VİYANA KONGRESİ HAKKINDA YAZDIĞIM BİRKAÇ SÜHAN
Bu yazının okuyucuya fayda arz etmesi için, kati suretle, bahsedilmesi gereken iki nokta olduğu
düşüncesine bizatihi sahibim. Bunlardan birisi dünyanın siyasi çehresini ciddi anlamda değiştirmiş
olan Fransız İhtilali ve her ne kadar kendisinden doğrudan ‘’ihtilal’’ olarak bahsedilmese bile,
kanımca ve bir sürü tarihçinin de vardığı mutabakat ile, bir ‘’ihtilal’’ kadar dünyayı etkilemiş olan
Sanayi İnkılabı’dır. İnsanlık tarihinin başlaması ile birlikte, insanların beslenme ihtiyacından doğan
bir gerçeklik vardı: Tarım. Her ne kadar ''tarım'' diye adlandırdığımız kavram, esasında, ilk ortaya
çıktığında gayet ilkel olsa da, zaman içerisinde insanlar bu ''tarım'' olayının nasıl daha verimli
veyahut kolay hale getirilebileceğini, gayet tabii, tasavvur ettiler. Nitekim, günümüze nispeten çok
yavaş da olsa bir takım ''teknolojik'' gelişmeler zuhur etti. Bu ''teknolojik'' gelişmeler, XVI.
yüzyıldan itibaren, ticari kapitalizm'in gelişimi ile de birlikte (Max Weber-Prostetan Ahlakı ve
Kapitalizmin Ruhu), başta konfeksiyon sektörü olmak üzere bir miktar ''sanayileşme hamlesine''
başta İngiltere olmak üzere Avrupa'yı yönlendirdi. Bu gelişmelere rahatlıkla ön sanayileşme
diyebiliriz nitekim bu değişim Avrupa'da ''manifaktür'' adı verilen küçük atölyelerin doğuşuna
sebebiyet vermişti. XVIII. Yüzyılın sonuna doğru ise artık bu ''teknolojik gelişmeler'', tam anlamıyla
bir inkılap'a izin vermişti. 1775'te İngiltere'de resmiyet kazanan bu değişim, kısa bir süre için kıta
Avrupa'sına intikal etti: Belçika, Alman ''devlet''leri ve Fransa. Bu inkılabın tesiri ile sanayileşmeye
kayış sonucunda, gayet tabii, bir sürü fayda ile bir sürü sorun da birlikte geldi. Yetişkin erkeklere
kıyasla daha düşük ücret ödenen kadın ve çocukların çalıştırılması yaygınlaştı, ki bazı tesirlerini
yakın tarihte hala görebilmek gayet mümkün (İsviçre, Verdingkinder, 1974'te kaldırılmıştır). Çalışma
saatleri genel olarak uzun ve çalışma şartları çok ağır idi. Fabrika çevreleri, fabrikada çalışan avam
ailelerin oturduğu merkezler haline gelmeye başladı. Hafta tatili, iş güvenliği, sağlık, iş kazaları,
yaşlılık-emeklilik sigortalarının bahsi dahi geçmiyordu. İngilzcedeki ''sabotage'' kelimesi buradan
gelir, işçiler ağırlaşan yaşam koşullarının yegane sebebi olarak makineleri görmeye başlamışlardı
nitekim bu işçilerde makinelere şiddetli bir öfke vardı, bu öfke bir kısmının makinelere saldırmasına
hatta zarar verip kullanılamaz hale getirilmesine kadar ilerledi. Bu sebepten ötürü İngiltere,
''makine kırıcı''lara ölüm cezaları öngören yeni yasalarını yürürlüğe koydu-1812. Bu bütün olaylar
silsilesi yeni akımların (Sosyalizm,komünizm..) doğmasının da yegane sebebi oldu.
Mamafih, Avrupa'nın kendisini gittikçe şiddetlenen bir sınıf çatışması ve bunun doğurduğu kaos
içinde bulması çok da uzun sürmedi.
