Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi
25, 5 (2021) 256-266 (e-ISSN: 2602-4934)
---------------------------- Araştırma makalesi ---------------------------
SAFA ÖNAL'IN HİKÂYELERİ
Sefa YÜCE*
Öz
Safa Önal’ın hikâyeleri bin dokuz kırk sonrası yeni hikâye anlayışının bir
yansımasıdır. Bu dönemde, kentleşme olgusu ile birlikte bireyin sorunları gündeme
gelir. Günlük hayatın akışı ve sıradan insanların yaşamları hikâyenin konusu olur.
Önal’ın hikâyelerinde de çevrenin bireye etkisi ve bireyin iç çatışması belirgin
olarak öne çıkar.
Önal’ın hikâyelerinde vaka yok denecek kadar azdır. Onun hikâyelerinin
kurgusal yönü, Memduh Şevket Esendal ve Sait Faik Abasıyanık’ın bir sentezi
gibidir. Bu yönüyle durum ve kesit hikâyelerine yönelir. İyi bir gözlemci olan Safa
Önal, sosyal değişimin bireye etkisini hikâyelerinde ustalıkla işlemesini bilir. Üslûp
sahibi olan yazar, kendi dönemi içinde Türk hikâyeciliğine yeni bir renk katar.
Hikâye yazarlığında olgunlaşması, onu senaryo yazarlığına taşır. Bu çalışmada
genel olarak Safa Önal’ın hikâyeleri değerlendirilmeye çalışıldı.
Anahtar Sözcükler: Safa Önal, Kentleşme Olgusu, Bireyin İç Çatışması,
İstanbul, Dünyanın En Güzel Gemisi,
Prof. Dr., Gazi Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sösyal Bilgiler Eğitimi
Bölümü.
e-posta: sefayuce@hotmail.com
*
ORCID: 0000-0003-0030-5464
Geliş/Received: 18 Kasım 2021 / 18 November 2021
Kabul/Accepted: 6 Aralık 2021 / 6 December 2021
Sefa Önal’ın Hikâyeleri
257
THE STORIES OF SAFA ÖNAL
Abstract
Safa Önal's stories are a reflection of the new understanding of the story after
nineteen forty. In this period, the problems of the individual come to the fore with
the phenomenon of urbanization. The course of everyday life and the lives of
ordinary people become the subject of the story. In Önal's stories, the influence of
the environment on the individual and the inner conflict of the individual are
prominent.
There are almost no cases in Önal's stories. The fictional aspect of his
stories is like a synthesis of Memduh Şevket Esendal and Sait Faik Abasıyanık. In
this aspect, it turns to situation and cross-sectional stories. Safa Önal, who is a good
observer, knows how to skillfully process the impact of social change on the
individual in his stories. In addition, the writer, who has a good style, brings a new
color to Turkish storytelling in his era. His maturation in story writing over time
takes him to scenario writer in the next period. In this study, Safa Önal's stories are
tried to be evaluated.
Keywords Safa Önal, the phenomenon of urbanization, The Inner Conflict
of the Individual, Istanbul, The Most Beautiful Ship in the World.
Giriş
Hikâyenin edebiyatımızda boyut kazanması II. Meşrutiyet sonrasıdır.
Millî Edebiyat dönemi ile hikâye türü büyük rağbet görür. Ömer Seyfettin,
bu türün tematik olarak gelişimine önemli katkı sağlar. Refik Halit Karay’la
da Anadolu realitesi hikâyenin ana teması olur. Şiirden sonra hikâye en çok
rağbet edilen edebî tür hâline gelir. Mütareke ve Millî Mücadele
dönemlerinde yazarlar, Anadolu’yu daha yakından tanıma imkânı bulurlar.
Cumhuriyet’in ilanından sonra hikâye, memleket gerçeklerine ve
toplum sorunlarına eğilir. Bu dönemin hikâyesi konuşma dilini, hayatı ve
insanı ele alır. Küçük hikâyenin gelişimi hızlanır. 1923 sonrası hikâye türü
iki ana kulvarda gelişir. Bu kulvarın ilki Mahmut Şevket Esendal’ın hikâye
tarzıdır. O, hikâyeye yenilikler getirir. Vakaya dayanmayan hikâyeye
yönelir. Esendal, iddiasız, gösterişsiz, bir anlatımın temsilcisidir. Çehov tarzı
hikâyeciliği Türk edebiyatına taşır. Pürüzsüz dili, sıradan insanların
ilişkilerini, sosyal hayatını etkili biçimde anlatır. Konu bulmakta
zorlanmayan bir yazardır. Onun hikâyeleri estetik ve ahlâki boyutuyla hayatı
bütün cephesiyle ortaya koyar (Lekesiz, 2000: 21).
