, VI-VII: 377; 2014, VIII-IX: 361] Başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. 26 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy чеп (çep) / kale, kermen, hisar: S. О. – [1995, I: 238; 1995, III: 226,50,161; 1997, IV: 31,50, 161; 2006, V: 438; 2014, VI-VII: 36, 41, 44, 55; 2014, VIII-IX: 59, 368, 672, 673, 678, 680, 692] M. M. – [2017: 62, 133, 155, 169, 179, 240, 351,360, 387, 578, 586, 598, 675, 698] B. S. – [2017: 222, 339, 340, 386, 412, 511, 514, 550] Ş. R. – [2013: 44, 105] ырабат (ırabat) / kervansaray: bu kelime destanda kervansarayı, kale, misafirhane, sur manalarında bulunur. S. О. – [1995, II: 34; 2014, VI-VII: 386] İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmamakta. 3. TAPMA VE İBADET YERLERİ, YAPITLARI: буткана (butkana) / putların bulunduğu yer: S. О. – [1995, II: 246, 273, 274, 284, 287, 307; 1995, III: 193, 220; 1997, IV: 100, 102, 139; 2006, V: 218, 407, 439, 541; 2006, VI: 16, 20; 2014, VIII-IX: 159, 379] М. М. – [2017: 214] B. S. – [2017: 67, 259, 276, 444] Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. ибадаткана (ibadatkana) / ibadethane: S. О. – [2006, V: 92, 249; 2014, VI-VII: 167] İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. куран кана (kuran kana) / kuran okunan (öğretilen) yer. B. S. – [2017: 578, 632] İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. майкана (maykana) / mayhane: S. О. – [1995, III: 251; 2006, V: 54] İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. медиресе, медресе (medirese, medrese) / medrese: S. О. – [1995, II: 121, 298, 370; 2006, V: 541; 2006, VI: 478, 479, 481, 501] М. М. – [2017: 379, 382] B. S. – [2017: 236, 240 ] Sapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. 27 Kaliya KULALİYEVA мечит (meçit) / mesçıd: S. О. – [1995, II: 121; 2006, V: 92, 407, 541; 2006, VI: 488, 492; 2014, VIII-IX: 224, 233] М. М. – [2017: 67, 224, 379, 380, 382, 396] B. S. – [2017: 235, 240] Sapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. чиркөө (çirköö) / kilise: S. О. – [2006, V: 92; 2014, VI-VII: 167] B. S. – [2017: 67, 169, 217, 218, 243, 444] Moldobasan’ın ve Sapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. 4. ESİR DÜŞENLER KOYULAN YERLER бант (түрмө, зындан) (bant) / bant (hapishane, zindan): S. О. – [1995, II: 77; 2014, VI-VII: 25, 110] İncelenen başka varyantlarda bulunmaz. зындан (zından) / zindan: S. О. – [1995, II: 59, 62, 65-71, 73, 79, 80, 84, 85, 87, 102, 140, 141, 152, 153, 158, 159, 198, 305, 310; 1997, IV: 57, 99, 242; 2006, V: 61, 82; 2006, VI: 54-59, 74, 170, 178, 198, 199, 211, 558; 2014, VI-VII: 85, 86, 97, 98, 224, 328, 329, 333, 359, 360; 2014, VIII-IX: 528] М. М. – [2017: 104, 105, 108] Ş. R. – [2013: 51, 54] Bağış’in varyantında bu kelime bulunmaz. oр (or) / zindan (çukur): S. О. – [1995, II: 67, 68, 304, 305; 2014, VI-VII: 85] М. М. – [2017: 103] Ş. R. – [2013: 33, 43, 263, 264] Bagış’ın varyantında bu kelime bulunmaz. 5. ТУРАК ЖАЙ ЖАНА АНЫН ТҮРДҮҮЧӨ АТАЛЫШТАРЫ үй (üy) / ev: S. О. – [1995, I: 80, 85; 1997, IV: 133: 217, 233, 284, 324; 2006, V: 221, 262, 301, 303, 304, 307, 341, 342, 381, 384, 409, 411, 432, 477, 543; 2006, VI: 17, 33, 292, 323, 333, 366, 380, 506, 572, 573, 574, 597, 615; 2014, VI-VII: 17, 75, 77, 98, 100, 117, 121, 122, 125, 129, 132, 133, 134, 142, 143, 145, 146, 150, 151, 232, 242, 259, 266, 286, 316, 366, 370, 374, 375, 376, 384, 386, 393, 397, 418, 440, 28 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy 449; 2014, VIII-IX: 27, 33, 38, 44, 45, 57, 62, 63, 77, 81, 90, 102, 103, 233, 247, 261, 309, 400, 508, 553, 579, 653, 672] М. М. – [2017: 93, 116, 117, 118, 133, 199, 200, 208, 231, 245, 267, 276, 298, 327, 343, 355, 381, 393, 397, 398, 399, 400, 412, 429, 433, 451, 452, 453, 463, 465, 470, 507, 516, 522, 615, 616, 622, 624, 711, 713] B. S. – [2017: 7, 33, 36, 37, 38, 39, 47, 78, 104, 286, 315, 563, 624, 631, 632, 633] Ş. R. – [2013: 17, 18, 19, 25, 31, 33, 47, 48, 50, 68, 69, 70, 84, 85, 86, 87, 105, 107, 110, 109, 118, 122, 123, 126, 132, 133, 142, 152, 154, 171, 173, 184, 185, 187, 192, 196, 197, 202, 206] ак үй (ak üy) / ak ev: büyük ev, temel ev, han evi, rehin alınan kişi oturan ev manaları incelendi. S. О. – [2006, V: 432, 465; 2014, VI-VII: 449; 2014, VIII-IX: 44] М. М. – [2017: 45, 201-203, 298, 397, 522, 624, 676] B. S. – [2017: 33, 36-39, 78] Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. жолум үй (colum üy) / boz üyün bir çeşidi: herhangi bir amaçla belli bir süre için dikilen küçük boz çadır. S. О. – [1995, III: 229, 237; 2014, VIII-IX: 302, 378, 400] Ş. R. – [2013: 126, 184] Moldobasan’ın ve Bagış’ın varyantında bu kelime bulunmaz. там (tam) / dam (topraktan yapılmış): S. О. – [1995, II: 39, 61, 63, 66, 74, 204, 239, 251, 253, 259, 276, 317, 334; 1995, III: 176, 263, 291; 1997, IV: 22, 25, 28, 143, 153, 162, 163, 196-198, 204, 303, 328, 329; 2006, V: 99, 162, 240, 259, 280, 411, 488, 527, 529, 545; 2006, VI: 119, 216, 535, 539; 2014, VI-VII: 14,88,91,161, 163, 170, 216, 315, 336, 342, 444; 2014, VIII-IX: 15, 50, 55, 69, 72, 80, 92, 151, 169, 209, 395, 551, 553, 651] М. М. – [2017: 216, 223, 385, 392, 486, 601, 610, 611, 614, 615, 621, 681] B. S. – [2017: 169, 217, 218] Ş. R. – [2013: 216] чатыр (çatır) / çadır, ev: S. О. – [1995, I: 358; 1995, II: 124; 1995, III: 143, 148, 150, 193; 1997, IV: 217, 297; 2006, V: 57, 118, 119, 164, 178, 192, 272, 299, 340, 341, 436, 442, 445, 451, 459, 514, 515, 534, 556; 2006, VI: 86, 405, 412, 413, 537; 2014, VI-VII: 19, 20, 75, 100, 231, 243, 304; 2014, VIII-IX: 154, 159, 225, 255, 274, 277, 277, 279, 282, 295, 440, 509, 532, 636, 656] 29 Kaliya KULALİYEVA M. М. – [2017: 98, 118, 149, 164, 174, 176, 179, 194, 197, 213, 215, 219, 229, 231, 234, 242, 275, 276, 311, 314, 316, 318, 331, 352, 353, 378, 400, 403, 404, 418, 429, 431, 499, 512, 532, 534, 548, 565, 565, 567, 569, 662, 686, 687, 704, 709] B. S. – [2017: 103, 104, 134, 135, 138-140, 151, 154, 156, 162, 175, 176, 189200, 204, 205, 378, 389, 394, 408, 434, 440, 448, 590, 604, 640] Ş. R. – [2013: 71, 126, 135, 144, 203, 204, 246, 247, 278, 280] кош (koş) / çadır: S. О. – [1995, I: 358, 360, 385; 1995, II: 233, 364, 371; 1997, IV: 113, 120, 122, 155, 157, 159, 162, 179, 213, 242, 258, 330; 2006, V: 118, 122, 224, 262, 340; 2006, VI: 86, 474, 531; 2014, VI-VII: 17, 19, 193, 197, 215; 2014, VIII-IX: 197, 229, 274, 310] М. М. – [2017: 71, 530, 534, 557] B. S. – [2017: 111, 112, 118, 134, 149, 151, 156, 162, 170, 184, 185, 353, 397, 401] Ş. R. – [2013: 84, 104, 175, 247, 276] oрдо (ordo) / han çadırı: S. О. – [1995, I: 130, 256, 262, 264; 1995, II: 20, 29, 80, 150, 181, 223, 244, 292, 293, 306; 1995, III: 66, 83, 114, 118, 217, 255, 256; 1997, IV: 140, 158, 236, 270; 2006, V: 48, 53, 54, 72, 74, 243, 381, 451, 453, 456, 526, 528, 537, 554; 2006, VI: 17, 33, 36, 180, 182, 202, 258, 333, 344, 359, 366, 367, 447, 480, 485, 486, 488, 492, 493, 500, 502, 509, 536, 537, 538, 539, 543, 545, 547, 548, 550, 554, 555, 557, 561, 564, 567; 2014, VI-VII: 17, 85, 93, 98, 113, 133, 176, 177, 219, 286, 303, 313, 316, 317, 320, 322, 323, 229, 330, 332, 338, 383, 393, 427, 451; 2014, VIII-IX: 20, 99, 133, 135, 206, 207, 210, 250, 256, 258, 259, 352, 653] М. М. – [2017: 9, 15, 58, 99, 100, 117, 118, 121, 135, 137, 174, 185, 188, 189, 205, 245, 266, 296, 297, 299, 352, 355, 374, 390, 392, 433, 445, 446, 476, 480, 487, 507, 510, 520, 536, 701, 717, 718] B. S. – [2017: 26, 47, 70, 114-116, 125, 126, 407, 409, 411, 431, 569, 570, 571, 783, 587-589, 593, 595, 611, 613, 614, 626-628, 639, 644, 647] Ş. R. – [2013: 40, 50, 68, 86, 89, 92, 105, 109, 116, 117, 118, 119, 127, 132, 136, 137, 163, 186, 188, 189, 192, 197, 204, 271, 292, 294, 296, 297, 298, 307] өргѳѳ (örgöö) / çadır: М. М. – [2017: 105, 440] oтоо (otoo) / çadır: S. O. – [1995, II: 366; 1995, III: 123, 143, 149, 284; 2006, V: 304, 384; 2006, VI: 292, 300, 323, 572, 595, 614, 615; 2014, VI-VII: 20, 49, 151, 259, 276, 278; 2014, VIII-IX: 89, 96, 510, 595, 606, 656, 685] М. М. – [2017: 102, 143, 234, 246, 461, 593, 609, 630, 634] İncelediğimiz başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. 30 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy cарай (saray) / saray, köşk, malikhane: S. О. – [1995, I: 84; 1995, II: 52, 158, 224; 1995, III: 34, 192, 216, 217, 263; 1997, IV: 15, 16, 17, 90, 101, 158, 163, 201, 206, 210, 218, 278; 2006, V: 53, 54, 59, 83, 90, 91, 92, 94, 96, 202, 237, 371, 537, 544; 2006, VI: 17, 47, 62, 63, 66, 187, 201, 204, 213, 451, 499, 547, 554, 556, 557, 561, 573, 582, 585, 590, 595, 605; 2014, VI- VII: 5, 17, 18, 136, 150, 151, 190, 230, 315, 316, 329, 330, 393, 440, 448; 2014, VIII-IX: 15, 23, 39, 43, 45, 47, 55, 56, 73, 81, 86, 87, 212. 218, 250, 256, 261, 265, 522, 641, 653, 655] М. М. – [2017: 172, 173, 174, 220, 224, 225, 226, 250, 257, 332, 384, 386, 393, 412, 516, 674] B. S. – [2017: 217, 238, 239, 288, 368, 476, 556, 557] Ş. R. – [2013: 77, 86, 87, 278] oрдокана (ordokana) / han sarayı (odası): S.О. – [1995, II: 251, 293; 1995, III: 217, 251; 1997, IV: 236; 2006, V: 451] aлачык (alaçık) / alaçık: S.О. – [1995, II: 175, 207, 255; 1995, III: 137, 230; 1997, IV: 68; 2006, V: 92, 232, 425; 2014, VI-VII: 23, 29, 150, 325, 397; 2014, VIII-IX: 146, 221, 387, 660, 665, 695] М. М. – [2017: 157, 182, 218, 301, 367, 418, 432, 531, 617, 621, 638, 641, 695] B. S. – [2017: 85, 252, 266, 269, 366, 649] Ş. R. – [2013: 86, 180, 223, 225, 227, 228, 242] бейит (beyit): ev, mezarlık: Beyit kelimesinin iki manası vardır: 1. Ev, insan yaşayan konut; 2. Mezarlık. Burada ev manası incelenmiştir. БЕЙИТ – (Бейит көчө, чоң калаа – 26101) – (ар.) 1. Үй, адам жашоочу жай. 2. Өтмө мааниде: өлүк коюлган жай – моло, көр (Манас, 2014. VIII-IX cilt: 704). S. О. – [1997, IV: 325; 2014, VIII-IX: 354] М. М. – [2017: 561] Bagış’la Sapak’ın varyantlarında bu kelime ev, konut manasında bulunmaz. 6. KONUTA AİT BAŞKA KONULAR банжара (панжара, терезе) (bancara) / pencere: destanda pencerenin çerçevesi, süslü tor manasında kullanılmıştır. Moldobasan ve Bagış’ın varyantlarında tereze (pencere) biçiminde kullanılmıştır. S. О. – [1995, II: 50; 2006, V: 62, 63; 2006, VI: 62, 63] М. М. – [2017: 622] 31 Kaliya KULALİYEVA B. S. – [2017: 85] Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. бөлмө (bölmö) / oda, bölme: Konuta ait olan manalari incelendi. Altı (yedi, on iki, otuz) bölme şehir biçiminde kullanılan durumlar dizine girdirilmedi. S. О. – [1995, II: 50, 52, 80, 156, 158, 181; 2006, VI: 540, 545, 556, 557] İncelediğimiz başka varyantlarda bulunmaz. дубал (dubal) / duvar: S. О. – [1995, I: 77; 1995, III: 67, 217, 239; 1997, IV: 320; 2006, V: 69, 243, 448, 509; 2006, VI: 563; 2014, VI-VII: 81, 290; 2014, VIII-IX: 57, 202, 216, 287, 293, 364, 409, 457] М. М. – [2017: 479, 651, 653] Ş. R. – [2013: 96] Bağış’ın varyantında bu kelime bulunmaz. бакса, пайса (baksa, paysa) / duvar: manasında kullanıldığı durumlar incelenmiştir. duvar (örülerek yapılan duvar) S. О. – [1995, II: 72, 77; 2014, VIII-IX: 216, 457, 626] İncelenen başka varyantlarda bu kelime bulunmaz. Manas Destanında Boz Üy Kırgız Dili Sözlüğü’nde Boz üy kelimesine aşağıdaki gibi açıklama yapılmıştır: БОЗ ҮЙ / BOZ ÜY Göçebe halkların çoğunun üstü keçe (üzük, tuurduk) ile örtülmüş, temeli kerege, uuk, tündükten oluşan evi (KTSа., 2011: 290). Boz üy Kırgızların konutudur. Milli değerlerin kıymetlisidir. Boz üy göçebe hayatına layık olup, hafıf olduğu, kolayca toplanıp, dikilmesi (kurulması), yazın serin ve kışın sıcak olma özelliğini taşımaktadır. Boz üyün önemi hakkında Yard. Doç. Dr. M. Dıykanbayeva şöyle diyor: Yaklaşık üç bin yıllık tarihe sahip olan boz üyü, Kırgızlar yaşamlarının her alanında kullanmışlardır. Kocaya gidecek kızı için boz üyde oyunlar ve eğlenceler düzenlemişler, çeyiz olarak vermişler, çocuklarını evlendirmişler, ölüyü son yolculuğuna uğurlamışlar, önemli misafirlerini karşılamışlardır. Kısacası acı ve tatlı günlerini boz üy ile paylaşmışlardır (Dıykanbayeva, 2017: 220). Manas Destanında da düyün, ziyafet ve ölüm olaylarında hep sayısız Boz üylerin dikildiğinden bahsedilir. Boz Üy kelimesinin etimolojisi: eb: ev. 32 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy Bu kelimenin sonundaki b sesi yumuşayarak ilk w ve v, sonunda yumuşak y sesine değişmiştir. Bu değişim kelime başındaki e sesini da etkilemiştir ve erinli ü sesine dönmüştür. ЕЖЭ. Бакыр биңи, эб кичиг урыка (Тыйындын миңи, үй кенже уулга) (Е 78) (Усеев, 2011: 369). Sevortyan’ın sözlüğünde boz kelimesinin açıklanması için iki sayfalık yazıya yer verilmiştir. Birkaç araştırmacıların fikirlerini inceleyip, yazar kendi görüşünü böylece sonuçluyor: Temel ve ilk manası olarak ‘boz’ manası sayılmalı, bu evcil hayvanların renkini belirtiyor, ilk olarak yılkı rengidir. T. Tekin ise boz’un bor’dan geldiğini belirtiyor ve bu kelimeyi Kırgız, Kazakların Borbaş borbas 'boz(ak saçlı) baş' kelimesinden buluyor (Тек.59). A.Şerbak eski kullanılışı pos (boz kelimesi olduğunu belirtmektedir (Щерб. СФ196) (ЭСТЯ, 1978: 172) Böylece, Böz - Bor - Boro sözlüğü, tüm Altay dillerini kapsayan geniş bir yelpazeye sahiptir. V. I. Abaev’in görüşüne göre, bu kelime eski substrat Avrasya kelimesinen gelmiştir (Аб. 1271). (ЭСТЯ, 1978:173). Tüncer Gülensoy’un Köken Bilgisi Sözlüğünde “boz” eski ve orta çağdaki Türk dillerinde rengi kasteden kelime olarak belirlenmiştir (Gülensoy, 2007: I., 165). Üy kelimesi bu sözlüğün ikinci cildinde aşağıdaki gibi açıklanmıştır: üy (hlk.) ‘1. ev; 2. bostan ev’ = OT. öw (lef, ev, ew, üv, üw) DLT (Gülensoy, 2007: II., 1004). Tarihçi ve etnograf B. Alımbayeva kendi çalışmasında boz üy kelimesinin etimolojisini boylece anlatır: Kırgızların fakir olan tabakadakileri 4, çok az 6 kanatlı (yani küçük) boz üyde oturuyorlardı. Keçe yapmak için fakir Kırgızlar yünleri beyaz mı, kara mı, boz mu diyerek seçmeden hepsini birkaç yıllar içerisinde topluyorlardı. Çünkü onlarda evlerin keçesini yenilemeye imkan olmamıştır, keçe toplamak bir problemdi. Zenginler emekleri için eskirmiş keçelerini veriyorlardı. Onlar önce bembeyaz oluyordu sonra boz renke değişiyordu, bu sebepten Kırgız köyleri boz renkli görünürdü. Onun için Kırgız köylerindeki evler boz üy adını alması mümkündür (Алымбаева, 2016: 14-15). Bu kelimeye eski Türk dilindeki yakın manadaki sözler olarak aşağıdakileri söyleye biliriz: куй / kuy: çadırın kadına ait olan parçası. куйда кунчуйым, эки огланыма, эсизиме, йаңус кызыма, теңри элимке, башда бегимке бѳкмедим (Han çadırımdaki kadınıma, iki oğluma, yiğitlerime, yalnız kızıma, kutsal memleketime, yanımdaki beğime doymadım)(Е 16, 1-2) (Усеев, 2011: 371). багыш / bagış: evin ipi, boz üy, çadır. 33 Kaliya KULALİYEVA биң секиз адаклыг барымым, багышыма терти бѳкмедим (Bin sekiz ayaklı zenginliğime, evlerime hiç doyamadım) (Е 42, 4) (Усеев, 2011: 377-378). Boz üy destanda üy biçiminde bulunur. Üy (ev) kelimesinin esas boz üy manasını yansıtanları (örn.: үй тикти / çadırı dikti, үйүн чечти / çadırı söktü, үйүн жүктѳдү / çadırı yükledi vs) Dizinden yer alması için incelemeye alınmıştır sadece үйгѳ келди/eve gedi, үйдѳн чыкты/evden çıktı, үйдѳ жатат/evdedir biçiminde geçenler Dizinen yer alması için inceleme konusu olmamıştır. Чоң үй / büyük ev, там үй / toprak ev, сарай үй / saray ev vs. Hepsi Үй / Ev alt konusunda incelenmiştir. Bazı kelime öbeklerinin taşıdığı manası değişik olduğu için ayrıca inceleme konusu olmuştur (ak üy, colum üy). Colum üy, alaçık kelimeleri daha çok karşılaştırma amaçında kullanıldığı tespit edilmiştir. Кош / Koş kelimesinin sadece ev manasında kullanılması incelendi ve dizinden yer almıştır. Ѳргѳө / Çadır kelimesinin Sagınbay’ın varyantında bir kere bile kullanılmaması dilcilerin araştırması gereken ilginç bir konuların biridir. Boz üyün temelini oluşturan ağaçları (түндүк/tündük, кереге/kerege, уук/uuk vs) ve Kırgız kültüründe önem verilen Boz üyle ilgili temel kavramlar (тѳр/tör(baş köşe), босого/bosogo (giriş), улага/ulaga (giriş taraf) vs) Boz Üy alt konu içinde ayrıca incelenmiştir ve Dizinden yer almıştır. Boz üy ve Onunla İlgili Kavramlar: boz üy (Kırgız çadırı), bakan (sırık, direk), bosogo (kapının yerleştiği kasa, çerçeve, söve), kaalga (kapı), kerege (çadırın duvarını oluşturan ağaç kafes, kerege (KTS, II, 2017: 1202)), tötögö (çadır süsü), tuurduk (Kırgız çadırının etrafını kuşatan keçe örtü (KTS, II, 2017: 1122)), tündük (Kırgız çadırının tepesindeki açık alan, onu örten keçe örtü (KTS, II, 2017: 1122) ), tör (başköşe), uuk (çadırın keregesiyle tavan kısmının birleştiği kısım, uuk), üzük (çadırın üst kısmını örtmede kullanılan örtü), çamgarak (çadırın kubbesinin çapraz olarak yerleştirilen ince, yassı tahtası (KTS, II, 2017: 691)), çiy (çadır keregesinin dışına konulan kasır örtüsü), epçi (çadırda kadınlara ait olan sağ taraf), eşik (kapı). 7. BOZ ÜY ve ONA AİT OLAN BAZI KAVRAMLAR боз үй (boz üy) / boz üy (keçe çadır): S. О. – [1995, II: 251; 1997, IV: 300, 303; 2006, V: 445, 460; 2006, VI: 45, 86, 136, 323, 361, 475, 556, 557, 573; 2014, VI-VII: 163, 386; 2014, VIII-IX: 62, 73, 131, 225, 508, 509] Canış soyundan Nazarbek’in halka hitabı. Kakan, Bejin curtuna Kayda da bolso kan kerek, Boz üy menen tam üygö Kimge da bolso can kerek. (IV: 303) 34 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy М. М. – [2017: 147, 151] Kalmuk Han’ı İlebin ve onun halkı hakkında anlatılması. Dünüyösü caynagan, Türültüp malın aydagan, Boz üylüü kalmak el eken, İle degen cer eken. (151) B. S. – [2017: 6, 47, 251, 256] Kazakları birleştirerek düşman Hanı Koñurbay’a karşı gitmek düşüncesinde olan Kökçö’nün halkı hakkında söylenmesi. Askına dobul boz üydö, Kee kazagı kıbırap, Keregeni da karap, Bir birine şıbırap. (251) Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. бакан (bakan)/sırık, direk: С. О. – [1995, I: 129, 131, 236; 2006, VI: 606; 2014, VI-VII: 125, 143; 2014, VIII-IX: 216, 560] М. М. – [2017: 146, 231, 276, 349, 367, 408, 486, 492, 559] B. S. – [2017: 80, 543, 626, 627] Ş. R. – [2013: 21] босого (bosogo) / kapının yerleştiği kasa: S. О. – [1995, III: 296, 203; 1997, IV: 25; 2006, VI: 323, 331, 332, 370, 554, 545, 557; 2014, VI-VII: 18, 393; 2014, VIII-IX: 45, 68, 73, 89, 178, 193, 203, 207, 394, 654] М. М. – [2017: 15, 118, 200, 306, 308, 309, 353, 356, 384, 401, 433, 435, 487, 527, 616, 621] B. S. – [2017: 47, 251, 556, 570, 571] Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. каалга (kaalga) / kapı: S. О. – [2006, V: 536; 2006, VI: 331, 332, 377, 438, 557, 559; 2014, VIII-IX: 45, 69, 80, 88, 206, 246, 258, 321, 339, 344, 358, 362] М. М. – [2017: 104, 118, 200, 353, 393, 401, 616, 617, 619, 620, 621, 624, 626, 651] Karabörk ile B. S. – [2017: 207, 213, 220, 287, 290, 293, 369, 381, 509] Ş. R. – [2013: 65, 86, 87, 192, 237, 271] кереге (kerege) / kerege: çadırın duvarını oluşturan ağaç kafes. 35 Kaliya KULALİYEVA S. О. – [1995, II: 366; 1995, III: 297; 2006, VI: 311, 323, 366, 369, 606; 2014, VI-VII: 132; 2014, VIII-IX: 45, 68, 73, 86, 178, 518, 551, 572, 577] М. М. – [2017: 117, 118, 200, 352, 353, 401, 433, 722] B. S. – [2017: 17, 36, 47, 55, 67, 78, 115, 166, 173, 251, 343, 419, 505, 539, 556, 570, 626] Ş. R. – [2013: 52, 87, 177, 280] төтөгө (tötögö) / tötögö: çadır süsü. Üzükle tuurduğun ortasındaki süslü, nakışlı bastırgıç. S. О. – [2014, VI-VII: 132, 393] М. М. – [2017: 118, 200] B. S. – [2017: 36, 47, 78, 627] Şapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. туурдук (tuurduk) / tuurduk: Kırgız çadırının etrafını kuşatan keçe örtü. S. О. – [1995, II: 254; 2006, V: 486; 2006, VI: 572; 2014, VI-VII: 232, 418; 2014, VIII-IX: 87] М. М. – [2017: 136, 217, 433, 438, 495] B. S. – [2017: 82, 253] Ş. R. – [2013: 297] түндүк (tündük) / tündük: Kırgız çadırının tepesindeki açık alan, onu örten keçe örtü, destanda boz üyün tepesindeki yuvarlak ağaçtan yapılmış çerçeve olarak da anılıyor. S. О. – [1995, I: 131, 163; 2006, VI: 366, 557, 572, 606; 2014, VI-VII: 121, 132, 143, 231, 232, 393, 448; 2014, VIII-IX: 44] М. М. – [2017: 118, 229, 306, 353] B. S. – [2017: 116, 251, 252, 570, 626, 626] Ş. R. – [2013: 21, 23, 66] тѳр (tör) / baş köşe: çadırın baş köşesi, saygılı misafirler, aksakallı ıhtiyarların oturduğu yer. S. О. – [1995, III: 34; 2006, VI: 341-342, 347, 367, 417, 462, 486, 543, 553, 561; 2014, VIII-IX: 72, 260, 647, 653] B. S. – [2017: 257, 559] Ş. R. – [2013: 91, 188, 195, 202, 206, 244] Moldobasan’ın varyantında bulunmaz. уук (uuk) / uuk: çadırın keregesiyle tavan kısmının birleştiği kısım. 36 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy S. О. – [1995, II: 366; 2006, VI: 366, 572, 606; 2014, VI-VII: 121, 132, 231, 232, 286, 304, 393; 2014, VIII-IX: 45, 77, 86, 577] M. М. – [2017: 118, 200, 353, 564] B. S. – [2017: 47, 67, 78, 115, 116, 570, 626, 627] үзүк (üzük) / üzük: çadırın üst kısmını örtmede kullanılan örtü. S. О. – [2006, V: 421; 2006, VI: 333, 572, 606; 2014; VI-VII: 231, 232, 393; 2014, VIII-IX: 145, 185, 244, 301, 309] М. М. – [2017: 118, 128, 199, 200, 433, 353, 399, 401, 452] Bagış ile Şapak’ın varyantlarında bu kelime bulunmaz. чамгарак (çamgarak) / çamgarak: çadırın kubbesinin çapraz olarak yerleştirilen ince, yassı tahtası. S. О. – [2006, V: 421; 2006, VI: 369; 2014, VI-VII: 132, 143; 2014, VIII-IX: 558] М. М. – [2017: 17, 33, 118, 200, 217, 353, 399] Ş. R. – [2013: 87] чий (çiy) / çiy: kasır keregesinin dışına konulan duvar örtüsü. S. О. – [1995, II: 366, 572, 573; 2014, VI-VII: 393; 2014, VIII-IX: 45, 86] М. М. – [2017: 353] эпчи (epçi) / epçi: çadır içindeki kadınlara ait olan sağ taraf. М. М. – [2017: 711] B. S. – [2017: 599] Sagınbay’la Sapak’ın varyantında bu kelime bulunmaz. эшик (eşik) / kapı: evin dışarısı (evin önü) ve каалга (kaalga) / kapı manaları incelendi ve Dizinden yer verildi. S. О. – [1995, I: 100, 113; 1995, II: 67, 72, 75, 78, 204, 208, 209, 214, 216, 217, 223, 224, 226, 276, 284, 328; 1995, III: 34, 134; 1997, IV: 16, 43, 92, 96, 157, 309, 315, 329; 2006, V: 78, 242, 249, 252, 262, 311, 312, 504, 515; 2006, VI: 58, 62, 64, 66, 100, 197, 204, 209-211, 213, 218, 244, 245, 258, 292, 310, 323, 326, 331, 332, 345, 357, 368, 371, 378, 413, 414, 428, 456, 463, 504, 529, 538, 540, 542-547, 550, 559, 561, 567, 599; 2014, VI-VII: 11, 17, 18, 43, 87, 98, 107, 167, 295, 307, 315, 322, 323, 346, 389, 394, 395-397, 406, 428, 452, 462; 2014, VIII-IX: 31, 71, 82, 90, 176, 207, 215, 220, 233, 235, 255, 260, 261, 267, 280, 282, 305, 354, 358, 366, 385, 420, 527, 546, 575, 647, 653, 654, 680] М. М. – [2017: 9, 14, 56, 67, 88, 99, 104, 125, 137, 170, 223, 225, 245, 252, 260, 264, 277, 283, 296, 297, 301, 303, 320, 322, 360, 377, 382, 392, 393, 422, 433- 37 Kaliya KULALİYEVA 435, 439, 450, 455, 489, 508-510, 514-517, 521, 522, 527, 529, 558, 569, 591, 616, 619, 623, 624, 651, 659, 663, 676, 677, 711, 712, 715] B. S. – [2017: 33, 52, 68, 70, 71, 101, 115, 126, 139, 190, 200, 201, 225, 228, 244, 245, 251, 252, 256, 257, 259, 269, 279, 288, 290, 322, 411, 480, 482, 502, 507, 569, 570, 595, 598, 614, 628, 642] Ş. R. – [2013: 23, 25, 40, 65, 66, 73, 87, 95, 137, 138, 161, 190, 192, 206, 217, 273, 277, 293, 297] Bu çalışmada Destandaki Boz Üy ve ona ait olan kavramların hepsini kapsama olanağı olmamış. Onu Manas destanının çevirisini deyil, tam metnini okuyanlar bilir. Çünkü Manas bir araştırılıp bitmeyecek harika engin okyanus gibidir. İncelenen bu kelime ve kavramların etrafında daha çok inceleme konusu olacak konuların oluşacağı bellidir. Sonuç Sonuç olarak bu çalışmamızın amacı, Kırgız Türklerine ait olan, bütün dünya halkbilimcilerinin ve başka bilim dallarında araştırma yapan bilim adamlarının ilgisini çeken Manas Destanı üzerinde hazırlanmakta olan “Manas Destanının Tematik Dizini” hakkında bilgi vermek ve bu dizinde yer alması planlanan Konut (mesken) ve Boz Üy konusunu incelemek, bu konunun dizinden yer alma özelliğini okuyucularımıza iletmektir. Destanın dört varyantındaki (akademik yayım, hepsi 10 kitap) Konut ve Boz Üy’le ilgili kelime ve kavramlar incelenmiş, tasnifi yapılmış ve bu kelimeler bulunan kitaptaki sayfaları gösterilmiştir. Konut (mesken) alt konusuna ait 59 kelimenin ve Boz Üy alt konusunda 14 kelimenin analizi yapılmıştır. Bu konularda daha spesifik bir çalışma yapanlara incelenen materyaller her hangi bir şekilde faydası dokunursa araştırma amacına ulaştı dıye biliriz. Bu çalışma sayesinde sadece Konut ve Boz Üy konusunda değil, verilen açıklamalar aracılığıyla Kırgız Türkleri, Türk Halkları ve başka halkların maddi ve manevi kültürü hakkında bilgi sahibi olmak mümkündür. Başka bir deyişle, Türkiye’li genç halkbilimci A. Arvas’ın dediği gibi Destan incelenecek pek çok meseleyi kapsamaktadır: Türk dünyası için çok önemli bir destan olduğu herkesçe kabul edilen “Manas”, uzun bir süredir incelemelere konu olduğu ve üzerine pek çok eserler ortaya konduğu halde hâlâ incelenecek pek çok meseleyi içerisinde barındırmaktadır. Bunun nedeni ise destanın geçmişten beri ozanlar tarafından yaşatılarak günümüze kadar getirilmesi ve bunun neticesinde değişik dönemleri ve bu dönemlerin inançları ile düşüncelerini korumuş olmasıdır (Arvas. http://dergipark.gov.tr/22.01.2019). Manas destanını tarihi ve medeni miras olarak araştırma yapan Kırgız etnografi bilimcisi İmel Moldobayev, monografi talepleri dışına çıktığı için kendi çalışmasında destanın maddi kültürü yansıtmalarının henüz etraflıca incelenmediğini belirtmiştir: Böylece burada Manas Destanının tarıhi ve etnografık bakımdan bütün 38 Manas Destanında Konut (Mesken) ve Boz Üy konularını araştıramadık, destanın gerçekten bir ansiklopedik bilgi taşıdığı kuşkusuzdur. Destanın ilmin başka dallarında çalışan uzmanlarla beraber incelenmesi sonucunda bizim önümüzde tarih, etnografi, dil, felsefe, pedagoji, coğrafi, tıp, flora, fauna ve başka dallarda, sadece Kırgız etnik kültürü üzerinde değil, onun komşuları olan başka halklar üzerinde de çok değerli bir bilgi birikimi olacaktı (Mолдобаев, 1995: 7). Bu güzel çalışmasının devamının da olacağını söyleyen fakat aramızdan giden İ. Moldobayev’in ve başka Manas’ı yakından tanıyanların, Destan’ın çok yölü incelenmesi gerektiği konusunda isteklerini gerçekleştirmek amacında bu 40tan fazla konuyu kapsayan bu Dizini hazırlama yolunda çalısmakta olan genç araştımacılar, halkbilimciler Zarina Kulbarakova, Canara Ömüraliyeva, Tamara Abılkasımova, Gülzat Nurdin kızı ve çok deneyimli hocamız sayın Prof. Dr. Kurmanbek Abakirov’a bu çalışmalarından dolayı teşekkür ederiz, çok teferruatlı çalışmalarında başarılar dileriz. KAYNAKÇA A. Bilimsel Kaynaklar ALIMBAEVA, Bübayşa. Kırgız Elinin Boz Üyü. Tarıhıy-etnografiyalık oçerk. – B.: Uluu toolor, 2016. –144 b. ARVAS, Abdulselam. Destanlarda Eski Türk Kültleri ve İslam (“Manas Destanı” örneği). http://dergipark.gov.tr/download/article-file/266275 BONVALOT Gabriel (2011) Puteşestvie çerez serdtse Azii – Pamir – v İndiyu / Perevod R. Kuldaevoy. “Erkin-Too” AAK, – 98 s. Etimologiçeskiy Slovar Tyurkskih Yazıkov: obşetyurkskie i mejtyurkskie osnovı na bukvu «B». (1978). Sost. E.V. Sevortyan, Moskva: Nauka. DIYKANBAYEVA, Mayramgül. (2017). Kirgiz Kültüründe Boz Üy. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi (GSED), Sayı 38, Erzurum, s. 220. GÜLENSOY, Tuncer (2007) Türkiye Türkçesindeki Türkçe Sözcüklerin Köken Bilgisi Sözlüğü. II. Ankara: TDK Yayınları. İNAYET, Alimcan. (1995). Yusuf Mamay ve Manas destanı (Doğu Türkistan Kırgız varyantı), 1. Cilt, 1. Kitap, İstanbul. Kırgız Tilinin Sözdügü I. (2011). Bişkek. MOLDOBAEV, İmel. (1995). «Manas» – İstoriko-Kulturnıy Pamyatnik Kırgızov. Bişkek: “Kırgızstan”, 312 s. 39 Kaliya KULALİYEVA USEEV, Nurdin. (2011). Enisey Cazma Estelikteri I. leksikası cana tekstter. Bişkek: Turar. – 724 b. B. Manas Destanı metinleri: MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu: 1-kitep . S. Orozbakovdun variantı boyunça. Sürötçüsü A. Akmatov; Adab. c-a iskusstvo in-tu; B.: Kırgızstan. 1995. – 568 b. MANAS. Kırgız elinin baatırdık eposu, 2-kitep. S. Orozbakovdun variantı boyunça. Kırg. resp. Ul. ilimder akademiyasının adabiyat cana iskusstvo in-tu. Sürötçüsü B. Cayçıbekov. – B. Kırgızstan. 1995, 800 b. MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu. 3-kitep. S. Orozbakovdun variantı boyuça. - Sürötçüsü A. Akmatov (Kırg. resp. Ul. ilim. akad. adabiyat c-a isk-vo in-tu. – B.: Kırgızstan, 1995, – 672 b. MANAS: epos. Sagınbay Orozbakov’dun aytuusu boyuça IV tom. – B.: Şam, 1997. – 612 b. MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu: 5-kitep. S. Orozbakovdun variantı boyuça./ Kırg. Resp. uluttuk ilim. akademiyasının Manastaanuu c-a körköm madaniyattın uluttuk borboru. – B.: «Şam», 2006. – 756 b. MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu. 6-kiteptin ulandısı c-a 7-kitep: S.Orozbak uulunun aytuusu boyuça akademiyalık bas. / Dayardagan S. Musaev. – B.: Turar, 2014. – 792 b. MANAS: Kırgız elinin baatırdık eposu. 8-cana 9-kitep: S. Orozbak uulunun aytuusu boyuça akademiyalık bas. / Tüzgön cana dayardagan S. Musaev. – B.: Turar, 2014. – 800 b. MANAS. Baatırdık epos. M. Musulmankulovdun variantı boyunça. Tüz. С. Ömüralieva. – B.: Biyiktik plyus, 2017. – 738. MANAS. Baatırdık epos. B. Sazanovdun variantı boyunça. Tüz. Z. Kulbarakova. – B.: Biyiktik plyus, 2017. – 468. MANAS. Baatırdık epos. Ş. Rısmendeyevdin variantı boyunça. Tüz. A.Caynakova. – B.: Газета KG, 2013. – 328. 40 Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu1 Prof. Dr. Sevinç ÜÇGÜL Erciyes Üniversitesi Sabri GÜRSES Erciyes Üniversitesi Özet: 20. yüzyılda yaşamış olan Yuri Lotman, Rus semiyolog ve kültür kuramcısı olarak büyük bir kültür mirası bırakmıştır. Eserleri ve Tartu Semiyotik Okulu sanat ve bilim alanları için önemli bir küresel ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Ama onun semiyoloji kuramcısı olarak şöhreti Rusya'nın kültür tarihçisi olarak yaptığı çalışmaları gölgede bırakmıştır. Aslında, bütün çalışmaları Rus kültür tarihini merkeze alır ve hepsi birbiriyle tutarlı bir program halinde bağlıdır. Lotman'ın çalıştığı alanlardan biri de Rus aristokrat, soyla, dvoryan'ının günlük hayatı ve bu hayatın bildiğimiz klasik Rus kültürünü nasıl yaratmış olduğudur. Bu makale Lotman'ın Rus soyluluğu modeline ve onun bu konuyu nasıl bir kuramsal perspektifle ele aldığına odaklanacaktır. Anahtar Kelimeler: Yu. Lotman, Rus Kültürü, Rus Soyluları, Moskova-Tartu Okulu, Tartu Semiyotik Okulu Abstract: Yuri Lotman, who has lived through the 20th century has left a big cultural heritage as a Russian semiotician and cultural theorist. His works and his Tartu School of Semiotics still continues to be an important center of global attention for artistic and scientific fields. But his fame as an theoretician of semiology has left under shadow his groundbreaking work as a cultural historian of Russia. In fact, all his works are focused on Russian cultural history and they all connect with each other as a dedicated program. One of the fields that Lotman has worked on is the daily life of Russian aristocrat, gentry, dvoryan and how has this life has created the classical Russian culture as we know. This article will focus on Lotman's model of Russian gentry and his theoretical perspective on this topic. 1 Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenen SDK2018-7971 kodlu proje çerçevesinde yapılmıştır. Sevinç ÜÇGÜL – Sabri GÜRSES Key Words: Yuri Lotman, Russian Culture, Russian Gentry, MoscowTartu School, Tartu School of Semiotics Yuri Lotman semiyoloji ve kültürbilim çalışmalarıyla, Tartu-Moskova Okulu diye bilinen çalışma grubuyla birlikte uluslararası semiyoloji çalışmaları tarihinde silinmez bir iz bırakmıştır. Semiyosfer kavramı ve kültürün semiyotik analizine yönelik çalışmaları günümüzde de sıkça başvurulan, yeni fikirleri doğuran çalışmalar olmaktadır. Fakat bu başarısı, genellikle onun çalışma arka planının ve hayat boyu sürdürdüğü ilgilerin unutulmasına yol açmaktadır. Lotman çalışmalarına bir Slavist olarak başlamış, neredeyse bütün çalışmalarının temel inceleme konusu olarak Rus edebiyat ve kültür tarihini kabul etmiş, bu alanın uzmanı olarak temel çalışmalar ortaya koymuştur. Ama bu olgunun onun uluslararası ününde yeterince yansıtılmadığını görebiliriz. Bu durumun başlıca sebebi, ilk bakışta semiyotik ve yapısalcı analiz alanındaki çalışmalarının kuramsal evrenselliğinin uluslararası araştırmalarda daha çok dikkat çekmesi olarak görülebilir. Lotman'ın metinden semiyosfere uzanan kavramları ve analiz yöntemleri her dile aktarılabilir. Oysa Rus tarih ve kültürüne has öğeler aktarılamadan kalacaktır. Fakat onun etkisini, tıpkı onun gibi özel bir araştırma alanından, Ortaçağ estetiği ve felsefesinden beslenen Umberto Eco'nun etkisiyle kıyasladığımızda, bu aktarılamazlık sorununun başka bir boyuta taşındığını görürüz. Eco'nun çalışmaları da İtalyan kültürü ve Ortaçağ estetiğinden beslenmiştir, fakat Eco bunların yanına James Bond, Superman gibi popüler ikonlar üzerine incelemeleri, James Joyce gibi uluslararası bir edebi nitelik kazanmış edebiyatçı üzerine incelemeleri eklemiştir. Ardından asıl tanınırlığını fikirlerini romanlaştırdığı, bir tür semiyotik polisiye haline getirdiği Gülün Adı (1980) romanı ve hatta daha da çok, bu romanın sinema uyarlamasıyla (1986) kazanmıştır. Lotman Eco'nun fikirleriyle roman çalışması arasındaki ilişkiyi erkenden fark edenlerden biridir. Romanın 1989 yılındaki Rusça baskısına yazdığı sonsözde bu ilişki üzerinde durur Lotman: “...eğer romanın metni dikkatle okunursa, onunla yazarın bilimsel ilgi alanları arasındaki apaçık organik ilişki görünecektir. Dahası, romanın yazarın bilimsel düşüncesinin beslendiği kavrayışları gerçekleştirdiği, romanın Umberto Eco'nun semiyotik ve kültürbilimsel fikirlerinin sanatsal metin diline çevirisi olduğu görülecektir.”2 Bu çerçevede, Eco'nun bilimsel çalışmalarındaki Ortaçağ estetiği, felsefesi ve İtalyan kültürü öğelerinin ancak bu roman ve sinema biçimlerinde yaygın kabul 2 "Выход Из Лабиринта," Эко У., Имя розы, 1998, s. 650-669. 42 Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu gördüğünü söyleyebiliriz; üstelik bunun için de bu uyarlamayı ünlü Fransız sinemacı Jean-Jacques Annaud'nun yapması ve filmin başrolünde Amerikalı oyuncu (eski James Bond oyuncusu) Sean Connery'nin yer alması gerekli olmuştur. Buna kıyasla Demir Perde arkasında, büyük Sovyet-Rus şehirleri Leningrad (Petersburg) ve Moskova'dan uzakta, Estonya'nın Tartu şehrinde çalışan, 1981 yılına dek Sovyet Bloku dışına seyahat etmemiş olan Lotman'ın uluslararası semiyotik çalışmalarında daha en başından beri etkili olabilmiş olması büyük bir kişisel çaba ürünüdür. Bu çabayı farklı kılan yanlardan biri de, Leningrad Üniversitesi'nde Rus tarih ve kültürünü tutarlı bir şekilde incelemeyi hiç bırakmaması, onu özel bir keşif alanı olarak görmesi ve sonunda bütün yapıtını 18. ve 19. yüzyıl Rus kültürünün, Karamzin'den Puşkin'e uzanan özel bir tarihi olarak oluşturmasıdır. Bu dönemin uzmanları olan G.A. Gukovski, N.İ. Mordovçenko ve B.V. Tomaşevski'yle entelektüel bağını hiç koparmamış, bir bakıma onların bilimsel mirasını yapısalcı semiyotik araştırmalarının da katkısıyla devam ettirmiştir. Lotman çalışmalarında ilk olarak Dekabristlerden önceki dönemi ve onları ortaya çıkaran süreci ele almıştır. Bu, onun bu alanda ilk çalışmaya başladığı dönemin genel ilgilerine ve perspektifine, bir bakıma Sovyet ideolojik programına ters düşen bir çalışmadır. Fakat Lotman bu ilk döneme, 1940-60 arası döneme ait makalelerinde dönemin kalıplaşmış yöntemleriyle, örneğin resmi ideolojisinin kabullerine atıfta bulunarak bu çelişkileri azaltmaya çalışır. Lotman'ın kendisinin de kendisi için önemli buluşlarla dolu olduğunu söylediği bu dönemin makale ve çalışmaları şöyle sıralanabilir: "Karamzin "Vestnik Yevropı' Dergisinde" (1947); “XVIII. asrın 80'li yıllarında edebi-sosyal mücadele tarihinden. A.N. Radişçev ve A.M. Kutuzov” (1950); “Karamzin'in Soylu Estetiği ve Toplumsal-Politik Görüşleriyle Mücadelede A.N. Radişçev” (1951, tez çalışması); “A.N. Radişçev'in estetiğiyle ilgili bazı sorular” (1952); “Radişçev bir soylu devrimcisi miydi?” (1956); “Radişçev ve Mably” (1958); “Radişçev ve XVIII. yüzyılda Rus askeri düşüncesi” (1958); “Rus edebiyatının Dekabrist dönemden önceki gelişme yolları” (1961, tez çalışması). Bu makaleler büyük ölçüde, Rus tarihinde ve kültüründe etkin bir rol oynayan soyluların hayat tarzını ve tarihsel etki alanlarını ele almaktadır. Diğer yandan, bu incelemeler, büyük ölçüde Rus dili ve edebiyatındaki bölüm programının bir yan ürünüdür. Lotman, ilk yapısalcı çalışmasını da ders notu olarak hazırlamıştır (Yapısalcı poetika üzerine dersler, 1964), aynı dönemde Puşkin için başlattığı çalışmaları da bu şekilde şekillendirmiş (Роман В Стихах Пушкина "Евгений Онегин", 1975), ders notları zaman içinde Puşkin biyografisine evrilmiştir. Yevgeni Onegin şerhi (Роман А. С. Пушкина «Евгений Онегин»: комментарий, 1980) ve Aleksandr Sergeyeviç Puşkin: Yazarın Biyografisi (Александр Сергеевич Пушкин: 43 Sevinç ÜÇGÜL – Sabri GÜRSES биография писателя, 1981) adlı biyografisi onun Puşkin araştırmalarının temel ürünü olmuştur. Karamzin'in Rus seyyahının mektupları adlı derlemesini hazırlaması ve Karamzin'in Yaratılışı (Сотворение Карамзина, 1987) adlı biyografisini yazması, Lotman'ın Rusya'nın soylu ve entelektüel dünyasını kişiler üzerinden incelemesinin parlak örnekleridir. Lotman'ın Rus soylularının dünyası ve 18-19. yüzyıl Rus kültür tarihi üzerine yoğunlaşmış ilgisinin en somut ve aynı zamanda popüler ifadesiniyse, 1986 yılından itibaren televizyonda yayınlanmaya başlayan Rus kültürü hakkında sohbetler adlı çalışmasında görürüz. Bugün “Sohbetler” diye bilinen bu çalışmanın aslında Lotman'ın Tartu Üniversitesi'ndeki derslerinde doğduğunu ve o derslerin içeriğini yansıttığını kabul etmek gerekir. Televizyon programının yönetmeni olan eski öğrencisi, yönetmen Yevgeniya Haponen bu fikrin ilk kez 1976 yılında, Lotman üniversitede kalabalık katılımlı ve çok renkli, coşkulu dersler verdiği sırada doğduğunu söylemektedir.3 Dersleriyle ve bu televizyon programlarıyla, bir bakıma, Umberto Eco'nun Ortaçağ kültürü için yaptığı popülerleştirmeyi Lotman da Rus kültürü için yapmış sayılabilir. Kitap haline Lotman ölmeden kısa süre önce, 1990 yılında, Rus kültürü hakkında sohbetler. Rus soyluluğunun günlük hayatı ve gelenekleri (18-19. yüzyıl Başı) (Беседы о русской культуре. Быт и традиции русского дворянства (XVIII — начало XIX века)) adıyla getirilen, fakat Lotman hayattayken değil ertesi yıl, 1994'te yayınlanabilen bu çalışma, günümüzde de çok büyük bir ilgiyle okunan, popüler bir eserdir. 4 Lotman'ın 1986 yılında yayınlanan televizyon programlarının ana başlıkları şöyledir: 1.İnsanlar, kaderler, günlük hayat. 2.İnsanların etkileşimi ve kültürün gelişmesi 3.Kültür ve entelektüellik 4.İnsan ve sanat 5.Puşkin ve çevresi Uzun bir çalışma sonucu yayına hazırlanan kitaptaki bölümleme daha farklı yapılmıştır: Giriş: Günlük hayat ve kültür I: İnsanlar ve rütbeler; Kadın dünyası; XVIII-XIX. Yüzyıl başında kadın II: Balo; Evlilik. Düğün. Boşanma; Rus züppeliği (dandy'ciliği); Kumar; Düello; Yaşama sanatı; Yolun sonu (Ölüm) 3 “От составителей,” Беседы о русской культуре. Телевизионные лекции, Воспитание души, «Искусство—СПБ», 2005, s. 348. 4 İlk basımı 1994, Искусство-СПБ Yayınevi. Televizyon programlarının ses dökümüyse çok daha sonra, 2005 yılında (Rus kültürü sohbetleri. Televizyon dersleri (Беседы о русской культуре. Телевизионные лекции) adıyla), aynı yayınevi tarafından yayınlandı. 44 Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu III: “Petro'nun yuvasının civcivleri”; Bahadırlar çağı; İki kadın; 1812 yılının insanları; Dekabrist'in günlük hayatı Bitirirken: “İki uçurum arasında” İlk kısımda 18.-19. yüzyıl başı Rus toplumunda, Avrupalılaşmış, entelektüel, eğitimli kesimin hayatı ele alınmaktadır. Bu dönemin kadınlarının hayata katılmakla kalmayıp onun içinde etkin yere sahip olduğu üzerinde durulmaktadır. Lotman'a göre, I. Petro sadece Petersburg'u, Petersburg hayatını değil, bu dönemdeki bütün Rus şehir hayatını yaratmıştır. Petro toplumsal düzen fikrini Avrupalılaşmanın temel bir öğesi olarak görüyordu, bu da hem görgü kurallarını belirleme çabasına, hem de bir “Rütbe Tablosu” ortaya atmasına yol açtı. Görgü kuralları öncelikle Yeniçağın Avrupa kültüründe merkeze geçen eğitim ve öğrenme fikriyle bağlantılıydı ve burada sadece Rus soyluları ya da halkı değil imparator çarın kendisi bile öğrenme-eğitim sürecine katılıyordu: “Yeniçağların Avrupa kültürü bilinçli olarak “Ben – O” sistemine yönelmiştir. Kültürün tüketicisi ideal alıcı konumunda bulunur, dört bir yandan bildirim alır. Birinci Petro bu yaklaşımı şu sözlerle çok kesin biçimde “Bir öğrenciyim ve öğrenmeyi arzu ediyorum” diye formüle etmişti. “Gençliğin Şerefli Aynası” genç insanlara eğitimi, “herkesten öğrenmeyi isteyerek, tepeden bakmaksızın” bilgi almak olarak görmelerini söylüyor. Burada bahsedilen şeyin tam olarak yönelim olduğunun altını çizmek gerekir, çünkü metinsel gerçeklik düzeyinde her kültür, her iki iletişim türünü de içermektedir. Bunun dışında, belirtilen özellik yeni çağların kültürüne özgü değildir, farklı biçimlerde farklı çağlarda da karşılaşılmaktadır. Burada XVIIIXIX. yüzyıl Avrupa kültürünün öne çıkarılmasının nedeniyse, bizim alışılmış bilimsel kabullerimizi, özellikle de, bildirim eyleminin almayla, alışverişle özdeşleştirilmesini koşullamış olmasındandır. Bu arada kültür tarihinin bilinen tüm durumları bu konumdan açıklanamaz.” Burada bahsedilen “Gençliğin şerefli aynası, ya da günlük hayatta görgü rehberi” (Yunosti çestnoye zertsalo, ili Pokazaniye k jiteyskomu abhojdeniyu) adlı, 1717 yılında Petersburg'da yayınlanan rehberdir. Birinci Petro’nun kendisi ya da yakınları tarafından hazırlanmış, soylu çocukların eğitimi ve yetiştirilmesi için kullanılan bir görgü kitabıdır. Görgü kuralları, ahlaki vecizeler, atasözleri, Kutsal Kitap'tan meseller vb. öğelerin dışında, rakamlar, yazım kuralları vb. gibi okul eğitimine yönelik içeriği de bulunmaktadır. 20. yüzyıl başına kadar yaygın olarak kullanılan bu rehber, Rütbe Tablosu (Tabel o rangah) ile aynı sistemin bir parçasıydı. Rütbe tablosu bu eğitimi alan soylu çocuklarının toplum içinde yükseleceği statü merdiveninin bir rehberiydi. 45 Sevinç ÜÇGÜL – Sabri GÜRSES Devlet işlerini ve dolayısıyla toplumsal hayatı soyluların yeteneklerine göre yerleştirildiği ve yükseldiği bir şekilde düzenleme fikrinden doğan Rütbe Tablosu'nun esin kaynağı kesin olarak bilinmese de, Prusya ya da İsveç sistemi olduğu düşünülmektedir. Petro'nun 18. yüzyıl başından itibaren bu konuda adım atmaya niyetli olduğunu gösteren notları bulunmaktadır, ama her koşulda 24 Ocak (4 Şubat) 1722 günü, hazırlanan tablo ilk haliyle yürürlüğe girmiştir. Lotman'a göre bu tablonun temel özelliği göstergelere dayanmasıdır. Fakat diğer yandan, zaman içinde değişmiş, ama kısa sürede asıl işlevini kaybetmiş olsa bile hem 1917 Ekim Devrimi'ne kadar ortadan kalkmamış, hem de topluma bir sözleşme fikrinin yerleşmesini sağlamış, böylece kana dayanan soyluluğun önü kesilmiştir: “XVIII. yüzyılda uzlaşımsız ve kan nesebiyle doğuştan soyluluğa karşı olan devlet, sınıf ve rütbe sisteminin ortaya atılması da göstergelere dayanan erdem alışverişi üzerine temellenmişti. Bu alışverişin pratikte bozulan eşdeğerliği, kuramda katı bir biçimde gözetilmeliydi. Hizmet süresinin katı bir sıralamasına dayanan madalya ve rütbe dağıtımı sistemi bunu hedefliyordu. Ödüllendirilmemiş biri, dönemin ahlakı ve yasaları gereği kendisini hatırlatabilir ve kendi haklarını sayarak, ödülünü talep edebilirdi; bu da dönemin bilincinde bunun kuraldışı bir hoşgörü değil, hizmet eden insanla iktidar arasında kurallarla düzene bağlanmış ve sağlamlaştırılmış bir sorumluluk alışverişi olduğunu gösteriyordu. XVIII. yüzyıl kültürüne nüfuz etmiş olan sözleşme ruhu, geleneksel kurumların değerlendirmesini yeniden anlamlandırmayı sağladı (ya da yeniden dile getirmeyi). Böylece, herkes Rusya’da monarşi olduğunu biliyor olsa ve bunun kabul edilmesi hem resmi ideolojiye (özellikle de resmi unvan kullanımına) hem de kuşkusuz devlet pratiğine yol açıyor olsa da, bu olguyu itiraf etmek ılımlı tonun istenmeyen bir yıkımı sayılıyordu. II. Yekaterina “Talimat”ta [Nakaz], Rusya’nın otokrasi değil monarşi olduğunu, yani keyfi olarak değil yasalarla yönetildiğini söylüyordu; I. Aleksandr’sa birçok kez otokrasinin, kişisel olarak taraftar olmadığı talihsiz bir zorunluluk olduğunu vurguluyordu. Bu onun için Karamzin için olduğu gibi, bir ideal değil, bir olguydu. Bu eğilim özellikle soyluluk hukukunun anlamlandırılmasında ortaya çıkacaktır. Daha önce Kantemir “Na zavist i gordost dvoryan zlonravih. Filaret i Yevgeni” (Kötü huylu soyluların kıskançlık ve kibiri üzerine. Filaret ve Yevgeni, 1730) adlı ikinci satirinde soyluların ayrıcalığını onların babalarının sahip olduklarıyla elde edilmiş, devlete kişisel hizmet ederek ortadan kaldırmaları gereken bir avans olarak gösteriyordu. Onun bu düşüncesini Sumarakov gibi bir yazar, kişisel hizmet ile geçmişte kişinin atalarının yapmış olduğu hizmet karşılığında elde edilmiş olan onur arasındaki bir alışveriş kuramına 46 Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu dönüştürdü. Sumarakov'a göre, kişisel hizmette bulunamayan soylu, alıp da karşılığında bir şey vermeyen bir dolandırıcıya benzemektedir: Soyluluk unvanı bize kandan kana akıyor; Ama baksanıza: neden soyluluk böyle geliyor? Toplum yararına yaşadıysa dedem dünyada, Ona bunun ödenmesi gerekti, bense avans alıyorum, Ama bu avansla, başkasının ödülünü almış oluyorum, Onun hakkına böylece engel olamaz (…) Cesaret için hatırı sayılır avans aldım, Doğru mu ki çaba harcamadan zengin olmam? Bu zemin üzerinde buna karşıt bir süreç de akmaktadır: Gösterge alışverişinin akılcılaştırılmasına, ağırlık merkezinin onun içeriğine taşınmasına yönelik eğilimle eşzamanlı olarak, ters yönde bir akış da vardır: Bu tür bir göstergeselliği akıldışı bir ayırmaya sürükleyen bir eğilim. Göstergenin, ritüelin uzlaşımsallığı, keyfiliği vurgulanır. Yani, hızla gelişen kapalı-soylu kültürü görgüyü, yaşayışın teatralleşmesini besler.”5 Bu teatrelleşmeyi Lotman 18. yüzyılın başında “yeni insanların,” yeni ve Avrupalı Rus soylularının ortaya çıkışıyla birlikte ele alarak, sadece kültürün soyut öğelerinde değil, somut, şehirsel-uzamsal öğelerinde de teatral değişme olduğunu belirtir. Lotman'a göre bu dönemde tiyatro yeni insanların şehir hayatının bir yansımasıdır: “Rus kültürünün Avrupa kültürüne yaklaşımında yeni bir sayfa XVIII. yüzyılın başına denk düşmektedir. O çağın insanlarının psikolojik özdeğerlendirmelerinin tarihçilerin daha sonraki değerlendirmeleriyle ne ölçüde örtüştüğü sorununu bir kenara bırakarak, sadece kendilerini sıkça ve kesin olarak “yeni insanlar” olarak adlandırmalarına dikkat edelim. Bu özdeğerlendirmenin iki yönü vardı sanki: Başlangıçta ”yeni insanlar” Petro öncesi Rusya’nın “eski insanlarının” anti-tezi olarak algılanıyordu. Çelişki yaşa ait gibi düşünülüyordu: Yeni insanlar, genç, Rus Avrupalılarıydı, aydınlanmanın ve yeni alışkanlıkla rın yandaşlarıydı; “eskilerse” eski zamanların, “kök salmış alışkanlıkların” yandaşı, geleneğin temsilcileriydi. Fakat daha sonra vurgular yer değiştirecek ve “yeni Avrupalılar” “yaşlı Avrupalılarla” karşıtlaştırılacak, genç Rus uygarlığı Batı’yı gerçekleştirmeyi düşünmüş olan, buna yetenekli ama gerçekleştirmemiş olan yaşlı Batı Avrupa’yla karşıtlaştırılacaktır. “Yeni” sözcüğünün anlamındaki bu türden bir yeniden uyarlamanın XI. yüzyıl Rus metinlerinde de görülmesi dikkat çekicidir. Kievli vakanüvis Rusların vaftizini betimleyerek, havari Pavlus’ tan 5 Yuri Lotman, Düşünen Dünyaların İçinde, çev. Sabri Gürses, Bilgesu Yayıncılık, 2012, s. 357-358. 47 Sevinç ÜÇGÜL – Sabri GÜRSES “Eski gidecek, yeni gelecek” alıntısını yaparken, yaşlı (“eski”) diye açıkça putperest Rusları kastetmektedir. Ama XI. yüzyılda metropoliten İllarion (Yunan birinin yerine Prens Yaroslav tarafından atanmış, ilk Rus metropolitanı) Yunanları Eski Ahit’le, Rus Hıristiyanlarınıysa Yeni Ahit’le, yani İncil’le kıyasladığı zaman, yeniliğin kendine özgü bir anlam taşıdığı açıktır: Öğrenci öğretmenden kötü değil, iyidir. Hıristiyanlığın alınması sırasında olduğu gibi, Petro’nun reformları da gelenekle keskin ve gösterişli bir kopuşa eşlik etmektedir. Petro Moskovalıların dinsel duygularını alaya alarak Kızıl Meydan’da (yani kutsal bir yerde) “günahkâr” bir tiyatro binasının inşa edilmesini emrettiği zaman, Perun’un heykelinin at kuyruklarına bağlanıp sürüklenmesini emreden Aziz Vladimir gibi davranıyordu.” 6 Yani Petro soyluların ve şehirlilerin yaşadığı bizzat mekanın kendisini de dönüştürerek yeni Rus soylusunu ortaya çıkarmaya ve onun ortamını yaratmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken de tam anlamıyla bir din kurucusu, bu durumda şehirlilerin bürokratik-teatral sisteminin kurucusu gibi hareket etmektedir. Bu çabaya görgü rehberi ve rütbe tablosu gibi başka etkiler de katılmaktadır; Petro'nun ortaya çıkardığı toplum, tıpkı bir tiyatrodaki gibi rolleri dağıtılmış olan ve şehir-sahnede bu rolleri oynayan bir toplumdur. Fakat Petro'nun girişiminin sonucu olan yeni Rus soylu kültürü 18. yüzyılda şekillendikten sonra, (kuşkusuz 1812 Savaşı'nın ve Fransız işgalinin de etkisiyle) 19. yüzyılda farklı bir tepkiyle karşılaşarak Rus köylü hayatıyla karşı karşıya gelir. Bir bakıma çevirisel diyalog yöntemiyle ortaya çıkarılan yeni soylu kültürünün bu krizi, Puşkin'in Yevgeni Onegin'inde ya da Tolstoy'un Savaş ve Barış'ın da parlak bir şekilde görülebilir. Rus soylu hayatı Rus köylü-halk hayatı karşısında, ondan da öğeler almak üzere harekete geçecektir. Bu bir bakıma, soyluların hayatında, dışarıdan çeviri alırken içeriden çeviri almaya doğru bir yönelim olarak görülebilir: “Fransız dili Rus toplumunun eğitimli çevrelerinde yaygın olarak bilindiği için yapıtlar orijinallerinden okunabiliyordu. Çeviriler Rus edebi mevkisine katılmanın, kabulün göstergesi oluyordu. ... Fakat bu zeminde kendini belirgin biçimde duyuran bir eğilim daha vardı. Rousseaucu model böyle bir yorum elde etmiştir: Fransız kültürü (ve özellikle de gölgesi, yani anadilini, Ortodoks inancını, halk giyimini ve Rus kültürünü unutmuş olan Rus soyluluğunun Fransız coşkusu), Rousseau’ya karşı ayaklanan o hastalıklı uygarlıktır. Sağlıklı ahlağın ve doğal iyiliklerin sahibi olan Rus köylüsünün doğal yaşamı ona karşı durmaktadır.”7 6 7 A.g.e., s. 193-194. A.g.e., s. 195. 48 Yuri Lotman'ın Yapıtında Rus Soylularının Hayatı ve Rus Kültürünün Oluşumu Lotman'ın televizyon programlarında ele alınan konu başlıklarına bakarsak, bu sürecin bir düşünsel tasvirini görebiliriz. Lotman'ın bu sohbetlerinde, 18. yüzyıldan itibaren yurtdışından etkilenen soylu entelektüelin, 1812 işgalinin ardından halkçılığa, Dekabrist harekete doğru evrilmesini adım adım ele alır: “18.-19. yüzyıllarda eğitimli kişi yurtdışında”; “18. yüzyılda kadın dünyası”; “18. yüzyılda şehir hayatı”; “1812 yılı Vatan Savaşı”; “18. yüzyıl sonu-19. yüzyıl başı kadın imgesi”; “Sosyete hayatı”; “Dekabristler”. Lotman'ın ilgisi iletişim ve kültürel irtibat biçimlerine yönelir. Bunların somut hali edebi çevreler ve salonlar, mektuplar, mektuplu edebi biçimler, romanlardır. Bütün bunlar Rusya'da entelektüelin ve entelektüel ortamlarının ortaya çıkmasına tanıklık eder. Entelektüelin ortaya çıkışı, Lotman'a göre 18.-19. yüzyıllarda soylu entelektüelin ortaya çıkıp şekillenmesiyle bağlantılıdır. Bu çerçevede Lotman Puşkin'i ve Puşkin'in edebi kahramanlarını 19. yüzyılda soylu entelektüelin en yüksek ifadesi olarak değerlendirir. Lotman'ın Puşkin çalışmaları, yani A.S.Puşkin: Bir Biyografi ve Yevgeni Onegin Şerhi, Rus Kültürü Üzerine Sohbetler'den daha önce yazılmıştır. Bu açıdan sohbetlerin öncüsü sayılırlar. Fakat diğer yandan, Puşkin'in sohbetlerin son kısmında konu edilmesinde görüldüğü gibi, Puşkin teması Rus soyluluğunun Lotman açısından taşıdığı anlamın en son ifadesidir. Puşkin çalışmasının dışında, dikkate alınması gereken değişik bir çalışma da, ölümünden sonra, 1996 yılında yayınlanan Yüksek sosyete yemekleri (Великосветские обеды) adlı ortak çalışmadır (Yuri Lotman-E.A. Pogosyan). Geçmiş yüzyıllardaki yemekler, yemek malzemeleri üzerine çeşitli kaynaklardan alıntılarla, mönülerle dolu bu çalışma Rusya'nın günlük hayatı üzerine yapılmış en ilginç derlemelerden biri olmuştur. Bu çerçeveden bakılırsa, Lotman'ın başlangıçta, yapısalcı dönemden önceki çalışmalarında, ama özellikle de son döneminde, entelektüel soyutlamanın zirvesinden inip Rus soylu hayatının ve Rus kültürünün oluşumunun renkli bir tarihçisi haline geldiği söylenebilir. 49 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Doç. Dr. Berdi SARIYEV Üniversitesi Nuriye SARIBAY Üniversitesi Özet: Bilindiği üzere dil, devletlerarası ilişkilerin başlangıç ve temel rehberidir. Bu rehberin bir tarafı da eğitim, öğretim ile ilgilidir. Tarihi belgeler bunu açık bir şekilde ispat etmiştirler. Biz bu belgelerin birinden, daha doğrusu, Rus-Türkmen, Türkmen-Rus ikili ilişkilerin ilk adımlarını gösteren bir pratik kılavuzdan bahsetmek istiyoruz. Tanıtım amaçlı ele alacağımız bu kılavuzun tam adı “Практическое руководство для ознакомления с наречием туркмен Закаспийской области” (Praktiçeskoye rukovodstvo dlya oznakomleniya s nareçiyem türkmen Zakaspiyskoy oblasti / Hazar Ötesi Bölge Türkmenlerinin Dilini Öğrenmek İçin Pratik Kılavuz). Kılavuzun basıldığı tarih: 1899; Yer: Krasnovodsk Şehri; Kılavuzun Yazarı: Pavel Polikarpoviç ŞİMKEVİÇ’dir. Önsöz ve Giriş ’ten sonra bu Pratik Kılavuzun içindekileri büyük üç kısma ayırmak mümkündür: 1.Грамматические упражнения (Gramer Alıştırmaları) 2.Разговорные фразы (Konular ve Konuşma Dilindeki Söz Öbekleri) 3.Словарь (Sözlük) Tebliğimizde Pratik Kılavuz ve bunun bölümleri hakkında detaylı bilgiler verilecektir. Anahtar Kelimeler: Türkmen, Rus, Türkmence, dil, kılavuz, konu, kelime, ses, sözlük, gramer. On Turkmen-Russian First Practical Guide Abstract: As it is known, language is the beginning and basic guide of interstate relations. One side of this guide is related to education and training. Historical documents have proved this clearly. We would like to talk about one of these documents, or rather, a practical guide that shows the first steps of Russian-Turkmen, Turkmen-Russian bilateral relations. The full name of this manual for promotional purposes “Практическое руководство для ознакомления с наречием туркмен Закаспийской области” (Praktiçeskoye rukovodstvo dlya oznakomleniya s Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY nareçiyem türkmen Zakaspiyskoy oblasti / A Practical Guide to Learn the Language of the Turkmens of the Caspian Region). Guide published: 1899; Location: City of Krasnovodsk; Author: Pavel Polikarpoviç ŞİMKEVİÇ. After the Preface and Introduction it is possible to separate the contents of this Practical Guide into three major parts: 1.Грамматические упражнения (Grammar Exercises) 2.Разговорные фразы (Topics and phrases in Speech) 3.Словарь (Dictionary) In this paper, detailed information about the practical guide and its parts will be given. Keywords: Turkmen, Russian, Turkmen language, guide, subject, word, sound, dictionary, grammar. Giriş Söz konusu eserin tam adı şöyledir: Praktiçeskaye Rukavadstva Dila Oznakamleniya s Nareçiyem Turkmen Zakaspiskay Oblastı (Hazar Ötesi Türkmenlerinin Dilini Öğrenmek İçin Pratik Kılavuz). Kılavuzun ilk basıldığı tarih 1892. 3 Nisan 1899’da ise genişletilerek yeniden basılmıştır. Yazarı, oryantalist teğmen albay Pavel Palikarpoviç Şimkeviç’tir. Kılavuza geçmeden önce yazarı hakkında kısa bir bilgi vermek isteriz. Şimkeviç, 22 Mart 1856’da St. Petersburg’ta doğmuştur. Babası Polikarp İgnatoviç Şimkeviç, dönemin önde gelen aydınlarından bir avukat. Annesi, İsveç-Alman kökenli Adelayda Petrovna. Şimkeviç, 1866-1874 yılları arasında St. Petersburg’un en ünlü okulu Maya Lisesi’nde öğrenim görmüştür. Bu lisenin kurucusu, o dönemin en önemli pedagoglarından Karl İvanoviç May’dır. Bu okulun sloganı: Önce sevgi, sonra eğitim! 1883-1886 yılları arasında, Asya Araştırmaları Bölümü’nde Doğu Dilleri Eğitimi almış ve orada Türkçe, Farsça ve diğer dilleri öğrenmiştir. Tiflis, Bakü, Krasnavodsk (Türkmenbaşı) ve Afganistan’da bulunmuştur. Şimkeviç, Kropatkin’in yanında hem askeri eğitim görmüş hem de Türkistan Bölgesi etnografik araştırmalarında bulunmuştur. 1890’da, Pavel Şimkeviç, Kropatkin’in başkanlık ettiği Hazar ötesi bölgesinde görev yapmıştır. Bir yıl sonra Krasnavodsk Bölgesi’nde başkan yardımcılığı görevini üstlenmiştir. Bu sırada, etnografik araştırmalarının yanı sıra, o bölgedeki halkın dilleri ile ilgili malzemeler de toplamıştır. Şimkeviç, Türkmen Türkçesi’ni ilk öğrenen Rus Türkologlarından biridir. Kılavuzun Önsöz’ünde P.P. Şimkeviç bu çalışmaya nasıl başladığına dair bilgiler vermiştir. Yazarın bu bilgileri Prof. Dr. M. Söyegov’un “К 120-летию выхода в свет первого издания пособия П.П.Шимкевича по языку Закаспийских туркмен” (Российская тюркология №1 2012: 131-136) başlıklı makalesinde de geçer. 52 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Bilindiği gibi yazar, önce 1892 yılında aynı adı taşıyan kılavuzun kısa şeklini hazırlar. 1899 yılında da tanıtmaya çalıştığımız kılavuzu hazırlar ve K.M. Fedorov’un basımevinde bastırır. Kılavuzun Giriş kısmında yazar Türkmencenin Türk Dilleri ailesine ait olduğunu ve Türkmencenin söz varlığında çok sayıda Türk kökenli kelimelerin olduğunu belirtmiş ve buna rağmen Türkmence’ye saf öz Türkçe denilmez diye not düşmüştür. Yazara göre, Türkmence; Farsça, Buhara ve Afganistan, diğer bir taraftan da Hive ve Kırgızlardan etkilenmiştir. Kılavuzun yazarı P.P. Şimkeviç Türkmencenin özelliği olarak bazı niteliklerden bahsetmiştir. Yazarın fikrine göre diğer lehçelerle (Türk, Tatar, Azerbaycan) karşılaştırıldığında Türkmence söyleyişle ilgili yumuşaklığa ve bazı seslerin de yumuşak telaffuz edilme özelliğe sahiptir. “L” sesini Türkmenler her zaman tıpkı Fransızca ’da olduğu gibi yumuşak söylerler. Türkmencenin yine bir özelliği gelecek zamanı her üç şahıs için de aynı şekilde kullanabilmesidir. P.P. Şimkeviç’in fikrine göre, Türkmenler “в” (v) sesini genelde “б” (b) sesiyle değiştirirler. Türkçe ’deki “вар” (var) , Türkmence ’de “бар” (bar); Türkçe ’deki “вирмек”(virmek), Türkmence ’de “бирмек” (birmek) gibi. Kılavuzun Birinci bölümünde (Gramer Alıştırmaları) toplam 26 tane alıştırma örnekleri verilmiştir. M. Söyegov’un yukarıda adı geçen makalesinde ise Kılavuzdaki alıştırmanın sayısı 25 olarak gösterilmiştir (К 120-летию выхода в свет первого издания пособия П.П.Шимкевича по языку Закаспийских туркмен/ Российская тюркология №1 2012: 135). Son alıştırma “Упражнение 26-е” (Alıştırma №26) Kılavuzun 53-54-55 sayfalarını oluşturur, bu alıştırmada genelde askeri terimlere ait örnekler verilmiştir. Kılavuzun “Konular ve Konuşma Dilindeki Söz Öbekleri” bölümünde ise toplam 15 çeşit konuya ait söz öbekleri ve örnekler verilmiştir. Pratik Kılavuzun son bölümünde ilk önce Rusça-Türkmence, bundan sonra ise Türkmence-Rusça sözlüklere yer verilmiştir. 53 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY I. ALIŞTIRMALAR / УПРАЖНЕНИЯ Yukarıdaki örneklerden de görüldüğü gibi 1. alıştırmada (Упражнение 1-е) ilk önce isimler iki gruba: 1) sonu ünlülerle bitenler; 2) sonu ünsüzlerle bitenler. Bundan sonra ise bu gruplardan her biri kendi aralarında ikiye ayrılırlar: 1)kalın ünlüler; 2) ince ünlüler; 1)sert ünsüzler; 2)yumuşak ünsüzler. Bu özelliklere göre ise aşağıdaki tablo hazırlanmıştır. 54 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Örnekler: алма (elma); шише (şişe); куш (kuş); диль (dil). Bu tablodan sonra ise kelimelerin sonundaki ünlülerden yola çıkarak ince veya kalın ünlülü eklerin yazıldığı hakkında bilgi verilir. Çokluk ekleriyle ilgili bilgide de yine ünlülerin kalınlık ve incelik özelliği ön sırada yer aldığı belirtilerek, çoğul eklerin iki çeşidi gösterilir: “-лар” (-lar) “-лер” (-ler). 55 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY адам / адамлар (insan-insanlar/ kişi-kişiler) хелей / хелейлер (kadın-kadınlar) доган / доганлар (kardeş-kardeşler) баба / бабалар (dede-dedeler) ага / агалар (ağabey-ağabeyler) диль / дильлер (dil-diller) гѳз / гѳзлер (köz-közler) хейван / хейванлар (hayvan-hayvanlar) куш / кушлар (kuş-kuşlar) дүйе / дүйелер (deve-develer) оба / обалар (köy-köyler) алма / алмалар (elma-elmalar) шише / шишелер (şişe-şişeler) күзе / күзелер (testi-testiler) ип / иплер (ip-ipler) мих / михлер (mıh-mıhlar) (Not: Türkmencede kelime başı “y” ünsüz düşme olayı yoktur: “ип / иплер” (“йип / йиплер“, daha doğrusu “йүп / йүплер” şeklinde olmalıdır.) Aşağıdaki örneklerden de görüldüğü gibi 2. alıştırmada (Упражнение 2-е) önce Türkmen Türkçesindeki gramer kategorileri hakkında kısa bir bilgiye yer verilmiştir. Sonra ise hal ekleriyle ilgili detaylı örnekler sunulmuştur. 56 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Türkmencedeki isimlerin altı hal kategorisinin olduğu belirtilmiş ve ekleri ise aşağıdaki sıraya göre özel tabloda gösterilmiştir. 57 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY Hal eklerinin de yine kelime sonu ünlülere göre uyum sağladığı belirtilir ve bu durum çok sayıda örneklerle açıklanır: Kalın ünlüsü olan örnekte “алма” (elma) ve “алмалар” (elmalar) verilmiş ve hal ekleri aşağıdaki gibi gösterilmiştir: Yalın Hal: алма / алмалар (elma-elmalar) İlgi Halı: алма-нын / алмалар-ын (elma-nın-elmalar-ın) Yönelme Halı: алма-йа / алмалар-а (elma-ya-elmalar-a) Bulunma Halı: алма-да / алмалар-да (elma-da-elmalar-da) Belirtme Halı: алма-йе / алмалар-ы (elma-yı-elmalar-ı) Ayrılma Halı: алма-дан / алмалар-дан (elma-dan-elmalar-dan) 58 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine (Not: Günümüz Türkmen Türkçesinde Yönelme Hal eki için “-ya/-ye”, Belirtme Hal eki için ise “-yı/-yi” gibi ekler kullanılmamaktadır.) Kalın ünlüsü olan örnekte “гюль (гүл)” (gül) ve “гюльлер (гүллер)” (güller) verilmiş ve hal ekleri aşağıdaki gibi gösterilmiştir. (Not: Türkmencede dar ve yuvarlak ünlü olan “-ү” (-ü) Rusçada yoktur. Bu sesin yerine iki sesten (y+u=yu) oluşan “ю” kullanılmıştır: “гүл” yerine “гюль” (gül/çiçek anlamındadır). 59 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY 60 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Yukarıdaki örneklerden de görüldüğü gibi 10. alıştırmada (Упражнение 10е) Geçmiş zaman hakkında bilgi verilmiş ve zaman eklerinin de yine kelime sonu ünlülere göre uyum sağladığı belirtilir ve bu durum çok sayıda örneklerle açıklanır. 10. alıştırmada yer alan bu tablo geçmiş zamanın kalınlık-incelik ve teklikçokluk eklerini göstermektedir. 10. alıştırmada yer alan örneklerden “язмак” ve “гелмек” fiillerin geçmiş zaman çekimi: Türkçesi: yaz-dım, gel-dim; yaz-dın, gel-din;yaz-dı, gel-di. yaz-dık, gel-dik; yaz-dınız, gel-diniz; yaz-dılar, gel-diler. II. KONUŞMA İÇİN ÖRNEK CÜMLELER / РАЗГОВОРНЫЕ ФРАЗЫ Kılavuzun ikinci kısmını oluşturmaktadır. Yaklaşık on beş konuda örnekler verilmektedir. Bunlardan ilk olanı Tanış Olan İnsanlarınla Sohbet İçin Örnek Cümlelerdir: 61 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY Yolculuğa Çıkacak Olan İnsanlarla Sohbet İçin Örnek Cümlelerdir: 62 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Türkçe: Sen Semerkant’a gidiyorsun diyorlar, bu doğru mu? Doğrudur, ben yine birkaç günden sonra gideceğim. Ne iş için gidiyorsun? Ben asla Semerkant’ı görmedim, nasıl bir şehir olduğunu merak ediyorum. Sen ne ile gideceksin? Demir yolu ile mi yoksa atlı mı?.... Kalkmak, Gitmek, Yolculuğa Çıkmakla İlgili Örnek Cümlelerdir: Türkçe: Kalk, gitmeliyiz vakit geldi. Saat kaç? Saat beş oldu. Güneş doğdu. Bu gün hava nasıl, iyi mi? Gece yağmur yağdı, şu an açık bir hava var. Bana çay verir misin? Bir şey yemek istiyor musun? 63 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY Keşif, Bilgi Toplama ve Öğrenme İle İlgili Örnek Cümleler: Türkçe: Ey, bakar mısın, buraya gel, sen kimsin? Rus dilini biliyor musun? Günümüz Konuşma Kılavuzlarında görülmeyen bu başlık, bu konu askerlerle ilgilidir. Askerler bunu düşman durumunu anlamak için kullanmışlardır. Keşif kolu bunun bir örneğidir. Toplam 65 soru ve cevaptan oluşan bu bölümde çeşitli alanlardan kale, ordu, silahla ilgili bilgi toplandığı görülmektedir. Yol Üzerinde Köyün Olup Olmadığını Öğrenir. Türkçe: Yol üzerin köy var mı? Yol üzerinde tek bir köy var.* Bu köy açık alanda mı yerleşiyor? Hayır, köy ormanlıkta yerleşiyor. Bu köyün adı ne? 64 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Köyde Kaç Evin ve Kaç Kişinin Yaşadığını Öğrenir. Türkçe: Köyde kaç ev var? Evler taştan mı yoksa ağaçtan mı? Bu köyde kaç kişi yaşıyor? Yaklaşık 500 veya 600 kişi vardır. III. KARŞILAŞTIRMALI TAKVİM TABLOSU Başka bir deyişle Müslüman ve Hıristiyan yıllarını karşılaştırarak gösteren bir tablodur. Tabloya geçmeden önce zaman ile ilgili bazı açıklamalara da yer verildiği görülür. 65 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY Müslüman ay adları şöyle sıraya göre verilmiştir: 1-нҗи ай: Ашир ай / Мухаррем 2-нҗи ай: Сафар ай 3-нҗи ай: Реби-ул-эввел 4-нҗи ай: Реби-ул-сани / Реби-ул-ахир 5-нҗи ай: Җумаду-ул-эввел 6-нҗы ай: Җумаду-ул-сани / Җумаду-ул-ахир 7-нҗи ай: Реҗеб ай 8-нҗи ай: Меред ай / Шабан 9-нҗы ай: Ураза ай / Рамазан 10-нҗы ай: Байрам ай 11-нҗи ай: Баш (бош) ай 12-нҗи ай: Гурбан ай Doğu halklarının arasında işlek kullanılan 12 hayvanlı takvim hakkında da bazı bilgiler verilmiştir. 12 yıldan oluşan süreye de «минче» (hatalı yazılmış, aslı ‘мүче’ olacaktır) adı verildiği ifade edilir. Bu yıl adları şöyle sıraya göre verilmiştir: 66 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Haftanın günleri şu sıraya göre verilmiştir: Türkmence: Җума Шенбе Йек-шенбе Ду-шенбе Се-шенбе Чехар-шенбе Пенж-шенбе Türkçesi: Cuma Cumartesi Pazar Pazartesi Salı Çarşamba Perşembe Yıl, Ay, Hafta, Gün ve Mevsimlerin adları şöyle verilmiştir: 67 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY Not: “йыл” yerine “иль” yazılmıştır. Türkmencede kelime başı “y” korunmaktadır. Karşılaştırmak için bazı örnekler: yıl, yılan, yüp, yüplük, yüpek…. Yönler ve tarafların adlarında da bazı değişik sözcükler vardır. Türkmence: Демр-казык Кыбла Ёкары-гүн-догар Ашак- гүн-батар Арка Кайра Илери Гүн-орта Türkçesi: Kuzey Güney Doğu Batı Kuzey Doğu Kuzey Batı Güney Doğu Güney / Güney Batı Her bir yön veya taraftan esen rüzgârların da kendi adların olduğu görülmektedir. 68 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Kuzey yönden esen rüzgâr için: “кичин” Güney yönden esen rüzgâr için: “деӊиз” Doğu yönden esen rüzgâr için: “сѳртүк” Batı yönden esen rüzgâr için: “ялавуз” Kuzey Doğu yönden esen rüzgâr için: “арка йели” Kuzey Batı yönden esen rüzgâr için: “гайра йели” Güney Doğu yönden esen rüzgâr için: “дештие” Güney Batı yönden esen rüzgâr için: “огурҗа ѳйи” gibi kelimelerle adlandırılmıştır. Müslüman ve Hıristiyan senelerin karşılaştırıldığı tablonun örneği aşağıdaki gibidir: 69 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY IV. SÖZLÜK / СЛОВАРЬ Türkmen sözlükçülüğünde, iki dilin karşılaştırıldığı sözlüklerin temeli İ. A. Belyayev (Rusça-Türkmence Sözlük) tarafından atılmıştır. Özellikle Ruslar için hazırlanmış olan bu sözlük 1913 yılında Aşkabat’ta İ. İ. Aleksanrov’un özel matbaasında basılmıştır. “RusskoTurkmenski Slovar’ / Rusça-Türkmence Sözlük” olarak adlandırılan bu sözlük iki dilli Türkmen sözlüklerinin ilk örneğidir (SARIYEV 2013: 151). P. P. Şimkeviç’in 1892’de kısa; 1899’da genişletilmiş hali ile yayımladığı bu kılavuzdaki Rusça-Türkmence sözlük örneğinin, Belyayev’in çalışmasından önce olduğu görülmektedir. Bu nedenle, ilk Rusça-Türkmence Sözlük olması bakımından bu kılavuz oldukça önemlidir. Sözlük, toplamda yaklaşık 4500 kelimeden oluşmaktadır. Kılavuzun sözlük kısmı, iki bölümden oluşmaktadır: 1.Rusça-Türkmence Sözlük; 2.Türkmence Rusça Sözlük. Rusça-Türkmence Sözlükten bazı örnekler: 70 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Rusça-Türkmence Sözlük kısmı, 3270 kelimeden oluşmaktadır. En çok kelime sayısını P maddesi oluşturmaktadır. Nedeni, Rusçada p’li sözcüklerin yaygın olması olabilir. Bu bölümde, temel isim ve fiiller; cennet, cehennem, Müslüman gibi dini terimler, Aşgabat, Buhara gibi yer adları; turna, karga, at gibi hayvan adları, sıfatlar, yön adları ve bazı deyimler yer almaktadır. Dikkat çeken bir husus şu ki, kılavuzun yazarı Şimkeviç, Rusça kelimelerin karşılıklarını örnek cümlesiz, bir ya da iki kelime ile vermektedir. Rusça kelimelere karşılık verdiği Türkmence kelimelerde çikmak “çıkmak”, şiçan “fare”, hemmişe “her zaman” gibi yazım yanlışları da görülmektedir. Türkmence-Rusça Sözlükten bazı örnekler: Bu kısım da 1220 kelimeden oluşmaktadır ve K maddesine kadardır. 71 Berdi SARIYEV – Nuriye SARIBAY SONUÇ P.P. Şimkeviç’in hazırladığı bu kılavuz, Türkmencenin telaffuzu ilgili, “L” sesinin yumuşak söylenmesi; “в” (v) sesinin genelde “б” (b) sesiyle değiştirilmesi, Türkçe ’deki “вар” (var) , Türkmence ’de “бар” (bar); Türkçe ’deki “вирмек”(virmek), Türkmence ’de “бирмек” (birmek) gibi; gelecek zaman ekinin her üç şahıs için de aynı şekilde çekimlenmesi gibi özelliklerinden bahsetmesi; o dönemin söz varlığına ilişkin önemli bilgiler vermesi; Müslüman ve Hıristiyan yıllarının karşılaştırmalı tablosunu vermesi; günlük konuşmaya dair karşılaştırmalı diyalog cümleleri açısından Türk ve Rus araştırmalarında oldukça önemli bir yere sahiptir. KAYNAKLAR: Шимкевич П.П. Краткое практическое руководство для ознакомления с наречием туркмен Закаспийской области. Санкт-Петербург. 1892. Шимкевич П.П. Практическое руководство для ознакомления с наречием туркмен Закаспийской области. Асхабад, 1899. Бартольд В. В. Очерк истории туркменского народа / В. В. Бартольд // Сочинения. – М. : Вост. лит., 1963. – Т. 2, ч. 1. – С. 547–626. Карпов Г. И. Осколки «исчезнувших» аланов / Г. И. Карпов // Туркменоведение. – Ашхабад, 1930. – № 8–9. – С. 39–40. Карутц Р. Среди киргизов и туркменов на Мангышлаке / Р. Карутц. – СПб. : Изд. А. Ф. Девриена, 1911. – 189 с. Соегов М. К 120-летию выхода в свет первого издания пособия П.П. Шимковича по языку Закаспийских Туркмен. Росссийкая тюркология. 2012, №1(6): 131-136. Соегов М. О пособии 1892 года по туркменскому языку и его составителе – и. о. начальника Мангышлакского уезда Закаспийской области (на фоне трудов его младших братьев) / M. Соегов // Вестн. Казахстан.-Американ. свобод. ун-та. Вып. Педагогика и образовательные технологии. – 2012а. – № 1. – С. 77–84. Соегов М. Саинхановские (Батыйхановские) туркмены: к постановке вопроса, его истории и предыстории (по данным разных списков «Огузнаме» и некоторых других источников) / M. Cоегов // Вестн. Калмыц. ун-та. – 2012б. – № 4. – С. 90–100. Соегов М. От древних надписей к событиям недавней истории: Исследования и тексты / M. Соегов. – Саарбрюккен : Palmarium Academic Publishing, 2015. – 164 с. 72 Türkmen-Rus İlk Pratik Kılavuzu Üzerine Cоегов М. Первые тюркоязычные периодические издания Оренбурга о туркменах / M. Cоегов // Человек. Культура. Общество : материалы науч.практ. семинара (29 апр. 2016 г.). – Уфа, 2016. – С. 271–274. Sarıyev, B. (2013) Türkmen Sözlükleri ve Sözlükçülüğü Üzerine Yapılan Araştırmalar Hakkında, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi Sayı: 2/1 2013 s. 150-165, TÜRKİYE International Journal of Turkish Literature Culture Education Volume 2/1 2013 p. 150-165, TURKEY Söyegov M. Uzak Yoldan Yakın Yürekten Bayat ve Kerkük’ten Söz Edersek / M. Söyegov // Kardeshlik Dergisi. Sayı: 263–264 Eylül–Ekim. – Bagdat, 2011. – S. 42–46. Türkmen diliniň düşündirişli sözlügi. I-II cilt, Aşgabat, 2016. Türkçe Sözlük. TDK. 1-2 cilt. Ankara, 1988. 73 Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı” Başlıklı Öyküsü ve Attila Dr. Esra ELMACIOĞLU Yozgat Bozok Üniversitesi Özet: Çalışmamızda tarih açısından önemli bir şahsiyet olan Hun İmparatoru Attila, Rus yazar Yevgeniy Zamyatin tarafından kaleme alınan “Tanrının Kırbacı” başlıklı öyküsünde incelenecektir. Avrupa’da ‘Türk İmajının’ ilk temsilcilerinden olan Batı Hun İmparatoru Attila tarihi açıdan birçok kaynak ve kitapta ele alınmasıyla birlikte, dünya edebiyatında tarihsel roman ve öykülerde de azımsanmayacak bir ölçüde ismini ölümsüzleştirir. Avrupa’da “barbar” olarak nitelenen cesur hükümdar, Macarlar tarafından iyi yürekli olarak kabul edilir. Bu bağlamda “Attila” gerek Türk, gerek Avrupa tarihi açısından ortak bir değerdir. Alman edebiyatında Thomas R.P. Mielke’n “Tanrının Kırbacı Attila”, Fransız edebiyatında Marcel Brion’ın “Tanrının Kırbacı Attila” ve Türk edebiyatında Peyami Safa’nın “Attila” başlıklı tarihsel romanlarının öne çıktığını görmekteyiz. Eserlere verilen ismin ortak olması “Attila kimdir sorusuna, kendisinin verdiği “Ben Tanrının Kırbacıyım” cümlesi cevap verir niteliktedir. 20. yüzyıl Rus edebiyatının önemli temsilcilerinden Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in 1928-1935 yılları arasında kaleme aldığı “Tanrının Kırbacı” başlıklı öyküsünde Attila’nın çocukluk yılları ve Konstantinopol’den gelen yazar Prisk’in bu çocuk üzerindeki öngörüsü dikkat çekicidir. Bu çalışma, Türk tarihi bağlamında önemli bir şahsiyetin Rus edebiyatında ele alınması ve bu eserin Türkiye’de tanıtılmasını amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Hun, Attila, Rus, Edebiyat, Öykü Attila from the Eyes of a Russian Author: Evgeniy Ivanovich Zamyatin’s “The Scourge of God” and Attila Abstract: In our study, an important figüre from the history, Hun Emperor Attila, shall be examined in his short story. “The Scourge of God” of Russian writer Evgeniy Zamyatin. One of the first representatives of the Turkish Image in Europe, the Western Hun Emperor Attila, was immortalized in world’s historical literature and novels in historical terms and stories. The brave ruler, who is described as a barbarian in Europe, is regarded as “kind hearted” by Hungarians. In this context, Attila is a common value for both Turkish and European histories. Prominent historical novels ragarding Attila Esra ELMACIOĞLU are; “The Scourge of God Attila” in German literatüre by Thomas R. P. Mielke; “The Scourge of God Attila” in the French literatüre by Marcel Brion and “Attila” in the Turkish literatüre by Peyami Safa. Commonality of the titles of the novels are his respond to the question of “Who is Attilla?”: “I am the scourge of God”. Attila’s chilhood years and the foresights of a writer from Constantinople, ‘Prisk’, on this boy is remarkable in his story titled “The Scourge of God”, written by Evgeniy Ivanovich Zamyatin, one of the most important representatives of the 20th century Russian literature. This study aim adressing an important figüre from Turkish history in Russian and introduce thid work in Turkey. Key Words: Hun, Attila, Russian, Literature, Story 1884-1937 yılları arasında yaşayan Yevgeniy İvanoviç Zamyatin, Çarlık Rusya’sı ve Sosyalist Sovyet Rejimi arasında toplumsal düzenlemelere karşı gelerek yaşadığı çağın yasaklı ya da muhalif yazarları arasında yerini alır. Çarlık rejimine ilk isyan sayılan 1905 devrimine katılarak, tutuklanır ve sürgüne gönderilir. Sürgünde olmasına rağmen eğitimini tamamlamak üzere Petersburg’a döner. Petersburg Politeknik Enstitüsü Gemi İnşa Bölümünü bitirir. “Yalnız” (Один) başlıklı ilk öyküsünün 1908 yılında yayımlanması ile edebiyat dünyasında ismini duyurmaya başlar. Aynı dönemde Rus taşrası, savaş ve ordu temalı öyküler yazmaktadır. 19161917 yılları arasında Rusya’nın en büyük buzkıran gemisi ‘Aleksandr Nevski’nin’ inşasında çalışmak üzere İngiltere’ye gönderilir. 1920 yılında tüm dünyada popüler olan tek romanı “Biz”i (Мы) yazar. Sosyalist hükümetle arası iyi olmayan sanatçı bu eseri 1924 yılında İngiltere’de çeviri olarak yayımlatır. Eser, Rusya’da yayımlanmamasına rağmen şiddetli ve sert eleştirilere maruz kalır, yazar rejim düşmanı ilan edilir. “Biz” romanı orijinal dilinde ilk olarak 1927 yılında Prag’da kısaltılmış bir versiyonu ile yayımlanır. 1928 yılında başka bir yasaklı eseri “Atila” (Атилла) trajedisi yayımlanır. Bu eserin yasaklanmasından sonra 1929 yılında Sovyet Yazarlar Birliğinden de çıkarılan Zamyatin yaşadığı olumsuz durumu Stalin’e mektubunda şu sözlerle ifade eder: “Oyunum tiyatroda gösterilmek üzere kabul edildi. Genel repertuar komitesi tarafından izin verildi. Sonra… Daha sonra afişleri gösterime giren oyunum, tiyatro tarafından yarı yarıya sansürlendi ve son olarak Leningrad Komitesi’nin ısrarıyla tamamen yasaklandı. ‘Atilla’ piyesimin ölümü, hakikatte benim için bir trajedi olmuştur: bundan sonra durumu değiştirme girişimlerimin tamamen faydasız olacağı aşikârdır”. 1 Zamyatin bu mektubunda, eserleri yayımlanmayan bir yazar olarak ölüme mahkûm edilmektense, cezasının sürgüne çevrilmesi için yönetimden izin ister. Böylelikle 1931 yılında izinli olarak yurt dışına çıkar, 1937 yılında ölümüne kadar Paris’te göçmen hayatı yaşar. 1 Venedikt Sarnov, Stalin i pisateli: kniga tretya, EKSMO, Moskva 2009, s. 622. 76 Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı” “Büyük Göç”, “Hunlar”, “İskitler” ve “Onların Büyük Hükümdarı Attila” konusu Yevgeniy Zamyatin’in (1884-1937) sanat yaşamının uzun bir sürecini kapsamaktadır. 1917 devrim yıllarında başlamış olmasına rağmen, 1924 yılından ölümüne kadar süreçte bu konu üzerine araştırmalarına devam eder. 1925 yılında New-York Halk Kütüphanesi Slav Araştırmaları Yöneticisine yazdığı; “Çöken Roma İmparatorluğu ve Doğudan yükselen barbar Hunlar arasındaki mücadele beni fazlasıyla meşgul etmektedir”2 mesajı ile bu konunun sanatçının hayatında kapladığı yeri görmekteyiz. Yazarın düşüncesine göre bu konu, Attila’nın doğumundan ölümüne kadar olan süreçteki halkların büyük göçü ve çağın büyük olaylarını kapsayacak bir biçimde çok ciltli bir roman olarak ortaya konulmalıdır. Eser, üçleme bir roman şeklinde düşünülmüş olsa da tamamlanmış bir biçimde iki bölüm olarak kalmıştır: “Atilla” trajedisi ve “Tanrının Kırbacı” (Бич Божий) öyküsü. Bu eserler Zamyatin'in yaratıcılığı açısından zayıf bir şekilde incelenmiş olmasına rağmen, yazarın en iddialı en büyük ölçekli projelerinden biridir. Zamyatin'in çalışmalarında ortaya konmak istenen "İskit" teması "Göçebe Arketipi”, "devrim" ve "değişim" kavramıyla bağlantısı olan sosyokültürel bir imaj olarak ortaya çıkar. Zamyatin'in Rus sembolistleri ile yakınlaştığı 1905 yılı sonrasında "göçebe" konusu, onlar için estetik bir devrime işaret ederken, 1917 yılına geldiğinde bu konu sosyalist bir devrim amacına hizmet etmektedir. "İskitler" temasının bu dönem sanatçılarının dikkatini çekmesi tesadüfi bir şekilde değildir elbette. Önceki dönemden gelen değişim hareketinin tam olarak da Rusya'nın içerisinde olduğu yenilenme, yapılanma sürecine denk gelmesi, Zamyatin'in bir önceki ses getiren ve yasaklanan eseri "Biz" romanında ortaya koyduğu gelecekten notları, anti-ütopist bakış açısını "Tanrı'nın Kırbacı" romanında tarihi bir gerçeklikten ve tarihsel bir konu üzerine kurgulayarak ortaya koymaya çalışması bu duruma işaret etmektedir. "Biz" mekanik bir toplum düzeninin anlatıldığı sosyal bir kurgu olarak ortaya koyulurken, "Tanrının Kırbacı" ‘Avrupa’nın yozlaşmış ve mekanik kültürünü’ harekete geçirme mücadelesindeki doğu kavimlerinin, “kölelik üzerine kurulmuş bir medeniyet üzerindeki" etkisi arasındaki paralellik iki eser arasındaki benzerlikler açısından dikkat çekicidir. Zamyatin'in eserleri sorunları ortaya koyma biçimi bakımından çift yönlü bir etki altında kaleme alınmıştır: yazarın çift yönlü düşünme tarzı döngüsel değişimleri; kadın-erkek, duygusal-rasyonel, üretkenlik-boşluk ve doğu-batı sorunsalına dikkat çekerek belirginleşmektedir. 3 Bu bağlamda incelendiğinde “Tanrının Kırbacı” öyküsü anlatıldığı tarih açısından birbiriyle paralel yedi kısa bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Avrupa’yı saran korku ve değişim, Dunay, Dnyepr ve steplerden Doğu’dan Batı’ya doğru yükselen kavimlerin “kurtlara” benzetilmesi iki kültür arasındaki yaşamsal değerlerdeki farklılıkların ortaya konulması önem arz etmektedir. Avrupa’da herkes Nadejda Nikolayevna Komlik, “Rus iznaçalnaya i yiyö obraznoye voploşçeniye v istoriçeskoy dilogii E. İ. Zamyatina “Attila” i “Biç Bojiy”, Vestnik TGU, vpusk 2 (106), 2012, s. 63. 3 M. A. Hatyamova, “Mifologiya istorii v romane E. İ. Zamyatina “Biç Bojiy”, Russkaya Literatura v XX veke: izmena, problemı, kulturnıy dialog, nomer:7, 2005, s. 43. 2 77 Esra ELMACIOĞLU yeni oluşumu beklemektedir: Doğudan doğan Batının üzerini örten bu dalga, yolu üzerine çıkan her topluluğu yıkarak çok yakın zamanda gerçekleşecektir. Bu dalga denizden gelen bir etki değil, insanların gücü olarak resmedilir. Roma İmparatorluğu zor bir süreç içerisindedir, o dönem Hun İmparatoru olan Uld’un desteği ile finansal krizlerini çözmüş ve bu borç karşısında Hunlara bağımlı hale gelmiştir. Bu bölümde yazarın işaret ettiği tarih M. S. 405 yılı Nisan ayının on ikisini göstermektedir. Yazar, “Attila” ismini “Atilla” olarak kullanarak, çocuk kahramanı Büyük Hun İmparatoru Uld ile karşılaştırdığı sahnede küçük Atilla'nın bu azametli hükümdarla karşılaştıktan sonra onun elini ısırıp kanatması, gelecekte kazanacağı gücün göstergesidir adeta. Herkesin korktuğu bu vahşi hükümdara karşı koyan küçük çocuk ileride Avrupa Hun İmparatorluğu'nun başına geçecektir. Bu sahne eserin başlangıcında verilir ve bu sahneden itibaren hikâye yeniden başlamaktadır. Zira yazarın işaret ettiği 405 yılı Nisan ayının on ikinci günü Atilla'nın Roma'daki son gününün resmedilmesidir. Hikâyenin ikinci bölümünde Atilla'nın babası Mudyug (esasen Muncuk, yazar Mudyug olarak adlandırmıştır) ve kabilesinin göçü resmedilir ve Atilla'nın doğumu ve ona bu ismin verilmesinin hikâyesi anlatılır. Steplerde göç eden Mudyug ve kabilesi kış sonuna doğru: "Ra olarak da adlandırılan ve daha sonraları Volga adı verilen Atil nehrine doğru yaklaşmaktaydılar. Sabaha doğru bir zamandı. Mudyug'un eşi birden herkesin durmasına neden olacak bir çığlık attı. Onu bir keçe üzerine yatırdılar, kar üzerinde ayaklarını zor oynatmaktaydı. Tamamen şişmiş karnında kramplar başlamıştı. Yeni doğan bebeğin omuzları, tıpkı bu nehir gibi oldukça genişti, annesi ile arasındaki tüm bağları kopardı ve annesi öldü. Böylece Mudyug nehrin adını bebeğe verdi: Atilla".4 Hikâyede Atilla ve doğumu üzerine bu bilgiler kurgusal boyutta verilmektedir; tarihi kaynaklarda ise: “Attila’nın doğum tarihi, yeri, gençlik yılları ve yetişmesi hakkında malumat bulunmamaktadır. Yalnız isminden dolayı Hunların İtil (Volga) nehri kıyılarında bulunduğu zamanlarda dünyaya geldiği (390- 395 yılları), babası Muncuk ile onun ölümünden sonra amcası Rua’nın yanında yetiştiği tahmin edilmektedir. Attila isminin ne manaya geldiği Türkçe olup olmadığı meselesi her zaman tartışma mevzuu olmuştur. Kimi ismin Gotça (G. Doerfer, Z. Moor gibi) kimi ise Türkçe olduğunu ileri sürmüştür (Gy. Nemeth, O. Pritsak gibi). Attila adının Gutça "Babacık, Atacık, Sevimli, Ağabey" manalarına geldiği söylenerek, Hun dönemi Türkçe bir kelimenin Germence yorumu olarak gösterilmiştir. Ayrıca Klaproth ve Inostroncev Macarca; Venelin Slavca; Poucha Tokarca olarak kabul etmişlerdir. Genellikle Attila isminin Volga nehrinin bir diğer adı olan İtil-Etil’den geldiği düşünülmüştür. Ayrıca Göktürk Türkçesindeki Attay = "şöhretli İmparator" ile de bağlantı kurulmuştur. F. Altheim, Attila kelimesinin aslının Ata-la olduğunu ve "benim atam, atacık" manalarına geldiğini söylemiştir. Bunların yanında Gy. Nemeth ayrı bir bakış acısı getirerek Attila’nın olgunluk çağı ismi olduğunu, gençliğinde ise başka 4 Zamyatin, E. İ, Polnoye sobraniye coçineniy v odnom tome, İzdatelstvo ALFA-KNİGA, Moskva 2011, s. 393. 78 Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı” bir ad taşımış olabileceğini ifade etmiştir ki, bu eski Türk ad verme geleneğine de uygundur. Attila, şahıs isminin ötesinde belki de Hun hükümdarının unvanıdır. En son olarak O. Pritsak ise ismin Türkçe olduğunu ve Es-til-a ~ As-til-a ~ At-til-a = Attila şekliyle "Büyük deniz, okyanus" veya "her şeye gücü yeten hükümdar" manalarına geldiğini söylemiştir”. 5 Attila'nın doğumu ve ona bu ismin veriliş hikâyesinin anlatıldığı ikinci bölümde tarihsel süreç hızla akmaktadır. Attila, ağabeyi Bleda, babası Mudyug, Atilla ve Bleda'nın yetiştirilmesi ile ilgilenen Sveon Adolb ve Mudyug'un eşi Kuna (çocukların üvey anneleri) birlikte yaşamaktadır. Bleda ve Atilla arasındaki farklılıklar, Attila'nın isyankâr yapısı ortaya konulmaktadır. Ağabeyi Bleda Atilla'ya göre daha itaatkâr bir biçimde resmedilir. Mudyug heybetli, sert ve otoriter bir babadır. Hunların kültüründe yer alan avcılıkla uğraşmaktadır. Avdan döndüğü bir zamanda Atilla'yı karşısına alır ve onu Roma'ya rehin olarak göndermek zorunda olduğunu açıklar. Bu sahne, Atilla ve babasının son karşılaşmasıdır, hemen ertesi sabah Atilla Adolb ile birlikte Roma yolculuğuna başlar. Üçüncü bölüm Atilla ve Adolb'un Roma'ya girişi, Atilla'nın bakış açısıyla Roma ve steplerdeki yaşam farklılıkları anlatılır. Roma modern görüntüsüyle, insanların hareketsizliğiyle tasvir edilir. Atilla'nın dünyası, Roma'dan oldukça uzaktadır, yaşam koşulları daha zordur ve halk sürekli mücadele içerisindedir. Çocuk Atilla'nın gözüyle insanların hareketsizliği, onların hasta olduğu düşüncesine neden olmaktadır. Adolb'a şu soruyu yöneltir: "Bu insanlar hasta mı? Neden hareketsizler?" Adolb’un "onlar, zengin oldukları için böyle hareketsizler"6 yanıtı, küçük kahramanın algı dünyasını değiştirmeye yetmemektedir. Çocuk Atilla'nın gözlemlerinde dikkat çeken bir başka unsur da Batı ve Doğu algısının ortaya konulması hususunda oldukça dikkat çekicidir. Roma İmparatorluğu’ndaki binalar, yapılar, bozkır yaşamındaki üç cepheli çadırlardan oldukça farklıdır. Ancak en büyük farklardan biri, Atilla'nın zihin yapısında yer edinen hükümdar ya da imparator olarak halkı yöneten kişide bulunması gereken özellikler Roma sarayında imparatoru beklerken küçük kahramanın düşüncelerinde ortaya çıkar: "Atilla'nın kalbi hızla çarpmaya başladı, imparatorun babası Mudyug gibi büyük ve güçlü olduğunu düşünüyordu. Babasının, onu bir zincir gibi boynundan tutup, duvara astığını hatırladı. İşte o anda dişlerini sıktı, yanaklarının sertleştiğini hissetti".7 Babasının hayali bile onda bir güç, güçlü olma isteği uyandırırken, Roma İmparatoru Gonoriy'in geldiğini görünce, onun zayıf çelimsiz, solgun ve hastalıklı yüzü karşısında bu şahsın imparator olabileceğine inanamaz. İmparatorun arkasında altın kılıcı ile duran askerlerden birinin imparator olduğunu düşünür. Bu ilk karşılaşmadan itibaren Atilla bir Romalı gibi davranmayı öğrenmek zorundadır, Ali, Ahmetbeyoğlu, “Büyük Hun İmparatoru Attila”, Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 7, Bişkek 2003, s. 1-20. 6 Zamyatin, a.g.e. s. 401. 7 Zamyatin, a.g.e. s. 401 5 79 Esra ELMACIOĞLU bilhassa onların dilini öğrenmelidir. Roma sarayına esir olarak getirilen farklı uluslardan çocuklar burada iyi bir eğitime tabi tutulmalıdır. Atilla her şeyden önce duygularını gizlemeyi ve 'yalan' söylemeyi öğrenmelidir. “Yalan” ve “ duygularını gizleme becerisi” Avrupalılara özgü bir nitelik olarak ortaya konulması eserde ‘doğubatı’ sorunsalına dikkat çeken küçük ama oldukça önemli bir ayrıntıdır. Eser için bir diğer önemli kilit figür, Konstantinapol’den gelen araştırmacı tarihçi Prisk dördüncü bölümde ortaya çıkmaktadır. Prisk de tıpkı Atilla gibi bir doğulu, Doğu Roma İmparatorluğunun temsilcisi olarak Roma'daki yaşam karşısında şaşkınlık içerisindedir. Doğudan gelen iki konuğun Roma ziyaretleri ve izlenimleri doğu ve batı sorunsalını ortaya koyar niteliktedir. Prisk, Roma yaşam ve siyaseti üzerine bir kitap yazması amacıyla buraya gönderilmiştir. Yazar, ortaya koyduğu kurguda Bizanslı tarihçi Priskus'a atıfta bulunur. Ancak kaynaklara baktığımızda Priskus ve Attila'nın karşılaşmaları, Attila'nın hükümdarlıkta bulunduğu çağlara rastlamaktadır. Beşinci bölümde, Roma sarayında esir konumunda eğitim gören on üç çocuk, on üç farklı ulustan söz edilir: Burgonya, Vizigot, İşkoç, Breon, Frank, Lombord, Sakson, Bayuvar, Allaman, Britanya, İlluryalı, Fars ve Hun Atilla. Bu çocuklar tek tip giyinmekte, Romalı gibi davranmaktadırlar. Sadece iki çocuk Lombard Aystulf ve Atilla farklı kıyafetleri ile dikkat çekmektedir. Aystulf'un bir iki gün içerisinde ölümü beklendiğinden, kıyafet konusunda bir baskı söz konusu değildir. Ancak Atilla Romalı gibi giyinmeyi reddeder. Atilla sarayda yalnız bir çocuk olarak, vahşi doğayı, bozkırı özlemektedir. Bu vahşi doğulunun tek arkadaşı, sarayın bahçesindeki kurttur. Saraydaki diğer çocukların Atilla’ya tavırları kaba ve soğuktur. Hatta “Hun” ve “Barbar” kelimesi ile onunla dalga geçmektedirler. Uld’un Roma’yı ele geçirmesi ile çocukların tavırları değişir, Atilla’ya saygı duymaya başlarlar. Uld Roma’ya maddi destek vereceğini söyleyerek yanıltmış, şehri kuşatmıştır. Eserin büyük çoğunluğunda ‘Hun ve ‘Barbar’ kavramı birbiriyle özdeş bir biçimde kullanılmaktadır. Kazak asıllı tarihçi Murad Adji “Avrupa, Türkler ve Büyük BozkırKıpçaklar” başlıklı çalışmasında ‘barbar kavramına’ şu şekilde açıklık getirir: “Tarihçiler, Kıpçak ordusu söz konusu olduğunda, onların aşikâr olan teknik ve taktik üstünlüğünü genellikle fark etmiyorlar. Özellikle savaş taktikleri ve mükemmel silahlar sayesinde Türkler, geri kalmış Avrupalıları yenebiliyorlardı. Çünkü Kıpçakların ordusu çok iyi bir şekilde donatılmış ve organize edilmiştir. Yani, Doğu’dan hücum eden yabani ordular ve yabani göçebeler yoktu. Romalılar, daha evvel bilmedikleri bu yeni savaş taktiklerinden dolayı Kıpçakları “Barbarlar” olarak isimlendirmişlerdi. Bir zamanlar, Yunanlılar da Romalıları öyle adlandırmışlardı… Bu kelimede esrarengiz bir şeyler var. Anlamı nedir? “Barbar” kelimesinin başlangıçta “bir şeyleri kaideye uymadan yapan” anlamı vardı. Sonra Romalılarda bu kelime başka bir anlam daha kazanmış oldu: “Roma vatandaşı olmayan birisi” yani 80 Bir Rus Yazarın Gözüyle “Attila”: Yevgeniy İvanoviç Zamyatin’in “Tanrının Kırbacı” “yabancı”. Belki başka açıklamaları da vardır. Ama bu kelimede, sonradan ortaya çıkan “aşağılayıcı, yıkıcı” gibi bir anlam yoktu”. 8 Yazarın, Hunları çoğunlukla “barbar” olarak tanımlaması, okuyucuda bugün kullanıldığı anlamıyla olumsuz bir etki bırakmamaktadır. Eserde karşılaştırılarak tanıtılmaya çalışılan iki farklı kültürün kendine özgü karakterini yansıtmak amacını gütmektedir. Altıncı bölümde, Roma’nın kuşatılması karşısında İmparator Gonoriy’nin zayıf bir şekilde tasviri de imparatorluğun sonuna işaret etmektedir. Güçlü bir idarecinin olmadığı toplulukların çökmeye mahkûm olacağı bu zayıf karakterle ortaya konulur. İmparator için en önemli varlık horozu Roma’dır, Roma işgal altındadır ve onun tek düşüncesi horozunu alıp kaçmaktır. Eserin son bölümünde Atilla ve Prisk’in Roma’dan ayrılma süreci, buraya geldikleri zamanda olduğu gibi paralel biçimde gelişir. Bu bölümde en dikkat çekici olan ise, Prisk’in Konstantinopol’de Roma üzerine yazmayı planladığı kitabın; ‘Atilla’nın geleceğin büyük hükümdarı olacağı’ üzerine öngörüsüyle başlamış olmasıdır. Eserin bu şekilde sona ermesi Zamyatin’in ‘Atilla’nın olgunluk çağı’ hakkında daha kapsamlı bilgilere yer vereceğine işaret etmektedir. Ancak yazarın kısa ömrü bu büyük projenin tamamlanmasına engel olmuştur. Sonuç olarak Yevgeniy Zamyatin, tarihsel gerçeklik üzerine kurguladığı bu romanda zaman ve kişiler açısından farklı boyutta bir eser düşündüğünü ispatlar niteliktedir. Eserde doğu-batı sorunsalı Hun ve Roma İmparatorluğu karşılaştırılarak resmedilir. Toplumsal bakış açıları ve yaşam tarzlarının, ulusların kaderini belirlediği düşüncesi; çocuk Atilla, hükümdar Gonoriy’nin karakteri ve Roma halkı üzerinden yansıtılmaya çalışılmaktadır. Tarihi romanlar okuyucuyu, herhangi bir tarihi kaynakta karşılaşılmayacak bir canlılık ve tasvirle zamanda yolculuğa çıkarmaktadır. Türk tarihi açısından önemli bir şahıs olan Attila’yı Rus yazar Yevgeniy Zamyatin’in kurgusu ile gözlemleyip, tanıtmayı amaçladığımız çalışmamız, eserin Türkçeye kazandırılması ile amacına ulaşmış olacaktır. KAYNAKÇA ADJİ, Murad, Avrupa, Türkler ve Büyük Bozkır-Kıpçaklar, Çev: Zeynep Bağlan Özer, Doğu Kitabevi, İstanbul 2016. AHMETBEYOĞLU, Ali, “Büyük Hun İmparatoru Attila”, Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 7, Bişkek 2003, s. 1-20. HATYAMOVA, M. A., “Mifologiya istorii v romane E. İ. Zamyatina “Biç Bojiy”, Russkaya Literatura v XX veke: izmena, problemı, kulturnıy dialog,nomer:7, 2005, s. 41-57. 8 Murad, Adji, Avrupa, Türkler ve Büyük Bozkır-Kıpçaklar, Çev: Zeynep Bağlan Özer, Doğu Kitabevi, İstanbul 2016. s. 122. 81 Esra ELMACIOĞLU KOMLİK, Nadejda Nikolayevna, “Rus iznaçalnaya i yiyö obraznoye voploşçeniye v istoriçeskoy dilogii E. İ. Zamyatina “Attila” i “Biç Bojiy”, Vestnik TGU, vpusk 2 (106), 2012, s. 63-70. SARNOV, Venedikt, Stalin i pisateli: kniga tretya, EKSMO, Moskva 2009. ZAMYATİN, E. İ, Polnoye sobraniye coçineniy v odnom tome, İzdatelstvo ALFAKNİGA, Moskva 2011. 82 İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında Doç. Dr. Leyla ALİYEVA Ağrı İbrahim Çeçen Universitesi Özet: Ruslar´ın Türklerle ilişkileri çok eski bir tarihe dayanıyor ve bu ilişkilerin tarih boyunca sadece siyasal, ekonomik, kültürel değil, bütün alanlarda sürdürüldüğünü söyleyebiliriz. Bu dönemin tasviri – bu alanın araştırılmasında önemli rol oynamaktadır. Yazımızda Rus Edebiyatında önemli iz bırakmış İvan Alekseeviç Bunin’in eserleri ve çevirileri üzerine fazla çalışılmamış kaynaklara ve seçilmiş anı yazılara incelenecektir. Aynı zamanda bu konu ile ilgili yorumlara yer verilecektir. Türkiye’de İ. Bunin’in yaratıcılığına büyük bir önem verilmiştir. İvan Alekseeviç seyahat etmeyi çok severdi. O kendisini bir gezgin olarak görmüştür ve onun ilgisini daha çok Doğu ülkeleri çekerdi. İ.Bunin tam on iki kere Konstantinapol’ü (O dönemde İstanbul’u Rus yazarları onun unutulmuş eski ismi Konstantinopol olarak adlandırırdılar) ziyaret etmiştir. İ.Bunin kendi “Kuşun Gölgesi” (1907’de) adlı eseri V.V. Şulgin’den daha önce İstanbul hakkında yazılan önemli eserlerdendir. Nobel ödülü sahibi, ünlü Rus yazar İ.Bunin’in mükemmel tasviri yeteneği herkes tarafından bilinmektedir. İ. Bunin’in “Arsenev’in Hayatı” romanı, “Köy” öyküsü ve “Mitiya’nın sevgisi”ve başka eserleri Türk diline tercüme edilmiştir. Bu tercümeleri Uğur Büke, Nihal Yalaza Taluy, Sevinç Üçgül gibi ünlü tercümanlar Türkçeye tercüme etmişlerdir. Şunu vurgulamak gerekiyor ki, Bunin’in eserlerini tercüme ederken yazarın üslup özelliğine dikkat etmeliyiz. Bunin’in üslubu kendine ait “içerikliği” ile leksik özelliği ve deyimlerin kullanımıyla farklılık göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Eserlerin çevirileri, Rus yazarlar-göçmenler, Ünlü çevirmenler, Bunin anlatı görgü, Özel ilgi, Leyla ALİYEVA Bunin's Prose in Turkish Translations Abstract: Russian-Turkish relations have a long historical length; they defined the peculiarity of contacts in politics, economics, culture, etc. The history of "reflections" is an important aspect in the study of this material. The article is addressed to poorly studied sources in the history of Russian literature and memoirist, also selectedas comments on this topic. Turning to Turkey as a countrypresented like a subject of description and impressions, we note the work of Ivan Alekseevich Bunin, on whom this country hadgreat influence. Ivan Alekseevich loved to travel. He called himself a wanderer. He was particularly interested in the east. Bunin visited Constantinople twelve times (this is how Russian immigrant writers sometimes called Istanbul, by its old lost name). Istanbul at Bunin's book "Bird's shadow” is a traveler narration written (1907) long before events being described by V.V. Shulgin. It is well known that the famous Russian writer, Nobel Prize laureate in Literature I.A. Bunin had the talent of a true painter. Speaking about the translations of the works of I. Bunin, it should be noted that the novel “The Life of Arseniev”, the stories “Village”, “Mitya'slove” and others were translated into Turkish by such famous translators like Ugur Buke, Nihal Yalaza Taluy, SevinchUchgul. It's significant that when translating the works of Bunin one should especially dwell on the peculiarities of Bunin's narrative manner. This manner has its own original “density”, specificity of vocabulary, the use of phraseological units, etc. Key Words: well-known translators, Russian émigré writers, Bunin's manner of narration, Special interest, translations of works Бунинская проза в турецких переводах (к истории вопроса) Ключевые слова: переводы произведений, русские писатели-эмигранты, известные переводчики, бунинская манера повествования. Русско-турецкие связи имеют длительную историческую протяженность; они определили своеобразие контактов в области политики, экономики, культуры и других областях. История переводов русской литературы в Турции при своем многообразии тем нуждается в расширении круга источников, в числе которых 84 İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında художественное творчество замечательного русского писателя и поэта, лауреата Нобелевской премии Ивана Алексеевича Бунина: «Все мы странники на этой земле», - писал он в эмиграции. Эта тяга увидеть и передать виденное чужое в его национальном своеобразии и особой красоте, способность чувствовать не только свое, но и чужое, ярко и художественновыпукло отражены в тех произведенияхБунина, которые обращены к Востоку. Известно, что русско-турецкие связи имеют длительную историческую протяженность; они определили своеобразие контактов в области политики, экономики, культуры, оказали влияние на переводческую работу. Обратимся кратко к истории переводов в современной Турции. 40-ые годы – «золотая декада» переводческой деятельности. Важным событием в истории переводов и издательской деятельности стал состоявшийся в Турции под эгидой Министерства просвещения I конгресс по печати, проходивший в Анкаре в мае 1939 года. В своем приветственном слове к участникам конгресса Хасан Али Юджель, который был министром просвещения в те годы и один из выдающихся общественных деятелей Турции подчеркнул, что «для знакомства республиканской Турции с классическими и современными произведениями западной культуры и мысли, т.е. западной цивилизации, органической частью которой планирует стать и Турция, нужно срочно начать мобилизацию переводческой деятельности». В ответ на этот призыв была создана Переводческая комиссия, в состав которой вошли 15 выдающихся общественных деятелей и писателей. 28 февраля 1940 года состоялось первое заседание комиссии. На этом заседании были рассмотрены вопросы по составлению словарей и определен систематизированный план по переводу. В итоге был разработан огромный план: ознакомить турецкий народ с лучшими произведениями мировой литературы. Были назначены языковые комиссии, одной из которых являлась и комиссия по русской литературе. С 1940 года по указанию Министерства просвещения в стране началась настоящая государственная «переводческая мобилизация». Паралельно продолжалась также переводческая деятельность и частных издательств. В эти годы особой популярностью пользовались произведения Ф.М.Достоевского. В 1940 году «Халитом» были выпущены два тома «Братьев Карамазовых» в переводе Хаккы Сюха Гезгин, а через год «Хильми» издало «Идиота» в перереводе A.Инсел и Ильхан Акант. Повесть «Бедные люди» переведенный Хамди Вароглу выпустило издательство «Лютфи». Однако все эти переводы были сделаны не с языка оригинала, а с западноевропейских языков. По этому поводу XV и XIX номерах журнала «Терджюме» вышли статьи Зеки Баштымара, Эрола Гюнея и Нихали Ялазы Талуй, в которых критиковали переводчиков за допущенные ошибки и профессиональную 85 Leyla ALİYEVA безответственность, с которой переводчики отнеслись к этой работе. В 1940 году Министерством просвещения была издана в 10-ти томах серия одноактных пьес для студентов Консерватории, была включена и пьеса Чехова «Предложение» в переводе Гаффар Гюней. В период Второй мировой войны произведения классической русской литературы начали вновь издаваться с 1943 года. Первыми переведенными в то время стали трагедия Александра Сергеевича Пушкина «Борис Годунов» в переводе Зейнель Аккоч и Огуз Пельтек и первый том романа Льва Николаевича Толстого «Война и мир» в переводе З. Баштымар. Через год были переведены 97 произведений мировой классики, 13 из этих произведений были написаны на русском языке. Шесть из них – одни из самых значительнейших произведений русской драматургии: «Недоросль» Дениса Ивановича Фонвизина в переводе Нихаль Ялаза Талуй, 6 пьес А.П.Чехова «Чайка» в переводе Н.Я. Талуй и Кемаль Кая, «Дядя Ваня» в переводе Г. Гюней, «Три сестры» в перереводе Эдиз, «Вишневый сад» в переаоде Эрол Гюней, Шахап Сыткы Ильтер. А комедия в пяти действиях «Ревизор» Н.В.Гоголя перевели на турецкий язык Э. Гюней и Мелих Джевдет Андай. Как отметил в своей статье о русской литературе Эрол Гюней, «все они глубоко воздействовали на турецкое театральное искусство. B том же году были изданы «Капитанская дочка» в переводе Э. Гюней и Сабахаттин Али и «Пиковая дама» в переводе Эдиз А.С.Пушкина, «Герой нашего времени» М.Ю.Лермонтова в переводе Сервет Люнел, Рассказы И.С.Тургенева «Первая любовь» и «Клара Милич» в переводе Э. Гюней и Октай Рифат Хорозджу, «Чужая жена и муж под кроватью» Ф.М.Достоевского в переводе Дмитрий Соракин и М.Дж. Андай. Турецким читателям впервые был представлен В.Г. Белинский, статья которого послужила предисловием к «Ревизору» Гоголя. С полным правом можно утверждать, что знакомство с русской литературой приобрело вполне системный характер. Это оказало положительное влияние, как на литературный процесс, так и на культурную ситуацию в целом. Государственная поддержка переводческого дела способствовала также созданию сообществ переводчиков высшей квалификации. Переводы осуществляли видные специалисты-знатоки русского языка и литературы – Хасан Али Эдиз, Эрол Гюней, Сервет Люнель, НихальЯлазаТалуй, Гаффар Гюней, Зеки Баштымар, Огуз Пельтек. Переводческая деятельность с 70-ых годов XX века до наших дней. С этого времена выход переводов ряда непрерывающихся произведений на турецком языке продолжая привлекать большее внимание общества к русской литературе. В газетах чаще опубликовались статьи писателей и литературоведов, включающие анализ языка переводов и оценку русской художественной классики, и роль в историко-литературном процессе. В 1990 году в Стамбульском университете открылись Отделения русского языка и литературы, а за ним еще и в шести университетах Турции 86 İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında (Эрджиеский - Кайсери, Сельджукский - Конья, «Гази» - Анкара, «Окан» и «Фатих» - Стамбул, Кавказский - Карс). Это все способствовало подготовке новых переводческих кадров. Постепенно стала формироваться новое молодое поколение переводчиков с русского языка. Среди них следует упомянуть Кайхана Юкселера, Сабри Гюрсеса, Корая Карасулу, Гюная Кызылырмака, Бирсен Караджи, Озлем Асылтюрк, Севиндж Учгюль и т.д. Благодаря деятельности переводчиков турецкая читающая публика получила возможность читать на родном языке почти все произведения русской литературы. Множество классических произведений, например, шедевры Пушкина Достоевского, Толстого, Чехова много раз переводились на турецкий язык, а некоторые из них имеют до семи вариантов перевода и издаются всеми столичными и провинциальными издательствами. Среди этих имен обратимся кратко к истории переводов на турецкий язык прозы И.А.Бунина. Произведения одного из выдающихся писателей ХХ столетия, лауреата Нобелевской премии были переведены на турецкий язык известными переводчиками Турции. «Митина любовь» была переведена известным турецким писателем и переводчиком Нихал Ялуза Талуй, роман «Жизнь Арсеньева» перевел Угур Бюке, «Деревня» и «Суходол» Севиндж Учгюл. Нихал Ялуза Талуй - писатель, переводчик, жена известного писателя Хайреддина Зия Талуй. Окончила среднюю школу в России, в совершенстве владела русским, французским и немецким языками. После переселения в Турцию занималась писательской и переводческой деятельностью. Свои рассказы и переводы с русского языка печатала в детских журналах. Нихал Ялуза Талуй позже переводила произведения многих русских классиков на турецкий язык. Это были произведения Пушкина, Достоевского, Толстого, Гоголя, Тургенева, Чехова, Горького, Бунина. Она также перевела: «Китайские сказки», «Детские мультфильмы», «Самые красивые сказки мира», «Тысяча и одна ночь», «Сирота», «Рыжий ребенок» для детей. Одним из первых переводов прозы Ивана Алексеевича Бунина является повесть «Митина любовь». Отметим и то, что Нихал Ялуза Талуй принадлежит к разряду опытных, серьезных переводчиков. В критической литературе её переводы не только бунинской прозы, но и произведения некоторых других писателей получили весьма высокую оценку. Здесь важно отметить и то, что турецкому переводчику Нихал Ялуза Талуй удалось передать яркую национальную окрашенность рассказа Бунина, прежде всего потому, что она смогла глубоко проникнуть в своеобразие содержания бунинской прозы и обусловленную этим содержанием 87 Leyla ALİYEVA художественную форму, специфику языка и самое главное – индивидуальный стиль писателя. Ведь индивидуальное своеобразие стиля писателя в такой же мере, как и национальное своеобразие его творчества, не сводится к передаче какого-то одного формального элемента. Эта целая сложная система особенностей, взаимосвязанных и взаимообусловленных и выраженных в искусстве художественного слова данного писателя. В конечном итоге, сам стиль писателя национально и исторически обусловлен. В тех случаях, когда переводчик не считается с национальной и исторической обусловленностью стиля переводимого художественного текста, с особенностями его письма, сделанный им перевод превращается в формальную копию оригинала. Безусловно, для достижения полноценного, адекватного перевода художественного текста не существуют никаких готовых правил, рецептом. При всех случаях переводчик должен только руководствоваться осознанием того, что перед ним, лежит оригинал произведения, принадлежащего перу самобытного художники слова. И его важнейшая задача - донести до инонационального читателя идейно-художественное своеобразие оригинала. Приступая к переводу произведения, переводчик должен постоянно помнить, что он переводит не только «о чем говорится в тексте (это очень простой и неадекватный вид перевода), а «что» говорится и «как» это выражается в самом тексте и языке текста». «Что» и «Как» - за этими словами стоит смысл текста, т.