Bahsi geçmesi gereken öteki mevzu ise Fransız İhtilali’dir. Sınai yenilikler ile birlikte daha çok
zenginleşen ve güçlenen burjuvazi, artık yönetimde söz sahibi olmak istiyordu. Aristokrasi ise bu
yönetimi paylaşmak veya değiştirmek istemedi, ki bazı aristokrasi üyeleri bütün bu olan
bitenlerden ya istemsizce veyahut isteyerek bihaber idi. Yine bu aristokrasinin bazı üyeleri, Fransız
toplumundaki avam kesime de hitap edebilecek eserler ortaya koydular. Bu eserlerin
başlıcalarından bir tanesi, herkesin söz hakkı olması gerektiğini dönemine göre gayet başarılı bir
şekilde ifade eden kitap: ''Le contrat social'' yani, bu makalede kullanılan lisandaki karşılığı ile:
Toplum Sözleşmesi. Çok basit bir deyiş ile kitabın halka ''Sizin diğerlerinden ne farkınız var,
buyurun siz de söz sahibi olun!'' fikrini aşıladığını belirtmek çok da yanlış olmaz. Burada esasen
belirtilmesi gereken düşünce, aslında bütün bu kitapların burjuvazi'yi güçlendirmek ve galeyana
getirmek amacı taşımasıdır. Lakin her nasıl oldu ise, avam tabaka da bu düşüncelere bir şekilde
ulaştı ve bu düşüncelerden etkilendi, ki bu avam tabakanın çok ciddi sosyal sıkıntılar içerisinde
olduğunu da belirtmek şarttır. Çok yaygın olan bir iddiadan bir çoğumuz haberdarız: ''Halkın
yiyecek ekmeği bile yoktu''. Yegane bu yüzden bir çok dilde ''ekmek'' sembolik olarak ''hayatta
kalma''nın temsili ve çok büyük sıkıntılar varken en zaruri ihtiyacın tasviridir. Misalen ''ekmek
parası'' deyimi. Fransız İhtilali’nin tek etkisi sadece sınıf çatışmaları ve yönetim penceresinde
olmadı tabi ki. Fransa Hıristiyanlık'ı resmi olarak kaldırdı, miladi takvimden ihtilal takvimine geçti,
kiliseleri kapattı, mukaddes hatıratı yok etti. İnsanların tabii yasalara bağımlılığını, hür olduklarını ve
birbirlerinden üstün olmadıklarını ilan etti. Anayasalar ilan edildi ve Avrupa'da meşruti monarşilere
geçiş başladı. Özetle; devlet yönetimlerinde aristokrasiden başkaları da söz almaya başladı,
sekülerleşmeye doğru yeni ve büyük bir adım atıldı, laiklik ilkesi yerleşmeye başladı; özgürlük,
eşitlik, adalet, özgürlükçülük ve bu yazı için en önemli düşünce olan milliyetçilik yayılmaya başladı.
Milliyetçilik kavramından bahsederken yazımız için esasen önemli olan husus olduğunu
belirtmiştik. Pekala, niçin? Burjuvazi (ki az önce toplumdaki bu tabakanın her iki ''ihtilal''de de
önem arz ettiğini kafi bir biçimde izah ettik), milliyetçilik düşüncesi ve propagandasını temelde
yatan iki önemli boyutta kullanmıştı. Birincisi milliyetçilik; burjuvazinin monarşi, aristokrasi, kilise
gibi muhafazakar güçlere karşı yürüttüğü savaşta önemli bir koz idi. Zürriyet birliği, din birliği,
yüksek zümre (havas) birliği gibi düşünceler yerine millet birliği kavramını getiriyordu, ki bu
dönemin Fransası için gayet kullanışlı bir kavram halindeydi. Ayrıca dönemi düşünülünce
milliyetçilik düşüncesi, liberalizm kavramı ile de örtüşüyordu. İki düşünce sisteminde de var olan
ortak fikirlerden birisi de, egemenliğin dünyevileşmesi ve ulusa dayandırılmasıdır. Yegane bu
sebepten ötürü burjuvazi, milliyetçilik kavramını Fransa iç politikasında da uzunca süre korumuş ve
kullanmıştır; hatta kimi modern yeni çağ düşünürlerine göre, Fransa halkının bir kısmının, çok
şiddetli bir biçimde, milliyetçi duyguları ve ruhu taşımasının sebebi burada yatmaktadır.
