Türkiye Cumhuriyeti Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Bati Dilleri Ve Edebiyatlari Anabilim Dali
Türkiye Cumhuriyeti Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Bati Dilleri Ve Edebiyatlari Anabilim Dali
Türkiye Cumhuriyeti Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Bati Dilleri Ve Edebiyatlari Anabilim Dali
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI ANABİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
Zeynep Kayacık
Ankara, 2022
i
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI ANABİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
Zeynep Kayacık
Ankara, 2022
ii
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI ANABİLİM DALI
İSPANYOL DİLİ VE EDEBİYATI BİLİM DALI
DOKTORA TEZİ
11 Mayıs 2022
iii
T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ
tezimdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak
uygun olarak davrandığımı ve aksinin ortaya çıkması durumunda her türlü yasal sonucu
Zeynep Kayacık
iv
İÇİNDEKİLER
İKİNCİ BÖLÜM
KURAMSAL ÇERÇEVE VE METODOLOJİ
2.1. POSTYAPISALCI ANLATI KURAMLARI ................................................... 23
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
JAVIER MARÍAS’IN KURGULARINDA ANLATI STRATEJİLERİ
BLANCO ................................................................................................................... 90
ÖZ ............................................................................................................................ 224
KAYNAKÇA........................................................................................................... 226
vi
ÖNSÖZ
anlattığından çok nasıl anlattığı ile tanınan Marías’ın romanları anlatı stratejileri
İspanyol romanı açısından büyük ölçüde yabancısı olduğumuz bir söylem tarzına
oldum. Ayrıca İspanyol romancının dolambaçlı üslubü ve çok katmanlık teşkil eden
yazarın labirentimsi kurmacalarını incelemek için uygun kuramsal alt yapıyla tanışmış
oldum.
danışmanım Prof. Dr. Hale Toledo’ya en içten şükranlarımı sunuyorum. Tez İzleme
Komitesi’nde bulunan değerli hocalarım Prof. Dr. Nil Ünsal ve Prof. Dr. Zeynep Günal’a
da ayrıca teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca, bu zorlu ve uzun süreçte bana her zaman
destek olan değerli hocalarım Prof. Dr. Mehmet Necati Kutlu’ya, Prof. Dr. İsmail Özer’e
müteşekkirim. Bunun yanı sıra, bu tezi yazarken şahsıma gösterdiği sonsuz destek ve
güven verici yorumları için değerli arkadaşım Araş. Gör. Melike Yazıcı Çangur’a ve diğer
esirgemeyen aileme ve sevgili eşime verdikleri sonsuz destek için minnetarım. Son
vii
olarak, masum dualarıyla ve o minik kalbiyle beni her zaman destekleyen beş yaşındaki
viii
GİRİŞ
İspanyol yazar Javier Marías (Madrid, 1951) kaleme aldığı roman, öykü, deneme
adından sıkça söz ettirmiştir. Ayrıca, yazarın eserlerini dil ve estetik özellikleri açısından
araştırmalardan farklı olarak, Marías’ın Corazón tan blanco [Beyaz Kalp, 1992], Los
enamoramientos [Kara Sevdalılar, 2011], Así empieza lo malo [Acı bir başlangıç bu,
2016] ve Berta Isla [Berta Isla, 2017] başlıklı romanlarında anlatı tekniklerinin anlam
romanda yazarın estetik anlayışının ortaya koyulmasını temel alan tez çalışmamız
yazarın gerçeklik anlayışını doğrusal olmayan bir zaman çizgisinde yeniden üretme
gerçek parçaçıklarını iç dünyayla harmanlayarak yeni kurgusal bir dünya oluştur.”1 Yazar
1 Javier Marías’ın romanlarında, geleneksel roman anlayışındaki “serim-düğüm-çözüm” gibi bir yapısal anlatı modunun
yerine gerçeğin parçalı ve paradoksal boyutunun tartışıldığı anlatı evrenleri kurulur. Böylelikle, varsayılan okuyucu
eserlerin çok katmanlı anlatısal yapısı karşısında edilgenleştirilmez; gerçeğe şüpheci ve eleştirel yaklaşarak
“dünyanın/yaşamın/gerçeğin/özünün ardına düşmüş etkin bir” okuyucu oluşturulur. Bu bağlamda, Marías’ın 1991
yılında yayımladığı Pasiones Pasadas adlı ilk deneme antolojisinde yer alan ve İspanyol şair Luis Antonio de Villena’ya
(Madrid, 1951) adadığı “Retrato imaginario del artista en casa”[Sanatçının evindeki hayali portresi] başlıklı yazısında
kendi edebiyat anlayışını yansıtan ilk izlere rastlanır. Anılan yazıda, Marías edebiyatın kökeninin yine kendinde
yattığını ifade eder. Yazar dış gerçekliğin yerine kültürel değerleri romanlaştırılabilir unsurlar olarak görür ve dış
gerçeklikten yalıtılmış özerk bir anlatı tasavvur ettiğini dile getirir. Böylece toplumsal gerçekçi roman anlayışından
ayrışan bir amacı olduğunu gösterir. Ayrıntılı bilgi için bkz. S.N. Gil (2007). La literatura según Javier Marías. Espéculo:
Revista de Estudios Literarios, (35), 65.; Y. Ecevit (2016). Türk romanında postmodernist açılımlar. İletişim Yayınları.
1
ortaya koyduğu bu karmaşık ve metaforik kurmacalarda kullandığı çeşitli anlatım
teknikleriyle zorlu bir anlatısal yapı meydana getirmektedir. Deneysel ve biçimci yönüyle
öne çıkan romanların yazarı Marías eserlerinde derin felsefi sorgulamalara girişen farklı
anlatı sesleri kullanması, bir anlatım tekniği olarak istitrata2 sık sık başvurması söz
tarihine bakıldığında örneklerine sık rastlanan ara söz/uzatı tekniğine başvuran Marías
okuyucunun dikkatini anlatı içeriğinden uzaklaştırarak kurgusal akışı kesen bir roman
kılmaktadır.
Javier Marías’ın Corazón tan blanco, Los enamoramientos, Así empieza lo malo ve Berta
Isla adlı romanlarında anlatı söyleminin analiz edilmesi ve romancının kullandığı anlatı
postmodernite ile ilgili mülahazalar elde etmeye çalışılarak anlatısal tasarımla ilgili
odaklanılacaktır.
2 İngilizcede “digression” anlamına gelen istitrat, ara söz, uzatı, sırası gelmişken söylenen söz anlamlarına gelmektedir.
Bu terim, “bir metnin doğal akışının anlatıcı tarafından bir tanımlama, yorum-görüş belirtme veya kişisel serzenişlerde
bulunma gibi gerekçelerle sekteye uğraması neticesinde oluşan “yan metinler” olarak kısaca tanımlanabilir. Ancak
terimin daha iyi anlaşılabilmesi için, tanımda kullanılan “metnin doğal akışı”, “sekteye uğratma” ve “yan metin” gibi
kavramların anlam aralığının belirlenmesi gerekmektedir. Çünkü böylesi bir anlamlandırma girişimi olmaksızın ara
sözler, birer “metin dışı unsur” olarak kabul edilmekte ve önemsiz bir anlatı unsuru olarak değerlendirilebilmektedir.”
Ayrıntılı bilgi için bkz. M.Duman, (2019). Yapısal ve İşlevsel Bir Anlati Unsuru Olarak Ara Sözler: Kutadgu Bilig Örneği.
Milli Folklor, 31(124).
3Cervantes, Sterne, Proust ya da daha modern zamanlara gelirsek Nabokov, Bernhard ve Benet gibi yazarlar
romanlarında istidratlardan/ara sözlerden faydalanmışlardır. İstidrat bakımından zengin romanlar ortaya koyan bu
romancıların eserlerinde söz konusu anlatısal unsurların olay öyküsüne hizmet ettiği bilinir. Dahası bahse konu
arasözler anlatının ortaya koyulması bakımından esas teşkil eder. Deneysel estetiğin ekseninde ilerleyen Marías’ın
kurgularının yapısında da arasözlerin yapısal ve işlevsel açıdan önemli bir yer tuttuğu bilinir. Ayrıntılı bilgi için bkz. S.
N. Gil. (2007). La literatura según Javier Marías. Espéculo: Revista de Estudios Literarios, (35), 65.
2
XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Luis Martin Santos ve Juan Goytisolo gibi
dolaylı olarak toplumsal bir mesaj içerdiği için anılan dönemin toplumsal gerçekçi roman
Benet’in (1927-1993) kaleme aldığı Volverás a Región [Bölgeye Döneceksin, 1967] adlı
olarak kabul edilmektedir. Javier Marías’ın Dominios del lobo [Kurdun Toprakları, 1971]
adlı ilk romanı da Benet’in üslubunun devamı niteliğindedir. Marías’ın eserleri dönemin
yazarları gibi Marías da mimetik yanılsama biçimiyle kurulan toplumsal gerçekçi roman
anlaşılması açısından önem arz etmektedir. İspanyol romancı belirli bir tema ya da
mesajlardan ibaret bir roman geleneğinin yerine ne’den çok nasıl’ın konuşulduğu, biçim
Berg, 2006:14).
dönüşün önemini anlamak için çağdaşlarıyla birlikte neye tepki verdiğini kavramak
4 Bu kuşak yazarları Franco’nun ölümünden önce 1970’li yılların başlarında eserlerini vermiştir. İspanyol edebiyatında
özüne dönüşün simgesi olarak kabul edilen bu kuşağın yazarlarının ortak paydası genel olarak toplumsal gerçekliğe
tepkiden ileri gelmektedir. Bununla birlikte, söz konusu grubun yazarlarının arasındaki farklılıkların benzerliklere göre
daha fazla olduğu sıklıkla dile getirilmektedir. Daha fazla bilgi için bkz.: K. M. Simonsen, (1999). “Corazón tan blanco”:
A Post-Postmodern Novel by Javier Marías. Revista Hispánica Moderna, 52(1), 193–212.
http://www.jstor.org/stable/30203560
5Marías gibi Novísimos kuşağının hiçbir yazarı 1939 yılından öncesinde doğmamış; İspanyol kültürünü tekelleştirmek
isteyen anlayışı ve Franco yönetimindeki İspanyol kültürünün geçersizliğini yitirmiş durumunu reddetmişlerdir. Batı
kültürüyle bağlantı kurmaya çalışırken Marías’ın ilk iki romanında olduğu gibi üstkurgusal ve metinlerarası unsurları
kullanarak anlatısal evrenini bulanıklaştırmış ve edebi açıdan yüksek kültürel formlar ortaya koymaya çalışmışlardır.
Bu grup yazarları arasında özellikle Hollywod sinemasına duyulan hayranlık çok belirgindir. Daha fazla bilgi için bkz.,
A. Grohmann. (2002). Coming into one's own: the novelistic development of Javier Marías (Vol. 13). Rodopi.
3
gereklidir. Marías’ın da yazınsal gelişimini etkileyen bahse konu döneme bakıldığında
demokrasiye geçiş döneminde ise yazarların özellikle toplumsal roman türünde eserler
getiren Marías, Cervantes, Ramón del Valle-Inclán ve Juan Benet gibi İspanyol yazarlara
büyük hayranlık duyduğu bilinir. Bununla birlikte, Avrupa ve Kuzey Amerika yazının
tutkulu bir okuru olarak tanınan yazarın ilk dönem eserlerinde İspanya ve İspanyol
kültürüne özgü değerlere pek fazla yer vermediğinden sert bir şekilde eleştirilmiştir
rağmen eserleriyle dünya çapında büyük beğeni toplayan Marías’ın bu durumu İspanyol
6İspanyol İç Savaşının beraberinde getirdiği yıkıcı etkinin kültür ve sanat alanında da hissedildiği herkesin malumudur.
Çok sayıda insanın yaşamını kaybetmesi, sürgün, mali yıkım ve çoğu alanda özgürlüklerin ortadan kalkması İspanyol
kültür hayatında da yıkıcı bir etki yaratmıştır. Kendi kültürünü sıfırdan yaratma hissiyatında olan rejimin kendisinden
önceki edebi öncüllerden bir kopuşa, bir başka ifadeyle temas kaybına neden olduğu bilinir. Diktatörlük yılları arasında
katı sansür biçimlerinin uygulanmasına, özellikle İspanya’nın siyasi açıdan izole bir devlete dönüşmesi de eklendiğinde
nispeten daha az sayıda kayda değer roman yayımlanmıştır. 1950-60 yılları arasında filizlenen toplumsal roman
anlayışına İspanyol yazar Camilo José Cela’nın La Colmena (Arı Kovanı, 1951) adlı romanının öncülük ettiği bilinir. Bu
roman türünde İspanya’nın içinde bulunduğu durum eleştirel bir bakış açısıyla yansıtılır. O dönemde geçerliliğini
koruyan sansürün İspanya’nın yaşadığı gerçekliği ülkenin basın ve yayın kuruluşlarında yayımlanmasını pek mümkün
kılmamıştır. Franco medyasının yarattığı paralel gerçeklikle İspanyol toplumunun yaşadığı gerçeklikle çelişiyordu. Hal
böyle olunca birçok yazar medyanın sorumluluğunu üstlenmeyi tercih ederek sosyal ve politik meselelerle ilgili
kalemini bir eleştiri aracı olarak kullanmayı tercih etmiştir. Dolayısıyla dönemin romanlarında gerçekçi ve mimetik
ögelere ağırlıklı olarak yer verildiği ve toplumsal roman türünün yaygınlık kazandığı bilinir. Daha fazla bilgi için bkz: A.
Grohmann, Coming into one’s own: The novelistic development of Javier Marías, Rodopi, Amsterdam, 2002, ss.08-22.
7 Franco sonrası romanı üzerine yapılan çoğu çalışmada, 1975 yılı İspanyol romanının değişen doğasına işaret eden bir
dönüm noktası olarak gösterilir. Bu çalışmalara göre, İspanyol romanının 1960’lı yıllarda değişmeye başladığını ve bu
değişimin demokrasi döneminde üretilen romanların şekillenmesinde önemli rol oynadığı kabul edilse de, yaşanan
değişimler açısından 1975 yılının milad olduğu söylenir. Zira bunun sebebi olarak Franco’nun ölümünün ardından
halihazırdaki tüm sansür uygulamalarının kaldırılması ve demokrasinin gelişine işaret edilmektedir. Ancak aynı yıl
Eduardo Mendoza’nın La verdad sobre el caso Savolta [Savolta Davası Hakkındaki Gerçek] adlı romanın yayımlanması
İspanyol romanı açısından önemli bir adım teşkil etmektedir. Bahse konu roman entrika, parodi, pastiş ve ironi
unsurlarını içeren bir polisiye kurguyla Franco sonrası hikâyeciliğin habercisi olarak kabul edilir. Daha fazla bilgi için
bkz: A. Grohmann, Coming into one’s own: The novelistic development of Javier Marías, Rodopi, Amsterdam, 2002,
ss.08-22.
4
sınıflandıracağını bilmemesinden ve mevcut İspanyol romanının kanonik yapısı içindeki
1980’li yıllardan itibaren dünya edebiyatında hakim bir estetik anlayışı olduğu görülmeye
düşünülürse, onun eserlerinde toplumsal olana değil deneysel, biçimsel ve kurgusal olana
önemli olan artık göstege [sign] değil, gösteren’dir [signifer], bir başka deyişle anlatı
yararlandığı görülür.
Fludernik, Wolf gibi anlatı kuramcılarının görüşleri doğrultusunda Corazón Tan Blanco,
Los Enamoramientos, Así Empieza Lo Malo ve Berta Isla adlı romanları analiz edilmeye
olarak, tüm bu anlatı stratejileri ile romanların anlamları arasındaki ilişki irdelenecek ve
Ünlü İspanyol düşünür Julian Marías’ın oğlu olan Javier Marías belki de doğası
gereği derin felsefi sorgulamalara girişen anlatıcıları tercih etmektedir. Genel olarak
bağlamda, Marías’ın anlatısal yönü güçlü olan yapıtları için Jeroen Vandaele (2018)
adeta dedektif romanların okuru ardından sürüklediği gibi yazarın anlatı söyleminin de
5
okuru adeta tesir altına aldığını ileri sürer. Bu yüzden Marías’ın anlatı söylemi açısından
felsefi derinliği haiz, “metne olan müdahalesini ya doğrudan ya da dolaylı bir şekilde
okuyucuya gösterme yolunu” (Duman, 2019:21) tercih eden anlatıcılar ön plana çıkarken
Bal, Fludernik, Wolf ve Manfred Jahn gibi anlatı kuramcılarının tarafından yeniden ele
her bir romana uygulanabilecek olsa da romanların daha derin bir şekilde analizinin
yapılabilmesi için bir sınırlamaya gidilerek Corazón Tan Blanco, Los Enamoramientos,
Así Empieza Lo Malo ve Berta Isla adlı romanlar seçilmiştir. Bu romanların seçiminde
eserlerdeki anlatıcı sesi ve bakış açısı kavramlarının Marías’ın yazınının niteliğinin ortaya
koyulması bakımından önemli bir ölçüt teşkil etmektedir. Diğer bir deyişle, anlatı kipi
(ses) ve odaklanma kipi (ruh hali) etrafında dönen anlatı stratejileri araştırılacaktır.
öykülerinde tercih ettiği anlatıcılar genellikle benzer ve ilginç bir güzergâh takip ederler
ve klasik anlatı kalıplarından uzak bir temsil düzeyinde gelişim gösterirler (Gil,
8 Kaynakçada belirtilen çeviri eserler dışında yabancı dilden yapılan tüm çeviriler şahsıma aittir.
6
kesen, çerçeve anlatılarla kurguya hacimsel bir genişlik kazandıran, tüm bunları yaparken
ana temadan kopmuş hissi uyandırdığı anda olayları bağlamsal olarak toparlayan, hakim
yetkin bir retorik güce sahip anlatıcılar kullanmayı tercih ettiği (200) söylenebilir.
Bu kapsamda, bu tezin temel amacı Marías’ın adı geçen romanlarında hikaye etme
ileriye ve muayyen bir sona doğru hareket etmeyen, belirli bir çözüme yönelmeyen ve
bütünlüklü bir anlatısal” (Kara, 2012: 106) yapı teşkil etmeyen; bu haliyle de dağınık,
parçalı bir anlatı söylemi içeren romanları anlatı çalışmalarına olanak sağlamasıdır.
ve niceliğine bakıldığında yazarın anlatısal metinlerinin kapsamlı bir şekilde ele alınıp
ile anlatım tekniği arasındaki ilişki ele alınacaktır. Böylece ulusal literatüre de katkıda
bulunulması hedeflenmektedir.
temelleri atılan ve son dönemde birçok disiplinin ilgi odağı haline gelen anlatı kuramları
anlatılara analitik bir şekilde yaklaşarak sistematik ve tutarlı bir şekilde analiz yapılmayı
Todorov, Barthes ve Booth gibi alanın önde gelen kuramcılarının geliştidikleri çeşitli
yaklaşımlar daha sonra Fludernik, Rimmon-Kenan, Prince, Bal ve Jahn gibi önemli
sınırlandıracak bir yol haritası belirlemek kuşkusuz çok faydalı olacaktır. Story and
7
Kurmacada Anlatı Yapısı] adlı kitabında Seymour Chatman “yapısalcı kurama göre
anlatının iki bölümden oluştuğunu ileri sürer: Bunlardan ilki öykü [histoire]; eylemler,
karakter, mekan ve zamanı kapsayan içerik ya da olaylar zinciri; ikincisi ise olay
örgüsünün aktarılması yolu anlamına gelen söylemdir.” (2018:17). Bir başka deyişle,
“öykü bir anlatının ne’sini oluştururken, söylem ise anlatının nasıl’ını” ortaya koyma
hususla bir bakıma paralellik söz konusu olduğu görülür çünkü daha önce de belirttiğimiz
üzere Marías romanlarında ne anlattığından çok nasıl anlattığıyla dikkat çeken bir
yazardır.
kabul gören yaklaşımlar geliştirmiştir. Bunların en başında “örtük yazar” kavramı yer alır.
Daha sonra güvenilir ve güvenilmez anlatıcı türleri de anlatı çalışmalarında sık sık
Genette’nin ortaya koyduğu anlatı metinlerinin biçimsel açıdan bütüncül bir şekilde
incelenmesine olanak tanıyan modeliyle ilgili başta Geral Prince, Dorrit Cohn, Monika
Fludernik, Mieke Bal, Wolf Schmid ve Susan Lanser olmak üzere Kuzey Amerikalı ve
Örneğin, Mieke Bal, Rimmon-Kenan ve Wolf Schmid anlatıcı/odaklayıcı ile ilgili bu tez
durmayan ya da kurmacaya ilişkin bilinçli bir karmaşıklığa neden olan anlatıcılar tercih
eder. Yazar eserlerinde hikayelerini anlatma görevi verdiği anlatıcı sesin kim olduğunun
önemli olduğunu söyler. Genellikle birinci şahıs anlatıcılı bir söylem tercih eden yazarın
yapıtlarında anlatının sonunu geciktirme ve bir nevi gerilimi sürdürme işlevi gören
8
uzatmalar romanların yapısında karmaşa yaratır. Bu sebeble, Marías’ın anlatıları çoğu
karşıt durumları örnekleme, parçalama, bahsi uzatma, vak’aya yeni bir bahis ve yorum
ekleme, anlatıda doğal akışı keserek düzensizlik yaratma, anlatıya zamansal genişlik
yoluyla metnin kendi kurgusallığına vurgu gibi işlevleri olan” (Kara 2012:109) istitratın,
daha basit deyimiyle uzatı/arasöz sanatının en verimli anlatı tekniklerinden biri olduğunu
ileri sürer.9
saklarken “anlatı üslubunu değiştirerek, okuyucuya fazladan bir bilgi” veriyormuş hissi
oluşturmaları gelir. Aslında tüm bu ara sözler anlatı metninin kurulumunda başat bir rol
üstlenir. Dahası, paralel evrenler yaratan bu anlatıcıların her biri metni bir nevi “patch-
Sonuç olarak, bu tez çalışmasında, yukarıda adı geçen dört romanın analizine
çerçeve ele alınacaktır. Çalışmamızın inceleme bölümlerinde ise bahse konu kuramsal
ilişkilendirilecektir.
9 Daha fazla bilgi için bkz. Sarah Fay, Javier Marías, The Art of Fiction No. 190, Issue 179, Winter 2006.
9
10
BİRİNCİ BÖLÜM
Javier Marías 20 Eylül 1951 yılında Madrid’te dünyaya gelmiştir. İspanyol filozof
José Ortega y Gassset’in öğrencisi olarak tanınan babası Julián Marías (1914-2005) XX.
yüzyılın önde gelen İspanyol düşünürlerindendir. Annesi Dolores Franco (1912-1977) ise
su literatura [Yazınında İspanya Için Duyulan Endişe] adlı bir İspanyol edebiyatı antolojisi
ailesinin iki büyük talihsizlik yaşadığı döneme denk gelmiştir. Bunlardan ilki 25 Haziran
1949 yılında ailenin en büyük çocuğu olan Julianín’in bir hastalığa yenik düşerek
ölmesidir. Uzun yıllar ölen oğullarının yasını tutan ailenin bu tutumu yazarın hiç
tanımadığı kardeşinin ruhu eserlerinde yer yer kendini göstermiştir. Yaşanan ikinci talihsiz
olay ise İç Savaşın (1936-1939) ardından en yakın arkadaşı tarafından Franco karşıtı
olmakla suçlanan babası Julián Marías kısa süreliğine göz altına alınmış ve bir süre sonra
eğitim vermesine müsaade edilmeyen baba Marías, Franco yönetimince sürekli olarak
cezalandırılması kendisinin bir bakıma içsel bir sürgün yaşamaya maruz bırakıldığını
göstermektedir. Öte yandan baba Marías dönemin önde gelen düşünürlerinden ve Amerika
Birleşik Devletleri’nde tanınmış olup Yale ve Wellesley College gibi ülkenin prestijli
bebeği olarak adlandırılan Javier Marías’ın entelektüel ve çok dilli bir sosyo-kültürel
izinden giden El Colegio Estudio’da eğitim görmüştür. Erken dönem gençlik yıllarında
11
edindiği yurtdışı seyahat deneyimleri, yabancı edebiyatları okumaya düşkünlüğü ve
Avrupa ile Hollywood sinemasına olan ilgisi İspanya’nın ötesindeki dünyayı keşfetmesini
sağlamıştır. Bunun yanı sıra, amcası ünlü İspanyol sinema yönetmeni Jesús Franco
adım atmıştır. 1970 yılında Madrid Complutense Üniversitesi İngiliz Filolojisine giren
Luis Goytisolo’nun (1935) bulunduğu hangi yabancı eserlerin İspanyol yayın piyasası
açısından uygun olacağını belirleyen seçici bir kurulun parçası olmuştur (Wood, 2012:4-
8).
Ünlü romancının edebiyat dünyasına adım atması 1968 yılında yayımlanan “La vida
esinlendiği ve daha sonra en çok beğendiği İngiliz yazarların maceraya dayalı hikâyelerini
taklit ettiği yapıtlar kaleme almıştır.” (Kayacık, 2020:691) Corazón Tan Blanco, Mañana
en la batalla piensa en mí (Yarın Savaşta Beni Düşün, 1994) ve Tu rostro mañana (Yarınki
Yüzün, 2002-2007) adlı eserleriyle dünya çapında büyük bir beğeniye mahsar olan yazar
14 roman, dört öykü, yedi deneme türünde eser yayımlamıştır. Özellikle Corazón tan
blanco adlı romanıyla gerek ülkesinde gerekse de ülkesi dışında iyi bir çıkış yaptığı
düşünülür. (Cuñado, 2004:1) Bunun yanı sıra İspanya ve Latin Amerika’nın önde gelen
basın yayın kuruluşlarında çıkan yazılarının derlemelerinden oluşan çok sayıda yapıtı da
genişletilmiş baskı 2001), Vida del fantasma (1993, genişletilmiş baskı 2001) ve Salvajes
12
y sentimentales (2000) gelmektedir. Marías aynı zamanda Thomas Hardy, Laurence Sterne,
Robert Louis Stevenson, Joseph Condrad, Isak Dinesen, William Faulkner, Henry James
ve Vladimir Nabokov gibi Amerikan ve İngiliz edebiyatlarından pek çok yazarın yapıtlarını
İspanyolcaya çevirmiştir.
Marías “ilk romanının yayımlandığı günden bu yana gerek kültürel birikimi ile gerek
şahsına münhasır duruşuyla son yıllarda İspanyol yazınının en dikkat çeken yazarlarından
Fransa, Güney Kore, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, İsviçre, İtalya, Letonya, Litvanya,
açıklamasına göre muhtelif zamanlarda İspanya ve Latin Amerika’da 24 ödül almaya hak
kazanan10 Marías’ın eserlerinin dünya çapında değişik dillerde 8 milyondan daha fazla
sattığı bilinmektedir. Son yıllarda Redonda adını taşıyan kendi yayınevini kurmuştur.
Marías’ın almaya hak kazandığı başlıca ödüller arasında Premio de la Crítica (1993),
Premio Rómulo Gallegos (1994-1995), Prix Femenina (1996), IMPAC Prize (1997),
Premio Salambó (2003), Premio Miguel Delibes (2004), European Literary Award (2011),
Premio Nacional de Narrativa (2012), Premio Fomentor de las Letras (2013), Premio de la
Crítica de Narrativa Castellana (2017) bulunmaktadır.11 Ayrıca, hemen hemen her yıl
geçtiği görülmektedir.
10 Daha fazla bilgi için bkz.: G.J. Wood, (2012), Javier Marías’s Debt to Translation: Sterne, Browne, Nabokov, Oxford
University Press,United Kingdom, s.2.
11 Daha fazla bilgi için bkz. : https://www.elespanol.com/cultura/libros/20211005/ganaran-javier-marias-muramaki-
nobel-apuestas-edicion/616938618_0.html
13
Son yıllarda Marías’ın yapıtları üzerine yapılan çalışmalarda bir artış olduğu
eleştirmenler tarafından incelenen yazını hakkında çeşitli eserler yayımlanmıştır. Son yirmi
literario de Javier Marías (Ed. Steenmeijer,2001), Coming into one’s Own: the Novelistic
de Javier Marías (Cuñado, 2004), Allí donde uno diría que ya no puede haber nada: Tu
creación (Núñez Díaz, 2011), Javier Marías’s Debt to Translation: Sterne, Browne,
Nabokov (Wood, 2012) ve El discurso interior en las novelas de Javier Marías (López
kariyerine başladığı andan itibaren zengin ve farklı izlekler içeren anlatımıyla ulusal
için sadece Franco sonrası İspanyol romanını incelemek yeterli olmayacaktır. Onun yazın
kariyerinin başladığı 1970’li yıllardan itibaren giderek gelişen yazın çalışmalarına dair
James, Sterne, Faulkner, Nabokov, Beckett, Proust vb. dünya edebiyatının önemli
kullandıkları yavaş ve dolambaçlı üslup sayesinde kurgunun merkezinde genel olarak bir
zaman yavaş ilerleyen biçimsel bir yaklaşımı tercih ederler. Marías’ın romanlarında
14
kurmaca evren anlatıcının kuvvetli ve muazzam bilincinden dökülerek yansıtılır. Onun
anlatının ikincil yönlerini keşfedebilmek için daha fazla zamana ihtiyacı olur. Karakterlerin
anlatı söylemine anlık katkılarından söz edilse de, hikayeyi aktarırken olay öyküsü göz ardı
eden anlatıcıların varlığı dikkar çekicidir. Bahse konu anlatıcılar yaşanılan gerçekliği
anlatmanın mümkün olup olmadığına dair çok sayıda sorgulamaya girişirler. Bunun yanı
sıra, romancı uzun, yapısal açıdan iç içe geçmiş cümlelerin ağır bastığı ve olay öyküsüyle
tematik açıdan pek ilgili gibi görünmeyen bir dizi iliştirilmiş anlatıyla söyleme zenginlik
kazandırır.
deneyimlerini birincil ağızdan aktaran anlatıcılar tercih etmesi anlatı teorisi açısından da
yoğrulmuş dolambaçlı hikayelerin yazarı Marías insanın davranış tarzını inceler ve bunu
şekillenmesinde “ulusal basında onbeş yıldan daha fazla bir süredir kaleme aldığı haftalık
köşeşinde derine inmeyen yüzlerce özlü kısa yazı yayımlamasının etkilidir. Bu çerçevede,
yazarın kendisini bölünmüş yazar olarak gördüğünü aktarır: “Kimi zaman vatandaş Marías
kimi zaman da romancı Marías.” (2011:1) Marías’ın Ufkun Öte Yanı’nın [Travesía del
“Bir vatandaş olarak çok fazla konu hakkında bilgim var, son on bir yıldır her Pazar
(genellikle ama zorunlu olarak değil) güncel konularla ilgili bir köşe yazısı
15
etrafımda olup bitenle ilgilenmek zorundayım.” Buna karşılık ise “Bir yazar olarak
sanatına, dini pratiklerden Madrid’deki günlük yaşamın karmaşası gibi pek çok felsefik,
toplumsal, siyasi ve edebi konuyu somut ve soyut açılardan ele almaya çalışır.
(Herzrberger, 2011:1) Çeşitli türlerde hacimli eserler vermesine karşın yazarın yazınsal
romanları en çok dile çevrilen yazarlardan biridir. Bunun yanısıra, Marías İspanya’da
eleştiriler almıştır. Marías söz konusu durumla ilgili The White Review adlı aylık edebiyat
konulara ilişkin herhangi bir unsura yer vermedim. Bazı insanlar benim
benim açımdan çok aşağıdayıcı bir durumdu. Tabi kariyer hayatım boyunca
12Daha fazla bilgi için bkz.: Javier Marías, Voyage Along the Horizon, Çev.:Kristina Cordero (San Francisco: Believer
Books, 2006), ss. 180–81.