е. информационное содержание текста, которое складывается из функционального содержания («что») и формального, также смыслового («как»). Одним из ведущих переводчиков в современной Турции является Угур Бюке. Он брал уроки русского языка у Шафики Олтай, матери известного историка русского языка и литературы Ильбер Олтай. С 1984 года часто ездил в Россию, и при поддержке жены Назима Хикмета Веры познакомился с некоторыми современными русскими писателями. Угур Бюке перевел «Анну Каренину» Льва Толстого, «Мертвые души», «Шинель», «Записки сумашедшего» Николая Гоголя, «Леди Магбет Мценского уезда» Николая Лескова, «Жизнь Арсеньева» Ивана Бунина, «Дети Арбата» Анатолия Рыбакова и др. По словам Бюке, после распада Советского Союза в 1989 году, в период интроверсии, «между 1990-2000 годами, русские писатели придавали большое значение произведениям, обращенным к прошлому, трагическим событиям в исторических – «Дети Арбата» А.Рыбакова. 88 İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında По мнению Бюке, с 90-х годов в русской литературе происходит «вторжение» множества ранее не переводившихся произведений западноевропейских и восточных писателей. Севиндж Учгюль является представителем молодого покаления переводчиков. Она заведует кафедрой русского языка и литературы в Эрджиес Университете (Кайсери, Турция). Она перевела повести И.Бунина «Деревня» и «Суходол» на турецкий язык. Бунинский текст представляет большие трудности для переводчиков. Бунин не только писатель, но и живописец (он собирался стать художником), в его словесной палитре множество оттенков и красок, которые не имеют аналогов в другом языке. В «Деревне» и «Суходоле» - особенности русского быта, переданные «старинными словами», диалектизмами, не всегда известными даже русскому читателю и нуждающиеся в известных комментариях. Говоря о малоизученном в творчестве Бунина, отметим, что внимание переводчиков не было до сих пор обращено к путевым очеркам И.Бунина «Тень птицы», написанная в 1907 году во время его путешествия на Восток с молодой женой В.Н.Муромцевой. Особое место здесь занимает Стамбул (или Константинополь, как по старой памяти называли этот город в России). «Разве не сплошное Поле Мертвых и Константинополь? Его погосты – величайшие в мире – так и называются: Поля Мертвых. И столько их, этих погостов! Сто тысяч древних кипарисов с голыми стволами чернеют на Великом кладбище в Скутари, и более миллиона памятников, подобна костям белеют по ними. В Галате, в Пере стоят целые полчища этих мрачных гробовых деревьев. Стамбул окружен Полями Мертвых… Но Восток - царство солнца. Востоку принадлежит будущее. Недаром все славные копища Востока были посвящены Солнцу». Стамбул у Бунина в его книге «Тень птицы» - это повествование путешественника. «На закате единственный в мире силуэт Стамбула, над которым – копья минаретов и полусферы на султанских мечетях ‹…› и багряным глянцем загораются стекла в Скутари, мрачно краснеет кипарисовый лес его Великого кладбища, в фиолетовые тоны переходит сизый дымный воздух над рейдом, и возносятся в зеленеющее небо печальные, медленно возрастающие и замирающие голоса муэдзинов…» В старых святых городах Ислама для этих вечерних славословий еще до сих пор предпочитаются «глашатаи-слепые: да не смущает их земная прелесть наступающей ночи!». Стилизуя повествование, Бунин приводит множество слов-этнографизмов, предельно приближая их к передаче звучания и форме в 89 Leyla ALİYEVA языке-источнике: мост Валидэ, наргиле, фередже, изан, селям, бакшиш и др. «И мне никогда не забыть сладкой деревенской тишины Скутари», где мраморные фонтаны, жужжащие пчелы на цветущих абрикосовых деревьях, кипарисы, кладбища, затерявшиеся между садами, мечетями описаны Буниным с такой любовью к миру и быту Востока, представшего перед ним, спутником, в своей нетленной красоте. Безусловно, для достижения полноценного, адекватного перевода художественного текста не существуют никаких готовых правил, рецептом. При всех случаях переводчик должен только руководствоваться осознанием того, что перед ним, лежит оригинал произведения, принадлежащего перу самобытного художники слова. И его важнейшая задача - донести до инонационального читателя идейно-художественное своеобразие оригинала. Приступая к переводу произведения, переводчик должен постоянно помнить, что он переводит не только «о чем говорится в тексте (это очень простой и неадекватный вид перевода), а «что» говорится и «как» это выражается в самом тексте и языке текста». «Что» и «Как» - за этими словами стоит смысл текста, т.е. информационное содержание текста, которое складывается из функционального содержания («что») и формального, также смыслового («как»). В заключение приведу замечания, касающийся перевода рассказа И.Бунина «Крик», сделанного Л.А.Алиевой в 2018 году. Первоначально рассказ назывался иначе «Атанас». Бунин закончил над ним работу в конце июня 1911 года, а 1 октября рассказ был опубликован в газете «Русское слово» (№225). Черновая запись, сделанная писателем, свидетельствует о том, что в основе сюжета лежал действительный факт. Рассказ пронизан любовью и горем человека, у которого отняли самое дорогое – его сына. Его единственного сына послали на войну. В рассказе он сдерживает свои чувства до конца. Но его спаивают русские матросы водкой и смеются над ним. Только в конце рассказа его диалог вторгается слова, в которых выражается его глубокое горе, крик души отца: «Юсуф, Юсуф» кричит он. И смотрит в сторону Стамбула. Сложность и особенность психологического мастерства Бунина в том, что он исследует глубокий внутренний мир своего героя в его стрессовом, потрясенном состоянии, на пределе его переживаний. При переводе рассказа на турецкий язык особый трудность составляет передача психологического состояния, которые даются автором через диалоги и через речь его героев. 90 İ. Bunin’in Eserlerinin Türkçe Çevirileri Hakkında Обобщая этот фрагментарно представленный материал, обращенный к разным аспектам русско-турецких контактов, отметим, что представленная нами тема, несомненно, представляет интерес и может быть продолжена и расширена. 91 Leyla ALİYEVA Литература 1. Брандес М.Л., Проворотов В.И. Предпереводческий анализ текста (для институтов и факультетов иностранных языков), ПВЧ. Пезаурус, 2001, с.95. 2. Бунин И.А. Собр. соч. в 9-ти томах. М., 1965, т. 3, с. 318-319. 3. Алиева Л.А. Из опыта перевода классической русской литературы на азербайджанский язык. Баку, Мутарджим, 2004, с.165 References 1. Brandes M.L. Provorotov V.I. Predperevodcheskiy analiz texta (dlya institutov i fakultetov inostrannih yazikov), PVCh. Pezaurus, 2001, s.95 2. Bunin I.A. Sobr. Soch.v 9-ti tomakh. M., 1965, t.3, s.318-319. 3. Aliyeva L.A. Iz opita perevoda klassicheskoy russkoy literature na azerbaydjanskiy yazik. Baku, Mutarjim, 2004, s.165. 92 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel Boyutlar Açısından Karşılaştırılması 1 Rufina SANCAR Prof. Dr. Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Ankara Üniversitesi Özet: Bu araştırmada Rusya, Türkiye ve Kanada yapımı çizgi filmlerin bazı kültürel boyutlar açısından incelemesi ve karşılaştırılması yapılmıştır. Örneklem olarak Kanada yapımı çizgi film Caillou, Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka ile Türkiye yapımı çizgi film Can seçilmiştir. Bu filmlerden beşer bölüm 9 kültürel boyut açısından incelenmiştir. Bunlar, bireycilik-toplulukçuluk, düşük-yüksek bağlam, dolaylı-dolaysız olumsuz geribildirim, dar-geniş güç aralığı, erkeksilik-kadınsılık, düşük-yüksek derecede belirsizlikten kaçınma, kısa-uzun vadeli yönelim, zevke düşkünlükkendini kısıtlama, monokronik-polikronik kültürel boyutlardır. Araştırmada, çizgi filmleri incelemek ve karşılaştırmak için 9 kategori ve 30 koddan oluşan kodlama formu kullanılmıştır. Kodlama işlemi üç dile (Türkçe, Rusça, İngilizce) hâkim olan kodlayıcılar tarafından yapılmıştır. Çalışmada elde edilen veriler betimsel istatistik teknikleri ile çözümlenmiştir. Araştırma sonucunda Rusya ve Türkiye yapımı çizgi film arasında benzerlikler daha fazla iken Kanada yapımı çizgi filmin bu iki çizgi filmden farklı olduğu ölçülmüştür. Belka ve Strelka ile Can 7 kültürel boyutta birbirine yakın değerleri yansıtmıştır. Bunlar bireycilik, yüksek bağlam, geniş güç aralığı, yüksek belirsizlikten kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve polikronik kültürel boyutlardır. Caillou ile Can bireycilik, dolaylı geribildirim ve erkeksilik kültürel boyutları daha çok yansıtırken dolaylı geribildirim ve erkeksilik kültürel boyutları aynı değerde yansıttığı görülmektedir. Bu 3 çizgi film 9 kültürel boyut içinden sadece bireycilik kültürel boyutu yansıtmada benzerlik göstermektedir. Anahtar kelimeler: Kültürel Boyut, Kültürel Farklılaşma, Kültürlerarası Karşılaştırma, Çizgi Film. 1 Bu makale Rufina Sancar’ın Prof. Dr. Selahiddin Öülmüş danışmanlığında aynı adla yapılan yüksek lisans tezinden üretilmiştir. Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ The Comparative Study of Russian, Turkish, and Canadian Cartoons in Terms of Some Cultural Dimensions Abstract: This research has been conducted to examine and compare Russian, Turkish, and Canadian cartoons in order to determine similarities and differences in terms of some cultural dimensions. The sample of this research consists of Canadian cartoon “Caillou,” Russian cartoon “Belka and Strelka,” and Turkish cartoon “Can.” Five series of each cartoons has been analyzed in terms of nine cultural dimensions, which are: individualism versus collectivism, low-context versus high-context, direct negative feedback versus indirect negative feedback, small power distance versus large power distance, masculinity versus femininity, weak uncertainty avoidance versus strong uncertainty avoidance, short-term orientation versus long-term orientation, indulgence versus restraint, and monochromic versus polychronic. In order to analyze and compare cartoon series codding form comprising of 9 categories and 30 codes has been used. Codding has been performed by the encoders who are fluent in Russian, Turkish, and English. The descriptive statistical techniques have been used in order to analyze the research data. At the end of the research it has been found out that there are more similarities between the Russian cartoon “Belka and Strelka” and Turkish cartoon “Can”. “Belka and Strelka” and “Can” have close values for seven cultural dimensions, which are: individualism, high-context, large power distance, strong uncertainty avoidance, long-term orientation, restraint, and polychronic. While, “Caillou” and “Can” reflect the same cultural dimensions as individualism, masculinity, and indirect negative feedback; for masculinity and indirect negative feedback cultural dimensions the both cartoons have the same values. These three cartoons share only one common cultural dimension, which is individualism. Keywords: Cultural Dimension, Cultural Differences, Intercultural Comparison, Cartoons. Giriş Kültür kavramı Latin dilindeki “cultura” kelimesinden gelmektedir ve ikamet etmek, yetiştirmek, korumak ve ibadetle onurlandırmak gibi anlamlar içermektedir (Raymond Williams’tan akt., Binark, 2006)2. Antropolojik bir çalışmada “kültür” kavramı, kültürü “toplumun bir üyesi olarak insan tarafından edinilen bilgiyi, inancı, Binark, M. (2006). Kültürlerarası İletişim Çalışmalarının Türkiye Haritası, Kültür ve İletişim, 9 (1), 71-87. 2 94 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … sanatı, ahlakı, hukuku, gelenekleri ve tüm diğer beceri ve alışkanlıkları da kapsayan karmaşık bütün” şeklinde tanımlayan Tylor (1871) tarafından ilk kez kullanılmıştır (akt: Berry, Poortinga, Breugelmans, Chasiotis ve Sam, 2013, s.224)3. Günümüzde ise kültür kavramı için yaygın olarak kullanılan iki tanım önerilmektedir. Bu tanımlardan birine göre kültür, “insanoğlunun sosyal kalıtımının toplamı”dır (Linton, 1936’dan akt., Berry ve diğerleri, 2013, s. 224).4 Diğer tanıma göre de kültür, “insanoğlunun çevresinin insan eliyle yapılmış kısmı”dır (Herskovits, 1952’den akt., Berry ve diğerleri, 2013, s.224)5. Kültür ve insan arasında karşılıklı etkileşim vardır. Kültür insanı etkilerken insan da kültürü etkilemektedir. Günümüzde özellikle bilgi ve iletişim teknolojilerinde ve ekonomide yaşanan gelişmelere bağlı olarak milyonlarca insan küresel bir ortamda yaşamakta ve çalışmaktadır. Küreselleşme, kültürel farklılıkları ortadan kaldırmak bir yana kültürel farklılıklara karşı daha da duyarlı olma gereksinimini arttırmaktadır. Bu nedenle günümüzde çalışma yaşamında başarılı olabilmek için sadece bir kültürün özelliklerini biliyor olmak yeterli değildir; farklı kültürleri de tanımak gerekmektedir. Küreselleşme nedeniyle kültürlerarası iletişimin öneminin anlaşılması dolayısıyla kültür ve iletişim arasındaki ilişki üzerinde daha çok durulmaya başlanmış, bu alanda yapılan çalışmaların sayısı da artmaya başlamıştır. Kültürlerarası iletişim alanında yapılan araştırmalar sonucunda da farklı kuramlar öne sürülmüştür. Gelişim psikolojisi açısından değerlendirildiğinde, çocukların genellikle 10 yaşına kadar içinde yaşadıkları toplumun temel değerlerini öğrendikleri belirtilmektedir (G. Hofstede, G.J. Hofstede ve Minkov, 2010)6. Bu yaşa kadar çocuklar toplumsal rolleri, normları, değerleri, ahlaki kuralları, yazılı ve yazısız kuralları öncelikle kendi ailesinden olmak üzere, okuldan, yazılı/sözlü ve görsel/işitsel medyadan öğrenmektedir. Günümüzde medya yayınlarının içinden televizyon en yaygın kullanılan kitle iletişim aracıdır ve hayatın neredeyse tüm alanlarına etki ederek hayat tarzlarının şekillenmesinde rol oynamaktadır (Çocuk Programları ve Bu Programlarda Yayımlanan Reklamların İçerik Analizi Araştırması, 2008). Televizyon, farklı Berry, J.W., Poortinga, Y.H., Breugelmans, S.,M., Chasiotis, A., ve Sam, D., L. (2015). Kültürlerarası Psikoloji-Araştırma ve Uygulamalar (L. P. Tosun, Çev.). Ankara: Nobel. (2013). 4 Age 5 Age 6 Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the Mind. McGraw-Hillbooks. 3 95 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ kültürlerin dünyanın birçok farklı yerine kısa zamanda ulaşmasına olanak sağlamaktadır. İnsanlar genellikle haber almak, bilgi edinmek ve eğlenmek için televizyon izlerler. Ebeveynler de çoğu zaman çocuklarına kitap okumak yerine televizyonda ya da internette yayınlanan çizgi filmleri izlettirme eğilimindedirler. Bu, onlara hem çocuklarını oyalama hem de şahsi işlerine bakabilme şansı vermektedir. Televizyon izlemenin çocuklar üzerindeki etkileri konusunda psikoloji ve eğitim alanında pek çok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar gelişimin farklı alanlarıyla ilgili olabilmekle birlikte araştırmalarda sıklıkla ele alınan konular arasında, televizyon izlemenin, çocukların konuşma, hayal kurma becerisini, kişisel, bilişsel ve sosyal gelişimi ile davranışlardan nasıl etkilendiği gibi konular yer almaktadır. Evra ve Kline’a göre, okul öncesi dönemdeki çocuklar, tepkileri ve hareketleri güdülerle ve sonuçlarla bağdaştıramadıkları için televizyonda gördüklerini taklit etmektedirler (akt: Klinger, 2006)7. Bu dönemdeki çocuklar bireysel ve toplumsal süreçlerdeki değişikliklerden yetişkin insanlara göre daha fazla etkilenmekte ve değer yargılarını daha kolay benimsemektedirler (Akıncı ve Güven, 2014). RTÜK (2006) tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına göre okul öncesi çocukların %72’sinin en çok izlediği televizyon programı çizgi filmdir (akt: Akıncı ve Güven, 2014)8. Bunun sebebinin kolay ulaşılabilirlik, duyguları tatmin edici bir araç olması, görsel ve işitsel zenginlik sunması düşünülmektedir. İzlenilen çizgi filmler çocuklar için birer sanal ortam oluşturmakta ve bu ortam onların davranışlarını etkilemektedir. Sevilen çizgi filmleri izleme süreci çocuklar için rahatlatıcı ve haz verici etki yaratmaktadır. Çocuklar kendilerini rahat hissettiklerinde sunulan bilgi ve mesajları daha iyi algılamakta ve özümsemektedirler. Öcel’e göre çizgi filmlerin çocukların tutum ve davranışlarını belirlemesi ve pekiştirmesinde etkisi yoğundur (Öcel, 2002)9. Farklı kültürlerde üretilen çizgi filmlerin doğal olarak farklı kültürel özellikleri yansıtmaları beklenir. Çocukların içinde yaşadıkları toplumun kültürünü öğrenme yollarından biri, küçük yaşlardan itibaren televizyonda izledikleri çizgi filmlerdir. Bu düşünceden hareketle, bu çalışmada Rusya, Türkiye ve Kanada yapımı üç çizgi Klinger, L. J. (2006). What are your children watching? a dpics –ıı analysis of parent-child interactions in television cartoons. Unpublished Doctorate Dissertation, Auburn University, Alabama. 8 Akıncı, A. ve Güven, G. (2014). Okul Öncesi Döneme Yönelik Çizgi Filmlerde Yer Alan Değerlere Ait Sözel İfadelerin Sunumu: TRT Çocuk Kanalı Örneği. Uluslararası Avrasya Sosyal Bilimler Dergisi, 5 (16), s. 429-445. 9 Öcel, N. (2002). İletişim ve çocuk: İletişim ortamlarında çocuk ve reklam iletişimi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları. 7 96 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … filmin kültürel özellikleri incelenecektir. Bunlar Türkiye yapımı çizgi film Can, Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka, Kanada yapımı çizgi film olan Caillou’dur. Bu çizgi filmler kültürlerarası karşılaştırmalarda sıklıkla kullanılan aşağıda sıralanan boyutlar açısından incelenmiştir. Rusya, Türkiye ve Kanada yapımı çizgi filmler her bir boyut için hazırlanan 0-100 arası düzenlenen çizelgede nerde olduğu belirlenmeye çalışılmıştır 1.1. Bireycilik - toplulukçuluk 1.2. Yüksek - düşük bağlam 1.3. Dolaylı - dolaysız olumsuz geribildirim 1.4. Dar - geniş güç aralığı 1.5. Erkeksilik - kadınsılık 1.6. Yüksek - düşük derecede belirsizlikten kaçınma 1.7. Uzun - kısa vadeli yönelim 1.8. Zevke düşkünük - kendini kısıtlama 1.9. Monokronik - polikronik 1. Örneklem Araştırmanın örneklemi olarak Kanada, Rusya ve Türkiye yapımı birer adet çizgi film seçilmiştir. Bu çizgi filmler seçilirken o ülkelerin kültürlerini iyi yansıttıkları dikkate alınmıştır. Her bir çizgi filmden rastgele 5 bölüm seçilip izlenmiş ve araştırılmıştır 1.1. Belka ve Strelka Belka ve Strelka(Белка и Стрелка) 2011 yılından beri çeşitli ulusal kanallarda yayınlanmaktadır. Belka ve Strelka - Oyunbaz ailesi, Artist stüdyoda çekilmiş olan, yapımcılığını Yekatarina Şabanova, senaryosunu Maksim Voznyak ve Yulya Klimoğ’un yazdığı Rusya yapımı bir çizgi dizidir. Reks, Dina ve Bublik ana çocuk-köpek karakterlerken anne Belka ve baba Kazbek’tir. Anne, uzaya giden ilk köpektir ve sirkte çalışmaktadır. Baba ise güçlü ve cesur bir çoban köpeğidir, uzaya giden köpeklere antrenörlük yapmaktadır. Reks en akıllı çocuk karakterken aynı zamanda sorumluluk sahibi ve utangaç bir yapıya sahiptir; çevresiyle çok ilgilidir ve kitap okumayı çok sever. Bublik, ailede en küçük ve en yaramaz karakterdir. Dina en büyük kız çocuk karakterdir; sevimli ve neşeli bir yapıya sahiptir. Venya ise sahnelerde bolca yer alan aile dostu fare 97 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ karakteridir. Anne ve baba işte iken Dina arasıra Reks ve Bublik’le ilgilenmekte ve onlara tavsiyeler vermektedir. Rastgele seçilen beş bölümü şunlardır: 1. Kuzeyin zorlukları 2. Evde yalnızlar 3. Kuluçka makinesi 4. Uzaycı günü 5. Sırt çantalı gezi 1.2. Caillou Yazar Christine L'Heureux ve çizer Helene Desputaux'un kitaplarından televizyona uyarlanan Kanada yapımı çizgi dizidir. Dizi, Caillou adlı 4 yaşındaki bir erkek çocuğun insanlarla ilişkilerini ve günlük yaşamını konu alır. Orijinal dili Fransızca olan dizi, farklı dillere çevrilerek birçok ülkede yayımlanmaktadır. Beş sezondan oluşan Caillou 1997’den beri çeşitli kanallarda yayınlanmaktadır. Caillou’nun babası Boris iyi ve alçakgönüllü bir insan olmakla beraber sakarlık ve becerisizlikleri vardır. Bu araştırmada Caillou çizgi filminin rastgele seçilen beş bölümü şunlardır: 1. Astronot Caillou 2. Parktaki oyunlar 3. Mıknatıs çılgınlığı 4. Kütüphaneci Caillou 5. Yatıya kalan misafir 1.3.Can Ser Stüdyo’nun çektiği, yapımcılığını Ahmet Öztürk, senaryosunu Vugar Hasani’nin yazdığı Türkiye yapımı bir çizgi dizidir. Can, çizgi filmin dört yaşındaki ana karakteridir. Can uslu ve sakin bir karaktere sahiptir aynı zamanda da kendi ailesine düşkündür. Can, annesi, babası, küçük kız kardeşi Meryem, ağabeyi Murat ve babaannesi ile birlikte yaşamaktadır. Can’ın babası bir manav annesi ise sosyal yardım derneğinde çalışan bir kadındır. Annesi ev işleri ile uğraşmakla ve çocuklara bakmakla yükümlü iken babası çoğu zaman çalışmakla ve aile geçimini sağlamakla yükümlüdür. Köyde yaşayan dedesi ve anneannesi sık sık Can’ın ailesini ziyaret etmektedir. Can’ın en sevdiği arkadaşı ise kuzeni Mert’tir. Bu araştırmada Can çizgi filmin rastgele seçilen beş bölümü şunlardır: 98 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … 1. 2. Anneannem ile Dedem Babaannenin gelişi 3. Babaannem ve ben 4. 5. Hastalandım Kuş kafeste 2. Güvenirlik Nitel araştırmalarda sık karşılaşılan durumlardan biri, olayların algılanma ve yorumlanma biçiminin kişiden kişiye farklılık gösterebilmesidir. Bu da beraberinde güvenirlik sorununu gündeme getirmektedir. Bu sorunun üstesinden gelebilmek ve güvenirliği artırmak için, kategorilerin ve kodlamaların olabildiğince nesnel olarak tanımlanması gerekmektedir. Bu takdirde farklı kodlayıcılar arasında benzerlik sağlanabilir. Üç farklı kültüre ait çizgi filmin her birini orijinal dilde tek tek izleyerek bu filmleri daha önceden belirlenen kategorileri esas alarak kodlamak çok yoğun bir çabayı gerektirmektedir. Bu araştırmada çizgi filmler, üç dili de bilen kodlayıcılar 10 tarafından izlenmiş ve kodlanmıştır. Daha sonra da kodlayıcılar arasındaki benzerlik, aşağıda tanımlanan yöntemle hesaplanmıştır. Kodlayıcılar arasındaki tutarlılığın hesaplanmasında Miles ve Huberman’ın geliştirdiği şu formül kullanılmıştır (Miles ve Humerman, 1994’den akt., Yıldırım ve Şimşek, 2016)11 Bu formülle hesaplanan değerin %70 ve daha yukarı olması, kodlayıcılar arasındaki benzerliğin kabul edilebilir düzeyde olduğu anlamına gelmektedir (Tavşancıl ve Aslan, 2001)12. Bu araştırmada aynı çizgi film, birbirinden bağımsız 3 araştırmacı (kodlayıcı) tarafından önceden belirlenen kategoriler ve sayma sistemi kullanılarak kodlanmıştır. Bu uygulama ile elde edilen veriler kullanılarak kodlayıcılar arasındaki uyum aşağıda gösterildiği şekilde hesaplanmıştır. 10 Üç kodlayıcı da öğretim dili Türkçe, Rusça veya İngilizce olan üniversitelerden mezun olmuş, bu dilleri bilen kişilerdir. 11 Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2016). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin. 12 Tavşancıl, E. ve Aslan, E. (2001). Sözel, Yazılı ve Diğer Materyalleri İçin İçerik Çözümlemesi ve Uygulama Örnekleri. İstanbul: Epsilon Yayıcılık. 99 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Güvenirlilik=Uzlaşma Sayısı (152) / Uzlaşma Sayısı (152) + Uzlaşmama Sayısı (28) = .84 Kategorilerin nesnel bir biçimde tanımlanıp tanımlanmadığı ve kategori güvenilirliği, yukarıda açıklandığı şekilde incelenmiş, kategorilerin ve kodlamanın güvenilir olduğuna karar verilmiştir. 3. Bulgular Ve Yorumlar Bu bölümde, araştırmada elde edilen veriler, verilerin analiziyle elde edilen bulgular, araştırmanın amaçlarına paralel başlıklar altında sunulmuş ve yorumlanmıştır. 3.1. Bireycilik – Toplulukçuluk Boyutunda Elde Edilen Bulgular ve Yorum Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen / yer alan bireyci veya toplulukçu kültürlere özgü mesajların sayımı yapılmış, bu şekilde elde edilen veriler Çizelge 1’de gösterilmiştir. Çizelge 1 Çizgi Filmlerdeki Bireycilik-Toplulukçuluk Boyut Dağılımı Can Kod Belka ve Strelka Caillou f % f % f % Ben (B) 76 69 32 46 48 71 Biz (T) 34 31 38 54 20 29 Suçluluk (B) 0 0 0 0 1 50 Utanç (T) 1 0 7 100 1 50 Bireysel fikri (B) 5 45 9 56 9 82 Grubun fikri (T) 6 55 7 44 2 18 Üzüntü (T) 6 21 3 16 6 9 Mutluluk (B) 23 79 16 84 59 91 Geniş aile (T) 12 75 0 0 0 0 Çekirdek aile (B) 4 25 5 100 11 100 Toplam Bireycilik 108 65 62 53 128 82 Toplam Toplulukçuluk 59 35 55 47 29 18 Çizelge 1’deki genel toplam veriler incelendiğinde, Caillou, bireyci kültür oranı %82 ile en yüksektir. Türkiye yapımı çizgi film %65’lik oranla ikinci sırada 100 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … yer alırken Rusya yapımı çizgi film %53’lük oranla üçüncü sırada yer almıştır. Bu sonuca göre Rusya yapımı çizgi film toplulukçu kültür boyutunda %47’ lik oranla birinci sırada iken Türkiye %35’ lik oranla ikinci sırada Kanada ise %18’ lik oranla sonuncu sırada yer almıştır. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 1’de verilmiştir. Çizelge 1’deki verilere dayanılarak Şekil 1 oluşturulmuştur. Toplam bireycilik ve toplam boyutçuluk yüzdelikleri alınarak 0-100 arası doğruya yerleştirilmiştir. Her kültürel boyut için aynı metot kullanılarak şekiller oluşturulmuştur. Şekilde görüldüğü gibi bütün çizgi filmlerin konumu bireyciliğe daha yakınken Caillou’nun konumu bireyciliğe en yakındır. Rusya yapımı çizgi film ’in konumu ise bireycilik boyutundan en uzaktır. Şekil 1 Çizgi Filmlerdeki Bireycilik-Toplulukçuluk Boyut Dağılımı “Ben” cümle kullanımı veya “biz” cümle kullanımı ile ilgili veriler genel sıralama ile uyumludur. Bu kodlama açısından değerlendirildiğinde Kanada yapımı çizgi film yine %71 ile birinci sırada yer almaktadır. İkinci sırada ise %69 ile Türkiye yapımı çizgi film gelmektedir. Rusya yapımı çizgi filmler ise %46 ile üçüncü surada yer almaktadır. Çizelge 1’deki utanç duygusu karakterlerin kendi hatalarını başkalarından saklama, suçluluk duygusu ise karakterlerin hatalarını itiraf etmeleri olarak kodlanmıştır. Rusya yapımı çizgi filmde beş bölüm boyunca çocuk karakterlerin 7 kere kendi hatalarını başkalarından sakladıkları görülmüştür. Suçluluk duygusuna ise rastlanmamıştır. Kanada ve Türkiye yapımı çizgi filmde utanç duygusu birer kere görülmüştür. Frekans değerleri az çıktığı için hesaplamalara dâhil edilmemiştir. Bireysel fikir bildirme veya grup fikri ile ilgili veriler genel sıralama ile uyumludur. Bu kodlama açısından değerlendirildiğinde Kanada yine %82 ile ilk sırada yer almaktadır. İkinci sırada ise %65 ile Türkiye yapımı çizgi film gelmektedir. Rusya yapımı çizgi filmler ise %53 ile üçüncü sırada yer almaktadır. Mutluluk ve üzüntü ile ilgili hisleri dışa vurma boyutunda veriler genel sıralama ile farklılık göstermektedir. Bu kodlama açısından değerlendirildiğinde, Kanada %91 ile ilk sırada yer almaktadır. İkinci sırada ise %84 ile Rusya yapımı çizgi film gelmektedir. Türkiye yapımı çizgi filmler ise %79 ile üçüncü sırada yer 101 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ almaktadır. Bu sonuca göre Kanada yapımı çizgi filmde mutluluğun dışa vurulması birinci sırada yer alırken %9 oranında da üzüntüyü en az dışa vuran ülke olduğunu görmekteyiz. Geniş aile fertleri ile çekirdek aile fertlerinin görünme sıklığı mekâna bağlı olarak sahne bağlamında değerlendirilmiştir. Örnek olarak bir parkta çekilen karelerde nine-dedenin birkaç defa görünmesine rağmen frekans bir olarak olarak kabul edilmiştir. Yani bir sahnede dede-nine görünmüşse o sahne değişmediği sürece o sahne geniş aile kategorisi için tek bir frekans sayılmıştır. Çekirdek ailenin görünme sıklığı için anne-babanın sahnede yer alıp almadığına bakılmıştır. Bu yöntemle yapılan sayımlarda Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde geniş aile fertleri hiç gözükmezken Türkiye yapımı çizgi filmde 12 sahnede nine ve dede görülmüştür. Hofstede’ın yaptığı çalışmaların sonuçlarına göre Kanada 76 ülke arasında bireyci kültürel boyutta 4-6’ ıncı sırada; Rusya 39-40’ıncı sırada Türkiye ise 43’ üncü sıradadır. Bu çalışmanın sonucu Hofstede’ın bireyci-toplulukçu kültürel boyutuyla Rusya ve Türkiye aynı sırada değildir. Hofstede’a göre bu sonuçlar tek başına bir anlam ifade etmemektedirler. Anlam kazanması için diğer ülkelerin kültürleriyle karşılaştırılmalıdır. Bu bulguların sonucunda Caillou adlı Kanada yapımı çizgi film bireyci kültür boyutunda diğer iki çizgi filme göre daha yüksek orana sahiptir. İkinci sırada Türkiye yapımı çizgi film Can, son olarak da Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelkayer almaktadır. Toplulukçu kültürel boyutu en çok yansıtan çizgi film ise Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka’dır; ikinci sırada Can, son olarak da Caillou yer almaktadır. 3.2. Yüksek Bağlam – Düşük Bağlam Boyutunda Elde Edilen Bulgular ve Yorum Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen / yer alan yüksek veya düşük bağlamlı kültürlere özgü mesajların sayımı yapılmış, bu şekilde elde edilen veriler Çizelge 2’de gösterilmiştir. 102 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … Çizelge 2 Çizgi Filmlerdeki Yüksek-Düşük Bağlam Boyut Dağılımı Can Belka ve Strelka Caillou Kod f % f % f % Hayır (D) 3 33 2 0 9 82 Evet (Y) 6 67 0 0 2 18 Açık ve net (D) 15 58 7 37 27 100 İmalı ve katmanlı (Y) 11 42 12 63 0 0 Hoşgörü (D) 0 0 0 0 4 0 Dışlama (Y) 0 0 3 0 0 0 Belirgin beden dili (Y) 16 100 17 89 12 67 Kısıtlı beden dili (D) 0 0 2 11 6 33 Toplam Düşük bağlam 18 35 11 26 46 77 Toplam Yüksek bağlam 33 65 32 74 14 23 Çizelge 2’deki genel toplam veriler incelendiğinde, Caillou, düşük bağlamlı kültür oranı %77 ile en yüksektir. Türkiye yapımı çizgi film %35’lik oranla ikinci sırada yer alırken Rusya yapımı çizgi film %26’lık oranla üçüncü sırada yer almıştır. Bu sonuca göre Rusya yapımı çizgi film yüksek bağlamlı kültür boyutunda %74’lük oranla birinci sırada iken Türkiye %65’lük oranla ikinci sırada Kanada ise %23’lik oranla sonuncu sırada yer almıştır. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 2’de verilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi film konumu düşük bağlama daha yakınken Türkiye konumu yüksek bağlama daha yakındır. Rusya yapımı çizgi film ‘in konumu ise yüksek bağlama diğer çizgi filmlere en yakındır. Şekil 2 Çizgi Filmlerdeki Yüksek-Düşük Bağlam Boyut Dağılımı Çizelge 2’de karakterlerin zıt görüşleri dolaysız bildirme sıklığı tabloda “hayır” kısa koduyla gösterilirken, karakterlerin zıt görüşleri dolaylı bildirme sıklığı “evet” kısa koduyla gösterilmiştir. Karakterin zıt görüşü dolaylı bildirme sıklığında Türkiye %67’lik oranla birinci sırada yer alırken, Kanada %18’lik oranla ikinci 103 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ sırada, Rusya ise sonuncu sırada yer almış ve bir örneğe rastlanmamıştır. Bu kodun sonuçları genel toplamla farklılık arz etmektedir. Karakterlerin mesajlarının açık ve net olması sıklığının ölçümünde Kanada %100’ lük oranla birinci sırada yer alırken Türkiye %58’lik oranla ikinci sıradadır. Rusya %37’lik oranla son sırada bulunmaktadır. Bu kodların sonuçları değerlendirildiğinde genel toplam açısından aynı olduğu gözükmektedir. Bu sonuçlara göre imalı ve katmanlı iletişim tarzına %63’lük oranla Rusya yapımı çizgi filmde en yüksek değerde rastlanmıştır. Bu kod değerlendirilirken sayımı sahne bazında yapılmıştır. Eğer bir sahnede iletişimde imalı ve katmanlı sözcük ve cümlelere hiç rastlanmamışsa bu iletişim açık ve net olarak değerlendirilmiştir. Diğer taraftan bir sözcük ya da cümle imalı ya da katmanlı olarak kullanılmışsa bu sahnedeki iletişim imalı ve katmanlı olarak değerlendirilmiştir. Karakterlerin grup dışındakilere hoşgörülü davranma sıklığı açısından Kanada yapımı çizgi filmde 4 örneğe rastlanmışken Türkiye ve Rusya yapımı çizgi filmlerde bu kod ile ilgili örneğe rastlanmamıştır. Karakterlerin grup dışındakilere hoşgörüsüz olarak davranması üzerine Rusya yapımı çizgi filmde 4 örneğe rastlanılmışken Türkiye ve Kanada yapımı çizgi filmlerde hoşgörüsüz ve dışlayıcı davranışlara rastlanmamıştır. Frekans değerleri yeterli seviyeye ulaşmadığı için bu kod değerlendirilmemiştir. Karakterlerin belirgin beden dilini kullanımı ve kısıtlı beden dili kullanımı sıklığının ölçümünde genel toplamdan farklı olduğu hesaplanmıştır. Türkiye %100’ lük oranla birinci sırada yer alırken Rusya %89’luk oranla ikinci sıradadır. Kanada ise %68’lik oranla son sırada yer almıştır. Daha yaygın olarak belirgin beden dili kullanımın Türkiye yapımı çizgi filmde görüldüğü saptamış bunu ikinci sırada Rusya ve son olarak Kanada takip etmiştir. Sonuçlara bakıldığında Caillou adlı çizgi film en düşük bağlamlı kültürü yansıtmaktadır. Öte yandan Can ile Belka ve Strelka da daha çok toplulukçu kültürü yansıtmaktadır. Hofstede’a göre toplulukçu kültürlerde bireyci kültürlere göre yüksek bağlamlı iletişim daha yaygındır (Hofstede, 2010)13. Bu araştırmada Rusya yapımı çizgi filmde yüksek bağlamlı iletişimin Kanada ve Türkiye yapımı çizgi filmlere göre daha yaygın olduğu saptanmıştır. Bireycilik-toplulukçuluk kültürel kategorilerin sonuçlarına göre en toplulukçu kültürü yansıtan Rusya yapımı çizgi film aynı zamanda en yüksek bağlamlı iletişime sahiptir. Elde edilen bu sonuçlar Hofstede’ın yaptığı çalışmaların neticeleriyle uyumlu olduğu görülmüştür. Ancak 13 Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the Mind. McGraw-Hillbooks. 104 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye yapımı çizgi film zıt görüşü dolaylı bildirme ve belirgin beden dili kullanımı boyutu açısından Rusya’dan önde yer almaktadır. Dış ve iç grupların arasındaki ayrımlar en çok Rusya yapımı yapımı çizgi filmde görülmüştür. Bu çizgi filmde antagonist karakterlerin varlığı söz konusuyken, Kanada ve Türkiye yapımı çizgi filmlerin izlenilen bölümlerinde bu tür dış karakterlere rastlanılmamıştır. 3.3. Dolaylı - Dolaysız Olumsuz Geribildirim Boyutunda Elde Edilen Bulgular ve Yorum Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen dolaylı-dolaysız geribildirimlerin sayım yapılmış, bu şekilde elde edilen veriler Çizelge 3’te gösterilmiştir. Çizelge 3 Çizgi Filmlerdeki Dolaylı-Dolaysız Olumsuz Geribildirim Boyut Dağılımı Can Belka ve Strelka Caillou f % f % f % Dolaysız olumsuz geribildirim 0 0 6 100 0 0 Dolaylı olumsuz geribildirim 3 100 0 0 1 100 Kod Çizelge 3’te görüldüğü gibi Türkiye ve Kanada yapımı çizgi filmlerin izlenen bölümlerinde dolaysız olumsuz geribildirime rastlanmamıştır. Rusya yapımı çizgi filmlerin izlenen olumsuz geribildirime rastlanmamıştır. Türkiye yapımı çizgi filmlerde 3, Kanada yapımı çizgi filmlerde 1 kez dolaylı olumsuz geribildirim tespit edilmiştir. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 3’te verilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi bu boyutta Kanada ve Türkiye yapımı çizgi filmler hemen hemen aynı konumda yer alırken Rusya yapımı çizgi film bu boyutun diğer ucunda yer almaktadır. ğılımı Şekil 3 Çizgi Filmlerdeki Dolaylı-Dolaysız Olumsuz Geribildirim Boyut Da- 105 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Hall ve Hofstede’a göre yüksek bağlamlı kültürler imalı ve katmanlı iletişimi benimserlerken, düşük bağlamlı kültürler açık ve net iletişimi benimsemektedirler (Hall, 1976; Hofstede, 2010). Bundan yola çıkarak yüksek bağlamlı kültürlerde olumsuz geribildirimle karşıdakini incitmemek adına diplomatik bir dil kullanılması beklenirken düşük bağlamlı kültürlerde açık ve net bir dil kullanılması beklenir. Fakat Meyer’ın yaptığı çalışmaların sonuçlarına göre bu beklenti her zaman karşılanmamaktadır (Meyer, 2014)14. Rusya da bu istisnanın içindedir. Yani Rus kültürü yüksek bağlamlı kültür olmasına, imalı ve katmanlı iletişimi benimsemesine rağmen olumsuz geribildirimi dolaysız ve açık verilmektedir. Bu boyutta Rusya yapımı filmler konusunda elde edilen bulgular, Meyer’in görüşlerini destekler niteliktedir. Bununla birlikte frekans sayısının çok az olması nedeniyle daha ileri yorumlar yapma olanağı bulunmamaktadır. 3.4. Dar Güç Aralığı – Geniş Güç Aralığı Boyutundan Elde Edilen Bulgular ve Yorum Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen mesajların dar ya da geniş güç aralığı içermesi açısından sayımı yapılmış, böylece güç aralığı boyutunda elde edilen veriler Çizelge 4’de gösterilmiştir. Çizelge 4 Çizgi Filmlerdeki Dar Güç Aralığı – Geniş Güç Aralığı Boyut Dağılımı Can Kod Belka ve Strelka Caillou f % f % f % Büyüklere farklı statüde davranma (G) 10 67 5 63 0 0 Büyüklere eşit statüde davranma (D) 5 33 3 38 27 100 İtiraz (D) 5 24 6 50 5 100 Kabul (G) 16 76 6 50 0 0 Küçüklere eşit statüde davranma (D) 4 17 1 8 25 93 Küçüklere farklı statüde davranma (G) 20 83 11 92 2 7 Kendi inisiyatifi (D) 6 40 2 29 15 58 Başkasının inisiyatifi (G) 9 60 5 71 11 42 Toplam Dar Güç Aralığı 20 27 12 31 72 85 Toplam Geniş Güç Aralığı 55 73 27 69 13 15 14 Meyer, E. (2015). The Culture Map: Küresel Ticaretin Görünmez Sınırlarını Aşmak (P. Şengözer, Çev.). İstanbul: Türk Hava Yolları Yayınları. (2014). 106 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … Çizelge 4’te görüldüğü gibi dar veya geniş güç aralığı içeren toplam frekans ve oranlar karşılaştırıldığında, Kanada yapımı çizgi filmlerde güç aralığının daha dar olduğu (%85) görülmektedir. Bunu sırasıyla Rusya (%31) ve Türkiye (%27) yapımı çizgi filmler izlemektedir. Buna karşın Türkiye yapımı çizgi filmlerde güç mesafesinin en geniş olduğu (%85) bunu sırasıyla Rusya (%69) ve Kanada (%15) yapımı çizgi filmlerin izlediği görülmektedir. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 4’te verilmiştir. Şekil 4’de görüldüğü gibi Türkiye ve Rusya yapımı çizgi filmler güç aralığı boyutunun geniş olan tarafında, Kanada yapımı çizgi filmler ise bu boyutun dar olan tarafında yer almaktadır. Şekil 4 Çizgi Filmlerdeki Dar Güç Aralığı – Geniş Güç Aralığı Boyut Dağılımı Her bir kodla ilgili veriler ayrı ayrı değerlendirildiğinde, karakterlerin kendinden büyüklere eşit statüde davranması sıklığının sıralamasının genel toplamla aynı olduğu görülmektedir. Kanada dar güç aralığı boyutunda %100 oranla birinci sırada yer alırken Rusya %38 oranla ikinci sırada Türkiye %33 oranla sonuncu sırada yer almaktadır. Karakterlerin başkalarının fikirlerini sorgulaması ve karşı çıkması çizelgede “itiraz” olarak, başkalarının fikirlerini sorgulamadan kabul etmesi ise “kabul” olarak kısaltılmıştır. Bu kodların sayımından elde edilen sonuçlar genel toplam verileriyle uygunluk arz etmektedir. Kanada itiraz etme kod sayımında %100 oranla birinci sırada yer alırken Rusya %50 oranla ikinci sırada, Türkiye ise %24 oran ile son sırada yer almaktadır. Üçüncü kod olarak karakterlerin kendinden küçüklere eşit ya da farklı statüde davranması sıklığına bakılmıştır. Çıkan değerler genel toplamdan farklı olarak ortaya çıkmıştır. Küçüklere farklı statüde davranma sıklığı sayımında Rusya (%92) birinci sırada yer alırken Türkiye (%83) ikinci sırada, Kanada ise (%7) son sırada yer almaktadır. Karakterlerin kendi inisiyatifleri doğrultusunda davranması sıklığı Çizelge 4’te “kendi inisiyatifi” olarak, karakterlerin başkalarının inisiyatifleri doğrultusunda davranması sıklığı ise “başkalarının inisiyatifi” olarak kısaltılmıştır. Elde edilen veriler genel sıralama ile uyumluluk göstermemektedir. Başkalarının inisiyatifi doğrultusunda hareket etme sıklığının ölçümünde Rusya %71 oranla birinci sırada 107 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ yer alırken, Türkiye (%60) ikinci sırada, Kanada ise %42 oranla son sırada yer almaktadır. Hofstede’ın çalışmalarının sonuçlarına göre değerlendirildiğinde 76 ülke içinde geniş güç aralığı boyutunda Rusya 6. sırada, Türkiye 32-33’üncü sırada Kanada ise 62’nci sırada yer almaktadır (Hofstede 2010)15. Bu araştırmada çıkan sonuçlara göre ise Kanada yapımı çizgi film Hofstede’ın bulgularıyla uyumluluk gösterirken Rusya ve Türkiye farklılık arz etmektedir. Caillou adlı çizgi filmde büyükler küçüklere, küçükler büyüklere genellikle eşit statüde davranmaktadırlar. Büyük karakterler küçüklere hitap ederlerken genelde ismiyle hitap edilmekte ve küçültücü sıfatlar kullanılmamaktadır. Can adlı çizgi filmde ise büyükler küçüklere şefkat ve sevgiyle yaklaşmakta ve “oğulcuğum, küçük bey” gibi küçültücü lakaplar kullanmaktadır. Belka ve Strelka adlı çizi filmde ise büyükler küçüklere şefkat ve sevgiden ziyade otoriter ve üstünlük gösterici hitaplar kullanmaktadır. Türkiye ve Rusya yapımı çizgi filmlerde çocuk karakterlerden itaatkâr, saygılı ve disiplinli davranmaları beklenirken Kanada yapımı çizgi filmde inisiyatif almaları ve bağımsız davranmaları beklenmektedir. Hofstede’a göre geniş güç aralığı kültürüne sahip toplumlarda çocukların ebeveynlerine karşı itaatkâr olmaları beklenirken, bağımsız davranmalarına ve itiraz etmelerine hoş bakılmamaktadır. Bu tür toplumlarda büyüklere karşı özel saygıyla davranılmakta ve yetişkinlikte dahi onlara karşı bağımlılık sürdürmektedirler. Dar güç aralıklı toplumlarda çocuklara eşit statüde davranılmakta çok nadiren büyüklere özel saygı gösterilmekte ve itaat edilmektedir. Küçük yaşlardan itibaren “hayır” demeyi ve itiraz etmeyi öğrenmektedirler. Bu davranış biçimleri izlenilen çizgi filmlerde belirgin şekilde görülmüştür. Fakat Hofstede’ın çalışmalarının sonuçlarından farklı olarak Türkiye yapımı çizgi film Rusya yapımı çizgi filmden daha çok geniş güç aralığı boyutunu yansıtmaktadır. 3.5. Erkeksilik-Kadınsılık Kültürel Boyutundan Elde Edilen Bulgular ve Yorum Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen erkeksilik-kadınsılık kültürel boyutuna özgü mesajların sayımı yapılmış, bu şekilde elde edilen veriler Çizelge 5’de gösterilmiştir. 15 Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the Mind. McGraw-Hillbooks. 108 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … Çizelge 5 Çizgi Filmlerdeki Erkeksilik-Kadınsılık Boyut Dağılımı Can Kod Belka ve Strelka Caillou f % f % f % Uygun cinsiyet rol € 18 100 7 37 6 46 Uygun olmayan cinsiyet rol (K) 0 0 12 63 7 54 Rekabetçi € 0 0 0 0 14 74 Yardımlaşma ve işbirliği (K) 11 100 13 100 5 26 Toplam Erkeksilik 18 62 7 22 20 62,5 Toplam Kadınsılık 11 38 25 78 12 37,5 Çizelge 5’teki veriler incelendiğinde, Türkiye ve Kanada daha çok erkeksi kültürel boyutta iken Rusya kadınsı kültürel boyuttadır. Rusya yapımı çizgi film kadınsı kültürü en çok yansıtan çizgi filmidir (%78). Türkiye %38 oranla ikinci sırada, Kanada %37.5 oranla son sırada yer almaktadır. Buna karşın Kanada (%62,5) ile Türkiye (%62) yapımı çizgi filmler küçük farkla en erkeksi olduğu tespit edilmiştir. Rusya yapımı çizgi film ise %22 oranla erkeksilik boyutunda son sırada yer almaktadır. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 5’te verilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi Türkiye ve Kanada yapımı çizgi filmler erkeksi kültürel boyut tarafında iken Rusya yapımı çizgi film ise bu boyutun kadınsı olan tarafında yer almaktadır. Şekil 5 Çizgi Filmlerdeki Erkeksilik – Kadınsılık Boyut Dağılımı Karakterlerin geleneksel toplumun cinsiyet rollerine uygun davranışının sıklığının ölçümü çizelgede “uygun cinsiyet rol” olarak kısaltılmıştır. Karakterlerin geleneksel toplumun cinsiyet rollerine uygun olmayan davranışının sıklığının ölçümü ise çizelgede “uygun olmayan cinsiyet rol” olarak kısaltılmıştır. Uygun cinsiyet rol boyutunda Türkiye %100 oranla birinci sırada yer alırken Kanada %46 oranla ikinci sıradadır. Rusya ise %37 oranla sonuncu sırada yer almaktadır. Bu boyutta çıkan verilerin sonuçlar toplam sıralama değerleriyle aynı düzeydedir. 109 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Çizelge 5’te karakterlerin rekabetçi davranışlarının sıklığının ölçümü “rekabetçi” olarak kısaltılırken karakterlerin işbirliğine ve yardımlaşmaya dayalı davranışlarının sıklığı “yardımlaşma ve işbirliği” olarak kısaltılmıştır. Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmlerde rekabetçi davranış örneklerine hiç rastlanmamışken Kanada yapımı çizgi filmde %74 oranında çıkmıştır. Yardımlaşma ve işbirliği boyutu açısından Türkiye ve Rusya %100 oranla aynı seviyede çıkmışken Kanada %26 oranında ölçülmüştür. Elde edilen verilere göre genel sıralama sonuçlarına göre Rusya ve Türkiye farklılık göstermiştir. Hofstede’ın yaptığı çalışmaların bulgularına göre 76 ülke içinde erkeksilik kültürel boyutta Kanada 34-36’ıncı sıralardayken Türkiye 43-45’inci sırada yer almakta, Rusya ise 64’üncü sırada yer almaktadır. Kadınsılık kültüre sahip toplumlarda kadın ve erkekler hassas, duyarlı ve ilişki odaklıdırlar. Bu toplumlardaki ailelerde hem anne hem baba duygu ve hislerle ilgilenmektedirler. Erkek ve kız çocuklar eğlenmek için oyun oynarlar. Erkeksilik kültüre sahip toplumlarda ise erkeklerin iddialı, hırslı ve çetin olması beklenirken kadınların ise hassas, duyarlı ve ilişki odaklı olmaları beklenmektedir. Bu kültüre sahip ailelerde erkekler somut olgularla ilgileniyorken kadınlar duygularla ilgilenir. Erkek çocuklar yarışmak için uyun oynarlarken kızlar ise eğlenmek ve birlikte zaman geçirmek için oyun oynarlar (Hofstede ve diğerleri, 2010)16. Can adlı çizgi filmde anne-baba rolü geleneksel toplum cinsiyet rolüne sahiptir. Anne evde ev işleri ve çocuk bakımı ile ilgilenirken baba ise iş yapar ve para kazanır. Anne duygularla ilgilenirken baba somut olgularla ilgilenmektedir. Caillou adlı çizgi filmde anne beş bölüm boyunca çocuklarla ilgilenmiş baba ise tamir işleriyle uğraşmış ve işe gitmiştir. Belka ve Strelka adlı çizgi filmde baba, anneden daha sert bir yapıya sahiptir. Fakat diğer iki filmden farklı olarak anne de işe gitmiştir. Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmlerin benzer tarafları her ikisinde de rekabetçi davranışlara rastlanmazken yardımlaşma ve işbirliği %100 oran ile ölçülmüştür. 3.6. Yüksek-Düşük Derecede Belirsizlikten Kaçınma Boyutundan Elde Edilen Bulgular ve Yorum Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen yüksek-düşük derecede belirsizlikten kaçınma kültürel boyutuna özgü mesajların sayımı yapılmış, bu şekilde elde edilen veriler Çizelge 6’de gösterilmiştir. 16 Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the Mind. McGraw-Hillbooks. 110 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … Çizelge 6: Çizgi Filmlerdeki Yüksek-Düşük Derecede Belirsizlikten Kaçınma Boyut Dağılımı Can Belka ve Strelka % f % Caillou Kod f f % Olumsuz durumlar (Y) 2 0 Olumlu durumlar (D) 1 5 Kaygıyı bastırma (D) 2 1 Kaygıyı dışa vurma (Y) 1 1 Hazır bilgi (Y) 1 3 Deneme yanılma (D) 0 5 Bilmiyorum (D) 1 1 Her şeyi biliyorum (Y) 1 0 6 Kural var (Y) 2 5 3 Kural yok (D) 1 0 10 Toplam Yüksek Derece 7 58 28 93 13 37 Toplam Düşük Derece 5 42 2 7 22 63 Çizelge 6’da görüldüğü gibi yüksek-düşük derecede belirsizlikten kaçınma kültürel boyut dağılımı içeren toplam frekans ve oranlar karşılaştırıldığında, Rusya %93 oranında birinci sırada yer alırken Türkiye %58 oranla ikinci sırada, Kanada ise %37 oranında son sırada yer almıştır. Buna karşın Kanada yapımı çizgi film (%63) düşük derecede belirsizlikten kaçınan kültürü en çok yansıtan çizgi filmdir. Türkiye yapımı çizgi film ise %42 oranla düşük derecede belirsizlikten kaçınan kültürü temsil ederken, Rusya yapımı çizgi film en düşük oranla %2 düşük derecede belirsizlikten kaçınma kültürel boyutta son sırada yer almaktadır. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 6’da verilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi film düşük belirsizlikten kaçınan kültürel boyut tarafında iken, Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmler ise bu boyutun karşı olan tarafında yer almaktadır. 111 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Şekil 6 Çizgi Filmlerdeki Yüksek – Düşük Derecede Belirsizlikten Kaçınma Boyut Dağılımı Karakterlerin evin dışında iken olumsuz durumlar ve karakterlerle karşılaşmalarının sıklığı “olumsuz durumlar” olarak olumlu durumlar ve karakterlerle karşılaşmalarının sıklığı ise “olumlu durumlar” olarak kısaltılmıştır. Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmlerde evin dışında iken olumlu durumlar ve karakterle karşılaşma birer defa ölçülürken Kanada yapımı çizgi filmde beş defa ölçülmüştür. Olumsuz durum ve karakterlerle karşılaşma ise Türkiye ve Rusya yapımı filmde ikişer defa rastlanırken Caillou’da rastlanılmamıştır. Bu kodun ölçülmesinde yeterli frekansa ulaşılamadığı için yüzdelik oran hesaplanamamıştır. Çizelge 6’da karakterlerin asabiyet, kızgınlık ve kaygılarını kontrol etmesi veya bastırması sıklığı “kaygıyı bastırma” olarak kısaltılmışken, dışa vurma sıklığı ise “kaygıyı dışa vurma” olarak kısaltılmıştır. Kanada ve Türkiye yapımı çizgi filmde kaygıyı dışa vurma birer defa ölçülmüşken Rusya yapımı çizgi filmde 21 defa ölçülmüştür. Bu kodun ölçülmesinde yeterli frekansa ulaşılamadığı için yüzdelik oran hesaplanamamıştır. Karakterlerin bir şey öğrenirken hazır bilgiyi alarak öğrenmesi sıklığı Çizelge 6’da “hazır bilgi” olarak, yanılma yoluyla öğrenmesi sıklığı ise “deneme-yanılma” olarak kısaltılmıştır. Hazır bilgi ölçümüne göre Caillou adlı çizgi filmde üç örneğe rastlanmışken Can adlı çizgi filmde bir adet, Belka ve Strelka’da ise uygun örneğe rastlanmamıştır. Deneme-yanılma yoluyla öğrenme biçiminde Caillou adlı çizgi filmde beş örnek, Belka ve Strelka’da bir örneğe rastlanmışken Can adlı çizgi filmde rastlanmamıştır. Yeterli frekansa ulaşılamadığı için yüzdelik hesaplanmamıştır. Yetişkin karakterlerin çocuk karakterlerin sorularına cevap verememesinin sıklığı Çizelge 6’da bilmiyorum olarak kısaltılmıştır. Yetişkin karakterlerin çocuk karakterlerin sorularına cevap vermesinin sıklığı ise “her şeyi biliyorum” olarak kısaltılmıştır. Her şeyi biliyorum kod sayımında Can adlı çizgi filmde ve Caillou adlı filmde birer örneğe rastlanmışken, Belka ve Strelka çizgi filminde ise rastlanmamıştır. Bu kod yeterli frekansa ulaşmadığı için yüzdelik olarak hesaplanmamıştır. Kuralların öğretilmesi ve hatırlatılmasının sıklığı Çizelge 6’da “kural var” olarak, kuralların yer almaması ise “kural yok” olarak kısaltılmıştır. Belka ve Strelka 112 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … %100 oranla kural var boyutunda birinci sırada yer almıştır. Can %67 oranla ikinci sırada ve Caillou ise %23 oranla son sırada yer almıştır. Bu kodun ölçümüyle elde edilen sonuçlar genel toplam sıralamasına göre uyum arz etmektedir. Şekil 6’da görüldüğü üzere Caillou düşük derecede belirsizlikten kaçınma boyutuna en yakın konumdayken Can orta taraflarda, Belka ve Strelka ise diğer uç taraftadır. Hofstede’ın bulgularına göre yüksek belirsizlikten kaçınan kültür boyutunda 76 ülke içinde Rusya sekizinci sırada, Türkiye 23-25’inci sırada Kanada ise 6263’üncü sırada bulunmaktadır. Bu kodun sayımından elde edilen sonuçlar Hofstede’ın çalışmalarıyla örtüşmektedir. Yüksek derecede belirsizlikten kaçınan kültürlerde kaygı seviyesi, düşük derecede belirsizlikten kaçınan kültürlere göre daha yüksek olduğu görülmektedir. Yüksek derecede belirsizlikten kaçınan kültürlerde yeni şeylerin tehlikeli olduğu algılanırken diğerinde ise yeni şeyler ilgi çekici ve fırsat olarak algılanmaktadır. Yüksek derecede belirsizlikten kaçınan kültürlerde aile hayatı nesilden nesile geçen stresli bir hayattır. Hem çocukların hem ebeveynlerin olumlu ve olumsuz duyguları gerekli zaman ve yerlerde dışarıya vurmaktadırlar. Düşük derecede belirsizlikten kaçınan kültürlerde ise asabiyet ve duygular dışa vurulmamalıdır. Aynı zamanda düşük kültürlerde kurallar az ve hafifken diğerinde ise sıkı kurallar sistemi vardır. Yüksek derecede belirsizlikten kaçınan kültürlerde büyüklerin her şeyi bilmesi beklenirken diğerinde böyle bir beklenti yoktur; çünkü belirsiz durumlara karşı tolerans yüksektir (Hofstede ve diğerleri 2010)17. Caillou adlı çizgi filmde karakterler sadece olumlu karakterlerle ve durumlarla karşılaşırken Can ile Belka ve Strelka’da ki karakterler ise daha çok olumsuz durumlar ve karakterlerle karşılaşmışlardır. Kaygının dışa vurulmasında en sık ölçüm Belka ve Strelka adlı çizgi filmde gerçekleşmiştir. Bunun sebebi karakterlerin evin dışında iken antagonist karakterlerle bol karşılaşmaları ve kuralların bozulmasındandır. Bunun yanında bu çizgi film stresli ve heyecan dolu bir filmdir. Can ve Caillou adlı film ise genel olarak sakin bir yapıya sahiptir. 3.7. Uzun ve Kısa Yönelim Boyutundan Elde Edilen Bulgular ve Yorum Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen uzun ve kısa yönelim boyutuna özgü mesajların sayımı yapılmış ve elde edilen veriler Çizelge 7’de gösterilmiştir. 17 Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the Mind. McGraw-Hillbooks. 113 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Çizelge 7 Çizgi Filmlerdeki Uzun-Kısa Yönelim Boyut Dağılımı Can Belka ve Strelka % f % Caillou Kod f f % Çaba (U) 0 1 0 Şans (K) 0 0 0 Savurganlık (K) 0 0 0 Tutumluluk ve tasarruf (U) 2 0 0 Sebat (U) 1 5 1 Kolay vazgeçme (K) 0 0 0 Eğlendirici hediye (K) 1 0 2 Eğitici hediye (U) 1 0 1 Toplam Uzun Yönelim 4 80 6 100 2 50 Toplam Kısa Yönelim 1 20 0 0 2 50 Çizelge 7’deki genel toplam veriler incelendiğinde, Belka ve Strelka uzun yönelim kültürel boyutta %100 oranla birinci sırada yer alırken Can %80 oranla ikinci sırada, Caillou ise %50 oranla son sırada yer almaktadır. Buna karşın kısa yönelim kültürel boyutta Caillou %50 oranla birinci sırada iken Can %20 oranla ikinci sıradadır. Belka ve Strelka adlı çizgi filmin ise kısa yönelimli kültürü temsil etmediği tespit edilmiştir. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 7’de verilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi film uzun-kısa yönelim kültürel boyut çizgisinin tam ortasında yer alırken Türkiye yapımı çizgi film uzun yönelim kültürel boyutta yer almaktadır. Rusya yapımı çizgi filmin konumu ise uzun yönelim kültürel boyutunun en baş tarafındadır. Şekil 7 Çizgi Filmlerdeki Uzun – Kısa Yönelim Boyut Dağılımı Karakterlerin başarıyı kendi çabası ile ilişkilendirmesinin sıklığı Çizelge 7’de “çaba” olarak, başarıyı şans ile ilişkilendirmesinin sıklığı ise “şans” olarak kısaltılmıştır. Karakterlerin başarıyı çaba ile ilişkilendirmesinin örneğine Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka’da bir adet olarak rastlanmıştır. Diğer kodlar için 114 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … bir örneğe rastlanmamıştır. Frekans değerinin yeterli seviyede olmamasından dolayı yüzdelik hesap yapılmamıştır. Karakterlerin eski eşyaları atması ve yerine yenisini almasının sıklığı “savurganlık” olarak, eski eşyaları tamir etmesi ve kullanmaya devam etmesi sıklığı ise “tutumluluk ve tasarruf” olarak kısaltılmıştır. Can adlı çizgi filmde tutumluluk ve tasarruf için iki örneğe rastlanmışken diğer filmlerde örneğe rastlanmamıştır. Frekans değerinin yeterli seviyede olmamasından dolayı değerlendirmeye alınmamıştır. Karakterlerin zorluklara dayanma ve zorlukları aşma sıklığı Çizelge 7’de “sebat” olarak, zorluklara karşı pes etme sıklığı ise “kolay vazgeçme” olarak kısaltılmıştır. Sebat boyutunda Belka ve Strelka adlı çizgi filmde beş adet örneğe rastlanmışken Can ve Caillou adlı filmde birer adet örneğe rastlanmıştır. Kolay vazgeçme örneğine ise izlenilen örneklem filmlerde rastlanılmamıştır. Yeterli frekans sayısı elde edilemediği için yüzdelik hesaba katılmamıştır. Karakterlere eğlendirici ve sevindirici hediye vermenin sıklığı Çizelge 7’de “eğlendirici hediye” olarak, eğitici hediye vermenin sıklığı ise “eğitici hediye” olarak kısaltılmıştır. Caillou adlı çizgi filmde eğlendirici ve sevindirici hediye verme kodunda iki örneğe, Can için bir örneğe rastlanılmıştır. Can ve Caillou adlı filmde eğitici hediye verme kodunda birer adet örneğe rastlanılmıştır. Belka ve Strelkada bir örneğe rastlanılmamıştır. Hofstede’ın bulgularına göre 93 ülke içinde uzun yönelimli kültürel boyut dağılımında Rusya 10-11’inci, Türkiye 23-25’inci ve Kanada 62-63’üncü sıralarda yer almaktadır. Bu çalışmanın sonuçları Hofstede’ın genel toplam sıralamasındaki sonuçlarla uyum içindedir. Hofstede’ a göre kısa yönelim kültürlerinde harcamaya karşı toplumsal baskı varken uzun yönelimli kültürlerde ise tutumluluk ve tasarruf ön plandadır. Uzun yönelimli kültürlerde insanlar kendi başarılarını kendi çabaları ile ilişkilendirirken kısa yönelimli kültürlerde şans ile ilişkilendirmektedirler. Kısa yönelimli kültürlerde çabaların hızlı sonuçlar vermesi beklenirken uzun yönelimli kültürde ise sebat ve devam eden çabanın yavaş yavaş sonuçlara ulaştırması beklenmektedir. Uzun yönelimli kültürlerde çocuklar için hediye seçilirken daha çok eğiticilik ön plandayken kısa yönelimde ise sevindirme ve eğlendirme ön plandadır (Hofstede ve diğerleri, 2010)18. Bu kategorinin çoğu kodunda yeterli frekansa ulaşılamadığı için kodlar ayrı ayrı değerlendirilmemiş ancak genel değerlendirme Hofstede’ın sonuçlarıyla örtüşmektedir. 18 Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the Mind. McGraw-Hillbooks. 115 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ 3.8. Zevke Düşkünlük-Kendini Kısıtlama Boyutundan Elde Edilen Bulgular ve Yorum Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen zevke düşkünlükkendini kısıtlama boyutuna özgü mesajların sayımı yapılmış ve elde edilen veriler Çizelge 7’de gösterilmiştir. ğılımı Çizelge 8 Çizgi Filmlerdeki Zevke Düşkünlük-Kendini Kısıtlama Boyut DaCan Belka ve Strelka Caillou Kod f % f % f % Eğlenme ve arkadaşlar (Z) 2 18 2 13 10 59 Çalışma ya da iş yapma (K) 9 82 13 87 7 41 Çizelge 8’den elde edilen verilere göre Belka ve Strelka %87 oranla kendini kısıtlayan kültürel boyutu yansıtmaktayken Can %82 oranla ikinci sırada Caillou ise %41 oranla son sırada yer almaktadır. Buna karşın Caillou %59 oranla zevke düşkün olan kültürü birinci sırada temsil ederken Can 18% oranla onu takip etmektedir. Belka ve Strelka ise 13% oranla en düşük derece ile zevke düşkün kültürü yansıtmaktadır. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 8’de verilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi filmin konumu daha çok zevke düşkünlük kültürel boyut tarafına yakın iken Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmlerin konumları daha çok kendini kısıtlayan kültürel boyut tarafındadır. Şekil 8 Çizgi Filmlerdeki Zevke Düşkünlük – Kendini Kısıtlama Boyut Dağılımı Hofstede’a göre zevke düşkün kültürel boyutta 93 ülke içinde Kanada 1517’inci sırada Türkiye 37-38’inci sırada Rusya ise 77-80’inci sıradadır (Hofstede 2010). Rusya ve Türkiye yapımı çizgi filmdeki karakterler eğlencenin yanında bir işle meşgul olmaktadırlar. Kanada yapımı çizgi filmde ise karakterler daha çok arkadaşlarıyla zaman geçirmektedirler. Hofstede’a göre zevke düşkün kültürlerde boş zaman kendin kısıtlayan kültüre göre daha önemlidir. Bu kodlardan elde edilen sonuçlar Hofstede’ın buğularıyla birebir örtüşmektedirler. 116 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … 3.9. Monokronik-Polikronik Boyuttan Elde Edilen Bulgular ve Yorum Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen monokronikpolikronik boyuta özgü mesajların sayımı yapılmış ve elde edilen veriler çizelge 9’da gösterilmiştir. Çizelge 9: Çizgi Filmlerdeki Monokronik-Polikronik Boyut Dağılımı Can Kod Belka ve Strelka Caillou f % f % f % Bir iş yapma (M) 18 82 10 77 34 100 Birkaç iş yapma (P) 4 18 3 23 0 0 İşi tamamladıktan sonra (M) 10 38 3 15 31 91 İşi tamamlamadan (P) 16 62 17 85 3 9 Planlı (M) Plansız (P) 2 7 22 78 2 7 22 78 5 1 83 17 İş önemli (M) 0 0 1 İlişki önemli (P) Toplam Polikronik Toplam Monokronik 1 28 30 3 30 15 3 7 71 48 52 67 33 9 91 Çizelge 9’daki genel toplam veriler incelendiğinde, monokronik-polikronik boyut dağılımı açısından Caillou adlı çizgi film %91 oranla birinci sırada yer alırken Can %52 oranla ikinci sıradadır. Belka ve Strelka ise %33 oranla son sırada yer almaktadır. Buna karşın Belka ve Strelka %67 oranla polikronik kültürü en çok yansıtan çizgi film iken Can bu kültürel boyutu daha düşük derece ile temsil etmektedir. Caillou ise %9 oranla en düşük derece ile polikronik kültürü yansıtmaktadır. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmin bu boyuttaki konumu Şekil 9’da verilmiştir. Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi filmin konumu en çok monokronik kültürel boyut tarafındadır. Türkiye yapımı çizgi filmin konumu nerdeyse çizelgenin ortasındadır fakat yine de daha çok polikronik tarafına yakındır. Rusya yapımı çizgi film ise polikronik kültürel boyuta en yakındır. Şekil 10: Çizgi Filmlerdeki Monokronik – Polikronik Boyut Dağılımı 117 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Karakterlerin bir zaman diliminde bir iş yapma sıklığı kodu Çizelge 9’da “bir iş olarak bir zaman diliminde birkaç iş yapma sıklığı ise “birkaç iş” olarak kısaltılmıştır. Caillou bir iş yapma kodunda %100 oranla birinci sırada yer alırken Can %82 oranla ikinci sıradadır. Belka ve Strelka %77 oranla son sırada yer almaktadır. Bu sonuçlar genel sıralama toplamı ile uyum sağlamaktadır. Karakterlerin bir işi tamamladıktan sonra başka bir işe geçme sıklığı “işi tamamladıktan sonra” olarak, bir işi tamamlamadan başka bir işe geçme sıklığı ise “işi tamamladıktan sonra” olarak kısaltılmıştır. Caillou bir işi tamamladıktan sonra kod sayısında %91 oranla birinci sırada yer alırken Can %38 oranla ikinci sıradadır. Belka ve Strelka ise %15 oranla son sırada yer almaktadır. Bu sonuçlar genel sıralama toplamı ile uyum sağlamaktadır. Karakterlerin işlerinde plan olması sıklığı” planlı” olarak, plansızlık ve belirsizlik durumu sıklığı ise “plansız” olarak kısaltılmıştır. Planlı kod sayımında Caillou %83 oranla birinci sırada yer alırken Belka ve Strelka ile Can %22 oranla ikinci sırada yer almaktadır. Bu kod sayımı Caillou için uyum sağlarken Can ile Belka ve Strelka için farklılık göstermektedir. Karakterlerin ilişkilerinden daha ziyade işine önem vermesi sıklığı “işe yönelimli” olarak kısaltılmışken, işinden daha ziyade ilişkilerine önem vermesi sıklığı “ilişki önemli” olarak kısaltılmıştır. İş önemli kod sayımında Caillou adlı çizgi filmde bir örnek tespit edilirken Can ile Belka ve Strelka için bir örneğe rastlanılmamıştır. İlişki önemli kod sayımınsa ise Caillou ile Belka ve Strelka adlı çizgi filmde üçer örnek tespit edilmişken Can adlı çizgi filmde bir örneğe rastlanılmıştır. Bu kodların sayımından çıkan sonuçların yeteri kadar frekans sayısı vermediği için yüzdelik olarak hesaplanmamıştır. Hall’a göre monokronik zaman algılaması eylemleri birbiri ardınca belirli zaman dilimleri içinde gerçekleştirme eğilimini ifade ederken polikronik zaman algılaması ise birçok eylemi verilen toplam zaman içinde bir arada gerçekleştirme eylemini ifade etmektedir. Monokronik kültürler için zaman maddi bir değerdir. Bu sebepten zaman planlanır ve bu plana uyulur. Aynı zamanda monokronik kültürler için ilişkilerden ziyade iş önemlidir. Polikronik kültürler için planlanan işten ziyade ilişki daha önemlidir (Hall, 1976). Bu çalışmanın bulgularına göre Kanada yapımı çizgi film monokronik kültürü en çok yansıtan filmdir. Caillou’daki karakterler beş bölüm boyunca sadece bir işi bir zaman diliminde yapmaktadırlar; çoğu zaman bir işi tamamlamadan başka işlere geçmemektedirler; aktiviteler önceden yapılmış plana göre ilerlemektedir. Boyutun diğer ucunda bulunan Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka polikronik kültürü 118 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … en çok yansıtan çizgi filmdir. Belka ve Strelka filmindeki karakterler çoğu defa bir zaman dilimi içinde birçok işi yapma eğilimindedirler; bir iş tamamlamadan başka bir işe geçmektedirler; aktiviteler plansız bir şekilde ilerlemektedir. İlişkilere önem vermektedirler. Can adlı film ise daha çok monokronik kültür boyutuna yakın iken aynı zamanda polikronik kültürden de uzak değildir. Türkiye, Rusya ve Kanada yapımı çizgi filmlerde verilen 9 boyutlara özgü mesajların sayımı yapılmış ve elde edilen veriler çizelge 10’da gösterilmiştir. Çizelge 10: Çizgi Filmlerdeki Bütün Kategorilerin Toplam Dağılımı Can Belka ve Strelka Caillou Kategori f % f % f % Bireycilik 108 65 62 53 128 82 Toplulukçuluk 59 35 55 47 29 18 Düşük Bağlam 18 35 11 26 46 77 Yüksek Bağlam 33 65 32 74 14 23 Dolaylı Olumsuz Geribildirim 3 100 0 0 1 100 Dolaysız Olumsuz Geribildirim 0 0 6 100 0 0 Dar Güç Aralığı 20 27 12 31 72 85 Geniş Güç Aralığı 55 73 27 69 13 15 Erkeksilik 18 62.00 7 22 20 62.50 Kadınsılık 11 38 25 78 12 37.50 Düşük Belirsizlikten Kaçınma 5 42 2 7 22 63 Yüksek Belirsizlikten Kaçınma 7 58 28 93 13 37 Kısa Yönelim 1 20 0 0 2 50 Uzun Yönelim 4 80 6 100 2 50 Zevke Düşkünlük 2 18 2 13 10 59 Kendini Kısıtlama 9 82 13 87 7 41 Monokronik 30 52 15 33 71 91 Polikronik 28 48 30 67 7 9 Çizelge 10’daki 9 kategorilerin genel toplam veriler incelendiğinde, Can adlı çizgi film daha çok bireyci kültürü yansıtmaktadır ve %65 oranla bu boyutta ikinci 119 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ sırada yer almaktadır. Buna karşın Can %35 oranla toplulukçu kültürü yansıtmada ikinci sırada yer almaktadır. Aynı zamanda daha yüksek bağlamlı kültürü %65 oranla yansıtmakta ve diğer çizgi filmlere göre ikinci sırada yer almaktadır. Can, düşük bağlamlı kültürü %35 oranla ikinci sırada yansıtmaktadır. Dolaylı olumsuz geribildirim oranı %100 iken dolaysız olumsuz geribildirime bu çizgi filmde hiç rastlanmamıştır. Türkiye yapımı çizgi film %73 oranla en çok geniş güç aralığı olan kültürü yansıtan filmdir. Buna karşın Can en düşük derecede dar güç aralığı kültürü yansıtmaktadır. Kadınsılık-erkeksilik kültürel boyutta Can, erkeksilik kültürel boyutuna daha yakındır (%62) ve erkeksi kültürü diğer çizgi filmlerle karşılaştırıldığında Caillou’den sonra ikinci sırada yer almaktadır. Buna karsın bu çizgi film kadınsı kültürel boyutu büyük farkı ile Belka ve Strelka’dan sonra %38 oranla yansıtmaktadır. Can çizgi filmi %58 oranla daha çok yüksek derecede belirsizlikten kaçınan kültürü yansıtmaktadır ve diğer çizgi filmlerle karşılaştırıldığına ikinci sırada yer almaktadır. Buna karşın ise düşük derecede belirsizlikten kaçınma kültürel boyutta %42 oranla Caillou’dan sonra yer almaktadır. Can, uzun yönelimli kültürü %80 oranla ikinci sırada yansıtırken kısa yönelimli kültürü Caillou’dan büyük farkı ile ikinci sırada yansıtmaktadır (%20). Can çizgi film (%82) daha çok kendini kısıtlayan kültürü yansıtmakta iken zevke düşkün kültürü Caillou’dan büyük farkı ile ikinci sırada (%18) yansıtmaktadır. Can diğer çizgi filmlerle karşılaştırıldığında monokronik kültürel boyut açısından % 52 oranla ikinci sırada, polikronik kültürel boyut açısından ise % 48 oranla yine ikinci sırada bulunmaktadır. Çizelge 10’daki 9 kategorilerin genel toplam veriler incelendiğinde, Belka ve Strelka Rusya yapımı çizgi filmi daha çok bireyci kültürü (%53) yansıtırken aynı zamanda da diğer çizgi filmlerle karşılaştırıldığında en çok toplulukçu kültürü (%47) yansıtan filmdir. Bu çizgi filmi en çok yüksek bağlamlı kültürü yansıtmakta olup bu oran %74’tür. Buna karşın düşük bağlamlı (%26) kültürü son sırada yansıtmaktadır. Belka ve Strelka çizgi filmindeki karakterler, olumsuz geri bildirimi dolaysız bir şekilde vermişlerdir. Diğer çizgi filmlerde dolaysız olumsuz geri bildirimle hiç rastlanmamışken Belka ve Strelka dolaysız olumsuz geri bildirim %100 oranı ile birinci sıradadır. Bu çizgi film geniş güç aralığı olan kültürü (%69) Can’dan sonra ikinci sırada yansıtırken dar güç aralığı da %31 oranla büyük farkı ile Caillou’den sonra ikinci sırada yansıtmaktadır. Belka ve Strelka çizgi filmi diğer çizgi filmlere göre %78 oranı ile en çok kadınsı kültürü yansıtan çizgi film olarak öne çıkmaktadır. Buna karşın bu çizgi film erkeksilik kültürel boyutta son sırada yer almaktadır (%22). Belka ve Strelka çizgi filmi, diğer çizgi filmlere göre %93 oran ile en çok yüksek derecede belirsizlikten kaçınan kültürü yansıtmaktadır. Bu çizgi film aynı zamanda 120 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … en çok düşük derecede belirsizliğe karşı toleransı olan (%7) çizgi filmdir. Belka ve Strelka çizgi filmi, diğer çizgi filmlere göre %100 oran ile en çok uzun yönelimli kültürü yansıtmaktadır. Aynı zamanda da bu çizgi filmi, kendini kısıtlama kültürü %87 oranla en çok yansıtan çizgi film iken buna karşın zevke düşkün kültürü (%13) diğer çizgi filmlerle karşılaştırıldığında en düşük derecede yansıtmaktadır. Belka ve Strelka çizgi filmi, %67 oran ile diğer çizgi filmlere göre en çok polikronik kültürünü yansıtmaktadır. Buna karşın Belka ve Strelka %33 oranla en düşük derecede monokronik kültürü yansıtmaktadır. Çizelge 10’daki 9 kategorilerin genel toplam veriler incelendiğinde, Caillou adlı çizgi film bireyci kültürel boyutu %82 oranla en çok yansıtan çizgi film iken buna karşın toplulukçu kültürü (%18) en düşük derecede yansıtan çizgi film olduğunu tespit edilmiştir. Caillou aynı zamanda düşük bağlamlı kültürü (%77) en çok yansıtan çizgi film iken yüksek bağlam (%23) kültürel boyutta da en son sırada yer almaktadır. Caillou’de dolaylı olumsuz geribildirim oranı %100 iken dolaysız olumsuz geribildirime rastlanmamıştır. Caillou %85 oranla en çok dar güç aralığı kültürel boyutunu yansıtan çizgi film iken geniş güç aralığı (%15) kültürel boyutta son sırada yer almaktadır. Bu çizgi film erkeksilik kültürel boyutta %62.5 oranla Can’dan çok küçük farkı ile ön sırada bulunmaktadır. Caillou, düşük derecede belirsizlikten kaçınma kültürel boyutunda %63 oranla ilk sırada yer alırken yüksek derecede belirsizlikten kaçınan (%37) kültürü en düşük derecede yansıttığını tespit edilmiştir. Bu çizgi filmde hem uzun yönelim hem de kısa yönelim davranışları eşit oranda çıkmaktadır. Ancak uzun yönelim boyutunda diğer çizgi filmlerle karşılaştırıldığında sonuncu sırada yer almaktadır (%50). Caillou adlı çizgi film %59 oranla diğer çizgi filmlere göre en çok zevke düşkün kültürü yansıtırken buna karşın kendini kısıtlayan (%41) kültürü en düşük derecede yansıtmaktadır. Caillou diğer çizgi filmlere göre en çok monokronik (%91) kültürü yansıtırken sadece %9 oranla polikronik kültürü yansıttıgını tespit edilmiştir. Üç farklı ülke yapımı çizgi filmlerin 9 kültürel boyutlardaki konumları Şekil 10’da verilmiştir. 121 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Şekil 11: Çizgi Filmlerdeki 9 Kültürel Boyutlar Dağılımı Şekilde görüldüğü gibi Kanada yapımı çizgi film Caillou’nun 9 farklı kültürel boyuttaki konumları kırmızı kare ile gösterilmiştir. Türkiye yapımı Can adlı çizgi filmin konumu mavi üçgen ile gösterilmiş olup Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka’nın konumu ise yeşil daire ile gösterilmiştir. Her bir çizgi film için belirlenen konumlar çizgilerle birleştirilerek genel konumun nerde olduğu belirlenmiştir. Yüzdelik hesaplaması için çizelgede soldan sağa doğru 0 ve 100 arası birim oluşturulmuş ortası elli olarak hesaplanmıştır. 0-50 arası birimler sol taraftaki kültürel boyutu, 50-100 arası birimler sağ taraftaki kültürel boyutu yansıtmaktadır. Bu sayım Hofstede’ın web sitesindeki ölçüm sistemi baz alınarak yapılmıştır. Caillou’nun genel kültürel konumu şekilde 50-100 arası değerlerde çıkmıştır. Dolayısıyla Caillou sağ taraftaki kültürel boyutları temsil etmektedir. Bunlar 122 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … bireycilik, düşük bağlam, dolaylı geribildirim, dar güç aralığı, erkeksilik, düşük belirsizlikten kaçınma, kısa yönelim, zevke düşkünlük ve monokronik kültürel boyutlardır. Ancak Can adlı çizgi film ile dolaylı geribildirim ve erkeksilik kültürel boyut ölçümünde aynı değere sahip olduklarını görülmektedir. Caillou bireyci kültürel boyutu en çok yansıtan çizgi filmdir. “Ben” sözcüğü ya da ben’li cümlelerin kullanım oranı diğer çizgi filmlere göre yüksektir. Bununla birlikte Caillou’daki karakterlerde daha çok bireysel fikirlerin hâkim olduğu görülmektedir. Mutluluğu dışa vurma oranında da diğer çizgi filmlerden yüksek değere sahiptir. İzlenen 5 bölüm boyunca geniş aile karakterlerine rastlanmamıştır. Diğer taraftan bu çizgi film düşük bağlamlı kültürü en çok yansıtan filmdir. Bu çizgi filmde karakterlerin daha çok “hayır” sözcüğünü kullanarak zıt görüşü dolaysız bildirimde diğer çizgi filmlere göre daha fazla kullanıldığı görülmüştür. Caillou’daki karakterler sadece açık ve net iletişimi kullanmışlar ve imalı ve katmanlı iletişime izlenilen bölümlerde rastlanmamıştır. Belirgin beden dili kullanımının görülmesine rağmen diğer çizgi filmlere göre daha az kullanıldığı görülmüştür. İzlenen beş bölüm boyunca dolaysız olumsuz geribildirim örneklerine rastlanmamışken, dolaylı olumsuz geribildirim örneğine rastlanmıştır. Aynı zamanda Caillou dar güç aralığı kültürel boyutu en çok yansıtan çizgi filmdir. Bu çizgi filmde küçük karakterler büyük karakterlere ve büyük karakterler küçük karakterlere diğer çizgi filmlere göre eşit statüde davranma oranında daha yüksektir. Küçük karakterlere karşı küçültücü sıfatlar kullanılmamakta karakterler birbirlerine isimleri ile hitap etmektedirler. Caillou’da ki karakterler diğer çizgi filmlere göre başka karakterlerin fikirlerini sorgulamakta ve itiraz etmektedirler. Aynı zamanda bu çizgi filmdeki karakterler başkalarının insiyatifleri ile değil daha çok kendi inisiyatifleri doğrultusunda hareket etmektedirler. Erkeksilik kültürel boyutta diğer çizgi filmlere göre daha yüksek değere sahiptir. Bu çizgi filmde rekabetçi davranışlara diğerlerine göre daha fazla rastlanmıştır. Bireylerin toplumsal cinsiyet rollerini yerine getirip getirmeme özellikleri açısından değerlendirildiğinde, Caillou çizgi filminde geleneksel topluma uygun olmayan cinsiyet rollerine rastlanmaktadır. Caillou’nun anne ve babasının cinsiyet rollerini yerine getirmelerinde çok fazla bir ayrım olmadığı gözlemlenmiştir. Buna göre, anne karakteri hem evde çocuklarla vakit geçirmekte hem de ev işleri yapmakta ve bunun yanı sıra baba karakterinin özellikleri olan işe gitme ve araç kullanma eylemlerini de gerçekleştirmektedir. Baba karakteri ise işe gitmekle birlikte evde tamir yapmakta ve çocuklarla ilgilenmektedir. Bu çizgi filmdeki karakterler diğer çizgi filmdeki karakterlere göre zamanın çoğunu arkadaşlarıyla oynayarak ve eğlenerek geçirmekte ve bu durum zevke düşkün kültürü yansıtmaktadır. 123 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Monokronik kültürel boyut açısından bakıldığında da diğer çizgi filmlere göre daha yüksek değere sahiptir. Karakterler bir zaman dilimi içinde sadece bir iş ile uğraşmakta ve izlenen bölümlerde aynı zaman dilimi içinde karakterlerin birkaç işi aynı zaman dilimi içinde yaptığı görülmemiştir. Can adlı çizgi filmin genel kültürel konumuna bakıldığında Belka ve Strelka ile Caillou’nun ortasında yer aldığı görülmektedir. Bunlar bireycilik, yüksek bağlam, dolaylı olumsuz geribildirim, geniş güç aralığı, erkeksilik, yüksek belirsizlikten kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve monokronik kültürel boyutlardır. Caillou ile yukarıda belirtilen iki kültürel boyutta aynı değerlere sahiptir. Geniş güç aralığı ve kendini kısıtlama kültürel boyutta Belka ve Strelka ile iki boyutta birbirine yakın değerlere sahiptir. Genel olarak bakıldığında Caillou ile kesişen iki boyut hariç Belka ve Strelka’ya daha yakın konumdadır. Elde edilen bulgulara göre Can adlı çizgi film Caillou ile Belka ve Strelka gibi bireyci kültürü yansıtmaktadır. “Ben” sözcüğü ya da ben’li cümlelerin kullanımı, “biz” sözcüğü ya da bizli cümlelerin kullanımına göre daha fazla yer almaktadır. Bireyci kültürü yansıtmasına rağmen karakterler bireysel fikirlerini ifade etme yerine daha çok fikirlerini gruba danışarak ifade etme eğilimindedirler. Karakterler üzüntünün dışa vurulmasından ziyade daha çok mutluluğu dışarı vurmaktadırlar. Diğer çizgi filmlere bakıldığında geniş aile bireylerine rastlanmamışken Can’da nine ve dede karakterin birçok bölümde görülmüştür. Yüksek bağlamlı kültürü daha çok yansıtmakta ve sadece dolaylı olumsuz geribildirim örneğine rastlanmıştır. Karakterlerin zıt görüşü daha çok dolaylı olarak bildirmeleri gözlemlenmiştir. İmalı ve katmanlı ifadelerin kullanımına rastlanmışken, açık ve net iletişimin daha yaygın olduğu görülmüştür. Belirgin beden dilli kullanımında diğer filmlere oranla daha yaygın olduğu saptanmıştır. Aynı zamanda geniş güç aralığı kültürel boyutu yansıtmaktadır. Küçük karakterler büyük karakterlere saygı göstermekte ve itaat etmekte, büyük karakter ise küçük karakterlere küçültücü sıfatlar kullanarak şefkatle muamele etmektedirler. Karakterler diğer karakterlerin fikirlerini diğer çizgi filmlere göre sorgulamadan kabul etme eğilimindedirler. Aynı zamanda karakterler bireysel fikirleri doğrultusunda hareket etmek yerine başkalarının fikirleri doğrultusunda hareket etme eğilimindedirler. Bu çizgi film kadınsılık-erkeksilik kültürel boyutunda, erkeksilik kültürel boyutuna daha yakındır. Bu yönüyle Caillou adlı çizgi filme benzerlik göstermektedir. Bireyler geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine uygun davranışlar sergilemektedir. Baba işe giderken anne ev işleriyle ilgilenmektedir. Caillou’dan farklı olarak, bu çizgi filminde rekabetçi davranışlara rastlanmamıştır. Bunun yerine yardımlaşmaya dayalı işbirliğinden söz edilebilir. Can çizgi filmi daha çok yüksek 124 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … derecede belirsizlikten kaçınan kültürü yansıtmaktadır ve diğer çizgi filmlerle karşılaştırıldığına ikinci sırada yer almaktadır. Can uzun yönelimli kültürü ikinci sırada yansıtmaktadır. Aynı zamanda da Can monokronik kültürü ikinci sırada yansıtmaktadır. Bu çizgi filmde karakterler bir zaman dilimi içinde bir işi yapma eğilimi göstermekte ve ikinci sırada yer almaktadır. Karakterlerin genellikle bir işi bitirmeden başka bir işe geçmesi kodunda ikinci sıradadır. Bu çizgi film ’de aktiviteler daha çok plansız şekilde gerçekleşmiş olup bu oran Rusya yapımı çizgi film ile aynı değerde bulunmuştur. Can çizgi filminde, karakterler oynama ve eğlenerek zaman geçirme yerine bir iş yapma ve çalışma olarak zaman geçirmekte ile diğer çizgi filmlere göre ikinci sırada yer almaktadır. Böylece Can çizgi filminin, kendini kısıtlama boyutu ön plana çıkmaktadır. Belka ve Strelka adlı çizgi filmin konumu genel itibari ile çıkan değerin 50 birimin altında olmasından dolayı çizelgenin solunda bulunmaktadır. Bunlar yüksek bağlam, dolaysız geribildirim, geniş güç aralığı, kadınsılık, yüksek belirsizlikten kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve polikronik kültürel boyutlardır. Ancak bireyci-toplulukçu kültürel boyut çizgisinde bireyci kültürel boyuta daha yakın sonuç vermiştir. Belka ve Strelka Can adlı çizgi filme daha yakın bir konum arz ederken Caillou adlı çizgi film ile aralarındaki konum daha uzaktır. Elde edilen bilgilere göre Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka değerlendirildiğinde, toplulukçuluk kültürü en çok yansıtan film olduğu görülmektedir. Aynı zamanda, Belka ve Strelka’da “biz” sözcüğü ya da “bizli cümleler” diğer çizgi filmlere göre kullanılma oranı daha yüksektir. Bu çizgi filmde karakterler hata yaptığında hatayı saklama eğilimi göstermiş ve utanç öğesinin en çok görüldüğü çizgi filmdir. Bu çizgi filmde, daha çok bireysel fikirler ifade edilmiştir. Bu kod açısından değerlendirildiğinde Caillou’yu takip etmekte ve ikinci sırada yer almaktadır. Belka ve Strelka çizgi filmi daha çok mutluluğu dışa vurma özelliği ile öne çıkmakta olup ikinci sırada yer almaktadır. Bu çizgi filminde geniş aile yapısına hiç rastlanmadığı gibi yüksek bağlamlı kültürü en çok yansıtan çizgi film olduğu görülmektedir. Karakterlerin imalı ve katmanlı cümle kullanmaları diğer çizgi filmlere göre ön sırada yer almaktadır. Bu çizgi filmde dış grup ve iç grup arasındaki ayrım diğer filmlere göre daha belirgindir. Belirgin beden dili kullanımı ile Can’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Belka ve Strelka çizgi filmindeki karakterler, olumsuz geri bildirimi dolaysız bir şekilde vermişlerdir. Dolaysız olumsuz geri bildirim şekline diğer çizgi filmlerinde rastlanmamıştır. Belka ve Strelka çizgi filmindeki karakterler büyüklere karşı farklı statüde davranma oranı ile ikinci sırada yer almakta ve küçük karakterler büyük karakterlere karşı saygı ve itaat ile davranmaktadır. 125 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ 4. SONUÇLAR Bu çalışmanın amacı doğrultusunda Rusya, Türkiye ve Kanada yapımı üç çizgi filmin 9 kültürel boyut açısından incelemesi yapılmış, benzerlikler ve farklılıklar ortaya çıkarılmaya çalışılmış aynı zamanda hangi kültürel boyutta oldukları tespit edilmiştir. Araştırma sonucunda incelenen 3 çizgi filmin 9 kültürel boyut açısından 0100 arası çizelgede farklı yerlere düşmesinin yanında benzerliklerinin de olduğu tespit edilmiştir. Rusya yapımı çizgi film Belka ve Strelka ile Türkiye yapımı çizgi film Can arasında benzerlikler daha fazla iken Kanada yapımı çizgi film Caillou’nun bu iki çizgi filmden farklı olduğu tespit edilmiştir. Belka ve Strelka ile Can 9 kültürel boyuttan 7’sinde aynı kültürel boyutu yansıtmaktadır. Bunlar bireycilik, yüksek bağlam, geniş güç aralığı, yüksek belirsizlikten kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve polikronik kültürel boyutlardır. Caillou ile Can bireycilik, dolaylı geribildirim ve erkeksilik kültürel boyutları yansıtırken dolaylı geribildirim ve erkeksilik kültürel boyutları aynı değerde yansıttığı tespit edilmiştir. Bu 3 çizgi film 9 kültürel boyut içinden sadece bireycilik kültürel boyutu yansıtmada benzerlik göstermektedir. Bireycilik kültürel boyut haricinde Belka ve Strelka ile Caillou farklı boyutları yansıtmaktadır. Elde edilen bulgu sonuçlarına göre Can adlı çizgi film kültürel boyutlardan bireycilik, yüksek bağlam, dolaylı olumsuz geribildirim, geniş güç aralığı, erkeksilik, yüksek belirsizlikten kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve polikronik kültürel boyutları yansıtmaktadır. Belirgin beden dili kullanımı, dolaylı olumsuz geribildirim, karakterlerin birbirlerine farklı statüde davranmaları, başkalarının inisiyatifi doğrultusunda davranma, plansız davranma ve bir işi bitirmeden diğerine geçme kültürel kodların değerlendirilmesinde öne çıkmaktadır. Belka adlı çizgi film kültürel boyutlardan bireycilik, yüksek bağlam, dolaylı olumsuz geribildirim, geniş güç aralığı, kadınsılık, yüksek belirsizlikten kaçınma, uzun yönelim, kendini kısıtlama ve polikronik kültürel boyutları yansıtmaktadır. İmalı ve katmanlı iletişim, olumsuz dolaysız geribildirim, karakterlerin birbirlerine farklı statüde davranması, yardımlaşma ve işbirliği, yüksek kaygı, sebat ve bir işi bitirmeden başka bir işe geçme, plansız davranma, iç-dış gruplar arasında ayrım kültürel kodlarda öne çıkmaktadır. 126 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … Caillou adlı çizgi film kültürel boyutlardan bireycilik, düşük bağlam, dolaylı geribildirim, dar güç aralığı, erkeksilik, düşük belirsizlikten kaçınma, kısa yönelim, zevke düşkünlük ve monokronik kültürel boyutları yansıtmaktadır. Caillou bireyci kültürel boyutu, dolaylı geribildirim boyutu ve monokronik kültürü yüksek düzeyde yansıtmaktadır. Mutluluğun dışa vurulması, ben sözcüğünün kullanımı, açık ve net cümle kullanımı, karakterlerin birbirlerine eşit statüde davranması, rekabet, planlı davranma kodları izlenen bölümlerde diğer kodlara göre öne çıkmaktadırlar. KAYNAKÇA Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü. (2008). Çocuk Programları ve Bu Programlarda Yayımlanan Reklamların İçerik analizi Araştırması. İstanbul. Akıncı, A. ve Güven, G. (2014). Okul Öncesi Döneme Yönelik Çizgi Filmlerde Yer Alan Değerlere Ait Sözel İfadelerin Sunumu: TRT Çocuk Kanalı Örneği. Uluslararası Avrasya Sosyal Bilimler Dergisi, 5 (16), s. 429-445. Bağlı, T. M. (2003). Televizyona Karşı Ana baba Aracılığı: Kısıtlayıcı Aracılığın Biçimleri. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,36, 129149. Berry, J.W., Poortinga, Y.H., Breugelmans, S.,M., Chasiotis, A., ve Sam, D., L. (2015). Kültürlerarası Psikoloji-Araştırma ve Uygulamalar (L. P. Tosun, Çev.). Ankara: Nobel. (2013). Binark, M. (2006). Kültürlerarası İletişim Çalışmalarının Türkiye Haritası, Kültür ve İletişim, 9 (1), 71-87. Büyüköztürk, Ş., Çakmak, E.K., Akgün, Ö., E., Karadeniz, Ş., Demirel, F. (2015). Bilimsel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Pegem Akademi. Duman, G., B. (2016). Dede Korkut Hikâyeleri” Çizgi Filmi Üzerine Kültür ve Dil Aktarımı Bakımından Bir Değerlendirme. Uluslararası Türk Dünyası Kültür Araştırmaları Dergisi, 2 (8) s. 5-20. Geertz, C. (1973). The interpretation of cultures. New York: Basic Books. Gökçe, O. (2006). İçerik Analizi. Ankara: Siyasal Kitabevi. Güzel, S., Soya, H., ve Şemin, M. (2015). Çizgi Film, Çocuk ve Toplumsallaşma: Jetgiller ve Taş Devri Örneği. Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 3 (21), 21, s. 57-104. Hall, E.T. (1976). Beyond culture. Garden City, N.Y.:AnchorPress. 127 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Hofstede, G., Hofstede G. J., ve Minkov, M. (2010). Cultures and Organizations: Software of the Mind. McGraw-Hillbooks. Hunt, R. (2007). Beyond relativism: Rethinking comparability in cultural anthropology. WalnutGreek. Calif.:AltaMiraPress. İşler, E., K. (2014). Kültürel Ekme Kuramı Bağlamında Türkiye Üretimi Çizgi Filmler ve Çocuk Bilincinin İnşası. İletişim ve Diplomasi, Sayı: 2. Kağıtçıbaşı, Ç. (1998). Kültürel Psikoloji: Kültür Bağlamında İnsan ve Aile. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Kağıtçıbaşı, Ç. (2010). Benlik, Aile ve İnsan Gelişimi. Kültürel Psikolojide Kuram ve Uygulamalar. İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları. Karakuş, N. (2016). Musa ve Bulut İsimli Animasyon Çizgi Filmin Kültürel Ögeler Açısından İncelenmesi. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13 (34), s. 134-149. Klinger, L. J. (2006). What are your children watching? a dpics –ıı analysis of parentchild interactions in television cartoons. Unpublished Doctorate Dissertation, Auburn University, Alabama. Mary, E. (2015). Meksikalı Çocuklar ve Amerika Yapımı Çizgi Film: Animasyonda Yabancı Kaynaklar. Media Education Research Journal, 23 (13), s. 125-132. Meyer, E. (2015). The Culture Map: Küresel Ticaretin Görünmez Sınırlarını Aşmak (P. Şengözer, Çev.). İstanbul: Türk Hava Yolları Yayınları. (2014). Özkul, O. (2008). Kültür ve Küreselleşme: Kültür Sosyolojisine Giriş. İstanbul: Açılım Kitap. Öcel, N. (2002). İletişim ve çocuk: İletişim ortamlarında çocuk ve reklam iletişimi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Yayınları. Öğülmüş, S. (1991). İçerik Çözümlemesi. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 21 (1), 213-228. Segall, M. H.,Dasen, P.R., Berry, J.W., ve Poortinga, Y.H. (1999). Human bahavior in global perspective: An inroduction to cross cultural psychology. Boston: Allyn Et Bacon. Tavşancıl, E. ve Aslan, E. (2001). Sözel, Yazılı ve Diğer Materyalleri İçin İçerik Çözümlemesi ve Uygulama Örnekleri. İstanbul: Epsilon Yayıcılık. Türkmen, N. (2012). Çizgi Filmlerin Kültür Aktarımındaki Rolü ve Pepee. Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 36 (2), s. 139-153. 128 Rusya, Türkiye ve Kanada Yapımı Çizgi Filmlerin Bazı Kültürel … Yaralı, K., Avcı, N. (2017). Bir Çizgi Filmin Popüler Kültür Açısından İncelenmesi: Rafadan Tayfa. Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 5 (1), s. 449-469. Yıldırım, A. (1999). Nitel araştırma yöntemlerinin temel özellikleri ve eğitim araştırmalarındaki yeri ve önemi. Eğitim ve Bilim Dergisi, 23 (112), 7-17. Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2016). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin. İnternet Ortamındaki Kaynaklar http://cizgifilmsel.blogspot.com.tr/2009/11/cizgi-filmin-tarihsel-gelisimi.html erişim tarihi (02.11.2016) http://www.frmtr.com/genel-kultur-vatandaslik/731823-cizgi-film-sanati.html erişim tarihi (02.11.2016) http://www.iticu.edu.tr/uploads/kutuphane/dergi/s9/M01130.pdf erişim tarihi (09.11.2016) http://www.birgaripmatematikci.com/egitim/bilgi-bankasi/buluslar-ve-mucitler/1571-ilk-cizgi-film-hangisi-kim-yapti-cizgi-film-tarihi.html erişim tarihi (18.10.2016) http://www.frmtr.com/genel-kultur-vatandaslik/731823-cizgi-film-sanati.html erişim tarihi (02.11.2016) http://www.bilgiustam.com/cizgi-film-nasil-yapilir-tarihcesi-nedir/ erişim tarihi (01.11.2016) http://www.animagazin.com/turkiyede-cizgi-film-sektoru/ erişim tarihi (08.11.2016) http://www.egitimvetoplum.org/lib_dergi/02.pdf (28.03.2014) https://www.theguardian.com/media/2016/jan/26/children-time-online-watching-tv erişim tarihi (08.06.2017) Çizgi filmlerin web linkleri http://www.bolshoyvopros.ru/questions/1827468-kak-zovut-vseh-geroevprikljuchencheskogo-multikabelka-i-strelkaozornaja.html https://www.youtube.com/watch?v=zahwy8jfT4k https://www.youtube.com/watch?v=YNj1urOuInw&t=19s https://www.youtube.com/watch?v=MIN7WS4RaLw&t=489s https://www.youtube.com/watch?v=JGy-TnWeum4 129 Rufina SANCAR - Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ https://www.youtube.com/watch?v=YNj1urOuInw&t=19s https://www.youtube.com/”watch?v=BImJuP9j8V8&t=2732s https://www.youtube.com/watch?v=TmlBRY3baOM https://www.youtube.com/watch?v=TmlBRY3baOM www.youtube.com/watch?v=0GNeArrQCMo https://www.youtube.com/watch?v=nnpS4OMEjKM https://www.youtube.com/watch?v=Sl10Sey6DjA https://www.youtube.com/watch?v=1r4pQTHaq50 https://www.youtube.com/watch?v=yK_gnyOK8cs https://www.youtube.com/watch?v=ZkKOd-0EaTk 130 Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen Kalıplaşmış İfadelerin Rusçadaki Yansımaları Dr. Öğr. Üyesi Leyla Çiğdem DALKILIÇ Ankara Üniversitesi Özet: Yabancı dil eğitiminde ve öğreniminde önemli bir yere sahip olan kalıplaşmış ifadeler, atasözleri, deyimler gibi dilin sözlü kültür varlıkları dili doğru anlayıp kullanabilmemiz için önemlidir. Bu ise, o toplumun kültürel bir yansımasını oluşturan dil yapılarını incelemekten geçmektedir. Bu çalışmada Türkçede emir kipi eki olarak bilinen -sın/sin eki ile aktarılan ancak dilek, istek gibi çeşitli anlamlar bildirebilen kalıplaşmış ifadeler ile Rusçada dilek, istek, niyet gibi çeşitli anlamlar ifade eden kalıplaşmış ifadeler karşılaştırmalı olarak incelenmektedir. Çalışmanın amacı kalıplaşmış ifadeler açısından zengin olan Türkçe ve Rusçadaki bu söz gruplarını anlamsal, işlevsel ve yapısal özellikleri açısından karşılaştırmalı olarak ele almak, her iki dildeki benzerlik ve farklılıkları ortaya çıkarmak ve böylece toplumun kültürünün dilde ne şekilde yansıdığını ortaya çıkarmaktadır. Anahtar Kelimeler: Kalıplaşmış ifadeler, dilsel dünya görüşü, ulusal dil görüşü, kültür, dil, Türkçe, Rusça Importance of Culture in Foreign Language Education: Reflections of Turkish fixed expression created with affix -sın/sin in Russian language Abstract: Oral cultural assets like fixed expressions, proverbs and idioms which have an important place in foreign language education and learning, are important for us to understand and use the language correctly. This is possible by examining the language structures that constitute a cultural reflection of that society. In this study, fixed expressions with affixes -sın/sin in Turkish language which are known as an imperative and can convey various meanings such as wishes and desires, and fixed expressions that express Leyla Çiğdem DALKILIÇ different meanings such as wishes, desires and intentions in Russian are examined comperatively. The aim of this study is to examine comperatively the Turkish and Russian speech groups which are rich in terms of fixed expressions, from the perspective of their semantic, functional and structural features, to reveal the similarities and differences in both languages and thus to find out how the culture of society is reflected in the language. Keywords: Fixed expressions, linguistic worldview, national language view, culture, language, Turkish, Russian Giriş Yabancı dil eğitiminde sözcüklerin hangi ortamda, ne zaman ve nasıl kullanılacağını bilmek önemlidir. Bu sözcükleri anlamak ise dili konuşan toplumların kültürünü anlamak ile mümkündür. Günümüzde yabancı dil öğrenimi, hedef dilin kültürünü anlama ve öğrenme süreçleri ile iç içe gerçekleştirilmektedir. Bunun en büyük nedeni de toplumların dil yapılarının o toplumun düşünce biçimi, manevi yaşayışları ve kültürel değerleri çerçevesinde gelişme göstererek oluşmasından kaynaklanmaktadır. Bir dili anlayabilmek o dili konuşan toplumun bireylerinin kültürel ve manevi değerlerini anlamaktan geçmektedir. Toplumların dil yapıları ve düşünce biçimleri, manevi yaşayışları ve kültürel değerleri arasında yakın bir ilişki vardır. Bir dilin evrimi, gelişimi bir topluluğun kültüründe ve dünya görüşünde yaşanan değişimler ve gelişimlerle eş değer olarak ortaya çıkmaktadır. Dil ise, bu gelişmeler neticesinde bir toplumun belirli dünya görüşünü yansıtan dış bir görünüm olarak kendini göstermektedir. Dil aracılığıyla bir toplumun kültürel benliğini anlayabilmemize yardımcı olacak dil yapılarından bir tanesi de dildeki kalıplaşmış ifadelerdir. Kalıplaşmış ifadeler, atasözleri, deyimler ve ikilemelerin yanı sıra, dillerin sözlü kültür varlıklarını oluşturmaktadırlar. Yabancı dil eğitiminde ve öğreniminde önemli bir yere sahip olan bu sözlü kültür varlıkları dili doğru anlayıp kullanabilmemiz için önemlidir. Bu ise, o toplumun kültürel bir yansımasını oluşturan dil yapılarını incelemekten geçmektedir. Bu çalışmada Türkçede emir kipi eki olarak bilinen -sın/sin eki ile aktarılan ancak dilek, istek gibi çeşitli anlamlar bildirebilen kalıplaşmış ifadeler ile Rusçada dilek, istek, niyet gibi çeşitli anlamlar ifade eden kalıplaşmış ifadeler karşılaştırmalı olarak incelenmektedir. Çalışmanın amacı kalıplaşmış ifadeler açısından zengin olan Türkçe ve Rusçadaki bu söz gruplarını anlamsal, işlevsel ve yapısal özellikleri açısından karşılaştırmalı olarak incelemek, 132 Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen … her iki dildeki benzerlik ve farklılıkları ortaya çıkarmak ve böylece toplumun kültürünün dilde ne şekilde yansıdığını ortaya çıkarmaktadır. Kalıplaşmış İfadeler Yabancı dil eğitiminde bir dilin sözlü kültür varlıkları önemli bir yere sahiptir. Dillerin sözlü kültür varlıklarını ise atasözleri, deyimler, ikilemeler ve kalıplaşmış ifadeler oluşturmaktadır. O. Toklu, Türkçedeki kalıplaşmış ifadeleri, kalıplaşmış sözcük dizinleri olarak deyimler, atasözleri, ikilemeler ve iletişimsel sözler yani kalıplaşmış ifadeler şeklinde dört grup altında ele alarak iletişimsel sözler olarak ele aldığı kalıplaşmış ifadeler için şu tanımı yapmaktadır: “dillerin söz varlığında önemli bir yer tutan iletişimsel sözler, belirli iletişim durumlarında, özellikle toplumsal uzlaşıma dayalı durumlarda alışılagelmiş bir biçimde kullanılan kalıplaşmış sözcük dizileri olarak tanımlanabilir”1. Bu sözcüklerin büyük bir bölümü selamlaşma, vedalaşma, teşekkür etme, özür dileme, başsağlığı, doğum, nişan, düğün, bayramlar ve kişisel başarılar gibi nedenlerle dile getirilen kutlamalar gibi toplumsal ilişkiye dayalı durumlarda kullanılır. Bunun yanında, öfke, şaşkınlık, kuşku, sevinç gibi bireylerin ruhsal durumlarına ilişkin duyguların belirtilmesinde ortaya çıkabildiği gibi, kişileri sakinleştirme, teselli etme, uyarma ve kınama gibi amaçlara sahip ifadelerde de rastlanabilir2. H. Gökdayı bu sözleri, önceden belirli bir biçime girip öylece hafızada saklanan, söyleneceği sırada yeniden üretilmeyip olduğu gibi hatırlanarak ve eğer gerekli ise bazı ekleme ve çıkarmalar yapılarak kullanılan kalıp ifadeler olarak tanımlamaktadır3. Y. Çotuksöken ise kalıp sözleri “en az iki sözcükten oluşan, içindeki sözcükleri temel (düz) anlamlarını yitirmeden yeni bir kavramı, durumu, eylemi karşılayan söz öbekleri” olarak tanımlamaktadır4. Bu tanımlamalardan yola çıktığımızda bir dildeki kalıplaşmış ifadelerin hayır duası, iyi dilek, beddua, duygusal tepki, selamlaşma, istek, konuşana ve dinleyene yönelik dilek, eleştiri, tehdit, teşekkür gibi çok çeşitli anlamlara ayrıldıkları söylenebilir. Toplumdaki bireyler iletişimde başarıyı yakalamak, ifade etmek istediklerini etkili ve doğru bir şekilde aktarabilmek amacıyla bu iletişimde bu sözlerden faydalanırlar. Belirli bir durum için kullanılan kalıplaşmış ifadeler ise iletişimde bir nevi kurtarıcı rolü üstelenirler. Osman Toklu, Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 2015, s.153. Age, s. 154. 3 Hürriyet Gökdayı, “Türkçede Kalıp Sözler”, Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, S.44, 2008, s. 106 4 Yusuf Çötüksöken, Deyimlerimiz, Özgül Yayınları, İstanbul, 1994, s.8. 1 2 133 Leyla Çiğdem DALKILIÇ -sın/sin Ekinin Türkçedeki Yeri Türk dili kalıplaşmış ifadeler açısından çok zengindir. Bilhassa emir kipi eki olarak bilinen ancak emir anlamının dışında istek, dilek belirten -sın/-sin eki ile aktarılan kalıplaşmış ifadeler oldukça yaygındır. Türkçe ve Türki dillere özgü olan bu ifade biçiminin anlamsal karşılığı diğer dillerde her zaman bulunamadığı gibi yapısal olarak da diğer dillerden ayrılmaktadır. Türkçede bu ek ile ifade edilen kalıplaşmış ifadeleri incelemeden önce bu ekin özelliklerini ve söyleme aktardığı anlamları inceleyelim. Yapısal açıdan diğer kalıplaşmış ifadelerde de olduğu gibi -sın/sin eki ile aktarılmış olan kalıplaşmış ifadeler sözcük öbeği olarak sıralı bir şekilde yer almaktadır. Türkçedeki kalıplaşmış sözcüklere yakından baktığımızda bunların ad çekimi, kişi ve kip eki aldıkları görülmektedir: (siz/sizler) hoşçakal-ın, güle güle gidin, yine gelin vb. Türkçede -sın/sin eki emir kipi içerisinde genel olarak üçüncü tekil şahıs (o gel-sin) ve üçüncü çoğul şahıs eklerinde karşımıza çıkmaktadırlar. Bilhassa Rus Türkoloji’sinde söz konusu ek, emir kipi veya dilek kipi içerisinde ortaya çıkan ve istek, dilek ile rica bildiren ekler olarak ele alınmaktadırlar 5. Ancak söz konusu ifadeler emir anlamının dışında farklı durumlar ortaya koymaktadırlar. Emir kipleri, Türkçede eylemin zamanının kesin olarak hangi zaman diliminde gösterildiğini belirten bildirme kiplerinden ayrı olarak istek, emir, şart, gereklilik kavramlarını içerisinde barındıran kip grubunda yer almaktadır. Bu kip grubu isteme kipleri6, uyarı kipleri7, dilek kipleri8, tasarlama kipleri9 gibi farklı terimlerle karşılanabilmektedir. Bu çalışmada olası anlam karışıklıklarının önüne geçmek için Z. Korkmaz’ın tasarlama kipleri kavramı kullanılacaktır. Tasarlama kipleri, fiilin olumlu veya olumsuz yönde gerçekleşmesine yönelik olarak kişinin söyleminde dile getirmek üzere tasarladığı istek, emir, şart ve gereklilik kavramlarını içerisinde barındıran kiplerdir. Bildirme kiplerinden farklı olarak bir bildirme veya haber verme biçiminde bir oluş ve kılışa işaret etmeyen, buna karşılık “gerçekleşmesi istek, emir, 5 Andrey N. Kononov, Grammatika Turetskogo Yazıka, Akademii Nauk SSSR, Moskva-Leningrad, 1941, s.266-267.; Yuri S. Şeka, Praktiçeskaya grammatika Turetskogo Yazıka. Vostok-Zapad, Moskva, 2007, s. 197, 246 6 Mehmet Hengirmen, Türkçe Dilbilgisi, Engin Yayınları, Ankara, 2015, s.220; Doğan Aksan, Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK Yayınları, Ankara, 2015, s.101; Ahmet Topaloğlu, Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ötüken Neşriyat İstanbul, 1989, s.93 7 Tahsin Banuoğlu, Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara, 1990, s.443. 8 Haydar Ediskun, Türk Dilbilgisi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1985, s.174.; Tahir Nejat Gencan, Dilbilgisi, TDK, Ankara, 1975, s. 9 Zeynep Korkmaz, Türkiye Türkçesi Grameri, Şekil Bilgisi, TDK Yayınları, Ankara, 2009, s.647. 134 Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen … şart ve gereklilik şekillerinde tasarlanan kiplerdir” 10. Günümüz Türkiye Türkçesinde -ayım/-alım; -sın/-sun ve -a ekleri ile yapılan istek kipindeki ifadeler emir gibi gözüken ancak özünde istek belirten durumları ele almaktadır. İstek kipinin -sın/sun yani üçüncü tekil şahıs çekimi ile yapılan ifadeler, anlamsal ve işlevsel olarak emirden çok istek anlamını aktarmaktadır. Söz konusu ekler ile dile getirilen ifadeler içerisinde yer alan istek anlamı farklı şekillerde kendini gösterebilmekle birlikte farklı anlamlar içeren kalıplaşmış ifadelerde de yer etmektedir. Böylelikle -sın/sun ekine sahip kalıplaşmış ifadeler genel istek anlamının dışında, kalıplaşmış ifadelerde yer alarak işlev kaymasının yanı sıra çeşitli anlam kaymalarına uğramış, Türk toplumunun fertleri arasında ilişki kurmaya yarayan, ilişkinin devamını sağlayan, ortak kaygı ve beklentilerin ortak sözlü ve yazılı değerlerle kolaylıkla aktarılabileceği ekler haline gelmişlerdir. Bu eklerin sahip oldukları genel anlamlar iyi ve kötü dilekte veya istekte bulunma, durumu kabullenme, sitem şeklinde dört temel gruba ayrılabilir. Bunlar da ifade ettikleri belirli anlamlar doğrultusunda daha küçük gruplarda değerlendirilebilir. Türkçede -sın/sin Eki ile İfade Edilen Kalıplaşmış İfadeler ve Rusça Karşılaştırmaları Söz konusu çalışmamız için Türkçede -sın/sin eki ile aktarılan kalıplaşmış ifadeleri anlamsal ve yapısal olmak üzere birkaç grupta sınıflandırdık. Anlamsal olarak -sın/sin eki ile aktarılan kalıplaşmış ifadeleri baş sağlığı, beddua-linç-lanet, hayırduası-iyi dilek, sakınma-istek, dinleyeni eleştirme, konuşanı yüceltme, teşekkür-minnet ve duygusal tepki-dilek olmak üzere sekiz grupta topladık. Yapısal olarak ise Allah sözcüğü ile oluşturulanlar ve -sın eki ile olmak fiilinin sıklıkla geçtiği ek ve fiil yapıları içerisinde iki ayrı sınıfta inceledik. Daha sonra söz konusu kalıplaşmış ifadelerin, anlamsal olarak hangi anlamı aktardıkları dil eşleşmeleri ile sunulmaya çalışılmış ve Rus dilinde yakın veya benzer bir karşılığı olup olmadığı belirtilmiştir. 10 Age., s. 647. 135 Leyla Çiğdem DALKILIÇ Anlamı ‘Allah’ sözcüğü ile kullanılan kalıplaşmış ifadeler ‘olmak’ fiili başta olmak üzere diğer filler ve ‘-sın’ eki ve ile kullanılanlar Türkçedeki ifadelerden Rus dilinde kullanım açısından yakın anlama sahip olup Türkçeden Rusçaya aktarılabilecek olanlar Baş sağlığı Allah başka acılar vermesin! Allah sabır versin!, Allah sizlere ömür versin!, Allah gani gani rahmet eylesin!, Allah taksiratını affetsin!, Allah cennette kavuştursun!, Allah cennetine alsın!, Allah başka acılar vermesin! Allah sabır versin! Allah sizlere ömür versin! Başın/ız sağ olsun! Mekanı cennet olsun! Mekanı cennet, ruhu şad olsun! Nur içinde yatsın! Toprağı bol olsun! Başınız sağ olsun = примите мои соболезнования Nur içinde yatsın! (светлая) память!, = Вечная Mekanı cennet olsun! = Царствие небесное и вечный покой! + да упокоится его дух с миром! Toprağı bol olsun! = Земля ему пухом! Allah rahmet eylesin! = да упокоит Господь его душу! (упокой Господь его душу) Beddua, linç, lanet Hayırduası ve iyi dilek Allah belanı versin! Allah seni bildiği gibi yapsın! Allah canını alsın! Allah cezanı versin! Allah kahretsin! Allah razı olsun!, Allah yardımcın olsun! Allah ne muradın varsa versin!, Allah rahatlık (sağlık / huzur/ neşe/ mutluluk vb.) versin!, Allah bozmasın!, Allah kabul etsin!, Allah analı babalı büyütsün!, Allah kavuştursun! Lanet olsun! Kahretsin Canın çıksın! Geberesin! (inşallah) Lanet olsun! + Kahretsin = Чтоб тебя побрал! Doğum günün kutlu olsun!, Geçmiş olsun!, afiyet olsun!, hayırlı uğurlu olsun!, hayırlısı olsun!, ömrün çok olsun!, el öpenlerin çok olsun!, kolay gelsin! Allah yardımcın olsun! ya da Kolay gelsin! = Бог в помощь; да поможет тебе Господь!; 136 Geberesin! = Чтоб ты сдох! Canın çıksın! пропадом! = Пропади ты Allah ne muradın (huzur, sağlık, neşe vs.) versin! = Да воздаст тебе Господь за (щедрость, любовь и т.д.)! Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen … Sakınma ve istek Allah günah yazmasın!, Allah saklasın!, Allah korusun!, Allah geçinden versin!, Allah başka keder vermesin! Allah yazdıysa bozsun! Allah korusun! = Храни Господи, да сохранит Вас Господь, Храни Вас Господь! Nazar değmesin! Allah yazdıysa bozsun! = Упаси, Господи! Nazar değmesin! = Чтоб не сглазить (не сглазили)! Dinleyeni eleştirme Aşk olsun!, Alacağın olsun! Aşk olsun! = Ну что вы!, Да ну что ты! Konuşanı yüceltme Senden olmasın! iyi Kalıplamışmış ifaden ziyade açıklamalı cümle ile aktarılabilir Ellerin dert görmesin! Allah razı olsun! = Спаси Бог! (teşekkür anlamında) Teşekkür, minnet Allah razı olsun!, Allah ne muradın varsa versin! Allah ne muradın varsa versin! = Да благославит тебя Господь ..