Değerlendirme
www.madencilik-turkiye.com
Necati Yıldız
Maden Yük. Müh.
yildizn53@gmail.com
Nükleer Reaktör mü,
Nükleer Bomba mı?
A
lbert Einstein atomun parçalanabilirliğini sadece
kuramsal olarak ortaya atmış, daha sonraki yıllarda
yapılan deneylerle de bu kuram doğrulanmıştır.
Uranyum atomunun nötron bombardımanı sonucunda parçalandığı ve baryumun ortaya çıktığı gözlenmiştir.
Yapılan deneyler sonucunda uranyum atomu ikiye bölünürken oldukça büyük bir enerji açığa çıkmış, bölünme sonrası
oluşan toplam kütlenin başlangıçtaki uranyumun kütlesinden
daha az olduğu gözlenmiştir. Açığa çıkan enerjinin kaynağı ve
kaybolan kütlenin ne olduğu Einstein'in “E=m.c2” denklemiyle
açıklığa kavuşturulmuştur.
Einstein’ın bu eşitliğinden yola çıkan fizikçiler, 1942 yılında
atom bombasının temelini oluşturan tepkimeyi gerçekleştirmişlerdir. Bu tepkime sonucu açığa çıkan ısının silaha dönüştürülmesi amacı ile 1942 yılında ABD’de New Mexico eyaletinde
kurulu bulunan “Los Alamos Scientific Laboratuvarı’nda bir
çalışma başlatılmıştır. Laboratuvarda atom fizikçisi Prof. Dr.
Oppenheimer başkanlığında, Manhattan Projesi’nde 5700
bilim insanı çalışarak U235 ve Pu239’den iki nükleer bomba
üretmişlerdir. Laboratuvarda üretilen bomba 1945 yılında
Alamogordo Çölü’nde denenmiş, denemeden başarılı(!)
sonuç alınmış, bombanın etkisinin tahmin edilenden çok daha
güçlü olduğu anlaşılmıştır.
II. Dünya Savaşı sırasında ABD tarafından U235’ten üretilen ilk
atom bombasına “Little Boy”, 1,5 kat daha güçlü ve Pu239’dan
üretilen ikinci bombaya da “Fat Man” adı verilmiştir. 6 Ağustos
1945 günü, istihbarat elemanlarınca yapılmış gözlemler
sonucu Japonların dışarıda en kalabalık oldukları zaman olarak
belirlenen yerel saatle sabah 08:15’te ilk uranyum bombası,
B-29 bombardıman uçağı "Enola Gay"’den Hiroşima’ya,
plütonyumdan üretilmiş ikinci bomba da 9 Ağustos 1945'te
Nagazaki'ye atılmıştır.
Bombaların etkisiyle 300.000'den fazla insan ölmüş, 250.000
kişi yaralanmış ve radyoaktif serpintilerden zarar görmüş,
bombaların insanlar ve doğa üzerindeki etkisi uzun yıllar
devam etmiştir. Bombalama olayı geride yüz binleri bulan ölü,
yaralı, sakat insan ve canlı ve yıkıntı bırakarak insanlık tarihinin
en kara lekesi olarak tarihte yerini almıştır.
Los Alamos Scientific Laboratuvarını 1980’li yıllarda gezme
olanağı bulmuştum. Bu laboratuvar; derin vadilerle oyulmuş
platolar üzerinde, tek girişli, girilen yerden çıkılması zorunlu bir
topografya üzerine kurulmuştur. Laboratuvarda atom bombası üzerinde çalışıldığı yıllarda, çalışanların toplumla fiziki
bağlantısı tamamen kesilmiş, aileleri ile iletişimlerine ancak
mektup ile izin verilmiştir. Anlatılanlara göre laboratuvarla,
ancak haftada bir kez yiyecek ve haberleşme amacıyla bağlantı
kurulmasına müsade edilmiştir.
Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Prof. Dr. J. R. Oppenheimer
yaptığı işten pişmanlık duymuş ve ”Bir şey yaptık… Dünyanın
doğasını çok seri ve etkili bir şekilde değiştirebilen en tehlikeli
silah… Yaşadığımız dünyadaki bütün standartlara göre şeytani
olarak değerlendirilebilecek bir şey… Bunun üzerine bilimin
insanlar için iyi olup olmadığı sorusu sürekli aklımı kurcalıyor…”
demiştir. Aynı zamanda dönemin başkanı Harry S. Truman’a
“Sayın Başkan, ellerimin kanlı olduğunu hissediyorum” der ve
Truman yardımcılarına “bir daha bu adamı asla karşıma çıkarmayın” diye talimat verir.
Manevi yönden Nobel’den sonra gelen en önemli ödüller arasında sayılan, Miami Üniversitesi’ne bağlı Teorik Araştırmalar
Merkezi’nce 1968 yılında verilmeye başlanan Oppenheimer
ödülünü 1977 yılında Prof. Dr. Feza Gürsey almıştır.
88
1 Haziran 2015
1961 yılında Türkiye'ye dönen Gürsey, 1974 yılına kadar Prof.
Dr. Erdal İnönü'nün ısrarları ve uğraşları sonucunda Orta Doğu
Teknik Üniversitesi Teorik Fizik Bölümü'nde profesör olarak
görev yapmıştır. Bu dönem içinde Türkiye'de teorik fizik alanında yapılan çalışmaları canlandırmak amacıyla Princeton ve
Yale Üniversitelerinden ünlü fizikçileri ODTÜ'ye davet ederek
çok sayıda konferansın düzenlenmesini sağlamıştır. 1968
yılında TÜBİTAK Bilim Ödülü'nü almıştır.
1965-1974 yılları arasında Yale Üniversitesi'nin Teorik Fizik
Bölümü'nde konuk profesör olarak görev yapmış, ODTÜ'deki
görevinden ayrılmak istememiştir. Bu süre içinde Yale
Üniversitesi ile ODTÜ arasında dönüşümlü olarak çalışmalarını
sürdürmüştür.
1974 yılında Prof. Dr. Feza Gürsey'in izni kaldırılmış ve
ODTÜ'den ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Bunun üzerine Yale
Üniversitesi Fizik Bölümü'nde sürekli olarak çalışmaya başlamıştır. Sayın Gürsey, izninin kaldırılmasının nedenlerini Prof.
Dr. Mustafa Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı'nca verilen Bilim
Hizmeti ve Onur Ödülü töreninde anlatmıştır:
"Birincisi, sık sık ve ücretli izinli olarak dışarıdaki bilim merkezlerinde çalışmam ve bu bilimsel alışverişe öğrencilerimi de
katmam; ikincisi, Türkiye'mizin seviyesine ve ihtiyaçlarına uygun
olmayan üst düzeyde bir araştırma yaparak gençliğe zararlı bir
örnek olmam."
Atom bombasının patlama anı
Sayın Prof. Dr. Feza Gürsey 1991 yılındaki emekliliğine kadar
Yale Üniversitesi Fizik Bölümü'nde çalışmıştır. 19 Ocak
1977'de temel parçacık fiziğine yaptığı katkılardan dolayı,
Sheldon Glashow ile birlikte Oppenheimer Ödülü'nü almıştır. Ödül için kendisini kutlayan öğrencilerine "Ödül, Yale ile
Harvard arasında paylaşıldı, yazıldı. İsterdim ki ODTÜ ve
Harvard arasında paylaşıldı desinler" demiştir. İşte bu, bilim
adamlarımıza ülkemizin verdiği değere(!) çarpıcı bir örnektir.
Beyin göçü bu olsa gerek!
Bu gün Japonya ile ABD arasında oldukça iyi sayılabilecek
düzeyde ekonomik ilişkiler mevcuttur. Japonlarla birlikte
bulunduğum bir ortamda ABD’nin Japonya’ya attığı atom
bombaları ile ilgili görüşlerini sormuştum. Aldığım yanıt çok
ilginçti: “ABD o iki atom bombasını atmasaydı savaş daha uzun
sürecek, daha çok Japon ölecekti.” demişlerdi.