16
sayılabilecek bölümlerin bile bulunduğunu söyleyebilirim. Bir dönemde
değil. Benim her kesimden okurum var. Ayrıca her yazarın daha çok kadın
okuru olduğu da doğru çünkü kadınlar erkeklere göre daha çok okur.”13
dışında geçen romanlar kaleme alması eleştirilere neden olmuştur. Bununla birlikte, Marías
Cervantes, Ramón del Valle Inclán ve Juan Benet gibi İspanyol yazarlara büyük hayranlık
duyduğunu her seferinde dile getirir. (Herzerberger, 2011:1) Bu bağlamda, Marías’ın 1992
yılında kaleme aldığı Vidas Escritas’ın önsözünde (Yazınsal Yaşamlar, 1992) neden
İspanyol yazarları kitabın içeriğine dahil etmediğini açıklarken şöyle bir açıklamada
bulunur:
inkâr ettiler ki, sonunda ülkemin yazarlarından söz etme vakti geldiğinde,
Hayalet, 2014) adlı yapıtında konuya ilişkin bir değerlendirmede bulunur. İspanya İç
Savaşı’ndan (1936-39) sonra yönetimi ele geçiren ve ülke genelinde baskıcı bir rejim
kurarak bunu 39 yıl boyunca devam ettiren General Francisco Franco yönetimine karşı
50’li ve özellikle 60’lı yılların romancılık anlayışı ile ortaya konulan eserlere baktığımızda
edebi zevkten yoksun, tatsız, biçimsiz, az incelikli oldukları için eleştirirdik.” der. (Marías,
2014:56) Bahse konu dönemde edebi eserlerin genelinde toplum merkezli bir yaklaşımla
dış gerçekliği yansıtmak maksadı söz konusudur. Marías’ın karşısında durduğu husus ise
sanat yapıtının dış gerçekliği dil aracılığıyla yansıtmasının mümkün olmadığıdır. Ona göre
böyle bir amaca dil aracılığıyla ulaşılması olası değildir. Nitekim Marías İspanyol
yazınında bu niyetle kaleme alınan edebi yapıtların dış gerçekliği yeniden yaratması
girişimini estetik açıdan sönük ve yavan bulur. (Miller, 2001:15; Herzrberger, 2011:3)
Marías’ın bu yaklaşımının sebeplerini ortaya koyabilmek için 1940 ile 1960’lı yıllar
arasında kaleme alınan İspanyol romanına kısaca göz atmak gereklidir. Bu dönem
şekillenmesi ve bunlara ilişkin mesajlar vermesi gerektiğine olan inanıştır. Bir edebi yapıt
yaratıcının dehasını ortaya koyan bir sanat eseri olmaktan ziyade gerçek olanı
gibi yansıtma ve toplumsal mesaj verme kaygısının hakim olduğu görülür. İç Savaş
döneminde İspanya’da çok sayıda insanın yaşamını yitirmesi, sürgün, iktisadi sorunların
ve bireysel özgürlüklerin ortadan kaldırılması gibi koşullar kültürel yaşamı önemli ölçüde
yapının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Siyasi açıdan yalnızlaşan ülkede katı sansür
12) 1950’li yıllardan itibaren kendini göstermeye başlayan toplumsal roman ise özellikle
60’lı yılların başlarına kadar hakimiyetini sürdürür. İlk örnekleri arasında sayılabilecek
eserler arasında Camilo José Cela’nın Arı Kovanı (La Colmena, 1951) adlı yapıtı gelir.
Toplumsal romanın en çok ağır basan özelliği olarak dönemin İspanyası’nın tarihsel,
ederler.
dönüşüme uğradığı bilinir. Ülkenin içler acısı durumunu yansıttan toplumsal gerçekçi
romanların ardından iletişim, yazın ve edebi dil üzerinde tecrübeye dayalı bir hareketin
deyimiyle biçimsel özelliklerin daha ağır bastığı “novela estructural” (akt: Durán
romanları “novela contraola” olarak adlandırırken, kimileri ise yeni roman [nueva
novela] ya da diyalektik amaçlı realist roman [novela del realismo dialéctico] olarak
Benet gelmektedir. Tiempo de silencio [Sessizlik Zamanı], Cinco Horas con Marío
[Mario ile Beş Saat] ve Volverás a Región [Bölgeye Döneceksin] adlı üç roman da bu
roman türünün öncüsü olarak kabul edilebilir. Luis Costa yeni yapısalcı romanı, anlatısal
yapının romanın diğer unsurlarından daha ön planda olduğu roman olarak tanımlar. Ona
19
göre okur açısından zorluk yaratan bu roman türü eleştirmenlerden de yeterince ilgili
Yapısal romanda olay örgüsünün önemini yitirdiğini, bunun yerine konu dışına çıkışların
bakışaçısı tekniğine anlatı söyleminde daha fazla yer verildiğini belirtir. Yapısal romanda
hikaye karmaşık bir şekilde ortaya konur. Bu tür romanlarda olay örgüsünün kronolojik
bir sıralamayla verilmesinin söz konusu olmadığı gibi her şeyi bilen ve güvenilir
geçmiş ile gelecek arasında sürekli değişime uğrayarak lineer bir şekilde ilerlememesinde
sinema sanatının da etkili olduğu görülür. Bunun yanı sıra, cümleler uzatılır, noktalama
işaretleri kaldırılır. Söylem okur açısından daha karmaşık bir hal alır (akt. Durán,
Bu yaklaşımın öncüsü Juan Goytisolo’nun mizah anlayışından uzak ve eleştirel ironik bir
yazın çalışmaları konusunda yol gösterdiğini çeşitli platformlarda dile getirdiği Juan
çalışmasında şu şekilde aktarmıştır: “Juan Benet’ten daha çok hayran olduğum yaşayan
başka İspanyol yazar yok.” (2001:25). Marías’ın Benet’in yazınına hayranlık duyması
birkaç nedenden dolayı önemlidir. Benet’in kurgusunda öne çıkan husus “bir şeyin tam
olarak bilinememesi” kavramı ontolojik ve epistemolojik açıdan bir sorun teşkil ettiği
20
ettiği üzere, bir şeyin dil aracılığıyla tam olarak anlatılmasının mümkün olmadığı
geçtiğini tam olarak ifade edilemeyişi anlatısal açısından bir yeterizlik olarak görülmez
aksine yaşamın kendisinin karmakşıklığını ve anlaşılması zor tarafını ifade etmek veya
tanımlamak için bireyin ifade gücü yetersiz kalır. Benet’in romanlarının muğlak bir tarafı
vardır. Aslında anlatının dili, kullanılan teknik ya da diğer biçimsel unsurlar bir hikayeyi
bir sorun üzerine kurulu olduğudur. Örneğin Volverás a región adlı romanda doktor
Sebastián bir fikri ifade etmeye çalışırken bir şeyi adlandırmak isteyip de bu
olarak özeti tam olarak da budur. Doktor Sebastián bu ifadesiyle dilin yetersizliğine
Benet’in edebiyatta dilin asli rolüne ilişkin yaklaşımını takdirle karşılar ancak tam olarak
karmaşıktır ve Benet’in yazın ile ilgili otuz yıldan daha uzun süredir geliştirdiği kuramsal
en çok eleştirilen yazarlarından biri olan Marías roman, öykü, deneme türündeki
yayımladığı eserleriyle hem yurtiçinde hem de yurtdışında ilgi odağı olmuştur. Asıl
kariyeri romancılık olan Madridli yazar edebiyatın birçok alanında değerli eserler ve
çalışmalar yayımlamıştır. Marías kendi kaleme aldığı romanların yanı sıra çok sayıda
İngilizce romanı İspanyolcaya çevirmiştir. Gazete ve dergilere yazılarıyla sık sık katkıda
21
Sonuç olarak, Marías’ı Henry James ve Joseph Conrad ile başlayan Joyce,
Faulkner, Virginia Woolf ile doruk noktasına ulaşan psikolojik roman geleneğinin çağdaş
bireyin yaşamının gerçeklerini dış dünyada geçen olaylarda aramak yerine onun bilinç
dünyasına eğilmesiyle ve söz konusu dünyayı doğru bir şekilde yansıtabilmek için biçim
ritimsel unsurların sayesinde daha anlamlı bir hal alır. Algı dünyası güçlü olan romancı
bir yandan yaşamın karmaşıklığını gözler önüne sermeye çalışırken bir yandan da senfoni
orkestrasında melodilerin müziğe renk katıp tempoyu verdiği gibi cümlelerini uyum
22
İKİNCİ BÖLÜM
Romanın salt toplum, felsefe ve siyaset vb. konularla ilgili mesaj veren bir yapı
olmasından ziyade en başta bir sanat yapıtı olması, içinde yer alan karakterler, olay
üzerinde durulması gerekir. Son yıllarda bilimsel yazın araştırmalarında edebi eserlerin
içinde üretildiği siyasal, ekonomik, toplumsal vb. gibi dış koşulları saptamak yerine, bir
benimsendiği görülmektedir. Bir roman her şeyden önce seçilen ve kurmaca olan
parçaların yazar tarafından kendi biçim ve yöntem süzgecinden geçirilerek yaratılan bir
anlayabilmek için biçimsel ve yöntemsel açıdan incelenmesi önemli bir esas teşkil
biçimcileri ile onların izinden giden Çek-Polonyalıların başlattığı akım edebi yapıtlarının
getirmiştir. Bahse konu ekoller her biri kendi içinde romanı yalnızca toplumsal yapıyla
ilişkileri açısından ele almakla yetinmeyerek, onun sanatsal yönlerini, görüş açılarını ve
estetik etkisi içeriğin kendisinde yer almaz. Ona göre, “sanat yapıtının özgül bir amaca
hizmet eden bütün bir göstergeler dizgesi ya da göstergelerden oluşan yapı olarak
alınmalıdır.”(1982:163)
23
2.1. POSTYAPISALCI ANLATI KURAMLARI
“Anlatı (İng. narrative, Fr. récit) kavramı son yıllarda gerek edebiyat teorisinde
gerekse de bilişsel psikoloji, ilahiyat, yapay zeka, hukuk gibi birçok disiplinde son derece
bölümde, ilk olarak anlatı denince bireyin aklına gelen genel tanımlar üzerinde
bir bakış açısıyla yaklaşmamızı sağlayan anlatı teorilerinin gelişimi üzerinde durmaktır.
edilecektir.
olarak roman ya da kısa hikâye gelecektir. Roland Barthes ise dünyada sayısız anlatı
biçimi olduğunu ve her biri insanın öyküsünü ortaya koymak için yazılı ya da sözlü
iletişim araçlarını kullanarak her toplumda var olduğunu söyler. Barthes, “anlatıyı mit
efsane, fabl, masal kısa öykü, destan, trajedi, dram, komedi, pandomim, resim sanatı,
(akt. Jahn 2015: 48) şeklinde geniş bir yelpazede ele alır. Bu yaklaşım da oldukça
bütüncül olup insanın var olduğu günden bu yana sayısız şekilde anlatı ürettiği bilinen bir
24
sunucusunun sözlerinde, resimlerde, şarkılarda, çizgi romanlarda ya da uykuya dalmadan
önce okunan bir romanın satırlarında kısacası günlük hayatımızın her yerinde kendini
göstermektedir.
Son yıllarda yapılan pek çok araştırma anlatının sadece edebiyatla sınırlı olmadığını
ortaya koymaktadır (Currie, 1998:2). Fludernik’e göre yazılı kültürlerde kökenlere ilişkin
metinlerinde olduğu gibi kültürel belleğe kaydedilmesi için uluslarının bugüne kadarki
anlatı metinleri olayların muğlak ve çok katmanlı yapısının anlaşılmasını sağlayan bir
zincir gibi bağlı olduğunu ve sebep-sonuç ilişkisine dayandığını söyler (2009). Öte
Contemporary Poetics adlı yapıtında bir anlatı metnini tanımlarken kurgusal olaylar
dizisini içermesi gerektiğini ifade eder. Anlatılama ediminin (action of narration) bir
bildirişim sürecinde gerçekleştiğini dile getiren Rimmon-Kenan bir anlatıcının bir mesajı
tanımlar. “Frederic Jameson gibi bazı kuramcılar, anlatı üretme sürecinin insan zihninin
temel bir işlevi olduğunu ve bunun tıpkı dili kullanabilme becerisi gibi insanın ayırt edici
şeklinde tanımlanabilir. Bununla birlikte, “Barthes Yazının Sıfır Noktası adlı eserinde
anlatının biçimsel bir özelli roman ve tarihin ortak unsuru ele alır ve anlatının belirli bir
tarihsel anın seçilerek anlamlandırıldığını belirtir. (...) Barthes’e göre anlatı tarih, roman,
mit, ve evrenin doğuşuyla ilgili tüm hikâyelerin gerçekdışı zamanıdır. Anlatının arkasında
25
görünmez bir Tanrı vardır. Bu yüzden anlatı dünyayı ve varlığı hikayeleştirerek
özelliklerini, yani kurgulama yöntemlerini çalışan disipline anlatı bilimi adı verilir.”
en çok epik türün bir prototipik bir kurmaca anlatı örneği sunduğunu ileri sürer. Epik
dışındaki diğer türlerin tam olarak anlatı sayılamayacağı görüşünden yola çıkarak epik
türün bir anlatanı yani ozanı vardır der. Bu çıkarmadan da hareketle bir anlatının anlatı
olarak kabul edilebilmesi için bir anlatıcısının olması gerektiği görüşünü destekler.
Fludernik’e göre anlatıyı yani epik türü lirik ve drama türlerinden ayıran tek husus bir
Anlatı üç temel bileşenden oluşur. Hikâye, söylem ve olay öyküsü. Hikâye bir dizi
olay, söylem bunları anlatmak için kullanılan dil ve olay öyküsü ise hikayede geçen
olayların ne tür bir sırayla ve düzende anlatıldığını gösteren unsurdur (109). Fransız
anlatıbilimci Genette ise anlatıyı “ilk anlamıyla (son zamanlardaki yaygın kullanımda en
merkezi ve en açık olan anlamıyla) anlatı bildirimini, bir olayı ya da olaylar dizisini
anlatmayı üstlenen sözlü ya da yazılı eylem olarak” tanımlar (2020: 13) Genette’nin
Fransızca “récit” sözcüğünden hareketle yaptığı üçlü ayrım oldukça aydınlatıcıdır. Buna
eylemidir” (2003:58) Seymour Chatman ise Story and discourse (Hikaye ve Söylem,
1978) isimli eserinde anlatıyı söylem (discourse) ve hikayenin (story) birleşimi olarak ele
alır. Chatman, geleneksel anlatıcıya kıyasla sinematik (cinematic) anlatıcı terimini ortaya
atar. Sinematik anlatıcı hikaye anlatımında aracılık fonksiyonu taşıdığı için romandaki
Narratology (Anlatıbilime Giriş, 2009) adlı kitabında anlatıyı şöyle tanımlar: “Anlatı
zamansal ve uzamsal olarak vücut bulmuş insan biçiminde bir doğası olan ve çoğunlukla
amaca yönelik eylem odaklı (eylem ve olay örgüsünün yapısı) bir ya da birkaç
başkahramanın bulunduğu; dilsel ve/veya görsel bir ortamda sunulan olası bir dünyanın
okura ana kahramanın hayatına nüfuz etme imkanının verildiği bir ortam sunulmaktadır.
Bir bakıma anlatıcı ya da anlatının söylemi [narrative discourse] olay örgüsünü kendi
en başında anlatının öyküsü yer alır. Kısaca olaylar dizisi olarak tanımlayabileceğimiz
anlatının öyküsü, karakterlerin yer aldığı bir bildirişimi temsil eder. Bunun yanı sıra, olay
öyküsünü anlatan bir anlatıcı mevcuttur. Tabi burada akla gelebilecek en doğal soru belki
de anlatıcının öyküyle bir ilişkisi var mıdır sorusudur. Daha açık bir ifadeyle söylemek
gerekirse, anlatıcı tipini belirlemek için anlatıcının öykü içinde yer alan bir karakter olup
Öte yandan, “anlatılar kurgusaldır. Hepsinde bir seçim yapma gereği vardır. Seçim,
anlatıcının bakış açısını belirler ve aslında masum bir şey değildir. Kişi ideolojine,
vermek istediği mesaja, ahlakî normlara, yer ve zamana, kendi karakterine, faydasına
27
veya toplumun güç ilişkilerine göre bir seçim yapabilir. Seçmek anlatıda olayları hangi
sıra ve düzende yazacağını belirlemek anlamına gelir. Detaylar bazen anlamı ertelemek
Anlatı bazen anlama sırtını tamamen döner ve Beckett’in eserlerinde gördüğümüz gibi
kaotik bir hali alabilir. Ancak en karmaşık haliyle bile anlatı her zaman seçimle başlar ve
şekillenir. Bu yüzden tüm anlatılar retorik ve özeldir. Hiç bir anlatı olay öyküsünün
doğrudan kaydı değildir. Çünkü olay anlatıldığı an olgu haline dönüşür. Yani kurgulanır”
Anlatıbilimin tanımı üzerine çok çeşitli görüşler bulunmaktadır. Klasik dönem olarak
hikâye etme biçimi [telling a story] ve olay örgüsünün yapısı üzerine genel söylemlerin
analizini yapan bir disiplin olarak tanımlanmıştır. Klasik ve post-klasik olarak ikiye
ayrılan anlatıbilimin kökeni, diğer batılı edebi kuramlarda olduğu gibi Platon’nun (M.Ö.
428-348) diegeris (öyküleme) ile Aristo’nun (M.Ö. 384-322) mimesis (taklit) kavramları
arasındaki ayrıma dayandırılmaktadır (Janh, 2005:7). Platon, Devlet isimli eserinde edebî
türleri mimesis ve diegesis diye adlandırdığı temel konuşma kiplerinden hareketle ikiye
aktarılması yani dolaysız biçimde taklit edilerek verilmesidir. Diegesis ise yazara
atfedilebilecek bütün sözceleri kapsar. Platon lirik tür, diegesis’in kullanımıyla, dramatik
tür ise mimesis ile bağdaştırmaktadır (9). Platon söz konusu kavramları Devlet’in üçüncü
28
“Şair veya masalcılar, olmuş olan veya olacak olan şeyleri anlatırken bunu ya
İlyada’da bazı bölümleri kendi ağzından anlatır. Bir başkasının konuştuğu sanısını
uyandırmak istemez. Ama bazı bölümleri karakterin ağzından anlatır Şair bize
yaptığı iş bir anlatmadır sadece (yani diegesis). Ama şair bu sözleri söylerken,
kendisi değil, bir başkasıymış gibi davranıyorsa, bir başkasının yerine geçip sözünü
taklit etmektir. (yani mimesis). Yani tüm şairler, Homeros gibi anlatmalarında
taklide başvururlar. Şair kendini hiç gizlemez, doğrudan doğruya kendi sesini
Aristoteles’in Poetika’sı ise anlatının anlaşılması açısından temel teşkil eden ikinci
bir ölçütü ortaya koymaktadır. Buna göre, tasvir edilen dünyada olayların bütününü ve
gerçekte anlatılan olay örgüsünü ya da muthos arasındaki ayrıma dayanır. İkincisinin yani
olay örgüsünün her zaman estetik kaygılara göre seçilen ve düzenlenen olayların bir alt
Jan- Christoph Meister’ın ifadesiyle söylersek anlatıbilimin bir metot veya teori
görülmektedir. Çünkü disiplin kavramı gerek kuramı gerek metodu gerekse de anlatıya
anlatıbilimin ikili bir yapı içerdiği söylenebilir. Anlatıbilim sadece bir teoriden ibaret
olmayıp anlatının söylemine yönelik çeşitli teorilerden oluşan bir bütündür. Mark
Currie’ye göre ise, XX. yüzyıl boyunca varlık gösteren bir olgu olan anlatıbilim anlatının
bir yaklaşıma dönüşmüştür. Bir anlatının biçimini ve yapısını incelemek amacıyla ortaya
29
çıkan anlatıbilim edebi anlatı türlerinin incelenmesi alanında yadsınamaz bir hakimiyet
kazanmıştır. Özellikle XX. yüzyılın son çeyreğinden bu yana oldukça hızlı bir ivme
koordinatlarını tam anlamıyla saptamak oldukça zordur (Herman, 2009:23). Daha açık
kabul gören anlatı kuramı anlatının bir tür olarak incelenmesi ile ilgilendiğini
söyleyebiliriz. Anlatıbilimde genel olarak amaç anlatının değişken ve sabit yönleri ile
narratoloji kelimesi, Bulgar asıllı Fransız vatandaşı edebiyat kuramcısı Tzvetan Todorov
atılmıştır. O dönemde her ne kadar anlatı çalışmalarını tanımlayan henüz bir bilim dalı
tam olarak doğmuş sayılmasa da her türlü kültürel fenomenin incelenmesi için
biçimlerininin ayırt edici niteliklerini ortaya koyan Roland Barthes gibi kuramcıların
30
Anlatıbilimi yapısalcı bir araştırmanın alt alanı olarak kuran Barthes, Greimas,
dilbilimin kurucusu olarak kabul edilen Saussure’ün dilbilim yaklaşımı birçok bilim
19).
bireysel anlatıdan üstün tuttuğu ifade edilir. Onların üzerinde durdukları hususlar
karakterler, durumlar, olaylar vb. temel yapısal birimlerini belirli bir anlatı metinlerinin
oluşması için birleştiren semiyotik ilkelerdir (Herman: 2005: 20). Anlatı kuramına özgü
senkronik dil sistemine dayanarak geliştirildiği bilinmektedir. Anlatı kuramı bir bakıma
cümlelerin nasıl anlatı metnine dönüştüğü ile ilgilenir. Fludernik’in Fransız dilbilimci
Emile Benveniste’den atıfla dile getirdiği üzere hikâye [story] ve söylem [discourse]
Çoğu anlatı kuramcısına göre hikâye seviyesi bir tür langue veya sistem olarak
kabul edilirken diğer yandan anlatının söylemi ise parole yani gösterge [manifestation]
olarak ifade edilir. Olay örgüsünün aktarımında yapılan bir değişiklik, örneğin romanda
Dilbilimcilerin anlatı kuramıyla ilgili olarak oluşturdukları bir dizi örneklem göz önüne
14“Latincede “her şeyin ortasında” anlamına gelen “in medias res” terimi epik ya da diğer anlatı türlerinde hikâye
anlatımına olay öyküsünün en çarpıcı noktasından başlanmasına verilen tekniğin adıdır.”
https://www.britannica.com/art/in-medias-res-literature
31
alınırsa anlatı kuramlarının modellerinin genel olarak yapısalcı ve hikâye-söylem [story-
discourse] veya anlatıcı -okur/dinleyici [narrator-narratee] gibi iki karşıt değerli birimin
var olduğu görülür. Fludernik’e göre tüm sistematik anlatı tiplendirmeleri anlatıcı,
yapısını tanımlayan kısımlar içermektedir. Buna göre, söylem odaklı anlatı kuramında
hikâye ve söylem arasındaki ilişki çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu tür anlatı
Anlatıbilim edebiyatın bir alt dalı olduğunu ve aynı zamanda tür araştırmaları
araştırmaları gibi lirik, drama ve epik arasındaki ayrımla ilgilenir. Bunun yanı sıra,
roman, fabl, özyaşam öyküsü romanı, kısa hikaye vb. şeklinde alt kategorilere böler. Öte
yandan, anlatıbilimin, anlatı metinlerinde anlamın nasıl oluştuğunu incelemesi onu bir
ileri sürer. Anlatı kuramının geniş kesimlerce kabul gördüğü ve genel olarak anlatı
metinleriyle ilgili sayısız içgörü [insight] sağladığı gerçeğinden hareketle tam da romanın
son derece karmaşık yapısının incelenmesi bakımından uygun düştüğünü dile getirir.
Anlatıbilim bir anlatının neyi, nasıl söylediğini inceleyen bir disiplin olarak anlatıyı
sistematize etmeye çalıştığını ifade etmiştik. Rus Biçimciliği, Yeni Eleştiri [New Critism]
yolunun eserin kendi düzeninin yani biçiminin incelenmesi ile mümkün olabileceğini
15 Eğitim/oluşum romanı.
32
savunur (Moran 2002:177). Bir bakıma eserin ne söylediği [what to say] değil; nasıl
bakımından oldukça faydalı bir işleve sahip olduğu görülür. Öte yandan edebiyat
ağırlık veren bir disiplin olan anlatıbilim alanındaki ilk teorik çalışmaların XX. yüzyılın
başlarında ilk edebiyat kuramcısı Percy Lubbock’un The Craft of Fiction (Kurmaca
Zanaatı, 1921) ve E.M. Forster’ın Aspect of the Novel (Roman Sanatı, 1927) adlı
roman kuramcısı Henry James’in rolünü es geçmemek gerekir. 1880 yılında Henry
James’in kaleme aldığı ve İngiliz roman eleştirisi alanında bir dönüm noktası olarak kabul
edilen “The Art of Fiction”da bahse konu iki eleştirmenin çalışmalarına kaynaklık
etmiştir. James’in roman sanatına verdiği önemi sağlam temeller üzerine oturtmuştur.
James’in roman sanatına verilen önemin artması için gösterdiği çaba sonucunda anlatılara
ekleyebiliriz. Zira 1919 yılında Modern Fiction başlığıyla kaleme aldığı denemesinde
Woolf dönem yazarlarını insanın iç dünyasıyla değil de dış dünyasıyla ilgilendikleri için
görülürken, ABD’de Norman Friedman’ın romandaki bakış açısı üzerine kaleme aldığı
33
hazırladığı Theory of Literature (Yazın Kuramı, 1949)’adlı yapıtın yayınlanmasıyla
birlikte İngilizce konuşan ülkelerde anlatı metninin biçime dayalı olarak eleştirme eğilimi
Alman, Prag ekolleri ile Rus biçimcilerin izlerini taşıyan bu önemli yapıt Yeni Eleştirinin
2009:22). Amerika’da Yeni Eleştiri adını alan bir yazını ve eleştiri anlayışının
geleneksel gerektireceği değerlendirme ölçütleri gibi sorunları birbirine bağlı bir bütün
halinde ele alarak biçimci yaklaşımın sistematik bir kuramını oluşturmaya çalışır. XX.
yüzyılın ilk yarısında Amerika’da marksist, tarihsel, ruhbilimsel, ahlakçı vb. gibi çeşitli
yaklaşımların varlığından söz edilir. Yeni Eleştirinin karşı çıktığı bu yaklaşımlar yazına
yazın olarak bakmak ve yapıtın yazınsal yönüne incelemek yerine yapıtı açıklamak için
dini unsurlara yönetiyorlardı. Yeni Eleştirinin temsilcileri ise tüm bunları bir yana
koyarak anlatı metninin kendini bir yazın yapıtı olarak incelemeyi yeğlemişlerdir.
Bununla birlikte, yapıtı biçimsel bir açıdan inceleme yaklaşımını benimseyen ilk ekol
Yeni Eleştiri değildi kuşkusuz. Rus Biçimcilerin de XX. yüzyılın başlarında etkin
Berna Moran’ın Yazın Kuramı’ın adlı eserinin önsözünde belirtiği üzere, Yeni
Eleştiri akımının kaynağını aramak için İngiltere’ye bakmak gerekir. T.S. Eliot, I.A.
başlatmıştır (Wellek, 2001:7-8.) Yeni Eleştiriye göre yazının bilimsel araştırmasının her
34
zaman doğal bilimlere özgü olmayan yine de anlıksal olan kendi geçerli yöntemleri
bulunmaktadır (22). Kurgusallık ile ilgili bölümde, yazarların anlatılarında “dışsal” bir
yaklaşımın aksine “içsel” bir yaklaşımın geliştirmesi fikri ileri sürülür. Buna göre,
kurgusallık başlıklı bölümde ele alınan hususlar daha sonra yapılmış kuram çalışmalarına
da kaynaklık etmiştir.
katkı sağlamışlardır. Rus Biçimcileri, bir bütündeki birimleri teker teker ve birbirinden
bağımsız olarak ele almayı bir yana bırakmışlar, birimleri bir dizgenin öğeleri olarak
kuramsal çalışmalar Rus biçimciler yakından takip ederek, bu çerçevede kendi morfolojik
Rus biçimcilerin geliştirdikleri anlatı formları etkili olmuştur. Skaz gibi anlatı teknikleri
inceleyerek yazılı bir anlatıda kişiselleştirilmiş [personalized] bir anlatıcının yazar ile
okur arasında eş zamanlı bir anlatı yanılsamasını yaratan bir anlatı figürü gibi anlatım
35
tekniklerinin üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Anlatı metninin yapısını bir üst mertebede
ele alan Rus Biçimcileri Tolstoy’un tarihi panoramik romanlarından polisiye romanlarına
kadar her türlü nesir anlatılarını inceledikleri bilinir. Bu genişletilmiş araştırma odağı
günümüz anlatı kuramının gelişmesinde belirleyici bir etken olduğunu ortaya koymuştur
ve bilimsel ilgili belirli bir edebi yazı türünden tüm söyleme kaydırdı. Rus Biçimcileri
nesir türündeki anlatı metinleri için uygun bir biçimsel yaklaşım geliştirme girişimleri,
formalist bir yaklaşım geliştirmesi için çıkış noktası sağladığı söylenebilir (26).
Öte yandan, Yeni Eleştiri gibi Rus Biçimciler de esere dönük eleştiride biçimci
sağlamışlardır. Viktor Shklovsky, Boris Eichenbaum, Jurij Tynjanov gibi en çok tanınan
söyleyebiliriz. (Jahn, 2005:7) O dönemden bu yana hızlı bir şekilde gelişme göstermiş
olan anlatıbilim başlangıçta roman, öykü ve hikâye gibi edebi anlatı türlerinin kurgusal
yapısını analiz etmeye yönelik biçem, yöntem ve çeşitli uygulamaların yapıldığı bir
1960’lı yıllardan itibaren sıçrayışa geçmiş; Claude Bremond, Julien Greimas, Roland
Barthes, Tzvetan Todorov, ve Gérard Genette gibi önde gelen Fransız edebiyat
36
yıllar arasında edebiyat, dilbilim ve görsel sanatlar alanlarında anlatıbilim çalışmalarının
yapıldığı görülürken 90’lı yıllardan itibaren iletişim, sinema, medya, felsefe, eğitim, tıp
vb. alanlar da benzer çalışmalar görülmeye başlanmıştır. Mustafa Zeki Çıraklı’nın Ansgar
Nünning’a atıfla klasik anlatıbilimden post-klasik anlatıbilime evrilen süreçle ilgili şöyle
aktarmaktadır: “Salt metin analizi yerine tekst’in yer aldığı konteks’e de bakılır. Bir
anlatıyı yapısalcı bir yaklaşımla langue olarak olarak ele alıp analiz ediyor ancak onu aynı
yani sadece cümlenin dizgesini analiz etmekle kalmıyor, bunun semantik ve günlük
XX. yüzyılın üçüncü çeyreğinden itibaren tarihselci yaklaşımın gölgesi altında kalan
anlatıbilimin artık geçerliliğini yitirdiğine dair tartışmalar ileri sürülmüştür. Mark Currie
ise aslında anlatıbilimin geçerliliğini koruduğunu, aksine, o gençlik ruhunun bir dönüşüm
yaşadığını ifade eder. Anlatıbilim alanında ortaya koyulan yeni anlatı ilke ve
anlatı metinlerinin biçimsel açıdan bütüncül bir şekilde incelenmesine olanak tanıyan
anlatıbilimsel modeli başta Prince, Chatman, Cohn ve Lanser olmak üzere Kuzey
Çıraklı, 2015: 23-4) ABD’de yakın dönemde klasik sonrası anlatıbilim alanında yapılan
37
Okulu)’in kurulmasıyla daha da popülerlik kazanmıştır. Günümüzde önemli çalışmalara
Meir Sternberg gibi İsrail asıllı kayda değer isimler de bulunmaktadır. Alman
Fludernik ve Werner Wolf yer almaktadır. Öte yandan Fransa, İskandinav ülkeleri,
İspanya, Belçika ve Hollanda gibi Avrupa ülkelerinde de anlatı teorisi alanında modern
Anlatıbilimin tarihi iki farklı dönem olarak ele alınmaktadır. Anlatıbilimin yükselişi
ve düşüşü olarak adlandırılan birinci dönem Barthes, Todorov, Greimas gibi kuramcıların
Stories adlı eserinin giriş bölümünde anlatıbilimle aşamalarıyla ilgili yaptığı açıklamaya
modelleme pozitif bir şekilde anlatıbilimin gelişmeye devam ettiğini ancak ilk
38
Hoerstrey’in bu metaforu kullanmasındaki amacın muhtemelen şu olduğunu vurgular:
olsa da Helenist dönem sadece bilimsel çalışmaların çoğalmasına işaret etmekle kalmaz,
önce son gelişim dönemini yaşayan disiplindir”(38). Ancak günümüzde baskın olan bakış
açısı ise klasik anlatı kuramının anlatının çok daha kapsamlı bir şekilde gelişiminin ele
bir tepki olarak ve kültürel araştırmalarda paradigma değişimleri bir dizi alt disiplinin
doğmasına neden olduğunu ifade eder. Bahsi geçen bu alt disiplinlere örnek vermek
olarak tanımlarken, diğerleri ise anlatıbilim terimini Barthes, Greimas, Todorov, Genette,
Lanser, Chatman ve Stanzel gibi kuramcıların çalışmalarını ortaya koydukları dönem için
başlayan anlatı kuramlarının varlığına dikkat çeker ve şöyle özetler: Bilgi ve teknoloji
“The Rhetoric of Fiction” adlı yapıtıyla retorik ile etniğin anlatıbilim paradigmalarıyla
buluşması (37-38).