за…! Duygusal tepki ve dilek Allah çarpsın!, versin!, Allah Allah seni ne yapmasın!, Allah müstahakkını versin! Sırtında paralansın!, üstünde paralansın!, dediğin gibi olsun! Allah versin! = Господь подаст! Allah seni ne yapmasın, Allah müstahakkını versin! = Да воздаст тебе Господь! (anlam bağlama göre ortaya çıkar) Sırtında, üstünde paralansın! = cтарое (платье) сносить новое купить Dediğin gibi olsun = Пусть будет так как ты хочешь! Tabloda verilen kalıplaşmış yapılardan hareketle, Türk toplumunun dünya görüşü ile birkaç çıkarımda bulunmak mümkündür. Öncelikle, ‘Allah’ sözcüğü ile oluşturulmuş olan kalıplaşmış ifadeleri ele alacak olursak, Türkçe konuşanların birçok işin akıbetini, gidişatını Allah’a yükledikleri ve yine işlerin sonuca ulaşmasını Allah’tan bekledikleri görülebilir. Başsağlığı dilerken “Allah” sözcüğünü içine alan kalıplaşmış ifadelerde, insan iradesi dışında gerçekleşmiş olan bir olayın, İslam dininde evrenin tek hakimi olarak kabul edilen Allah’ın iradesiyle bir yön bulacağı gerçeği ya da beklentisi yansımaktadır. Baş sağlığı dilerken “Allah” sözcüğü ile yer alan diğer kelimelere bakacak olursak, sabır, ömür, acı, cennet gibi kavramların Allah’tan geldiği kabul edilmekte, bu kavramların iradesi yine Allah’a bırakılmaktadır. Türkçedeki başsağlığı dileklerinde taksirat (suç, günah), rahmet 137 Leyla Çiğdem DALKILIÇ (suçunu bağışlama, merhamet etme) gibi Arapça kökenli kelimelerin dilde yaygın bir şekilde yerleştiğini görmekteyiz. Bu da bize İslam dini ile birlikte Arap kültürünün Türklerin taziye geleneklerine etki ettiğini göstermektedir 11. “Allah” kelimesi dışında ifade edilerek kullanılan Türk dilindeki taziye ifadeleri içerisinde en yaygın olanı “başınız sağ olsun” ifadesidir. Bu ifadenin anlamı Türklerin kültürel yaşamları ile ilintili olup, yanlış kullanımlar sonucu günümüze gelmiş ve insan ölümlerinde kullanılmaya başlanmıştır. “Başınız/ başın sağ olsun” ifadesi eskiden atlı-göçebe ve hayvancılık geleneği ile bilinen Türklerin besledikleri hayvanları kaybettiklerinde kullanılan bir söz iken, günümüzde insanlar için kullanılan taziye ifadelerinin arasında en yaygını haline gelmiştir. Hayvancılığın ve göçebe yaşamın getirdiği zorluklarla beraber sık sık hayvan kayıpları yaşayan Türkler, bu durumlarda “üzülme, sen sağ oldukça, yaşadıkça, yerine yenisini alırsın, yerine yenisi gelir” manasında bu ifadeyi kullanmışlardır 12. P. Ergun, başsağlığı sözünün kültürel kökenlerinin çok eskiye dayandığını, ancak insanlar için söylenmeye başlandığı tarihin Osmanlı’nın son yüzyıllarında başlayıp, Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar sürerek devam ettiğini, bu dönem zarfında yaşanan savaşlar, kaybolan nesiller, ailesi yıkılmış dağılmış ocakların yaşadığı kültürel travma sonucu şekil değiştirerek günümüzde yer bulduğunu dile getirmektedir13. Ruhu mutlu olsun, huzur bulsun anlamında kullanılan “ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun” gibi ifadeler de yine İslamiyet’teki ahiret inancı ile ilintili olarak gelişmiştir. “Toprağı bol olsun” sözü ise Hristiyan gelenekleri ve inançları ile ilintili bir söylemi oluşturmaktadır. Türkçedeki taziye ifadelerinde, kişi -sın eki ile dile getirdiği ifadelerde hem çeşitli anlamlara sahip dileklerde bulunmakta, “Allah” sözcüğü ile kullanılan vermek, eylemek, affetmek, almak, olmak gibi eylemlerle birlikte meydana gelmiş ve gelecek olan her şey Allah’ın takdirine bırakılmaktadır. Böylelikle de kişi, dile getirdiği söylemlerde kendisi dışında bir irade ortaya koymaktadır. Rus dilinde baş sağlığı ifadeleri Türk kültüründen farklı olarak ölenlerin yakınlarına yönelik olmaktan ziyade ölen kişinin ruhunu huzura erdirmeye yöneliktir. Ölen kişinin aile yakınları ve fertleri için ifade edilen söylemler “Derin üzüntülerimizi kabul edin!”, “Başınız sağ olsun!” şeklinde Türkçedeki ile benzerlik göstermektedir. Buna karşılık dile getirilen ifadeler ölen kişinin aile fertleri ve 11 Fadime Kavak, “Klasik Arap Edebiyatında Taziye”, Uludağ Üniversitesi Dergisi, C. 24, S. 1, 2015, s.109. 12 Perivan Ergun, “Türk Kültüründe Ölümle İlgili Bazı Terimler”, Milli Folklor Dergisi, C.25, S.100, 2013, s. 141. 13 Age., s. 142-143. 138 Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen … yakınlarından ziyade merhum için dile getirilir. Böylece baş sağlığı dileklerinden ziyade merhum için söylenen ifadelerde daha çok “Allah” sözcüğünün kullanıldığı ifadeler yer almaktadır, bunlarda konuşma dilinden çok kilise tören ve ayinlerde daha sıklıkla dile getirilmektedir: Да упокоится в Боге, …да упокоит Господь душу раба (рабы) gibi ifadeler bu durumuna verilebilecek örneklerden sadece birkaçıdır. Bilindiği gibi dilekler ve istekler iyilik belirtebileceği gibi kötülükte belirtebilmektedir. Türkçede hayır duası ve iyi temenniler ifade eden kalıplaşmış sözcükler bir hayli çoktur. Hayır duası Türkçede bir kimsenin iyiliği için dua olarak tanımlanmaktadır14. Hayır duası anlamına sahip kalıplaşmış ifadelerin çoğunluğu tıpkı taziye dileklerinde olduğu gibi “Allah” sözcüğü ile ifade edilebilmektedir. Yapılan herhangi bir iyilik karşısında dile getirilen “Allah razı olsun!” sözcüğü iyilik; “Allah ne muradın varsa versin!” ise mutluluk anlamlarını içeren teşekkür ifadelerini oluştururken, “Allah analı babalı büyütsün!”, “Allah kavuştursun!”, “Allah kabul etsin!” gibi söylemler güzel temennileri ifade eder. Teşekkür ifadeleri, yapılan iyiliğin Allah tarafından görülerek iyiliği yapan kişinin hanesine yazılmasını ve yapılan iyiliğin yine Allah tarafından kabul görmesi dileklerini içerisinde barındırır. Güzel temenni ifadeleri ise, bir çocuğun anne-babalı bir ailede iyi bir şekilde büyümesi, mutluluğun bozulmaması, sevenlerin birbirine kavuşması gibi çeşitli olumlu anlamlar aktarabilirken hem Türk toplumunda yaygın olan nazar inancının önüne geçmekte hem de yine kişilerin kaderleri kendilerinden üstün bir iradenin ellerine bırakılmaktadır. Hayır duası ve iyi dileklere ilişkin Türkçede yaygın olarak kullanılan diğer ifadelere baktığımızda “doğum günün kutlu olsun!” ifadesindeki kutlu olmak sözünün, Türklerin İslamiyet öncesi çağlardaki kut geleneği ile ilintili olduğu görülebilir. Kut anlayışı, İslam öncesi Türk Devletleri’nden itibaren Osmanlı Devleti’ne kadar devam eden bir egemenlik anlayışı olup bir hanedana ülke yönetme yetkisinin kendilerine Tanrı tarafından verildiği inancıdır. Moğol, Altay ve Türk inanışında kut kelimesi, talih, uğur, bereket, mutluluk, mübarek anlamlarına gelmekte, “mübarek” kelimesi “Tanrı” anlamı ile ilintili olarak ortaya çıkmaktadır. 15 Türkçede birisine “doğum günün kutlu olsun” derken kişinin doğduğu gün kutsal, talihli, bereket dolu ve mutluluk verici anlamlarını içermektedir. Bu grup içerisinde diğer dillerde eşine fazla rastlanmayan ifadelerden “geçmiş olsun”, “kolay gelsin”, “afiyet olsun, hayırlı olsun (hayırlı uğurlu olsun)” söz grupları 14 15 Türkçe Sözlük, Ankara, 2011, s. 1071. Osman Karatay, “Kut: Evrensel Dilde Tanrı ve İyilik”, Türk Tarihçiliğine Katkılar: Mustafa Kafal Armağanı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 2013, s. 64-66.; Age., s. 1545. 139 Leyla Çiğdem DALKILIÇ üzerinde de duracak olursak, geçmiş olsun ifadesi genel olarak belirli bir hastalık geçirmekte olan veya geçiren kişilere yönelik kullanılan ve “hastalığınız bir an önce geçsin, geçer inşallah” temennisini içerisinde barındıran bir ifade olmakla birlikte, özünde geride bırakılmak istenen, geçmişte kalması arzu edilen ve benzeri olumsuz, zor, kötü vb. bir durumla bir daha karşılaşılmaması temennisini de içerisinde barındırdığı için sadece hastalık anında değil, kişi için hayatta zorluk teşkil eden çeşitli durumlar içinde söylenebilir. Söz gelimi, sınavdan çıkan bir öğrenciye, zorlu bir işi tamamlayan birine, iş gününü bitirmiş bir çalışana vb. “geçmiş olsun” ifadesi söylenebilmektedir. Böylelikle hem sınav, iş gibi benzeri durumlarla ilintili olan endişe, heyecan içeren ve kişiye olumsuz yansıyan duyguların bir an önce geçip gitmesi dilenir. Günlük hayatta sıkça kullanılan bir başka söz grubu ise “kolay gelsin!” ifadesidir. Bu ifade çalışan, herhangi bir işle meşgul olan kişiye iyi dileklerde bulunmanın yanı sıra, bir işle meşgul olan kişinin dikkatini çekmek için bir hitap ve eğer yaklaşığımız kişinin ruh halinden emin değil isek, hitap edilen kişinin ruh halini yumuşatmak için kullanılan bir giriş sözü olarak da kullanılmaktadır. “Kolay gelsin!” ifadesi içerisinde “yaptığın iş kolaylıkla bitip çözülsün, uğraşın sana sıkıntı vermesin” şekilde anlamlar barındırmaktadır. “Hayırlısı olsun!” ise yine Türkçede sıklıkla dile getirilen bir diğer söz grubudur. Kişi, karşı taraftan herhangi bir dilek geldiği zaman genel olarak bu söylemde bulunur. Bununla ise, kişi kendi istediği olsun diye ısrar etmediğini, Allah’tan gelecek olanın en iyi şekliyle kendisini bulmasını, vuku bulmasına yönelik arzusunu dile getirmektedir. Böylece, bir nevi hem Allah’a iyi istekler için yalvarışta bulunurken, hem de iyi, güzel olanın kendisini bulmasını dilemektedir. Bilindiği gibi, Türk mutfağı yeme-içme kültürü açısından en zengin mutfakların başında gelir. Bu açıdan yenilen ve içilen her şey törensel bir önem taşır. Türk toplumunca sıklıkla kullanılan “afiyet olsun!” ifadesi, yemek yemeden önce, yemek yerken ve yemek yedikten sonra dile getirilen bir söz grubudur. Afiyet kelimesi, Arapçadaki “hasta olmama hali, sağlık, canlılık” anlamına gelen afiyya kelimesinden gelmektedir. Diğer dillerdeki ifadelerin aksine (enjoy you food! (ing.), bon appetit! (frs.), buon appetito! (ital.), priyatnogo appetita (rus.)) yemeğe başlamadan önce bir kere değil, birkaç kez dile getirilebilmesidir. Yemeden önce yiyeceğiniz yemek size yarar getirsin, yerken yarasın, yedikten sonra bu yarar devam etsin şeklinde sürüp gidebilmektedir. Üstelik bu ifade sadece yemek yerken değil çay, kahve gibi içecekleri içerken, içme öncesi ya da sonrası içinde birçok kez dile getirebilir. Bu söz grubu ile karşıdaki kişiye yenilen-içilen her şeyin yeme-içme eylemi boyunca yarar ve sağlık getirmesi temenni edilir. Rus dilinde ise, sadece yemek başlangıcı ya da 140 Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen … esnasında yemeği veren ya da hazırlayan kişi karşısındakine bir kere olmak üzere bu ifadeyi dile getirmektedir. Türk kültüründen farklı olarak Rus dilindeki dileklerde “Allah” sözcüğünün kullanımı sınırlıdır. İyi dileklerin ifadesi morfolojik olarak da farklılık göstermektedir. Rus dilinde Türkçedeki kimi ifadeyi, Rus dilinde -sın/sin anlamını veren ve “bırakmak, izin vermek” anlamındaki fiillerden türeyen пусть, пускай ekleri ile aktarmak mümkün olsa bile (geçmiş olsun = Pust budet proşloe/proşlım (пусть будет прошлое/прошлым), kolay gelsin = pust pridet legko (пусть придёт легко vs.) benzeri ifadelerin dilde kullanımı bulunmamaktadır. Olanlar ise kullanım açısından farklılık göstermektedir. Söz gelimi Türk dilindeki “Allah analı babalı büyütsün” ifadesi Rusça için “büyüsün, kocaman olsun, sağlıkla, mutlulukla büyüsün” şeklinde olacaktır. Buradaki ifade farkı her iki kültürün aile kavramına olan yaklaşımı ile ilintili olarak ortaya çıkmaktadır. Türk kültüründe aile, anne baba ve çocuktan oluşan “çekirdek aile” kavramı ile gelişip kendini göstermektedir. Bu bakımdan çocuğun anne ve babası yanında olmak suretiyle büyümesi Türk toplumu için önemli iken, Rus kültüründe dünyaya gelen çocuk daha çok bir birey olarak ele alındığından, anne baba ile birlikte büyüyecek olmasından ziyade sağlık ve mutluluk içerisinde büyümesi daha önemli görülmektedir. Bu bakımdan Türk kültüründe çocuğun analı babalı büyüyerek zaten mutluluk, sağlık gibi önemli gereklilikleri kazanacağı ve bir çocuğun ailesi olmadan büyümesinin düşünülemeyeceği için bu bakış açısı “Allah analı babalı büyütsün” ifadesine yansımıştır. Rus kültüründe ise çocuğun bir birey olarak doğmasına ve gelişmesinde fiziksel ve ruhsal durumuna daha çok vurgu yapıldığından bu şekildeki bir bakış açısıyla dile “sağlıkla, kuvvetle, mutlulukla büyüsün” ifadesiyle yansımıştır. İki dil arasında iyi dileklerde bulunurken bir başka fark da morfolojik olarak kendini göstermektedir. Söz gelimi Türk dilinde iyi dileklerde bulunurken hem sonu -sın/sin eki olan ifadelerle hem de bu anlamı karşılayan çeşitli fiiller kullanılabilirken, Rus dilinde iyi dilekler çoğunlukla “dilemek” fiili ile aktarılmaktadır. Türkçedeki iyi niyet ifade eden dilekler ve hayır dualarından sonra dilde kötü niyetlerle beddua, linç ve lanet belirten kelimelerin çoğu yine “Allah” sözcüğü ile birlikte kullanılabilmektedir. “Allah” sözcüğünü kullanarak bir başkasına beddua ettiğinde kişi, karşısındakine olan kızgınlığını ağır ve incitici bir şekilde dile getirmekle birlikte, sözlerinden ötürü doğabilecek herhangi bir durumu üzerinden atmaktadır. Beddua eden kişi, böylelikle, doğrudan kendisi tarafından gelebilecek herhangi bir kötülüğün üstünü örterek, bunun sorumluluğunu yüce iradenin gücüne bırakmaktadır. Allah sözcüğü dışında dile getirilen beddualar ise, kişinin ölümüne ilişkin isteği dile getiren çağrışımlara da sahip olabilmektedir. 141 Leyla Çiğdem DALKILIÇ Rus dilinde ise, Türkçeden farklı olarak beddua ifadelerinde Allah’ın adı hiçbir şekilde geçmemektedir. Bu durumun oluşması Rus kültüründeki Hristiyanlık inancı ile ilintilidir. Hristiyanlık inancına göre, başka bir kişiye beddua ederken kişi “Allah” kelimesini kullandığında her şeyden önce Tanrı’ya ait olan sorumluluğu kendi üzerine alarak üstlenmiş ve böylece bir nevi Tanrı’nın yerini alarak ona şirk koşmuş olmaktadır. Bununla birlikte, Hristiyanlık inancında Allah kullarının pişmanlık duyarak tövbe edeceklerini ve yanlış yoldan geri döneceklerini beklemektedir, bu nedenle Allah’ın ismini hem kötü niyet ve söylemler içerisinde ağza almak hem de boş yere dile getirmek günah sayılmaktadır. Beddua ederken kişi daha büyük bir günah işleyerek Hz. İsa’nın söylemlerinde yer alan ve öğretilerinde dile getirdiği affetmenin büyüklüğüne karşı gelmiş olmaktadır. “Başlangıçta Söz vardı, Söz Tanrı ile birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı. Yaşam O’ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar. Karanlık onu alt edemedi.”16 Bu öğretide Söz’den kasıt Hz. İsa’nın kendisidir ve sevgi, şefkat, merhamet kavramları ile özdeşleşmiştir. Bu açıdan Hristiyanlık öğretileri dile yansıyarak beddualarda ve kötü sözlerde Tanrı’nın adının dile getirilmesi hoş karşılanmamaktadır. Türkçede -sın/sin eki ile dile getirilen ve sakınma anlamını veren ifadeler, konuşan kişinin karşısındaki kişiyi genel olarak gelecekte olası bir tehlike durumuna veya düşüncesine karşın söylemleriyle koruma, bir nevi engel olma isteğine karşı iyi niyetini yansıtmaktadır. Konuşan kişi bu iyi niyetini, yine kişiyi her türlü kaza ve beladan koruyup kollayabileceğine inandığı dini inançları ile özdeşleştirerek pekiştirmektedir. İyi niyetinin bir göstergesi olarak da “Allah” sözcüğü ile söylemlerini kuvvetlendirmektedir. Rus kültüründe ise, sakınma anlamını veren ifadelerde de “Allah” sözcüğünün kullanıldığı ifadelere rastlanmaktadır. Tıpkı Türk toplumunda olduğu gibi, Rus kültüründe de Hristiyanlık inancının getirileri ile birlikte, Allah’ın kişiyi tüm kötülüklerden koruyabilecek tek güç olduğu kabul edilmekte bu da ifadelerde dile yansımaktadır. “Allah” kelimesi dışında dile getirilen en yaygın sakınma ifadesi nazar ile ilintilidir. Nazar, en ilkel toplumlardan en modern olanlarına kadar çok geniş bir coğrafyada görülen, kişinin tam olarak anlayamadığı birtakım olayları tam olarak adlandıramamasından doğan bir olgudur. Toplumlar kültürle orantılı olarak ortaya çıkıp geliştiklerinden, nazar inancı toplumların yarattığı kültürün bir parçası olarak sadece toplumların nazardan korunmak için uyguladıkları çeşitli eylemlere değil, doğal olarak, konuştukları dile de yansımaktadır. Bu nedenle nazar olgusu çeşitli toplumlarda olduğu gibi Türk 16 Kutsal kitap İncil: Yuhanna 1: 1-5 142 Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen … toplumunda ve toplumun her kesiminde yaygın bir inanç olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkçede kişiyi nazardan sakınma, koruma anlamını veren ifade en çok “nazar değmesin!” söylemi ile ortaya çıkmaktadır. Söylemin hemen ardından ifadenin anlamını pekiştirmek için “Allah ne güzel yaratmış ne güzel dilemiş” anlamına gelen Arapça kökenli Maşa-Allah, yani “maşallah” kelimesi kullanılır. Arapçadaki anlamından biraz farklı olarak Türk toplumunda, halk arasında “maşallah” sözcüğü “nazar değmesin” anlamını kazanmıştır. Bununla birlikte Türk kültüründen farklı olarak Rus kültüründe siyah, kahverengi gibi koyu gözlü kişilerin nazar değdireceğine inanılırken, Türk toplumunda renkli gözlü kişilerin nazarının değdiğine inanılır. Rus kültüründe bu inanç Antik çağ mistik sembollerinde siyah rengin her zaman kötülük ve şeytanlık kavramlarını çağrıştırmasından kaynaklanmaktadır. Türk kültüründe ise, birçok toplumda olduğu gibi, nazarın gözler aracılığı ile daha çok değebileceğine inanılmaktadır. Bunun sebebi ise, gözlerin kişinin iç dünyasının aynası, dünyaya açılan bir penceresi olarak görülmesinden ve her türlü olumsuz, kötü niyeti iletebileceği düşüncesinden ileri gelmektedir. Bu nedenle, gözler ayna vazifesi gördüğünden, mavi, yeşil gibi renkli gözlerin saydam görüntüsü vermeleri özelliğinden dolayı, renkli gözlerin enerjiyi daha çabuk ve kolayca aktardıklarına inanılmaktadır. Bizce bu inancın yaygınlaşması, Türk toplumunda renkli gözlü kişilerin azlığı, Rus toplumunda ise koyu renkli gözlü kişilerin azlığı ile ilintili olarak da gelişim göstermiştir. Türk kültüründe dinleyeni eleştirme ve konuşanı yüceltme anlamını kapsayan ifadeler “olmak” fiili ile de sıklıkla kullanılmaktadır. “Aşk olsun!”, “Alacağın olsun!”, “Senden iyi olmasın!” gibi ifadeler en yaygın olarak kullanılanlardandır. “Aşk olsun!” ifadesi, eskiden dervişler arasında kullanılan bir selamlama sözü iken günümüzde halk arasında “beğenilmeyecek bir davranış bir söz karşısında kınama, sitem bildiren bir söz” olarak kullanılmaktadır 17. Halk arasında “aşk olsun” ifadesini kullanan kişi aslında dile getirdiği kırgınlığını bir nebze de olsa yumuşatarak sitemde bulunmaktadır. “Alacağın olsun” ifadesi ise, Türkçe Sözlükte her ne kadar tehdit ifadesi olarak verilse de sitem bildiren kelimeler grubunda da yer alabilmektedir. Yabancı bir öğrenci için bu ifadenin zorluğunu kavramak iki farklı anlama sahip olabilmesinden kaynaklanabilmektedir. Yukarıda verilen tehdit, sitem anlamını dışında “birinden alınacak parası olmak” anlamını da vermektedir 18. Son olarak, “senden iyi olmasın” ifadesi de başka bir kimsenin iyi yönlerinden bahsedilirken karşıdaki kişinin gönlünü kazanmak, onu da yüceltmek için dile getirilir. Bu ifadeyi Rusça için bire bir çevirdiğinizde “kişi senden daha iyi bir 17 18 Türkçe Sözlük, Ankara, 2011, s. 177. Age., s. 81. 143 Leyla Çiğdem DALKILIÇ duruma, konuma gelmesin” anlamını verebilir. Bu da söz konusu ifadenin doğru anlaşılmasına engel olabilmektedir. Rus kültüründe ise, Türk kültüründeki gibi kabul edilerek dile yansımış benzeri bir kullanım bulunmamakla birlikte, dilde şaşkınlık, alınganlık bildirebilen kimi ifadelere sözcük öbeği şeklinde rastlanmaktadır. Sonuç Türk kültürünün ve dilin ayrılmaz bir parçası haline gelen kalıplaşmış ifadeler, toplumun bireyleri arasında sıklıkla kullanılan ve dilin bir parçası haline gelen söz öbeklerini oluşturmaktadırlar. Yabancı dil öğreniminde kültür aktarımının önemi hem kalıp ifadelerin doğru anlaşılması hem de morfolojik olarak bir yapının özelliklerini gösteren başka bir dil yapılarının anlamsal ayrımının yapılabilmesi için önemlidir. Türkçedeki bu kalıp ifadelerle aktarılan söylemlerde Rusçaya oranla farklar hem kültürel hem de morfolojik olarak kendini göstermektedir. Buna göre, Türkçede –sın eki ile dile getirilen kalıp ifadeler, Rusçaya oranla daha fazla olmakla birlikte, “Allah” sözcüğü kullanılarak oluşturulan ifadeler de daha fazladır. Bu da bize, Türk kültüründe İslam dininin dile nasıl yansıdığını ve baskın bir şekilde ortaya çıktığını göstermektedir. Rus dilinde de “Allah” kelimesi kullanılarak oluşturulan kalıplaşmış ifadeler de bulunmasına rağmen bunların kullanım alanları ve kullanımdaki işlevleri farklılık göstermektedir. Söz gelimi, baş sağlığı, beddua ve linç ifadelerini aktaran kalıplaşmış ifadelerin kullanım biçimleri iki kültürde farklılık göstermektedir. Türk kültüründeki baş sağlığı dileklerinde kayıp yaşayan kişinin yakınlarını teselli etmeye yönelik ifadeler daha fazla yer alırken, Rus kültüründe baş sağlığı ifadeleri daha çok ölen kişinin ruhunu kutsamaya, rahatlatmaya yönelik olarak ortaya çıkmaktadır. Türk kültüründe başsağlığı dilerken “Allah” sözcüğünü içine alan kalıplaşmış ifadelerde, insan iradesi dışında gerçekleşmiş olan bir olayın, İslam dininde evrenin tek hakimi olarak kabul edilen Allah’ın iradesiyle bir yön bulacağı gerçeği ya da beklentisi yansımaktadır. Yine baş sağlığı dilerken “Allah” sözcüğü ile yer alan diğer kelimelere bakacak olursak, sabır, ömür, acı, cennet gibi kavramların Allah’tan geldiği kabul edilmekte, bu kavramların iradesi yine Allah’a bırakılmaktadır. Türkçedeki başsağlığı dileklerin de taksirat (suç, günah), rahmet (suçunu bağışlama, merhamet etme) gibi Arapça kökenli kelimelerin dilde yaygın bir şekilde yerleşmiş olması da bize İslam dini ile birlikte Arap kültürünün Türklerin taziye geleneklerine etki ettiğini göstermektedir. Rus kültüründe “Allah” sözcüğü kullanılarak dile getirilen taziye ifadeleri ise daha çok ölünün ruhunun Tanrı’nın makamında huzura kavuşmasına yöneliktir. Ölenin yakınlarını teselli etmeye yönelik ifadeler ise “üzüntüsünü dile getirmek”, “taziyelerini sunmak” şeklinde fiilin gerekli şahıs 144 Yabancı Dil Eğitiminde Kültürün Önemi: Türkçedeki -Sın/-Sin Eki İle Dile Getirilen … zamirinde çekimlenmesi ile dile getirilmektedir. Beddua ve linç ifadelerinde ise, yine her iki toplumda da din öğesinin baskın varlığı farklı şekillerde olmak üzere ön plana çıkmaktadır. Türk toplumunda beddua ve linç ifadelerinde “Allah” kelimesi oldukça yaygın ve de sıklıkla kullanılarak dile getirilmektedir. Hatta bedduayı dile getiren kişi, olumsuz bir anlama sahip ve etki yaratabilecek cümlelerde Allah’ın adını kolaylıkla kullanabilmektedir. Kişi “Allah” sözcüğünü kullanarak bir başkasına beddua ettiğinde, karşısındakine olan kızgınlığını ağır ve incitici bir şekilde dile getirmekle birlikte, sözlerinden ötürü doğabilecek herhangi bir durumu üzerinden atmaktadır. Beddua eden kişi, böylelikle, doğrudan kendisi tarafından gelebilecek herhangi bir kötülüğün üstünü örterek, bunun sorumluluğunu yüce iradenin gücüne bırakmaktadır. “Allah” sözcüğü dışında dile getirilen beddualar ise, kişinin ölümüne ilişkin isteği dile getiren çağrışımlara sahiptir. Rus kültüründe ise, Türk kültüründen farklı olarak beddua ifadelerinde Allah’ın adı hiçbir şekilde dile yansımamaktadır. Bu durumun oluşması Rus kültüründeki Hristiyanlık inancı ile ilintilidir. Hristiyanlık inancına göre, başka bir kişiye beddua ederken kişi “Allah” kelimesini kullandığında her şeyden önce Tanrı’ya ait olan sorumluluğu kendi üzerine alarak üstlenmiş ve böylece bir nevi Tanrı’nın yerini alarak ona şirk koşmuş olmaktadır. Bununla birlikte, Hristiyanlık inancında Allah kullarının pişmanlık duyarak tövbe edeceklerini ve yanlış yoldan geri dönmelerini beklemektedir, bu nedenle Allah’ın ismini hem kötü niyet ve söylemler içerisinde ağza almak hem de boş yere dile getirmek günah sayılmaktadır. Anlamsal olarak kalıplaşmış ifadelerin kullanım farklarının yanı sıra, Türkçede -sın/sin eki ile ifade edilen kalıplaşmış ifadeler Rusçadaki pust/puskay ekli söylemlerden farklılık göstermektedir. Türkçede morfolojik yapısı itibari ile emir tümcesi olarak aktarılan bazı kalıp sözcükler bu anlamın dışında bir ifade aktarmaktadırlar. Yani emir değil dilek, istek bildirmektedirler. Rus dilinde ise pust/puskay eklerinin yanı sıra, istekler ve dilekler Rus dilinde ismin tamlama hali olan ‘roditelnıy padej’ durumunda kullanılan ve “dilemek” anlamına gelen “jelat’” fiili ile ifade de edilebildiği gibi, istekler -mek/ mak “için, amacıyla” anlamı veren ‘ştobı’ bağlacı ile de aktarılmaktadır (чтоб ты сдох, чтоб не сглазить vb.). Türkçede -sın/sin eki ile aktarılan kalıplaşmış ifadeler, konuşan kişinin dileğini kendinden başka bir iradeye ya da güce yüklediğini gösterirken, Türkçe ile karşılaştırmalı olarak Rusçadaki kalıp ifadeler kişinin dini inançlarının yanı sıra, söyleme katmak istediği kuvvetli anlam ve işlevsel özelliği ile şekillenmektedir. 145 Leyla Çiğdem DALKILIÇ Kaynakça AKSAN, Doğan, Her Yönüyle Dil, Ana Çizgileriyle Dilbilim, TDK Yayınları, Ankara, 2015. BANUOĞLU, Tahsin, Türkçenin Grameri, TDK Yayınları, Ankara, 1990. ÇÖTÜKSÖKEN, Yusuf, Deyimlerimiz, Özgül Yayınları, İstanbul, 1994. EDİSKUN, Haydar, Türk Dilbilgisi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1985. ERGUN, Perivan. “Türk Kültüründe Ölümle İlgili Bazı Terimler”, Milli Folklor Dergisi, C.25, S.100, 2013, s. 134-148. GENCAN, Tahir Nejat, Dilbilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 1975. GÖKDAYI, Hürriyet, “Türkçede Kalıp Sözler”, Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, S.44, 2008, s. 89-110. HENGİRMEN, Mehmet, Türkçe Dilbilgisi, Engin Yayınları, Ankara, 2015. KARATAY, Osman, “Kut: Evrensel Dilde Tanrı ve İyilik”, Türk Tarihçiliğine Katkılar: Mustafa Kafal Armağanı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara, 2013, s. 63-68. KAVAK, Fadime, “Klasik Arap Edebiyatında Taziye”. Uludağ Üniversitesi Dergisi, C. 24, S.1, 2015, s.105-132. KONONOV, Andrey, N, Grammatika Turetskogo Yazıka, İzd. Akademii Nauk SSSR, Moskva-Leningrad, 1941. KORKMAZ, Zeynep, Türkiye Türkçesi Grameri, Şekil Bilgisi, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2009. KUTSAL KİTAP, İncil-Tebrat-Zebur https://incil.info/arama/Yuhanna+1:1-5 ŞEKA, Yu. S. Praktiçeskaya Grmmatika Turetskogo Yazıka, Moskva, İzd. VostokZapad, 2007. TOKLU, Osman, Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara, 2015. TOPALOĞLU, Ahmet. Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1989. TÜRKÇE SÖZLÜK, haz.: Şükrü Haluk Akalın… ve başk., Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2011. 146 Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi Liliya VOITSENKA Lefke Avrupa Üniversitesi Gonca PÜRDİK Lefke Avrupa Üniversitesi Özet: Kültürel yapı toplumdan, toplumun en küçük birimi kabul edilen aileye, aile ilişkilerinden bireye kadar etkisini göstermektedir. Aile kavramı, her biri kendi öznelliğine sahip, ortak sorumlulukları ile birbirine bağlı bireylerden oluşan; toplumun en küçük dinamik birimi olarak tanımlanabilir. Aileler kültürü içinde barındırır ve en önemli işlevlerinden biri de içinde yaşadıkları kültürü sonraki nesillere aktarmaktır. Ebeveyn tutumlarının çocuklara kültürü aktarmada önemli bir rolü vardır. İçinde bundukları kültürden kaynaklı olarak ebeveynlerin çocuk yetiştirme tarzları da farklılık göstermektedir. Günümüzde yapılan kültürler arası ebeveynlik araştırmaları; çocuk yetiştirme tutumları ile ‘’bireyselci’’ ve ‘’kolektivist’’ toplumların özellikleri arasında güçlü bir ilişki olduğunu saptamıştır. Bireyselci toplumda yetiştirilen çocukların bağımsızlık ve özerklik becerilerine önem verdiği görülürken, kolektivist toplumların daha çok toplumsal sorumluluk kazandırma becerileri üzerinde durdukları görülmektedir. Ayrıca yapılan araştırmalarda kültürel özelliklerle birlikte sosyo-ekonomik düzey, eğitim ve bilinç düzeyi gibi faktörlerin de etkilediği görülmüştür. Kültür, sıkı disiplin/ katı sınırları olan, gevşek disiplin/ aşırı geçirgen sınırları olan, demokratik tutum ve aşırı koruyucu gibi ebeveyn tutumlarında önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmanın amacı, coğrafi ve kültürel yakınlığı bulunan Türk ve Rus kültürlerindeki ebeveyn tutumlarını farklılık ve benzerlikleriyle tartışmaktır. Anahtar Kelimeler: Ebeveyn tutumları, Kültür, Aile, Türk ve Rus ebeveyn tutumları Abstract: Cultural structure takes effect from society to family, accepted as the smallest unit of society, from family relations to individiual. Family notion can be described as the smallest and dynamic unit and as Liliya Voitsenka - GoncaPürdik consisting of individuals, each has their own subjectivity, connected to each other with common responsibilities. Families contains culture and to convey the culture they experienced to the next generations is one of the most important functions of families. Parent attitudes have an important role in conveying the culture to children. Due to the culture parents live in, child growing methods of parents differ. Recent researches about cross-cultural parenthood have identified that child growing attitudes and the features of individualist and collectivist societies have a strong relation with each other. While it is seen that the children grown in individualist society give importance to skills of freedom and autonomy, collectivits societies dwell on the skills of gaining social responsibility more. It was also seen in executed researches that the factors such as social economic level, education level and conscience level besides cultural features affect. Culture plays an important role in attitudes of parent such as tight discipline/strict boundaries, loose discipline/hyperpermeable boundairies, democratic attitude and overprotective. The purpose of this study is to discuss the attitudes of parent in Turkish and Russian cultures which have geographical and cultural closeness in terms of differences and similarities. Key Words: attitudes of parent, culture, family, attitudes of Turkish and Russian parent GİRİŞ Kültür Kültür geçmişten günümüze gelen dinamik etkinlikler bütünü olarak tanımlanabilir. Paylaşılan değerler, toplumsal yaşantılar, sanat, etkinlik, bilimsel paylaşım, gelecek beklentisi, paylaşılan ortak normlar, düşünce kalıpları ve iletişim bile kültürün bir parçasıdır. Bunların yanı sıra ebeveynlerde kültürün içinde yer almaktadır. Her aile yapısı, oluşum sürecinde kültürden beslenmektedir. Buna bağlı olarak ebeveynler, çocuk yetiştirme de hakim olan ‘’kültürel senaryoları’’ takip ederler (Yılmaz, 2018). Kültürel yapı; toplumdan, toplumun en küçük birimi olan aileye ve aile içi etkileşimler aracılığı ile bireye kadar etkisini göstermektedir. Aile; her biri farklı özelliklere sahip, ortak sorumlulukları ile birbirlerine bağlı bireylerden oluşan ve toplumun en küçük dinamik birimi olan yapı olarak tanımlanabilir. Her aile yapısı kültürü içinde barındırır. Ailelerin en önemli işlevlerinden biri de, içinde yaşadıkları kültürü gelecek nesillere aktarmaktır. Ebeveynlerin, çocuk yetiştirme tutumlarının, çocuklara kültürü aktarma da önemli bir rolü vardır. Ebeveynlerin çocuk yetiştirme 148 Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi tarzları içinde bulundukları kültüre bağlı olarak da farklılık göstermektedir (Kulaksızoğlu, 1989). Ebeveyn Tutumları ve Kültürel Yapı Her çocuk bir kültürün içine doğmaktadır. Ebeveyn tutumları, kültürün çocuğa aktarılmasında önemli bir rol oynamaktadır. İnançlar, değerler, hedefler ve davranışlar ebeveyn tutumlarının bileşenlerini oluşturmaktadır. Her bir boyut çocuğun içine doğduğu makro-sosyal yapıdan etkilenmektedir. Çocuk için bu makrososyal yapının temsilcileri; anne ve babadan oluşmaktadır (Yılmaz, 2018). Çocuk yetiştirme tarzları; toplum ve kültürlere göre faklılık gösterebileceği gibi; her aile için de farklı tarzda olabilmektedir. Ebeveynlerin çocuklarına karşı olan tutumları; çocuğun toplumsal normlara uymasında, sosyalleşmesinde ve çevreye uyum sağlamasında oldukça önemlidir. Ayrıca çocuğun aile içinde ki konumunu da belirlemektedir. Kültürün çocuk yetiştirme üzerinde bireysel özelliklerden daha fazla etkisi olduğu düşünülmektedir (Dinn ve Sunar, 2017). Ebeveyn Tutumlarının Değerlendirilmesi Psikanalistler sağlıklı gelişim için ‘’bireyleşme’’ modelini savunmalarının yanı sıra ayrışmanın da çok önemli bir rolünün olduğunu vurgulamaktadırlar. Ryan ve Deci (2000) özerklik gereksinimi gibi, ilişkisellik gereksiniminin karşılanmasının da, iyi oluş üzerinde olumlu bir etkisinin olduğunu ileri sürmektedir. Maslow (1968), ‘’ihtiyaçlar hiyerarşisinde’’ sevme ve ait olma gereksinimlerini, kendini gerçekleştirme ihtiyacının öncesinde yer vererek, ait olmanın önemine dikkat çekmiştir. Bunun gibi birçok araştırma da ilişkisellik ve iyi oluş arasında ilişkilere vurgu yapılmıştır. Gelişim modelleri açısından ebeveyn tutumlarının incelendiği bir çalışmada; en önemli unsurun ebeveyn-çocuk bağının sürdürülmesi olduğu ve ilişkilerin, psikolojik destek açısından önemli kavramlar olduğu bulunmuştur (Grotevant ve Kopper, 1998; Kağıtçıbaşı,2003; 2011; Kwak,2003). Aile Örüntüleri Kağıtçıbaşı (2017), aile değişim modelinde üç tür aile örüntüsünden bahsetmektedir. Bunlardan ilki, bireyler arası ilişkilerin daha sıkı olduğu ‘’bağımlılık aile modeli’’dir. bu model az gelişmiş, özellikle tarımla uğraşan kırsal kesimlerde bulunmaktadır. Maddi ve psikolojik olarak aile ilişkileri üzerinden tanımlanmıştır. İkinci aile örüntüsü ise; ‘’bağımsızlık’’tır. Batılı, sanayi alanında gelişmiş ve bireyci toplumlarda görülmektedir. Bu aile örüntüsünün benlik yapısı; 149 Liliya Voitsenka - GoncaPürdik daha özerk ve ayrışmış bağımsızlık ile ilişkilidir. Son olarak ‘’duygusal bağımlılık’’ aile örüntüsünde ise; özerk ve ilişkisel benlik söz konusudur. Batı psikolojisinin tamamen özerkleşmeyi destekleyen bir bakış açısına sahip olmasını (bireyselci) eleştiren Çiğdem Kağıtçıbaşı (2017), aşırı bağımlı ilişkinin ve aşırı özerk ilişkinin sağlıklı olmadığını belirtmiştir. Türk toplumunu geçiş toplumu olarak değerlendiren Kağıtçıbaşı (2017); ikisinin de birlikte bulundurulması gerektiğini vurgulayıp: ‘’özerk-ilişkisel benlik örüntüsü’’ yani ‘’iki boyutlu modeli’’ geliştirmiştir. Tek boyutlu model; bireylerin aile örüntülerini ya bağımsız ya da karşılıklı bağımlı olarak değerlendirmektedir. Ancak hem özerkliği hem de ilişkiselliği içinde barındıran iki boyutlu modelde ise bireyler; hem ‘’bireyci’’ hem ‘’toplulukçu’’ yapıya sahip olabilmektedirler. Bu durum kültürler içinde geçerlidir. Kağıtçıbaşı (2017); kişiler arası mesafe ve bireyleşme ayrı olarak incelenseler de, ‘’birbirleriyle ilişkili bir boyut olarak ele alınmalıdır’’ der. İki ayrı eksende bakacak olursak; ‘’kişilerarası mesafe’’ boyutunda ilişkisellik, ‘’ayrışma-bireyleşme’’ boyutunda ekseninde ise bağlılık ve özerklik barındırılmalıdır. Özerkleşme sürecinde, bağlılığımızı ve ilişkililiğimizi bütün olarak değerlendirmek gerekmektedir. Hepsinden bir derece barındırabilmek, ‘‘özerk-ilişkisel benlik’’ oluşumunu mümkün kılmaktadır (Kağıtçıbaşı, 1996;2005; 2007;2011;2013). Benlik gelişimi incelenirken, toplulukçu bir yapıya sahip toplumun, bireyci toplumlara yaptıkları göçte, çocukların özerk olmasını gerektiren çevre koşullarının da sağlanması gerektiğinden bahsedilmektedir. Sosyal karşılaştırma ve sosyal kültüre uyum sağlama süreci ile birlikte; özerklik arzulanmakta ve gelişmektedir. Bu süreçte anne ve babaların, çocuklarının özerkliğini destekleyici tutumlar sergilemesi gerekmektedir. Bu tutumları sergilerken ebeveyn ve çocuk arasında çatışmalar meydana gelebilir. Bu çatışmalar; kuşaklar arası farklar, gelişen ve değişen kültür ve sosyal toplumun etkisinden kaynaklanabilmektedir (Kağıtçıbaşı, 2014). Özerkliğe karşı bakış açısında, zamanla değişim gözlenmekteyken, benzer bir şekilde ayrık olma kavramının da bir değişim göstermesi gerektiği bulunmuştur. Özerklik, göç olan bir ortamın sosyal uyumun da önemli boyuttur. Özerklik oluşurken ilişkiselliğin de sürdürülebilmesi gerekmektedir. Özerklik oluşurken, yakınlığın devam edip etmemesi gerektiğine ilişkin yapılan araştırmalarda; ‘’benlik yönetme teorisi’’, ergenlerin; ebeveynleri ile yakınlık kurarken, özerkliklerinin de gelişebileceğine ilişkin sonuçlar elde etmiştir (Chirkov, Kim,Ryan ve kaplan, 2003; Ryan ve Deci, 2000; bkz. Kağıtçıbaşı,2005). 150 Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi Ebeveynlik Tarzlarında Kontrol Kavramı Kültürler arası ebeveyn tutumları, çocuk yetiştirme algısın da ‘’kabul, katı tutum ve psikolojik kontrol’’ boyutun da karşılaştırılmıştır. Bu araştırmalar yapılırken ebeveyn tutumlarının, davranışları yönlendireceğine ilişkin varsayımlar göz önünde bulundurulmuştur. Kendini belirleme kuramı araştırmacıları, ‘’kontrol’’ kavramını gözlemlemişlerdir. Grolnick ve Pomerantz (2009), bu kavramın; ‘’psikolojik kontrol ve katı kontrol’’ olarak iki alanda değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Ebeveynlik tarzları ‘’kabul ve kontrol’’ boyutlarında incelenmiştir. Kabul ve kontrol kavramı, araştırmasında; kabul boyutu, sıcaklığa karşı reddedilme algısı olarak; kontrol boyutu ise; psikolojik kontrol tutumuna yönelik otonomi ya da özyönetim olarak ele alınmıştır. Araştırma sonucunda; katı kontrol tutumunun, toplulukçu kültürlerin, itaat üzerine yaptıkları bir vurgu olduğu belirtilmiştir. Psikolojik kontrol tutumunun ise; toplulukçu yapıya sahip kültürlerin, içinde bulundukları grubun diğer üyelerini düşünmesinden kaynaklı bu tutumu sergiledikleri sonucuna varılmıştır (Dinn A. ve Sunar D., 2017). Yıllardır yapılan ebeveynlik tarzlarının araştırılması sonucunda; Baurmind (1967) ebeveynlik tarzlarını üç grupta incelemiştir. Bunlar; açıklayıcı / demokratik, otoriter ve izin verici şeklinde belirlenmiştir. Maccoby ve Martin (1983) ise ebeveynliği dört kısma ayırmıştır. Sıcaklık ve kontrol boyutları geliştirip, Baurmind’in modeline ihmalkarlığı eklemişlerdir. Düşük sıcaklık ve yüksek düzey kontrol olarak birleşen ‘’otoriter’’ tutum; ebeveyn tutumlarına yönelik araştırmalarda sıklıkla ön planda bulunmaktadır. Her kültürün ebeveyn tutumları; çocuklarına gösterdikleri sıcaklık ve otoriter tutum yönünden farklılaşmaktadır. Bireyci toplumlar otoriter tutumu reddedilmek olarak algılarken; toplulukçu kültürlerde böyle bir algının olmadığı, aksine ebeveynlerin, bu tutumlarının sıcak ve kabullenici nitelikte algıladığı düşünülmektedir (Dinn ve Sunar, 2017). Hızlı sanayileşme, kentleşme ve ekonomik değişimler ‘’red edilme ve sıcaklık algısını da değiştirir mi?’’konusunda da birçok araştırma yapılmıştır. Türkiye de bu özellikler açısından farklı kesimlerde uygulama yapılabilir, çünkü birçok kesimi içinde barındıran bir yapıya sahiptir (Sunar, 2009). Türkiye de yapılan araştırmalar sonucunda otoriter yapıya sahip ebeveynlerin, toplulukçu kültürlerde daha çok görüldüğü bulunmuştur (Chao, 1994; Harwood ve ark., 1999; Rudy ve Grusec, 2006). Grolnic ve Pomerantz (2009) kontrolcü tutumun; düzenleyici ve yol gösterici davranış olarak değerlendirilmesi ve bunun ‘’yapılandırıcılık’’ olarak kavramsallaştırılması gerektiğini belirtmiştir. Yapılandırıcılık olarak kavramsallaştırıldığında ise, toplulukçu kültürlerde değerlendirilen ‘’otoriter tutum’’ tekrar yorumlanmaya ihtiyaç duyacaktır (Dinn ve Sunar, 2017). 151 Liliya Voitsenka - GoncaPürdik Türk Kültürü ve Yapısı Hofstede (1980; 2001) toplum yapılarını; ‘’bireyci ve toplulukçu’’ olarak ayırmıştır. Kültürler arası ebeveynlik tarzlarının bireyci ve toplulukçu toplum yapılarından etkilendiği düşünülmektedir. Bireycilik, önce kendi ihtiyaçlarını karşılayan, kendi amaç ve isteklerine yönelen bir toplum yapısı iken; toplulukçuluk, içinde bulunduğu grubun diğer üyelerinin ihtiyaç ve isteklerine önem veren, bireylerin kendilerini ikinci plana attığı bir toplum yapısı olarak tanımlanabilir. Ancak kültürler, dinamik yapısından dolayı değişime uğrayabilmektedir. Bu durum çalışmalar da göz ardı edilmemelidir. Türkiye’nin, toplulukçu yapıyı barındıran bir ülke olduğu düşünülmektedir (Hofstede, 2001). Türk toplumunda; aile bütünlüğü, ilişkilerde uyum, yakınlık ve sadık olmak vurgulamaktadır (Kağıtçıbaşı,1984). Kağıtçıbaşı (2014), araştırmalarında Türk kültürünü, ilişkililik kültürü olarak değerlendirmiştir. Ttriandis ve arkadaşları (1995), bu kavramları tanımlamak için ‘’bireycilik ve toplulukçuluk’’ kavramlarına, iki boyut daha eklemişlerdir. Bunlar; ‘’dikey ve yatay’’ bireyciliği içeren kavramlardır. Bu şekilde ‘’dikey bireyci, dikey toplulukçu ve yatay bireyci, yatay toplulukçu’’ olarak dört grupta açıklanmaktadır. Otorite ve hiyerarşinin etkin olduğu ‘’dikey’’ kutup ve eşitliğin olduğu ‘’yatay’’ kutup eklenmiştir. Türk toplumunun ‘’dikey toplulukçu’’ grupta yer aldığı düşünülmektedir. Bireyci batı toplumları; çocuklarına, özerk, bağımsız ve kendi başına bir şeyler yapabilme yetisi kazandırmaya önem vermektedir. Çocuk, bu şekilde kendi insiyatifini kullanabilecektir. Toplulukçu yapıya sahip toplumlar ise; çocuklarına, kendi çıkarlarının üzerine kurulmuş bir yaşam, topluluk bilinci ve sorumluluğu kazandırmayı hedef almıştır (Dinn ve Sunar, 2017). Ülkemiz için konuşacak olursak; geleneksel aile yapımız ataerkil, kalabalık ve geniş bir yapı olarak görülmektedir. Ataerkil sistem de aile reisi erkek olarak bilinmektedir. Bu yüzden de eşitlikçi bir yapıdan söz etmek mümkün değildir. Baba ile bağlar daha kuvvetlidir. Yardımlaşma ve işbirliği üzerine kurulu bir ilişki yapısı vardır (Kulaksızoğlu A., 1989.). Baba bir yandan otorite olarak görülürken, bir yandan da sonsuz saygı ve korkunun temsili olarak görülmektedir. Yapılan araştırmalarda, alınan göçler ile bu geniş aile yapısının giderek küçülmekte olduğu ve batılaşmaya yönelik bir eğilimin olduğu görülmektedir (Kağıtçıbaşı, 2014.). Her ne kadar genel yapıdan uzaklaşılsa da, aile fertleri arasında yardımlaşma ve dayanışma kavramının bozulmadığı da görülmüştür (Kulaksızoğlu A., 1989.). 152 Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi Rus Kültürü ve Yapısı Geçtiğimiz yüzyılda Rusya, 70 yıllık ideolojinin ve beraberindeki komünizmin, sosyalizmin ve sosyal sistemin etkisiyle karakterize edilmişti. Komünizmin, geleneksel aile yapılarını ve modellerini destekleyen bir ideoloji olmasa da, batı kültüründe görülen bireyselleşme eksikliğinin ve aile bağlarının üzerinde az da olsa etkisi olduğu ileri sürülmüştür. Komünist sosyal sistem, yaşamın her alanında ön planda olan, toplulukçu değerleri ve aileyi, toplumun bir parçası ve kaynağı olarak değerlendirmektedir. 1990’ların başından beri Rusya, sistemden uzak bir şekilde dramatik bir sosyal değişim yaşamıştır (Mayer ve ark., 2008). Rus kültüründe düşük bireyselcilik ve daha yüksek aile değerleri olduğu vurgulanmıştır. Aile bireyleri birbirlerine daha bağımlıdır. Genç yetişkinler ebeveynlerine sosyal destek ve maddi destek sağlamaktadırlar. Rus kültüründe daha geleneksel bir anlayışın hakim olduğu görülmektedir (Mayer ve ark., 2008). TARTIŞMA Türk-Rus Ebeveyn Tutumlarının İlişkisi Türk ve Rus ebeveyn tutumlarını karşılaştıran çalışmalar da; Rus ebeveynlerin çocuklar üzerinde daha kontrol edici bir yapıya sahip oldukları saptanmıştır (Yılmaz, 2017). Yapılan diğer çalışmalara bakıldığında; Türk anneler, babalara kıyasla çocuklarına daha demokratik tutum sergilemektedir (Aydoğdu ve Dilekmen, 2016). Rus anneler de babalara kıyasla çocuklarına daha demokratik tutum sergilemektedirler (Valikina, Korotaeva, Cherepanova, 2015). Çalışan anneler ve çalışmayan annelerle yapılan çalışmalarda; çalışan annelerin, çalışmayan annelere göre daha demokratik tutum sergiledikleri bulunmuştur (Aydoğdu ve Dilekmen, 2016). Rus anneler içinde aynı durumun geçerli olduğu görülmektedir (Valikina, Korotaeva, Cherepanova, 2015). Ebeveynlik tutumlarını etkileyen bir diğer faktör de eğitim düzeyidir. Schaefer (1991), ‘’otoriter ve demokratik’’ tutumların, ebeveynin eğitim seviyesiyle pozitif yönde bir ilişkisi olduğunu belirtmiştir. Schaefer’e göre, eğitim durumu yüksek ebeveynler, çocuklarına karşı daha demokratik bir tutum sergilemektedirler (Yaprak,2007). Rusya da yapılan bazı çalışmalarda da, eğitim durumu yüksek ebeveynlerin demokratik tutumlar sergiledikleri bulunmuştur (Valikina, Korotaeva, Cherepanova, 2015). Ebeveyn tutumları, anne ve baba olarak bakıldığında; babaların, ebeveynlik tutumlarına ilişkin daha fazla bilinçlendirilmeye ihtiyaçları vardır (Aydoğdu ve Dilekmen, 2016). Rus kültürü için de aynı durum söz konusudur (Valikina, 153 Liliya Voitsenka - GoncaPürdik Korotaeva, Cherepanova, 2015). Sunar (2002), Türk annelerinin çocuklarını sıkı denetim altında tutan kişiler olarak algılandıklarını, fakat bunun aksine Türk annelerinin, katı kurallar koymayan kişiler olduklarını belirtmiştir. Çatay ve arkadaşları (2008), Türk annelerinin psikolojik kontrolü yani; sonuca odaklı bir yolu seçtiklerini belirtmişlerdir. Türk ve Rus ebeveynleri karşılaştıran bir araştırma da, iki kültürün disiplin konusunda daha fazla benzerlik sergiledikleri, demokratik tutum konusunda ise daha fazla farklılaştıkları bulunmuştur. Sağlıklı ebeveyn tutumu olarak değerlendirilen içerikleri barındıran demokratik tutum boyutunda, Türk ebeveynlerin, Rus ebeveynlere göre daha yüksek puan aldıkları görülmüştür. Sıkı disiplin ve gevşek disiplin boyutunda ise Rus ebeveynlerin, Türk ebeveynlerinden daha yüksek puan aldıkları bulunmuştur. Bir kültürdeki ebeveynlerin hem sıkı disiplin hem de başıboş tutum puanlarının yüksek olması, çocuk yetiştirme konusunda tutarsız bir tutum içinde oldukları şeklinde yorumlanabilir (Yılmaz H., 2018). Demokratik tutum ve sıkı disiplin boyutlarının cinsiyete göre anlamlı düzeyde farklılaşması ve babaların sıkı disiplin puanlarının, annelerinkinden yüksek olması; pek çok araştırma sonucu ile uyum göstermektedir (Bombi, 2011:129-141; Olivari, 2015; 244-258; Tapanya, 2011: 190-198). İki kültürde de çocuk eğitiminde disiplin vurgusu yapılmaktadır (Yılmaz, 2018). Rusya’nın sisteminin değişmesiyle, Türkiye’de ise küreselleşmenin etkisiyle, batı kültürü ile doğu kültürü arasında gidiş gelişler yaşandığı ve iki kültürün de aile yapılarının bu sebeplerden etkilendiği görülmüştür. Konuya ilişkin tüm araştırmalar da; Türk ve Rus kültürlerinin, kendi içinde geleneksel, toplulukçu, aile içi bireylerin birbirine bağımlı, batıya kıyasla, ayrışmamış bir yapıya sahip oldukları görülmüştür. Son yıllarda yapılan araştırmalarda Rus ve Türk ebeveynlerin, bireysel farklılıklar, bağımsızlık gibi konulara önem vermeye başladığı bulgulanmıştır. Sonuç Tüm kültürel farklılıklara rağmen (dil, din, eğitim düzeyi, ekonomik refah düzeyi vb.) Kağıtçıbaşı’nın (2007), aile modelinde özerk-ilişkisel benlik tipinin gelişmesi için uygun aile ortamı Rus kültürü içinde önerebilir. Bu aile ortamı özerkliğin desteklendiği, yüksek ilişkililik ve yüksek denetimin bir arada olduğu çocuk yetiştirme stili ile ekonomik bağımsızlığın öne çıktığı batılı aile kültürünün geleneksel ailede duygusal bağımlılık ile harmanlamasıyla ortaya çıkmıştır. Bu benlik tipi hem özerkliğin hem de yakınlık ve ilişkiselliğin bir arada olduğu toplulukçu bir kültürde bireyselliğinde korunduğu bir benlik olarak yorumlanabilir. 154 Ebeveyn Tutumlarına İlişkin Türk ve Rus Kültürlerinin Değerlendirilmesi Bu gözden geçirme çalışmasının önemi; aile ve Türk- Rus kültür karşılaştırmalı araştırmaların olmamasına ve kültür psikolojisi açısından bu konuya ilişkin bir boşluk olduğuna vurgu yapmaktadır. Kültürler arası etkileşimler arttıkça kültürün ebeveyn tutumları üzerindeki etkisi yumuşayacak ve değişimler olmaya devam edecektir. 2018 yılında Rusçaya kazandırılan ebeveyn tutum ölçeği (Yılmaz, 2018) kullanılarak Kıbrıslı Türk, Türk ve Rus ebeveynler üzerine kültür karşılaştırmalı nicel bir araştırma yapmak planlanmıştır. KAYNAKÇA Aydoğdu, F., Dilekmen, M. (2016). Ebeveyn Tutumlarının Çeşitli Değişkenler Açısından Değerlendirilmesi. Eğitim Fakültesi Dergisi. Cilt:11, Sayı:2, s.s 570-581 Boris Mayer, Tatjana Klug & Gisela Trommsdorff. “Familienmodelle in Deutschland und Russland:Intergenerationale Unterstützung Deniz, A., Özgür, E.M. (2013/2). Antalya’daki Rus Gelinler: Göçten Evliliğe, Evlilikten Göçe. Sosyoloji Dergisi, 3. Dizi, 27. Sayı, 151-175 Dinn, A.A., Sunar D. (2017, Haziran). Çocuk Yetiştirme Tutumları ve Bağlantılarının Kültür İçi ve Kültürlerarası Karşılaştırması. Türk Psikoloji Dergisi, 32(79).95-10 Erwachsener Töchter für ihre Eltern”. Zuerst ersch. in: Wert des Kindes und intergenerationale Beziehungen : Sammelband wissenschaftlicher Artikel / Z. H. Saraliewa (Hrsg.). - Nizhnij Novgorod : NISOTS-Verl., 2008. - S. 89-114 Kağıtçıbaşı Ç., Ataca B. (2017). ‘’Çocuğun Değeri ve Aile Değişimi: Türkiye’den Otuz Yıllık Bir Portre’’. (Pelin Önder Erol, Ebru Aloğlu, Çev.). Sosyoloji Dergisi, 35, ss.77-101 Kağıtçıbaşı, Ç. (2014, Aralık). Sonsöz Kültürleşme ve Aile İlişkileri. Türk Psikoloji Yazıları, 17(34), 120-127 Kulaksızoğlu, A., (1989). Çocuk Yetiştirme Tutumları ve Aile. Eğitim ve Bilim, S.1., V.13, N.74, Oct. 1989. ISSN 1300-1337. Erisim Adresi: http://egitimvebilim.ted.org.tr/index.php/EB/article/view/5845/1976. Erişim Tarihi : 20 Aralık 2018 Pektaş, D., Demircioğlu H. (2017). Almanya’da Yaşayan Türk Annelerin Ebeveynlik Tutumları. Uluslar arası Sosyal Araştırmalar Dergisi. Cilt:10, Sayı:54 155 Liliya Voitsenka - GoncaPürdik Valikina Yu.R., Korotaeva A.V., Cherepanova V.N. “Ailede çocuk yetişterme tutmları”. Bilim ve eğitimin modern problemleri. 2015. Yağmurlu B., Çıtlak B., Dost A., Leyendecker B., (2009, Haziran). “Türk Annelerin Çocuk Sosyalleştirme Hedefl erinde Eğitime Bağlı Olarak Gözlemlenen Farklılıklar”. Türk Psikoloji Dergisi, 24 (63), 1-15 Yılmaz, H. (2018a). Türk, Kırgız ve Rus Ebeveynlerin Çocuk Yetiştirme Tutumları: Kültürlerarası Karşılaştırma. Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi. Cilt:7, Sayı:3, 613-635 Yılmaz, H. (2018b). Türkçe Ebeveyn Tutum Ölçeğinin Rusça Konuşan Kültürler İçin Uyarlanması. Asya Studies- Academic Social Studies/Akademik Sosyal Araştırmalar, Number:5, Autumn, p. 1-10. 156 Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler Doç. Dr. Sefa YÜCE Gazi Üniversitesi Özet: Ankara, Millî Mücadele dönemi ile önem kazanır. Askerlerin ve aydınların birçoğu Ankara’ya taşınır. Burası Millî Mücadele’nin merkezi olur. İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasından sonra başkent olan Ankara, yazarların ve şairlerin buluştuğu bir mekâna dönüşür. Kadim şehir olan İstanbul, kültür ve sanatın merkezi olmakla birlikte Ankara ediblerin ve aydınların ilgi odağı haline gelir. Bu dönemde, Millî Mücadele ile ilgili yazılan hikâye ve romanlarda Ankara önemli bir yer tutmaya başlar. Yabancı elçiliklerin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, “Eski Ankara”nın yanında “Yeni Ankara”nın inşası yeni mekânların açılmasına da zemin hazırlar. Millî Mücadele döneminde Atatürk ve arkadaşlarının ilk mekânı Ziraat Mektebi’dir. Bugün Meteoroloji Genel Müdürlüğü içinde bulunan bu tarihi bina aynı zamanda İstiklâl Mücadelesi’nin simgesidir. İstasyondaki Direksiyon Binası ise, Atatürk’ün yabancı konukları ağırladığı ve ediblerle bir araya geldiği tarihi binadır. Daha sonra Ruşen Eşref’in tavsiyesi ile Çankaya’daki bağ evi önemli bir merkez haline gelecektir. Millî Mücadele’nin simgesel mekânlarından biri de Taşhan’dır. Milletvekillerinin kaldığı bu binanın Ankara’nın tarihinde önemli bir yeri vardır. Ankara, Aka Gündüz, Yakup Kadri ve Sevgi Soysal’ın romanlarında, Millî Mücadele ve Cumhuriyet sonrası da önemli bir yer tutar. Ayrıca Baki Süha Ediboğlu’nun hatıraları da şair ve yazarların edebî muhitlerine ışık tutması bakımından önem arz eder. Cumhuriyet döneminde, Atatürk ve arkadaşları, Ankara ile bozkırın ortasından yeni bir kültür ve sanat merkezi inşa ederler. Anahtar Kelimeler: Millî Mücadele, Ankara, edebî muhit, Yakup Kadri, Sevgi Soysal. Cultural and Literary Environment in Ankara Abstract: Ankara gains importance with the period of National Struggle. Many of the soldiers and intellectuals move to Ankara. This place becomes the center of the National Struggle. While Istanbul the ancient city is the cultural and art center, Ankara becomes the centre of attraction of literary Sefa YÜCE men and intellectuals. At this period, Ankara begins to take an important place in the stories and novels written about the National Struggle. The transfer of foreign embassies from Istanbul to Ankara and the construction of the ”New Ankara“ along with the Old Ankara lead up to the opening of new places. The first place of Atatürk and his friends during the National Struggle was the Agricultural School. Today, this historical building located in the General Directorate of Meteorology is also the symbol of the Independence Struggle. The Steering Building at the station is the historical building where Atatürk hosted foreign guests and met with literary men. Later, with the advice of Ruşen Eşref, the vineyard house in Çankaya will become an important center. Tashan is one of the symbolic places of the National Struggle. This building where deputies stay has an important place in the history of Ankara. After the National Struggle and the Republic, Ankara has an important role in the novels of Aka Gündüz, Yakup Kadri and Sevgi Soysal. In addition, the memories of Baki Süha Ediboğlu are important in terms of shedding light on the literary environments of the poets and writers. During the Republican period, Atatürk and his friends built a new culture and art center with Ankara in the middle of the steppe. Key Words: National Struggle, Ankara, literary environment, Yakup Kadri, Sevgi Soysal. Giriş Kültür ve sanat birbirini bütünleyen kavramlardır. Kültürün geliştiği ortam da sanat da gelişir. Her devir ve dönemde, şair ve yazarların bulunduğu ortam, sanat açısından önem arz eder. Özellikle şair ve yazarlar, toplumun kültürel kodlarını ve değerler sistemini edebî eserler vasıtasıyla gelecek kuşaklara aktarırlar. “Bir yazarın etkileme-etkilenme ilgisi içindeki tavrı, onun topluluğa ne sıklıkla katıldığıyla, orada nelerle uğraştığıyla, kısacası katılımının niteliğiyle de doğrudan ilgili bir durumdur. Bir toplum içinde yaşayan yazar, toplumu eserleriyle şekillendirirken, topluluk da onu olumlu veya olumsuz duygu ve düşüncelerle şekillendirir (Anar, 2012: 4).” Bu yönüyle şair ve yazar, eserleriyle toplumun ruhunu yansıtır. Mahfil, edebî muhit veya edebî çevre anlamında da kullanılır. Genel olarak ediblerin bir araya geldiği mekân olarak tarif edilir. Bununla birlikte “ihata eden, etrafını çeviren, kuşatan, çevre, etraf, yöre, bir şeyi etrafına alan anlamlarına gelen muhit, mahfil kavramını da içine alabilecek nitelikte bir kelimedir. Muhitin bir veya birden fazla mekânı içine alabilecek bir tedaiye sahip olması söz konusudur. (…) Muhit kavramının genişliği yanında, mahfilin bir mekânla doğrudan bağlantısının 158 Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler olması, mahfillerin bir araya gelerek de muhit oluşturabileceğini düşündürüyor. Mahfil aynı zamanda somut nitelikler bağlamında muhitten daha küçüktür. Mahfillere katılanlar sayıca muhittekilerden genelde azdır, muhitin mekânsal niteliği mahfilin mekânından daima geniş ve çeşitlidir (Anar, 2012: 67-68).” XIX. yüzyıldan farklı olarak Cumhuriyet döneminde edebî muhitler yeni bir boyut kazanır. Pastaneler, restoranlar, oteller ve barlar ediblerin yeni toplanma merkezi olurlar. Bu merkezlerin dışında büyük kitapçılar ve sahaflar da yeni buluşma yerleri haline gelirler. Ayrıca önemli şahsiyetlerin ve ediblerin sıkça gittikleri dernekler, bazı kahvehane ve çay ocakları da aynı işlevi görürler. Ankara, Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’dan farklı olarak, kısıtlı imkânlara sahiptir. Bununla birlikte kültür ve sanatın gelişimi için önemli adımlar atılır. Gazete matbaaları, bankaların sanat faaliyetleri, ressamların resim ve heykel sergileri yeni mahfil ortamlarının oluşumuna katkılar sağlar. Misyon şeflerinin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması, kokteyller ve davetler, başkentte kültürel hareketliliği artırır. Taş Mektep ve Gazi Lisesinin eğitim öğretim faaliyetleri de Ankaralıların dikkatini çeker. Başkentte Ankara Üniversitesinin faaliyete geçmesi, yeni fakültelerin açılması, ayrıca TBMM’nin sivil toplum örgütleri ile yaptığı aktiviteler, şehre canlılık getirir. Atatürk’ün çeşitli vesilelerle katıldığı toplantılar ve Çankaya Köşkü’nde konuklarına verdiği yemekler politikacıları ve aydınları cezb eder. Ankara’nın sosyal muhitinin gelişimine önemli katkılar sağlar. Ankara’da Sosyal ve Kültürel Yapılanma Millî Mücadele’nin Ankara’sı yirmi bin nüfuslu bir kasabadır. 1919 yılında burası Kale etrafındaki mahallerden oluşur. Bu yıllarda Ankara’da pek yabancıya rastlanmaz. Şehir, tiftik, bal ve armut üreten bir yer olarak bilinir. Keçiören Ankara eşrafı için bir safiye yeridir. Çankaya’da bağlar vardır. Şehirde yaşayan ecnebiler burada oturur. Ankara’nın en kalabalık yeri Samanpazarı çevresidir. Şehrin en büyük alışveriş merkezi Karaoğlan Çarşısı, şimdiki Adliyenin arkasına düşer. Ogüst Mabedi’nin yanındaki Hacı Bayram Veli Camii halkın uğrak yeridir (Bardakçı, 1975: 64). Eski Ankara’yı sembolleştiren yapı, Ankara Kalesi ve onu çevreleyen surlardır. Şehrin eskiliğinin bir göstergesi olan Kale’nin Ankara’nın her yanından görülebilmesi için Alman mimar Jansen bir plan hazırlar. Bu planın amacı, Kale ve civarının tarihî dokusunun korunmasını sağlamaktır. Yine bu planın bir parçası 159 Sefa YÜCE olarak buralar “Protokol alanı” olarak ilan edilerek Ankara’nın çekirdek merkezi olarak düşünülür. Bu plan çerçevesi içinde Kalenin içindeki ve yakın çevresindeki mahalleler birbirine karışmadan oturma alanları korunur. Plana uyulmaz, zamanla bu sadelik kaybolur. Atpazarı ve Koyunpazarı semtlerine yeni iş yerleri egemen olur. Eski Ankara’yı çevreleyen Atatürk ve Talatpaşa Bulvarları ile demiryolunun Cebeci Caddesi’ne paralel giden kesimi, Anafartalar ve Denizciler Caddesi, iş yerlerinin ana merkezi olurlar. Millî Mücadele’den sonra ise, Ankara’yı sosyal ve kültürel yönden geliştirme çalışmalarına ağırlık verilir. Ulus çevresi yeniden düzenlenir. Şehir Yenişehir ve Bakanlıklara doğru genişler. Başkentte, yeni ikamet alanları oluşur (Keleş, 1971: 13-136). Ankara’nın ilk konaklama mekânlarından biri Taşhan’dır. Burası I. TBMM milletvekillerinin kaldığı yerdir. Ankara, bu yıllarda Darülmuallimin, Sanat Mektebi, Vilayet Konağı, İstasyon binası, birkaç camii ve taş yapıdan ibarettir. Evlerin neredeyse çoğunluğu kerpiçtir. Taşhan, pembe kalker taşlardan yapıldığı için halk arasında ünlenir. Bina, Millî Mücadele’de, milletvekillerinin kaldığı, siyasi ve kültürel konuların konuşulduğu bir merkeze dönüşür. Burası, İstanbul’dan Ankara’ya gelen konukların tek uğrak yerlerinden biridir. Atatürk’ün Ankara’ya davet ettiği ediblerin bir kısmı da burada kalır. Taşhan, 1935 yılına kadar varlığını sürdürür. 2 Mart 1935 yılında yıkılır ve yerine Sümerbank binası yapılır (Sazyek, 2018:276-282). Ankara Ziraat Mektebi ise, Mustafa Kemal’in Millî Mücadele döneminde ilk karargâhıdır. Kendisi, 27 Aralık 1919’dan 23 Nisan 1920’ye kadar bu binada çalışır. Heyet-i Temsiliye adına alınan kararlar bu binada hazırlanır. Aynı zamanda bu bina Ankara Hükümeti’nin ilk resmî binası olur. Mustafa Kemal, bu binada Anadolu’dan gelen heyetlerle görüşür. Burası kısa bir zamanda siyasi, askerî ve kültürel mahfil ortamına dönüşür (Sazyek, 2018:121-122). Mustafa Kemal’in Ankara’da kaldığı konutlardan biri de Direksiyon Binası’dır. Burası Ankara tren garının içindedir. Bina, Bağdat Demiryolu’nu işleten Alman yöneticiler için yapılır. Mustafa Kemal, Ankara’ya gelen misafirlerini burada karşılar. Aynı zamanda burayı evi olarak kullanmaya da başlar. Direksiyon Binası’nda Mustafa Kemal’in yararlandığı bir kütüphane vardır. Üvey amca kızı Fikriye’nin gelmesiyle burası Mustafa Kemal için daha verimli bir çalışma ortamı olur. Direksiyon Binası, Mustafa Kemal’in sosyal muhitini de şekillendirir. Akşamları, Kılıç Ali, Recep Zühtü, Salih Bozok, Ruşen Eşref, Mazhar Müfit, İbrahim Süreyya ve Fuat Bey toplantılara katılırlar; burada siyasî, kültürel pek çok konuyu tartışırlar (Sazyek, 2018: 125-127). 160 Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler Mustafa Kemal’in Ankara’da üçüncü tercih ettiği yerleşim yeri Çankaya’daki bağ evidir. Ruşen Eşref’in tesadüfen keşfettiği bu yer Papazın Bağı adıyla bilinir. Bağ evi sahibinden kısa bir sürede kiralanır. Burası daha sakin ve havadar bir yerdir. Çankaya’da tren gürültüsü ve Gar’daki hareketlilikten eser yoktur. Kiralanan bağ evi onarıma alınır ve yeniden düzenlenir. Fikriye İstasyon Binası’nda olduğu gibi burasının tefriş ve düzenini üstlenir. Bağ evi, köşke dönüşür. Mustafa Kemal’in Çankaya’ya yerleşmesi ile birlikte onun birçok yakın arkadaşı da köşke yakın yerlere taşınırlar. Mustafa Kemal, burayı tartışmaların, önemli kararların alındığı ve yemekli davetlerin düzenlendiği bir sosyal muhit haline getirir. Çankaya’daki bağ evinde, çok önemli kararlar alınır ve uygulanır. Cumhuriyet’in ilanından sonra ve Ankara’nın yeniden planlanması sürecinde Alman mimar Holzmeister eski bağ evinin yanına yeni bir köşk yapar. Mustafa Kemal, bir yıl gibi kısa sürede tamamlanan bu binayı çok beğenir. En çok ilgisini de yeni binanın kitaplık bölümü çeker. Bina, 1932 yılında ikamete açılır. Çankaya Köşkü, Ankara’nın en önemli mahfili olur. Türkiye ile ilgili kararlar burada alınır. Köşk, davetlerin, yemekli toplantıların merkezi olur. Ayrıca burada misyon şefleri kabul edilir, yabacı devlet adamları ağırlanır. Çankaya Köşkü Ankara ile özdeş haline gelir. Mustafa Kemal, Ankara’da modern tarımının gelişmesi için “Atatürk Orman Çiftliği”ni kurar. Tohum ıslahı için de çalışmalar başlatır. Çiftliğe yeni binalar inşa ettirir. Mustafa Kemal, arkadaşlarıyla buraya sıkça gelir ve yapılan çalışmaları yakından takip eder. Kendisi, çiftlikte arkadaşlarıyla sohbet eder, tarım politikaları ile ilgili görüş alışverişinde bulunur. Burası da diğer mekânlar gibi bir nevi yeni bir mahfil özelliği kazanır. Mustafa Kemal’in arkadaş çevresinin dışında, Ankara’daki küçük topluluklar da burada bir araya gelir, edebî sohbetler ve sosyal etkinlikler düzenlerler. Millî Mücadele döneminde edibler de kendi aralarında sosyal muhitler oluştururlar. Bunun öncülerinden biri de Mahir İz’dir. Ankara Sultanisi’nde bir grup genç her akşam Mahir İz’in evinde bir araya gelir. Onlar, burada şiir okurlar, edebî konularla fikir alışverişinde bulunurlar. Gençlerden, Börekçizâde Muammer Refî, Abdurrahim Hâmid, İhsan İzzeti ve Abdülhakîm Fehmi bu toplantıların müdavimleridir. Bir başka edebiyat mahfili de Zincirli Camii yakınındaki Mücellit Ömer Efendi’nin dükkânıdır. Edebiyatsever gençler, Askeri Hastahane’nin yüzbaşısı Şükrü Bey’in öncülüğünde “Hayalât Cemiyeti” adlı bir topluluk kurarlar. Mahir İz, hatıralarında bu toplulukla ilgili şunları söyler: ‘Şükrü Bey kurduğumuz cemiyete Hayalât Cemiyeti derdi. Ben, derli toplu bir isim olmak üzere Darü’l-Hayalât Cemiyet-i Afâkiyesi adını vermiştim. Benim yazıp da neşrettiğim manzumelerimde 161 Sefa YÜCE kullandığım ‘Maksûd Kâmrân’ müsteârındaki ‘Maksûd’ kelimesi cemiyet mensupları için müşterek ad oldu (Tonga, 2014: 188-189).’ Millî Mücadeleye katkıda bulanan ve Kuva-yı Millî saflarında yer alan pek çok şair ve yazar Ankara’da bir araya gelir. Bunların arasında İstanbul’dan kendi isteği ile Ankara’ya gelenler olduğu gibi, bizatihi Mustafa Kemal’in davetine icabet edip gelen edibler de vardır. Edibler, halka ve askerlere Millî Mücadele’nin önemini anlatmak için önemli görevler üstlenirler. Mehmet Âkif de, bunlardan biridir. Kendisi Ankara’ya gelmeden önce Balıkesir’e gider, Kuva-yı Millîye teşkilatını destekleyen konuşmalar yapar. Askerlere moral verir. 1920 yılı Şubat ayının ilk haftasında Zağanos Paşa Camisi’nde halkın ısrarı üzerine bir konuşma yapar. Mehmet Âkif, bu konuşmasında Millî Mücadele’yi ‘büyük bir gaza’ olarak niteler. Heyecanla sözlerine devam ederek ‘Zafer yolu, bu yoldur.’demekten kendini alamaz. Âkif, Zağanos Paşa Camii’nde Batı dünyası ile değerlendirmelerde bulunur ve şunları söyler: “Batı dünyasında büyük bir hızla gelişen teknik medeniyet harikalar yaratırken Müslümanlar değil bunlardan yararlanmak, bütün bu olup bitenlerden haberdar bile olmamışlardır. Yeryüzünde yaşamak herkesin hakkıdır, ancak yaşamayı hak etmek gerekir (Uçman, 2011: 80-81).” Mehmet Âkif, daha sonra İstanbul’dan ayrılır ve bir süre Kastamonu’da kalır. Buradan da Ankara’ya gelir. Mehmet Âkif’in Ankara’da kaldığı yer bugün Hamamönü Sümer Mahallesi’nde bulunan Tâceddin Dergâhı’dır. Âkif’in buraya yerleşmesiyle dergâh, kültür merkezi ve edebiyat mahfili haline gelir. Onun öncülüğünde Sebilürreşad mecmuası da Ankara’da yayımlanmaya başlar. Âkif, İstiklâl Marşı şiirini de Tâceddin Dergâhı’nda yazar. Bu şiir, önce Kastomunu’da Açık Söz gazetesinde (21 Şubat 1921), daha sonra da (14 Mart 1921) Hâkimiyet-i Millîye gazetesinde yayımlanır. 21 Mart 1921 tarihinde de resmen millî marşımız olur. Bu sayede Tâceddin Dergâhı Millî Mücadele’de önemli bir yer edinir. Ayrıca burası, mebus, edib, sanatkâr ve münevverlerin sohbet ettiği bir yerdir. Buraya Eşref Edib, Hasan Basri Çantay, Samih Rıfat, Hüseyin Kâzım Kadri, Yusuf Akçura, İsmail Habip Sevük, Mahir İz ve Hüseyin Suat gelirler. Dergâhta, Âkif’in öncülüğünde kültür ve edebiyat sohbetleri yapılır. Sohbetlerin yanında musiki de yer alır. İlâhiler ve gazeller okunur, ney üflenir (Tonga, 2014:194). Ankara’da Millî Mücadele döneminde bir başka mahfil de Kuyulu Kahve’dir. Kuyulu Kahve Hacı Bayram Camii’ne giden yolun yanı başındadır. Mebusların, şair ve yazarların gittiği Kuyulu Kahve günün her saati doludur. Kahvenin merkezde yer alması, TBMM’ne yakın olması nedeniyle tanınmış simalar burayı tercih ederler. Mehmet Âkif, Yahya Kemal, Samih Rifat, Nazım Hikmet, Vâlâ 162 Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler Nureddin, Aka Gündüz, Ruşen Eşref, İsmail Habib, Enver Behnan, Mahir İz ve Kemalettin Kamu için burası tam bir edebiyat mahfilidir. Kuyulu Kahve birçok roman ve hikâyeye de konu olur. Ediblerin mekânı olan Kuyulu Kahve 1938 yılında Ulus semtinin yeniden düzenlenmesi sürecinde yıkılır (Tonga, 2014: 195). Cumhuriyet’ten önce Ankara’nın önemli mahfillerinden bir diğeri de Merkez Kıraathanesi’dir. Kıraathane’ye birçok ünlü edib gelir. Enver Behnan Şapolya Merkez Kıraathanesi ile ilgili şunları anlatır: “1922 tarihinde Yahya Kemal Beyatlı da Ankara’ya gelmişti. Ben onu Ankara’nın Karaoğlan Caddesi’nde gördüm. Merhum muharrir Sadri Ertem’le beraber Üstadı karşılayıp elini öptük. O, gurbet elinde bizi bulduğundan çok memnun oldu. Onu, Karaoğlan Caddesi’nde bulunan Merkez Kıraathanesi’ne götürdük. Çünkü kahvede edib ve muharrir arkadaşlar toplanıyorlardı. (…) Çok geçmeden Yeni Gün gazetesini çıkaran Yunus Nadi, Ruşen Eşref, Aka Gündüz gelerek üstadın etrafına halka olduk.” Ayrıca bu mekânların dışında Ankara’da yayımlanan ve Millî Mücadele’ye destek veren yayın organları da önemli edebiyat mahfilleri arasında yer alır. Bunlar Hâkimiyet-i Millîye ile Anadolu’da Yeni Gün gazeteleridir. Yayın organlarının merkezlerine birçok edib ve aydın gelir. Edibler, sohbetlerinde, aktüel konularla siyasi ve sosyal konuları değerlendirirler (Tonga, 2014: 196). Cumhuriyet’in ilanından sonra Ankara’da yeni mahfiller ve sosyal muhitler oluşur. Ankara Halk Evi bu yerlerden biridir. Bu dönemde Ankara’da, Ziraat Enstitüsü, Ankara Hukuk ve Gazi Muallim Mektebi gibi bir iki yükseköğretim kurumu vardır. Bu okulların birbirine uzak olması nedeniyle buradaki hocaların bir araya gelmesi için Ankara’da aydınların oluşturacağı bir felsefe cemiyeti kurma girişimi başlatılır. Bunun öncülüğünü Niyazi Berkes yapar. Toplantılar, Bugün Resim Heykel Müzesi olarak kullanılan Ankara Halk Evi’nde düzenlenir. Toplantıya katılanlar, Nafi Atıf Kansu, İsmail Hakkı Tonguç, Şevket Süreyya Aydemir, Halil Fikret Kanat, Cevdet Nasuh, Aydoslu Said, Muzaffer Şerif Başoğlu’dur. Ankara Halk Evi’nde yapılan bu toplantılarda felsefi akımlar ve kültürel konular tartışılır (Berkes, 2017:95). Ankara’ya bu yıllarda Hachette kitabevinin bir şubesi açılır. Kitabevi, Taşhan’a çıkan caddenin sonuna doğru bir yerdedir, burası küçük tütüncü dükkânına benzer. Kitabevini, bir Yahudi genç işletir. Hachette, zamanla aydınların uğrak yeri olur. Yahudi genç, sipariş edilen kitapları da getirtir. Hachette’de yabancı dergiler de bulunur. Özellikle yabancı dergilerdeki resimler okurların ilgisini çeker. Taş Mektep’in hocaları da Hachette’ye gelenler arasındadır. Başta Suut Kemal Yetkin ile Ahmet Hamdi Tanpınar, ders bitiminden hemen sonra soluğu burada alırlar. 163 Sefa YÜCE Kitabevine yakın yerlerden biri de İstanbul Pastanesi’dir. Tanpınar, Pastane’de arkadaşları ile geç vakitlere kadar kültür ve sanat sohbetleri yapar. 1929 yılında İş Bankası Muhasebe Şefi olarak Ankara’ya gelen Necip Fazıl İstanbul Pastanesi’ni İkbal ve Meserret kahvelerine denk bir yer olarak görür. Buraya sıkça gelen edibler; Sadri Ethem (Erdem), Nahit Sırrı (Örik), Enver Behnan (Şapolya), Yaşar Nabi (Nayır), Feridun Fazıl (Tülbentçi), Nurullah Âta (Ataç) ve Ahmet Kutsi (Tecer)’dir (Okay, 2010: 147-148). İstanbul Pastanesi, aynı zamanda şair ve yazarlar arasında edebiyat âlemi ile ilgili dedikoduların yapıldığı bir mekândır. Baki Süha’nın ifadesiyle bunlar zararsız dedikodulardır: “Gerçi bu tanıdığım şöhretler, bir dergi sahibi ve az-çok hırslı bir şöhret arayıcısı olarak Yaşar Nabi hakkında dedikodu yapmıyor değildiler… Hele rahmetli Nahit Sırrı Örik, özellikle ortak olduğu Varlık Dergisi’nden ayrıldıktan sonra Yaşar Nabi hakkında tıpkı dentelâ örer gibi tatlı tatlı dedikodular yapıyordu. Genç şairlerden bir kısmı da, şiirlerini Varlık’ın arka sahifelerine attığı için genç patronu çekiştirmekten geri kalmıyorlardı. Başlıca dedikodu konusu, Yaşar Nabi’nin dergiye ısrarla başmakale yazması, sevdiği şairlerle sevmediği şairler arasında kendi ölçülerine göre tarafgirlik yapmasıydı. Birkaç saniye düşündükten sonra kesin ve inandırıcı bir ifadeyle:-Hayır, hakkınızda dedikodu yapanlara rastlamadım, yapsalar da ne çıkar, şöhretli insanların arkasından çok söz söylenir, diyecek oldum. Yaşar Nabi bir aralık kâğıdı kalemi bıraktı, derince bir nefes aldı, hissettirmeyen bir öfke ve kırgınlık içinde: -Ben hepsini bilirim, onlar dedikodu yapmadan rahat edemezler, dedi (Ediboğlu, 1968: 74-75).” Ankara’da şehirleşme olgusu ile yeni kamu binaları yapılır. Bankalar açılır. Ankara, bir memur şehrine dönüşür. Birçok kamu görevlisi Ankara’ya gelir. Millî Mücadele döneminde önemli görev üstlenen Anadolu Ajansı, yeni dönemde de etkinliğini sürdürür. Pek çok şair ve yazar Anadolu Ajansı’nda çalışır. Cahit Sıtkı Tarancı da bunlardan biridir. Ankara’da Cahit Sıtkı’nın dışında Ahmet Muhip Dranas, Feridun Fazıl Tülbentçi, Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rıfat, Nurullah Ataç ve Sabahattin Eyüboğlu da bulunur. Cahit Sıtkı ve ediblerin birçoğu Şükran Lokantası’nda toplanır. Baki Süha Ediboğlu Şükran Lokantası ve çevresi ile ilgili şu bilgileri verir: “Cahit Sıtkı, artık kısmen, muntazam sayılabilecek bir hayat sürüyor, ailesi ve babasıyla görüşüyor, mektuplaşıyor, işine zamanında gidiyor, zamanında çıkıyor, ancak akşamüstleri şaşmaz ve değişmez bir intizamla saat altı sularında Ankara’da Büyükpostane’nin yanında Şükran Lokantası’na devam ediyordu. Burası lokantayla meyhane arası sevimli bir yerdi. Ancak yirmi, yirmi beş kişiyi alabilecek büyüklükte olan Şükran 164 Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler Lokantası’nın belli başlı müşterileri şairler, hikâyeciler, gazeteciler ve sayıları birkaçı geçmeyen ressamlardan ibaretti. Akşamüzeri Cahit hepimizden evvel meyhaneye gelir, ilk kadehini söyler ve bizleri beklemeye başlardı… Cahit’ten sonra hemen Şahap Sıtkı gelir, onu Ahmet Muhip Dranas, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet, Fethi Giray, Mehmet Kemal takip eder. Akşamüstleri saat yediye, bazen sekize kadar Ankara Radyosu’nda çalıştığım için en geç ben giderdim (Ediboğlu, 1968: 115-116).” Edibler, Şükran Lokantası’nda şiir, roman ve aktüel konularda sohbet ederler ve tartışırlar. Ankara’da Cumhuriyet sonrası ediblerin toplandığı yerlerden biri de Tabarin Bar’dır. Necip Fazıl, Ankara’da Ağaç dergisini çıkarır. Adı, edibler tarafından “Prens” unvanı ile anılır. Çevresi de bir hayli kalabalıktır. O, arkadaşlarıyla bir arada bulunmaktan zevk alır. Tabarin Bar, Ankara’daki diğer mahfiller gibi ilgi çeken yerlerden biridir. Baki Süha hatıralarında Tabarin Bar’la ilgili şu değerlendirmeyi yapar: “Necip Fazıl, bir akşam, yedi-sekiz kişilik bir grup halinde bizi Ankara’daki Tabarin Bar’ına götürmüştü, Aramızda hasisliği ile meşhur rahmetli Nahit Sırrı Örik de vardı. Geç saatlere kadar yiyip içip eğlendikten sonra Necip Fazıl hesap istedi. Hesabı getiren garsona da, paranın para olduğu zaman tam elli lira bahşiş bıraktı. Hepimiz hayret içinde kalık… Hele Nahit Sırrı o incecik sesiyle bağırarak isyan etti: -Ayol siz delirdiniz mi?.. Hiç elli lira verilir mi?.. –Hani ben sizden bir zamanlar elli lira borç istemiştim de paranız olduğu halde, param yok veremem demiştiniz. İşte şimdi o elli lirayı ben bir garsona veriyorum.(…) O yıllarda Necip Fazıl, şöhretinin tam zirvesinde bulunuyordu (Ediboğlu, 1968: 57-58-59). Ankara’da 1940’tan sonra Türklerle evli Alman kadınları bir dernek kurarak, sık sık bir araya gelirler. Toplandıkları mekân ise, Sevgi Soysal’ın baba evidir. Mithat Yenen, Berlin’de şehir planlamacılığı okur ve mühendis olur. Eşi de Alman’dır. Yurda dönen Mithat Yenen şehir planlamacısı olarak Ankara’da görevlendirilir. 1942 yılında Alman planlamacı Poul Bonatz Anıtkabir proje yarışması için Ankara’ya gelir. Poul, Mithat Yenen’i Almanya’dan tanır. Yenen ailesini birkaç kez ziyaret eder. O yıllarda ailenin başka ziyaretçileri de vardır. Prof. Dr. Sabri Oran ve eşi, Salih Bozok ve Nuri Conkerler de aileye konuk olurlar. Yenenlerin evinde kültür ve edebiyattan bahsedilir ve önemli şairlerden şiirler okunur. Sevgi Soysal’ın annesi şiire meraklı ve Türk edebiyatını yakından takip eden biridir (Kazmaoğlu, 1997: 26). 165 Sefa YÜCE Sonuç Başkent Ankara’nın gelişim sürecinde edebî mahfiller ile kültür ortamı büyük değişime uğrar. Ankara, büyüdükçe birçok mekân önemini yitirir veya el değiştirir. Bugün için Cumhuriyet dönemindeki sosyal muhitleri bulmak pek mümkün değildir. Zamanla Ankara’da üniversite sayısının artması Ankara’yı bir öğrenci şehrine dönüştürür. Öğrenci sayısının artması, sosyal muhitin gelişimine istenilen katkıyı sağladığı söylenemez. Yıllar içinde, kitapçılar, Ankara’da önem kazanır. Son yıllarda ise kitap kafe modası yaygınlaşır. Okurların buralara daha sık gelmesi için kültürel etkinlikler düzenlenir. Ayrıca kütüphanelerin, birer edebî ve kültürel mahfile dönüşmesi çalışmaları yapılıyor. Millî Kütüphane, öğrencilerin en çok ilgi duyduğu ve rağbet ettiği bir kültür ortamı hüviyetini kazandı. Burada toplantılar ve konferanslar düzenleniyor. Ankara’da, zamanla sahaflar, kitap kurtlarının buluştuğu mekânlar haline geldi. Buralar, ocak başı sohbetlerinin yapıldığı mekânlar oldu. Günümüzde, edebî ve kültürel faaliyetleri ile sosyal muhit oluşturan merkezler: İLESAM, Türk Ocakları, Türkiye Yazarlar Birliği, TÜRKSOY, Millî Düşünce Derneği ve Avrasya Yazarlar Birliği ile bazı kadın dernekleri sayılabilir. Bu dernekler, Türk kültürüne katkı sağlamaya devam eden sivil kuruluşlardır. Ayrıca Devlet Konukevi’nde seçkin davetliler için sohbet toplantıları da düzenlenmektedir. Bunların dışında Ankara’da belirli bir sosyal muhitten söz edilemez. Dergicilik faaliyetinin süreklilik kazanamaması, kültürel hayata sekte vuran unsurlardan biridir. Ayrıca matbuat hayatının edebî mahfilin oluşum ve gelişimine etkisi büyüktür. Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı’na önemli görevler düşüyor. Başkentte tarihî dokunun korunması hem sosyal muhit, hem de kültürel varlıkların önemi açısından gereklidir. Hamamönü’nde Kabakçı Konağı’nda olduğu gibi yeni sosyal ve kültürel muhit oluşturmak gençlerin geleceği için önemlidir. Kültürün ve sanatın gelişmesi, sosyal muhitle yakından ilgilidir. Kadim kültürlere ve şehirlere bakıldığında sosyal muhitin bireyin gelişimi açısından ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır. 166 Ankara’da Kültür Ortamı ve Edebî Muhitler KAYNAKÇA Anar, Turgay (2012). Mekândan Taşan Edebiyat, İstanbul: Kapı Yayınları Bardakçı, İlhan (1975). Taşhan’dan Kadıfekale’ye, İstanbul: Milliyet Yayınları. Berkes, Niyazi (2017). Unutulan Yıllar, İstanbul: İletişim Yayınları. Ediboğlu, Baki Süha (1968). Bizim Kuşak ve Ötekiler, İstanbul: Varlık Yayınları. Kazmaoğlu, Mine (1997). Özel Bir Biyografi Denemesi, Kitap-lık S.26-28, İstanbul: YKY. Keleş, Ruşen (1971). Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi, Ankara: Ank. Ünv. Siyasal Bilgiler Fak. Yay. Okay, Orhan (2010). Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar, İstanbul: Dergâh Yay. Sazyek, Esra, (2018). Türk Romanında Ankara, Ankara Koç Vakfı Vekam Yayınları. Tonga, Necati (2014). Cumhuriyet Türkiyesi’nin Devraldığı Edebî Miras: Cumhuriyet Dönemi’ne Kadar Ankara’daki Edebiyat Hayatı ve Edebiyat Mahfilleri, 2 (2), 184-202, Aralık-December Ankara: Ankara Araştırmalar Dergisi, Journal of Ankara. Uçman, Abdullah (2011). Mehmed Âkif, II. Meşrutiyet’ten İstiklâl Savaşı’na Mehmed Âkif’in Mücadele Yılları, Ankara: T.C. Kültür ve Tur. Bak. Yay. 167 Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı Dr. Yerlan ZHİYENBAYEV Ahmet Yesevi Uluslararası Türk Kazak Üniversitesi Özet: İnceleme konumuz olan Mağcan Cumabayev’in şiirlerinde toplumsal tarih, kültürel tarih ve dönemindeki olayların yansıdığını görmek mümkündür. Cumabayev, 45 yıllık kısa yaşamında toplumsal gerçekçilik açısından milletini aydınlatmaya çalışır. 20.yüzyılın başındaki Kazak toplumunun yaşamını eleştirel bakımdan kaleme alır. Eserlerinde mevcut siyasi ve sosyal tehlikeyi yansıtarak halkı bilinçlendirmeye çalışır. Eğitim alanında kaleme aldığı değerli çalışmalarında da Batı ve Rusya’daki öğretimin teorilerine dayanarak, millî eğitimin önemine değinir. Onun şiirlerindeki millî bilinçle ilgili sosyal temalar bir çağdaşlaştırma süreci olarak değerlendirilmiştir. Bununla birlikte şiirlerinde komünist ideolojisinin yanlış politikaları imgelerin aracılığıyla çağrıştırılmıştır. Çalışmamızda Mağcan Cumabayev’in şiirlerindeki Rus edebiyatının etkileri, Rus imgesi ve yaşadığı dönemdeki Kazak-Rus ilişkileriyle ilgili duyguları örneklerle sunulmuştur. Anahtar Kelimeler: Yeni Kazak edebiyatı, şiirde imge, ceditçilik, milli kimlik, Alaş hareketi. Russian Perceptıon in Poem Magjan Jumabayev Abstract: It is possible to see the reflections of social history, cultural history and events in the poems of Magjan Jumabayev. Jumabayev tries to enlighten his nation in terms of social realism in his short life of 45 years. He wrote the life of Kazakh society at the beginning of 20th century critically. Reflecting the current political and social danger in his works, he tries to raise public awareness. He emphasizes the importance of national education on the basis of the theories of teaching in the West and Russia in his valuable works written in the field of education. Social themes related to national consciousness in his poems have been evaluated as a modernization process. However, the false policies of communist ideology in his poems have been evoked through images. In our study, the effects of Russian literature in the poems of Magjan Jumabayev, the Russian image and the feelings of Kazakh-Russian relations during the period are presented with examples. Keywords: New Kazakh literature, image in poetry, ceditism, national identity, Alash movement. Yerlan ZHİYENBAYEV Giriş Mağcan Cumabayev (1893-1937) sanat yaşamında Rus edebiyatından etkilenmesine ve Rus dilini çok iyi bilmesine rağmen eserlerini sadece Kazakça olarak kaleme almıştır. Eserlerinde birkaç örneklerin dışında Rusça kelimeler kullanmamıştır. Bu doğrultuda ait olduğu milletin değerler dizgesini de içselleştirir. Moskova’da 1925 yılında kurduğu Alqa (Gerdanlık) adlı edebiyat derneğinin hükümete karşı devrimci faaliyetler yaptığı iddiasıyla tutuklanır ve idama mahkûm edilmesine rağmen arkadaşlarının araya girmesiyle cezası 10 yıl sürgün cezasına çevrilir. 1930’da başlayan sürgün yıllarını çalışma kamplarında geçirir. Rus yazarı Maksim Gorki’nin yardımıyla 1936 yılında hapishaneden çıkar. 1937 yılında Almatı’da tekrar tutuklanan Mağcan Cumabayev’ten bir daha haber alınamamıştır ve bugüne kadar onun nasıl öldüğü ya da öldürüldüğü, mezarının nerede bulunduğu belli değildir. Çalışmamızın ana bölümünde Mağcan Cumabayev’in Rus Edebiyatına Olan İlgisi ve Şiirlerindeki Rus imgesi hakkında bilgi verildi. Mağcan Cumabayev’in Rus Edebiyatına Olan İlgisi Çocukluk yıllarında doğu edebiyatına ait manzumeleri severek okuyan Cumabayev, yetişkin döneminden itibaren Rus edebiyatının aracılığıyla Batı kültürünü tanımaya başlar. Ombı’daki Rus Öğretmen Ensitüsünü üstün başarıyla bitirir (1913-1917). 1922 yılında Taşkent’te kurulan Türkistan Cumhuriyeti Hükümetine bağlı Kazak-Kırgız Bilim Komisyonu üyesi olarak görevde bulunarak, burada sanat hayatının en verimli dönemini yaşar. 1924 yılında Kazak Komünist Partisinin ihanetiyle “milliyetçi, Türkçü, zengin taraftarı ve ferdiyetçi” olmakla suçlanır. Ayni yıl Kazak halkının ilk diplomatı Nazir Törekuluv’un desteğiyle Moskova’ya gider. 1927 yılına kadar Moskova’da Künşığıs Baspası (Doğu Matbaasında)’da çalışır. 1923-1926 yılları arasında Moskova’daki Edebiyat Enstitüsü’ne devam ederken hocalarından V. Briusov, Mağcan’ı “Kazakların Puşkin’i” olarak adlandırmış. Burada yaptığı Rusçadan çevirileriyle ve eserlerinde geçen Rusça ilmî terimlere Kazakça karşılıklar bulmasıyla Kazak yazı dilinin gelişmesine hizmet eder. Batıdaki Fransız devrimi, Rusya’da gerçekleşen Şubat ve Ekim (1917) devriminden sonraki yıllarda yaygın olan milletçilik, hürriyet ve adalet temalarında ele alınan edebi eserlerden etkilenir. Millî değerlerin farkında olarak ileriye dönük atılımlarda bulunur. Bu bakımdan Rus şair-aydınlarının eserlerinden eşitlik, hak ve hürriyet temasındaki şiirleri seçerek, edebiyat sanatına has bir şekilde Kazak diline tercüme eder. 170 Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı 19. yüzyıl boyunca meydana gelen gelişmeler Kazak aydınlarının düşünce yapılarının şekillenmesinde etkili olmuştur. Bu yüzyıl boyunca Kazaklar, göçebe kültürünün, Tatarlar yoluyla İslam kültürünün ve Rus kültürünün etkisi altında kalmışlardır. Bu üç kültürle olan etkileşim 20. yüzyılın başındaki Kazak aydın sınıfının düşünce yapısında derin tesirler bırakmıştır. Bu bağlamda Mağcan Cumabayev’in şiirlerinde dönemin sosyal manzarasının geniş ölçüde sergilendiği görülmektedir. Şair manzum eserlerinde, hem toplumdaki aksaklıkları hem de mevcut durumdan çıkış yolları olarak önerdiği düşüncelerini yansıtmıştır. 20. yüzyılın başında Türkistan bölgesinin hem yönetimi hem de eğitiminde büyük değişimler yaşanmıştır. Bu değişim sürecinde halkın sosyal yaşamında da hayli değişiklikler olduğu bellidir. Söz konusu bu yenilikler edebiyat dünyasında çeşitli tarafından ele alınarak önderlerle birlikte halk arasında fikir ayrılıklarına sebep olmuştur. Batıcı Kazak aydın sınıfı ise, 20. yüzyılın başlarından itibaren Kazakistan’da etkili olarak siyasî hareketlerde öncü rolü üstlendiği bellidir. Onlar genel olarak Rusça eğitim görmüş veya Rusya’daki yüksek eğitim kurumlarından mezun olmuş şahıslar idi. Kazak düşünce hayatında aydınlar arasındaki bu iki farklı oluşum, 20. yüzyılın başlarındaki Kazak aydınları tarafından Orusşa Okığandar - (Rus okullarına gidenler) ve Müsülmanşa Okığandar (Medreselerde eğitim alanlar) şeklinde adlandırıldı. 1905 ihtilalinden sonra Ceditçi aydınlar ile Batıcı aydınlar arasında belli başlı konularda fikir ayrılıklarının olmasına rağmen siyasî alanda birlikte hareket etmişlerdir. Emin Özdemir’in ifade ettiği gibi1, bu iki sınıf aydın dışında yer alan Rusya Müslümanları genelinde “Kadimci” diye adlandırılan Gelenekçi İslamcı sınıf, Türkistan’daki ve İdil-Ural bölgesindeki “Kadimciler” kadar Kazak düşünce hayatında ve siyasî hareketlerde halkı arkasından sürükleyecek liderlerin çıkmadığından dolayı etkili olamazlar. 20.yüzyılın ilk çeyreğinde Kazak aydınları Ceditçiler 1 Batıcılar Kadimciler Özdemir, E. 20.Yüzyılın Baslarında Kazakistan’da Fikir Hareketleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s. 88. 171 Yerlan ZHİYENBAYEV Bunun yanı sıra 1917 yılında Rusya’da gerçekleşen Şubat devriminin Kazak aydınları arasında kurtuluş günü gibi algılandığı söylenebilir. 1917 yılındaki Kazak gazetesinin 225. Sayısında Aleyhan Bökeyhan, Mustafa Çokay ve Mircaqıp Dulatov gibi Kazak aydınları, Alaş’ın sabahı attı. Allah dileğimizi verdi. Daha dün köle idik, bugün eşitliğe kavuştuk. Yüzyıllardan beri idaresindeki halkları köle olarak gören yavuz hükümetin başkaya kurduğu tuzağı kendisine mezar oldu, şeklinde yazdığı müjdeli haberi basılmıştır.2 1917 yılının Mayıs ayında düzenlenen Rusya Müslümanları Kongresine Mağcan Cumabayev da katılmıştır. Bu kongreye İdil boyu ve Kırım Tatarlarından, Türkistan Bölgesi Bozkır Vilayetlerinden, Buhara ile Hive Hanlıklarından ve Kavkaz ile Sibirya Müslümanlarından olmak üzere 830 temsilci bir araya gelmişlerdir. Aynı yılın 1-4 Ekim günleri Ombı’daki “Birlik” topluluğunun toplantısında Orınbor’da gerçekleşen kongrenin kararları tanıtılarak topluluğun üyeleri tarafından Alaş Partisi’nin faaliyetleri teşvik edilmiştir. Ancak bu günlerde Ombı’daki Kazak gençleri siyasî görüşlerinden dolayı ikiye ayrıldığı bilinmektedir 3. “Birlik” topluluğunun üyeleri Alaş partisini, solcu görüştekiler ise “Üç Cüz” partisini desteklemiştir. Bu yıllarda Rusya’daki Şubat Devrimi’ni sevinçle karşılayan Kazak aydınlarının çoğu Ekim Devrimi’ni de memnuniyetle karşıladığı söylenebilir. Alaş Orda Hükümetinin ilk işi Kazak topraklarını savunacak bir ordu kurmaya başlamak olmuştur. Alaş Orda Partisi ve onun kurduğu Alaş Orda Hükümeti ile milliyetçi Kazak aydınları Kazakistan’ın Rus esaretinden kurtulması için modern anlamda ilk teşkilatlanmayı düzenlemişlerdir. Bu bağlamda Alaşorda lehine şiirler kaleme alan Mircaqıp Dulatov, Mağcan Cumabayev, Sultanmahmut Torayğırov, Sabit Dönentayev, Cüsipbek Aymavıtov vb. gibi Kazak şairlerinin millet olarak hür yaşama uğruna gösterdiği teşebbüslerine rağmen ortaya çıkan Ekim Devrimi’nin sonucunda hükümetin Bolşeviklerin eline geçmesi şartları değiştirmişti. Ancak Bolşevikler idareyi ellerine aldığı zaman Alaşorda’nın dağıtılmasını isteyerek Alaşorda hükümetinin yerine Kazakları sınıf bakımından bölmeyi esas alan otonom sisteme izin vermeye hazır olduklarını bildirmişlerdir. Bu siyasetin neticesinde (1920’li yılların başlarında) Sovyet Hükümeti, Alaş Partisi ile Alaş Orda hareketine katılan, daha sonra da komünist partisinin çeşitli mevkilerinde çalışan vatanseverlere karşı mücadeleyi başlatmıştır. 1922 yılın sonbaharından itibaren Alaş Ordacıları Kazak SSMC’nin devlet kademelerinden uzaklaştırma faaliyeti gerçekleştirilmiştir. Çünkü Kazak komünistlerin bir kısmı onları Sovyet hükümeti ile sosyalizm hareketine düşman gözü ile bakan insanlar olarak değerlendiriyorlardı. 1919 yılının Mart ayına kadar Darimbetov, B. Mağcan câne Alaş Kozğalısı, Ulttık Poeziya Padişası. Almatı, Ortalık Ğılımi Kitaphana, 2001, s. 154. 3 Darimbetov, a.g.m., s. 157 2 172 Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı Kazakistan’ın bağımsızlığı için aktif girişimde bulunan Alaş Orda Hükümeti, Bolşevikler tarafından engellendiğinden faaliyetini durdurmak zorunda kalmıştır. Ancak Rus kültür siyasetinin tarihi yalnız Türkistan Müslümanlarını değil, Rus devletindeki bütün Müslümanları Ruslaştırmaktı. Çünkü Müslümanlar ve İslamîyet, Rusya aleyhinde çok tehlikeli bir kuvvet teşkil ediyordu. Hayit’in belirttiğine göre4, 1912’deki Rus istatistiklerinde Rus sömürgesi altında yaşayan Müslümanların sayısı yirmi milyon civarındadır. Mağcan Cumabayev’in babası Beken, Rus baskısından kaçıp Kazaklar arasına sığınmış olan Ahiya Akanov adlı bir Başkurt aydını ile buluşarak köyünde hocalık yapması için anlaşırlar. 1903 yılından itibaren Mağcan da köydeki diğer çocuklarla beraber ceditçi Ahiya Ahanov’dan Arap dili dersiyle beraber dünya bilgisi derslerini almaya başlar5. Köy mektebinde okuma ve yazmayı kısa zamanda öğrenen Mağcan, o yaşta eline geçen Kazak hikâye ve destanlarını okumaya başlar. Çocuğunun okumaya meraklı olduğunu gören babası, 1905 yılında Mağcan’ı, Kızılcar şehrine, Muhamedcan Begişov’un hocalık yaptığı Çala Kazak Medresesine tahsile gönderir. Yeni usulde (Usûl-i Cedit tarzında) öğretim yapan bu mektep-medresede Arapça, Farsça ve Türkçe temel dersler olarak okutulduğu gibi Türk boylarının tarihinden de bilgi veriliyormuş. Buradaki hocası Muhamedcan Begişov ise, eğitimini İstanbul’da tamamlamış bilgin bir kişiymiş. Dolayısıyla Mağcan Cumabayev, geniş tarih bilgisi ile Türkçülük düşüncesinin temellerini bu medresede edinmiştir. Söz konusu bu medresede Arapça, Farsça ve Türk yazı dilini öğrenen Mağcan, bu dillerde yazılmış edebî eserleri de okur. Böylece onun eğitime olan ilgisi daha da artar. Bu yıllarda öğrenci Mağcan’ın Rusça öğrenmeye başlar. 1909-1910 öğretim yılının kış mevsiminde ünlü Kazak şairi Mircaqıp Dulatov’tan Rusça öğrenir.6 Öğretmenliğinin yanında şairlik yeteneğiyle tanınan Mircaqıp Dulatov ile Mağcan Cumabayev yakın arkadaş olurlar. Hatta Mağcan Cumabayev’in şiir yazmaya başlamasında da Mircaqıp Dulatov’un etkisi olduğu bilinmektedir. 1913 yılında Mağcan, Ombı’daki Rus öğretmen okuluna kaydolur. Ancak bu yıllarda babası Beken, onun köye dönmesini ve kendisine idare işlerinde yardımcı olmasını ister. Bilim dünyasının değerleriyle tanışarak eğitimin daha da önemli olduğunu savunan Mağcan ise, babası okul harçlığını kesmesine rağmen eğitimine devam etmeye karar verir. Kendi çabasıyla Ombı’daki Potanin Vakfı’nın Kazak öğrenciler için tahsis ettiği öğrenim bursunu almaya hak kazanır. Burada Kazak şair ve Hayıt, B. Türkistan Devletlerinin Millî Mücadele Tarihi. Ankara, TTK Yayınları, 1995, s. 166 Kakişulı, T. Mağcan – Saken. Almatı, Kazak Universiteti, 1999, s. 12 6 Kakişulı, T. Mağcan – Saken. Almatı, Kazak Universiteti, 1999, s. 12 4 5 173 Yerlan ZHİYENBAYEV yazarı Saken Seyfullin’le beraber okur7. 10 Mayıs 1917 yılında Mağcan bu okulu üstün başarıyla bitirir8. 1923-1927 yılları arasında Moskova’da Bryusov’un kurduğu Edebiyat ve Güzel Sanatlar Enstitüsünde eğitim alır. Burada Rus edebiyatının yanı sıra Batı edebiyatını da öğrenme fırsatı bulur. 1924 yılı Kasımda ayında Moskova’da okuyan Kazak gençlerinin bir toplantısında Mağcan’ın şiirleri, eski tarihi övdüğü, milliyetçiliği terennüm ettiği ve ferdiyetçiliği yücelttiği gerekçesiyle suçlu görülür. Bundan sonra Kazak Komünist Partisinin öncülüğünde Mağcan’a hücumlar başlar, milliyetçi, Türkçü, zengin taraftarı ve ferdiyetçi olmakla suçlanır. Bursu kesilen Mağcan, Künşığıs Baspası / Doğu Matbaasında çalışmaya başlar. Ancak siyasetten uzak durarak temkinli davranmaya çalışmasına rağmen hakkındaki suçlamalar peşini bırakmamıştır. Bu matbaada çalışırken Vladimir İliç Lenin, Maksim Gorki gibi Marksist görüşteki Rus aydınlarının eserini Kazakçaya tercüme eder. Okul kitapları hazırlar. Ülkedeki eğitim alanının gelişmesine katkıda bulunarak çocuk eğitiminde kullanılan teorik malzemelerin hazırlanmasında önayak olmuştur. Bütün bunlara rağmen Sovyet ideolojindeki çağdaşları onun eserlerini eleştirmeyi ve suçlamayı bırakmazlar. Dolayısıyla 1927 yılında Kazakistan’a geri döner. 1929 yılında tutuklana kadar Kızılcar’daki okullarda öğretmenlik yapar. Curtbay’ın verdiği bilgilere göre9, “Cumabayev, Kareliya ormanlarındaki çalışma kamplarında geçirdiği mahkûm yıllarında hem ağır işlerde çalıştırılmış hem de yanındaki diğer mahkûmlara okuma yazma konusunda öğretmenlık yapmıştır. Hatta bu kampta İvan İvanoviç Fetisov isimli Rus aydınıyla tanışarak onun desteğiyle hastaların tedavisi ile ilgili temel tıp eğitimi almıştır.” Bu yıllarda siyasî baskıdan dolayı bunalan şair, Ciger Şirkin Celindi / Gayretim Benım Aşındı10 adlı şiirinde engellenen duygularını şöyle yansıtmaktadır: Ciger şirkin celindi Gayretim benim aşındı Bolat cegen qayraqtay. Çelik yıpratan mazap11 gibi Meşeuṿ boldı cüyrik oy Tıkandı tazikli düşüncem Ketetin orğıp aydatpay. Zıplayıp giden sürmeden Qoldı qardan oq üzdi, Kolumu omuzdan ok ayırdı, Ordağa bayraq baylatpay. Orduya bayrak bağlatmadan. Öler ömir, söz qalar Ömür geçer, söz kalır Molağa qoyğan sayğaqtay. Mezara koyan direk gibi. Ayağan, B. Ğ. (ed.) Körkemsuretti Kazakstan Tarihı, Ecelgi Dauirden Bizdin Uakıtımızğa Deyin. 3Tom, Almatı, Kazak Entsiklopediyası, 2007, s. 237. 8 Kakişulı, a.g.e., s. 13 9 Curtbay, T. Uranım Alaş. 2. Cilt, Almatı, El-Şecire, 2011, s. 386 10 Cumabayev, M. Şığarmaları. 2. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013, s. 358 11 Mazap – Bileği taşı 7 174 Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı Bolşevikleri eleştirerek yazdığı Serbestlik ve Yolumu Şaşırdım şiirleri bu günlerin ürünüdür. Şair, Kızılcar’dan Taşkent’e, Taşkent’ten Moskova’ya taşınmasına rağmen milliyetçi, halk düşmanı vb. gibi iftiralı suçlamalar peşini bırakmamıştır. Moskova’dan dönerek kendi memleketi Kızılcar’da öğretmen olarak çalışırken de huzur bulamaz. Dolayısıyla 14 Temmuz 1929 yılında Mağcan Cumabayev, Alqa adlı edebî topluluk kurduğu gerekçesiyle ikinci defa tutuklanır 12. Curtbay’ın Uranım Alaş adlı kitabın 2. cildinde13, söz konusu bu edebî topluluğun edebiyat alanındaki Kazak şair ve yazarların sömürücü güce karşı birlik hâlinde hareket etmesi amacıyla kurulduğu arşiv belgelerine dayanılarak ayrıntılı şekilde anlatılmaktadır. Savcı sorgulamasında halkı eyleme teşvik ve Alqa adlı gizli millî topluluk kurduğu gerekçesiyle suçlanan Mağcan Cumabayev, önce Butırka hapishenesinde kuruşuna dizilerek öldürülme cezasına çarptırılmıştır. Daha sonra bu ceza 4 Nisan 1930 tarihli SSCB Halk Komiserleri Mahkemesi’nin kararına göre, on yıl çalışma kamplarında bulunma cezasıyla değiştirilmiştir 14. Kareliya ormanlarındaki kampta zor şartlar altında hayatını sürdürmesine rağmen adaletten umudunu kesmeyen şair, (eşi Zıliha’nın aracılığı ile) durumunu anlatarak Rus şairi Maksim Gorkiy’e mektup yazmıştır. Sonunda Maksim Gorki’in eşi Ekaterina Pavlovna Peşkova’nın yazdığı dilekçesi üzerine SSCB Merkezi Yönetim Komitesi’nin 14 Mayıs 1934 tarihli kararı boyunca cezası yedi yıla indirilerek 2 Haziran 1936 yılında serbest bırakılır 15. Bundan sonraki yıllarda Mağcan Cumabayev, Kızılcar’a dönerek 7 numaralı Rus okulunda Rus dili ve edebiyatı öğretmeni olarak çalışmaya başlar. Doğduğu ülke Sasıqköl bölgesiyle beraber dayılarının bulunduğu Ombı şehrine giderek hasret giderir. Gelişmekte olan yazılı Kazak edebiyatının dünya edebiyatında ortaya çıkan yeni türlerle zenginleşmesinden yanadır. Tüm bu faaliyetleri göz önünde bulundurularak Mağcan Cumabayev’in hayatı boyunca edebiyatla yakından ilgilendiği söylenebilir. 1924 yılında Moskova’da Estetik Sanatlar Enstitüsünde okurken Alqa / Gerdanlık adlı edebî topluluk kurmuştur. Bu esnada Alqa topluluğunun amaç ve maksadını belirtmek üzere Kazak edebiyatının geçmişi ve geleceği hakkında yazdığı Tabaldırıq (Eşik) başlıklı tebliği Aleyhan Bökeyhan, Ahmet Baytursınov, Cüsipbek Aymautov ve Muhtar Avezov vb. çağdaş aydınlara dağıtmıştır. Eleukenov’un verdiği bilgiye göre16, söz konusu bu yazının on yedi tane olarak çoğaltıldığı bilinmektedir. Eleukenov, Ş. Mağcan. Astana, Astana Poligrafiya, 2008, s. 112 Curtbay, T. Uranım Alaş. 2. Cilt, Almatı, El-Şecire, 2011, s. 358-385 14 Curtbay, a.g.e., s. 385 15 Eleukenov, a.g.e., s. 117 16 Eleukenov, a.g.e., s. 351 12 13 175 Yerlan ZHİYENBAYEV Ancak yazının Kazakça nüshası günümüze ulaşmamasına rağmen Rusça tercümesinin mevcut olduğunu bildiren araştırmacı Şeriyazdan Eleukenov 17, “Giriş, Bizim Edebiyatımız, Devrim ve Günümüze Kadarki Edebiyatımız, Edebiyat nedir?, Edebiyatın Genel Kuralları, Marksizm ve Edebiyat, Ne Yazmalıyız gibi alt başlıklardan oluşan Tabalırıq adlı yazının Kazak edebiyatıyla ilgili ilk defa Kazakça yazılan makale olduğuna” değinmektedir. Edebiyatla ilgili görüşlerini yansıttığı bu yazısının sonunda şair, birleşerek faaliyet yapmak için Kazak şair ve yazarlarını kurduğu topluluğa davet eder. Ne yazık ki, Mağcan Cumabayev’in başlattığı bu öneri, Sovyet ideolojisiyle beslenen proleter yazarlar tarafından olumsuz değerlendirilerek faaliyetini sürdüremez. Mircaqıp Dulatov ile tanıştıktan sonraki yıllarda Mağcan Cumabayev’in sanat hayatında başarıların kaydedildiğini görmek mümkündür. Ondan edebiyat sanatıyla birlikte Rusça öğrenen Cumabayev, öğrendiği Rusça vasıtasıyla Rus ve diğer Avrupalı şairlerin şiirlerini okumaya başlamıştır. 1912-1916 yıllar, Mağcan Cumabayev’in romantik şair olarak tanındığı devirdir. Onun şiirlerinin konusu, Aleksandr Puşkin (1799-1837) ile George Gordon Byron (1788-1824)’un şiirine benzemektedir. Bununla birlikte Johann Wolfgang von Goethe (1749-1832), Heinrich Heine (1797-1856), Paul Verlaine (1844-1896), Lev Tolstoy (1828-1910), Aleksandr Blok (1880-1921) ve Maksim Gorki’nin (1868-1936) eserlerini okuyarak Rusya’da gerçekleşen devrimden önceki yıllarda millî konularda yazdığı şiirleri ile tanınan Konstantin Merejkovskiy (1855-1921), Konstantin Balmont (1867-1942) ile Valeriy Bryusov (1873-1924), Feyodor Sologub (1863-1927) gibi Rus şairlerinin eserlerini inceleyen Mağcan Cumabayev’in düşünce dünyası, Alman tarihçisi Oswald Spengler (1880-1936) ve Rus felsefecisi Vladimir Solovyev’in (1853-1900) eserlerinin etkisinde gelişmiştir18. Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus İmgesi Cumabayev’in Pedagogika adlı kitabında 19, dili öğretirken çok ehemmiyetli davranılması gerektiği üzerine şöyle vurgulanır, Rus öğretmenler ya da onlardan eğitim alan Kazak öğretmenleri Kazak çocuklarının edebiyat ve tarih gibi bilimlerde pek başarılı olmadığını daha çok matematik dersinde başarı gösterdiğini söylemektedirler. Ben bu görüşün hata olduğunu sanıyorum. Zira Kazak çocuğu matematiğe nazaran edebiyat, tarih ve Eleukenov, a.g.k., s. 356 Mağcan Cumabayev’in şiirlerindeki Rus şairlerinin etkisi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz: Qanarbayeva, B. Cırımen Curtın Oyatqan. Almatı: Ana Tili, 1998. 19 Cumabayev, M. Pedagokika, Almatı, Rauan, 1993, s. 57 17 18 176 Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı coğrafya gibi beşeri bilimlere daha yatkındır. Kazak çocuğunun yaradılışı bunu ister. Çocuğun atasına benzediği gerçek ise, sihirli bozkırın nesli Kazak çocuğu hayalperest olması lazımdır. Yani edebiyat ve tarih gibi duyguyu daha çok gerektiren bilimlere yakın olmalı. Rus okullarında eğitim alan Kazak çocukları edebiyat veya tarih gibi bilimleri seçmek için Rus diline iyice hâkim olmadıktan sonra matematiğe yönelmeden başka çaresi var mı? Bu bağlamda “Dilsiz millet kaybolur, onun geleceği yoktur”20 ifadesiyle Kazak dilinde eğitim vermenin önemli olduğunu bildiren Mağcan Cumabayev, hayatı boyunca eğitim-öğretim faaliyetleri ile meşgul olmuştur. Cumabayev’in şiirlerinde Rus edebiyatının etkileri vardır. Bu bağlamda Puşkin, Lermontov, Fet, Blok vb. Rus lirik şairlerinin izleri onun şiirlerinde de görülmektedir. Bu etkileşim Cumabayev’in şairliğindeki yeni arayışları göstermektedir. Cumabayev, Rus şairlerinden tercüme yaparken kendi manevi dünyasına uygun olanlarını seçmiştir. Vsevolod İvanov’un Bala, Temirbay, Colığu, Say ve Mamin Sibiryak’ın Akbozat, P.Drohov’un Bolşeviktiñ Balası adlı eserleriyle karşılaştırmak mümkündür.Mağcan’ın şairlik yeteneğini değerlendirirken, ilk önce, Cüsipbek Aymavıtov’ın 1925 yılında (bazı kaynaklarda 1923 olarak yanlış gösterilmiş) Leninşil cas dergisinde yayınlanan Mağcan’ın şarliğine dair başlığında kaleme aldığı şu sözünü aklımızda tutmamız gerekir: “Kazak edebiyatında Mağcan’ın getirdiği yenilik az değildir. Rus sembolizmini Kazakçaya aktarmış, şiiri besteye (müziğe) çevirmiş, sesten resim oluşturmuş, sözcüğe can vermiş ve yeni ölçüler ortaya koymuştur. Romantizmi yükselterek dili geliştirmiştir21. Muqanov, kendisinin 15 Mayıs 1931 yılında tamamladığı “20. yüzyıl Kazak Edebiyatı” kitabında22, Mağcan’a kadar yaşayan Kazak şairleri çoğunlukla doğu ülkeleri (Arapça, Farsça) şiirlerinin etkisi altında kalmıştı. Mağcan ise, Rus okulunda eğitim alıp, çoğunlukla Avrupa, onun içinde bilhassa Rus edebiyatını ayrıntılı öğrenmiştir. Modern Kazak edebiyatının öncülerinden Abay Qunanbayev, şiirlerinde Avrupa’nın edebî türlerini yarım hâlde tanıtmış ise, Mağcan Cumabayev, manzum eserlerinde bu yeni türleri tam olarak uygulamış olduğu söylenebilir. Kazak öğrencileri, Mağcan Cumabayev’in aracılığıyla Avrupa edebiyatı’nın türlerini öğrenmişlerdir” diyerek görüşünü ortaya koymaktadır. Dolayısıyla Cumabayev, Doğu ve Batı’nın poetik eserlerinden esinlenerek Kazak şiirini tür ve tema bakımından geliştirdiği belirgindir. Cumabayev, a.g.e., s. 72 Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 428 22 Curtbay, a.g.e., s. 388 20 21 177 Yerlan ZHİYENBAYEV Mağcan Cumabayev’in eserleri hakkında yapılan haksız tenkit, iftira ve suçlama faaliyetlerine Abdilda Tacibayev’in eserlerinden de rastlamak mümkündür23. Ancak Abdilda Tacibayev, Sovyetler Birliği döneminde Mağcan Cumabayev’e karşı tenkitte bulunmasına rağmen 1988 yıllarında kendi hatasını anlayarak onun eserleri hakkında olumlu görüşlerini terennüm eder. Hatta 1989 yılında basılan “Mağcan Cumabayev Eserleri” kitabına önsöz yazarak onun şairliğini Rus sembolistleriyle kıyaslar. Tacibayev’in “Esimdekiler / Aklımdakiler”24 adlı hatıratlarında yer alan yazısında, Mağcan Cumabayev’in edebî çehresi yüceltilerek ele alınır. Osı küngi küy /Bugünkü durum25 şiirinde dönemindeki değişimlere kayıtsız bulunan milletine şöyle seslenmektedir, Oylamay otqa tüsken netken canbız, Söz ukpas mılkau, meñireu, cürgen calğız. Körinbes közge türtse qarañğıda, Yapırmay, qaldık pa endi tipti tañsız?! Düşünmeden ateşe atlayan nasıl bir insanız, Söz anlamaz, dilsiz sağır gezen yalnız. Göze bir şey görünmez karanlıkta, Eyvah, kaldık mı artık atar tansız?! Bu dizelerde “karanlık” sözcüğü cahilliği, “tan” sözcüğü ise aydınlanmayı çağrıştırmaktadır. Bir başka ifadeyle bu dizelerde Cumabayev, işgal altında bulunan milletin sosyal bakımdan kederli durumuna değinir. Bu durumun geçici bir süreç olduğunu anlatarak gayret göstermeye çağırır. Zira şair, 1905 yılında Rusya’ya gerçekleşen Şubat ve Ekim devrimlerinin sonucunda ortaya çıkan “barış, hürriyet ve eşitlik” sloganının işgal altında bulunan milletler için bir kurtuluş yolu olduğuna inanmaktadır. Bununla beraber kadimci geleneğe ait bazı unsurların gelişme yolundaki millet için uygun olmayan taraflarını sıralayan şair, ceditçilik bakış açısıyla halkının modern hayata adım atmasını ister. Bu bağlamda kendisi de ön ayak olarak diğer Kazak aydınlarıyla beraber ceditçilik faaliyetlerinde yer almıştır. Doğduğum yer Sasıqköl adlı şiirde mekân tasvirine yer veren anlatıcı, sadece kendisinin doğduğu bölgeyi değil, milletine ait vatan topraklarının elden gitmeye başladığına dikkatleri çekmek ister. Şiirin son kısmında “Kara çapanlı gelip yerleşirse / Başından kuşun uçar”26 diyerek “kara çapanlı” sözcüğüyle sömürücü ülkeyi; “başındaki kuş uçar” ifadesiyle huzurun bozulduğunu ima ettiği belirgindir. Benzer ifadeye Oral Dağı27 şiirinde de rastlamak mümkündür. Burada söyleyici, milletin sahip olduğu değerlerin sömürülmekte olduğunu şöyle tasvir eder: Bkz. Täcibayev, Ä. (1960). Ömir cane Poeziya (Ömür ve Şiir). Almatı: Cazuşı. Cumabayev, M. Pedagokika, Almatı, Rauan, 1993, s. 333-336 25 Cumabayev, M. Şığarmaları. 1. Cilt, Almatı, Cazuşı, 201, s. 333 26 Cumabayev, a.g.e., s. 5 27 Cumabayev, a.g.e., s. 42 23 24 178 Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı Milletin anavatanına, Atamızın kutsal mezarına, Ağzı kıllı yabancılar sahip olmakta… Göstermekte baskıyı cesurlara28. Bu dizelerde “kutsal mezar” ifadesi, atalarımızdan miras kalan vatan topraklarını çağrıştırmaktadır. Sonraki dizede yer alan “ağzı kıllı yabancılar” ifadesiyle sömürücü güç ima edilmektedir. Mecazlı anlatımla kaleme alınan “Yolumu şaşırdım” şiirinde de benzer algıyı görmek mümkündür. Burada söyleyici özne, “Mavi gözlü sarı saçlıdır / Hepsi çırılçıplak”29 diyerek ülkesine eziyet etmekte olan amansız Rusları çağrıştırır. Mağcan Cumabayev’in eserlerinde dil sapmalarına az rastlanır. Zira şair bu bağlamda hassasiyet göstererek anlam ve biçim sapmasına örnek teşkil eden birkaç şiirinin dışında ifadeleri kurallara uygun olarak kullanmıştır. Hatta şairin eserlerinde yabancı sözcüklere de az yer verilmiştir. Böylece halkın konuştuğu ve anladığı dilde eser vermeyi amaçlamıştır. Bu bağlamda Mağcan Cumabayev Aqan Seri adlı makalesinde (1924), çağındaki edebî eserlerde kullanılan dilin Farsça, Arapça ve Rusçanın etkisinden dolayı bozulmaya başladığını eleştirerek şunları söylemiştir: İnsanoğlunun bir atadan türediği gerçek ise, belli bir çağın evladı olduğu da tartışılmaz. Akan da bir çağın yavrusudur. Onun yaşadığı çağ ise, on dokuz ile yirminci yüzyılın kavşağında Kazak topraklarına biri, güneyden; diğeri ise, kuzeyden gelen iki albastının yerleştiği zamandır. Birincisi, Buhara’lı din görevlilerinin kavuk gibi sargıları ile cübbelerinin uzun eteklerine yapışarak gelen Müslüman albastısıdır. İkincisi ise, yerel yöneticilerin mühürleri, öğretmen ve tercümanların şapkaları ile pantolonlarına sarıla gelen Rus albastısıdır. Bu devir, şu iki albastının yüzünden milletin huzuru kaçıp dilin bozulduğu çağdır30. Bu ifadeleri aracılığıyla Mağcan Cumabayev, Kazak diline girmeye başlayan yabancı sözcüklerle beraber halk kültüründeki değişimleri de dikkatlere sunmaktadır. Cumabayev, M. Çolpan. Kazan, Karimovlar Matbaası, 1913, s. 42 Cumabayev, M. Şığarmaları. 1. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013, s. 215 30 Cumabayev, M. Şığarmaları. 2. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013, s. 176 28 29 179 Yerlan ZHİYENBAYEV Yatmakta31 (s. 8), Boş Kalmışım32 (s. 27) Ural Dağı33 (s. 41), Din Öğretene 34 (s. 69), Karanlık Koyulaşıp Geliyor35 (s. 74), Ural36 (s. 174), İdil’in Halicinde37 (s. 195), Serbestlik38 (s. 215), Eski Türkistan39 (s. 179), Naçizane Oyundur40 (s. 162), Yoldaşa41 (s. 79) Sovyet siyaseti eleştiren anlatıcı, onların yürüttüğü faaliyetin yanlış olduğunu ima etmektedir. Böylece sözde milleti için mücadele eden bazı şahıslara doğru olanı anlatmaya çalışır. Sonuç İlk şiirlerinden itibaren daha ziyade toplumsal temaları ele alan Mağcan Cumabayev, milletin hür ve huzurlu yaşaması için eğitimin önemli olduğunu vurgular. Bu bağlamda kendisi de yaşamı boyunca eğitim seviyesini arttırmaya gayret göstermiş ve eğitimle ilgili teorik eserler hazırlamıştır. Genç yaşlarından itibaren Doğu bilimlerini öğrenir ve Rusça dilinin aracılığıyla Batı edebiyatıyla tanışır. Doğu ve Batı edebiyatından eşit şekilde etkilenerek Kazak edebiyatının gelişmesine katkıda bulunur. Moskova’da kaldığı yıllarda ünlü Rus yazar ve şairlerinden hürriyet ve adalet temasında yazılan şiirleri seçerek, Kazakçaya tercüme etmiştir. Milli mücadele yıllarında Alaş hareketine katılan Cumabayev, şiirlerinde Sovyet rejiminin yanlış siyasetini eleştirir ve şiirlerinde kullandığı imgelerle “İlk defa 1911 yılında Ayqap dergisinin 2. Sayısında ve 1912 yılında Çolpan şiir kitabında yayınlanmış.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 429 32 “1989 yılına kadarki yayınlarında sadece Çolpan (1912) kitabında ve Taşkent’te (1923) basılan şiirlerinin nüshasında neşredilmiş.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 431 33 “Kazak gazetesinde (22 Mart 1913, 7. Sayı), Kazan ve Taşkent şiir kitabı nüshalarında neşredilmiştir.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 431 34 “İlk defa Kazak gazetesinde (1916, 9 Haziran, 184. Sayı) yayınlanmış. Sonra şairin Kazan (1922) ve Taşkent (1923) şehirlerinde basılan şiir kitaplarında neşredilmiş.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 431 35 “Bu şiir 1922 yılında basılan nüshada başlıksız verilmiştir. 1923 yılındaki nüshada ise bu başlık altında verilmektedir.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1995, s. 243 36 “Bu şiir ilk defa 1922 yılında basılan nüshada yayınlamıştır. Daha sonra 1923 yılında basılan şiir kitabında da yer almaktadır.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1995, s. 236 37 “Akcol gazetesinde (1924, 472. Sayısı) basılmıştır.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 437 38 “1923 yılında neşredilen nüshada şair bu şiirine “1918 yılında Sibirya’da reaksiya devrinde yazılmıştı” şeklinde not yazılmış. Dolayısıyla bu şiir Ombı şehrini Çekoslovaklar ile Kolçak hükümetinin işgal ettiği devirde yazılmış olabilir.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 433 39 “Akcol gazetesinde (1924, 435. Sayısı) basılmıştır.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 437 40 “Akcol gazetesinin 24 Ocak 1923 yılındaki sayısında basılmıştır.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989, s. 436 41 “1922 yılındaki Kazan nüshasında yayınlanmıştır. Sonraki nüshalarda ise, bu şiire yer verilmemiştir.” Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1995, s. 239 31 180 Mağcan Cumabayev’in Şiirlerinde Rus Algısı çağdaşlarını uyarmaya çalışır. Bunun yanı sıra milli kültürün önemini anlatır. Türk kökenli halkların ortak tarihinden bahseder. Rus sömürgesine karşı mücadele eden milli kahramanları takdim eder. Bu bağlamda kişi-mekân-zaman unsurları aracılığıyla his ve duygularını sanata has bir şekilde yansıtır. Kaynaklar Ayağan, B. Ğ. (ed.) Körkemsuretti Kazakstan Tarihı, Ecelgi Dauirden Bizdin Uakıtımızğa Deyin. 3-Tom, Almatı, Kazak Entsiklopediyası, 2007. Cumabayev, M. Çolpan. Kazan, Karimovlar Matbaası, 1913. Cumabayev, M. Mağcan Cumabayef Ölenderi (Mağcan Cumabayulı'nın Şiirleri). Akt: Ferhat Tamir. Ankara, TKAE Yayınları, 1993. Cumabayev, M. Pedagokika, Almatı, Rauan, 1993. Cumabayev, M. Şığarmaları. 1. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013. Cumabayev, M. Şığarmaları. 2. Cilt, Almatı, Cazuşı, 2013. Cumabayev, M. Şığarmaları. Almatı, Cazuşı, 1989. Curtbay, T. Uranım Alaş. 2. Cilt, Almatı, El-Şecire, 2011. Darimbetov, B. Mağcan câne Alaş Kozğalısı, Ulttık Poeziya Padişası. Almatı, Ortalık Ğılımi Kitaphana, 2001. Eleukenov, Ş. Mağcan. Astana, Astana Poligrafiya, 2008. Hayıt, B. Türkistan Devletlerinin Millî Mücadele Tarihi. Ankara, TTK Yayınları, 1995. Kakişulı, T. Mağcan – Saken. Almatı, Kazak Universiteti, 1999. Özdemir, E. 20. Yüzyılın Baslarında Kazakistan’da Fikir Hareketleri, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007. Tacibayev, A. Mağcan Cumabayev, Esimdekiler (Aklımdakiler). Almatı, Cazuşı, 1993. 181 B - Siyasi ve Diplomatik İlişkiler Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri Öğretim Görevlisi Altun ALTUN Hakkari Üniversitesi Özet: Osmanlı ile Rusya’nın ilk diplomatik ilişkileri III. İvan zamanında 1492 tarihinde başlamış olsa da Rusya’nın Osmanlı diplomasisinde karşılığı olmamış ve dikkate alınmamıştır. XV. ve XVI. yüzyıllardan itibaren Osmanlı ve Rusya aynı anda genişleme süreci içerisine girmişlerdir. Osmanlı, beylikleri kontrol altına aldıktan sonra sınırlarını aşarak Batı’ya doğru genişlemiştir. Rusya’nın kendisini Bizans’ın mirasçısı olarak görmesi genişleme alanı olarak da Osmanlı sınırlarını seçmesine neden olmuştur. Rusya’nın Osmanlı aleyhine güçlenmesi gün geçtikçe daha çok artmış ve Rusya XVI. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı sınırlarına doğru saldırmaya başlamıştır. Osmanlı bu dönemde Rusya’yı tehdit olarak görmemektedir. Fakat bir yüzyıl sonra dengelerin değişmesiyle Rusya Osmanlı diplomasisinde yer bulacaktır. Bu çalışmada klasik dönem Osmanlı diplomasi anlayışının askeri ve siyasi gelişmelere bağlı olarak Rusya ile diplomatik ilişkiler üzerindeki etkisi incelenmiştir. Anahtar Kelimeler: Osmanlı, Rusya, Klasik Dönem, Diplomasi Ottoman-Russian Diplomatic Relations in the Classical Period Abstract: While the diplomatic relationship of the Ottoman Empire and Russia started first in the period of Ivan the 3rd in the year 1492, Russia had no correspondence in the Ottoman diplomacy or it was ignored. By the 15th and 16th centuries, the Ottoman Empire and Russia went into an expansion process at the same time. After takin seigniories under control, the Ottoman Empire extended towards the west by exceeding its borders. Russia’s position that saw itself as the heir of the Byzantium led it to prefer Ottoman borders as a field of expansion. The strengthening of Russia against the Ottomans increased day by day, and Russia started to attack Ottoman borders towards the late 16th century. In this period, the Ottoman Empire did not see Russia as a threat. However, after a century, after the balances have been set, Russia would find a place in Ottoman diplomacy. This study investigated the effects of the classical understanding of Ottoman diplomacy on diplomatic relations with Russia based on military and political developments. Key Words : Ottomans, Russia, Classical Period, Diplomacy Altun ALTUN GİRİŞ Tarihsel süreç içerisinde insanların savaşmak yerine iletişimi ve diğer toplulukların mesajlarını dinlemeyi tercih etmeleri ile diplomasi gelişmiştir. Antropolojik açıdan diplomasi, dil, din, ırk ve gelenek bakımından farklı insan toplulukları arasında ilişki kurmaya yarayan yöntemlerden birisi olarak tanımlanmıştır. 1Modern anlamda diplomasinin Kuzey İtalya’daki kent devletleri arasında başladığı kabul edilmektedir. Diplomasi dış politikanın bir aracı olup, uluslararası sistemdeki aktörler arasındaki ilişkilerin barışçıl yöntemlerle ve görüşmeler yoluyla yürütülmesidir.2 Osmanlı Devleti, altı yüzyılı aşan bir hayat sürmüş ve XV, XVI hatta XVII. yüzyılda dünya siyasetini yönlendirdiği kadar hiçbir devlet dünya siyasetine onun kadar yön vermemiştir. Özellikle, Osmanlı Devleti’nin kurumsallaşmasını tamamladığı dönemi belirten klasik dönem (XV. ve XVII. yy) , devletin sağlam temeller üzerinde varlığını sürdürdüğü dönem olmuştur.Kuruluştaki temel vasfı fetih ve gaza olan Osmanlı Devleti’nin bu hedefini gerçekleştirmek için XVII. asra kadar savaş silahına daha sonra da diplomasi silahına ağırlık verme gereğini duymuştur. Osmanlı Devleti beylikten devlet olmaya geçişte siyasetini ve genişleme stratejisini yalnızca fetihe dayalı bir genişleme politikası üzerine şekillendirmemiştir. Bu dönemlerden başlamak üzere devletin temel siyaseti arasında önde gelme, üstünlük ve diplomasi gibi konular da yer almıştır. Dünya politikasının en çatışmacı ilişki modellerinden biri olarak sunulan beş yüz yılı aşan Türk-Rus ilişkilerinin klasik dönem tarihçesine baktığımız zaman barış ve işbirliği dönemlerinin istisnai olduğunu görmekteyiz. İkili ilişkilerde birçok savaş, diplomatik mücadeleler ve siyasal sorunlar dikkati çekmektedir. 1. OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞI Osmanlı Devleti, kuruluştan itibaren XVIII. Yüzyılın sonlarına kadar geçici diplomasi geleneğini sürdürmüştür. Bunun temel sebebi, Osmanlı Devletinin kendisini Batı devletlerinden üstün görmesidir. Özellikle yükselme döneminden Karlofça Anlaşması’nın imzalanmasına kadar geçen dönemde, Osmanlı Devleti Batı’yı yakından tanıma gibi bir endişeye sahip olmamıştır. Hatta Batı başkentlerinde temsil edilmeyi onur kırıcı olarak görmüştür. Ayrıca başka bir ülke nezdinde temsil edilmeyi, o ülkeyi tanıma anlamına geleceği için başka ülkelerde elçilik açmayı 1 2 Huner Tuncer, Eski ve Yeni Diplomasi, Ümit Yayıncılık, Ankara, 1995, s.13. Barış Özdal, R. Kutay Karaca, Diplomasi TarihiII, Ezgi, Bursa, 2017.s.42. 186 Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri sürekli diplomasi anlayışına aykırı kabul etmiştir. Osmanlı Devletinin Karlofça Barış Antlaşmasına kadar uyguladığı tek taraflı diplomasi, Avrupa devletleri üzerinde psikolojik bir baskı da oluşturmuştur. Osmanlı Devleti İstanbul’a gelen elçileri de kendisine duyulan saygı ve korkunun bir yansıması olarak kabul etmiştir.Bunun bir sonucu olarak da gelen elçilerin yaptığı tüm masraflar Osmanlı Hazinesince karşılanmıştır.3 Müslüman olmayanlarla uluslararası ilişkilerin savaş, barış ve ateşkes koşulları Kuran’da açıkça düzenlenmiştir: “Eğer barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah’a güven; O her şeyi işitendir ve bilendir. İslam’ın savaştan amacının ne olduğu bu ayet vesilesiyle de açıklanmaktadır. Zulmü ve saldırı ihtimalini ortadan kaldırmak, meşru savunmada bulunmak. Bu zaruretler yüzünden başvurulan savaş, karşı tarafın zulüm ve saldırıdan vazgeçerek barışa yönelmesiyle gereksiz hale geleceği için buna olumlu cevap verilmesi, barışmak isteyenle barışılması emrolunmuştur.”4 Klasik dönem Osmanlı diplomasisi çoğunlukla İslam genel ilkeleri doğrultusunda şekillendirilmiştir. Kâfirlerle barışın sürekli olması klasik İslami ilkelere göre izin verilemezdi. Osmanlılar için geçici bir ateşkes kararı on, yirmi ve hatta otuz yıl olağan olurdu.5 Osmanlı diplomatik ve idari uygulamada şunları gözetirdi. 6 Dar’ül İslam: Şeriat’ın uygulandığı İslam toprakları ve ikamet eden Müslüman olmayanlar ve zimnilerdir. Dar’ül harb: Müslüman olmayanlar tarafından yönetilen, cihada ve fethe açık olan yerler Dar’ül Sulh: Osmanlı vassal Beylikleri ve diğer haraç ödeyen yönetimler. Kuruluştan itibaren uluslararası ilişkilerin, “dar’ül-harb” ve “dar’ül-İslam” kavramı içinde ele alınması, Batı’dan gelen temsilcilerin eman telakkisine göre muamele edilmesi, dinin Osmanlı dış ilişkileri ve diplomasi anlayışı üzerindeki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Gayrimüslim bir kişi ister dinin eman anlayışı gereği ister zımni statüsünde olsun Osmanlı Devleti sınırları içinde devlet Selim Hilmi Özkan, Osmanlı Devleti ve Diplomasi, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2017, s.48-49. Enfal Süresi 61 Ayet Tefsiri, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Enf%C3%A2l-suresi/1221/61-ayettefsiri, 06.01.2019. 5 Bülent Arı, “Early Ottoman Diplomacy: Ad Hoc Period”, (Ed.) A. Nuri Yurdusev, Ottoman Diplomacy, Newyork:Palgrave Macmillan, 2004, s.37. 6 A.g.e. , s.40-41. 3 4 187 Altun ALTUN korumasında sayılırdı. Zımni Osmanlı sınırlarında yaşayan Yahudi veya Hıristiyan gayrimüslimlere verilen statüydü. Müstemen ise Müslüman olmayan bir kişinin İslam devleti sınırlarında garanti altında olma anlayışıydı.Osmanlı Devletinde emanın yaygın olarak kullanıldığı ve çok çeşitli siyasi ve iktisadi problemlerin çıktığı bir başka alan ise Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti nezdindeki elçi ve konsolosları ile tüccarların faaliyetleri ve statüleriyle ilgili uygulamalar oluşturmaktadır. İstanbul’un fethinden sonra , önce Venedik ardından büyük Avrupa devletleri eman statüsü içinde tek taraflı olarak kendilerine verilen ahitnamelerle İstanbul’da daimi elçilik açarken büyük şehirlerde ise konsolosluklar açmışlardır. Kendilerine bahşedilen ahitnamelerin büyük çoğunluğunun başında dostluk ve sadakat anlayışı ile emanın verildiği, buna aykırı hareketlerden kaçınılması gerektiği hususu önemle belirtilmiştir. Aksi taktirde ahitname verilen devletin düşmanca bir tavır içinde olduğu veya savaş çıktığı zaman bu devletin elçi ve konsolosu ağır hakaretlere maruz kalır ve Yedikule’ye hapsedilirdi. 7 Karlofça Anlaşması’na kadar, Hıristiyan Avrupa’ya giren bir Müslüman devlet olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun diplomasisi tek taraflı ve karşılıklılık esasına dayanmayan bir uygulamalar bütünüydü. Devletlerarasındaki hukuk kurallarıyla uyuşmayan bir biçimde ve biraz da Avrupa devletlerinin hor görülmesinin sonucu, bu devletlerin gönderdiği büyük elçiler zaman zaman kabul edilmiş olmakla birlikte, Osmanlı Devleti sürekli büyükelçi göndermemişti. Bu sistemin, devletin Avrupa’da dirik ve genişleyici güç olduğu dönemlerde iyi işlemediği söylenemez. Ancak, şimdi Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkiler önem kazandığı için, bu “karşılıksız diplomasi” Osmanlıları izole etmişti. İçerde Dış ilişkileri sistematik bir biçimde planlayacak bir merkezi örgüt olmadığı gibi, dışarıda da devletin uluslararası çıkarlarını tutarlı bir biçimde koruyacak sürekli elçileri bulundurmuyordu.8 Salt coğrafya öğesi, Rusların Osmanlı topraklarına müdahale etmelerinin bir nedenidir. Karadeniz’e akan akarsuların Rus ticareti açısından ne kadar önemli olduğunu anlamak için bölgenin haritasına bir göz gezdirmek yeterli olacaktır. Avrupa’nın en uzun akarsuyu olan Volga, Petersburg’dan Hazar Denizi’ne doğru akmakta ve Karadeniz’e dökülen Don akarsuyuna bir noktada 70 kilometre yaklaşmaktadır. Dolayısıyla, Rusya’nın ülkenin kuzeyinden Karadeniz’e mal göndermesi hem kolay hem de ekonomik olmaktaydı. Rusya’nın Avrupa kıyılarını Selim Hilmi Özkan, A.g.e. , s.30-31, Mehmet İpşirli, “Eman”, DİA, C. XI, Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1995, s.78. 8 Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, İmge Kitabevi, Ankara, 2010, s.154 7 188 Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri çevreleyen üç denizden yalnızca Karadeniz’in buz tutmadığı dikkate alınırsa, bu denizin hem Rus tüccarları hem de strateji uzmanları ve askeri çevreler açısından ne kadar önemli olduğu kolayca anlaşılır. Üstelik, Karadeniz’e başka Rus akarsuları da dökülmektedir.9 Süleyman döneminde gelişen Osmanlı diplomasisinin, yine de Avrupa’da gelişen diplomatik kurallara uymayan yönleri vardı. Örneğin, Osmanlılar yabancı elçilerin kabulünde, “dost” ile “düşman” bildiklerinin arasına büyük bir fark koymaktaydılar. Bu fark aşırılıklara kadar gidebilmekteydi. İran elçisi armağanlar ve barış isteğiyle huzura geldiğinde kendisine akıl almaz itibar gösterilirken , Avusturya elçisi kötü davranışa konu olabilmekteydi. Busbeck adlı kişi Macaristan’a yapılan Osmanlı seferlerinin sınırlandırılması isteğiyle sultanın huzuruna geldiğinde, hiç de iyi kabul görmemiş ve derhal oradan uzaklaştırılmıştı. 10 Osmanlı Diplomasisi, XVIII. Yüzyılın başlarına kadar sınır ihtilaflarının çözümü, cülus, yeni fethedilen yerlerin dost ve düşmanlara birer fetihname ile duyurulması, tabiiyeti kabul eden prens ve beylerin atanmasına dair fermanların tebliği, barış ve antlaşmaların dikte ettirilmesi gibi güce ve üstünlüğe dayanan tek taraflı bir diplomasi yöntemiydi. Avrupa’da karşılıklı ve eşitliğe dayalı diplomasi 1455’te İtalya’da şehir devletleri arasındaki çatışmayı önlemek için rehin olarak gönderilen daimi temsilciliklerle başlamasına rağmen Osmanlı Devleti kendisinden küçük olarak nitelediği güçsüz devletler nezdinde özellikle de “dar’ül harb” olarak nitelediği Avrupa ülkelerinde temsil edilmeyi küçüklük ve zayıflık saymıştır. 11 2. KLASİK DÖNEM OSMANLI-RUS DİPLOMATİK ETKİLEŞİMİ Ortaçağ başlarında Türk ve Rus kavimleri Uralların güneyinde Rusya ovasında bir araya gelmişler, Batı Hunları, Hazarlar, Kıpçaklar, Peçenekler ve Avarlar bölgedeki Slavlarla temas etmişlerdir. Ancak o dönemlerde Rus milli kimliği ortaya çıkmadığı için iki devlet arasındaki ilişkileri bir bütün olarak değerlendirmek pek mümkün değildir. Bu ilişkiler 8. Ve 9. Yüzyıldan itibaren bir nitelik kazanmaya başlamıştır. Rusya Devleti uzun süre (1260-1480) Altın Ordu Devleti’nin egemenliği altında kalan Moskova Knezliğinin 15. Yüzyıl ortalarından itibaren Oral Sander, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, İmge Kitabevi, Ankara, 2010, s.137 Oral Sander, A.g.e, s.87. 11 Refet Yinanç, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Dış Politika Anlayışı ve Uygulamaları, Türk Dış Politikası ed. Haydar Çakmak, Barış Kitap, Ankara 2012,S.23. 9 10 189 Altun ALTUN güçlenmesi ve gelişmesi sonrası ortaya çıkmıştır. Osmanlı Rus ilişkisi 1492 yılında İstanbul’a elçi gönderilmesi ile başlamıştır.12 Rusların daha İstanbul’un Türkler tarafından alınmasından önce Bursa’ya kadar gelerek ticaret yaptıkları bilinmektedir. Moskova’nın güçlenmesi ile birlikte bu ticaret daha da gelişecektir. Kırım Hanı Mengligerey’in tavassutu ile II. Bayezit ve III. İvan zamanında (1492) Osmanlı Devleti ile Moskova arasında siyasi ilişkilerin kurulmasını mümkün kılmıştır. Moskova Rusyası nazarında Osmanlı Devleti fevkalade bir askeri güç sıfatıyla karşısında dayanılamayacak bir kuvvet olduğundan iyi geçinmek mecburiyeti kaçınılmazdı. Osmanlı Devleti açısından ise “Moskova ile iyi geçinmek” diye bir mesele olamazdı çünkü Osmanlı Devleti’nin ana siyaseti Akdeniz ve Orta Avrupa’ya yöneltilmişti ve Moskova Rusyası coğrafi konumu itibarıyla çok uzaklarda kalıyordu. Rus işleriyle Kırım Hanları meşgul olmuşlardır. Bunun neticesinde ise Rusya hakkında hiçbir zaman yeterli düzeyde bilgi edinememişlerdir. Bu davranışın diğer bir sonucu da Rusya’yı küçümseme olmuştur. Oysaki Moskova Osmanlı Devletiyle ilgilenmiş ve nasıl bir kuvvet olduğunu anlamaya çalışarak Moskova’nın siyasetini de ona göre düzenlemeye çalışmışlardır. Bu çerçevede sırf dışişleriyle meşgul olan Elçiler Dairesi kurulmuştu. Bu dairenin bir bürosu Türk siyasetini tayin etmek üzere Türklere ayrılmıştı. Bu siyaset ise Osmanlı Padişahlarını oyalamak, mümkün olduğunca uysal görünmek ve yerine göre aldatmaktan oluşmaktaydı. 13 1552’de Kazan’ın, 1556’da ise Astrahan’ın Ruslar tarafından ele geçirilmesi bölgede IV. İvan yönetimindeki Rusya’nın gücünü ve etkisini artırmıştır. Kazan ve Astrahan’ın Ruslar tarafından ele geçirilmesi ise tıpkı Altın Orda’nın yıkılışı gibi Osmanlı Devleti’ni fazla ilgilendirmemiştir. Osmanlı, XVI. yüzyılın sonuna kadar Kırım Hanlığı’nın kuzeyindeki gelişmelere önem vermemiştir. Hatta Moskova’nın ele geçirdiği hanlıklardaki Müslüman nüfusa karşı uyguladığı politikaya karşı da ses çıkarmamıştır. Osmanlı Devleti’nin İdil-Ural bölgesine ilgisizliği ise birçok faktörle açıklanmaktadır. Rus tarihçisi Solovyöv, İdil-Ural bölgesinin İstanbul’dan mesafe olarak çok uzakta kaldığını ve bu sebeple Osmanlı Devleti’nin Kazan ve Astrahan Hanlıklarıyla ilgilenemediklerini söylemiştir. Bu durum ise Altın Orda Hanlığı’nı tekrar Giraylar idaresinde tekrar canlandırmak isteyen Kırım Hanlarının işine yaramıştır. Kırım Hanı Osmanlıların İdil-Ural’da yerleşmesini istemiyor bundan dolayı da sultanları bölgeden uzak tutmaya çalışıyorlardı. Her ne kadar Kazan ve Murat Ercan, “Türk Dış Politikasında Rusya”, Değişen Dünyada Türk Dış Politikası, ed. Murat Ercan, Nobel, İstanbul, 2011, s.126, 125-147. 13 Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rısya XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk-Rus İlişkileri (1798-1919), Türk Tarih Kurumu,Ankara, 2011, s.4-5. 12 190 Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri Astrahan’ın Ruslar tarafından ele geçirilmesi, aynı zamanda Osmanlılar için “Rusya Sorunu”nun temelini teşkil etse de Osmanlılar o tarihlerde Batıda Avrupa ülkeleriyle, doğuda ise Safevi Devleti’yle savaş içindeydi. Osmanlı Devleti’nin İdil-Uraldaki gelişmelere tepki göstermemesinin nedenlerinden birisi de budur. Fakat çok geçmeden Osmanlı’nın bölgeye siyasetinin değiştiği görülmektedir. Avusturya ile barış Anlaşması imzalandıktan hemen sonra, 1563 yılında Osmanlı Sultanı Süleyman ve veziriazam Sokullu Mehmet Astrahan’a sefer düzenlemeyi düşünmüşlerdir.14 Bu amaçla yapılan 1569 Ejderhan Seferi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu da seferin askeri ve siyasi sonuçlarını olumsuz yönde etkilemiştir. 15 Astrahan kalesinin zaptı ve Kazan Hanlığının da kurtarılması gerçekleştirilmemekle birlikte, Moskof-Rus kuvvetleri Terek boyundan çekilmeye zorlanmışlar ve Terek üzerindeki Rus kalesi yıktırılmıştır. Rus Çarı Korkunç İvan elinden geldiğince Sultan II. Selim’i teskin etmeye çalışmış ve bu amaçla çok ustaca bir diplomatik faaliyet göstermiştir. 16 Bu dönemde IV. İvan’ın geri çekilen Türklere saldıracak ve onlarla savaşacak gücü yoktu. Çünkü Rus Çarı, Livonya Savaşı ile meşgul olup yeni bir cephede savaş açmaya da niyeti yoktu. Osmanlı’nın Astrahan seferinden hemen sonra hiçbir şey olmamış gibi İ.P. Novosilytev’i elçi olarak sultanın yanına göndermesi de bu çerçevede açıklanmaktadır. Rus elçiler, ziyaretlerinin sonunda çara stateymy spisok adı verilen, bir nevi seyahatname ve günlük adı verilen raporlara bütün hareketlerini, yaptıkları bütün resmi ve gayrı resmi görüşmeleri kronolojik bir sıra ile kaleme almak zorundaydılar. Novosilytev elçilik raporunda Osmanlı sultanı ve Sokullu Mehmet Paşa da dahil olmak üzere herkesin Rus Çarı’nın Osmanlı’ya elçi gönderdiğine sevindiğini yazmıştır. Kendisine çok iyi davranıldığını, çok iyi ağırlandığını da belirtmiştir. Novosilytev, dönemin en büyük devletlerinden birinin elçisi gibi hareket ediyordu. Rus elçi, raporunda Rus Çarı’nın ulu bir hükümdar olduğunu ve Tanrı’nın onu koruduğunu ifade etmiştir. Oysaki her ne kadar Çar IV.İvan, mektubunda Sultan II.Selim’e “Kardeşim” diye hitap etse ve kendini onunla bir görse de, Rusya XVI. yüzyılın ortalarında daha hala Kırım Hanlarına vergi ödemeye devam ediyordu.Hem II.Selim hem de III.Murat, IV.İvan’a “Bütün Rusya’nın Çarı” diye değil sadece Moskova Kralı şeklinde hitap etmişlerdir. 17Diğer taraftan İlk Osmanlı-Rus Savaşı Rusların galibiyeti ile sonuçlanmış olsa da Ruslar birçok konuda geri adım atmak zorunda kalmışlardır. Sultan II. Selim Rus elçi Novosilytev ile IV. İvan’a bir mektup göndermiş ve Rus Çarı’ndan Astrahan yolunun hacılar için açılmasını, Moskova’daki İlyas Kamalov, Rus Elçi Raporlarında Astrahan Seferi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2011, s.2. Selim Hilmi Özkan, A.g.e, s.81. 16 Akdes Nimet Kurat, A.g.e., s.5. 17 İlyas Kamalov, A.g.e, s.20. 14 15 191 Altun ALTUN Kırım elçilerinin serbest bırakılmasını, Çerkezlerle savaşmamasını, Terek Nehri üzerindeki şehrin yıkılmasını istemiştir. Rus Hükümeti Terek Nehri üzerindeki şehrin yıkılması da dahil bu istekleri kabul ettiğini açıklamış ve bunu bildirmek için 8 Nisan 1571 tarihinde Andrey Kuzyminsky başkanlığında yeni bir elçilik heyeti göndermiştir. Astrahan seferinin başarısız olmasında ise Kırım Hanı’nın etkisi çok büyük olmuştur. Başından beri sefere isteksiz davranan Devlet Giray bir an önce Kırım’a dönmek istemiştir. Kendi yokluğunda sultanın Kırım tahtına Kırım Giray’ı oturtacağından korkmuştur. Bundan dolayı daha sefer başlamadan Çar IV. İvan’a elçi göndererek Osmanlının Astrahan seferine hazırlandıklarını bildirmiştir. 18 1613 tarihinde Rus Çarlığı tahtına geçen Romanov’lar zamanlarında, Moskova hükümeti nazarında Osmanlı Devleti, eskiden olduğu gibi, karşı durulmaz bir kudret olarak algılanmaktaydı. Moskova’nın coğrafi durumu gereği Osmanlı Devleti ile ilişkilerin ilk safhalarında ticaret boyutunda olmuştur. Henüz 1515 yıllarında Moskova’da Osmanlı Devleti’nin kudretinden faydalanarak, Moskova’nın tehlikeli Batı komşusu Litvanya Dukalığına baskı yapılmak istendiği bilinmektedir. İlk RusTürk ittifakından da bu anlamda bahsedilmek istenmiştir.1519’da İstanbul’a gönderilen Rus elçisi Korobov’a Sultan I.Selim’i Litvanya ve Kırım’a karşı Moskova ile bir ittifak akdine ikna etmesi için talimat verilmiştir. Sultan I.Selim’in de Çar III. Vasiliy’e yazdığı cevabında “ittifak meselesini görüşmek üzere Moskova’ya bir elçi göndereceğini “güya bildirmiştir. Fakat böyle bir ittifak akdedilmemiştir. İran harpleri bahane edilerek Moskova ile anlaşmak meselesi bir tarafa bırakılmıştır. Yine 1634 tarihlerinde Moskova Hükümeti Osmanlı Padişahı ile Lehistan’a karşı bir ittifak oluşturmak için harekete geçmiştir. 1634 tarihinde Osmanlı Devleti’ne gönderilen Rus elçisi Korobkin’e bu yolda talimat verilmiştir. Bu dönemde, Kazakların Osmanlı ülkelerine hücumları yüzünden Türkiye ile Lehistan’ın arası çok olduğundan Moskova’da, Türklerin Lehistan’a karşı harekete geçirilebileceği sanılmıştı. Fakat Rusların bu yöndeki teklifleri İstanbul’da olumlu karşılanmamış ve Moskova’da arzu edilen bir ittifak gerçekleşmemiştir.19 XVII. yüzyılın ilk yarısının da bir önceki yüzyıldan çok farklı olmadığı söylenebilir. Yine de bu yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı-Rus ilişkilerinin yavaş yavaş gerginleşmeye başladığı dikkati çekmektedir. Buna rağmen 1678 tarihine kadar bir Osmanlı-Rus çatışması yaşanmamıştır. 1672 yılında Merzifonlu Çehrin üzerine yürüyerek Osmanlı Devleti ile Rusya’nın ilk defa ciddi manada karşılaşmasına sebep olacaktır. Bu tarihten sonra Osmanlı-Rus hâkimiyet mücadelesi 18 19 İlyas Kamalov, A.g.e, s.11. Akdes Nimet Kurat, A.g.e., s.6. 192 Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri şiddetini artırarak devam edecektir. Bu savaşın Türkler tarafından kazanılmasından sonra 1681 tarihinde Osmanlı ve Ruslar arasında ilk defa Bahçesaray adı ile bir barış antlaşması yapılmıştır. Bu antlaşma yapılırken Osmanlı Devleti Rusya’ya fazla itibar etmediği gibi barış görüşmelerini Kırım Han’ı vasıtasıyla yürütmüştür.20 Yirmi yıl süreli bu antlaşmaya göre Dinyeper Nehri Kırım Hanlığı ile Rusya arasındaki sınırı teşkil edecektir.21 Çehrin Kalesi’nin geri alınmasına ve Rusların geri çekilmesine rağmen bu mücadelede Rusların askeri gücünün tam olarak kırıldığı söylenemez. 22 Osmanlı Kanuniden sonra (1566) giderek güçten düşerken, Rusya özellikle IV. İvan döneminden (1633-1654) itibaren giderek güçlenmiştir. I.Petro döneminden başlayarak da bilhassa Napolyon Fransa’sını yenen orundun sahibi olarak 1815 Viyana Kongresi sonrasında Avrupa’nın en güçlü beş ülkesinden biri haline gelmiştir. 23Rusya ilk başlarda dikkate alınmamış bile olsa Rusya’nın Osmanlı aleyhine güçlenmesi her geçen gün biraz daha artmıştır. Özellikle 1683 Viyana yenilgisi sonrası Doğu Avrupa’daki Osmanlı Hâkimiyetine darbe inmiş ve Rusya Osmanlı Devleti’ne karşı daha cesur ataklar içerisine girmiştir. Sürekli diplomasiye geçiş öncesi Osmanlı dış ilişkilerinde Rusya dikkati çeken bir devlet olmuştur. Bu ataklardan ilki sayılabilecek 1686 yılında Kutsal İttifak devletleri arasına katılarak Osmanlı Devletine savaş ilanında bulunmasıdır. Kafkasların Osmanlı-Rus diplomatik ilişkilerinde ayrı bir önemi vardır. Rusya XVIII. Yüzyılın başlarından itibaren yüzünü Kafkaslara çevirecektir. Bu dönemde Gürcüler ve Çerkezler her geçen gün gücü ve etkinliği artan Rusya ile iyi geçinme çabası içerisinde olmuştur. Bu durum ise Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’daki etkinliği üzerinde olumsuz etki yapmıştır.24 Osmanlı’da açılan ilk elçiliklerinden biri de Rus elçiliğidir. Rus elçiliği diğerlerine nazaran çok geç bir tarihte 1700 yılında açılmıştır. Bu tarihe kadar Rusya Osmanlı Devleti ile ticari ve siyasi ilişkileri başlatmak istemişse de bu devletle dostluk ilişkileri kurulamamış ve temsilcilik daima rededilmiştir. Ruslar 1699 tarihinde Karlofça Antlaşması’nda Avusturya, Polonya ve Venedik devletleri yanında yer almış olsalar da Kerç Boğazı’nı istemeleri yüzünden bir anlaşmaya varamamışlardır. İki yıllık bir ateşkes ilan edilmiştir. Osmanlıya karşı savaşı devam ettiremeyeceğini ve Karadeniz’e çıkamayacağını analayan Çar Petro İsveç’ten Fin ve Selim Hilmi Özkan, A.g.e., s.81. Akdes Nimet Kurat, A.g.e., s.10. 22 Osman Köse, “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Rusya Siyaseti” , Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Uluslararası Sempozyumu, 8-11 Haziran 2000, Merzifon, s.112-113. 23 Ömer Göksel İşyar, Türk Dış Politikası Sorunlar ve Süreçler, Bursa, Dora Yayınevi,2017,s. 21. 24 Selim Hilmi Özkan, A.g.e., s.82. 20 21 193 Altun ALTUN Riga Körfezleri arasındaki sahayı almaya karar vermiştir. Bu sebeple acele barış akdi için İstanbul’a bir heyet göndermiştir. 1700 yılında yapılan anlaşmaya göre Azak Kalesi Rusların elinde kalmış Dinyeper boyunda Rusların eline geçen bazı kaleler Türklere teslim edilmiştir. Rusya’ya İstanbul’da daimi elçi bulundurma hakkı verilmiştir. İlk elçi olarak 1702 yılında P.A.Tolstoy İstanbul’a gönderilmiştir. 25 SONUÇ Osmanlı Devleti kuruluş yıllarından itibaren diğer siyaset mekanizmaları gibi diplomasi geleneği ve kurumuna da önem vermiştir. Klasik dönemde kendine özgü üstünlük ve önde gelme prensibine dayalı bir diplomasi anlayışı belirlemiştir. Bu dönemde Rusya’nın Osmanlı diplomasisinde karşılığı olmamıştır. O dönemde Rusya’yı tehdit olarak görmeyen Osmanlı Devleti bir yüz yıl sonra dengelerin değişmesi ile birlikte Rusya’yı dikkate almaya başlayacak ve Rusya Osmanlı diplomasisinde yer bulacaktır. İki ülkenin sınırları büyüdükçe ideolojik rekabete, siyasi ve ekonomik sebeplerde eklenerek taraflar arasında çok sayıda savaşın yolu açılmıştır. Karşılıklı gidip gelen elçilik heyetleri ise tarafların savaştan ziyade barıştan yana olduklarına işaret etmektedir. KAYNAKÇA Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rısya XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk-Rus İlişkileri (1798-1919), Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2011. Arı Bülent, “Early Ottoman Diplomacy: Ad Hoc Period”, (Ed.) A. Nuri Yurdusev, Ottoman Diplomacy, Newyork:Palgrave Macmillan, 2004 Enfal Süresi 61 Ayet Tefsiri, https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Enf%C3%A2lsuresi/1221/61-ayet-tefsiri, 06.01.2019. Ercan Murat, “Türk Dış Politikasında Rusya”, Değişen Dünyada Türk Dış Politikası, ed. Murat Ercan, İstanbul, Nobel, 2011, s.126, 125-147. İşyar Ömer Göksel , Türk Dış Politikası Sorunlar ve Süreçler, Bursa, Dora Yayınevi,2017 Kamalov İlyas , Rus Elçi Raporlarında Astrahan Seferi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 2011. 25 Yinanç, A.g.e.,s..29. 194 Klasik Dönem Osmanlı-Rus Diplomatik İlişkileri Köse Osman , “Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Rusya Siyaseti” , Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Uluslararası Sempozyumu, 8-11 Haziran 2000, Merzifon, s.112113. Özdal Barış, Karaca R. Kutay , Diplomasi TarihiII, Bursa, Ezgi, 2017. Özkan Selim Hilmi , Osmanlı Devleti ve Diplomasi, İdeal Kültür Yayıncılık, İstanbul, 2017. Sander Oral, Anka’nın Yükselişi ve Düşüşü, İmge Kitabevi, Ankara, 2010. Tuncer Huner , Eski ve Yeni Diplomasi, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1995. Yinanç Refet, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Dış Politika Anlayışı ve Uygulamaları, Türk Dış Politikası ed. Haydar Çakmak, Barış Kitap, Ankara 2012,s. 23-31. 195 1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı Aygül ŞENGÜN Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Özet: 1731 yılında Kişi Cüz’ün Rusya’nın hâkimiyetine girmesinden sonra uygulanmaya başlayan politikalar Kazakların toplumsal ilişkilerinin zedelenmesine, dini inançlarının zayıflamasına, milli kimliklerinin yozlaşmasına, değerlerinin değişmesine sebep olmuştur. Batısında bazı toprakları kaybeden Rusya bu dönemde İngilizlerin Orta Asya planını engellemek, aynı zamanda yüzyıllardır stratejik deltada yer alan toprakları kontrol etmek için Kazak Hanlığı üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. Ülkenin sınırlarını öncelikle kalelerle çevirerek askeriye ile birlikte yoksul Rus nüfusunu yerleştirmeyi öngören iskân politikası başlatılmıştır. Yüzyıllardır geleneksel yöntemle idare edilen uçsuz bucaksız bozkır sahiplerinin bildiği, yaşattığı töre ve kuralların değişmesi Kazak toplumunu kökten sarsmıştır. Bozkırın eski efendileri her sahada hakları sınırlandırılarak alt sınıf muamelesine maruz bırakılmıştır. Toprak ve yönetim, yargı ve hukuk, inanç ve eğitim hülasa hayatın tüm alanlarına “çat kapı” giren değişimler kalem ustalarının eserlerine yansımıştır. Toplum bireylerini olumsuz etkileyen gelişmeler, geçmiş ile bugünün hali, gelecek kaygısı bu dönemde edebi eserlerinin dile getirdiği başlıca sorunlar olmuştur. Çar hükümetinin eğitimde zorunlu kıldığı Rusça ile beraber Ruslaştırma ve gizli Hıristiyanlaştırma politikası Kazak aydınlarının farklı görüşler altında gruplaşmasına zemin hazırlamıştır. Toplumsal değişimlere müelliflerin yaklaşımının da belirtileceği bu bildiride Rusya’nın iç politikasının edebiyata etkisi kronolojik olarak gösterilecektir. Anahtar Kelimeler: Rusya politikaları, milli kimlik, Kazak Edebiyatı, ideolojik sansür Russia's Policy in the Territory of Kazakhstan before the October Coup of 1917 and Kazakh Literature Abstract: After the inclusion of the Kishi Zhuz into Russia in 1731, the policy pursued by tsarism, caused injuries to social relations among the Kazakhs, weakened their religious beliefs and national identity, and transformed their values. Russia, which has lost its territories in the West, in Aygül ŞENGÜN order to thwart England’s plans in Central Asia and to strengthen control over the lands of the strategically important delta, has intensified its efforts towards the Kazakh Khanate. Having taken into account its mistakes in foreign policy, Russia approached the development of plans and policies in the new territories very seriously. For this reason, a resettlement policy was carried out, according to which the borders of the state were, first of all, fortified by fortresses inhabited by the Russian poor. The change of traditions and rules, for centuries observed by the masters of the boundless steppes, administered by traditional methods, changed the Kazakh society radically. All rights of the former owners of the steppes were limited, and they themselves received lower status. The changes that affected all the spheres, whether land or government, judicial system or law, belief or education, were reflected in the works of such pen artists. Negative changes in society, past and future, anxiety for the future became the main problems touched upon in the works of that period. The education system adopted by the tsarist government, which was based on Russification and the secret policy of Christianization, led to the formation of groups of different views among the Kazakh intelligentsia. In this report, which also reflects the authors' approaches to social change, the impact of domestic Russian politics on Kazakh literature will be examined in chronological order. Keywords: Russian policy, national identity, Kazakh literature, ideological censorship. Giriş Altın Orda’nın yıkılmasıyla Sibirya ile Orta Asya’da meydana gelen birçok hanlık coğrafi konumlarını ve siyasi ilişkilerini yapılandırma süreci içindeyken Batı ülkelerinde izlenen hızlı gelişim zamanla Avrasya kıtasının doğusundan batısına uzanan ticaret yollarının daha ekonomik güzergahlara taşınmasına sebep olmuş, bu durum ise henüz yeni kurulan devletleri ekonomik açısıdan ciddi zarara uğratmıştır. Avrupa’nın tamponu olan Rusya, bulunduğu bölge itibariyle Batı’ya özenerek, çoğu kez Avrupa ülkelerinin gelişiminden yararlanarak onlara ayak uydurmaya çalışıp, doğusundaki hanlıkların siyasi durumundan istifade ederek birçok reformlar gerçekleştirmiş, ekonomik ve kültürel açıdan doğudaki komşularından üstünlük sağlamayı başarmıştır. Rusya birçok alanda yeniden yapılanırken doğusundaki komşularının iç ve dış politikalarını yakından izleyerek Türk hanlıklarının zaaflarından yararlanmıştır. Ekonomisi ağırlıklı olarak hayvancılık olan Sibirya ve Orta Asya hanlıkları tarafından yüzyıllardır kullanılagelen yaylak-kışlak düzeni, hanlıkların birbiriyle savaşmaları sonucunda bölgelerin birinden ötekine geçmesiyle alt üst oluyor, yeni 198 1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı çatışmalara neden oluyordu. Sonu gelmeyen baskınlar, saldırılar ve çatışmalar çoğu kez küçük hanlıkların yıkılmasına veya halkın daha güçlü komşulara sığınmasına sebep olmuştur. Sibirya halklarının çoğu Rusya’nın hâkimiyeti altında varlığını sürdürürken bazı hanlıklar imparatorluğun gelecekteki planları için engel teşkil etmekteydi. Rusya İmparatorluğu bu engeli kaldırmak için Hokand Hanlığının Sırderya bölgesine saldırısından yararlanarak Kalmukları İdil ve Yayık havzasına yerleştirip, yaylaklarını daraltmak suretiyle Kazakları zor duruma sokmuştur. Bir taraftan Congar Hanlığının zayıflamasını fırsat bilen Çin İmparatorluğu Kazaklar için doğuda tehdit oluşturmuş durumdaydı. XV. yüzyılın ikinci yarısından XVIII. yüzyıla kadar süren savaşlara son vermek amacıyla Kişi Cüz Kazaklarının Rusya hâkimiyetine alınması için Ebülhayır Han 10 Ekim 1731 tarihinde imparatoriçeye yemin etmiştir. Üç sene sonra da İmparatoriçe Anna İonavna Orta Cüz’ün Rusya hâkimiyetine alındığına dair belge imzalamıştır. [1] Rusya’nın Orta Asya politikası, Hindistan yolu projesi için bir alt basamaktı. Bölgeyi ele geçirmenin yolu bölgedeki hanlıkların zayıf noktalarının keşfedilmesinden geçiyordu. Bunun için uzman yetiştirilmeliydi. Bu nedenle Rusya Batıdan gelen bilim adamlarıyla üniversitelerde kürsüler kurmuş, keşif için birkaç araştırma gezisi düzenlemiştir. Bu çalışmaların çoğu Kazak Hanlığının Rusya’nın sömürgesi olmadan önce başlatılmış olup, bölgelerin haritaları, dili ve dini, gelenekleri, edebiyatı detaylı inceleniyordu. Bu bağlamda son Kazak prensi Şokan Velihanov’un “Congariya Oçerkteri” ve “Altı Şahardın Jay Japsarı” adlı çalışmaları 1861 yılında “Rus Coğrafya Cemiyetinin” mecmualarında yayınlanmış olup, batı dünyasında da büyük ilgi görmüştür. 1865 yılında Congariya ile ilgili yazısı Londra’da basılmıştır.[2] 1. Rusya’nın Kazak Hanlığı Topraklarında Uyguladığı Politikalar 1.1. Kazak Hanlığı Topraklarının İşgali Rusya İmparatorluğunun Kazak Hanlığı topraklarında uyguladıkları politikaların başta geleni toprak politikasıdır. Rusya, kendi iç meseleleri rayına oturttuktan sonra Kazak Hanlığına tamamen yönelerek, bu stratejik önemli deltaya sahip olmanın planını uygulamaya başlamıştır. Öncelikle Kazak Hanlığı topraklarını kuzeyden ve doğudan askeri kalelerle kuşatmıştır. Sadece 1740-1743 yıllarında Kişi Cüz ile Güney Ural (Yayık) bölgesi sınırlarında Kazak topraklarının epey 1 2 https://e-history.kz/kz/contents/view/1498, (E.T. 07.10.2018) Hangali Süyünşaliyev, Kazak Adebiyetinin Tarihi, Sanat, Almatı, 2006, s.806. 199 Aygül ŞENGÜN daralmasına neden olan birçok kale inşa edilmiştir. Kalelerin yapılmasıyla Kazakların yaylak ve kışlakları iç bölgelere doğru itilerek daraltılmıştır. Yerli nüfusun kalelere yakın yerleşmesine yasak getirilmiştir. Kalelerin hemen hepsi eski şehirlerin su yolu üzerine yapılarak, Kazakları şehirlerden uzak tutma amacı güdülmüştür. Bu politika yerli nüfusun otlaklarının ve tarlalarının azalmasına, dolayısıyla Kazakların büyük bir kısmının göçüne sebep olmuştur. Bunun yanı sıra bu topraklarda “jatak” olarak bilinen bir nevi “işçi sınıfı” meydana gelmiştir. Bu sınıf politik uygulamalarla coğrafi şartlardan dolayı sürülerini ve tarım alanlarını kaybetmiş Kazaklardan oluşuyordu. Jatakların bir kısmı akrabalarında yanında kalarak geçimini sağlarken diğer bir kısmı maden ocaklarında, fabrikalarda ve yol çalışmalarında işçi olarak hayatlarına devam etmişlerdir. 1.2. Kazak Topraklarında İskân Politikası (Slavlaştırma Politikası) Bütün askeri hazırlıklar tamamlandıktan sonra Rusya’dan yoksul nüfusun/ eski kölelerin Kazak topraklarına yerleştirme, yani Slavlaştırma politikası başlatılmıştır. 19 Şubat 1861 tarihinde İmparator II. Aleksandr toprak ağalarına bağlı olan köylüleri kölelikten azat eden manifestoyu imzalamıştır.[3] Rusya’nın en ücra köşelerinden güzel hayat peşinde olan köylüler imparatorluğun özel uygulamasıyla yeni topraklara yerleştirilmiştir. Kölelerle birlikte Rusya’daki hapishanelerden cezaları sürgüne çevrilen mahkûmlar da Kazak bozkırına ve Sibirya’ya gönderilmiştir. Slav nüfusun tarımcılıkla uğraşması için tarım alanı verilmiştir. Slav nüfusa tanınan haklardan yerliler mahrum bırakılmış, sürüleriyle birlikte çöllere ve yarı çöllere çekilmek zorunda kalmışlardır. Yerliler yaylaklardan döndüklerinde kışlaklarına ve verimli tarım alanlarına Slavlar tarafından el konulduğu da görülmüştür. 1.3. Hıristiyanlaştırma Slavlaştırma politikasının altında Hıristiyanlaştırma da vardı. Slav nüfusu bahanesiyle Kazak topraklarında kiliseler de çoğalmıştır. Resmi istatistiklere göre XX. yüzyılın başında Kazakistan’ın birçok bölgesini içine alan Türkistan’da 306 kilise mevcuttu.[4] Kazakistan topraklarındaki ilk kiliseler birçok kaynakta 1866 yılında askeriler için inşa edildiği öne sürülse de, kiliselerin geçmişi daha eskiye dayanmaktadır. [5] Kazakistan’da açılan kilise okullarında kimsesiz yerlilere https://www.prlib.ru/history/619069 (E.T. 11.10.2018) https://e-history.kz/kz/contents/view/690, (E.T. 07.10.2018) 5 Mehribanu Glawdinova, “Rannesrednevekovaya Hıristiyanskaya Arhitektura v Tsentralnoy Azii”, Almanah Sovremennoy Nauki i Obrazovaniya, 2010, S.11, s.81. 3 4 200 1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı “yardım eden” din adamları, Kazakları çeşitli yollarla Hıristiyanlaştırmaya yönelmişlerdir. Bu gizli görevin içinde Kazan Din Akademisi mezunu ve Müslümanlık Aleyhtarları kürsüsünün başkanı N.İlminskiy de vardı. 1861 yılında profesör unvanını alan İlminskiy’e Ural, Sibir ve İdil bölgesindeki halkları ve özellikle Kazakları Hıristiyanlaştırma görevi verilmiştir. 1872 yılında misyonerlerin merkezi haline gelen Kazan öğretmenlik Seminarya’sı (Okulu) başkanlığına atanan İlminkiy, Rusya İmparatorluk genelinde misyonerler hazırlamaya başlamıştır. [6] Sömürgeciliğin tarihinde misyonerlik faaliyetlerine her zaman önem verilmiştir. Rusya hükümeti de istisna değildi. 1.4. Eğitim Politikası İmparatopluğun uyguladığı bir diğer politika ise eğitim politikasıdır. İmparatorluk Kazak bozkırında mevcut eğitimin kendi aleyhine olduğunun farkına vararak eğitim dili Rusça olan kilise okulları, askeri okullar ve ilköğretim okulları açmıştır. Bu okulları açmadaki maksat Buhara’da, Arabistan’da, Hindistan’da, İstanbul’da eğitim alan Kazakların kendi kontrolleri altında eğitilmesidir. Bunun dışında Kazak Hanlığındaki Kazakça okullarda dahi Rusça eğitimi şartı getirilmiştir. Medreselerde din derslerinin Tatarca, diğer derslerin Kazakça okutulmasına özen gösterilmiştir. Bölgede önemli merkezlerde öğretmen okulları açılmış olup Çar hükümetinin bu okulların gerek eğitim diline gerek müfredatına özel ilgi gösterdiğini gözlemlemek mümkündür. Örneğin, Taşkent’teki Türkistan Öğretmen Okulunda öğretim üyesinin maaşı Rusya’daki öğretmen okulu personelinden iki kat daha yüksek, ayrıca personel sayısı daha fazla idi. Valinin değişmesiyle eğitim dilinde değişiklikler yapılmıştır. Örneğin Kaufman döneminde eğitim dili Kazakça iken, Çernyayev döneminde Sartça, Rosenbach döneminde ise Sartça ile Farsçadır.[7] Bu şekilde Türkistan coğrafyasında Orta Asya Türkçesi konuşan toplulukları birbirinden ayırma, parçalama planının temeli atılmıştır. 1.5. Yönetim Politikası 1822 yılına kadar Çar yönetimi bozkırın yönetim sistemine pek karışmayıp, onun yerine getirecekleri yeni düzen üzerinde çalışmıştır. İmparatorluk Kazak 6 Alau Adilbayev, “Çarlık Döneminde Kazak Topraklarında Yürütülen Ruslaştırma Faaliyetleri”, Bilig, Güz 2002, Sayı 23, s.70. 7 Sayfulmalikova-Sadıkova, “Türkistan, Dala General-Gubernatorlıktarında Kurulgan Mugalimder Seminaryalarının Tarihınan, (1879-1917 yıllar)”, Alfarabi Atındagı Kazak Ulttık Universitetinin Habarşısı, Tarih Serisi S.2 (89), 2018 201 Aygül ŞENGÜN topraklarında hanlık sistemine son vererek, seçimle gelen adayları idari bölge yöneticilerine bağlı duruma getirmiştir. Hanlık yönetiminin kalkmasıyla yaylakkışlak konargöçerliliği, boylar arasındaki idari-ekonomik ilişkiler, bozkır mahkeme sistemi çökmüştür. Babadan oğla geçen yönetim yerine seçim sistemi getirilmiştir. İdareci seçilmek ve resmi görevlerde çalışmak için Rusça bilmek şartı getirilmiştir. Kazak Hanlığı toprakları Çar hükümeti tarafından iki büyük vilayet/ bölge olarak yönetilmesi uygun görülmüştür. Bu nedenle Dala Vilayeti ve Türkistan Vilayeti kurulmuştur. Üst birimlere Rus asıllı subaylar göreve getirilirken alt birimlere Kazaklar Rusça bilen akrabalarını uygun gördükleri için boylar arası gerilimler boy göstermiştir. Daha sonra ileri gidilerek rüşvet olayı yaygınlaşmıştır. 2. Rus Hâkimiyeti Yıllarında Kazak Edebiyatı Altın Orda’nın edebi geleneklerini coğrafyanın yazı dili olan Çağatayca ile devam ettiren edebiyat uzun bir süre daha ortak edebiyat özelliğini göstermiştir. Kazak Hanlığı dönemi edebiyatı Altın Orda döneminin devamı olsa da bu dönemdeki hanlıklar arası savaşlar edebiyatın konusunu belirlemiştir. “Jıravlar” eserlerinde eski güzel günlere özlem, devlet büyüklerine ve ileri gelenlere nasihat, barış içinde bir gelecek isteği, Allah’a yakarış, adalet ve dürüstlük ön plana çıkmıştır. Ulaşılan kaynaklar sözlü edebiyat geleneğinin güçlü olduğunu ileri sürerek edebi eserlerin kaydının XIX. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleştiğini söylemektedir. Fakat elde edilen bazı bilgiler daha önceki tarihlere ait el yazmalarının mevcudiyetine işaret etmektedir. XIX. yüzyılın yazılı eserlerinde güçlü bir edebi gelenek ile işlenmiş bir dil karşımıza çıkmaktadır. Üstelik son zamanlarda büyük ölçüde yurtdışından getirilen eserler de bu durumu kanıtlamaktadır. Ne var ki üst üste uygulanan alfabe reformları, hem Sovyetler döneminde hem de bağımsızlık döneminde eski yazıları okuyabilecek uzmanların yetiştirilmemesi, 1917 Ekim Devriminden sonra Bolşeviklerin Arap alfabesiyle yazılan kitapları yok etmesi, günümüzde elde bulunan birkaç esere bakılarak yorum yapılmasına sebep olmaktadır. Kazak Hanlığı dönemindeki edebi gelenek hanlığın kalkmasından sonra da devam etmesine rağmen ona paralel olarak yeni bir edebiyat anlayışının gelişmeye başladığı izlenmektedir. Bu yenilik muhtevada olduğu gibi biçimde de kendini belli etmiştir. Rusya’nın hâkimiyetinin yaşamın tüm alanlarını etkilemesi, Kazakların yaşam tarzında, geleneklerinde ve belki en önemlisi zihniyetinde değişikliklere neden olmuştur. Eski destanlar, halk hikâyeleri, kahramanlık masalları ve şiirler, yerini dün ile bugünün durumunu dile getiren eserlere bırakmıştır. Hanlık döneminde düşmanın şekli şemali belirsizken, sevgilinin özellikleri genel iken, hikâyeler ve destanlarda abartılı anlatım hâkim iken yeni dönemde ise genelden özele, abartıdan 202 1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı gerçekçiliğe yönelim gözlemlenmektedir. Manzum eserlerde destansı bir söyleyişten uzaklaşarak kıtalar kullanılmaya başlanmış. Eski 7-8’li hece ölçüsü yerine 11’li, bazen de 14’lü hece ölçüsü kullanılmıştır. Serbest şiirin ilk belirtileri göze çarpmaktadır bu dönemde. 2.1. Tahkiyeli Eserler Rus sömürgesi altındayken Kazak Edebiyatında tarihi destanların (tarihi halk hikayelerinin) yeniden gündeme gelip, yaygınlaştığı dikkat çekmektedir. “Seyfülmülük”, “Kıssa-i Şakir Şakirat”, “Atımtay”, “Er Targın” gibi eserlerin Kazan matbasında basıldığı dönemdir bu. Bu dönemde yeni bir tür olan manzum hikâyeler çıkar karşımıza. Almacan Azamatkızı’nın (1823?) “Yetim Kız” manzum hikâyesi 1837-1838 yıllarındaki ayaklanmada şehit düşen babanın geride kalan evlatlarının hikayesini anlatan eser bu türün ilk örneklerinden biridir. [8] Manzum hikâyelerin konuları farklı olmasına rağmen dönemin sosyal ve politik olaylarına değinmiş olması açısından önemli yere sahip olan bu eser yeni edebiyatta epik/ tahkiyeli yapıt türünde hikâye ve romana zemin hazırlamıştır. Bu türde Abay Kunanbay’ın “Masgut”, “İskender”, Azim’in Hikâyesi”; Muhametcan Seralin’in “Gülhaşime”, Sultanmahmut Torıaygır’ın “Adaskan Ömir”, “Kedey” gibi eserleri yazılmıştır. Bu dönemde yine halk arasında yaygın tarihi olayın birkaç şair tarafından yeniden işlenerek manzum hikâye haline getirildiğini görülmektedir. Bunun bir örneği “Pehlivan Niyaz” hikâyesidir. “Pehlivan Niyaz”ın Murat Akın nüshası 1908 yılında tabedilmiştir. [9] Manzum hikâyelerin bir diğer türü dini-didaktik hikâyelerdir. Maylı Hoca Sultanhocaulı, Molda Musa Bayzakulı, Arif Tanirbergenulı, Meşhur Jüsip Köpeyulı gibi söz ustalarına ait dini-didaktik eserler günümüzde de söylenegelmektedir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında İbrahim Altınsarı’nın kaleme aldığı kısa hikâyeler, Abay Kunanbay’ın “Kara Sözleri”, Şahkerim Kudayberdiulı’nın felsefi eserleri döneme damgasını vurmuştur. XX. yüzyılda ise roman, hikâye ve tiyatro alanında yazılan eserler okurlarıyla buluşmuştur. “Bakıtsız Camal” romanı başta olmak üzere nesirde kadınların toplum içindeki rolü, toplum içi ilişkilerin dipsizliğe yuvarlanışı, toplumdaki yeni oluşumların bireylere etkisi, eski ile yeninin karşılaştırılması ön plana çıkarılmıştır. Kazak Adebiyetinin Tarihi, Muhtar Avezov Atındagı Adebiyet Jane Öner İnstitutı, Almatı, 2005, C.4. s. 58 9 Age. c.4. s. 61. 8 203 Aygül ŞENGÜN XX. yüzyılın başındaki Kazak nesrinde Rusça eğitim gören kahramanların dışlanması ortak özelliklerden biridir. Bunun bir örneğini B. Maylin’in “Şuğa’nın Belgisi” hikâyesinde açıkça görülmektedir. Hikâyenin ana kahramanı Abdurrahman “uçitel” olduğu için vaftiz edildiği söylentilere sebep olup, kız tarafı Abdurrahman’a damat olarak sıcak bakmamaktadır. Sultanmahmut Torıayğır’ın “Kim Jazıktı” romanında ise Ajibay Kazak toplumunun yozlaşmış bir bireyi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ajibay çağdaşlığı bir aylaklık olarak görmektedir; içki ve sigara içer, şehirliler gibi giyinmeye çalışır, kadınlarla düşüp kalkar, hatta akrabasına yan gözle bakmayan, kendi kardeşi gibi gören bir toplumda yakın akrabasıyla ilişkiye girer, kızı hamile bırakır, sonra da başından savar. Kız evladı olduğunda onu sevdiği birisiyle evlendirmeye yemin etse de, yıllar sonra kendi çıkarlarına öz evladını kurban eder. Yazar Ajibay örneğiyle toplumun bütün sorunlarını ön plana çıkarmış, Kazak toplumundaki yozlaşmayı bu şekilde dile getirmiştir. Yozlaşmış toplum örneğini Mağcan Cumabay’ın “Şolpannın Künasi”, Jüsipbek Aymawıt’ın “Akbilek”, “Künikeydin Jazığı”, Sultanmahmut Torıaygır’ın “Kamar Sulu”, Spandiyar Köbeyev’in “Kalın Mal”, Muhtar Avezov’un “Korgansızdın Küni”, Tayır Comartbayev’in “Kız Körelik” adlı eserlerinde görmek mümkündür. 2.2. Şiir Milli şiirin temsilcileri bu dönemde Mahambet Ötemisulı, Dulat Babatayulı, Şortanbay Kanayulı, Murat Mönkeulı, Kaztuğan Süyünşiulı gibi şairler genel olarak sosyal konuları ele almışlardır. Bu şairlerin eserlerinde eski şekli şeması belli olmayan düşman netleşmiştir. Bu düşman Ruslar ve onlarla birlikte kendi soydaşlarını ezmeye çalışan beylerdir. Dulat Akın’ın “Suwındı Orıs işken son, Ayagöz suwı kağındı, Biy, starşın moynına, Jezden karğı tağındı, Ağa sultan, kazılar Mayırga boldı jağımdı, Şaykadı kular tağımdı, Tayğızdı bastan bağımdı” [10] mısralarında, Kaztuğan’ın “Tawdağı tarlan böri edim, Tarılğanğa uksaydı tınısım, Zamannan korkıp baramın, Orıstın küşti boldı-aw orısı” mısralarında, Mahambet’in “ Takta otırğan handardın Törde otırğan hanımın katın etsem dep edim…Özderindey 10 Dulat Babatayulı, Tunık Tuma, Raritet, Almatı, 2002, s. 44. 204 1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı handardı osılay etsem dep edim…” mısralarında şairlerin içinde bulundukları durumun vahameti dile getirilmiştir. XIX. yüzyılda şairlerin eserlerinde gelecek neslin kimliği için kaygılanma dikkat çekmektedir. Örneğin Murat Akın’ın “Keyingi tuğan balanıñ, Ustay ma dep bilegin, Şaya ma dep jüregin, şaşın murtın koydırıp, Aşşı suğa toydırıp, Buza ma dep reñin, Adıra kalğır zamannıñ, Jaratpaymın süreñin” mısralarında gelecekte doğacak olan çocukların sadece dış görünüşü, zihniyeti ve alışkanlıkları değil simasının da değişeceğinden duyduğu endişe söz konusudur. Abay’ın “Balamdı medresege bil dep berdim, Kızmet kılsın, şen alsın dep bermedim” veya “Bolıs boldım mineki, bar malımdı şığındap” mısralarında Kazak toplumundaki içten içe çürümelerin sadece bazı yönleri dile getirilmiştir. XIX. yüzyılın ikinci yarısında lirik şiir örneğine rastlanmaktadır. Bu tür şiirlerin en güzel örneğini Abay Kunanbay “Küz”, “Jazgıturum”, “Kıs”, “Jaz” gibi şiirleriyle, İbrahim Altınsarı “Özen” şiirleriyle vermiştir. İbrahim Altınsarı’nın “Kel, Balalar, Okılık!”, “ÖnerBilim Bar Jurttar”, Abay Kunanbay’ın “İnternatta Okıp Jür”, “Gılım Tappay Maktanba!”, Balhoca Biy’in “Ümit Etken Közimnin Nurı, Balam!” eserleri didaktik şiirlerin birer örneğidir. Abay’ın “Bolıs Boldım Mineki”, Sultanmahmut Torıaygır’ın “Bir Adamğa” gibi şiirleri yönetim sisteminin değişmesiyle gelen toplumsal sorunları ele alırken, cehalet, din, kimlik yozlaşması gibi konular da XIX. yüzyıl şiirine aittir. Bu dönemde “Kitabi Akındar” olarak bilinen şairlerin eserlerinin konusu ise toplumsal sorunlardır. 2.3. Rus yazarlar tarafından kaleme alınan Kazaklarla ilgili eserler Kazak topraklarına gelen Rus asıllıların bu coğrafyanın mekan olarak seçildiği birçok eser kaleme almışlardır. Bunların içinde N.N. Muravyev’un “Kirgizskiy Plennik” (Kırgız Esiri) adlı manzum hikâye 1828 yılında Moskova’da yayınlanmıştır.11 Bu eserin dikkat çeken yönü A.S.Puşkin’in “Kafkasya Esiri” ve L.N. Tolstoy’un “Kafkasya Esiri” adlı eserlerinden hayli önce yazılmasıdır. “Kırgız Esiri” Aral Gölü Kazaklarının Rus askerleriyle çatışmasında esir düşen Fedor’un esaretten kurtuluş hikâyesidir. 1830 yılında Petersburg’ta V.A.Uşakov’un “KirgizKaysak” adlı uzun hikayesi Rus toplumunda yankı getiren eserlerden biridir. Ünlü sözlükçü, dilci V.Dal de Kazak bozkırına gelip, bu coğrafyanın yaşamını ve insanlarını konu alan “Bikey ve Mevlana” adlı uzun hikâye yazmıştır. Eser 1845 yılında Paris’te Fransızcaya çevirilip basılmıştır.[12] 11 12 Abiş Jirenşin, Kazak Kitaptarı Tarihınan, Kazakistan Baspası, , 1971, s. 21. Age. s. 26. 205 Aygül ŞENGÜN 2.4. Edebiyat Tarihi ve Teorisi Edebi eserlerin derlenip basılması dışında ilk edebiyat tarihi ve kuramıyla ilgili ilk araştırmalar da bu döneme aittir. Son Kazak prensi “Şokan Velihanov 1855-1856 yıllarında “O Formah Kazahskoy Poezii” (Kazak Şiirinin Şekli Hakkında) adlı makalesinde Kazak şiirini şekil ve içerik bakımından inceleyerek, halk hikayelerinden örnekler vermiş, Kazak şiirindeki yeni özellikler üzerinde durmuştur.” [13] Edebiyat tarihi ve teorisiyle ilgili yazılar özellikle “Kazak Gazetesi” ve “Aykap dergisinde” yayınlanmıştır. 2.5. Kazakça Eserlerin Yayınlanması Kazakça (şartlı olarak) eserlerin ilk basılımı 1800 yılına denk gelmektedir. İlk basılan kitapların bir kısmı Hıristiyanlık üzerine, diğer kısmı ise İslam bilimleriyle ilgilidir. 1800 yılında Kazan’da Asya halklarının matbaası kurulmuş olup, 1896 yılına kadar sadece bir matbaada 176 kitap basılmış ve okurlarına ulaşmıştır.[14] 1818 yılında ise Astrahan’da İskoçyalı John Mitchell Kazakça-Tatarca “Kutsal İsa’nın İncili” ve buna benzer birkaç kitap bastırmak için matbaa kurmuştur. Daha sonra Taşkent, Ufa, Orenburg ve Bahçesaray şehirlerinde dini kitapların basılması için matbaa açılmıştır. Dini kitaplar ilk etapta çok basılmış olmasına rağmen bu matlalarda sözlükler, Doğunun klasik eserleri, Rus Edebiyatından çeviri eserler ve Kazak yazarlarının telif eserleri çıkmıştır. Sonuç Kazak toplumunda kimlik tahribatına ilişkin planlı çalışmaların I. Petro döneminde başlatıldığı bilinmektedir. Ondan sonra gelen tüm imparatorlar bu “misyona” sadık kalmışlardır. Dolayısıyla Kazak toplumundaki siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmelerin ilk evresi Ekim Devrimine kadar devam etmiştir. Kazak toplumundaki köklü değişimler doğal olarak Kazak Edebiyatına da yansımıştır. Rusya hâkimiyetindeyken de Kazak toplumu “alt tabaka” muamelesine maruz kaldığı, okuryazarlık oranını çok düşük gösterilmesi, kültürel ve edebi açıdan yoksun bir topluluk olarak değerlendirildiği bir gerçektir. Çarlık döneminde genel olarak Asyalılara ve onların kültürel miraslarına sadece toplumu tanıma amaçlı bakıldığı malumdur. Bu nedenle edebi eserlerin büyük bir kısmı sözün ustasından derlenmemiştir. 1917 yılından önce ve sonra milliliği benimseyen yazarların eserleri yasaklandığından Sovyet döneminde yayınlanan araştırmalarda bahsi 13 14 Kazak Adebiyetinin Tarihi, age. c.4. s. 24-25. Abiş Jirenşin, age. s. 33. 206 1917 Ekim Devrimine Kadar Rusya’nın Kazakistan Politikası ve Kazak Edebiyatı geçmemektedir. Bağımsızlık döneminde ise milliyetçi yazarların eserleri tamamen bilim dünyasına sunulmamıştır. Bunun başta gelen sebepleri eserlerin Sovyetlerin gelişiyle yakılıp imha edilmesi ve bulunan eserleri okuyacak uzmanların olmamasıdır. İster Çar hükümeti ister Sovyetler Orta Asya Türklerinin edebi ve kültürel miraslarını tahrip ederek, tarihini unutturarak, böylelikle kimliklerini yozlaştırmışlardır. Bununla kalmayıp aynı dili konuşan, aynı yazıyı kullanan topluluklara aşama aşama yeni kimlikler kazandırma çabalarında başarılı oldukları bir gerçektir. Kaynakça: 1. Abiş Jirenşin, Kazak Kitaptarı Tarihınan, Kazakistan Baspası, , 1971. 2. Kazak Adebiyetinin Tarihi, Muhtar Avezov Atındagı Adebiyet Jane Öner İnstitutı, Almatı, 2005, C.4. 3. Sayfulmalikova-Sadıkova, “Türkistan, Dala General-Gubernatorlıktarında Kurulgan Mugalimder Seminaryalarının Tarihınan, (1879-1917 yıllar)”, Alfarabi Atındagı Kazak Ulttık Universitetinin Habarşısı, Tarih Serisi S.2 (89), 2018. 4. Mehribanu Glawdinova, “Rannesrednevekovaya Hıristiyanskaya Arhitektura v Tsentralnoy Azii”, Almanah Sovremennoy Nauki i Obrazovaniya, 2010, S.11. 5. Alau Adilbayev, “Çarlık Döneminde Kazak Topraklarında Yürütülen Ruslaştırma Faaliyetleri”, Bilig, Güz 2002, Sayı 23. 6. Hangali Süyünşaliyev, Kazak Adebiyetinin Tarihi, Sanat, Almatı, 2006. 7. Dulat Babatayulı, Tunık Tuma, Raritet, Almatı, 2002. 9. https://www.prlib.ru/history/619069 (E.T.11.10.2018) 10.https://e-history.kz/kz/contents/view/690 (E.T. 07.10.2018) 11. https://e-history.kz/kz/contents/view/1498 (E.T. 07.10.2018) 207 Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar Büyükelçi (E) Ender ARAT Türk-Rus Toplumsal Forumu Genel Sekreteri Sayın Kongre Katılımcıları, Değerli Akademisyenler, tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum. Tarih boyunca Türk toprakları çeşitli ülkelerden kaçanların sığınma yeri olmuştur.50 dolayındaki ülkeden krallar, cumhurbaşkanları, başbakanlar, generaller, subaylar, askerler, bilim adamları, sanatkarlar, çoğunlukla da varlıksız masum insanlar canların kurtarmak için Anadolu’ya gelmişler ve din, dil, ırk farkı gözetilmeksizin Türkler tarafından kucaklanmışlardır. Bunlar arasında Ruslar önemli bir yer tutmaktadır. Günümüzde Suriye’den kaçarak Türkiye’ye sığınan 3,5 milyon Suriyeli mülteci gibi, 1917 Rus Devrimi üzerine Kızıllardan kaçan 200 bin dolayındaki Beyaz Ruslar da akın akın İstanbul’a gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğuna daha önceki zamanlarda Rusya’dan gelenler de var. NEKRASOV KOSSAKLARI: Aşırı muhafazakar Ortodoks olan Nekrasov tarikatı mensubu Kossaklar, 18.yy başında, Çar dinde reform yapınca, isyan ediyorlar. 1707-1709 yıllarında savaşıyorlar. Yenilince Osmanlı İmparatorluğunun Kuban Ordusu’na sığınıyorlar. Osmanlı Ordusu Kuban topraklarından çekilince, Padişah III. Ahmet onları Köstence civarına ve Balıkesir’in Manyas Gölü kıyılarına yerleştiriyor(1827). Romanya 1880’de Osmanlı eğemenliğinden çıkınca Köstence’den ayrılan Nekrasov Kossakları, Anadolu’da Beyşehir Gölü’ndeki Mada Adası’na ve Konya’nın Akşehir Gölü kıyısına yerleşiyorlar. Sovyetler Birliği’nin Türkiye’deki ilk Büyükelçisi Seminyon İvanoviç ARALOV anılarında* şöyle anlatıyor: “Bir gün Mustafa Kemal ile konuşurken, paşa bana dönerek: - Akşehir’den pek de uzak olmayan bir yerde, CİGİDİYA adlı bir Rus köyü olduğunu biliyor musunuz? Oraya gitmek ister misiniz? Size bir kılavuz veririm, dedi.” Ender ARAT Aralov şaşırıyor. Birkaç gün sonra, Askeri Ataşesi ile birlikte Cigidiya’ya gidiyorlar. 60 kadar haneli köyde Nekrosov’cuların 18.yy başlarındaki görenek ve geleneklerine göre yaşadıklarını, köyde çok eski devirlerden kalma, olağanüstü değerli İkon’ların bulunduğu küçük bir kilise gördüklerini anlatıyor. Aralov Kossakların bir kısmının Rusya’nın Kuban bölgesine dönmesini sağlıyor. Varlıklı Kossaklardan bir kısmı Türkiye’de kalmaya devam ediyor. 1960 yılına gelindiğinde, tarikatın yedi nesil evlilik yasağı 5 nesile indiriliyor. Ancak bu değişiklik de aşırı muhafazakar Kossakların evlenme yasağı engelini aşmaya yeterli olmuyor. 1962 yılında Kossakların çoğu Rusya’ya, bir kısmı da ABD’ne gidiyor. Çiftlik sahibi birkaç Kossak ailesi Türkiye’de yaşamaya devam ediyor. ZAPOROJYE KOSAKLARI: Çariçe I. Katerina 1775’de Ukrayna’daki Zaporojye Sich yerleşim ve idare merkezini lağvedince, 10 bin dolayındaki Zaporojye Kozağı, Nekrasov Kossakları gibi, Osmanlı İmparatorluğuna sığınıyorlar. Dobruca’ya yerleştiriliyorlar. Orada Nekrasov’lularla geçinemeyince, Silistre-Rusçuk’a gönderiliyorlar. 1785’de 8 bini Avusturya-Macaristan topraklarına göç ediyor. Orada baskı ile karşılaşınca 1811-12’de Dobruca’ya geri dönüyorlar. MALAKANLAR: Süt için perhiz bozanlar tarikatı mensupları. Çar Nikolas, dinsel anlaşmazlık nedeniyle Malakanları 1839’da Güney Kafkasya’da Türk-İran sınırına sürdü. Tolstoy Malakanlar’a yardımcı oldu, Diriliş romanının gelirini onlara tahsis etti. Malakanlar’ın bazıları Osmanlı İmparatorluğuna sığındı, Kars dolayına yerleştirildiler. 1877-78 harbinde Kars Rusların eline geçince, Rus yönetimi de Malakanlar’ın bir kısmını bu bölgeye gönderdi. Türkiye 1920’de Kars’ı geri aldı 1921 Moskova ve Kars Anlaşmaları ile sınır çizildi. Malakanlar’ın önemli bir kısmı Rusya’ya geri döndü, bir kısmı ise kaldı ve huzur içinde yaşamaya devam ettiler. 1962 yılına gelindiğinde, yakın akraba ile evlenmeme sıkıntısı nedeniyle, özgür kararlarıyla Rusya, ABD ve Avustralya’ya göç ettiler. Günümüzde Kars bölgesinde 11 Malakan ailesi yaşamaya devam ediyor. BEYAZ RUSLAR: 17 Ekim 1917’de Lenin’in liderliğindeki Bolşevik işçi ve köylülerin başlattığı Sosyalist Devrim Rusya’da bütün dengeleri değiştirdi. Kızıllara karşı Beyaz Ruslar çatışmaya girdiler. Çarlık rejiminin güçlü insanları mülklerini, rütbelerini, itibarlarını kaybettiler. Rusya’nın aristokratları, ordu komutanları, sanayicileri, tüccarları, doktorları, mühendisleri, entellektüelleri, sanatçıları, müzisyenleri, ressamları kaçmaya başladılar, 1919’dan itibaren akın akın İstanbul’a geldiler.** 210 Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar O sırada İstanbul: 1- I. Dünya savaşının yorgunuydu. İngiliz ve Fransız işgali altındaydı. 2- Balkan Savaşı’ından sonra İstanbul’a sığınan Türk mülteciler halâ yerleştirilememiş, ne olacakları da belli değildi. 3- Üstelik İstanbul’da 1918-19’da Vefa ve Fatih yangınları olmuş, 15-20 bin kişi evsiz kalmış, çadır ve kamplarda yaşamaktaydı. Buna rağmen İstanbul Beyaz Ruslara kucak açtı. - 1919 ilkbaharında ilk gelenler aristokrat ve eğitimli, varlıklı ailelerdi. Beyoğlu’nda evler kiraladılar. Eğlence hayatına girdiler. Bol para harcadılar ve çoğu, Paris başta olmak üzere, Avrupa’nın önemli şehirlerine gittiler. - 1920 Nisan ayında Beyaz Rusların Başkomutanı Denikin bozguna uğrayınca, Başkomutanlığı Vrangler’e devrederek, Novorossik’ten kurtarabildiği sivillerle İstanbul’a geldi. Prens Adaları’na yerleştirildiler. Kiliselerin bahçelerine çadırlar kuruldu. İngiliz ve Fransız İşgal kuvvetleri varlıklı Türk ailelerinin evlerini, kira karşılığı Beyaz Ruslar’a tahsis etti. Vaad edilen kiraların ödenmemesine rağmen Türk aileler Rusları dışlamadılar. Belediye Kadıköy’de Ruslar için battaniye kampanyası başlattı. - General Vrangler Ordusu da çok geçmeden bozguna uğradı. Fransızlar Rus donanmasına el koyma karşılığında Beyaz Ordu’yu Kırım’dan çıkarmayı ve beslemeyi üstlendi. 15 Kasım 1920 sabahı İstanbul halkı uyandığında, Kalamış açıklarında demirlemiş 103 gemi gördü. İçlerinde 4 gündür aç ve susuz Rus askerler ve siviller vardı. Bu üçüncü dalgada Vrangler ile gelenlerin 100 bini asker, 40 bini sivildi. Dünya’da belki ilk kez bir ordu silahlarıyla beraber göç ediyordu. Bu üç dalga sonucu İstanbul’a gelen Beyaz Rus mültecilerin toplamı, İstanbul’un o zamanki nüfusunun dörtte biri olan, 200 bine ulaşmaktaydı. Fransızlar, Vrangel ordusundaki Kosakları Çatalca’ya ve Ege’deki Limni Adası’na, ordunun iskeletini oluşturan Kutepov komutasındaki 1. Orduyu ise Gelibolu’ya yerleştirdiler. Zamanla Fransızlar ile Ruslar arasında anlaşmazlıklar çıktı. Fransızlar bir ara Anadolu’da kurtuluş savaşı veren ve Bolşeviklerin desteklediği Ankara Hükümeti’ne karşı Beyaz Rus Ordusu’nu kullanmak istediler. Ama Beyaz Ordu komutanları bunu reddetti. Hatta İstanbul’daki Beyaz Rus asker ve subaylarından gizlice Ankara’ya gidip istiklal savaşında görev almak isteyenler oldu. Bunların bir kısmı İzmit yakınlarında İngilizler tarafından yakalanarak kurşuna dizildiler. Gelibolu’da yaşayan Beyaz Rus subaylardan Nikolay Revitski, günlüğünde Türkler ve Anadolu direnişine duyulan sempatiyi anlatıyor: “Türkler nerede bizi görseler, bir masa kurarlardı, bizi hiç bırakmadılar. Biz bunun nedenlerini çok düşündük…, Sonra anladık ki, bu iki devlet de iç savaş yaşıyor ve topraklarını kaybetmiş. Bu nedenle iki halk arasında iyi ilişkiler kuruldu.” 211 Ender ARAT Ruslar Gelibolu’da sorunsuz yaşadılar, Mevlevihane Ruslara yurt verildi. İçine bir kilise yapıldı. Ölen 343 Rus asker ve sivil için üç mezarlık ve bir anıt yapıldı. Ruslar yardım eden Türklere madalya verdiler. Anıt 1940’larda depremler nedeniyle yıkıldı. 1999’da aslına uygun tekrar yapıldı ve törenle açıldı. Beyaz Rus Ordusu Gelibolu’da 25 ay kaldı. Fransızlar iaşe vermeyi kesince, gemilere binerek Sırbistan ve Bulgaristan’a gittiler. Rus kadınlardan Türklerle evlenerek kalanlar oldu. İstanbul’daki Beyaz Ruslara gelince, geri dönmeyip biz Türklerden biri olanlardan başlayalım: NİKOLAY KALMİKOF: Ressam, 1920 yılında ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Kadıköy’de Süreyya Operasının duvar resimlerini ve süslemelerini yaptı. 1934’de Türk vatandaşı oldu, Naci Kalmukoğlu adını aldı. Üç bin dolayında resim bıraktı. ABRAHAM SAFİYEF: Ressam. Nahçıvan doğumluydu. Türk vatandaşı oldu, İbrahim Safi adını aldı. GEORGE KARPOVİTCH/KARPİÇ: Beyoğlu’nda restoran işletiyordu. Atatürk Ankara’ya gelmesini istedi. Ankara’da Bakanların ve milletvekillerinin buluşma yeri olan Karpiç restoranını açtı ve ölünceye kadar işletti. BABA JORJ: İstanbul’da Karpiç ile beraber çalışıyordu. Ankara’ya giderek Ankara Palas’ın , sonra Bursa Çelik Palas’ın baş aşçısı oldu ve Atatürk’e servis yaptı. SERJ HOMYAK/SÜREYYA: Bebek’te Süreyya restoranını açtı. Aynı zamanda Kadıköy’deki Moda Kulübü’nün şefiydi. Kulüpte bugün de Süreyya Menüsü meşhurdur. MİCHEL ROTTENBERG / EROL GÜNEY. Odessa’da doğdu. Babası varlıklı bir petrol uzmanıydı. Bolşevik Devrimi üzerine Tiflis’e yerleştiler. Bolşevikler oraya da gelince babası, eşi ve iki oğlunu İstanbul’a gönderdi. İstanbul Üniversitesi’nde felsefe ve Fransız edebiyatı eğitimi aldı. 1937’de Türk vatandaşı oldu ve Erol Güney adını aldı. Hasan Ali Yücel’in dünya klasiklerini tercüme projesinde birçok Rus yazarın eserlerini tercüme etti. Bir gazeteye yazdığı makale yüzünden sınır 212 Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar dışı edilince Paris’e, sonra Tel Aviv’e gitti. Sınır dışı kararı kaldırılınca 1990’da İstanbul’a gelerek dostlarıyla buluştu. 2009 yılında 95 yaşında vefat etti. LYDİA KRASSA ARZUMANOVA: St. Petersburg Bale Okulu mezunu, Bolşoy balerini. 1921 yılında 21 yaşındayken İstanbul’a geldi. Belediye bale okulunu kurdu ve dersler verdi. Müslüman oldu ve Leyla Arzuman adını aldı. Yaşamının son yirmi yılını yoksulluk içinde geçirdi, ama öğrencisi meşhur balerin Yıldız Alpar ona sahip çıktı, Kadıköy’deki evine aldı, ölünceye kadar ona baktı. GHEORHİ KİRPİÇEV: Don kazaklarındandı. İstanbul’da Boksör Kirpit adıyla ün kazandı. ALEXANDRE HOLYAVKİN – VALENTİN HOLYAVKİN, kardeşler İstanbul Beyoğlu Kulübü’nün voleybolcuları olarak Türkiye’ye madalyalar kazandırdılar. JULES KANZLER: Meşhur ressam ve fotoğrafçı Kanzler 1907’de Paris’te, 1910’da İstanbul’da sergiler açmıştı. 1917 Devrimi ardından İstanbul’a geldi, fotoğraf stüdyosu açtı. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün, Başbakan İnönü’nün, Bakanların ve Milletvekillerinin fotoğraflarını çekti. AKİM TAMİROF: Hollywood film yıldızı. 3,5 yıl İstanbul Kadıköy’de oturdu, piyano dersleri verdi. ABD’ye gitti, “Bu Çanlar Kimin İçin Çalıyor” filmindeki rolüyle “Altın Küre” ödülünü aldı. Onu “Topkapı” filminden tanıyoruz. Bu filmin çekimi için 1964’de İstanbul’a geldi, hasret giderdi. VLADİMİR PETROVİÇ SMİRNOFF: Opera sanatçısı. Smirnoff ailesi 800 yıl boyunca Rus Çarlarının votkalarını üretmiş ve degustatörlüğünü yapmıştı. Vladimir İstanbul’da “Smirnoff Votkası İmalathanesi” açtı. Eşi Valentina Piontkovskaya ile birlikte “Parizyen” adlı salonu işlettiler, tiyatro eserleri oynadılar. Sonra Paris’e gittiler ve Smirnoff Votkası’nı dünya markası yaptılar. OLGA ÇEKOVA: 1919-1921 yıllarında İstanbul’da yaşadı, dansçı ve şarkıcı olarak sahnelere çıktı. 1921’de Almanya’ya gitti ve en önemli yıldızlardan biri oldu. 213 Ender ARAT İVAN MOZHUKHİN: Çarlık Rusyasının en sevilen romantik film aktörüydü. 1920’de sevgilisi Nathalya Lissenko ile birlikte Türkiye’ye kaçtı. İstanbul’da evlendiler. Beraberinde gelen film ekibiyle, Beyaz Rusların göçünü anlatan “Acılar Yolculuğu” filmini çektiler. İvan ekibiyle birlikte sonra Paris’e gitti, meşhur oldu, 40 dolayında sessiz filmde oynadı. NADEJNA VASİLYEVNA PLEVİTSKAYA: Rusya’da “Kursk Bülbülü” adıyla milyonların sevgilisi olan çigan şarkıcısı. İstanbul’a göç etti. Gelibolu’da General Nikolay Skoblin ile evlendi. Bulgaristan’a sonra Paris’e gittiler. Paris’te çok daha fazla ün kazandı. ALEXSANDR NİKOLAYEVİÇ VERTİNSKİ: Şarkıcı, besteci ve ozan. 1920’de İstanbul’a geldi, iki yıl yaşadı. Bulgaristan’a, sonra Çin’e gitti. 1943’de Sovyetler Birliği’ne döndü, 1951’de SSCB “Devlet Ödülü” aldı. ALRADİY TİMOFEYEVİÇ AVERÇENKO: Ünlü Rus mizah ve oyun yazarı. 1920’de Kırım’dan İstanbul’a göç etti. 1922’de Prag’a gitti. “Devrim’in Sırtına Bir Düzine Hançer” adlı hiciv kitabı ünlüdür. BARONES VALENTİN TASKİN: 1920 Kasım ayında İstanbul’a ailesiyle birlikte geldi. Amerikan Hastanesi’nde çalıştı. 1923-1934 yılları arasında, İstanbul Radyosu’nun ilk kayıtlı piyanisti oldu. 1992’de 90 yaşında vefat etti. RUS GENERALLER: PYOTR NİKOLAYEVİÇ VRANGEL, PAVLOVİÇ ALEXANDR KUTEPOV, ABATSİYEV DMİTRİ KONTANTİNOVİÇ, AVERYANOV PYOTR İVANOVİÇ, AMİLAHVARİ GİVİ İVANOVİÇ, ANGULADZE GEORGİ BEJANOVİÇ, BERHMAN NİKOLAY EDUARDOVİÇ, BOLHOVİTNİKOV LEONİD MİTROFANOVİÇ, YUZEFOVİÇ YAKOV DAVİDOVİÇ, YAKOV ALEKSANDROVİÇ SLAŞOV RUS ŞÖFÖRLER KULÜBÜ: Beyaz Ordu’nun mekanize birlik subayları ve zırhlı araç sürücüleri İstanbul’da taksi şoförlüğü yaptılar, tamirhaneler açtılar. Türk şoförler ile dayanışma içinde çalıştılar. VEDA: Beyaz Ruslar İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Rusça, Fransızca ve İngilizce bir kitap yayımladılar: “SPASSIBO CONSTANTINOBLE”. İstanbul Salt Kütüphanesi’nde bir örneği bulunan bu kitapta şunlar yazılı: 214 Tarih Boyunca Türk Topraklarına Sığınan Ruslar “Bize kardeş unvanını veren Türk ulusu, kahraman olduğu kadar duygusal olduğunu da kanıtlamıştır…. Biz Ruslar hiçbir zaman bu kadar iyilik ve cömertlik görmedik. Bu nedenle kardeşçe şükranlarımızı ve vedamızı lütfen kabul edin. Aslanın soyluluğunu, gururunu ve cesaretini bir araya getiren Türk ulusuna her zaman hayran kalacağız.” KADERİN CİLVESİ: Beyaz Ruslar’ın kabusu Kızıl Ordu’nun komutanı Leon Troçki, devrimden sonra Stalin ile anlaşamadı. Fransa’ya gitmek istiyordu, Fransa kabul etmedi. Stalin de izin vermedi, Sibirya’ya sürdü. 1929’da Türkiye’nin kabul etmesi sonucu, İstanbul’a geldi, Kadıköy-Moda’da Şifa Sokak’da oturdu. Güvenlik nedeniyle sonra Büyük Ada’ya yerleştirildi. Troçki 4,5 yıl Büyük Ada’da yaşadı. Sonra Paris ve Stokholm’e gitti, ama buralarda kalamadı. Nihayet Meksico City’e yerleşti, orada 3,5 yıl yaşadı, 1940 yılında suikaste kurban gitti. GÜNÜMÜZDE Türkiye’de yoğunlukla Antalya, Alanya ve İstanbul’da yerleşik 50 bin dolayında Rus yaşıyor. Rusların okulları, kiliseleri ve birçok sosyal dernekleri var. Türkiye’de mutlu olan Ruslar iki ülke arasında en sağlam dostluk köprüsünü teşkil ediyorlar. Saygılar sunarım. *Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Hatıraları 1, S.İ.Aralov, Cumhuriyet Yayınları, İstanbul, Aralık 1997, s.117-120 **Esir Şehrin Misafirleri Beyaz Ruslar, Prof. Bülent Bakar, Tarihçi Kitabevi,İstanbul, Ocak 2012. ***Boğaz’daki Beyaz Ruslar. 1919-1929, Prof.Svetlana Uturgauri, Rusya Bilimler Akademisi Doğu Bilimleri Enstitüsü Yayını, Tarihçi Kitabevi, İstanbul, 2015 215 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı Özlem BAĞDATLI Abstract: This study examines “order” concept in Islamic political thought in works of great minds like Al-Farabi, Gazzali, Nizamulmulk, Maverdi and Ibn Haldun. In the works that study Islamic political thought “order” which is the most important element of social life is understood to ensure stability and to stop the sedition. There is a search for stability and trust, behind the understanding of order which is conceived as an environment where religious and worldly life at its best. The main bases of the contiunity of order are justice and political authority. Philosophers have mentioned about the issues that cause the corroption in their own time and proposed to return the Kanun-i Kadim (ancient laws). Keywords: Islamic Political Thought, Politics, Order, Kanun-i Kadim (ancient laws). Order Concept in Islamic Political Thought Özet: Bu çalışmada Farabi, Gazzali, Nizamülmülk, Maverdi, İbn Haldun gibi düşünürlerin eserleri temel alınarak İslam siyaset düşüncesinde “düzen” kavramı incelenmiştir. Toplumsal hayatın en önemli unsuru olan düzen, İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde “istikrarı sağlamak ve fitnenin önünü kesmek” olarak anlaşılmıştır. Dini ve dünyevi hayatın en iyi şekilde yaşandığı bir ortam olarak tasavvur edilen düzen kavrayışının arkasında istikrar ve güven arayışı bulunmaktadır. Düzenin sürmesinin en önemli dayanakları adalet ve siyasi otoritenin devamlılığıdır. Düşünürler, kendi zamanlarında düzenin bozulmasına sebep olan sorunları dile getirmişler ve çözüm olarak Kanun-i Kadim’e dönülmesini önermişlerdir. Anahtar Kelimeler: İslam Siyaset Düşüncesi, Siyaset, Düzen, Kanuni Kadim. Özlem BAĞDATLI 1. Giriş Düzen, toplumsal hayatın en önemli unsurudur. Düzenin olmadığı bir toplumsal hayat, kargaşa/karışıklık/fitne olarak adlandırılmıştır. İnsanlar, hem sosyal dayanışmanın kuvvetlendirilmesi hem de aralarındaki çıkar çatışmalarının uzlaştırılması bakımından düzenin sağlanmasının gerekli olduğu bilincine sahiptirler.1 Düzen, ideal olarak her şeyin yerli yerinde olması, olabilecek en iyi durumu ve mükemmellik anlamlarını taşımaktadır. 2 Toplumsal düzenin sağlanması insanların birbirleriyle ilişkilerini belirleyen ahlak kuralları, töreler, gelenekler, sosyal ilkeler, kanunlar ve dini inanışlar aracılığıyla olmaktadır. Kabile aşamasında düzen, gelenekler tarafından sağlanırken; toplumsallaşmaya bağlı olarak gelişen devletleşme aşamasında, hukuk ve askeri güç, düzenin temel unsurları olurlar.3 Düzen fikrinin meydana gelebilmesi için düzen altına alınacak konunun karmakarışık bir durumda olması lazımdır. Kargaşalık hali ise tahammül edilemeyecek duygusunu yaratmalıdır. Düzen fikri, insanların ihtiyaçlarından doğan ve insanlar tarafından oluşturulmuş bir “gaye” dir. Düzen terimini kullanmak için düzene tabi olan konu, düzene has olan ilke ve düzenin uygulanması ve korunmasına yarayan araçlar gereklidir.4 İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde ortaya konulan siyasi yapıyı göz önünde bulundurduğumuzda, düzen altına alınacak konu, toplum; düzene has olan ve onu koruyan ilke, adalet; düzenin uygulayıcısı ise devlet ve onu temsilen yöneticidir. İncelenen eserlerde, düşünürler, düzeni nasıl kavramışlardır? Düzen ile bağlantılı gördükleri değer ve kurumlar nelerdir? Bu çalışmada, İslam siyaset düşüncesinde “düzen” ile ne kastedildiği, düşünürlerin bu kavramın içini nasıl doldurdukları araştırılacaktır. İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde, düzen, “istikrarı sağlamak ve fitnenin önünü kesmek” olarak anlaşılmıştır.5 Düzen dendiğinde, dini ve dünyevi hayatın en iyi şekilde yaşandığı bir ortam tasavvur edilmiştir. Düzenin sağlanması, din ve dünya işlerinin iyi yönetilmesi; düzensizlik ise din ve dünya işlerinin bozulması olarak anlaşılmıştır.6 Düşünürler, dini düzen ve dünyevi düzen olarak iki Adnan Güriz, Hukuk Başlangıcı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2005, s. 6. Ayhan Bıçak, Tarih Metafiziği, İstanbul, Dergah Yayınları, 2014, s. 134-135. 3 Ayhan Bıçak, Türk Düşüncesi I: Kökenler, İstanbul, Dergah Yayınları, 2009, s. 76. 4 E. Hirş, “Kant’ın Ebedi Barış Üzerindeki Felsefi Denemesi II”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1946, C:III , Sa. 2-4, s. 269-270. 5 Nizamülmülk, Siyasetname, Farsça Aslından Çeviren: Mehmet Taha Ayar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, s. 206. 6 Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, Çeviren: Ali Şafak, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1994, s. 29, 139; Maverdi, Siyaset Sanatı -Nasihatü’l-Müluk, Çeviren: Mustafa Sarıbıyık, Ark Yayınları, İstanbul, 2004, s.270; Şeyhoğlu Mustafa, Kenzü’l-Kübera ve Mehekkü’l-Ulema: Büyüklerin Hazinesi Âlimlerin Mihenk 1 2 218 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı çeşit düzenden bahsetmişler ve düzenin tam olarak gerçekleşmesini bu ikisinin bir arada oluşuna dayandırmışlardır. İbn Teymiyye’ye göre, “din ve dünyanın düzgün olduğu bir düzen” adil bir düzendir.7 Gazzali, dini düzenin ancak dünyevi düzen ile gerçekleşeceğini söyleyerek dünyevi düzeni dini düzenin ön koşulu olarak göstermiştir. Gazzali’ye göre dini düzen, bilgi ve ibadetledir. Bu ikisine ise bedenin sağlıklı olması, hayatın devam etmesi, giyinme, barınma, yeme-içme ve güvenliğin karşılanması ile ulaşılır. Bu zorunlu ve önemli işler ise dünyevi düzenin sağlanmasıyla olur.8 2. Devlet ve düzen ilişkisi Düzenle doğrudan ilgili olan en önemli kurum devlettir. Toplumsal varoluş, devletin düzen sağlamasına bağlı olduğundan düzen, devlet idesini temellendirmeye ilişkin esas kavramlardan biridir. Devlet düzeni, toplumun ihtiyaçlarını karşılayarak varoluşunun sürekliliğini ve onu bütünlüklü bir yapı içinde tutmayı sağlamaktadır.9 İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde devletin ortaya çıkışı, insanların düzen ihtiyaçları ile açıklanmıştır. Düzenin oluşturulmasındaki en önemli unsur, bir devlet gücünün bulunmasıdır.10 İnsanların bir arada yaşaması, düzenin sağlanmasına yeterli olmadığından; isteklerin farklılığından doğan anlaşmazlığı ve bozgunculuğu ortadan kaldıracak bir devlet idaresine ihtiyaç duyulmuştur. 11 Düşünürlere göre, devlet öncelikle bir dini-ahlaki düzenin ve bir hukuk düzeninin devamı için vardır. İslam’da evren tasavvuru olarak bir düzenin var olduğu kabul edilmiştir. Devlet düzeni, evrensel düzenin yeryüzündeki bir yansıması ya da benzeri olarak düşünülmüştür. Farabi, evrendeki varlıklara hakim olan düzen ile ideal siyasi yapı arasında bir ilişki varmışçasına metafizik, ontolojik ve kozmolojik değerlendirmelerden hareket etmiş ve mükemmel şehri (erdemli/faziletli şehir) gerçekliğin, ayaltı alemde, bu dünyada ulaşabileceği en yüksek suret olarak Taşı, Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Yavuz, İstanbul, Büyüyen Ay Yayınları, 2013, s. 155; İbn Firuz, Gurretü’l-Beyza: Adaletin Aydınlığında, Hazırlayan: Mücahit Kaçar, İstanbul, Büyüyen Ay Yayınları, 2012, s. 387- 389; Taftazani, İslam İlmi ve Akaidi, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1982, s.327. 7 İbn Teymiyye, Siyaset es-Siyasetü’ş-şeriyye, Türkçesi: Vecdi Akyüz, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1999, s. 67-68. 8 Gazzali, İtikadda Orta Yol, Neşir ve Tercüme: Osman Demir, Klasik Yayınları, İstanbul, 2012, s. 191192. 9 Bıçak, Türk Düşüncesi I: Kökenler, s. 76. 10 Kınalızade Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlakı, Tercüman 1001 Eser, ty., s. 209. 11 Kınalızade, age, s. 131- 132; Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, C: I, s.51. 219 Özlem BAĞDATLI göstermiştir.12 Ayüstü alemdeki ilk varolandan başlayıp gök cisimleriyle devam eden evren düzeni, ayaltı alemde dört unsur, madenler, bitkiler ve hayvanlar şeklinde dünya düzenini oluşturmuştur. Ayüstü alemde en mükemmelden daha az mükemmele doğru bir gidiş varken ayaltı alemde en basitten en mükemmele doğru bir gelişme izlenmektedir.13 3. Yönetici ve düzen ilişkisi Düzenin sağlanmasının baş sorumlusu, Allah’ın her çağda halk arasından seçerek hükümdarlara yaraşır niteliklerle donattığı, dünya işleri ile kamu düzeninden sorumlu kıldığı yöneticidir.14 İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde, “düzenin sürmesi için bir yöneticiye ihtiyaç vardır” anlayışı hakimdir. Toplumun yöneticiye olan ihtiyacı, dinin bir gereği olduğu gibi insanın doğasından da kaynaklanmaktadır. Bir arada yaşayabilmek ve düzeni sağlayabilmek için insanlar, yöneticiye ihtiyaç duyarlar. Toplumsal hayatta zararlı olan şeyleri uzaklaştırmak ve faydalıyı elde etmek için yöneticiye ihtiyaç duyulması, onu, güvenliğin, dini ve dünyevi düzenin tek sağlayıcısı haline getirmiştir. Yönetici olmadığında, şiddetin, kıtlığın, karışıklığın olacağı, mesleklerin ortadan kalkacağı öngörülmüş ve dünya düzeninin sağlanması için hükümran bir gücün varlığı gerekli kabul edilmiştir. Düzen, “yöneticinin süsü” olarak nitelenmiş, yöneticinin gücünün ve ona duyulan saygının düzeni sağladığı oranda büyük olacağı söylenmiştir. Düzenin bozulmasından da yönetici sorumlu tutulmuş, hükümdar kaynak suyuna benzetilerek toplumun gidişatında belirleyici unsur ilan edilmiştir.15 Devlet düzeninin bozulması sadece yöneticinin kötü idaresine dayandırılabilir mi? İktisadi ve hukuki sorunların düzene etkisi yok mudur? 4. İktisat ve düzen ilişkisi İktisat, toplumsal düzenin sürmesinde en önemli etkenlerden biridir. İktisadi düzen, temelde toplumun maddi ihtiyaçlarının karşılanması esasına dayanan bir Roger Arnaldez, “Farabi’nin Erdemli Şehri ve Ümmet (Umma)”, Çeviren: Kenan Gürsoy, Uluslararası İbn Türk, Harezmî, Farabi, Beyruni ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri, Ankara 9–12 Eylül 1985, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1990, s. 119, 124. 13 Farabi, İdeal Devlet El-Medinetü’l Fazıla, Açıklamalı Çeviri: Prof. Dr. Ahmet Arslan, Divan Kitap, İstanbul, 2011, s. 51-55. 14 Nizamülmülk, age, s. 11. 15 Gazzali, İtikadda Orta Yol, s. 191-193; Gazzali, Yönetim Sırları, s. 32; İbn Firuz, s. 63; Abdüsselam el-Amasi, Tuhfetü’l-Ümerâ ve Minhatü’l-Vüzerâ: Siyaset Ahlâkı, İstanbul, Büyüyen Ay Yayınları, 2012,s. 47, 49; İbn Haldun, Mukaddime I, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011, s. 460; Maverdi, Nasihatü’l-Müluk, s.322-323; Maverdi, Yönetimin Esasları, s. 23. 12 220 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı sistemdir. Bu sistem iyi işlediğinde devlet, ekonomik güç ve berberinde siyasi güç de kazanmakta ve düzen devam etmektedir. İslam siyaset düşüncesinde, toplumsal düzenin sürmesi ve adaletin sağlanması iktisatla bağlantılı görülmüştür. Devletin ortaya çıkışı toplumsal ihtiyaçlar, iş bölümü ve iktisatla açıklanmış, devletin kurulma amaçlarının din ve askeri amaçla birlikte mali amaç olduğu ifade edilmiş, devletin yıkılma sebeplerinden biri olarak iktisat gösterilmiş, bozulmanın önce iktisadi düzende başladığı ve devletin temel masraflarının karşılanması için mal ve paraya ihtiyaç olduğu belirtilmiştir.16 İslam siyaset düşüncesini içeren eserlere göre, iktisat düşüncesinin temel unsurları cizye, haraç, ve zekattan oluşan vergi düzeni; fey, ganimet ve sadakadan ibaret olan kamu malları; işbölümü, emek, servet, geçim yolları ve sanatlardan oluşan üretim faaliyetleri; araziler üzerinde şekillenen mülkiyet; devletin gelirgider dengesini kurması ve paranın yönetimi konularını içeren maliye; alışveriş, sözleşme, faiz, ortaklık, şirket, vb. eylemlerle yürütülen ticarettir.17 İslam iktisat düşüncesi, zekatı emretmiş; faizi yasaklamış; ticaretin sözleşmelere uyularak ve belli usullere dayanarak yapılmasını istemiş; mülkiyet, miras, ganimet ve kamu hakları konularını önemsemiştir.18 İktisat düşüncesi, bu kavramlar çerçevesinde oluşturulurken ayet 19 ve hadisler 20 en önemli dayanaklar olmuş ayrıca verilen tarihsel örneklerle de konu pekiştirilmiştir. Vergi sisteminin kurulmasında dinin belirleyici bir gücünün olduğu gözükmektedir. Halka ağır vergi yüklenmesi, düzenin bozulma sebeplerinden biri olarak görülmüştür.21 Vergi, mülkiyet, vd. iktisadi Gazzali, İhya, Çeviren: Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul, 2002, C: III, s. 502; Maverdi, Yönetimin Esasları, s. 21, 23; İbn Haldun, Mukaddime I, s. 206, 558; vd. 17 Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s. 218-246, s.270-283, s. 331, 357, 372, 392; Maverdi, Yönetimin Esasları- (Teshilü’n-nazar ve ta’cilü’z-zafer fi ahlaki’l-melik ve siyasetü’l-mülk-Beyrut, 1987), Türkçesi: Mehmet Ali Kara, İlke Yayınları, İstanbul, 2008, s. 48-50, s.138-140; İbn Teymiyye, Siyaset es-Siyasetü’ş-şeriyye,s.51, 60; Pir Mehmed Za’ifi, Gülşen-i Müluk, Hazırlayan: Vedat Ali Tok, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul, 2013, s. 85; İbn Haldun, Mukaddime I, s. 323-326, s. 539, Mukaddime II, s. 652-662; Ebu Yusuf, Kitabu’l-haraç, Çeviren: Ali Özek, Hisar Yayınevi, İstanbul, 1973, s. 113117, s.137-143, s. 93-94; Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, C: II, s. 171-204; İbn Sina, Kitabu’ş-Şifa Metafizik II, Çeviri: Ekrem Demirli- Ömer Türker, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2005, [924], [925]; vd. 18 Ebu Yusuf, age, s. 117, 142; İbn Haldun, Mukaddime II, s. 694; İbn Sina, age, [925]; Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, C: II, s. 171, 179, 344; İbn Teymiyye, age,s.51. 19 “Allah’ın fethedilen diğer küffar memleketleri ahalisinden peygamberine verdiği Feyy; Allah’a, peygamberine, Peygamberin hısımlarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara aittir” (Haşr, 59/7) Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s.242. 20 “İnsanların en şerlisi, haksız vergi alanlar ve mal toplayanlardır”, vd. Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s.392. 21 Ebu Yusuf, age, s.93-94. 16 221 Özlem BAĞDATLI belirlemelerde fıkıhçıların üzerinde anlaştığı kurallar konulamamış, görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır.22 Zekat, iktisadi düzende öne çıkan en önemli unsurlardan biridir. Zekat sayesinde, servetin belli ellerde toplanması ve adaletsizliğin engellenmesi planlanmıştır. Zekatı ödeyen kişi Allah’a bağlılığından dolayı bu vergiyi gönüllü olarak ödediği ve zekatın dağıtımı sadece Kur’an’da belirtildiği usulde23 yapıldığı için zekatın diğer vergilere göre bir üstünlüğü olmuştur. Zekat, kamu maliyesinin temelini oluşturmuştur. Tanrı buyruğu olmasına rağmen zekatın verilmesinde de hilelerin yapıldığı anlaşılmaktadır.24 Ayrıca zekat memurlarının hatalı davranışları da verginin toplanmasında sorun oluşturmuştur. Bir yandan zekatın kamu yararı için kullanılmasının amaçlanması diğer yandan işinde yolsuzluk yapan zekat memurunun cezalandırılmaması çelişkili bir durum ortaya çıkarmaktadır. 25 Toplumda iktisadi düzen korunamadığında ve paylaşımlarda haksızlık yapıldığında kargaşa ve huzursuzluk ortaya çıkmaktadır.26 Gazzali vergi konusuna önem vermiş, kendi zamanındaki sultanların mallarının hepsi ve çoğunun haram olduğunu, helal olanın sadaka, haraç ve ganimet malları olduğunu fakat kendi zamanında bunların hiçbirinin kalmadığını, yalnız zimmîlerden alınan cizyenin kaldığını, onun da helal olmayacak şekilde çeşitli zulüm Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s.225-229, 278-279, vd. “Zekat ancak fakirler, miskinler, zekatı toplamaya memur olanlar, kalpleri İslam’a ısınmış olanlar, köleler, borçlular, yolda iken muhtaç hale düşenler içindir. Allah her şeyi hakkıyla bilici, her şeye hikmetle hükmedicidir” (Tövbe 9/60) Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s. 233; Ebu Yusuf, age, s. 138. 24 Ebu Yusuf, zekata mani olmanın haram olduğunu, zekat vermemek için hile düşünmek, eldeki malı zekat için gerekli olan nisab miktarından aşağı düşürmek maksadıyla başkalarının malı olarak göstermek ve böylece zekatı iptal etmek, deve, sığır ve koyun gibi malları zekatı gerektirmeyen miktarlara bölüp, başka adamlara dağıtmak veya temlik etmek; hangi sebep ve gerekçeyle olursa olsun zekatı iptal etmek gayesiyle tuzak kurmak örneklerin vererek bunların her birinin mümin için helal olmayan şeyler olduğunu söylemiş ve konuya ilişkin örnekler vermiştir. Ebu Yusuf, age, s. 137. 25 Maverdi’ye göre, zekat memuru zekatı aldığını ve sehim sahiplerine dağıttığını iddia ederse, sehim sahipleri inkar da etseler, memurun dağıttığına dair sözleri muteberdir. Çünkü bizzat zekat memurunun kendisi sözüne güvenilir birisidir. Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s. 238-239. 26 Servetin toplumun küçük bir kesiminin elinde tutulması, mal dağıtımında eşitlik ilkesinden uzaklaşılması birtakım sorunlara yol açmıştır. Hz. Osman zamanında zekât ile feyy arasında bir ayrılık gözetilmediğini söyleyen Maverdi’ye göre, bazı kimselerin Osman’a kızmalarının sebeplerinden biri de budur. Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s.246. Bu dönemde, büyük kitleler düşük mali durum içinde bulunurken aralarında bazı tanınmış kişilerin de bulunduğu Müslüman küçük bir grubun elinde büyük servetler birikmesi yüzünden, fakir kitleler varken servet yığmanın tehlikelerine karşı uyaran, İslami sadeliğe, eşitlik ve adalete çağıran, yankı bulan ve etkili olmaktan geri kalmayan sesler yükselmeye başlamıştır. Abdülaziz Duri, İslam İktisat Tarihine Giriş, Çev: Sabri Orman, İstanbul, İnsan Yay., 2014, s. 28. 22 23 222 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı ve haksızlıkla alındığını söylemiştir.27 Nizamülmülk, idarecileri ve vergi memurlarını, görevlerini yaparken halkı sıkıntıya sokmamaları konusunda uyarmıştır.28 Halkın ekonomik düzeyinde bir denge oluşturmayı isteyen Yusuf Has Hacip, zenginlerin yükünün orta hallilere, orta hallilerin yükünün yoksullara yüklenmemesini, memleketin düzeni ve halkın huzuru için yoksulun korunup orta halli olması, orta hallinin de zengin olmasının sağlanması gerektiğini söylemiştir. 29 Yusuf Has Hacip, ekonomik refahı, halkın yöneticiden talep ettiği bir hak olarak göstermiş ve düzenin bozulması sebepleri arasına ekonomiyi de katmıştır.30 Kağanın halka “hakkı olan iyi düzenle” hükmetmesi gerektiğini31 söyleyerek düzenin halk için bir hak olduğunu vurgulamıştır. Yusuf Has Hacip’in, düzeni sadece bir gereklilik değil, aynı zamanda bir hak olarak görmesi ve düzenin bozulmasında halkın ekonomik sorunlarını da dikkate alması önemlidir. Bu sorunlara, İbn Haldun da değinmiş ve iktisadi sorunları toplumsal düzensizliğin önemli kaynakları olarak işaret etmiştir.32 Koçi Bey, hazinenin zarar etmesi, toprak sisteminin iyi çalışmaması, maaş alan tebaanın artması, vb. sorunları iktisadi düzenin bozulmasına sebep olarak göstermiştir. 33 İktisadi düzenin kurulması ve işlemesi için teorik olarak belli bir yapı oluşturulmuştur. Kamunun yararı gözetilmiş, idarecilerin halka karşı olumsuz hareketlerinin önüne geçilmeye çalışılmış, vergilendirme sistemi dini kaynaklarla kurallılığa bağlanmıştır. Uygulama aşamasında ise sorunların yaşandığı, menfaatin öne alındığı ve görevin kötüye kullanıldığı, düşünürlerin söylemlerinden anlaşılmaktadır. 5. Hukuk ve düzen ilişkisi Toplumda düzen, insanın eylem ve hareketlerinin birtakım kurallarla sınırlanması ile sağlanabilir ki, bu kurallar bütünü hukuktur. Gazzali, devletin korunmasının ve düzenin sağlanmasının ancak hukukla (fıkıh) Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, C: II, s.344. Nizamülmülk, age, s. 193, 99. 29 Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005, b. 5550-5568. 30 Yusuf Has Hacip, age,, b. 5574- 5577. 31 Yusuf Has Hacip, age, b. 1686. Yusuf Has Hacip, “budunka törü kılgu edgü ülüş” beyitinde hak kelimesini “ülüş” kavramıyla karşılamıştır. 32 İbn Haldun, Mukaddime I, s. 552, 570. 33 Koçi Bey, Koçi Bey Risaleleri, Hazırlayan: Seda Çakmakçıoğlu, Kabalcı Yay., İstanbul, 2008, s. 44, 56, 61, 66. 27 28 223 Özlem BAĞDATLI gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir.34 Toplumsal düzeni sağlayan kanunlar, din temelli olan şeriat ve hükümdarın koyduğu kanunlardır. 35 Yusuf Has Hacip, memleketin iki bağından birinin ihtiyatlılık, diğerinin de kanun (töre) olduğunu, kanunun (töre) beylikten üstün ve önemli olanın kanunu (töreyi) doğru uygulamak olduğunu söylemiştir. Kanunun (töre) doğru uygulanmasıyla sağlanan düzen ortamı, “kurt ile kuzunun bir arada yaşadığı” bir ortam olarak tasvir edilmiştir. 36 Birbirine zıt ve düşman unsurların bir arada yaşayabilmesi ancak kanun ile sağlanabilmekte ve buna düzen adı verilmektedir. Hem devletin işleyişi hem de halk arasında düzenin muhafaza edilmesi, doğru kanunların konulması ve bu kanunların uygulanmasına dayandırılmıştır. Kanunlar nasıl bir düzeni öngörmektedir? İhtiyarlara ve tecrübeli kimselere ihtiramda bulunup (saygı gösterilip) her birisini bir makam ve mevkie yerleştirmek, memleketin selameti için bir kimseyi terfi ederken diğerinin rütbesini düşürmek, yüksek yapılar inşa etmek, başka hanedandan izdivaç yapmak, padişah meselelerini iyi kavramak, din işleriyle alakadar olmak, tüm konularda izlenecek siyasetle ilgili alimlerin, deneyimli kişilerin görüşlerini alıp onlarla birlik hareket etmek ferasetli hükümdarların töresi olagelmiştir. Ayrıca, bir harp durumunda çok deneyimli ve başarılı bir savaş elçisini göndermek, memleket meselelerinde acemi kişiler yerine işinin ehli kişileri görevlendirmek de yine ferasetli (sağduyulu, anlayışlı, akıllı) hükümdarların töresidir. Nizamülmülk’e göre, “ilmin ölçüsü ve iyi törelerin tesisi devletin hali ile kıyasla anlaşılır.”37 6. Adalet ve düzen ilişkisi Düzen ile adalet arasında da bir ilişki gözlenmektedir. Adalet, toplumsal yapıda dirlik ve düzenin sağlanmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Adalet varsa düzen sağlanabilir, düzenden söz ediliyorsa bu, adaletin varlığını gösterir. Adalet, İslam inancı içinde oluşmuş bir evrensel düzenin işlemesidir. Bu düzendeki herhangi bir terslik adaletsizlik oluşturmuştur. Adalet, devletin ve düzenin ayakta kalmasını sağlayan ilkedir. İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde “düzenin küfr ile devam Gazzali, İhyau Ulumi’d-Din, C:I, s.51. Hükümdar tarafından konulan kanunlar onun iradesini yansıtmakta ve bu kanunlarda devamlılık ilkesi benimsenmektedir. Osmanlı kanunlarının başında yer alan “…bu kanun atam ve dedem kanunudur ve benim dahi kanunumdur. Evladı kiramım neslen ve badeneslen bununla amil olalar.” ifadesi bu düşünceyi en iyi şekilde ifade etmektedir. Adnan Güriz, Hukuk Felsefesi, Siyasal Kitabevi, Ankara 2003, s. 437. 36 Yusuf Has Hacip, age, b. 2015, b. 454, b. 461, b. 830, b.2033, b.2136-2137, b. 286. 37 Nizamülmülk, age, s. 215-216, s. 13. 34 35 224 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı edeceği ancak zulüm ile etmeyeceği” anlayışı vardır. Kargaşanın önlenmesi ve Müslüman hayatının işleyişinin sürmesi açısından kâfirlerin yönetiminin kabul edilmesi yeğlenmiştir. Moğolların Bağdat’ı ele geçirmesinden elli yıl sonra yazan Iraklı bir tarihçi bu konuda şunları söylemektedir: “Hülagü Bağdat’ı ele geçirdiğinde, ulemadan adil bir imansız hükümdarın mı, yoksa adaletsiz bir Müslüman hükümdarın mı yeğ tutulması gerektiği sorusuna yanıt oluşturacak bir fetva hazırlanmasını istedi. Hülagü bu amaçla ulemayı Mustanşiriyya Medresesi’ne topladığında, durumun ne olduğunu anlayan hocalar böyle bir fetva yazmak istemedi. Bunun üzerine seçkin ve ulemanın gözünde muteber bir âlim olan Radi el-Din ibn Ali ibn-i Ta’us da getirildi. O, ulemanın fetva hazırlamaktan kaçındığını görünce, adil bir inançsızın adaletsiz bir Müslüman hükümdara yeğ tutulması gerektiği yolunda fetvasını verdi. Kalan ulema da onu izledi.” 38 İslam tarihinde yaşanan bazı tecrübeler, devlet başkanına karşı direnmenin, ayaklanmanın doğuracağı sonuçlara dair bir algı oluşturmuş olabilir. Bu sebeple alimlerin daha temkinli ve tedbirli bir tavır aldıkları görülmektedir. Yöneticiyi eleştirmek, onu ikaz etmek, haksızlıklara karşı çıkmak, ulul emre itaat düsturuna aykırı düşmektedir. Yönetimde en önemli unsur adalet olmakla birlikte düzenin sürmesi fikri adaletin önüne geçmiştir. Düzenin sürmesi için “zorunluluklar mahzurlu olan şeyleri mubah kılar” anlayışı hakim olmuştur. Bu anlayış, adaletli olmasa ve yeterli vasıfları taşımasa bile devletin başsız kalmaması ve düzenin sürmesi için yöneticinin seçilmesinde de uygulanmıştır. Toplumsal düzenin korunması adına yöneticinin sahip olması gereken özelliklerden (adalet, ilim, vb.) vazgeçilebileceği ifade edilmiştir.39 Gazzali yaşadığı zamanın şartlarını göz önünde bulundurarak halifenin sahip olması gereken niteliklerde müsamaha göstermiş ve düzenin sürmesi için iki kötüden daha az kötü olanı tercih etmiştir: “Halin bir gereği olarak, şartları yerine gelmediği halde imametin sahih olduğuna hükmedilir. Uzak olanın en uzak olandan daha yakın olduğu ve iki şerden en hafifinin diğerine nispetle daha hayırlı olduğu bilinmektedir. Bu nedenle aklını kullanan bir kimsenin bunlardan birini tercih etmesi gerekir.”40 Yöneticiler için söylenen özellikler, arzu edilen ancak tatbiki her zaman gerçekleşmemiş özellikler olarak gözükmektedir. Yönetici olacak kişi için hukuki teamülün şart koştuğu dürüstlük, yargılarında doğru ve yetkin olmak, sağlıklı olmak, Bernard Lewis, İslam’ın Siyasal Söylemi, Çev.Prof. Dr. Ünal Oskay, Ankara, Phoenix Yayınları, 2007, s.161. 39 Gazali, İtikadda Orta Yol, s. 194-195. 40 Gazali, İtikadda Orta Yol, s. 195. 38 225 Özlem BAĞDATLI basiret sahibi olmak; cesur olmak gibi nitelikler de zorunlu olmaktan çıkmıştır. Artık hükümdarın meşru sayılması için iktidarını ve düzeni sürdürebilmesi yeterli görülmeye başlanmıştır.41 Teori ile yaşanan gerçekliğin örtüşmediği durumlarda, ahlaki ve dini kurallar göz ardı edilmiştir. Devletin devamlılığı açısından kimi zaman ahlaki ve dini açıdan adaletsizlik olarak görülebilecek olaylarla karşılaşılmıştır. 42 Ancak burada söz konusu olan hukuki adalet olduğundan devleti yıkan ve düzeni bozan şey, adaletsizlik kabul edilmiştir. Hukuki anlamda adalet, durumu meşrulaştırmaktadır. Bu anlamda devlet ve düzen, öncelik olarak adaletin üzerine çıkmaktadır. 7. İtaat ve düzen ilişkisi Düzenin sürmesi için halkın itaati de zorunlu görülmüştür. Yöneticinin adaletli olması ve bunun karşılığında ise halkın yöneticiye itaat etmesi düzenin sağlanmasında önemlidir. 43 Düzen kavramı ile itaat arasında bir bağlılık vardır. İtaat, siyasi yükümlülük doktrinini ifade etmek için Müslüman hukukçular tarafından yorumlanan bir ifadedir. Müslüman hukukçular, toplumun bütünlüğünü korumak için teşkilatlı bir otoriteye olan ihtiyacı önemle vurgulamışlardır. Onlara göre, ümmet içinde şeriatın etkili bir şekilde icrasını sağlamak için, bir imam veya halifeye sahip olmak gereklidir. İmama veya halifeye itaat etmek de her mümin için bir zorunluluktur. Kur’an’da “Allah’a, peygambere ve sizden olan ulul emre itaat edin” (Nisa 4/59) diye emredilmiştir. Bu ayet, hukukçular tarafından ümmetin halifeye zorunlu itaati olarak açıklanmıştır.44 Halifeye itaat görevi teyit edilirken, halifenin sorumlulukları yeterince vurgulanmamıştır. İnsanlardan yöneticiye itaat etmeleri istenirken, yönetici de onların refahını gözetmek zorunda olmuştur. Kötülüğün ispatlandığı veya maddeten imkansız yahut şeriata aykırı bir şey emrettiği hallerde, günahta itaat olmadığı için, halifeye itaat edilmeyeceği düşüncesi kabul görmüştür. 45 Bu konuda, Ebubekir’in halife seçildikten sonra söyledikleri de kaynak gösterilmiştir: Lewis, Agy., s.154. Fatih Sultan Mehmet’in kanunnamesinde “Nizam-ı alem için karındaşlarını katledebilirsin” ibaresinin bulunması ve buna dayanarak şehzadelerin katledilmesi, III. Mehmet’in devletin devamlılığı için 19 kardeşini öldürmesi dini ve ahlaki adalet açısından doğru görülemez. 43 Gazzali, Yönetim Sırları, s. 176. 44 Manzuriddin Ahmed, “Kur’an’da anahtar siyasi kavramlar”, İslam’da Siyaset Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 98. 45 Muhibül Hasan Han, “Ortaçağ İslam siyasetinde devlete karşı ayaklanma teorileri”, İslam’da Siyaset Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 156. 41 42 226 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı “Ey insanlar, içinizde en iyiniz ben olmadığım halde, idarenizi üzerime almış bulunuyorum. Doğru yaparsam bana yardım edin, yanlış yaptığım takdirde beni doğrultun. Allah’a ve peygamberine itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Allah’tan ve peygamberden uzaklaştığım zaman, bana itaat mecburiyetinde değilsiniz.”46 Ebubekir’in söylemini destekleyen ifadeler, İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde de yer almıştır ancak bu ifadelerin sadece retorik olarak kaldığı anlaşılmaktadır. Teori ile gerçeklik çoğu zaman uyuşmamaktadır.47 Toplumsal düzen için itaat önemlidir. Toplumsal düzenin korunması esas alınarak yöneticiye (imama) karşı çıkmanın fitneleri ayağa kaldıracağı söylenmiş, halkın itaatkar olması telkin edilmiştir. Halkın birbirine bir senelik süreçte zulmetmesi, sultanın yüz senelik bir süreçteki zulmünden daha beter görülmüş, taraflar arasındaki düşmanlıkları gidererek halkı kötülükten ve zulümden uzaklaştıran yönetici olmadığında halkın karışık ve zulüm içinde bir hayat süreceği söylenmiş düzenin bozulmasının getireceği sıkıntılar hatırlatılmıştır. Baştaki yöneticinin katı yürekli ve despot biri olması, toplumun karmaşa ve fitne içinde olmasından daha hayırlı görülmüştür.48 İtaatte bir mütekabiliyet vardır. Halk, yöneticinin emirlerine itaat etmeli, saygı göstermeli ve bu emir ne olursa olsun hemen yerine getirmelidir ancak halkın örf ve kanuna itaati, yöneticinin örf ve kanunu gözetmesi nispetindedir. 49 Yöneticinin görevleri güvenlik, adalet, düzen ve ekonomik refahın sağlanmasıdır. Yöneticinin idaresindeki toplumun ise herkesin kendi işiyle meşgul olduğu ve sınıflar arasında geçişliliğin olmadığı, bir ve aynı şeyi düşünen, aralarında muhalefet ve farklılık olmayan, zulüm görse bile yöneticiye itaat eden bir halk kitlesi olması istenmektedir.50 Bu istemin arkasında düzenin korunması beklentisi vardır. Ekonomik sorunlar ve sınıfsal ayrımlar sebebiyle toplumun yöneticiyle çatıştığı ve Andrea M. Farsakh, “Sünni halifelikle Şii imamlığın mukayesesi”, İslam’da Siyaset Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 116. 47 II. Mahmut’un, XIX. yüzyılda padişahlara gösterilmesi gerekli itaat hakkında şeyhülislama yazdırdığı eserde bazı hadisler toplanarak “Emirülmüminin sakat bir Habeşi bile olsa ona itaat etmek lazımdır. Tebaasına cevir ve cefa ederse buna sabretmek lazımdır. Ancak dini mübini tahrif ve tağyir ederse onu katletmek icab eder” denilmiştir. Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında Abdülaziz, V. Murat ve II. Abdülhamit şeyhülislam fetvaları ile idaresizliklerinden, akıl hastalıklarından, zulüm ve istibdatlarında dolayı hal edilmişledir. Güriz, Hukuk Felsefesi, s. 434 48 Gazzali, İtikadda Orta Yol, s. 194; Gazzali, Yönetim Sırları, s. 105; Maverdi, Ahkamü’s-Sultaniye, s.30; İbn Abdirabbih, Hükümdar ve Siyaset Kitabı, Çeviren: Erkan Avşar, BS Yayın, İstanbul, 2012, s.17. 49 Yusuf Has Hacip, age, b. 5580, b. 2111. 