Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
Araştırma Makalesi | Research Article
Makale Geliş | Received: 01.07.2017
Makale Kabul | Accepted: 26.07.2017
DOI: 10.18795/gumusmaviatlas.337245
Çetin BALANUYE
Doç. Dr. | Assoc. Prof. Dr.
Akdeniz Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, Antalya-Türkiye
Akdeniz University, Faculty of Letters, Department of Philosophy, Antalya-Turkey
orcid.org/0000-0002-2601-5476
balanuye@akdeniz.edu.tr
Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi
Öz
Özellikle son yirmi yılda, dünyanın farklı bölgelerinden görece genç bir grup filozof Kant felsefesinin
bazı unsurlarına karşı bir itiraz dillendirmeye başladı. Kendilerine yeni gerçekçilik teması altında farklı
adlar veren bu filozoflar, her ne kadar Kant’ın yerine ne konacağı konusunda hemfikir olmasalar da,
Kantçı epistemolojinin belli bazı vurgularına karşı tam bir fikir birliğinde gibi görünmekteler. Felsefe ve
felsefi ontolojide “gerçekçi” bir perspektifi benimsediklerini vurgulayan bu isimler, gerçekliğin spekülatif
de olsa yaratıcı bazı araştırma yaklaşımları yoluyla anlaşılabileceğini, bu araştırmada insan merkezciliğin
(anthropocentrism) hiçbir türüne yaklaşmamak kaydıyla ve buna karşın, gerçekliğe üst seviyede bir
bağlılığın olanaklı olduğunu göstermeyi amaçladıklarını vurgulamaktalar. Bu gerçekçi ontoloji
araştırmasının taraflarına göre vaat ettikleri gerçekçilik ancak Kantçı epistemoloji ve onun kısıtlayıcı
kabullerini aşmakla olanaklıdır. Bu çalışmada, sözü edilen yeni gerçekçi ontoloji arayışlarının
çözümlemesi ve Kantçı epistemolojiyle girştikleri tartışmanın irdelenmesi amaçlanmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Gerçekçilik, Obje, Ontoloji, Epistemoloji, Spekülasyon.
The Kantian Tension of New Realism
Abstract
Particularly in the last two decades a group of young philosophers from different parts of the world have
initiated an objection against Kant. Though these philosophers are not always in complete aggrement with
each other with regard to what they put instead of Kant, they are almost in full aggreement in their
arguments against Kantian epistemology. These young philosophers call themselves as “realists” and like
to develop a new realist ontology which is going to be away from anthropocentrism of any kind, yet
remaining faitfull to the reality as mcuh as possible. According to these philosophers Kantian
epistemology is the one that they have to overcome if they are to achieve this quite a challenging task.
This piece of work aims to introduce this new debate and answer in what sense these emerging realist
movement needs to break up with Kantian epistemology.
Keywords: Realism, Object, Ontology, Epistemology, Speculation.
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
I. Geriplan
Kant sonrası felsefe, önünde temel bir sorun buldu: Ontoloji ile epistemoloji ya
Kant’ın öngördüğü gibi iç içe geçecek ve ilki ikincisine mahkum olacaktı ya da felsefe
her iki kalkışmadan da etik bir tevazu tavrıyla geri çekilecekti. Her iki yolu deneyenler
de oldu. İki yolun sonunda felsefenin buluştuğu yer bir çeşit ‘muallak olanla yetinme’ye
dönüştü. 20. yüzyılın ikinci yarısında bu yetinmenin adına “post-modernizm” denildi.