Burjuvazinin ikincil olarak milliyetçiliği destekleyip, halka ve etraflarındaki insanlara aşılamalarının
diğer sebebi ise, her ne kadar dışarıdan çok egoist bir olaymış gibi görünse de, ulusal pazarlar
yaratma amacıdır. Farklı ulusların kurduğu birden fazla devlet, birden fazla pazar anlamına gelir, ki
bu, büyük çoğunluğu tacir olan burjuvazi kesiminin daha zengin hale gelmesi demektir ve eğer
dönemin şartlarını göz önünde bulundurursanız, daha çok zenginlik, daha çok güç demektir; daha
çok güç ise (henüz demokrasi,adalet gibi kavramlar tam olarak oturmadığı için) daha çok yönetme
hakkı ve söz sahibi olmanız demektir. Bu yüzden burjuvazinin büyük bir kısmı, içerisinde birden
fazla ulusa/etnik kökene/dine mensup kitleleri barındıran büyük devletler, imparatorluklar,
monarklar istememiş bilakis bu devletlerin dağılmasını ve oluşan devletlerin milli olmasını
arzulamışlardır.
Bütün bu olayları düşününce, Avrupa'nın çok ciddi bir kaosa girdiğini belirtmemize ayrıca gerek
yoktur diye düşünmekteyim. Pekala bir sürü yeni gelişen olaylar karşısında bürokrasi ve devletler
nasıl tepki gösterdiler?
Bu husustaki en kıymetli olay, XIX. yüzyılda İhtilal Fransa'sı ile onun karşısında yedi Avrupa
ülkesinden oluşan koalisyondur. Bu koalisyondan ötürü 1815 Viyana Kongresine kadar devam
eden bu savaşlara ''Koalisyon Savaşları'' denmiştir. Bu savaşlar esnasında gelişen bazı önemli
olaylardan bahis etmemiz üzerimize farzdır. Avrupa, bu savaşlar esnasında Fransız İhtilal fikirleri ve
ordularının işgaline uğramıştır nitekim Napolyon gittiği her yerde milliyetçilik fikrini aşılamış ve yöre
halkının takdirini de onlara ''özerk''lik denilebilecek yönetim hakları vererek kazanmıştır. Buradan
ayrıca, Fransa'nın Napolyon'un yönetimi altında olduğunu da bilmemiz gerekir. İngiltere karşıtı
siyaset güden Napolyon'un genişlettiği topraklar Mısır'a kadar uzanmıştır. Bu genişleme sayesinde
Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye de ihtilal sonucu oluşan Frenk yönetimi ile sınır komuşusu olmuştur.
Neredeyse bütün Avrupa üzerinde bir hegemonya kuran Napolyon ayrıca Campoformia antlaşması
ile de Venedik Cumhuriyetini sona erdirmiştir.
Varşova Büyük Dükalığı adı ile yeniden kurduğu Lehistan'ı kontrol altına almış, Lehistan'ı Rusya'ya
karşı tampon bölge olarak yerleştirdikten sonra 1804'te kendisini Frenk İmparatoru ilan etmiştir.
Ayrıca Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun dağılmasına Rhein Konfederasyonunu kurarak
zemin hazırlamıştır (1806). Kutsal Roma-Germen İmparatorluğunun dağıtılması esasen Bizans
kalıntıları ve verasetinin de yıkılması anlamına geliyordu ki bu, dini değerlere Fransa'ya nispeten
daha bağlı olan diğer Hıristıyan Avrupa devletlerini gayet tabii huzursuz etmişti. Ayrıca Rus çarını
da uzlaşmaya zorlayan Napolyon, İngiltere hariç Avrupa'da kati bir hegemonya oluşturmuştu.
İngiltere'ye karşı durmakta ise İngiltere bir ada devleti olduğu için çeşitli sıkıntılar yaşayan
Napolyon, savaş ile İngiltere'ye hegemonyasını kabul ettiremeyeceğini anlayınca İngiltere'ye karşı
kıta ablukası uygulamaya kadar verdi, bunun sonucunda kıta Avrupası ve İngiltere arasındaki her
türlü ticareti yasakladı. Rus çarının, İngiltere ticaret yasağı üzerine Fransa ile ittifakından ayrılması
sebebiyle Büyük Rus Seferine çıkan Napolyon'un, 1812 yılında, Moskova'ya kadar girmesine
rağmen ciddi bir hezimete uğraması, Avrupa üzerindeki Frenk hegemonyasının sonu oldu mamafih
Kırım Savaşına kadar sürecek olan Rus hegemonyası başladı. Napolyon'un seri yenilgilere
uğraması üzerine müttefikler Paris'e girdiler. Ve Napolyon, 11 Nisan 1814'teki Fontainebleau
Antlaşması ile imparatorluktan feragat eder etmez, müttefikler, XVIII.Louis'i Frenk Kralı yaptılar.