39
Genette, Stanzel, Chatman, Lanser, Wooth, Bal, Fludernik ve Prince gibi önde gelen
Sonuç olarak yinelemek gerekirse “1960’lı yılların sonunda başlı başına bir
adlandırılan (1966-1980 arası) ilk döneminde edebi anlatılarla sınırlı kalmıştır. Ancak
1980-1990 yılları arasında ortaya çıkan ve günümüzde de hâlâ etkisini sürdüren klasik
Anlatıbilimle ilgili genel bir tanım yapmak gerekirse bir öyküsü olan kurgusal
anlatıların oluşum süreçlerini analitik açıdan anlamayı hedefleyen (Çıraklı, 2015:30) bir
bilim dalıdır. Bununla birlikte, klasik anlatıbilim teorileri evrensel yönleriyle hemen
hemen her anlatı türünde bulunabilecek temel kavramlarla ilgilenmektedir. Alman anlatı
dışı anlatım vb. birbirine zıt ikili terimlerin varlığına dikkat çeker. Bunu yanı sıra,
kurmayı amaçlar. Klasik dönem anlatıbilim teorileri basit bir şekilde anlatının yapısal
olarak bir ya da iki bölümü ayırmıştır. Ancak Stanzel ve Genette gibi edebiyat kuramcıları
için söz konusu husus birbirinden farklı çoğu vechenin nasıl uyumlu bir sistem içerisinde
temel olarak sınıflandırılması üzerine değil, aksine bunların değişkenlerinin belirli bir
roman ya da kısa hikaye özelinde nasıl birleştirildiği üzerine eğilmektedirler. Buna göre,
anlatı metinlerine dilbilimsel açıdan yaklaşım eleştirel bir çerçevede damgasını vurmuş
40
ve cümlenin, paragrafın vb. daha küçük anlatı birimlerinin yapısının incelenmesi
konusunda ilgiyi artırmıştır. (Stanzel, 1978: 247) Klasik dönemde anlatı metinlerinde
açısından tüm seçenekleri kucaklayan açıklayıcı bir model arayışı içindedirler ve anlatı
ilkelere göre düzenlenmiş bir dizi türü kapsayan şema ve çerçeveler bütünüdür. Anlatı
metinleri, dilbilgisel ifade ile söylersek belirteçler [tokens] soyut teorik türlerin somut
tezahürleri olacaktır. Stanzel ve Genette bu konuya çok farklı bir şekilde yaklaşırlar.
[morphology] oluşturmuştur. 1970’li yıllara gelince Genette ise dilbilgisi gibi soyut ve
hikaye içinde yer alması ya da dışında kalması]; odaklanma [iç ve dış odaklanma].
odaklanma iki alt gruba ayrılır. İkili karşıtlıkların işe yaramadığı durumlarda üç ya da
daha fazla durum önerilir. Bu gelenek, Stanzel’ın A Theory of Narrative adlı çalışmasında
kendi tipolojisini yapısalcı açıdan yeniden ele alarak ikili karşıtlıklardan oluşan üç eksenli
eğilimi Bal, Prince, Lanser ve Nünning’in yaklaşımlarında da öne çıkar. (Fludernik, 2005:
38) İkili karşıtlık ve tipoloji kavramları anlatıbilimin iki yaygın özelliğini ortaya koyar.
41
Bunlar bilimselliğe duyulan özlem (dilsel biçimcilik ve deneysellik) ve nihai olarak
daha pragmatik ve post yapısalcı savunucuları ise bunun aksine metin analizinin
metinlerin analizi için bir dizi araç sağladığını ileri sürerken, diğer yandan anlatının neden
odaklanır. Başka bir deyişle, anlatıbilim hem uygulamalı bir bilim dalı hem de başlı
başına anlatı metinleri teorisidir. Anlatıbilim metinlerin analizi için alt kategoriler
oluşturur ve bunlara göre inceleme yapar. Peki bu alt kategorilerin ne gibi bir faydası
teorilerle anlatı metinlerinin etkili bir şekilde okumasının yapılamadığı eleştirisi ile karşı
aksine, anlatısal analizler kendi başlarına bir metnin tamamen yeni okumalarını üretme
eğiliminde değildirler. Anlatı kuramının bir anlatı metninin nasıl belirli etkilerine sahip
olmayı başardığını ve metnin mevcut yorumları için argümanlar sağladığını ifade eder.
Postmodern anlatılar mimetik gelenekleri ihlal ederek, onları mizahi veya alaycı bir
42
şekilde yeniden nasıl işlevselleştirdiğini göstermeye fazlasıyla uygun olmasından ötürü
göre anlatıbilim özellikle anlatıyla ilgili oldukları sürece estetik ve edebi göstergebilimin
bir alt dalı olarak kabul edilebilir. Fludernik’in ifade ettiği üzere anlatıbilim alanında
önce anlatı metninin zamansallığına [temporality] özel bir önem vermesi sebebiyle
dikkate değer olduğunu dile getirir. Genette’nin ortaya koyduğu anlatısal yaklaşım düzen
[order], süre [duration/tempo] ve sıklık [frequency] adlı üç alt inceleme alanından oluşur.
Bunun yanı sıra, Genette’nin edebiyat araştırmalarında epeyce kabul görmüş bir dizi
terim de türettiği bilinir. Bunlara örnek vermek gerekirse, geriye dönük anlatılama
üzerine yapılan çalışmalarda bunun varlığından sıklıkla söz etmek mümkündür. Bununla
birlikte, Fludernik anlatı düzeylerinin [narrative levels] ihlali anlamına gelen “metalipsis”
çıktığını ifade eder. Fludernik’in aktardığına göre, Genette’nin ortaya koyduğu düzen,
süre ve sıklık üzerine kurulu zamansal modeli Günther Müller’in 1948 yılında
göre, Genette, süre [duration] uzatı [stretch], durma [pause], sahne [scene], özet
43
[summary] ve eksilti [ellipsis] kapsayan süre kategorisi Müller’in yaklaşımını daha
sistematik hale getirmiştir. Ayrıca, Genette olayların birden fazla anlatılabileceğini veya
tekrar eden öykü öğelerinin tek bir temsilde yoğunlaşabileceğini belirterek olay
anlatımın [retrospective narration] anlatılama ile öykü arasındaki tek olası zamansal
ilişki olmadığını fark eden ilk kişi olması da dikkate değerdir. Eş zamanlı ve iç içe geçmiş
Genette’nin heterodiegesis terimi anlatıcının olay örgüsünün bir parçası olmadığını basit
ve zarif bir şekilde açıklar. Genette’nin terminolojisinde diegesis terimi oldukça yer
teknik terimi kullanarak kişi ve anlatı düzeyi arasındaki ayrımı kolaylaştırsa da diegesis
kavramı Yunancada anlatı söylemi yani anlatılma edimi anlamına geldiğinden bazı
perspektif ve görüş açısı [point of view] terimlerinin büyük ölçüde yerini aldığını söyler.
için Kim konuşuyor? (anlatıcı) ile Kim görüyor? (odaklayıcı) yaklaşımını geliştirmesiyle
söz konusu sınıflandırma arasındaki belirsizlik bir bakıma ortadan kalkmıştır. Fludernik,
böylece Stanzel’in daha önce geliştirdiği morfolojik çerçevelerle uyumlu prototipik anlatı
etkilenen Percy Lubbock ve Norman Friedman’ın ortaya koyduğu yeni Amerikan eleştirel
yaklaşımıyla entegre olduğunu ekler. Stanzel’ın magnum opus olarak kabul edilen “A
44
Theory of Narrative” adlı eseri 1979 yılında basılmış ve 1982 yılında ise Almancadan
İngilizceye tercüme edilmiştir. Fludernik’in ifade ettiği üzere adı geçen yapıtta Stanzel,
yapısalcı çizgide ilerleyerek bir tipolojik daire etrafında ele aldığı üç anlatı durumuna
ilişkin tipolojisini gözden geçirmiş ve ikili tipolojilerin yerine üç eksenli bir seçenek
sunarak anlatı durumunun prototipini oluşturmuştur. Stanzel tarihsel açıdan etkili roman
türlerinin örneklerine yer verdiği tipolojik dairede üç anlatı durumuna ilişkin teorik arka
Bir anlatı metninin anlatı olarak kabul edilebilmesi için bir anlatıcısının ve bir olay
öyküsünün (hikaye/plot) olması gerektiğinden daha önce bahsetmiştik. Her anlatıda iki
düzey bulunmaktadır: Bunlar, hikayede temsil edilen dünya ile bu temsilin aktarıldığı
hareketle, anlatıcının anlatı söylemi işlevini yerine getiren figür olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak ilk olarak hikaye ile anlatı söyleminin ne olduğuna değinelim. Hikaye anlatı
metnindeki bir olaylar dizisi anlamına gelirken, anlatının söylemi ise bu olayların
önemlidir. Söz konusu terim, anlatıcının birincil anlatı metninde anlattığı ana hikâyenin
içine geçmiş küçük anlatıların oluşturduğu hikayeler arasındaki geçiş eşiklerini temsil
eder. İlk olarak Genette’nin ortaya attığı bu kavramda üç tür anlatı düzeyi söz konusudur.
Diegetik düzeyler adı da verilen anlatı düzeyleri amacı bir anlatı içinde yer alan iç içe
geçmiş hikayelerin arasındaki ilişkileri, diğer bir deyişle, anlatılar arasındaki dikey
ilişkileri belirlemek için kullanılan analitik bir kavramdır. (Didier ve Pier, 2009:298)
45
Yaygın olarak kabul gören bu yaklaşımda üç tür tipoloji söz konusudur. Bunları aşağıdan
olay öyküsünün dışındadır. İkinci olarak intradiegetik (öykü-içi) düzeyi olup olay
öyküsünde anlatılan olayların yer aldığı düzeyi teşkil etmektedir. Son olarak ise
metadiegetik (üst-öyküsel) düzeydir. Üst öneki öykü-içi düzeyin içine yerleşik düzeyi
temsil eder. Üst-öyküsel anlatı düzeyini, iç içe geçme [embedding] kavramından ayıran
mekansal evren) diğerine geçişte bir eşik görevi görmesidir. (299) “Barok dönemde
roman geleneğinde kendini gösteren bu teknik genelde bir karakter tarafından anlatılan
anlatılardan oluşur. XVIII. yüzyılda da varlığını sürdüren söz konusu anlatı düzeyi
Tristram Shandy’de kendini açıkça gösterir. Genette, üst-öyküsel düzeyin birincil anlatı
ile arasındaki ilişkiyi üç grupta inceler. Üst-hikâyeyi oluşturan olaylar, birincil hikâyenin
olayları arasında doğrudan bir nedensellik. Bunlar birincil anlatıya açıklayıcı bir işlev
yükler. Birincil anlatıyla ilgili dinleyicinin merakı, genelde okurun merakını dindirmek
için başvurulan bir tekniktir. Üst-öyküsel anlatı yalnızca açıklayıcı analepsislerin bir
çeşididir. İkinci tür ise üst-hikâye ile birincil anlatı arasındaki zamansal-mekansal bir
süreklilik belirtmeyen, tamamen tematik bir ilişkidir. Bu durum zıtlık veya anoloji
ilişkisine bağlıdır. Üçüncü olarak ise iki hikâye düzeyi arasında açık bir ilişki yoktur.
Burada üst-öyküsel içerikten bağımsız olarak bir işleve sahip olan ve anlama eyleminin
kendisidir. Bunun en önemli örneğini ise Şehrazat’ın ölümden kaçmak için sultanın
ilgisini çektiği sürece ne olduğu önemsiz yeni yeni öyküler anlatmasıdır.” (Genette,
açısından oldukça önem arz etmektedir. Anlatıcı kurmaca evreninde bir karakter olarak
yer alıyorsa ve aynı zamanda anlatı metninde anlatıcı figürünü üstleniyorsa burada
homodiegetik bir anlatıcı özelliği söz konusudur. Eğer anlatıcı kendi öz yaşamından bir
46
bölüm/kesit anlatıyorsa bu durumda anlatıcı otodiegetik bir özelliğe sahiptir. Dolayısıyla
bir anlatı metninde anlatı düzeylerini belirlerken anlatıcının konumunun büyük rol
Son olarak, anlatı düzeyleri ile ilgili tartışmalarda, anlatı düzeylerinin birincil
anlatıdan izole edilmiş bir kategori içermediği aksine anlatım durumunun bir parçasını
oluşturan ikincil diegetik bir ilişkinin var olduğunu hususunu gözden kaçırmamalıdır.
cevap olarak kabul edilebilir. Anlatı düzeyleri kavramları bu uygulamalardan hem daha
bütüncül hem de daha sınırlıdır. Her anlatı metni içinde ilintili olsun ya da olmasın o
bir çerçeve anlatı olarak işlev görür. Anlatıcının değiştiği sekansta anlatı düzeyinin de
değiştiği söylenebilir. Anlatı düzeyleri gerek çerçeve öyküleri gerekse de anlatı içine
iliştirilmiş öykülerin belirlenmesini kolaylaştıran bir dizi temel unsurun içerir. Teknik
açıdan ele alındığında, iliştirilme sürecinde [embedded process] kısa olan hikayelerin
birincil hikayeye hizmet ettiği görülür. Sınırlı sürece tabi iliştirilmiş hikayeler birincil
hikaye düzeyinin altında kalır. Eğer birincil hikaye düzeyi anlatıya sadece bir giriş işlevi
değişiklik olması gerekmez. Bu, yazar tarafından anlatılan bir uzatı (digression) da
olabilir. Genette, düzeyler arasındaki geçişlerde ifade eşiği açısından anlatıyı yeniden
varsayımları olan bir tartışma başlatmıştır. Bununla birlikte, üst-anlatı ikinci düzey anlatı
47
2.2.2. İliştirilmiş anlatılar
belirttiği gibi ‘hikâye içinde hikâye ve onun içinde hikâye…’ (yani iç içe hikâyeler)
olabilir. Manfred Jahn’a atıfla söylersek kurmaca evrendeki bir karakterin bir öykü
anlatmaya başlaması, bir diğer deyişle metin içinde metin veya iç hikayeler anlattığında
kendini gösterir (2020: 56-7). Dolayısıyla birincil düzey anlatı esas çerçeve anlatıya;
(2020:56).
yaygın kabul gören tanımı anlatı metninde yer alan küçük hikaye parçacıklarıdır. Bir
başka deyişle, birinci düzeyi oluşturan metnin çerçevelediği iç hikayeler [mise en abyme]
anlamına gelmektedir. Her ne kadar pek yaygın gibi görünmese de aslından geçmişten
günümüze bakıldığında edebi metinlerin pek çoğunda var olan bir yapı olduğu
iliştirilmiş anlatıların epik dönem eserlerinde kadar uzanan eski bir biçim olduğu
belirtilmektedir (Genette, 2020: 230). İlk başlarda gömülü anlatıların oluşum şekillerini
ve biçimlerini analiz etme çabaları XX. yüzyılın ikinci yarısından sonra yapısalcılığın
yaygınlık kazanması ile eser bazında yapılan tartışmalar olarak yerini alırken, daha sonra
Genette’nin anlatı düzeylerinin analizi için geliştirdiği modelle daha standart bir hale
konuşma balonu şeklinde anlatılar kullanarak çok sade bir çizimle göstermiştir. (akt. Jahn,
2020:57)
48
A.
B1.
B2.
b.
a.
Yukarıda görülen a grafiğinde A matris anlatı (birinci düzey anlatı), B ise alt-anlatı
diğer deyişle iliştirilmiş anlatıdır. İkinci grafikte ise A, birinci düzey anlatı, B1 ve B2 ise
ikinci düzey iliştirilmiş anlatıları işaret ederken C ise üçüncü düzey anlatıyı
simgelemektedir.
örgüsünde önemli bir yer tuttuğu aşikârdır. Bunların başında ilk olarak eylemsel
bütünleştirme özelliğini ele alacak olursak matris anlatı ile ikinci düzey anlatı arasında
anlamın inşasında bütünsellik sağlayan eylemlerdir. Daha sonra iliştirilmiş anlatı, birinci
düzey olay öyküsünün eylem çizgisinin dışında kalan hususlar/olaylarla ilgili bilgi
sağlamaktadır. Diğer yandan iliştirilmiş anlatılar esas olay öyküsünün dışına çıkılarak
Zaman zaman ikincil düzey anlatılar çerçeve anlatı ile benzeşir ya da tamamen karşıtlık
49
İliştirilmiş anlatılar bağlı bulundukları ana anlatıya göre çeşitli işlevlere sahiptir.
Rimmon-Kenan iliştirilmiş anlatıları üç grupta ele alır. İlk olarak, bağlı bulundukları ana
anlatıya göre çeşitli işlevlere sahip olan iliştirilmiş anlatılar bu eylemsel yönüyle çerçeve
anlatının eylemini sürdürür veya ilerletir. İkinci özelliği ise açıklayıcı işlevidir. İliştirilmiş
anlatılar ana anlatı metnininde mevcut duruma yol açan olayların neler olduğuna dair
birincil öneme sahip olan anlatı ana hikayenin kendisi değil, iliştirilmiş olan iç hikayedir.
Üçüncü olarak tematik işlevi öne çıkar. Ana hikaye ile iliştirilmiş anlatıların arasında
Ayrıca iliştirilmiş anlatıların okura dönemin sosyo-kültürel, siyasi vb. arka planıyla
ilgili belirli motifler ortaya koyduğu bilinir. Dolayısıyla ana olay öyküsü bakımından
ikincil derecede sayılan bu tür anlatılar birinci düzey olay öyküsünün anlamının
Dahası okur açısından iliştirilmiş anlatılar kaçınılmaz olarak çerçeve anlatı ile ilgili
taşırlar. (Bal, 1981: 42-59) Pek çok edebiyat biliciye göre anlatı metninin analizinde
anlatılar nispeten ince çerçeve anlatılar barındırırken, diğerlerinde de birinci düzey anlatı
50
metninde çerçeve anlatılara daha fazla yer verilerek anlatı söyleminde sık sık kesintiye
uğratılır. 16
yönelik bir açıklama yapmak yerinde olacaktır. Anlatı metninde okurun anlatıcının sesini
üzere bir okur anlatıcının sesini zihnindeki kulaklarla duyabilir. Bazı romanlar anlatıcı
sesine ilişkin oldukça fazla unsuru yapısında barındırırken bazıları da anlatıcısı ile ilgili
sınırlı düzeyde veri sunmaktadır. Kısacası bütün anlatı metinlerinde anlatıcının sesi kimi
içerik ve anlatıcının okurunun farkında olduğunu gösteren bir dizi pragmatik göstergeler
Açık bir anlatıcı için Manfred Jahn şöyle bir tanım yapar: “Kendine birinci şahıs (ben,
biz, vb.) kullanarak gönderme yapan, dolaylı ya da dolaysız olarak dinleyene hitap eden,
gerekli olan her durumda okurun işine yarayacak açıklamalar sunan (söylem işlevlerinden
üst-anlatısal yorumlarda bulunmak için öyküye müdahale eden ve ayırt edici sesi olan bir
16Detaylı bilgi için bkz. Manfred Janh (2020) Anlatıbilim: Anlatı Teorisi El Kitabı, Çev: Bahar Dervişcemaloğlu, Dergah
Yayınları, İstanbul. S.56-60.
51
Stanzel ise “kişisel anlatıcı” [personalized narrator] terimini kullanır. Bu tür bir anlatıcı
olay öyküsünde aktif bir rol üstlenir ve Stanzel’in tabiriyle “ete kemiğe
anlatıcının hayatına ilişkin çoğu detaya tanıklık eder. Diğer yandan, Jahn kapalı bir
anlatıcının durumunu değerlendirirken şöyle bir açıklık getirir: “Açık anlatıcının hiçbir
neredeyse nötr bir konumda olan, kendisiyle ilgili ayırt edici herhangi bir sese ya da
üsluba sahip olmayandır. Çok gerekli olsa bile öyküye müdahale etmeyen kısaca
kapmayı tercih eden anlatıcı durumudur. Kapalı anlatıcı kendisi hakkında okurun işine
yarayacak herhangi bir detay vermekten kaçınır. Yani bir okur olarak bizler kapalı
anlatıcıya yönelik anlatı metninde dilbilgisel olarak hiçbir bir gösterge bulamayız
(Fludernik, 2009:22).
dünyayı onun teknik olarak anlatımından öğreniriz. Anlatıcı olayların neden öyle
normatif çerçevesini çizerek okurun bunu anlamasını sağlar. Açık anlatıcı sık sık felsefeci
ya da ahlak kuramcısı gibi bir tavır takınarak evrensel geçerliliği olan ifadeleri
söyleminde dile getirir. Böylece anlatıcı gerçek dünyaya özgü görüşlerini belirmiş olur.
52
sistem oluşturmaya çalışır. Açık anlatıcı daha öncede belirttiğimiz gibi hikaye anlatım
sürecinde üst-anlatısal yorumlar yaparak doğrudan okura göndermede bulunur. Bazı özel
çiğnemiştir. Böyle bir özellik taşıyan anlatıcı “güvenilmez anlatıcı” [unreliable narrator]
sergilediği için kurgusal gerçekliğe biçimsiz bir şekil verebilir. Fludernik bu durum için
Tolstoy’un Kreutzer Sonat adlı romanında evlilik hakkında çılgın fikirler beyan eden
anlatıcıyı örnek gösterir (2009: 26-30). Fludernik’in aktardığına göre, güvenilmez anlatıcı
ima edilen yazarla [implied author] ilişkilendirdiğini söyler. Wooth ise eğer bir okur
“birinci tekil anlatıcıyı” güvenilmez buluyorsa ima edilen yazar ile birinci tekil anlatıcının
gösteren bir işaret olduğunu ifade eder. Bu durum, ima edilen yazarın güvenilmez anlatıcı
söylemin ima edilen yazarın birinci tekil şahıs arkasından okur ile iletişime geçtiğine
yönelik bir göstergedir. Güvenilmez anlatıcı bir bakıma anlatının kurgusallığını gösterir.
Buraya kadar bir anlatı söyleminde anlatı sesini belirleyebilmek için açıklık, kapalılık ve
güvenilmez anlatıcı gibi çeşitli terimlerden yararlanarak bir açıklama yapmaya çalıştık.
Şimdi ise anlatıcının olay öyküsüyle ilişkisine geçelim. “Anlatıcı tipini belirlemek için
olay öyküsündeki düz eylem cümlelerine yani “tecrübe eden ben”in [experienced I]
varlığına ya da yokluğuna bakmak gerekir.” (Jahn, 2015: 65). Buna göre, anlatı metinleri
düze eylem cümleleri dışında betimleme, açıklama ve yorum içeren cümleler de içerir.
Anlatıcı tipiyle ilgili bir sınıflandırma yaparken ilk olarak Stanzel’ın “Goethe ve
Robert Petsh’e kadar uzanan ve edebi metinlerin “lirik, epik ve drama” olarak geleneksel
ayrımına dayanan modelini” (Fludernik, 2015:89) ele alacağız. Stanzel göre epik türü
drama ve lirikten ayıran temel özelliğin bir aracıyla sunuluyor olmasıdır [mediacy of
53
presentation]. Anlatım edimi geleneksel anlamda her zaman dolaylıdır. Arada
anlatı durumları olarak adlandırdığı teorisini bu temel üzerine kurar. Buna göre, üç anlatı
türü vardır ancak o bunu anlatı durumu [narrative situations] olarak tanımlamayı tercih
eder. Stanzel’ın ortaya koyduğu “birinci şahıs anlatısı” [first person narrative], “yetkili
Bu üç temel kategorinin her birinin farklı şekillerde birbiriyle ilişkili çeşitli yönleri
bulunmaktadır. Birinci şahıs anlatıcı kurgusal dünyada bir karakter olarak yer alıyorsa
görülür.” Olay öyküsünde karakter olarak yer alan anlatıcı eğer başkahraman ise
“başkahraman olarak ben”; eğer yan kahraman olarak anlatı söylemini dile getiriyorsa
“tanık olarak ben”anlatısı özelliği taşır (Jahn, 2015: 72-73). Fludernik’e atıfla, birinci
şahıs anlatı durumunda olay öyküsü daha yaşlı ve daha akıllı bir anlatıcının bakış
yaşanmışlıklara ilişkin değerlendirme ve ahlaki ders çıkarmakla ilgilenir. Buna göre, tam
söz konusu tersi de olabilir: Anlatıcı geçmişe bakmaktan kaçınır ve olayların gerçekleştiği
ana, belirli bir zamana ya da bir eyleme odaklanabilir. Bu gibi durumlarda odak
şekilde olması gerekir. Fludernik’in belirttiği üzere XX. yüzyılda birinci şahıs anlatısı
gibi görünür. Anlatı zamanı olarak genellikle geniş zaman kullanılır ve genelde
kahramanların bilinci üzerine odaklanıldığı görülür. Fludernik ise böylesi bir durumda
54
birinci şahıs anlatısını figüral anlatı ile ilişkilendirir. Bununla birlikte, kurgu içindeki
karakterlerden biri olması sebebiyle beşeri kısıtlanmaya tabidir, dolayısıyla “iki yerde
aklından geçenleri bilemezler. Sadece tahminde bulunabilirler. Jahn “anlatan ben” ile
“tecrübe eden” ben arasındaki anlatı mesafesinin zamansal ve psikolojik olduğunu söyler
ve “anlatan ben”in çoğunlukla “tercübe eden ben”den her zaman daha olgun olduğunu
ileri sürer.” (73). Daha öncede belirttiğimiz gibi anlatıcının her zaman olay örgüsünün
ana karakteri olması beklenmez. Anlatıcı yan karakterlerden biri de olabilir. Periferik
(yan) birinci şahıs anlatıcıları genelde olayları safça ve pek fazla bilgiyi haiz olmayan bir
şekilde aktarır. Stanzel’in birinci şahıs anlatısı ile Genette’nin homodiegetik anlatısı
özdeştir. Her iki edebiyat kuramcısı bu anlamda aynı doğrultuda uzlaşırlar. Sadece Mieke
Bal odaklanmanın ya da birinci şahıs anlatısı yerine “yetkili yazar birinci şahıs anlatısı”
kavramını önerir. Burada Bal’ın amacının “anlatan ben” [narrating self] ile “yetkili yazar
anlatısı”nın işlevlerini paralel hale getirmektir. Çünkü “anlatan ben”in kurgusal dünyanın
içinde yer almaması onu extradiegetik (öykü-dışı) bir türe dönüştürür (Fludernik,
2009:92).
Anlatıbilimin en tartışmalı kavramlarından biri olan bakış açısına dayanır. (90) Yetkili
yazar anlatıcı anlatıda karakter olarak kesinlikle yer almaz. Kurgusal dünyaya dışarıdan
bakan bir bakış açısıyla anlatı metnini aktarır. Stanzel’ın tipolojik çemberinde yetkili
yazar durumu dışsal bir bakış açısına sahip bir konumda yer almaktadır. Yetkili yazar
anlatısı tanımı bazı araştırmacılara göre sorunlu bir terimdir. Fludernik’e göre bu alanda
araştırma yapanlar için de karmaşık görünen bir tür olduğunu ve yetkili yazar anlatıcısı
55
durumunu ait olmadığı kurgusal dünya ile ilgili konuşarak okurun güvenini kazanmayı
seven ancak aynı zamanda mesafeli durmayı az çok bilen anlatıcıyı tanımlamak için
kullanır. Fludernik bu tür bir yazarın tarihçi ya da vakanüvis rolü üstlendiğini belirtir.