50 Kınalızade, age, s. 218; Lütfi Paşa, Asafname, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982, s. 20; Gazzali, Yönetim Sırları, s. 84; Maverdi, Nasihatü’l-Müluk, s.181-183, vd. 46 227 Özlem BAĞDATLI bazen de yöneticiye karşı durduğu olaylar,51 yöneticiden hesap sorduğu zamanlar 52 yaşanmış olmakla birlikte, toplum genellikle kargaşalığı yaşamaktansa itaati tercih etmiştir. Müslüman düşünürler, otorite çözüldüğü takdirde insan haklarının da korunamayacağını ve ancak bir hükümet varsa dinin, dünya düzeninin güvenlikte olacağını vurgulamışlar, halifeye sınırsız yetkiler tanırken kanun ve nizamı korumanın başka bir yolu olmadığını düşünmüşlerdir. Yöneticilerin iktidarına sınır koymayı istemişler ancak tarihi sürecin gerçekleriyle karşılaşan insanlar olarak, statükoya razı olmuşlardır.53 Düşünürlerin de bu konuya yaklaşımı, yeterli gücü Abbasiler döneminden itibaren İslam şehirleri sosyal açıdan ana çizgilerini oluşturacak şekilde gelişmişler, sıradan halkın teşkil ettiği toplumsal yapının alt tabakaları olan esnaf, meslek sahipleri ve zanaatkarlar ortaya çıkmıştır. Bu gruplar içerisinde yer bulamayanlar alt gruplar oluşturmuşlar, kasaba ve şehirlerdeki olaylarda yer almışlardır. Nüfus artışına paralel giden bu sosyal gelişme ve iktisadi farklılaşma, bazı sosyal hareket ve ayaklanmalara sebep olmuştur. Bu hareketlenmeler esnaf birliklerinde olduğu gibi Ayyar, Şuttar, Zenci, Karmati ve İsmaili ayaklanmalarında görülmüştür. Merkezi yönetimin zayıfladığı dönemlerde, genellikle Şurtanın olmadığı kasaba ve şehirlerde, yarı askeri bir yapıda ve oldukça teşkilatlı bir mahalli milis kuvveti olarak karşılaşılan Ayyar ve Şuttar hareketleri, mevcut otoriteye, servet sahiplerine ve tüccarlara başkaldırma ile 9. asrın başlarından itibaren Bağdat’ta sürekli huzursuzluk yaratan bir unsur olmuştur. Ayyar ve Şuttar, fütüvvet (yiğitlik), cesaret ve cömertlik gibi kavramlar ile fakir ve zayıflara dostça davranmak, kadınları korumak gibi ahlaki ilkeleri benimsemişlerdir. Daha çok İran ve Irak şehirlerinde yaygın olan fütüvve hareketi yörelere ve dönemlere göre Ahi, Fityan, Ayyar, Şuttar, Runud gibi isimler almıştır. Abbasi Halifesi en-Nasır li-Dinillah (1180-1225)’ın reformu ile fütüvvet ocakları, sportif faaliyetler, şer’i hukuk, polis teşkilatı ve doğrudan siyasi iktidar alanında da hilafetin aracı olarak hareket etmişlerdir. Bu reform Anadolu’da Ahi teşkilatını ortaya çıkarmıştır. Muammer Gül, “Ortaçağ İslam Tarihinde Sosyal Sınıfların Tarihine Bir Bakış: Ahdas Hareketi”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sa. 8, Balıkesir, 2002, s. 72-76. 52 Maverdi, bu konuda halktan birinin halifeye serzenişini örnek vermiştir: “Abdülmelik b. Mervan bir gün Mekke’de halka hitap etmek için kürsüye gelince, badiyeden (çöl, kır) gelen bir adam kalkarak: “Yavaş ol! Yavaş ol! Çünkü siz emrediyorsunuz fakat kendiniz tutmuyorsunuz, nehyediyorsunuz fakat kaçınmıyorsunuz, sizin istediğinizin gereği olan yolunuza uyalım mı? Sadece dillerinizin söylediğine mi itaat edelim? Siz yolumuza uyun diyorsunuz. Nerede ve nasıl? Delil nedir? Devletin mallarını yiyen, Allah’ın kullarını köleleştiren, zalim ve baskıcı bir yola uyma hususunda Allah için yardımcı olacağını söyleyen kimdir? Eğer emrimize itaat ediniz, nasihatimizi kabul ediniz, derseniz, nefsini aldatan başkasına nasıl öğüt verir? Veya adaleti yerine koymayan bir kişiye itaat nasıl gerekir? Eğer hikmeti nerede bulursanız alınız, kimden öğüt işitirseniz kabul ediniz, derseniz, işlerimizin yönetimine sizi niçin görevlendirdik? Kanlarımız ve mallarımız hakkında sizi ne için hakem yaptık? Bizim içimizde öğüt vermenin bütün tekniklerini en fasih şekilde, dilin çeşitlerini sizden daha iyi bilen kimseler olduğunu bilmez misiniz? Onları kendilerine bırakın, onları serbest bırakınız. Aksi halde ülkenin çeşitli yerlerine dağıttığınız her bir vadiye sürdüğünüz kimseler onlarla birlikte oluverirler. Çünkü her dirilene zulmedilmeyecek bir gün ve okuyacağı bir amel deftere gelecektir. Zira yüce Allah kitabında: “Küçük büyük her ne varsa hiçbirini terk etmeden sayacağız.”(Kehf 18/49) Şüphesiz zalimler yakında nasıl bir inkılaba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir.” (Şuara, 26/227) buyurdu.”..” dediğini ifade etmiş ancak halifenin bu konudaki tepkisinden söz etmemiştir. Maverdi, Nasihatü’l Müluk, s. 164-165. Bu sözler, halkın yöneticiye gösterdiği itaatin karşılığında ondan hesap sorabildiğini göstermektedir ancak bu durum karşısında yöneticinin nasıl bir tavır aldığı belirsizdir. 53 Muhibül Hasan Han, agm, s. 159. 51 228 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı toplayamamış ve başarıya uluşması mümkün olmayacak hiç bir hareketin (isyanın) gerçekleştirilmemesi, yöneticinin zulmüne katlanılması yönünde olmuştur.54 İç savaşın sonuçları, yöneticinin zulmünden daha kötü bir durum olduğundan, kötü bir düzenin sürdürülmesi kabul edilmiştir. 8. Düzenin bozulması Düzenin bozulmasına sebep olarak yöneticinin insanlar arasında hüküm verirken cezaları uygulamakta zayıf ve yönetimde etkisiz olması, başkaldırı (isyan), şeriatı (ilahi kuralları) küçümseme, Allah’ın emirlerini yerine getirmeme gösterilmiştir. Düzenin bozulduğu ortam, basiretli idarecilerin olmadığı, kan döküldüğü, kargaşanın olduğu, eli güçlü ve sırtı pek olanların keyfince davrandığı bir ortamdır. Halkın topraklarını terk etmesi, ziraatın ve kazancın durması, hazinenin boşalması toplumda düzenin bozulmasının yarattığı sonuçlardır. 55 Düşünürlerin bozuk düzen tasvirleri, onların düzen açısından önemsedikleri noktaları göstermektedir. Nizamülmülk, kendi döneminde düzeni bozan unsurları Türk ve Taciklerin, alimlerin ve imamların unvanlarını istismar ederek padişah namına ferman vermeleri, böylece şeriatın yıpranması, halkın başına buyruk olması ve ordunun kanunsuz işlere tevessül etmesi şeklinde sıralamıştır. Tüm bunlar memleket işlerinin kaide ve nizamını bozmaktadır.56 Nizamülmük için otoritenin olmaması ya da bölünmesi, askerin halka karşı uyguladığı zulüm, düzenin bozulması demektir. Gazzali, kadıların görevden alınmasını, hükümetlerin geçersiz olmasını, nikahların hükümsüz olmasını, dünyanın her köşesindeki yöneticilerin tüm tasarruflarının geçersiz olmasını ve tüm insanların harama yönelmesini düzenin olmadığı bir durum olarak nitelemiştir. 57 Gazzali, bu durumu tasvir ederken toplumun birliği için önceliklerini de dile getirmiş olmaktadır. Geçerli bir otorite, hukuk ve haramdan sakınan bir toplum, Gazzali’nin düzen anlayışının temel unsurlarıdır. Bununla birlikte, Gazzali’nin düzenin devamlılığı açısından öne sürdüğü ‘nikahların hükümsüz olması şartı’, diğerlerine göre toplumun işleyişi açısından zayıf görünmektedir. Yönetici (halife) olmadığında nikah kadılar tarafından kıyılabilir. Halkın ekonomik yönden sıkıntı içinde olması düzenin bozulmasında daha etkili gözükmektedir. İbn Haldun, Mukaddime I, s. 452. İbn-i Firuz, age, s. 387- 389; Gazzali, Yönetim Sırları, s. 77; Nizamülmülk, age, s. 11. 56 Nizamülmülk, age,, s. 205. 57 Gazzali, İtikadda Orta Yol, s. 195. 54 55 229 Özlem BAĞDATLI Düzenin sürmesi için yöneticilerin emaneti ehline vermeleri, harp, yargı, vb. tüm görevlendirmelerde ehliyet ve yeterliliği esas almaları, her şeyi usulünce icra etmeleri, herkesi liyakatlerince istihdam etmeleri, herkese yeterliliği ölçüsünde iş buyurmaları, sapkın mezheplilerle mücadele etmeleri, yolları güvenli hale getirmeleri ve tüm bunları tıpkı kadim zamanlardaki gibi adalet dengesi ve idare kılıcıyla tanzim etmeleri istenmiştir.58 Düzenin yaşandığı dönem, geçmiştedir. İdealleştirilen bu geçmiş, “kanun-i kadim” diye adlandırılan eski kanunların uygulandığı zaman dilimini işaret etmektedir. 9. Kanun-i Kadim düşüncesi Kanun-i Kadim düşüncesi, toplumsal sorunların çözümü için düşünürlerin sundukları ortak öneridir. Kanun-i kadim diye adlandırılan dönem, geçmişte yaşanmış olduğu kabul edilen ve adalete dayalı bir düzenin kurulduğu ideal bir dönemdir. Birçok eserde, Peygamberin yaşadığı yıllar, ilk dört halife ve Nuşirevan dönemi, ortak ideal dönem olarak gösterilmekle birlikte, düşünürlerin kendi zamanlarındaki yöneticilerin saltanatları da örnek dönemler olarak sunulmuştur. Tarihte her şeyin bozulmaya ve çürümeye yönelik olduğu görüşüne dayanan döngüsel zaman anlayışına göre, başlangıçtaki Altın çağ ya da mükemmel sistem, insanların eksikliklerinden ya da yanlışlarından dolayı bozulmaktadır.59 Hz. Muhammed tarafından kurulan ve O’nun ölümünden sonraki halefleri, Hulefa-i Raşidin tarafından devam ettirilen idare, Asr-ı Saadet yani Altın çağ diye nitelendirilmiştir.60 Nizamülmük, Selçuklu devrinde, Hulefa-i Raşidin dönemi ile birlikte, İskender ve Nuşirevan’ın yönetimlerini ve Selçuklu sultanı Alparslan’ın dönemini adaletin sürdüğü ideal dönemler olarak göstermiştir. Nizamülmülk’e göre hükümdar, kadim çağlardaki gibi işleri adalet dengesiyle tanzim etmelidir. Nizamülmülk, kendi döneminin de “kadim çağlarda yaşamış şahların zamanı gibi olması ve halka saadet ve huzur bahşetmesi için” Allah’ın Melikşah’ı daha önce hiçbir padişaha bahşedilmemiş olan yücelik ve kerametlerle bezediğini ifade etmiş ve kadim padişahlar zamanındaki uygulamaların takip edilmesini düzenin sağlanmasının yolu olarak önermiştir.61 İbn Teymiyye, age, s.29-30, s. 39-42; Kınalızade, age, s. 209; Nizamülmülk, age, s. 254. Bıçak, Tarih Metafiziği Ya Da Kendilik Bilinci, s. 209. 60 Patricia Crone, Ortaçağ İslam Dünyasında Siyasi Düşünce, Çev.: Hakan Köni, İstanbul, Kapı Yay., 2007, s. 11. 61 Nizamülmülk, age, s. 13, s. 141, s. 149. 58 59 230 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı İdeal dönem olarak gösterilen Hulefa-i Raşidin, Nuşirevan, Alparslan, Yavuz Sultan Selim ya da Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde sorunlar yok mudur, düzendeki her şey iyi ve adil midir? İnsanlık her dönem sıkıntılar içinde olmamış mıdır? İncelenen eserlerde, ideal olan yönetimin geçmişte yaşandığı kabul edilmiş, yaşanılan zamanda ise sorunların arttığından ve her şeyin kötüye gittiğinden şikayet edilmiştir. Gazzali, Ömer bin Hattab dönemindeki adaleti övdükten sonra 62 gidişattan memnuniyetsizliğini şu sözleriyle dile getirmiştir: “Günümüzde ise, tüm insanların yozlaştığı bir zamandır. Amel ve niyetler bozguna uğramış durumdadır. Şayet sultan halk arasında siyaset ve otoritesini yönlendirmeyecek olursa kolay kolay iyi yola yönelmezler.”63 “Zira içinde yaşadığımız zamanın insanları geçmiş zamanın insanlarına benzemezler. Bizim zamanımız kötü ve dengesiz insanların yaşadığı bir zamandır. Onlardan katılık ve fenalıktan başka bir şey beklenmez.”64 Zamanın kötülüğünü, İbn-i Firuz, kendi dönemindeki halkın eski insanlar gibi olmayıp çoğunun “zalim, günahkâr ve eşkıya” olduğunu; 65 Şeyhoğlu Mustafa ise “…alemin din büyüklerinden mahrum bulunduğunu, yeryüzünün bu zamanda aşağılık adamlar ve rezil kimselerle dolduğunu, hükmü elinde tutanların ihmal ve gevşekliği yüzünden şeriatın zayıflayıp güçsüz düştüğünü, padişahların adaletten ayrılmaları ile İslam’ın bayındır halden haraplığa ve yıkıma yöneldiğini, tarikat yolunun kesilip marifet yayının gevşediğini, hakikat Anka’sının Kaf Dağı’na çekildiğini ve isteyicilerin faydasızlığını da bilmek lazımdır.”66 diyerek anlatmıştır. Koçi Bey, risalelerinde geçmişteki yöneticilerin zamanını “mübarek zamanlar” olarak adlandırmış ve o dönemi “...geçmişteki padişahlar Kanuni Sultan Süleyman Han Gazi’ye gelinceye kadar adalete kavuşmuş olan divan-ı hümayunda bizzat hazır olup, memleket ve millet, reaya ve beraya, hazine, mülkler ve daha büyük küçük işler ile tam manasıyla meşgul olurlardı.” diye anlatmıştır. Kendi zamanında hatırın işe karışması ve göz yumma sebebiyle kadim kanunun bozulduğunu ifade etmiş ve çözümü yine kadim kanuna dönmekte göstermiştir. 67 Nizamülmülk, kanunların eskisi gibi uygulanmadığını “padişahların icra edegeldikleri halde bugünkülerin tatbik etmedikleri noktaları” işaret ederek belirtmiştir.68 Firdevsi’nin “Zaman adalete Gazzali, Yönetim Sırları, s. 119. A.e., s. 120. 64 A.e., s. 105. 65 İbn Firuz, age, s. 387. 66 Şeyhoğlu Mustafa, age, s. 56. 67 Koçi Bey, Koçi Bey Risaleleri, s. 27-28, s. 48, s. 90. 68 Nizamülmülk, age, s. 14. 62 63 231 Özlem BAĞDATLI doydu, insanlar yine azdılar”,69 Gazzali’nin “Zaman fetret zamanıdır, devir batıl devridir.” sözleri kendi zamanlarına dair şikayetleridir. 70 Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Sorunların her dönem olduğu, doğru ile yanlışın, iyi ile kötünün, ahlaklı olan ile ahlaksız olanın her zaman birlikte var olduğu düşünülürse, kanun-i kadim diye adlandırılan dönemde her şeyin doğru ve adil olduğu düşüncesi, gerçekçi bir yargı olmamaktadır. Söz konusu eserlerde ortaya çıkan yaşanılan zamanın kötülüğü ve geçmişin övülmesi anlayışı, kanun-i kadimi takip etme düşüncesini beraberinde getirmiştir. Farabi, erdemli ilk yönetimin takip ve taklit edilmesini önermiş; 71 Gazzali, yöneticinin kendisinden önce geçenlerin deneyimlerinden esinlenmesi gerektiğini söylemiştir.72 Zaifi, “Geçmiş padişahlardan kalan kanunlar, usuller, merasim ve törenler eski halinde kalmalıdır.” sözüyle geçmişe bağlılığı vurgulamıştır. 73 Düşünürlerin genel görüşü, geçmişteki kanunların gereği gibi uygulanmaması sebebiyle başarısız olunduğu yönündedir. Kamu düzeninin bozukluk ve karışıklık içinde olduğunu ileri süren düşünürler, kendi dönemlerindeki devlet ve toplum yapısındaki değişmeleri “olumsuz” olarak değerlendirmişlerdir. Toplumun içinde bulunduğu kötü durumu düzeltmenin çarelerini ise devlet idaresinin ve toplum düzeninin “iyi durumda” olduğu kabul edilen kanun-i kadimin uygulandığı dönemde aramışlardır. Siyasi çalkantı ve kriz dönemlerinde ortaya çıkan adalet ve siyaset ahlakı söylemleri olan eserlerde, düşünürlerin sorunlar karşısında verdiği cevap, “adil olmayan şimdi” karşısında, belli bir zamana ait olan “Adil geçmiş”i sürdürmek olmuştur.74 Kanun-i Kadim’e dönmek için yapılan girişimlerde başarılı olunamasa da75 iyi ve adil olan ideal yönetimin zaten geçmişte var olduğu kabul edilmiş, yaşanılan zamanda iyi yönetime dair tüm olanakların kaybolduğu söylenerek Firdevsi, Şahname, Çeviren: Necati Lugal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005, b. 5025. Gazzali, el-Munkız, İstanbul, MEB Yayınları, 1990, s. 76. 71 Fatih Toktaş, “Farabi’nin Kitâbü’l-Mille adlı eserinin takdim ve çevirisi”, Divan, 2002/1, s.267. 72 Gazzali, Yönetim Sırları, s. 121. 73 Zaifi, age, s. 87. 74 Eric Ohlander, “Enacting Justice, Ensuring Salvation: The Trop Of The ‘Just Ruler’ In Some Medieval Islamic Mirrors For Princes”, The Muslim World, Volume 99, April 2009, s. 249. 75 İlmiye sınıfının bozukluğu sebebiyle III. Murad 1577’de sadrazam aracılığıyla kazaskerlere bir hattı hümayun göndererek Fatih Sultan Mehmet’in medreseler hakkındaki kanununun tamamen tatbikini emretmiştir. Ancak bu hattı hümayunun tesiri olmadığı, bozuklukların devam etmesinden anlaşılmıştır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara, TTK Yayınları, 2014, s. 79. Geçmişteki düzeni yeniden kurma çabaları sonuç vermemiş gözükmektedir. Değişen zaman ve koşullara uygun yeni çözümler üretme yerine, sorunun kaynağı yöneticilerde aranmış, yöneticilerin uygulamalarını doğru yapmadıkları düşünülmüştür. Sisteme yönelik bir değişiklik yapma fikri geliştirilmemiştir. 69 70 232 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı geçmişteki adil düzenin yeniden kurulabileceği beklentisi içinde olunmuştur. Geleceğe yönelik yeni bir düzen kurma fikri görülmemektedir. Geleneğe bağlılık, geçmişin adil ve doğru olduğu inancı, geçmişteki düzenin taklit edilmesi isteği, yöneticilere verilen nasihatlerde geçmişin referans gösterilmesi ve yüceltilmesi İslam siyaset düşünürlerinin düzen anlayışının yansımalarıdır. 10. Sonuç İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde düzen kavramı ile devlet, yönetici, itaat, iktisat, hukuk, adalet ve kanun-i kadim kavramları arasında bağlantı kurulmuş, düzen anlayışı bu kavramlarla şekillenmiştir. Düzen, dini ve dünyevi düzen olarak bölümlenmiş olmakla birlikte buna evrensel düzeni de eklemek gerekmektedir. İslam’ın kendisine göre oluşturduğu bir teorik düzen vardır. Bu düzen, evreni de içermektedir. Evrende Tanrı tarafından gerçekleştirilen bir yasalılık ve düzen vardır. Merkezinde Tanrı’nın olduğu evrensel düzen, toplumsal yapıyı belirlemekte, dünyevi düzen evrensel düzene bağlı olarak açıklanmaktadır. Evrensel düzenin dünyadaki yansıması, merkezinde siyasi iktidar gücünü elinde tutan ve Tanrı tarafından görevlendirildiği kabul edilen bir yöneticinin bulunduğu devlet düzeninde gerçekleşmektedir. Evrensel düzenin kurucusu, Tanrı iken; dünyevi düzenin kurucusu, yöneticidir. Dünyevi düzenin sağlanmasıyla dini düzen hayata geçirilebilmektedir. Devlet düzeni ile dini düzen, dinin amaç, devletin araç olması sebebiyle bağlantılıdır. Dini düzen, inanca dayalı bir düzendir. Dünyevi düzen iktisatla, hukukla ve siyasetle de bağlantılıdır. Bir yönüyle din temelli olan hukuk, hem siyasi düzenin hem de dini düzenin ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Siyaset de inanç düzenine ve evren düzenine bağlı olarak Tanrı ile ilişkilidir. İktisadi düzen, ihtiyaçların giderilmesi anlamında toplumsal düzenin gerçekleşebilmesi açısından birinci derecede önemlidir. İktisat, öncelikle dünyevi düzene etkilidir sonrasında dolaylı bir şekilde dini düzene katılır. Bu düzen anlayışları birbirinin içine geçmiş vaziyettedir. Dini, dünyevi, iktisadi, hukuki ve siyasi düzen, evrensel düzenin bir parçası olarak toplumsal düzeni belirlemektedir. Düzenin sürmesinin en önemli dayanağı, adalettir. Adalet, düzenin başlangıç noktası değildir, var olan düzenin korunması aşamasında gerçekleşmektedir. Düzen zaten var sayılır. Adalet ise düzenin bozulmasını engellemek içindir. Adalet, mevcut düzeni koruyan, bu amaca yönelik olan bir kavramdır. Adalet, yöneticinin kendi idarecilerinin halka zulmetmesini önlemesidir. Halk, idarecilerden gördüğü zulüm son haddine geldiğinde, bulunduğu yeri terk 233 Özlem BAĞDATLI etmektedir. Fakirlik yüzünden köylerin dağılması ve köylülerin kaçmaları,76 Celali isyanları sebebiyle reayanın güçsüzleşerek bölgelerini terk edip köylerden şehirlere kaçması incelenen eserlerde, düşünürler tarafından konu edilmiştir. Osmanlı ülkesinde dolaşan Katip Çelebi, gezip gördüğü köylerden birçoğunun harap olduğunu ancak acem Şahı’nın ülkesinde Hamedan ve Tebriz’de harap köy görmenin mümkün olmadığını belirtmiştir.77 Komşu devletteki iktisadi durumdan haberdar olunması kıyas yoluyla halkın sıkıntılarını ortaya koymaktadır. Halk, yerini terk ettiğinde, ziraat ve üretim durmaktadır, adalet dairesi bozulmaktadır. Bu, aynı zamanda düzenin bozulması demektir. Düzenin bozulması ve adaletsizlik karşısında halktan beklenen sadece itaattir. İtaat, toplumsal düzen için önemli bir kavramdır. Dini ve dünyevi düzen arasındaki bağlantıyı itaat kavramı üzerinden de kurmak mümkündür. İnsanlar, nasıl dini düzende Tanrı’ya ibadet ederek sorumluluklarını yerine getiriyorsa; toplumsal (siyasi) düzende de yöneticiye itaat ederek bu sorumluluklarını gerçekleştirmiş olmaktadırlar. Dini düzendeki Tanrı’ya itaatin yerini toplumsal düzende yöneticiye itaat almaktadır. İtaat, kişinin hem yöneticiye hem topluma hem de kendine karşı bir sorumluluğu gibi düşünülebilir. Çünkü itaat etmediğinde sadece yöneticinin emrine uymamış olmayacak aynı zamanda toplumun ve kendi huzurunu da bozacaktır. Düzen bozulduğunda ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelecektir. Düzenin işleyişinin sağlanması açısından itaat gerekli ve olumlu bir eylemdir. Toplum, siyasi iktidara itaati karşılığında, düzenli ve istikrarlı bir yaşam sürdürür. Bir toplumdaki ideal düzen, o toplumu meydana getiren halkın kurallara, kanunlara uyması yani itaat etmesidir. Ancak toplumun itaati, ihtiyaçlarının giderilmesiyle doğru orantılı olarak gerçekleşmektedir. Ekonomik olarak ihtiyaçları karşılanmayan halk, düzenin olduğunu umduğu bir yer arayışına girmekte, göç etmektedir. Baskı, siyasi ve iktisadi ayırım ve adaletsizlikle karşılaştığında halkın itaati son bulmaktadır ya da en azından gönüllü bir itaatten artık söz edilmemektedir. Düzen, adalete dayalı olarak sürdüğü müddetçe halkın itaati doğal olarak gerçekleşirken adaletin ortadan kalkmasıyla birlikte bu itaat, zorunluluktan kaynaklanan bir eyleme dönüşmektedir. 78 Düzenin her şeye rağmen kurulması için yöneticide bulunması gerekli niteliklerden vazgeçilmesi, toplumda önemli sorunların olduğunu göstermektedir. Koçi Bey, Koçi Bey Risaleleri II, s. 111-112. Katip Çelebi, Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar-Düsturu’l-amel li ıslahi’l-halel, Hazırlayan: Ali Can, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982, s. 24. 78 Rousseau’nun şu sözleri, düzenin sürmesi ve devlet gücünün devamı açısından itaatin önemini ortaya koymaktadır: “En güçlü, gücünü hak, boyun eğmeyi de ödev biçimine sokmadıkça hep egemen kalacak kadar güçlü değildir. Güçlünün hakkı işte buradan gelir.” J.J. Rousseau, Toplum Sözleşmesi, Çeviren: Vedat Gürol, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, s. 6. 76 77 234 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı Toplum, düzen içinde olsa ve idare, olması gerektiği gibi yürüse, yöneticinin (halifenin) tüm nitelikleri taşıması beklenir. Toplumda düzenin bozulmuş olması sebebiyle tek kaygı “bir yöneticinin iş başında olması”dır. Düşünürlere göre, meşru kabul edilen bir yöneticiye, halk, mutlak itaat etmelidir. Yönetici adaletten ayrıldığında ve şeriatın hükümlerine karşı geldiğinde halkın itaat sorumluluğu ortadan kalkıyor gözükmekle birlikte, yöneticinin bu durumuna kimin ve nasıl karar verdiği, hukuki işleyişin ne olduğu açık değildir. İtaati merkeze alan İslam siyaset anlayışını kavramak bugünden bakıldığında zor gözükebilir. Devletin işleyişi ve düzenin sürmesi bağlamında yöneticiye itaat, dönemin siyaset düşüncesi içinde gerekli ve anlaşılabilir gözükmektedir. Yöneticiye itaate özel bir önem verilmesi, düzenin korunması adına öne sürülen bu tutum, dini bir emir gibi benimsenmiştir. Alimler, zulme rağmen güçlü bir otoriteyi istemişlerdir. Baskıcı bir otorite karşısında alimlerin gerçek görüşlerini özgürce ortaya koyamadıkları düşünülebilir. Ancak bu alimler, yeni bir düşünce üretme yolu izlememiş, eski görüşleri yüceltme ve destekleme yönünde bir tavır sergilemişlerdir. Bu durum, geleneğin de güçlü bir otoriteye sahip olduğunu göstermektedir. Geleneğe bağlılık, yeni düşüncelerin ortaya çıkmasını engellemiştir. Tek düşünsel faaliyet geçmişte yaşanmış ideal düzeni olumlamak, bu dönemde üretilenleri tekrarlamak, takdir etmek ve sorunların çözümünde onları referans göstermek olmuştur. İslam siyaset düşüncesini içeren eserlerde, geçmişte hak ve adalete dayanan, kanun-i kadimin hüküm sündüğü ideal bir dönemin olduğu kabul edilmiştir. Mevcut düzendeki aksaklıklardan kurtulmanın yolu geçmişe dönmek olarak gösterilmiştir. Gelecek hakkında beklentiler ya da kurgular tasarlanmamış; geçmiş, ütopik hale getirilmiştir. Geçmiş idealize edilerek bir anlamda şimdi ile hesaplaşma, şimdiyi eleştirme tavrı ortaya konmuş gibidir. Her toplumda insanlar ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla düzenin kurulması ve sürmesinden yanadırlar. Siyasi otoritenin gerekliliği, toplumun ihtiyaçlarından doğan sosyal bir gerekliliktir. Düzenin arkasında istikrar ve güvenlik arayışı vardır. Düşünürün beklentisi ve umudu, adil bir yönetimin sürmesi doğrultusundadır. Genel olarak toplumun iyiliğini isteyen düşünürün kaygısı ise düzenin bozulmasıdır. İncelenen eserlerde, istikrarlı ve düzenli bir toplum içinde yaşamanın sağlanması amaçlanmıştır. Düşünürlerin böyle bir toplumu gerçekleştirmek için önerdikleri yönetim, Tanrı tarafından görevlendirilmiş yetkin ve güçlü bir yöneticinin iş başında olduğu, düzenin idamesi gerekçesiyle yöneticinin sorgulanmadığı ve halkın her koşulda yöneticiye itaat ettiği bir yönetimdir. 235 Özlem BAĞDATLI Kaynakça ABDÜSSELAM EL-AMASİ, Tuhfetü’l-Ümerâ ve Minhatü’l-Vüzerâ: Siyaset Ahlâkı, İstanbul, Büyüyen Ay Yayınları, 2012. AHMED, Manzuriddin “Kur’an’da anahtar siyasi kavramlar”, İslam’da Siyaset Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s.75-103. ARNALDEZ, Roger, “Farabi’nin Erdemli Şehri ve Ümmet (Umma)”, Çeviren: Kenan Gürsoy, Uluslararası İbn Türk, Harezmî, Farabi, Beyruni ve İbn Sina Sempozyumu Bildirileri, Ankara 9–12 Eylül 1985, Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, 1990. BIÇAK, Ayhan, Türk Düşüncesi I: Kökenler, Dergah Yayınları, İstanbul, 2009. BIÇAK, Ayhan, Tarih Metafiziği, Dergah Yayınları, İstanbul, 2014. CRONE, Patricia, Ortaçağ İslam Dünyasında Siyasi Düşünce, Çeviren: Hakan Köni, İstanbul, Kapı Yayınları, 2007. DURİ, Abdülaziz, İslam İktisat Tarihine Giriş, Çev: Sabri Orman, İstanbul, İnsan Yay., 2014. EBU YUSUF, Kitabu’l-haraç, Çeviren: Ali Özek, Hisar Yayınevi, İstanbul, 1973. FARABİ, İdeal Devlet El-Medinetü’l Fazıla, Açıklamalı Çeviri: Prof. Dr. Ahmet Arslan, Divan Kitap, İstanbul, 2011. FARSAKH, Andrea M. “Sünni halifelikle Şii imamlığın mukayesesi”, İslam’da Siyaset Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s. 105-140. FİRDEVSİ, Şahname, Çeviren: Necati Lugal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005. GAZZALİ, Yönetim Sırları, Çeviri: İbrahim Doğu, Çelik Yayınevi, İstanbul, 2011. GAZZALİ, İtikadda Orta Yol, Neşir ve Tercüme: Osman Demir, Klasik Yayınları, İstanbul, 2012. GAZZALİ, İhyau Ulumi’d-Din, Çeviren: Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul, 2002. GAZZALİ, el-Munkız, MEB Yayınları, İstanbul, 1990. GÜL, Muammer, “Ortaçağ İslam Tarihinde Sosyal Sınıfların Tarihine Bir Bakış: Ahdas Hareketi”, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sa. 8, Balıkesir, 2002. 236 İslam Siyaset Düşüncesinde Düzen Kavramı GÜRİZ, Adnan, Hukuk Başlangıcı, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2005. GÜRİZ, Adnan, Hukuk Felsefesi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2003. HASAN HAN, Muhibül “Ortaçağ İslam siyasetinde devlete karşı ayaklanma teorileri”, İslam’da Siyaset Düşüncesi, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995, s.155165. HİRŞ, E., “Kant’ın Ebedi Barış Üzerindeki Felsefi Denemesi II”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1946, C:III , Sa. 2-4, s.268-292. İBN ABDİRABBİH, Hükümdar ve Siyaset Kitabı, Çeviren: Erkan Avşar, BS Yayın, İstanbul, 2012. İBN-İ FİRUZ, Gurretü’l-Beyzâ :Adaletin Aydınlığında, Hazırlayan: Mücahit Kaçar, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul, 2012. İBN HALDUN, Mukaddime I-II, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2011. İBN SİNA, Kitabu’ş-Şifa Metafizik II, Çeviri: Ekrem Demirli- Ömer Türker, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2005. İBN TEYMİYYE, Siyaset es-Siyasetü’ş-şeriyye, Türkçesi: Vecdi Akyüz, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1999. KATİP ÇELEBİ, Bozuklukların Düzeltilmesinde Tutulacak Yollar-Düsturu’l-amel li ıslahi’l-halel, Hazırlayan: Ali Can, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982. KINALIZADE Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlakı, Tercüman 1001 Eser, ty. KOÇİ BEY, Koçi Bey Risaleleri I-II, Hazırlayan: Seda Çakmakçıoğlu, Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2008. LEWİS, Bernard, İslam’ın Siyasal Söylemi, Çev.Prof. Dr. Ünal Oskay, Phoenix Yayınları, Ankara, 2007. LÜTFİ PAŞA, Asafname Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982. MAVERDİ, Ahkamü’s-Sultaniye, Çeviren: Ali Şafak, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1994. MAVERDİ, Siyaset Sanatı -Nasihatü’l-Müluk, Çeviren: Mustafa Sarıbıyık, Ark Yayınları, İstanbul, 2004. 237 Özlem BAĞDATLI MAVERDİ, Yönetimin Esasları- Teshilü’n-nazar ve ta’cilü’z-zafer fi ahlaki’l-melik ve siyasetü’l-mülk-Beyrut,1987, Türkçesi: Mehmet Ali Kara, İlke Yayınları, İstanbul, 2008. NİZAMÜLMÜLK, Siyasetname, Farsça Aslından Çeviren: Mehmet Taha Ayar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010. OHLANDER, Eric,“Enacting Justice, Ensuring Salvation: The Trop Of The ‘Just Ruler’ In Some Medieval Islamic Mirrors For Princes”, The Muslim World, Volume 99, April 2009, s.237-252, (Çevrimiçi) https://onlinelibrary.wiley.com/doi/full/10.1111/j.14781913.2009.01267.x/epdf, 27 Aralık, 2018. PİR MEHMED ZA’İFİ, Gülşen-i Müluk, Hazırlayan: Vedat Ali Tok, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul, 2013. ROUSSEAU, J.J., Toplum Sözleşmesi, Çeviren: Vedat Gürol, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010. ŞEYHOĞLU MUSTAFA, Kenzü’l-Kübera ve Mehekkü’l-Ulema: Büyüklerin Hazinesi Âlimlerin Mihenk Taşı,Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Yavuz, İstanbul, Büyüyen Ay Yayınları, 2013. TAFTAZANİ, İslam İlmi ve Akaidi, Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1982. TOKTAŞ, Fatih, “Farabi’nin Kitâbü’l-Mille adlı eserinin takdim ve çevirisi”, Divan, 2002/1, s.247-273. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, TTK Yayınları, Ankara, 2014. YUSUF HAS HACİB, Kutadgu Bilig, Çeviren: Reşit Rahmeti Arat, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2005. 238 Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev) Dr. Salih Zeki HAKLI Polis Akademisi Özet: 1869 yılında Azerbaycan’ın Şuşa şehrinde doğan Ahmet Ağaoğlu, 2. Meşrutiyet döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında önemli görevler üstlenmiş en etkin aydın ve siyasetçilerden birisidir. 2. Meşrutiyet döneminde savunduğu milliyetçi fikirler ile Cumhuriyet döneminde savunduğu Batılılaşmacı ve liberal görüşler onun her iki dönemde entelektüel ve siyasî merkezin yakınında olmasını sağlamıştır. Ağaoğlu’nun bu fikirleri savunmasında ve zihnindeki Türkiye resminin oluşumunda Azerbaycan’da ve Rusya’da edindiği tecrübe oldukça önemli bir yere sahiptir. Doğduğu şehirde Rus ortaokuluna giden ve sonrasında ise Tiflis lisesini tamamlayan Ağaoğlu, bu yıllarda Arapça, Farsça ve Rusça öğrenmiştir. Nitekim Çarlık Rusya’sında oluşturduğu zihniyet dünyası üniversite eğitimi için Fransa’ya gitmesini ve hukuk, tarih, filoloji ve oryantalizm alanlarında eğitimini sürdürmesini sağlamıştır. Öğrenimini tamamladıktan sonra Azerbaycan’a dönerek, milliyetçi düşünür ve siyasetçilerle birlikte fikir ve siyasî hareketler içerisinde yer almış ve 1909’da ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etmiştir. Nitekim Osmanlı’nın son yıllarında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında teklif ettiği devlet sistemi ve toplumsal yapı modelinde Çarlık Rusya’sında aldığı eğitimin ve sonrasında yürüttüğü siyasî tecrübenin bıraktığı izler aşikârdır. Özellikle Azerbaycan’daki toplumsal yapı ve beşerî ilişkiler üzerinden getirdiği eleştiriler onun Batılılaşma anlayışının temelini teşkil etmektedir. Böylelikle Ağaoğlu, CHF ve SCF içinde yürüttüğü siyaset ve neşrettiği Akın gazetesi ile sayısız kitap ve makaleler aracılığıyla tek-parti döneminin önemli aydın-siyasetçilerinden birisi olmuştur. Anahtar Kelimeler: Ahmet Ağaoğlu (Agayev), Türkiye’de Tek-Parti Dönemi, Türk Modernleşmesi, Azerbaycan A Portrait Of A Turkish Intellectual-Politician Grew Up İn Tsarıst Russia: Ahmet Agaoglu (Agayev) Abstract: Ahmet Agaoglu (Agayev) who was born in Azerbaijan in 1869 was one of most the influential intellectual and politician that he undertook important assignments in the 2nd Constitutional Period of Ottoman Empire and in the first years of Turkish Republic. Both the ideas on nationalism that Salih Zeki HAKLI he embraced in the 2nd Constitutional Period and the notions on Westernization and liberalism that he advocated in the Turkish Republic had ensured that he could stood near the intellectual and political center in the both terms. The experience that he gained in Azerbaijan and Tsarist Russia had an important place that he advocated these ideas and had formed his image of Turkey. Agaoglu who went to Russian middle school in his birthplace and then accomplished Tbilisi high school learnt Arabic, Persian and Russian in these years. As a matter fact the mindset that he generated in Tsarist Russia ensured that he could go to France and he educated on law, history, philology and orientalism there. Having completed his education, he returned Azerbaijan and interested in intellectual and political movements with nationalist intellectuals and politicians. He migrated to Istanbul with his family in 1909. His educational period in Tsarist Russia and his political experience in Azerbaijan had an important role that he proposed model of state and societal construction in the late years of Ottoman Empire and in the first years of Turkish Republic. His critics on societal construction and human relations in Azerbaijan formed his Westernization thoughts. Thus, Agaoglu became one of the most important intellectual-politicians in One-Party term in Turkey through his politics where he performed in Republican Peoples Party (CHP) and in Free Republicans Party (SCF) and through his publications that he published Akın Daily and countless books and articles. Keywords: Ahmet Agaoglu (Agayev), One-Party Term in Turkey, Turkish Modernization, Azerbaijan Giriş 2. Meşrutiyet döneminin ve Cumhuriyet ilk yıllarında önemli görevler üstlenmiş olan Ahmet Ağaoğlu, her iki dönemde tartışılan birçok siyasî ve ilmî konuyla ilgili görüşlerini kaleme aldığı kitap ve makalelerinde dile getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk toplumunun güçlenmesi ve gelişmesi için tavizsiz bir Batılılaşma fikrini savunarak, Batı medeniyetinin maddî ve manevî tüm unsurlarının nakledilmesi gerektiğine inanmıştır. Türk modernleşmesinin gerçek amacının esasında Batılılaşma önündeki siyasî ve kültürel engelleri kaldırmak olduğuna inanan Ağaoğlu, siyasî ve iktisadî sistemin liberal-bireyci ilkeler ekseninde örgütlenmesini ve toplumsal ilişkiler sisteminin de geleneksel değerler yerine Batılı değerler doğrultusunda tanzim edilmesini sürekli vurgulamıştır. Bu minvalde sunumun temel tezi, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında keskin bir toplumsal değişimi teklif eden ve katı bir Batılılaşma anlayışına sahip olan Ahmet Ağaoğlu’nun zihniyet dünyasının oluşumunda doğup büyüdüğü on dokuzuncu yüzyıl Azerbaycan’daki toplumsal yapı ile ortaokul, lise ve üniversite eğitimini aldığı 240 Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev) modern Rus okullarının etkisinin önemli olduğudur. Katı bir Batılılaşma taraftarı olan Ahmet Ağaoğlu’nun, özellikle Cumhuriyet dönemindeki, aydın-siyasetçi portresini tam manasıyla anlayabilmek için bu iki hususu bir arada değerlendirmek gerekmektedir. Buna göre ilk olarak 1908 yılında zorunlu olarak Azerbaycan’dan İstanbul’a ailesiyle birlikte göç eden ve 2. Meşrutiyet ile Cumhuriyet’in ilk yıllarında oldukça etkin bir aydın ve siyasetçi olan Ağaoğlu’nun Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında savunduğu Batılılaşma düşüncesinin ele alınması önemlidir. İkinci olarak ise, Ağaoğlu’nun Cumhuriyet döneminde savunduğu Batılılaşma düşüncesinin oluşumunda Ağaoğlu’nun ilk gençlik yıllarını geçirdiği ve bu dönemde Çarlık Rusya’sının egemenliği altındaki Azerbaycan’daki sosyal hayatın ve onun Azerbaycan ile Rusya’da aldığı modern seküler eğitim etkilerinin de dikkate alınması önemlidir. Bu iki husus üzerinden yapılacak değerlendirme Türk modernleşmesi sürecinde Çarlık Rusya’sının etkisini de izlemeyi mümkün kılmaktadır. Zira on dokuzuncu yüzyılın başında etkisini derinden hissettirmeye başlayan ve Cumhuriyet döneminde etkisi daha yoğun hissedilen Türkiye’deki değişim sürecinde Çarlık Rusya’sının doğrudan ve dolaylı etkileri çoğu kere göz ardı edilmektedir. Oysaki Osmanlı idarecilerinin ordu başta olmak üzere birçok idarî ve siyasî kurumu modernleştirmek istemelerinin temel nedeni on sekizinci yüzyılda bir dünya devleti haline gelen Rus Çarlığı’na mukavemet edebilmektir. Bununla birlikte Rusya’ya karşı koyabilmek adına başlatılan Türk modernleşmesinde entelektüel ve siyasî alanlarında yine Rusya’da doğup büyümüş ve orada eğitim almış Türklerin de büyük etkiye sahip olduğu görülmektedir. Rusya’nın modernleşme hamlesine Osmanlı’dan neredeyse bir yüzyıl önce başlaması Osmanlı Devleti’nin modernleşme sürecinde ihtiyaç duyduğu beşerî kaynağı temin etmesinde önemli yere sahip olmuştur. Bilhassa Rusya’nın modern eğitim kurumlarında on dokuzuncu yüzyılın devrimci ve yenilikçi fikirlerine temas eden Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Hüseyinzade Ali, Zeki Velidi Togan gibi Kırım ve Kafkas kökenli Türkler Osmanlı’nın son ve yeni Cumhuriyetin ilk yıllarında yönetici elitin kıymet verdikleri insanların başında yer almışlardır. 1869’da Azerbaycan’ın Karabağ bölgesindeki Şuşa şehrinde doğan ve ilk gençlik yıllarını burada geçiren Ahmet Ağaoğlu da uzun süre böyle bir itibara sahip olan aydın ve siyasetçilerden biri olmuştur. Bununla birlikte Ahmet Ağaoğlu’nun zihniyet dünyasını incelemek birçok açıdan ayrı öneme sahiptir. Zira onun savunduğu toplumsal değişim fikri yeni yönetici kadro tarafından büyük ölçüde benimsenmiş gibidir. 1924 ilâ 1934 yılları arasında siyasî ve toplumsal alandaki hızlı ve köklü değişiklikler yaşanmadan çok daha önce Ağaoğlu’nun bunlara ilişkin eleştiri ve tekliflerini dile getirdiği bilinmektedir. Bu nedenle onun görüş, eleştiri ve tekliflerini anlamaya çalışmak Cumhuriyetin ilk 241 Salih Zeki HAKLI yıllarındaki değişim sürecini anlamayı kolaylaştırmaktadır. Ayrıca Ağaoğlu’nun düşünce ve faaliyetlerini ele almak Cumhuriyetin ilk yıllarında Kırım ve Kafkas kökenli Türk düşünür ve siyasetçilerin etkisini ölçmek adına da kıymetli bilgi sunmaktadır. 1. Ağaoğlu’nun Medeniyet ve Batılılaşma Düşüncesi Ahmet Ağaoğlu, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’un işgal edilmesini müteakip işgalci güçler tarafından Malta’ya sürülen yönetici ve aydın grup içerisinde yer almıştır. Ağaoğlu’nun medeniyet ve Batılılaşmayla ilgili keskin görüşleri de bu sürgün yıllarında şekillenmiştir. Ankara hükümetinin çabaları neticesinde sürgünden kurtulduktan sonra Türklüğün geleceğini ancak Türkiye Türklerinin kurtaracağını düşünerek Ankara’ya gelmiş ve Millî Mücadeleye katılmıştır. Sürgün yıllarında kaleme aldığı notlarını Türkiye’ye geldikten sonra önce Türk Yurdu dergisinde seri makaleler şeklinde neşrettikten sonra “Üç Medeniyet” adını verdiği kitabında toplamıştır. Ağaoğlu’nun Batılılaşma ve kültür değişikliğiyle ilgili görüşleri onun yeni dönemde etkin makamlarda olması nedeniyle ayrı önemi haiz bulunmaktadır. Zira Malta sürgünü sonrası Ankara Hükümetinin yarı resmi yayın organı olan Hakimiyeti Milliye gazetesinin başyazarı olmuş ve ilerleyen dönemde ise Matbuat Umum Müdürü görevini yürütmenin yanı sıra Hukuk Fakültesi’nde anayasa hukuku dersleri de vermiştir. Ayrıca Kars mebusu olarak TBMM’de de görev yapan Ağaoğlu yönetici kadronun yakın çevresinde yer almıştır. Bu konumunu Mustafa Kemal’in iradesi neticesinde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın genel sekreteri olduğu döneme kadar sürdürmüştür.1 1. Dünya Savaşı yıllarından sonra kararlı ve samimi bir Batılılaşma taraftarı olan Ağaoğlu’nun teklif ettiği değişimin içeriğine ve hızına ilişkin görüşlerine bakıldığında, yeni yönetici kadronun Ağaoğlu’nun yaklaşımını büyük ölçüde benimsemiş olduğu görülmektedir. Bu nedenle Cumhuriyet’in ilk yıllarında kültürel değişime yüklenen anlamı, değişim sürecinin planlanması ve de bu esnada toplumla kurulacak ilişkinin seviyesini anlayabilmek için Ağaoğlu’nun medeniyet ve kültür değişikliğiyle ilgili görüş ve eleştirilerini incelemek oldukça önemlidir. O da dönemin birçok düşünür ve siyasetçisi gibi Osmanlı ve diğer Müslüman toplumların Batılı ülkeler karşısındaki askerî mağlubiyetini bir din ve kültür yenilgisi olarak değerlendirmektedir.2 Bu değerlendirmesi onun medeniyetleri sınıflandırmasında ve medeniyetler arasında varsaydığı çatışma ilişkisine bakıldığında açıkça görülmektedir. Salih Zeki Haklı, “Ahmet Ağaoğlu’nun Batılılaşma Düşüncesinde Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Kültürel Değişim”, Muhafazakâr Düşünce, S. 54, Mayıs-Ağustos 2018, s. 119. 2 İsmail Kara, Din ile Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2012, s.33. 1 242 Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev) Ağaoğlu’na göre kendi çağında birbiriyle rekabet halinde bulunan “Batı, İslam ve Buda-Brahma” medeniyetleri arasındaki mücadeleyi Batı medeniyeti kesin şekilde kazanmıştır. Diğer iki medeniyete mensup toplumların ise hayatlarını sürdürebilmelerinin yegâne yolu Batı medeniyetini her şeyiyle örnek almaların bağlıdır. 3 Ahmet Ağaoğlu, Batı’nın diğer medeniyetlere olan bu üstünlüğünün insanı birey olarak tanımasından, bireyin siyasî, ekonomik ve sosyal haklarını koruması ve geliştirmesinden, serbest ticaret sistemini tesis etmesinden, toplumunda dayanışma duygusu ile iş bölümü anlayışını yerleştirmiş olmasından ve rekabetçi bir demokratik siyasî sistemi kurmasından kaynaklandığını belirtmektedir. Diğer iki medeniyet ise, bu durumun tam aksine, bireyi yüzyıllardır tahakküm altına aldığı ve çağa uygun bir toplumsal yapı meydana getiremediği için Batı karşısında yok olma tehdidiyle karşı karşıya kalmaktadır.4 Ağaoğlu’nun her iki medeniyet arasında gördüğü bu farklılıkların sebeplerini ve sorumlularını tenkit ederken oldukça öfkeli ve karamsar bir dili tercih ettiğine şahit olunmaktadır. Nitekim Batı medeniyetinin üç yüzyıllık süre zarfında kat ettiği aşamalar sonucunda düşünce hürriyetine, vicdan hürriyetine ve siyasî hürriyete kavuştuğunu fakat bu dönemde Doğu’nun azınlık bir grubun baskısı altında kalarak mütemadiyen gerilediğini ifade etmektedir. Ağaoğlu, Müslüman toplumların yaşadığı gerilemenin esas sorumlusu olarak gördüğü bu azınlığın eski dönemin ulemasından, idarecilerinden ve edebiyatçılarından oluştuğunu belirtmektedir.5 Ahmet Ağaoğlu, Türkiye’nin kurtulması için bu baskının kaldırılması ve tıpkı Batı’da olduğu gibi bireyin ve onun hürriyetlerinin esas alınacağı bir sistemin kurulması gerektiğini teklif ederken, Cumhuriyet dönemi inkılaplarının da esasında bu amaç doğrultusunda gerçekleştirildiğini iddia etmektedir. 6 Ağaoğlu bu değişim sürecinde Batı’dan nelerin alınıp nelerin alınamayacağına dair bir liste yapmanın da mümkün olmadığını belirterek; Mehmet Akif ve Ziya Gökalp gibi toplumun kültürel değerlerini korumaya dayalı seçici bir aktarmacılığa itiraz etmektedir. Zira Doğu medeniyetinde bireyin varlığının ve gelişiminin engellenmesini Doğu’nun ahlâkî anlayışına dayandırmaktadır. Bu nedenle değişimin kısmî değil toptan olmasını savunmaktadır. Nitekim Ağaoğlu, bu görüşünden hareketle, Türkiye’nin toplumsal yapısının neredeyse bütün temel unsurlarını tenkit eder durumdadır. Aile içinde kadın ve erkek arasındaki ilişki biçimi, bu ilişki biçiminin çocukların zihnî ve ahlâkî gelişimine tesiri, Türk evinin dış ve iç mimarî özellikleri ve Ahmet Ağaoğlu, Üç Medeniyet, Doğu Kitapevi, İstanbul 2013, s.20. Ahmet Ağaoğlu, Devlet ve Fert, Sanayiinefise Matbaası, İstanbul 1933, s.27. 5 Ahmet Ağaoğlu, İhtilal mi İnkılap mı?, Alaeddin Kıral Basımevi, Ankara 1942, s.41. 6 Ağaoğlu, Devlet ve Fert, s.117. 3 4 243 Salih Zeki HAKLI de kadınların giyim ve kuşamları bu sert eleştirilerin genel çerçevesini oluşturmaktadır. Elbette bu eleştiriler sadece aile hayatıyla sınırlı kalmamaktadır. Ona göre mevcut eğitim anlayışı, eski hükümet sistemi, dinî anlayış ve edebî ürünler de Türk toplumundaki ferdî faziletlerin yok olmasının temel nedenleri olarak sayılmaktadır. 7 Ağaoğlu’nun eleştirdiği kültürel hayat içerisinde merkezî rolü dinî kural ve uygulamaların teşkil ettiği görülmektedir. Bu değerlere yönelik sert eleştirileri olsa da onun dinin terk edilmesini önerdiğini söylemek pek mümkün değildir. Ağaoğlu dinin terk edilmesini değil ama reforme edilmesi gerektiğini düşünmektedir. 1920’li yıllarda Türkiye’de en yoğun tartışılan konular arasında “Dinde Reform” meselesi gelmektedir.8 Ağaoğlu’nun da bu tartışmaların içinde olduğu anlaşılmaktadır. Ahmet Ağaoğlu, Türkiye’nin dinini değiştirmesini değil ama toplumun dini anlama ve yaşama biçiminin değiştirilmesini teklif eder görünümdedir. Ona göre Batı medeniyeti, kendi toplumsal yapısını zayıflattığını düşündüğü din anlayışını ve de din adamlarının toplum üzerindeki tesirini ortadan kaldırarak toplumsal ve siyasî ilerlemesini sağlamıştır. Ağaoğlu, Türkiye’nin de benzer bir hamle gerçekleştirebilmesi için benzer tedbirleri ve yöntemleri tatbik etmesi gerektiğine inanmaktadır. 9 Batı medeniyetinde dinin bu yeni yorumu, kendi ifadesiyle, kör taassuba ve riyaya dayalı dinî anlayışa isyan ederek varlık kazanmıştır. Bu duruma benzer bir örneğin ise Müslüman toplumların mazisinde bulunmadığını ve bu nedenle Doğu toplumlarında dinin kör taassup ile riyayla malûl olduğunu ifade etmektedir.10 2. Batılılaşmaya İlişkin Görüşlerinde On Dokuzuncu Yüzyıl Azerbaycan’ının ve Modernleşme Dönemi Rusya’sının Tesirleri Ağaoğlu’nun Türkiye’nin toplumsal yapısıyla ilgili bu görüş ve eleştirilerinin oluşumunda Fransa’daki üniversite eğitimi sırasında dönemin en ünlü oryantalist düşünürleri olan James Darmesteter ve Ernest Renan gibi hocalarının ve Paris’te katıldığı salonlardaki entellektüellerin Doğu ve Müslüman toplumları hakkındaki görüşlerinin büyük etkisi olduğu aşikârdır. Ağaoğlu Fransa yıllarında kısa süre içerisinde Renan’ın dikkatini çekmiş ve onun himayesinde bir dizi önemli çalışmalar yapmıştır. Bununla birlikte Ağaoğlu’nun Batılılaşma düşüncesinde ve modernleşme teklifinde Fransa’daki eğitimi ve ilişkileri kadar Azerbaycan tecrübesinin oldukça önemli bir yere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Hatta onu Darmesteter ve Renan’a Ağaoğlu, Üç Medeniyet, s. 64. Muhammed R. Feroze, “Laiklikte Aşırılık ve Ilımlılık”, Türkiye’de İslâm ve Laiklik, Ed. ?, İnsan Yayınları, İstanbul 1995, s.27. 9 Ahmet Ağaoğlu, Gönülsüz Olmaz, ?, Ankara 1941, s.30. 10 Ahmet Ağaoğlu, Ben Neyim, ?, İstanbul 1939, s.19. 7 8 244 Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev) yaklaştıran eğilimlerin Azerbaycan ve Rusya’daki izlenim ve değerlendirmeleri olduğu görülmektedir.11 Ağaoğlu’nun ilk gençlik yıllarını geçirdiği on dokuzuncu yüzyıl Azerbaycan’ı; Rusya, Osmanlı ve İran’da hissedilen değişim ve dönüşümü derinden hisseden bir bölgedir. Türk ve İran kültürünün izlerini taşıyan Azerbaycan on dokuzuncu yüzyılda Rus işgalinden sonra yeni bir kültürle de temas halinde olmaya başlamıştır. 1804 yılında başlayan Rus işgali, 1828’de Rus Çarlığı ve İran arasında imzalanan Türkmençay Anlaşması sonucu Rusya’nın siyasî hakimiyetiyle neticelenmiştir. Bu dönemle birlikte, özellikle 1840’lardan itibaren, Rusya Çarlığı Kafkasya bölgesini Rus idaresinin parçası yapma sürecini hızlandırmıştır. Yüzyılın sonlarına kadar Rus yönetimi yerel halkı çok fazla tedirgin etmemiş olsa da bazı topraklar yerel beylerden ve ağalardan alınarak istimlak edilmiş ve yine birçok Müslüman memur görevlerinden uzaklaştırılmıştır.12 Bu süreçte çeşitli bölgelerden Ermeni nüfusun göç ettirilmesi suretiyle Azerbaycan üzerindeki Rus hakimiyetinin artırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Bu iskân politikasının bölgenin demografik yapısını ne denli değiştirmiş olduğu on dokuzuncu yüzyılın başındaki ve sonundaki Ermeni nüfusun genel nüfusa oranı üzerinden açıkça anlaşılmaktadır. Öyle ki Şuşa’daki Ermeni nüfusu 1823’te %27,5 oranına karşılık gelirken henüz on yıl dahi olmadan 1832’de bu oran %44,9’a ve 1897’de ise %53,1’e yükselmiştir.13 Artan Ermeni nüfus idarî görevlerdeki etki ve nüfuzun Müslümanların aleyhine işlemesini beraberinde getirmiştir. Bu da Türklerin modern eğitim alıp devlet dairelerinde görev alma isteklerine yol açmıştır. Azerbaycan Rus egemenliğini idarî ve kültürel açıdan hazmetmeye çalışırken ticarî hayatta da büyük değişimlerle karşılaşmaya başlamıştır. Özellikle 1859’da Bakü’de ilk kez petrolün bulunması bu değişimin hızlandırıcı faktörü olarak kendisini göstermiştir. Yüzyılın ikinci yarısında ticaret, sanayi ve şehir merkezlerinde yaşanan büyüme bir yandan Müslüman Türklerin durumunu daha da zora sokarken bir yandan da pek çok Müslüman aydın ülke meselelerine çareler aramaya başlamıştır. 14 1869 doğumlu Ahmet Ağaoğlu da Azerbaycan’daki geleneksel düzenin Rus idaresiyle karşılaştığı bu sancılı dönemin şahitlerinden biri olmuştur. Bu gerilimli dönemin onun fikir hayatını derinden etkilemiş olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim onun Türkiye’nin toplumsal yapısında tenkit ettiği neredeyse bütün hadiseleri Hilmi Ozan Özavcı, Intellectual Origins of the Republic Ahmet Ağaoğlu and the Genealogy of Liberalism in Turkey, Brill, Leiden 2015, s.46. 12 A. Holly Shissler, Between Two Empires, I.B. Tauris Publisher, London 2002, s. 58. 13 Hayri Çapraz, “19. Yüzyılda Rusya’nın Karabağ Politikası”, Belgi, S.3, Kış 2012/1, s.237-8. 14 Dursun Çelik, “XIX ve XX. Yüzyıllarda Azerbaycan Birinci Bölüm”, Bilig, S.3, Güz 1996, s. 64-5. 11 245 Salih Zeki HAKLI Azerbaycan’daki hayatına bakarak dile getirdiği kendi hatıratı incelendiğinde anlaşılmaktadır. Bu manada Ağaoğlu’nun Batılılaşmayı Türkiye için mecbur gören travmatik anlayışının temelinde Osmanlı Devleti’nin yıkılması kadar on dokuzuncu yüzyılda Azerbaycan’daki toplumsal hayat ile modern Rus okullarındaki eğitim süreci de yer almaktadır. Ağaoğlu’nun kendi hatıratından anladığımıza göre bu dönemde Azerbaycan’da İran menşeili dinî anlayış ile Rusya menşeili modern anlayış arasında güç mücadelesi yaşanmaktadır. Ağaoğlu kentin en saygın ve muteber ailelerinden birisine mensup olması nedeniyle ailesi hem yerli halk nazarında belirli bir itibara sahip olmuş hem de Rus idarecilerle yakın ilişkide bulunmuşlardır. Bu durum Ağaoğlu’nun her iki tarafın dünyayı anlama biçimine yakından temas etmesini sağlamıştır. Ağaoğlu ailesini ve çevresini tasvir ederken Şii mezhebine dayalı dinî inancın ve aşiret yapısının sosyal hayatı belirleyen temel pre-modern unsurlar olduğunu zikretmektedir. Öyle ki Azerbaycan toplumundaki tüm statü, roller ve davranış kalıplarının buna göre tasarlanmış durumda olduğunu belirtmektedir.15 Dedesi kent halkı tarafından saygı duyulan bir alim ve şairdir. Bununla birlikte ailesinde etkin olan esas kişi amcasıdır. Dindar ve sert birisi olarak tasvir ettiği amcasının babası ve annesi üzerinde hâkim konumda olduğunu ifade etmektedir. Ağaoğlu’nun aile hayatıyla ilgili olarak annesinden bahsettiği kısımlar oldukça önemlidir. Zira ilerleyen yıllarda kadınların aile ve toplumsal hayattaki etkinliğini artırması meselesine büyük ehemmiyet vermiştir. Ağaoğlu’nun kadınların hayatlarına ilişkin eleştirdiği birçok husus ile annesinin aile içindeki konumuna ilişkin ifadeleri birçok yerde paralellik göstermektedir. Ağaoğlu, kendisinin ailede köle gibi olduğunu bilen ve bu köleliğe kendisini teslim eden bir kadının kendi şahsiyeti kadar yetiştirdiği çocukların şahsiyetine de zarar verdiğini ifade etmektedir. Müslüman toplumlarda kadın ve erkek arasındaki bu ilişki biçiminin kişinin henüz çocukluk döneminde yerleşmeye başladığını ve toplumsal yapıdaki tüm sorunların kaynağında da kişinin bu dönemde edindiği kötü izlenim ve tecrübelerin etkisi olduğu sonucuna ulaşmaktadır.16 Ağaoğlu’nun düşünce sisteminde kendi aile hayatı kadar dönemin toplumsal yapısının ve bu yapıdaki değişimin de etkili olduğu söylenebilir. Bu değişim sürecinde yerel Rus idareciler modern Rus anlayışını yerleştirmek isterken din adamları ise geleneksel din anlayışına dayalı eğitim sistemini korumaya çalışmaktadır. Bilhassa geleneksel ilişkiler sistemi ile Rus anlayışı arasındaki mücadele gençler üzerinde tesirini göstermiştir. On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısındaki Rus hakimiyeti 15 16 Samet Ağaoğlu, Babamdan Hatıralar, Zerbamat Basımevi, Ankara 1940, s.64. Ağaoğlu, Üç Medeniyet, s. 63. 246 Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev) gençlerin toplumdaki geleneksel rollerini ve konumlarını sorgulamalarını beraberinde getirmiştir.17 Ağaoğlu, kendi gençlik döneminde, yaşlı Ermenilerin yaşantı ve davranış açısından Türklere çok benzediklerini ama gençlerin farklı konuştuklarını, giyindiklerini ve davrandıklarını belirterek bu kişilerin Türkleri küçük gördüğünü söylemektedir. Ağaoğlu’nun da içinde yer aldığı bu genç Türk kuşak hem bu mukayese hem de aldıkları modern eğitim ve karşılaştıkları yeni fikirler sonrasında kendi konumunu, statüsünü ve geleceğini ilk kez sorgulayan nesle karşılık gelmektedir. 18 Azerbaycan’da yaşanan bu idarî, iktisadî ve kültürel değişim süreci elbette ki sadece gençleri değil, Müslüman halkın tamamını ikilem içinde bırakmıştır. Buna göre Müslümanlar ya geleneklerine bağlı kalmak ya da modern Rus ilişki sistemine dahil olmak şeklindeki iki seçenek arasında kalmışlardır. Bu seçeneklerin arasında eğitim meselesi ise ayrı bir öneme sahip olmuştur. Zira çocukların eski okullarda eğitimlerini sürdürmeleri halinde geleneksel beşerî ilişkiler kendisini muhafaza edecektir. Buna karşın Müslüman çocukların bölgede açılan yeni Rus okullarına gönderilmesi halinde ise Rus bürokrasisinde ve ticari hayatta Müslümanların da yer alması mümkün olabilecektir. Bu süreçte Türkler Rusya’nın marifetiyle bölgeye hızla göç ettirilen Ermeni nüfusla rekabet edebilmek, yeni sosyo-ekonomik düzenin parçası olabilmek ve oluşan bu yeni duruma uyum sağlayabilmek için Batılı veya Rus eğitim sürecinden geçmek durumunda olduklarına inanmaya başlamışlardır. Bu kapsamda Azerbaycan’daki ilk değişim hamlesi “Usul-i Cedit” adıyla başlamıştır. Özellikle Müslüman halkın açtığı seküler eğitim kurumları aracılığıyla toplumun, özelde ise kadınların, durumlarının değiştirilmesi hedeflenmiştir.19 Bölgedeki Rus idaresi bu gelişmeden başta memnuniyet duymasına karşın, bu okulların bölgenin tam manasıyla Ruslaştırılmasını engellemesi nedeniyle zamanla bu tavır değişmeye başlamıştır. Rus idareciler, bölgedeki din adamlarının toplumun davranışların şekillendirmede en tesirli güç olduklarını kısa süre içerisinde fark etmişlerdir. Din adamlarının halka verdikleri vaazlarda Rus karşıtı fikirleri dile getirmeleri ve bu yeni okullarda farklı bir bilinçlenme durumunun ortaya çıkması Rusların yönetim ve eğitim anlayışında birtakım değişikliklere gitmelerine neden olmuştur. Ruslar süreci tersine çevirmek için din adamlarının Rusya tarafından eğitilmesini ve böylece Rus hakimiyet ve idaresine aykırı düşen fikirlerin yayılması yerine din adamlarının yönetimin birer aracı haline Shissler, age, s.45. S. Ağaoğlu, age, s.68. 19 Reyhan Yakışan, 19. Yüzyıl Azeraycan Kadının Sosyal Durumunun Yenileşmesinde Hacı Zeynelabidin Tagiyev’in Etkileri”, Türk Tarihi Araştırmaları, C.2, S.1, Bahar 2017, s.103. 17 18 247 Salih Zeki HAKLI getirilmesini uygulamaya çalışmışlardır. 20 Nitekim gerek Müslümanların açtıkları modern okulların ve ulemanın etkisini azaltmak için Rus eğitimini ve kültürünü verecek yeni okulların Azerbaycan’da açılmasına karar verilmiştir. Rus idaresi, bilhassa İran’ın bölgedeki tesirini azaltmak için, çok sayıda Rus-Tatar okulu açması ve Müslüman halkı Rus kültürüne dahil etme gayretleri bölge insanı üzerinde değişik tesirler bırakmıştır. Modern ilimlere temas eden Müslüman Türkler kendi halklarının mevcut siyasî ve kültürel durumuna itiraz ederek toplumları için mücadele etme gayreti içine girmişlerdir. Bununla birlikte bölgedeki İran ve Şii nüfuzunu geriletmeyi Ruslar değil, bu yüzyılın sonlarından itibaren Pantürkist aydınlar başarmıştır. Ahmet Ağaoğlu da ilkokulu geleneksel değerler ekseninde eğitim veren Şuşa’daki Sıbyan mektebinde tamamlamış olsa da ailesinin Rus idarecilerle olan yakın ilişkisi nedeniyle ortaokul ve lise eğitimini modern Rus okullarında tamamlamıştır. Ortaokulu 1884’te bitiren Ağaoğlu, 1887’de Şuşa’da lise eğitimi veren Rus Gymnassium’unu ve 1888’de ise Tiflis’teki liseyi başarıyla bitirmiştir. Şuşa’daki Gymnasium onun fikir hayatındaki ilk farklı etkiyi doğuran yer olmuştur. Çarlık Rusya’sı on dokuzuncu yüzyılda ihtilal söylemiyle hareket eden Dekabristleri Sibirya ve Kafkasya’ya sürgün yollamıştır. Bu da bölgenin yeni fikirlerle tanışmasına yol açmıştır.21 Ayrıca bu yıllarda, özellikle 1870 sonrası, Narodnik (Popülist) hareketinin oldukça güçlü olduğu bilinmektedir. Rus aydınları Rusya’nın taşra bölgelerine “Halka gidelim!” düsturuyla giderek, otokrasi ve müesses din anlayışı karşıtı fikirleri yaymaya çalışmışlardır. Ağaoğlu’nun okuduğu okulda da bu devrimci fikirleri savunan öğretmenlerin olduğu görülmektedir.22 Ağaoğlu, lisedeki bu devrimci Rus öğretmenlerin, kendisinin mensubu olduğu Müslüman toplumun inanma, düşünme ve yaşama biçimini sorgulamasını nasıl sağladığını detaylıca anlatmaktadır.23 O, bu dönemde sürekli gelenek ve modernite arasında karşılaştırma yapmakta ve yeni olana hayranlığını ifade ederken eski olanı tenkit etmektedir. Ağaoğlu’nun hatıratında gençlik yıllarındaki bu iki farklı yapıyı okulların yapısından öğretmenlerin niteliğine, ders müfredatlarından ödül-cezalandırma anlayışına kadar tüm yönleriyle mukayese ettiği görülmektedir. Bu ifadelerinde çocukken gittiği Sıbyan mektebini olumsuz tasvir ederek, onu Rus lisesiyle kıyaslar. Mektepte sıra olmadığını, 6-15 yaş arası erkek çocukların döşeme tahtasına diz çökerek bağıra bağıra sallandıklarını, muallim efendilerin ellerinde uzun değnek, Çelik, agm, s.66. Yakışan, agm, s.95. 22 Shissler, age, s.55. 23 Yusuf Akçura, Yeni Türk Devletinin Öncüleri 1928 Yılı Yazıları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981, s.171. 20 21 248 Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev) başuçlarında koca falaka asılı olduğunu detaylarıyla anlatır. Tüm bu unsurlar Rus okulundaki eğitim yapısı ve sistemiyle mukayese edilir ve modern olan yeni eğitim modeli övülür.24 Ağaoğlu iki eğitim kurumundaki bu farklılığın ilk günden itibaren kendi dikkatini çektiğini bunun cevabını ömrü boyunca aradığını söyler. Ağaoğlu’nun eğitim hayatı kadar düşünce sisteminde de Tiflis tecrübesi oldukça önemli yere sahiptir. 1887’de lise son sınıfı Tiflis’te okumuştur. Ağaoğlu, doğup büyüdüğü Şuşa’dan sonra ilk defa farklı bir şehre gelmiştir. Burası Hristiyanların çoğunlukta olduğu bir şehir olmasının yanı sıra Şuşa’dan daha heterojen bir toplumsal yapıyı da barındırmaktadır. Nitekim Ağaoğlu Tiflis’te devrimci fikirlerle daha yoğun şekilde temas halinde olmuştur. Rus öğretmenler ile geleneksel muallimler arasında yaptığı kıyaslamalar, artık yerini Tiflis’teki devrimciler ile Azerbaycan’daki ahundlara (mollalara) bırakmıştır. Bu noktada Ağaoğlu devrimcilerin ele aldıkları fikirler ve hedefledikleri amaçlar ile mollaların düşündükleri arasında derin uçurumlar bulunduğunu ileri sürmekte ve devrimcileri daha gerçekçi ve önemli meselelerle ilgilenen kişiler olarak tanımlamaktadır. Ağaoğlu, bu değerlendirmesinden hareketle, Tiflis’te artık geleneksel ve dinî değerlerinin kendi hayatı üzerindeki etkisinin azalmaya başladığını belirtmektedir.25 Ağaoğlu’nu Tiflis’te devrimcilerin görüşleri kadar etkileyen birkaç hadise daha gerçekleşmiştir. Bunların ilki okuduğu lisenin idaresi tarafından Ermeni bir kıza geometri ve cebir dersi vermekle görevlendirilmesiyle yaşanmıştır. Ders verdiği bu kızın iyi eğitimli ve kendine güvenen birisi olması onu oldukça etkilemiş ve bu durumu kendi annesi ve kız kardeşlerinin yanı sıra kendi toplumundaki kadınlar üzerinden değerlendirmeye başlamıştır. Bu tecrübe sonucunda kendi toplumundaki kadınların davranış şekli ve konumlarının değişmesi gerektiğine yönelik inancı pekişmiştir. Nitekim Ağaoğlu, 1901’de kaleme aldığı ve ilk baskısı Tiflis’te yapılan “İslamlıkta Kadın” başlıklı kısa kitabında Müslüman kadınların aile ve toplum hayatındaki mevcut konumuna ilişkin bu görüş ve eleştirilerini ele almıştır. 26 Tiflis’te kendisini etkileyen bir diğer hadise Tiflis'teki Müslüman mahallesindeki gözlemleri olmuştur. Tiflisliler tarafından “Şeytan Pazar” olarak adlandırılan bu bölgenin dar ve pis sokaklardan meydana geldiğini; evlerin ve dükkanların ufak, fakir ve biçimsiz durduğunu; insanların kıyafetlerinin şehrin diğer sakinlerine göre intizamsız olduğunu; şehrin öteki tarafında oturanların buraya geldikleri zaman kendilerini yüksek gördüklerini ve burada yaşayanlarla saygısızca konuştuklarını aktarmaktadır. İki Age, 169 S. Ağaoğlu, age, s.82. 26 Ahmet Ağaoğlu, İslamlıkta Kadın, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul 1959, s.17. 24 25 249 Salih Zeki HAKLI farklı toplumsal grup arasında birbirine karşı yukarı ve aşağı tavırlar takınılmasının dimağını kurcaladığını ve bu durumun o yıllarda içini bulandırdığını belirtmektedir. 27 Ahmet Ağaoğlu Tiflis’teki lise eğitiminden sonra üniversite eğitimi için St. Petersburg’a gitmiştir. Batılı tarzda inşa edilmiş Petersburg’a geldiğinde bu şehre hayran kalmıştır. Nitekim şehri değiştiren modernleşme sürecinden övgüyle bahsetmektedir. Bu şehirde kısa süre kalsa da Paris’e gitmeden önce Batılı tarzda bir şehir tecrübesi edindiği ve tüm bu tecrübenin onun sonraki yaşamını etkilediği aşikârdır. Bununla birlikte üniversite eğitimi için Petersburg’a gitmede önce artık Şuşa’dakinden farklı bir kimliğe sahip olduğunu açıkça kabul etmektedir. Petersburg’a gitmeden önce 2,5 ay kadar Şuşa’da eski şehrinde geçirdiği dönemde içinde büyüdüğü muhitin kendisine artık ağır gelmeye başladığını söylemektedir. Zihninde ve kalbinde mensup olduğu muhite tamamen yabancı sınırların açılmakta olduğunu hissettiğini ve manevi varlığının ikiye bölünmeye başladığını dile getirmektedir. Modern Batılı eğitim aldığı lisede başka düşüncelerle meşgul olduğunu ve başka insanlar başka fikirler ve endişeler arasında yaşadığını belirtirken; eve gelince tamamen yabancı bir muhitte girdiğini, burada amcasının misafiri olan mollaların yaptıkları tartışmaları anlamsız bulduğunu ve kendisindeki bu iki ayrı varlığın birbirine karışmaksızın yan yana yaşamaya devam ettiğini ifade etmektedir. 28 Sonuç Ağaoğlu’nun Azerbaycan’da başlayan modern eğitim süreci ve bu süreç zarfında yaşadığı değişim esasında on dokuzuncu yüzyılın sonunda İran’ın nüfuzundan kurtulan Azerbaycan entelijansiyasının fikrî sürecini anlatır durumdadır. Modern eğitim almış bu kişiler memleketlerin kurtulması ve güçlenmesi için Batılı tarzda bir değişimi elzem görmektedir. Kafkasya’daki bu tecrübe sadece bölgeyle sınırlı kalmamış, buradaki entellektüellerin İstanbul ve Anadolu’ya gelmesiyle birlikte bu tecrübe Türk modernleşmesine de tesir etmiştir. 29 Ahmet Ağaoğlu da, Türklerin ve kendisinin geleceği olarak gördüğü, Türkiye’nin güçlenmesi ve varlığını sürdürmesi için Batılı bir değişim modeline canı gönülden inanmıştır. Bu değişimin ise bireyin başlı başına bir değer olarak görülmesi ve bireyin yüceltilmesi neticesinde gerçekleşebileceğini savunmuştur. Ama ona göre Doğu’daki bütün toplumlarda birey etkisiz halde bırakılmıştır. Bunun nedenini ise kadınların aile ve toplum hayatında geri planda bırakılmasına bağlamıştır. Müslüman S. Ağaoğlu, age, s.78. Age, s.74. 29 Feroze, agm, s.32. 27 28 250 Çarlık Rusya’sında Yetişmiş Bir Türk Aydın-Siyasetçi Portresi: Ahmet Ağaoğlu (Agayev) toplumlarda ve özelde Türkiye’de kadının mevcut durumu değişmedikçe bu sorunun çözülemeyeceğini belirtmiştir. Nitekim Ağaoğlu’nun Fransa’dan döndükten sonra Azerbaycan’da alfabenin değiştirilmesi kadar önem verdiği bir diğer husus kadınların statü ve rollerinin değiştirilmesi çalışmaları olmuştur. Ahmet Ağaoğlu, toplumun değişmesi için Batı medeniyetinin örnek alınmasını bu bağlamda tavizsiz şekilde savunmuştur. Buna karşın vefatından üç sene önce kaleme aldığı hatıratında ise bu teklifinin maliyetinden açık yüreklilikle bahsetmektedir. Annesinin ısrarıyla modern bir eğitim almış olması sonrası kendisini “bütünlüğünü kaybetmiş” biri olarak tanımlamaktadır: Bütünlüğünü kaybetmiş ne tam Doğulu ne de tam Batılı biri olarak... Kaynakça AĞAOĞLU, Ahmet, Devlet ve Fert, Sanayiinefise Matbaası, İstanbul 1933. AĞAOĞLU, Ahmet, Ben Neyim, ?, İstanbul 1939. AĞAOĞLU, Ahmet, Gönülsüz Olmaz, ?, Ankara 1941. AĞAOĞLU, Ahmet, İhtilal mi İnkılap mı?, Alaeddin Kıral Basımevi, Ankara 1942. AĞAOĞLU, Ahmet, İslamlıkta Kadın, Nebioğlu Yayınevi, İstanbul 1959. AĞAOĞLU, Ahmet, Üç Medeniyet, Doğu Kitapevi, İstanbul 2013. AĞAOĞLU, Samet, Babamdan Hatıralar, Zerbamat Basımevi, Ankara 1940. AKÇURA, Yusuf, Yeni Türk Devletinin Öncüleri 1928 Yılı Yazıları, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981. ÇAPRAZ, Hayri, “19. Yüzyılda Rusya’nın Karabağ Politikası”, Belgi, S.3, Kış 2012/1, s.231-240. ÇELİK, Dursun, “XIX ve XX. Yüzyıllarda Azerbaycan Birinci Bölüm”, Bilig, S.3, Güz 1996, s. 60-79. FEROZE, Muhammed R., “Laiklikte Aşırılık ve Ilımlılık”, Türkiye’de İslâm ve Laiklik, Ed. ?, İnsan Yayınları, İstanbul 1995, s.23-40. HAKLI, Salih Zeki, “Ahmet Ağaoğlu’nun Batılılaşma Düşüncesinde Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Kültürel Değişim”, Muhafazakâr Düşünce, S. 54, MayısAğustos 2018, s. 117-141. KARA, İsmail, Din ile Modernleşme Arasında Çağdaş Türk Düşüncesinin Meseleleri, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2012. 251 Salih Zeki HAKLI ÖZAVCI, Hilmi Ozan, Intellectual Origins of the Republic Ahmet Ağaoğlu and the Genealogy of Liberalism in Turkey, Brill, Leiden 2015. SHISSLER, A. Holly, Between Two Empires, I.B. Tauris Publisher, London 2002. YAKIŞAN, Reyhan, 19. Yüzyıl Azeraycan Kadının Sosyal Durumunun Yenileşmesinde Hacı Zeynelabidin Tagiyev’in Etkileri”, Türk Tarihi Araştırmaları, C.2, S.1, Bahar 2017, s.92-111. 252 C - Sosyal ve İktisadi Hayat Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı 1 Doç. Dr. Yıldız DEVECİ BOZKUŞ Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Özet: Bu çalışma Türkiye’nin son dönemde geliştirdiği “yumuşak güç” anlayışı çerçevesinde Türk yükseköğrenim kurumlarında eğitim gören Güney Kafkasya kökenli öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce ve geldikten sonra Türkiye'ye yönelik algı ve tutumlarının ölçülmesi ve değerlendirilmesini amaçlamaktadır. Bu çalışmanın odak noktasını oluşturan araştırma ile Güney Kafkasya ülkelerinden gelen öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce ve geldikten sonra Türkiye hakkındaki algıları arasında bir değişim olup olmadığı ve değişim söz konusu ise bu değişimin ne yönde olduğunun ölçülmesi planlanmaktadır. Bununla beraber bu çalışma, Güney Kafkasya ülkeleri ile olan ortak değerlerin ortaya konulması, bölge ülkeleri arasında özellikle eğitim alanındaki işbirliğinin geliştirilmesi, Güney Kafkasya ülkeleri ile Türkiye arasında kültürel bağların ve buna ek olarak toplumsal belleğin güçlendirilmesi için neler yapılabileceği noktasında bazı çıkarımlar yapmayı da öngörmektedir. Diğer bir deyişle bu çalışma Türkiye'ye gelen öğrencilerin Türkiye'de bulundukları süre zarfında Türkiye hakkındaki algılarının pozitif yönde gelişip gelişmediğinin tespitini de amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Kafkasya, Eğitim, Öğrenci, Türkiye Abstract: This study aims to measure and analyze the perceptions and attitudes of South Caucasian students, who have been educating in Turkish higher education institutions, on Turkey before and after their arrival in Turkey within the framework of “soft power” mentality, that Turkey has recently opted for. Via the survey establishing the core of this study, it is intended to measure whether there is a change of perception on Turkey before and after the students’ arrival in Turkey, and if there is a change of perception, this study tries to understand the direction of it. Moreover, this study also targets to put forward the common values between Turkey and South Caucasian countries, as well as to advise on what can be done to develop cooperation in the field of education and to strengthen the cultural ties and, additionally, social memory among 1 Bu çalışma 2017 yılında Doç. Dr. Yıldız DEVECİ BOZKUŞ ve Arş. Gör. Eda BEKCİ ARI tarafından hazırlanan “Güney Kafkasya Kökenli Öğrencilerin Türkiye’ye Gelmeden Önceki ve Geldikten Sonraki Türkiye Algılarının Değişimi” adlı proje verilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Yıldız DEVECİ BOZKUŞ regional countries. In other words, this study intends to put forward whether the South Caucasian students’ perception of Turkey has progressively developed during their stay in Turkey. Key Words : Caucasia, Education, Student, Turkey Giriş Sovyetler Birliği döneminde Türkiye’nin ilişkileri büyük oranda Sovyet yönetimi üzerinden sürdürdüğü Güney Kafkasya’da, Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte bölgede 3 yeni devlet ortaya çıkmıştır. Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’dan oluşan bu ülkelerin gerek bölgedeki tarihi mevcudiyeti gerekse coğrafi ve stratejik önemi geçmişte olduğu gibi günümüzde de büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle tarihsel anlamda küresel ve bölgesel güçler Kafkasya genelinde ve Güney Kafkasya özelinde dönemsel olarak bölgeye yönelik farklı politikalar geliştirmişlerdir. Tarihte bu bölgedeki mücadeleler büyük oranda Osmanlı-Pers-Rus imparatorlukları araısnda sürdürülmüşken, günümüzde bölgenin tarihi aktörleri arasına yenilerinin de katıldığı görülmektedir. Bu noktadan konuya bakıldığında Kafkasya bölgesinin stratejik öneminin kendiliğinden bir kez daha ortaya çıktığı görülür. Özellikle ABD, Fransa, Almanya, Avrupa Birliği vb. batılı devletlerin yanı sıra son dönemlerde Bir Kuşak Bir Yol Girişimiyle Çin’in de bölgede ciddi yatırımlarının olması bölgesel güçlere küresel güçlerin de dahil olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Soğuk Savaş döneminin sonra ermesiyle birlikte uluslararası ilişkilerin mevcut kavramlarından bazıları geleneksel tanımlarının ötesinde yeni bir kavramsallaştırma çerçevesinde ele alınmaya başlanmıştır. Yeniden tanımlanan ve böylelikle mevcut tanımının sınırlarının genişletilmeye çalışıldığı kavramlardan biri de “güç” kavramı olmuştur. Klasik uluslararası ilişkiler kuramları, özellikle de realizm, gücü politik/askeri bir çerçevede değerlendirip devletleri uluslararası sistemde güçlerini maksimize etmeye çalışan aktörler olarak değerlendirirken, Soğuk Savaş’ın gevşediği dönemlerde ve özellikle de bitişinden sonra gücün politik/askeri çerçevesi dışına çıkılarak, devletin ekonomik ve sosyo-kültürel potansiyelinin de en az politik ve askeri kaynakları kadar önemli olduğu düşünülmeye başlanmıştır. Böylece Joseph Nye’ın ifadesiyle politik ve özellikle askeri gücü tanımlamak için kullanılan “sert güç” kavramının yanında “yumuşak güç” kavramı da kullanılmaya başlanmıştır. Yumuşak güç en basit tarifiyle bir aktörün başka bir aktörün tercihlerini zor kullanmadan değiştirme kapasitesini ifade eder; diğer bir deyişle yumuşak güç bir aktörün sert güç aracılığıyla ve zor yoluyla bir başka aktörü kendi çıkarları 256 Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı doğrultusuna yönlendirmek yerine, farklı yöntemler kullarak ve ikna/rıza yoluyla kendi çıkarları doğrultusuna yönlendirmesi olarak düşünülebilir. 2 Dünya üzerinde uluslararası ilişkilerde öne çıkan “yumuşak güç, siyasi güç, ekonomik güç, sivil güç, normatif güç, kültürel güç… vb.” gibi belirleyici değerlerden yola çıkarak bu durumun Türkiye üzerindeki etkisinin eğitim alanındaki yansımalarının anlaşılması için bir araştırma tasarlanmıştır. Bu çalışma kapsamında eğitim amacı ile Güney Kafkasya'dan (Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) gelen öğrencilerin, Türkiye'ye yönelik algı ve tutumlarının ölçülmesi ve değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Öğrencilerin Türkiye algılarının ortaya konması, gelmeden önce ve geldikten sonraki algıları arasında bir değişim olup olmadığı ve değişim söz konusu ise bu değişimin ne yönde olduğunun ölçülmesi planlanmıştır. Çalışmanın hazırlanması aşamasında Türkiye’de eğitim gören Güney Kafkasya uyruklu öğrencilerin eğitim gördükleri şehirler ve okullar tespit edilerek bu okullarda yüz yüze anketler gerçekleştirilmiş ve karşılaştırılabilir bir veri elde edebilmek için tüm topluluğu temsil edecek bir örneklem seçilmiştir. Her gruptan eşit oranda öğrenci seçilmesi hedeflenmiş ancak Türkiye’deki Ermeni öğrencilerin sayısının azlığı ve mevcut öğrencilerinde deşifre olmamak için bu ankete katılmak istememeleri nedeniyle anketi gerçekleştirme konusunda ciddi bir sorun yaşamış ve 50 olması beklenen örneklemde sadece 16 öğrenciye ulaşılabilmiştir. Azerbaycan için 55, Gürcistan için ise 58 denekten alınan verilerden yola çıkılarak anketler grafiklere dönüştürülmüştür. Yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’de geçirdikleri süre ve eğitim beklentisine baktığımızda çalışmanın farklı illerde yürütülmesi sebebi ile yaşanan sıkıntıların ve oluşan olumlu veya olumsuz algının bölgesel değil genel olduğu görülmüştür. Öğrencilerin arkadaşlık ilişkileri kurabilmeleri ve sosyalleşme süreçlerine katkıda bulunulması, çoğunlukla yurt ve evlerde kaldıklarını dikkate alarak bu anlamda kaldıkları alanlardaki konforlarının ve güvenliklerinin artırılması, Türkiye’ye eğitim amaçlı gelen öğrencilere Türkiye’nin daha iyi anlatılması ve kültürümüzle ilgili bilgilendirmelerin yapılması ile Türkiye’ye daha fazla uyum göstermelerinin sağlanabileceğini söylemek mümkündür. Öğrenciler ile kurulacak iletişimin güçlendirilmesi hem öğrencilerin Türkiye’de geçireceği sürede kendilerini daha iyi hissetmelerine, hem hali hazırda mevcut olan güven ve sempati duygusunun artması ile Türkiye’den daha olumlu hislerle ayrılmalarına yardımcı olacağını da belirtmekte yarar vardır. 2 “Yumuşak güç” kavramının detaylı bir tartışması için bkz. Joseph S. Nye, Soft Power: The Means To Success In World Politics, New York: Public Affairs Publications, 2004, ss. 5-11. 257 Yıldız DEVECİ BOZKUŞ Çalışmanın hazırlanması aşamasında öncelikle kapsamlı bir literatür çalışması yapılmış olup, konuyla ilgili benzer çalışmalar incelenmiştir. Literatür araştırması sonucunda doğrudan doğruya Güney Kafkasya ülkelerini kapsayan bir çalışmanın bulunmadığı tespit edilmiştir. Çalışma kapsamında özellikle Ermenistan ve Türkiye arasında diplomatik ilişkilerin tesis edilmemiş olması, Ermenistan’ın Türkiye ile sınırının kapalı olması ve 1915 tehcirinin Ermenistan’da “soykırım” olarak tanımlanması nedenleriyle iki ülke arasında yaşanan sorunların Türkiye’deki Ermenistan kökenli öğrenci sayısını olumsuz etkilediğini belirtmekte yarar vardır. Nitekim bu çalışmanın özünü oluşturan anketin gerçekleştirilmesi için görüşülen birçok anket firması Türkiye’deki Ermeni öğrencilerin sayısının azlığından dolayı ve mevcut öğrencilerin de kimliklerini açığa çıkarmamak için bu ankete katılma konusunda isteksiz olmaları nedeniyle anketi gerçekleştirme konusunda ciddi bir sorun yaşamıştır. Bu husus gerçekten de çalışma sırasında karşılaşılan en büyük güçlüklerden biri olmuştur ve ancak Türkiye’de bulunan Ermeni dernekleri ile yapılan görüşmeler sonucunda derneklerin yönlendirdiği öğrencilerin ankete katılması ile Ermenistan kökenli öğrenciler de sınırlı sayıda da olsa çalışmaya dâhil edilebilmişlerdir. Bu öğrenciler kimliklerinin açığa çıkmayacağı konusunda ikna edilirken gizliliklerinin korunması için araştırmacıların kalite standardı olan “güvenilir araştırma belgesi” (GAB) standartlarına uygun hareket edileceği kendilerine bildirilmiştir. Ermenistan kökenli öğrencilerin çalışmaya katılmayı kabullerinde yaşanan gecikmeler proje takvimine ek olarak süre istenmesine de neden olunmuştur. Tüm bu çabalara rağmen bu çalışma kapsamında Azerbaycan kökenli 55 ve Gürcistan kökenli 58 öğrenciye ulaşılabilirken Ermenistan kökenli sadece 16 öğrenciye ulaşılabilmiştir.3 Böylece görüşülen toplam öğrenci sayısı 129 olmuştur. Çalışmanın bir diğer sınırı da coğrafi sınırlamasıdır. Bu çalışma yalnızca Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’dan oluşan Güney Kafkasya bölgesinden gelen öğrenciler üzerine odaklanmaktadır. Elbette Güney Kafkasya değil, Kuzey Kafkasya veya genel olarak Kafkasya’nın tamamından Türkiye’ye gelen öğrencilerin gelmeden önce ve geldikten sonraki algılarının ölçülmesi çok daha verimli sonuçlar doğuracaktır. Ancak bu çalışmanın sınırları sadece Güney Kafkasya olarak 3 Raporlama sırasında elde edilen verilerin gelecek stratejilerinde belirleyici olabilmesi için istatiksel raporlanabilir örneklem sayısı 30 kabul edilir. Bunun altında kalan örneklem sayılarında elde edilen veriler ne kadar dikkate alınsa da, kesin bilgi olarak kabul edilememektedirler. Grupların arasında örneklemin farklı oluşu ise iki örneklem arasında karşılaştırma yapılırken yüzdesel oranların örneklem içerisindeki değerinin büyüklük küçüklük bakımından farkının ortaya koyulması açısından önem taşımakadır. Bu amaçla birkaç örneklemden oluşan kotalı araştırmalarda buna göre değerlendirme ve yorum yapılmaktadır. 258 Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı belirlenmiştir ve bu konuda araştırma yapacak olan akademisyenler için bu çalışmanın devamı mahiyetinde Kuzey Kafkasya veya daha genel olarak Kafkasya bölgesi çerçevesinde benzer çalışmalar yapılmasına da öncülük etmesi hedeflenmektedir. Çalışma kapsamında karşılaşılan üçüncü bir sorun da Türkiye’de doğrudan doğruya Kafkasya’dan gelen öğrencilere eğitim veren herhangi bir yükseköğrenim kurumunun bulunmaması olmuştur. Bu nedenle anketin uygulandığı denekler daha ziyade Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) sistemindeki verilerden yararlanılarak tespit edilmiştir. YÖK’ten alınan bilgiler çerçevesinde Güney Kafkasya’dan eğitim amaçlı Türkiye’ye gelen öğrencilerin ağırlıklı olarak hangi bölümleri tercih ettiklerini de söylemek mümkündür. Çalışmaya katılan yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’ye eğitim amacı ile geldiklerinde seçtikleri bölümlere bakıldığında Gürcistan kökenli öğrencilerin öncelikli tercihlerinin İlahiyat olduğu görülmektedir. Bunun haricinde Tıp, Hukuk, Turizm ve Fransızca öğretmenliği de yine öncelikli tercihleri arasında yer almaktadır. Azerbaycan kökenli öğrencilerin Türkiye’de eğitim gördüğü bölümler incelendiğinde öncelikli tercihlerinin İşletme olduğu göze çarpmaktadır. İkinci sırada tercih edilen bölümler ise İktisat, Maden Mühendisliği ve Turizmdir. Sonraki tercih olarak da Hukuk bölümünün önde olduğu görülmektedir. Ermenistan kökenli öğrencilerin Türkiye’de eğitim aldığı bölümlere baktığımızda ilk sırada Fransızca öğretmenliği ve Turizm görülmektedir. Bu noktada yine çalışmaya katılmayı kabul eden Ermeni öğrenci sayısının azlığı dikkate alınmalıdır. Bu çalışmanın yapılmasındaki önemli bir motivasyon da başta Güney Kafkasya olmak üzere Kafkasya’dan, bölgenin geri kalanından veya daha genel bir ifadeyle yurtdışından Türkiye’ye gelen öğrencilerin ne tür sorunlarla karşılaştıklarının tespit edilmesine katkı sağlanması amacı olmuştur. Nitekim doğrudan yabancı öğrencilerle görüşülerek hazırlanan bu çalışmanın yabancı öğrencilerle ilgilenen birimlere iletilmesi ve bu birimlerin karar alma mekanizmasında bulunan yetkililerin bu sorunlar konusunda farkındalıklarının arttırılması ve bunların çözümü noktasında insiyatif almalarına da katkı sağlaması hedeflenmektedir. Bu çalışma kapsamında tespit edilen sorunların çözümü noktasında bu birimlerin gerekli adımları atması, Türkiye’nin özellikle Güney Kafkasya ülkelerindeki mevcut algısına da olumlu yönde etki edecektir. Son yıllarda yurtdışında Türkiye’ye gerek lisans gerek yüksek lisans ve doktora eğitimi amacıyla gelen öğrenci sayısında ciddi bir artışın yaşandığı 259 Yıldız DEVECİ BOZKUŞ gözlenmekte ve birçok üniversite bünyesinde bu öğrencilerin ihtiyaçlarının karşılanması noktasında bazı adımlar atılmaktadır. Ancak çalışma sırasında özellikle Güney Kafkasya bölgesi esas alındığında diğer bölgelere oranla daha fazla eksiklikler olduğu anlaşılmıştır. Bu yönüyle üniversitelerin özellikle de uluslararası ilişkiler bölümlerinde Kafkasya üzerine akademik araştırmalar yapan enstitü ve araştırma merkezlerinin sayısının yetersizliği dikkat çekici olmuştur. Diğer bir deyişle bu çalışma aslında hem Güney Kafkasya kökenli öğrencilerin Türkiye’de karşılaştıkları sorunları ve Türkiye algılarını ortaya koyarken, diğer yandan Türkiye’nin bölgeden gelen öğrencilere yönelik olarak eğitim alanında ne tür adımlar atması gerektiğine de dikkat çekmektedir. Özellikle yabancı öğrencilerin gelecekte iş hayatında veya devlet yönetiminde kendi ülkelerinde elde edecekleri pozisyonlar Türkiye’nin bu ülkelerle ilişkilerinde etkili olacaktır. Bu bireylerin öğrencilik hayatları sırasında Türkiye hakkında olumlu bir intiba edinmeleri Türkiye’nin gelecek uluslararası ilişkiler vizyonuna da önemli katkı sağlayacaktır. Böylelikle Türkiye’nin Güney Kafkasya’ya yönelik yumuşak güç unsurlarının kuvvetlendirilmesi için de bu ve benzeri çalışmalar önemli katkılar sağlayacaktır. Literatür Çalışması Genel olarak yabancıların Türkiye algısı üzerine yapılan algı araştırmaları, Türkiye’nin dış imajının iyileştirilmesi bağlamında büyük önem arz etmektedir. Yabancı uyruklu öğrenciler üzerinde yapılan algı araştırmaları da bu çalışmaların önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Bu çerçevede, tarihi, kültürel, siyasi ve ekonomik bağlarımız bulunan Güney Kafkasya ülkelerinden Türkiye’ye eğitim amacı ile gelmiş öğrencilerin Türkiye’ye ve Türk kültürüne yönelik algılarının araştırılması, bu ülkelere yönelik izlenecek politikaların belirlenmesi açısından stratejik önem taşımaktadır. Türkiye’ye yönelik önceki algı çalışmaları incelendiğinde, bu çalışmaların odak noktalarının çeşitliliği göze çarpmaktadır. Örneğin; bu çalışmaların bir kısmı yurtdışında yaşayan yabancılar üzerinde yapılmış çalışmalar olup, bir kısmı ise Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen kişilerin, Türkçeyi öğrenme süreçlerine, Türkçe ve Türk eğitim sistemine yönelik algılarının değerlendirildiği çalışmaları kapsamaktadır.4 Algı ve tutum araştırmaları kapsamında yapılmış diğer çalışmalar 4 Hayrettin Tunçel,”Yunan Üniversite Öğrencilerinin Yabancı Dil Olarak Türkçeye Yönelik Algıları ve Türkçe Öğrenme Sebepleri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 20, No. 1 (2016), 107-128; İsmail Güleç ve Bekir İnce, “Türkçe Öğrenen Yabancıların Günlük Yaşama İlişkin Kültürel Algıları Üzerine Bir Araştırma”, Sakarya University Journal of Education, Cilt 3, No. 3 (2013), 95-106; Halit Karatay ve Nurettin Kartallıoğlu, “Kırgız Öğrencilerin Türkiye Türkçesi 260 Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı ise Türkiye’de yaşayan yerleşik yabancıların Türkiye algısı, yurtdışında yaşayan yabancıların Türkiye algısı ve son yıllarda Suriye iç savaşının etkisi ile sayıları artan Suriyeli mültecilerin Türkiye algıları ve Türkiye’de yaşadıkları sosyo-kültürel problemlere ilişkin çalışmalar olarak sıralanabilir. 5 Bunun yanında; Kafkasya ve Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilere yönelik yapılmış çalışmalara rastlanmakla birlikte, bu çalışmalar literatürde sınırlı bir yer tutmaktadır. Örneğin; Aliyev ve Öğülmüş’ün, “Türkiye’deki Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kültürlerarası Etkileşim Algısının İncelenmesi” başlıklı, Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Avrupa ülkelerinden (Hırvatistan, Hollanda, İngiltere, Çekoslovakya) 220 katılımcı ile yaptıkları araştırmada; Kafkasya’dan gelen katılımcıların Türk kültürüne ve yaşam tarzına Avrupa’dan gelen öğrencilere kıyasla daha rahat uyum sağladıkları ortaya konmuştur. 6 Aliyev ve Öğülmüş Kafkasya’dan gelen katılımcıların etkileşim algısı puanlarının, Avrupa’dan gelenlere göre yüksek olmasını, benzer kültürlerin uyumu kolaylaştırması şeklinde açıklamışlardır. 7 Güleç ve İnce, Türkmenistan, Yemen, Kuveyt, Azerbaycan, Kırım, Özbekistan, Kolombiya, Bosna Hersek, Sırbistan, Moğolistan, Bulgaristan, Kırgızistan ve Rusya gibi dünyanın farklı bölgelerinde bulunan ülkelerden gelen öğrenciler ile doğrudan görüşme yöntemi ile bir çalışma gerçekleştirmişlerdir. Bu çalışmada yurt dışından gelen öğrencilerin ülkemize geldikleri andan itibaren yemek, eğlence ve giyim alışkanlıklarına ilişkin algıları ölçülmeye çalışılmıştır. Araştırmanın evrenini Sakarya Üniversitesi Türkçe ve Yabancı Dil Araştırma ve Uygulama Merkezi (TÖMER)’de öğrenim gören Türk soylu olan ve Türk soylu olmayan 138 öğrenci, örneklemini ise Sakarya Üniversitesi TÖMER’de öğrenim görmekte olan 13 farklı ülkeye mensup 29 öğrenci oluşturmaktadır. Bu çalışmanın sonucuna göre öğrencilerin kıyafet konusunda büyük sorun yaşamadıkları ancak 5 6 7 Öğrenmeye İlişkin Tutumları”, Türkçe Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, No. 4 (2012), 1-11. Şevket Yirik, Abdullah Uslu ve Ferit Küçük, “Yerleşik Yabancıların Türkiye’ye İlişkin Sosyo Kültürel Algılarının Demografik Özelliklerine Göre İncelenmesi”, Bartın Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 6, No. 11 (2015), 263-282; Mehmet Dalar, Veysel Ayhan ve Muhittin Ataman, “Almanya’daki Türkiye Algısı: Saha Araştırmasına Dayalı Bir Analiz”, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 18, (2012), 33-37; Özkan Yıldız, “Türkiye Kamplarında Suriyeli Sığınmacılar: Sorunlar, Beklentiler, Türkiye ve Gelecek Algısı”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt 16, No. 1 (2015), 141169. Ramin Aliyev ve Selahiddin Öğülmüş, “Türkiye’deki Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kültürlerarası Etkilşim Algısnın İncelenmesi”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, Cilt 4, No. 12 (2015), 4971, s.63. Ay.y., s.64 261 Yıldız DEVECİ BOZKUŞ yemek ve eğlence gibi konularda orta düzeyde de olsa bir takım sorunlar yaşadıkları ileri sürülmüştür.8 Türkiye’de öğrenim gören 15 yabancı uyruklu (Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Moğolistan, Yunanistan, Özbekistan ve Gürcistan) lisans öğrencisi ile yarı yapılandırılmış görüşme yöntemi kullanılarak yapılmış bir diğer önemli çalışmada ise; öğrencilerin kendi kültürleriyle Türk kültürünün benzerlik göstermesi nedeniyle Türkiye’de önyargı ya da dışlanma ile karşılaşmadıkları belirtilmiştir. 9 Ayrıca bu çalışmada yabancı öğrencilerin Türkiye’deki eğitimleri süresince ne tarz sorunlar yaşadıkları, bu sorunların eğitimlerini etkileyip etkilemediği, etkilediyse bunun ne oranda olduğu sorularına yanıt aranmaya çalışılmıştır. Çalışmada özellikle yabancı öğrencilerin ekonomik anlamda sorun yaşamalarına rağmen, barınma konusunda pek de problem yaşamadıkları görülmektedir. Ermenistan-Azerbaycan gerilimi ve Türkiye’nin bölge politikalarının Türkiye’de eğitim gören bölge kökenli öğrenciler üzerindeki etkilerini araştıran daha spesifik bir çalışma ise Esme Özdaşlı tarafından hazırlanan “Ermeni Açılımı Sonrası Azerbaycanlı Üniversite Öğrencilerinin Türkiye Azerbaycan İlişkilerine Bakışına Yönelik Bir Araştırma” başlıklı araştırması olmuştur.10 Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yaşanan ve 2009 yılında iki ülke arasında imzalanan protokollerle zirve noktasına ulaşan açılım sürecinin değerlendirildiği bu çalışmada, Özdaşlı, Azerbaycan vatandaşlarının ve öğrencilerinin açılım konusundaki tutumlarını anket yoluyla ölçmeye çalışmıştır. İnternet üzerinden 208 öğrenciye uygulanan bu çalışmada öğrencilerin açılım konusundaki görüşlerinin olumsuz olduğu ancak açılım sürecinin eğitimlerini Türkiye’de yapma veya Türkiye’ye bakış açılarına herhangi bir olumsuz etkisinin olmadığı ifade edilmiştir: ...öğrencilerin çoğunluğunun “Ermeni Açılımı” ile ilgili olumsuz bakış açısına sahip oldukları görülmektedir. Diğer taraftan öğrencilerin; cinsiyeti, yaş aralıkları, Türkiye’yi soydaş ülke, ekonomik ve siyasi ortak ya da dindaş ülke görme, üniversite eğitimini Türkiye, Azerbaycan ya da başka ülkelerde yapma ve Türkiye’yi dost ve kardeş ülke, yabancı ülke veya müttefik ülke olarak görme durumlarına göre konuya ilişkin tutum farklılıklarının ortaya çıktığı görülmektedir. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki durumun ‘tek millet iki devlet’ olarak ifade edilmesine olumlu bakan ve 8 9 10 Güleç ve İnce, a.g.e., s. 98. Kasım Kıroğlu, Alper Kesten ve Cevat Elma, “Türkiye’de Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Lisans Öğrencilerinin SosyoKültürel ve Ekonomik Sorunları”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 6, No. 2 (2010), 26-39, s.26. Esme Özdaşlı, “Ermeni Açılımı Sonrası Azerbaycanlı Üniversite Öğrencilerinin TürkiyeAzerbaycan İlişkilerine Bakışına Yönelik Bir Araştırma”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 8, No. 40 (2015), 318-326. 262 Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı iki ülke arasında gelecekte ilişkilerini daha da kuvvetleneceğine inanan öğrencilerde çoğunluktadır...11 Türkiye’deki yabancı öğrencilerin Türkiye algısı konusunda yapılan akademik yayınlar dışında bu konunun oldukça kapsamlı olarak ele alındığı bazı yüksek lisans tezleri de mevcuttur. Bunlardan biri Baki Karabayev’in hazırlamış olduğu yüksek lisans tezidir. Bu tezin saha araştırması Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan ve Kırgızistan'dan gelen ve yükseköğrenimlerini altı farklı üniversitede sürdüren 372 öğrenci üzerinde yapılmıştır. Bu çalışmada literatürün genelinden farklı olarak dikkat çeken en önemli nokta öğrencilerin Türk insanına karşı olumsuz yargılarının olumlu yargılarından daha fazla olduğudur12. Çalışmada vurgulanan bir diğer nokta ise, Türkiye'ye olumlu yargılarla gelen öğrencilerin, bir süre yaşadıktan ve Türkiye'yi tanıdıktan sonra olumsuz yargılara sahip oldukları ve zihinlerinde oluşturdukları Türkiye imajının zaman içerisinde, kültürü tanıdıkça olumsuzlaştığıdır. 13 Özge Bozkaya tarafından hazırlanan “Ermenistan'da Yaşayan Ermeni Üniversite Öğrencilerin ve Akademisyenlerin Türkiye'nin Avrupa Birliği Üyeliğine İlişkin Algısı” başlıklı yüksek lisans tezi ise Türkiye’deki yabancı öğrencilerin Türkiye algısını incelemek yerine Ermenistan’daki öğrenci ve akademisyenlerin Türk algısını incelemektedir. Özkaya Türk ve Ermeni toplumları arasında 1915 olayları odaklı mevcut algının iki toplumun birbirini anlamasında ve tanımasında önyargılara neden olduğunu ileri sürmektedir. Erivan’daki 444 Ermeni öğrenci ve akademisyene uygulanan anket verilerinden yararlanılarak hazırlanan bu çalışmada, öğrenci ve akademisyenlerin Türkiye’nin AB’ye üyelik süreci hakkındaki algılarının ne olduğuna dair kapsamlı bir araştırma yapıldığı görülmektedir.14 Yine bu çalışmanın konusu ile doğrudan ilgili olmamakla birlikte Hacı Murat Terzi tarafından hazırlanmış “Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi” başlıklı yüksek lisans tezi de ilgi çekicidir.15 Terzi, bu araştırmasında 1992 yılından beri yükseköğrenim görmeleri amacı ile Büyük Öğrenci Projesi kapsamında getirilen burslu öğrencileri örneklem grubu olarak ele almaktadır. Bu öğrenciler ile yapılan anket ve mülakatların ve öğrencilerin başvuruları sırasında sundukları niyet 11 12 13 14 15 Ay.y., s.318. Baki Karabayev, “Türk Cumhuriyetlerinden Gelen Öğrencilerin Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarına Karşı Taşıdıkları Kalıp Yargılar”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001. Ay.y., s.18. Özge Bozkaya, “Ermenistan'da Yaşayan Ermeni Üniversite Öğrencilerin ve Akademisyenlerin Türkiye'nin Avrupa Birliği Üyeliğine İlişkin Algısı”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Avrupa Birliği Anabilim Dalı, 2016. Hacı Murat Terzi, Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, 2013. 263 Yıldız DEVECİ BOZKUŞ mektuplarının incelendiği bu çalışmada öğrencilerin Türkiye algısı incelenmiş ve Türkiye’de yaşadıkları sorunlar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çoğunluğunu Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Bulgaristan, Makedonya, Kosova ve İran gibi Türk toplulukların yoğun olarak bulunduğu ülkelerden gelen öğrencilerin oluşturduğu bu örneklem grubunun eğitim için Türkiye’yi tercih etme sebepleri ise sırasıyla kaliteli eğitim, akademik kadro, uluslararası tanınırlık, Türkiye’nin sunduğu özel imkânlar, daha önce Türkiye’de eğitim görmüş mezunların etkisi ve eğitim dilinin Türkçe olması şeklinde sıralanmıştır.16 Aynı zamanda; ABD’nin Fulbright, İngiltere’nin Chevening, Almanya’nın DAAD gibi değişim programları da çalışmaya eklenerek “Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi” ile karşılaştırılabilmesine imkân sağlanmış ve geniş çerçevede “Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi’nin” iyileştirilebilmesine yönelik öneriler sunulmuştur. Türkiye’de eğitim gören yabancı uyruklu öğrencilerin sosyal aktivitelerine dair yapılan bir diğer önemli çalışma ise “Yükseköğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Sosyal Uyumlarını Etkileyen Etmenler” başlıklı yüksek lisans tezidir. Türkiye’de yükseköğrenim gören yabancı uyruklu öğrencilerin yaşadıkları sorunların esas alındığı bu çalışmada yabancı uyruklu öğrencilerin yaşadıkları uyum sorunları, sosyal uyumlarını etkilediği düşünülen yaş, cinsiyet, ekonomik durum, barınma yerleri, yaşanılan kent, arkadaşlık ilişkileri, sosyal-kültürel ve sportif etkinliklere katılımları ile öğrenimlerinden memnun olma gibi durumları incelenmiştir. Anket uygulanarak yapılan bu çalışmada Sosyal Bilimler İçin İstatistiksel Paket (Statistical Package for the Social Sciences – SPSS) programı kullanılarak veri analizi yapılan bu araştırmada varılan sonucun genel hatlarıyla olumlu olduğunu görmek mümkündür: ... yabancı uyruklu öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun Orta Asya ve Orta Doğu ülkelerinden öğrenim için geldikleri, anne babalarının eğitim düzeylerinin yüksek olduğu, tamamına yakınının burslu öğrenci oldukları, büyük çoğunluğunun yurtlarda barındıkları, kendi tercihleri ile ülkemize geldikleri ve ülkemizde neredeyse hepsinin öğrenim görmekten memnun oldukları, arkadaşlık ilişkisi, Türk toplumuna ve kültürüne uyumda fazla sorun yaşamadıkları, ülkemizde bulundukları süre de en çok zorlandıkları konuların ise sırasıyla; yurt yaşantısı, Türkçe konuşma, kültürel farklılıklardan dolayı yaşanan sorunlar ve yalnızlık olduğu saptanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; yabancı uyruklu öğrencilerin cinsiyetleri, gelir düzeyleri ve arkadaşlık ilişkileri ile sosyal uyumları arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptanmıştır. Kızların erkeklere göre, sosyal uyumlarının daha yüksek olduğu, geliri 16 Ay.y., ss. 65-69. 264 Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı ülkemiz koşullarına göre yeterli ve yüksek olan yabancı uyruklu öğrencilerin, geliri yetersiz bulunanlara göre daha fazla sosyal, kültürel ve sportif etkinliklere katıldıkları, arkadaşlık ilişkilerinin iyi olduğu, toplumu kolay benimsedikleri, yakın arkadaşlık ilişkisi içerisinde bulunanların, arkadaşı olmayanlara göre sosyal-kültürel ve sportif etkinliklere yeterli düzeyde katıldıkları ve sosyal uyumlarının da yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır.17 Konuyla ilgili bir diğer önemli çalışma ise “Kayseri’ de Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kayseri, İslam, Türkiye Algısı” başlıklı yüksek lisans tezidir. Tezin sonuçları makale olarak yayımlanmıştır. Bu makalede öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önceki Türkiye’ye dair izlenimleri ile geldikten sonraki düşünceleri arasında değişiklik olduğunu ileri süren bu çalışmada söz konusu değişimin bir kısmının pozitif bir kısmının ise negatif olduğu şöyle ileri sürülmüştür: Türkiye öğrenciler tarafından sırasıyla modern toplum, sanayi toplumu ve geleneksel toplum olarak tanımlanmaktadır. Öğrencilerin gözünde Türk insanı genellikle olumlu özelliklere sahiptir. Öğrenciler, Türkiye’de en çok yiyecek/içecek farklılıkları, Türkçe öğrenme, eğitim sistemine uyum ve giyim-kuşam farklılıkları bakımından zorlanmışlardır. Türkiye ile öğrencilerin kendi ülkeleri arasındaki farklılıklar; sırasıyla dini yaşamda, ekonomik yaşamda, sosyal yaşamda, siyasette ve hukukta mevcuttur. Öğrencilerin bir bölümü ilahiyat eğitimine ya da yükseköğrenimine Türkiye’de devam etmeyi istemektedir ve kendilerine imkân tanındığı takdirde Türkiye’ye yerleşmeyi düşünmektedirler.18 Bu akademik yayınların yanı sıra, özellikle Türk dünyası araştırmaları konusunda Türkiye’nin önde gelen araştırma kuruluşlarından biri olan Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) tarafından 2012 yılında gerçekleştirilen anket çalışması, Ermenistan’da Türk ve Türkiye algısı üzerine yapılmış önemli çalışmalardan birini oluşturmaktadır. Bu çalışma kapsamında 387 kişilik bir örneklem grubu üzerinde gerçekleştirilen saha araştırması sonucunda Ermeni toplumunda en düşük sempati düzeyinin %24,4 ile Türklere karşı olduğu ortaya konmuştur.19 Aynı çalışma içerisinde değinilen bir diğer önemli nokta ise Ermeniler arasında Türkiye’yi ziyaret etmiş veya Türklerle tanışmış kişilerde 17 18 19 Seçkin Özçetin, “Yükseköğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Sosyal Uyumlarını Etkileyen Etmenler”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Hizmet Anabilim Dalı, 2013. İbrahim Hakan Göver, Hasan Yavuzer, “Kayseri’de Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kayseri, İslam, Türkiye Algısı”, Turkish Studies: International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Cilt 10, No. 2 (2015), 1025-1050, s. 1027. Salih Akyürek ve M. Sadi Bilgiç, “Ermenistan’da Türkiye ve Türk Algısı”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Rapor No: 41, (2012), s.19. 265 Yıldız DEVECİ BOZKUŞ Türklere sempati diğerlerine göre çok daha yüksek olduğudur. Yazarlar bu durumu; iki toplumun birbirlerini tanımamasının, mevcut önyargı ve düşmanlıkları beslediği şeklinde açıklamışlardır.20 Ermenilerin Türk ve Türkiye algısını ölçmek amacı ile yapılmış olması nedeni ile bu çalışma, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin iyileştirilmesi bağlamında oldukça önemli veriler sunmakla birlikte, Türkiye’de eğitim amacı ile bulunmuş ya da hala bulunmakta olan Ermeni öğrencileri kapsamamaktadır. Bu yönü ile Türkiye’de uzun süre eğitim amacıyla bulunmuş olmanın, Türk ve Türkiye algısı üzerinde yapacağı olası olumlu ya da olumsuz değişimlerin ortaya konulması açısından yetersiz kalmaktadır. Sonuç olarak; Türk ve Türkiye algısı üzerine yapılmış çalışmaların büyük çoğunluğunu yerleşik yabancılar üzerinde yapılmış çalışmalar oluştururken, yabancı öğrencilere yönelik algı çalışmaları da literatürde yer almaktadır. Bu çalışmaların içinde Gürcistan ve Azerbaycan’dan gelen öğrencilere yönelik çalışmalara rastlanırken, Ermenistan’dan gelen öğrencilere yönelik çalışmaların sayısının yetersizliği literatürün en büyük eksikliğini oluşturmaktadır. Bununla beraber; çalışmalar karşılaştırıldığında birbirinden farklı çalışmaların sonuçları arasında bazı tutarsızlıklar da göze çarpmaktadır. Mevcut araştırmanın literatüre sağlayacağı en önemli katkı ise Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan gelen öğrencileri aynı anda kapsayan ve bu öğrencilerin Türk ve Türkiye algıları ile Türkiye’de yaşadıkları sosyo-kültürel sorunları değerlendirmeye yönelik yapılmış karşılaştırmalı bir çalışma olmasıdır. Araştırmanın Amacı, Kapsamı ve Örneklem Dağılımı Bu projenin amacı hedef kitleyi temsil edecek nitelikte bir örneklem üzerinde uygulanan anket sonuçlarına göre, eğitim amacı ile Türkiye'de bulunan Güney Kafkasya kökenli öğrencilerin, Türkiye'de bulunmadan önceki ve Türkiye'de bulunduktan sonraki Türkiye algılarının karşılaştırılarak değerlendirilmesinin ve sunulan imkânların en yüksek faydayı sağlaması için alınacak tedbirleri ve uygulanacak stratejileri tespit etmeye yönelik veri elde etmektir. Böylelikle Türkiye'de eğitim amacı ile bulunmanın Türkiye algısının şekillenmesi üzerinde bir etkisi olup olmadığını, var ise bu etkinin olumlu veya olumsuz olmak üzere ne yönde seyrettiği sorusuna cevap bulunması amaçlanmaktadır. Araştırma kapsamında örneklem dâhilinde Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan kökenli olup Türkiye'de dil eğitimi, lisans veya lisansüstü eğitim için öğrenciler arasından rastlantısal örneklem yöntemiyle seçilen öğrenciler ile 20 Age. s. 20. 266 Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı görüşmeler yapılmıştır. Görüşmeler sırasında deneklerin hali hazırda öğrenci olması veya hala Türkiye'de yaşıyor olması şartı aranmıştır. Bunun yanı sıra öğrencilerin akademik hayatlarının en az üç aylık bir bölümünü Türkiye'nin müzik, sanat veya tiyatro da dâhil olmak üzere herhangi bir eğitim alanında öğrenci öğrenci olarak geçirme şartı da örneklem grubunda aranan bir diğer özellik olmuştur. Veri Toplama Teknikleri, Saha Çalışması ve Veri Analizi Araştırma kapsamında birincil veri toplama tekniği kullanılmıştır. Anketler, öğrencilerin bulunduğu okullarda saha süresince rastgele seçimle yüz yüze anket (kağıt-kalem) yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Saha çalışması 1–27 Mart 2017 tarihleri arasında raslantısal örneklem ile üniversitelerde gerçekleştirilmiştir. Yapılan anket yüz yüze yöntemi ile toplam sekiz üniversitede gerçekleştirilmiştir. Yapılan anketler için, saha çalışması esnasında saha kontrolü ve sonrasında telefon kontrolleri gerçekleştirilmiştir. Saha çalışması için yapılan anketlerin %20 telefon ve %10 saha kontrolü yapılmıştır. Algısı Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamadan Önceki Türkiye Çalışma kapsamında öğrencilerin %82,2’sinin Türkiye’ye gelmeden önce şimdiki kadar olmasa da Türkiye hakkında bir fikrinin olduğunu söylemek mümkündür. Gürcülerde bu oranın diğer öğrenci gruplarına göre biraz daha yüksek olduğu saptanmıştır. 0,8 17,1 24,8 57,4 Algısı Yeterince tanıyordum Fikrim vardı fakat şimdiki kadar değil Grafik 1. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamadan Önceki 267 Yıldız DEVECİ BOZKUŞ Algısı Tablo 1. Öğrencilerin Uyruklarına Göre Türkiye’de Yaşamadan Önceki Yeterince tanıyordum Fikrim vardı fakat şimdiki kadar değil Tanımıyordum Fikrim yoktu Gürcistan %18,2 %54,5 %27,3 %0,0 Azerbaycan %32,8 %56,9 %10,3 %0,0 Ermenistan %18,8 %68,8 %6,3 %6,3 Öğrencinin Uyruğu Yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce Türkiye ile ilgili belirli konulardaki algıları sorulduğunda genel yaklaşımın olumlu yönde olduğunu söylemek mümkündür. Tablo 2. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamadan Önceki Türkiye Algısının Değerlendirilmesi Kesinlikle Katılmıyorum/ Katılmıyorum Ne Katılıyorum Ne Katılmıyorum Kültürüme yakın görüyordum %14,7 %33,3 %49,6 %2,3 Dünyadaki konumu açısından güçlü bir ülke %7,0 %12,4 %77,5 %3,1 İnsanları yakın %5,4 %20,9 %72,9 %0,8 Yaşam standartları yüksek %9,3 %40,3 %46,5 %3,9 Modern bir ülke %10,1 %31,8 %56,6 %1,6 Kriterler cana 268 Kesinlikle Fikrim Katılıyorum/ Yoktu Katılıyorum Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı Eğitim iyi koşulları %6,2 %24,8 %66,7 %2,3 Yaşamak için huzurlu bir yer %11,6 %31,8 %54,3 %2,3 Gelmeden önce Türkiye’nin sadece ismini duymuştum %60,5 %16,3 %21,7 %1,6 Kargaşa, çatışma ve huzursuzluk çok fazla %31,8 %27,1 %30,2 %10,9 Muhafazakar ülke %5,4 %30,2 %54,3 %10,1 bir Türkiye’de Yaşadıktan Sonraki Türkiye Algısının Değerlendirilmesi Yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’ye geldikten sonra Türkiye ile ilgili belirli konulardaki algıları sorulduğunda “Kültürüme yakın görüyorum”, “Yaşam standartları yüksek” “Kargaşa, çatışma ve huzursuzluk çok fazla” gibi ifadelerde olumsuz yönde fikir değiştirdikleri görülmektedir. Türkiye’nin dışarıdan algısının daha muhafazakâr olduğu da göze çarpmaktadır. Tablo 3. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşadıktan Sonraki Türkiye Algısının Değerlendirilmesi Kriterler Kesinlikle Katılmıyorum/ Katılmıyorum Ne Kesinlikle Katılıyorum Katılıyorum/ Ne Katılıyorum Katılmıyorum Fikrim Yoktu Kültürüme yakın görüyorum %16,3 %34,9 %32,6 %14,0 Dünyadaki konumu açısından güçlü bir ülke %7,0 %9,3 %56,6 %24,8 269 Yıldız DEVECİ BOZKUŞ İnsanları yakın cana %4,7 %19,4 %45,7 %30,2 Yaşam standartları yüksek %7,0 %41,1 %38,0 %10,9 Modern bir ülke %10,9 %33,3 %35,7 %18,6 Eğitim koşulları iyi %6,2 %21,7 %48,1 %20,2 Yaşamak için huzurlu bir yer %12,4 %31,0 %45,0 %10,1 Kargaşa, çatışma ve huzursuzluk çok fazla %31,0 %27,9 %20,2 %11,6 Muhafazakar bir ülke %5,4 %31,8 %38,0 %15,5 Öğrencilerin Uzun Vadede Türkiye’de Yaşama Fikrine Bakış Açıları Yabancı uyruklu öğrencilerin uzun vadede Türkiye’de yaşama fikrine bakış açılarının %24,8 oranında olumlu olduğu görülmektedir. Öğrencilerin çoğunluğuna bakıldığında ise net olarak reddetmeseler de belirli bir isteklerinin olmadığı görülmektedir. Uzun vadede Türkiye’de yaşama fikrine en sıcak bakanların ise Azeri öğrenciler olduğu görülmektedir. (Azeri öğrencilerin %32,8’i evet cevabını vermiştir.) Türkiye’de Yaşamanın Tavsiye Edilmesi Yabancı uyruklu öğrencilerin Türkiye’de yaşamayı tavsiye oranına baktığımızda %66,7 gibi bir oranının tavsiye edebileceği görülmektedir. Özellikle Azeri ve Gürcü öğrenciler tavsiye eden bu öğrenci gruplarının çoğunluğunu oluşturmaktadır. Tavsiye etmeyeceğini belirten öğrencilerin oranı ise oldukça düşüktür. 270 Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı Tablo 4. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamayı Tavsiye Etme Sebebi Tavsiye Ederim Diyenlerin Etme Sebebi (n:86) % Eğitim kalitesi güzel 27,7 İnsanları cana yakın 17,7 Türkiye 10,8 Yaşam standartları yüksek bir ülke 4,6 Tablo 5. Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Türkiye’de Yaşamayı Tavsiye Etmememe Sebebi Tavsiye Etmem Diyenlerin Etmeme Sebebi (n:5) % Maddi sıkıntı oluyor 1,5 Eğitim sistemi zor 1,5 Güney Kafkasya’dan Türkiye’ye Gelen Öğrencilerin Genel Olarak Değerlendirilmesi Güney Kafkasya’dan Türkiye’ye gelen öğrencilerin tercih ettiği okullar incelendiğinde daha çok Karadeniz bölgesindeki üniversiteleri tercih ettikleri gözlemlenmektedir. Öğrencilerin % 34,9’u Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’ni ve %27,8’i Karadeniz Teknik Üniversitesi’ni tercih etmişlerdir. Bu durum öğrencilerin ülkelerine coğrafi yakınlıkla açıklanabilir; zira her iki kentten de Güney Kafkasya’ya otobüs seferleri düzenlenmektedir. Öğrencilerin yaklaşık beşte birinin bir seneden uzun bir süredir Türkiye’de bulundukları gözlemlenmiştir ki bu durum öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce geldikten sonraki algılarının daha sağlıklı bir şekilde karşılaştırılması için gereken sürenin Türkiye’de geçirildiği şeklinde yorumlanabilir. Türkiye’de eğitim gören Güney Kafkasya kökenli öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce Türkiye hakkında bir derecede fikir sahibi olduğunu söylemek mümkündür. Öğrencilerden yalnızca %17,1’i gelmeden önce Türkiye hakkında fikri olmadığını ifade etmiştir. Türkiye’yi tanımadığını ifade eden öğrencilerin en yüksek oranın Gürcistan’dan gelen öğrencilerde olması dikkat çekicidir. Bu durum Azerbaycan’dan gelen öğrencilerin dil ve kültürel benzerlik gibi nedenlerle, Ermenistan’dan gelen öğrencilerin ise tam tersine 1915 olayları gibi olumsuz ortak 271 Yıldız DEVECİ BOZKUŞ tarihsel geçmiş sebebiyle Türkiye hakkında fikir sahibi olduğu izlenimini vermektedir. Türkiye’de eğitim konusundaki fikirleri incelendiğinde ise öğrencilerin yaklaşık dörtte üçü Türkiye’de eğitim görmek istediğini ifade etmiştir. Bu isteğin altında Türkiye’de verilen eğitimin kaliteli olduğu düşüncesi ve Türkiye’ye karşı duyulan ilgi, merak ve sevgi hisleri yatmaktadır. Türkiye’de eğitim alma konusunda kararsız olanlar ise bilmediği bir ülkede yaşamanın getirdiği kaygılar, ailesinden/ülkesinden ayrı kalmayı istememek ve maddi imkânların yetersizliği gibi nedenlerle kararsızlık hissetmektedir. Öğrencilerin Türkiye’deki eğitim süreçleri değerlendirildiğinde ise resmi işlemlerin yürütülmesi noktasında öğrencilerin yaklaşık yarısının şu veya bu şekilde küçük pürüzlerle karşılaştıkları ancak bu sorunların çözüldüğü ortaya çıkmaktadır. Türkiye’deki eğitim bürokrasisini çok uğraştırıcı bulanların oranı yaklaşık %10 iken Türkiye’de her şeyin yolunda gittiğini söyleyenlerin oranı yaklaşık %40 civarındadır. Bu durum büyük çoğunluğun Türkiye’nin eğitim bürokrasisinden memnun olduğunu göstermektedir. Öğrencilerin Türkiye’deki sosyal yaşamlarına bakıldığında arkadaş bulma konusunda zorluk çekmediklerini ifade eden öğrencilerin oranı % 65 civarındadır. Bu öğrencilerin büyük çoğunluğunu Azerbaycan’dan gelen öğrenciler oluştururken arkadaş bulma konusunda sıkıntı yaşayan öğrencilerin Ermeni ve Gürcü kökenli öğrenciler olduğu söylenebilir. Öğrencilerin yaklaşık % 40’ı ise Türk öğrenciler tarafından kısmen veya daha fazla dışlandıkları fikrindedir. Bu durum halen Türkiye’de yabancı öğrencilere bakış konusunda önemli sorunlar olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir. Cinsiyetçi bakış açısından şikâyet etme noktasında da öğrencilerin yaklaşık % 90’ı bu konuda herhangi bir sorun yaşamadığını ifade etmiştir. Öğrencilerin arkadaş çevrelerine bakıldığında sadece yabancı uyruklu öğrenciler ile arkadaşlık eden öğrencilerin oranının nispeten yüksek olduğu (yaklaşık %36) görülmektedir. Bu durum öğrencilerin kendi aralarında daha iyi iletişim kurdukları anlamına gelmektedir. Bu veri öğrencilerin dışlanmışlık hissetme oranları ile de uyumludur. Benzer şekilde öğrencilerin yaklaşık %40’ı herhangi bir sosyal etkinliğe katılmamayı tercih etmiştir. Öğrencilerin %45’i sosyal etkinliklere katılma noktasında yabancı uyruklu olduğundan veya insanların mesafeli olmasından dolayı bazı güçlükler yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Öğrencilerin yaklaşık yarısı ise Türkiye’deki yeme içme alışkanlıklarında zorluklar yaşadıklarını, yarısından biraz fazlası (yaklaşık % 53) Türkiye’deki gelenek ve göreneklerden dolayı zorluklar yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Bu oran oldukça yüksek bir oran olarak dikkat çekmektedir. 272 Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı Sonuç Öğrencilerin Türkiye’ye gelmeden önce ve geldikten sonraki Türkiye algısı değerlendirildiğinde algının genel olarak olumsuz yönde değiştiğini söylemek mümkündür. Örneğin öğrencilerin yaklaşık % 50’si Türkiye’ye gelmeden önce Türkiye’yi kültürüne yakın gördüğünü ifade ederken bu oran öğrencilerin Türkiye’deki deneyimlerinden sonra %32,6’ya düşmüştür. Bu olumsuz değişim öğrencilerin gelecekte kendilerine Türkiye’de bir hayat kurma fikirlerinde de görülmektedir. Öğrencilerin sadece dörtte biri gelecekte Türkiye’de yaşama konusunda olumlu bir fikre sahipken, yaklaşık üçte ikilik bir bölümünün bu konuda tereddütleri olduğu anlaşılmaktadır. Ancak öğrencilerin yaklaşık üçte ikisi başka öğrencilere Türkiye’de yaşamayı tavsiye etmektedir. Ayrıca Azerbaycan’dan gelen öğrencilerin diğer öğrenci gruplarına kıyasla Türk kültürünü kendilerine daha yakın görmekte ve ileriye dönük yaşam planlarına Türkiye’yi daha fazla dâhil ettikleri de gözlemlenmiştir. Türkiye’nin Güney Kafkasya’daki tanınırlığının arttırılmasında önemli fayda vardır. Öğrencilerin yaklaşık %18’inin Türkiye’ye gelmeden önce Türkiye hakkında bilgi sahibi olmadıklarını söylemeleri ve bu öğrencilerin önemli bir kısmının Gürcistan kökenli olması dikkat çekicidir. Türkiye’deki üniversitelerin Dışişleri Bakanlığı ve YÖK’ün de desteğiyle Güney Kafkasya ülkelerinde eğitim fuarları düzenlemesi ve üniversitelerin çeşitli vesilelerle bu ülkelerde tanıtılması büyük önem arz etmektedir. Türkiye’de yaşayan Güney Kafkasya kökenli öğrencilerin barınma imkânlarını geliştirmek de önemlidir. Öğrencilere daha fazla yurt imkânının sağlanması yerinde olacaktır. Bunun yanı sıra bölgeye yönelik burs imkânlarının arttırılması maddi imkanları yeterli olmayan öğrencilerin de Türkiye’de eğitim almasının önünü açabilir. Öğrencilerin önemli bir kısmının arkadaş edinme ve sosyalleşme noktalarında sorun yaşadığı ve kendilerini kısmen veya daha fazla dışlanmış hissettikleri göz önüne alınacak olursa bu durumda da iyileştirmeye gidilecek yöntemlerin geliştirilmesi yerinde olacaktır. Yabancı öğrencilere Türkiye’ye geldiklerinde daha fazla oryantasyon verilmesi, Türk öğrencilerle ortak geziler, sosyal ve kültürel faaliyetler düzenlenmesi, öğrencilerin psikolojik uyum sorunlarına yönelik rehabilitasyon faaliyetlerinin geliştirilmesi ve öğrencilere daha fazla danışmanlık hizmeti verilmesi öğrencilerin sosyalleşmesine ve dışlanmışlık hissinin azaltılmasına katkı sağlayacaktır. 273 Yıldız DEVECİ BOZKUŞ Yabancı öğrencilerin Türkiye algısındaki değişikliklerin Türkiye’nin iç ve dış politikasında yaşanan gelişmelerle doğru orantılı olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye’nin bölge ülkeleri ile diplomatik, siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel ilişkilerini geliştirmesi yabancı öğrencilerin Türkiye algısında daha olumlu bir değişikliğe yol açacaktır. Kaynakça AKYÜREK, Salih ve M. Sadi Bilgiç, “Ermenistan’da Türkiye ve Türk Algısı”, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi, Rapor No: 41, (2012). ALİYEV, Ramin ve Selahiddin Öğülmüş, “Türkiye’deki Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kültürlerarası Etkilşim Algısnın İncelenmesi”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, Cilt 4, No. 12 (2015), 49-71. BOZKAYA, Özge, Ermenistan'da Yaşayan Ermeni Üniversite Öğrencilerin ve Akademisyenlerin Türkiye'nin Avrupa Birliği Üyeliğine İlişkin Algısı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü), Avrupa Birliği Anabilim Dalı, 2016. DALAR, Mehmet, Veysel Ayhan ve Muhittin Ataman, “Almanya’daki Türkiye Algısı: Saha Araştırmasına Dayalı Bir Analiz”, Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 18, (2012), 33-37. GÖVER, İbrahim Hakan, Hasan Yavuzer, “Kayseri’de Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Kayseri, İslam, Türkiye Algısı”, Turkish Studies: International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Cilt 10, No. 2 (2015), 1025-1050 GÜLEÇ, İsmail ve Bekir İnce, “Türkçe Öğrenen Yabancıların Günlük Yaşama İlişkin Kültürel Algıları Üzerine Bir Araştırma”, Sakarya University Journal of Education, Cilt 3, No. 3 (2013), 95-106. KARABAYEV, Baki, Türk Cumhuriyetlerinden Gelen Öğrencilerin Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarına Karşı Taşıdıkları Kalıp Yargılar, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü), 2001. KARATAY, Halit ve Nurettin Kartallıoğlu, “Kırgız Öğrencilerin Türkiye Türkçesi Öğrenmeye İlişkin Tutumları”, Türkçe Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Cilt 2, No. 4 (2012), 1-11. 274 Güney Kafkasya’dan Gelen Öğrencilerin Türkiye Algısı KIROĞLU, Kasım, Alper Kesten ve Cevat Elma, “Türkiye’de Öğrenim Gören Yabancı Uyruklu Lisans Öğrencilerinin SosyoKültürel ve Ekonomik Sorunları”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 6, No. 2 (2010), 26-39. S. NYE, Joseph, Soft Power: The Means To Success In World Politics, New York: Public Affairs Publications, 2004. ÖZÇETİN, Seçkin, Yükseköğrenim Gören Yabancı Uyruklu Öğrencilerin Sosyal Uyumlarını Etkileyen Etmenler, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü), Sosyal Hizmet Anabilim Dalı, 2013. ÖZDAŞLI, Esme, “Ermeni Açılımı Sonrası Azerbaycanlı Üniversite Öğrencilerinin Türkiye-Azerbaycan İlişkilerine Bakışına Yönelik Bir Araştırma”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 8, No. 40 (2015), 318-326. TERZİ, Hacı Murat, Türkiye’nin Büyük Öğrenci Projesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ufuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, 2013. TUNÇEL, Hayrettin, ”Yunan Üniversite Öğrencilerinin Yabancı Dil Olarak Türkçeye Yönelik Algıları ve Türkçe Öğrenme Sebepleri”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 20, No. 1 (2016), 107-128. YILDIZ, Özkan, “Türkiye Kamplarında Suriyeli Sığınmacılar: Sorunlar, Beklentiler, Türkiye ve Gelecek Algısı”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt 16, No. 1 (2015), 141-169. YİRİK, Şevket, Uslu, Abdullah ve Küçük, Ferit, “Yerleşik Yabancıların Türkiye’ye İlişkin Sosyo Kültürel Algılarının Demografik Özelliklerine Göre İncelenmesi”, Bartın Üniversitesi İİBF Dergisi, Cilt 6, No. 11 (2015), 263-282. 275 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar (Özellikle Hayvancılığa Etkileri) Doç. Dr. Murat YILMAZ Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Özet: Türkiye’de 1927 sayımına göre toplam nüfusun yaklaşık olarak % 75’ini oluşturan kırsal nüfus bu oranını 1950’ye kadar korumuştur. 1950 yılından sonraki süreçte ise kırsal nüfus azalmaya başlamıştır. Bu durumun temel nedeni kırsal yerleşmelerdeki iticilikler ve kentlerdeki çekiciliklerdir. Tarım topraklarının bölünmesi ve küçülmesi, sosyal problemler, işsizlik, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği, kırsal yerleşmelerdeki en önemli iticiliklerdir. Kentlerdeki çekicilikler ise iş olanakları, daha iyi yaşam koşulları, eğitim ve sağlık olanaklarının iyi olması şeklinde sıralanabilir. 1980 yılına gelindiğinde kırsal nüfus oranı % 56’ya gerilemiş 1985 yılında ise kırsal nüfus oranı % 50’nin altına inmiştir. 1985 yılında % 47 civarında olan kırsal nüfus oran sonraki süreçte de azalmaya devam etmiş ve 2012 yılına gelindiğinde % 23’e gerilemiştir. Diğer bir ifade ile 1985 ile 2012 yılı arasında Türkiye nüfusu 50 milyondan 75 milyona, kentsel nüfus 26 milyondan 58 milyona çıkmış ancak kırsal nüfus ise 24 milyondan 17 milyona düşmüştür. 2013 yılında çıkarılan 6360 sayılı yasa ile büyükşehir belediyesi kurulan illerde köyler mahalleye dönüştürülmüş ve bu illerde kırsal nüfus sıfıra düşmüştür. Bu duruma bağlı olarak günümüzde TÜİK verilerine göre Türkiye’de kırsal nüfus oranı % 8 civarındadır. Ancak yeni yasa ile birlikte büyükşehir statüsü verilmiş illerdeki binlerce kırsal yerleşmenin bir yıl içinde yapısal değişikliler göstererek kentlerin bir parçası haline geldiğini kabul etmek doğru olmaz. Bu nedenle ülkemizde günümüzde gerçek anlamda şehir özelliği gösteren yerleşmelerde yaşayan nüfusun % 75-80 aralığında olduğunu ve kırsal nüfus oranının % 20-25 aralığında olduğunu söylemek daha doğrudur. Bütün bunların ötesinde ülkemizde 1950 yılında % 75 civarında olan kırsal nüfusun günümüzde % 25 civarına düşmesi, kırsal nüfusun önemli ölçüde azaldığını göstermektedir. Doğal olarak bu durum olumlu-olumsuz çeşitli sonuçlar da doğurmuştur. Kentlere göç eden kırsal nüfusun bir kısmının kentlerde daha iyi yaşam koşullarına, eğitim ve sağlık olanaklarına kavuşması, onlar açısından iyi bir sonuçtur. Ancak kentlere göç eden nüfusun bir kısmı da iş bulamamakta veya düşük gelirli işlerde çalışmaktadır. Dolayısıyla bu nüfus için kente göç, yaşam koşulların iyileştirmemiş belki daha da zorlaştırmıştır. Günümüzde Türkiye’de kentlerde işsizlik oranının kırsala göre daha yüksek Murat YILMAZ olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla kırsaldaki olanaklarla daha insani bir yaşam sağlayan nüfusun kentlere gelip sefalet içinde yaşamaya başlaması olumlu bir gelişme sayılamaz. Ayrıca kentlerin sürekli olarak göç alması, bu yerleşmelerin eski sakinlerinin çeşitli alanlarda istihdam fırsatını azaltmakta ve bunların yeni gelenlerle kültürel çatışma yaşamalarına sebep olmaktadır. Kırsal nüfusun göçle azalması kırsal yerleşmelerde yaşayanlar açısından da çeşitli sonuçlar doğurmaktadır. Göç edenlerden kalan tarım arazileri kiralama veya ücret ödemeden kalanlar tarafından bitkisel üretim amacıyla kullanılmakta ve bir kısmı daha fazla gelir elde edebilmektedir. Arazi kullanımı eksenli anlaşmazlıklar da yaşanabilmekte ve bazen sosyal çatışmalar çıkmaktadır. Ayrıca kırsal yerleşmelerde hane halkının azalması, tarım alanlarının ekilmemesine, meraların ve yaylaların kullanılmamasına da neden olmaktadır. Bu açıdan kırsal nüfusun büyük ölçüde azalması Türkiye’de bitkisel ve hayvansal üretimi olumsuz etkileyen bir faktör olmuştur. Ülkemiz artık hububat, canlı hayvan ve et açısından kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmıştır. Öte yandan kırsal yerleşmelerde nüfusun azalması bu yerleşmelerdeki eğitim sağlık kurumlarının kapanmasına ve dolayısıyla belirtilen hizmetler açısından koşulların daha da kötüleşmesine neden olmaktadır. Yoğun göç alan İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerin kenar mahallelerinde ise eğitim kurumlarının fiziki kapasitesi, talebi karşılamakta zorlanmaktadır. Bu illerde ilk ve ortaokullarda sınıf mevcutları 60-70 öğrenciyi bulmaktadır. Bu açıdan da kırsaldan göç edenlerin çocuklarının tamamının iyi eğitim alma olanağına sahip olduğu söylenemez. Türkiye’de kırsal nüfusun toplam nüfus içindeki payının 1950’den sonra azalmaya başlaması ve bu nüfusun 1985’ten sonra mutlak olarak da azalmaya başlaması çeşitli sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçların en önemlileri kırsal ve kentsel yerleşmelerdeki iş ve hizmet olanakları göç eden ve etmeyenlerin koşulları, kırsaldan göçün bitkisel ve hayvansal üretime etkileri şeklinde sıralanabilir. Anahtar Kelimeler: Türkiye, kırsal nüfus, göç, eğitim, bitkisel üretim, hayvancılık, hayvansal üretim. Rural Population Decline and Consequences in Turkey (Especially its Effects On Animal Husbandary) Abstract: Rural population accounts for approximately 75% of the total population according to the 1927 census in Turkey has maintained this rate until 1950. After 1950, the rural population began to decline. The main reason for this is the repetition in the rural settlements and the attractions in the cities. The division and shrinkage of agricultural lands, social problems, unemployment, inadequacy of education and health services, are the most important repetitions in rural settlements. Attractiveness in cities can be listed as job opportunities, better living conditions, better education and health facilities. 278 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar By 1980, the rural population had fallen by 56%. In 1985, the rural population fell below 50%. The proportion of the rural population, which was around 47% in 1985, continued to decline in the following period and declined to 23% by 2012. In other words, Turkey's population between 2012 and 1985 from 50 million to 75 million, the urban population rose from 26 million to 58 million, but the rural population has dropped from 24 million to 17 million. With the law numbered 6360 issued in 2013, villages was transformed into the metropolitan municipality in the provinces where the rural population was reduced to zero. Depending on the situation today, according to Turkstat rural population rate in Turkey is around 8%. However, it is not right to accept that with the new law, thousands of rural settlements in major cities have become part of the cities by showing structural changes within a year. For this reason, it is more accurate to say that in our country today the population living in settlements with real sense of city characteristics is in the range of 75-80%, thus the ratio of rural population is 20-25%. Above all, the country's rural population, which was around 75% in 1950, now stands at around 25%, indicating that the rural population has declined significantly. Naturally, this situation has also produced various positive and negative consequences. The fact that some of the rural population migrating to urban areas has better living conditions, education and health facilities in the cities is a good result. However, some of the population migrating to the cities also do not find jobs or work in low-income jobs. Therefore, immigration to the city for this population has not improved the living conditions and made it even more difficult. Today, Turkey is the fact that the unemployment rate in the countryside is higher than in urban areas. Therefore, it is not a positive development that the population that provides a more human life with the possibilities in the rural areas will come to the cities and start living in misery. In addition, continuous migration to cities also reduces the opportunities for former residents of the city to work in various fields and causes them to live in cultural conflict with newcomers. The immigration decline of the rural population also has consequences for people who are living in rural settlements. The remaining agricultural land from migrants is used for vegetable production by those who do not pay rent or pay, and some are able to earn more income. Land use disputes can also occur and sometimes social conflicts arise. Moreover, the decline of households in rural settlements also causes the inadequate use of agricultural lands and meadows and springs. This greatly reduced the angle of the rural population has been a factor that reduces crop and animal production in Turkey. Our country is now not a self-sufficient country in terms of grain, livestock and meat. On the other hand, the declining population in rural settlements leads to the closure of the educational institutions in these settlements and thus the worsening of the conditions in terms of the services mentioned. The physical capacity of the educational institutions in the suburbs of cities such as Istanbul, Ankara and Izmir, which are heavily immigrated, is having difficulty in 279 Murat YILMAZ meeting the demands. In these provinces, there are 60-70 students in the first and middle school. From this point of view, it is not said that all of the children of migrants from rural areas have the right to receive good education. After 1950 the ratio of rural poluplation in total population in Turkey has begun to decrease. The absolute decrease in the rural population after 1985 had several consequences. The most important of these results can be listed as the employment and service possibilities in the rural and urban settlements, the conditions of the migrants and non-migrants, the effect of rural-migaration to vegetative and animal production. Keywords: Turkey, rural population, migration, education, crop production, husbandary, animal production. 1.GİRİŞ Nüfus sınırları belli olan bir alanda yaşayan insan sayısı olarak tanımlanmaktadır. Kırsal yerleşmelerde yaşayan nüfus kırsal, kentsel yerleşmelerde yaşayan nüfus ise kentsel nüfus olarak kabul edilmektedir. Kırsal ve kentsel yerleşmeler birbirlerinden çeşitli yönleriyle ayrılmaktadır. Arazi kullanımı, çalışan nüfusun sektörel dağılımı, nüfus miktarı bu farklılıkların en önemlileridir (Doğanay, 2014; Tümertekin, 1973). Kırsal yerleşmelerin nüfus miktarı azdır. Nitekim 1924’te çıkarılan 442 sayılı köy kanununa göre Türkiye’de nüfusu 2000’in altında olan yerleşmeler köy olarak kabul edilmiştir (Doğanay, 2014). Kentsel yerleşmelerde ise nüfus miktarı fazla olup 5-10 bin gibi değerlerden birkaç yüz bin ile birkaç milyona, hatta 15-20 milyona kadar çıkmaktadır (Tümertekin ve Özgüç, 2011). Kırsal yerleşmelerde arazi kullanımı daha sade olup yerleşmenin kapladığı alanın dışında mera, tarla, bağ-bahçe gibi alanlar bulunur. Buna karşın kent yerleşmelerinde arazi kullanımı çeşitli ve karmaşıktır. İş-ticaret alanları, sanayi alanları, eğitim, sağlık ve yönetim hizmetlerinin yoğunlaştığı alanların yanı sıra spor tesisleri, park-bahçeler, askeri tesisler, mezarlıklar gibi farklı amaçlarla kullanılan alanlar bulunmaktadır. Yukarıda da belirtildiği gibi kırsal ve kentsel yerleşmeler arasındaki önemli bir farklılık da ekonomik faaliyetlerdir. Kırsal yerleşmelerde ziraat, hayvancılık, balıkçılık, ormancılık, arıcılık gibi toprağa ve suya dayalı primer ekonomik faaliyetler yapılır. Buna karşın kentsel yerleşmelerde eski çağlardan beri meslek çeşitliliği hep fazla olmuştur. Yöneticiler, din adamları, basit imalat (fırıncı, terzi, değirmenci vb.) işlerinde imalat sektöründe çalışanlar, askerler, eğitim ve sağlık hizmetlerinde çalışanlar ve tacirler eski dönemlerden beri kentsel yerleşmelerde var 280 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar olan mesleklerdir (Göney, 1995). Bunun yanı sıra modern zamanda fabrika işçileri, maden işçileri, ulaşım sektöründe çalışanlar, bankacılık-sigortacılık, bilişim sektörü gibi yeni meslekler de ortaya çıkmıştır. Kırsal ve kentsel yerleşmelerde yapılan ekonomik faaliyetlerin farklılığı doğal olarak çalışan nüfusun sektörel dağılımını da etkilemektedir. Kırsal yerleşmelerde ziraat, hayvancılık, bağ-bahçecilik, ormancılık gibi primer ekonomik faaliyetler yaygınken kent yerleşmelerin insanlar daha ziyade sanayi ve hizmetler sektörlerinde istihdam edilmektedir. Bu çalışmanın amacı Türkiye’de Cumhuriyet boyunca kır-kent nüfus değişimini ve kırsal nüfusun azalmasının günümüzdeki sonuçlarını incelemektir. Çalışmada TÜİK’in verileri (eski adı DİE: Devlet İstatistik Enstitüsü, yeni adı Türkiye İstatistik Kurumu: TÜİK) kullanılacaktır. Türkiye’de ilki 1927’de ikincisi ise 1935’te yapılan nüfus sayımları, 1990 yılına kadar her 5 yılda bir yapılmıştır. Bu sayımların sonuncusu ise 2000 yılında yapılmıştır. TÜİK genel nüfus sayımlarında il ve ilçe merkezlerini şehir, belde köy ve köy tüzel kişiliğine sahip olmayan yerleşmeleri ise (bunların nüfusları bağlı oldukları köyün nüfus içinde yer almaktadır) kırsal yerleşme kabul etmektedir. Bu nedenle ilçe ve ilçe merkezlerinin nüfusu kentsel diğerlerinin nüfusu ise kırsal nüfus olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de 2000 yılından sonra genel nüfus sayımı yapılmamış, İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü bünyesinde ADNKS (Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi) veri tabanı oluşturulmuştur. Bu veri tabanının ilk sonuçları 2007 yılının sonunda açıklanmıştır. Yani 2008 yılının Ocak ayında, 31 Aralık 2007 tarihli veriler açıklanmıştır. Günümüzde de her yılın son günü itibariyle oluşan ADNKS verileri bir sonraki yılın ilk aylarında açıklanmaktadır. ADNKS sonuçlarına göre de 2007-2012 yılları arasında il ve ilçe merkezleri şehir, belde ve köyler ise kırsal yerleşme olarak kabul edilmiş ve kırsal-kentsel nüfus oranları bu ayrıma göre ortaya çıkarılmıştır. 2013 yılında çıkarılan 6360 sayılı yeni büyükşehir yasası ile 30 büyük şehrin nüfusunun tamamı kentsel nüfus olarak kabul edilmiş, büyükşehir olmayan illerde ise eski ayrım devam etmiştir. Büyükşehir olan illerde köylerin mahalleye dönüştürülmesi ve bu yerleşmelerin nüfuslarının kentsel nüfus olarak kabul edilmesi tartışmaları da beraberinde getirmiştir (Doğanay, 2014; Yılmaz, 2016a). Zira bir kırsal yerleşmelerin şehir yerleşmesi haline gelmesi, bazen onlarca hatta yüzlerce yıl sürmekte ve ancak bu uzun zaman dilimleri içinde yerleşmelerin fonksiyonları değişmektedir (Tümertekin, 1973). Bu nedenle Van gibi kırsal nüfus oranının % 45 civarında olduğu illerde, bu değerin bir yasa ile % 0’a inmesi tartışılması gereken bir husustur. Bu yasa ile büyükşehirlerde kırsal yerleşmelere hizmet götürme anlayışı 281 Murat YILMAZ değişmiş, il-ilçe özel idarelerinin yerine bu görev belediyelere verilmiştir (İzci ve Turan, 2013). Ancak bu anlayışın değişmesi, nüfusun tamamını kentsel nüfus olarak kabul etmeyi gerektirir mi? bu sorunun cevabının tartışılması gerekmektedir. Büyükşehir olmayan illerde ise kırsal-kentsel nüfus tasnifinde ve kırsal yerleşmelere hizmet götürme anlayışında bir değişiklik olmamıştır. Kırsal ve kentsel yerleşmelerin ayrımı ve 6360 yasa ile ortaya çıkan yeni kabullerle ilgili tartışmalar bir tarafa bırakılacak olursa Türkiye’de resmi istatistik kurumunun yasal düzenlemeler çerçevesinde ortaya koyduğu verilere göre kırsal-kentsel nüfus miktarı ve oranı ile bunların yıllara göre değişimi ve doğurduğu sonuçlar çalışmanın devamında ele alınacaktır. Çalışmada kırsal nüfusun azalmasının doğurduğu sonuçlar da ele alınacak özellikle kırsal nüfusun azaldığı süreçte hayvan varlığının değişimi detaylı bir şekilde incelenecektir. 2. BULGULAR 2.1. Kırsal ve Kentsel Nüfusun Değişimi Türkiye’de 1927 sayımına göre toplam nüfusun yaklaşık olarak % 75’ini oluşturan kırsal nüfus, bu oranını 1950’ye kadar korumuştur (Tablo.1). Bu durumun temel nedeni kırsal yerleşmelerdeki iticilikler ve kentlerdeki çekiciliklerdir (Doğanay, 2014; Keleş, 2012). Tarım topraklarının bölünmesi ve küçülmesi, sosyal problemler, işsizlik, eğitim ve sağlık hizmetlerinin yetersizliği, kırsal yerleşmelerdeki en önemli iticiliklerdir. Kentlerdeki çekicilikler ise iş olanakları, daha iyi yaşam, eğitim ve sağlık olanakları şeklinde sıralanabilir. Türkiye’de 1950 yılından sonraki süreçte kırsal nüfus azalmaya başlamıştır. 1950’de % 75 civarında olan kırsal nüfus oranı, 1960’a gelindiğinde % 68,1’e; 1970 yılına gelindiğinde ise % 61,6’ya düşmüştür (Tablo.1). Bu dönemde kırsal yerleşmelerden kentlere yönelik göçlerin başladığı ve hızlı bir şekilde devam ettiği anlaşılmaktadır. Tablo.1. Türkiye’de Kırsal, Kentsel ve Toplam Nüfusun Yıllara Göre Artışı (1927-2015) Sayım Dönemleri 1927 Kentsel Nüfus 3305879 Oran Oran 24,2 Kırsal Nüfus 10342391 75,8 Toplam Nüfus 13648270 1935 3802642 23,5 12355376 76,5 16158018 1940 4346249 24,4 13474701 75,6 17820950 1945 4687102 24,9 14103072 75,1 18790174 1950 5244337 25,0 15702851 75,0 20947188 282 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar 1955 6927343 28,8 17137420 71,2 24064763 1960 8859731 31,9 18895089 68,1 27754820 1965 10805817 34,4 20585604 65,6 31391421 1970 13691101 38,5 21914075 61,6 35605176 1975 16869068 41,2 23478651 58,2 40347719 1980 19645007 43,9 25091950 56,1 44736957 1985 26865757 53,0 23798701 47,0 50664458 1990 33326351 59,0 23149684 41,0 56473035 2000 44006274 64,9 23797653 35,1 67803927 2012 58448431 77,3 17178953 22,7 75627384 2015 72520510 92,1 6220543 7,9 78741053 KAYNAK: TÜİK verileri (Genel Nüfus sayımları ve ADNKS sonuçları) 1980 yılına gelindiğinde kırsal nüfus oranı % 56’ya gerilemiş, 1985 yılında ise kırsal nüfus oranı ilk kez % 50’nin altına inmiştir. 1985 yılında % 47 civarında olan kırsal nüfus oranı sonraki süreçte hızla azalmaya devam etmiş ve 2000 yılına gelindiğinde % 35,1’e inmiştir (Tablo.1). Bu süreçte kırsal nüfusun hızlı bir şekilde azalmasının en önemli nedeni kırdan kente doğru olan göçlerin yanı sıra yapılan yasal düzenlemelerdir. Çok sayıda beldenin ilçe statüsü elde etmesi ve bazı büyük şehirlerde merkeze yakın köylerin şehrin bir parçası haline getirilmesi gibi yasal düzenlemeler sonucu ortaya çıkan yeni tüzel kişilikler, kırsal nüfus oranının hızla azalmasının diğer nedenleri arasında gösterilebilir (Yılmaz, 2015). Ülkemizde 2000 yılından sonra da kırsal nüfus oranı düşmeye devam etmiştir. Nitekim 2000 yılında % 35 olan bu oran, 2012 yılına gelindiğinde % 23’e gerilemiştir (Tablo.1). Diğer bir ifade ile 1985 ile 2012 yılı arasında Türkiye nüfusu 50 milyondan 75 milyona, kentsel nüfus 26 milyondan 58 milyona çıkmış, ancak bu süreçte kırsal nüfus ise 24 milyondan 17 milyona düşmüştür (Yılmaz, 2015). 2013 yılında çıkarılan 6360 sayılı yasa ile büyükşehir belediyesi kurulan illerde köyler mahalleye dönüştürülmüş ve bu illerde kırsal nüfus sıfıra düşmüştür. Bu duruma bağlı olarak günümüzde TÜİK verilerine göre Türkiye’de kırsal nüfus oranı % 8 civarındadır. Ancak yeni yasa ile birlikte büyükşehir statüsü verilmiş illerdeki binlerce kırsal yerleşmenin bir yıl içinde yapısal değişiklikler göstererek kentlerin bir parçası haline geldiğini kabul etmek doğru olmaz. Bu nedenle ülkemizde günümüzde gerçek anlamda şehir özelliği gösteren yerleşmelerde yaşayan 283 Murat YILMAZ nüfusun % 75-80 aralığında olduğunu ve kırsal nüfus oranının % 20-25 aralığında olduğunu söylemek daha doğrudur (Yılmaz, 2015; Yılmaz, 2016a). Türkiye’de 1950 ile 1980 arasında kırsal nüfus oranı sürekli azalırken aynı dönemde kırsal nüfus mutlak olarak artmaya devam emiştir. Nitekim 1980’de kırsal nüfus 25 milyon ile Cumhuriyet tarihindeki en yüksek değere çıkmıştır (Tablo.1; Şekil.1). Ancak bu dönemde kırsal nüfus kentsel nüfusa göre daha yavaş artmıştır (Yılmaz, 2015; Yılmaz, 2016a). 1980 yılından sonra kırsal nüfus hem oran hem de mutlak olarak azalmaya başlamıştır. 1985’te yaklaşık 25 milyon düşen nüfus 1985-90 ve 1990-2000 arasında cılız artışlar yaşasa da 2012 yılında yaklaşık 17 milyona kadar gerilemiştir (Tablo.1, Yılmaz, 2015; Yılmaz, 2016a). 90000000 80000000 70000000 60000000 50000000 Kırsal Nüfus 40000000 Kentsel Nüfusu 30000000 Toplam Nüfus 20000000 10000000 0 1927 1940 1950 1960 1970 1980 1990 2012 Şekil.1.Türkiye’de Kırsal, Kentsel ve Toplam Nüfusun Yıllara Göre Değişimi Grafiği 2.2. Kırsal Nüfusun Değişimin Doğurduğu Bazı Sonuçlar Ülkemizde 1950 yılında % 75 civarında olan kırsal nüfusun günümüzde % 20 civarına inmesi kırsal nüfusun önemli ölçüde azaldığını göstermektedir. Türkiye’de kırsal nüfusun toplam nüfus içindeki payının 1950’den sonra azalmaya başlaması ve bu nüfusun 1985’ten sonra mutlak olarak da azalmaya başlaması çeşitli olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Bu sonuçların en önemlileri; • Kırsal yerleşmelerden göç edenlerin şehirlerdeki yeni yaşam koşulları, • Kırsaldan yerleşmelerden kentlere göçün kentte yaşayanların iş olanaklarına etkisi, 284 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar • Kırsal yerleşmelerde nüfusun azalmasının bitkisel ve hayvansal üretime etkisi, • Kırsal yerleşmelerde yaşanan göçün bu yerleşmelerdeki eğitim ve sağlık hizmetlerine olan etkisi, • Kentlerde nüfusun hızlı artmasının özellikle göçmenlerin yoğun olduğu kenar mahallerdeki eğitim faaliyetlerine etkisi, • Kırsal yerleşmelerden göçle ayrılanlardan kalan tarım arazilerinin bu yerleşmelerde yaşamaya devam eden hane hakları tarafından kullanımından kaynaklanan sorunlar ve • Kentlere gelen kırsal nüfusun birbirleriyle ve kentin eski sakinleriyle olan uyumu ve ortaya çıkan sosyal çatışmalar şeklinde sıralanabilir. Kentlere göç eden kırsal nüfusun bir kısmının kentlerde daha iyi yaşam koşullarına, eğitim ve sağlık olanaklarına kavuşması, onlar açısından iyi bir sonuçtur. Ancak kentlere göç eden nüfusun bir kısmı iş bulamamakta veya düşük gelirli ve sosyal güvencesi olmayan işlerde çalışmaktadır. Dolayısıyla bu nüfus için kente göç, yaşam koşullarını iyileştirmemiş, belki daha da zorlaştırmıştır (Yılmaz, 2016a). Günümüzde Türkiye’de kentlerde işsizlik oranının kırsala göre daha yüksek olduğu bir gerçektir (www.tuik.gov.tr). Dolayısıyla kırsaldaki olanaklarla daha insani bir yaşama sahip nüfusun kentlere gelip sefalet içinde yaşamaya başlaması, olumlu bir gelişme sayılamaz (Yılmaz, 2016a). Ayrıca kentlerin sürekli olarak göç alması, bu yerleşmelerin eski sakinlerinin çeşitli alanlarda istihdam fırsatını azaltmakta ve bunların yeni gelenlerle sıklıkla kültürel çatışma yaşamalarına sebep olmaktadır. Kırsal nüfusun göçle azalması kırsal yerleşmelerde yaşayanlar açısından da çeşitli olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Göç edenlerden kalan tarım arazileri kiralama veya ücret ödemeden, kalanlar tarafından bitkisel üretim amacıyla kullanılmakta ve bu hane halklarının bir kısmı daha fazla gelir elde edebilmektedir. Ancak göç edenler ve kırsal yerleşmelerde kalanlar arasında arazi kullanımı eksenli anlaşmazlıklar da yaşanabilmekte ve bazen bu problemden dolayı sosyal çatışmalar çıkmaktadır (Yılmaz, 2016a). Ayrıca kırsal yerleşmelerde hane halkının azalması, tarım alanlarının belli bir kısmının ekilmemesine, meraların ve yaylaların kullanılmamasına da neden olabilmektedir. Bu açıdan kırsal nüfusun büyük ölçüde azalması, Türkiye’de bitkisel ve hayvansal üretimi olumsuz etkileyen önemli bir etmendir. Kırsal nüfusun çok fazla azalması sonucu, ülkemiz artık hububat, canlı hayvan ve et açısından kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmıştır. Adı geçen bitkisel ve hayvansal ürünlerin 285 Murat YILMAZ ithalatı son yıllarda giderek artmaktadır (Yılmaz, 2015). Kırsal nüfusun azalması ile hayvancılık arasındaki ilişki ilerde ayrı bir başlık olarak ele alınacaktır. Öte yandan kırsal yerleşmelerde göç sonucu nüfusun azalması, bu yerleşmelerin bazılarında eğitim sağlık kurumlarının kapanmasına ve dolayısıyla belirtilen hizmetler açısından koşulların daha da kötüleşmesine neden olmaktadır. Nüfusu azalan kırsal yerleşmelerde okullar kapanmakta, ilkokul ve ortaokul çağındaki çocuklar yakın çevrede yer alan diğer bazı yerleşmelerdeki okullara taşınmaktadır. Ancak 6-7 yaşlarındaki çocukların taşınması, bu çocukların okula uyumunu güçleştirmekte ve başarılarını azaltmaktadır (Yılmaz, 2016b). Yoğun göç alan İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerin kenar mahallelerinde ise eğitim kurumlarının fiziki kapasitesi, talebi karşılamakta zorlanmaktadır. Bu illerde ilk ve ortaokullarda sınıf mevcutları 60-70 öğrenciyi bulmaktadır. Bu açıdan kırsaldan göç edenlerin çocuklarının tamamının iyi eğitim alma olanağına sahip olduğu söylenemez. Kırsal yerleşmelerden kentlere yönelik göçler, göçle gelenler arasında veya göçle gelenlerle kentin eski sakinleri arasında zaman zaman anlaşmazlıkların yaşanmasına neden olmaktadır. Kültürel farklılıklar toplumsal ilişkilerde zaman zaman sıkıntılara neden olmakta veya maddi anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı Avrupa’da olduğu gibi ülkemizde de göçle gelenlerin kente uyumu için çeşitli eğitim ve uyum programları hayata geçirilmeli, kentlilik bilinci hususunda farkındalık çalışmaları yapılmalıdır. 2.3. Kırsal Nüfusun Azalmasının Hayvancılığa Etkileri Türkiye’de kırsal nüfusun değişimi ile hayvan varlığı birlikte incelendiğinde bazı önemli hususlar dikkat çekmektedir. 1950’de kırsal nüfus oranı % 75 iken büyükbaş hayvan varlığı 11 milyon civarında, küçükbaş hayvan varlığı 41,5 milyon, toplam canlı hayvan varlığı da 52,5 milyon civarındaydı. 1980’e gelindiğinde kırsal nüfus oranı % 52’ye gerilemiş, aynı tarihte büyükbaş hayvan varlığı yaklaşık 17 milyona, küçükbaş hayvan varlığı 68 milyona canlı hayvan varlığı ise 85 milyona çıkmıştır (Tablo.1-2-3-4; Şekil.2). Bu dönemde kırsal nüfus oranı azalmasına rağmen hayvan varlığının artması bir tezat gibi görünebilir. Ancak oran olarak azalan kırsal nüfus, aslında mutlak olarak artmıştır. Nitekim 1950’de 16 milyon civarında olan kırsal nüfus 1980’e gelindiğinde 25 milyona çıkmıştır (Tablo.1). Fakat bu dönemde kırsal nüfusun yıllık artış hızı kentsel nüfusa göre daha düşük kaldığı için (göçlerden dolayı) söz konusu nüfusun toplam nüfus içindeki payı azalmıştır. Verilerden de anlaşılacağı üzere kırsal 286 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar nüfusun artması, hayvan varlığının sayısını olumlu yönde etkilemiş ve 1950 de 52,5 milyon olan hayvan varlığı 1980’e gelindiğinde 85 milyona çıkmıştır (Tablo.1; Tablo.2; Tablo.3). Bu durum son derece normaldir. Zira bitkisel üretim ve hayvancılık genellikle kırsal yerleşmelerde kırsal nüfus tarafından yapılan faaliyetlerdir. Tablo.2. Türkiye’de Büyükbaş Hayvan Varlığının Yıllara Göre Değişimi (1950-2014) Yıllar Sığır % Manda % Toplam % 1950 10.123.000 91,5 947.000 8,5 11.070.000 100 1960 12.435.000 91,6 1.140.000 8,4 13.575.000 100 1970 12.756.000 91,9 1.117.000 8,1 13.873.000 100 1980 15.894.000 93,9 1.031.000 6,1 16.925.000 100 1990 11.377.000 96,8 371.000 3,2 11.748.000 100 2000 10.761.000 98,7 146.000 1,3 10.907.000 100 2014 14.223.000 99,1 122.000 0,9 14.345.000 100 Kaynak: TÜİK verileri. 1950 ile 1980 arasında büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlığı tek tek ele alındığında, söz konusu değerlerin arttığı görülmektedir. 1950’de 11 milyon olan büyükbaş hayvan varlığı 1980’e gelindiğinde 17 milyona çıkmıştır. Aynı dönemde küçükbaş hayvan varlığı da 42,5 milyondan yaklaşık 68 milyona çıkmıştır (Tablo.2; Tablo.3; Şekil.2). 1950-1980 arasında büyükbaş ve küçükbaş hayvan varlığı kendi içinde değerlendirildiğinde de ilginç sonuçlar ortaya çıkmaktadır. 1950’de büyükbaş hayvan varlığının % 8,5’ini manda, % 91,5’ini ise sığır oluşturmaktaydı. 1980 yılına gelindiğinde ise bir önceki cümlede belirtilen oranlar sırasıyla % 6,1 ve 93,9 olmuştur. Yani mandanın büyükbaş hayvan varlığı içindeki payı azalmış, sığırınki ise artmıştır. 1950-1980 arasında koyunun küçükbaş hayvan varlığın içindeki payı sürekli artmış, buna karşın kıl keçisi ve tiftik keçisinin payları ise önemli ölçüde azalmıştır. Koyunun küçükbaş hayvan varlığı içindeki payı 1950’de % 55,6 iken 1980’e gelindiğinde % 71,9’a çıkmıştır. 1950’de kıl keçisi ve tiftik keçesinin sırasıyla % 38,9 ve % 9,5 olan payları ise 1980’de % 22,7 ve % 5,4’e gerilemiştir. 287 Murat YILMAZ 90.000.000 80.000.000 70.000.000 60.000.000 50.000.000 40.000.000 30.000.000 20.000.000 10.000.000 0 Manda Sığır Koyun Kıl Keçisi Tiftik Keçisi Toplam Hayvan Varlığı 1950 1960 1970 1980 1990 2000 2014 Şekil.2.Türkiye’de Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvan Varlığının Yıllara Göre Değişimi (1950-2014) 1980 ile 2000 yılı arasında toplam hayvan varlığı yaklaşık yarı yarıya azalmıştır. 1980’de 84,6 milyon civarında olan hayvan varlığı 2000 yılına gelindiğinde yaklaşık 46,7 milyona inmiştir (Tablo.2-3-4; Şekil.2). Aynı dönemde kırsal nüfus oranı da % 56,1’den % 35,1’e gerilemiştir. Bu dönemde Türkiye nüfusu toplamda 23,1 milyon artarken kırsal nüfus 1,2 milyon azalmıştır. Yani diğer bir ifade ile 1980-2000 arasında kentsel nüfus 24,4 milyon artarken kırsal nüfus 1,2 milyon azalmış ve bu nüfusun toplam nüfus içindeki payı da % 21 oranında azalmıştır (Tablo.1). Tablo.3.Türkiye’de Küçükbaş Hayvan Varlığının Yıllara Göre Değişimi (1950-2014) Yıllar Koyun % Kıl Keçisi % Tiftik Keçisi % Toplam % 1950 23.082.000 55,6 14.498.000 38,9 3.966.000 9,5 1960 34.463.000 58,3 18.636.000 31,5 5.995.000 10,1 59.095.000 100 1970 36.471.000 65,2 15.040.000 26,9 4.443.000 7,9 55.954.000 100 1980 48.630.000 71,9 15.385.000 22,7 3.658.000 5,4 67.673.000 100 1990 40.553.000 78,7 9.698.000 18,8 1.279.000 2,5 51.530.000 100 2000 28.492.000 79,8 6.828.000 19,2 373.000 1,0 35.693.000 100 2014 31.140.000 75,1 10.167.000 24,5 177.000 0,4 41.485.000 100 41.547.000 100 Kaynak: TÜİK verileri ve Doğan 2015’ten yararlanılarak hazırlanmıştır. 288 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar Verilerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’de kentleşme oranı ve kentli nüfusun arttığı bir dönemde, canlı hayvan varlığı hızlı bir azalma süreci yaşamıştır. Bu durum kırsal nüfusun hayvancılık faaliyetleri açısından son derece önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zira kırsal hane halklarının temel geçim kaynakları ziraat ve hayvancılıktır. 1980-2000 arasında toplam hayvan varlığı azalırken doğal olarak bu değeri oluşturan büyükbaş hayvan ve küçükbaş hayvan varlığı da büyük oranda azalmıştır. Nitekim 1980’de 67,2 milyon olan küçükbaş hayvan varlığı 35,7 milyona, yaklaşık 16,7 milyon olan büyükbaş hayvan varlığı da 11 milyona inmiştir. Öte yandan 1980-2000 döneminde koyunun küçükbaş hayvan varlığı içindeki payı artmaya tiftik keçisi ve kıl keçisinin payı ise azalamaya devam etmiş. Bu dönemde koyunun payı % 71,9’dan %78,9’a çıkarken kıl keçisinin payı % 22,7’den % 19,2’ye tiftik keçisinin payı ise % 5,4’ten % 1’e inmiştir. Bu dönem özelikle tiftik keçisinin payında daha hızlı bir azalma olmuştur (Tablo.3). 1980-2000 döneminde sığırın büyükbaş hayvan varlığı içindeki payı oldukça fazla artmış, mandanın payı ise hızlı bir azalma sergilemiştir. 1980’de sığırın büyükbaş hayvan varlığı içindeki oranı % 93,9 iken 2000 yılında bu oran % 98,7’ye çıkmıştır. Aynı dönemde mandanı payı ise % 6,1’den % 1,3’e gerilemiştir (Tablo.2). 2000 yılı ile 2014 yılı arasında canlı hayvan varlığında önemli bir artış yaşanmıştır. 2000 yılında 46,7 milyon civarında olan bu değer 2014 yılına gelindiğinde 52,5’e çıkmıştır (Tablo.4). Bu süreçte kırsal nüfus ise azalmıştır. Buradan mevcut kırsal hane halklarının besledikleri hayvan sayınsın arttığı söylenebilir. Bu dönemde küçükbaş hayvan 35,7 milyondan 41,5 milyona, büyükbaş hayvan varlığı da 11 milyondan 14,2 milyona çıkmıştır (Tablo.4). 2000-2014 döneminde toplam küçükbaş hayvan varlığı artarken koyunun küçükbaş hayvan varlığı içindeki payında bir azalma olmuştur 2000 yılında % 79,8 olan bu oran 2014’te % 75,1’e inmiştir. Aynı dönemde tiftik keçisinin payı iyice azalırken kıl kesçinin payında ise önemli bir yükselme olmuştur. 2000 yılında % 1 olan tiftik keçisinin oranı 2014 yılına gelindiğinde % 0,4’e inmiş, aynı dönemde kıl keçisinin küçükbaş hayvan varlığı içindeki payı ise % 19,2’den % 24,5’e çıkmıştır (Tablo.3). 289 Murat YILMAZ Tablo.4. Türkiye’de Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvanların Toplam Hayvan Varlığı içindeki Payları (1950-2014) Yıllar Büyükbaş Hayvan sayısı % Küçükbaşa Hayvan sayısı % Toplam 100 1950 11.070.000 21,0 41.547.000 79,0 52.617.000 100 1960 13.575.000 18,7 59.095.000 81,3 72.670.000 100 1970 13.873.000 19,9 55.954.000 80,1 69.827.000 100 1980 16.925.000 20,0 67.673.000 80,0 84598000 100 1990 11.748.000 18,6 51.530.000 81,4 63278000 100 2000 10.907.000 23,4 35.693.000 76,6 46600000 100 2014 14.345.000 25,7 41.485.000 74,3 55830000 100 Kaynak: TÜİK verileri. 2000-2014 döneminde büyükbaş hayvan varlığı artarken manda sayısı azalmıştır. Bu dönemde sığır varlığı 10,7 milyondan 14,2 milyon çıkmış, manda sayısı ise 146 binden 122 bine inmiştir. Bu dönemde sığırın büyükbaş hayvan varlığı içindeki payı % 98,7’den % 99,1’e çıkarken mandanın payı ise % 1,3’ten % 0,1’e inmiştir (Tablo.2). Türkiye’de özellikle 1980’den sonraki süreçte kırsal nüfus azalırken hayvan varlığı 2000 yılına kadar hızlı azalmış, 20000 yılından sonra ise artmıştır. Ancak 1980’den 2014’e kadar olan dönemde manda ve tiftik keçisinin sürekli olarak azaldığı dikkat çekmektedir. Nitekim 1980’de 1 milyon olan manda sayısı 2000 yılında 146 bine 2014 yılında ise 122 bine inmiştir. Yine 1980’de 3 milyon 658 bin olan tiftik keçisi sayısı, 2000 yılında 373 bine, 2014 yılında ise 177 bine inmiştir (Tablo.2-3). Türkiye’de küçükbaş ve büyükbaş hayvanların toplam hayvan varlığı içindeki payına baktığımızda günümüzde bu oranların sırasıyla % 74,3 ve % 25,7 olduğu anlaşılmaktadır. 1950-1990 arasında büyükbaş hayvanların payında bir artış olmuş, buna karşın 1990 yılı sonrasında ise küçükbaş hayvanların payında bir azalma meydana gelmiştir. Nitekim 1950’de toplam hayvan varlığının % 21’ini oluşturan büyükbaş hayvanların payı, 1990 yılına gelindiğinde % 18,6’ya gerilemiştir. 1950’de % 79 olan küçükbaş hayvanların payı ise 1990 yılına gelindiğinde % 81,4’e çıkmıştır. 1990’da sonra ise bu değişim tersi bir özellik göstermiş yani büyükbaş hayvanların oranı artmıştır. 1990’da % 18,6 olan büyükbaş hayvan oranı 2000 yılında % 23,4’e, 290 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar 2014 yılında ise % 25,7’ye çıkmıştır. 1990 yılında % 81,4 olan küçükbaş hayvan oranı ise 2000 yılında % 76,6’ya 2014 yılında ise % 74,3’e gerilemiştir. Kısaca 64 yıllık dönemde büyükbaş hayvanın toplam hayvan varlığı içindeki oranı % 5 civarında artmış, küçükbaş hayvan oranı da aynı oranda azalmıştır (Tablo.4). Türkiye’de 10 kişiye düşen koyun sayısı değerinin 1950 ile 1980 arasında çok fazla değişmediği (cılız bir azalma olmuştur), 2000 yılından sonra ise hızla azaldığı dikkat çekmektedir. Nitekim 1950’de 11 olan değer 1980’e gelindiğinde 10,8 olmuştur. 1980’de 10,8 olan 10 kişiye düşen koyun sayısı, 2000 yılında 4,2; 2014 yılında ise 3,9 olmuştur. Verilerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’de 1950-1980 arasında her 10 kişiye karşılık 10’dan fazla koyun varken bugün bu değer oldukça düşüktür. Yani 1950’de 21 milyon civarında olan nüfus günümüzde yaklaşık 81 milyona çıkmış, aynı dönemde koyun varlığı 23,1 milyondan 31,1 milyona çıkmıştır (Tablo.5). Diğer bir ifade ile koyun varlığındaki artış nüfus artışına göre oldukça düşük kalmıştır. Tablo.5. Türkiye’de Yıllara Göre Nüfusun, Koyun Varlığının Toplam Hayvan Varlığının Değişimi (1950-2014) Yıllar Nüfus Koyun sayısı 10 Kişiye düşen Koyun Sayısı Küçükbaş ve Büyükbaş Toplam hayvan sayısı 10 Kişiye düşen Canlı Hayvan sayısı 1950 21000000 23100000 11,0 52.617.000 25,1 1980 45000000 48600000 10,8 84598000 18,8 2000 67000000 28500000 4,2 46600000 7,0 2014 78000000 31150000 3,9 55830000 7,1 Kaynak: TÜİK verileri. 1950-2015 arasında 10 kişiye düşen canlı hayvan sayısında da önemli bir azalma olmuştur. 1950’de 25,1 olan bu değer 1980’de 18,8’e; 2000 yılında ise 7’ye düşmüştür. Günümüzde de bu değer 7 civarındadır. Ülke nüfusun hızla arttığı bu dönemde canlı hayvan sayısında artış ve azalışlar olmuştur. Ancak kabaca 1950-2015 döneminde canlı hayvan varlığının nüfus artışına göre oldukça düşük olduğu anlaşılmaktadır (Tablo.5). 291 Murat YILMAZ Kısaca Türkiye’de 1950-1980 arasında kırsal nüfusun toplam nüfusun içindeki payı azalırken söz konusu nüfus mutlak olarak artmaya devam etmiş ve bu dönemde canlı hayvan sayısı hızlı bir artış yaşamıştır. 1980-2000 arasında ise canlı hayvan varlığı hızlı bir azalma dönemine girmiştir. 2000-2014 döneminde ise bu değerde nispeten önemli bir yükselme yaşanmıştır (Şekil.3, Tablo.1; Tablo.4,). 1950’de toplam hayvan varlığı içinde önemli bir paya sahip olan koyun, sığır ve kıl keçisi, günümüzde bu önemini korumaktadır. Ancak aynı şeyi manda ve tiftik keçisi için söylemek zordur (Tablo.2-3). 90000000 80000000 70000000 60000000 50000000 Kırsal Nüfus 40000000 Canlı hayvan sayısı 30000000 20000000 10000000 0 1950 1960 1970 1980 1990 2000 2014 Şekil.3. Türkiye’de Kırsal Nüfus ve Canlı Hayvan Sayının (Büyükbaş ve Küçükbaş Toplamı) 1950-2014 Yılları Arasındaki Değişimi Bu nedenle kırsal nüfusun azaldığı 1980-2015 sürecinde tiftik keçisi ve manda yetiştiriciliğinin olumsuz anlamda daha fazla etkilendiği söylenebilir. Oysa sütü ve yoğurdu son derece lezzetli ve değerli olan manda ile dokuma sanayinde özel bir yeri olan uzun lifli yüne sahip tiftik keçisinin hayvan varlığımız içinde bitme noktasına gelmesi, ülke ekonomisi ve kırsal hane halklarının bir kısmı için ciddi bir kayıptır. İlginç olan bir husus da ülkemizde bitme noktasına gelen Ankara (tiftik) keçisinin Avustralya ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerde her geçen gün artmasıdır (Güner ve Ertürk, 2006). Ankara keçisinin ilgili ülke çiftçileri ve ekonomilerine olan katkısı giderek artmaktadır. Burada bize ait olan ehlileştirilmiş bir hayvanın kıymetini bilmediğimiz ve ondan ekonomik anlamda yeterince yaralanamadığımız anlaşılmaktadır. 292 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar 3. SONUÇ Türkiye’de 1927 yılında % 24 olan kentsel nüfus oranı 1950’ye kadar pek değişmemiştir. 1950 öncesinde ulaşım ve iletişim olanak ve araç gereçlerinin oldukça sınırlı olması, kırsal yerleşmelerden kentlere yönelik göçlerin az olmasına neden olmuştur. Ancak 1950’den sonra ülkede meydana gelen yapısal ve ekonomik değişimler, yeni ulaşım ağları ve araçları ile iletişimin gelişmesi gibi etkenler, kırsal nüfusun kent hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasına neden olmuştur. Neticede kent hakkında daha fazla bilgi sahibi olan kırsal nüfus, bu kentlerin çekiciliklerinden ve kırsal yerleşmelerin iticiliklerinden dolayı kentlere göç etmeye başlamıştır. 1950’den sonraki süreçte kırsaldan kentlere yönelik göçlerden dolayı kırsal nüfus oranı her geçen gün azalmaya, kentsel nüfus oranı ise artmaya başlamıştır. 1980 yılına gelindiğinde (1950’de % 75 civarında olan kırsal nüfus) % 56’ya düşmüştür. Aynı dönemde kentsel nüfus oranı da % 25’ten % 44’e çıkmıştır. 1985 genel nüfus sayımı Türkiye’de kırsal nüfus oranının % 50’nin altına indiği, dolayısıyla kentsel nüfus oranının da % 50’nin üzerinde çıktığı ilk nüfus sayımı olmuştur. Bu tarihte kentleşme oranı % 53’e çıkmış, kırsal nüfus oranı ise % 47 olmuştur (Tablo.1). 1985’ten sonra da kırsal nüfus oranı azalmaya devam etmiştir. Nitekim 2000 yılına gelindiğinde kırsal nüfus oranı yaklaşık % 35’e düşmüş, kentsel nüfus oranı ise % 65’e çıkmıştır. 2000 yılından sonraki süreçte kırsal nüfus oranı düşmeye devam etmiştir. Nitekim 6360 sayılı yasa çıkmadan tespit edilen 2012 ADKS verilerine göre, kırsal nüfus oranı % 23, kentsel nüfus oranı ise % 77 olmuştur (Tablo.1). 2013 yılında çıkarılan 6360 sayılı yeni büyük şehir yasasına göre tüm büyükşehirlerde kırsal nüfus oranı % 0 olmuştur. Çünkü büyük (bütün şehir yasası olarak da geçmektedir) şehirlerdeki köyler mahalleye dönüştürülmüş ve şehrin bir parçası kabul edilmiştir. Bu nedenle 2012 sonu verilerine göre % 23 olan kırsal nüfus 2013 sonu itibariyle % 9’a düşmüştür. Tabi ki yasal düzenleme ile köy yerleşmelerinin fonksiyonları, bir yılda değişmemiştir. Ancak yasaya bağlı olarak açıklanan verilerde büyük bir farklılık göstermiştir. Günümüzde Türkiye’de bitkisel ve hayvansal üretim yapılan kırsal yerleşmelerde toplam nüfusun yaklaşık % 20’sinin yaşadığı söylenebilir. Zira 2012 yılı verilerine göre bu oran % 23 civarındaydı. Dolayısıyla halen Türkiye’de her 5 kişiden birinin kırsal yerleşmelerde yaşadığı söylenebilir. Bu değeri doğru kabul etsek 1980’de her 100 kişiden 56’sının yaşadığı kırsal yerleşmelerde bugün her 100 kişiden 20’sinin yaşadığı anlaşılmaktadır. Bu veri kabaca son 40 yılda Türkiye’de kırsal nüfus oranının % 36 oranında azaldığını göstermektedir. 293 Murat YILMAZ 1950’den sora oran olarak azalan kırsal nüfus, aslında 1980’e kadar mutlak olarak artmaya devam etmiştir. 1980’e gelindiğinde Cumhuriyet tarihindeki en yüksek değer olan 25 milyona çıkan kırsal nüfus, sonraki süreçte mutlak olarak da azalmaya başlamıştır. Nitekim bu değer 1985 yılında yaklaşık 24 milyona, 1990 yılında 23 milyona inmiştir. 1990-2000 arasında yaklaşık 23 milyondan 24 milyona çıkan kırsal nüfus 2012 yılına gelindiğinde 17,2 milyona düşmüştü. 2017 yılı verilerin göre 6,5 milyon olarak gösterilen kırsal nüfusun aslında 80,8 milyon olan nüfusumuz % 20’sine denk gelen 16,2 milyon civarında olduğu söylenebilir. Türkiye’de kırsal nüfusun kentlere göçü, kırsal yerleşmeler ve kentlerdeki eğitim sağlık hizmetlerini, iş olanaklarını, toplumsal ilişkileri ve kırsal yerleşmelerdeki bitkisel ve hayvansal üretimi önemli ölçüde etkilemiştir. Kırsal yerleşmelerden kentlere göç edenlerin bir kısmı daha iyi iş, eğitim, sağlık ve yaşam koşullarına sahip olmuş ancak bir kısmı eski durumundan daha zor koşullarda yaşamak zorunda kalmıştır. Kentlerde yaşayanlar kırsaldan gelenlerden dolayı işsizlikle daha fazla ve daha büyük oranda karşı karşıya kalmıştır. Bu yerleşmelerin kenar mahallerinde (kentlerin) eğitim ve sağlık hizmetleri, nüfus artışına paralel hızlı bir büyüme sağlayamamış ve bu hizmetlerde nitelik zaman zaman düşmüştür. Kırsaldan göçle gelenler kendi aralarında ve kentin eski sakinleriyle zaman zaman sosyal problemler ve çatışmalar yaşamıştır. Bu olaylar bazen haber bültenlerine de konu olmaktadır. Kırsal yerleşmelerden göç edenlerden dolayı bu yerleşmelerde nüfus giderek azalmış ve yerleşmelerde okullar ile sağlık ocakları kapatılmıştır. Bu nedenle kırsal göç, kırsal yerleşmelerde eğitim ve sağlık hizmetlerinin yerinde verilmesine dolaylı olarak engel olmuştur. Bu yerleşmelerde öğrenciler taşımalı eğitimle okumakta, sağlık hizmetleri de gezici ekipleri veya bazı büyük köyler ile il-ilçe merkezlerinde sağlanmaktadır. Bu çalışmada kırsal nüfusun azalması ile hayvan varlığındaki değişim arasındaki ilişki, sayısal verilerle desteklenerek incelenmiştir. 1950-1980 arasında kırsal nüfus mutlak olarak artarken aynı dönemde canlı hayvan varlığının da arttığı görülmektedir. Nitekim 1950-1980 arasında kırsal nüfus 17 milyondan 25 milyona çıkmış, aynı süreçte canlı hayvan varlığı da 52,6 milyondan 84,6 milyona çıkmıştır. 1980 ile 2000 arasında ise kırsal nüfus 25 milyondan 24 milyona, canlı hayvan varlığı da 84,6 milyondan 46,6 milyona inmiştir. Verilerden de anlaşılacağı üzere 19802000 arasında kırsal nüfusun azalması canlı hayvan varlığının da hızla azalmasına neden olmuştur. 2000 yılı ile 2012 yılı arasında kırsal nüfus 24 milyondan 17 milyona inmiş ancak aynı dönemde canlı hayvan varlığı 46,6 milyondan 55,8 milyona çıkmıştır. Bu 294 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar dönemde kırsal nüfus azalmasına rağmen canlı hayvan varlığı artmıştır. Buradan hane halkı başına beslenen canlı hayvan sayısının ve daha fazla hayvan beslenen modern çiftlik sayısının arttığı anlaşılmaktadır. Sonuç olarak Türkiye’de kırsal nüfusun azalması ve kentsel nüfusun artması çeşitli sonuçlar doğurmuştur. Özellikle bitkisel ve hayvansal üretimin azalması bu sonuçlar arasında öne çıkmaktadır. Bu nedenle bitkisel ve hayvansal üretimin artırılması için kırsal nüfusun arttırılması gerekmektedir Kırsal yerleşmelerden kentlere yönelik göçlerin azaltılması, sona erdirilmesi ve hatta kentlerden kırsal yerleşmelere doğru göçün başlatılması için kırsal kalkınma projelerine ağırlık verilmelidir. Bitkisel ve hayvansal üretime yönelik uzun vadeli faizsiz (veya düşük faizli) kredilerin son yıllarda arttığını görmekteyiz. Yem bitkilerinin ekimine parasal destek verilmekte ve tarla, çayır gibi arazilerin ekilmesi veya biçilmesi için mazot (yakıt) desteği verilmektedir. Ayrıca hayvan sulama göleti ve ahır yapılması için de kredi ve hibelerin yapıldığı dikkat çekmektedir. Bu nedenle gelecekte kırsal yerleşmelere yönelik göçlerin artması söz konusu olabilir. Zira kentlerde işsizlik yüksek, ücretler ise düşüktür. Buna karşın canlı hayvan, et, süt gibi hayvansal ürünler ile bitkisel ürünlerin fiyatlarının giderek yükseldiğini görmekteyiz. Bu nedenle kırsal yerleşmelerde toprağı olan ancak kentlerde yaşayan bazı ailelerin son yıllarda daha fazla kazanç elde etmek amacıyla kırsal yerleşmelere göç ettiği ve bitkisel üretimhayvancılık yapmaya başladığı görülmektedir. Bu durumun ülkemiz adına iyi sonuçlar vermesini umut etmekteyiz. KAYNAKLAR BERKAY, F. 2009, Tarih ve Toplum Köy ve Kent, Ekin Basım Yayın Dağıtım: Bursa. DOĞAN M., 2016, ‘Türkiye’de Tarım hayvancılık ve Ormancılık’, içinde: Editörler Serkan Doğanay ve Mete Alım, Türkiye Coğrafyası ve Jeopolitiği, PegemAkademi Yayıncılık: Ankara. DOĞANAY H. 2014, Türkiye Beşeri Coğrafyası, Pegem-Akademi Yayıncılık: Ankara. DOĞANAY, H. 1991, Türkiye’de İç Göçler ve Başlıca Sonuçları, Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, 2, s.133-150. GÖNEY, S. 1995, Şehir Coğrafyası, 3. Baskı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayın No:2274, İstanbul Üniversitesi Basımevi: İstanbul. 295 Murat YILMAZ GÜNER, İ & ERTÜRK, M, 2006, Kıtalar ve Ülkeler Coğrafyası, Nobel Yayın Dağıtım: Ankara İZCİ, F. & TURAN, M. 2013, Türkiye’de Büyükşehir Belediyesi Sistemi ve 6360 Sayılı Yasa ile Büyükşehir Belediyesi Sisteminde Meydana Gelen Değişimler: Van Örneği, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 18 (1), s.117-152. KELEŞ R. 2012, Kentleşme Politikası, 12. Baskı. İmge Kitabevi: Ankara TÜİK, 1937, 1935 Genel Nüfus Sayımı, Kati ve Mufassal Neticeler, Ankara. TÜİK, 1944, 20 İlkteşrin 1940 Genel Nüfus Sayımı, Vilayetler, Kazalar, Nahiyeler ve Köyler İtibariyle Nüfus ve Yüzey Ölçü, Yayın no:158, Ankara. TÜİK, 1961, 22 Ekim 1950 Genel Nüfus Sayımı Türkiye Nüfusu, Yayın No.410, Ankara TÜİK, 1963, 23 Ekim 1960 Genel Nüfus Sayımı, İl, İlçe, Bucak ve Köyler İtibariyle Yayın No. 444, Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Ankara. TÜİK, 1964, 1955 Genel Nüfus Sayımı, Türkiye Nüfusu, Yayın No: 399. Ankara. TÜİK, 1969, 1965 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Yayın No: 568. Ankara. TÜİK, 1973, 1970 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Yayın No: 690. Ankara. TÜİK, 1982, 1975 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Yayın No: 988. Ankara. TÜİK, 1984, 1980 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Yayın No: 1072. Ankara. TÜİK, 1989, 1985 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Yayın No: 1369. Ankara. TÜİK, 1993, 1990 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Yayın No: 1616. Ankara. TÜİK, 1995, Türkiye Nüfusu, 1923-1994, Demografik Yapısı ve Gelişimi, Yayın No: 1839, Ankara. TÜİK, 2001, 1998 Evlenme İstatistikleri, Türkiye İstatistik Kurumu, Yayın No: 2481. Ankara. TÜİK, 2003, 2002 Türkiye İstatistik Yıllığı, Türkiye İstatistik Kurumu, Yayın No: 2779. Ankara. TÜİK, 2003, 2000 Genel Nüfus Sayımı: Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Türkiye İstatistik Kurumu, Yayın No: 2759. Ankara. 296 Türkiye’de Kırsal Nüfusun Azalması ve Doğurduğu Sonuçlar TÜMERTEKİN E. & ÖZGÜÇ, N. 2011, Beşeri Coğrafya, Çantay Kitabevi, İstanbul. TÜMERTEKİN, E., 1968, Türkiye’de İç Göçler, İstanbul Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 1371, Coğrafya Enstitüsü Yayınları, Yayın No:54, Taş Matbaası, İstanbul. TÜMERTEKİN, E., 1973, Türkiye’de Şehirleşme ve Şehirsel Fonksiyonlar, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Yayınları, İstanbul. TÜMERTEKİN, E., 1977, Türkiye’de İç Göçler Üzerine, İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsü Dergisi, 22, s.29-43. YILMAZ, M. 2015, Türkiye’de Kırsal Nüfusun Değişimi ve İllere Göre Dağılım, Doğu Coğrafya Dergisi, 20, s.135-160. YILMAZ, M., 2016a, Türkiye’nin Değişen Nüfus Yapısı, Çantay Kitabevi: İstanbul. YILMAZ M. 2016b, Erçek Gölü Havzası’nın Beşeri ve İktisadi Coğrafyası (Yayımlanmış Doktora Tezi), Lambert Academic Publishing: Saarbrucken. ISBN:978-3-659-93393-6 İnternet Siteleri: www.tuik.gov.tr (Son erişim: 23/006/2018) 297 Development Trends of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia and Poland Toghrul ALLAHMANLI Odlar Yurdu University Abstract: Bilateral relations between Azerbaijan and Russia have been developing steadily. On the other hand, Azerbaijan connects with European countries. It continues to grow at different rates in two different directions. Unlike Russia, we export more crude oil to European countries. Relations with the Republics of Azerbaijan and Poland starting from ancient times. Success in expanding economic relations between the two countries paves the way for more in the future. The strengthening of relations with Poland, also the means to accelerate integration into the European Union. As the most important issue of sustainable development in a globalized world attention. Because of the study, and they are resources that are not renewable and the observations, monographic studies typological approach the urgency of the matter plane. As the initial step in the context of the study of the development of Poland and Azerbaijan technology undoubtedly transforms may be required to put forward a more serious approach and parallels. The structural performance certainty, stability indicators for the communities, synthetically character characteristic of the whole system and to clarify the nature of categorical. Poland is an example of a typical house in the sustainable development of the resource to the different analysis, dynamic analysis in the context of sustainable development in view of the other countries is necessary. As is known, is situated at the crossroads of East and West. Western and Eastern traditions rooted in the context of sustainable development in Poland and the development of the technology for the analysis of regional character, to ascertain the actual prospects. Typological context of sustainable development and Eastern Europe can serve as a platform to develop a theoretical framework for further investigation. Poland and Azerbaijan in the context of sustainable development prospects of tracking the different levels of interaction possibilities seriously. Key words: Azerbaijan, Poland, economic relations, Sustainable Development, future prospects Toghrul ALLAHMANLI Introduction The relations between the two countries, which are located on two different continents, with different underground and over ground resources, have begun earlier. After the collapse of the Soviet empire, the rapidly developing economy gained access to the world market. Both countries (Poland and Azerbaijan) have been moving towards rapid development, using natural resources both in the same and different spheres. One of the types of development currently used by both countries is sustainable development. Here is the question of the degree of utilization of natural resources and the opportunities for resource sharing. Apart from natural resources, there are issues such as the sustainability of other products that the two countries can exchange. The three main elements of achieving sustainable development are touched on as to how much the two countries are doing. 1. The basics of sustainable development The article considers sustainable development concept and one of its important elements is the IPAT, ImPACT and STIRPAT modeling concepts that indicate the dependence of environmental protection on both elements, economic growth and social factors. It should be noted that such concepts as IPAT and ImPACT are a deterministic study of the environmental pollution level dependence on factors such as welfare, population and technology has not found a wide range of applications in emotional studies. The concept of STIRPAT has been developed to enable stochastic and non-proportional research of reliability of Dietz and Rosa based on these two conceptual frameworks to address this shortfall. The article then discusses the essence of the environmental elasticity ratios within the framework of the STIRPAT modeling, which can be used to describe the dependent and explanatory indicators. At present day, one of the factors that concerned people in making decisions, in terms of how well we balance social, economic and environmental needs is sustainable development. For guarantee a better future for next generations, we should research each part of sustainable development. It should be noted that such concepts as IPAT and ImPACT are a deterministic study of the environmental pollution level dependence on factors such as welfare, population and technology has not found a wide range of applications in emotional studies. The concept of STIRPAT has been developed to enable stochastic and non-proportional research of reliability of 300 Development Trends of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia and Poland Dietz and Rosa based on these two conceptual frameworks to address this shortfall. Since the Brundtland Report, sustainable development was in the back plan. The main issue has been taken forward UN conference in Rio de Janeiro in 1992. In September 2015, The United Nations General Assembly accepted the 2030 Agenda for Sustainable Development, which is a set of 17 Sustainable Development Goals. The goals are considered to be implemented in every country from the year 2016 to 2030. Sustainable development is the most pressing challenges in the modern world. OECD countries implemented reform for the problem of scientific elaboration of sustainable development. Sustainable development strategy embraces social, economic and environmental spheres. The European Union and the European Theoretical considerations proposed the ideas about sustainable development. For instance, World Bank gave definition to sustainable development in1987, like this: “Development that meets the needs of the present without compromising the ability of future generations to meet their own needs.”1 OECD countries have executed and enhanced projects to sustainable development program. Sustainable development encompasses 3 trends: 1. Economic, 2. Social, 3. Environmental. These trends are divided into different areas: In the economic area: services, fair distribution, quality of life, agricultural and industrial growth, use of labor; In the social sphere: fairness, participation, cultural protection; In the environmental sphere: natural resources, clean air and water. The success of sustainable development indicators is its separated sections which are grouped according to levels: National (EU member states), regional (NUTS1, NUTS2) and local (LAU1). There are many objectives of Sustainable Development Strategy. These are investigated as practical in Member of EU. Namely, it is also includes the research of sustainable development in Poland. Poland’s scientific and theoretical studies of the society prefer to study different trends of sustainable development and its accomplishment. (Professor Jerzy Sleszynski, Professor 1 www.worldbank.org 301 Toghrul ALLAHMANLI Ryszard Piasecki, Andezej Kassenberg, Karina Kostrzewa, Sebastian Gil and others). The principle aim is to stimulate social and economic life in Poland. EU projects, stimulating social and economic life is a main goal standing in the center of attention. These areas are based on the sustainable development in Poland, such as, ensuring economic growth, applying for efficiency of the using of energy, environmental protection, cultural heritage and intangible cultural monuments, protection and transmission for the future. EU considered 2 trends of sustainable trends: 1. Lisbon strategy (opening new job places and development of advanced technologies); 2. Getting absorbed from EU funds for lead with successfully sustainable development and providing competitiveness in Poland. 2. Sustainable development directions of the three countries As a political economy indicator, a flexible variable can be used, indicating that the state is largely a capitalist. However, the ideas of the political economy and the moderate theory of the effects of this change contradict one another. In the world, three flippers are used as indicators of position in the system of state (i.e. status dependence): basic states, semiperipheral states and peripheral states. Created by the EU sustainable development program is very important issue for Azerbaijan, which is located at the crossroads of Europe and the East. It is crucial to study comparatively the trends of sustainable development (economic, social, and environmental) to Poland and Azerbaijan. The role of non-renewable and renewable resources in sustainable development is very important to determine for Azerbaijan. There are diverse trends of sustainable development strategy. However, there weren’t so a lot of empirical and practical investigations to sustainable development. Stimulating social and economic welfare was set as a goal in “Millennium Development Goals”. The goals of sustainable development for Azerbaijan are “Eradicate extreme poverty and hunger, achieve universal primary education, promote gender equality, improve maternal health, ensure 302 Development Trends of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia and Poland environmental sustainability, and develop a global partnership for development included to goals”. 2 The fundamental aim of research is to determine characteristic features of sustainable development (different and similar) for Poland and Azerbaijan, which requires a great deal of efforts. Government should raise awareness and support of the concept of sustainable development and develop advanced technologies and innovation for it in wider society for future generations. Theoretical article suggests ambiguous relationship between Poland and Azerbaijan sustainable development. In economics, there are various hypotheses of sustainable development. One of them is called Simon Kuznets curve. The environmental Kuznets curve is hypothesized about environmental quality and economic development. Kuznets curve said us that various environmental degradation indicators go to get worse until average income reaches a certain point over the course of development. In addition, environmental indicators (water and air pollution) display the inverted Ushaped curve. It has been occurred many of the environmental pollutants. According to, Kuznets curve, ecological footprint didn’t fall with increasing income. The vast majority of developed countries, ratio of energy per real GDP has fallen, whereas total energy is rising. Particularly, emission of greenhouse gases is higher in industrialized countries. At the same time, the state of ecosystem as freshwater provision and regulation, fishery and soil fertility are going on decline in developed countries. Kuznets curve has been created environmental health problems. Philip Lawn is the one of them who investigated sustainable development. In the book entitled “Ecological Economics Climate Change”, he explained that the climate change dilemma is much larger problem and will be successfully resolved if directed within the context of sustainable development goal. Furthermore, author also stressed in the book of “Resolving the Climate Change Crisis” why the climate change crisis is a basic problem. Moreover, he showed it as a main reason of humankind’s predilection. In this predilection, he emphasized continuity of GDP growth. Nevertheless, in the solving of problem some goals enumerate: to improve 2 www.undp.org 303 Toghrul ALLAHMANLI human well-being, to safe atmosphere and achievement of desirable climate change. There are other scholars who investigated sustainable development in Poland. Jerzy Sleszynski and Sebastian Gil have written the book of “An Index of Sustainable Economic Welfare for Poland”. These authors have calculated the index of sustainable economic welfare for Poland. They mentioned categories of the index of sustainable economic welfare (long-term environmental damage, ozone layer depletion, losses caused by commuting and road accidents). They were investigated in these trends. Other authors, Karina Kostrzewa and Ryszard Piasecki have investigated about “Approaches to Sustainable Development in Poland”. They wrote about sustainable development and its influence in Poland. In this regard, there are a great deal of programs and researches in Azerbaijan. UNDP’s has reform about Azerbaijan sustainable development. UNDP initiated a human development program, innovative employment scale, diversification of the non-oil economy, improvement of sustainable energy, land degradation and deforestation, protection marine biodiversity of the Caspian Sea.3 Azerbaijan government has project “State Program on Poverty Reduction and Sustainable Development in the Republic of Azerbaijan for 2008-2015” and indicators of Millennium Development Goals for Azerbaijan which covered social development, economic growth and protection of environment. 3. Future prospects of sustainable development in Poland and Azerbaijan Sustainable development is a factor of impact, which combined its 3 dimensions and it is a continuance of Millennium Development Goals. It gives special experience and resources to unemployment and helps to improve human life welfare, creates partnership with private sector, supports Azerbaijan for upgrade environmental management and decreases the climate change effects. According to above, sustainable development is one of the actual issues in the world. World countries are investigating sustainable development. 3 ww.undp.org 304 Development Trends of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia and Poland Sustainable development has 17 aims in which the most countries are needed for implementation and development. Despite the facts, that these targets intended for the future of the countries, there are some delays in the implementation of the project in the life. We can see factors which are the same problems for both countries. The problem is that both Asia and Europe. There are megatrends which they started after world wars. Megatrends are in below: 1. Demographic changes and growing welfare problems – there are irresistible growth in demographic area and with the increasing problems of the problems in families and early divorces; 2. Global economics changes and worries – changing and decreasing resources and faced with the problem of the world's resources 3. Accelerating urbanization and use their actions - the leading forces in the small cities in the background and be able to support the economy, inability to move away from globalization; 4. Climate change and the increasing finiteness of resources - with the increasing focus on security issues arising from the failure of the economy and its motto is to protect the ozone layer; 5. Technological breakthroughs - the suppression of the human factor in the creation of the technology age. In this context Azerbaijan and Poland have the directions to solve economic problems. One of them poverty problem and each country has problem GDP per capital. In agriculture improved the economic situation and organic farming, food processing and preventive measures for livestock are in the process to develop. The issue of GDP per capital, income, unemployment rate inequalities is not explicitly the theme of public policies. Tendencies are to create unsustainable agriculture resulting from globalizations is a growing problem. We will reach economy of enough when world will be sustainable approach, fair distribution, efficient allocation of resources, high quality of life. - Sustainable approach is economy of a steady scale. In other case, while the limits determined by available renewable and nonrenewable resources and capacity to absorb pollution; - Fair distribution is people have same possibility to get decent living conditions; 305 Toghrul ALLAHMANLI - Efficient allocation of resources to pecuniary aid various activities so as to use the market economy capabilities, its strengths and shortcomings; - The main objective of economic development, which means giving priority to human needs. Data Data for sustainable development came from the UN Commission on Sustainable Development, statistical websites and others. Sustainable development and its long and short terms are from World Bank. GDP, population, unemployment come from World Bank and Eurostat’s page. Sustainable development indicators for Poland are from Poland Statistical Committee. Millennium Development Goals have taken from World Bank, Azerbaijan Statistical Committee. Sustainable development and its indicators are from UN Development Program page. Poland and Azerbaijan scientists have written about sustainable development. Summary The article then discusses the essence of the environmental elasticity ratios within the framework of the STIRPAT modeling, which can be used to describe the dependent and explanatory indicators. The article analyzes the STIRPAT modeling framework and its application capabilities, which are widely used in modern scientific literature for modeling relationships between elements of a sustainable development concept, and the dependent and free variables that can be used for certain specific situations are explained in detail. This section provides detailed information on the concept of IPAT, ImPACT and STIRPAT, as well as the development of the latter on the basis of the first two concepts. The superiority of the STIRPAT modeling framework is that it combines economic performance, social justice, environmental measures and institutional capacities, which are components of sustainable development. From this model, experts from the two countries can use a wide range of researchers as a powerful econometric tool. To sum up the above points, we can say that Sustainability is an evolving idea. Processes in the global world are rapidly affecting the sustainability of the countries. This idea has led to many economic processes and has made more sense for the future in the world market. The Concept of Sustainable Development focuses on global change, focuses more on individual countries' policies, focuses on renewable energy 306 Development Trends of Economic Relations Among Azerbaijan, Russia and Poland sources, reducing industrial pollution levels, protecting and preventing natural resources, promoting employment and increasing poverty through market change to create equal opportunities between social tasks. References 1. www.worldbank.org 2. www.undp.org 3. www.undp.org 4. Gil S., Sleszynski J., Index of Sustainable Economic Welfare for Poland. Sustainable Development, Volume 11, Number 2, 2003. 5. Kiuila O., Sleszynski J., Expected effects of the ecological tax reform for the Polish economy. Ecological Economics, Vol. 46, No. 1, 2003. 6. Kostrzewa K., Piasecki R., Approaches To Sustainable Development in Poland, 2009/2 n- 352. 7. Bell S., Morse S., Sustainability indicators. Measuring the immeasurable, Earthscan, London, 2000. 8. Lawn Ph., Sustainable development indicators in ecological economics. Edward-Elgar, Cheltenham, 2007. 9. http://www.az.undp.org/content/azerbaijan/en/home/post-2015/ 10. http://www.caspianinfo.com/wp-content/uploads/2013/05/Azerbaijan-Alternative-and-Renewable-Energy. 11. Lawn, P.A. (2003). “A theoretical foundation to support the Index of Sustainable Economic Welfare (ISEW), Genuine Progress Indicator (GPI), and other related indexes”. Ecological Economics. 12. Blewit John (2015). Understanding Sustainable Development (Second ed.). Routledge. Annex There are institutions which are researching countries’ sustainability. They are following: 1. European Union. 2. UN Commission on Sustainable Development 3. UN Development Program 307 Toghrul ALLAHMANLI 4. UN Environment Program 5. World Bank and Global Environmental Facility There have been organized conferences and forums on sustainable development such as: 1. Global problems, 2. Problems of welfare and equity, 3. Stockholm Conference (1972), 4. “World Conservation Strategy” (1980), 5. “World Commission on Environment and Development” (1983), 6. “Our Common Future” - Brundtland Report (1987), 7. “Agenda 21” - Rio de Janeiro (1992). 308 Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı Doç. Dr. Murat YILMAZ Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Özet: Modern kent hayatı insanları bedenen ve psikolojik olarak yormakta ve yıpratmaktadır. Modern turistik hareketler ile kentleşme ve sanayileşme arasında yakın bir ilişki vardır. Hafta sonu ve yıllık izin uygulamaları ilk olarak Batı Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bu nedenle dünyada kentleşme ve sanayileşme ile birlikte kitle turizmi ortaya çıkmış ve giderek yaygınlaşmıştır. Kentlerde yaşayan insanlar, yorgunluk ve streslerini hafta sonu ve yıllık tatillerle atmaya çalışmaktadırlar. Van şehri 1990’lı yıllarda 150 bin civarında olan nüfusuyla Doğu Anadolu’da Erzurum ve Malatya gibi şehirlere göre oldukça küçükken son 28 yılda hızlı bir büyüme göstermiş ve günümüzde yaklaşık 450 bin civarındaki nüfusuyla bölgenin en büyük şehri durumuna gelmiştir. Çevredeki il ve ilçelerden aldığı göç ve doğal artışa bağlı olarak il nüfusu 28 yılda yaklaşık 3 katına çıkmıştır. Büyüyen Van şehrinde kent içi park ve bahçe alanlarının yeterli olduğu söylenemez. Erçek gölü Van şehrine yaklaşık olarak 30 km mesafededir. Göl kıyısında Van Çevre İl Müdürlüğü’nün yaptığı kuş gözlem kuleleri bulunmaktadır. Flamingolar yaz aylarında bu göle gelmekte ve Ekim ayına kadar yaklaşık 4 ay kalmaktadırlar. Flamingoların yanı sıra diğer kuş türlerinin varlığı, Erçek gölünü kuş gözlemciliği açısından önemli bir alan haline getirmektedir. Çomaklıbaba dağı Erçek gölünün batısında yer almaktadır. Bu dağın yükseltisi 2602 m.dir. Doğusunda Erçek gölü ve depresyonu bulunan Çomaklıbaba dağının zirvesi, eşsiz manzaraları seyretmek için ideal bir noktadır. Dağdan Erçek gölü, gölün doğusundaki ve batısındaki depresyonlar ve Erek dağının yanı sıra Karasu vadisi ve çok sayıda kırsal yerleşme görülebilmektedir. Modern şehir hayatının stresi ve gürültüsünden belli bir süreliğine de olsa uzaklaşmak ve yenilenme açısından yakın çevredeki rekreasyon ve mesire alanları son derece önemlidir. Bu açıdan Van şehrine 15-20 km. mesafede ve günübirlik olarak gidilebilecek mesafede olan Erçek gölü ve Çomaklıbaba dağı önemli potansiyele sahip alanlardır. Bunların yeterli tanıtımı yapıldığı takdirde Van şehri halkı için önemli birer stres atma, eğlenme, dinlenme, yenilenme, Murat YILMAZ yüzme, yürüyüş, piknik ve kuş gözlemciliği yapma alanı olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimler: Van Şehri, Erçek gölü, Çomaklıbaba dağı, Rekreasyon, Kuş Gözlemciliği. Two Excursion Recreation Area in Van: Erçek Lake and Çomaklıbaba Mountain Abstract: Modern urban life tires and wears people physically and psychologically. There is a close relationship between modern touristic movements and urbanization and industrialization. Weekend and annual leave applications first appeared in Western Europe. For this reason, with the urbanization and industrialization in the world mass tourism has emerged and it has become widespread. People who live in the cities are trying to get tired and stressed out for the weekend and for the annual holiday. The city of Van is relatively small compared to cities such as Erzurum and Malatya in Eastern Anatolia with a population of around 150 thousand in the 1990s. In the last 28 years, Van has shown a rapid growth and today it has become the biggest city of the region with its population of around 450 thousand. Due to migration from neighboring provinces and districts and natural increase, the provincial population has increased about 3 times in 28 years. Urban parks and garden areas are not enough in the growing city of Van. Erçek is approximately 30 km from the city of Van. There are birding houses built on the shores of the lake by Van Provincial Directorate of Environment. The flamingos come in the summer months and stay for about 4 months until October. The presence of flamingos, as well as other bird species, makes Erçek Lake an important area for bird watching. Çomaklıbaba mountain is located to the west of Erçek Lake. The height of this mountain is 2602 m. The summit of Mount Çomaklıbaba, which has Erçek lake and depression in the east, is an ideal spot to watch unique scenery. From Çomaklıbaba mountain, Lake Erçek, depressions east and west of the lake and Erek mountain as well as Karasu valley and many rural settlements can be seen. The recreation and recreation areas in the immediate vicinity are of great importance in terms of moving away from the stress and noise of the modern city life and for a certain period of time. It is 15-20 km from Van city. Erçek Lake and Çomaklıbaba Mountain, which are at a distance that can be visited excursion, are areas with significant potential. We think that if they are adequately promoted, these can be used as a field for stressing the people of the Van city, as a place of stress, recreation, rest, swimming, hiking, picnicking and bird watching. Keywords: Van City, Erçek Lake, Çomaklıbaba Mountain, Recreation, Bird Observation. 310 Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı 1.GİRİŞ Modern kent hayatı insanları bedenen ve psikolojik olarak yormakta ve yıpratmaktadır. Modern turistik hareketler ile kentleşme ve sanayileşme arasında yakın bir ilişki vardır. Hafta sonu ve yıllık izin uygulamaları ilk olarak Batı Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Bu nedenle dünyada kentleşme ve sanayileşme ile birlikte kitle turizmi ortaya çıkmış ve giderek yaygınlaşmıştır (Özgüç, 2007). Kentlerde yaşayan insanlar, yorgunluk ve streslerini hafta sonu ve yıllık tatillerle atmaya çalışmaktadırlar. İş yoğunluğunun ve stresin fazla olduğu kent yaşamında, insanların sağlıklarını korumaları için dinlenmeye ve yenilenmeye ihtiyaçları vardır. Bu açıdan şehirlerin içinde yer alan park ve bahçelerin yanı sıra yakın çevrelerinde yer alan rekreasyon alanları da son derece önemlidir. Hafta sonlarında piknik, yüzme, yürüyüş, dağcılık, balık avlama gibi çok sayıda faaliyet, kentlerdeki insanları bir nebze olsun stresten uzaklaştırmakta, onlara hem bedenen hem de ruhsal açıdan yenilenme ve rahatlama olanağı sunmaktadır. Van şehri 1990’lı yıllarda 150 bin civarında olan nüfusuyla Doğu Anadolu’da Erzurum ve Malatya gibi şehirlere göre oldukça küçükken son 28 yılda hızlı bir büyüme göstermiş (Yılmaz, 2012) ve günümüzde yaklaşık 500 bin civarındaki nüfusuyla bölgenin en büyük şehri durumuna gelmiştir. Çevredeki il ve ilçelerden aldığı göç ve doğal artışa bağlı olarak il nüfusu 28 yılda yaklaşık 3 katına çıkmıştır. Büyüyen Van şehrinde kent içi park ve bahçe alanlarının yeterli olduğu söylenemez. Günümüzde Van şehrinde yaşayan kalabalık nüfus için Van Gölü kıyıları; özellikle de Mollakasım ve Edremit çevresi önemli bir rekreasyon alanıdır. Ancak Van şehrinin yakın çevresinde yer alan dağlar, vadiler, akarsular ve diğer göller (Van gölü dışındaki) de rekresyonel faaliyetler için önemli potansiyele sahip unsurlardır. Bu nedenle kalabalık Van şehri nüfusu için yeni ve alternatif rekreasyon alanları ve faaliyetleri belirlemek gerekmektedir. 2. ERÇEK GÖLÜ VE ÇOMAKLIBABA DAĞINININ REKREASYONEL FAALİYETLER AÇISINDAN POTANSİYELİ VE ÖNEMİ Erçek gölü Van şehrine yaklaşık olarak 30 km mesafededir (Şekil.1). Göl kıyısında Van Çevre İl Müdürlüğü’nün yaptığı kuş gözlem kuleleri bulunmaktadır (Foto.1). Flamingolar yaz aylarında bu göle gelmekte ve Ekim ayına kadar yaklaşık 4 ay burada kalmaktadırlar (Foto.1). Flamingoların yanı sıra diğer kuş türlerinin varlığı, Erçek gölünü kuş gözlemciliği açısından önemli bir alan haline getirmektedir (Adızel & Durmuş, 2009). Ayrıca bu gölün kıyılarının bazı kesimlerinde bataklıklar, bazı kesimleri ise kumullar bulunmaktadır. Bu açıdan bataklıklar insanlar için önemli 311 Murat YILMAZ çekicilikler sunan ekosistemledir. Erçek gölü kıyıların bazı kesimleri de yüzme açısından elverişli bir ortam sağlar. Bunların yanı sıra gölde 1990’lı yıllarda inci kefali stoklanmış ve popülasyonu artan bu balığın avcılığı da yapılmaktadır. Göl kıyısında uygun yerlerde piknik olanağı bulunmaktadır. Erçek Gölü ve yakın çevresi sahip olduğu özellikler itibariyle doğa eğitim açısından önemli bir potansiyele sahiptir. Farklı kademelerdeki okul çocukları burada dağ, göl, akarsu, kırsal yerleşme balık, kuş ve bataklık gibi farkı unsurları görme şansı yakalayacaktır. Yukarıda sayılan olanaklar Erçek Gölü’nün Van şehrinin yakın çevresinde önemli bir rekreasyon alanı olduğunu göstermektedir. Ancak Van halkının sayılan bu özellikleri yeteri kadar bildiği ve yararlandığı söylenemez. Dolayısıyla bu gölün Van şehrinde yaşayan nüfus için önemli bir alternatif rekreasyon alanı olduğu ve özellikle kuş gözlemciliği açısından sunduğu olanakların tanıtılması durumunda sık sık ziyaret edilebilecek bir mekan olduğu söylenebilir. Foto.1. Erçek Gölü kıyısında flamingolar (solda) ve kuş gözleme kulesi (sağda) 312 Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı Çomaklıbaba dağı Erçek gölünün batısında yer almaktadır. Bu dağın yükseltisi 2602 m.dir (Şekil.1). Doğusunda Erçek gölü ve depresyonu bulunan Çomaklıbaba dağının zirvesi, eşsiz manzaraları seyretmek için ideal bir noktadır (Foto.2). Dağdan Erçek gölü, gölün doğusundaki ve batısındaki depresyonlar ve Erek dağının yanı sıra Karasu vadisi ve çok sayıda kırsal yerleşme görülebilmektedir. Erçek gölü kıyısı ile irtifa farkı yaklaşık olarak 800 m.dir. Çomaklıbaba dağı seyir zevki açısından önemli bir zirvedir. Şekil.1. Araştırma sahası ve yakın çevresinin topoğrafya haritası. Çomaklıbaba dağına Van merkezden yaklaşık 13 km mesafede olan Çomaklı köyünden çıkılabilmektedir. Dağa çıkmak için en uygun güzergâh dağın batı yamacındadır. Çomaklı köyünden adı geçen dağa batı yamacındaki sırtlar izlenerek bir saat içinde çıkılabilmektedir. Dağın zirvesinde dağcılar temiz hava alarak manzara seyretmekte ve beslenme gereksinimlerini doğal ortamda gerçekleştirebilmektedirler. Bu açıdan Çomaklıbaba dağı dağcılık, izcilik ve yürüyüş için idealdir. Bu nedenle Van şehrinde bulunan bazı dağcılık kulüplerinin değişmez rotalarından biri de Çomaklıbaba dağıdır (Foto.3). Yeterli tanıtım yapıldığı takdirde bu dağı, şehir halkından daha büyük bir kitlenin tanıması ve rekreasyonel faaliyetler için bir rota olarak değerlendirmesi söz konusu olacaktır. 313 Murat YILMAZ Foto.2. Çomaklıbaba dağından Erçek gölü ve yakın çevresinin görünümü. 314 Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı Foto.3. Çomaklıbaba dağına çıkan dağcılar (Rakım farkından dolayı aynı tarihte (gün içinde) alçak kesimlerde kar örtüsü yokken yüksek kesimlerde kar örtüsü yerdedir. 315 Murat YILMAZ Her yıl Eylül ayının son Pazar günü Erçek flamingo festivali yapılmaktadır. Van ilinde valilik, belediyeler, üniversite, çevre müdürlüğü gibi çok sayıda kurum bu etkinliğe destek vermektedir (Yılmaz, 2016). Halkın da giderek yoğun bir katılım gösterdiği bu etkinlik, Erçek gölü ve yakın çevresinin tanıtılması için son derece önemlidir (Foto.4). Bu nedenle bu ve buna benzer etkinliklerin başlatılması ve yapılması Van çevresinde doğal ve kültürel değerlere yönelik ilgiyi arttıracak ve kentlerde yaşayan geniş halk kitlelerine yeni ve alternatif dinlenme, eğlenme ve dolayısıyla yenilenme alanları hakkında farkındalık oluşturacaktır. Foto.4. Erçek festivalinden bir görünüm. 3.SONUÇ Modern şehir hayatının stresi ve gürültüsünden belli bir süreliğine de olsa uzaklaşmak ve yenilenme için yakın çevredeki rekreasyon ve mesire alanları son derece önemlidir. Bu açıdan Van şehrine 30 km. mesafedeki Erçek gölü ile 13 km mesafedeki Çomaklıbaba dağı ve günübirlik olarak gidilebilecek ve rekreasyon anlamında önemli potansiyele sahip alanlardır. Bunların yeterli tanıtımı yapıldığı takdirde Van şehri halkı için önemli birer stres atma, eğlenme, dinlenme, yenilenme, yüzme, yürüyüş, dağcılık, piknik ve kuş gözlemciliği yapma alanı olarak kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Yine belirtilen alanların dışında Keşiş Gölü ve Akgöl, Yedisalkım Kanyonu, Hoşap Kalesi gibi doğal ve kültürel açıdan önemli bazı yerler, aslında Van ve civar şehirlere yakın olan ancak çok fazla ziyaret edilmeyen yerledir. Dolayısıyla Erçek gölü ve Çomaklıbaba dağı gibi belirtilen alanlar da Van halkı için yeni ve alternatif güzergâhlar haline getirilebilir. Bunun için yerel yönetimlerin ve bilim çevrelerinin tanıtım ve organizasyon yaparak bu gibi yerlerin tanıtımına ve rekreasyonel açından önem kazanmalarına öncülük etmesi gerekmektedir. 316 Van’da Günübirlik İki Rekreasyon Alanı: Erçek Gölü ve Çomaklıbaba Dağı KAYNAKLAR ADIZEL, Ö & DURMUŞ, A. 2009, A Study on Bird Species Under Threat and Avifauna of Erçek Lake, (Van-Turkey), Scientific Research and Essay Vol.4 (10), pp. 1006-1011 ALAEDDİNOĞLU, F. 2006. Van İli’nin Turizm Potansiyeli’nin Belirlenmesi ve Planlamaya Yönelik Öneriler, Ankara Üniversitesi, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. ALAEDDİNOĞLU, F. & A.S. CAN, 2014. Ecotorism in The Western Part of Lake Van Basin, Yuzuncu Yil University Publication, Publication Number: 52: Van DOĞANAY, H. 2001. Türkiye Turizm Coğrafyası, Çizgi Kitabev: Konya DOĞANER, S. 2001. Türkiye Turizm Coğrafyası, Çantay Kitabevi: İstanbul DURAN, C. 2012. Türkiye’de Dağlık Alanların Kırsal Turizm Açısından Önemi, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 14(22), 45-52 ORMAN VE SU İŞLERİ BAKANLIĞI. 2012. Erçek Gölü Sulak Alan Biyoçeşitlilik Araştırması, MGS Proje Müşavirlik Mühendislik Ltd. Şti, Ankara ÖZGEN, N. 2010. Doğu Anadolu Bölgesinin Doğal Turizm Potansiyelinin Belirlenmesi ve Planlamaya Yönelik Öneriler, Uluslararası İnsan Bilimler Dergisi, 7(2), 1407-1438 YILMAZ, M. 2012. 50 Yılda (1960-2010) Van İli'nde Kır-Şehir Nüfus Değişimi, Doğu Coğrafya Dergisi, cilt.17, ss.33-56. YILMAZ M. 2016. Erçek Gölü Havzası’nın Beşeri ve İktisadi Coğrafyası (Yayımlanmış Doktora Tezi), Lambert Academic Publishing: Saarbrucken. ISBN:978-3-659-93393-6 317 D - Türkçe ve Rusça İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri Prof. Dr. Birsel ORUÇ ASLAN Balıkesir Üniversitesi Özet: Azerbaycan nesir edebiyatının önde gelen isimlerinden İsmail Şıhlı 22 Mart 1919’da Azerbaycan’ın Kazak Bölgesinin Şıhlı Köyünde doğmuş, Kazak Devlet Pedagoji Mektebini bitirdikten sonra Azerbaycan Devlet Üniversitesi Dil ve Edebiyat Fakültesinde okumuştur. 26 Temmuz 1995 yılında ölen yazarın hikâye ve romanlarından başka XX. Asır Harici Edebiyat Tarihi adlı bir eseri daha vardır. Yazarın belli başlı eserleri “Seçilmiş Eserleri” adlı kitapta toplanmıştır. Kerç Sularında (1950), Dağlar Seslenir (1951) adlı hikâyeleri ve Ayrılan Yollar (1957), Deli Kür (1968), Ölen Dünyam (1995) gibi romanlarıyla ün yapmış olan yazarın eserlerinde Rusça kelimeler de görülmektedir. Biz bu bildiride İsmail Şıhlı’nın Ayrılan Yollar romanı ile Ölen Dünyam romanını karşılaştırarak her iki eserde geçen Rusça kelimeleri söz varlığı açısından inceleyeceğiz. İstatistiksel olarak romanlarda azlık veya çokluğun nelerden kaynaklanmış olabileceği üzerinde yorumlar yapacağız. Ayrılan Yollar romanı İsmayıl Şıhlı’nın edebi kişiliği ile ortaya çıktığı ilk eseri, Ölen dünyam ise ölümünden önce yazdığı son eseridir. Aradan geçen bu süre içinde yazarın romanlarında Rusça açısından ne gibi değişiklikler olduğu ortaya konulacaktır. Anahtar Kelimeler: Azerbaycan Edebiyatı, İsmail Şıhlı, Rusça kelimeler, söz varlığı The Place of the Russıan in the Works of Ismail Shihli Abstract Ismail Shıhlı, one of the most prominent authors in prose literature in Azerbaijan, was born in the Shıhlı village of the Kazakh Region of Azerbaijan on March 22, 1919 and studied at Kazakh State Pedagogy School and Azerbaijan State University Faculty of Language and Literature respectively. The author who died in July 26, 1995, has written most short stories and novels, then has also written the " XX. Asır Harici Edebiyatı (XX. Century History of External Literature)" book. The author’s main works are collected in "Seçilmiş Eserleri (Selected Works)". His novels and stories are “Kerç Sularında (on Kerch Waters) (1950)”, “Dağlar Seslenir (Mountains Yell) (1951)”, and “Ayrılan Yollar (Seperated Roads) (1957)” and “Deli Kür (Crazy Kür) (1968)” and “Ölen Dünyam (My Death World) (1995)”. Russian words are also seen in Birsel ORUÇ ARSLAN the author's works. In this paper, we compare two novels: Ayrılan Yollar and Ölen Dünyam. We will examine the Russian words in both works in terms of vocabulary. Statistically, we will comment on why might be less of or more of Russian words in the novels. The novel of "Ayrılan Yollar" Ismayıl Şıhlı's is the first work of, literary personality, and "Ölen Dünyam" is his last work before his death. In the intervening period, how the author's novels changed in point of Russian words will be revealed. Keywords: Azerbaijani literature, İsmail Shıhlı, Russian words, lexicology 1. Giriş 1.1. Rus-Türk İlişkileri ve Azerbaycan Türklerle Rusların köklü bir tarihi geçmişi vardır. Bu geçmişte ne yazık ki savaşlar, baskılar daha fazladır. Kafkas bölgesinde önemli rol oynayan Altınordu Devletinin 1391 ve 1395 yıllarında Timur’la yaptığı savaşlar sonrasında bozguna uğrayarak hanlıklara bölünmesi Rusların işine yaradı. Moskova Kinezliğinin bölgede zamanla güçlenmesi sonucunda 1547’de Moskova kinezi IV. İvan (Korkunç İvan) Moskof Çarı olarak taç giydikten sonra gücünü gittikçe arttırdı ve 1552’de Kazan’ı işgal etti (Saydam, 1990: 241). Arkasından 1556’da Astrahan Hanlığına son verdi. Osmanlı İmparatorluğunun Rus tehdidini küçümsemesi de Rusların Kafkas bölgesinde yayılmalarını kolaylaştırmış oldu. XVIII. yüzyılda 1722’de Rus çarı I. Petro’nun komutasındaki Rus ordusu Bakü’yü kuşattı. Osmanlı Devleti’nin yardımıyla kuşatma püskürtüldü. Fakat 1724 yılında İstanbul’da yapılan bir antlaşma ile Osmanlı Devleti, Derbend ve Baku dâhil olmak üzere Hazar Denizinin batı sahillerinin Rusya'ya terk edilmesini kabul etti. Zamanla bölgeye hâkim olan Ruslarla Azerbaycan Türkleri XVIII. yüzyıldan itibaren iç içe yaşamak zorunda kaldılar. Zaman zaman Rusya’ya başkaldırılar olsa da bunlar çoğunlukla sonuçsuz kaldı. XIX. yüzyılın sonları XX. yüzyılın başlarında hem Çarlık Rusyası hem de Osmanlı Devleti sınırları içinde başlayan kıpırdanmalar yüzyıl başlarında savaşlara, bağımsızlık mücadelelerine dönüştü. Böylece Azerbaycan halkının da milli mücadelesi başlamış oldu. Nihayet 28 Mayıs1918’de Azerbaycan Halk Cumhuriyeti kuruldu. Fakat bölgedeki sular durulmadığı ve Çarlık Rusyasının Ekim ihtilâlinden sonra yıkılmasıyla Bolşeviklerin eline geçen yönetimin toparlanması, bu bölgelere yeniden hâkim olmaya başlaması sonucunda ne yazık ki 23 Ay sonra 28 Nisan 1920’de Azerbaycan yeniden Rusların hâkimiyeti altına girdi. Bu dönemden sonra Azerbaycan edebiyatında da sosyalizm dâhilinde pek çok eserler yazılmaya başlandı. Ülke sınırları içinde Rus okulları açıldı ve buralarda Azerbaycan halkının evlatları 322 İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri da okumaya başladı. Böylece dilde, kültürde ve sosyal yaşayışta karşılıklı etkileşim devam etmiş oldu. 1.2. Azerbaycan Türk Edebiyatı ve İsmail Şıhlı Bilindiği gibi bir dilin zenginliğini ortaya koymak için söz varlığı araştırmaları oldukça önemlidir. Gelişmiş dillerde tarihsel süreç içinde münasebette bulundukları halkların dillerinden pek çok sözcük geçmiş ve o dilin potasında eritilmiş, zaman zaman etrafında deyimleşmiş yapılar, kalıplar oluşmuştur. Azerbaycan Türkçesine de öncelikle Farsça ve Arapçadan, ardından Rusçadan pek çok sözcük girmiştir. Azerbaycan Türk edebiyatı köklü bir geçmişe sahiptir. Türk edebiyatı içinde sözlü halk edebiyatı ürünlerinden başlayıp klâsik edebiyatta Kadı Burhaneddin, Fuzulî, Vakıf gibi şahsiyetler yetiştiren ve 20. yüzyıldan itibaren nesirde güzide eserler ortaya koyan bu edebiyatın özellikle roman ve öykü alanında güçlü isimlerinden ve öncülerinden olan İsmail Şıhlı’yı ele almamızın sebebi, onu Türkiye’de de tanıtmaktır. İsmail Şıhlı hakkında Türkiye’de çok az çalışma yapılmıştır. Deli Kür romanı Yasemin Bayer’in Türkiye Türkçesine aktarımıyla 2009 yılında Yıldız Yayıncılık tarafından basılmıştır. Ayrılan Yollar romanını Sosyalizm realizmi açısından inceleyen Sedat Adıgüzel’in makalesinin dışında yazar üzerinde pek fazla çalışma yapılmamıştır. İsmail Şıhlı’nın eserlerinde kullandığı dile bakıldığında söz dağarcığının zenginliği göze çarpar. O Azerbaycan Türkçesini en iyi kullanan yazarların da başında gelir. Altmışlı yıllara kadar Azerbaycan edebiyatı Sovyetler Birliğinin etkisi altında gelişmiş, genellikle rejimi öven eserler kaleme alınmıştır. Rejim tarafından yazarlar buna mecbur bırakılmışlardır. Bu dönem edebiyatına Sosyalizm Realizmi de denmektedir. Stalin’in ölümünden sonra ideolojik baskı azalmaya başlamış ve rejimin olumlu yönleri değil, olumsuz tarafları da eserlerde dile getirilir olmuştur. Bireyle birey, toplumla birey arasındaki çatışmalar, topluma yabancılaşmış bireyler hikâyelerde önemli bir yer tutmaya başlar (Adıgüzel, 2004: 117). İsmail Şıhlı’nın doğum tarihi resmi kayıtlarda 22 Mart 1919 yazsa da bu tarih onun gerçek doğum tarihi değildir. Ailesi onu Kazak Devlet Pedagoji Mektebine yazdırabilmek için yaşını büyüterek 15’e çıkartmışlardır. (Seçilmiş Eserleri, C.1:7) Şıhlı, Azerbaycan’ın Kazak Bölgesinin Şıhlı Köyünde doğmuş, Kazak Devlet Pedagoji Mektebini bitirdikten sonra Azerbaycan Devlet Üniversitesi Dil ve Edebiyat Fakültesinde okumuştur. 1941 yılında Kazak’ın Kosalar köyünde okul müdürü olarak işe başlamış, II. Dünya Savaşının başlaması üzerine Sovyet ordusunda 323 Birsel ORUÇ ARSLAN ön cephelerde mücadele etmiştir. Savaşı bizzat yaşayan yazar eserlerinde dönemin panoramasını zaman zaman bütün canlılığıyla gözler önüne sermiştir. Cephe Yollarında adlı eserinde savaşı günü gününe not alarak bir günlük türünde işlemiştir. Hikâye ve roman türünde eserler veren Şıhlı’nın XX. Asır Harici Edebiyat Tarihi adlı bir eseri daha vardır. Eserlerinde daha çok siyasi-içtimai konuların ele alındığını söylemek mümkündür. Yazı hayatına önceleri şiirle başlayan İsmail Şıhlı sonraları nesre yönelmiş ve “Deli Kür” adlı eserini yazdıktan sonra, dönemin meşhur yazarlarından Mehdi Hüseyin’in tavsiyesine uyarak “Hekimin Nağılı”, “Seheri Gözleyirdik”, “Kerç Sularında” gibi küçük öyküler yazmakla yazı hayatına devam etmiştir. Onun asıl şöhret bulduğu eseri ise 1957 yılında basılan “Ayrılan Yollar” adlı romanıdır. Daha önce 1955 yılında ilk olarak “Azerbaycan” dergisinde tefrika olunan romanda yazar, romanın başkarakterleri İmran, Zeynep, Nesip gibi ileri görüşlü kahramanların Kasım, Köseoğlu, Musa ve Şehnaz gibi sistemi savunanlara başkaldırısını işlemiştir. Ne yazık ki, eserin yazıldığı yıllar hala Stalin dönemi baskısının devam ettiği yıllardır. Bu yüzden yazar düşüncelerini yine de istediği gibi dile getirememenin verdiği ıstırap içindedir. Eser II. Dünya Savaşı sonrasında Azerbaycan’da sisteme karşı baş gösteren direnişleri işlemektedir. 1965 yılında Azerbaycan Yazarlar Birliğinin kâtibi olarak çalışan Şıhlı, 1976’da Azerbaycan gazetesinde baş redaktör, 1981’de Azerbaycan Yazarlar Birliğinin ilk kâtibi, 1987’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yazarlar Birliğinin kâtibi olarak iş hayatına devam etmiştir. Eserleri birçok dile tercüme edilmiştir. “Deli Kür” romanı da Yasemin Bayer tarafından Türkiye Türkçesine aktarılarak Temmuz 2008’de Yıldız Yayınları arasından neşredilmiştir. Hizmetlerinden dolayı kendisine 1979’da Kırmızı Emek Bayrağı, 1985’te ise II. Dünya Savaşı nişan ve madalyası verilmiştir. Stalin’in ölümünden sonra tüm Rusya’da bir rahatlama olmuş, bu rahatlama sonunda Azerbaycan yazarları da geçmişle hâl arasında mukayeselerde bulundukları, geçmişi rahatça eleştirebildikleri eserler kaleme almaya başlamışlardır. İsmail Şıhlı’nın daha önce enstitü dergisinde tefrika edilen “Deli Kür” romanı bu kez “Azerbaycan” dergisinde 1962 yılında tefrika edilmeye başlar. Roman okuyucular tarafından büyük ilgi görür. Nesir ustası olan Mehdi Hüseyin de onun bu eserini ziyadesiyle beğendiğini bildiren bir mektup gönderir. Eserin tamamı 1966 yılında yayımlanmış olur. O döneme kadar rejimin istediklerini yazan yazarlarda bir rahatlama, yazılan roman ve öykülerde de konu çeşitliliği görülmeye başlar. Bu durumdan en çok memnun kalanlar ise okuyuculardır. Altmışlı yıllarda baş gösteren bu rahatlama ve daha ziyade aktüel konuların eserlerde ele alınmasına karşılık Şıhlı “Deli Kür” adlı eserini tarihi ve folklorik unsurlar üzerine kurmuştur. O bunu bilinçli olarak yapmış, halkın milli kimliğini hatırlamasını, milli hafızasını tazelemesini 324 İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri sağlamak istemiştir. Bu sebepledir ki, Deli Kür romanında halk edebiyatı unsurları görülmektedir. Yazarın ses getiren bu romanından sonra okuyucu ondan başka romanlar beklese de yazar küçük çaplı hikâyeler ve II. Dünya Savaşı’na katıldığı günlerde tuttuğu günlükleri içeren Cephe Yolları (Gündelikleri) adlı savaş notlarına dayanan eserini yayınlamıştır. Yazar edebi eserlerine yine kısa hikâyelerle devam etmiş, uzun bir süre roman yazmamıştır. Son eseri olan Ölen Dünyam ise onun ölmeden önce yazdığı eseridir. Yazar bu eserde Azerbaycan halkının 20. yüzyılda yaşadıklarını en güzel şekilde kaleme almıştır. Şıhlı’nın “Seçilmiş Eserleri” 1986’da Azerbaycan Devlet Neşriyatı tarafından basılmıştır. I.Ciltte yer alan eserleri; Ayrılan Yollar, Cebhe Yolları ile Konserv (Konserve) Gutuları, Hekimin Nağılı (Masalı), Seheri Gözleyirdik (Bekliyorduk), Kerç Sularında, Haralısan (Nerelisin) Ay Oğlan?, Çiskin (Çisenti), Gara At, Gonag (Misafir), Menim Regibim (Rakibim), Köynek (Gömlek), Möhür Basdım, Get!, Emioğlu, Neye El Çaldılar? (Neyi Alkışladılar?), Zerbe (Darbe), Cerime (Cereme), İclasçı (Duruşma Şahidi) adlı kısa hikâyeleridir. II. Ciltte; Deli Kür adlı romanı mevcuttur. 1980’de Hatireye Dönmüş İller, 1984’te Meni İtirmeyin ve 1988’de Daim Ahtarışda adlı eserleri de ömrünün son dönemlerinde kaleme aldığı roman ve hikâyeleridir. Ölmeden önce tamamladığı Ölen Dünyam adlı eseri onun gönül rahatlığıyla her şeyi anlatabildiği son eseri olmuştur. 2. Ayrılan Yollar ve Ölen Dünyam Eserleri Bu bildiride yazarın ilk romanı olan Ayrılan Yollar ile son romanı olan Ölen Dünyam adlı eserleri bağlamında Rusça söz varlığı irdelenmiş ve eserler Rusça açısından karşılaştırılmıştır. Konuya geçmeden önce eserlerin kısa bir özetini vermeyi uygun bulduk. 