Bourbonların bu ikinci saltanatıdır ve Restorasyon (düzeltme, yeniden yapılandırma) Dönemi denir.
XVIII.Louis yeni bir anayasa ilan etti, Napolyon dönemine nispeten daha liberal bir ortam oluşturdu,
Meşruti Monarşiyi canlandırdı. Lakin çok kısa zamanda Bourbon hanedanı Frenk toplumu
tarafından çok sevimsiz görünmeye başladı, Klasik Fransa bayrağını değiştirdiler, İngiliz ticaret
mallarını Frenk topraklarına sokarak, tacir ve zanaatkarları rahatsız ettiler, çok az maaş ile hor
görülerek işten çıkarılmış Napolyon askerlerini de hor gördüler, üstüne üstlük, İhtilal döneminde
Fransa'dan kaçan asillere topraklarını yeniden vermeye çalıştılar. Bu topraklar halkın elindeydi,
yeniden aristokrasi'yi canlandırıp, bu toprakları onlara devretseler daha mı iyi olacaktı? Bourbonları
iktidara getiren de üstelik yabancı devletlerdi ve bu yabancı devletler Fransa’yı yüklü miktarda
savaş tazminatına mahkum etmişti. Önce askerler, sonra tacir ve esnaflar daha sonra da halkı ve
avam tabakayı rahatsız eden Bourbon yönetimindeki Frenk halkı artık Napolyon'a özlem duymaya
başlamıştı. Ayrıca Napolyon'un gidişinden sonra Avrupadaki diğer devletler kendi aralarında ciddi
bir bürokratik çatışmaya girmişlerdi. Bunu fırsat bilen Napolyon sürgün edildiği Elbe adasından
tam yüz gün sonra kurtuldu ve ''Mukadderat'a karşı son kozunu oynamak üzere'' Fransa'ya geldi
ve Lyon'da imparatorluğunu tekrar ilan etti. Frenk halkı onu çok büyük bir coşku ile karşıladı,
XVIII.Louis Fransa'dan kaçtı; ve bu süre içinde kendi çıkar çatışmaları içinde olan diğer Avrupa
devletleri Napolyon'a karşı yeniden birleşti. Her ne var ki, Napolyon Fransa'yı 1792 sınırları içinde
tutacağını bildirdi, yine de Yedinci Koalisyon'u kendisine karşı kurulmaktan durduramadı.
Koalisyon savaş hazırlıklarına başlayınca, Napolyon da başladı ve 14 Haziran 1815'te askerlerini
Belçika'ya soktu. Napolyon kendi devrinin en büyük yenilgisini almıştı. Waterloo, bugünkü yeri
itibari ile Lüksemburg (ki kimi tarihçiler Napolyon'un en büyük yenilgisinin burada değil, bir tavşan
avlama eğlencesi sırasında tavşanların hiç birisini vuramaması olarak kabul ediyorlar). Bu sefer
Napolyon muvaffak olamayınca çareyi kaçmakta buldu lakin tereddüt edince kaçmadı ve İngilizler
tarafından yakalandı ve Sainte-Helene adasına sürüldü. Bu yenilgiden sonra da Fransa 1970
sınırlarına çekilmeyi kabul etti, ki bunun anlamı Fransa'nın kuzey toprak kaybetmesi demekti,
üstelik beş yılda 700 milyon frank tazminat ödeyecekti ve bu süre zarfında Kuzey Fransa
Müttefiklerin işgali altında kalacaktı. Ayrıca Kıta Avrupası üzerinde Kırım Savaşı'na kadar devam
edecek olan Rus Hegemonyası da kesinleşmiş oldu.
Buraya kadar kronolojik sıralama içinde savaş ve arenada nelerin olduğu hakkında bir izahat
yaptık, bunun üzerine bir de bürokratik vaziyeti izah etmemiz zaruri ve elzemdir.