Kant sonrası felsefede ilk yolu deneyenler sahiden de Kant’ın bizi bıraktığı
yerden fazla uzaklaşamadı: Aşkınsal (transcendental) olanağın kozmostaki yegane
sahibi insan-özne, başka tüm varlıklardan farklı olarak, yalnızca yönelmiyor,
düşünmüyor ya da kavramıyor; ama yönelişini, düşünüşünü ya da kavrayışını olanaklı
kılan koşulları da fark edebiliyordu. Kant’ın meşhur a priori formları ve kategorileri,
insanın bir şeyi ancak zamansallık, mekansallık ya da nedensellik dolayımıyla
anlayabileceğini söylediğinde ontoloji hızla epistemolojinin içinde eritilmiş oldu. Kendi
içinde şey’i bilemeyeceğini bilmek, şeylerin çeşitlendirdiği kozmosta ancak insani a
priori dolayımlardan ibaret bir alanda felsefe yapılabileceğini de kabul etmek anlamına
geldi. İkinci yolu deneyenler ise Kant’ın bizi bıraktığı yerde, ne gerçekliğin nesnel
olarak var olduğunu ne de –varsa bile– bu tür bir gerçekliğin bilinebilir olduğunu
düşündü. Nesnel gerçekliği keşfetmeye yönelik ontolojik araştırmalar ve hipotezler,
böylece peşine düşülmesi gereksiz boş bir çaba gibi görünmenin yanısıra, savaşların,
çevre felaketlerinin, hayal kırıklığı olmuş dev kurtuluş ümitlerinin, insanın insana
eziyetinin de sorumlusu sayıldı.1
Bu geri planın bir ürünü olan post-modernizm (yanısıra, yeni pragmatizm, sosyal
inşacılık, epistemolojik görecelik vb.) özellikle dilsel dönüş denen dönemle birlikte,
gerçekliğin hepten kurulan, üstelik dil-içinde ve dil-aracılığıyla kurulan, epistemolojik
açıdan da tarihe, kültüre ve dile bağlı olarak her seferinde yeniden kurulacak bir şey
Rosi Braidotti, İnsan Sonrası adını verdiği çaşışmasında, Rönensans'tan itibaren başlayan bir hümanist
kusursuzlaşma idealinin Aydınlanma’yla birlikte nasıl bir akıl, ilerleme ve gelişme saplantısına
dönüştüğünü, bu tablonun da hızla nasıl “erkekinsan”ın kurtuluş anlatısına el verdiğini ve hepsinin
sonunda ortaya çıkan tarihsel bir hümanizm düşüşünün nasıl bir hayal kırıklığı yarattığını ayrıntılarıyla
örnekler (Bkz. Braidotti 2013: 23-62).
1
290
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
olmaktan öteye geçemeyecek bir muğlaklık olduğunu söyledi. Nesnel gerçeklik
hakkında düşünmek, onu aramak, bulmaya çabalamak ya da onu azar azar daha az
yanılgılı kavramaya çalışmak gibi tutumlar felsefede hepten gözden düştü, bilimde de
totaliter bir aydınlanmacılık heveslisi olmakla bir sayıldı (Kuhn, Rorty, II. Dönem
Wittgenstein, Derrida, Levinas bu koronun temel sesleri arasında sayılabilir).
Böylece, felsefe –klişe bir ifadeye başvurursak– içindeki çocuğu öldürdü;
içindeki doğa filozofunu öldürdü; ontolojiyi terk etti; olumsuzlamadan ibaret bir
epistemolojiyi aldı ve tüm dikkatini büyük harfli bir bilim ve aydınlanma değillemesine
odakladı... Kuşkusuz, Spinozacı bir perspektiften bakılırsa, her şey olması gerektiği gibi
olur ve öyle de olmuştur. Felsefenin bu kendi evriminden öğreneceğimiz dersler de yok
değildir. Ne var ki, gerçekliği bilme tutkusunun totaliter bir kibre dönüşmesine izin
vermeme etiği, ontolojiyi hepten terk etme gibi bir sonuca varınca, bu kez felsefeye
karşı bir şiddet uygulamaya dönüştü. Son derece etik görünümlü bir şiddet! Belki de son
kırk yıldır felsefenin mağdur ve mazlum tek “öteki”si var, o da ontoloji.
Bugünlerde kendilerini “yeni realizm”, “yeni materyalizm”, “eleştirel realizm”
ya da “spekülatif realizm” gibi adlar altında toplayan bir düzine kadar filozof üstte
yazılanları genel olarak paylaşıyor (Maurizio Ferraris, Manuel de Landa, Roy Bhaskar,
Bruno Latour, Graham Harman, Levi Bryant vb.). Bu düşünürler, gerçekliği terk etmeye
niyetleri olmadığını söylüyorlar. Dahası, gerçekliği arama çabasının terk edilebilir
olmadığını, gerçekliğin kimi unsurlarının (social objects) dil içinde ve dil dolayımıyla
kurulmakla birlikte, tüm gerçekliğin dilsel bir temsilden ibaret sayılamayacağını,
felsefenin de hakikat arayışından uzak durması gereken bir dil oyununa dönüşmemesi
gerektiğini ileri sürüyorlar. Bu düşünürlerin her birinin şu ya da bu ölçüde birbirinden
farklı ontoloji denemesi var; çünkü, üstte anlatılanlardan çıkarılacağı üzere, hiçbiri
ontolojiyi epistemolojiye indirgemekten yana değil. Gerçeklik yanılmaz, bizim bilme
çabamız yanılgılarla doludur... Öyleyse, bilme çabamızın yanılabilirliğini akıldan
çıkarmadan, bilme çabasının daha az yanılgılı arayışlarını sürdürmek gereklidir.
