Academia.eduAcademia.edu

Ortadoguda Radikal Dincilik ve Siyasal I

Ortadoğuda Radikal Dincilik ve Siyasal İslam Bu Bağlamda Bir Aktör Olarak İran "AMIR ROUBIN BETAN" Özet Ortadoğu'nun bu çok katmanlı dini yapısı içinde 1400 yıl süresince İslamiyet Ortadoğu politikalarında önemi hep korumuştur" İslami hareketlerin oynadıkları roller ise her zaman hem bölge içi hem de bölge dışı güçlerin amaç ve araç ilişkilerinde ve kar-zarar hesaplarında ön sıralarda yer almıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devriminden sonra İran, dini söylemi ön planda tutan bir dış politika takip etmeye başladı. Devrimle iş başına gelen dini rejim kendini bütün Müslüman halkların savunucusu ve koruyucusu olarak tanımlayarak "rejim ihracı" politikasını gündeme taşıdı. Fakat devrimden bugüne İran İslam Cumhuriyeti"nin özellikle Orta Doğu'ya yönelik takip ettiği dış politik uygulamalarına baktığımızda, İran"ın dini değil de daha çok pragmatik bir dış politika takip ettiği görülmektedir. İran, dini dış politikada bir meşruiyet, güvenlik ve yayılma aracı olarak kullanmaktadır.

Ortadoğuda Radikal Dincilik ve Siyasal İslam Bu Bağlamda Bir Aktör Olarak İran “AMIR ROUBIN BETAN” Özet Ortadoğu’nun bu çok katmanlı dini yapısı içinde 1400 yıl süresince İslamiyet Ortadoğu politikalarında önemi hep korumuştur” İslami hareketlerin oynadıkları roller ise her zaman hem bölge içi hem de bölge dışı güçlerin amaç ve araç ilişkilerinde ve kar-zarar hesaplarında ön sıralarda yer almıştır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devriminden sonra İran, dini söylemi ön planda tutan bir dış politika takip etmeye başladı. Devrimle iş başına gelen dini rejim kendini bütün Müslüman halkların savunucusu ve koruyucusu olarak tanımlayarak “rejim ihracı” politikasını gündeme taşıdı. Fakat devrimden bugüne İran İslam Cumhuriyeti‟nin özellikle Orta Doğu’ya yönelik takip ettiği dış politik uygulamalarına baktığımızda, İran‟ın dini değil de daha çok pragmatik bir dış politika takip ettiği görülmektedir. İran, dini dış politikada bir meşruiyet, güvenlik ve yayılma aracı olarak kullanmaktadır. Anahtar Kelimeler: İslam, İran, İran Dış Politikası, Rejim İhracı, Orta Doğu, Din-Dış Politika Abstract Following the Islamic revolution in 1979, Iran initiated a new line of foreign policy imbued with Islamic and religious discourse. The new religious regime that grabbed power in Iran as a result of a bloody revolution consistently depicted itself as one responsible for the promotion and protection of all Moslems in the world, and formulated a new policy aimed at the „exporting the Islamic revolution‟ to all Moslem states. However, this self-depiction of the Iranian regime is certainly open to question, for even a cursory glance at the policies that Iran has persistently pursued in the Middle East, would reveal that Iran‟s foreign policy is based more on pragmatic expediency than on Islamic principles and tenets. It seems that Iran makes use of Islam as a vehicle for legitimacy, security and expansion in its foreign policy. Key Words: Islam, Iran, Iranian Foreign Policy, Exporting Regime, Middle East, Religion-Foreign Policy 1 İçindekiler Özet 1 Abstract 1 Giriş 3 Ortadoğuda Radikal Akımlar 4 Radikal Dincilik (fundamentalizm ) ve Siyasal İslam 6 İran’da Güvenlik Unsuru Olarak Din 8 İran’ın Orta Doğu Politikasında Din 9 Radikal Örgütler ve İran 11 Sonuç 13 Kaynakça 14 2 Giriş Din, uluslararası ilişkiler alanında hep ihmal edilerek görmezlikten gelinmiştir. Devletlerin dış politika çözümlemelerinde/yorumlamalarında din değerlendirilme dışı tutulmuştur. Dinin uluslararası alanda ihmal edilmesi/görmezlikten gelinmesi çağdaş diplomasinin iyi bir şekilde anlaşılmasını ya zorlaştırmakta ya da imkânsızlaştırmaktadır.1 1979 İran İslam Devriminden sonra İslami/dini bir rejimin kurulması ve İran’ın dış politikasında dini söylem kullanmaya başlaması dinin uluslararası politikadaki yeri konusunda tartışmaların yaşanmasına sebep oldu. Aslında din Avrupa’da ulus-devlet’e karşı yenik düşse de, Orta Doğu’da durum öyle değildi. Din, Orta Doğu siyasetinde her zaman önemini korumuştur/her geçen gün önemini artırarak korumaya devam etmektedir. İran İslam Devrimi Orta Doğu’daki gerek iç gerekse dış politikadaki dinin etkinliğini ve gücünü daha görünür hale getirmiştir. 