Uranyum atomu parçalandığında oluşan tepkime zinciri;
U235’in bir tetikleme ile parçalanması, parçalanma sonucu
ortaya çıkan nötronların diğer atomlara çarparak onları
da parçalaması ve bu tepkimenin zincir gibi devam etmesi
olayıdır. Atomun parçalanmasıyla çıkan yüksek ısı, kullanılan
enerjinin kaynağıdır. Tepkimenin başlatılması, sürdürülmesi,
kontrolü, soğutulması, durdurulması ve benzeri olaylar
başta fizik, nükleer, atom mühendisliği gibi disiplinlerin ilgi
alanlarıdır.
Uranyum elementi %99,3 U238, %0,7 U235 ve <%0,01 U234 içermektedir. Uranyumun ilk kademe zenginleştirilmesinde, “sarı
pasta“ olarak adlandırılan %75-80 U3O8 tenörlü konsantre elde
edilerek kurutulup paketlenmektedir. Enerji ve askeri amaçlı
kullanım için konsantre içinde U235 oranının yüksek olması,
bunun için de sarı pastanın zenginleştirilmesi gerekmektedir.
Yakıt amaçlı kullanılan uranyumda U235 oranı %4-5, askeri
ya da silah amaçlı kullanımda U235 oranı %97 civarındadır.
Gerektiğinde askeri amaçlı kullanılan U235, yaklaşık 25/1 oranında seyreltilerek yakıt amaçlı kullanılmaktadır.
Dünyada nükleer santrallerin yanı sıra nükleer yakıtla hareket
sağlayan gemiler ve denizaltılar mevcuttur. Uluslararası Atom
Enerji Kurumu, nükleer kazaların boyutunu ifade etmek için INES
Uluslararası Nükleer ve Radyolojik Ölçeği’ni kullanmaktadır. 0-7
arası bu ölçülendirme sisteminde kaza büyüklüğü logaritmik
olarak ifade edilmiştir. Ölçülendirme sisteminde her kaza seviyesi
bir öncekine göre 10 kat artmaktadır.
Dünyada çok sayıda nükleer kaza meydana gelmiştir:
• En büyük nükleer kaza, 1987 yılında, INES ölçeğine göre
•
•
7 büyüklüğünde Ukrayna’nın kuzeyinde Çernobil Nükleer
Enerji Santrali’nde meydana gelmiş kazadır.
Fukuşima Nükleer santralindeki kaza; 2011 tarihinde,
Tohoku depremi sonrası tsunaminin etkisiyle deniz dalgalarının santralı su altında bırakması ve santralin bazı
ünitelerinin yönetiminin devre dışı kalmasıyla olmuştur.
Santralin üç ünitesindeki kaza seviyesi 5, bir ünitenin 3 ve
kazanın tamamı da 7 büyüklüğünde kabul edilmiştir.
28 Mart 1979 tarihinde ABD’de Middletown, Pensilvanya
yakınındaki Nükleer Enerji Santralinde meydana gelmiş,
Three Mile Island olarak bilinen kaza seviyesi 5 olarak
değerlendirilmiştir.
Nükleer santrallerde kullanılan yakıtların üretim ve ticareti
ile ilgili uluslararası yasal düzenlemeler mevcut olup atom
enerjisinin güvenli ve barışçıl(!) amaçlı kullanımını sağlamak
ve kötü amaçlarla kullanımına karşı önlem almak(!) ve ülkeler
90
1 Haziran 2015
Little Boy
arasında nükleer bilgi ve teknoloji alışverişi için küresel bir
görev yürütmek üzere 1957 yılında, belirli ülkelerce yönetilen ve yönlendirilen Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA)
kurulmuştur. Bu ülkeler, nükleer silahlara sahip olmalarına ve
zenginleştirilmiş kaynakları enerji üretimi yanı sıra silah
üretiminde de kullanmalarına karşın, diğer ülkelerin nükleer
projelerine karşı çıkmakta, hatta nükleer enerji eğitimlerini bile
kontrol etmekte ve denetlemektedir. Günümüzde yaşanan en
somut müdahale(!) örneği de İran’da yaşanmaktadır.