291
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
II. Nesne Merkezli Ontoloji (Object Oriented Ontology) Arayışı
Kantçı epistemolojiye karşı farklı terimlerle sürdürülen yeni gerçekçi itirazın
ortak kullanımındaki kavram ilk kez Fransız düşünür Quentin Meillasoux’un çokça
tartışılan After Finititude (2008) adlı kitabından doğmuştur. Meillasoux, bu kitapta,
“korelasyonizm (correlationism)” diye adlandırdığı bir epistemolojik tutumu Kant ve
Kant sonrası felsefenin epistemolojik yaklaşımını eleştirmek için analiz eder.2
Meillasoux’a göre korelasyonizm insanın ancak düşünce ve varlık arasındaki
korelasyona erişiminin olabileceği, ama bu iki kavramın herhangi birine birbirinden
bağımsız erişemeyeceği kabulüdür. Düşünce ve varlık arasındaki korelasyon, böylece,
hem düşünce hem de varlığın kendisini insanca bir soruşturmanın dışında bırakarak,
insana yalnızca korelatif bir dolayım olanağı tanımaktadır. Aynı biçimde, Meillasoux’a
göre, korelasyonizm fikri, varlığın (ya da Varlık’ın) zorunlu olarak sözü edilen korelatif
dolayıma bağlı kılınması, ondan ibaret sayılması ya da ona indirgenmesi anlamlarına da
gelmektedir.
Meillasoux’un
korelasyonizm
kavramıyla
saptadığı
tutumun
Kant
epistemolojisinin zorunlu bir implikasyonu olduğu konusunda yeni gerçekçiliğin tüm
taraflarında ortak bir kabul vardır. Meşhur dogmatik uykusundan uyandırılışının
ardından Kant haklı olarak kendinden önceki yüzyılda tüm belirtileri hem rasyonalist
okulda hem de deneyci okulda ortaya çıkan kuşkuculuğa düşmekten kaçınmış, bir
bakıma hem Kartezyen hem de Berkeleyci aşırılığın sağduyuya ters kuşkusundan uzak
“temkinli bir gerçekçilik” peşine düşmüştü. Öte yandan, bu temkinli gerçekçilik Kant’ı
“nümenal” dünyayı “fenomenal” dünyadan ayırmaya götürmekle kalmamış, insanın
ilkine ilişkin bilgisinin olanaklı olmayacağını, dolayısıyla bilginin ancak ikincisiyle
sınırlı kalacağını kabul etmeye de götürmüştür.3 Kant, deneyimlenen dünyanın ve bu
Meillasoux’un sözü edilen kitabındaki analizlerin sonunda onu götürdüğü bir tür nihilizmin ayrıntılı
eleştirisi Peter Halward tarafından yapılmıştır (Bkz. Halward 2011). Biz bu çalışmada Meillasoux’un
yalnızca ‘korelasyonizm’ kavramı ve bu kavramın dayandığı argümana odaklanmayı seçtik.
3
Shaviro Kant’ın bu yönelişini şöyle ifade eder: “(...) Kant, bir yandan dogmatizm ve kuşkuculuğun
tehlikelerini kontrol altına alırken, diğer yandan da rasyonalizm ve empirismin taleplerini birleştirecek bir
yapı geliştirmişti. Ve korelasyonizm Kant’ın bu yapıyı olanaklı kılmak amacıyla kendi rızasıyla ödediği
bir bedeldi.” (2014: 69).
2
292
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
dünyadaki nesnelerin gerçekliğini kabul eder görünmekle birlikte, bu nesnelere ilişkin
bilginin nesnel gerçekliği (öznelerin ortak dilini aşan bir nesnel gerçeklik) konusundaki
soruşturmanın zorunlu sonuçsuzluğunu göstererek bir anlamda nesnel gerçekliğin ve bu
gerçekliğin nesnelerinin insani bir korelasyona hapsedilmesine yol açmıştır.4
Kantçı felsefe bu olguyu kabul etmekle birlikte bunun “kaçınılmaz” olduğunu ve
Kant’ın bir anlamda malumu ilan ettiğini düşünür. Öte yandan, yeni gerçekçi
düşünürlere göre Kantçı “nümenal” ile “fenomenal” ayrımı geçerli olsa bile, bu
ayrımdan bilgiye çizilen Kantçı sınırlamanın (insan bağımlı bir sınırlama) çıkarılması
geçerli değildir.