Napolyon'un Fransa'dan getirdiği ve Kıta Avrupası'nda yaydığı burjuvazi kaynaklı ''milliyetçilik''
düşüncesi Avrupa'daki birden fazla farklı etnik ve dini kökeni taşıyan toplumları da bünyesinde
barındıran imparatorlukların hoşuna gitmemişti nitekim bu yerleşik otoritelerini de muhafaza etmek
istiyorlardı. Gayet açık biçimde görüldüğü üzere kendi imparatorluklarının dağılması hoşlarına
gitmeyeceği gibi Kıta Avrupası'nda büyük bir hoşnutsuzluk da oluşturacaktı. Bunu engellemek
isteyen Kıta Avrupa'sındaki monarklar, 1814 Eylül ayından başlayıp 1815 yılının da büyük bir
kısmını kapsayacak olan Viyana Kongresi'nde Avrupa'nın atideki durumunun nasıl olacağını
görüşmeye başladılar. Bu kongredeki kilit isimlerden bir tanesi Avusturya diplomatı, ki aynı
zamanda başbakanı olan Klemens Wenzel von Metternich idi. Burada Metternich'in öneminden bir
miktar sühan etmek zorunludur. Metternich'in bu görüşmeler sırasında ortaya attığı esas fikir,
statüko'yu korumak için silah gücünü kullanmanın mübah olduğu ve ulus devletlerin katiyen ve
taviz verilmeyecek bir şekilde dağıtılması gerektiği düşüncesine bizatihi sahipti. Bir sürü Kıta
Avrupası devleti de bu fikirde mutabık haldeydi. Bu kongredeki ikinci kilit isim ise Fransa dışişleri
bakanı Talleyrand olmuştur. Talleyrand'ın bu kongredeki vasfı hakikaten zorluydu nitekim kendisi
savaştan ağır bir yenilgi ve yaptırımlar ile çıkmış bir devleti savunmaktaydı. Bir miktar Frenk
itibarini korumak için bir miktar ortaya atacağı bu fikrin ilgi çekip diğer devletleri rahat bırakacağı
lakin bu fikrin çok da işe yaramayacağını bildiği için ortaya ''Meşruiyet İlkesi'' diye bir fikir attı. Bu
fikre göre, Napolyon savaşlarından önceki ''meşru'' hükümdarlar topraklarına ve tahtlarına iade
edilmeliydi. Birçok devlet bir fikre çok samimi yaklaştı ve Talleyrand'a prestij getirdi. Lakin bu
kongredeki devletlerin kendi aralarında da problemler vardı. Bunun sonucu olarak Prusya,
Avusturya ve Rusya; İngiltere müttefikleri olmasına rağmen, İngiltere'yi geride bırakıp ''Kutsal
İttifak''ı kurdular. Bu ittifak, Hıristiyanlığı korumak adına üç büyük mezhebi temsilen, Protestan
Prusya, Ortodoks Rusya ve Katolik Avusturya arasında imzalandı. Ve gayet tabii olarak İngiltere bu
düşünceye karşı çıktı mamafih İngiltere zaten liberal bir ülke idi. Bunun sonucunda Doğu-Batı
Avrupa problemleri olarak da adlandırabileceğimiz, İngiltere ve Fransa'nın başını çektiği Liberal
Avrupa ile karşısında Prusya, Avusturya ve Rusya'nın başını çektiği Muhafazakar Avrupa vardı. Bu
yeni kutuplaşma gelişmeleri ve Metternich sisteminin yavaş yavaş çökmesi, üstüne üstlük Devlet-i
Aliyye-i Osmaniyye içinde Rum ayaklanmalarının başlaması, Avrupa'nın Philhelenizm fikrinden
dolayı Rumları gayet doğal olarak Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye'ye karşı desteklemesi, kaçınılmaz
sonucu doğurdu: Ulus ayaklanmaları ve 1830/1848 İhtilalleri.
1830'da ilk olaylar Fransa'da patlak verdi nitekim X.Charles tahttan çekilip İngiltere'ye kaçtı. 1848
yılına kadar tahtta oturacak olan Louis-Philippe de Frenk halkının yönetimi konusunda çok
muvaffak olamamıştır. Belçika'da ortaya çıkan olaylar ise daha ulus özgürlüğüne dayalıydı.