1979 devrimi ile din, “bir devlet dini” olarak ortaya çıkmıştır. İran’ın yeni rejimi her ne kadar dış politikasında dini özelliğini ön plana çıkarsa da bu dış politikasının tamamen dini temeller üzerine yürütüldüğü anlamına gelmemektedir. Diğer bir deyişle din, İran dış politikasının en önemli ve tek belirleyici unsuru değildir. Nitekim, 1979 yılından bu güne geçen zamana baktığımızda dinin İran dış politikasında sadece bir araç olarak kullanıldığı görülmektedir. Bir anlamda din, İran dış politikasında retorikten ibaret kalmaktadır. Eskiden olduğu gibi 20. yüzyılda ve günümüzde din sadece İran’da değil, neredeyse bütün dünyada dış politikada bir “meşruiyet aracı” olarak kullanılmaktadır. 1979 yılında İran’da gerçekleşen İslami/dini devrimden sonra, İran’ın yeni lideri/liderleri iç politikada olduğu gibi dış politikada da dini söylem kullanma yoluna gittiler. İslam devriminin İran’la sınırlı olmayacağını, Müslümanların yaşadığı coğrafyada bu değişimin devam edeceği, İran’daki İslami devrimin sadece bir başlangıç olduğu sürekli olarak dile getirildi. 2 İran’da dini bir devrimin ortaya çıkmasıyla, dinin hizmetinde bir rejimin iş başına geldiği vurgulandı. Hatta İran’daki dini rejim, “dünyadaki bütün Müslümanların haklarının savunucusu”3 olduğunu, anayasasının bir kuralı haline getirdi. Böylece İran’ın dini rejimi kendisini; sadece İran halkı- na karşı sorumlu olarak tanımlamadı, aynı zamanda dünyadaki bütün Müslümanların haklarını korumakla yükümlü olduğunu beyan etmiş oldu. Bu Dinin Uluslararası politikadaki rolü hakkında bkz: Mehmet Şahin, “Uluslararası İlişkilerde Din Faktörü”, İdris Bal. (Der.), Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, Lalezar Kitabevi, Ankara, 2006. ss. 143-152. 2 Ayşen Baylak, İmam Humeyni, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2005, s. 95. 3 İran İslam Cumhuriyeti Anayasası, Madde 3/16, http://www.iranonline.com/iran/iran-info/Government/constitution-1.html 1 3 sorumluluğun bir gereği olarak da “rejim ihracı” politikasını dış politikasının en önemli unsuru haline getirdi. Özellikle rejimin dini lideri Ayetullah Humeyni’nin ölümüne kadar rejim ihracı politikası İran dış politikasında önemini korudu. Ortadoğuda Radikal Akımlar Ortadoğu coğrafyası; içinde barındırdığı dini ve etnik çeşitlilik, zengin petrol rezervleri, sınırlı su kaynakları, kontrolsüz silahlanma, ekonomik sorunlar, olgunlaşmamış politik kültür ve otoriter liderler gibi bölgeye has özelliklerden ve yabancı güçlerin etkisi, bölgenin yer aldığı coğrafya gibi dış faktörlerden dolayı siyasal, sosyal ve ekonomik çözümler üretmenin ve uygulamanın her dönem oldukça zor olduğu güç bir coğrafyadır. Bölge toplumları ve devletleri, bugüne dek pek çok bilimsel makalenin konusu olan siyasal, sosyal, ekonomik ve askeri nitelikteki kargaşa, çatışma ve savaş ortamlarını bizzat ve en derinden yaşamıştır ve halen yaşamaya devam etmektedir. Böyle bir ortamda yani çatışmanın ve savaşın her zaman yaşanma olanağı olan bir coğrafyada toplumlarda daimi bir endişe güvensizlik ve kontrol edilmeyen hatta süreklilik taşıyan bir savunma güdüsü bulunmaktadır. Ortadoğuda devletlerde güvenlik meselesiyle ilgili ciddi kaygılar bulşunmaktadır. Bu kaygıları pekiştiren nedenlere baktığımızda hem iç hemde dış faktörlerinin rolunu görebilmekteyiz. Orta Doğu’daki dini çeşitlilik bölgedeki tüm karmaşa ve savaş ortamlarının doğmasında ve ivme kazanmasında belki de en önemli ve üzerinde durulacak faktördür. Ortadoğu; İslamiyet’in doğuşu ve zaman içinde bu dine bağlanan insanların sürekli çoğalmasıyla bir Müslümanlık diyarı olmuştur. İslamiyet’in dışında İsrail’de Musevilik, Lübnan’da Hıristiyanlık bulunmaktadır. Şiilik, İran’da resmi mezhepdir. Bu nedenle, Sünni ve Şii çatışmaları tarihsel süreç içinde büyük sorunlar yarattığı gibi, günümüzde de örtülü biçimde bir sürtüşme devam etmektedir. Bu husus, dinine bağlı topluluklar arasında istismar edilecek niteliktedir. Bu istismar, halk kitlelerinin cehaletinden ve kolayca tahrik edilmeye elverişli olmasından ileri gelmektedir.4 Günümüzde İslam kaynaklı radikal akımlar adı altında anılan hareketler, Ortadoğu bölgesi kapsamında çeşitli unsurlardan beslenmektedir. Bölge genelinde her geçen gün yaygınlaşan 4 Kocaoğlu, Mehmet (1995) Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara. s. 220. 