Meillasoux’a göre kendisinin “soyatasal (ancestral)” dediği türden önermeler
karşısında takınmamız gereken tutum Kantçı bu bilinemezlik savını büyük ölçüde
zayıflatmaktadır. Soyatasal önermeler, düşünüre göre evren hakkında dünyadaki
biyolojik yaşamdan bile önce, dolayısıyla bilinçten çok önce bir gerçekliğin –bir
anlamda– zorunlu kabulünü gerektiren verilere dayanmaktadır. Meillasoux bunu şu
soruyla gündeme getirir: “Korelasyonizm soyatasal önermeleri yorumlama açısından
nasıl bir yükümlülüğü vardır?” Bu tür önermelerden bir tanesi şudur: “Evren, 13,5
milyar yıl önce oluşmuştur.” Sorunun Kantçı epistemolojiye yönelik meydan okuması
ilk göründüğünden daha ciddidir. Kantçı bir korelasyonist bu önermenin doğruluk
değerini nasıl belirleyebilir? Evrenin 13,5 milyar yıl önce oluştuğu önermesinin
doğruluk değeri insana göre mi, yoksa nesnel gerçekliğe göre mi belirlenecektir?
Meillasoux, bir korelasyonist için bu önermenin doğruluk değerinin ancak “insana göre”
bir koşulla belirlenebilir olduğunu; ne var ki, öyle bir durumda önermenin nesnel
gerçeklik hakkındaki bilgi vericiliğinin ortadan kalkmış olacağını söyler. Kendi-içindeşey olarak evren 13,5 milyar yaşında mıdır, yoksa insanın a priori bir dolayımla evrene
biçitiği bir yaş mıdır bu?
Meillasoux’un bir anlamda korelasyonist bir özneler-arasıcılık döngüsünden
bağımsız, orada ve insan zihninden ontolojik anlamda bağımsız bir nesnel gerçekliğin
Kant’ın, fenomenal alandaki koşullu bilgimizin yegane olanağı olarak “şeyler”in gerçekliğine ilişkin
kabulüyle ilgili olarak, bkz. Kant 1929: 27.
4
293
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
olduğuna ilişkin dikkate alınması gereken önermelerden diğer bir grup da kendisinin
“fosil maddeler” dediği türden önermelerdir. Meillasoux bu türden önermeler için
şunları ileri sürer:
Arke-fosil ya da fosil madde diye adlandıracağım materyallerin, fosil teriminden
aşina olduğumuz üzere, yalnızca geçmiş bir yaşamın izleri olduğunu değil, aynı
zamanda soyatasal bir gerçeklik ya da olayın varlığını ifade eden materyaller
olduğunu ileri süreceğim. Bir arke-fosil bu anlamda soyatasal bir fenomenin
ölçümüne ilişkin deneylere olanak veren maddi bir dayanak anlamına gelir –
örneğin, radyoaktif bozunum değerini bildiğimiz bir izotop, ya da bir yıldızın
oluşum tarihine ilişkin bize bilgi veren ışık emilimi gibi (Meillasoux 2008: 10).
Meillasoux, soyatasal önermeler ya da fosil-madde olgularına ilişkin
önermelerin Kartezyen bir bilim anlayışında sorun çıkarmazken Kantçı bir
korelasyonistin bilim anlayışı için ciddi bir sorun anlamına geldiğini ileri sürer. Mesela
açıktır: Bu türden önermelerin ancak mecazi bir anlamı olduğu ileri sürülmeyecekse,
korelasyonist için bilimi insan merkezli ve öznelere arası bir faaliyet saymaktan
kurtaracak başka ne yol vardır? Şu örnek ilginçtir:
Şu soyatasal önermeyi düşünelim: ‘İnsanlar ortaya çıkmazdan X yıl kadar önce
Y olayı gerçekleşmiştir.’ Korelasyonist bir filozof herhangi bir biçimde
önermenin içeriğiyle uğraşmayacaktır: Onun işi gerçekte ne Y olayının
gerçekleşip gerçekleşmediği ne de bu olayın tarihiyle ilgili bir itirazdır. Hayır, –
o yalnızca şunu ekleyecektir– ifadenin sonuna, belki yalnızca kendine hitaben,
ama önermeye kesin bir ek olarak, basit bir düzeltme olarak, her zaman aynı
düzeltme olacak biçimde: ‘İnsanlar ortaya çıkmazdan X yıl kadar önce Y olayı
gerçekleşmiştir –insana göre (hatta, bilim insanına göre) (Meillasoux 2008: 15).