Devlet Planlama Teşkilatı Özel İhtisas Komisyon Raporları’na
göre Türkiye’de, nükleer santrallarda yakıt olarak kullanılabilecek Köprübaşı, Fakılı, Küçükçavdar, Sorgun ve Demirtepe’de
9.129 tonluk uranyum rezervleri mevcuttur. Bu rezervler ve
tenörleri aranıp bulundukları yıllarda dünyaca kabul edilen ekonomik sınırlarda olmasına karşın, bugün için bu sınırların altında
kaldığı ifade edilmektedir. Ancak bir ülke kendi nükleer yakıtını
kendisi üretecekse maliyet unsurları göz ardı edilebilmelidir.
Türkiye’de ticari anlamda bir uranyum cevheri üretilmesi
ve zenginleştirilmesi yoktur. Manisa-Köprübaşı’nda 1974
yılında, Köprübaşı cevherlerini laboratuvar bazında irdeleyerek, fizibilite için daha güvenilir veri elde etmek amacıyla
Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü tarafından pilot tesis
kurulmuştur. 1974-1982 yılları arasında faaliyet gösteren bu
tesiste, Köprübaşı ve Uşak-Fakılı cevherlerinin seri deneyleri
yapılarak 1.200 kg kadar uranyum zenginleştirilmiştir. Genel
Müdürlük’ün bünyesinde bu faaliyetlerin sürdürüldüğü
Radyoaktif Mineraller Servisi daha sonra kapatılmıştır!
MTA şu anda ülkemizde radyoaktif mineral aramaları yapmaktadır. MTA’nın ilk yapacağı iş “Radyoaktif Mineraller Servisi”ni
yeniden kurup uranyum zenginleştirmesi ile ilgili laboratuvar
çalışmalarına başlamak olmalıdır. Aksi takdirde MTA uranyum
bulursa ne yapacaktır?
Diğer taraftan da bazı özel şirketlerce ülkemizde uranyum
madeni arandığı bilinmektedir. Maden Kanunu’nda yerli
ya da yabancı şirketlerin uranyum arayıp işletmesiyle ilgili
yasaklayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. Maden Kanunu’nun
50. maddesinin son fıkrasında, üretilen uranyum cevherinin
devlete ya da Bakanlar Kurulu’nca tespit edilecek yere satılması gerekliliği ile ilgili bir hüküm vardır. Zaten uranyumla
ilgili daha doğrusu radyoaktif minerallerle ilgili ülkemizin
yapacağı her çalışmada Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın
gözü üstümüzde olacaktır.
Ülkemizde, üzerinde en çok spekülasyon yapılan madenlerimizden biri de toryumdur. Dünyada uzun yıllar yetecek kadar ekonomik boyutta uranyum rezervleri mevcut
olduğundan toryumun yakıt olarak kullanılması ile ilgili
araştırmalar sınırlıdır. Şu anda gelişmiş ülkeler toryum ile
ilgili, nükleer yakıt olarak kullanma olanakları yerine, daha
çok bu elementi kullanarak daha kaliteli alaşımlı çelik, elektronik araç, daha yüksek ısıya dayanıklı malzemeler üretmek
için araştırmalar yapmaktadırlar. Yakıt çevrimi sorunu
nedeniyle, bugün için toryumla çalışan ticari ölçekte santraller bulunmamakla birlikte toryumu yakıt olarak kullanan
santrallerin küçük ölçeklli olanlarının İngiltere, Almanya,
ABD ve Hindistan’da uzun zamandır denendiği bilinmektedir. Toryum, nükleer yakıt üretiminde kullanılma olasılığı
nedeni ile geleceği olan bir elementtir.