4 ve uçlara kayan İslami hareketler ve grupların oluşmasında öne çıkan olgu, bu unsurların Ortadoğu toplumlarında Batılı kültürel, politik ve ekonomik değerlere karşı bir tepki olarak ortaya çıktığıdır. Batı kültürünün etkisi ve bu kültürün gün geçtikçe daha fazla oranlarda kendine Ortadoğu coğrafyasında yer edinmesi İslami grupların tepkisini çekmektedir. İslami hareketlerin muhalefeti sekülerleşme ve modernleşme adı altında Ortadoğu bölgesine sokulmaya çalışılan değerlerdir.5 Bölgeye çok taraflı yansımaları olan İran İslam Devrimi bu bağlamda somut bir örnek teşkil etmektedir. Rejimin Batılılara hizmet ettiğini vurgulayan ve ülkede yaşanan geleneksel değerlerdeki çöküşün başlıca sorumlusu olarak Batıyı gösteren Şah karşıtları Devrimin oluşumunda ve ivme kazanmasında önemli roller üstlenmişlerdir.6 Bu yaklaşım İran’da bir devrimle sonuçlanmış ve bu unsurun bölge güvenliği için ne denli önemli olduğunu göstermiştir. Günümüzde, çoğu Ortadoğu insanı bu görüşleri benimsemektedir. Batı’nın bölge genelindeki çöküşün, geçmişten ve geleneksel değerlerden kopuşun başlıca nedeni olarak kabul edilmesi, bazılarının İslami nitelikteki aşırı hareketleri, en uç noktalara varsa da, düzenin eski haline dönmesi için tek alternatif olarak görmelerine neden olmaktadır.7 Temel yapı böylece oluştuktan sonra devletlerin sorunları ve toplumların diğer sıkıntıları da üzerine eklendiğinde ve bir de çıkar çatışmaları işin içine girdiğinde, İslami hareketler şiddete ve terörizme yönelmektedir. Ortadoğu bölgesi genelinde hakim olan politik yapı da İslami kaynaklı radikal akımların önemli etkenlerinden biri durumundadır. Arap devletlerine baktığımızda temel sorun bu devletlerin Batılı yöneticilerden, emperyalistlerden kurtulduktan sonra “devlet” olma özelliklerini geliştirememeleridir. Bundan kast edilen, bölge genelinde halen koloniyal dönemin izlerini taşıyan elit yönetimlerin demokratik unsurlardan uzak yönetim tarzlarıdır. 8 Demokratik organların, temsil mantığının ve politik kültürün var olmaması, bunların yerine otoriter, totaliter veya diğer demokrasi dışı baskıcı yönetimlerin var oluşu bölge genelinde politik anlamdaki boşlukları bazı aşırı İslami grupların doldurmasına yol açmıştır. Diğer bir değişle, siyasal İslam, yönetici grupların oluşturamadıkları etkinliğin sonucunda gelişen karşı bir oluşumdur.9 Ortadoğu devletlerinde bu politik bozukluklar halkların baskı altında ezilmesi 5 Lawrence, Bruce B. (1989) Defenders of God - the Fundamentalist Revolt against the Modern Age, Harper and Row, New York. s.15. 6 Treverton, Gregory (Ed.) (1981) Crisis Management and The Superpower in The Middle East, International Institute for Strategic Studies, USA. s.97. 7 Esposıto, John L. (1992) The Islamic Threat - Myth or Reality?, Oxford University Press. s.119. 8 Kavli, Özlem Tür (2001) “Protest In The Name Of God: Islamist Movements In The Arab World”, Perceptions Journal of International Affairs, Volume VI, Number 2. Ankara, 2. 9 Ayubı, Nazih (1995) Over-stating the Arab State - Politics and Society in the Middle East, I.B. Tauris, London. s.26. 5 ve siyaseten temsil edilme mantığına uzak olması gibi nedenlerle daha da artmakta ve kaçınılmaz olarak kronikleşmeye başlamaktadır. Bunların yanı sıra, “Ortadoğu’daki devletlerin rejimleri de farklıdır. Bu farklılık, Ortadoğu’nun uzun süre istikrara kavuşamamasında önemli ve sürekli bir rol oynamaktadır. Mutlak monarşiler, şeyhlikler, emirlikler, militarist ağırlıklı rejimler bölge ülkelerinin genel rejim özellikleridir. Çeşitli ülkelerdeki radikal akımların tutucu rejimlere karşı harekete geçmesine, Şiilik ve Sünnilik gibi mezhep kavgalarının da eklenmesiyle Ortadoğu’da uyuşmazlıklar iyice artmaktadır. Bu artışta, dış ideolojik tahrikleri ve emperyalist güçlerin kışkırtıcı tutumlarını göz ardı edemeyiz”10 Görüldüğü gibi politik yapının önemi aşırı İslami hareketler ve din bazlı çatışmalarda kritiktir. Politik kültürün oluşmayışının kökeni koloniyel dönem sonrasında hiçbir politik hak sunulmamış olmasına dayanmaktadır.11 Bu nedenle halk; her zamanki gibi eski aşiret, ağa veya kabile temelli bağlılıklarını sürdürmüş, ilerleyen safhalarda yeni arayışlar içine girmiş, artan tepkileri sonucunda bazı aşırı İslami grupları çıkış yolu olarak görmüştür. İşte tüm bu nedenler, İslami kökenli radikal hareketleri farklı oranlarda beslemektedir. Son olarak 11 Eylül saldırıları ve bu saldırıların radikal İslami