Sabahattin Ali, 1930 sonrası kaleme aldığı hikâyelerinde köyü ve kırsal
kesimi anlatır. O, Refik Halit Karay’dan sonra Anadolu insanının hayatını
Sefa YÜCE
258
realist bir bakış açısıyla ele alır ve mütegallibe zihniyetini eleştirir. Ayrıca
bürokrasinin yozlaşan yapısını ve bu yapının köylüye yansıyan yanlışlığını
da dile getirir.
Sait Faik, hikâyeye yeni bir ivme kazandırır ve ona basamak atlatır. O,
hikâye içinde yeni anlatım tarzları dener. Mektup ve röportaj havası taşıyan
hikâyeler yazar. Üslûbunu ve cümle kurgusunu mensur şiir tarzına
yaklaştırır. İnsanın iç dünyasına nüfuz eder ve sıradan insanı hikâyenin
konusu yapar. O, edebî tür olarak hikâyeyi cezbedici hâle getirir. 1940
sonrası hikâye türü farklı bir boyut kazanır ve bu tür süreli yayınlar
vasıtasıyla geniş halk kesimlerine ulaşır. Özellikle gazeteler, her hafta tefrika
hâlinde hikâyeler yayımlar. Hikâyeye olan bu ilgi, yeni bir okur kitlesi de
oluşturur.
Sanat ve edebiyatta dönemler, birbirinden tamamen kopuk değildir. Her
yeni dönem, bir önceki dönemin mirasından yararlanır. Sanatta, yeni anlayış
ve değerler, eskinin üzerine inşa edilir. Cumhuriyet döneminden önce hikâye
yazmaya başlayanların birçoğu yeni dönemde de eserler vermeye devam
ederler (Akyüz, 1982: 193). Eskilerden beslenen, ilk imzalı yazısını 1945
yılında Bilmece dergisinde yayımlayan hikâyecilerden biri de Safa Önal’dır.
Onun iyi bir hikâyeci ve senarist olmasında aldığı eğitim ve okuma
sevgisinin büyük rolü vardır. Bu süreç aynı zamanda kendisini inşa etme
evresidir. O, bu hususta şu değerlendirmeyi yapar:
“Reşat Nuri Güntekin’in ortaokul kitabımızdaki ‘Eski Bir Yara’ adlı
hikâyesi, bütün ömrümü çizmiştir, bugüne kadar beni hâlâ etkilemekte,
götürmektedir. Diğeri Selami İzzet Sedes’tir… Maurice Leblanc’ın Arsen
Lüpen’lerini orijinalinden daha güzel bir dille Türkçeye aktardığı söylenirdi.
Gerçekten de o Türkçe, tadına doyulmaz, tadından yenmez bir Türkçedir…
Ben on bir, on iki yaşlarında okumaya başlamıştım. (…) Ben bir defa okuma
açlığı çekmekteyim hep. Yani yetmemektedir. İtikat sahibiyim ama şu
espriyi yapabilirim; keşke öbür tarafa kitaplarla gidebilsem! Çoğumuzun
bizden öncekileri okumadığını, ya da şöyle bir göz gezdirdiğini, kuş
uçuşuyla tepelerden bakıp geçtiğini düşünmekteyim. Düşünmekte değilim, o
lafı da sevmiyorum!.. İnanmaktayım buna. Kendimizi okumadık. Kendimizi
iyice bıraktık, okumuyoruz (Arpa, 2009: 50-51)”.
Dünyanın En Güzel Gemisi
Safa Önal, lise yıllarından itibaren Hafta, Yelpaze, Hayat dergilerinde
ve Milliyet gazetesinde hikâyeler yazar. Ayrıca Türk Düşüncesi ve Yelpaze
dergilerinde de yazı işleri müdürlüğü yapar. Önal, hikâyelerini Dünyanın En
Sefa Önal’ın Hikâyeleri
259
Güzel Gemisi adıyla kitaplaştırır. On dokuz hikâyeden oluşan kitapta,
Peyami Safa’nın bir tanıtım yazısı yer alır.
Bir yazarın üslûp sahibi olabilmesi anlatım tarzına bağlıdır. Üslûbun
farklılığını ortaya koyan ve belirleyen temel ölçüt de nasıl anlattığı
sorusudur. Safa Önal, hikâyelerinde şiirsel bir üslûp kullanır. Peyami
Safa’nın ifadesiyle “şiir yerine hikâye yazan bir şairdir.” Önal, kısa hikâyeler
yazmayı tercih eder, bu hikâyelerin bir kısmını daha sonra senaryolaştırır.
Onun kitabında yer alan hikâyelerin ilki Vesaire Vesaire’dir. Hikâye, Ayşe
ile Sabahattin’in aşkını anlatır. Ağabeyinin manav dükkânında çalışan
Sabahattin, uzun süre Ayşe ile arkadaşlık eder. Aralarında bir sevgi bağı
oluşur. Sabahattin, bir karpuz sergisi açar ve işleri umduğundan iyi gider.