Şu ana kadar yazdıklarım herkesin araştırdığında edinebileceği
kolay bilgilerdir. Asıl üzerinde düşünülmesi gereken ise uranyumun yakıt olarak kullanıldığı nükleer santrallerin ülkemiz
açısından ne getirip ne götüreceğidir. Ülkemizde, gündemde
iki nükleer santral vardır. Bunlardan biri Rusya’nın Akkuyu’da
kuracağı, diğeri de Sinop’ta Japonlar tarafından kurulacak
olandır.
İkinci santral Sinop’la ilgili olarak; Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti ile Japonya Hükümeti arasında akdedilen “Türkiye
Cumhuriyeti’nde Nükleer Güç Santrallerinin ve Nükleer Güç
Sanayisinin Geliştirilmesi Alanında İşbirliğine İlişkin Anlaşma”
ile “Türkiye Cumhuriyeti’nde Nükleer Güç Santrallerinin
ve Nükleer Güç Sanayisinin Geliştirilmesine Dair İşbirliği
Zaptı”nın onaylanması Nisan 2015’de TBMM’de uygun
bulunmuştur6. Onaylanan zapta da TBMM web sitesinden
ulaşılabilmektedir7.
Şu anda bu zabıt ile ilgili yorum yapmamın doğru olmayacağını düşünmekteyim. Ancak bu konunun uzmanları konuyu
teknik olarak mutlaka inceleyip sonuçlarını kamuoyu ile
paylaşacaklardır.
Nükleer enerji konusunda insan faktörünün ve siyasilerin bakış açılarının çok önemli olduğu unutulmamalıdır.
Ülkemiz 2014 yılında Soma ve Ermenek’te iki büyük iş kazası
yaşamıştır. Bu kazaların en önemli nedeninin, devletin
denetleme görevini gerektiği şekilde yerine getirmemesi ya
da getirememesi olduğunu düşünüyorum. Bir ülke düşünün
ki yetkilileri iş kazalarını “işin fıtratıyla” ilişkilendirirken
nükleer enerji santralinin patlama riski ile mutfak tüpünün
patlama riskini karşılaştırabilmektedirler8.
Nükleer santrallerde çalıştırılacak insanların seçiminde her
zaman olduğu gibi eğitim, deneyim, zeka, çalışkanlık, yaratıcılık gibi liyakatten önce siyasi görüşüne bakılabileceği
endişesindeyim. Bunun sonucu olarak da en büyük korkum,
Fat Man
ülkemizde kurulacak nükleer santrallerde nükleer reaktör ile
düdüklü tencereyi birbirinden ayıramayan insanların istihdam edilme ihtimalidir.
İlgi duyanların nükleer enerji konusunda fikirlerini gözden
geçirmeleri için 06 Ekim 2010 tarihinde Resmi Gazete’de
yayımlanan “2010/918 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya
Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu
Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair
İşbirliğine İlişkin Anlaşma’nın Onaylanması Hakkında Karar’ını
okumalarını öneririm9.
2010 yılında Rusya ile yapılan bu anlaşma hakkındaki yorumlarım aşağıdadır;
• Rusya
•
•
•
•
•
•
•
ile yapılan anlaşmaya göre, Akkuyu Nükleer
Santrali %100 hisseye sahip bir Rus şirketi tarafından
kurulacaktır. Rus şirketi %51 hissesi kendisinde kalması
koşuluyla isterse kalan %49 hissesini satabilecektir. Bu
hisseleri satın alacak şirketler konusunda Türkiye’nin, yani
hükümetin de onayı alınacaktır.
Bu santralde ülkemiz insanının çalışabilmesi ya da
istihdam sağlanabilmesi ile ilgili bağlayıcı bir hüküm
bulunmamasına karşın nükleer santralde çalışacak Rus
vatandaşlarına her türlü kolaylık sağlanacağı anlaşmada
yer almıştır. Yani santralin kurulması için, Rusya'dan işçiler
gelecek, kurulacak santral de Rus personel tarafından
işletilecektir.