Kant epistemolojisinde Meillasoux’un dillendirdiği bu tutum, spekülatif
gerçekçilik olarak nitelendirilen perspektife göre objeler dünyasının inkar edilmesine
kadar varan bir ilgisizliği peşinden getirmiş, insan merkezli bir gerçeklik kavrayışını –
kendi kendine çizdiği sınırlar içinde– ya objelerin nesnel dünyasından koparmış ya da
bu dünyayı insancı bir korelasyonizme indirgemiş, adeta objelerin nesnel var olma
tarzlarını asimile etmiştir. Graham Harman tarafından geliştirilen ve yine spekülatif
realizm perspektifi içinde kendine özgü bir obje merkezli ontoloji (OMO) [İngilizce:
Object Oriented Ontology (OOO)] arayışını ifade eden program da Kant’ın
Meillasouxcu eleştirilerinden haberdar ve bunları aşan bir gerçekçilik örneği olarak
294
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
belirmiştir. Harman, Peter Gratton’a göre, özellikle Tool Being: Heidegger and the
Metaphysics of Objects (2002) ile Quadruple Object (2011) arasında yaklaşık on yılda
biçimlendirdiği programda, bir taraftan Husserlci ‘objeler ve nitelikler’ ayrımından
yararlanarak ikincisinin ilki tarafından tüketilemeyeceğini gösterme yoluna gitmiş, diğer
taraftan da Heideggerci ontolojiden yararlanarak gerçekliğin şeyler düzeyinde her
zaman bir tür bilincin erişimine kendini açma ve geri çekme süreci olacağı saptamasını
geliştirmeyi amaçlamıştır (Gratton 2014: 87). Bu iki kaynaktan, önce beslenişi, sonra da
onları aşma çabası Harman’ın Quadruple Object adlı kitabındaki şu ifadede netlik
kazanır: “Bizim bir zemini ‘ayakta durmaya yarayan gereç’ olarak kullanışımız,
köpeklerin ya da sivrisineklerin ayırt edebileceği niteliklerin bolluğuna yönelik herhangi
bir teması olanaklı kılmaz. Kısacası hem teori hem de pratik, şeyleri kendini-açmayahazır bulunuşluğa (presence-at-hand) indirmekten ötürü eşit oranda suçludur.” (Harman
2011b: 38).
Harman’ın geliştirmek istediği Obje Merkezli Ontoloji, Kant epistemolojisinin
fenomenal/nümenal ayrımını kabul eder görünmekle birlikte, Meillasoux’un itirazlarını
dikkate alacak biçimde, fenomenal alanın insan-bilinci-merkezli bir korelasyonizme
terk edilmesinin önüne geçmek ister. Bir başka deyişle, Harman için de, Kant’tan
tümüyle farklı gerekçelerle de olsa, şeylerin-kendi-içlerinde oluşlarından mamül bir
gerçeklik vardır ve bu gerçeklik her zaman insan bilincinin kuşatabileceğinden fazla ve
çeşitli etkileşimler dünyası olarak tezahür edecektir. Ne var ki, fenomenal alan Kant’ın
yaptığı gibi insan-bilinci-merkezli bir korelasyonizme terk edilmeyecek, bu alan
objelerin
insanlarla
olduğu
kadar
insan-dışı,
hatta
canlı-dışı
tüm
objelerle
karşılaşmalarının ortak alanı olarak araştırma konusu edilecektir. Harman, The
Speculative Turn’de objeden ne anladığını yazarken bu arayışın izleri belli olur:
“‘Objeler’ derken, bizden ve diğer şeylerden (birbirlerinden de) özerk belli niteliklere
sahip bütünleşik entiteleri anlıyorum.” (Harman 2011a: 22). Bu hamleyle Harman,
Meillasoux’un dikkat çektiği türden soyatasal önermelerin işaret ediyor olabileceği
türden bir nesnel gerçeklik konusundaki kuşkulu tutumu ortadan kaldırmayı, aynı
zamanda da objeleri insan-bilinci-merkezli bir korelasyonizmden kurtarmayı hedefler.
295
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
Harman’ın özellikle son dönem düşüncesinde objelere yukarıda sözü edilen
türde bir özerklik kazandırmak üzere “duyumsal” olanla “gerçek” olan arasında bir
ayrımına gittiği görülür. Bir indirgemeyi göze alarak söylenirse, duyumsal obje insan
zihninin bir objeyle etkileşme sırasında/sürecinde yarattığı (yaratabileceği) temsilin
tamamı anlamına gelir. Kuşkusuz, Harman burada iki tür obje vardır demez; onun
vurgusu gerçek bir objeyle insan zihninin karşılaşmasında zorunlu olarak bir duyumsal
obje temsilinin olacağını göstermeye yöneliktir. Burada ona göre kaçınılması gereken
objenin duyumsal olandan ibaret bir temsile hapsedilmesidir; çünkü duyumsal olan
gerçek
objenin
bu
‘spesifik’
karşılaşmada
(ve
bütün
başka
tekil
spesifik
karşılaşmalarında) ilişkiye açtığı niteliklerle olanaklı olur, ama gerçek objenin bütün
karşılaşmalarda (insan zihni ya da diğer objelerle) geriye çekip sakladığı nitelikler hep
olacak, bu anlamda gerçek obje karşılaşmalarda asla tüketilmeyecektir (Bkz. Harman
2011a).