Komşular ve esnaf da ona yardım ederler. Bu arkadaşlık ilişkisi mutlu sonla
biter. Hikâyenin kurgusu dostluk üzerinedir. Bu yönüyle Vesaire vesaire,
Memduh Şevket Esendal’ın hikâye anlayışı ile benzerlik gösterir. Hikâyede,
yazar anlatıcı özne konumundadır. “Ben ikisine ayrı ayrı göz kırpardım…
Sabahları susar, Ayşe’yle Tarabya’dan döndüğü günden beri girmediği
önünden geçer, bir boy gider, döner, sonra yine gider, köşeyi dönüp
kaybolurdu…” Hikâyede zaman, yaz mevsimidir. Nesnel zaman, 1950’li
yıllardır. Ana mekân İstanbul’dur. Hikâyede kişiler, Ayşe, Sabahattin,
Sabahattin’in ağabeyi, Fırıncı Boğos’un oğlu ve Elektrikçi İstepan’dır.
Esnaflar arasında yardımlaşma duygusu yaygındır. Semt ve esnaf kesimi
Sabahattin’i destekler, onu korur. Azınlıkların da olduğu bu semtte huzur
vardır. Hikâye, şiirsel bir anlatım tarzıyla okuyucunun ilgisini çeker, onda
merak uyandırır ve düşündürür.
Ardından hikâyesinin konusu, eşinden ayrılan adamdır. Oğlu Orhan’la
kalan adam, eşinden ayrılmanın şaşkınlığı içindedir. Annenin evden gitmesi,
Orhan’ı olumsuz etkiler. Çocuk durgundur ve önündeki çorbayı içmek
istemez. Adam, onu neşelendirmek için çabalar. Oğluna, sınıfını geçerse
bisiklet alacağını söyler. Bazen de asabileşir ve çocuğu annesinin yanına
göndermekle tehdit eder. Orhan’a galiz sözler söyler: “Öyle bakma yüzüme.
İndir bakışlarını hayvan herif! Yeter be, akşamdan beri yaptığın numara…
Ve dinle. İşine gelirse, gelmezse, sen de onun yanına defolursun. İşte bu
kadar!” Adam, eşini kendisini sevmemekle suçlar. Ona çok tepkilidir ve
ondan kurtulduğu için Tanrı’ya şükreder. Fakat buna rağmen zaman zaman
gelgitler yaşar. Oğlunun teselli etmeye çalışır. O, bütün bu olumsuz
gelişmelerden eşini sorumlu tutar. Mekân, ev ortamıdır. Kurgu, psikolojik
gerilim ve iç çatışma üzerine inşa edilir. Anlatıcı, gözlemci konumundadır
ve nesnel bir tavır sergiler. Hikâyede beş kişiden bahsedilir: Adam, oğlu
Orhan, ayrılan eş ve Seher. Bir de Orhan’ın arkadaşı Aysel. Hikâyenin
merkez kişisi olan adam sürekli iç çatışma yaşar.
260
Sefa YÜCE
Uyku Üstüne Hikâye’si, bir tohumun gelecek ile ilgili düşlerini anlatır.
Konu, tohumdur. Hikâyenin kurgusu, ideal ile realitenin çatışmasıdır.
Anlatıcı, gözlemci konumunda ve nesneldir. Hikâyede belirli bir mekân
yoktur. Uzun zaman dilimi, sıkıştırılmış süreç içinde anlatılır. Tohum, hülya
içindedir. Aslında bir ağaç tohumudur, fakat nasıl bir ağacın tohumu olduğu
da belirsizdir. Tohum, ne olursa olsun insanlara faydalı olmayı amaçlar.
Paşanın oturduğu bir masa, mimber, kürsü veya çekmece olmayı düşler:
“Bütün ömrü boyunca, kendisinin etrafında tek bir defa toplanılmalıydı,
fazla değil… Fakat dünyada bütün masaları kıskançlıktan gebertecek bir
toplantı…” Endişeleri de vardır. En büyük endişesi, kibritlik bir kavak ağacı
veya hastane bahçesinde çam ağacı olmaktır. Tohumun hiçbir düşü
gerçekleşmez. Hayallerle yaşayan tohum ancak darağacı olur. Yazar,
hikâyede bir iç çözümleme yapar.
Gizli Sıtma’nın konusu, tutkudur. Hikâyeyi, özne anlatıcı bize aktarır.