Flemenk yönetimi altında olup Frenkçe konuşmak ve Frenk yaşam biçimini benimseyen Belçika
haklı daha fazla Flemenk gibi yaşamak istemedi bunun sonucunda şu anki Belçika devleti kuruldu
ve bu devlet de nitekim Fransa ve İngiltere arasında tampon bölge oluşturmuştur. Lehistan da kısa
bir süre sonra karışmıştır lakin bu karışıklıklar çok da başarılı olamamıştır. Kendi topraklarından
kaçmak zorunda kalan Lehler Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye'den başka kimseden yardım
görememiştir. Ruslar ile Lehistan'ı ilhak edip kendi toprakları arasına katmış, Rus hegemonyasını
güçlendirmiş ve Lehistan isimli devleti Avrupa sahnesinden bir süreliğine silmiştir. 1830 İhtilalleri
sonucunda, burjuvazi daha çok güçlendi, varlıklı kimseler toplumu yönetmeye başladılar, sanayii
birikimi ve milli gelir artmakta idi. Ama bütün bu zenginleşme ve gelişme esnasında, bütün bu
zenginlik ve mal varlığına sinirlenmeye başlayan bir kesim vardı ki, proletarya. Proletarya, bu
gelişmeler olurken kendilerinin ikinci plana atılmasından kesinlikle hoşnut değillerdi. Çalışma
koşulları katiyen iyileştirilmiyor ve ülkeler, devletler büyürken proletarya kesinlikle eziliyordu.
Bunların sonucunda günümüz sendikalarının temeli olacak olan yasa-dışı işçi örgütlenmeleri
kuruldu. Doğu Avrupa'ya kıyasla daha liberal ve özgür olan Batı Avrupa'daki gelişmeler sırasında
bu gelişmeleri sağlayan proletarya kesimi göz ardı edilmeye başlandı. Çok kısa bir tanımlama ile
özgürlük, zenginlik, liberalizm gelişir ve büyürken bir kısım insanlar ise eziliyor, daha kötü koşullar
altında yaşıyor ve huzursuzluk içinde can veriyorlardı. Bunun günümüzdeki adı ''Kapitalizm'' olup
bu ''kapitalist'' anlayışı bir nebze de olsa dengelemek için ''sosyal devlet'' anlayışı geliştirilmiştir.
İşte günümüzdeki bu sosyal devlet anlayışı, esasen proletarya sınıfının isyanları yani 1848
İhtilallerinden doğmuştur.
Dönemin Fransa yönetim sisteminde, bir sürü hak elde etmiş olan burjuvazinin bile ülke
yönetiminde yeterince söz hakkı yoktu. Üstüne üstlük halk gittikçe Sosyalist düşünceye
kaymaktaydı. Bu yüzden Frenk topraklarındaki problemler ancak demokratik hakların
genişletilmesi ile durdurulabilirdi lakin bunu da yönetim arzu etmiyordu nitekim olaylar patlak verdi
ve Kral Louis-Philippe tahttan çekilip İngiltere'ye kaçtı. Frenk topraklarında ise daha büyük
ayrılıklar gündeme gelmişti, Cumhuriyetçiler ile ''sosyal cumhuriyetçiler'' arasında ciddi bir uçurum
gelişmişti. Yönetimde etkili olan Cumhuriyetçiler'in politikaları sosyalist Frenk kesimini memnun
kılmamıştı, bunun üzerine işçiler Kurucu Meclis'i basıp kendi geçici hükümetlerini ilan ettiler. Buna
karşılık olarak da Kurucu Meclis sosyalizmin izlerini silmek amacı ile Milli Atölyeler'i kaldırmaya
karar verdi. Bu gerginliklerin üzerine bir miktar silahlı çatışma ortaya çıktı ve 24-26 Haziran
arasında ''Kanlı Haziran'' denilen çatışmalar görüldü. Ülkede istikrarın sağlanamadığı kısa bir
dönemden sonra, Louis Napoleon 10 yıl için yeniden cumhurbaşkanı seçildi, bir yıl sonra da
kendisini imparator ilan etti. Böylece 1815'ten beri ilk defa parlamentolu hayata veda
edilmişti.Fransa'da III.Napoleon diktatörlüğü kurulmuştu.
Avusturya ise 1830 İhtillaler'inden gayet sağlam çıkmasına rağmen, 1848'e dayanamadı.