bir örgüt olan El Kaide tarafından yapıldığının öne sürülmesi, bu olayın Ortadoğu bölgesindeki yansımalarını gündeme getirmiştir. Usama Bin Ladin isminin öne çıktığı bu süreçte başta Suudi Arabistan, Irak, İran ve diğer Ortadoğu devletleri, ABD ve Batı tarafından, terörizme karşı takınılan tutum çerçevesinde büyüteç altına alınmıştır. Radikal Dincilik (fundamentalizm ) ve siyasal islam “Siyasal İslam” her iki mezhepteki fundamentalizm için kullanılan şemsiye bir terim. Bölgesel meselelere daha derinlemesine ve dikkatli baktığımızda aslında “siyasal İslam’ın” farklı yorumlarından kaynaklanan çatışmaların dini çatışmalar olarak lanse edildiğini görürüz. Orta Doğu’da birçok Sünni ve Şii, kendini mevcut dini çatışmalarda taraf olarak görmese de İslam’ın muhtelif siyasal yorumları bölgeyi savaş alanına çevirmiştir. Farklı yorumların birbirine çok benzer ideolojik yapılara ve müşterek tarihi kökenlere sahip olması, altının çizilmesi gereken bir nokta. Bu gerçeğin anlaşılması, Orta Doğu’daki çatışmalara farklı bir bakış açısı sağlayacaktır. 10 11 Kocaoğlu, s.220-221. Johannes, Jansen (1997) The Dual Nature of Islamic Fundamentalism, Hurst and Company, London. s.25. 6 İslamcı Fundamentalizm, tarihsel geçmişinden bağımsız olarak günümüzdeki toplumsal hareket şekliyle ele alındığında, yaklaşık 100 yıllık yeni bir olgudur. Bu hareket, şanlı geçmişlerine kıyasla Müslüman ülkelerin şu anki zayıf ve aciz durumlarına tepki olarak doğdu. Dolayısıyla köktendinciler de muhafazakâr çevrelerden değil, “İslami Uyanış” hedefleyen reformcu hareketlerden çıktı. Radikal dinciliğin asıl amacı, “kutsal kitaba” geri dönmektir. Bunun için, yazılanlar hiçbir şekilde yorumlanmadan uygulanmalı ve metinlerin resmi ve daha tutucu tarihsel yorumları reddedilmelidir. radikal dincilere göre, metnin özgün, birincil anlamına geri dönmek ve sonradan ortaya çıkan tüm yorumları reddetmek, mevcut tüm sorunlara çözüm getirecektir. Radikal dinciler, yitip giden “Altın Çağ’a” özlem duyarlar. Lakin Sünnilerin “Altın Çağ” anlayışıyla Şiilerinki birbirinden farklıdır. Sünniler için amaç ihtişamlı hilafet zamanına geri dönmektir. Şiiler ise İmamet sistemini hayata geçirmeyi arzu eder. İki grubun hemfikir olduğu nokta ise kusursuz geleceğin şanlı geçmişle aynı olduğudur.12 Dolayısıyla, iki grubun hemfikir olduğu temel ölçütler şöyle sıralanabilir: 1. Moderniteye tepki olarak köklere geri dönüş: radikal dincilere göre Müslüman toplumların geri kalmasından içte totaliter yönetimler, dışarıda da sömürgecilik sorumludur. Bunların her ikisi moderniteye dayanmaktadır. Arzu edilen çözüm, İslam’a dayalı siyasi bir anlayış geliştirmek ve bunu toplumda uygulamaktır. radikal dinciler, kendi dini görüşleriyle Batı’da hâkim olan laik anlayış arasındaki tezadı, tanrı merkezcilik ile insan merkezciliğin karşıtlığı olarak açıklamaktadır. Bu görüşe göre Batı, insan merkezci anlayışıyla, tanrı merkezci temele sahip İslam’la karşıtlık halindedir. Dolayısıyla, yeni “cahiliye” Batıdır ve tüm İslamcılar ona karşı savaşmalıdır. 2. Şeriata uygunluk: radikal dinciler, toplumlarında kuralların Şeriatla uyumlu olmasını ister ve bunu mevcut tüm sorunların çözümü olarak görür. Dolayısıyla, toplumun başka bir şekilde yönetilmesini öngörmek, yenilik demek olur ve bu da doğru olmaz. radikal dincilerin demokrasiye yaklaşımı da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Onlara göre demokrasi ancak Şeriat yönetimine giden yolu açmak ve toplumu buna hazırlamak için kullanılabilir. Ancak Şeriatın kendisi, halkın oyunu temel alarak belirlenemez. 3. Şiddet: radikal dinciler, cezalandırmanın tüm tarihsel biçimlerinin meşru ve uygulanabilir olduğuna inanır. Dolayısıyla recim, baş kesme, kırbaçlama gibi eski çağlara ait eylemler, 12 Ali Mamouri, 2013, Radikalizmin Siyasal İslam’daki Kökenleri, Nabze İran, Sayı 18, s. 21. 7 günümüz için de meşru cezalandırma yöntemleri sayılır. Nitekim radikal dinci devletin Sünni ve Şii örneklerini temsil eden Suudi Arabistan ve İran’da bu tür cezalar günümüzde uygulanmaktadır. 4. Dinin İdeoloji Haline Gelmesi: Köktendincilere göre İslam, zaman ve mekâna bakılmaksızın toplumda uygulanması gereken, eksiksiz bir siyasi, toplumsal ve ekonomik sistemdir. Köktendincilerin gözünde İslam, sadece bir din değil, insanın toplumsal ve özel hayatının tüm yönlerine hâkim olması gereken bütüncül bir yaşam ideolojisidir. 