Nesnel zaman ellili yıllardır. Hikâyede iki yaz mevsiminden söz edilir. Bu da
iki yıllık zamana tekabül eder. Tek taraflı aşk ve tutku üzerine kurulan
hikâyenin kurgusu, iç çözümlemeyle anlatılır. Erkeğin yaşadığı iç çatışmanın
boyutu, genç kızı kaybedeceği endişesiyle zaman zaman tırmanır. Onun
dikkatini çekme çabaları da gerekli sonucu vermez. Erkek, genç kızı sadece
kendisine yakıştırır. Kız için zihninde planlar yapar, kaleme aldığı bir
hikâyeyi ona okur. Bu bir aşk itirafıdır. Genç kız, hiç üzerine alınmaz,
sevgilisinin beklediğini söyleyerek mekândan ayrılır. Erkek için genç kızın
tavrı ümidin bitişi ve yıkımın başlangıcı olur.
Dalga hikâyesinin konusu yaşamdan izlerdir. Özne anlatıcı, flaschback
tekniği ile hikâyeyi aktarır. Dalga adını ise yazar, bir imge olarak kullanır.
Hikâyede yaşananlar, ard arda gelir ve birbirini takip eder. Bu bir nevi
karnaval havası ve denizdeki dalgalar gibidir. Hikâyede zaman, karartma
gecelerinin hüküm sürdüğü İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Okul yılları,
aşklar, eğlenceler, İstanbul’un değişik mekânlarında yaşananlar, radyonun
bıraktığı etkiler, Beyoğlu ve Tarlabaşı’nda arkadaşlarla yaşanan maceralar
hikâyenin kurgusunu oluşturur. “Afif’ten Vecdi’den Zeki’den derken
sevgilimden bahsediyoruz. Yarım bir el kapıdan balıkları uzatıp, çekiliyor.
İlk kadehten sonra susmağı seviyorum. Üçüncü, dördüncüyle içimden şiir
yazmak geliyor. Limandaki gemilerin bacalarına yorgun kuşlar
konduruyorum…” Hikâyede haz ve hedonist zihniyet ön plana çıkar.
Baba-Oğul’un konusu, aile içi çatışmadır. Hikâyede, eşinden ayrılan
adamın kız kardeşi Huriye ve oğluyla yaşadığı sorunlar anlatılır. Aile içi
çatışmanın bütün boyutları ile yaşandığı hikâyede, kız kardeş, yaşlı
ağabeyinin boşanmasına sebep olur. Huriye evlenememiş biridir. Fakat
bunun nedeni olarak yaşlı ağabeyini suçlar: “-Eve gelen görücülerden sen
Sefa Önal’ın Hikâyeleri
261
bile bıkmıştın. Sokağa çıkarken nazarlık takmasam, akşam ateşler içinde
yatardım. Sonra sen beni, o lânet karı yüzünden, sipsivri ortada bıraktın.”
Huriye’nin sözlerine ve samimiyetine inanmayan ağabeyi, onu yalancı
olmakla suçlar. Huriye, baba ile oğlunun da arasını açar. Onları birbirine
düşman yapmaya çalışır. Ağabeyi, kız kardeşinin sinsi planlarının
farkındadır. Bunu biraz geç anlar: “-Bugüne kadar sinsi sinsi hep fikrimi
çeldin. Beni oğluma düşman ettin. Kıskançlığından gebereceksin. Evlenip,
çocuk sahibi olamadın diye bize düşman kesildin.” Yeğeni de halasının art
niyetini bilir, onun şirin görünme çabalarına inanmaz. Yirmi yaşındaki genç,
halasının sakladığı parayı alır ve evden uzaklaşır. Hikâyede anlatıcı,
gözlemci konumundadır. Huriye, bir ailenin dağılmasına sebep olur.
Hikâyede uzun zaman dilimi, sıkıştırılmış zaman dilimi içinde anlatılır.
Üçe bölünmüş saat hikâyesinin konusu, bir hülya adamıdır. Adamın
sevdiği kız, kendisini kardeşiyle aldatır. İhanetin bedeli onun için ağır olur.
Sevdiğinden başka kimseyi görmeyen adam, aslında bir karasevdalıdır. Bu
bir nevi onun ölümü gibi olur. Bulunduğu şehirden kaçar, fakat yine de kızı
unutamaz. Onu unutmak için kendini oyalamaya çalışır: “Şehirden kaçmakla
ne kazanmıştı?.. O’ndan kaçamadıktan, onu unutamadıktan sonra, bir öğle
vakti, Ege denizinde, yağmur altında olmanın ne faydası vardı?..(…) Acaba
hiç ümit yok muydu? Acaba bir daha bu şehre dönmezler miydi? Yahut
sadece biri…Hangisi olursa olsun…” Bu düşünceler içinde olan adam avare
avare dolaşır ve hayal kurmakla meşgul olur. Hikâyenin anlatıcısı hem
gözlemci hem yorumlayıcı konumdadır. Adam, sürekli iç çatışma yaşar ve
zaman zaman bunalıma girer. Hikâyede, bireyin yaşadığı sendrom, zamanla
psikosomatik hâle dönüşür. Mekân, İstanbul’dur. Uzun zaman dilimi içinde
geçen hatıralar, sıkıştırılmış zaman diliminde anlatılır.