Kurmaca dünyaya yukarıdan bakan ve bilgi bakımından karakterlerden üstün bir özelliğe
sahiptir. Fludernik yetkili yazar anlatıcı durumuna Homeros’un İlyada’sı ile Vergilius’un
Aeneid’i gibi iki önemli Ortaçağ romansını örnek olarak gösterir. Fludernik anlatı
değiştirebilir. Bunun yanı sıra, yetkili yazar anlatılarında karakterlerin zihinlerini okuma
ayrıcalığına sahip anlatıcılar görülür. Böylece bu anlatı durumundaki anlatıcı tanrısal bir
konuma yerleştirilebilir. Fludernik XIX. yüzyılın bilinen tüm romanları genelde yetkili
yazar durumuyla kaleme alınmıştır. Fludernik bu romanlara örnek olarak George Eliot ve
Balzac’ın romanları ile Tolstoy’un Savaş ve Barış adlı romanını verir. Yetkili yazar
anlatıcına böyle bir isim verilmesinin sebebi romanın gerçek yazarının rolünü üstlendiği
uğratmasına izin verir” (Jahn 2015: 75) Yetkili yazar anlatıcı ile ilişkilendirilen bir diğer
husus ise standart çerçevelerin ihmal edilmesi durumudur. Genette bunu özellikle
ahenksizleşen ya da tonu değişen müzik bestesine benzetir. Tipik olarak yetkili yazar
anlatıcı çok önemli bir bilgiyi vermekten kaçınabilir ve çok az şey söylemekten dolayı bir
ihlal yapabilir. Bu duruma paralipsis (az konuşma) adı verilir. Diğer yandan yetkili
yazarın gereğinden fazla bilgi vermesinden kaynaklanan ihlal durumuna ise paralepsis
(çok konuşma) denir. Başkasının düşünceleriyle ilgili yeterince bilgi sahip olunmadığı
56
Stanzel son olarak da figüral anlatı durumuna değinir ve şöyle der: Figüral anlatıcı
anlatıcının görünür bir halde olayda yer almadığı; onun yerine figüral bir araç ya da
yansıtıcı bir karakter [reflector] bulunması durumudur (Stanzel, 1978: 248). Figural
anlatıda anlatısal aracılık öylesine kapalı verilir ki okuru bu tür anlatı metinlerinde anlatıcı
bulunmadığını düşünmeye sevk edebilir. Stanzel’a göre aslında bu tür anlatı metinlerinde
anlatıcı vardır. Burada odak karakter anlatıcı değildir. Okur gerçekleşen olayları onun
Bir yansıtıcı karakterin bilinci aracılığıyla kurgusal dünyayı aktaran anlatı metinlerine
yansıtıcı anlatıcı denir (Fludernik, 2009:88-89). “Figüral bir anlatı genellikle olayların
sınırlı ve çarpıtılmış görünüşlerini sunar; birçok yazara göre bu tarz çarpıtılmış bir
perspektif, her şeyin bilindiği ya da olayların nesnel açıdan doğru olarak anlatıldığı
perspektiften çok daha ilgi çekicidir. Figüral anlatı metinlerinde genelde kapalı anlatıcı
türü görüldüğünden anlatı metni genelde olayların ortasından [in medias res] başlar ya
sunulmaya çalışılır. Bunun tipik alt türlerini, çoğunlukla XX. yüzyıldaki edebi
söyleminin figüral yani yansıtıcı bir üslup içerip içermediğini saptamayı kolaylaştıracak
anlatıcı [teller] ve yansıtıcı [reflector] durumlarına yönelik bir dizi tipik özellikleri
içerdiğini söyler. Buna göre, anlatıcı modunda kaleme alınmış anlatı metinleri belirli bir
şekilde biçimsel başlangıç özelliklerine sahiptir. Anlatı metninin ilk aşamaları okurun
57
zaman, uzam, olay öyküsünün arka planı ve kahramanlarla ilgili bir takım temel bilgiler
aktarılır. Anlatı söyleminin şimdisi [now] ve buradası [here] ile olay öyküsünün yeri
[there] ve zamanının [then] karşıtlığı ile iç içe geçmiştir. Anlatı söyleminde benimsenen
birinci şahıs zamiri anlatıcıya atıfta bulunduğundan birinci ve üçüncü şahıs anlatısı
arasındaki ayırt edici referans olarak kabul edilir. Öte yandan, yansıtıcı [reflector]
da çoktur. Anlatı metni okurun, kahramanın gördüğü kişiler (öncülleri olmayan zamirler),
metnindeki olaylara ilişkin düşüncelerini geriye dönük bir şekilde ve düzenli olarak
tutarsızlık görülür. Yansıtıcı kahraman olayları şu anda yaşadığı için tam olarak
göstermez. Bununla birlikte yansıtıcı karakter anlatılan olaylarla ilgili arasında bir mesafe
yokmuş gibi davranır. Hakim içsel bakış açısı karakterlerin kullandığı dilde ve
kahramanın bilinç süzgecinden (yansıtıcı figürün sayesinde) bile olsa anlatı metnindeki
olayların doğrudan içindeymiş hissi oluşur (Fludernik, 2009: 89-97). Stanzel’ın ortaya
koyduğu bahse konu anlatı durumları “anlatı ile ilgili tipik yapıları elde etmeyi
amaçlayan, ilişki (dahil olma), mesafe, pragmatiklik, bilgi, güvenilirlik, ses, odaklanma
gibi özellikleri de içeren karmaşık çerçevelerdir. Bu tarz yaklaşım biçimi karmaşık, eksik
James, Franz Kafka, Dorothy Richardson, Virginia Woolf ve James Joyce gibi XX. yüzyıl
58
yazarlarının roman ve kısa öykülerinde göze çarpar. Bu yazarlar XIX. yüzyıldaki,
karakterin zihnine aracısız bir biçimde girmenin hem de bu prizma ya da filtre vasıtasıyla
etmesi olduğunu söyler. Booth’a göre açıkça her şeyi bilen hikaye anlatıcı modern
Son olarak F.K. Stanzel’in kuramının anlatıbilim açısından sağlam bir tarihsel
olmasına; ara kategorik tanımlar yapmaya uygun olmasına bağlar. Buna göre, Stanzel’in
tipolojik çemberinde bir romana sabit bir yer tahsis edilemez belki ancak ama çemberin
hemen başında yer alması gerekmez. Fludernik’e göre Stanzel’ın anlatı durumları
tanımlayıcı olup bu sebeple statiktir ve art zamanlı araştırma çizgileri ile de uyumludur.
(2009:100)
önde gelen temsilcilerinden Gérard Genette’nin anlatı tiplerini ele alacağız. Genette’nin
üç seviyeyi ise aralarındaki ilişkileri tanımlamak üzere üç kategori belirler. Bunlar ise ses
59
Şimdi anlatıcı tipolojilerini incelediğimiz için bütünlük sağlanması bakımından ilk
olarak ses kavramını inceleyeceğiz. Hep kabul edilen “birinci tekil şahıs” ya da “üçüncü
tekil şahıs anlatısı” terimlerine değinmekte fayda vardır. Genette’in açıklık getirdiği üzere
bir dış anlatıcıyı kullanır. Genette, bir romanda ya da hikayede birinci şahısla çekilmiş
fiillerin bulunması durumunu dil bilgisi açısından aynı olsa da anlatı metninin analizinde
durumuna şöyle bir örnek verir: “Vergilius'un “bir yiğitin savaşlarıdır anlattığım” demesi
ya da anlatıcının hikayedeki karakterlerden biri ile aynı olması yani “1632 yılında York
örtüştüğünü ifade eder. Dolayısıyla bu kullanımın uygun bir ifade olmadığına ve burada
Diegetik terimi anlatım eylemini kastetmektedir. Homo öntakısı “aynı tabiata sahip olan”
yeniliğin en büyük avantajı, birinci şahıs zamirinin kullanımıyla ilgili hiç bir kafa
2009:101). Genette “anlatıcının yazarla, anlatının alıcısını ise eserin okuruyla bir
tutulduğunu” söyler. (...) “Bu karışıklık belki tarihsel anlatılarda gerçek otobiyografilerde
Shandy’deki yazma durumuna yapılan atıflar Sterne’in gerçek yazma edimine değil
Tristam’ın kurmaca yazma edimine değindiğini” ifade eder. Dolayısıyla buna göre
anlatıcı ile ilgili durumu belirlerken onun üretmiş olduğu anlatılama edimindeki bıraktığı
60
farz edilen izlerdir. Diğer yandan, anlatı söyleminin tek ve sabit bir şekilde ilerlemesinin
gerekmediğini bilmek gerekir. Daha açık bir ifadeyle söylersek bir anlatı metninde
homodiegetik bir anlatım üslubu ile başlayıp bazı bölümlerde heterodiegetik şekilde
görülebilir. Yani anlatının söyleminin iki farklı anlatıcı tarafından aktarılması dikkate
olan anlatıcılar ve bir gözlemci olarak olay öyküsünü anlatan anlatıcılar. Eğer anlatıcı
sınıflandırması oldukça pratik bulunur. Eğer anlatı metninde öykü-içi bir anlatıcı varsa
yani …yaptım, ... geldim, ...gördüm vb. birinci tekil şahıs ifadeler mevcut ise bu anlatı
metni homodiegetiktir. Şayet anlatının öyküsüyle ilişkili eylem cümlelerinde üçüncü tekil
Mustafa Zeki Çıraklı’ya atıfla heterodiegetik anlatıcı, anlatı metnine tamamen hakim bir
şekilde olayları görür ve aktarır. Beşeri bir kısıtlılığı yoktur ve “açık bir biçimde
eylem, karakterler hatta öykü anlatıcılığının tabiatıyla ilgili yorum yapabilir. (Jahn 2015:
24) Bu anlatıcı öykü dışında yer aldığından gerek okurdan gerekse karakterlerden daha
çok bilgisi vardır. “Eskiden en çok kullanılan anlatıcı türü olarak karşımıza çıkan bu
anlatıcı türü” (Çıraklı, 2015:46) imtiyazlı konumu sebebiyle olay örgüsünde yer alan
karakterlere oranla her şeyi bilir. Bu tür anlatıcı okurdan anlattıklarını doğru kabul
etmesini ister ve kronopta istediği şekilde oynayabilir. Tanrısal bir pozisyonda yer alan
anlatıcı ise olay öyküsünün içinde yer aldığı için bakış açısında beşeri kısıtlama söz
61
konusudur. Bir bakıma subjektif bir yaklaşım benimsediği için eksik ve yanlış yönleri
olabilir. “Genette’nin açık ve net bir şekilde ilişki koşuluna bağlı olarak ortaya attığı
attığı birinci şahıs anlatısı, yetkili yazar anlatısı ve figüral anlatı durumlarıyla gündeme
gelen tipik özellikleri beklentiler, imalar vb. dikkate alınarak zenginleşebilir.” (24)
(öykü-içi) ve heterodiegetik (öykü-dışı) terimleri anlaşılması oldukça kolay iki anlatı tipi
yansıtıcı). Manfred Jahn’ın ortaya koyduğu üzere “roman tarihi anlatının işlevi
anlatısı) diye adlandırılan terimdir. Burada öykü karakterlerden biri olan anlatıcı olayları
kendi başından geçiyormuşçasına anlatır.” İkinci olarak ise yetkili yazar anlatısı
dışı, üçüncü şahıs) bir anlatıcı kullanılır ve her şeyi bilme ayrıcalığı gibi geniş yetkiler
tanınır.” Son olarak da, “figural anlatı durumudur. Burada da tamamen kapalı olan yazar
terimine dair Genette, Stanzel, Chatman, Booth, Lanser, Bal ve Friedman gibi edebiyat
[focalization] ile bakış açısı kavramına bir açıklık getirmek gerekir. Mustafa Zeki
Çıraklı’nın Anlatıbilim: Kuramsal Okumalar (2015) adlı yapıtında dile getirdiği üzere
“bakış açısı objektif, sözel ve linguistik olarak anlatıcı öğeye; perspektif ve filtreleme
62
ögeye işaret eder. (2015:44) Buna göre, “odaklanma anlatının görüş/anlayış/düşünüş
çizgisine yön veren görüngeleri dışlaştırmaya yarayan hayati bir anlatım tekniğidir ve
“Odaklanma, bir roman ya da bir öyküde olayların okura kimin gözünden, kimin ağzından
ulaştığı ilgili bir kavramdır. Bundan dolayı her ne kadar “gizlenmeye çalışsa da
2016:100).
Ancak odaklayıcı ile anlatıcı arasındaki farka yönelik en çok kabul gören
yaklaşımın Genette tarafından ortaya atılmış ve daha sonraları Mieke Bal tarafından
içinde bir araya getirerek, bunu M. Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı eserinde başarılı
aynı zamanda odak noktası “bakış açısının” daha fazlasını içerir. Daha açık bir ifadeyle
söylemek gerekirse, nesneler, mekanlar, olaylar, karakterler gibi anlatı katmanının tüm
yönlerini içerebilir. Genette’nin odaklanma yaklaşımı (iç, dış ve sıfır odaklanma) oldukça
63
odaklanmanın “işlevsel açıdan, anlatıyla ilgili bilgileri seçme ve sınırlama, olayları ve
olayların gidişatını birinin bakış açısından gösterme, odaklanan, kişiyi ön plana çıkarma
söyleyebiliriz. Olay öyküsü anlatılırken belirli bir vizyon içerisinde sunulur ve ister
tarihsel gerçekler ister hayali olaylar söz konusu olsun belirli bir bakış açısı içinde
aktarılır. Genette’ye göre “anlatıcı ses ile anlatı modu birbirinden farklıdır. Ses anlatıma,
anlatı moduysa görüngüye atıfta bulunur.” (Çıraklı, 2015: 44) Bu durumda anlatıcı ile
odaklayıcı arasında bir farklılıklar vardır. “Her ikisi de aynı entitede buluşabileceği gibi,
farklı entitelerde de karşımıza çıkabilir. Anlatıcı aynı zamanda bir tür odaklayıcıdır. Kimi
zaman karakter odaklayıcı olarak belirir” (44) Alman edebiyat bilimci Mieke Bal
Introduction to the Theory of Narrative (Anlatı Teorisine Giriş, 2017) adlı yapıtında
hikaye anlatımının doğası gereği öznel olduğundan görüş açısı içerdiğini ve buna karşı
Gerçeklerin nesnel bir resmini vermeye çalışmanın mümkün olduğunu söyler. Buna göre,
nesnellik yalnızca algılananı sunma girişimidir ve tüm yorumlardan kaçınır ayrıca örtük
ölçüde bağlı olan psikosomatik bir süreç olduğunu ekler. Bal, küçük bir çocuğun
algılamasına yardımcı olan bilgi ve deneyimin konumuyla yakından ilişkili olduğu için
bir yetişkinden daha farklı gördüğünü belirtir. Algılamanın o kadar farklı sebeplere bağlı
faktörlerin başında kişinin konumu, psikolojik durumu, uzaklığı, ışığın açısı ve daha
öncesinde sahip olunan bilgiler geldiğini dile getirir. Hikâyenin anlatımının da bu tür bir
64
Şimdi anlatı metninde odaklayıcı yaklaşımlarına ilişkin bilgilere değineceğiz. Olay
Odaklanma, anlatı metnindeki olayların bir karakterin veya anlatıcının öznel bakış
açısından sunulması olarak tanımlanır (Margolin, 2009:42). Hikaye okura bir odaklayıcı
adlandırılır. Bahse konu terim ilk olarak ABD’li yazar Henry James tarafından türetilmiş
bir şekilde uygulanmıştır (Fludernik, 2009). Odaklayıcı karakter, zihninde sanki bir
karakter ile aktarılmasıyla okura karakterin içinde bulunduğu duygu durumu doğrudan
görsel bir sunum ile karşı karşıyadır. M. Zeki Çıraklı’nın ifadesiyle söylersek “yazınsal
anlatıların görsel (pictoral) boyutu ihmal edilmemesi gereken bir noktadır. Özellikle
modernist yazarlar sadece dille, dilin imkanlarıyla değil, dilsel anlatı öğelerini kullanarak
anlatı diskurunda içkindir. Nitekim, kimi eleştirmenler okuma edimini zihinsel olduğu
kadar imgelemsel bir edim olarak da niteler.” (2015: 56) Odaklayıcının kullanıldığı anlatı
Nünning ise bir bireyin veya topluluğun kendi öznel dünya modellerini aktif olarak inşa
65
edildiğini söyler. Kanadalı edebiyat bilimci Pierre Quellet de kurgu eserlerin karakterler
odaklayıcının hem dışsal (anlatıcı) hem de içsel (karakter) olabileceğini” (Jahn, 2015: 69)
kategoriden oluşan bu tipolojiyi “sıfır odaklanmalı” [zero focalization] anlatı, ikinci tür
ise “iç odaklanmalı” [internal focalization] anlatı ve üçüncü olarak da dışsal odaklanmalı
odaklanmalı anlatı kategorisinin aslında tam olarak ayrı bir kategori olmadığı ifade
edilmektedir. İçsel ve dışsal odaklanmalı anlatının sentezi olduğu bilinir. Genette, sıfır
odaklanmanın geleneksel “her şeyi bilen anlatıcı öğesiyle, yani hem kendi bakış açısını
hem de karakterin bakış açısını sunan bir aracı ile örtüştüğüne işaret eder. (Berendsen,
karakterlerden birinin aracılığıyla yansıtılmasına denir. Bir başka deyişle, içsel odaklayıcı
terimi yanısıtıcı/odaklayıcı figürün bir karakter olarak olay kadrosunda yer alması
durumunda kullanılır. Dolayısıyla çeşitli konularda öznel bir bakış açısına sahip
olabileceği anlamına gelir. Çünkü içsel odaklayıcının olayların içinde yer almasından
ötürü tarafsız bir bakış açısı yoktur. Genette iç odaklanmalı anlatıyı sabit, değişken ve
66
çoklu olmak üzere üç boyutta ele alır. Sabit odaklanmalı anlatılarla her şeyin bir
karakterin hikaye boyunca farklılık göstermesi durumunu ifade eder. Yani hikâyenin
göre anlatılarda değişken odaklanma ile odaklanma arasındaki farkı belirlemek bazen
oldukça zordur. Çoklu odaklanma olarak adlandırılan anlatılarsa aynı anda birkaç
vasıtasıyla yansıtılan şey farklı insanların aynı olayı farklı biçimde algılama ya da
zaman sınırlıdır. Buna göre, anlatıcı her zaman daha fazlasını bilir. Bir anlatının seyrinde
yapılan değişiklikler odaklanmaya ilişkin farklılıklar olarak kabul edilebilir. Bal’a göre
ise anlatı metinlerinde karakterler eşit yük taşımayabilir, bazıları sık sık odaklanırken
bazıları biraz odaklanır, bazıları ise neredeyse hiç odaklanmayabilir. Ya da tüm anlatı
metni tamamen bir dış odaklayıcı tarafından sunulabilir. Dışsal odaklayıcı terimi ise tam
göstermese de örtük bir şekilde var olduğunu belirtir (Bal, 2017:137). Dışsal odaklanmalı
anlatılarda anlatı söyleminin sonuna kadar devam etmesi için yazarın okura hemen her
şeyi açık etmediği bir gizlilik durumu söz konusudur. Bu tür odaklayıcı anlatı metninde
kendisiyle ilgili hiç bir bilgi vermez ve oldukça kapalıdır. XIX. yüzyılda kaleme alınan
romanlarda genellikle eserin tümüyle dışsal bir bakış açısıyla ele alındığı görülür.
Diğer yandan, Bal’a göre odaklayıcıların odaklandıkları öğelerin her zaman bir
karakter olması gerekmez. Nesneler, manzaralar, olaylar kısacası tüm öğeler anlatıcı-
uzak unsurların belirli bir yorumu sunulur. Bu sunumun belirli bir görüşü içerme derecesi
67
değişebilir. Odaklayıcının yorumlama ve olayları açık hale getirme derecesi de
verir. Bal odaklanmayla ilgili olarak özel bir duruma dikkat çeker. Bellek/hafıza geçmişin
bir görüş açısıdır. Ancak bir eylem olarak şimdinin içine yerleştirilebilir. Genellikle bu
bir anlatı eylemidir. Kişinin yaşadığı ve hatırladığı hikaye aynı şey değildir. Bu tutarsızlık
durumu dramatik ve gerçekten de rahatsız edici bir travma haline gelir. Travmatik olaylar
meydana geldikleri anda onları anlama ve deneyimleme kapasitesini bozar. Sonuç olarak
travma geçiren kişi, onları hatırlayamaz bunun yerine parçalar halinde hatırlayarak
aktarır. (Bal 2017:145) Bal gerilim olgusunun da odaklanma açısından sık karşılaşılan bir
anlatı retoriği olduğunu ifade eder. Daha sonra cevaplanacak soruları sorulur ve
böylelikle çeşitli anlatı metinlerinde odaklanma açısından gerilim türlerini bir ölçüde
anlamak mümkündür. Odaklama açısından bazı olaylar hızlı bir şekilde çözülürken
bazılarının sonra çözülmek üzere rafa kaldırılabileceğini dile getirir. Daha sonra düzenle
[orde]) ilgili paragraflarda meydana gelebilecek olaylara ilişkin ihtiyaç duyulan bilgiler
sorulabilir ya da geçici olarak gerekli bilgi sessizce askıya alınabilir. Her iki durumda da
daha sistematik olduğu söylenmektedir. Örneğin; Genette anlatı söylemi ile anlatı
sonra bu ayrımı odaklanmayı ima eden “récit de paroles” ile “récit d’événement”
kavramlarının göreli karşıtlığı ile değiştirmeyi önerir. İlk terim karakterler tarafından
68
söylenen sözleri ikincisi ise anlatıcının sunduğu olaylar dizisini ifade eder. Bahse konu
ayrımın altında yatan düzen özdeş değildir. Çünkü anlatı metnindeki bilgi miktarı yani
daha az ya da daha fazla ayrıntının sunulması bakımından “récit de paroles” i işaret eder.
Diğer yandan anlatıcının asgari mevcudiyetini “récit d’evénements” (anlatım edimi) ile
belirler. Bal’ın yaklaşımında anlatıcının ve odaklayıcının her birininin belirli bir görevi
vardır. Daha açık ifade edersek, anlatıcı metni oluşturan dilsel işaretleri sunarken,
anlatıcı ben [narrator I] ile karakter ben [character I] geleneksel ayrımın anlatı ile
odaklayıcı vasıtasıyla yeniden formüle edilmesi anlatı ben ile karakter ben arasındaki
ilişkinin özelliğini ortaya koyar. Genette ve Bal’a atıfla bir anlatı metni ana karakteri
olayların anlatıldığı birincil odaklanma düzeyi tüm anlatı metninin ana anlatım odağını
içerirken, anlatının sadece bir kısmını ilgilendiren düşünceler, algılar ve eylemler daha
düşük odaklama düzeyinde ele alınır. Bal’ın yaklaşımı bir den daha fazla bakış açısının
varsayımının kişinin özel anlatı aracını açıklamayı mümkün kılmıştır. Ancak tek bir
69
odaklayıcı mı yoksa içeyerleşik odaklayıcı mı [embedded focalizer] kullanıldığını ayırt
etmek kolay değildir. Bal, algı fiillerinin varlığı özenenin odaklanma noktasında bir
değişimler olduğunda odak noktasında da bir değişiklik görülecektir. Sonuç olarak anlatı
anlatım, bildirişimde isim ve fiillerin kullanılması, zihinsel ve fiziksel algı gibi belirli
odaklanma söz konusudur. İçeyerleşik odaklanmanın bazen tek bir cümleden ya da bir
ifadeden oluşabileceği ifade edilmektedir. İlla uzun uzadıya anlatı metinlerinin olması
heterojenliğe yol açtığını söyler. Dış odaklanma durumunda görülen bir nesne mevcuttur.
İçeyerleşik odaklanmanın nesneleri görebilen bir öznesi vardır. Bal, özne ve nesne
ilişkilerindeki değişikliklerinin yeniden düzenlenmiş halini sunar. Buna göre, iki tür anlatı
hiyerarşisi vardır. İlk olarak, metin, anlatı ve hikaye birbirine hiyerarşik olarak birbiriyle
ilişkilidir. Her katman hemen ardından gelenle ilişkili olarak tanımlanır. Daha yüksek
katmanın öznesinin oluşturduğu etkinlik daha düşük katmanın içeriğini veya öznesini
70
Her katmanın kendi içinde bir hiyerarşisi vardır. Bir nesne özne durumuna geçince
kamera gözü olarak da bilinen dışsal bir odaklayıcı kullanılır. Fludernik’in belirttiği
birbiriyle ilgili ancak farklı iki soru üzerinde durulur. Kısaca bu sorulardan bahsetmek
Anlatı metninde bir kişi hem anlatıyor hem de görüyorsa ve bunları aynı zamanda
yapıyorsa bu durum iki etkinlik arasındaki karışıklığı ortadan kaldıran bir duruma evrilir.
konuya açıklık getirmek için Joyce’nin A Potrait of the Artist adlı yapıtının neredeyse
Stephen adlı karakterin bakış açısıyla sunulduğunu söyler. Bu durumda Stephen’ın anlatı
metninde hem anlatıcı hem de odaklayıcı işlevini üstlendiğine işaret eder. Rimmon-
Kenan’a göre odaklanma ve anlatılama edimi geriye dönük şahıs anlatılarında ayrılır.
olduğu gibi üçüncü şahıs bilinç akışı anlatımı görüldüğünde bilinç akışı odaklayıcıyı
yansıltırken anlatıcı da üçüncü tekildir. Üçüncü şahıs bilinç akışı ve birinci şahıs geriye
dönük anlatılama ediminde odaklayıcı öykünün içinde yer alan bir karakter olduğunu
ifade eder. İkisi arasındaki tek farkın anlatıcının kimliği olduğunu söyler. Diğer yandan
odaklayıcı ile anlatıcının aynı kişi üzerinde birleşebileceğine dikkat çeker. (Rimmon-
71
Kenan, 2002:75) Odaklanma türlerine gelince odaklanma türünü belirlemek için iki
kriteri baz alır: Hikayeye göre konum ve [degree of persistence] Hikayeye göre konum
iç ya da dış olmak üzere ikiye ayrılır. Eğer anlatı aktörü olay öyküsünün içinde yer
almıyorsa dışsal odaklayıcı durumu görülür. Bununla birlikte, birinci şahıs anlatılarında
anlatıcı ile karakter arasındaki zamansal ve psikolojik mesafe minimal ise dış
odaklanmadan söz edilebileceğini ifade eder. Rimmon-Kenan’a göre başka bir deyişle,
benliğin [narrating self] algısı söz konusu olduğu durumlarda dış odaklanmanın
durumudur der. Bu tür odaklanma ise Faulkner’ın Born Burning adlı eserindeki Sertaris
Snopes karakter ile Dickens’in Büyük Umutlar romanındaki Pipi adlı çocuk karakteri
örnek olarak verir. Odaklanma değişikliğiyle ilgili olarak Rimmon-Kenan anlatı metni
boyunca sabit kalan odaklayıcıya sabit odaklanma; bazen de iki baskın odaklayıcı
arasında gidip gelen odaklanmaya ise değişken odaklanma adını verir. (Rimmon-Kenan,
2002:76)
olursak anlatıcı odaklayıcı (ya da dış odaklayıcı) algıladığı odaklanan nesnenin çok uzak
zamanlı bakış açısı ise karakter-odaklayıcıda söz konusu olamaz. Örneğin karakter
odaklayıcı bir odanın içindeyse okura sadece odayla ilgili bir bir perspektif sunabilir.
72
dışarıya çıkarsa okur o şekilde dışarıyı görebilir. Dış odaklanma kişileştirilmemiş
odaklanma ise odaklayıcının sunduğu bilgilerle eş zamanlıdır. Diğer bir deyişle dış
Rimmon Kenan bu duruma ise a Rose for Emily adlı romanı örnek olarak gösterir. Bu
anlatı metninde odaklayıcı ve anlatıcı Emily’nin köyünden bir sakindir. Bununla birlikte,
anlatılan olaylar karşısında ikisinin zamansal konumu onların ayrı anlatı aktörleri
olduğuna dikkat çeker. Anlatıcı, anlatının söylemi başladığında olay öyküsünün sonunu
bildiği için zamansal olarak dışsal konumdadır. Geçmişe dönük algısını ifşa etmemeyi
seçtiği için olayların olduğu zamanı kasaba sakinlerinki ile sınırlandırıldığını söyler.
Rimmon-Kenan bilgi, varsayım, inanç ve hafıza gibi bazı bilişsel terimlerden bahsederek
karşıtlığına dikkat çeker. Prensipte anlatıcı-odaklayıcının kurgusal dünya ile ilgili her şeyi
odaklayıcının doğasının tanımı gereği sınırlı olduğu bellidir der. Temsil edilen dünyanın
bir parçası olduğu için onun hakkında her şeyi bilemez (Rimmon-Kenan, 2002:82).
Bu bölümde, hikaye zamanı [story time] ile anlatı zamanı [narrative time]
görülmektedir. Bu sebeple, olay örgüsünün geçtiği hikaye zamanı ile anlatıcının olay
73
değinilecektir. Hikâye zamanı ile anlatı zamanı arasındaki uyuşmazlıkları saptamak için
değinip ardından da hikaye zamanı ile anlatı zamanı arasındaki ilişkiyi belirlememizde
yardımcı olacak bir dizi terimle ilgili yazın kuramcıların görüşlerine yer verilecektir.
Zamanın tarifi konusunda henüz bir görüş birliğine varılamasa da insan tarih
belirli yöntemler kullanılarak zamanı daha küçük birimlere bölmeyi başarmıştır. Uygarlık
tarihi boyunca zaman tek yönlü ve geri döndürülemez bir akış, bir tür tek yönlü yol olarak
olacaktır: “Aynı nehre iki defa inemezsiniz. Çünkü su sürekli akıp gider. Rimmon-
sadece deneyim nesnesinin değil aynı zamanda deneyimleyen öznenin de bir akış içinde
olduğunu dile getirir. Zamanla ilgili en temel paradoks geri döndürülemez bir değişim
yönlü (lineer) zaman görüşünün reddi olarak yorumlanır. Zaman sadece birçok anlatı
kurgusunda yinelenen bir tema değil, aynı zamanda hikayede metin kurucu bir öğeyi
Anlatı söyleminde kronolojik bir sapmadan söz ediliyorsa o halde anlatı metninin
74
romanın yapısını daha iyi anlamasının yolu açılmış olacaktır. Her tür anlatının, hikâye
zamanına müdahale ettiği, onu az ya da çok çarpıttığı, uzatıp, kısalttığı, ya da çok daha
Geleneksel açıdan anlatı zamanı olarak adlandırılan metindeki ögelerin düzeni tek
mümkün değildir. Zira böyle bir durum olsa metnin anlaşılır olma durumu ortadan
kalkacaktır. Bu sebeple metin kaçınılmaz olarak doğrusal bir zaman dizgesine sahiptir.
Ancak anlatı zamanı geleneksel hikâye zamanıyla, başka deyişle, ideal bir doğal
kronolojiyle karşılaştırıldığında her ikisinin arasında tam olarak bir uyumdan nadiren söz
edilebilir. Anlatı metni her ne kadar doğrusal olarak gelişse de bunların sunumunu
olayların kronolojik sırasına karşılık gelmek zorunda değildir. Çoğu zaman hikâye
zamanından sapmalar yani çeşitli türde uyumsuzluklar görülür. Hikâye zamanı ile anlatı
Genette’ye göre zaman üç açıdan ele alınabilir: Düzen [order], süre [duration] ve sıklık
[frequency]. Düzenle ilgili cevaplara “Ne zaman” sorusunu sorarak ulaşılır. Süre ile ilgili
cevaplara ise “ne kadar” sorusunu sorarak ulaşılır. (1 yıl, uzun, kısa, … tarihten… tarihe
vb.) Sıklıkla ilgili cevaplara ile “ne sıklıkla” sorusunu sorarak varılır. (Ayda ya da
dakikada x kez) Genette bu üç başlık altında hikaye zamanı ile anlatı zamanı arasındaki
uyuşmazlıkları ele alır. Düzen alt başlığında Genette, hikayedeki olayların birbirini
izlemesiyle anlatı metnindeki doğrusal eğilimin arasındaki ilişkiyi saptamaya çalışır. Süre
alt başlığında ise olayların meydana gelmesi beklenen süre ile anlatı zamanında onları
75
anlatmaya ayrılan miktarı inceler. Sıklık alt başlığında ise bir olayın öyküde görünme
Genette’ye göre, anlatı iki katmanlı bir zamansal dizeden oluşmaktadır. Buna göre, bir
anlatılan şeyin zamanı vardır, bir de anlatının zamanı. Başka bir deyişle, burada ifade
edilmek istenen gösterilenin zamanı ile gösterenin zamanıdır (Genette, 2020:21). Hikâye
zamanı ile anlatı zamanının oluşturduğu bu ikilik anlatıların sıradan özellikleri olan
anlamına gelir (38-39). Klasik anlatılarda anlatı söyleminde neredeyse olayların sırası
hiçbir şekilde değişiklik göstermezken modern anlatılarda sıklıkla başvurulan bir yöntem
Daha öncede belirttiğimiz gibi anlatının, zaman içinde yapılanması çok önemli bir
unsurdur. Hikâyede yer alan olayların sırası anlatı söyleminde tasvir edilme sırasına göre
karşılaştırılması gerekir. Bununla birlikte hikaye zamanı ile anlatı zamanı arasındaki
tutarsızlıklar da dikkate alınmalıdır. (Fludernik, 2009:31) Genette hikâye zamanı ile anlatı
anakroninin modern bir buluş olarak nitelendirilemeyeceğini ileri sürer. Buna göre,
Mieke Bal ise zamansal sapmaların pratik olarak tüm romanlarda bulunduğunu ileri
sürer. Özellikle XIX. yüzyıl realist romanından sonra ortaya çıkan geleneksel roman
türünde zamansal sapmaların kullanımının sık sık görüldüğü bilinir. Bu tür romanlarda
76
görülür. Bu noktadan itibaren geçmişe yönelik atıflarda bulunur. Bu durum romanın
sonuna kadar az ya da çok devam eder (Bal, 2007:71). “Bir anakroni şimdiki andan (yani
hikayede anakroniye alan açmak için anlatının yarıda kesildiği sıradaki andan) geçmişe
kendisi de hikaye zamanında iyi kötü bir zamanı kapsayacağını söyler ve bunu da kapsam
kronolojik sırayı takip etmediğini belirlemek zordur hatta bazen imkansız olabilir
(Fludernik, 2009:34). Buna Arjantinli yazar Julio Cortázar’ın Seksek (Hopscotch, 1967)
“Bu kitapta birçok kitap var. Fakat hepsinden öte, bu kitabın başlıca iki kitaptan
oluştuğu söylenebilir.