Yine Türk tarafı, Rus çalışanların ülkeye giriş çıkışı, santral
bölgesine yerleşimi, çalışanların Türkiye’de edineceği
taşınır ve taşınmaz mallarının yönetimi konusunda özel
kolaylıklar sağlayacaktır.
Türkiye, nükleer santral kurulacak araziyi Rus şirketine
bedelsiz olarak verecektir.
Santralin, yardımcı tesislerinin ve üretilecek elektriğin
sahibi Rus şirketi olacaktır.
Rusya, projenin tek patronu durumundadır. Projedeki
başarısızlık ve gecikmeler ile ilgili anlaşmada hiçbir
yükümlülük ya da yaptırım yer almamıştır.
Nükleer santralde elektrik satış anlaşmasında belirtilen
miktardan daha fazla üretim yapılırsa fazla üretilen miktar
da Türkiye tarafından satın alınacaktır.
Şirket, Türkiye’de oluşturulan elektrik piyasasında daha
ucuza elektrik satın alma olanağı bulursa üretim yapmak
yerine elektrik alıp ülkemize satabilecektir.
1 Haziran 2015
91
• Rusya, ülkemizde 4 üniteli nükleer santral kura-
•
•
caktır. Kurulacak santralın üreteceği elektrik enerjisine ilk 2 ünitesi için %70’ine, diğer 2 ünitesi için
%30’una 15 yıl süreli alım garantisi verilmiştir. 15
yıldan sonra Rusya, kazancının %20’sini bize bırakacaktır. Daha doğru bir ifade ile alım garantisi
süresi sonunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti kâr
ortağı haline getirilerek şirketin geleceği garanti
altına alınmaktadır.
Rus Şirketi anlaşmada yapacağı yatırımın, alacağı
kredilerin geri dönüşünü satış fiyatlarını da belirleyerek garanti altına almıştır.
Anlaşmaya göre Türkiye’nin nükleer santral üzerinde hiçbir hakkı bulunmayacaktır. Nükleer yakıt
temini konusunda Rusya’nın sahibi olduğu şirket
yetkili olacaktır.
B-29 Bombardıman uçağı
Anlaşmanın “Yakıt, Atık Yönetimi ve Söküm” başlığı altındaki hükümler aynen aşağıdaki gibidir:
1. Nükleer Yakıt, Proje Şirketi ve tedarikçiler arasında yapılan
uzun dönemli anlaşmalar bazında tedarikçilerden temin
edilir.
2. Taraflarca mutabık kalınabilecek ayrı bir anlaşma ile Rus
menşeli kullanılmış nükleer yakıt, Rusya Federasyonu'nda
yeniden işlenebilir.
3. Taraflar, devletlerinin yürürlükteki kanunları ve düzenlemeleri izin verdiği ölçüde, nükleer yakıt, kullanılmış
nükleer yakıt veya herhangi bir radyoaktif materyalin sınır
ötesi taşınması da dahil olmak üzere, ancak bunlarla sınırlı
olmamak kaydıyla, nükleer materyallerin sınır ötesi taşınmasına ilişkin gerekli tüm ilgili onay, lisans, kayıt ve rızaların
alınmasında Proje Şirketi'ne yardım eder.
4. Proje Şirketi, NGS'nin sökümü ve atık yönetiminden sorumludur. Bu çerçevede, Proje Şirketi yürürlükteki Türk kanun
ve düzenlemeleri ile öngörülen ilgili fonlara gerekli ödemeleri yapacaktır.
Anlaşma’da denetim ya da gözetim olarak hiçbir şekilde yetki
ve sorumluluk da verilmemiştir.