Hikâye Bu Ya’nın konusu, özlemdir. Hikâyenin kişisi, hayatı sever ve
başka hiçbir şey düşünmez. Hikâyenin kurgusu, sevgiliye yazılan bir mektup
gibidir. Belirli bir mekân ve zamandan söz edilemez. Hikâye kişisi, yaşadığı
her şeyi paylaşmaya çalır. Aslında yaşadıklarını ve hayallerini anlatarak
rahatlamak ister. Sevgilisinin beraber olduğu adam aklına gelir. Bu adamın
onu kandırdığını düşünür. O, sadece sevgilisini değil, yakışıklı, dikkat çekici
ve zenginleri de kıskanır. Bazen de her riski göze alır, fakat sonradan
vazgeçer: “Söz olmasa, kapıma polisler gelmese, başına iş açılmazsa bilirim
yapacağımı… Seni kaçırmak geliyor aklıma ama cesaret edemiyorum.
Evvelâ kiracıları, sonra da yolları, meydanı gözlesem, ortalıkta kimsecikler
olmadığını görünce seni evime alsam… Yok aklından geçtiği gibi değil…
(…) Ben mi? Yalnızım. Ne kadın, ne çocuk… Hasretlik içinde geçiyor
ömrüm. Yalnızlık zor…İki ufak oda yalnızlıkta büyüyor da büyüyor.” Kişi
262
Sefa YÜCE
merkezli bu hikâyede bireyin iç dünyası ve onun kendiyle ilgili çatışması
anlatılır. Hikâyede anlatıcı özne konumundadır.
Müzikli Tarife hikâyesinin konusu, bir lokal eğlencesidir. Hikâye,
egzotik unsurlar taşır. Adam, müzikli bir lokale gider. Burada, müzik ritmi
içinde orkestrayı gözlemler. Hikâyede zaman bin dokuz kırk beş ve ellili
yıllardır. Bu yıllarda savaşın olumsuz yansımaları yakından hissedilir. Savaş,
alışılmış pek çok şeyi değiştirir. Oğlundan uzakta olan anne Hans’tan
bahseder. İki ayağı olmayan Hans’ın yaşamı merak konusudur. Kendisini
yaşlı ve hasta hisseden kadının gelecekle ilgili bir beklentisi de yoktur.
Adam, eşini bir an önce oğlunun yanına göndermek ister. Onun da sıkıntıları
vardır, fakat bu sıkıntılar, yüklü bir alacak davasını kazanmasıyla sona erer.
Müzik dinlediği lokalde hesabı isteyen adam, rakamı görünce şaşkınlığını
gizleyemez ve tepki gösterir. Garson, bu canlı müziğin tarifesidir diyerek,
adamı yatıştırmak ister. Hikâyede, iki anlatıcıdan söz edebiliriz. Anlatıcı,
hem gözlemci hem de özne konumundadır.
Ev Kızı’ında konu, evlilik hayali kuran gencin yaşadığı hüsrandır. Kızla
buluşan genç, onu yakından tanımak ister. Fakat kızın gizemli bir tarafı
dikkatini çeker. Onun bu tavrı, gençte bazı şüphelerin uyanmasına neden
olur. Genç, kızın doğruları söylemediğini ve kendisi ile ilgili bilgileri
sakladığını düşünür. Kız, aslında gencin şüphesinin farkındadır. Adının
Nevin olduğunu söyleyen kız, genci inandırmaya çalışır. Genç, kızla birçok
mekânı gezer ve eğlenir. Kız ise, gidilen mekânların hepsini bilmektedir. Bu
durum, gencin şaşkınlığını biraz daha artırır. Harem’de oturduğunu ve
babasını hatırlamadığını söyleyen kız, genci ikna etmeye çalışır. Genç, kızı
test etmek ve niyetini anlamak için onu evine davet eder. Kız, hiç tereddüt
etmeden daveti kabul eder. Genç, kızın evini bildiğini ve bu evin eskiden
onun da oturduğu bir randevu evi olduğunu öğrenir. Bu durum, genç için
trajik bir son olur ve böylece evlilik hayali biter. Hikâye, özne anlatıcı
tarafından gösterme yöntemi ile anlatılır. Ana mekân İstanbul’dur. Ev Kızı,
tipik bir durum hikâyesidir ve hikâyede, psikolojik unsurlar öne çıkar.