İkincisi biraz kafa karıştırıcıdır. İkinci kitap 73. Bölüm’den başlar ve her bölümün
hikaye zamanı ile anlatı zamanı ayrımı konusunda dolaylı olarak uyarmak” (Çıraklı,
2015: 36) istediği görülür. Yazar, anlatı söyleminde olay örgüsünün kronolojik düzenden
gösterir. Yazılı metinler diğer sanat türlerine kıyasla daha doğrusaldır. Bununla birlikte,
anlatılarda olay öyküsünün doğrusal düzeninde görülen sapmalar okuru daha yoğun bir
sapmaların daha yoğun olduğu söylenebilir. Bazen bu karmaşık bir hikâyede açıklayacak
17Julio Cortázar’ın Seksek adlı eserinin giriş bölümde yer alan yukarıdaki ifadenin çevirisi Mustafa Zeki Çıraklı’nın
Anlatıbilim: Kuramsal Okumalar (2015) adlı kitabının 35. Sayfasında yer alan epigraftan alınmıştır.
77
çok şeyin olduğunun bir sonucu olarak gösterilebilir. Açıklama genellikle geçmişe
yönelik olur. Anlatı metninde tutarlı bir anlam birliği oluşturmak için geriye dönüş ve
ileriye gidişlere ihtiyaç duyulabilir. Bu bakımdan anlatı metninin ortaya koyduğu anlamı
doğrusallığı üzerine yönelme okuru da anlatının diğer yönleri üzerine düşünmeye teşvik
eder. Anlatı metninde olayların sunuluşu sadece bir tür estetik ifade biçimi değil, aynı
zamanda olayların psikolojik yönlerini ortaya çıkarma, gerilim yaratma, bir olayla ilgili
çeşitli yorumları gösterme, beklenti ve gerçekleşme arasındaki ince farka ve daha pek çok
şeyin varlığına dikkat çekmeye yöneltir. Tabi ki tüm anlatı metinlerinin yapısının
çok başvurdukları ve görsel anlatıların (film) da sık kullandığı bir yöntemdir.” (Çıraklı
“analepsis”; olay öyküsünde sonra yer alacak bir olayın şimdiden anlatılması, çağrışımda
Analepsisler geçmiş bir tarih içinde her zaman tek bir noktaya konuşlanmaz. Bazen de
analepsis geçen sürenin tek bir parçasıyla değil birbirinin benzeri ve bir yere kadar
mükerrer gibi düşünülen birkaç parçasıyla ilgili olan eksiltilere de işaret eder. (Genette,
yöneldiğini söyler. Geriye dönüşleri retro olarak adlandırırken ileriye dönük anlatımı için
78
ise anticipation terimini kullanmayı tercih eder. Muğlaklık ve psikolojik çağrışımlar
2007:80).
Prolepsis (flashfoward) ise günümüzde nadir görülen bir anlatı tekniğidir. Modern
romanda örneklerine az rastlanan prolepsis kavramı Genette tarafından iki biçimde ele
anılır. Buna göre içsel ve dışsal prolepsisleri ayırt etmek daha kolaydır. İlk anlatının sınırı
kısmi, tamamlayıcı ve eksiltili özellikleri vardır. (68-69) Prolepsislerin daha çok XIX.
yüzyıl romanlarında kullanıldığı bilinir. (Fludernik, 2009:35; Rimmon- Kenan 2001: 46;
sorusundan kaynaklan cinsten bir gerilim yerini alır. Gelecekte olanı gerilim ya da merak
bulacak bir olayın ipucu taşıyabilir. Genette prolepsis kullanımının homodiegetik anlatı
metinlerinde diğer türlere göre daha yaygın olduğunu kaydeder. Çünkü bu tür anlatı
olduğu gibi, ilk anlatı seviyesinin ötesindeki bir dönemi ya da anlatıldığı noktadan bir
genellikle -mişli geçmiş zaman (the pluperfect tense) kullanımı görülür. Diğer yandan ise
genellikle geniş zamanın hikayesi (the conditional tense) ile özdeşleştirilir. (Fludernik,
79
2009: 34-44). Genette, bir metnin zamansal analizinin yapılması için hikaye zamanındaki
Çıraklı durumu şöyle izah eder: “Diyelim ki elimizde hikaye zamanına ait kronolojik
sıralaması a, b, c, d olan dört tane olay var. Eğer bunlar anlatı zamanında b,c, d, a olarak
kez de ‘d’ sıralama açısından proleptik” olacaktır (Çıraklı, 2015: 39; Rimmon-Kenan
2002:46).
anlatı bakımından zamansal olarak ikinci düzey anlatıları oluşturur. Genette ilk anlatı,
anlatı zamanının düzeyi olarak kabul eder. Anlatıcı, analepsisleri yeni tanıştığı
yakın geçmişini göz önüne sermek istediği istediği kullanır. Genette, analepsis kavramını
ikiye ayırır: Dışsal analepsiste [heterodiegetik analepsis] amaç anlatıya bir an olsun
müdahale riski vardır ve hatta kaçınılmazdır. Genette bir de anımsama yani yinelenen
analepsis kavramına dikkat çeker. Burada anlatıcı çok geniş metinsel boyutlara ulaşmasa
da anlatının geçmişine dönük anıştırmaları olduğunu söyler (44-45). Buna göre, analeptik
hikayeye bir şekilde son verilir ve ilk anlatı onun bıraktığı yerden devam eder (53). Öte
yandan, bazı anlatı metinlerinde zamansal sıçramanın tam olarak nerede olduğunu
80
Öte yandan, anakronilerin kapsamları açısından başka bir değerlendirmeye de tabi
tutulur. Bunlar kısa süreli [puntual] ve uzun süreli [durative] anakroniler olarak
süreli anakroniler kapsam bakımından daha kısa sürerken, uzun süreli anakronilerin daha
uzun sürdüğü bilinir. Genellikle, kısa sürekli anakroniler kısa ama önemli bir olayı
anımsatmak için kullanılır. Kısa süreli bir kapsamı olmasına karşın anakroninin
mantığını/ önemini ortaya koyar. Diğer yandan uzun sürekli anakroniler ise kısa süreli
anakronide hatırlatılan bir olayı sonucu olabilecek veya olmayabilecek bir durumu tasvir
Sonuç olarak, bir anlatıda olay öyküsü ortasından [in medias res] veya en çarpıcı
olayların daha sonrakilerle bir bütünlük içinde hatırlanması için anakronilerin sık sık
kullanıldığı söylenebilir.
Anlatıda zamanı biçimlenişi açısından önem arz edern bir diğer konu ise anlatının
ritmidir. Ritmin anlaşılması zor olduğu kadar çarpıcı olduğu da söylenebilir. 1921 yılında
Percy Lubbock “Kurmaca Zanaatı” adlı yapıtında özetleyici ve hızlandırılmış anlatı ile
doğal akışında ilerleyen bir anlatı arasındaki ayrıma değinir. Forster ise biçim haricinde
anlatıda estetik güzelliği ulaşmanın bir diğer olanağının ritim olduğunu söyler. Buna göre
ritim, anlatının karakterleri kadar önemli bir parça olup biçim kadar ortada görünmez.
Arada bir gözden uzaklaşan ritim olayları birbirine bağlamak ve estetik ifadeye güzellik
katmak kullanılır. Böylece, ritim yazarın dış biçime duyduğu gereği de azaltır. Daha
sonra, Günther Müller bu konudaki çalışmaları biraz daha ileri götürerek anlatı
metinlerinin ritmi konusunda tartışmalara öncülük eder. Anlatı metninin ritmi nedir?
Anlatı hızının ve ritminin bir ölçüsü olarak neyi baz almak gerekir? Her olay için ayrılan
metin miktarı sadece dikkatin nasıl şekillendiğini gösterir. Çeşitli unsurlara gösterilen ilgi
81
okura iletilen anlatı hakkındaki vizyonun bir resmini verir. Bununla birlikte, anlatı
metnindeki her unsura gösterilen dikkat, ancak diğer unsurlara gösterilen dikkatle
bağlantılı olarak analiz edilebilir. Anlatı metnindeki olaylar dizisi, bölümlerin kapsadığı
zaman miktarı hakkında kabaca fikir sahibi olduğumuzda, bunu genel olarak anlatının
üzerinde durulması gereken bir sorunsalı teşkil eder. Bir anlatının hızı, söylem zamanı ile
hikâye zamanı arasındaki ilişkiden kaynaklanır. Bununla birlikte, hikâye zamanı ile
anlatı zamanının eş zamanlı olması nadirdir (akt. Fludernik, 2020:32). Çoğu zaman
zamansal kırılmalar söz konusudur. Fludernik’in belirttiği üzere beş farklı zaman
modellemesi vardır. Hikâye zamanına göre söylem zamanı hızlıdır. Kısaca izah etmek
akıbetinin (örneğin evlendikten sonra) genellikle tek bölümde özetlenir. Mesela roman
aşamalarında (örneğin üniversitedeki ilk yılları) beş sayfada anlatılabilir. (33) Anlatı
narrative] adını verir. (34) Anlatı söyleminde görülen heyecan verici yükselişlerin
söyleminin seyrinde güçlü bir etkiye sahip olan olaylardır yani bir nevi dönüm
noktalarıdır. Bunlar bir durumun değiştiği ve anlatının çizgisel zamanında bir kesilme
olduğu anlardır. Bu tür olaylar sahnelerde kapsamlı bir şekilde sunulurken önemsiz
olayların söylemi büyük ölçüde etkilememesi için bu bölümler hızlı bir şekilde geçilir.
Başka bir deyişle, söylemde daha fazla anlatım süresine ayrılan olayların daha büyük
önemi vardır denebilir. Bal, bu duruma yine Flaubert’in Madame Bovary’sinin ritmini
örnek gösterir. Heyecanın yükseldiği anlarda detaylı bir şekilde sunulması beklenen
olaylar hızlı bir şekilde özetlenirken rutin olaylar örneğin her hafta tekrar eden durumlar
82
kapsamlı bir şekilde sunulur. Geleneksel ritmin tersine çevrilmesi bireyin can sıkıntısını
eşleştiğinden romanın gerçekçi olduğu söylenebilir. Özetle ifade etmek gerekirse, özet ya
da hızlandırılmış anlatının olayların arka planına ilişkin bilgi sunarken çeşitli sahneleri
bağlamak için uygun bir araç görevi üstlendiği bilinir. Bu türün biçimsel yapıda yer
alması büyük ölçüde ilgili anlatı metninin türüne bağlılık gösterir (Bal, 2007:93).
Anlatı ritminin bir diğer önemli unsuru sahnenin [scene] roman gibi uzun soluklu
anlatılarda daha ağır bastığı bilinir. Eski anlatı metinlerinde özet ve sahne arasında her ne
kadar eşit bir oran olsa da okuru çok hızlı bir tempoyla yormamak veya çok yavaş
tempoyla sıkmamak için zamanla bu durumla ilgili bir gelişme görüldüğü söylenebilir.
Yine Madame Bovary üzerinden örnek vermek gerekirse, böylesi sahnelerin sıklıkla
sunulduğu görülür. Her perşembe Emma sevgilisini ziyaret etmek için Rouen’e gider.
Böylelikle bu ziyaretin anlatıldığı uzun bir sahne izler. Bal’a göre, bu sahne tekniğinin
amacı olayın yeniliğini köreltmek ve başkahramanın günlük rutininin içinden çıkmak için
çaba gösterdiğini ancak bunun mümkün görünmediğini ifade etmektir. Bal bu anlamda
ağırlık verdiğini söyler. Kayıp Zamanın İzinde adlı eserinde benzer sahneler kendini
gösterir. Son olarak ifade etmek gerekirse, anlatı söyleminde olayla ilgili konuya
dikkat çekicidir. Bir sahnede söylem zamanı ile hikaye zamanı neredeyse özdeştir. Çünkü
anlatım, genel gözlem veya açıklama gibi anlatı tekniklerinin çoğunlukla görüldüğü
söylenebilir. (93-94) Bir bakıma sahne terimi betimleme ile eşdeğerdir denebilir.
83
anlamı erteleme ve bulandırma fonksiyonu kazanmıştır. Bunu süreç ve zamansallık
Diğer yandan eşzamanlı söylem zamanı hikâye zamanıyla anlatı zamanının aynı
veya bir dizi hızlı eylemin ani bir anlatım şekliyle ortaya çıkabilir. Örneğin,
çıkmak gerçekten kapıyı çalmaktan daha uzun süren ancak anlatı söyleminde aynı
miktarda metin uzamı ve zamanını kapsar (Fludernik, 2020:33). Bal, gerçek anlamda
okunamazlığından söz eder. Buna göre, XVIII. yüzyılda Laurence Sterne’nin Tristram
durulmaktadır ve eserde bu durumun alaya alındığını ifade eder. Başka bir örnek olarak
da Marguerite Duras gibi bir konuşmanın tüm yönlerini vermeye çalışan bir yazarın bile
bunun okunamazlığının farkına vararak bunları hatırı sayılır bir ölçüde sınırlandırmak
durumunda kalmıştır. Sonuç olarak, bir sahneyi doldurmak isteyen yazar daha fazla
dikkat çekici unsur kullanır. Böylece önceki ve sonraki bölümleri birbirine bağlamaya da
belirleyen odak bir anı temsil eder. Bu gibi durumlarda genellikle sahne zamansal açıdan
doğrusal değildir.
hızını yavaşlatır. Bunun sinematik eşdeğeri olarak ağır çekim fotoğrafçılık gösterilebilir.
Chatman buna “uzatı” [strech], Bal yavaşlama [slow-down] ve Lammert ise zaman
uzatan anlatım (time-extending narrative) adını verir (Fludernik, 2020:33). Bu türe örnek
olarak kahramanın tüm hayatının ölüm anında gözleri önünde akıp geçmesi durumu
verilebilir. Ölümün meydana geldiği o kısa anda birçok açıklama sayfaları doldurur.
84
Anlatı metninde görülen yavaşlama doğrudan özetle ya da hızlandırılmış anlatı ile çelişir.
Genellikle anlatılarda kısmi olarak kullanılsa da çağrıştırıcı bir etkiye sahiptir. Özellikle
büyük gerilim yaşanan anlarda yavaşlama büyüteç görevi gördüğü için önemli bir işleve
sahiptir. Bazı durumlarda bir sahnede kısa bir yavaşlama meydana gelir, bu tür
durumlarda genellikle subjektif bir geriye dönüşle sahne pekiştirilir. Bal bu konuya bir
ziyaretçinin ya da bir mektubun gelişi sahnesini örnek verir. Zilin çalmasıyla kapının
açılması arasındaki kısa sürede, zilin çalmasıyla kapının açılması arasındaki kısa sürede,
karakter düşüncelere dalar ve sinirleri gerili bir vaziyette tüm hayatı gözünün önünden
geçer. Kapıyı açıncaya kadar geçen sürede zihninden geçenler sayfalarca anlatılır.
2007: 94).
Son olarak manzara tasvirleri, zihinsel duruma ilişkin araya girişler, sosyo-tarihsel
arka plan açıklamaları hikaye dünyasındaki hiç bir eylemle ilişkili olmayabilir. Genette
söyleminde daha sık görülen bir biçimsel terimdir. Bu terim anlatı söyleminde hiç bir
hareketin olmadığı tüm bölümlerde görülür. Dikkatin çoğunluğu bir öğeye yönelir ve
böylelikle söylemde bir bakıma sabitlenmeden söz edilebilir. Edebiyat tarihinin çeşitli
duraklamalar oldukça az sorunsal teşkil eder. Bu tür romanların temel amacı salt
dair betimlemeler oldukça ağırlıkta olup söylem ikinci planda kalmaktadır. Bu dönemde
verilen romanlarda uzun tanımlayıcı bölümler yoğun olarak görülürken daha az ölçüde
85
duraklamanın açıkça benimsendiği görülürken postmodern romanlarda anlatı ritmi
Kurmaca evrende meydana gelen bir şey anlatı söyleminde hiç bahsedilmiyorsa,
buna “eksilti” [ellipsis] adı verilir. Hızlanmanın en uç biçimidir ve aynı zamanda oldukça
seçicidir. Anlatıyı ayrıntılarla doldurmamak için çok sayıda detaylı bilgi filtreler.
dahil olan ancak anlatı söyleminde olayla ilgili hiçbir şey belirtilmemişse okur neyin
eksiltilmiş olduğunu bilemez. Burada yapılması gereken şey söylemle mantıksal olarak
bir şeyin atlandığını çıkarmaktır. Eksiltinin içeriğinin önemsiz olması gerekmez. Tam
tersine, hakkında hiçbir şey söylenmeyen olay bazen oldukça acı veren bir hususu teşkil
edebilir. Bal, bu duruma Madam Bovary’in anne oluşunu örnek gösterir. Bir başka açıdan
ele alındığında eksilti bir olayı kelimelere dökmek zor olduğunda tamamen sessiz kalmak
tercih edildiğinde görülebilir. Başka bir olasılık da gerçekleşen bir olayı inkâr etme isteği
olabilir. Böyle bir durumda sessiz kalınarak olayı geri alma istediği olduğu düşünülebilir.
Bal, eksiltinin bu şekilde okunması durumuna Robbe Grillet’in Le voyeur (..) adlı gizem
türündeki postmodern romanını örnek gösterir. Okurun dikkati geriye dönük bir anakroni
ile başka bir olaya yöneldiğinde eksiltinin anlatı söyleminde nasıl fark edileceği
konusunda bazen kesin bir şey söylemek zordur. Ancak okur bazen bir olayı nerede
gerçekleşmesi gerektiğini bilir ancak yerini tespit etmekte zorlanır (Bal, 2007:92). Bu
sadece hikaye zamanını ölçmeyi mümkün kılan olaylara odaklandığı göz önünde
bulundurulmalıdır (90).
arasında beklenen olayların seçildiği eksilti unsurları; çok daha uzun süren olayların hızlı
bir şekilde sıralanması olarak nitelendirebileceğimiz özet; bunun tam tersi olarak sahne;
86
eşzamanlılığın ötesinde zamanı uzatan yavaşlama ve duraklama kavramları sayılabilir
(100).
uzun süredir devam eden bir tartışma konusudur. Edebiyat tarihi ve eleştirisinde karakter
konusunda pek az şey söylenmiş olması oldukça dikkat çekicidir (Chatman, 1978: 110).
Olay örgüsü ve söylem arasındaki ilişkilerin tam olarak belirlenmesi için çağdaş edebiyat
indirgemeci ve izlenimci olmayan sistematik bir karakter kuramının henüz tam olarak
varlıklara verilen addır. Dolayısıyla karakter terimi söz konusu olduğu zaman kurmaca
edilmesi şeklinde tanımlar. Buna göre, karakterler olay öyküsündeki eylem ve davranışa
tabi olan; anlatı yapısında temel rol üstlenen bir aktördür. Karakterler anlatı söyleminde
tekrar edilen unsurların yarattığı bir etki olarak görülmelidir. Karakterler eylem düzeyine
ait olup anlatısal bildirişim düzeyi karakterler arasında gerçekleşir. Mimetik kategoriye
giren edebi kuramlar bir bakıma edebiyatı gerçekliğin taklidi olarak gördüklerinden
kuramlarda ise karakterin metinsel bir öge olup olay öyküsündeki işlevinine göre alınır.
Rimmon Kenan’a göre karakter anlatı metninin bir düğüm noktasını oluşturur. Okurun
87
karakteri kavramsallaştırmaya yarayacak bir yaklaşım benimsemesi karakterleri bir
çağdaş teorisyenlerince de tabiri caizse tabutuna bir çivinin çakıldığı iddia edilmektedir.
Rimmon Kenan, modern yazarların tam olarak karakterin modern kurgularda minimal bir
şekilde kişiliksizleştirilen karakter figüründen yola çıkarak, bunların anlatı ağı içerisinde
yerini ve işleyişini yeterince açıklamaya yarayacak bir teoriye ihtiyaç olduğunu ifade
kabul edilse de XIX. yüzyıl kurgusunda geriye dönük olarak işlenip işlenmediğini
tartışmaya açar. Peki karakter figürünün ölümü ne anlama gelmektedir? Karakter öldüyse
bunun bir incelemesini yapmak mümkün müdür? İşte bu söz konusu sorular karakter
ifadesiyle söyleyecek olursak XX. yüzyılda ölümünün gerçekleştiği Tanrı, trajedi, anlatıcı
ve hikaye gibi anlatı metninin bir çok öğesiyle birlikte karakterin de ölümü söz konusudur
(2002: 29).
“XX. yüzyıla kadar edebi eserlerdeki karakterler kendine has, yani ayırt edici
karakterin erdemli olmasıdır [chreston]. İkincisi eylemle büyük ölçüde ilişkisi olduğunu
gösteren bir vasfa sahip olması durumu [harmotton]. Üçüncüsü ise birey gibi olmasıdır.
Son olarak dördüncü türde tipolojide ise eylemin başında zikrettiği söylemleriyle eylemin
88
dayandığı genel yapı anlatı kuramları bakımından pek işlevsel değildir (Chatman
Aristotales’in yaklaşımına benzer bir şekilde ele alırlar. Yapısalcı ve Biçimci görüş olay
öyküsünün önemli bir parçası olan karakter figürünün konumunun işlevine göre
değerlendirir. Kısaca ifade etmek gerekirse söz konusu yaklaşımlara göre karakter figürü
ahlakî bakımdan ele alınmamalıdır. Sadece olay öyküsündeki işlevinin analiz edilmesinin
uygun olacağını düşünürler. Sonuç olarak yapısalcı ve biçimci görüş karakteri ahlakî ve
psikolojik açıdan değerlendirmeye uzaktır. Konuyla ilgili olarak, örnek vermek gerekirse
üstlendikleri role göre genel bir tasniflendirme yapmıştır. Bu sıralamada, kötü adam,
kuramından yola çıkan Frankofon edebiyat kuramcısı Greimas ise karakterleri yeniden
öyküsünü oluşturduğu, eyleyenlerin [actants] yapısı ise anlatı türünü oluşturduğunu ileri
89
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BLANCO
Corazón tan blanco [Beyaz Kalp, 1992] adlı romanda hikaye anlatıcısı Juan Ranz,
kendisi dünyaya gelmeden önce gerçekleşmiş bir cinayet ve bunun akabinde meydana
gelen intihar vakasıyla ilgili ailevi gerçekleri öğrenmeye direnişi konu edinilir. Bu eserde,
dindiremeyip, anlatı metnininde sözsel oyunlara başvurur. Juan, Luisa ile olan evliliğinin
üzerinden henüz bir yıl kadar geçmişken ailesiyle ilgili gerçeklere her zamankinden daha
da yakınlaşmıştır. Bahse konu hadiselere ilişkin gerçekleri öğrenen anlatıcımız Juan bir
yandan bunları anlatma arzusu duyarken diğer yandan da hikâye anlatma edimini
kesintiye uğratır. Dolayısıyla, çerçeve anlatı içe iliştirilmiş hikayelerle ilerler; anılan
hikayelerdeki anlatı düzeyleri ile kronotop gibi anlatısal unsurlar belirsizleşir ve birbirine
karışır. Çeşitli iç hikayelerle örülen hikaye edimi beklenmedik bir şekilde kesilir ve
okuyucuyu kendi aralarında bir tür ilintili olan iç hikayeleri okurken merakla bekletilir.
Öncelikle eserle ilgili genel bir bilgi verilen bu çalışmada klasik ve klasik dönem sonrası
yapısökümcü anlatı kuramları ışığında anlatı metni incelenir. İkinci olarak söz konusu
eser bağlamında, anlatıcı, anlatı düzeyleri ve odaklanma kavramı ele alınır. Binbir Gece
adlı oyunuyla arasındaki palimsestvari ilişki üzerinde durulur. Son olarak da ileriye
90
muayyen bir sonu olmayan, okuyucunun aktif olarak anlatının içine çekildiği hikâye
İspanyol yazar Marías’ın çoğu zaman felsefi yönü ağır basan eserler verdiği bilinir.
Ancak bu durum kendisine göre felsefeyle ilgili değil, daha çok yazarın şahsına münasır
bir edebi üslubu haiz olmasından ileri gelmektedir. Marías’ta edebi kurgu kavramı eşi
yazarın romanları genel olarak gerçeği paradoksal bir çerçevede ele alan bir kurmaca
blanco adlı romanı da yazarın üslubunun en önemli örneklerinden birini teşkil etmektedir.
Bilmek ile bilmemek arasındaki diyalektiğin üzerine kurulu bu anlatıda her ne kadar olay
öyküsünden yoksun olsa da güçlü bir anlatısal yapıya sahiptir. Bir başka deyişle, şüphe,
bilmemek, gerçek, önyargı, duymak, güvenilmezlik gibi soyut bir dizi kavram
somutlaştırır. Marías’ın bu romanında da okuyucu felsefi bir suç kurgusu ile karşı karşıya
anlatısal üslubunun ortaya konulması bakımından yazarın söz konusu eseri de önemli bir
1992 yılında yayımlanan ve basımını müteakip ilk dört yıl içinde 2.300.000 adet
Blanco adlı romanı 1993 Premio de la Crítica, Prix l’Oeil et la Lettre ve 1997 yılında ise
18 Daha fazla bilgi için bkz.: Cabrera Infante, G. (1998): «¡Ave Marías!», en El País, 27/7/1998, pp. 9-10.
91
Alman edebiyatının “Papa”sı olarak bilinen ve Marías’ın romanlarının dünya çapında
tanınmasına öncülük eden ünlü edebiyat eleştirmeni Marcel Reich-Ranicki bu eserle ilgili
olarak, “Öyle muhteşem bir eser ki, günümüzde bu eserle kıyaslanabilecek türde bir yapıt
eserim dediği20 bahse konu romanın aynı zamanda Marías’a dünya çapında ün kazandıran
ilk romanı olma özelliğini de taşır. Bu eserin uluslararası çevrelerde elde ettiği başarı
karşısında akıllara çabucak okunan ve hızla tüketilen sürükleyici bir roman olduğu fikri
gelmektedir. Aslında durum tam olarak böyle midir? Bu noktada baktığımızda söz konusu
eserin geleneksel roman biçiminden uzak, anlatının sonunu erteleme amacıyla sıklıkla
kullanılan iliştirilmiş hikayelerin ve derin felsefi söylem üzerine kurulu olduğu görülür.
Bu romanda bir Laurence Sterne klasiği olarak bilinen istitrâtlara [konu dışına
çıkma] sık sık yer verilir. “Metne çeşitlik, düzensizlik, belirsizlik, karmaşıklık ve çok
kabul eder Marías. Düşün dünyasının tüm uzantılarını sınır tanımayan anlatısal bir
ve muayyen bir sona doğru hareket eden ve kapanışı olan, yani belli bir çözüme ulaşan
bütünlüklü bir anlatı değil; tam tersine gerilimden yoksun, birbirini mantıklı şekilde takip
eden bir olaylar zincirine bağlı olmayan, son odaksız, kapanışa ve çözüme yönelmeyen,
parçalı ve dağınık bir anlatı” (106) olma özelliği taşımaktadır. Bu dolambaçlı, yoğun
uzatı/arasöz içeren bir söylem özelliği gösteren romanın anlatı biçimiyle yazar sadece
istidrati anlatı ustası Laurence Sterne’den değil aynı zamanda William Faulkner, Marcel
çoğu zaman yoğun düşünsel devinimin içine girerek anlatı söylemini geciktirir, yer yer
intiharın ve bu duruma sebep olan detayları istemeden de olsa duymasıyla tetiklenen bir
dizi travmatik düşüncenin yanı sıra iliştirilmiş iç hikayelerle anlaşılması güç ve derin
anlatıcısı/başkahramanı Juan Ranz, New York, Madrid ve Cenevre arasında altı ila sekiz
hafta arasında değişen sürelerde mekik dokuyan bir tercümandır. Yeni evlendiği Luisa
ise Juan’ın iş arkadaşıdır. Luisa ise evliliğinin ardından daha çok Madrid’de yerleşik
olmayı tercih ettiği için iş temposunu azaltmıştır. Juan’ın yokluğunda karizmatik, sanat
erbabı ve esrarengiz kayınpederi Ranz ile yakın bir ilişki geliştirir. Juan ise babası Ranz
ile oldukça mesafeli bir ilişki içindedir. Juan doğmadan yaklaşık kırk yıl önce
gerçekleşmiş bir intihar vakası eserin ana eksenini oluşturur. Juan, Ranz’ın üçüncü
karısından Juana’dan olan oğludur. Ranz Juana ile evlenmeden önce kız kardeşi Teresa
ile evlenmiştir. Teresa, Ranz ile çıktığı Havana’daki balayından döndükten sonra gizemli
bir şekilde göğsüne ateş ederek intihar etmiştir. Geçmişte kalmış bu esrarengiz olaya
ilişkin başta Juan olmak üzere kimsenin pek bilgisi yoktur. İleri ve geri anlatısal sapmalar
ekseninde süren anlatıda Juan ile eşi Luisa’nın teyze Teresa’yı intihara sürükleyen
olayların perde arkasını nasıl öğrendikleri anlatılır. Geçmişte yaşanmış bir hikayenin
geçmişte kalmasını engellemek için didinen Luisa ile birlikte, babasıyla ilgili geçmişi
öğrenmekten sakınan ve bununla yüzleşmeye bir türlü cesaret edemeyen Juan üzerinden
93
daha romanın en başından itibaren bilmek ve bilmemek diyalektiği arasındaki felsefi
anlayışıyla uyumlu olduğu söylenebilir. Çünkü yazarın bir romanının edebi değerini
anlayabilmek için onun olay örgüsüne değil, anlatılış biçiminde yattığına inandığı bilinir
(Vandele 2012:454).
Tezin bu bölümünde ele aldığımız Corazón tan blanco adlı romanın başında
“eylem-merkezli bir giriş” yapan anlatıcı “in medias res” yöntemiyle okuyucuyu
merakını canlı tutmak için söz konusu intiharla ilgili öncül bilgileri vermekten kaçınır.
Bu intihar olayı ile ilgili gerçekleri öğrenmeye pek istekli olmadığı anlaşılan Juan’ın tanık
olarak bulunmamasına karşın etkili bir söylem üreterek anlatının tesirini artırdığı görülür.
Eylem düzeyindeki öykünün gizemli yönlerini söylemde ustalıkla işleyen Juan bir anlatıcı
geçmişte yaşanmış hikayeye ilişkin önemli bilgileri bir süreliğine saklayarak, hikaye
düzeyindeki olaylarla ilgili göze çarpan boşluklar bırakarak etkili bir anlatısallık ortaya
koyar. Tüm bunları yaparken hikâye akışında kasıtlı bir şekilde geçici olarak bir konu
değişikliğine giderek paralel bir öykü evreni yaratır. Anlatıyı retorik açıdan uzatılarla
süsleyen anlatıcı hikâyeye derinlik kazandırır, duraklatır ve yer yer diğer karakterlerin
bilincine nüfuz eder, paralel kurgu evreniyle okuyucuyu oyalar. Söylemde sürekli olarak
Ona göre bir anlatının başlangıcında anlatıcıyla ilgili ne kadar çok işaret veriliyorsa
94
okuyucunun anlatıcının durumuyla ilgili o kadar fikir sahibi olması kolaylaşır. Marías’ın
anlatı söyleminde bakış açısının bir karakterle sınırlandırıldığı ve çoğu zaman anlatım
edimine bir merkezi bilincin hakimiyet kurduğu görülür. Yazar anlatılarının doğası gereği
daha çok kapalı [örtük] anlatıcı tercih eder. Çünkü eserlerinde çoğu zaman yaşanan bir
cinayet ya da bir gizemle ilgili felsefi sorgulamayalara girişen anlatıcılara yer verir. Bahse
konu anlatıcılar kendine özgü bir dizi nitelikleri söylem arkasında gizli tutarak, hikâyeyle
ilgil daha çok ayrıntı paylaşır. Ancak anlatıların ilerleyen bölümlerinde anlatıcı
sözcüklerin ardına saklanmaktan vazgeçerek öyküye dahil olma derecesine göre kendi
çarpıcı noktayı anlatırken anlatıcı olarak kendi sesine atfedilecek neredeyse hiç bir veriyi
paylaşmaz. Okur anlatıcının zihinsel süzgecinden geçenleri “bir dış anlatıcı” konumunda
bulunur. Eser anlatıcının kendi ailesinin geçmişinde yaşanmış dramatik bir zemin
üzerinde cereyan eden bir sahne ile başlar. Yeni evli ve balayından yeni dönen genç bir
kadın, babasının silahını banyoya götürür ve kendi kalbinden vurur. Banyodaki katliam
sahnesi ve olay yerine koşan ailenin kapıldığı dehşet tarafsız bir şekilde anlatılır. Bu olay
daha sonra bir tarafa bırakılarak hikaye otuz kırk yıl kadar ileri giderek anlatıcının
hikayesine hızlı bir şekilde geçilir. Ölen kadın, babası Ranzla kısa bir süreliğine evli olan
ve daha sonra intihardan bir süre sonra da anlatıcının annesi olan Teresa’nın kız kardeşi
Juana ile evlenir. Anlatıcının hikayesi ise Luisa ile evlenmesiyle başlar ve düğün sırasında
babası Ranz, oğluna tüm sırlarını yeni gelinine açıklamamasını tavsiye eder. İlk sahnede
ölümünün koşullarını bilmeyen anlatıcı söz konusu olayı öğrenmeye pek az isteklidir.