13 İran’da Güvenlik Unsuru Olarak Din 1979’daki devrimle İran’da iş başına gelen yeni rejim, hem iç politikada hem dış politikada “dini retoriği” kullanarak güvenliğini sağlamaya çalışmıştır. Başta devrimin lideri Humeyni olmak üzere devrimi gerçekleştirenler, İran’la sınırlı dar bir alanda kaldıklarında devrimin başarısız olacağı düşüncesindeydiler.14 Bundan dolayı “rejim ihracı” politikasıyla rejimin güvenliğini sağlamaya çalıştılar. Farklı etnik/dini yapılı bir nüfusa sahip olan İran, iç güvenliğini sağlamakla kalmayıp, “rejim ihracı” politikasıyla dış güvenliğini de kendi sınırından oldukça uzaklara taşımıştır. Bugün özelde Orta Doğu genelde dünya gelişmelerine bakıldığında, bu durum daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü İran’ın güvenliği günümüzde kendi sınırından değil, Akdeniz’den başlamaktadır. Lübnanlı Şiilerle bağlantısı dikkate alındığında bu durum net bir şekilde gözler önüne serilmektedir. Çünkü İslam Devriminden sonra İran, Lübnanlı Şiilere her türlü desteği vermekten geri durmamıştır. 15 Devrimden hemen sonra “rejim ihracı”nın dini bir görevmiş gibi gündeme getirilmiş olmasına rağmen, asıl amaç, İslam devriminin korunması olmuştur. Yani dış politikadaki dini söylem bir amaçtan ziyade dış politikada bir araç olarak kullanılmıştır/kullanılmaktadır. Nitekim yukarıda da bahsedildiği üzere, 1979’dan günümüze İran’ın takip ettiği dış politikaya bakıldığında, dinin dış politikada araç olarak kullanıldığı açık bir şekilde görülmektedir. Devrimden önceki Şah Yönetimi iç politikada meşruiyetini Batıcı- lık/Modernleşmeye dayandırıyordu, güvenliğini ise ABD ittifakıyla sağlamaya çalışıyordu. İslami devrimden sonra İran’ın yeni rejimi, meşruiyetini dine/İslam’a, güvenliğini ise “rejim ihracı” açılımıyla sağlama yoluna gitti. İslami rejim İran’la sınırlı kaldığında başarılı olamayacağını Ali Mamouri, 2013, Radikalizmin Siyasal İslam’daki Kökenleri, Nabze İran, Sayı 18, Tahran. s. 21-22. Rouhullah K. Ramazani, “İran’s Islamic Revolution and the Persian Gulf”, Current History, January 1985, s. 6. 15 İbrahim El Marashi, “Şii Hilali Miti’ni İnşa Etmek: İran Devriminden 2003 Irak Savaşı’na”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007, ss. 23-25. 13 14 8 düşündüğünden, kendisine bir “lebensraum”(hayat sahası) yaratmak istedi ve bu alanı yaratmak için en uygun araç olarak dini gördü ve kullandı. İran açısından düşünüldüğünde, “rejim ihracı” politikasının İran için faydalı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Her ne kadar “rejim ihracı” politikasıyla İran’ın dikkatleri/şimşekleri üzerine çektiği söylense de, İran söz konusu politikasıyla güvenliğini sınırlarından uzaklara taşımasını bilmiştir. Böylece rakipleriyle/hasımlarıyla pazarlıklarında ülke içi kartları değil, ülke dışındaki kartlarını kullanmıştır/kullanmaktadır. Bunun en güzel örneği Lübnanlı Şiilerle olan ilişkileridir. İran’ın Lübnanlı Şiilerle çok sıkı ve orgazize bağları mevcuttur. Örneğin Ayetullah Ali Hamenei, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın taklit ettiği “merci-i taklid” 16 dir ve Nasrallah, Hamenei’nin Lübnan’daki temsilcisidir.17 Lübnanlı Şiilerle olan bağlantından dolayı İran, doğu Akdeniz’de önemli bir aktör haline gelmiştir. İran, “rejim ihracı” politikasıyla kendi iç ve dış güvenliğini sağlamaya çalışırken, bölgedeki özellikle Şii nüfusa sahip Arap devletlerinin iç güvenliklerini ciddi şekilde etkilemiştir.18 İran her ne kadar kendini bütün Müslümanların haklarının koruyucusu ve savunucusu olarak tanımlasa da, dış politika uygulamalarına bakıldığında, dini bir meşruiyet aracı olarak kullandığı anlaşılmaktadır. Bu durumun anlaşılması için İran’ın farklı bölgelerdeki dış politika uygulamalarına bakmak yeterli olacaktır. Nitekim İran’ın İslami devrimden sonra Orta Doğu’daki dış politika söylemi ve eylemi ile Kafkasya ve Orta Asya’daki söylemi ve eylemi farklılık göstermektedir. İran Orta Doğu’da dini kimliği ön planda tutan ve “rejim ihracı” politikasına uyan davranışlar içinde olurken, Kafkasya ve Orta Asya’da ulusal çıkarlar ve stratejik hesaplar çerçevesinde bir dış politika yürütmüştür/yürütmektedir.19 İran’ın Orta Doğu Politikasında Din 1979 İslami devrimden sonra İran, Orta Doğu’ya yönelik politikasında dini bir araç olarak kullanmaya başlamıştır. İran, devrimden sonra dini/İslami söylem kullanarak, gerçekleştirilen bu devrimin sadece İran’a ait olmadığı, bütün Müslümanların devrimi olduğu imajını vermeye çalışmıştır. 