Hastanede hikâyesinde konu, genç Orhan’ın ölümüdür. Annesi Naciye,
oğlunu babasız büyütür. Orhan, söz dinleyen bir çocuktur. Fakat onun
hastalanması, annesini zor durumda bırakır. Dayısı da yeğenine bir baba gibi
davranır. Orhan, annesine bazı serzenişlerde bulunur ve sınıfını geçtiği halde
bisiklet almamakla itham eder. Dayısı da yeğenini söz dinlemediği için
nankör olmakla suçlar Tedavi olmak için hastaneye gelen Orhan iyileşemez
ve ölür. Onun iyileşmesini bekleyen anne büyük bir trajedi yaşar ve her şey
alt üst olur. Hikâyede anlatıcı, hem özne hem de gözlemci konumdadır. Ana
mekân hastane ortamıdır.
Sefa Önal’ın Hikâyeleri
263
Eğer egzotik bir hikâyedir. Konusu, sürprizdir. Hikâyede, karsını
memnun etmek isteyen adam bazı düşler kurar. Bu düşleri gerçekleştirmek
için harekete geçer. Fakat bunlar kolay gerçekleşebilecek düşler değildir.
Adam birçok suç işlemiş sabıkalı biridir. Eşine geçmişi unutturmak ve onu
mutlu etmek için adım adım planladığı eylemleri uygulamaya çalışır. Maddi
geliri olmayan adam, yasa dışı işler yapar. Kuyumcudan elmas küpeler ile
bilezikler aşırır. Korku içindedir. Eskisi gibi soğukkanlı değildir. Her an
yakalanma endişesi yaşar. Eşi Katherin’e ulaşmak üzereyken, kapıda
polislerin ayak seslerini işitir ve onların gölgesini görür. Bu durum sona
gelindiğinin de bir işaretidir. Adamın kurduğu düşler gerçekleşmez ve sonu
hüsranla biter. Hikâyede mekân çok katlı bir asansördür. Adam, seksen
üçüncü kattan sırayla aşağıya inemeye çalışır. Otuz üçüncü katta ise
kuyumcu yer alır. Polislerin ona ulaşmaya çalıştığı yer ise on birinci kattır.
Hikâyede anlatıcı gözlemci konumundadır.
Günlerden Bir Gün hikâyesinde konu, kız arkadaşını bekleyen gençtir.
Kızla sözleştiği yere gelen genç, heyecanla onu bekler. İstanbul’da günlük
hayat hızla akar. Ayaspaşa’dan Mete Caddesi’ne bakan genç, dolmuşların
Arnavutköy ve Emirgan’a hareketlerini izler. Yağmur yağar, güneş açar,
zaman ilerler, fakat kız arkadaşı bir türlü gelemez. Vakit geçirmeye çalışan
genç, kendini oyalayacak ortam arayışına yönelir. Kız arkadaşı ile ilgili
hayaller kurar. Artık beklemekten usanan genç, serzenişlerde bulunur ve
sinirlerini yatıştırmaya çalışır. Evine dönmeye karar verir. Hikâyede ana
mekân olarak İstanbul’dur. Hikâye anlatıcı özne konumundadır.
Sabaha Karşı hikâyesinde konu, vapur bekleyen dört arkadaştır.
Boğaz’da bekleyen dört arkadaşın üçü erkek, biri kızdır. On yedi yaşında
olduğu tahmin edilen kız, yanında oturan erkeğe ailesinden bahseder. Babası
alkolik olan kızın, annesi de geçen yıl ölmüştür. Bir an önce evine dönmek
isteyen kız diğerleri gibi vasıta bulamaz. Kız, sıkıntıdan değişik tavırlar
sergiler. Yanındaki adam, onu İngiliz sefaretinin arkasındaki evine götürmek
ister. Ablasının ölüm haberini alan kız, üzülür ve ağlamaya başlar.
Yanındaki adam bir taksiye biner ve gider. Küçük bir motor bulan diğer üç
kişi, karşıya geçmek için hareket ederler. Kıza dikkatli bakan gençlerden biri
ablasının adının Semiha olup olmadığını sorar. Kız şaşırır ve o da gence
Ahmet misin diye seslenince düğüm çözülür. Hikâyede ana mekân
Üsküdar’dır. Anlatıcı, özne ve gözlemci konumundadır.
Ay Çizgisi hikâyesinde konu sevgilidir. Adam günlük hayatın akışı
içinde anılarına yolculuk eder. Mevsim değişmekte, yaz sona ermektedir.