Ancak daha sonra eşi Luisa bu olayların farkına vardığında ve olayın temeline inmek
95
istediğinde geçmiş açılmaya başlar. Şimdi romanın bu giriş pagrafını ele alarak
Anlatı metni anlatıcı Juan dünyaya gelmeden yaklaşık kırk yıl önce yaşanmış bir intihar
olayının anlatıcının derin ve kapsamlı olay yeri tasviriyle başlar. Bu romanda kendini
anlatı söyleminin arka planında kamufle eden bir anlatı sesinin bulunduğunu ve kapalı bir
anlatı özelliği sergilediği gösterir. Anlatıcı sesini tam olarak yansıtan bir unsura metnin
olarak anlatı metnindeki olayları üçüncü şahıs bir iç odaklayıcı gözünden sunar.
Anlatıcının kelime dağarcığı geniş ve zihinsel devinimi güçlü olduğu görülür. Yoğun
düşünce akışının beraberinde aktarılan olay anında anlatıcı vücut ve zihin olarak o anı
“(1) Bu yıllar önce olmuştu, daha ben doğmadan, hatta en ufak bir
balayından döneli daha bir yıl bile olmadı; (3) sadece 22 ay önce
tanışmıştık, hızlı bir evlilik oldu, […] ölümü saymıyorum bile, hele
kendi eliyle ölümü, teyzem olması gereken ama bir yandan hiçbir zaman
2019:13]
Anlatı metninde öyküye ilişkin bahse konu detayları nereden ve nasıl öğrendiğini
görülür ve anlatıcının sesi kendini gösterecek bir biçimde bir dizi bilgi vermeye başlar.
bulunmak yerinde olacaktır: “Bilmek istemezdim ama artık biliyorum ki […]” (..)?
ifadesiyle başlayan romanın girişinde geçmişe dönük bir hikayenin anlatılmak üzere
olduğu görülür. Romanın ilerleyen bölümlerinde anlatıcının bir karakter olarak kurgusal
97
Tablo I: Corazón Tan Blanco’da Anlatı Tipolojisi
Hiyerarşi Birincil
Şahsilik Gayrişahsi
Güvenilirlik Güvenilmez
Algılanabilirlik derecesine göre kapalı anlatıcı olma özelliği taşıyan Juan kendi
öyküsünün içinde yer aldığı için diegetik bir konumda bulunur. Juan’ın anlatımda çoğu
kılar. Bunun yanı sıra, öyküde yaşanan olayları olabildiğince açık bir şekilde
olup bitenlerle ilgili sınırlı bilgiye sahip olan anlatıcı romanın bitimine kadar olay
98
öyküsüne ilişkin gizemi sürdürmeyi başarır. New York, Havana, Meksiko Şehri, Cenevre
ve Madrid gibi çeşitli şehirlerde bulunan anlatıcı mekansal açıdan da bir yerde sabitlenip
kalmaz. Böylece romanın anlatı evrenininde metne özgü mekansal dinamikler de açık bir
şekilde sunulmuş olur. Bunun yanı sıra, Marías’ın anlatıcılarının en öne çıkan
özelliklerinden biri olan diğer karakterlerin bilincine erişme yeteneğine sahip olmalarıdır.
Ancak bu romanın anlatıcısının belirgin bir şekilde diğer karakterlerin bilincine nüfuz
ettiğine pek rastlanmaz. Yukarıdaki tablodaki temel ölçütlerin sonuncu ise anlatıcının
bakıldığında güvenilir bir anlatıcı profili taşımadığı görülür. Anlatıcının hikayeyle ilgili
retorikle yakında ilgilidir. Marías’ın üslubu bakımından bir anlatının inşasında kuşkusuz
birincil önem arz eden anlatıcı, romandaki sözdizimsel etkiyi yaratan kurgusal varlık
olması hasebiyle çoğu zaman güvenilmez bir anlatıcı özelliği taşır. Netice itibarıyla
geçmişe ve ileriye dönük sayısız zamansal sapma ve uzatının [arasöz] söz konusu olduğu
Bir anlatı metninde üst öyküsel anlatıların anlatının üzerinde belirli işlevlere sahip
olması beklenir. Genette bu tür anlatıları üç başlık altında ele alır: Üst-hikayeyi oluşturan
olaylar ile birincil hikayenin olay öyküsü arasındaki doğrudan bir nedensellik bağı
ve merakın romanın sonuna kadar sürdürülmesi istenir. İkinci tür ise üst-hikaye ile
bir ilişkidir. Bu durum zıtlık veya anoloji ilişkisine bağlıdır. Üçüncü olarak ise iki hikaye
düzeyi arasında açık bir ilişki yoktur. Burada üst-öyküsel içerikten bağımsız olarak bir
99
işleve sahip olan ve anlama eyleminin kendisidir. Bunun en önemli örneğini ise
Şehrazat’ın ölümden kaçmak için sultanın ilgisini çektiği sürece ne olduğu önemsiz yeni
yeni öyküler anlatmasıdır” (Genette, 2020:232-233). Netice itibarıyla, anlatı düzeyleri ile
ilgili tartışmalarda, anlatı düzeylerinin birincil anlatıdan izole edilmiş bir kategori
içermediği, aksine anlatım durumunun bir parçasını oluşturan ikincil diegetik bir ilişkinin
Corazón tan blanco, varsayılan okuyucuya nispeten zor bir anlatı yapısı sunar.
Anlatı metninde gerilim ve merakın sürekli olarak anlatı düzeyleri arasındaki hızlı
Varsayılan okuyucu metindeki anlatı düzeyleri ile odaklanmalar sayesinde anlatıcı Juan
öğrenir. Çünkü anlatıcı söz konusu olaylara neyin sebep olduğuna ilişkin herhangi bir
hızlı geçişlerle varsayılan okurun merakını kamçılayan Juan anlatının girişinden itibaren
öyküyle ilgili boşluklar bırakır. İlgili okuyucu anlatı düzeyleri arasındaki bildirişimle
Uzak geçmişte yaşanmış olayların gerçek yüzünün yavaş yavaş ortaya çıkması
yerde karşılaştırır. Buradan hareketle, Corazón tan blanco adlı roman geçmişte yaşanmış
gizemli olayları öğrenme konusunda tereddüt eden ancak merakına yenik düşerek bahse
konu gerçekle yüzleşmesin bireyin doğasında var olan bir dürtü olduğunu gösterir. Bu
geçmişindeki gizemli olayla ilgili açıklayıcı bir işlev üstlenmez; aynı zamanda kuşku dolu
olay örgüsü ortaya çıkar. Birincisi romanın başlangıcında verilen intihar ve buna sebep
olan etkenlerin araştırıldığı anlatı düzeyidir. İkincisi ise anlatıcının eşiyle balayına
çıkmasının üzerinden bir yıl geçmesiyle anlatılmaya başlanan söylemdir. Bu iki zamansal
düzlemde Juan ve Luisa’nın çıktığı balayı seyahatiyle kendini göstermeye başlayan hem
evlilik hem de ailevi ilişkilerin ağırlığı söz konusu koşutluğu oluşturan konulardır
(García, 1999:113).
Anlatıcının iki katmanlı olay öyküsünün içinde yer alan birincil düzey anlatılara
paralellik gösteren bir başka durum ise Juan’ın mesleği gereği New York’ta bulunduğu
sırada cereyan eder. Anlatıcı çevirmenlik mesleği ile uğraşıyordur. New York, Londra,
çevirir. Genellikle çalışma dönemlerinde bir dengesizlik vardır. Luisa artık daha çok
Madrid’te kalmayı ve yeni eviyle ilgilenmeyi tercih ederken Juan ülke dışarıda geçirdiği
her sekiz haftalık arada Cenevre’den New York’a pek çok şehirde çalışır. Luisa bu süreçte
kayınpederi Ranz ile yakınlaşır. Ranz gelini Luisa’ya yeni evlerinin düzenlenmesi
konusunda yardımcı olur. Juan ise eve her dönüşünde Ranz’ın dokunuşlarının fazlaca
Romanın girişinde figüral anlatı özelliği gösteren anlatı söylemi daha sonra birinci
şahıs tarafından aktarılır. Juan Ranz teyzesi Teresa ile babası Ranz arasında geçen olayları
döndüğünde öykü-içi birinci şahıs bir anlatıcı olarak anlatısal kurguyu şekillendirir.
bakımından romanın çok katmanlı bir anlatı yapısına sahip olduğunu gösterir. Ranz’ın
işlediği cinayet ve bunu öğrenen karısı Teresa’nın intiharına ilişkin anlatıcı tarafından
benimsenen ses tonu ya da kimi zaman odaklanma eylemiyle ortaya konan diğer
karakterlere özgü bakış açısıyla değişikliğe uğrar. Söz konusu anlatı düzeylerinin
homodiegetik bir anlatım görülür. Anlatıcı Juan sadece romandaki olayları anlatmak ve
olduğunu tamam olarak bilmenin imkansızlığı üzerine sürekli uzun döngüsel cümleler
kurar. Dinleme eyleminin belirgin bir şekilde kendini gösterdiği anlatı metninde
kolayca kaybetmesine neden olabilecek bir söylem geliştirdiği gözlemlenir. Kısaca ifade
edersek Marías’ın bu romanında “hikaye içinde hikaye, onun içinde de iç hikâyeler yer
Corazón tan blanco’da anlatıcı odak olarak sunulan bir bilince indirgenmiştir.
Dolayısıyla çerçeve anlatının büyük ölçüde olay örgüsünden yalıtılmış, daha çok düşünen
ve hayal eden bir kurgusal bireyin sözsel oyunlarıyla örülmüştür. Babasının geçmişinde
sebep olan süreci aşağıdaki şekilde yoğun bir düşünce akışıyla tasvir etmiştir:
102
resmi olarak sözleştiğimizden (biliyorum pek kullanılmayan bir
fiil ama çok kullanışlı ve açıklayıcı) beri, sanki ben de tam olarak,
aksine ağır bir anlamda kullanıyorum. Tıpkı bazen bizi her şeyi
(Marías, 2016:14)
Ancak anlatı düzeyi Juan’ın evliliğinin ilk günlerine dair gönderme yapmasından dolayı
söylem zamanından öykü zamanına kaymıştır. Böylece anlatı düzeyinde bu değişim bir
kötüleşmişti.” (16)
bekleyen bir kadına izlemeye başlar. Kadın Juan’ı fark ettiğinde el kol hareketleri
yapmaya ve bağırmaya, neden otelde olduğunu sorar ve hatta onu öldürmekle tehdit eder.
Birkaç dakika sonra Juan’ı bir başkası ile karıştırdığından emin olan bu kadın Juan’dan
özür diler. Juan’ın aklına merak tohumları eken kadın yan odadaki görünmeyen adamın
yanına çıkmak için otele girer. Kadının o erkekle arasında geçen konuşmalara kulak
misafiri olmaya niyetlenen Juan eylem düzeyinden söylem düzeyine çıkarak üst-anlatısal
yorumlar yapar. Bu da anlatı düzeyleri arasındaki değişime bir örnek olarak gösterilebilir:
yerine basit bir not, bir kayıt ya da bir film koymayı denesek ve
böylece başından beri gerçekte olan her şey bizim not aldığımız
olacağız.” (28)
mesleği gereği yaptığı kıtalar arası seyahatlerine şahitlik eder ve ilk etapta matris anlatıyla
bağlantılı görünmeyen kurgusal kişilerle ilgili ayrıntıları öğrenir. Yavaş yavaş da olsa
anlatı metnine ilişkin detaylar şekillenmeye başlar ve bağlantılar kurularak sırlar açığa
çıkmaya başlar. Tüm bu alt anlatıların hepsi son bölümde bir araya getirilir. Anlatının ilk
dört sayfası söz konusu intihar vakasının olduğu anda intihar eden kızın babasının olay
yerine geldiğinde yaşadığı anlar detaylı bir şekilde aktarılır ve olay anının görsel
Cinayet, suç, bellek, intihar ve ölüm kavramlarını konu edilen bu romanda keskin
bir gözlem gücüne sahip ve Shakespeare’in klasik retoriğine özgü bir dizi kavrama sık
sık başvuran bir anlatıcı karşımıza çıkmaktadır. (Sanabria, 2019:127). Marías’ın kurgu
neredeyse hiç olmadığı, daha ziyade epistemolojik bağlamda gerçeği sorgulayan bir
anlatıcının tercih edildiği görülür. Söz konusu anlatıcının ölüm karşısında ortaya çıkan
bir dizi bilinmezliklerin içerdiği bu eserde söz konusu olayı felsefi belirsizliklerle
işlenmiş, sezgisel bir bakış açısı bağlamında ele alarak gerçeğin doğasının epistemolojik
105
açıdan sorgular. Böylelikle, ortaya konan hikayeyle yazar, anlatıcının kimliğini
Sonuç olarak anlatılarında anlatısal söyleme genel olarak hakim olan ve uzatı/konu
dışına çıkma gibi anlatı modelini benimseyen anlatıcıların kullanan yazar anlatma
Marías’ın Corazón tan blanco adlı yapıtında baba Ranz’ın geçmişinde yaşanmış
olay/ların anlatıcı odaklayıcı Juan’ın üzerinde bıraktığı etkiye özel önem atfedilmiştir. Bir
gerçeği bilmekle bilmemek üzerine kurulu olay öyküsünde en çok başvurulan anlatısal
intihar, gizem, sır, kehanet ve bilme kavramları üzerinden ilerleyen bu öykü “zaman
anlamlandırma arzusunda olan Juan, olay öyküsüyle ilgili gerilimi artırmak için bir
bakıma da başvurduğu iliştirilmiş anlatılarla terapi etkisi yaratan bir anlatısal söylem
ortaya koyar. Carlos Javier García’e göre anlatının asıl öne çıkan noktası anlatıcının,
öykünün anlaşılması zor olması veya çok katmanlı bir gerçeği ortaya koymasından değil
odaklanma aracılığıyla anlatıda olay akışını askıda bırakarak okuyucuya bir bulmaca
niteliğinde bir anlatı sunar. Okuyucunun beklentisini artırmak için olay öyküsüyle ilgili
Geleneksel roman anlayışından farklılık gösteren Corazón tan blanco adlı eserin
Anlatıcının duyusal algılamaları göz önüne alındığında bu etkinin daha ön plana çıktığı
görülür. Eserin başlangıcından itibaren dinlemeye odaklı duyusal unsurlara sıklıkla yer
verilmesiyle anlatıcının saplantılı bir dinleyici olduğu görülür. Çevresindeki olaylara bir
metinde okuyucuya sanki bir duvarın, pencerenin yada kapının arkasından birincil olay
Corazón tan blanco’da neredeyse tümüyle duyusal bir anlatı olma özelliği taşır.
Sözgelimi, Ranz ile Luisa arasında geçen diyalogları dinleyen Juan’ın duyusal
algılamaları üzerinden okuyucu olay öyküsü ile ilgili gerçekleri öğrenir. Bu meyanda,
Marías’ın hemen aklımıza ne anlattığından çok nasıl anlattığı ile tanınmış bir romancı
romanda da iliştirilmiş anlatılar ve odaklanma aracılığıyla belirli ögelerin sık sık tekrar
eder. Anlatıcı-odaklayıcı Juan bir dönem kulağını kapattığı ailesinin geçmişiyle ilgili
sırların ortaya çıkmasının sebebi olarak Luisa ile yaptığı evliliğe bağlar. Anlatıcı
hayatında başlayan bu durum değişikliğini pek kaldıramaz. Özellikle kendi ülkesinde çok
sık dile getirilen “tüm yeni evlilerde (özellikle erkeklerde) bir şeye başlarken sanki başka
bir şeyin sonuna gelinmiş gibi” (Marías, 15) hissiyle bir nevi kendini gerçekleştiren
kehanet kavramını hatırlatır okuyucuya. Belki de Juan’ın evlilik kurumuyla ilgili olumsuz
beklentileri ve evli olma durumuna pek de alışamayışı bundandır. Luisa ile yaptığı
107
evlilikle hayatında vuku bulunan olumsuz olayların bir nevi bağlantılı olduğunu düşünür.
Geçmişin karanlık yüzüne sırtını dönen anlatıcı odaklayıcı artık evliliğiyle birlikte
tecrübe ettiği olayları gördükçe huzursuzluğu artar ve bu durumu göz ardı etmeye
kendi hayatıyla ilgili bir paralellik olduğunu gördüğünde yine uzun düşüncelere dalar ve
bunların anlamlarını sorgular. Zaman zaman sonu hiç bir yere varmıyor gibi görünen
gömülü anlatılara yer vererek olay öyküsüne geniş bir açıdan bakmamızı sağlar.
Genette’nin tabiriyle söylersek, eserde anlatım gerilim ve merakın romanın sonuna kadar
benzeyen sesleri dinlemekti. […] (2) Ama yine de bir süre böyle
108
sese bakılırsa onların balkın kapısı hâlâ açıktı.”(Marías, 2016:17-
27)
Juan’ın Luisa uyurken balkondan dışarı bakarken sokaktaki kadını bir süre
kadının kim olduğu, neden onun da Juan’ın penceresine baktığına dair düşünceler aynı
anlatı düzeyinde aktarılır. Görsel algıdan duyusal algılamaya geçişin görüldüğü (3)
numaralı cümlede anlatıcı belirgin bir şekilde yan odadakileri dinler ve aralarında
Miriam adında bir Kübalı olduğu Juan ile karıştırdığı sevgilisinin ise Guillermo olduğu
ortaya çıkar. Guillermo’nun okyanus ötesinde bir karısı olduğu ve Miriam ile
evlenebilmesi için onu öldürmesi gerektiğine dair çiftin arasında geçen konuşmalara
duyar anlatıcı. Böylece bu iliştirilmiş anlatı ile çerçeve anlatı arasında bir tematik bağ
kurulduğu görülür. Çerçeve anlatı ile iliştirilmiş anlatı arasındaki bu koşukluk anlatıcı
hazırlamaktadır. Çünkü babası Ranz da Küba İspanya sefaretinde çalışırken bir Kübalı
kadınla evlenmiştir. Daha sonra Juan’ın teyzesi Teresa’nın, annesi ve kız kardeşi Juana
ile Havana’ya miras sebebiyle geldiğinde Teresa’ya aşık olur. Onunla birlikte
olabilmesinin tek yolunun karısını öldürmekten geçer. Bu iki olay arasındaki zamansal
etkili bir şekilde kullanmayı başaran Marías’ın çok katmanlı olay örgüsü içine
yerleştirilmiş iç hikayeleri sayesinde anlatı metni zamansal ve uzamsal açıdan geniş bir
boyut kazanır. Buradan hareketle, anlatıcının farklı uzamlarda vuku bulmuş bir dizi
hadiseye odaklandığı ifade edilebilir. Geçmiş ile içinde bulunulan zamansal düzlem
109
arasında sürüklenen anlatıcı odaklamanın gücünden yararlanır. Böylece anlatı metnindeki
üstlendiği görülür. Bir başka deyişle anlatıcı ve odaklayıcı aynı kurgusal kişi üzerinde
birleşmiştir. Olay örgüsü açısıdınan ele alındığında teyzesi Teresa ile ilgili gerçeği
anlatırken Juan öykü evreninin içinde yer almadığı için dışşal odaklayıcı olarak
konuları aktarırken geçtiği ikincil hikaye düzeyinde iç odaklayıcı olarak yer almaktadır.
dönüşünü yirmi dört saat öncesine alarak Madrid’teki evine gizlice döner, tesadüf eseri
kayınpederi Ranz ile Luisa’nın konuşmalarına şahit olur. Belli belirsiz seslerin geldiği bir
odanın duvarın arkasından Ranz’ın ilk karısını öldürdüğü itirafını duyar ve böylece
sonuna büyük ölçüde bir karakter olarak Juan’ın perspektifinden ortaya koyulduğunu
örnekler niteliktedir. Varsayılan okuyucunun öyküyle ilgili tüm detayları onun gözünden
Bunun yanı sıra, anlatıcı karakterle anlatı odağının diğer karakterler Ranz ile Luisa
arasında gidip geldiği sahneler de karşımıza çıkar. Karakter odaklayıcı olarak kısıtlı da
olsa anlatının gelişimsel boyutuna katkı da bulundukları görülür. Luisa ile Ranz’ın
insan düşündüğünden çok daha uzun bir süre genç kalır. Tüm hayat
cinayetler hepsi bize çok uzaktır, sanki yoklarmış gibi. Hatta bizim
başımıza gelen şeylere bile bir kez olup bittikten sonra yabancılaşırız.
Tüm hayatı boyunca böyle olan insanlar vardır, sonsuza denk genç
çok sevdiğini sanır insan, anlatmak çoğu zaman bir hediye gibidir,
Yukarıda aktarılan odaklanma ile varsayılan okuyucu Ranz’ın işlediği cinayetle ilgili
odaklayıcı olarak hem bize olayı anlatmakta hem de işlediği cinayeti Teresa’ya nasıl itiraf
ettiğine ilişkin süreci tanımlamaktadır. Nitekim karakter odaklayıcının olay anına ilişkin
111
durumları ele aldığı pasaj bir bölüm daha devam eder. Böylece iç odaklayıcı olarak Ranz
başarmıştır. Çevresinde geçen her türlü konuşmayı dinleme eğiliminde olduğunu kendisi
bizzat belirten anlatıcı-odaklayıcı Luisa ile Ranz arasında geçen konuşmalara doğrudan
müdahil olamaz. Ona düşen sessizce ve gizlice bir duvarın ardından kırk yıl öncesinde
lekeleyebilir. (228)
odaklayıcı yan odanın duvarınn arkasında durmuş, bir yandan ailesinin geçmişindeki bu
travmatik gerçekle yüzleşiyor, diğer yandan insan doğasının gerçeği bilme konusunda
gösterdiği istemsiz eyleme ilişkin bir açıklamada bulunuyor. Bu roman, insanın bir türlü
yüzleşmeye cesaret edemediği gerçeği, ne kadar ötelese de kaderin vesilesiyle bir şekilde
112
1) Ranz’ın balayında Teresa’ya onunla evlenebilmek için işlediği cinayeti itirafı ve
Corazón tan blanco’nun öyküsü geçmişi ile içinde bulunduğu anda sıkılıp kalmış bir
bireyin hikayesini ele alır. Ranz’ın geçmişinde pek de iyi şeylerin olmadığını hisseden
ancak zihninde oluşan bu şüpheleri ısrarla öteleyen Juan onu her gördüğünde bu
huzursuzluğu artar. Kendisi iş sebebiyle çıktığı uzun soluklu seyahatlerde karısı Luisa
ile babası Ranz’ın aralarının böylesine iyi olmasından pek de memnun olmadığını
gerçekleşen olaylar da bir tür bağlamsal etki yaratır ve kendi hayatına istemsiz bir
nüfuz etmek hayatın doğal bir parçası olarak görünmektedir. Bağlamsal açıdan da bu
utanıyorum.”(65)
113
Burada, anlatıcı-odaklayıcı kendi içsel huzursuzluğunu Lady Macbeth’in Kral Duncan’ın
cinayetle ilgili hususları açık yüreklilikle Luisa’ya itiraf edişini duyunca anlatıcı-
odaklayıcı bu suça ortak olduğunu düşünür. Çünkü ona göre ne babasını buna kışkırtmış,
ne ortamı hazırlmasını yardımcı olmuş ne de olayın işlendiği yere gitmiştir. Ona suçluluk
haberdar olmasıdır. Böylece Juan bu odaklanma vasıtasıyla işlenen suçla ilgili vicdanen
rahatızlığını yansıtmak içim metinlerarası tematik bir bağlam kullandığını gösterir. Zira
artık kendisi de trajik bir şekilde gerçekleşen bu olayın bir tanıdığıdır yıllar sonrasında
Bir bireyin iç dünyasını yansıtan Corazón tan blanco adlı roman bilmek ve
bir hikayedir. İma edilen okuyucu derinlikli düşünceleri olan, bir dereceye kadar da
paranoyak olarak nitelendirilebilecek bir düşünsel karaktere sahip olan anlatıcı ile karşı
karşıyadır. Burada gerçekle yüzleşmekten çekinen, hatta bunu her seferinde erteleyen
duramayacağını anlayan bir insanın portresi çizilir. Aslında bu tam olarak günümüz
insanının bir resmidir. Çoğu zaman ötelenen geçmiş ve beraberinde getirdiği yükler
insanın doğası gereği yüzleşeceği günün birgün geleceğini gösterir. Bilmemek mümkün
değildir. O gerçek birgün gelip insanın merakına yenik düşeceğini ve bunu öğreceğini
gösterir bize. Dolayısıyla burada Juan’ın da sürekli ertelediği hakikati tesadüfi bir şekilde
huzursuzluğun etkisiyle anlatıcı odaklayıcı Juan’ın anlatısal metinde bir kurtuluş olarak
göstermiştir. Netice itibarıyla, Corazón tan blanco eserin geneli bakımından ele
istidrati anlatılar söylemin aydınlatıcı birer parçası haline gelmiş ve anlatıya tematik
yapıdaki değişim okuyucu okuma serüveninin içine çekebilebilme açısından güçlü bir
görülmüştür.
kaçındığı hakikatı ve bu hakikatle ilgili meseleleri aktarırken bir dizi sözsel oyuna
bir hakikat tasviri ortaya koymuştur. Kurgusal temsil düzeyinde sırlarla dolu geçmişin
ekseninde kısmen çeşitli görüş açılarına yer verilmiştir. Böylece okuyucuya farklı
ikilemi adeta postmodern bir metin olma özelliği sergilemektedir. Anlatıcının geçmişle
ilgili gerçekle yüzleşmeye bir türlü cesaret edemeyişiyle kurgusal temsil düzeyinde
parçalı bir anlatısal modun benimsendiği görülmüştür. Bir bakıma yazar kurguyu
hakiyatin peşinden sürüklemiş ve deyim yerindeyse doğrusal bir zaman anlayışına tabi
olmayan, dağınık ve parçalı bir söylem meydana getirmiştir. Yazar anlatı zamanını
115
çarpıtarak analeptik ve proleptik sapmalarla söylemi yönlendirmiştir. Dolayısıyla anlatıcı
anlatı söylemini manipüle etmiş ve tek bir hakikatin olamayacağını göstermek istemiştir.
Hatta yazar bir parça ileriye giderek anlatı düzeyleri arasındaki çizgiyi belirsizleştirmiş
göndermelerde bulunduğu Corazón tan blanco adlı eserin kurgusal yapısında, anlatı ve
neden olan iç hikayeler aslında her biri ana hikayeyi durduran veya karmaşıklaştıran birer
ifadesinden almıştır. Lady Macbeth katil değildir ancak Matbech’in Kral Duncan’ı
Macbeth’in bu eserdeki bağlamsal anlamı nedir diye düşünüldüğünde bir yandan Teresa
olmuştur. Tabiri caizse Ranz’ın bu cinayeti işlemesine vesile olmuştur. Öte yandan Lady
Ranz’a geçmişte olup biteni anlatması için aklına girmiştir. Buna ek olarak, Juan da
teşvik edici bir konumda olmasa da tıpkı Lady Macbeth gibi beyaz bir kalp taşımaktadır.
Hem korkak hem de ürkek olan Juan gerçeği bilmek istemeyerek masum olduğu fikrini
sürdürmek istemiştir. Babasının geçmişte işlediği suçla ilgili hakikatin ortaya çıkmaması
için çabalar. Gerçeği öğrenme karşısında böyle direnmesi de Juan’ın hayata bakış açısını
116
son derece etkileyeceğinden kormasından kaynaklandığı ifade edilebilir. Juan’ın
sonra kardeşi Juana ile. Dolayısıyla Juan’ın varoluşunun en önemli göstergesi babasının
bir katile dönüşmesi ve oğluna daha doğmadan böylesi bir yükü yüklemesinden
birincil düzeyde önem teşkil etmediğini, daha ziyade yazarın sanatıyla, yazınını oluşturan
estetik ifade biçimleriyle adından söz ettirdiğini bir kez daha göstermiştir.
117
3.2. ANLATININ DEHLİZLERİNİ ZORLAYAN BİR CİNAYET ROMANI: LOS
ENAMORAMIENTOS
2002-2007 yılları arasında kaleme aldığı Tu rostro mañana adlı üç ciltlik baş
yapıtının ardından tekrar roman yazmayı düşünmediğini çeşitli seferlerde dile getiren
Javier Marías 2011 yılında sahneye Los enamoramientos adlı yapıtı ile geri dönmüştür.
(Yvancos 2014:33) İspanyol yazınına çok sayıda eser kazandıran Javier Marías dünya
çapında birçok uluslararası ödülle taltif edilmiştir. Bugün edebi kariyerinde geldiği
noktada dünya edebiyatında da özel bir yeri olduğu aşikardır. Bu bağlamda, Marías’ın
Los enamoramientos adlı eseriyle El País gazetesinin kültür ekinde 2011 yılının en iyi
kitabı olarak seçilmiştir. Aynı yıl bahse konu romanıyla İspanya Kültür Bakanlığı
tarafından Ulusal Anlatı Ödülüne layık görülen Javier Marías prensip olarak devlet
tarafından verilen hiçbir ödülü kabul etmediği gerekçesiyle anılan ödülü reddetmiştir.
Bunun yanı sıra, Los enamoramientos, New York Times gazetesinin 2013 yılının en iyi
anlatının bütününde nasıl bir işleve sahip olduğuna dair bilgi edinmemizi sağlayacaktır.
romanında kullanılan karakter, zaman ve mekan gibi anlatının biçimsel araçların ayrıntılı
118
hikâyenin anlatımı ve hikâyeyi biçimlendiren unsurlar şeklinde iki başlıktan
oluşmaktadır: Birinci bölüm anlatıcının sesi, anlatı durumu ve karakterlerin bakış açısını
yer alacağı ikinci bölüm ise anlatının karakterleri, zaman ve mekanı hakkında bilgi
verilecektir. Anlatı unsurları arasındaki sayısız ilişki düşünüldüğünde bir anlatı metninin
Bununla birlikte, bu çalışmada edebi bir eserin yapısını oluşturan temel öğelerin analizi
görülür. Okur, anlatıcı María Dolz’un diğer karakterlerle zaman zaman diyaloglarına
şahitlik eder. Los enamoramientos ölüm, bağlılık, kuşku, işlenen suçların cezasız alışı,
şiddet ve sevdaya düşüş gibi temaları konu edinen bir romandır. Başkahraman ve anlatıcı
María Dolz Madrid’de yerleşik bir yayınevinde çalışmaktadır. Her sabah işe gitmeden
önce aynı kafeteryaya gider ve kahvaltı yapar. Burada bir evli çiftle karşılaşır. Her ne
kadar kendilerini tanımasa da gerçek aşkın ve huzurun timsali olarak görür onları.
döndüğünde uzaktan izlediği çifti bir daha göremez. Bu durum onda bir endişe ve
gerginliğe neden olur. Sorup soruşturduğunda Miguel’in yani Luisa’nın eşinin bir
cinayete kurban gittiğini öğrenir. Bu olayın üzerinden birkaç ay geçince tekrar aynı
kafede Luisa ile karşılaşır ve kendisine Miguel’in ölümünden dolayı başsağlığı dilemek
ister. Karşılaşmalarının ardından Luisa, María’yı eve davet eder. María davete icabet
ederek Luisa’nın evine gittiğinde çiftin arkadaşı olan Javier Díaz-Varela ile tanışır. Çok
geçmeden María, Díaz-Varela’ya aşık olacak ve aralarında cinsel bir ilişki başlayacaktır.