20 Tarihi Arap-Fars rekabeti düşünüldüğünde, “rejim ihracı” politikasının önemi “Merci-i Taklid” makamı Şiilerin sosyal ve dini hayatta içtihadına uydukları ve örnek aldıkları dini liderlerdir Bayram Sinkaya, “Şii Ekseni Tartışmaları ve İran’, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007, s. 44. 18 Marashi, s. 30. 19 Arif Keskin, “Şii Jeopolitiği ve İran”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007, s.94. 16 17 Rouhullah K. Ramazani, “Iran’s Foreign Policy: Contending Orientations”, The Middle East Journal, Vol 43, No 2, Spring, 208. 20 9 daha iyi anlaşılmaktadır. Dini söylemle İran, Orta Doğu’ya/ Arap dünyasına yayılmak istemektedir ve bunu, Müslümanların sempatisini kazanarak gerçekleştirmek istemektedir. Çünkü İran, Orta Doğu’nun kapılarını kendisine ancak “din” yoluyla açılabileceğini düşünmektedir. Aksi takdirde İran, dinin dışındaki söylemlerle, bölgeye girdiğinde ya da girmeye çalıştığında Arap direnciyle karşılaşacağını çok iyi bilmekteydi. Nitekim, “rejim ihracı” söylemi, bazı Şiiler dışında bölgede fazla cevap bulamadığı gibi, Başta Suudi Arabistan olmak üzere Sünni Arap devletlerinin ciddi direnciyle karşılaştı/karşılaşmaktadır.21 Günümüze daha net görüldüğü üzere İran, Orta Doğu’da devlettendevlete diplomasiden daha fazla devletten(İran) halka (Müslüman Orta Doğu halkları) diplomasi yürütmektedir. Çünkü İran Orta Doğu’da devletleri kazanamayacağını gayet iyi bilmektedir. Orta Doğu’da Müslüman halk, başta ABD ve İsrail olmak üzere seküler otoriter yönetimlere karşıdırlar. İran da ABD, İsrail ve seküler Arap yönetimlerini kendi bölge politikaları önünde engel olarak görmektedir. Bu bağlamda İran dini söylem kullanarak bölgedeki Müslüman halkı kazanmak istemektedir. Bölgede Arap Milliyetçiliğinin başarısızlığından sonra Siyasal İslam’ın yükselişi de dikkate alındığında, İran’ın Orta Doğu’ya yönelik politikasındaki dini referansların ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Günümüzde Orta Doğu’nun önemli sorunlarına baktığımızda, İran’ı mutlaka doğrudan veya dolaylı olarak bu sorunların içinde görürüz. İran Orta Doğu’da özellikle de Lübnan’da,Suriye’de, Filistin’de ve en önemlisi Irak’ta ihmal edilemeyecek bir aktördür. İran bu sorunlardaki yerini dini söylem kullanarak ilişki kurduğu gruplar sayesinde kazanmaktadır. İran’ın Orta Doğu’daki ulusal çıkarı ve stratejik hesapları için din iyi bir fırsat sunmaktadır ve İran’da bunu en iyi şekilde kullanmaktadır. İran dini bağlarla ilişki içinde olduğu gruplarla Orta Doğu’nun farklı yerlerinde varlık gösterebilmektedir. Örneğin, İsrail’le Lübnanlı Şiiler vasıtasıyla, ABD ile Irak’ta Iraklı Şiiler yoluyla ve özellikle Körfez’de Şii gruplarla dış politikada manevra alanını geniş tutabilmektedir. İran dini söylemle Orta Doğu’ya nüfuz edebilmektedir, aksi takdirde “Farisi” bir devlet kimliği ile Arap dünyasında etkinlik kurması oldukça zor, hatta imkânsızdır. Bunun bilincinde olan İran, OrtaDoğu’ya yönelik politikasında dini söylemi ve ABD ve İsrail karşıtlığını sonuna kadar kullanmaktadır. Fakat İran’ın Orta Doğu politikasında kullandığı dini söylem, diğer bölgeler söz konusu olduğunda ya ortak değerler olarak ortaya çıkmakta ya da hiç kullanılmamaktadır. Bunun en güzel örneğin İran’ın Gawdat Bahgat, “İslam’ın Siyasal Coğrafyası: Basra Körfezi’ndeki Şiiler”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007, s. 150. 21 10 Kafkasya ve Orta Asya politikasında sergilenmektedir. Radikal Örgütler ve İran İran'ın batı sınırlarının hemen bir kaç kilometre ötesinde Irak ve Suriye'nin Sünni mıntıkasının büyük bir kısmını içine alan geniş bir bölgede radikal İslamcı cihatçılar tarafından İslam Devleti kuruldu. Bu devlet daha önce kendini Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak adlandıran örgüt tarafından kuruldu. Irak işgalinden sonra El Kaide'nin bir kolu olarak ABD ve müttefiklerine karşı çatışan bu örgüt diğer taraftan orada yükselen Şii iktidara karşı da savaş ilan etti. Bu da İran’ın bölgedeki çıkarlarına karşı açıktan bir savaş ilanı ve yeni bir Sünni tehlikenin ortaya çıkışı demekti. İran daha önce de kendi Kuzeydoğu sınırlarında başka bir radikal “Sünni devletle” sınır komşusu olmuştu. 