Vitrinler ve pazar yerleri avare insanlarla doludur. Adam, ilk sevgilisini ve
Erenköy’de ağaç altında oturduğu zamanları hatırlar. Yatılı okul yılları
gözünde tekrar canlanır. Yine gecenin birinde sevgilisi ile birlikte Moda ve
264
Sefa YÜCE
Kalamış arasında kiraladıkları kayığı hatırlar. Sevgilisiyle küs olan adam,
onunla barışmayı düşünür. Fakat zihni karışıktır, sevgilisinden ayrılmanın
hüznü onu kendisiyle muhasebe yapmasına neden olur. Hikâyede anlatıcı
özne konumundadır. Ana mekân İstanbul, zaman ise, sonbahardır.
Fatma’da konu, memleketiyle bağı kopmuş kızlardır. Yazar hikâyede,
ailesi ve memleketi ile bağını koparmış Fatma tipi ile binlerce kızı anlatır.
Fatma ve benzerleri, İstanbul’da korku ile karışık bir hayat yaşar. Bu kente
uzaktan gelenler şaşırırlar ve hayatın gelgitlerini yaşarlar. Fatma da bu
tiplerden biridir. Hep arayış içinde, yarı ürkek, yarı çekingen bir tavır
sergiler. İlkokul, enstitüsü derken anne ve babasını kaybeder. Kendini yeni
bir ortamın içinde bulur. Fatma ve onun gibiler, eğlence mekânında, şehir
hatlarında, günlük alışveriş merkezlerinde, sıkça görülür. Aslında
İstanbul’un her semti Fatmalarla doludur. Hikâyede anlatıcı gözlemci
konumundadır. Ana mekân İstanbul’dur.
Yılan Hikâyesi’inde konu eşiyle anlaşamayan adamdır. Sürekli yağan
yağmur evde tartışmaya neden olur. Adam yaşlı, eşi ise gençtir. Genç kadın,
yağmuru hiç sevmez. Çinko kaplı balkondan sürekli yağmur gürültü gelir.
Havanın kapalı olması da kadını gerer ve aralarında tartışma başlar Yaşlı
adam, tartışmadan sonra komşusuna gider. Komşusu ise bir gençtir. Yaşlı
adam, ona eşiyle ilgili yaşadığı sorunları anlatır. Genç adama göre asıl sorun
yağmur değil, yaş farkıyla ilgili başka sorunlardır. Ayrıca yağmurun sürekli
yağması bir bahanedir. Hikâyede mekân bir apartman dairesidir. Ana mekân
ise İstanbul’dur. Hikâyenin anlatıcısı özne konumundadır. Zaman, yaz
mevsimidir. Hikâyede, bireyler çatışma çatışma ön plana çıkar.
Sen Olmayınca hikâyesinin konusu bir yılbaşı gecesidir. Genç adam,
yılbaşı gecesi bir eğlence mekânına gider. Karın yağışını bekler, fakat kar bir
türlü yağmaz. Artık ümidini yitirir. Bir arayış içindedir ve çocukluğu aklına
gelir. Bostancı’da bulunduğunu bu mekânı sever. Rahmetli arkadaşı Ferit’le
dinlediğini şarkıyı hatırlar. Sevgilisini düşünür ve geç vakte kadar bu
mekânda kalır ve alkol almak ister. Bir anda kız arkadaşı sürpriz yapar ve
yanına gelir. Bu arada dışarıya kar yağmış ve her yeri kaplamıştır. Hikâyede
zaman aralık ayıdır. Mekân Bostancı’dır. Anlatıcı, özne konumundadır.
Dünyanın En Güzel Gemisi’nde konu, geçmişe özlemdir. Adam,
çocukluk dönemini ve işportacıları hatırlar. İlk kez seyrettiği sinema filmi
gözünde canlanır. Donanma geceleri rüyalarını süsler. Bu gecelerde, havai
fişekler atılır, fener alayları düzenlenir ve trampet sesleri etrafa yayılır.
Adam, yatılı mektep yılları ile mahzun geçirdiği geceleri tekrar yaşar.
Kızkulesi’ne bakan odası aklına gelir. Anneannesine gidişini, dayısının
harçlık verişini, ak saçlı ihtiyarların gazete okuyuşlarını tekrar yaşar gibi
Sefa Önal’ın Hikâyeleri
265
olur. Dinlediği şarkılar, şarkıların çağrışımları ve sevdiği aklına gelir. Bu
hisle, kendisini kıyılara ulaştıran güzel bir gemi hayal eder. Hikâyede
anlatıcı, özne konumundadır. Ana mekân İstanbul’dur
Hikâyelerin Karakteristik Özellikleri
Safa Önal, 1945 sonrası yazarlığa adım atar. Sağlam bir kültür birikimi
olan ve Türk milletinin kültür kodlarını gayet iyi bilen yazar, edebî eserleri
okuyarak kendini inşa eder. Yazarlığı meslek olarak seçer ve işe hikâye
yazarak başlar. Sanat ve bilimde eğitim muhakkak gereklidir, fakat bireyde
doğuştan gelen bazı nosyonlar olur. Bu nosyonlar, zamanla bir yetenek
olarak ortaya çıkar ve işlenerek gelişir. Önal’ın hikâyeci olarak başladığı
yazarlık serüveni, senaryo yazarlığı olarak devam eder.