Harman bu vurgusuyla, Heidegger’den aldığı yardımla yeni bir düşünceyi ayağa
kaldırmak, ama hemen ardından Heideggerci desteği terk ederek gerçek objenin bütün
tekil-spesifik karşılaşma deneyimlerinde hep kendinde eksilmeden kalacak bir nitelik
rezervini güvence altına almak ister. Harman’a göre “gerçek obje” Kantçı anlamda bir
nümenal alanın yerleşik sakini değil, tümüyle fenomenal alanda ama nümenal
konfordan da sonsuzca yararlanma olanağına sahip bir gerçekliktir.
Harman’ın Quadruple Object adlı çalışması, yukarıda açıklananlar ışığında
değerlendirildiğinde, objeye bütün insani ve insani olmayan koşullardan bağımsız bir
mutlak özerklik tanıma yolunda Batı metafiziğiyle hesaplaşma olarak okunabilir.
Düşünüre göre, Batı felsefesinin “obje” açısından genel bir değerlendirmesinin açıkça
gösterdiği şey objeye yönelik iki yanlış perspektifte ısrardır. Bu ısrardan biri objeyi
“değersizleştirme (undermining)” ise diğeri de objeyi “aşırı yüceltme”dir (overmining).
Harman’a göre ilk türden ısrarın mimarları arasında çağdaş felsefede Manuel de Landa
gibi yeni materyalistlerden antik felsefenin atomcularına kadar uzanan köklü bir
materyalist doğalcı yanılgı vardır. Bu yanılgı Harman’a göre kendisini objeyi sürekli
olarak onu oluşturan temel yapıtaşları ile birlikte düşünüp, en alttaki, en somut, en
296
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
bölünemez ya da en temel olanı obje karşısında daha gerçekçi bir statüye yükseltmek
ister. Bu perspektifin gözünde, sözgelimi, bir ağaç -bir ağaç olarak mevcut durumundan
ziyade- kendisini oluşturan karbon molekkülerine, o molekülleri kuran atomlara ya da
daha alt parçacıklara indirgenmek suretiyle adeta gerçekliğini kazanır.
Öte yandan, objeyi aşırı yüceltme biçiminde ortaya çıkan diğer ısrar eğiliminde
obje yine olduğu gibi olarak değil, bu kez de kendisine kurucu yapıtaşlarından biri rolü
verilmek suretiyle insan zihninin eseri sayılabilecek makro-sosyal gerçekliğin
oluşumunda abartılmış bir ilişkisellik örüntüsü altında ele alınırlar. Harman’a göre
objeyi bu türden bir makro ilişkiselliğin unsuruna dönüştürerek onu bu kez de aşırı
etkinleşmeye mahkum eden ısrarın sorumluları arasında Whiteheadci düşünce ve
izleyenleri vardır.5 Harman bu iki ayrı yanlış tutum için şunları yazar: “Bireysel
objelelerin metafiziğin kendi başına merkezi bir konusu olmasına direnenler için başka
bir seçenek yoktur: Obje ya aşağıdan değersizleştirilecek ya da yukarıdan aşırı değerli
kılınacaktır. Obje ya derinlerde yatan bazı ilksel elementlere indirgenecek, ya da
yanılgılı bir biçimde doğrudan verilenle yer değiştirilerek gizemli bir takviye olarak
resmedilecektir.” (Harman 2011a: 13).
III. Yoldaki Güçlükler
Peter Heft, kitabında Graham Harman’ı anlatacağı bölüme başlarken düşünürün
Kant’la ilişkisini özetleyen şu paragrafa yer verir: “Eğer Kant, (…) felsefenin jokeriyse
Graham Harman da felsefenin Batman’idir. Kant dünyayı insan düşüncesiyle ilişkisine
indirgemeyi isterken, Harman insan düşüncesinden tümüyle bağımsız obje-obje
etkileşiminin kurduğu bir dünya imgelemek ister, Kant aşkınsal idealizmi kucaklamak
isterken Harman realizmi metafizik açıdan güvenilir bir pozisyona dönüştürmek ister,
ve Kant nümenal’in bilinemez olduğunu söylerken Harman nümenali Gerçek kılmak
ister.” (Heft 2016: 24).