1990'lı yılların ortasında Taliban'ın Afganistan'da yükselişi İran'a IŞİD benzeri bir deneyim yaşatmıştı. O dönemde Taliban güçleri Mezar-ı Şerif kentine yaptıkları saldırıda oradaki İran konsolosluğunu basıp çalışanları öldürünce İran, ordusunu Kuzeydoğu sınırına doğru harekete geçirmişti ama bu doğrudan bir karşılık vermek için değildi. Afganistan'da Sovyetlere ve Sovyet destekli hükümete karşı savaşan mücahitlere yardım eden İran orada yaşayan çeşitli etnik gruplarla farklı ortak yönler üzerinden bağ kurabilmişti, Hazaralar ile Şiilik, Taciklerle soy/dil ortaklığı üzerinden (İran Hazaralar’ın Abdul Ali Mezari liderliğindeki Vahdet Partisi ve Taciklerin Burhaneddin Rabbani liderliğindeki Afganistan Cemiet-i İslam Partisi’ni destekliyordu). Daha sonra iç savaşta bu irtibatlar İran'ın işine yaramıştı ve Taliban'a karşı Kuzey mücahitlerine verdikleri destekle kendi lehine dengeyi kurmayı başarabilmişti. İran hatta 2001 yılında ABD'nin saldırısına sözde karşı çıksa da Kuzey kuvvetlerinin işgalde oynadığı role bakıldığında çok da bu saldırıdan rahatsız olmadığını görebiliriz. Bunları göz önünde bulundurursak İran'ın IŞİD'e karşı nasıl bir tutum içinde olacağını tahmin edebiliriz. 22 İran işgal sonrası Irak'ta bölgeyi Sünni/Şii ekseninde polarize edecek politikalar izledi. Bu politikalar gizli mali ve askeri destekten açıktan Sünni kesime karşı Şii kanada verdiği desteğe ve Sünnilerin iktidardan uzaklaştırılmasını öngören planlara kadar geniş bir yelpazeyi Araz Bağban, 2014, İslam Devleti’nin Yükselişi Karşısında İran'ın Ortadoğu Politikası, Mehrname, Sayı. 46. Tahran. s. 15. 22 11 kapsamaktadır. Böylece İran Ortadoğu'daki Sünni/Vahhabi eksenine karşı Irak'ı da içine alan geniş bir ittifak düşünüyordu. Diğer taraftan Irak işgali Afganistan'dan sonra cihat için yeni bir yükseliş zemini yarattı. İran’ın yükselişi Sünni kampın Irak’ta düşüşü demekti. El Kaide ve benzeri örgütlerin operasyonlarıyla kaybedilen bu konum geri kazanılmaya çalışılıyordu. Böylece ABD ordusu dışında cihadın başka bir hedefi daha vardı: Şiiler. İşte o dönemde Irak el Kaide'si olarak da bilinen “Irak İslam Devleti” bu zeminin bir mahsulü olarak boy gösterip yükseldi. İran'ın bölgede en önemli müttefiki olan Suriye'de süren iç savaş onu (Irak iç savaşından farklı olarak) fiziki olarak kendi içine çekti. En başta İran-Suriye-Hizbullah ekseninde İsrail'e karşı kurulmuş olan ittifakın kırılmaması için, İran Esat'ın en çok yardıma ihtiyaç duyduğu anda Devrim Muhafızları Ordusu'nun sınır dışı operasyonlarını gerçekleştiren Kudüs Gücü'nü Suriye'ye gönderdi. Kudüs Gücü Hizbullah başta olmak üzere Mehdi Ordusu ile birlikte IŞİD ve diğer muhalif güçlere karşı Esat'ın yanında çatıştı ve Suriye devletine iç savaşta önemli mevzileri ele geçirmesinde yardımcı oldu. 23 Yukarıdaki bilgileri göz önünde bulundurursak Ortadoğu İran açısından en genel hatlarıyla Sünni-Şii karşılaşması olarak çizilmiştir. Bu karşılaştırma mezhep üzerinden yapılsa da temelinde Ortadoğu petrolü ve onu koruyan siyasal ittifaklar var. Örneğin İran, Suriye'de iç savaşa iştirak eden güçlerine Harem Muhafızları diyor. Şiilerin üçüncü imamı Hüseyin'in kız kardeşi Zeynep’in türbesinin Şam'da bulunması dolayısıyla Kudüs gücüne bu ismi vermesi anlamlı gözükse de aslında yanıltıcı olduğunu da söylemek lazım. Irak'ta da Kerbela, Necef ve Samarra gibi Şiiler için kutsal kentleri bahane ederek iç savaşa aktif bir şekilde dahil olma gerekçesini bu kentleri cihatçıların saldırısından korumak olarak gösteriliyor. İran aslında Ortadoğu'da kendi menfaatini korumak için ve Basra Körfezi ülkelerine karşı kampını genişletmek için bu mezhep yönelimli iç savaşları ön plana çıkararak kitleleri Sünni kesime karşı savaşa seferber etmeye çalışıyor. Doğal olarak bu politikalar bir İran'ın çıkarlarını korumaktadır. Araz Bağban, 2014, İslam Devleti’nin Yükselişi Karşısında İran'ın Ortadoğu Politikası, Mehrname, Sayı. 46. Tahran. s. 16. 