Miguel’in ölümünün bir kaza olduğunu düşünürken María bir gün Díaz-Varela’nın
evindeyken kulak misafiri olduğu sohbetle tamamen dünyası değişir. Artık kurban
119
Miguel’in ölümünde Díaz-Varela’nın parmağı olduğundan haberdardır. Başından beri
odur. María ise çaresizce Luisa’nın içinde bulunduğu matem havasından çıkıp Díaz-
onun parmağının olduğunu öğrendikten sonra korkar ve uzaklaşmaya karar verir. Aradan
haberdar olduğunu düşünen Díaz-Varela, María’yı arar ve ona olup biteni anlatmaya
karar verir. Çünkü polise ya da Luisa’ya gidip bilgi vermesinden çekinir. Olup biteni
anlatmak için María’yı yanına çağırır ve tekrar görüşmeleri gerektiğini söyler. María da
Díaz-Varela’yı dinlemek için evine gider. Díaz-Varela en iyi arkadaşı Miguel’in ölmesine
neden yardım ettiğini anlatır. Miguel’in amansız bir hastalığın pençesinde olduğunu ve
kendisini öldürmesi için Díaz-Varela’dan yardım istediğini söyler. Ölüme yaklaştığı her
gün karısını ve iki evladını üzmek istemediği için Miguel’in ansızın gelen bir ölüm
işine geldiğini çünkü Luisa’yı sevdiğini düşünür. Bu konuşmanın ardından María ile Díaz
Varela ayrılır. María yayınevinde çalışmaya devam eder ve onu unutmaya çalışır. Birkaç
yıl sonra tesadüf eseri Díaz-Varela ve Luisa ile bir restoranda karşılaşır, onlara selam
verir ve evlendiklerini öğrenir. Ayrıca Luisa’nın da hala gerçeği bilmediğini fark eder.
Díaz-Varela ise kendisini tanımıyormuş gibi davranır. Bu tuhaf durum ise María’ya Díaz-
bakıldığında oldukça sade bir olay örgüsü olduğu görülür. Ancak anlatı söyleminde
120
anlatıcının olaylara ilişkin düşünceleri ve duygularının ön plana çıktığı bir anlatım tarzı
olduğu gözlemlenir.
María sadece gözlemlediği olayları anlatmaz aynı zamanda olay örgüsündeki diğer
yorumlarda bulunur. Anlatı söylemini sık sık bölerek etrafında olup bitenlerin kendi iç
dünyasına nasıl yansıdığına dair düşüncelerini ve algısını aktarmak için olay örgüsünü
ölümünden sonra kayda değer çarpıcı bir olay gerçekleşir ne de olay örgüsünün gidişatını
hakkında bilgi edinmek için Los enamoramientos adlı eserinin anlatıbilimsel açıdan bir
bir dizi özellikleri saptamaya çalışacağız. Bir romana ait anlatıcının sesini yansıtan
unsurların neler olduğunu hatırlayalım. “Bir romanda anlatı sesini bulmak için “Kim
konuşuyor?” sorusunu sorarız” (Jahn, 2020:13). Anlatı sesi hakkında romanda ne kadar
çok bilgimiz olursa onunla ilgili daha ayırt edici özellikleriyle ilgili daha fazla fikir sahibi
oluruz. Janh’a göre, anlatıcı sesin belirlenmesinde işimize yarayacak bir dizi özellik
121
“Miguel Desverne ya da Deverne’i son görüşüm aynı zamanda karısı
adaletsiz geliyor bana, haliyle o karısıydı, bense karşılıklı tek kelime olsun
olsa da onu asla böyle göremezdi kimse; en son algıladığı şey, biriyle
yeryüzünde silme isteğiyle bir değil, iki değil, ardı ardına kurtuluş umudu
Marías’ın bu romanının giriş bölümünde duyduğumuz anlatı söylemi bize anlatı sesini
yansıtan unsurları açıkça vermediği görülmektedir. Ancak bu bölümü sesli bir şekilde
okuyacak olursak, burada trajik bir olayın vuku bulduğunu anlatan hüzünlü ve yetişkin
belirtebiliriz. Bununla birlikte, romanın giriş kısmında anlatı sesiyle ilgili belirgin
Romanın devamında anlatıcının yayınevinde çalışan María Dolz adında bir kadın
olduğunu öğreniyoruz. Böylelikle olay öyküsünün arka planıyla ilgili yavaş yavaş bazı
122
bilgiler ediniyoruz. “Metin büyük ölçüde merkezi bir karakterin zamansal-mekansal algı
koordinatlarına göre sıralandığı için okur öykünün içine doğrudan çekiliyor ve anlatılan
olaylara katılımcı olarak yer almanın nasıl bir şey olacağı ile ilgili tecrübeye davet
ediliyor”(Jahn, 2020:26-27).
Anlatı kuramcısı Chatman’ın ifade ettiği üzere, bir anlatının işitilebilirlik derecesini
belirlemek için anlatıcı sesini açık ve kapalı olarak ikiye ayrılır. Bazı romanlar açık/daha
açık anlatıcı sesine sahipken başka bir deyişle anlatı sesinin “işitilebilirlik” derecesi
yüksektir. Bazı romanlarda ise kapalı anlatıcı/daha kapalı anlatıcı görülebilir. Kapalı
gizlenmeyi çok iyi bilirler. Kendini bu şekilde kamufle etmeyi tercih eden anlatıcılar
genellikle anlatı söyleminde göz çarpmaz. Burada da olduğu gibi María Dolz kısmen
kapalı anlatıcı formatına uymaktadır. Çünkü o pek de fark edilmek istemeyen bir anlatıcı
özelliğine sahiptir.
belirlemek için bir dizi pragmatik işaretlerden yararlandık. Şimdi de anlatıcı María
Dolz’un öyküyle olan ilişkisi üzerine eğileceğiz. Anlatıcı María Dolz’un öyküyle olan
ilişkisine baktığımızda öykü içerisinde yer aldığını görürüz. Biz burada anlatıcının
demektir; “homo” “aynı tabiata sahip”; hetero ise “farklı tabiata sahip” (Janh, 2020:19)
anlamına gelmektedir. Bu eserde anlatı işlevini üstlenen kişi eylem düzeyinde bir karakter
olmasından dolayı homodiegetik bir anlatı özelliği görülür. Ancak anlatıcı sesin bu
açıklama-merkezli değil eylem merkezli bir giriş niteliği içermektedir. Bir başka deyişle,
123
roman karakterler, zaman ve uzama dair okura başlangıçta net bilgiler sunmamaktadır.
Anlatıcının düz ve öyküyle ilgili eylem cümleleri kullanmasının yanı sıra öykünün
Biz öykünün girişinden anlatıcının olay örgüsünde yer alan bir karakter olduğunu
anlıyoruz. Ancak onun nasıl kendi anlatısını mı yoksa eserdeki diğer karakterlerden
bölümündeki analiz kısmını bazı açıklamalar yaparak daha da detaylı ele alacağız.
“Miguel Desverne ya da Deverne’i son görüşüm [bu ifade bize bir kişisel hikaye
anlatımından ziyade anlatıcının hayatını değiştiren tanık olduğu bir hikâye anlatımına
benzemektedir] aynı zamanda karısı Luisa’nın da onu en son görüşüydü. [Bu ifade okurda
bunu hala tuhaf ve belki de adaletsiz geliyor, haliyle o karısıydı. Bense karşılıklı tek
kelime olsun etmediği bir yabancı kadın.[Burada anlatıcının anlatan ben olarak kendisi
ile ilgili bir bilgi veriyor ve burada önemli olan şeye dikkat çekiyor] Adını dahi
ilişkisinin olmadığı ortaya çıkıyor] bıçaklanmış ve gömleği yarı yarıya sıyrılmış bir halde,
ölmek üzereyken çekilmiş fotoğrafı gazetede gördüğümde adını öğrendim ama iş işten
geçmişti, evet bilinci kapanmamış olsa onu asla böyle göremezdi kimse; en son algıladığı
olmalıydı.”(Marías, 2015: 9)
mevcudiyet durumu derecelidir. Anlatıcı sanki anlatının bir figüranı değil de daha çok
seyircisi gibi görünmektedir. Yani burada otodiegetik bir anlatı durumu söz konusu
kapamak hoşuma gitmiyordu, elbette bunu edepli bir biçimde yapıyordum, sinsi sinsi
124
değil, en son isteğim, huzursuz olmaları ya da onları rahatsız etmekti” (10). Anlatıcının
bu sözlerinden de görüldüğü üzere her ne kadar öyküsel evrene ait olsa da daha çok
Lanser’e göre anlatıcı olarak María Dolz bizzat şahitlik etmediği olaylarla ilgili bir
muzdarip olduğu görülür. Aynı yerde aynı anda olamaz ve diğer karakterlerin
zihinlerinden geçeni tam olarak bilemez. Bu bağlamda anlatıcının bir otoritesi olmayıp
öznel bir bakış açısıyla kısıtlanmıştır. Anlatıcı María Dolz öyküsel evrende yaşanan
gelişmelerle ilgili ancak bir dizi felsefi sorgulamalarda bulunur. Diğer karakterlerin
Hiyerarşi Birincil
Şahsilik Şahsi
125
Yetkinlik Sınırlı bilgiye sahip
nüfuz etme
Güvenilirlik Güvenilmez
Tablo II’de verilen özellikler olay örgüsünün anlatıcısı María Dolz’un anlatı düzeyi
kapsamına girmektedir. Anlatıcı María her sabah işe gitmeden önce uğradığı ve uzaktan
düzeyindeki karakterlerden biri olarak María Dolz’un statüsü diegetik olup daha çok
“yansıtmacı” tanık karakter sıfatıyla hikayeyi anlatır ve olay öyküsünün akışına izinsiz
girişlerle [intrusion] müdahalede bulunur. Bir başka deyişle, anlatılan olayla ilgili
ilişkilerde bulunmak üzere bir hafta Stokholm’e götürülünce Miguel ve Luisa çiftini
öğrenmek için yayınevinde çalışan arkadaşları ve her sabah işe gitmeden önce uğradığı
kafeteryada çalışan garsonlara sorduğunu görürüz. Burada olay örgüsünün kesilip yerine
Anlatı yetkinliğine gelince anlatıcının çevresinde olup bitenlerle ilgili sınırlı bilgiye sahip
olduğunu aşikardır. Buna ek olarak, anlatı söyleminin Henry James’in ifadesiyle eserdeki
koordinatlarına göre sıralandığı için okurun çoğu zaman anlatıcının yaptığı araya
126
girişleriyle merakta bırakıldığı görülmekte ve böylelikle anlatı söylemindeki kısmi ya da
olanak tanımaktadır. María’nın anlattığı olaylarda katılımcı olarak yer alması onun sınırlı
bir bakış açısına sahip olacağını göstermektedir. Bu duruma açıklık getirmek gerekirse
bağlantısı olduğunu bilemez. Bununla birlikte, anlatıcının belki de en çok öne çıkan
karakterlerin bilincine nüfuz etme özelliği anlatının neredeyse büyük bölümünde görülür.
“Ben değilim, önümde duran bir başkası. Ben değilim çünkü yüzüne
bakıyorum, o halde bana ait değil. İsmi okuyorum, benim ismim değil bu.
Gazetede okuduğum isim de bana ait değil, benim adım değil bu. Başkasının
başına gelmiş, kim bilir ne haltlar karıştırmış, nasıl bir belaya bulaşmış,
kimlere nasıl haksızlık etmiş olmalı ki onu böyle doğramışlar [...] Neyse ki
üzerine hayatını kaybetmiş olan Miguel’in zihnine adeta girer ve ölüm anında aklından
ilk geçebilecek fikirleri okur. Bir diğer örnek ise Luisa’nın eşini kaybetmesinin ardından
acının ne kadar süreceğinden bihaber şekilde olduğu bir süreçte María’nın onun
düşüncelerini okumaya çalıştığını görülür. Anlatıcı, Luisa’nın içindeki ruh halini hayal
ederek şu sözler dökülür dilinden: “İşte, hepimiz ölüme mahkum fanileriz. Aslında hiçbir
şeye değmez. Ne yaparsak yapalım, tek yaptığımız aslında beklemekten ibaret. İzinli
127
ölüleriz biz, birinin söylediği gibi” (Marías, 2015: 41). Ardından Luisa eğer böyle
dayandığını, saatleri, günleri, ayları kısacası zamanı nasıl geçirdiğini merak ediyor ve
onun öldüğü gerçeğinden nasıl kaçabiliyordu diye sorguluyordu içten içe kendini.
Luisa ile María’nın o kafede tanışmalarının ardından Luisa onu eve davet eder ve o
da aynı gün iş çıkışı geleceğini söyler. Luisa’nın evinde geçen sahnede Luisa ile
anlatıcımız arasında geçen diyaloğun ardından yine Miguel’in ilk bıçaklanma anında nasıl
“Ne olur, ben son derece ciddi durumda, ölüm kalım savaşı veren bir
adamım, üstelik hiç suçum yok, beni bıçaklamalarına neden olacak hiçbir şey
sonra bir kez daha, bir kez daha vücudumun sayamadığım farklı yerlerine bir
şeyin saplandığını hissettim, bir de baktım kan revan içinde kalmışım ve fark
ettim ki, bu fikre hiç alışmadan, ortada bir neden yokken ölüyorum. Bırakın
geçeyim yalvarırım size, benim yarım kadar aceleniz olamaz sizin, eğer bir
doğum günüm. Karımın bir şeyden haberi yok, gerçi bir lokantada oturmuş
kutlama yapmaya hazır beni bekliyor, bana bir hediyesi var muhakkak, bir
alan karakterlerin bilincine nüfuz etmelerine imkan tanır. Anlatıcının anlatı söyleminin
süzgecinden geçirmesi romana monolojik yönü ağır basan bir özellik kazandırır. Anlatıcı
128
Schmid'in anlatıcı özellikleriyle ilgili ortaya koyduğu en son fakat en gerekli unsur
C. Booth tarafından ortaya atılan güvenilir ve güvenilmez anlatıcı meselesi daha sonra
çeşitli anlatı kuramcıları tarafından ele alınmıştır. Güvenilmez anlatıcı bahsinde James
Phelan ile Martin’ göre anlatıcıların işlev ve rollerini üç ana türe ayrılır. Karakterleri,
güvenilmez anlatıcı bahsini altı başlık altında ele alır: Eksik aktarma, yanlış aktarma,
eksik değerlendirme, yanlış değerlendirme, eksik okuma, yanlış okuma. (Nünning 94)
Buradan hareketle, anlatıcı María Dolz’ın Miguel ve Luisa çiftinin evliliği, dış
ile tanışma anlarına ilişkin detayları aktarırken sık sık olay örgüsünü durdurak konuyla
çizmektedir. Okur olarak bizler, María’nın belleğinden geçenleri sürekli duyarız hatta
zaman zaman diğer karakterlerin bilinçlerine girerek onlar adına konuşur, çıkarımlarda
birlikte olduğu anlarda uzatılara [digression] ve karakterlerin bilincine nüfuz ederek bir
göstermektedir.
3.2.2. Bakışaçısı/Odaklanma
başlayan olayların anlatıcı karakter üzerinde bıraktığı etkiye özel bir önem vermiş, bu
roman için mesafeli, meraklı ve uyanık bir anlatıcı sesini yakalamış ve romanda ölüme
sebebiyet verme bahsine bir kadın duyarlılığı üzerinden yaklaşmıştır. Bunun yanı sıra, bir
129
yazar olarak anlatıbilimsel bilince sahip olduğunu gösterir şekilde “odaklanma” tekniğini
başarılı bir şekilde uygulamıştır. J. Marías, anlatıdaki olaylara bir ressam titizliğinde
sebeplerinden birisi Javier Marías’ın bu anlatısında bir kadın anlatıcı seçmesi ve anlatıya
adeta sinematografik bir yöntemle kısa bir film çeker havası vermiş olmasıdır. Bu
düşüncelerin odaklanma yoluyla aktarılması oldukça önemli bir örnek teşkil etmektedir.
Böyle bir anlatı şeklinin benimsenmesi ile okura bir film tadında anlatı metni sunulduğu
karmaşıklığına bağlı olmasının yanı sıra, algı ve düşünce yoğunluğu anlatıcı karakter
Miguel Desvern’in ölümünün María karakteri üzerinde bıraktığı etki oldukça güçlü
tekniğin rolünün önemi de anlaşılır. Romanın giriş bölümünden son bölümüne kadar bir
Manfred Janh “odaklanma, işlevsel açıdan anlatıya ilgili bilgileri seçme ve sınırlama,
olayları ve olayların gidişatını birinin bakış açısından gösterme, odaklanan kişiyi ön plana
130
çıkarma ve odaklayıcıya empatik ve ironik bir görüş kazandırma aracı” (2020: 69) olarak
tanımlar. Bir anlatı metninde odaklayıcı, dikkatini ve algısını bir şey üzerine odaklayan
karakterdir. Tıpkı bir romandaki anlatıcının sesini belirlemek için “Kim konuşuyor?”
edebilmek için “Kim görüyor?” sorusunu sorarız. (27) Bununla birlikte, odaklayıcının
bakış açısının anlatı metnini yönlendirdiği bilinir. Bir metin odaklayıcının düşüncelerini,
(yani odaklayıcının) bakış açısına sıkı sıkıya bağlıdır. Genette ve Chatman odaklanmayı
anlatıbilimci Bal’ın ve Rimmon Kenan’ın bir odaklayıcının hem dışsal (anlatıcı) hem de
69)
atıfla, anlatılan öyküde iç odaklayıcı söz konusu ise odaklayıcı karakter [focalizer] olarak
adlandırılır. Bu anlatı metninde anlatıcı kurgu evreninin içinde yer aldığından odaklama
işlevinin içeriden yapıldığı görülmektedir. Bu yapıtın önemli bir özelliği ise olaylardan
durumlarla ilgili algı ve düşüncelere odaklanarak okura görsel bir çerçeve sunulmaya
çalışılmasıdır. Bunu odaklayıcı karakterin meraklı haliyle Miguel ve Luisa çiftinin her
sabah erken saatlerde kahvaltı için uğradıkları mekanda gördüğünü ifade ettiği anlatının
kılığında hafiften modası geçmiş bir zarafet vardı. Demek istediğim, üzerine
131
cebinden çıkan mendili, bağcıklı cilalanmış ayakkabılarıyla [...] birbiriyle
mahcubiyete neden olan ama hiç bir biçimde rahatsız edici gelmeyen
içinden gelerek yapardı, sevimli ve samimi bir tarzda [...] en azından sözlü
Yukarıdaki alıntıda da görüleceği üzere serbest dolaylı anlatım kullanan bir anlatıcı
olay öyküsünü aktarırken bir yandan da o sahneyi bize izlettiriyormuş gibidir. Aynı
görünüşüyle ilgili oldukça detaylı bir şekilde bilgi sunulur. Miguel’in fiziki görünüşüyle
kişiliği üzerine anlatıcı-odaklayıcı olarak kendi duygu ve algı dünyasını bir başka deyişle
perspektifinden bakması sağlanır. Miguel’in klasik giyim tarzı, mizacı, Luisa ile uzun
yıllara dayanan evliliğinin temelinde yatan şeyin ne olduğuna dair sorgulamaların yer
çiftinin birkaç gün ortalıkta görünmemeleri, anlatıcı odaklayıcının mesaisine çok büyük
bir can sıkıntısıyla başlamasına neden olur. María, bu çiftin yaşantısına öylesine bağlanır
bir karakter olarak çıkar karşımıza. Tanımadığı bu insanlara böyle bir bağımlılık
göstermesi adeta onları görmediğinde gününün kötü geçtiği gibi kendini huzursuz ve
keyifsiz hisseder. Bu çiftin varlığı anlatıcı-odaklayıcı María için dünyada hala mutluluğu
132
María huzursuzluk içindedir. Daha birkaç gün öncesine kadar ölçülü bir şekilde
kahvaltı yapmak için gittiği mekanda izlediği o çiftin aniden ortadan kayboluşu onu
psikolojik olarak derinden etkiler, gazete gördüğü bıçaklama haberini bu nazik ve mutlu
çift ile bağdaştıramaz. Seyahatinin ardından çeşitli seferlerde evli çifti özlediğini dile
getiren María çiftin yokluğunu kalıplaşmış yaşam düzeyinde yapılan bir değişiklikmiş
gibi algılar ve kabul etmekte zorlanır. Bununla birlikte iş yerinde yüzleşmesi gereken bir
takım zorluklar söz konusudur. Edebiyat ve edebiyatla ilgili işlerle uğraşan kişilerle
yaşadığı zorlukları paylaşır ve yaşamını bu kişileri memnun etmek için uğraşarak geçirir.
Miguel’in bir kaçık tarafından sebepsiz yere bıçaklanarak katledilmesinin vermiş olduğu
acının hayatlarını nasıl etkilediğini anlatan Luisa çocuklarla birlikte eşinin ölümünün
ardından yaşadığı matem havasını María ile paylaşır. Kocasının aralarından ani ve erken
bir şekilde ayrışının sebep olduğu şoku henüz atlatamamışlardır. Luisa ile María arasında
geçen diyaloğun ardından zilin çalmasıyla María Luisa’nın ona bir yakınıymış gibi
dinmek bilmeyen inatçı düşüncelerini boca ettiği bir kulaktan ibaretim ben,
hepsinden öte tıpkı kıza olduğu gibi ona da aşinalık ve güven telkin eden
María’nın bunları düşünmesine neden olur. María’nın o vakitten sonra aklından geçen
şudur: Gitmek mi yoksa arkada kalmak mı? Burada bir yanda Luisa’nın yaşadığı derin
133
acı ve çaresizliği diğer yanda 50. doğum gününde sebepsiz yere bir cinayete kurban giden
Miguel’in maruz kaldığı acı son… Belki de bu hikaye geride kalanların gidenlerden daha
çiftinin ani bir şekilde gelen ölüm yüzünden ayrılışlarının getirdiği acı, arkada kalmak ile
ölmek arasındaki derin ikilemi yansıtan bir hikayedir. Odaklanma tekniğinin yer yer
sonra kimin geleceği beklenirken María tedirgin ve yine kendi yerini bilen ama oldukça
Her ne kadar başlığı ve konusu aşkla ilgili gibi görünse de roman tipik bir aşk
romanı olmaktan öte karakterlerin ruhlarına ve duygularına eğilen bir anlatıdır. Genellikle
anlatıda María Dolz’un kendi iç sesiyle karşılaşsak da diğer karakterlerle arasında geçen
gezerken Díaz-Varela ile karşılaşan María, uzun zamandır Luisa’yı görmediğini ve nasıl
olduğunu öğrenme niyetinde olduğunu görürüz. Díaz-Varela’nın birlikte bir şeyler içme
teklifini her ne kadar pek belli etmese de şaşkın ve tedirgin bir halde kabul eder. Díaz-
Varela’nın Luisa ile ilgili anlattıklarından sonra bir yudum birasından almak üzere
konuşmasına ara vermesiyle okur yeniden María’nın iç dünyası ile karşı karşıya kalır.
“(1) Birasından içmek için kısa bir ara verdi, konuşmak boğazını kurutmuş
134
merak ettimse de, sözünü kesmek istemediğimden soramamıştım. (3) Hiç
sonuna doğru gelindiğinde Díaz-Varela ile Luisa’nın hatırında iyiden iyiye silikleşmeye
yüz tuttuğunu bir anda etrafında olup biten her şey María’ya huzursuzluk vermektedir:
sorumluluğunu örnek verebiliriz. Aradan geçen iki yıl sonrasında evlenmek niyetiyle
Jacobo ile tanışır ve ancak erteleyip durduğunu ifade ede zira onu bu fikre ikna eden
sadece yaşıdır. Bir Çin lokantasında bir grupla yemek yerken iki üç masa ötede yemek
yiyen Luisa ve Díaz-Varela görür ve gözlerini alamaz onlardan. Burada bir içsel
peşinen düşünür. Luisa’nın parmağındaki yüzüğü görünce artık bir çift olduklarını anlar
kadar açık bir şekilde dile getirmese de içinde bulunduğu ruhsal durum şu dizeleri
hatırlama ile kendini ele vermektedir: “Yatağı ne ıstırap ne acı dolu olacak, her gece ona
135
capcanlı bir beden girecek, ağırlığını gayet iyi bildiğim ve hissetmenin insana iyi geldiği
bir bakış açısına sahip olan, arzularını ve duygularını frenlemeyi bilen bir anlatıcı ile karşı
karşıyadır. Ölüm ve aşk ikilemi arasında sıkışmış bir bireyi geçmişinden kurtulamadığı,
geleceğine de sarılamayışın öyküsüdür bu. María kendisini gelecekte daha iyi bir noktaya
açıklamak mı yoksa ebediyete kadar bir sır olarak kalmasına yardımcı olmak mı arasında
gidip gelen María kendi duygularını bir kenara bırakarak Luisa’nın yaşadığı o buhranlı
günleri hatırlamasıyla Díaz-Varela ile mutlu bir hayat sürmesinin yolunu açar. Birey
olarak bu erdemli gibi görülen tutumu belki de onun ölen ruhunun ve incinen duygularının
bir göstergesidir.
anlatıbilimsel açıdan bakıldığında okura anlatı kahramanın gözünden çekilen bir filmi
ilgili felsefi ve psikolojik derinlik barındıran yorumları, lineer anlatı yapısının kırılması
ve odaklanma tekniği ile aktarılma bakımından önemli bir örneği teşkil etmektedir.
Marías bu anlatısı ile olay öyküsünün temel ekseninde yer alan olayın anlatıcı karakterin
136
derinliğin, olayların anlatıcı karakter üzerinde bıraktığı etkisiyle de yakından ilgilidir.
Anlatı iki katmanlı bir yapıdan oluşmaktadır. Bu anlatılan şeyin zamanı bir de
anlatıda zaman adlı bölüm üç alt başlık halinde ele alınacaktır. Birincisi olay örgüsünün
kronolojisinin nasıl işlediği ifade eden düzen [order]; ikincisi anlatı söylemi ile olay
anlatı, anlatı söyleminin durduğu yerini yorum, değerlendirme, açıklama vb. gibi
Kurmaca evrendeki olayların zamansal dağılımı lineer bir sıraya tabi iken anlatı
gibi anlatıcının söylemin arasına yerleştirdiği ufak dokunuşlar söz konusu olabilir. Bunun
yanı sıra, bir kurmacanın yapısındaki zamansal kronolojik sıralaması okurun anlatılanları
algılaması bakımından da büyük önem taşımaktadır. Bir başka deyişle, okur muhatap
137
olduğu kurmaca evrende var olan olay ve kişileri zamansal ve mekansal bağlamda algılar
enamoramientos adlı eserde anlatı zamanında ortaya çıkan zamansal kırılmalar ve uzatı
husus kurgusal olaylara ve karakterlere dışsal bir bakış açısı yerine daha felsefi derinlikli
bir üslup benimseyerek içsel bir bakış açısı benimsemesidir. Çünkü “modernist yazında
özellikle romanlara atfedilen bir durum olarak zamanı dışsal bir olgu olarak görülmez,
ona içeriden daha zihinsel, psikolojik ve subjektif bir biçimde yaklaşılması söz konusudur
(Çıraklı 2015:38). Los enamoramientos adlı yapıt dört bölümden oluşmakta ve anlatı
söyleminde parçalı bir aktarım biçiminin benimsendiği gözlemlenir. Her bölüm arasında
Şimdi anlatı söylemi ile olay öyküsü arasındaki zamansal sapmaları belirlenmek
incelememizin konusu olan yapıtta Marías’ın anlatı söylemine müdahale ederek zamansal
sapmalara neden olduğu görülür. Biz burada Genette tarafından kullanılan “anakroni”
geriye dönük anlatım için analepsisi; ileriye dönük anlatım için prolepsis terimleriyle
ifade edeceğiz. Genette bir anlatıdaki anakronik değişiklikleri belirlemek için şöyle bir
örnek verir: Hikaye zamanında kronolojik olarak ilerleyen a, b, c, d şeklinde dört olay
138
açısından hikaye zamanında en başta yer alan “a” söylem zamanında en sonda yer alarak
analeptik bir özellik göstermiş olur (Genette 2020: 26-27; Çıraklı 2015:39).
sahnesiyle ilgili detayları paylaştığı bir girişle başlar. Ardından Miguel ve eşi Luisa’yı
kafeteryada gördüğü sahneyle karşılaşır okur. Daha sonrasında her ikisinin dış
görünüşüyle ilgili uzun uzun kendince bir dizi yorum ve değerlendirme yapar. Sonrasında
girişteki ilk ölüm sahnesine tekrar bir dönüş olur. Aynı şekilde müteakip pasajlarda
dair kendince derinlikli bir şekilde düşüncelere dalar. Buradan hareketle, anlatıcının
Bu romanda analeptik bir başka deyişle retrospektif [geriye dönük] anlatı niteliği
anlatının “şimdisine” işaret ettiği söylenebilir. Öte yandan, anlatının giriş bölümünün
devamında proleptik [prospective, ileriye yönelik] bir özelliği bulunan bir ifadeye yer
verelim:
gibi başlarına kötü bir şey geleceğini, her an birtakım şeylerin ters
139
gidebileceğini bilerek ya da hayat film ya da roman olmadığından, onlar için
Anlatıcı burada bir yandan onları gözlemlerken bir yandan da bu çiftin gelecekte
başlarından bir şey geçeceğini ima etmekte, öyküyü zaman çizgisinin dışına atarak olay
öyküsüyle ilgili bir önceleme yapmaktadır. Diğer bir deyişle, bu pasaj María’nın
yaşanacağını bildiği olayla ilgili görüşünü içermektedir. Bir diğer prolepsis örneği ise
Luisa ile María’nın aralarında geçen konuşma sırasında Miguel’in ölümünden sonra
Luisa’nın ne halde olduğuna dair María’nın yaptığı çıkarsamayla görülür. Şimdi bunu ele
alalım:
“[...] Son derece çaresiz olduğuna şüphe yoktu, öte yandan onu asla ve kata
çocukları umursamaz bir halde kendini haplara vermiş, ne işini ihmal eder
adeta içinde nihai bir aklıselim kaynağı vardı, ya da bir sorumluluk bilinci
Luisa’nın belirli bir süre sonra içinde bulunduğu bu matem havasından kurtulacağı ve bir
anlatıcı okura öykü söyleminde daha sonra gerçekleşecek olaylarla ilgili anlatı
Öykü zamanı ile söylem zamanı arasındaki kıyaslamaya geçmeden önce Los
enamoramientos adlı romanda olay öyküsünün tam olarak hangi yılları kapsadığı anılan
eserde tam olarak ifade edilmediğini söylemek yerinde olacaktır. Öykü zamanı ile söylem
zamanı arasındaki farkı tekrar hatırlamakta yarar vardır. Jahn’ın ifadesiyle söyleyecek
140
olursak söylem zamanı “bir okurun metnin tamamını okurken harcadığı süreye” verilen
addır. Öykü zamanı ise “metindeki bütün eylemin işgal ettiği kurgusal süreyi” ifade
etmektedir. Genette’nin bir anlatıda öykü zamanı ile söylem zamanı arasındaki ilişkiyi
belirlemek için kullandığı bir diğer başlık ise süredir. Süre başlığı bir anlatı metninin
olmak üzere 5 kategori içinde ele alınır. Bu kategorik sınıflandırma bize yazar tarafından
öykü zamanının söylem zamanında nasıl kullanıldığıyla ilgili bilgi verir. Rimmon-
Kenan’ın da belirttiği üzere, öykü zamanı ile söylem zamanı arasında paralellik bulunmaz
ve anlatı metninin süresini ölçmek de öyle kolay bir iş değildir. Burada tek ölçüt olarak
sayabileceğimiz şey okurdan okura değişebilecek okuma zamanıdır. Anlatının süresi ile
anlatılan şeyin süresini karşılaştırmak oldukça meşakkatli bir süreçtir. (Genette, 2020:79)
Basit bir diyaloğun yer aldığı pasajda bile söylem zamanı ile öykü zamanı tam olarak
örtüşmez. Bir diyaloğun öykü zamanında o anda gerçekleşen olaya ilişkin bütün detayları
veriyor gibi görünse de aslında tam olarak eşleşme olduğu söylenemez. Genette ayrıca
Biz bu beş kategorinin içinden ilk olarak “duraklama” ile başlamayı tercih edeceğiz.