Japonya’da kontrolden çıkan nükleer santraldeki soğutma
işlemini sürdürmeye çalışan, Japon Halkı için kendilerini
feda eden gönüllü kahramanlara saygılarımı iletmek istiyorum. Acaba Ruslar ülkemizde kuracakları santraldeki ciddi
bir tehlike karşısında Türk milleti için kendilerini feda edebilecekler midir?
Diğer taraftan, bütünüyle yabancı bir ülkenin kontrolü
altında, ülkemizde kurulmuş bir nükleer santralin kendi ülkemize karşı siyasi bir tehdit unsuru olarak kullanılma olasılığı
düşünülmüş müdür?
Bu şartlarla Rusya’ya ülkemiz topraklarında nükleer santral
kurdurmak yerine, Rusya’nın bu santrali kendi topraklarında
kurması, Rusya’dan enerji hattı çekip, bu hattın enterkonnekte
sisteme bağlantı yapılması daha mantıklı değil midir?
Yukarıdaki hükümlerde “nükleer santral atıklarının” ne yapılacağı da net değildir.
Bu arada Rusya’ya eğitim için gönderilen gençlerin ülkemizdeki bu çalışmaların neresinde yer alacakları belli değildir.
Ancak görüldüğü kadarıyla Türk mühendislerinin bu santralde yasal hiçbir kontrol ve denetim yetkisi olmayacaktır.
Rusya’ya, nükleer santral kurmak için ücretsiz verilen ülkemiz
toprağına polis, asker, jandarma giremeyecektir. Tabiri caiz
ise bu alandaki ülke topraklarımız üzerinde ülkemizin hiçbir
tasarrufu olmayacaktır. Ulusal nükleer enerji araştırmalarımız
için bu tesisten yararlanabilme olanağımız da olmayacaktır.
Kendi topraklarımız üzerinde kurulmuş bu santralden ihtiyacımız olan elektriği belirli koşul ve fiyatlarda satın almanın
dışında bu santral üzerinde bir hakkımız olmayacaktır.
Ülkemizde Türkiye Atom Enerji Kurumu adı altında Devlet’in
bir kurumu vardır. Devlet’in bu Kurumu’na, Ruslarla yapılan
92
1 Haziran 2015
Fisyon olayı
Nötron
Baryum
Nötron
Nötron
Uranyum
Kripton
Nötron
Uranyumun Parçalanması
Dönemin başbakanı, bedelli-bedelsiz askerlik konusunda, uygulamanın halkı inciteceği gerekçesi ile gerekirse referanduma
gidilmesi gerektiğini söylemiştir. Santralin öneminden dolayı
Rusya ile yapılan anlaşma çerçevesinde ülkemizde nükleer
santral kurulup kurulmaması konusunda referanduma gidilemez miydi? Referandum yapılması durumunda, yukarıda
belirttiğim şartlar altında, nükleer santral yapılmasına yanıtım
açıkçası ”hayır” olurdu.
Kendinin toplumda bir yeri olduğuna inanan, biraz da
eğitim almış her duyarlı vatandaşın ülkemizde nükleer
santral kurulup kurulmaması konusunda “olumlu” ya da
“olumsuz” yönde mutlaka bir fikrinin olması gerekir diye
düşünüyorum.
Bir maden mühendisi olarak da nükleer santral ya da nükleer
enerji gibi teknik konularda nerede durmam, sınırı aşmamam
gerektiğinin de bilincindeyim. Ancak temel konularda düşüncelerim aşağıdaki şekilde olacaktır:
• Nükleer
•
•
•
•
•
santral kurulurken mümkün olduğunca dışa
bağımlı olmaktan kaçınılmalıdır.
Yapılacak santrallerin inşasında Türk teknik elemanları yer
almalıdır.
Yapılacak santrallar Türk mühendis ve teknisyenlerinin
denetim ve kontrolünde faaliyette bulunmalıdır.
Santral yakıtını kendi kaynaklarımızdan üreterek zenginleştirebilecek teknoloji ülkemizde kurulmalıdır.