23 12 Sonuç Din İran’ın Orta Doğu politikasında ön planda gözükse de, burada din İran’ın ulusal çıkarlarına hizmet eden bir unsur olarak vardır. İran, dış politikasında dini kullanarak Orta Doğu’ya nüfuz etmek/yayılmak istemektedir. Tarihi Fars-Arap düşmanlığını dini unsurla aşmaya çalışmaktadır. Yani İran, dini dış politikasında bir araç olarak kullanmaktadır ve bölge de bu duruma oldukça müsait gözükmektedir. İran Orta Doğu’da daha çok Müslüman halkları kazanmaya çalışmaktadır. Bundan dolayı İran’ın Orta Doğu’ya yönelik politikasında din ön planda tutulmaktadır. İran, Orta Doğu Müslüman halklarının düşmanlarını/hasımlarını iyi bilmektedir. Bugün ABD, İsrail ve seküler/otoriter Arap yönetimleri, bölgedeki Müslüman halklar tarafından tepkiyle ve daha ileri davranışlarla karşılanmaktadırlar. İran da ABD ve İsrail’i en büyük düşmanları olarak, seküler/otoriter Arap yönetimlerini de ABD’nin uzantısı olarak tanımlamaktadır. Yani bölgedeki Müslüman halklarla İran’ın ABD, İsrail ve seküler/otoriter Arap yönetimlerine karşı düşünce ve tavırları örtüşmektedir. ABD, İsrail ve otoriter Arap yönetimlerine karşı bölgeden gelen en güçlü muhalif ses, bölgede sürekli yükselen “Siyasal İslam”dan gelmektedir. İran ise bu yükselişte öncü rolü oynamaktadır. Bölgedeki dış politik amaçlarına uygun bir zemin sunan mevcut durumdan faydalanmak için İran, dini unsuru kullanmaktan çekinmemektedir. Fakat bölgedeki dini zemin İran için önemli fırsatlar sunsa da bunun önünde ciddi engeller de mevcuttur. Bu engelleri biz radikal guruplar şeklinde görebilmekteyiz İran din unsurunu Ortadoğu halkına yakınlaşmak için kullanırken ve bu söylemle Ortadoğu Ülkelerinde örgütlenmeye giderken karşısında radial örgütlerde aynı mantıkdan yola çıkarak dini kullanmışlardır, ve bu soylem sayesinde hem ülkedeki otoritelerine karşı hemde şii sünni çatışmasının ortasında örgütlenmeyi başarabilmişlerdir. Bunu biz Elkaide, Elnusra, İşid, Cundullah gibi örgütlerde görebilmekteyiz İran’ın dış politikası baktığımızda çoğuzaman bu radikal gruplarla mucadile adı altında bölgeye nufuz etmektedir, yıllardan beri Lubnan, Irak, Suriye gibi ülkelerde kurduğu örgütler herzaman işine gelmektedir hem o ülkelerin iç politikasına mudahile etmekte hemde bölgede kendi çıkarlarını sağlamak için kullanmaktadır. Bu durumu göz önünde bulundurarak İran güvenliğini kendi sınırlarında değilde ta akdenizden başlayarak sağlamaktadır. 13 Kaynakça 1. Dinin Uluslararası politikadaki rolü hakkında bkz: Mehmet Şahin, “Uluslararası İlişkilerde Din Faktörü”, İdris Bal. (Der.), Değişen Dünyada Uluslararası İlişkiler, Lalezar Kitabevi, Ankara, 2006. 2. Ayşen Baylak, İmam Humeyni, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2005. 3. İran İslam Cumhuriyeti Anayasası, Madde 3/16, http://www.iranonline.com/iran/iran-info/Government/constitution-1.html 4. Kocaoğlu, Mehmet (1995) Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu, Genelkurmay Basımevi, Ankara. 5. Lawrence, Bruce B. (1989) Defenders of God - the Fundamentalist Revolt against the Modern Age, Harper and Row, New York. 6. Treverton, Gregory (Ed.) (1981) Crisis Management and The Superpower in The Middle East, International Institute for Strategic Studies, USA. 7. Esposıto, John L. (1992) The Islamic Threat - Myth or Reality?, Oxford University Press. 8. Kavli, Özlem Tür (2001) “Protest In The Name Of God: Islamist Movements In The Arab World”, Perceptions Journal of International Affairs, Volume VI, Number 2. Ankara, 2. 9. Ayubı, Nazih (1995) Over-stating the Arab State - Politics and Society in the Middle East, I.B. Tauris, London. 10. Johannes, Jansen (1997) The Dual Nature of Islamic Fundamentalism, Hurst and Company, London. 11. Ali Mamouri, 2013, Radikalizmin Siyasal İslam’daki Kökenleri, Nabze İran, Sayı 18, s. 21. 14 12. Rouhullah K. Ramazani, “İran’s Islamic Revolution and the Persian Gulf”, Current History, January 1985. 13. İbrahim El Marashi, “Şii Hilali Miti’ni İnşa Etmek: İran Devriminden 2003 Irak Savaşı’na”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007, ss. 23-25. 14. “Merci-i Taklid” makamı Şiilerin sosyal ve dini hayatta içtihadına uydukları ve örnek aldıkları dini liderlerdir 15. Bayram Sinkaya, “Şii Ekseni Tartışmaları ve İran’, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007, s. 44. 16. Arif Keskin, “Şii Jeopolitiği ve İran”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007. 17. Rouhullah K. Ramazani, “Iran’s Foreign Policy: Contending Orientations”, The Middle East Journal, Vol 43, No 2, Spring, 208. 18. Gawdat Bahgat, “İslam’ın Siyasal Coğrafyası: Basra Körfezi’ndeki Şiiler”, Avrasya Dosyası, Cilt 13, Sayı 3, 2007. 19. Araz Bağban, 2014, İslam Devleti’nin Yükselişi Karşısında İran'ın Ortadoğu Politikası, Mehrname, Sayı. 46. Tahran. s. 15. 15