Buraya kadar anlatılanlar ışığında, Harmancı gerçekçiliğin temkinli bir
eleştirisini yapmak için belli koşulların oluştuğunu ileri sürebiliriz. Bu eleştiri temkinli
5
Harman’a göre Bruno Latour da bu tutumun temsilcileri arasındadır.
297
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
olmalıdır çünkü, bir yandan Harman’ın (Meillasoux ile uyumlu olarak) dikkat çektiği
Kantçı epistemolojinin olumsuz sonuçlarına ilişkin dikkat çektiği noktalar haklı
bulunabilir türdendir, ama öte yandan Kantçı epistemolojinin olumsuz sonuçlarını
eleştirmenin “sonuçlara öykünmek (appeal to consequences)” türünden bir biçimsel
olmayan mantık hatasına düşmesinin kabul edilemeyeceğini de fark etmek gerekecektir.
Kantçı epistemolojinin tüm gerçekliği insan merkezli bir aşkınsal idealizmin
kavramlarına hapsettiğini tespit etmek ayrı, bu epistemolojinin yanlış olduğunu
göstermek ise apayrı birer temelledirme güçlüğü olarak durmaktadır. Harman’ın
fenomenal dünyaya ilişkin spekülatif betimlemelerinin bilimsel önermelerin nesnel
gerçekliğini geri kazanmak için önemli bir çaba olduğunu kabul etmekle, bu geri
kazanımın nasıl olanaklı olacağına ilişkin temellendirmenin henüz yapılamadığını
söylemek eşit ölçüde geçerli iki farklı yargıda bulunmak anlamına gelir. Çünkü ikincisi
Kantçı aşkınsal kategorilerin yetkin bir eleştirisini gerektirir ki bunun henüz
gerçekleşmediği açıktır. Harman’ın imgelediği türden bir fenomenal dünyada objelerin
objelerle ilişkisini düşünürken Kant’ın aşkınsal kavramlarından muaf bir dilin
geliştirilmesi olanaklı mıdır? Eğer bu olanaklı değilse, obje-merkezli bir ontolojinin
epistemoloji içinde eritilmesine karşı gerçekçi itirazın temellendirilmesi nasıl
yapılabilir?
Spekülatif gerçekçiliği Whiteheadci bir süreç ontolojisi üzerinden izleyen
Shaviro’ya göre projenin başarısı büyük ölçüde yukarıda sözü edilen türde yetkin bir
Kant eleştirisinin yapılabilmesine bağlıdır. Shaviro henüz elde olanın “negatif bir tez”
olduğunu, gerçekçi bir metafiğin aynı zamanda Kant’tan bağımsızlaşmayı başarabilmiş
“pozitif bir tez”e gereksinim duyduğunu ileri sürer. Shaviro, Meillasoux’la başlayan bu
araştırma programının temel misyonu için –Marx’ı anımsatacak bir ironiyle– şöyle
yazar: “Filozoflar bu güne dek çeşitli biçimlerde yalnızca korelasyonist döngüyü
tanımladılar, asıl sorun bu döngüden dışarı çıkabilmektir.” (Shaviro 2014: 68).
298
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
Shaviro’ya göre, Kantçı bilinemezlik ya da kendisinin deyimiyle “... (Kant’ın
çizdiği sınırlardan)6 geriye kalanla yetinecek bir gerçekçiliğin çağdaş felsefede yarattığı
hayal kırıklığı”, ancak negatif bir tutumla korelasyonizm eleştirisiyle yetinmekten
vazgeçip, pozitif bir ontoloji ve yine pozitif bir epistemoloji önermeyi gerektirmektedir
(2014: 68). Shaviro burada sözünü ettiği pozitif ontolojik tezin, şeyleri yalnızca insan
kavramsallaştırmalarından bağımsız varoluşlarıyla değil, şeylerin kendi-içlerinde nasıl
organize oldukları ve onları olanaklı kılan etkileşimsel koşulların nasıl bir süreç
izlediğine ilişkin de insancı şemalardan kurtulmayı başarmış bir dile gereksinim
duyacağını yazar. Harmancı tez önerisi, Shaviro’ya göre bu bağlamda olumlu bir
çabadır ve aslında Kant’ı tümüyle bir tarafa atmak yerine –tam tersine– Kantçı nümenal
bilinemezliği insanın kendinde şeylere erişimine ilişkin bir olanaksızlıktan ziyade, insan
da dahil her bir obje için (şey’in şeylerle ilişkisi) her zaman hakkında konuşulan şey’de
konuşmanın tüketemeyeceği (karşılaşmaların tüketemeyeceği demek daha doğru) bir
yanın kalacağını kabul etmeye doğru bir genişletme anlamına gelir (2014: 70). Böylece,
Shaviro’nun vurguladığı gibi, objelerin insan zihninden bağımzılığını ilan etmenin
Harmancı anlamı, objelerin gerçek objeler olarak değil her zaman duyumsal objeler
olarak düşünülmesi, ancak bunun salt insana ait bir olanaksızlık olmaktan çok objenin
objeyle ilişkisini de bağlayan gerçekliğin nesnel bir ifadesi olarak düşünülmesi
amaçlanmaktadır.