Santral en yeni teknoloji ile en doğru yerde kurulmalı, atık
sorunu çözümlenmiş olmalıdır.
Ülkemiz araştırmacılarının yapacakları nükleer araştırma
ve çalışmalara engel ve sınırlama getirilmemelidir.
Aksi takdirde nükleer teknolojide de dışa bağımlı olmaktan
kurtulmamız olası değildir. Olayın diğer bir boyutu da santral
yapımındaki yer seçimi, proje yönetimi, mali yönetim, teknik
kontrol, işletme ve güvenlik altyapısı için kısır siyasi tercihlerin
gündeme gelmemesidir.
Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu
büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh,
94
1 Haziran 2015
Cihanda Sulh” ilkesini, insanlık var oldukça dünyadaki ülkeler
de ilke edinmelidir. Nükleer güç, her ne kadar bir enerji kaynağı
olsa da, ülke olarak bu gücün “caydırıcı yönde” nükleer silah
olarak kullanabilecek bilgi ve teknolojiye de sahip olmamız
gerektiği de bir gerçektir.
Dünyanın sonu, insanların birbirini yemesi nedeni ile gelmezse, enerji kaynakları tükendiğinde gelecektir. Enerji ile ilgili
de, biz ya da birileri kullanabileceğimiz yeni enerji kaynakları
mutlaka bulacaktır. Enerji sorunu ülkemizin gündeminden
hiçbir zaman düşmemiş, bundan sonra da düşmeyecektir. Bu
sorunu ikincil, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı olarak
çözmek olası değildir.
Sonuçta, bir vatandaş olarak şunu söyleyebilirim: Öncelikle
kömür ve hidrolik potansiyellerimizin kullanılması, yukarıda
belirtilen, teknik ve idari açıdan ülke olarak bizim de içinde
olacağımız, sorunlarına çözüm bulunmuş nükleer santraller
de kurularak enerjide arz çeşitliğine gidilmelidir. Enerji gereksinimi ve çeşitliliği kadar ülke savunması için de caydırıcı güç
olarak kullanılması açısından ülkemizin nükleer teknolojiye
gereksinimi vardır. Ama Akkuyu’daki gibi anlaşmalarla
değil…
Kaynaklar:
1. Cevher Hazırlama ve Zenginleştirme, N.Yıldız, II.Cilt, 61.Bölüm: “Uranyum”,
Sayfa:1431-1470, ISBN 978-975-96779-5-4
2. Uranium Extraction Technology, Technical Report Series, No. 359, International
Atomic Energy Agency, Vienna, 1993, ISSN 0074-1914, 359, STI/DOC/10/359, ISBN
92-0-103593-4
3. Uranium Extraction,by D.Lunt, GRD Minproc Limited Perh, P.Boshoff, GRD Minproc
Limited, Johannesburg, M.Boylett, RD Minproc Limited, and Z. El-Ansary, GRD
Minproc Limited, Perth. The Southern African Institute of Mining and Metallurgy,
2007 This paper was first published at the SAIMM Conference, Uranium in Namibia,
14–16 May 2007.
4. Uranium Recovery From Acid Leach Liquors:IX or SX?, By Deon van Tonder Bateman
Engineering, South Africa, Marthie Kotze MINTEK, South Africa, Presented by Bert
Van Hege Bateman Engineering, South Africa At the Alta 2007 Uranium Conference
5. Uranium, Volume 5, Technical Resource Document Extraction Anad Beneficiation
of Ores And Minerals, January 1995,EPA530-R-94-032, NTIS PB94-2008987, U.S.
Environmental Protection Agency, Office of Solid Waste Special Waste Branch, 401
M Street, SW, Washington, DC 20460.
6. http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.
gov.tr/eskiler/2015/04/20150410.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/
eskiler/2015/04/20150410.htm
7. http://web.tbmm.gov.tr/gelenkagitlar/metinler/357883.pdf
8. http://www.emo.org.tr/ekler/e23e9bb43192085_ek.pdf?dergi=669
9. http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/