Rusya'dan sonra Avrupa'nın en kalabalık ülkesi olan Avusturya'da çok ciddi bir etnik çeşitlilik
bulunmaktaydı. Sosyalist fikirlerden etkilenmiş olan işçiler ve öğrenciler 13 Mart'ta ayaklanıp
Saray'ı bastılar, daha fazla karşı koyamayan Metternich ise İngiltere'ye kaçmıştır. Bu olaylardan
sonra Avusturya iç istikrarı yavaş yavaş sağlamakta iken, Macar halkı bağımsızlık istedi ve isyan
etti. Avusturya bu Macar sorununa tamamen son vermeye karar verdi nitekim Rusya'nın yardımı ile
Macar isyanları bastırılmıştır lakin Avusturya İmparatorluğu, Alman birliğine giden yolda Prusya'ya
yenilince, İmparatorluğun adı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu olmuştur.
Prusya'da ise kral, konjonktüre uygun olarak Liberal ve Milliyetçi nitelikte bir gelişme gösterip
Anayasa vaadinde bulunmuş ve bütün Almanları bir çatı altında toplamaya karar verniştir lakin bu
da muvaffak olamamış ve Alman dünyası bir süre daha dağınık biçimde yaşamaya devam etmiştir.
Yine de Prusya halkı daha liberal bir anayasaya sahip olmuştur.
Sonuç olarak 1848 İhtilalleri genel anlamda çok da başarılı olamamıştır. Bazı ülkelerde liberal
anlayışı güçlendirirken bazı ülkelerde ise daha kötü sonuçlara sebep olmuştur. Karl Marx'ın
''Komünist Manifesto'' isimli eseri de nispi olarak bu dönemlerde yayınlanıp bir sürü devleti
sosyalist düşünce konusunda etkilemiştir. Fenni bilimlere duyulan arzu artmış, ülkeler artık kendi
pratik çıkarlarını göz etmeye başlamış ve eylemlerde yarar göz etmeye başlamışlardır.
Sekülerleşmeye doğru bir adım daha atılmıştır. Yine bu 1848 İhtilalleri ile bağlantılı olarak ilerleyen
zamanlarda Alman ve İtalyan siyasi birlikleri sağlanacaktır, ki bu iki farklı ulusun kendi çatıları
altında toplanması anlamına gelip ilerideki Avrupa tarihinde önemli gelişmelere sebebiyet
verecektir.
Bu makalenin yazılış amacına mütevazi olarak izah etmekte fayda gördüğüm başka bir husus var.
Sahi, bu büyük devletlerin Viyana kongresinde toplanıp kurdukları bu hülyalarının hakikaten çok
uçuk olduğunu söylemek doğru olmaz mı? Daha açık olması bakımından başka bir Frenk tarihçisi
olan Antonin DEBIDOUR alıntısı ile izah edelim: '' 1815'in diplomatları, Avrupa'yı en kötü
kanunlarla donatmak için bir yıllarını verdiler. Bu fenalıkları tamir etmek için de bir yüzyıl
gerekecektir.'' Bu iddianın ne kadar doğru veyahut yanlış olduğu gayet tabii tartışmaya açıktır ama
şunu belirtmek elzemdir ki, Viyana Kongresi kararlarının, dönemi içinde bile yargılansa, ne kadar
büyük bir tahayyül ürünü olduğunu fark etmek zor değildir, hatta daha ağır bir ifade ile, heyula
demek bile gayet yerindedir. Ki zaten daha sonra zuhur edecek I. Ve II. Dünya Savaşlarında da bu
kararların ne kadar büyük ve kötü sonuçlar doğurduğunu görmek mümkündür. Özellikle II. Dünya
Savaşında Almanya ve İtalya'nın aldığı pozisyonların, 1848 İhtillalerinden sonra siyasi birliklerini,
diğer Avrupa ülkelerine nispeten, daha geç tamamlamaları arasındaki korelasyon da gayet alenidir.
Kongre'nin birçok etkisi olduğu çok açık bir biçimde görülmek ile birlikte, göz ardı edilemeyecek
başka bir husus ise Kongre'nin hem tarih açısından ''zararlı'' hem de ''yararlı'' olduğudur. Bu
ifadeler tırnak içerisinde evet, çünkü bu iki kavram da çok öznel ve yoruma açık. Özetlememiz
gerekirse, bir takım devlet adamlarının otoritelerini korumak için gördükleri ve empoze ettikleri bir
takım hülyaların nasıl çöktüğü, başarısız olduğu ve üstüne üstlük; bu kararlara ve ''hülya''lara
katılmayan uluslar ve devletlerin bu kararlardan fayda ile çıktığı da gayet açık bir biçimde
görülmektedir ve bu yazıda da aleni bir biçimde izah ve ifade edilmiştir.