Ferraris, Yeni Realizm için Manifesto’nun (Manifesto for New Realism) ilk
sayfalarını Kant’ın planlanmamış etkisinin postmodernizme nasıl dönüştüğünü, benzer
biçimde postmodernizmin planlanmamış bir etkisi olarak da günümüz felsefi, etik ve
politik dinamiklerini doğrudan belirleyen yıkıcı bir popülizme nasıl evrildiğini
açıklamaya ayırır (Bkz. Ferraris 2012). Dolayısıyla, bugün deneyimlediğimiz ve
felsefeden siyasete, etikten gündelik yaşama kadar belirleyici olan, bir anlamda, ‘her şey
mübah’ tutumunun öngörülmedik dolayımlardan geçerek Kant sonrası tüm yaşamı
kuşattığı söylenebilir. Ferraris bu tablonun yakın ve kasıtlı nedeninin postmodernizm
olduğunu düşünmez; daha çok postmodernizmin sağladığı iklimde kendine sağlam bir
6
Parantezli ifade bana aittir (ÇB).
299
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
ideolojik dayanak bulan popülizmdir sorumlu olan. Broidotti’nin ‘insan sonrası’ olarak
adlandırdığı bu dönem kendini içinde bulduğu çok yönlü yıkıcılıktan kurtarmak için
gerçeklikle ilgili yeni bir tavra gereksinim duymaktadır. Ferraris için bu çaba, bir
anlamda, totaliter hırsından arınmış alçakgönüllü yeni bir aydınlanma olarak okunabilir:
“Aydınlanma, bugün, hala bir dayanak ve insanlığa imana gereksinim duymaktadır;
ama bu insanlık kurtarılmayı bekleyen düşmüş bir tür olarak değil de evrilmekte olan ve
yolda akılla donanan bir hayvan türü olarak alımlanacaktır.” (2012: 21).
300
Çetin BALANUYE, “Yeni Gerçekçiliğin Kant Gerilimi”, Mavi Atlas, 5(2)/2017: 289-301.
KAYNAKÇA
BRAIDOTTI, R. (2013). İnsan Sonrası, çev. Öznur Karakaş, İstanbul: Kolektif
Kitap.
FERRARIS, M. (2012). Manifesto of New Realism, trans. by Sarah De Sanctis,
New York: Sunny Press.
GRATTON, P. (2014). Speculative Realism, London: Bloomsbury Publishing.
HALLWARD, P. (2011). “Anything is Possible: A Reading of Quentin
Meillassoux’s After Finititude”, The Speculative Turn, ed. by Levi Bryant, Nick Srnicek
& Graham Harman, Melbourne: re.press series.
HARMAN, G. (2011a). “On the Undermining of Objects: Grant, Bruno, and
Radical Philosophy”, The Speculative Turn, ed. by Levi Bryant, Nick Srnicek &
Graham Harman, Melbourne: re.press series.
HARMAN, G. (2011b). The Quadruple Object, Winchester, England: Zero
Books.
HEFT, P. (2016). “The Philosopher’s New Clothes: An Introductory Survey into
Object-Oriented Ontology”, Yayınlanmamış Denison University Yaz Okulu Projesi
Notları,
Erişim
Tarihi:
20.06.2017
(http://www.petersaysstuff.com/wpcontent/uploads/2016/08/The-Philosophers-New-Clothes-An-Introductory-Survey-intoObject-Oriented-Ontology.pdf).
KANT, I. (1929). Critique of Pure Reason, trans. by N. K. Smith, London:
Macmillan.
MEILLASSOUX, Q. (2008). After Finititude: An Essay on the Necessity of
Contingency, trans. by Ray Brassier, London: Continuum.
SHAVIRO, S. (2014). The Universe of Things: On Speculative Realism,
London: University of Minnesota Press.
301