2.1. Ayrılan Yollar Ayrılan Yollar romanında konu Yirmi altılar adlı bir kolhozda geçen olaylardır. Romanda Tükezban Hala’nın oğlu İmran’ın ziraat mühendisi olarak köyüne dönmesi ve kolhozda çalışmaya başlaması ile gelişen olaylar anlatılır. Asıl konu Kolhoz’un işleyişindeki aksaklıklar olsa da yazar İmran karakterinin etrafında gelişen aşk temasını da okuyucuya aktarmayı başarmıştır. Yazar zaman zaman karakterler etrafında geriye giderek olayların öncesini de açıklamış, olay örgüsünün iyi anlaşılmasını sağlamıştır. İmran kolhozda ziraat mühendisi olarak göreve başladığında kolhoz başkanı Kosoğlu’dur. Kosoğlu’nun başkan oluncaya kadarki dönemde yaşadıkları da kısaca anlatılmıştır. Kosoğlu Kazım’ı kendisine yardımcı 325 Birsel ORUÇ ARSLAN olarak seçmiştir. Başlarda kolhozun gelişmesi için dürüstçe çalışan Kosoğlu sonraları işçileri çok çalıştırma, işçiler arasında kayırma vs. gibi haksızlıklar yaparak köyde huzursuzluk yaratmaya başlamıştır. İdarenin gösterdiği yerlerin dışında da pamuk ektirerek fazla ürün alma, idarenin gözüne girmek için işçileri haksız yere fazla çalıştırma gibi durumlar da köy halkını bezdirmiştir. İmran’ın işe başlaması önceleri Kosoğlu’nu rahatsız etmese de sonraları başını derde sokacak hal alır. İmran cephesinde ise; İmran’ın annesi Tükezban Hanımın onun yokluğunda kiracısı olarak aldığı Nergiz’i tanıdıktan sonra ona karşı aşk beslemesi, Nergiz’in de duygularında karşılıksız kalmaması, fakat aşk konusunda daha önce yaşadığı hayal kırıklığını İmran’da da yaşama korkusundan dolayı İmran’a hatıra defterini okutması, İmran’ın yine de vazgeçmemesi üzerine şehre gidip Nergiz’i istemeleri, Nergiz’in babasının kızını vermediği gibi köye dönmesine de izin vermemesi anlatılmıştır. Yazar asıl bahsetmek istediği toplumda kanayan yara haline gelen toplumsal gerçekliğin dışında bireysel gerçekliği de vermek istemiştir. İmran’la Nergiz arasındaki duygusal gel-gitler, Zeynep’in İmran’a olan karşılıksız aşkı, Kosoğlu’nun yeğeni Şehnaz’ın da İmran’a âşık olması da bu olay örgüsü içinde yerini bulur. Kolhozda ise Kosoğlu Kerim’e hakkını vermediği için ilk rahatsızlıklar baş gösterir. Arkasından Kazım’ın oyunlarıyla Zeynep’in mangabaşı görevinden alınması, buna Zeynep’le birlikte Nesib Dayı’nın karşı çıkması, sonrasında Kosoğlu’nun yaptığı toplantıdan Kazım’ın işten çıkarılması ve görevin Zeynep’e verilmesi kararının çıkması, sonrasında ise Kosoğlu’nun yaptığı yolsuzlukların ve haksızlıkların anlaşılması üzerine Kosoğlu’nun işlerden çekilmesi ile olay örgüsü devam eder. Artık kolhozdaki işler İmran’la Nesip Dayı’ya kalır. Kosoğlu onların başarısız olması için çok uğraşır. Yeğeni Musa ise İmran’dan intikam almak için kurutulan pamuğu ateşe verir. Yangın sırasında Tükezban Hala ölür ve oğlu İmran’ı Zeynep’e emanet eder. Olay ortaya çıkar ve Musa ile Kosoğlu tutuklanır. İmran ise yalnız kalmıştır, annesinin yokluğunu derinden hissettiği bir anda Nergiz çıkagelir. 2.2. Ölen Dünyam Yazar Ölen Dünyam’ı niçin kaleme aldığını eserin önsözünde şöyle anlatıyor: Mən "Dəli Kür" romanını yazdıqdan sonra Azərbaycanda 20-ci illərdə baş verən inqilab tariximizdən yazmaq qərarına gəldim, müəyyən materiallar topladım, hətta əsərin adını da oxuculara çatdırdım. "Qanlı təpə" adlanacaq bu əsər 20-ci illərin mürəkkəb və ziddiyyətli həyatını əhatə etməli idi. Lakin mövcud olan qadağalar, arxiv sənədlərinin gizlin saxlanılması, o illərdə baş verən əsl həqiqət və ziddiyyətlərin meydana çıxarılıb açıq söylənilməsinə qoyulmuş yasaqların 326 İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri nəticəsində tarixi dövrü olduğu kimi verməyin qeyri-mümkünlüyü məni fikrimdən daşındırdı. Gördüm ki, yazacağım əsər yazılmış əsərlərin ("Dünya qopur", "Dumanlı Təbriz", "Bir gəncin manifesti", "Səhər", "Şamo") təkrarından başqa bir şey olmayacaq. Ona görə də, romanı yazmamağı qərara aldım. Lakin son illərdə baş verən hadisələr, məhdudiyyət və qadağaların götürülməsi, baş vermiş hadisələrin qismən gerçəkliklə verilməsi imkanı məni əsər üzərində yenidən işləməyə sövq etdi və mən yeni roman üzərində işləməyi qərara aldım. Əsərin ruhu və məzmunu tamam yeni oldu, əsərin adı da dəyişdi. Mən romanımı "Ölən dünyam" adlandırdım. Lakin xəstəlik, yazıçı üçün əsas olan gözün görməməsi, yazıb-oxuya bilməməyim mənim planlarımı alt-üst elədi. Uzun iztirab və tərəddüddən, ailə məşvərətlərindən sonra bu qənaətə gəldik ki, mən əsəri diqtə edim və həyat yoldaşım Ymidə Şıxlı onları yazıya köçürtsün. Bu qayda ilə əsəri hissə-hissə, fəsil-fəsil yazıb başa çatdırdıq və buna görə, əvvəlcədən Ymidə Şıxlıya öz təşəkkürümü bildirirəm. (Şıhlı, Ölen Dünyam. 1995: 1) Yazarın da belirttiği gibi Ölen Dünyam’da Bolşevik ihtilâli günleri anlatılmaktadır. İntikam Kasımzade 2005 yılında basılan İsmayıl Şıxlı Seçilmiş eserleri I. cilde yazdığı önsözde eser için şu sözleri söylemektedir: "Ölən dünyam" forma baxımından İsmayıl Şıxlının əvvəlki iki romanından xeyli fərqlənir. Nisbətən kiçik həcmli bu əsərdə yazıçı əsas sujet xətti ilə bağlı müxtəlif hadisələri paralel inkişaf etdirmək hesabına və konkret zaman çərçivələrini cəsarətlə pozaraq, gah irəli – gələcəyə gedib, gah da geri -keçmişə qayıtmaq sayəsində iki böyük nəslin taleyini izləməyə və ölkənin siyasi mənzərəsini verməyə müvəffəq olur. Romanın dili də quruluşuna uyğun çox çevik və lakonikdir; hətta təbiət təsvirlərinin özündə belə, "Dəli Kür"lə müqayisədə, yazıçı bir-iki dəqiq ştrixlə kifayətlənir, qəti təfərrüata varmır. Qəribədir, illər uzunu ənənəvi nəsr təhkiyəsindən kənara çıxmayan, klassik roman janrının bütün qayda-qanunlarına riayət edən İsmayıl Şıxlı "Ölən dünyam"da çərçivələri vurub dağıdır; qəhrəmanlarının taleyi ilə bağlı bir epizodu, Azərbaycan miqyasında baş verən qlobal ictimai-siyasi proseslərin təsviri əvəz edir. Və yaxud, aramla qələmə alınmış psixoloji vəziyyətdən sonra çox rahatlıqla süjetin müəyyan bir hissəsini sürətlə nəql edib keçir. Yazıçı bunu bilə-bilə edir, diqqətini ikinci-üçüncü dərəcəli heç bir şeyə yayındırmır; məqsəd əsərin qayəsini qabartmaqdır. Qayə isə bundan ibarətdir: Azərbaycan xalqına kənardan zorla qəbul etdirilmiş siyasi sistem onun həyatında saysız-hesabsız məhrumiyyətlərə, ölümlərə, faciələrə səbəb olub. "Ölən dünyam" romanı çox dəqiq tapılmış və böyük ustalıqla qələmə alınmış simvolik bir sonluqla bitir. Əsərin qəhrəmanlarından biri, elindən-obasından didərgin düşmüş Həsən ağa uzun illərin ayrılığından sonra dönüb 327 Birsel ORUÇ ARSLAN yurduna qayıdır, çinar ağacının altında oturub kürəyini onun gövdəsinə söykəyir və gözlərini yumub bir zamanlar öz əli ilə əkdiyi bu əzəmətli ağacın rişələri ilə əbədi olaraq doğma torpağına qovuşur. Çox təsirli səhnədir, amma burda bir təskinlik işartısı, bir ümid rüşeymi var; torpağa qovuşmaq - əbədiyyətə qovuşmaqdır. Torpaqsa əbədidir. Ən güclü tufanlar, qasırğalar belə toz-tozanaq qaldırsa da, torpağın üstündəkiləri uçurub-dağıtsa da - torpaq yerində qalır. Kanardan gətirilmiş zorakı inqilablar da elədir - saysız-hesabsız insan ölümü, müsibətlər, faciələr hesabına cəmiyyətdə xırdapara nələri isə dəyişə bilsə də, xalq mənəviyyatını, xalq ruhunu tamam məhv edə bilmir. Belə olmasaydı, adət-ənənalərimiz, dilimiz, başqa milli dəyərlərimiz bu günə kimi yaşamazdı. "Ölən dünyam" romanını oxuyub qurtardıqdan sonra, ister-istəməz, məhz bu sayaq düşüncələrə qapılırsan... İsmayıl Şıxlı macal tapıb "Ölən dünyam" romanının son nöqtəsini qoymaqla, 50 illik yaradıcılıq yoluna da yekun vurdu. Və sanki bundan sonra o da qəhrəmanı Həsən ağa kimi rahatlıq tapıb dünyasını dəyişdi, əbədiyyətə qovuşdu. (Şıhlı, Seçilmiş Eserler. 2005: 10-11) Gerçekten de İsmail Şıhlı bu eserini yazdıktan kısa bir süre sonra hayata gözlerini yummuştur. Yıllar boyunca Deli Kür’ü takiben ona benzer bir eser yazmayı istemekle birlikte nasıl yazacağı konusundaki tereddütlerden ve engellerden yıllar sonra kurtulur kurtulmaz Ölen Dünyam’ı yazdıktan sonra huzura erdiğini ve huzur içinde can verdiğini söylemek mümkündür. 3. Eserlerdeki Rusça Sözcükler ve Rusça Yoluyla Giren Yabancı Sözcükler Şıhlı’nın incelediğimiz eserlerinde görülen Rusça veya Rusça yoluyla girmiş kelimelerden tespit edilenlerin sayısı Ayrılan Yollar’da 84, Ölen Dünyam’da 67’dir. Bu sayılar, eserlerin genel söz varlığı göz önüne alındığında çok değildir. 2.1. Ayrılan Yollar çamadan (Çemodan/ чемодан): bavul, valiz. maşın (машин): 1. makine. 2. araba, otomobil. papiros (папирос): sigara. turnik (турник): idman için sabit yatay çubuk. rezin çekme (резин/ rezin: lastik, kauçuk): Lastik, kauçuk çizme. palto (пальто): ceket, palto. gezet (газеты): gazete. 328 İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri stekan (стакан): çay bardağı. brigadir (бригадир-Alm.): kolhozda çalışan işçi grubunun lideri, şef. kolxoz (колхоз): kolektif çiftlik. çaynik (чайник): çaydanlık, çay kutusu. peç (печь): 1. soba, ocak. 2. fırın. yük maşını: yük arabası. pobeda (победа): zafer, galibiyet. geroy (герой): kahraman. delegat (делегат-Latinceden delegat): delege, temsilci. brigada (бригада-Fransızcadan brigada): 1. birkaç bataryada çalışan askeri birlik, tugay. 2. demiryolunda çalışan işçi grupları. 3. kolhozda çalışan işçi grubu. ağronom (агроном): ziraat/tarım mühendisi. gepik (копейк): para, kuruş (Rusçada en küçük para birimi). şinel (шинель): kışlık askeri palto. partiya (партия-Fransızcadan): parti. rayon (район): bölge, semt. stol (стол): masa. sentner (центнер-Almancadan):100 kg.lık ölçü birimi. raykom (райком): ilçe komitesi. malades (молодец): aferin! demagog (демагог): demagog, demagoji yapan, atıp tutan. sıntralnı (центральны): Merkez. zolotga (золотко): canım (Hanımlar için –ka eki alarak mecazi anlamda canım, ciğerim gibi hitap sözü olmuştur. Zolot’un gerçek anlamı altın’dır.). prokuror (прокурор): savcı. kabinet (кабинет-Fransızcadan): Bakanlar Kurulu. yaxşı silistçi: iyi sorgulayıcı (silist: sorgulama). metr (метр-Yunancadan): metre. direktor (директор-Latinceden): müdür, yönetici. kombayn (комбайн-İngilizceden): biçer-döğer, tahılların toplanmasında kullanılan araç. sovetlik (совет-лик): Danışma Kurulu. spiçka (спичка): kibrit, kibrit çöpü. 329 Birsel ORUÇ ARSLAN galoş (галош): galoş, ayakkabı üstüne giyilen lastik. banka (банка): kavanoz, şişe, kutu. institut (институт-Latinceden): enstitü. klub (клуб-İngilizceden): klüp. skamya (скамья): iskemle, bank. milisioner (милиционер-Latinceden): polis, yedek er. poçtalyon (почтальон-İtalyancadan): postacı. orden (орден-Latinceden): madalya, genellikle askeri madalya için kullanılır. gospital (госпиталь-Latince hospitium’dan)/xestexana: Hastane. Kelimenin Farsçası da kullanılmış. tribunal (трибунал-Latinceden): hakimler, yüksek mahkeme organı. paveska (повестка): ihbar, celp, celpname. vayonkom (военком): komutan, savaş komutanı. şuba (шуба): kürk, kürk manto. fason (фасон-Fransızcadan): model, kesim, şıklık. komsomol (комсомол): Komunist Gençler Birliği Teşkilâtı, genç komunistler. partkom (партком): Parti komitesi (Komunist Partisi) veya Parti Komitesi Sekreteri koperativ (кооператив-Latinceden): kooperatif. şkaf (шкаф): dolap. Moskoy (москва): Moskova. komandir (командир-Almancadan): kumandan, komutan. saldat (солдат): asker. plan (план-Latinceden): plan. jurnal (журнал-Fransızcadan): dergi. intriqa (интрига-Fransızcadan): entrika. respublika (республика-Latinceden): cumhuriyet. jaket (жакет-Fransızcadan): ceket. kultivator (культиватор-Fransızcadan): işlenmiş topraktaki kesekleri ezmek için kullanılan tarım aleti. radio (радио-Latinceden): radyo. 330 İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri komissiya (комиссия-Latinceden): Özel İdare Merkezi veya burada çalışanların oluşturduğu heyet, organ. Moskviç (москвич) : Moskovalı. stul (стуль-Alm. Stuhl): iskemle, sandalye. bufet (буфет-Fransızcadan): büfe. batareya (батарея-Fransızcadan): batarya, pil. şifon (шифон-Fransızcadan): şifon, bir tür ince kumaş. albom (альбом-Fransızcadan): albüm. padruqa (подруга): arkadaş (kız arkadaş). patefon (патефон): gramofon. mexanik (механик-Yunancadan): mekanik. kommunizm (коммунизм-Fransızcadan): komünizm. zapas (запас): stok, yedekte tutma. kino (кино-Yunancadan): sinema. konsert (концерт-İtalyancadan): konser. gemsiye (комиссия-Latinceden): komisyon. val (вал): plâk, silindir. vedrə (ведре): kova. agent (агент-Latinceden): temsilci, mümessil. konkret (конкрет-Latinceden): tam, kesin, açıkça. 2.2. Ölen Dünyam: ispiçka (спичка): kibrit. stəkan (стакан): bardak. çaynik (чайник): çaydanlık. patron (патрон): mermi. çemodan (чемодан): bavul, valiz. uçitel (учитель): öğretmen. verst (верст): 106 km mesafede uzunluk ölçüsü, mil. qlobus (глобус-Latinceden): küre, dünya. truba (труба): nefesli bir müzik aleti. val (вал): plâk, silindir. stol (стол): masa. 331 Birsel ORUÇ ARSLAN Aprel (апрел): Nisan ayı. stul (стул): sandalye. şivyot (шевиот) : koyun yününden yapılmış dokuma fabrik-zavod (фабрик-завод): fabrika, işyeri. komsomol (комсомол): Komunist Gençler komunistler. maşın (машин): makine, burada gramofon . klub (клуб): kulüp. Birliği Teşkilâtı, genç milisioneri (милиционеры): polis. şinel (шинель): palto. komandir (командир-Almancadan): kumandan, komutan. fenandoskop/ fonendoskop (фонендоскоп-Yunancadan): tıpta stateskoptan daha gelişmiş dinleme aleti. general (генерал): general, bir askeri unvan. qubernator (губернатор-Latinceden): İhtilal öncesindeki yönetimde Vali; yüksek rütbeli asker. teleqram (телеграм): telgraf yoluyla haber. soldat (солдат): asker. herbi eşelon (Fransızcadan): Harp düzeni; askeri tren; yolcu veya yük treni. stansiya (станция): istasyon. Rus imperiyası (Pус империясы): Rus imparatorluğu. vağzal (вокзал): tren istasyonu. maşinist (машинист-Latinceden): makinist. simafor (семафор-Yunancadan): Demiryolunun açık veya kapalı olduğunu gösteren ışık sistemi. parovoz (паровоз): buharlı lokomotif. kipyatok (кипяток): kaynar su. kran (кран-Almancadan): vana, musluk. pulemyot (пулемёт): makineli tüfek. bolşevik (большевик): bolşevik, komunizmi savunan. polkovnik (полковник): albay. komendant (комендант-Fransızcadan): komutan, kumandan. diviziya (дивизия-Latinceden): tabur, bölük. 332 İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri komanda (команда-Fransızcadan): kumanda, askeri birlik. polk (полк): alay, üç tabur ve bağlı birliklerden oluşan askeri birlik. briqada (бригада-Fransızcadan brigada): 1. birkaç bataryada çalışan askeri birlik, tugay. 2. demiryolunda çalışan işçi grupları. 3. kolhozda çalışan işçi grubu. artilleriya divizionu (артиллерия двизиону): topçu birliği. çar (цар): çar, kral. qaubiçnı divizion (гаубичный двизион): havan topçu birliği. texnika (техника): ekipman. avtomobil divizionu (автомобиль дивизиону): otomobil, araç birliği. avtodivizionu (автодивизиону): araç birliği, levazımat bölüğü. komissar (комиссар-Fransızcadan): 1935-1942 yıllarında Sovyetler Birliği ordusunda görev yapan askeri siyasi şahıslar, batalyon birliğinden sorumlu komutan. famil (фамил-Fransızcadan): soyadı. paruçik (поручик): teğmen. troyka (тройка): üçlü. maxorka papirosu (махорка папиросу): tütünden daha düşük kalitedeki bir bitkiden yapılan sigara. kolxoz (колхоз): kolektif çiftlik. milis (милиц): polis. vedrə (ведре): kova. rels (релс-İngilizceden): ray, tren rayı. ne polojeno (Не положено): izin yok! seminariya (семинария): seminer. naçalnik (начальник): müdür, başkan. giliz (гильза-Almancadan): kovan, fişek kovanı. institut (институт-Latinceden): enstitü. direktor (директор-Latinceden): müdür, yönetici. ferma (ферма-Fransızcadan): kolhoz ve sovhozlarda hayvancılığın belli bir sahası ile ilgili ihtisas alanı; çiftlik. inkubator (инкубатор-Latinceden): kuluçka makinesi. metr (метр-Yunancadan): metre. 333 Birsel ORUÇ ARSLAN 4. Eserlerdeki Rusça veya Rusça Yoluyla Girmiş Kelimelerin Sözvarlığı Açısından Görünümü İsmail Şıhlı’nın dili genel olarak sade, anlaşılırdır. Bu sebeple o Azerbaycan Türkçesine giren yabancı kelimeleri de dilin işleyişi doğrultusunda kullanmıştır. Eserlerde geçen kelimeleri burada birkaç açıdan incelemeyi uygun bulduk. 4.1. Her İki Eserde Ortak Olan Kelimeler Çamadan-çemodan, maşın, papiros-maxorka papirosu, stekan, kolxoz, çaynik, brigada, şinel, stol, metr, direktor, spiçka-ispiçka, institut, klub, milis/milisioner/ milisionerı, komsomol, komandir, saldat-soldat, stul, val, vedrə. 4.2. Rusça Olanlar Burada her iki eserde görülen Rusça veya Rusça telaffuzuyla geçen kelimeler verilmiştir: Çamadan-çemodan, papiros, rezin, stekan (stakan), kolxoz, çaynik, peç, pobeda, ağronom (agronom),gepik (kopeyk), şinel, stol, raykom, malades (maladets), zolotga, prokuror, silist, sovet-lik, spiçka-ispiçka, paveska (povestka), vayonkom, şuba, komsomol, partkom, şkaf, Moskoy, saldat-soldat, Moskviç, padruga (podruga), patefon, zapas, val, vedrə, patron, uçitel, şivyot, zavod, vağzal (vokzal), parovoz, kipyatok, pulemyot, Bolşevik, polkovnik, polk, artilleriya divizion, çar, gaubiçnı divizion, paruçik, maxorka, ne polojeno!, naçalnik. 4.3. Rusça Yoluyla Giren Yabancı Kelimeler Burada Latince, Almanca, Fransızca, İngilizce, Yunanca gibi dillerden giren kelimeler Seyfettin Altaylı’nın sözlüğünde verdiği bilgilere dayanarak sıralanmıştır. Palto, gezet, brigadir, delegat, brigada, partiya, sentner, demagog, sıntralnı, kabinet, metr, direktor, kombayn, galoş, banka, institut, klub, skamya, milisioner, poçtalyon, orden, gospital, tribunal, fason, koperativ, komandir, plan, jurnal, intriqa, respublika, jaket, kultivator, radio, komissiya, stul, bufet, batareya, şifon, albom, mexanik, kommunizm, kino, gemsiye (komissiya), agent, konkret, seminariya, Aprel, globus, fabrik, fenandoskop (fonendoskop), general, qubernator, telegram, eşelon, stansiya, maşinist, simafor, kran, komendant, diviziya, komanda, texnika, avtomobil, komissar, famil, milis, rels, giliz, ferma, inkubator. 334 İsmail Şıhlı’nın Eserlerinde Rusçanın Yeri 5. Sonuç Sonuç olarak; İsmail Şıxlı az yazmış olmasına karşın eserlerinde Azerbaycan Türkçesini en iyi şekilde kullanmıştır. Okuyucu onun eserlerinde edebi zevki tattığı gibi, kendinden bir şeyler de bulur. Şıhlı, dönemin siyasi ve sosyal olaylarına da bigâne değildir. Her ne kadar Stalin döneminde istediği gibi gerçekleri yazamasa da, sembollere başvurarak dönemi eleştirmeye çalışmıştır. Stalin’in ölümünden sonraki rahatlama ile o da eserlerini daha cesur bir edayla kaleme almış, kaleminin kudretini konuşturmuştur. Bütün bunları yaparken halkı için yazdığını da unutmamış, halkın anlayabileceği bir dil kullanmıştır. Eserdeki yabancı kelimelere bakıldığında Farsça, Rusça, Arapçadan dile yerleşmiş olan kelimelerin yanı sıra Batı dillerinden (Almanca, Latince, Fransızca, Yunanca, İngilizce vs) alınma kelimelere de rastlanır. Yazar bunları keyfi olarak tercih etmez. Anlattığı konularla bağlantısı olduğu için ve artık çoğu halkın diline yerleştiği için kullanır. Ayrılan Yollar’da kolhoz gibi komunist/sosyalist sistemin bir parçası olan yapı içerisinde Rusça ve Rusça yoluyla giren kelimeler (komsomol, direktor, brigada, brigadir, raykom, kolxoz, ağronom, verst, sentr, partkom gibi), Ölen Dünyam’da anlatılan zaman dilimine bağlı olarak gereken yabancı kelimeler (komsomol, soldat, vağzal, simafor, parovoz, polkovnik, pulemyot, kipyatok vs.) kullanılmıştır. Gündelik hayatta da kullanılan stol, stul, şkaf, stekan,vedrə, val, truba, şivyot, şuba, radio, albom, şifon, padruga, kino, konsert vs. gibi yabancı kelimelere yazar zaman zaman yer vermiştir. İsmail Şıhlı’nın edebi kişiliği daha pek çok yönüyle araştırılabilir. Şıhlı eserlerinde çok sayıda yabancı kelime kullanabilecek yetkinliğe sahipken o öz diline sahip çıkarak bu tür kelimeleri gerekmedikçe kullanmamıştır. KAYNAKÇA Adıgüzel, S . (2010). İsmail Şıhlı'nın Ayrılan Yollar Romanı ve Sosyalizm Realizmi. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 11 (23) Retrieved from http://dergipark.gov.tr/ataunitaed/issue/2862/39077 Altaylı, Seyfettin (1994). Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü. C.I-II, İstanbul: MEB Yayınları. Xəlilov, Buludxan, İsmayıl Şıxlının həyat və yaradıcılıq yolu, Xalq qəzeti.- 2009.20 may.- S. 7. Saydam, Abdullah (1990). Rusya’nın Kafkasya’yı İşgali. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt:5, Sayı:1, s. 239-257. Şıhlı, İsmayıl (1986). Seçilmiş Eserleri. C.I-II, Bakı: Azerbaycan Dövlet Neşriyyatı. Şıhlı, İsmayıl Şıhlı (2005). Seçilmiş Eserleri. C.I-II, Bakı: Azerbaycan Dövlet Neşriyyatı. 335 Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği Doç. Dr. Elena KRAİNİUCHENKO Pyatigorsk, Rusya -Pyatigorsk Devlet Üniversitesi Özet: XX. yüzyılın başından beri dil biliminde insan dili, bir göstergeler dizgesi olarak kabul edilmektedir. Dil göstergesi, gösteren ile gösterilenden oluşan ikili bir yapıdır. Birden fazla gösterilenin tek bir gösterene ait olabilmesi, anlambilimde eş seslilik ya da çok anlamlılık olarak nitelendirilmektedir. XX. yüzyılın sonunda otomatik çeviri programlarının gelişmesiyle eş sesli ek ve sözcük birimlerinin yanı sıra sözdizimsel eş sesliliğe ilişkin çalışmalar da ortaya çıkmaya başlamıştır. Cümledeki öğelerin dil bilgisi açısından farklı şekilde ayırt edilebilmesi veya aralarındaki sözdizimsel bağlantıların farklı şekilde yorumlanabilmesi, ‘sözdizimsel belirsizliğ’in var olmasına işaret etmektedir. Bu terim, Türkiye Türkçesinde yaygın olmamasına rağmen ‘sözdizimsel eş seslilik’ teriminden daha uygun görülmektedir. Bu çalışmada ‘-Ip+fiil’ yapılarının Rus ve Türk araştırmalarında dil bilgisi ve söz dizimi açılarından nasıl yorumlandığı ele alınmıştır. Söz konusu birleşimlerin ikinci unsuru olan fiil, kendi sözcük anlamını kaybederek dilbilgisel içeriği ifade ederse yardımcı fiil olarak nitelendirilmektedir. Türk gramer geleneğinde ‘-Ip+yardımcı fiil’ birleşimleri, ‘kurallı birleşik fiiller’/‘tasvirî fiiller’ olarak tanımlanırken Rus ekolünde ‘analitik fiil şekilleri’ olarak değerlendirilmektedir. Bu fiil şekillerinin dil bilgisel anlamın yanı sıra pragmatik/edimbilim anlamı da taşıyabildiği vurgulanmıştır. ‘-Ip+fiil’ yapılarının her iki unsuru anlam kaymasına uğrarsa deyim niteliğinde birleşik fiil oluşturmaktadır. Bunun gibi birleşimler, yapısına göre hem analitik fiil şekillerine hem bağımsız kelime öbeğine benzer; buna rağmen anlamsal açıdan onlardan farklılık gösterdiğinden sözlük birimi olduğu tespit edilmiştir. Çalışmada ‘-Ip+fiil’ yapılı analitik fiil şekileri (örn. bakıp dur-), değimleşmiş birleşik fiilleri (örn. kırıp dök-) ve bağımsız kelime öbekleri (örn. oturup sohbet etmek) birbirinden farklılaştırmak için işlevsel dil bilgisi ve söz dizimi çerçevesinde geliştirilen yaklaşımlar uygulanmıştır. Anahtar kelimeler: analitik fiil şekli, değimleşmiş birleşik fiil, kelime öbeği, eş seslilik, dil göstergesinin anlam belirsizliği Elena KRAİNİUCHENKO Syntactic Ambiguity of the «Gerund in -Ip + Verb» Construction in Turkish Language Abstract: Human language has been accepted as a system of signs since the beginning of the 20th century. A linguistic sign has two sides; the signified and the signifier. When one form expresses several meaning it’s classified as homonymy or polysemy. The development of automatic translation software systems at the end of the 20th century caused the interest to syntactic homonymy as well as morphemic and lexical one. ‘Syntactic ambiguity’ is more suitable term, which means the presence of two or more possible meanings within a single sentence or sequence of words. This article deals with the one case of syntactic ambiguity in the Turkish language – the ‘gerund in Ip +verb’ construction – and possible variants of its interpretation. İf a verb loses its own meaning and expresses aktionsart, the whole construction in Turkish grammar tradition is classified as a ‘descriptive verb’, though in Russian studies – as an analytical form of verb. The analysis showed that these forms can indicate not only aktionsart but some pragmatics meanings as well. If the construction is characterized by an idiomaticity of its components, it can be described as verbal phraseological unit. Thus these verbal phrasemes (e.g. kırıp dök-) may have the same structure with free word combinations (e.g. oturup sohbet etmek) and analytical forms of verb (e.g. bakıp dur-). İn this article the methods of syntactic studies and functional grammar were applied to differentiate these three phenomena belonging to different levels of language analysis. Key words: analytical form of verb, verbal phraseological unit, free word combination, homonymy, the ambiguity of a linguistic sign Giriş XX. yüzyılın başından beri dil biliminde insan dili, bir göstergeler dizgesi olarak kabul edilmektedir. Dil göstergesi, gösteren ile gösterilenden oluşan ikili bir yapıdır. Söz konusu kavramın dil bilimi tarihinde ilk olarak F. de Saussure tarafından ortaya konduğu bilinmektedir. F. de Saussure dil göstergesinin özellikleri ve çelişkilerini ayrıntılı olarak tasvir etmiştir. 1 Ancak göstergenin iki tarafının biribirine tam olarak uymamasına dikkat edilmemiştir. Hâlbuki birden fazla gösterilen tek bir gösterene ait olabilir; diğer taraftan birkaç gösteren aynı anlamı taşıyabilir. Bu durum, S.O. Kartsevskiy tarafından ‘dil göstergesinin asimetrik ikiliği’ olarak adlandırılmıştır (bk.: Rus. asimmetriçnıy dualism yazıkovogo znaka, İng. the 1 Ferdinand de Saussure, Kurs Obşçey Lingvistiki (Lingvistiçeskoye Naslediye XX Veka), Librokom, 2011. 338 Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği asymmetric dualism of the linguistic sign, Alm. asymmetrischen Dualismus des sprachlichen Zeichens).2 Birden fazla gösterilenin tek bir gösterene ait olabilmesi, anlam biliminde eş seslilik ya da çok anlamlılık olarak nitelendirilmektedir. Söz konusu iki olayın birbirinden farklılaştırılması, homonimlerin ortaya çıkmasının nedenlerinin tespit edilmesi, XX. yüzyılda araştırmacıların en çok ilgi çektiği konulardandı. Çoğu zaman dil birimlerinin belirsizliği meselesi, sözlük bilimi ve biçim-bilim araştırmalarının çerçevesinde ele alınmıştır. 3 Fakat Türkiye Türkçesinde eş sesli ekler ve sözcük birimleri tanımlanırken onların sınıflandırılmasına ilişkin çalışmaların yaygın olmadığı söylenebilir. XX. yüzyılın sonunda otomatik çeviri programlarının gelişmesiyle eş sesli ek ve sözcük birimlerinin yanı sıra sözdizimsel eş sesliliğe ilişkin çalışmalar da ortaya çıkmaya başlamıştır.4 Cümledeki ya da kelime öbeğindeki öğelerin dil bilgisi açısından farklı şekilde ayırt edilebilmesi veya aralarındaki sözdizimsel bağlantıların farklı şekilde yorumlanabilmesi, ‘sözdizimsel belirsizliğ’in var olmasına işaret etmektedir. Bu terim, Türkiye Türkçesinde yaygın olmamasına rağmen ‘sözdizimsel eş seslilik’ teriminden daha uygun görülmektedir (bk.: Rus. sintaksiçeskaya neodnoznaçnost’, İng. syntactic ambiguity, Alm. syntaktische Mehrdeutigkeit). Bu çalışmada ‘-Ip+fiil’ yapılarının Rus ve Türk araştırmalarında dil bilgisi ve söz dizimi açılarından nasıl yorumlandığı ele alınmıştır. 1. Analitik Fiil Şekli Olarak ‘-Ip+fiil’ Yapısı Türk gramer geleneğinde ‘-Ip’lı zarf-fiil+fiil’ birleşimleri, ‘kurallı birleşik fiiller’/‘tasvirî fiiller’ olarak tanımlanmakta ve birleşik fiillerin ayrı bir türü niteliğinde algılanmaktadır.5 Rus ekolünde ise bahsettiğimiz yapılar ‘analitik fiil 2 3 4 5 S.O Kartsevskiy, “Ob Asimmetriçnom Dualizme Yazıkovogo Znaka”, Zvegintsev V.A. İstoriya Yazıkoznaniya XIX–XX Vekov v Oçerkah i İzvleçeniyah, М., 1965. 3-yе İzd., Ç. 2, S. 85–93. Yu. Maslov, “Omonimı v Slovaryah i Omonimiya v Yazıke (k Postanovke Voprosa)”, Voprosı Teorii i İstorii Yazıka: Sb. V Çest’ Prof. B.A. Larina, L.: İzd-vo Leningradskogo Un-ta, 1963, S. 128-202; J.M. Guzelanı, Karaçay-Malkar Tilni Omonimlerini Sözlüğü, Elbrusoid, Moskva 2013; Nuh Doğan, “Türkiye Türkçesi Fiillerinde Eş Anlamlılık”, Uluslararası Sosyal Aratırmalar Dergisi, C. 4, S. 19, Güz 2011, S. 78-88; vd. A.V. Gladkiy Sintaksiçeskiye Strukturı Yestestvennogo Yazıka v Avtomatizirovannıh Sistemah Obşçeniya, M.: Nauka, 1985; V.N. Muşayev-S.N. Abdullayev “Ob İzuçenii Sintaksiçeskih Omonimov (na Materiale Mongol’skih i Türkskih Yazıkov”, Vestnik Kalmıtskogo Universiteta, 2016/№ 4 (32), S. 109-114; Mustafa Çelikpençe, Türkiye Türkçesinde Sçzdizimsel Anlamsal Belirsizliği Kaldıran Paket Program, (İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2003, vd. Tahsin Banguoğlu, Türkçenin Grameri, TDK, Ankara 2007, S. 488; Haydar Ediskun, Türk Dil Bilgisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2004, S. 228; Günay Karaağaç, Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, TDK, 339 Elena KRAİNİUCHENKO şekilleri’ olarak değerlendirilmektedir.6 Çünkü söz konusu birleşimlerin ikinci unsuru olan fiil, kendi sözlük anlamını kaybederek dilbilgisel içeriği ifade eder ve yardımcı fiil olarak nitelendirilir. Böylece zarf-fiil sözlük anlamını taşırken yardımcı fiil gramatik morfemin görevini yerine getirmektedir. Analitik fiil şekillerinde -Ip’lı zarf-fiillerle sadece durmak, kalmak, gelmek, gitmek fiilleri kullanılmaktadır. Esas fiil olmalarına rağmen belli sözdizimsel bağlamda yani bahsettiğimiz birleşimlerde yardımcı unsurun işlevine sahiptir. Bu yüzden Rus Türkolojisinde ‘yardımcı fiil’ yerine ‘okkazional yardımcı fiil’ (bk.: Rus. okkazional’nıy, İng. occasional, Alm. gelegentlich) ya da ‘modifiye eden fiil’ (bk.: Rus. modifitsiruyuşçiy, İng. modify, Alm. modifizirt) terimleri kullanılır. 7 Kabul edilen görüşe göre analitik fiil şekillerindeki zarf-fiil sözlük anlamını ifade eder. Ancak -Ip eki de kendi anlamını kaybeder ve okkazional yardımcı fiil ile birleşerek yeni bir dilbilgisel içeriği taşıdığı birleşik /perifrastik morfem oluşturur. 8 Böylece analitik fiil şeklini aşağıdaki şema biçiminde gösterilebilir: Fiil kökü -Ip eki+ okkazional yardımcı fiil sözlük anlamını taşır bilgisel içeriği taşır Son birkaç yıl içinde bu bakış açısını destekleyen Türk araştırmacılarının çalışmaları da meydana çıkmaya başlamıştır. Söz konusu çalışmalarda ‘analitik fiil şekilleri’ yerine ‘art fiiller’ terimi kullanılmaktadır.9 Neredeyse XXI. yüzyılın başına kadar Türk gramer geleneğinde betimlediğimiz yardımcı fiillerin esas fiile devamlılık, sürerlik gibi anlam incelikleri katmasından söz edilmiştir. Ancak bu ‘inceliklerin’ sayısı ve tanımları üzerine bir Ankara 2013, S. 204; Leyla Karahan, Türkçede Söz Dizimi, Akçağ Yayınevi, Ankara 2018, S. 77; Zeynep Korkmaz, Türkiye Türkçesi Grameri. Şekil Bilgisi, TDK, Ankara 2017, S. 200. 6 Mehman Musaoğlu-Fatih Kirişçioğlu-Elena Krainiuchenko, “Türkiye Türkçesinde Analitik Fiil Şekilleri-I”, Dil Araştırmaları, Sayı 23, Güz 2018, S. 58. 7 Musaoğlu-Kirişçioğlu-Krainiuchenko, agm, S. 58; V.G. Guzev, Teoretiçeskaya Grammatika Turetskogo Yazıka, İzd-vo S-Peterb. gos. un-ta, SPb. 2015, S. 146; A.N. Kononov, Grammatika Sovremennogo Turetskogo Litraturnogo Yazıka, İzd-vo AN SSSR, M.-L. 1956, S. 209; Yu.V. Şçeka, Praktiçeskaya Grammatika Turetskogo Yazıka, AST: Vostok-Zapad, Moskva 2007, S. 157. 8 E.V. Sevortyan, “Grammatiçeskiye i semantiçeskiye priznaki analitiçeskih konstruktsiy v otliçiye ot svobodnıh slovosoçetaniy v tyurkskih yazıkah”, Analitiçeskiye konstruktsii v yazıkah razliçnıh tipov, (Sbornik statey), Nauka, Moskva-Leningrad, 1965: S 235; A. A. Yuldaşev, Analitiçeskiye formı glagola v tyurkskih yazıkah, İzd-vo Nauka, Moskva 1965, S. 25. 9 E yüp Bacanlı, “Güney Sibirya Türk Dillerinde Birleşik Fiillerle ilgili Teorik Sorunlar”, Uluslararası Sosyal Aratırmalar Dergisi, 2013/ C.6, № 24, S. 29; Sema Aslan Demir, “Türkmencede Kılınış İşlemcisi Olarak Art-Fiiller”, Türkbilig, 2013/26, S. 68. 340 Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği fikir birliğine varıldığı pek söylenemez. 10 Son yıllarda ise işlevsel dilbilim çerçevesinde geliştirilen yaklaşımların uygulandığında analitik fiil şekillerinin görünüş ve kılınışı ifade ettiği vurgulanmaya başlamıştır.11 Türkiye Türkçesindeki ‘-Ip+okkazional yardımcı fiil’ yapılarını daha ayrıntılı bir şekilde değerlendirelim. 1.1. ‘-Ip+kal-’ analitik fiil şekli -Ip kal- analitik şekli, fiziksel, psikolojik vb. durumları bildiren fiillerle kullanılır ve eylemin/oluşun hareketsiz olarak kaldığını ifade eder. Örneğin: 1) Ahmet dağına çekilip gidecek, o burada sarayda tek başına, kuyunun dibindeki taş gibi kalıp kalacaktı. (YK, 54); 2) Fakat acısı müzmin bir matem hatırası gibi kalbinde tortulanıp kaldı. (RNG YG, 31); 3) Cama çarpıp duran bir sinek gibi sıkışıp kalmıştı bu kelimenin içinde. (EŞ, 46) Türkiye Türkçesinde -Ip kal- analitik fiil şeklinin yanı sıra -Akal- şekli vardır. İşlev bakımından bu iki şekil paralel bir özelliğe sahiptir. Böylece iki gösteren (birleşik morfem) aynı bilgisel içeriği taşır. Bu da söz konusu şekilleri eş anlamlılığa dayalı asimetrik morfolojik olay olarak nitelendirmemize imkân verir. 1.2. ‘-Ip+dur-’ analitik fiil şekli -Ip dur- analitik şekli, eylemin belli bir zaman içerisinde gerçekleşen sürerliliğini veya tekrarlılığını ifade eder. Örneğin: 1) Gece rüyamda bizim mahalledekilere benzeyen sokaklarda Sabiha'yı arayıp durdum. (AHT, 65); 2) Oxford’daki ilk yılını bitirmiş, yaz tatilini İstanbul’da geçiriyordu. Annesi ikide bir şu ya da bu genç adamdan bahsedip duruyordu. (EŞ, 202); 3) Kenan, ağabeyimle görüşmem gerektiğini tekrarlayıp duruyordu. (OP, 188) Türkiye Türkçesinde -Ip dur- analitik fiil şeklinin yanı sıra -Adur- şekli de vardır. Ancak -Ip kal-/-Akal- şekillerinden faklı olarak bu şekil çiftinin eş anlamlı olduğu söylenemez. -Ip dur- şekli, dilbilgisel anlamın yanı sıra pragmatik/edimbilim anlamı da taşıyabilir yani bahsedilen iş, oluş veya duruma karşı konuşanın memnun olmaması, şikayet etmesini yansıtır. Böylece -Ip dur- analitik şekli, birincil dilbilgisel içeriğine dayalı ikincil türevsel anlamının oluşmasını gösterir. Bu özellik, 10 11 Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, Bayrak Basım Yayım, İstanbul 2013: S. 387; Banguoğlu, age, S. 488-493; M. Kaya Bilgegil, Türkçe Dilbilgisi, Dergah Yayınları, İstanbul 1992, S. 280-282; Ediskun, age, S. 228-229; Karahan, age, S. 77; Karaağaç, age, S. 204; Korkmaz, age, S. 727-725. Bk.: Eyüp Bacanlı, Kılınış Kategorisi ve Kılınışsal Belirleyici Olarak Yardımcı Fiiller, ASAL Yayın ve Bilişim, Ankara 2009; Ahmet Karadoğan, Türkiye Türkçesinde Kılınış, Divan Kitap, Ankara 2009. 341 Elena KRAİNİUCHENKO yalnızca yabancılar için Türkçe ders kitaplarında belirtilmektedir. 12 Araştırmacıların çoğu ise bu işlevsel farklılıklar üzerinde durmadan sadece iki paralel şeklin var olduğunu bildirir. 1.3. ‘-Ip+gel-’ analitik fiil şekli -Ip gel- analitik şekli, eylemin eskiden başlamış olup alışkanlık halinde devam etmekte olduğunu gösterir. Örneğin: 1) İşte XIX. yüzyılın sonlarından bu yana dallanıp gelen söz sanatlarının kaynağı! (Gencan, age, 522); 2) Binaenaleyh benim evime Sabahattin'in gidip geldiği belliydi. (SA, 294). Gelmek okkazional yardımcı fiili hem -Ip hem de -A zarf-fiilleriyle kullanılmaktadır. İşlev bakımından paralel bir özelliğe sahip olan iki şeklin (-Ip gel/Agel-) olması, eş anlamlılığa dayalı morfolojik olayın asimetrik ikiliğini gösterir. 1.4. ‘-Ip+git-’ analitik fiil şekli -Ip git- analitik şeklinin taşıdığı dilbilgisel içerik, aldığı çekim ekine bağlıdır. Eğer yardımcı fiil şimdiki zaman veya sürme görünüşünü ifade eden diğer ekleri (yor, -yordu, -Ar vb. veya sıfat-fiil ve mastar ekleri) alırsa fiil şekli eylemin sürerliliği ve devam ettiğini gösterir. Örneğin: 1) Senelerden beri sürünüp giden bu davadan ümidi kesmiştim. (Korkmaz, age, 725); 2) Buraya kadar gelmişken doktora beş dakika uğramazsak ayıp olur, derdi. Onun beş dakikası en aşağı bir saatti. Fakat bazan gece yarısına kadar uzayıp gittiği de oluyordu. (RNG AG, 126). -DI geçmiş zaman eki alındığında ise eylemin bitmişliği ifade edilir. Örneğin: 1) Fakat sabahleyin güneş doğunca bu vehimler de silinip gitti. (RNG AG, 53); Saray bittikten sonra, yapıcıbaşı, Paşaya bir mektup bırakarak ortadan yitip gitti. (YK, 40) Böylece bu analitik fiil şeklinin de ikincil türevsel anlamının oluşması görünmektedir. -Ip git- analitik şeklinin bu özelliği, sadece Rus Türkologları tarafından belirtilmektedir. Bazı Türk araştımacıları ise gitmek fiilinin yardımcı fiil olarak kullanılabilmesini kabul etmeyerek -Ip git- yapısını ele almamaktadır.13 Görüldüğü üzere ‘-Ip + okkazional yardımcı fiil’ yapılı analitik fiil şekilleri, dil göstergesinin asimetrik ikiliğini gösteren iyi bir örnektir. -Ip dur- ve -Ip gitşekillerinde, tek bir gösterene birden fazla gösterilen aittir: birincisi hem dilbilgisel hem de edimbilim anlamı taşıyabilir; ikincisi ise morfolojik bağlama göre eylemin ya sürerliği ya da bitmişliğini ifade edebilir. -Ip kal- ve -Ip gel- şekillerinin ise eş anlamlı paralel şekilleri de vardır. 12 13 Yeni Hitit 3. Yabancılar için Türkçe Ders Kitabı, TÖMER, Ankara 2009, S. 182. Ergin, age, 387; Banguoğlu, age, S. 488-493; Ediskun, age, S. 228-229; Karaağaç, age, S. 204; Tahir Nejat Gencan, Dilbilgisi, TDK, Ankara 1979, S. 310. 342 Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği 2. Deyimleşmiş Birleşik Fiil Olarak ‘-Ip+fiil’ Yapısı ‘-Ip+fiil’ yapısının her iki unsurunun anlam kaymasına uğradığı zaman deyim niteliğindeki birleşik fiil oluşur. Anlam açısından bu birleşim tek bir sözcük birimi olarak değerlendirilmektedir. Örneğin: 1) Nihayet hazırlanma vakti gelip çattı. (EŞ, 255); Eskiden gülüp geçtiğim, ilgilenmediğim bütün bu filmleri neden o kadar severek seyrediyorum, diye düşünüyordum. (OP, 293) Bunun gibi birleşimler, yapısına göre analitik fiil şekillerine benzer. Büyük ihtimalle bu yüzden XXI. yüzyılına kadar deyimleşmiş birleşik fiiller arasında sadece ‘isim+fiil’ yapıları yer alıyordu.14 ‘-Ip+fiil’ yapılı deyimler ise tasvirî fiillerin özel bir grubu olarak ele alınmıştır. Son yıllarda ise ‘-Ip+fiil’ yapılı birleşimler de deyimleşmiş birleşik fiillere dahil edilmeye başlamıştır. 15 Yukarıda belirtilen analitik fiil şekillerinde yardımcı fiil olarak sadece kalmak, durmak, gelmek, gitmek kullanılabilir. Ancak bazı deyimleşmiş birleşik fiillerin ikinci unsuru da söz konusu fiiller olabilir. Örneğin: 1) Hey! Yine dalıp gitmişsin! Ne düşünüyorsun? (konuşma dilinden); 2) Abartılı hayranlık ile abartılı hor görme arasında gidip geliyordu. (EŞ, 153) Böylece ‘-Ip+fiil’ yapılı deyimleşmiş birleşik fiilleri analitik fiil şekillerinden farklılaştırmak için semantik kriter dikkate alınmalıdır. “Eğer birinci birleşen leksik anlamı ifade eder, ikincisi ise leksik anlamını kaybederek bir yardımcı fiil durumuna gelirse, o zaman analitik fiil şeklinden söz edilebilir. Birleşimin her iki unsuru anlam kaymasına uğrayarak tek bir sözlük birimi niteliğinde belirirse bu, deyimleşmiş birleşik fiilin olduğu kabul edilmelidir”. 16 3. Bağımsız Kelime Öbeği Olarak ‘-Ip+fiil’ Yapısı Söz konusu analitik şekiller ve deyimler yapısına göre birbirine benzemesinin yanı sıra bağımsız kelime öbeklerine de benzer. Bunları birbirinden farklılaştırmak için işlevsel dil bilgisi ve söz dizimi çerçevesinde geliştirilen yaklaşımlar uygulanmalıdır. Eğer -Ip’lı zarf-fiil kendine özgü işlevleri yerine getirirse sonraki fiil de kendi sözlük anlamında kullanılırsa bağımsız kelime öbeklerinden söz edilebilir. Türkiye Türkçesi söz dizimine göre -Ip’lı zarf-fiilin başlıca işlevleri şudur: 1) kendisinden sonraki fiilin ifade ettiği hareketten biraz önce gerçekleşmiş olan bir hareketi 14 15 16 Gencan, age, S. 328; Ediskun, age, S. 246; Korkmaz, age, S. 744-746; Kononov, age, S. 263-274; Şçeka, age, S. 154-157. Guzev, age, S. 127-128; Deniz Öztürk, Türkiye Türkçesinde Anlamca Kaynaşmış-Deyimleşmiş Birleşik Fiiller, TDK, Ankara 2008. Musaoğlu-Kirişçioğlu-Krainiuchenko, agm, S. 69. 343 Elena KRAİNİUCHENKO karşılamak; 2) ana eylemi, eylem tarzı, zaman, sebep, vb. bakımından belirtmek; 3) cümlede arka arkaya aynı şekil yapısındaki kiplerin tekrarını önlemek. 17 Örneğin: 1) Trene binip gitti; 2) Kazandığını zannedip sevindi; 3) Biz konuşup gülüşüyorduk. Bütün bu örneklerde hem zarf-fiil hem de onun sonrasındaki fiil, kendi sözlük anlamlarında kullanılmaktadır. Bunun dışında zarf-fiil ile fiilin arasına cümlenin anlamı hiç bozulmadan üçüncü bir kelime koymak mümkündür. Örneğin: 1) Trene binip eve gitti; 2) Kazandığını zannedip çok sevindi; 3) Biz konuşup durmadan gülüşüyorduk. En çok, birleşimlerin ikinci unsuru olarak kalmak, durmak, gelmek, gitmek fiillerinin kullanıldığında sözdizimsel anlamsal belirsizlik ve karmaşa ortaya çıkmaktadır. Bu durumda da analitik fiil şeklini bağımsız kelime öbeğinden farklılaştırmak üzere semantik ve sözdizimsel kriterler uygulanmalıdır. Örneğin: 1) İşim dolayısıyla İstanbul'a gidip geliyorum; 2) Markete gidip geleceğim. Her iki cümlede gidip gelmek yapısı kullanılmıştır. Hâlbuki sadece ikinci örnekte zarf-fiil ile fiilin arasına üçüncü bir kelime koyulduğundan cümlenin anlamı bozulmaz. Örneğin: Markete gidip hemen geleceğim. Bu, söz konusu yapının birinci cümlede eylemin belli bir zaman içerisinde gerçekleşen tekrarlılığını ifade eden analitik fiil şekli, ikinci cümlede ise bağımsız kelime öbeği olduğunu tasdik eder. Sonuç Görüldüğü üzere ‘-Ip+fiil’ yapısı, hem analitik fiil şekli, hem deyimleşmiş birleşik fiil hem de bağımsız kelime öbeği olarak nitelendirilebilir. Analitik fiil şeklinin ayırt edici özellikleri şunlardır: 1) ikinci unsuru olarak sadece kalmak, durmak, gelmek, gitmek fiillerinin kullanılabilmesi; 2) -Ip eki ve okkazional yardımcı fiilin kendi anlamını kaybetmesi, birleşmelerinin sonucunda tek bir perifrastik morfem oluşturmaları. Deyimleşmiş birleşik fiilin özelliği, onun her iki unsurunun anlam kaymasıdır (bk.: Rus. semantiçeskiy sdvig, İng. semantic shift, Alm. semantische Verschiebung). Bağımsız kelime öbeğinin özellikleri şunlardır: 1) -Ip’lı zarf-fiilin kendine özgü işlevleri yerine getirmesi; 2) zarf-fiilden sonraki fiilin de kendi sözlük anlamında kullanılması; 3) zarf-fiil ile fiilin arasına cümlenin anlamı hiç bozulmadan üçüncü bir kelimenin koyulabilmesi. Böylece yukarıda belirtilen birleşimlerin asimetrik dil birimleri olduğu söylenebilir. Yapısal benzemesine rağmen bunlar, dil sistemindeki farklı seviyelere 17 Korkmaz, age, S. 853-857. 344 Türkiye Türkçesinde ‘Ip +Fiil’ Yapısının Sözdizimsel Belirsizliği ait olan birimlerdir: birincisi morfolojik, ikincisi leksik, üçüncüsü ise sözdizimsel/sentaktik birimidir. Bunları birbirinden farklılaştırmak için anlam bilimi/ semantik, işlevsel dil bilgisi ve söz dizimi/ sentaks çerçevesinde geliştirilen yaklaşımlar uygulanmalıdır. Kaynakça AHT: TANPINAR, Ahmet Hamdi, Sahnenin Dışındakiler, Dergah, İstanbul 2014. ASLAN DEMİR, Sema, “Türkmencede Kılınış İşlemcisi Olarak Art-Fiiller”, Türkbilig, 2013/26, S. 67-90. BACANLI, Eyüp, “Güney Sibirya Türk Dillerinde Birleşik Fiillerle ilgili Teorik Sorunlar”, Uluslararası Sosyal Aratırmalar Dergisi, 2013/ C.6, № 24, S. 2733. ______________, Kılınış Kategorisi ve Kılınışsal Belirleyici Olarak Yardımcı Fiiller, ASAL Yayın ve Bilişim, Ankara 2009. BANGUOĞLU, Tahsin, Türkçenin Grameri, 8. Baskı, TDK, Ankara 2007. BİLGEGİL, M. Kaya, Türkçe Dilbilgisi, Dergah Yayınları, İstanbul 1992. ÇELİKPENÇE, Mustafa, Türkiye Türkçesinde Sçzdizimsel Anlamsal Belirsizliği Kaldıran Paket Program, (İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul, 2003. DE SAUSSURE, Ferdinand, Kurs Obşçey Lingvistiki (Lingvistiçeskoye Naslediye XX Veka), Librokom, 2011. DOĞAN, Nuh, “Türkiye Türkçesi Fiillerinde Eş Anlamlılık”, Uluslararası Sosyal Aratırmalar Dergisi, C. 4, S. 19, Güz 2011, S. 78-88. EDİSKUN, Haydar, Türk Dil Bilgisi, Remzi Kitabevi, İstanbul 2004. ERGİN, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, Bayrak Basım Yayım, İstanbul 2013. EŞ: ŞAFAK, Elif, Havva’nın Üç Kızı, Çev: Omca A. Korugan, Doğan Egmont, İstanbul 2016. GENCAN, Tahir Nejat, Dilbilgisi, TDK, Ankara 1979. GLADKİY, A.V., Sintaksiçeskiye Strukturı Yestestvennogo Yazıka v Avtomatizirovannıh Sistemah Obşçeniya, Nauka, Moskva 1985. GUZELANI, J.M., Karaçay-Malkar Tilni Omonimlerini Sözlüğü, Elbrusoid, Moskva 2013. GUZEV, V.G., Teoretiçeskaya Grammatika Turetskogo Yazıka, İzd-vo S-Peterb. gos. un-ta, SPb. 2015. 345 Elena KRAİNİUCHENKO KARAAĞAÇ, Günay, Dil Bilimi Terimleri Sözlüğü, TDK, Ankara 2013. KARADOĞAN, Ahmet, Türkiye Türkçesinde Kılınış, Divan Kitap, Ankara 2009. KARAHAN, Leyla, Türkçede Söz Dizimi, Akçağ Yayınevi, Ankara 2018. KARTSEVSKİY, S.O., “Ob asimmetriçnom dualizme linqvistçeskogo znaka”. Zveqintsev V.A. İstoriya yazıkoznaniya XIX-XX vekov v oçerkah i izvleçeniyah. 3-e izd., Ç. 2, Moskva 1965. KONONOV, A.N., Grammatika Sovremennogo Turetskogo Litraturnogo Yazıka, İzd-vo AN SSSR, M.-L. 1956. KORKMAZ, Zeynep, Türkiye Türkçesi Grameri. Şekil Bilgisi, TDK, Ankara 2017. MASLOV Yuriy, “Omonimı v Slovaryah i Omonimiya v Yazıke (k Postanovke Voprosa)”, Voprosı Teorii i İstorii Yazıka: Sb. V Çest’ Prof. B.A. Larina, İzdvo Leningradskogo Un-ta, Leningrad 1963. MUSAOĞLU, Mehman - Kirişçioğlu Fatih - Krainiuchenko Elena, “Türkiye Türkçesinde Analitik Fiil Şekilleri-I”, Dil Araştırmaları, Sayı 23, Güz 2018, S. 57-77. MUŞAYEV, V.N. - Abdullayev S.N. “Ob İzuçenii Sintaksiçeskih Omonimov (na Materiale Mongol’skih i Türkskih Yazıkov”, Vestnik Kalmıtskogo Universiteta, 2016/№ 4 (32), S. 109-114. OP: PAMUK, Orhan, Masumiyet Müzesi, İletişim Yayınevi, İstanbul 2008. ÖZTÜRK, Deniz, Türkiye Türkçesinde Anlamca Kaynaşmış-Deyimleşmiş Birleşik Fiiller, TDK, Ankara 2008. RNG AG: GÜNTEKİN, Reşat Nuri, Ateş Gecesi, İnkılap Kitapevi, Ankara 2015. RNG YG: GÜNTEKİN, Reşat Nuri, Yeşil Gece, İnkılap Kitapevi, Ankara 2015. SA: ALİ, Sabahattin, İki Gözüm Ayşe, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1997. SEVORTYAN, E.V., “Grammatiçeskiye i semantiçeskiye priznaki analitiçeskih konstruktsiy v otliçiye ot svobodnıh slovosoçetaniy v tyurkskih yazıkah”, Analitiçeskiye konstruktsii v yazıkah razliçnıh tipov, (Sbornik statey), Nauka, Moskva-Leningrad, 1965: S 233-239. ŞÇEKA, Yu.V., Praktiçeskaya Grammatika Turetskogo Yazıka, AST: VostokZapad, Moskva 2007. Yeni Hitit 3. Yabancılar için Türkçe Ders Kitabı, TÖMER, Ankara 2009. YK: KEMAL, Yaşar, Ağrı Dağı Efsanesi, Cem Yayınevi, İstanbul 1972. YULDAŞEV, A.A., Analitiçeskiye formı glagola v tyurkskih yazıkah, İzd-vo Nauka, Moskva 1965. 346 Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов Технического Вуза Специальности «Туризм» В Турции Maiya MYRZABEKOVA Kastamonu Universitesi Prof. Dr. Nurlan AKHMETOVA J. Balasagun Kırgyz State National Üniversity Аннотация: Статья посвящена описанию интерактивных методов преподавания русского языка как иностранного языка студентам технического вуза специальности «Туризм» в Турции, которые позволяют интенсифицировать учебный процесс, в результате чего у студентов формируются навыки, необходимые для общения в разных коммуникативных ситуациях. Использование современных интерактивных методов обучения обязательное условие совершенствования процесса обучения русскому языку как иностранному в соответствии с образовательными стандартами. В статье представлены некоторые интерактивные методы и приемы, способствующие развитию коммуникативной компетенции зарубежных учащихся. Особое внимание уделяется ролевой игре, созданию речевых ситуаций, методу проектов, а также методическим приемам. Ключевые Слова: русский язык как иностранный, коммуникативная компетенция, имитация, интерактивные методы, приемы,ролевая игра Interactive Methods of Teaching Russıan As A Foreign Language to Students at A Technical University Specializing in Tourism in Turkey Abstract: The article deals with the description of interactive methods of teaching Russian as a foreign language to students at a technical university specializing in tourism in Turkey, which would allow one to intensify the learning process and form the students’ skills necessary for communication in different situations .The use of modern interactive teaching methods is a prerequisite to improving the process of teaching Russian as a foreign language in accordance with educational standards. The article presents some interactive methods and techniques, contributing to the development of communicative Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA competence of students. Special attention is paid to the role play, the creation of speech situations, project method, Position-Substantiation-Example-Result formula, as well as methodological techniques. Keywords: Russian as foreign language, communicative competence, imitation, interactive methods, techniques , role playing Развивается партнерство между Турцией и Россией в секторе туризма, являющееся прочным фундаментом сотрудничества двух стран. Согласно статистике министерства культуры и туризма Турции, в 2018 году страну посетили 16 миллионов иностранных туристов. По данным турецкого министерства турпоток из России, по сравнению с аналогичным периодом прошлого года в Турции, зафиксировано почти 2,4 миллиона туристических прибытий из РФ. Россия стала абсолютным лидером по турпотоку в Турцию в 2018 году.В условиях глобализации экономики, всплеска в развитии туризма в Турции, с увеличением числа туристов из России , а также с учётом ужесточающейся с каждым годом конкуренции на рынке труда всё более актуальными становятся вопросы обучения русскому языку студентов технического вуза специальности «Туризм» в Турции. В современных условиях туристская индустрия и сфера сервиса в Турции активно развиваются и сложно представить успешное профессиональное взаимодействие без знания иностранного языка. Постоянно возрастает спрос на предоставление качественных туристских и гостиничных услуг, а также услуг сферы обслуживания, что определяет необходимость в квалифицированных кадрах. Современный период социально-экономического развития в Турции определяет необходимость значительного повышения качества подготовки специалистов. В типовой учебной программе по иностранным языкам для высших учебных заведений Турции отражено, что полноценное владение иностранным языком в сфере делового общения является непременным условием трудовой деятельности современного специалиста. Именно по этой по причине в Турции уделяется большое внимание проблеме преподавания иностранных языков с учетом требований современного рынка труда и будущих специалистов в сфере туризма. Обучение иностранному языку как неотъемлемому компоненту профессиональной подготовки специалистов любого профиля должно носить коммуникативно-ориентированный и профессионально- направленный характер. 348 Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов… Овладеть коммуникативной компетенцией на иностранном языке не находясь в стране изучаемого языка, дело весьма сложное по нижеследующим причинам: 2.использование навыков разговорной речи вне учебной аудитории 1.ограниченная возможность общения с носителями языка Следовательно :Нухно создать на занятии искусственную иноязычную среду на реальном общении -применение интерактивных методов для совершенствования процесса обучения В связи с тем, что при определении целей обучения иноязычному общению основное внимание должно быть сосредоточено на главном субъекте образовательной системы , его реальных проблемах и потребностях, то важной задачей для преподавателя иностранного языка выступает создание на занятии искусственной иноязычной среды. В становлении и развитии активных методов обучения в теории, практике значительную роль сыграли такие выдающиеся ученые, как И.М. Сыроежкин, В.И. Рабальский , В.Н. Бурков, А.М. Смолкин, А.А. Вербицкий, В.М. Ефимов, В.Ф. Комаров, М.Н. Скаткин, Г.И. Щукина и т.д. Учёные поразному классифицируют активные методы обучения, взяв за основу те или иные признаки. Необходимость существенно повысить качество формируемой коммуникативной компетенции студентов требует применения интерактивных методов для совершенствования процесса обучения. Использование интерактивных методов на занятиях русского языка повышает мотивацию обучения, способствует стимулированию положительного отношения студентов к учению. Мы выяснили, что одним из элементов личностноориентированного подхода к обучению являются ролевые и деловые игры, т.к. дифференцированные задачи создают условия, в которых студенты с разными уровнями речевых умений и привычек работают с другими, не замечая этой разности. Интерактивные методы обучения предоставляют возможность развития творческих способностей во время занятий. Роль преподавателя ограничивается только объяснением задачи, а дальше студент играет 349 Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA самостоятельно и подбирает те языковые средства, которые он считает необходимыми в ситуации. Результаты эксперимента подтверждают целесообразность и эффективность применения ролевых и деловых игр при обучении. Скарселла и Крукалл провели исследование, чтобы показать, как моделирование ситуаций облегчает изучение иностранного языка. Они считают, что студенты овладевают языком в следующих случаях: 1) когда они получают большое количество лёгкого для усвоения материала, 2) когда они принимают активное участие в занятиях и 3) когда они находятся в позитивной дружественной обстановке [1]. Концепция интерактивного обучения предусматривает несколько форм/моделей обучения: 1. пассивная - студент выступает в роли "объекта" обучения (слушает и смотрит 2. активная - студент выступает "субъектом" обучения (самостоятельная работа, творческие задания, курсовые работы/проекты и т.д.); 3. интерактивная – взаимодействие, равноправное партнерство. Использование интерактивной модели обучения предусматривает моделирование жизненных ситуаций, использование ролевых (деловых) игр, совместное решение проблем. Исключается доминирование какого-либо участника учебного процесса или какой-либо идеи. Из объекта воздействия студент становится субъектом взаимодействия, он сам активно участвует в процессе обучения, следуя своим индивидуальным маршрутом. Интерактивные методы основаны на принципах взаимодействия, активности обучающихся, опоре на групповой опыт и обязательной обратной связи. __________________ 1.Scarcella, R.- Crookall, D. Simulation, gaming and language learning, Newbury House Publishers, New York, 1990, p. 347 350 Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов… студент преподаватель студент Преподаватель на таком занятии выполняет роль помощника в исследовательской работе студентов. Активность преподавателя уступает место активности студентов, его задачей становится создание условий для их инициативы. Участники активно вступают в коммуникацию друг с другом, совместно решают поставленные задачи, преодолевают конфликты, находят общие точки соприкосновения, идут на компромиссы. Организация занятия ведется преподавателем заблаговременно, тщательно отбираются задания и вопросы для обсуждения в группах [2]. Интерактивное обучение - это специальная форма организации познавательной деятельности. Она подразумевает вполне конкретные и прогнозируемые цели. Главная цель состоит в создании педагогических условий обучения в вузе, при которых студент сможет стать уверенным в своей интеллектуальной состоятельности, что делает продуктивным сам процесс обучения. Другими словами, интерактивное обучение - это, прежде всего, диалоговое обучение, в ходе которого осуществляется взаимодействие между студентом и преподавателем, а также между самими обучающимися [3]. Исследователь А.П. Панфилова предлагает свою классификацию интерактивных методов обучения [4]: 1.Радикальные - стремление перестроить учебный процесс на основе использования компьютерных технологий (дистанционное обучение, виртуальные семинары, конференции, игры и пр.). _____________________ 351 Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA 2.Солодухина, О.А, Классификация инновационных процессов в образовании , Среднее профессиональное образование - № 10, 2011.,c. 12 -13 3. Мухина. Т.Г, Активные и интерактивные образовательные технологии (формы проведения занятий) в высшей школе: учебное пособие, Н. Новгород: ННГАСУ, 2013, c.97 4.Панфилова А.П, Инновационные педагогические технологии: Активное обучение: учеб. пособие для студ. высш. учеб. заведений,М: Издательский центр «Академия», 2009,c.192 Панфилова А.П. Инновационные педагогические технологии: Активное обучение: учеб. пособие для студ. высш. учеб. заведений,М: Издательский центр «Академия», 2009,c.192 2.Комбинаторные - соединение ранее известных элементов (лекциядиалог, лекция в вдвоем и т.д). 3.Модифицирующие (совершенствующие) - улучшение, дополнение имеющейся методики обучения без существенного ее изменения (например, деловая игра). Исследователи Т.С. Панина, Л.Н. Вавилова классифицируют интерактивные методы обучения по трем группам [5]: 1.дискуссионные: диалог; групповая дискуссия; разбор ситуаций из практики. 2.игровые: дидактические и творческие игры, в том числе деловые и ролевые,организационно-деятельностные игры. 3.тренинговые: коммуникативные тренинги; сензитивные тренинги (направлен- ные на формирование образной и логической сфер сознания). Учебный процесс, который опирается на применение интерактивных форм обучения, проходит с учетом всех студентов группы. Работая в команде, каждый студент вносит свой личный вклад, в процессе работы идет обмен идеями, информацией, приемами. В учебной работе преподаватель может использовать такие интерактивные формы как: экскурсии; кейс-технологии; видеоконференции; круглые столы; мозговой штурм; дебаты; деловая игра; сase-study; тренинги. В системе современного высшего образования одну из ведущих позиций занимает подготовка к эффективному профессиональному общению будущего специалиста туристкой сферы с партнерами, представляющими различные культуры, поскольку опыт успешной межкультурной коммуникации в условиях интенсивной интеграции науки и производства различных стран 352 Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов… обеспечивает в целом успешную профессиональную деятельность. Владение русским языком, повышение русской культуры и грамотности становится в настоящее время одним из важнейших условий формирования профессиональной компетентности в секторе туризма Турции. В условиях гуманизации, демократизации, индивидуализации образования необходимо внедрять в учебный процесс альтернативные формы организации учебной деятельности, применение которых будет способствовать совершенствованию языковой подготовки студентов. Чтобы научить будущих специалистов туристического профиля пользоваться русским языком в профессиональных целях, необходимо создавать на занятии искусственную иноязычную среду на реальном общении. Формирование коммуникативной компетенции у студентов, изучающих русский язык в неязыковых вузах, представляет собой одну из наиболее актуальных проблем, теоретически и экспериментально решаемых современной лингводидактикой в условиях перехода турецких вузов на инновационный путь развития в области образования. поведение говорящего в условиях реального общения. Как подчеркивает Р.П. Мильруд, поведение говорящего в условиях реального общения понимается сегодня прежде всего _____________________________ 5.Панина Т.С.-Вавилова Л.Н., Современные способы активизации обучения, 4-е изд. Стер,М, 2008,c 176 как активная и деятельностная реализация языковых, психологических и социокультурных знаний, необходимых для иноязычного общения [6]. Ролевая игра – один их самых распространенных интерактивных методов обучения. На занятиях русского языка в обучении студентов специальности «туризм» обыгрываются ситуации в сфере туризма. В основу ролевых игр могут быть положены простые ситуации: экскурсия по историческим местам, план туроператора, поход в музеи и т.д. Например, можно организовать ролевую игру «В тур. агенстве» (диалог с тур.агентом), где один студент исполняет роль тур.агента, а другой – клиента; «В ресторане отеля», где один обучающийся играет роль посетителя, а другой – официанта отеля; «В аэропорту (покупаем билеты)»; «У стойки регистрации в отеле» и т.д.. Как пишет О. С. Тарасенко, «подобные занятия могут проводиться при изучении любых грамматических тем, для контроля усвоения лексического и грамматического материала» [7]. 353 Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA Разыгрывание ролей – представляет собой определенный вид деятельности, направленный на активизацию личности. Каждый участник является носителем определенного вымышленного образа-роли, который он демонстрирует перед другими участниками и вживается в эту роль. К примеру, на занятии вы можете применить метод интерактивного обучения лекцию пресс-конференцию туроператоров из разных стран. На подготовительном этапе разрабатывается сценарий, план, общее описание игры и распределение ролей участников из разных стран, переводчиков русского языка, модератора и приглашенных высокопоставленных чиновников (министр туризма, аким и т.д.). Студенты должны заранее подготовиться к материалу с презентацией , оформить стoлы своих турагентств: плакаты, буклеты, брoшюры. Обязательное наличие вывески с названием вымышленного агентства, бейджи с именами. и т.д. В основе разыгрывания ролей лежит заранее подготовленная ситуация пресс-конференции, по которой необходимо не только представить ситуацию, но и разыграть ее в лицах. Данная ролевая игра проводится как научно-практическое занятие с поставленной проблемой и презентацией докладов, длительностью 5-10 минут. Каждое выступление представляет собой логически законченный текст, заранее подготовленный в рамках предложенной преподавателем программы. При организации данного метода необходимо: четко продумывать систему оценивания. При подготовке и проведении данной пресс-конференции туроператоров , студенты применяют усвоенные знания в условиях, имитирующих реальную социальную и профессиональную практику взаимодействия с представителями иных культур, осваивают опыт эффективного межкультурного взаимодействия и воссоздают акт естественной коммуникации, изображая вымышленных персонажей. __________________________ 6.Мильруд Р.П, Компетентность в изучении языка ,Иностранные языки в школе № 7, 2004,c.34 7.Тарасенко О. С, Организация интерактивного обучения в юридических вузах (пример методической разработки ро- левой игры «Туристическая полиция»), Актуальные проблемы методики преподавания русского языка как иностранного: материалы II междунар. науч.-практ. конф. Уфа, 2016,c. 144149. 354 Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов… Эта вымышленная пресс-конференция представляет собой условное воспроизведение ее участниками практической деятельности людей, создавая тем самым условия для реальной коммуникации. На этом занятии в условиях коллективной работы студенты приобретают не только навыки говорения русского языка, но и ценностные ориентации и навыки социального взаимодействия, присущие будущему специалисту туристкой сферы. Приведем пример еще одного занятия на тему: « Бронирование номеров по телефону ». Бронирование номеров по телефону является профессиональной ролевой игрой. Целью данного занятия: формирование профессиональных умений администратора брониста, умений квалифицированно решать профессиональные задачи брониста, используя проф.систему управления отелем, моделирование производственной деятельности, анализировать производственные ситуации при бронировании номеров. Роли для игры :администратор – бронист ,который должен уметь использовать систему управления отелем и владеть теоретическим материалом «Бронирование индивидуальных клиентов» (краткий конспект);гость по телефону ;главный администратор, который должен уметь владеть теоретическим материалом «Бронирование индивидуальных клиентов» (краткий конспект) и управлять рабочей ситуацией (примерный алгоритм). Такой полилог включает в себя сразу несколько коммуникативных целей: запросить, сообщить, получить информацию, обсудить вопрос в целях принятия решения, убедить делового партнера в чем-либо, выразить сомнение и так далее .Это ролевая игра применяется для студентов технического вуза специальности «Туризм» на занятиях русского языка с целью отработки языковых навыков профессиональной лексики и формирования профессиональных умений. Как известно, знание русского языка является неотъемлемой частью подготовки высококвалифицированных специалистов в области туризма и гостеприимства в отелях Турции. Организация и проведение этой ролевой игры требует серьезной подготовки, включая использование системы управления отелем. На данном занятии с преподавателем русского языка студенты повторяют и обобщают специфические особенности профессии, в рамках которой реализуется коммуникация, достигнет понимания цели игры и содержания. В ходе игры приобретаются следующие навыки: логическое мышление, способность работать в команде, уверенность в себе, способность сконцентрироватся на сути проблемы. 355 Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA Игровая ситуация может быть воссоздана посредством описаний,текстов художественных произведений и других материалов, используемых в качестве устноречевых опор. Ролевые игры на занятиях по русскому языку могут быть построены на базе к примеру художественного произведения Aртура Хейли «Аэропорт»-закулисье аэропортов, самолетов и бинарный конец, когда сами студенты решают как закончить. Роман Д.Томаса «Белый отель»,Бунина «Господин из Сан-Франциско», Стивен Кинга «Сияние» ,сюжеты которых происходят на территории отеля профессионально значимы для обучающихся. На основе всего художественного произведения или его фрагментов можно создать «искусственные» ситуации, которые сделают студентов «соучастниками» действия (эпизодов, событий) и тем самым вовлекут их в проблемы и конфликты персонажей. Ролевые игры дают возможность обучающимся стать «соавторами» произведения, «вмешаться» в действия и поступки персонажей, попытаться изменить ход событий. Студенты создают новые ситуации, которые не были описаны автором, сами становятся «авторами» нового произведения, решая новые проблемы и сталкиваясь с новыми конфликтами. В играх обучающиеся ведут разговоры, обсуждают, действуют от лица персонажей и автора, решают проблемы персонажей, дают им советы, критикуют или хвалят героев. Персонажи могут слушать советы или не обращать на них внимания, спорить или соглашаться, радоваться или огорчаться и т.д. Таким образом, герои из другой действительности и другого времени могут стать для студентов собеседниками, друзьями, врагами, партнерами и т.д. Характерными признаками ролевой игры являются имитационное моделирование, позволяющее воссоздать реальную обстановку, в которой студенты предстают как носители конкретных профессиональных или социальных ролей; наличие ситуаций и типов делового взаимодействия, которое содержится в сценарии текста художественного произведения и в ролевых заданиях, позволяющих совмещать обучение русскому языку с профессиональной деятельностью. Ролевую игру можно воссоздать не только на базе художественного текста , но посредством видеоматериалов (художественные, так и документальные видеофильмы, фрагменты из них, а также видеоролики и видеосюжеты), базирующие на одном из старейших и основных методических принципов – принципе наглядности. Перед показом фильма необходимо поставить перед обучаемыми несколько (3-5) ключевых вопросов. Это будет 356 Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов… основой для последующего обсуждения и в ходе просмотра видеоматериалов с опорой на материалы пособий (фрагменты адаптированных текстов) студенты знакомятся с особенностями профессиональной деятельности гидов,персонала гостиничного дела , таким образом они получают первое представление о своей будущей профессии. Главная причина – незнакомая лексика, звучащая в фильме. Для эффективного использования видеоматериала необходимо лексикограмматический материал презентовать до просмотра фильма на экран посредством презентации с иллюстрациями, например, развлечения в отеле, пословицы, используемые в кадре, правила и обязанности персонала и т.д. Такая работа поможет студенту понять лексику видеоматериала, который последует после подготовительной работы. При организации уроков с демонстрацией видеоматериала необходимо помнить, что структурно должны быть задействованы все аспекты обучения: лексика и грамматика, говорение,чтение и говорение ,письмо,ролевая игра и контроль.После просмотра студентам предстоит выполнить тест на понимание фрагмента, ответить на проблемные вопросы. Все задания должны быть направлены на формирование речевых навыков. Для закрепления этого материала необходимо интегрировать (в данном образовательном «поле») несколько интерактивных методов обучения, построенной на основной теме видеоматериала. Преподавателем разрабатывается ролевая игра «Профориентация», позволяющая привязать изучаемый материал к формированию навыков речевого общения студентов в данной речевой ситуации. Видеоматериал продемонстрировал вид деятельности специалистов туристкого сектора, студенты могут подготовить и инсценировать данную ролевую игру. Перед ними ставится следующая задача: Каждый из вас мастер своего дела (ресторатор, гид, менеджер отеля, бариста (или специалист по приготовлению кофе), директор спорт клуба, официант, повар и т.д..Студентам предстоит рассказать о достоинствах профессий на русском языке, используя профессиональную лексику видеоматериала. Студент оказывается свободным в выборе языковых средств, которыми он уже овладел. Тем не менее, его речевое поведение уже предопределено в видеоматериале , поскольку их соблюдение входит в правила игры. Мы полагаем, что выбор роли – один из важнейших аспектов ролевой игры, поскольку он связан со степенью самостоятельности студента при подборе языковых и речевых средств и сформированности умения самопрезентации в определенной ситуации. Развлечение не является целью ролевой игры, но в то же время она не должна быть скучной. Возможность представить себя в роли, которая для студента 357 Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA неординарна, интересна, неприемлема в обычной жизни, связана с риском, требует особых способностей и т.д.. Понимание и принятие роли своей будущей профессии предполагает наличие знаний по специальности, а также оперирование профессионально значимыми решениями. Данная игра способствует накоплению умений и навыков работы в коллективе, помогает оценить новые социальные отношения в органической связи с этикой профессиональной деятельности, расширяет личностные возможности студентов, дает ощущение уверенности в себе. Со студентами факультета Туризма проводятся деловые игры обсуждения: в процессе таких игр воссоздается воображаемая ситуация нашего времени – диспут, «круглый стол», телемост и др. Сюда относятся игрыобсуждения «Работа в комиссиях Европейского Союза», «ЮНЕСКО», «Европейский Союз – за и против» и др. Со студентами специализации «гид» успешно проходит деловая игра «Предлагаем туры», которая разработана на конкретных ситуациях, т.е. полностью ориентируется на реальную жизнь. Ежегодно организуются посещения музеев, где студенты уже выступают в роли экскурсовода. Рассматрим еще один из методов интерактивного обучения русского языка студентам технического вуза специальности «Туризм»– экскурсия. Мы пришли к выводу, что применение, того метода диктуется спецификой подготовки будущих специалистов, которые будут работать в индустрии туризма и гостеприимства; помогает превратить владение русским языком из пассивного навыка в активный. Происходит взаимодействие студентов друг с другом и преподавателем, который становится равноправным партнером и консультантом.Задача состоит в том, чтобы выяснить значение экскурсии как одного из интерактивных методов преподавания русского языка в вузе. Экскурсии являются эффективным методом обучения, развивающий наблюдательность, способствуют накоплению сведений, формированию визуальных впечатлений. Объектами посещения являются музей, заповедные места, выставки, исторические объекты. Экскурсии должны быть спланированы : тема экскурсии; объект экскурсии; время проведения; оформление результатов. Подготовка экскурсии происходит в следующей последовательности: – выбрать объект экскурсии и детально исследовать; – выбрать экскурсовода на время проведения экскурсии. на некоторых объектах проводит преподаватель или профессиональный экскурсовод; 358 Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов… – определить маршрут ( перемещение студентов от университета до объекта экскурсии); – провести беседу со студентами ( сообщается тема и цель экскурсии, повторяется нужный теоретический материал). В установленное время студенты собираются в университете и под руководством преподавателей; отправляются к объекту. Подводя окончательные итоги, преподаватель обобщает результаты экскурсии,объясняет материал, который студенты не поняли и проводит анкетирование студентов. С накоплением опыта в проведении данной ролевой игры в реальной обстановке, каждому студенту дается задание:собрать необходимый материал об историческом обьекте другого города, а на следующем занятии провести ролевую игру-экскурсия в искусственной обстановке(рассадить студентов в аудитории как в автобусе с туристами из России, выбранный экскурсовод проводит на реальном общении свою экскурсию,студенты- туристы задают вопросы. Можно провести заключительный урок по данной ролевой игре в форме Телевизионной программы(ведущий программы, работник музея и т.д.) В рамках учебной программы предусмотрены следующие учебнопознавательные тематические экскурсии: 1) Крепость Кастамону ,возведенная византийцами в XII в.;часовня ,мечеть Насруллах -первая мечеть Османского периода, гробницы в скалах Шехиншах , национальная горнолыжная зона Илгаз; 2) историко-краеведческие автобусные экскурсии по городам Турции; 3) археологический и городской музеи; 4) антический город Помпейполис; В университете Кастамону учатся иностранные студенты и студенты из регионов Турции, поэтому первая экскурсия, которая проводится для первокурсников – экскурсия по городу Кастамону и в горнолыжную зону Илгаз. Экскурсии проводятся как на турецком , так и на русском языке. Ролевая игра-экскурсия направлена на отработку навыков устного и письменного общения в контексте будущей профессиональной коммуникации. Целью ролевой игры «Туристкие маршруты Кастамону» ,«Экскурсия по историческим местам Турции» является обучение навыкам эффективной коммуникации на русском языке в различных условиях общения и углублению профессиональных знаний в работе турагентств и туроперейтинга . 359 Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA Для обучающихся, владеющих русским языком на продвинутом уровне, доступным видом заданий становятся интерактивные командные игры, такие как «Аукцион отелей и предметов обстановки», «Клуб путешественников», «Экспедиции», «Международные научные конференции» , «Продажа туров» и т.д. Такого рода интерактивные методы обучения позволяют обучающимся расширить свои знания о стране, язык которой ими изучается, а также информацию об культурно-исторических достопримечательностей родного края и вместе с этим проверить общий уровень знаний, эрудицию, логику. Тему «Путешествие по городам России и Турции » на занятиях русского языка начального уровня можно провести при помощи карт России и Турции. Студенты отображают схему «Моя дорога домой» на картах при помощи значков: «самолёт», «поезд», «автобус», «автомобиль», «корабль». Где нужно подсчитать время пути на всех отрезках с учетом остановки, пересадки и организовать ситуацию, которая стимулирует умственную деятельность обучающихся, заставляя их быстрее выражать свои мысли на русском языке. Обобщая вышеуказанное , отметим,что нефилологический профиль обучения определяет оптимальные условия для функционирования системы обучения русскому языку в техническом вузе специальности «Туризм», включая цели ,задачи и интерактивные методы обучения. Освоение русского языка невозможно без навыков живого общения, но, к сожалению, довольно часто с этим возникают сильные затруднения ввиду невозможности устроить открытый урок с носителями языка. В связи с этим целесообразным представляется организовать на уроках русского языка круглые столы, дискуссии и ролевые игры, посвященные изучаемым проблемам, чтобы помочь студентам включиться в активное общение, научиться правильно и грамотно излагать свои мысли на русском языке. Таким образом, применение различных интерактивных форм и методов обучения способствует повышению качества обучения и интереса к изучению предмета, обучает естественной коммуникации, позволяет активизировать студентов в процессе освоения русского языка, побуждает их к совершенствованию своих коммуникативных умений, расширению и углублению профессиональных знаний, которые открывают будущему специалисту перспективы личностного и карьерного роста в сфере туризма.. Подводя итоги исследовательской работы, предлагаем ряд предложений: 1. Включить русский язык как второй иностранный в учебную программу факультета Туризм, Международные отношения. 360 Интерактивные Формы Обучения Русскому Языку Как Иностранному Студентов… 2.Расширить международные связи с университетами России по обмену студентов факультета Туризм(на летнюю стажировку в отелях –на 3 месяца) и разрабатывать образовательные программы. 3. При изучении туристких ресурсов и потенциала на уровне региона (Кастамону,Карабюк,Самсун и т.д.) разработать учебное пособие о городах и достопримечательностях Турции для факультетов Туризм на русском языке.Данное пособие должно быть интегрированным,чтобы в него вошли история города,география,культура,искусство и т.д.Задача-не просто дать знания о родном крае,а развить в них исследовательский интерес и уметь подать русскоговорящим туристам. 4. В университетах Турции с русскоговорящими студентами организовывать вне занятия часы по лексическим темам(создать Клуб русского языка и культуры-к примеру Клуб «Послы Русского языка») 5. С университетами России организовывать видеомосты,конференции,семинары и летний лагерь по изучению языка (срок 1 месяц) 6. С городскими местными музеями разработать культурнообразовательные программы, которые полностью включить в учебные планы(чтобы студенты проводили научно-исследовательские работы, выполненные на музейном материале). 7. В учебную программу включить экскурсии по городу и городские музеи(рабочий язык-Русский язык) 8. Преподавателей русского языка отправить на повышение квалификации в Россию на 15 дней или месяц( семинары-практикумы и тренинги для преподавателей) ЛИТЕРАТУРА МИЛЬРУД Р.П, Компетентность в изучении языка , Иностранные языки в школе № 7, 2004 МУХИНА. Т.Г, Активные и интерактивные образовательные технологии (формы проведения занятий) в высшей школе: учебное пособие, Н. Новгород: ННГАСУ, 2013 ПАНИНА Т.С.-ВАВИЛОВА Л.Н, Современные способы активизации обучения, 4-е изд. Стер,Москва, 2008 361 Maiya MYRZABEKOVA - Nurlan AKHMETOVA ПАНФИЛОВА А.П, Инновационные педагогические технологии: Активное обучение: учеб. пособие для студ. высш. учеб. заведений,Москва: Издательский центр «Академия», 2009 SCARCELLA, R.- CROOKALL, D, Simulation, gaming and language learning, Newbury House Publishers, New York, 1990 СОЛОДУХИНА, О.А, Классификация инновационных процессов в образовании , Среднее профессиональное образование - № 10, 2011 ТАРАСЕНКО О. С, Организация интерактивного обучения в юридических вузах (пример методической разработки ро- левой игры «Туристическая полиция»), Актуальные проблемы методики преподавания русского языка как иностранного: материалы II междунар. науч.-практ. конф. Уфа, 2016 362 Some Causes of Lexical Transformations in Translation of Cliches From Russian Language to English and Albanian Language Msc Eni PEJO Universitety of Tirana Abstract: In this short analysis we will try to demonstrate the most important lexical transformations that takes part in the process in translation. ........................................................ Keyword: transformation during translations, standards linguistic expression , semantic volume, contextualization,words combining skills. With the languages following different stylistic, grammatical and lexical rules, we see in our interest to analysis transformations that takes part in the process in translation, from one language to another language preserving the original semantic of the text and and following the language rules of the translation language, such as grammatical, lexical, stylistic rules. The objective is to specify some causes of lexical transformations, and suggestion, which must take into account during the translation. In order to meet the objective we will briefly review some of the clichés of the Russian language, translated into both English and Albanian language. This will serve to have a somewhat clearer observation of their translation translated into the culture of peoples. Besides the transmission of the essential meaning of the text in the original language, from the translator is required the reconstitution of stylistic specifics and structure used in the original text by implementing and using the tools of the language in which translates. Because of discrepancies in the internal elements of different languages as well as their content in lexical, grammatical and stylistic rules, we can say that in different languages exists structural inconsistencies. In the course of translation Latishev "Equivalence translation and ways of achieving it" - 1981, the “word” is considered as a lexical units which consequently considered as part of a lexical system and has unique semantics. It happens that during translation the world has no equivalent word in the language of translation or it has two, three or more meaning. This discrepancy semantico-lexical aspects, Msc Eni Pejo mostly appear in the conceptual structure of the word and leads to the use of lexical transformations. These transformations are considered in the dictionary as " Avoidance of compatibility of the dictionary meaning" 1 (Llatishev L.K., 1981:180). There are many factors that influence the use of lexical transformations, but differents studies considered only four as the most important. 1. The wording of the standard expression. 2. The expression of different characteristics for the same thing / phenomenon. 3. Changes in semantic volume of the word. 4. Ability combination of words. Let now see what are the topics and how the translator used them during translation: 1. The wording of the standard expression. Language evolves. It is It is continuously growing, like adding new words, changing them, creating different new structures. Language development and acceptance of new lexical structures created, leads to the processing of clichés. Difficulties in translation are directly related to the lexicon and grammatical differences and different cultural languages. Example 1: He пейте сырой воды (mos pini ujë të pazier) (Do not drink raw water) Mos pini ujë të pazier. (do not drink unboiled water) In the example is noticed the figurative use of clean water regardless of whether the water comes from the well or from the tap. Translation stay faithful to the main meaning but it uses words in Albanian, which are not vocabulary equivalent. Also in the translation of the English language, the same phenomenon is distinguished. The meaning is preserved, but by re-expressing it through other words such as “unboiled” , This is a word that has a totally different meaning, but expresses the original text's meaning, as the water is boiling, it is understood that it is already processed and can be drunk. Example 2: Курить воспрещается. (It is not allowed to smoke) 364 Some Causes of Lexical Transformations in Translation of Cliches From Russian Language… Ndalohet duhani. (No smoking) In this case we are dealing with two cliche lexical structure of the three languages. The saving of the meaning expressed is not a difficulty for the translator as to use clichés express the same meaning. Example 3: Останавливаться воспрещается (To stop is forbidden). Ndalim qëndrimi. (To stop is forbidden) In the third examples the translation in both language in Albanian, and also in English we noticed that the translator should use the standarts cliches to express the main meaning as in the original text. Consequently we say that the idea expressed in the text remains the same regardless of what language we speak but its expression differs depending on the way in which the sentences are formed into the language of the translation 2. The expression of different characteristics for the same thing / phenomenon. The words express what they are created for. This means that humanity determines the meaning and then creates the keyword that contains that meaning. In the semantics of differents word we can distinguished different characteristic of an object. Despite this different characteristic the both world express the same object, or reality. We can take in account what G.V Kollshansky said in his book " The logic and structure of the language", “The world to word comparing of the spectrum of colors in different languages mostly it testifies no much for the subjectivity of the expression of reality as much as for the” 2. Example 1: Зажигалка (In Russian language) – Çakmak (In Albanian language) – Lighter – (In English) Uror (dialect-but included in the dictionary Albanian) In the russian language the word witch express the object shows its function, so зажигать – ndez – (to light). Meanwhile in albanian language in the first 365 Msc Eni Pejo translation the word shows the noise created before lighting the lighter. In the second translation the word shows an integral part of the lighter, which is the stone who makes sparks to light the gas. In English we find the same meaning as in russian, tha function of the object – so to light or lighter. In this case we have here three word which express different characteristic of the object, and they showed the same object. Example 2: Выпускниками (russian language) Maturantë (albanian language) Graduates (english language) There are words in different languages expressing the same object or reality but emphasizing a completely different meaning from each other. In the given example the russian word “выпускниками“ - are described students that graduate from high school. In the russian language this word is associated with with the fact that the school prepares the student to face the life, and throw them in to the life way. Meanwhile in the albanian language the word is associated with the fact of maturation. So the student are not mature and ready to face the life. In English we have the idea of a person who has successfully completed a course of study or training, especially a person who has been awarded an undergraduate academic degree. In this case we have three different word, with three different primary meaning, but they express the same reality. We can say that this is connected with the way of understanding of the reality from the speakers of one language. 3. Changes in semantic volume of the word. The word may contain different lexical meanings, expand or constrict its meaning, and be concrete or abstract. These changes are closely related to the volume of meaning which can contain a word and the particular characteristics of the word or group of words. It happen often that in the first meaning the word are equivalents to each other, but in the other meaning of these word they are totally different words. Example 1: “курс”. – “course” 366 Some Causes of Lexical Transformations in Translation of Cliches From Russian Language… 1. Держать курс на север rection to north 2. Курс внешней политики eign policy orientation 3. Перейти на второй курс course 4. Курс водолечения – “Mbaj drejtimin nga veriu”- Keep the di– “Orientimi i politikës së jashtme”. - For– “Kaloj në kursin e dytë” - Pass the second – “Kurë hidroterapie” - Hydrotherapy cure The example shows that not every lexico-semantic meaning of the word in the Russian language can be covered by a single word of Albanian or in English. The translator has to take in consideration the way of expressing of this meaning in the translation language. This phenomenon is due to the different development of lexico-semantic meaning of words in different languages. Therefore it can be said that the contextual meaning of the word, depends on the character of his semantic context and the semantics meaning of the words in a sentence. 4. Ability combination of words. The word is in certain relations in a language. It is important to note that the combination achieved if there is an agreement between the meaning of words to express. This compliance is different in different languages. Therefore it may be that what is allowed in one language may not be in another language.3 In every language there are specified rules for the combination of the words. These rules are linked on one hand with the language system, and on the other with her speech by carriers of this language, in which express their originality. Therefore it is said that a language can create infinity of combinations which do not violate the linguistic norms. 4 Basic combinations of words, often match semantically in different languages to and they are kept unchanged in the translation. There are combinations in which translated words have completely different logical sense, but they fulfil the same function., Example 1: идет дожд – bie shi; - It is raining 367 Msc Eni Pejo The word идет – in the first meaning is “to go”. But depending on the combination of the word in Albanian language it is translate with totally different word – bie – To fall. In Emglish there is totally In English, it is used a word with a completely different meaning from the first two. To show the fact of rain, this word has been changed in verbs {raining). In this case those three different word with different semantic meaning, takes the same meaning in combination and transmit the same thing. Conclusions: 1. Incompatibility of language structure, leads to problems associated with the transmission of the meaning of words in other languages.. 2. The semantic structure of each word is unique to a specific language. Therefore it may not be compatible with other lexical system. 3. Rrjedhimisht, lind përdorimi i transformimeve leksikore që mund dhe të përkufizohen si “shmangie të kuptimeve parësore të fjalorit”. Bibliografia: 1 - G, V. Kolshansky. The logic and structure of the language. M., "High School", 1965 2 – Llatishev LL.K., 1981 "Equivalence of translation and ways of achieving it" – 1981 3 - A. A. Ufimtseva. The word in the semantic language system. M, "Science", 1968 4 - Komisarov V.N Theory of translation (linguistic aspects) of the year of publication 2006 368 E - Hukuk, Örf, Adet ve Gelenekler Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi1 Bulut Çağlar DENİZ Selçuk Üniversitesi A. Uluslararası Ceza Mahkemesine Genel Bakış İnsanlar doğalarının bir gereği olarak toplu halde yaşamak durumundadır. Topluluk halinde yaşayan insanlar ilkel kabilelerden başlayarak, teşkilatlı devletlere kadar örgütlenerek gelişimlerini sürdürmüşlerdir. Topluluk olarak yaşamanın ise belli kuralları vardır. Çünkü topluluğu oluşturan bireylerin düzensiz veya kuralsız şekilde yaşaması anarşiyi doğurur. Bu nedenle ister ilkel kabilelerde olsun, ister teşkilatlı devlet yapılarında olsun bu topluluklar, kamu düzeninin sağlanması ve devamlılıklarını sağlamak amacıyla kendi yapı ve geleneklerine uygun gördükleri hususları toplumsal yaşamlarına entegre etmek durumunda kalmışlardır. Bu kurallar toplumsal düzenin ve devamlılığının sağlanmasının yanında uyumlu, adaletli ve huzurlu yaşamı sağlamanın anahtarları konumundadır. Topluluğu oluşturan her vatandaş koyulan kurallara uymakla yükümlüdür. Devletlerin yönetim şekillerine ve uygulanma biçimlerine göre birbirinden farklı olmakla birlikte, günümüz dünyasında toplumsal düzeni sağlamak amacıyla kullanılan en yaygın ve önemli uygulamalarından birisi de hukuk kurallarıdır.2 Toplumların farklı dini, ahlaki, sosyal, kültürel ve demografik yapı ve geleneklere sahip olması nedeniyle toplumsal kurallar her toplumun kendine has özelliklerini yansıtır biçimde geliştirilmiştir. Dolayısıyla kamu düzeninin sağlanması amacıyla konulan kural ve kanunlar her toplum için değişiklik gösterebilir. Toplumların ekonomik ve sosyal olarak sürekli etkileşim içinde olması ve ayrıca meydana gelen savaşlar sonrasında uygulanan politikalar, toplumsal kuralların da zamanla (1) (2) Bu konu, Bulut Çağlar DENİZ tarafından “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Konu Bakımından Yargı Yetkisinin İncelenmesi” konusunda hazırlanan ve henüz yayınlanmayan yüksek lisans tezinin “Saldırı Suçu” başlıklı konusunun güncellenmiş ve geliştirilmiş halidir. Detaylı bilgilere söz konusu çalışmadan ulaşılabilir. Bulut Çağlar DENİZ, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Konu Bakımından Yargı yetkisinin İncelenmesi, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2018, s.140. Bulut Çağlar DENİZ değişimine ve gelişimine sebep olmuştur. Özellikle Rönesans ve Reform hareketleri ile başlayan, Fransız İhtilali ve Sanayi Devrimi ile devam eden gelişim ve etkileşim süreci, devletlerin siyasi ve sosyal yapılarında köklü değişikliklere yola açmıştır. 19. yüzyılın sonlarından itibaren küreselleşmenin etkisi ile devletlerin ürettikleri mallara pazar arama yarışı içine girmeleri, kaçınılmaz olarak sanayileşmiş ülkelerin çıkarlarının çatışmasına neden olmuş ve bu çıkar çatışmaları birçok savaşın sebebi olmuştur. Meydana gelen bu savaşlar sırasında yaşanan katliam ve insan hakları ihlalleri sonucu binlerce kadın, çocuk ve erkek hayatını kaybetmiş veya zorunlu olarak göç etmek durumunda kalmışlardır.3 20. yüzyılın başından itibaren şiddetlenen ekonomik savaş, modern dünyaya yeni bir düzen getirecek sonuçlar doğuran iki büyük Dünya Savaşının en önemli sebepleri arasında sayılmaktadır. Özellikle I. Dünya Savaşı sonrasında dünya siyasal düzeninin tesis edilemeyişi, 1929 yılında yaşanan ekonomik buhran ve savaş sonrası Almanya başta olmak üzere mihver devletlerinin saldırgan politikalar izlemeleri, yaklaşık 50 milyon insanın hayatını kaybettiği II. Dünya Savaşı’na zemin hazırlamıştır. Savaş sırasında yaşanan katliam ve insan hakları ihlallerinin daha savaş sona ermeden ortaya çıkması, uluslararası toplumu derinden sarsan bu gibi olayların gelecekte bir daha yaşanmaması amacıyla önlem alınması gerektiği düşüncesinin oluşmasına neden olmuştur. Ayrıca savaşlar devletlerarasında meydana gelse de, savaşlar sırasında işlenen suç niteliğindeki eylemlerin failleri tüzel kişilik statüsünde olan devletler değil, bizzat gerçek kişilerdir. Buna rağmen savaşlar sırasında gerçekleştirilen eylemler nedeniyle özellikle mağlup durumda bulunan devletlerin çeşitli şekillerde cezalandırılması konusu sıklıkla karşılaşılan bir durum olmakla birlikte, bu eylemlerin faili durumunda bulunan gerçek kişilerin cezalandırılması hususu, yakın tarihimize kadar sıklıkla görülen bir durum olmamıştır. Her ne kadar ülkeler bu tür suçları işleyen vatandaşlarını ulusal sistemlerinde yargılasalar da bu yargılamalar uluslararası toplumun vicdanını tatmin edememiştir. Ayrıca bu tür ciddi suçları işleyen bazı kişilerin ulusal yargı organları tarafından yargılanmaması ve cezasız kalmaları bu tür suçlar işleyen kişileri yargılamakla görevli ve sürekli nitelikli uluslararası bir mahkemenin kurulması düşüncesinin gelişmesine sebep olmuştur. Bu düşünceden hareketle savaş sonrası müttefik devletlerinin 4 girişimleri neticesinde, uluslararası toplumu derinden sarsan çok ciddi nitelikteki eylemleri gerçekleştiren kişilerin yargılanması amacıyla Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri (3) (4) Agt, s. 1. II. Dünya Savaşının bloklarından birini oluşturan ve ABD, SSCB, İngiltere, Fransa ve Çin’in başını çektiği devletler grubu, “Müttefik Devletler” olarak anılmaktadır. 372 Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi Ceza Mahkemeleri kurulmuştur. Hemen belirtelim ki ad-hoc5 nitelikli olmaları sebebiyle bu mahkemelerin kişi, zaman, yer ve konu bakımından yargılama yetkileri sınırlıdır. Dolayısıyla bu mahkemelerin, gelecekte dünyanın başka bölgelerinde benzer nitelikte olayların yaşanması durumunda uluslararası adaletin sağlanmasına katkıları olmayacaktır. Ad-hoc nitelikli mahkemelerin bir diğer eleştirilen yönü, bu mahkemelerin kurulmalarına sebep olan olaylar ile ilgili olarak yürütülen yargılama faaliyetleri tamamlandığında bu mahkemelerin dağılacak olmalarıdır. Çünkü yukarıda da söz edildiği gibi bu tür mahkemelerin yargı yetkileri yalnızca kurulmalarına sebep olan olaylar ile sınırlıdır. Dolayısıyla bu mahkemeler uluslararası barış ve güvenliğin tesis edilmesi konusunda eksik kalmaktadır. Ad-hoc mahkemeler, suç teşkil eden eylemin gerçekleştirilmesinden sonra kurulduklarından ceza hukukunun temel ilkelerinden birisi olan “suçta ve cezada kanunilik6” ilkesi ile “tabii hâkim ilkesini7” ihlal ettikleri gerekçesiyle de eleştirilere uğramıştır. Saydığımız bu eleştirilerden başka, ad-hoc nitelikli mahkemeler, bireysel cezai sorumluluğu tam olarak sağlayamaması ve gelecek dönemde işlenebilecek uluslararası suçlar konusunda bir caydırıcılıklarının olmayışı gibi sebeplerle de eleştirilere uğramıştır. Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri, II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası toplumun tümünü ilgilendiren çok ciddi suçları işleyen kişilerin yargılanması amacıyla kurulan ilk mahkemelerdir. Bu Mahkemelerde fail konumundaki kişilere “barışa karşı işlenen suçlar”, “savaş suçları” ve “insanlığa karşı işlenen suçlar” konusunda suçlamalarda bulunulmuştur.8 Bu mahkemeler başta Almanya ve Japonya olmak üzere II. Dünya Savaşı’nın mağlup devlet yöneticilerinin yargılandığı ve birçoğunun cezalandırıldığı mahkemelerdir. Nürnberg ve Tokyo uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri ad-hoc nitelikli olmaları sebebiyle yukarıda saydığımız yönleriyle eleştirilere maruz kalmalarına (5) (6) (7) (8) Ad-Hoc terimi kökeni Latince olan ve "amaca özel, niyete mahsus" anlamına gelen bir terimdir. Adından da anlaşılacağı gibi bu terim, kimi zaman bir problemin çözümünde kullanılacak geçici uygulamaları belirtmek amacıyla, kimi zaman da yasal bir yetersizlik ve üstünkörü üretilen çözümleri belirtmek amacıyla kullanılmıştır… Terim ile ilgili genel bilgi için bkz: http://adhoc.nedir.org/ (Erişim Tarihi: 17.11.2018) Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi, genel olarak bir taraftan suçun, diğer taraftan suç karşılığı uygulanacak cezanın kanunda gösterilmesi anlamına gelir. Tabii Hâkim İlkesi, herkesin kanunla önceden kurulmuş bir mahkemenin yer, kişi, zaman ve görev bakımından yetkili; tarafsız ve bağımsız hâkimi önünde yargılanma hakkına sahip olduğunu ifade eder. Nurnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi ile ilgili detaylı bilgi için bkz: https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/international-military-tribunal-at-nuremberg (Erişim Tarihi: 17.11.2018). 373 Bulut Çağlar DENİZ rağmen uluslararası anlamda çok ciddi suçlar işleyen gerçek kişilerin cezalandırılmasını sağladıkları için uluslararası hukuk alanında önemli bir yere sahiptirler. Genel hatlarıyla bahsettiğimiz Nürnberg ve Tokyo UCM’leri dışında uluslararası nitelikte ciddi suçlar işleyen kişilerin yargılanması amacıyla kurulan diğer adhoc nitelikli mahkemeler ise 1990lı yılların başında kurulan Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ile Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleridir. Yugoslavya iç savaşı yakın tarihimize damgasını vuran ve birçok insanlık dışı uygulamayı, katliamı hatta soykırımı içinde barındıran bir savaştır. 1991-1998 yılları arasında meydana gelen Yugoslavya iç savaşı sürerken yaşanan olayların vahametini gören BM Güvenlik Konseyi olayların araştırılması ve suçluların yargılanması amacıyla bir mahkeme kurulması kararını almıştır. Bunun üzerine 25 Mayıs 1993 tarihinde ve 827 sayılı kararla, Birleşmiş Milletler Şartı’nın VII. Bölümüne dayanarak, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve yeniden tesis edilmesi amacıyla, eski Yugoslavya toprakları üzerinde işlenen ağır insancıl hukuk ihlallerini gerçekleştiren bireyleri yargılamak üzere9, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsüne10 göre Mahkemenin yargı yetkisine giren suçlar; 1949 Cenevre Sözleşmelerinin ağır ihlalleri, savaş hukuku ve örf-adet hukuku kurallarının ihlali, soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlardır. Mahkeme kendinden önce görev yapan Nürnberg ve Tokyo UCM’nden farklı olarak yalnızca gerçek kişileri kapsamaktadır. Bir başka ifade ile Mahkemenin örgüt veya gruplar üzerinde bir yargı yetkisi bulunmamaktadır. Mahkeme yargı yetkisine giren konularda suç işlediği iddia edilen ve aralarında Yugoslavya’nın eski başkanı Slobodan Milosevic, Radovan Karacic, Radko Mladic ve Slobodan Praljak gibi askerlerin de bulunduğu 161 sanık hakkında iddianame düzenlenmiş, bunlardan 145’i hakkında karar verilmiştir. Mahkeme 2017 yılı Aralık ayına kadar yürüttüğü yargılama faaliyetlerine son vermiş ve kapılarını kapatmıştır.11 Ad-hoc nitelikli mahkemelerin sonuncusu Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesidir. II. Dünya Savaşından sonra ülke halkının çoğunluğunu oluşturan Hutular ile Tutsiler arasında yaşanan etnik savaş ve iktidar mücadelesi, binlerce kişinin (9) (10) (11) Arda ÖZKAN, “Silahlı Çatışmalar Hukukunun Uygulanmasında Ad-Hoc Mahkemelerin Rolü”, Middle East Dergisi, 2005, s. 483. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü için bkz. http://www.icty.org/x/file/Legal% 20Library/Statute/statute_sept09_en.pdf (Erişim Tarihi: 20.11.2018). Söz konusu rakamsal verilen için bkz: https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-42451115 (Erişim Tarihi: 25.11.2018). Ayrıca konu ile ilgili detaylı bilgi için bkz: DENİZ, agt., s. 26. 374 Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi öldürülmesine ve bir o kadarının da zorunlu olarak göç ettirilmesine sebep olmuştur. 1994 yılı ortalarına doğru ülkede yaşanan kaostan faydalanan Hutu üyeleri, Tutsiler ile ılımlı Hutular üzerinde katliama başlamışlardır. Bölgedeki Barış Gücü askerlerinin geri çekilmesi üzerine, yaşanan katliam daha da şiddetlenmiştir. Öyle ki Hutuların Tutsileri öldürmekten yorulduklarında onların kaçmalarını engellemek amacıyla aşil tendonlarını kestikleri ve dinlendikten sonra katliama devam ettikleri iddia edilmiştir. Bunun gibi birçok katliam ve soykırımın yaşandığı olaylar sonucunda 3 ay gibi kısa bir sürede halkın toplamda %10’unu oluşturan 800 binden fazla Tutsi ve ılımlı Hutu öldürülmüştür.12 Dört yıl süren iç savaş boyunca yaşanan katliamların soykırıma varan uygulamaların ortaya çıkması üzerine, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun aldığı 955 Sayılı kararla Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmuştur. Bu mahkemenin kurulma aşamasındaki önemli olay ise Ruanda hükumetinin bu mahkemenin kurulmasına destek vermiş olmasıdır. Mahkemenin yargı yetkisine giren suçlar; “Soykırım Suçu”, “İnsanlığa Karşı Suçlar” ve son olarak ta “Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokol II’nin Ağır İhlalleridir”.13 1997 yılında başlanan yargılamalarda sanıklar, soykırım planlama, soykırım yapma, insanlığa karşı işlenen kasıtlı öldürme ve zulüm suçu işleme ve tecavüz gibi suçlardan mahkûm edilmiş ve müebbet ile 35 yıl arasında değişen sürelerde hapis cezalarına hükmedilmiştir.14 Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemelerinin yargılama faaliyetlerinin tamamlanması ve akabinde bu mahkemelerin dağılması konusu BM Güvenlik Konseyinin 28 Ağustos 2003 tarihli ve 1503 sayılı kararı ile gerçekleşmiştir. 15 B. Roma Statüsü ve Uluslararası Ceza Mahkemesi 21. yüzyılın başına kadar yargılama faaliyetleri yürüten ad-hoc nitelikli uluslararası ceza mahkemeleri, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasına dönem dönem hizmet etmiş olsalar da, uluslararası adaletin temini ve tesisine katkıları oldukça sınırlıdır. Bu sebeple uluslararası toplum, kendi egemenlik alanlarından bağımsız, daimi nitelikte ceza yargılaması yapacak bir ceza yargısı oluşturmayı amaçlamıştır. (12) (13) (14) (15) Ruanda Soykırımı ile ilgili detaylı bilgi için bkz: http://www.wikiwand.com/tr/Ruanda_ Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1 (Erişim Tarihi: 20.05.2017) Rıfat Murat ÖNOK, Tarihi Perspektifi İle Uluslararası Ceza Divanı, Turhan Kitabevi, Ankara 2003, s. 85. Orhan ÖNDER, Birleşmiş Milletler Ruanda İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi, Bilge Yayınevi, Ankara 2006, s. 78. Ayrıca bkz: https://m.bianet.org/bianet/dunya/131009-ruanda-da-soykirimsucundan-uc-kisiye-muebbet (Erişim Tarihi: 21.05.2017). Ersan ŞEN, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2009, s. 24. 375 Bulut Çağlar DENİZ Daimi nitelikli bir uluslararası ceza mahkemesinin kurulması konusunda Birleşmiş Milletler Örgütü’nün öncülüğünde birçok kapsamlı çalışma yürütüldüğü söylenebilir. Özellikle Uluslararası Hukuk Komisyonu ve bu komisyona bağlı komiteler, mahkemenin kurulma sürecini hazırlamıştır. Yürütülen çalışmalar sonucunda 15 Haziran ile 17 Temmuz 1998 tarihleri arasında Roma'da toplanan, BM Diplomatik Konferansı’nda tasarı ve değişiklik önerileri tartışılmış, Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü oylamaya katılan 160 devletten 120’sinin olumlu, 7 devletin olumsuz ve 21 devletin de çekimser oyu ile kabul edilerek 18 Temmuz 1998 tarihinde tüm devletlerin imzasına açılmıştır.16 Statü 1 Temmuz 2002 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. 2018 yılı itibariyle 139 devlet tarafından imzalanmış ve 123 devlet tarafından onaylanmıştır.17 Roma Statüsü’nün 1 Temmuz 2002 tarihinde yürürlüğe girmesiyle birlikte faaliyete geçen Uluslararası Ceza Mahkemesi; - Merkezi Hollanda’nın Lahey kentinde bulunan, yalnızca gerçek kişiler üzerinde yargılama yetkisi olan, uluslararası platformda tüzel kişiliğe sahip, daimi nitelikli bir mahkemedir. Mahkemenin kuruluş felsefesinin doğal bir sonucu olarak Mahkeme, yargı yetkisine giren suçlar bakımından gerçek kişiler üzerinde yargılama faaliyeti yürütme, bir hüküm verme/yaptırım uygulama ve hükmün infazını sağlama gibi yetkilere sahiptir.18 - Mahkeme’nin yargılama faaliyeti yürütmekle yetkili olduğu konular Soykırım Suçu, İnsanlığa Karşı Suçlar, Savaş Suçları ve Saldırı Suçudur. - Mahkemenin Birleşmiş Milletler Örgütü dâhil hiçbir ulusal ya da uluslararası kuruluş ile doğrudan veya dolaylı bağlantısı söz konusu değildir. Bu da Mahkemenin bağımsız bir yargı organı olarak görev yaptığının göstergesidir. Ancak buna rağmen Roma Statüsünde BM ile bağlantılı hükümler bulunmaktadır. - Mahkeme zaman bakımından yargı yetkisini Statü’nün yürürlüğe girmesinden sonra işlenen suçlar üzerinde kullanabilir (Roma Statüsü (RS.) md. 11-1). - Mahkemenin yargı yetkisi (BM Güvenlik Konseyi’nin Mahkeme’nin yargı yetkisine giren bir konuda Mahkeme Savcılarına bildirimde bulunması durumu hariç olmak üzere) “ülkesellik” ve “uyrukluk” kriterlerinin varlığı şartına bağlıdır. (16) (17) (18) Roma Statü 126. madde 1. fıkrası: “Bu tüzük, altmışıncı onay, kabul, tasdik veya taraf olma belgesinin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne verilmesini takip eden 60 gün sonraki ayın ilk günü yürürlüğe girer” hükmünü içerir. https://www.icc-cpi.int/iccdocs/PIDS/publications/TheCourtTodayEng.pdf (Erişim Tarihi 13.06.2018). Hans KÖCHLER, Küresel Adalet mi, Küresel İntikam mı? , Dönüm Noktasındaki Uluslararası Cezai Yargı, (Çev: Funda KESKİN, Erdem DENK), Alkım Kitabevi, İstanbul 2005, s. 287. 