Onun hikâyelerinde, Cumhuriyet sonra değişen sosyal hayat ve kent
olgusunun izleri görülür. Günlük hayat, bireyin iç dünyası, aşk, sevgi,
psikolojik sorunlar ve nesil çatışması hikâyelerinde en çok işlenen
temalardır. İyi bir gözlemci olan yazar, bireyin iç dünyasına nüfuz etmeye
çalışır. Önal’ın hikâyeleri bir nevi Memduh Şevket Esendal ile Sait Faik
Abasıyanık hikâyelerinin bir sentezi gibidir. Fakat o hikâyelerinde kendi
özgü bir üslûp anlayışı oluşturur. Bu üslup, mensur şiir tarzı edası taşır.
Aslında Önal “şiir yerine hikâye yazan bir şairdir.”
“Her hikâyeci bize eseri ile hayatın ve insanın ayrı bir yönünü gösterir.
Hikâye, anlaşılması son derece güç olan hayatın ve insanın içine adeta bir
pencere açar. Günlük hayatta biz hayatı ve insanı dıştan görürüz ve pek az
anını biliriz. Hikâyeci bu dış görünüşün arkasındaki gerçekleri keşfeder.
Güzel hikâyelerin hemen hepsinde, bilinmeyen bir gerçeğin ifşası vardır
(Kaplan, 1978:10). Peyami Safa’ya göre “Önal’ın hikâyelerinde samimilik
ve bu kendine mahsusluk vardır. Sahtelikten ve bayağılıktan eser görülmez.
Kuklalar standart tiplerden daha canlı, daha başka ve daha derinliklidirler
(Safa, 2017:11).”
Safa Önal’ın hikâyeleri olaya dayanmaz. Onun hikâyeleri durum ve
kesit üzerine kurgulanır. Okur, hikâyenin başlığı ile içerik arasındaki ilgiyi
bazen metni okuduktan sonra kavrayabilir. Bazen de hikâye sürpriz biçimde
bitebilir. Kısa hikâye tekniğini başarıyla uygulayan Önal, realist anlayışı
benimser. O, hikâyelerinde çoğunlukla bireyin iç dünyasına yönelir ve
bireyin açmazlarını gündeme getirir.
Sonuç
Sefa YÜCE
266
Safa Önal, hikâyenin edebiyatımızda büyük itibar kazandığı dönemde
ilk hikâyelerini yayımlar. Onun hikâyelerinde günlük hayatın sıradanlığı,
arkadaşlık ilişkileri, ailevi sorunlar, bireyin iç dünyası ve İstanbul’daki
sosyal hayatın pek çok yansımaları görülür. Kısa hikâye tekniğini başarıyla
uygulayan yazar, sağlam bir üslûba sahiptir. Onun hikâyelerini cazibeli kılan
unsurlardan biri de iyi bir gözlemci olması ve insanın iç dünyasına nüfuz
etmesidir.
Safa Önal’ın hikâyelerinde belirgin özellik olarak İkinci Dünya Savaşı
sonrası gelişen yeni hayat anlayışının bireye yansımalarıdır. Bu hikâyelerde,
kent olgusu ile birlikte bireydeki iç çatışma ve uyum sorunu yeni bir boyut
kazanır. Ayrıca onun hikâyeleri kurgusal yönü itibariyle klasik vaka
anlayışına dayanmadıkları için okurun da dikkatini çeker. Önal,
hikâyelerindeki bu yapısal özelliği senaryolarına uygular ve bunda da
başarılı olur.
Onun yazar olarak kendini inşa etme sürecinde Türk hikâye geleneğini
iyi bilmesi ve detaylı okuma çalışmalarının büyük payı vardır. Bir
hikâyeciyi, diğerlerinden farklı kılan unsurlar, insana bakış açısı ve üslûp
farklılığıdır. Sefa Önal’ın hikâyeden sonra senaryo yazarlığına yönelmesinde
bunun da büyük payı vardır.
KAYNAKÇA
AKYÜZ, K. (1982). Yeni Türk Edebiyatı, Türk Ansiklopedisi, Ankara:
MEB.
ARPA, Y. (2009). Ne Kadar Gamlı Bu Akşam Vakti, İstanbul: Tr. İş
Bank. Yay.
LEKESİZ, Ö. (2000). Türk Öykücülüğü Özel Sayısı 46/47, Ankara:
Hece Yay.
ÖNAL, S. (2017). Dünyanın En Güzel Gemisi Hikâyeler, İstanbul:
Profil Kitap.