376 Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi - Mahkeme’nin yargılama faaliyetini gerçekleştirmesi için; taraf bir devlet tarafından Mahkeme’ye başvuruda bulunulması, BM Güvenlik Konseyi tarafından bir durumun Mahkeme Savcılarına bildirilmesi veya Mahkeme savcılarının bir durumla ilgili kendiliğinden (re’sen) harekete geçmesi gerekmektedir. - Roma Statüsünde Mahkeme’nin yargılama yetkisine giren çekirdek suçların her biri ile ilgili somut tanımlar yapılmış, bu suçların unsurları ile ilgili düzenlemelere gidilmiş, ancak Saldırı Suçu ile ilgili herhangi bir tanım yapılmamış veya düzenlemeye gidilmemiştir. - Saldırı Suçunun tanımı ve unsurları 2010 yılında Uganda’nın başkenti Kampala’da düzenlenen Roma Statüsü’nü Gözden Geçirme Konferansında belirlenmiş ve bu konferansta alınan 8bis, 15bis ve 15 ter maddelerinin Statüye eklenmesiyle bu suç ile ilgili düzenlemelere gidilmiştir. C. Saldırı Suçu 1. Saldırı Suçunun Gelişimi Günümüze kadar meydana gelen birçok savaşın sebebinin çıkar çatılmaları olduğunu belirtmiştik. Savaşın tarafı durumunda bulunan ülkeler gasp edildiğini iddia ettikleri çıkarlarını savunmak amacıyla savaşmaktan çekinmemişler ve savaşma nedenlerinin sağlam bir temele dayandığını yani haklı olduklarını iddia etmişlerdir. Bu durum neredeyse tüm ülkeler için geçerlidir. Savaşların geçerli ve sağlam bir temele dayandırılması hususu her kültürde yer bulmakla birlikte, savaşların tamamen yasaklandığı bir düzenlemeye rastlanmamaktadır.19 Uluslararası toplumda savaşların belli kurallara bağlanması hususu, ancak 1899-1907 La Haye Konferansları sonrası gerçekleştirilebilmiştir. 20 Bu tarihe kadar saldırmazlık kuralının yer aldığı bazı ikili antlaşmalar hariç olmak üzere, saldırı eyleminin yasaklandığı bir hukuksal metin de bulunmamaktadır.21 Birinci Dünya Savaşının ardından Milletler Cemiyeti’nin kurulması, uluslararası barış ve güvenliğin tesis edilmesi ve korunması adına önemli bir adım olarak sayılabilir. Ülkeler arasında meydana gelecek ihtilafların, barışçıl yollarla çözülmesi amacıyla22 kurulan Milletler Cemiyeti’nin Kurucu Şartı ile ülkeler birbirlerinin siyasal ve ülkesel bütünlüğüne bağlı kalacakları konusunda mutabık kalmışlardır. (19) (20) (21) (22) ÖNOK, age, s. 191. Muzaffer Yasin ASLAN, Teoride ve Uygulamada Savaş Suçları (3.Baskı), Bilge Yayınevi, Ankara 2016. s. 32. ÖNOK, age, s. 191. https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Milletler_Cemiyeti (Erişim Tarihi: 30.05.2018). 377 Bulut Çağlar DENİZ Saldırı Suçunun tarihsel gelişimini incelerken 01 Aralık 1925 tarihinde devletlerarası ilişkilerde kuvvet kullanımını yasaklamak amacıyla imzalanan Locarno Antlaşmalarının önemli bir yere sahip olduğunu belirtmemiz gerekir.23 Bu antlaşmaların temel amacı ülkeleri savaştan korumanın yanında, ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların barışçıl yöntemlerle çözümünü sağlamaktır. 24 Saldırı suçu ile ilgili bir diğer önemli belge, 28 Ağustos 1928 tarihinde imzalanan Briand-Kellog Paktıdır. Bu antlaşma da savaşın ulusal politika olarak kullanılmasını yasaklamak amacıyla imzalanmış, fakat diğerlerinden farklı olarak aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok devlet kısa bir süre içinde bu antlaşmaya taraf olmuşlardır.25 Briand Kellog Paktı ile kuvvet kullanımına ilişkin net sınırlamalar getirilmektedir. II. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisi ve yaşanan acı olaylar, uluslararası nitelikte suç işleyen kişilerin yargılanması amacıyla bazı düzenlemeler yapılması gerektiği konusunda bir düşüncenin doğmasına neden olmuştur. Savaş sonrası uluslararası toplumda adalet ve güvenliği tüm ülkelerde hâkim kılmak amacıyla Birleşmiş Milletler (UN - United Nations / BM) örgütü kurulmuştur.26 II. Dünya Savaşı sonrasında Alman ve Japon savaş suçlularını yargılamak amacıyla Nürnberg ve Tokyo Uluslararası Askeri Ceza Mahkemeleri kurulmuştur. Saldırı suçu, Nürnberg Statüsünde Barışa Karşı Suçların alt unsuru olarak yer bulmuş ve tarihte ilk kez bu suç kapsamında bireysel yargılamalar yapılmıştır. 27 1946 yılında kurulan Tokyo UCM Statüsü de, Saldırı Suçu açısından Nürnberg UCM Statüsüne paralel şekilde geliştirilmiş ve bu suçun faillerinin uluslararası bir yargı organı tarafından yargılanması konusu bu Statüde de düzenlenmiştir. Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun yaptığı çalışmalar sonucu yaptığı ve BM Genel Kurulu’nda 14 Aralık 1974 tarih ve 3314 Sayılı Kararı ile yapılan tanım, Saldırı Suçu ile ilgili olarak başvurulabilecek önemli bir kaynaktır. 28 Buna göre genel olarak; bir ülkeye karşı başka bir ülkenin yürüttüğü istila ve ilhak hareketleri, bombardıman, kıyı ve limanların ablukaya alınması, kara, deniz ve hava kuvvetlerine veya donanmalarına saldırılması eylemleri saldırı suçunu oluşturacaktır. BM Genel (23) (24) (25) (26) (27) (28) Mehmet Celal KUL, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi, (Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2012, s. 52. https://antlasmalar.com/locarno-antlasmasi/ (Erişim Tarihi: 30.05.2018). Briand-Kellog Paktı ile ilgili detaylı bilgi için bkz: http://aygunhoca.com/tc-inklap-tarihi-veataturk/54-tc-inklap-tarihi-ve-ataturkculuk-konular/1553-miletler-cemiyeti-locarno-kelloggbriand-pakti.html (Erişim Tarihi: 30.05.2018) http://www.tarihiolaylar.com/tarihi-olaylar/birlesmis-milletler-183 (Erişim Tarihi: 31.05.2018). KUL, agt, s. 58. 3314 sayılı BM Genel Kurul kararı ile Saldırı Suçu sayılacak eylemler hakkında bilgi için bkz: http://dergipark.gov.tr/download/article-file/417836 s. 175, (Erişim Tarihi: 03.06.2018). 378 Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi Kurulu’nun aldığı bu karar, her ne kadar ülkeler için bir bağlayıcılık teşkil etmese de, Saldırı Suçunun uluslararası bir hukuki belgede yer alması nedeniyle ayrıca öneme sahiptir.29 Birleşmiş Milletler teşkilatının kurulmasından Roma Statüsünün kabul edilmesine kadar, Saldırı Suçunun tanımı ve kapsamı ile ilgili Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun (UHK) ve yine Birleşmiş Milletler teşkilatı tarafından görevlendirilen diğer birçok komitenin benzer çalışmalar yürüttüğünü, ancak Roma Statüsünün yürürlüğe girdiği tarih itibariyle bile bu suç ile ilgili kabul edilen net bir tanımın yapılamadığını söyleyebiliriz. 30 Bunun temel nedeni ABD, İngiltere, Rusya, Çin gibi büyük devletlerin hangi eylemlerin Saldırı Suçu kapsamında sayılacağı konusunda anlaşmaya varamamaları ve bu konuda bir yasal boşluk oluşturarak, dünyanın çeşitli bölgelerinde gerçekleştirdikleri askeri müdahale ve eylemleri Statü dışında bırakmak, yani oluşan yasal boşluktan faydalanmak istemeleridir.31 2. 2010 Kampala Konferansı ve Yapılan Düzenlemeler Saldırı Suçu; 2002 yılında yürürlüğe giren Roma Statüsünde Mahkeme’nin yargı yetkisine giren çekirdek suçlardan biri olarak Statü’de yer almış olmasına rağmen, Roma Konferansı sırasında bu suçun tanımı üzerinde anlaşmaya varılamaması sebebiyle, tanımının yapılması ve Mahkeme’nin bu suç bakımından yargı yetkisinin işlerlik kazanması ileri bir tarihe bırakılmıştır.32 Bu durum Roma Statüsü’nün 5. maddesinin 2. fıkrasında da açıkça belirtilmiş ve bu hüküm gereği Mahkemenin Saldırı Suçu üzerindeki yargılama yetkisi ilerleyen dönemlere bırakmıştır. 33 Bu tarihten sonra 2010 yılı Haziran ayına kadar bazı çalışmalar34 yürütülmüşse de bu suçun tanımı net olarak yapılamamıştır. Saldırı Suçunun düzenlenmesi amacıyla, 31 Mayıs – 11 Haziran 2010 tarihleri arasında, Uganda’nın başkenti (29) (30) (31) (32) (33) (34) Can AKDOĞAN, Uluslararası Ceza Divanı Statüsünde Savaş Suçları, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2009, s. 127. Söz konusu çalışmaları ile ilgili bilgi için bkz: KUL, agt. , s. 62-71. Özgür BEYAZIT, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Yetkisi, (Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), Kırıkkale 2008, s. 110. https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/tr/news/none-uluslararas-ceza-mahkemesinin-saldr-sucubakm/ (Erişim Tarihi: 03.06.2018). Roma Statüsü’nde söz konusu madde hükmü; “Mahkeme, Saldırı Suçu üzerindeki yargılama yetkisini, 121 ve 123. maddelere uygun bir şekilde suçu tanımlayan ve bu suçla ilgili olarak Mahkemenin hangi durumlarda, bu yetkisini kullanacağını ortaya koyan bir hüküm kabul edildikten sonra yerine getirir. Böyle bir hüküm, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin ilgili hükümleri ile uyumlu olmalıdır” şeklinde düzenlenmiştir. Konu ile ilgili yapılan çalışmalar hakkındaki kısa bilgi için bkz: Nergiz EMİR, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi Bakımından Saldırı Suçu” Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.1, S.2, 2015, s. 121-122. 379 Bulut Çağlar DENİZ Kampala’da düzenlenen Roma Statüsünü Gözden Geçirme Konferansı neticesinde alınan 6 Sayılı Karar ile Saldırı Suçunun tanımı yapılmış ve Mahkeme’nin bu suç üzerindeki yargılama yetkisi düzenlenmiştir. Ayrıca Mahkeme’nin bu suç üzerindeki yargılama yetkisinin işlerlik kazanması 1 Ocak 2017 tarihi sonrasındaki bir tarihe bırakılması kararlaştırılmıştır. Karar kapsamında, Statü’nün 5. maddesinin 2. fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve Statü’ye 8 bis, 15 bis ve 15 ter maddeleri eklenmiştir. 35 Son olarak Taraf Devletler Asamblesi’nin 14 Aralık 2017 tarihinde oybirliğiyle kabul ettiği karar uyarınca, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICC) Saldırı Suçu bakımından yargı yetkisinin, 17 Temmuz 2018 itibariyle aktif hale gelmesine karar verilmiştir.36 2010 tarihinde icra edilen Kampala Konferansı’nda alınan 6 numaralı karar ile kabul edilen 8 bis37 maddesinde Saldırı Suçunun tanımı ve unsurları şu şekilde açıklanmıştır: 1. Bu Statü’nün amacı bakımından “Saldırı Suçu”, bir Devletin siyasi veya askeri eylemlerini etkili biçimde kontrol edebilme veya yönetebilme konumunda bulunan bir kimse tarafından, karakteri, ağırlığı ve boyutu itibariyle Birleşmiş Milletler Şartı’nı açıkça ihlal eden bir saldırı fiilinin planlanması, hazırlanması, başlatılması veya icrasını ifade eder (RS. md. 8bis-1). 2. Paragraf 1’in amacı bakımından “saldırı fiili”, bir Devlet tarafından, bir başka Devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya bağımsızlığına karşı veya Birleşmiş Milletler Şartı’na aykırı başka şekillerde silahlı kuvvet kullanılmasıdır. Aşağıdaki eylemlerden her biri, savaş ilan edilmiş olup olmamasına bakılmaksızın, BM Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1974 tarih ve 3314 (XXIX) sayılı kararına uygun olarak saldırı fiili biçiminde değerlendirilir (RS. md. 8bis-2): (a) Bir Devletin silahlı kuvvetlerince, bir diğer Devletin topraklarına yönelik olarak yapılan istila veya taarruz ya da ne kadar geçici olsa da, bu tür bir istila veya taarruzdan kaynaklanan herhangi bir askeri işgal veya kuvvet kullanarak başka bir Devletin topraklarının tümünün ya da bir bölümünün ilhakı (RS. md. 8bis-2/a); (35) (36) (37) Uğur BAYILLIOĞLU, “Uluslararası Ceza Mahkemesinin Yargı Yetkisi Açısından Saldırı Suçuna İlişkin Kampala Düzenlemeleri”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, C. 9, S. 33, 2013, ss. 5987. https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/tr/news/none-uluslararas-ceza-mahkemesinin-saldr-sucubakm/ (Erişim Tarihi: 03.06.2018) Statünün 8 bis maddesinin İngilizce tam metni için bkz: https://www.icccpi.int/nr/rdonlyres/ add16852-aee9-4757-abe7-9cdc7cf02886/283503/romestatuteng1.pdf (Erişim Tarihi: 03.06.2018). 380 Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi (b) Bir Devletin silahlı kuvvetleri tarafından, başka bir Devletin ülkesine karşı yapılan bombardıman veya bir Devlet tarafından diğer Devletin ülkesine karşı gerçekleştirilen herhangi bir silah kullanımı (RS. md. 8bis-2/b); (c) Bir başka Devletin silahlı kuvvetleri tarafından, bir Devletin limanlarının veya kıyılarının ablukaya alınması (RS. md. 8bis-2/c); (d) Bir Devletin silahlı kuvvetleri tarafından, bir başka Devletin kara, deniz veya hava kuvvetlerine ya da deniz ve hava filolarına saldırı (RS. md. 8bis-2/d); (e) Kabul eden Devletle yapılan bir anlaşma uyarınca o Devletin ülkesinde bulunan bir Devletin silahlı kuvvetlerinin, o anlaşmada belirtilen koşullara aykırı olarak kullanılması veya anlaşmanın sona ermesinden sonra da bu topraklardaki varlığını devam ettirmesi (RS. md. 8bis-2/e); (f) Topraklarını başka bir Devletin kullanımına tahsis eden bir Devletin, topraklarının diğer Devlet tarafından üçüncü bir Devlete karşı bir saldırı eyleminde kullanımına izin vermesi (RS. md. 8bis-2/f); (g) Bir başka Devlete karşı yukarıda sayılan fiiller düzeyinde silahlı kuvvet eylemleri gerçekleştiren silahlı çetelerin, grupların, düzensiz birliklerin veya paralı askerlerin bir Devlet tarafından veya bir Devlet adına gönderilmesi ya da o Devletin bu eylemlere önemli ölçüde katılması (RS. md. 8bis-2/g). Saldırı suçunun tanımının yapıldığı birinci fıkrada belirtilen eylemler değerlendirildiğinde bu suçu işleyebilecek kişilerin alelade/sıradan insanlardan çok, yalnızca üst düzey devlet görevlileri olabileceği sonucuna varılacaktır. Çünkü madde metninde de belirtildiği gibi “bir Devletin siyasi veya askeri eylemlerini etkili biçimde kontrol edebilme veya yönetebilme konumunda bulunan bir kimse” ancak ve ancak bir üst düzey komutan veya ülke başkanı, başbakan gibi ülke siyasetine veya silahlı kuvvetlerine hükmetme salahiyetine sahip bir kimse olabilir. 38 İkinci fıkra ve bağlı alt bentlerde ise Saldırı Suçunu oluşturan bazı eylemlerin nitelikleri açıklanmıştır. Bu maddede belirtilen eylemler ile BM Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1974 tarih ve 3314 Sayılı Kararında belirtilen eylemlerin birbirinin aynısı olduğu, dolayısıyla Saldırı Suçunun oluşumunun tespiti için 3314 sayılı karardan yararlanıldığını görmekteyiz. Saldırı Suçunun tanımı ve unsurları belirlenirken Statüye sonradan eklenen 15bis39 ve 15ter40 maddelerinde ise Mahkemenin yargı yetkisinin, “savcının re’sen (38) (39) (40) EMİR, agm, s.128. Statünün 15 bis maddesinin İngilizce tam metni için bkz: https://www.icccpi.int/nr/rdonlyres/ add16852-aee9-4757-abe7-9cdc7cf02886/283503/romestatuteng1.pdf (Erişim Tarihi: 03.06.2018). Statünün 15 ter maddesinin İngilizce tam metni için bkz: https://www.icccpi.int/nr/rdonlyres/ add16852-aee9-4757-abe7-9cdc7cf02886/283503/romestatuteng1.pdf (Erişim Tarihi: 03.06.2018). 381 Bulut Çağlar DENİZ harekete geçmesi” veya “taraf devlet bildirimi” durumlarıyla, “Güvenlik Konseyi bildirimi” durumlarında nasıl gerçekleşeceği hususuna değinilmiştir. Buna göre Mahkemenin Saldırı Suçu bakımından yargı yetkisini kullanması konusunda bir ön şart olarak hem Statüye taraf otuz ülkenin değişiklikleri onaylaması, hem de taraf devletlerin 1 Ocak 2017 tarihinden sonra bu konuda oybirliği veya 2/3 oy çokluğu yönünde bir karar alması gerekmektedir.41 Gözden Geçirme Konferansında kabul edilen 15bis maddesinin 4. bendinde 42 Mahkemenin Saldırı Suçu üzerindeki yargı yetkisini yalnızca taraf bir devletten kaynaklanan saldırı fiilleri kapsamında icra edebileceği, buna ilave olarak 5. bendine43 göre de Statüye taraf olmayan bir ülke vatandaşı için Saldırı Suçu bakımından ülkesellik ve uyrukluk kriterlerinin geçerli olamayacağı hüküm altına alınmıştır. Buradan hareketle, düzenleme sonrası, Statüye taraf olmayan bir devletin vatandaşının işlediği veya Statüye taraf olmayan bir ülkede işlenen Saldırı Suçu kapsamındaki eylemler konusunda Mahkemenin yargı yetkisinin devreye giremeyeceğini söyleyebiliriz. Ayrıca 15bis maddesinin 4. bendi incelendiğinde şu sonuca varılacaktır. Bir ülke Statüye taraf olsa da, Mahkemenin Saldırı Suçu üzerindeki yargı yetkisini kabul etmediğini Yazı İşleri Bürosu’na açıkça bildirmişse, Mahkeme’nin bu durumda, ilgili ülke vatandaşını Saldırı Suçu bakımından yargılaması söz konusu olamayacaktır.44 Diğer bir ifade ile Statüye taraf olan ve Saldırı Suçu bakımından Mahkemenin yargı yetkisini kabul etmediğini Yazı İşleri Müdürlüğüne açıkça bildirmeyen bir devletin vatandaşlarının Mahkeme tarafından yargılanabileceği; yine aynı şekilde Statüye taraf olan ve Saldırı Suçu bakımından Mahkemenin yargı yetkisini kabul ettiğini Yazı İşleri Müdürlüğüne açıkça bildiren bir devletin vatandaşlarının Mahkeme tarafından yargılanmasının mümkün olabileceği şeklinde de ifade edebiliriz.45 Statüye taraf ülkelerin değişiklikleri onaylamasına rağmen, Mahkeme’nin Saldırı Suçu bakımından yargı yetkisini kabul etmediğini (41) (42) (43) (44) (45) BAYILLIOĞLU Uğur, agm., s. 62. Statünün 15 bis maddesinin 4. Bendi, “Mahkeme, 12. madde gereğince saldırı suçu üzerindeki yargı yetkisini, taraf bir devletten kaynaklanan saldırı fiilleri için icra edebilir; meğer ki o taraf devlet, daha önce Yazı İşleri Müdürlüğü’ne bu neviden bir yargı yetkisi kabul etmediğini arz eden bir bildirimde bulunmuş olmasın. Bu neviden bir bildirimin geri alınması herhangi bir zamanda etki doğurur ve taraf devlet tarafından üç yıl içinde değerlendirmeye tâbi tutulur” şeklinde düzenlenmiştir. Statünün 15 bis maddesinin 5. bendi, “İşbu Statü’ye taraf olmayan bir devletle ilgili olarak Mahkeme, o devletin vatandaşları tarafından veya ülkesinde işlenen Saldırı Suçu üzerinde yargı yetkisi icra etmeyecektir.” şeklinde düzenlenmiştir. Agm. , s. 132-133. BAYILLIOĞLU Uğur, agm. , s. 70-71. 382 Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi Yazı İşleri Müdürlüğüne bildirmesi durumunda, bu ülkeler kendi vatandaşları için Mahkeme’nin yargı yetkisini kullanmasını engelleyebilme hakkına sahiptirler. 2010 Gözden Geçirme Konferansı kapsamında alınan ve buraya kadar açıklanan hususlar, Saldırı Suçu ile ilgili bir devlet bildirimi veya Mahkeme savcılarının re’sen harekete geçmeleri durumlarını kapsamaktadır. Güvenlik Konseyi bildirimleri açısından bu husus, 15 ter maddesinde, Statünün 13. maddesinin b bendine atıfta bulunularak açıklanmıştır. Güvenlik Konseyinin başvurusu sonrası Mahkemenin yargı yetkisini kullanması durumunda, hem Statünün 12. maddesinde, hem de 2010 Gözden Geçirme Konferansı sonrası eklenen 15bis maddesinin 4. ve 5. bendinde belirtilen ön koşulların varlığı şartı aranmamaktadır. Bir başka ifade ile Güvenlik Konseyinin başvurusu durumunda, Statüye taraf olmayan bir devletin vatandaşları üzerinde de yargı yetkisi icra edilebilecektir.46 Burada son olarak şu hususu vurgulamamız gerekir: 2010 Gözden Geçirme Konferansında kabul edilen 15 ter maddesinin 4. bendi gereği, Mahkeme dışındaki bir başka yargı organının saldırı fiiline ait saptamaları, Mahkeme’nin tespitlerini etkilemeyecektir. Bu madde ile Mahkemenin Güvenlik Konseyinden bağımsız olarak Saldırı Suçu üzerinde tespitlerde bulunabileceğini söyleyebiliriz. 3. Saldırı Suçunun Unsurları Saldırı Suçunun tanımının yapıldığı 8 bis maddesinin birinci fıkrası incelendiğinde Saldırı Suçu kapsamında değerlendirilen eylemleri işleyebilecek kişilerin yalnızca üst düzey devlet yetkilileri ile yüksek rütbeli askeri komutanlar olabileceği önceki bölümlerde belirtilmişti. Bunu, Kampala Konferansında alınan karar ve yapılan tanımdan yola çıkarak, bir devletin siyasi veya askeri faaliyetleri üzerinde karar alma veya onları harekete geçirme salahiyetine sahip olmayan sıradan kişilerin veya düşük rütbeli askerlerin bu suçun faili olması olasılığının çok düşük olacağı şeklinde de ifade edebiliriz. Buna ek olarak, Suçun Unsurları Yasası madde 3’e göre, faillerin gerçekleştirdiği fiillerin Saldırı Suçu kapsamında değerlendirilebilmesi için bu eylemleri suç işleme niyetiyle gerçekleştirmesi ve bu eylemlerin sonuçlarının içinde bulunulan şartlardan çıkarılabilmesi gerekir. Bunun yanında failin bu fiillerinin BM Antlaşması hükümlerini alenen ihlal eder mahiyette olan bir eylemin planlanma, hazırlanma, başlatılma veya icra safhalarından biri kapsamında gerçekleşmesi gerektiği de belirtilmelidir. Diğer bir ifade ile failin gerçekleştirdiği eylem, BM Antlaşması hükümlerini alenen ihlal eder nitelikte değilse, Saldırı Suçunun maddi unsurunun (46) KUL, agt, s. 94. 383 Bulut Çağlar DENİZ oluşumundan bahsetmemiz mümkün olmayacaktır. 47 Ayrıca madde metninde planlama, hazırlanma ve başlatılma terimlerinin özellikle belirtilmesi, Saldırı Suçu konusunda fail olabilecek kişilerin, eylemleri icra eden kişilerin yanında bu eylemleri tasarlayan, hazırlayan ve başlatan kişilerin, yani bu suça iştirak eden kişilerin olabileceğini vurgulamak içindir. Maddede belirtilen planlama, hazırlama ve tasarlama eylemlerini de yalnızca üst düzey yetkililerin gerçekleştirebilecekleri değerlendirilmektedir. Statünün 8 bis maddesinin ikinci fıkrası ve buna bağlı alt bentler incelendiğinde, öncelikle bir eylemin saldırı fiili kapsamında değerlendirilebilmesi için, eylemlerin bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına zarar vermesi ve bu eylemlerin Birleşmiş Milletler Antlaşması ile giderilemeyecek şekilde silah kullanma eylemlerini içeriyor olması gerektiği görülecektir. Ayrıca bu maddenin alt bentlerinde düzenlenen eylemlerden herhangi birinin gerçekleştirilmesi, bir savaş ilanına gerek kalmaksızın Saldırı Suçunun maddi unsurunun oluşumu açısından yeterli sayılacaktır (md. 8 bis-2). Bu kapsamda, Saldırı Suçunu maddi unsurunu oluşturan fiilleri kısaca açıklayacak olursak; a. Bir devletin kendi silahlı kuvvetlerini kullanmak suretiyle bir başka ülkenin bir kısmını veya tamamını zorla ele geçirmesi veya bu amaçla o devlete karşı kuvvet kullanması ya da bu devletin bir kısmını veya tamamını kendine bağladığını ilan etmesi, b. Bir devletin silahlı kuvvetlerini kullanarak bir başka ülkeyi bombardımana maruz bırakması veya o ülkeye karşı herhangi bir şekilde silahlı kuvvet kullanması, c. Bir devletin silahlı kuvvet kullanarak bir başka ülkeye ait liman veya kıyılarının dış dünya ile bağlantısının kısmen veya tamamen kesilmesi, o bölgelere giriş çıkışın uluslararası hukuka aykırı şekilde yasaklanması veya kontrol altına alınması, d. Bir devletin silahlı kuvvelerinin bir başka ülkeye ait kara, deniz ve hava kuvvetleri unsurlarına taarruz etmesi, e. Yapılan anlaşmalar kapsamında bir devletin sınırları içerisinde bulunan başka bir ülkeye ait silahlı kuvvetlerin, bu anlaşmalar haricinde ve hukuka aykırı şekilde kullanılması veya anlaşmaların sona ermesinden sonra bu kuvvetlerin varlığının devam ettirilmesi, f. Kendi topraklarında bir başka ülkeye ait silahlı güçlerin bulunmasına izin veren bir devletin, silahlı güçlerin ait olduğu devlet tarafından, üçüncü bir ülkeye karşı gerçekleştirilecek saldırı fiili kapsamındaki eylemlerine göz yumması, (47) Agt. , s. 81. 384 Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi g. Bir devletin, silahlı eylemler gerçekleştiren çeteler, silahlı gruplar veya paralı askerler kullanarak, bir başka devlete karşı BM Anlaşmasında belirtilen ağırlığa ulaşacak nitelikte eylemler yaptırması veya bu eylemlere müdahil olması. Görüldüğü gibi Saldırı Suçu kapsamında değerlendirilecek eylemlerin ancak ve ancak istila, ilhak, bombardıman, abluka, vb. gibi ağırlıkları itibariyle çok ciddi nitelikteki eylemleri içermesi gerekmektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesinin uluslararası toplumu derinden sarsan çok ciddi konuları yargılamakla görevli bir mahkeme olduğu düşünüldüğünde, bu eylemleri gerçekleştiren kişilerin Mahkeme tarafından yargılanacak olması doğal karşılanacaktır. Sonuç Kampala Konferansında Saldırı Suçunun tanımının yapılması ve unsurlarının belirlenmesi Roma Statüsünün sınırlarının tam anlamıyla çizilmesi açısından önemlidir. Ceza yargılamalarında oluşan yasal boşluklardan suç işleyen/işleyecek kişilerin yararlandığı düşünüldüğünde yapılan düzenlemenin önemi daha da anlam kazanacaktır. Zira Saldırı suçu ile ilgili bu düzenlemenin yapılması, suç teşkil eden fiiller gerçekleştirecek kişilerin Statü’nün yasal boşluklarından yararlanmasını engelleyecek, bu nedenle suçun tanımı ve unsurları tam anlamıyla belirlendiği için bu durumun muhtemel suçlular tarafından cezadan kurtulma yöntemi olarak kullanılması durumu söz konusu olmayacaktır. Bu düzenleme ile birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi uluslararası barış ve adaletin sağlanması konusuna daha somut katkı sağlayacaktır. Sonuçta tanımlanmayan bir suç ile ilgili bir yargılama faaliyetinin yürütülmesi günümüz hukuk çevrelerince kabul görmeyecek ve sert şekilde eleştirilecektir. Bulut Çağlar DENİZ Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yüksek Lisans Öğrencisi 385 Bulut Çağlar DENİZ Kaynakça AKDOĞAN Can, Uluslararası Ceza Divanı Statüsünde Savaş Suçları, (Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2009. ASLAN Muzaffer Yasin, Teoride ve Uygulamada Savaş Suçları (3.Baskı), Bilge Yayınevi, Ankara 2016. BAYILLIOĞLU Uğur, “Uluslararası Ceza Mahkemesinin Yargı Yetkisi Açısından Saldırı Suçuna İlişkin Kampala Düzenlemeleri”, Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi, C. 9, S. 33, 2013, ss. 59-84. BEYAZIT Özgür, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Kuruluşu ve Yargılama Yetkisi, (Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), Kırıkkale 2008. DENİZ Bulut Çağlar, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Konu Bakımından Yargı Yetkisinin İncelenmesi, (Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Konya 2018. EMİR Nergiz, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Yargı Yetkisi Bakımından Saldırı Suçu” Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.1, S.2, 2015, ss.118139. KÖCHLER Hans, Küresel Adalet mi, Küresel İntikam mı? , Dönüm Noktasındaki Uluslararası Cezai Yargı, (Çev: Funda KESKİN, Erdem DENK), Alkım Kitabevi, İstanbul 2005. ÖNDER Orhan, Birleşmiş Milletler Ruanda İçin Uluslararası Ceza Mahkemesi, Bilge Yayınevi, Ankara 2006. ÖNOK Rıfat Murat, Tarihi Perspektifi İle Uluslararası Ceza Divanı, Turhan Kitabevi, Ankara 2003. ÖZKAN Arda, “Silahlı Çatışmalar Hukukunun Uygulanmasında Ad-Hoc Mahkemelerin Rolü”, Middle East Dergisi, 2005, s. 482-495. ŞEN Ersan, Uluslararası Ceza Mahkemesi, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2009. KUL Mehmet Celal, Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi, (Galatasaray Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2012. Elektronik Kaynaklar http://ad-hoc.nedir.org/ https://antlasmalar.com/ http://aygunhoca.com/ 386 Uluslararası Ceza Mahkemesinin Saldırı Suçu Üzerindeki Yargı Yetkisi https://www.bbc.com/turkce/ https://m.bianet.org/ http://dergipark.gov.tr/download/article-file/417836 https://encyclopedia.ushmm.org/ https://www.icc-cpi.int/ http://www.icty.org/ https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/ http://www.tarihiolaylar.com/ https://tr.m.wikipedia.org/ http://www.wikiwand.com/tr/ 387 F - Eğitim Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere Göre Belirlenmesi Dr. Ebru ARAÇ ILGAR Bozok Üniversitesi Dr. Bekir Barış CIHAN Bozok Üniversitesi Emre MERMERKAYA Bozok Üniversitesi Özet: Bu araştırma Ankara ili merkez ilçesinde bulunan özel okullarda görev yapan beden eğitimi ve diğer branş öğretmenlerinin öğretmen liderlik rollerine ilişkin algı düzeylerinin çeşitli değişkenlere göre belirlenmesi amaçlanmıştır. Veri toplama aracı olarak Beycioğlu ve Aslan (2010) tarafından geliştirilen “Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeği” nin algı düzeyi belirleme boyutu kullanılmıştır. Ölçek 25 maddeden oluşan 5 yanıt kategorili Likert türündedir. Ölçek kurumsal gelişme, mesleki gelişim ve meslektaşlarla işbirliği alt boyutlarından oluşmaktadır. Ölçeğin geçerlik çalışması için yapılan doğrulayıcı faktör analizi sonuçları incelendiğinde Ki- kare istatistiğinin serbestlik derecesine oranının (  =660.46, sd=272) üçten 2 küçük; RMSEA değerinin 0.074 ile 0.08’in altında; TLI değerinin 0.82, CFI değerinin 0.84, GFI değerinin 0.93 ile 0.80’in üzerinde olduğu görülmektedir. Dolayısıyla Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeği’nin algı boyutunun üç faktörlü yapısının için iyi bir uyuma sahip olduğu ortaya konmuştur. Ölçeğin Cronbach alpha katsayısı ölçeğin tamamı için 0.86; kurumsal gelişim alt boyutu için 0.77; mesleki gelişim alt boyutu için 0.82 ve meslektaşlarla iş birliği alt boyutu için 0.70 olarak hesaplanmıştır. Araştırma sorularına ilişkin bulgular incelendiğinde cinsiyet, medeni durum, branş değişkenlerine göre öğretmenlerin liderlik algıları arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Diğer bir ifade ile beden eğitimi öğretmenleri ile diğer branş öğretmenlerinin öğretmen liderliğine ilişkin algıları arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Öte yandan yaş ve kıdem değişkenlerine göre öğretmenlerin liderlik algıları arasında anlamlı bir farklılık tespit edilmiştir. Buna göre 6-10 yıl arası görev yapan öğretmenlerin öğretmen liderliğine ilişkin meslektaşlarla iş birliği ve kurumsal gelişim algı düzeylerinin 1-5 yıl arası kıdeme sahip öğretmenlerden anlamlı derecede yüksek olduğu görülmüştür. Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA Ayrıca, 31-39 yaş aralığındaki öğretmenlerin kurumsal gelişim boyutuna dair algı düzeyleri 22-30 yaş arası öğretmenlerin algı düzeylerinden anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Anahtar Kelime: Öğretmen Liderliği, Beden Eğitimi Öğretmeni, Öğretmen Determining the Leadership Perceptions of Physical Education and Other Branch Teachers with Respect to Various Factors Abstract: The aim of this study is to determine the leadership perceptions of physical education and other branch teachers, who work at private schools in central districts of Ankara with respect to certain variables. Perception level determination, which is a sub-dimension of “Perception and Expectation Determination Scale towards Teacher Leadership” (developed by Beycioğlu and Aslan, 2010), was utilized as the data collection tool. This is a likert scale comprising of 25 question with 5 options. The scale consists of three sub-dimensions, of which names are organizational development. Professional development and collaboration among colleagues. When the results of factor analysis, which had been for validity control, were examined, it was observed that the ratio of chi-square statistic to the degree of freedom (ꭓ²=660.46, dof=272) was found to be less than 3, RMSEA was less than 0.08 with a value of 0.074, TLI was 0.82, CFI was 0.84 and GFI was 0.93, which was higher than 0.80. Therefore, it is evident that Perception and Expectation Determination Scale towards Teacher Leadership is suitable for examination of the perception level’s three-factor structure. The Cronbach-alpha coefficient of the whole scale was 0.86; for the organizational development sub-dimension it was 0.77, for the professional development sub-dimension it was 0.82 and for the inter-colleague collaboration sub-dimension it was 0.70. When the findings about questionnaire was examined, there was no signification difference between the perception levels of teachers with respect to gender, marital status and branch variables. In other words, there was no significant difference between the perception levels of physical education and other branch teachers. On the other hand, there was a signification difference between the perception levels of teachers with respect to age and seniority variables. According to this, organization development and inter-colleague collaboration perception levels of the teachers with 6-10 years of tenure were found to be significantly higher than that of teachers with 1-5 years of tenure. Moreover, organization development perception levels of the teachers that are age of 31-39 were observed to be higher than that of teachers, who are age of 22-30. Keywords: Teacher Leadership, Physical Education Teacher, Teacher 392 Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere… 1. GİRİŞ Liderliğin nasıl tanımlandığı ile ilgili ulusal ve uluslararası alan yazın incelendiğinde liderliğin birbirinden farklı özelliklere vurgu yapan birden fazla tanımının olduğu dikkat çekmektedir. Türk Dil Kurumuna (TDK, 2018) göre lider; önder, bir toplumun bir kuruluşun tutum, davranış ve eylemlerini en üst düzeyde değiştirip yönetme yeteneği gösteren kimse olarak tanımlanırken, liderlik; liderin görevi şeklinde açıklanmıştır. Gürüz (2006) liderliği bir topluluğun üyelerini belirli bir amaç ve hedef doğrultusunda bir araya getirerek gerekli bilişsel, duygusal ve eylemsel birlikteliği sağlama misyonunu üstlenen kişi olarak tanımlamakta ve liderliği oluşturan ön önemli özelliğin çevresindeki insanları belirli bir amaç doğrultusunda ortak çaba sergilemeye odaklama olarak belirtmektedir. Aydın (2007) ise liderliğin bir grup üzerinde kontrol gücüne sahip olma, grup sürecinden ve deneyiminden doyum sağlama özelliğine vurgu yapmaktadır. Bursalıoğlu (2008) bu tanımların kapsamını biraz daha genişleterek, liderliğin grubun yaşantılarını değerlendirip düzenleyebilen ve bu değerlendirmeler doğrultusunda grubun bunları yerine getirebilme gücünü kullanabilme özelliğine vurgu yapmış, liderin yeni bir toplum yapısı yaratabilme, bu yeni yapıya yön verebilme, bu yapının kendine özgü özellikler geliştirebilmesine dikkat çekmiştir. Bursalıoğlu’nun tanımında altı çizilen unsur; liderin başarı, yenilik ve dengeyi bağdaştırarak gerektiğinde var olan kalıplarının dışına çıkabilme ve yeni bir yapı yaratabilmesidir. Küreselleşen dünyada değişen dünya ve ihtiyaçlara paralel olarak etkili bir liderin yaratması gereken yeni yapıların tarihsel süreç içinde değişime uğraması oldukça anlaşılır bir durumdur. Bu değişim sürecinde okulların ve öğretmenlerin liderlik tarzlarının sürecin dışında kalması mümkün olmamış (Beycioğlu, 2009, 2010) ve öğretmen liderliğine yönelik rollerin yer aldığı yeni yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Öğretmen liderliği denilince akıllara ilk olarak okul yöneticileri gelmesine rağmen eğitim öğretimde liderlik kavramı ile sadece okul yöneticileri değil, eğitim öğretime öncülük yapan öğretmenler de kastedilmektedir (Bakioğlu ve Hesapçıoğlu 1997, 1998; Güllü ve Arslan, 2009). Öğretmen liderliğinin hangi temel bileşenlerden oluştuğuna ilişkin yukarıda özetlenen yaklaşımların altını çizdiği temel bileşenlerle tutarlı olarak, Harris ve Muijs (2008) öğretmen liderliğinin kuramsal gelişim, mesleki gelişim ve meslektaşlarla iş birliği alt boyutlarını içerdiğini belirtmiştir. Mesleki gelişim boyutunda öğretmenler içinde bulundukları kurumu geliştirmek için oluşturulmuş bir misyonu sınıflarına yansıtacak davranışları sergilerler. Mesleki gelişim öğretmenlerin etkin tutumlarıyla ilgilidir. Öğretmenler kendilerini okulun, öğrencilerin, meslektaşlarının gelişimi doğrultusunda gerçekleşen, çağa uygun 393 Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA yenilik ve değişimlerin bir parçası olarak görürler. Bu parçanın bir gerekliliği olarak da hem mesleki hem de kişisel olarak kendilerini geliştirecek davranışlar sergilerler. Bu amaç doğrultusunda mesleki gelişimlerine yönelik olarak gerektiğinde yardımcı kaynaklara veya alanında uzmanlaşmış öğretim üyelerine yönelerek dış destek almaya açıktırlar. Son ve en önemli boyut olan meslektaşlarla iş birliği ve meslektaşlarla yakın ilişkiler kurma boyutunda, tecrübelerini aktarmak ve onlardan bir şeyler öğrenebilmek, kurumun ortak hedeflerine ulaşabilmek için meslektaşları ile işteş öğrenme yoluyla ilişkileri ilerletecek davranışlar sergilemeleri gerekir. Öğretmenlerin eğitim öğretim sürecinde müfredat ve kazanımlar hakkında kritik kararlar vererek liderlik rollerini oynadıkları görülmektedir (Can, 2006; Can, 2009). Öğretmenlik mesleği branşlara ayrılmış olsa da öğretmenlerde genel düşünce genç nesillere, gruplara ve toplumlara karşı sorumlulukları ve bilgi birikimlerini aktararak onlara liderlik yapmayı içerir (Can, 2002). Alan yazında öğretmen liderlik stillerinin branşlara göre farklılık gösterip göstermediğine yönelik yürütülmüş olan araştırma bulguları farklılıklardan daha çok benzer liderlik stillerinin sergilendiğine işaret etmektedir. Örneğin, Hasançebioğlu (2002) yaptığı araştırmada ortaöğretimde çalışan farklı branştaki öğretmenlerin sahip oldukları branştan bağımsız olarak yarı demokratik liderlik stiline sahip olduklarını bulmuştur. Hasançebioğlu’nun (2002) yapmış olduğu bu araştırmanın bulguları farklı eğitim düzeylerinde çalışan müzik öğretmenleri ile yürütülmüş olan araştırma bulguları ile de desteklenmiş, ilköğretim ve ortaöğretimde çalışan müzik öğretmenlerinin sınıfta ağırlıklı olarak yarı demokratik liderlik stilli sergiledikleri bulunmuştu (Deniz ve Seçgel, 2006). Müzik öğretmenlerinin liderlik stilleri). Beden eğitimi öğretmenleri ile yürütülmüş olan bir başka araştırma da ortak sonuçlara işaret etmiş, beden eğitimi öğretmenlerinin sınıfta ağırlıklı olarak yarı demokratik liderlik sitilini sergilediklerini göstermiştir. Bu bulgu öğretmenlerin cinsiyetlerine, hizmet yıllarına, eğitim düzeylerine, okul düzeylerine ve okullarındaki öğrenci sayılarına göre farklılık göstermemiştir (Güllü ve Arslan, 2009). Bütün bu araştırma bulguları öğretmenlerin liderlik stillerinin branşlara göre farklılık göstermediğine, farklı branşlara sahip olsalar da farklı okul düzeylerinde çalışsalar da yarı demokratik liderlik stiline sahip olduklarına işaret etmektedir. Sonuç olarak öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algılarını ortaya çıkarmayı amaçlayan bir çalışma yapılmasının öğretmen liderliği tartışmalarına ve eğitim liderliği alan yazına liderlik kavramının gündeme alınması ve uygulamaları konularında katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu amaç doğrultusunda aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır: Öğretmenlerinin liderlik algı düzeyleri; 394 Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere… • Cinsiyet • Medeni durum • Branş • Yaş • Kıdem değişkenlerine göre farklılık göstermekte midir? 2. YÖNTEM 2.1. Araştırma Modeli Bu çalışmada öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algılarının çeşitli değişkenlerle ilişkisinin belirlenmesi amaçlandığından araştırma tarama türündedir. Tarama araştırmalarında bir grubun belirli özelliklerini belirlemek veya var olan durumu olduğu gibi ortaya koymak amaçlanmaktadır (Büyüköztürk, 2017). 2.2. Çalışma Grubu Araştırmanın çalışma grubu 2016-2017 yılında görev yapan 261 öğretmenden oluşmaktadır. Çalışma grubunun demografik özelliklerine ilişkin frekans ve yüzde değerleri Tablo 1’de verilmiştir. Tablo 1. Çalışma Grubunun Frekans ve Yüzde Dağılımı Değişken Grup F Kadın 160 Erkek 101 Cinsiyet Toplam 261 Bekar 136 Medeni Durum Evli 122 Toplam 258 Diğer 221 Branş Beden Eğitimi 40 Toplam 261 22-30 149 31-39 88 Yaş 40 ve üzeri 24 Toplam 261 Kıdem 1-5 173 6-10 51 11-15 21 16 ve üzeri 16 Toplam 261 395 % 61.3 38.7 100.0 52.7 47.3 100.0 84.7 15.3 100.0 57.1 33.7 9.2 100.0 66.3 19.5 8.1 6.1 100.0 Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA Çalışma grubunun yaklaşık %61’inin kadın; %53’ünün bekar; %15’inin beden eğitimi öğretmeni, %57’sinin 22-30 yaş aralığında ve %66’sının öğretmenlikte ilk 5 yılında olduğu görülmektedir. 2.3. Veri Toplama Aracı Araştırmanın verileri Beycioğlu ve Aslan (2010) tarafından geliştirilen Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeği-ÖLAB’nin “algı” boyutu ile toplanmıştır. Ölçekte öğretmenlerin liderlik algıları “Kurumsal gelişme”, “Meslekî Gelişim” ve “Meslektaşlarla iş birliği” boyutları temel alınarak ölçülmüştür. Ölçek, “Kurumsal gelişme” alt boyutunda 9; “Mesleki gelişim” alt boyutunda 11 ve “Meslektaşlarla iş birliği” alt boyutunda 5 olmak üzere toplam 25 maddeden oluşmaktadır. Ölçek, tepki kategorileri Her zaman (5), Sık sık (4), Bazen (3), Nadiren (2) ve Hiçbir zaman (1) aralığında olan Likert türünde bir ölçektir. Ölçekten alınabilecek en düşük puan 25; en yüksek puan 125’tir. Ölçek puanlarının yüksekliği öğretmenlerin liderlik algılarının olumlu yönde olduğu şeklinde yorumlanmaktadır. Beycioğlu ve Aslan (2010) tarafından yapılan geçerlik ve güvenirlik çalışmasında ölçeğin açıkladığı toplam varyans % 57.23; Cronbach Alpha iç tutarlık katsayısı ise 0.95 olarak hesaplanmıştır. 2.4. Verilerin Analizi Verilerin analizinde öncelikle veri seti kayıp değer ve uç değer barındırma durumu açısından incelenmiştir. Daha sonra veri toplama aracının bu örneklem için de geçerli ve güvenilir olup olmadığını belirlemek için geçerlik ve güvenirlik analizleri tekrarlanmıştır. Buna göre geçerlik kanıtı oluşturması için yapılan doğrulayıcı faktör analizi sonuçları incelendiğinde Ki-kare istatistiğinin serbestlik 2 derecesine oranının (  = 660.46, sd = 272) üçten küçük; RMSEA değerinin 0.074 ile 0.08’in altında; TLI değerinin 0.82, CFI değerinin 0.84, GFI değerinin 0.93 ile 0.80’in üzerinde olduğu bulunmuştur. Dolayısıyla Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeği’nin algı boyutunun üç faktörlü yapısının iyi bir uyuma sahip olduğu ortaya konmuştur. Ölçeğin güvenirliği için madde toplam korelasyonları ve Cronbach alpha katsayısı incelenmiştir. Buna göre, madde toplam korelasyonları 0.30 ile 0.53 arasında ve Cronbach alpha katsayısı ölçeğin tamamı için 0.86; kurumsal gelişim alt boyutu için 0.77; mesleki gelişim alt boyutu için 0.82 ve meslektaşlarla iş birliği alt boyutu için 0.70 olarak hesaplanmıştır. Ölçeğin madde toplam korelasyonlarının 0.25’in üzerinde ve pozitif; iç tutarlık katsayısının 0.70 ve üstü olması ölçeğin güvenilir olduğunun bir göstergesidir (Kalaycı, 2010). 396 Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere… Bağımsız değişkenlerin bağımlı değişkenler üzerindeki etkisinin incelendiği araştırma soruları için parametrik test varsayımlarının sağlandığı durumlarda bağımsız gruplar t testi, varyans analizi; parametrik test varsayımlarının sağlanmadığı durumlarda Mann Whitney U testi ve Kruskal Wallis-H testi kullanılmıştır. Tüm analizlerde anlamlılık düzeyi 0.05 olarak belirlenmiştir. Verilerin analizi aşamasında betimsel istatistiklerin hesaplanmasında, parametrik ve parametrik olmayan testlerde SPSS 20 programları kullanılmıştır. Doğrulayıcı faktör analizi Lisrel 8.4 ile yapılmıştır. 3. BULGULAR VE YORUM Tablo 2’de öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algı düzeylerinin cinsiyete göre t testi sonuçları verilmiştir. Tablo 2. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının Cinsiyete Göre t Testi Sonuçları Boyut Kurumsal Gelişme Mesleki Gelişim Meslektaşlarla İşbirliği Cinsiyet N X Ss. Sd. t p Kadın 160 32.61 5.4 259 -0.816 0.415 Erkek 101 33.16 5.1 Kadın 160 42.63 6.3 259 0.136 0.892 Erkek 101 42.52 6.8 Kadın 160 18.68 3.3 259 -0.376 0.707 Erkek 101 18.84 3.3 *p<.05 Tablo 2’ye göre erkek ve kadın öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine ilişkin kurumsal gelişme, mesleki gelişim ve meslektaşlarla işbirliği alt boyut puan ortalamalarının birbirine oldukça yakın olduğu görülmektedir. T testi sonuçlarına göre de ortalamalar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (t(259)kurumsal_gelişme = 0.816; t(259)mesleki_gelişim = 0.136; t(259)meslektaşlarla_işbirliği = -0.379, p > 0.05). Bu bulgu öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine yönelik algılarının cinsiyete göre değişmediğini göstermektedir. Tablo 3’de öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algı düzeylerinin medine durumlarına göre t testi sonuçları verilmiştir. 397 Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA Tablo 3. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının Medeni Durumlarına Göre t Testi Sonuçları Boyut Medeni Durum N X Ss. Sd. t p 256 -1.048 0.296 256 -0.099 0.892 256 -1.443 0.922 Kurumsal Gelişme Bekar 136 32.50 5.5 Evli 122 33.20 5.1 Mesleki Gelişim Bekar 136 42.55 6.6 Evli 122 42.63 6.3 136 18.43 3.3 122 19.03 3.2 Meslektaşlarla Bekar İşbirliği Evli *p<.05 Tablo 3’e göre evli öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine ilişkin kurumsal gelişme ve meslektaşlarla iş birliği alt boyutu puan ortalamalarının bekar öğretmenlerden yüksek olduğu görülmektedir. Ancak ortalamalar arasındaki bu farklılığın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı bulunmuştur; (t (256)kurumsal_gelişme = 1.048; t(256)mesleki_gelişim = -0.099; t(256)meslektaşlarla_işbirliği = -1.443, p > 0.05). Bu bulgu öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine yönelik algılarının medeni durumlarına göre değişmediğini göstermektedir. Tablo 4. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının Branşlarına Göre t Testi Sonuçları Boyut Kurumsal Gelişme Mesleki Gelişim Meslektaşlarla İşbirliği Branş N X Ss. Sd. t p Diğer 221 32.83 5.4 259 0.067 0.946 Beden E. 40 32.77 5.1 Diğer 221 42.64 6.7 259 0.283 0.777 Beden E. 40 42.32 5.4 Diğer 221 18.78 3.4 259 0.447 0.655 Beden E. 40 18.52 2.8 *p<.05 Tablo 4’e göre Beden eğitimi ve diğer branş öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine ilişkin kurumsal gelişme, mesleki gelişim ve meslektaşlarla 398 Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere… iş birliği alt boyut puan ortalamalarının birbirine oldukça yakın olduğu görülmektedir. T testi sonuçları incelendiğinde de ortalamalar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (t(259)kurumsal_gelişme = 0.067; t(259)mesleki_gelişim = 0.283; t(259)meslektaşlarla_işbirliği = -0.447. p > 0.05). Bu bulgu öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine yönelik algılarının branşlarına göre değişmediğini göstermektedir. Tablo 5. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının Yaş Değişkenine Göre Kruskal Wallis Testi Sonuçları Yaş 22-30 31-39 40 ve üzeri 22-30 Mesleki Gelişim 31-39 40 ve üzeri 22-30 Meslektaşlarla 31-39 İşbirliği 40 ve üzeri Kurumsal Gelişme n X Ss. Sıra İkili K. sd  2 p Ortalaması (MW-U) 120.23 2 7.161 0.028* 22-30 ile 146.30 31-39 141.75 149 32.21 88 33.80 5.7 4.6 24 33.04 5.1 149 42.30 88 43.27 6.5 6.6 126.74 141.29 24 5.8 119.69 149 18.36 3.4 88 19.15 3.29 122.48 140.42 24 149.33 41.91 19.54 2.9 2 4.723 0.094 2 2.655 0.265 *p<.05 Tablo 5’e göre öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerine ilişkin algılarının kurumsal gelişme alt boyutu sıra ortalamalarının yaş düzeylerine göre istatistiksel olarak anlamlı farklılaştığı görülmektedir (  2 (sd = 2, n = 261) = 7.161; p < 0.05). Kurumsal gelişme sıra ortalamalarının hangi yaş grubunda farklılaştığı Mann Whitney U testi ile incelenmiştir. Buna göre “31-39” yaş grubundaki öğretmenlerin kurumsal gelişme puanı sıra ortalamalarının (146.30); “22-30” yaş grubu öğretmenlerin sıra ortalamalarından (120.23) anlamlı derecede yüksek olduğu bulunmuştur (U = 5266.000, p < 0.05). Dolayısıyla, “31-39” yaş grubu öğretmenlerin öğretmen liderlik rollerinin kurumsal gelişme boyutuna ilişkin algılarının daha genç öğretmenlerden yüksek olduğu söylenebilir. Öte yandan, öğretmenlerin mesleki gelişme ve meslektaşlarla işbirliği alt boyutlarına ilişkin algıları yaş düzeylerine göre anlamlı olarak değişmemektedir; (  2 (sd = 2, n = 261) = 4.723;  2 (sd = 2, n = 261) = 2.655 p > 0.05). 399 Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA Tablo 6. Öğretmenlerin Liderlik Rollerine İlişkin Algılarının Kıdem Değişkenine Göre Varyans Analizi Sonuçları Ölçek Grup N Kurumsal Gelişme Mesleki Gelişim Ort. Ss. 1-5 173 32.15 5.5 5-10 51 34.43 5.4 11-15 21 34.09 4.2 15 ve üstü 16 33.37 4.8 1-5 173 42.18 6.2 5-10 51 43.86 7.2 11-15 21 42.90 6.5 15 veüstü 16 42.62 6.9 173 18.29 3.3 51 19.76 3.6 11-15 21 19.52 3.4 15 veüstü 16 19.31 2.7 Meslektaşlarla 1-5 İşbirliği 5-10 F p 2.963 .033* .895 İkili Karşılaştırma (LSD) 1-5 ve 6-10 .444 3.229 .023* 1-5 ve 6-10 Tablo 6 incelendiğinde öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algılarının kurumsal gelişme ve meslektaşlarla işbirliği alt boyutu sıra ortalamalarının kıdem düzeylerine göre istatistiksel olarak anlamlı farklılaştığı görülmektedir (F(3,257) = 2.963, F(3,257) = 3.229, p < 0.05). Ortalamalar arasındaki farkın hangi kıdem grupları arasında olduğunun incelendiği Post Hoc ikili karşılaştırma testi sonuçlarına göre, “5-10” yıl arası kıdeme sahip öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin kurumsal gelişme ve meslektaşlarla işbirliği boyutu algı puanı ortalamalarının ( X kurumsalgelişme = 34.43; X meslektaşlarlaişbirliği = 19.76), “1-5” yıl arası kıdeme sahip öğretmenlerin puan ortalamalarından ( X kurumsalgelişme = 32.15; X meslektaşlarlaişbirliği = 18.29) anlamlı derecede yüksek olduğu görülmüştür. Öte yandan mesleki gelişim puan ortalamaları kıdem değişkenine göre istatistiksel olarak anlamlı farklılaşmamıştır; (F (3,257) = 0.895, p > 0.05). 400 Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere… 4. TARIŞMA VE SONUÇ Ankara’da özel okullarda görev yapmakta olan beden eğitimi ve diğer branş öğretmenlerinin sergiledikleri liderlik rollerinin ve bu rollere ilişkin algılarının çeşitli değişkenler ile olan ilişkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda ilk olarak Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeğinin (Beycioğlu ve Aslan, 2010; Sezer ve Kahraman, 2018) algı boyutunun üç faktörlü yapısı incelenmiştir. Uygulanmış olan doğrulayıcı faktör analizi sonucunda elde edilmiş olan uyum indeksleri ölçeğin kurumsal gelişim, mesleki gelişim ve meslektaşlarla iş birliği olmak üzere üç faktörlü yapısını desteklemiştir. Araştırma sorularına ilişkin bulgular incelendiğinde cinsiyet, medeni durum, branş değişkenlerine göre öğretmenlerin liderlik algıları arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Diğer bir ifade lisede görev yapan beden eğitimi öğretmenleri ile diğer branş öğretmenlerinin öğretmen liderliğine ilişkin algıları arasında anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Bu bulgular, lisede görev yapan öğretmenlerin yaş, medeni durum ve öğretim yaptıkları branştan bağımsız olarak benzer liderlik algıları sergilediği söylenebilir. Liderliğe ilişkin rollerin cinsiyete göre farklılaşıp farklılaşmadığını inceleyen alan yazın çalışmaları, bu araştırmadan elde edilen bulgularla tutarlı bir şekilde öğretmen liderliği davranışlarının algılanma derecesinin cinsiyete göre değişiklik göstermediğine işaret etmiştir (Memişoğlu ve Çakır, 2015; Yiğit, Doğan ve Uğurlu, 2013). Öğretmenlerin liderlik rollerine ilişkin algıları üzerinde cinsiyetin anlamlı bir etkisinin olmadığına işaret eden araştırma bulgularına ek olarak daha önceki araştırma bulguları sergilenen liderlik davranışlarının branşlar arasında da farklılık göstermediği gözlenmiştir (Beycioğlu ve Aslan, 2012). Örneğin, Hasançebioğlu (2002) yaptığı araştırmada ortaöğretimde çalışan faklı branştaki öğretmenlerin, branşlarından bağımsız olarak ağırlıklı olarak yarı demokratik liderlik stiline sahip olduklarını bulmuştur. Benzer olarak da beden eğitim öğretmenleri ile yapılan bir araştırmada da ortak sonuçlara ulaşılmış, beden eğitim öğretmenlerinin yarı demokratik liderlik stiline sahip oldukları, sergilenen liderlik stillerinin öğretmenlerin cinsiyetlerine, hizmet yıllarına, eğitim düzeylerine, okul düzeylerine ve okullarındaki öğrenci sayılarına göre farklılık göstermediği bulunmuştur (Güllü ve Arslan, 2009). Araştırmamızda öğretmenlerin liderlik algılarının yaş ve hizmette geçirilen yıla göre değişiklik gösterdiğini ortaya çıkmaktadır. Analiz sonuçları, 6-10 yıl arası görev yapan öğretmenlerin öğretmen liderliğine ilişkin meslektaşlarla iş birliği ve kurumsal gelişim algı düzeylerinin 1-5 yıl arası kıdeme sahip öğretmenlerden anlamlı derecede yüksek olduğu görülmüştür. Ayrıca, 31-39 yaş aralığındaki öğretmenlerin kurumsal gelişim boyutuna dair algı düzeyleri 22-30 yaş arası öğretmenlerin algı düzeylerinden anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Kıdemle birlikte ortaya çıkan 401 Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA bu farklılık, hizmet yılı 6-10 arasında değişen öğretmenlerin meslekte daha yeni olan öğretmenlerle karşılaştırıldığında meslektaşlarla işbirliği ve kuramsal gelişim liderlik rolü boyutlarında daha yüksek puan alması, öğretmenlerin meslekte kazanılan deneyimle birlikte meslektaşlarla yakın ilişkiler kurmak, deneyimlerini onlarla paylaşmak ve karşılıklı öğrenme yoluyla bu ilişkileri ilerletmek, kendilerini okullarındaki gelişimin aktif bir parçası olarak görmek ve kurumlarını daha iyiye götürmek için aktif bir çaba içinde olmak gibi liderlik rollerini daha fazla yerine getirdikleri düşünülmektedir . Bu bulgular öğretmen liderliğinin meslekte geçirilen yıl ve birikimle paralel olarak olgunlaşmaya ve deneyime dayalı bir gelişimsel süreç geçirdiğini, statik bir yapısı olmasından çok dinamik bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Öğretmenlik liderlik rollerinin gelişime dayalı bu dinamik yapısı okul yöneticilerinin meslekte daha kıdemli ve deneyimli olan öğretmenlerin daha genç öğretmenlerle bir araya gelerek deneyimlerini onlarla paylaşmalarına izin verecek, liderlik stillerini geliştirici bir okul iklimi oluşturmalarının önemine işaret etmektedir. Bu durumun kurumsal gelişime ve eğitim öğretimin kalitesinin artmasına katkı sağlayacağı düşünülmektedir (). Bu tartışmalarla tutarlı olarak, öğretmen liderliğine yönelik yürütülmüş olan araştırma bulguları, okullarda lider üye etkileşimi niteliğinde olan öğretmen liderliği davranışlarının okuldaki öğretmenlerin etkililiğini artırdığı, okula ve mesleklerine yönelik aitlik duygularını güçlendirdiği, bu yolla etkili okula hizmet ettiğine işaret etmektedir (Ngang, Abdullah ve Mey, 2010; Yiğit, Doğan ve Uğurlu, 2013). Sonuç olarak yürütülmüş olan bu araştırma Öğretmen Liderliğine İlişkin Algı ve Beklenti Belirleme Ölçeğinin (Beycioğlu ve Aslan, 2010; Beycioğlu ve Aslan, 2012) algı boyutunun üç faktörlü yapısını desteklemiştir. Öğretmen liderlik algılarının cinsiyet, medeni durum ve branş gibi faktörlerden etkilenmediğini ancak meslekte geçirilen kıdemin ve yaşın meslektaşlarla iş birliği ve kurumsal gelişim algı düzeylerinde anlamlı bir fark yarattığına işaret etmiştir. Öğretmen liderliğinin deneyimle olgunlaşan dinamik yapısına ilişkin bu bulgu doğrultusunda okul yöneticilerinin meslekte daha genç olan öğretmenlerin liderliğe ilişkin rollerinin çeşitlenmesi ve şekillenmesine olanak verecek şekilde uygun ortam yaratmasının, farklı kıdem düzendeki öğretmenlerin birlikte çalışmalarına fırsat verecek projelerin hayata geçirilmesinin faydalı olacağı düşünülmektedir. 402 Beden Eğitimi ve Diğer Branş Öğretmenlerinin Liderlik Algılarının Çeşitli Değişkenlere… KAYNAKLAR Aydın, M. (2007). Çağdaş eğitim denetimi (5. basım). Ankara: Hatipoğlu. Bakioğlu, A. (1998). “Lider öğretmen”. M. Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 10, 11-19. Bakioğlu, A. & Hesapçıoğlu, M. (1997) Düşünmeyi öğretmekte Öğretmen ve Okul Yöneticisinin Rolü: Düşünmek. M.Ü. Eğitim Bilimleri Dergisi, 9, 49-78. Beycioğlu, K., & Aslan, M. (2010). Okul gelişiminde temel dinamik olarak değişim ve yenileşme: Okul yöneticileri ve öğretmenlerin rolleri. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 7(1), 153-173. Beycioğlu, K., & Aslan, B. (2012). Öğretmen ve yöneticilerin öğretmen liderliğine ilişkin görüşleri: Bir karma yöntem çalışması. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, 2(2), 191-223. Beycioğlu, K. (2009). İlköğretim okullarında öğretmenlerin sergiledikleri liderlik rollerine ilişkin bir değerlendirme (Hatay ili örneği). Yayınlanmamış Doktora Tezi. İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Beycioğlu K. (2010). Improving schools through teacher leadership [Öğretmen liderliği ile okulları geliştirmek]. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, 16 (2), 301-303. Bursalıoğlu, Z. (2008). Okul yönetiminde yeni yapı ve davranış. Ankara: Pegem A. Büyüköztürk, Ş. (2007), Sosyal Bilimler için Veri Analizi El Kitabı, Ankara: Pegem A Yayıncılık. İlköğretim Online, 7(1). Can, S. (2002). Resmî ve Özel Okullardaki Okul yöneticileri ve beden eğitimi öğretmenlerinin liderlik davranışı yönünden karşılaştırılması. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Can, N. (2006). Öğretmen liderliğinin geliştirilmesinde müdürün rol ve stratejileri. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 21(2), 349363. Can N. (2009), Öğretmenlerin sınıfta ve okulda liderlik davranışları. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8(2), 385-399. Deniz, J., & Seçgel, N. (2006). Müzik öğretmenlerinin liderlik stilleri. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 24, 41-58. Güllü, M., & Arslan, C. (2009). Beden Eğitimi Öğretmenlerinin Liderlik Stilleri. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(11), 353-368. 403 Ebru ARAÇ ILGAR – Bekir Barış CİHAN – Emre MERMERKAYA Gürüz, D. (2006). Yönetim ve organizasyon: Bireyden örgüte, fikirden eyleme. Nobel Yayınları. Hasançebioğlu, T. (2002). Öğretmenlerin liderlik stilleri bilgisayar tutumları ve aralarındaki ilişkilerin incelenmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Istanbul: Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü. Harris, A., & Muijs, D. (2008). Teacher leadership: A review of research. http://forms.ncsl.org.uk/mediastore/image2/randd-teacher-leadershipfull.pdf 05.05.2008’de alındı. Kalaycı, Ş. (2010). SPSS uygulamalı çok değişkenli istatistik teknikleri (Vol. 5). Ankara, Turkey: Asil Yayın Dağıtım. Memı̇ şoğlu, S. P., & Çakır, M. (2015). Öğretmenlerin Liderlik Stilleri İle Sınıf İçi Öğretmen Davranışları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi. Electronic Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 10(15), 633-648. Ngang, T. K., Abdullah, Z., & Mey, S. C. (2010). Maldivler temel eğitim okullarında öğretmen liderliği ve okul etkililiği. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, (39), 255-270. Sezer, G. O., & Kahraman, P. B. (2018). Öğretmen Adaylarının Liderlik Yönelimlerinin Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi. Kastamonu Eğitim Dergisi, 26(5), 1551-1560. Türkçe Sözlük I-II, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 2018. Yiğit, Y., Doğan, S., & Uğurlu, C. (2013). Öğretmenlerin öğretmen liderliği davranışlarına ilişkin görüşleri. Cumhuriyet Uluslararası Eğitim Dergisi, 2(2), 93-105. 404 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma Dr. Öğret. Üys. Salih GÜLEN Muş Alparslan Üniversitesi Prof. Dr Nasip DEMİRKUŞ Yüzüncü Yıl Üniversitesi Özet: Sanal materyal, hızla ilerleyen teknolojik gelişmelere paralel olarak kavram eğitimine yönelik ortaya çıkmıştır. Ulaşımı zor, elde edilemeyen veya tehlike arz eden kavramların öğretiminde kullanılan dijital materyallerdir. Bu araştırmanın temel amacı web sayfası sanal materyali geliştirmede kullanılabilecek, en çok tercih edilen arka plan rengi, yazı rengi ve yazı puntosunu belirlemektir. Araştırmada karma yöntem tercih edilmiştir. Yöntemin nicel kısmında kesitsel tarama modeli kullanılmıştır. Yöntemin nitel kısmında görüşme yapılmıştır. Araştırmada rastgele örneklem yöntemi kullanılarak 206 gönüllü öğrenci ile veriler toplanmıştır. Araştırma Tekirdağ ili Marmaraereğlisi ilçesindeki bir devlet ortaokulunda gerçekleştirilmiştir. Ayrıca beş öğrenci ile yüz yüze görüşme yapılmıştır. Nicel veriler, iki aşamada uygulanan anket ile toplanmıştır. Nitel veriler ise görüşme kayıtları ile elde edilmiştir. Tüm verilerin analizinde Microsoft Office Excel paket programı kullanılmıştır. Nicel verileri yüzde (%) ve frekans (f) değerleri ile nitel veriler ise içerik analizi ile yorumlanmıştır. Araştırmanın ön çalışmasında en çok tercih edilen ilk üç arka plan rengi, yazı rengi ve yazı puntosu kombinasyonuna göre 18 adet örnek web sayfası sanal materyali sayfası hazırlanmıştır. Hazırlanan bu sayfalar teker teker katılımcılara gösterilmiş ve ellerindeki anketi sayfaya göre doldurmaları istenmiştir. Katılımcıların anket değerlerine göre 9 numara ile hazırlanmış olan sayfa (f:77) % 47.23 oranla en çok tercih edilen sayfa uyumu olarak belirlenmiştir. Buna göre en çok tercih edilen sanal materyal web sayfası, arka plan rengi kayrak grisi, yazı rengi sarı ve yazı puntosu 24 olarak belirlenmiştir. Görüşme verilerinin analizi sonucu katılımcılara gösterilen örnek sayfalar içerisinde kayrak renginin sarı renkli yazılar ile uyum gösterdiği ve 24 puntonun ideal yazı büyüklüğü olduğu belirlenmiştir. Araştırma sonuçları doğrultusunda önerilerde bulunulmuştur. Anahtar Kavramlar: Kavram eğitimi, Web sayfası, sanal materyali, Renk uyumu, Yazı puntosu Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ A Study on the Design of Virtual Course Materials Abstract: Virtual material has emerged for concept education in parallel with rapidly developing technological developments. Virtual materials used in the teaching of concepts that are difficult to reach, unacceptable or dangerous. The main purpose of this research is to determine the most preferred background color, text color and font size which can be used in virtual material development. Mixed method was preferred in the study. In the quantitative part of the method, cross-sectional scanning model was used. The qualitative part of the method was interviewed. The data were collected by using 206 randomized students using random sampling method. The study was carried out in a state secondary school in the Marmaraereğlisi district of Tekirdağ province. In addition, five students were interviewed face to face. Quantitative data were collected by a questionnaire applied in two stages. Qualitative data were obtained through interview records. Microsoft Office Excel package program was used to analyze all data. Quantitative data was interpreted by percentage (%) and frequency (f) values and qualitative data were analyzed by content analysis. In the preliminary study, 18 sample virtual material pages were prepared according to the three most preferred background colors, text color and font size. These pages were shown to the participant’s one by one and were asked to fill in the questionnaire according to the page. According to the questionnaires of the participants, the page prepared with 9 numbers was determined as the most preferred page fit with (f: 77) 47.23%. According to this, the most preferred virtual material web page, background color is dark slate gray, text color is yellow and font size is set to 24. As a result of the analysis of the interview data, it was determined that the color of the slate was consistent with the yellow text in the sample pages shown to the participants and that the 24 font size was the ideal font size. Suggestions were made according to the results of the research. Keywords: Concept education, Web page, Virtual material, Color harmony, Font size Giriş Kavram eğitimi, eğitim öğretim süreci için önem arz etmektedir. Özellikle fen bilimleri dersinde kavram eğitiminin hassasiyeti son derece fazladır. Öğrenci erken çocukluk döneminden itibaren fen bilimleri kavramları ile tanışır ve onları zihinsel yapısında yer edinmesi için uğraşır (Demir ve Akarsu, 2013; Say ve Özmen, 2018). Bu süreçte bilginin yapılandırılması kavram eğitiminde kullanılan yöntem ve tekniklere bağlıdır (Gülen, 2018a). Fen bilimleri eğitiminde kavramların öğretilmesi konusunda çeşitli yöntemler kullanılmaktadır. Kavram haritaları, kavram hacmi gibi kavram ilişkilendirme araçları (Gülen, 2018c ), modellemeler, görseller (Mutlu ve Söylemez, 2018), metinler, simülasyonlar, canlı modeller, materyaller gibi daha 406 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma birçok yöntemle kavram eğitiminin gerçekleşmesi hedeflenir (Gökalp, 2018; Tezcan, Karakuzu ve Ekmekci, 2011). Günümüzde özellikle artan teknolojinin de etkisi ile kavram eğitiminde farklı bir boyut ortaya çıkmaktadır. Özellikle ulaşımı zor, tehlikeli veya elde edilemeyen kavramların eğitiminde kullanılan bu yöntemde bilgisayar ve internet başlıca öğretim araçları haline gelmektedir (Taş ve ark., 2015; Gülen, 2018b). Teknolojinin hızla gelişmesi, toplumların teknolojik gelişmeleri izlemeleri ve kendilerine uyarlamalarını zorunlu hale getirmiştir (Kutluca ve Ekici, 2010).Teknoloji, teknik bilginin yaşama geçirilmesini öngören tüm toplumsal ve ekonomik etkinlikleri ve örgütlenmeleri kapsayan bir alandır. İyimser bir tanımla teknoloji bilimsel ilke ve yeniliklerin, sorunların çözümüne uygulanması ve yaşamın kolaylaştırılmasıdır (Erdemir ve ark., 2009). Öğrenme ortamlarında öğretmen rehberliğine ve öğrencilerin aktif olabilecekleri etkinliklere ve bunların uygulanabilecekleri ortamlara ihtiyaç duyulmaktadır. Öğrencilerin aktif olacakları öğrenme ortamlarında öğrencilerin ilgisi, uygulanan etkinlikler ve materyaller yoluyla çekilmeye çalışılmaktadır (Çepni ve ark., 2010). İlgi çekici materyaller hiç şüphesiz günümüzde öğrencilerin en çok hoşlandıkları bilgisayar ve tabii ki internettir. İnternet kullanımı ile ilgili yapılan istatistiklere göre dünyada yaklaşık 400 milyon internet kullanıcısının olduğu ve internette 300 milyondan fazla web sitesinin bulunduğu tahmin edilmektedir (Çakmak ve ark, 2011). Ayrıca bilgisayar ve internetin kullanımı hızla artmaktadır. Özellikle eğitim ortamları da bu artıştan faydalanmaktadır (Horzum, 2011). Ülkemizdeki FATİH projesi bunun bir göstergesidir. Bu projenin temel amacı bilginin sanal yollarla erişimini kolaylaştırmaktır (Şenyurt, 2015). Özellikle öğretmen ve öğrencilerin bu duruma ayak uydurması gerekmektedir(Alaca ve Önal, 2017). Son gelişmelerde gösteriyor ki eğitim öğretim sürecinde öğrencinin bilginin yapılandırması ve kavram eğitiminin gerçekleşmesi amacıyla birçok web sayfası sanal materyalihazırlanmıiştır (Demirkuş ve Gülen, 2017). Kavram eğitiminde kavram değişimini sağlayabilecek her türlü araç, metin veya videonun öğrenciye sunulmasında kullanılan bilgisayar ve internet entegreli tüm araç gereçlere sanal materyaller denir (Demirkuş, 2018;Gülen ve Demirkuş, 2014). Sanal materyallerinilgi çekmesi ve öğrenimi artırması, materyalin kullanışlığına bağlıdır. Sanal materyalin hazırlanmasında tasarımın önemi burada karşımıza çıkmaktadır.Tasarım; kullanıcının materyalle ile etkileşimlerini kolaylaştıracak görsel düzenlemelerin bütünüdür (Çakmak ve ark., 2011). Nitekim sanal materyalin tasarımı sonucunda kavram eğitimi kolaylaşmaktadır (Gülen, 2016). Yapılan bazı araştırmalarda bilgisayar ve internet tabanlı bu tarz materyallerin 407 Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ öğrencilerin ilgisini çektiğini göstermektedir (Kahyaoğlu, 2011;Gülen ve Demirkuş, 2014).Sanal materyallerde en temel öğrenin materyalin tasarımı olduğu bilinmektedir. Araştırmacılara göre tasarlanan bir sanal materyalde renk uyumu, yazı puntosu büyüklüğü ve hatta yazı stili bile önem arz etmektedir (Demirkuş, Acar ve Gülen, 2018). Demirkuş’un (2018) yaptığı çalışmaya göre sanal materyal tasarımında kullanılacak renklerin özellikleri ve tamamlayıcı renkleri Tablo 1 de belirtilmiştir. Tablo 1. Sanal materyal tasarımında kullanılan renkler ve özellikleri Sır Renkler a Tamamlayan Özellikleri 1 Siyah Beyaz Kâinat rengi, Saygınlığın, otoritenin, anlayışın soylu simgesidir. 2 Beyaz Siyah Tüm renklerin kaynağı, masumiyet için kullanılır. 3 Kırmızı Turkuaz Pozitif ana renktir. Sıcaklık, dikkat çekici, uyarıcı özelliklere sahiptir. 4 Mavi Turuncu Negatif ana renktir. Motive edici, huzuru, kuşku ve tembelliği temsil eder. 5 Yeşil Magenta Dengeleyici ana renktir. paylaşımın, yardımseverliğin 6 Mor Sarı Varlık rengidir. Asalet, özgüven ve beceri temsil eder 7 Turuncu Mavi Canlı renktir, canlılık, yaratıcılık ve mutluluk kavramlarıyla temsil edilir. 8 Sarı Mor Kıymetli renktir. Değerliliği ve umudu simgeler. 9 Magenta Yeşil En zarif renktir. Duyguları, saygıyı, anlayışı, ifade eder. 10 Kayrak Grisi Absorbe edicidir. Durağan ve emici olarak bilinir Sarı saflık, İş dürüstlük, birlikteliğinin Tablo 1’de bazı renklerin özellikleri ve uyum durumlarına yönelik bilgiler verilmiştir. Bu renklerin özelliklerinden yola çıkarak sanal materyalin tasarımına dikkat edilmektedir. Ayrıca yazarın http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/renk/ 408 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma renkcetveli.html adresinde kullandığı renk cetvelleri ve uyum paletleri de bu tarzda araştırmalar için önem arz etmektedir. Benzer şekilde araştırmada kullanılan kayrak rengi #707882 kodu ile sanal ortamda kullanılmaktadır. Bu renge en uygun ve uyumlu renklerin kodları; #B2BFCF, #828070, #CFC6B2, #7D7D7D ve #828282 gibi kodlardır. Bunun dışında koyu kayrak grisi de internet ortamında sıkça kullanılan bir arka fon rengidir (Demirkuş, 2018b). Koyu kayrak rengi #2f4f4f olarak kullanılmaktadır. Ayrıca bu rengin en uyumlu renk kodları #5C9C9C, #4F392F, #9C665C, #B0B0B0 ve #4F4F4F gibi kodlardır. Nitekim bir örnek Resim 1’de verilmiştir. Aşağıda Demirkuş’un (2018) uyarladığı ve çalışmalarında kullandığı renk uyumlarından bir örnek sunulmuştur (Konu ile ilgili farklı incelenebilecek internet sitelerinin adresleri Ek 3’te verilmiştir). Resim 1. Sanal materyal geliştirmede kullanılan renklerin uyum cetvelinde Kayrak Grisi (#707982) ve koyu kayrak grisine (#2F4F4F) uyumlu renkler ve kodları 409 Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ Resim 1’de görüldüğü gibi renk cetveli kullanılarak sanal bir materyalin renk uyumu konusunda fikir sahibi olunabilmektedir. Ayrıca sanal materyallerde kullanılan yazının büyüklüğü yani puntosu da önem arz etmektedir. Punto büyüklüğünün okuma hızını ve anlamayı etkilediği düşünülmektedir. İdeal yazı büyüklüğünün belirlenmesi çalışmanın önemini artıracaktır. Sanal materyal tasarımında kullanılacak renklerin uyumu son derece önemlidir. Zemin renginin sayfaya hâkim olmasından dolayı göze avantajları ve dezavantajları bilinmelidir. Ayrıca zemin rengi ile uyum sağlayacak ve okumayı kolaylaştıracak yazı rengi seçilmelidir. Kullanılan yazının büyüklüğü de göz sağlığı açısından önem arz etmektedir. Bilgisayar veya sanal materyaller kullanan öğrenciler bilgisayara daha yakın mesafe durmaktadırlar. Bunun en temel sebebi okuyabilmektir. Öğrencinin okuyabileceği ideal yazı büyüklüğünün belirlenmesi göz sağlığı ile ilgili sorunları azalacaktır. Öyleyse web sayfası sanal materyalinin tasarımında renk uyumu ve yazı büyüklüğünün ideal hali nasıl olmalıdır? Bu çalışmada gelişen teknolojiye paralel olarak hazırlanan sanal ders materyallerinin tasarımında kullanılan arka plan rengi, yazı rengi ve yazı puntosu büyüklüğünün belirlenmesi amaçlanmaktadır. Araştırmanın Amacı Bu araştırmanın temel amacı web sayfası sanal materyalitasarımında kullanılabilecek, en çok tercih edilen arka plan rengi, yazı rengi ve yazı puntosunu belirlemektir. Bu amaç doğrultusunda aşağıdaki soruların cevapları aranmıştır. 1. Katılımcılara göre en çok hangi arka plan renkleri ve yazı rengi olarak uyum sağlamaktadır? 2. Katılımcılara göre web sayfası sanal materyalinde kullanılan yazının punto büyüklüğü ne kadardır? 3. Katılımcıların web sayfası sanal materyalleri tasarımı konusundaki görüşleri nelerdir? Yöntem Araştırmada karma yöntem tercih edilmiştir. Yöntemin nicel kısmında kesitsel tarama modeli kullanılmıştır. Kesitsel tarama veri toplama sürecinin bir seferde gerçekleştirildiği taramadır (Karasar, 2009; Metin, 2014). Yöntemin nitel kısmında görüşme yapılmıştır. Araştırmanın amacına uygun olarak derinlemesine bilgi edinilmesi amacıyla görüşme yöntemi kullanılmıştır (Yıldırım ve Simsek, 2013). 410 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma Güvenirlik ve Geçerlilik Araştırmanın güvenirlik ve geçerliliğinin sağlanmasında bilimsel yöntemlere uyulmuştur. Bu kapsamda; nitel verilerde geçerlilik için içerik analizinde sonuçların doğruluğu için direkt alıntılara yer verilmiştir. Güvenirlik çalışmasında ise kavramsal çerçeve, veri toplamı ve analizi ile örneklem grubun durumu ayrıntılı belirtilmiştir. Ayrıca bu veriler nicel veriler ile desteklenmiştir. Nicel veriler için; hedeflenen kazanımların kapsamı, yapı, görünüş gibi geçerlilik ilkeleri doğrultusunda ölçme aracı hazırlanmıştır (Creswell, 2013;Merriam, 2013). Tablo 2.Web Sayfası Sanal MateryaliTasarımının Uygulama basamakları Asıl uygulama N: 163 Pilot uygulama N:43 A) Web sayfası sanal materyalin tasarımı C) Web sayfası sanal materyaline son şeklinin verilmesi D) Görüşme Web sayfası sanal materyalin uygulanması B) Materyalin yeniden tasarımı Web sayfası sanal materyalin yeniden uygulanması A) Pilot uygulama Çalışmada kullanılacak web sayfası sanal materyalin ara yüzünün hazırlanması ve pilot uygulaması için öncelikle araştırmacılar tarafından literatür taraması yapılmıştır (Çalışmada kullanılan ve yararlı olduğu düşünülen web sayfaları kaynakça bölümünden sonra sunulmuştur). 411 Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ Resim 2. Pilot uygulamada kullanılan renk-punto uyumu kutuları Literatür taramasında en çok kullanılan 20 farklı arka plan rengi olabileceği tespit edilmiştir. Ayrıca yine en çok tercih edilen 10 farklı renkte yazı rengi ve 6 farklı karakter de yazı büyüklüğü kullanıldığı belirlenmiştir. Pilot uygulamada kullanılacak sanal materyalin ara yüzünün tasarımındaliteratür taraması sonucu elde edilen veriler kullanılmıştır. Hazırlanan ara yüzde tek sayfada 60 kutu içerisine farklı zemin rengi ve buna uyum sağlayan yazı renkleri ile farklı puntolarla yazılar yazılmıştır (Resim 2). Kutulara 1’den 60’a kadar numaralar verilmiştir. Sanal materyalin ara yüzünün pilot uygulanmasında okula gelen gönüllü veli ve öğrencilerden oluşan 43 katılımcıya bilgisayar ortamında farklı zamanlarda teker 412 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma teker gösterilmiştir. Katılımcılardan Ek 1’de verilen anketi doldurmaları istenmiştir. Resim 2’de pilot uygulamada kullanılan zemin rengi, yazı rengi ve yazı büyüklüğünü gösteren örnek tabloların bazıları gösterilmektedir. B) Asıl uygulama Pilot uygulama sonucunda elde edilen veriler frekans ve yüzde değerlerine göre analiz edilmiş ve en çok tercih edilen üç arka plan rengi, üç yazı rengi ve üç yazı büyüklüğü belirlenmiştir. Bu çerçevede sanal materyalin ara yüzü yeniden tasarlanmıştır. Elde edilen pilot uygulama verilerinin kombinasyonu ile 18 adet materyal ara yüzü tasarlanmıştır (Resim 3). Sanal materyalin yeniden uygulanması ile 1’den 18’e kadar numaralandırılmış ara yüz sayfaları toplamda 163 öğrenciye gösterilmiş ve gösterim esnasında Ek 2’belirtilen anketi doldurmaları istenmiştir. 413 Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ Resim 3. Tasarlanan ara yüzlerden örnek Resim 3’te Tasarlanan ara yüzlerden bir tanesi verilmiştir. Bu örnekte sarı (gold) zemin rengi üzerine 24 punto ile yazılmış mavi renk yazı gösterilmiştir. C) Web sayfası sanal materyaline son şeklinin verilmesi Asıl uygulama sonucunda en çok tercih edilen arka plan rengi, yazı rengi ve yazı büyüklüğüne göre materyal tasarlanmıştır. Pilot ve asıl uygulamada elde edilen veriler ile sanal materyalin ara yüzü çalışmasının son şekli bulgular bölümünde sunulmuştur. D) Görüşme Uygulama sonucunda katılımcılar arasından gönüllü beş öğrenci ile en çok tercih edilen ara yüzlerin tercih edilme nedenlerinin anlaşılması açısından yüz yüze görüşme yapılmıştır. Veriler bulgular bölümünde sunulmuştur. Örneklem Araştırmada rastgele örneklem yöntemi kullanılmıştır. Bu yöntemde evrendeki tüm bireylerden ziyade temsil edebilen katılımcılara ulaşılarak veri toplanır (McMillan veSchumacher, 2014). Çalışmanın pilot uygulamasında 43 öğrenci ve veliye ulaşılırken asıl uygulamada 6., 7. ve 8. sınıflarda toplam 127öğrencive 36 veli ile toplamda 163 katılımcıya ulaşılmıştır. Araştırma Tekirdağ ili Marmaraereğlisi ilçesindeki bir devlet ortaokulunda gerçekleştirilmiştir. Ayrıca beş öğrenci ile yüz yüze görüşme yapılmıştır (3 kız, 2 erkek). Veri toplama araçları Nicel veriler, iki aşamada uygulanan anket ile toplanmıştır (Anketler ekte sunulmuştur). Nitel veriler ise görüşme kayıtları ile elde edilmiştir. Ayrıca sanal materyalin ara yüzünün hazırlanmasında AdobeDreamweaver CS3 paket programı kullanılmış bilgisayarve internet aracılığıyla katılımcılara gösterilmiştir. Verilerin analizi Tüm verilerin analizinde Microsoft Office Excel paket programı kullanılmıştır. Nicel verileri yüzde (%) ve frekans (f) değerleri ile nitel veriler ise içerik analizi ile yorumlanmıştır.İçerik analizinde direkt alıntılar, kodlama ve kategoriler yapılarak derinlemesine yorumlanmıştır. Katılımcıların alıntıları kodlanarak sunulmuştur. Buna göre kız öğrenciler K1, K2 ve K3, erkek öğrenciler ise E1 ve E2 olarak kodlanmıştır. Bu verilerde bulgular bölümünde sunulmuştur. 414 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma Bulgular Araştırmanın soruları kapsamında elde edilen veriler aşağıda sunulmuştur. Tablo 3’de pilot çalışma sonucunda en çok tercih edilen renkler ve yazı büyüklüğü sunulmuştur. Tablo3.Pilot çalışma sonucunda en çok yapılan tercihlerin istatistiği Yazı Rengi Yazı Puntosu Sarı 18 Kayrak Grisi Siyah 16 Beyaz Mavi 24 No Arka Plan Rengi 1 Sarı 2 3 Tablo 3’de görüldüğü gibi ön çalışma neticesinde arka plan rengi olarak; sarı, kayrak grisi ve beyaz renkler, yazı rengi olarak; sarı, siyah ve mavi renkler ve yazı büyüklüğü olarak 16, 18 ve 24 punto büyüklükleri en çok oy alarak web sayfası sanal materyali tasarımında kullanılmıştır. Asıl uygulamada kullanılmak üzere en çok tercih edilen renkler ve yazı büyüklüğünden yola çıkarak Tablo 4’te belirtilen özellikleri taşıyan sanal materyal ara yüzleri hazırlanmıştır.Tablo 4 de üç arka plan rengi (sarı, beyaz ve kayrak grisi), üç yazı rengi (mavi, siyah, sarı) ve üç yazı puntosunun (16, 18 ve 24) kombinezonu ile 18 adet sanal materyalin ara yüzleri hazırlanmıştır. Tablo 4. Web sayfasısanal materyal ara yüzleri tasarım özellikleri Yazı Rengi Yazı Puntosu Sarı Siyah 16 2 Sarı Siyah 18 3 Sarı Siyah 24 4 Sarı Mavi 16 5 Sarı Mavi 18 6 Sarı Mavi 24 7 Kayrak Grisi Sarı 16 8 Kayrak Grisi Sarı 18 9 Kayrak Grisi Sarı 24 No Arka Plan Rengi 1 415 Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ 10 Kayrak Grisi Siyah 16 11 Kayrak Grisi Siyah 18 12 Kayrak Grisi Siyah 24 13 Beyaz Siyah 16 14 Beyaz Siyah 18 15 Beyaz Siyah 24 16 Beyaz Mavi 16 17 Beyaz Mavi 18 18 Beyaz Mavi 24 Toplamda 27 adet ara yüz elde edilse de, beyaz arka plan ile sarı yazı rengi, kayrak grisi arka planı ile mavi yazı rengi ve sarı arka plan rengi ile sarı yazı renginin uyum sağlayamaması yani okunamaması nedenlerinden dolayı 9 adet ara yüz kullanılmamıştır. Hazırlanan ara yüzler 1’den 18’e kadar numaralandırılmış ve projeksiyon yardımı ile katılımcılara gösterilmiştir. Ek 2’de belirtilen anket yardımı ile katılımcıların en çok beğendikleri ara yüz numarasını yazmaları istenmiştir. Katılımcıların oyları sonucunda tablo 5 elde edilmiştir. Tablo 5: Web sayfası sanal materyal ara yüzlerinin frekans ve yüzde değerlerine göre sıralanması Materyal numarası Frekans (f) Yüzde (%) 1 9 77 47,23 2 8 21 12,89 3 18 20 12,27 4 Diğerleri 45 27.61 Sıra Tablo 5 göre 9 numaralı sanal materyal ara yüzü en çok oyu alarak birinci sırada yer almıştır. 9 numaralı ara yüz katılımcıların % 47.23’nü, 8 numaralı ara yüz katılımcıların % 12.89’nun ve 18 numaralı ara yüz ise katılımcıların % 12.27’sinin oyunu alarak ilk üç sırada yer almıştır. Asıl uygulama sonucunda en çok tercih edilen sanal materyal ara yüzleri hakkında gönüllü beş öğrenci ile görüşülmüştür. Bu veriler aşağıdaki tema ve kategoriler altında ele alınmaktadır. 416 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma A) Sanal materyal özellikleri Bu tema altında tercih edilen ara yüzlerin özellikleri üzerine katılımcılar ile görüşme yapılmıştır. Görüşme verileri iki kategori altında sunulmuştur. Renk uyumu Bu kategoride ara yüzlerin zemin ve yazı renkleri uyumuna yönelik katılımcıların görüşleri aşağıda sunulmuştur: 9 numaralı sayfa gözümü yormuyor..güzel gözüküyor… (E1). Bana göre kayrak rengi sarı ile iyi uyum sağlamış. Yormuyor. Belki uzun süreli bakmakta fayda olabilir. Ama bu güzel (E2). Sarıyı daha çok severim ama ona diğer (mavi) renk uyum sağlamıyor tam. Ama bu (kayrak) renk uyumu güzel… (K1). Aslında beyaz üzerine mavi de olabilir… ben böyle seviyorum. Daha çok hoşuma gidiyor (K2) Bu renk (kayrak) pek bilmiyordum ama güzel gözüküyor. Bakabiliyorum uzun uzun. Diğer de güzelde sanki çok parlak (K3). Yukarıdaki alıntılarda da görüldüğü gibi kayrak grisi renginin arka plan olarak kullanılmasında rengin gözü “yormaması” ve görüntünün “güzel” gözükmesinden dolayı tercih edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca sarı yazı renginin arka plan rengi ile “uyum” sağladığı belirtilmiştir. Buna tasarımında arka plan renginin kayrak grisi ve yazı renginin sarı olmasının gözü yormadı ve bu renklerin uyum sağladığı söylenebilir. Bu verilerin dışında yazının büyüklüğü açısından elde edilen veriler aşağıda belirtilmiştir. Yazı büyüklüğü Bu kategori altında sanal materyalin ara yüzünde kullanılan yazının büyüklüğüne yönelik belirtilen görüşler aşağıda sunulmuştur: Aslında tüm yazıların büyüklüğü iyi benim için sorun yok. Ama büyük olsa daha iyi tabi (E1). Bu 24 demi. Çok güzel geriden bakınca bile güzel oluyor (E2). Diğer iki yazı büyüklüğü de iyi ama bu renklerle bu büyüklük daha iyi (K1). Olabilir uzaktan bakınca daha okunaklı bu. Ben bunu (9 numarayı işaret ediyor) okumak isterim daha rahat diye… (K2). Bilmem büyük olması daha iyi çok büyükte güzel olmaz bence (K3). Alıntılara göre ara yüzde kullanılan yazının büyüklüğü çok abartmadan “büyük” olunabilir. Ayrıca 24 puntonun daha “güzel”, “iyi” ve “okunaklı” göründüğü belirtilmiştir. Buna göre sanal materyalin ara yüzündeki yazıların büyük olmasının yazıyı iyi, güzel ve okunaklı kıldığı söylenebilir. 417 Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ Tartışma Ön çalışma neticesinde arka plan rengi olarak; sarı, kayrak grisi ve beyaz renkler, yazı rengi olarak; sarı, siyah ve mavi renkler ve yazı büyüklüğü olarak 16, 18 ve 24 punto büyüklükleri en çok oy alarak sanal materyal tasarımında kullanılabilecek renkler ve yazı büyüklükleri oldukları söylenebilir. Bu verilerden elde edilen kombinasyon sonucunda 18 adet ara yüz tasarlanmış ve asıl uygulamada kullanılmıştır. Burada elde edilen sonuçlara göre katılımcıların % 47.23’nün tercihi alan kayrak grisi arka plan rengi ile sarı yazı rengi ve 24 yazı büyüklüğü olmuştur. Sanal materyal ara yüzü tasarımı bu sonuçlara göre tasarlanmıştır. Bu verilere dayanarak ideal bir sanal materyalin tasarımında arka plan rengi olarak kayrak rengi, yazı rengi olarak sarı ve yazı büyüklüğü olarak 24 puntonun kullanılması gerektiği söylenebilir. Yapılan literatür taramasında Demirkuş, Bozkurt ve Gülen (2017) ile Demirkuş, Acar ve Gülen (2018) çalışmalarında bu özelliklere benzer özellikleri taşıyan materyal tasarımı yaptıkları belirlenmiştir. Ayrıca Demirkuş ve Gülen (2017), Gülen ve Demirkuş(2014) ile Taş ve arkadaşlarının (2015) kullandıkları materyallerin benzer özelliklerde olduğu söylenebilir. Yapılan görüşme analizinde sanal materyal tasarımında arka plan renginin kayrak grisi ve yazı renginin sarı olmasının gözü yormadığı ve bu renklerin uyum sağladığı söylenebilir. Sanal materyalin ara yüzündeki yazıların büyük olmasının yazıyı iyi, güzel ve okunaklı kıldığı belirlenmiştir. Nitekim İpek ve Sözcü (2013) çalışmalarında sanal materyallerde öğrencinin dikkatinin ve ilgisinin çekilmesi gerektiği belirlenmiştir. Ayrıca Hırça ve Genç (2012) bu materyallerin tasarımı ve kullanımında öğretmenlere çok sorumluluk düştüğünü belirlemişlerdir. Son olarak Pişkintunç, Durmuş ve Akkaya (2012) çalışmalarında öğretmen adaylarının nesnel materyalleri sanallarına oranla daha kullandıklarını belirlemişlerdir. Ayrıca yüzüncü yıl üniversitesi biyoloji eğitimi sayfası ile prof dr. Nasip Demirkuş tarafından hazırlanan nadidem.com adlı bilimsel internet sitelerinin arka fon renkleri de araştırma kapsamında elde edilen arka fon rengine oldukça yakındır. Söz konusu sitelerde arka fon rengi olarak koyu kayrak grisi (barut) seçilmiş ve yıllardır kullanılmaktadır. Bu araştırmalar gösteriyor ki çalışmanın sonucunda elde edilen verileri uygulanmasında ve sanal materyallerin hazırlanmasında büyük sorumluluk öğretmenlere düşmektedir. Bu çalışma öğretmen veya öğretmen adaylarına materyal tasarımında hangi renklerin uyumu olduğunu ve tercih edildiğini ayrıca yazı büyüklüğünün kullanılması gerektiği konusunda fikir verebilmektedir. 418 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma Sonuç ve Öneriler İdealweb sayfası materyalin tasarımında arka plan rengi olarak kayrak rengi, yazı rengi olarak sarı ve yazı büyüklüğü olarak 24 puntonun kullanılması gerektiği tespit edilmiştir (Resim 4). Özellikle fen bilimleri dersi kavram eğitiminde kullanılan bu tarz materyallerin tasarımında bu verilerin kullanılması önerilmektedir. Bu özellikleri taşıyan sanal materyaller ile başka materyallerin deneysel olarak gözü yorma, anlamayı kolaylaştırma ya da okunabilme konuları üzerinde araştırma yapılabilir. Resim 4. En çok tercih edilen sanal materyal ara yüzü 419 Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ Web sayfası materyal tasarımında arka plan renginin kayrak grisi ve yazı renginin sarı olmasının gözü yormadığı ve bu renklerin uyum sağladığı belirlenmiştir. Ayrıca sanal materyalin ara yüzündeki yazıların büyük olmasının yazıyı iyi, güzel ve okunaklı kıldığı tespit edilmiştir. Sanal materyal tasarımında renk uyumunun gözü yormaması ve yazı büyüklüğünün okunaklı görünmesi materyali kullanır kılmaktadır. Yapılacak materyallerde bu durumların göz önünde bulundurulması önemlidir. Ayrıca mevcut kullanımdaki materyallerin bu özellikleri taşıma durumları incelenebilir. Kaynakça: Alaca, E.,& Önal, H. İ. (2017). Teachers in E-Libraries: Research and Application. Journal of Teacher Education and Educators, 6(1), 89-116. Creswell, J. W. (2013). Nitel araştırma yöntemleri (Çev. Ed.: Bütün, M., & Demir, S. B.). Ankara: Siyasal Yayın Dağıtım. Çakmak, E., Güneş, E., Çiftci, S. ve Üstündağ, M. (2011). Web sitesi kullanılabilirlik ölçeğinin geliştirilmesi: geçerlik, güvenirlik analizi ve uygulama sonuçları. Pegem Eğitim ve Öğretim Dergisi, 1(2), 32-40. Çepni, S., Çoruhlu, T. ve Nas, S. (2010). 5E modelinin derinleşme aşamasına yönelik geliştirilen materyalin etkililiğinin değerlendirilmesi. Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi 2010, 29(1), 17-36. Demir, N.,& Akarsu, B. (2013). Ortaokul öğrencilerinin bilimin doğası hakkında algıları. Journal of EuropeanEducation, 3(1), 1-9. Demirkuş, N. (2018). Öğretim teknolojileri ve materyal tasarımı geliştirme ders notu. http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/otm.htm. Erişim tarihi: 05.12.2018 Demirkuş, N.,& Gülen, S. (2017). Popüler fizik kavramları içeren görsel ders materyali geliştirme çalışması. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 14(1), 320-338. http://dx.doi.org/10.23891/efdyyu.2017.12 Demirkuş, N., Acar, E., & Gülen, S. (2018). Popüler teknoloji kavramlarının eğitiminde görsel materyal geliştirme çalışması. YYÜ Eğitim Fakültesi Dergisi, 15(1), 723-748. http://dx.doi.org/10.23891/efdyyu.2018.85 Demirkuş, N., Bozkurt, T., & Gülen, S. (2017). Popüler çevre kavramlarının eğitiminde görsel materyal geliştirme çalışması. Ahi Evran Üniversitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi Dergisi (KEFAD), 18(Özel Sayı), 145-157. 420 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma Erdemir, N., Bakırcı, H. ve Eyduran, E. (2009). Öğretmen adaylarının eğitimde teknolojiyi kullanabilme özgüvenlerinin tespiti. Türk Fen Eğitimi Dergisi, 6(3), 99-108. Gökalp, M. (2018). Öğretim ilke ve yöntemleri. Ankara: Pegame Yayıncılık Gülen, S. (2016). Tool of association concept; volume of concept. Participatory Educational Research, Special Issue II,45-50. http://dx.doi.org/10.17275/per.16.spi.2.5 Gülen, S. (2018a). Bilginin yapılandırılması sürecinde örnek problem çözme çalışması. Uluslararası Eğitim Bilimleri Dergisi, 5(16), 1631.doi.org/10.16991/INESJOURNAL.1570 Gülen, S. (2018b). Farklı sınıf düzeylerindeki öğrencilerin günlük yaşam problemlerinin çözümüne yönelik bakış açılarının incelenmesi. II International Education Research and Teacher Education Congress, 13-15 Eylül, Aydın, Turkey Gülen, S. (2018c). Using volume of concept in the class environment. Journal of Technology and Science Education, 8(4), 205-213. https://doi.org/10.3926/jotse.362 Gülen, S.,&Demirkuş, N. (2014). Görsel materyalin öğrenci başarısına etkisi. Saarbrücken: Türkiye Âlim Kitapları. Hırça, Y.,& Genç, Y. (2012). Fen eğitiminde materyal tasarımı için medya ve teknoloji. Bartın Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 1(1), 252-260. Horzum, M. (2011). Web pedagojik içerik bilgisi ölçeğinin Türkçeye uyarlaması. İlköğretim Online, 10(1), 257-272. İpek, İ.,& Sözcü, Ö. F. (2013). Birleştirilmiş E-öğrenme tasarımı modeli ve hızlı öğretim tasarımı stratejileri. Akademik Bilişim, 23-25 Ocak. Antalya Kahyaoğlu, M. (2011). İlköğretim öğretmenlerinin fen ve teknoloji dersinde yeni teknolojileri kullanmaya yönelik görüşleri. Eğitim Bilimleri Araştırmaları Dergisi 1(1), 79–96. Karasar, N. (2009). Scientific research method. Ankara: Nobel Publication Distribution. Kutluca, T.,& Ekici, G. (2010). Öğretmen adaylarının bilgisayar destekli eğitime ilişkin tutum ve öz-yeterlik algılarının incelenmesi. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi. 38, 177-188. McMillan, J.H. & Schumacher, S. (2014). Research in education: Evidence-based inquiry (Sixth Edition). London: Pearson. 421 Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ Merriam, S. B. (2013). A guide to qualitative research design and practice (Trans.Turan, S.). Ankara: Nobel Publishing. Metin, M. (2014). Kuramdan uygulamaya eğitimde bilimsel araştırma yöntemleri. Ankara: Pegem Akademi Yayıncılık. Mutlu, Y.,& Söylemez, İ. (2018). Matematiksel kavram yanılgıları konusunda yapılmış yüksek lisans ve doktora tezlerinin incelenmesi. Başkent UnıversıtyJournal of Educatıon, 5(2), 187-197. Pişkintunç, M., Durmuş, S., & Akkaya, R. (2012). İlköğretim matematik öğretmen adaylarının matematik öğretiminde somut materyalleri ve sanal öğrenme nesnelerini kullanma yeterlikleri. MATDER Matematik Eğitimi Dergisi, 1(1), 13-20. Say, F. S.,& Özmen, H. (2018). Effectiveness of concept cartoons on 7th grade students’ understanding of the structure and properties of matter. Journal of Turkısh Scıence Educatıon, 15(1), 1-24, doi: 10.12973/tused.10218a Şenyurt, Ö. (2015). Türk eğitim sisteminde bilgi hizmetleri projeleri. U. Al and Z. Taşkın (Ed.). In Prof. Dr. İrfan Çakın’a armağan (p. 221-234). Ankara: Hacettepe University Information and Document Management. Taş, E., Gülen, S. Öner, Z., &Özyürek, C. (2015).The effects of classic and webdesigned conceptual change texts on the subject of water chemistry. International Electronic Journal of Elementary Education, 7(2), 263-280. Tezcan, H , Karakuzu, Z , &Ekmekci, G . (2011). Madde ve özellikleri konusunun kavratılmasında kavram haritaları destekli öğretimin öğrenci başarısına etkisi. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 31(1), 321-336. Yıldırım, A.,& Simsek, H. (2013). Qualitative research methods in the social sciences. Ankara: Seçkin Publishing. 422 Sanal Ders Materyali Tasarımı Üzerine Bir Çalışma Ekler Ek 1: Araştırmada kullanılan ön çalışma anketi Değerli katılımcılar, bilgisayar ortamında kullandığınız eğitim materyallerinin ara yüzlerinin arka plan rengi, yazı rengi ve yazı puntosuna yönelik bilimsel bir araştırmanınön çalışması yapılmaktadır. Lütfen aşağıdaki soruları objektif bir şekilde cevaplayınız. 1. Baktığınız web sayfada hazırlanmış olan kutu içi renklerin hangisinin web sayfası sanal materyalin ara yüzünün arka planı olmasını isterdiniz? En çok beğendiğiniz ilk üç rengin kodlarını aşağıya yazınız. a. b. c. 2. Baktığınız sayfalarda hazırlanmış olan kutu içi renklerin üzerine farklı renklerde yazılar yazılmıştır, hangisinin web sayfası sanal materyalin ara yüzünde kullanılan yazı rengi olmasını isterdiniz? En çok beğendiğiniz ilk üç rengin adlarını aşağıya yazınız. a. b. c. 3. Baktığınız sayfalarda hazırlanmış olan kutu içi renklerin üzerine farklı puntolarda (büyüklük) yazılar yazılmıştır, hangisinin web sayfası sanal materyalin ara yüzünde kullanılan yazı puntosu olmasını isterdiniz? En çok beğendiğiniz ilk üç puntonun kodlarını aşağıya yazınız. a. b. c. EK 2: Araştırmada kullanılan çalışma anketi Değerli katılımcılar, bilgisayar ortamında sizlere gösterilenweb sayfası sanal materyalin ara yüzleriniteker teker inceleyiniz. Web sayfası sanal materyalin ara yüzünün; a) Arka plan rengi (zemin rengi) …………………. b) Yazı rengi c) Yazı büyüklüğü (punto) d) Uzun süreli kullanımda gözü yormamagibi kriterleri düşünerek en çok beğendiğiniz sayfanın numarasını noktalı yere yazınız. 423 Salih GÜLEN – Nasip DEMİRKUŞ Ek 3: Faydalı linkler https://www.websitebuilderexpert.com/designing-websites/how-to-choose-colorfor-your-website/ https://www.top10bestwebsitebuilders.com/comparison?utm_source https://www.websitebuilderexpert.com/website-builders/comparisons/?sidebar https://www.imarc.com/blog/best-font-size-for-any-device http://biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/otm.htm#renk http://nadidem.net/ders/otm.htm#renk http://nadidem.net/ders/otm.htm http://www.nadidem.net/ders/renk/renkcetveli.html http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/renk/renkcetveli.html http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/kf/sg/sg.html https://www.w3schools.com/css/default.asp https://www.color-hex.com/color-names.html http://www.abecem.net/web/renk.html 424 KATILIMCILAR Doç. Dr. Tülin ACAR Parantez Yayıncılık /Türkiye Prof. Dr. Frengiz Pasayeva YUNUS Kafkas Üniversitesi Türkiye Dr. Victoria Bilge YILMAZ Dr. Burabiye RECEPOVA Dr. Öğr. Üyesi Yalçın YUNUS Anna GOLVNSKAİA Dr. Öğr. Üyesi Aysel ERDOĞAN Dr. Asil ŞENGÜN Doç. Dr. Yıldız Deveci BOZKUŞ Toghrul ALLAHMANLI Dr. Fethi KAYALAR Dr. Filiz KAYALAR Dr. Öğr. Üyesi Yerlan ZHIYENBAYEV Dr. Öğr. Üyesi Gulbanu KOSHENOVA Aygül ŞENGÜN Dr. Öğr. Üyesi Yasemin ULUTÜRK Doç. Dr. Ebru CEYLAN Çapla SALDUZ Doç. Dr. Nurhan AYDIN Ferhat ACAR Prof. Dr. Anar SALINBAY Arş. Görv. Dr. Ahmet ÇELİK Aynura MUSTAFAYEVA Maiya MİRZABEKOVA Prof. Dr. Nurlan AKHMETOVA Dr. Tayfun BARIŞ Dr.Öğr. Üyesi Erol Murat YILDIZ Dr. Öğr. Üyesi Gülcan BAŞAR Dr. Öğr. Üyesi Halit HAMZAOĞLU Dr. Öğr. Üyesi Leyla Çiğdem DALKILIÇ Konul AZİMOVA Prof. Dr. Emine ÖZTÜRK Doç. Dr. Kamala KERİMOVA Esra BEYAZ Gülay Bal ÇAKIR Doç. Dr. Barış KILINÇ Dr. Özlem BAĞDATLI Dr. Ali Baz BİLİCİ Ece YÜKSEL Arş. Görv. Dr. Mustafa ULUTAŞ Doç. Dr. Mehmet KARA Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Türkiye Özbek Dil ve Folklor Enstitüsü / Özbekistan Kafkas Üniversitesi Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesi / Türkiye Osmaniye Korkutata Üniversitesi / Türkiye Ahi Evran Üniversitesi Türkiye Ankara yıldırım Beyazıt Üniversitesi / Türkiye Odlar Yurdu Üniversitesi / Bakü / Azerbaycan Erzincan Üniversitesi Türkiye Erzincan Üniversitesi TürkiyeE Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan Nevşehir Hacıbektaşveli Üniversitesi / Türkiye İstanbul Sağlık Bilimleri Üniversitesi / Türkiye İstanbul Aydın Üniversitesi / Türkiye İstanbul Üniversitesi / Türkiye Kafkas Üniversitesi / Türkiye Kafkas Üniversitesi / Türkiye El-Farabi Üniversitesi / Almtı / Kazakistan Fırat Üniversitesi / Türkiye Milli Bilimler Akademisi / Bakü / Azerbaycan Kastamonu Üniversitesi / Türkiye Balasagun Devlet Üniversitesi / Kırgızistan Bursa Giresun Üniversitesi / Türkiye Giresun Üniversitesi / Türkiye Kafkas Üniversitesi / Türkiye Ankara Üniversitesi / Türkiye Baku Choreography Akademy / Azaerbaijan Kafkas Üniversitesi / Türkiye Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi / Türkiye Ankara Üniversitesi / Türkiye Ankara Üniversitesi / Türkiye Anadolu Üniversitesi / Türkiye İstanbul Üniversitesi / Türkiye İzmir Yeditepe Üniversitesi / Türkiye Uşak Üniversitesi / Türkiye Gazi Üniversitesi / Türkiye Katılımcılar Dr. Öür. Üyesi Halit AŞLAR Manas Üniversitesi / Kırgızistan Doç. Dr. Maral TAGANOVA Milli Elyazmalar Enstitüsü / Türkmenistan Doç. Dr. Besim YILDIRIM Arş. Görv. Ayşegül ACAR Doç. Dr. Leyla ALİYEVA Prof. Dr. Birsel Oruç ASLAN Dr. Nisa Gökden KAYA Dr. Öğr. Üyesi Mehmet KAHRAMAN Dr. Zivar ZEYNALOVA Dr. Öğr. Üyesi Emrullah YAKUT Cihat ASLAN Dr. Yasin AYDOĞDR Doç. Dr. Erhan AKIN Kadir BİLGEN Doç. Dr. Vakur SÜMER Rufina SANCAR Merve DÜVENLİ Dr. Öğr. Üyesi Salih Zeki HAKLI Doç. Özlem ÜNER Dr. Öğr. Üyesi Kemal YILDIZ Dr. Öğr. Üyesi Olena KAZAN Dr. Öğr. Üyesi Melek ŞAHİNDOKUYUCU Dr. Öğr. Üyesi Gökçe YOĞURTÇU Prof. Dr. Ulvi KESER Dr. Öğr. Üyesi Münevver KATA Doç. Dr. Seyit Ali AVCU Prof. Dr. Adem ÇAYLAK Dr. Öğr. Üyesi Salih GÜLEN Prof. Dr. Nasip DEMİRKUŞ Öğr. Görv. İmren ARBAÇ Doç. Dr. Olga KLİMKİNA Mehmet KIBIL Prof. Dr. A. Baran DURAL Dr. Öğr. Üyesi Türkan YEŞİLYURT Arş. Görv. Dr. Tuğba GÜNÖR Dr. Zeynep ÖZKAN Prof. Dr. Emine İNANIR Doç. Dr. Aşkın İnci SÖKMEN Ekim SARIKAYA Arş. Görv. Dr. Mina FENERCİOĞLU Arş. Görv. Dr. Ali Alper ALPMAN Öğr. Görv. Dr. Pınar KIZILHAN Öğr. Görv. Dr. Lada AKSÜT Vugar SAVZALİYEV Atatürk Üniversitesi / Türkiye Karabük Üniversitesi / Türkiye Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi / Türkiye Balıkesir Üniversitesi / Türkiye Ankara Milli Eğitim Müdürlüğü / Türkiye Necmettin Erbakan Üniversitesi / Türkiye Kamu Yönetimi Akademisi / Azerbaycan Mardin Artuklu Üniversitesi / Türkiye İstanbul Üniversitesi / Türkiye Kırıkkale Üniversitesi / Türkiye Siirt Üniversitesi / Türkiye Siirt Üniversitesi / Türkiye Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan Ankara Üniversitesi / Türkiye Çanakkale 18 Mart Üniversitesi / Türkiye Polis Akademisi / Türkiye Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi / Türkiye Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi / Türkiye Ankara Hacıbayramveli Üniversitesi / Türkiye Abant İzzet baysal Üniversitesi / Türkiye Manas Üniversitesi / Kırgızistan Kıbrıs Amerşkan Üniversitesi / KKTC Girne Amerikan Üniversitesi / KKTC L.N. Gumilev National University / Kazakhstan Kocaeli Üniversitesi / Türkiye Muş Alparslan Üniversitesi / Türkiye Yüzüncüyıl Üniversitesi / Türkiye Yeditepe Üniversitesi / Türkiye İstanbul Üniversitesi / Türkiye Yeditepe Üniversitesi / Türkiye Trakya Üniversitesi / Türkiye Sinop Üniversitesi / Türkiye Tekirdağ Namıkkemal Üniversitesi / Türkiye Ankara / Türkiye İstanbul Üniversitesi / Türkiye İstanbul Arel Üniversitesi / Türkiye Yıldız Teknik Üniversitesi / Türkiye İstanbul Üniversitesi / Türkiye İstanbul Üniversitesi / Türkiye Ankara Üniversitesi / Türkiye Çankaya Üniversitesi / Türkiye Sakarya Üniversitesi / Türkiye 426 Katılimcılar Liliya VOİTSANKA Lefke Avrupa Üniversitesi / KKTC Öğr. Görv. Sibel AYYILDIZ Karabük Üniversitesi / Türkiye Gonca PÜRDİK Dr. Öğr. Üyesi Aybüke Ceyhun SEZGİN Türkan NECEFOĞLU Dr. Öğr. Üyesi Elif KÖK Dr. Merhaba KUCKAROVA N. Esra Kinikli SNAPPER Dr. Öğr. Üyesi Güler ÇAVUŞOĞLU Doç. Dr. Elena KRAİNİNCHENKO Dr. Öğr. Üyesi Zulfiya ŞAHİN Dr. Ebru Araç ILGAR Dr. Bekir Barış CİHAN Emre MERMERKAYA Prof. Dr. Selahiddin ÖĞÜLMÜŞ Saule YUSSUPOVA Bulut Çağlar DENİZ Barno BURANOVA Dr. Öğr. Üyesi Oktay ÇOBAN Samet İŞBİLEN Doç. Dr. Sezer AUYAN Doç. Dr. Kemal AYDIN Doç. Dr. Abdülvahap AKINCI Msh. Eni PEJO Öğr. Görv. Naime YAPRAK Dr. Öğr. Üyesi Müzeyyen ÖZHAVZALI Doç. Dr. Berdi SARIYEV Nuriye SARIBAY Dr. Öğr. Üyesi Ertuğrul GÜREŞÇİ Prof. Dr. Ayad OMAR Prof. Dr. Hakkı ÇOKNAZ Tülay DEMİR Ebru GÖK Dr. Öğr. Üyesi Nuray Hilal TUĞAN Doç. Dr. İlkben AKANSEL Doç. Dr. Sefa YÜCE Arş. Görv. Mansur PEHLİVAN Yusuf Deniz İNAN Öğr. Görv. Altun ALTUN Dr. Kevser TETİK Ceren Yağmur ÖZTÜRK Assoc. Prof. Çiler HATİPOĞLU Full Prof. Ali Cevat TAŞIRAN Azhar SERİKKALİYEVA Lefke Avrupa Üniversitesi / KKTC Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi / Türkiye Karabük Üniversitesi / Türkiye Marmara Üniversitesi / Türkiye Bilimler Akademisi / özbekistan Anadolu Üniversitesi / Türkiye Çanakkale 18 Mart Üniversitesi / Türkiye Pyatigorsk Devlet Üniversitesi / Rusya Ankara Üniversitesi / Türkiye Bozok Üniversitesi / Türkiye Bozok Üniversitesi / Türkiye Bozok Üniversitesi / Türkiye Ankara Üniversitesi / Türkiye Gazi Üniversitesi / Türkiye Selçuk Üniversitesi / Türkiye Özbekistan Bozok Üniversitesi / Türkiye İstanbul Arel Üniversitesi / Türkiye Cumhuriyet Üniversitesi / Türkiye Kocaeli Üniversitesi / Türkiye Kocaeli Üniversitesi / Türkiye Universitety of Tirana / Albania Kırıkkale Üniversitesi / Türkiye Kırıkkale Üniversitesi / Türkiye Ankara Üniversitesi / Türkiye Ankara Üniversitesi / Türkiye Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi / Türkiye Tripoli University / Libya Düzce Üniversitesi / Türkiye Bolu Milli Eğitim Müdürlüğü / Türkiye Hatay Milli Eğitim Müdürlüğü / Türkiye Ankara Hacıbayramveli Üniversitesi / Türkiye Bartın Üniversitesi / Türkiye Gazi Üniversitesi / Türkiye Düzce Üniversitesi / Türkiye Yalova Belediyesi / Türkiye Hakkari Üniversitesi / Türkiye Anadolu Üniversitesi / Türkiye Middle East Technical University / NC Middle East Technical University / Turkey Middle East Technical University / NC Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan Katılımcılar Dr. Bakko Mehmet BOZASLAN Doç. Dr. Dilek Temiz DİNÇ Merve ERCAN Öğr. Görv. Şeniz Kabadayı YUVARLAK Sabri GÜRSES Prof. Dr. Sevinç ÜÇGÜL Ender ARAT Arş. Görv. Suna Özgür KARAALAN Pınar Tekin BOZKAYA Dr. Öğr. Üyesi Yücel KAYABAŞI Arş. Görv. Dinara TALDYBAYEVA Prof. Dr. Ali HASSEN Dr. Öğr. Üyesi İbrahim ÇUTÇU Prof. Dr. Ali Engin OBA Öğr. Görv. Yusuf Hüseyin BABEKOĞLU Dr. Öğr. Üyesi Ahmet AYDIN Arş. Görv. Esra ELMACIOĞLU Nihat ÖZER Prof. Dr. Vedat ÇALIŞKAN Prof. Dr. Aydın İBRAHİMOV Dr. Öğr. Üyesi Aysun Türe YILMAZ Merve ÖZLÜ Nazlıhan EFE Dr. Öğr. Üyesi Akın SONER Dr. Öğr. Üyesi M. Fatih YALÇIN Prof. Dr. Leila SALEKHOVA Dr. Öğr. Üyesi saffet AKDAĞ Dr. Öğr. Üyesi Hakan YILDIRIM Dr. Öğr. Üyesi Murat KESEBİR Doç. Dr. Kemal İBRAHİMZADE Murad KHASHİMOVA Kamiil KERİMOĞLU Marina MUSSA Doç. Dr. Semra Akar ŞAHİNGÖZ Prof. Dr. Kamer KASIM Doç. Dr. Mehmet Serkan TAFLIOĞLU Dr. Öğr. Üyesi Perihan Taş ÖZ Öğr. Görv. Asude Nil Nihan TURNAGÖL Dr. Öğr. Üyesi Marziye MAMMEDLİ Aeş. Görv. Haluk YILMAZ Doç. Dr. Raif KALYONCU Öğr. Görv. Dr. Kaliya KULALİYEVA Prof. Dr. Cabbar ISANKUL Dr. Öğr. Üyesi Ahmet DMÖNMEZ Kütahya Dumlupınar Üniversitesi / Türkiye Çankaya Üniversitesi / Türkiye Çankaya Üniversitesi / Türkiye Kocaeli Üniversitesi / Türkiye Erciyes Üniversitesi / Türkiye Erciyes Üniversitesi / Türkiye Ankara Üniversitesi / Türkiye Kocaeli Üniversitesi / Türkiye Balgat Mesleki ve Teknşk Anadolu Lisesi / Türkiye Gazi Üniversitesi / Türkiye Ahmet Yesevi Üniversitesi / Kazakistan Tripoli University / Libya hasan Kalyoncu Üniversitesi / Türkiye Çağ Üniversitesi / Türkiye Ankara Üniversitesi / Türkiye Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi / Türkiye Bozok Üniversitesi / Türkiye Yeditepe Üniversitesi / Türkiye Çanakkale 18 Mart Üniversitesi / Türkiye Ege Üniversitesi / Türkiye Eskişehir Osmangazi Üniversitesi / Türkiye Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesi / Türkiye Bilecik Bpzöyük Devlet Hastanesi / Türkiye Mustafa kemal Üniversitesi / Türkiye Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi / Türkiye Kazan Federal University / Tataristan Bozok Üniversitesi / Türkiye Bozok Üniversitesi / Türkiye Bozok Üniversitesi / Türkiye Tokat Gazşosmanpaşa Üniversitesi / Türkiye Necmettin Erbakan Üniversitesi / Türkiye Selçuk Üniversitesi / Türkiye Selçuk Üniversitesi / Türkiye Ankara Hacıbayramveli Üniversitesi / Türkiye Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi / Türkiye Niğde Ömer Halis Demir Üniversitesi / Türkiye İstanbul Kültür Üniversitesi / Türkiye Hacettepe Üniversitesi / Türkiye Karabük Üniversitesi / Türkiye Trabzon Üniversitesi / Türkiye Trabzon Üniversitesi / Türkiye Manas Üniversitesi / Kırgızistan Bilimler Akademisi / özbekistan Necmettin Erbakan Üniversitesi / Türkiye 428 Katılimcılar Nur Sena BİNİCİ Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Sevgi GÜRLER Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Merve KAYA İclal KILIÇ Aslınur DİZLEK Nilgün Hatice GÜRLER Ayşenur DAZ Damlanur GÖKSU Öğr. Görv. Dr. Vildane DİNÇ Doç. Dr. Elmira KHABİBULLİNA İlayda Nisa KAYA Merve Sena BİNİCİ Merve DÖNMEZ Ender ARAT Sedat ÇOBANOĞLU Dr. Öğr. Üyesi Veysel KURT Dr. Öğr. Üyesi Hüseyin ALPTEKİN Doç. Dr. Özlem ATALAN Dr. Öğr. Üyesi Elif Süyük MAKAKLI Prof. Dr. Zakir AVŞAR Doç. Dr. Beyhan ZABUN Prof. Dr. M. Sıtkı BİLGİN Prof. Dr. Zeki TAŞTAN Dr. Öğr. Üyesi Nükhet Eltut KALENDER Dr. Öğr. Üyesi Telli Akhun KORKMAZ Arş. Görv. Pelin YILMAZ Dr. Nermin ATİLA Doç. Dr. Tamara ÖLÇEKÇİ Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Hacettepe Üniversitesi / Türkiye Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Uludağ Üniversitesi / Türkiye Kazan Federal University / Tataristan Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Reyhanlı Yahya Turan Fen Lisesi Ankara / Türkiye Ondokuz Mayıs Üniversitesi / Türkiye İstanbul Medeniyet Üniversitesi / Türkiye İstanbul Şehir Üniversitesi / Türkiye Celal Bayar Üniversitesi / Türkiye Işık Üniversitesi / Türkiye Ankara hacı Bayram Veli Üniversitesi Gazi Üniversitesi / Türkiye Yıldırım Beyazıt Üniversitesi / Türkiye Van Yüzüncüyıl Üniversitesi / Türkiye Van Yüzüncüyıl Üniversitesi / Türkiye Nevşehir Hacıbektaş Üniversitesi / Türkiye Giresun Üniversitesi / Türkiye Ankara TİKA / Türkiye