Çünkü Marías’ın yazınında öykü zamanının sık sık durduğu ve anlatıcının söylem
nüfuz ederek düşünceleriyle ilgili tahminlerde bulunma gibi unsurlara yer verdiği görülür.
Marías’ın diğer anlatılarında olduğu gibi bu anlatısında da anlatı sadece diyalogların yer
aldığı sahnelerde yavaşlamaz, olay örgüsünün gidişatında kilit rolü olan hadiselerin
verildiği sahnelerde tasvir veya uzatılar yoluyla anlatı söylemi sık sık kesintiye uğrar.
141
Los enamoramientos, Miguel’in ölümünü anlatıcının gazetede öğrenmesi; Miguel
ve Luisa çiftinin kim oldukları, María karakterinin neden dikkatini çektikleri ve son
olarak Temmuz ayı sonlarında aniden kaybolmalarıyla başlayan süreçte neler olduğunu
kısmında María’nın Miguel’in ölümüyle ilgili kafasındaki gelgitler üzerine yaptığı yorum
öykü zamanı durmuş ancak söylem zamanı devam eder. Şimdi Los enamoramientos’ta
öykü zamanının durduğu ancak söylem zamanının devam ettiği bölümlerden birkaç örnek
konuşmasına ara verdiğinde onunla ilgili hisleri ve düşüncelerini anlattığı bölümde öykü
şekilde değişiklik gösterir. Şimdi anlatının gidişatını etkileyen duraklama kavramına bir
örnek daha verelim: Bu sahnede María Luisa’nın evindedir ve kocasının ölümünden sonra
dinmek bilmeyen üzüntüsünü bıçaklamayla ilgili bir takım bilgileri María’ya iletirken
anlatının temposunda yine bir değişiklik olur. Bu kez de María’nın ölen Miguel’in ölüm
anında aklından geçeçeğini tahmin ettiği düşünce ve duygulara ilişkin bizzat Miguel’in
duraklama söz konusudur. Sadece okur Miguel’in bıçaklı bir saldırıya uğradığı anda
yaşamış olabileceği panikle ilgili ana yoğunlaşır ve aktarım devam eder ancak öykü
zamanı duraksar.
142
Marías’ın kurmaca evreninde zamansal dokudaki değişimler okurunun alışık
olduğu ancak anlatı metninin anlamlı bir bütüne dönüşmesi için biraz daha üzerine
olan “sahne” [scene] kavramı üzerinden giderek bir örnek vereceğiz. “Adamın kılığında
hafiften modası geçmiş bir zarafet vardı. [...]” diye başlayan ve “hayat arkadaşlığı ve her
şeyden öte karşılıklı inanç vardı hallerinde” ifadesi ile tamamlanan sahne bölümünde
anlatı söylemi bir bekleme odasına alınmış ve eylemdeki başrolü üstlenen çiftle ilgili
ziyade, dramatik bir akışın yoğunluğuna yer verildiği olay öyküsünde tamamlayıcı işleve
atfedildiği bir görevi üstlenir. Zaten Marías’ın yazını aşırı bir şekilde sahnelemeye açık
değildir. Uzun uzun tasvirlerin yerine anlatıcının içsesini aktaran bölümlerin büyük
ölçüde ağırlığını hissettirdiği anlardan ibarettir. Romanın sonuna kadar yavaş yavaş
Şimdi ise anlatının ritmini etkileyen kavramlardan üçüncüsü olan “eksilti” ile
devam edeceğiz. Hatırlanacağı üzere eksilti “öykü zamanına ait bir kısmın metin
başından sonuna doğru bir artış gösterdiği ve 3. epizottan 4. epizota geçişte önemli bir
yıl geçti aradan” sözüyle María’nın Javier’in cinayetle ilgili itiraf sahnesinin ardından
kendisiyle bir daha görüşmediği ve aradan geçen bu uzun sürenin anlatı söyleminde
sadece birkaç sayfada hızlıca aktarıldığı dikkati çekmektedir. Bu “iki senelik” eksiltinin
143
tespit edildiği bölümde anlatıcı bu dönemde neler yaşadığına ya da yaşandığına
düşündüğünü hızlıca aktardığını görürüz. Buradaki eksilti açık bir eksilti olarak kabul
edilebilir. Zira okur aradan geçen zamanın ne kadar olduğunu ve bu geçen süre zarfında
Böylece Marías bu tür düşünsel odaklanmalarla iki unsuru etkili bir şekilde kullanmayı
eserin sonuna kadar bekletilmiş olur. Dolayısıyla gerilim ve merakın anlatının sonuna
“digression” denilen düşünsel kesitlerini etkili bir şekilde kullandığını gösterir. Anlatısal
söylem bir bakıma felsefi sorgulamalar açısından uç noktalara çıkarken, bu romanda etkin
ölümüyle ilgili gerçekleri kendince araştırırken bir dizi anlatısal boşluğu bilinçli olarak
göz ardı etmiş ve halihazırdaki sorulara verilmesi gereken cevapları eserin sonuna kadar
anlatısal tekniğin etkin bir şekilde kullanılmasıyla açık uçlu bir sonla buluşturur onu. Bu
sevk etmiştir. Netice itibarıyla, yazarın detaylı bir planlamayla oluşturduğu anlatısal
144
var olan bireye hakikati tam olarak anlatma/aktarmasının mümkün olmadığını
gösterilmeye çalışılan husus gerçeğin paradoksal bir boyutta olmasının insanın doğasına
145
3. 3. TRAVMATİK BELLEK VE BİLİNÇ: ASÍ LO EMPIEZA LO MALO
Tezin bu bölümünde Así empieza lo malo adlı romanda toplumsal travmanın bireyin
benliği ve belleğinin birinci şahıs geçmişe dönük anlatım yoluyla yeniden nasıl inşa
edildiği ele alınacaktır. Bu bölümde ilk olarak anlatının temel unsurlarından anlatı sesi ve
oynadığı rol üzerinde durulacaktır. İkinci olarak Juan de Vere adlı anlatıcı-odaklayıcı
durulacaktır. Son olarak da elde edilen bulgular ışığında, anlatıcının İspanyol toplumunun
çiftinin yaşadığı bireysel gibi görünen ancak genel olarak bakıldığında travmatik belleğin
Marías 1995 yılında bir Fransız dergisine verdiği röportajda İspanya’nın hafızasını
kaybettiğini ve sahte bir uzlaşma içinde yaşayan bir ülke haline geldiğini ifade eder. North
Carolina Üniversitesi öğretim üyesi Isabel Cuñado’nun da ortaya koyduğu gibi, Marías’ın
bu gözlemi “Así empieza lo malo” adlı anlatısında açık bir şekilde yansıtılır. Franco
İspanya İç Savaşı bağlamında yaşanan şiddet, hafıza ve etik arasındaki karmaşık ilişki
meşhur yönetmen ve yapımcı Eduardo Muriel ile eşi Beatriz Noguera çiftinin yaşadıkları
dram üzerinden ele alınır. (Cuñado,2017: 61) İç Savaş döneminde yaşanan çatışmalar
146
yüzleşmeyi başaramayan bir ülkenin hikayesi odaklayıcı karakter Juan de Vere’nin bakış
açısıyla anlatılır.
olduğu gibi, bu romanı da tarihsel bir travmanın odağında sahte kimliklerle ve gün yüzüne
çıkmamış suçlarla dolu geçmişi olan bir ailenin hikâyesini konu edinir. Bir erkeğin
mahkûmiyet, üzeri örtbas edilen ve onarılmayı bekleyen geçmişteki yaraları kolektif bir
sorumluluk bilinciyle hikaye edilir. Bu bağlamda, kadın vücudu sadece aile işi yaranın
değil aynı zamanda kolektif bir mücadeleyi simgeleyen bir metafor olarak algılanabilir.
gelişmeler ışığında ve aynı zamanda yeni sona ermiş bir diktatörlüğün geride bıraktığı
enkazın farkındalığıyla hikâyesini ele alır. Genç Juan sinema yönetmeni Eduardo
Muriel’in yardımcısı olarak çalışmaktadır ve eşi Beatriz Muriel’in yanı sıra aralarında
Profesor Francisco Rico ve doktor Van Vechten gibi çeşitli isimlerin olduğu patronunun
tecavüz ettiğini keşfeder. Tüm bu olup bitene kulak tıkamayı tercih eden Muriel
ona zindan eder. Boşanmanın mümkün olmadığı o yıllarda Beatriz evliliğin adeta rehin
aldığı bir bireye dönüşen, maruz kaldığı çifte baskının bir sonucu olarak depresyona giren
ve defalarca intihar etmeye teşebbüs eden bir birey olarak çizilmektedir. Juan bir
gözlemci olmanın ötesine geçerek Beatriz ile cinsel anlamda yakınlık kurar. Romanın
sonuna yaklaştıkça ima edilen okur odaklayıcı karakter Juan’ın Muriel çiftinin büyük kızı
147
3.3.1. Güvenilmez anlatıcı ve anlatısı sesi
izinsiz girişler [digression], gerek söylemde kopukluklara neden olan zamansal yapıdaki
anlatısal tasarım bakımından önemli yer tutmaktadır. Marías’ın Así empieza lo malo’unda
tasarlandığı görülür. Odaklayıcı-karakter olay öyküsünün içinde yer alan bir kurmaca
öykü dışı extradiegetik (öykü-dışı) bir anlatıcı özelliğine sahiptir. Şimdi Marías’ın anlatı
“Çok da uzun bir süre önce yaşanmadı bu hikaye- ortalama bir hayattan daha
kısa bir süre geçti üstünden, sona eren, bundan sadece birkaç cümleyle
veya süregiden bir hikaye belki de söz konusu olan” (Marías 2018:9)
148
Genellikle felsefi kurgu yazarı olarak tanınan ve anlatılarını nevi şahsına münhasır
“edebi düşünce” takdimiyle sunan Marías, bu romanını da kurgusal evrenle ilgili felsefi
hikayesinde yer alan kurmaca bir figür olduğu ve dolaylı yoldan kendine göndermeler
yaptığı görülür. Anlatıcı karakter anlatı söylemine ima edilen okurun işine yarayacak bir
dizi açıklama ile söze başlar. Dolayısıyla ima edilen okur, eserin başında öyküye
tür üst-anlatısal [metafiction] işlevi olduğu da söylenebilir. Her ne kadar anlatı söyleminin
başında kendini gösteren ve okura doğrudan hitap eden bir yaklaşım sergilemese de
anlatıcı karakterin Chatman’ın terimiyle açık [overtness] anlatıcı durumuna sahip olduğu
görülür. Kendini anlatı söyleminin arka planında tam olarak kamufle etmez ancak kişisel
kolaylaştırıcı bir anlatı stratejisinin varlığından söz edilebilir. Diğer yandan, söylemde
anlatıcı gerçek dünya ile ilgili görüşlerini de aktarmış olur. Olay öyküsünde karakter
olarak yer alan anlatıcı “tanık olarak ben” anlatısı özelliğini taşır. Artık anlatıcı daha
ahlaki bir ders çıkarmakla meşguldür. Bu anlatıda ima edilen okur “yan karakter olarak
dolayısıyla aynı zamanda birden farklı uzamda var olamaz, geleceği göremez ve
genellikle kahramanların zihinsel ekinleri üzerine yönelir. Son olarak anlatıcı sesle ilgili
olarak Bal’a atıfla ifade edersek Juan de Verde yansıtıcı [reflector] karakter olarak şahit
149
Tablo III: Así empieza lo malo’da Anlatı Tipolojisi
Hiyerarşi İkincil
Şahsilik Şahsi
Güvenilirlik Güvenilmez
150
Anlatıcı Juan de Vere, kendisine musallat olan geçmişini anlatmaya odaklanan bir
yaklaşımla ima edilen okura bugünün geçmişin nasıl gölgesi altında kaldığını göstermeye
çalışır. Aşağıdaki pasajın, Juan’ın yaşadığı bir travma üzerinden inşa edilen kurgusal yapı
aracılığıyla hâlâ çözüme kavuşmamış bir geçmişin içinde bulunduğumuz ânı nasıl etkisi
evlendiğinde günün birinde böyle bir şey olabileceğine dair bir beklenti bile
yoktu. Ne var ki daha doğduğumuz andan itibaren başımıza bir takım işler
kerhen sürükler peşinden eskidir ne de olsa, ağır ağır ezip geçmiştir pek çok
hayatı atıl gözcüsünün, uyuklayan ve yarı aralık tek bir gözle bizi seyreden,
de bir başka yerde teselli bulması çok daha zor olan, buldukları takdirde de
dönüyorlarsa beş kat çaba harcamak durumunda kalan kadınlar nasıl cesaret
Yukarıdaki alıntıda da görüldüğü üzere, açık anlatıcı Juan de Vere ahlak kuramcısı
gibi bir tavır takınarak olay öyküsünün gidişatına yön veren evlilik gibi toplumsal
kendi görüşlerini aktarmasının ardından ima edilen okur sanki ima edilen yazarın sesini
duyuyormuş hissine kapılır. Varsayılan yazar “tek bir kişinin sizi fark etmesi yeterlidir
üstelik, yahut kayıtsız bir bakış atması-, saklansanız da, kımıltısız ve sessiz dursanız da
inisiyatif alamazsınız, hiçbir şey yapamazsınız da bundan geri dönüş yoktur artık”
doğrudan ima edilen okura “siz” diye hitap ederek anlatıcının görüşlerinin arasından
Así empieza lo malo adlı romanda geçmişe dönük anlatı stratejisine anlatıcı-
toplumsal travma tarihsel arka planda resmedilirken anlatıcı Juan de Verde’nin roman
karakterleri sosyal bağlam içinde kurdukları ilişkileri ele aldığı görülür. Kurgusal evrenin
oluşumunda geçmişin kilit bir işlevi olduğunu gösteren anlatıcı-odaklayıcı karakter Juan
de Vere’nin anlatıyı inşa ederken kolektif geçmişten bir kılavuz niteliğinde yararlandığı
gözlemlenir. Roman gerçeği bilmenin bütünüyle imkansız olduğu bir dünyada, Juan de
temsil ettiği bir evreni imler. Franco’nun ölümünden sonra gelen yeni bir ülke vaadinin
Geçmişe dönük hikaye anlatımı Así empieza lo malo’nun kurgusal evreninde temel
çıkarılabilmesi bakımından başat bir anlatı tekniği olarak görülebilir. Anlatma edimi,
İspanya’da 1936-39 yılları arasında yaşanan kanlı iç savaşın ardından kurulan ve 36 yıl
boyunca varlığını sürdüren Franco rejiminin sona ermesiyle 1978 yılında ilan edilen
açıdan yeniden ele alınmasına hizmet eder. Anlatıcı Juan de Vere’nin anılarını o gençlik
çağının verdiği tecrübesizliği geride bırakarak bilinçli bir şekilde dile getirdiği aşağıdaki
anımsıyorum, bu konuda belli bir mesafe kat ettikten sonra imkânsız insanın
toy yılların toyluğuna geri dönmesi, […] kurbanı olduğunuz zamanı dile
getirmeniz için bile geri dönülemez cehalet, her kim ki masum yüzü takınarak
(Marías 2018:26)
Yukarıda verilen alıntı ile de görüldüğü üzere, geçmişe odaklı anlatımıyla Juan de
Vere yaşanmışlıkları bilinçli bir şekilde anlatma olgunluğuna sahip olduğunu gösterir.
İma edilen okura anlatı düzeylerindeki değişim Juan’ın hem güvenilir bir anlatıcı, hem de
153
özgürlüğünü yitirmiş bir karakter olduğunu gösterir. Bu nedenle, karakter Juan de
Vere’ye kıyasla anlatıcı Juan anlatma edimini gerçekleştirirken özgür iradesini elinde
tutar ve belleğin verdiği içgörüyle olayları yeniden düzenleyen bir özelliğe sahiptir.
Anlatıcı Juan de Vere ılımlı, mutedil ve makul anlatımıyla tanık olduğu hikâyenin
anlatıcısı olarak anlatının şimdisine, bir diğer deyişle olgunluk çağına atıfta bulunarak
artık hamlığı geride bırakmış; bilgi ve deneyim bakımından olgun bir karakter olarak
nesneleştirilir. İma edilen yazarın anlatı stratejisi olarak kullandığı anlatıcı ve yan
karakterin arasındaki fark dikkate değerdir. Zihinsel olarak yetişkinliğe özgü düzeye
erişen anlatıcı, yan karakter olarak yer aldığı olay öyküsünü anlatırken kendisini kısmen
de olsa olay öyküsünden yalıtır. Öykü düzeyinde tanık karakter olarak yer alan odaklayıcı
karakter anlatı düzeyinde olayları dışarıdan izleyen mesafeli anlatıcı olarak var olur.
olayları ortaya çıkarmak için anlatı metni geçmiş ile şimdiki zaman arasında gidip gelir.
Böylelikle, anlatının doğrusal zaman çizgisi bozulur ve öykü dışına çıkma olarak da
gözlemlenir. Bunun yanı sıra, odaklanmanın farklı düzeyleriyle de ima edilen okura farklı
imgelerin resmedildiği zihinler yansıtılır. Bu bakımdan, anlatı metni ima edilen okurun
oldukça dikkat gerektiren bir okuma serüvenine hazır olmasını gerektirir. Tüm bunlardan
yatkın ve öz bilinçlilikle yaklaşır. Böylece anlatıcının belleği geçmiş ile şimdiki zaman
154
3.3.2. Odaklanma ve anlatı düzeyleri
Así empieza lo malo’da varsayılan yazar, Juan de Vere’nin anlatı edimi aracılığıyla
geçmişe dönük bilgileri geri getirme ve bunu sunma biçimi olarak ise
“başlangıçta beni ilgilendiren pek de bir şey yoktu doğrusu, fakat kısa sürede değişti bu,
sırf elinin altında, hazırda bekleyen biri olduğumdan çeşitli işlerin yükümlülük ve
sorumluluğu bana verilmeye başlandı.” (16) ifadesiyle yan karakter olarak dahil olduğu
olay öyküsünde periferik bir karakter olduğunu kendi sözleriyle ortaya koyar. Bununla
birlikte, anlatan-ben geçmişte vuku bulmuş bir dizi olayın arkasında yatan hakikatın
bilinmesinin imkansız olduğunu düşünmektedir. Aynı zamanda, tanık karakter olarak ise
önemsiz gördüğü kişiyim ben[...]” (27) diyerek özgür iradesiyle Muriel’in kendisine
getirdiği sorular karşısında kişisel görüşünün pek ehemmiyeti olmadığını içten içe böylesi
bir itirafta varsayılan okura gösterir. Ayrıca, araştıran bir bilincin toyluğuna da atıfta
bulunan anlatıcı Juan de Vere, hakikatı bilme özgürlüğünü kaybettiği noktayı ararken
aynı zamanda anlatma edimi ile yeni bir bakış açısı kazandığını ve geçmişte vuku bulan
eylemlere ilişkin bir daha asla aynı gözlerle bakılamayacağını ifade ederek bir nevi
özgürlüğünü de aramaktadır. Geriye dönüp bakarak ruhuna saçılan zehrin ve bunun yol
açtığı huzursuzluğu dile getiren anlatıcı Juan’ın artık karakter Juan ile arasındaki fark
dikkate değerdir. Kurgusal dünyaya dışarıdan bakan bir bakış açısıyla odaklanan anlatıcı,
her ne kadar kurgu içindeki karakterlerden biri olsa da anlatı düzeyiyle psikolojik ve
zamansal açıdan tanık karakter olanla arasına mesafe koyar. “Yaşını başımı almış, aşağı
anlatısını olağanüstü kullanımında yattığını göstermektedir. İma edilen okur, anlatıcı Juan
155
de Vere’nin kendi belleğinde geriye dönük sembolik bir yolculuk yapmasıyla
“Adolfo Suárez iktidarıydı, kırk yıllık bir sürecin ardından seçimle gelen ilk
başbakandı; Franco dört beş sene önce ölmüştü. Bir yandan hükmü geçmiş
halkın kendini düşünmeye daha çok vermiş kesimi aslında üzerinden ne kadar
kısa bir zaman dilimi geçtiğine şaşıp kaldı; zira asırlar önce yok olup gitmişti
sanki, Sadece ülkenin bir kısmı bunu arzulamış, beklemiş, ummuş ve toplum,
hüküm sürdüğü, kendi yandaşları tarafından bile inanılmaz bir hızla netlik
kazandı.”(Marías 2018:37)
dinamiklerini geriye dönük anlatı tekniği aracılığıyla yansıtmaktadır. Her şeyin pamuk
ipliğine bağlı olduğu kaydedilen bu süreci anlatıcı yetişkinlik döneminin bakış açısıyla
yeniden ele almaktadır. Juan de Vere bir anlatıcı olduğunun bilincinden hareketle
anlatmakta olduğu hikayenin de farkında olduğu gözlemlenir. Zira anlatıcı yer yer
yaşanan gerek sessiz gerekse bir o kadar da karmaşık duyguların hakim olduğu bir
toplumun izdüşümünü ortaya koymaktadır. Yeni ülke vaadinin dillerde dolaştığı, dikta
dönemini geride bırakan İspanya’da toplumsal tükenmişliğin telafi edilmesi için ifade ve
basın özgürlüğü, yeni bir anayasa, sansürün kalkması gibi çeşitli adımlar atılmaya
çalışıldığı anlatı söyleminde aktarılan tematik iç anlatılarla ortaya konulur. Anlatıcı Juan
156
de Vere de artık bir karakter olarak değil anlatı söyleminde anlatısal bir araç olduğunun
bilincindedir. Zaman zaman iki anlatı düzeyi arasında bilinçli şekilde bulanıklaştırmanın
varlığı dikkat çekicidir. İma edilen okur, olay öyküsünün geçmişinde yer alan genç ve
deneyimsiz karakter Juan de Vere ile anlatıcı Juan de Vere arasındaki farkı Juan’ın anlatı
söylemine yerleştirdiği bir dizi gösterge ile ayırt edebilir. Böylece ben-anlatıcı zaman
kendi anlatım ediminde ortaya koyduğu göstergeleri desteklemiş olur. Olay öyküsündeki
başkarakterlerden Eduardo Muriel’in “sen başka bir kuşaktansın, haliyle olaylara farklı
bir bakış açısıyla yaklaşırsın, […] gençsin, başka bir kuşaktansın,” şeklindeki Juan de
Vere’ye yönelik sözlerinden bu durumu yansıtan bir ifade örneği olduğu söylenebilir.
Anlatı düzeyindeki değişimin bir diğer işareti de anlatıcı Juan de Vere’nin Eduardo
Muriel ile arasında geçen bir konuşmadan hareketle “Ama yine de, ne? Meselenin ilgimi
sağlayacağımı bilmiyordum. İşte bu, şimdi fark ediyorum ki gençliğin verdiği bir külfetti,
zira insanı konuşturmak kadar kolay bir şey yok aslında, hayatını konuşmaya vakf etmiş
bir kimse bile yok neredeyse.”(Marias 2018:31) biçiminde dile getirdiği ifadelerden
anlaşılır. Dolayısıyla kendisini anılarını aktarma aracılığı bulunan bir anlatıcı olarak
konumlandıran Juan de Vere iki zaman düzeyi arasında (anlatının şimdisi – hikâyenin
şimdisi) gidip gelir ve çeşitli seferlerde odak karakterlerin görüngüsüyle de kendi anlatım
yaşamını uzaktan uzağa izlemeye başlar. Yetişkin Juan anlatı ediminde anılarının
yolculuğa çıkarır. Anılar aracılığıyla aktarılan geçmişe ait sahnelerin arasında iliştirilmiş
anlatılar da yer alır. Anlatıcı aynı kalsa da odaklanma eylemi karakterin bakış açısıyla yer
değiştirir:
aramızdaki yaş farkından, arzu bağlamında, onu, sanki ben gerçek ve şimdiki
görüyordum.”(Marías 2018:68)
Burada belirtildiği gibi, Juan romanda anlatıcı olarak yer alsa da Beatriz ile ilgili
aktardığı anısını karakterin bakış açısından sunar. Romanın geneline bakıldığında çerçeve
anlatı içine yerleştirilmiş iç anlatılar ve buna bağlı betimlenen sahneler anlatı söyleminde
önemli bir yer oluşturur ve anlatıcı aynı kalsa da anlatıcının bakış açısı çeşitli durumlar
arasında geçen bir diyalog ifadesi yer almaktadır: “Hep aynı numarayı çekmekten
bıkmadın mı gerçekten? Daha kaç gece sürdüreceksin bunu? Uyumam gerek, çok
yorgunum, Juan ve ben zamana karşı yarışıyoruz biliyorsun,” Sinirliden çok sabırlı
geliyordu kulağa Muriel’in kapının öte yanındaki sesi” (Marías 2018:70). Burada, o ana
ait anının anlatıcının bakış açısıyla değil intradiegetik karakter Juan’nın bakış açısıyla
verildiği görülür.
Así empieza lo malo’da anlatıcı aynı zamanda odaklayıcı olarak da görev üstlenir.
görülür. Kuşkusuz bu tür anlatılarda ima edilen okura anlatıyı yorumlarken büyük
158
sorumluluk düşmektedir. Anlatıcı-odaklayıcı olayları kendine göründüğü gibi aktarır,
dilediği noktada anlatının şimdisine döner. Bunun yanı sıra, çarpıcı konularla ilgili
dünyasını demokrasiye geçiş döneminde olan İspanya’daki kalburüstü bir çiftin yaşadığı
“(1)Artık böyle bir zaman dilimi yok bizim noktürnal gecelerimizde, belki de
sebepten. […] (2) “Saçma sapan konuşma Eduardo. Bırak da sana sarılayım.
Çok huzursuzum, bir türlü uyuyamıyorum.” Bunu söylerken (ilk cümleyi yani)
Beatriz Noguera’yı bir an bir gülme aldı; kendisiyle alay ediyor olmasına
buydu: Muriel onu güldürüyordu, kuşkusuz her zaman güldürmüştü. (3) Bizi
sevmemek, ona mest olmamak çok zordur; en güç şeydir birlikte gülmekten
vazgeçmek, hele de bir kez o kişiyi bulduktan sonra ve kayıtsız şartsız yanında
anlatılanların geçmişte kalan bir hikâye olduğunu bir kez daha vurguladığı görülür.
Bununla birlikte, (2) anlatıcı Juan’nın zihni, genç karakter Juan’ın bakış açısıyla Muriel
ve Beatriz çiftinin arasında geçen sahneyi yeniden kurgular ve anlatma ediminin dışında
Böylelikle, varsayılan okur Muriel ile Beatriz arasındaki ilişkide Beatriz’in maruz kaldığı
muameleyi odaklayıcı karakterin görüngüsüyle algılar. Buna bir diğer örnek ise
anlatıcının şu sözleri ile verilebilir: “O akşamdan beri Van Vechten’le ilgili her şey beni
159
huzursuz ediyordu ve yeniden karşılaştığımızda ondan kaçmak zorunda kalacağımı
düşünüyordum. “Ama evet, elbette hatırlıyorum. İnsan keyfine göre bir şeyleri unutamaz
ya” (Marías 2018:165). Burada anlatıcının ifadesinden de anlaşıldığı üzere, anlatım edimi
bahsetmek mümkündür. Diğer bir yandan ise odaklayıcı karakter Juan de Vere’nin Van
Vechten ile ilgili düşüncelerinin sonrasında gelen bu ifade anlatıcı Juan de Vere’nin
edindiği tecrübesi diline yansır. Bunun yanı sıra, anlatıcının yoğun düşünceler içinde
kayboluşu, geride bıraktığı o günleri hatırlayışı ve içinde bulunduğu ana dönüp “ima
edilen” yazarın maskesiyle okura doğrudan seslenmesi anlatı söyleminde olay akışının
öz bilinci yüksek ve belirli bir düşünce derinliğine sahip olmasıdır. Felsefi düşüncelerin
bir boyuta yükseldiği bilinir. Deyim yerindeyse, Marías’ın yapıtlarında ima edilen okur
genel olarak felsefeyi ve şüpheyi varoluşsal bir iç mesele olarak barındıran anlatıcılarla
karşılaşır. Aşağıda verilen pasaj, anlatıcı Juan de Vere’nin anlatı söyleminin sanatsal
“(1) Onun için barizdi belki ama benim için şaşırtıcı, hatta huzursuz ediciydi.
kararsız ve aklı bulanık bireyler olarak, sanki tamamlanmamış bir tablo veya
bitmemiş, ister yarısı yazılmış, ister yarısı okunmuş – çok da büyük bir fark
içinde hala- ama çok ama az- her türlü şey olabilir, şu veya bu karakter
ufak bir merak uyandırmayabilir de, işte o zaman sayfaları çevirmek bir
ardından yapacak bir şey yoktur artık. Kendi yolunda ilerleyen insanlar için
vardır, kimi hayatlarsa, içlerinde çok dikkat çekici hiçbir şey olmuyor gibi
gözükse veya ilgi çekici kısımları gizlenmişse de, hatta hepsi salt bir
2018:168)
koyarken bir anlatıcı olarak kendi zihninden geçenleri bahse konu olayların arasına ekler
ve anlatı söyleminde ikinci düzeye geçilmiş olur ve böylece esas anlatının geçmişte vuku
bir anlatıcı olduğu görülür. Birinci şahıs anlatıcı olarak geçmişe ait tecrübelerini taraflı
olarak ortaya koymaktadır. Así empieza lo malo’da olaylar güvenilmez bir anlatıcının
161
zihninden aktarılması anlatının doğruluk payını sorgulanabilir kılar. Olayların arasında
kimi zaman bir paragraf kimi zaman bir, iki, üç sayfadan oluşan duygusal ve derin
Vere’nin tanık karakter olarak hikâyeye dâhil oluşu onun anlatımının güvenirliğini
tartışmalı kılmaktadır. Anlatı stratejisine işaret eden anlatının güvenilirlik durumu anlatıcı
Juan de Vere’ye anlatı söylemiyle ilgili yorum yapmak görevi üstlediği ifade edilebilir.
Anlatıcı Juan de de Vere’nin anlatı söylemine çok sayıda izin girişi bir diğer ifadeyle
monologları aracılığıyla anlatıcı olay öyküsüyle ilgili yorum yapma işlevi üstlenerek
“Belki de düşündüğüm bu değildi de, şimdi, yaşımı başımı almış, aşağı yukarı
anımsıyorum; bu konuda belirli bir mesafe kat ettikten sonra imkansız insanın
toy yıllarına geri dönmesi, başka bir dönemde anlamadığınız bir şeyi bir kez
çıkardığınız yahut kurbanı olduğunuz zamanları dile getirmeniz için bile geri
bulunmasıyla güvenilmez bir anlatıcı profili çizer. Burada Juan de Vere’nin anlatıcı
altını çizmiş olduğu görülür. Bunun yanı sıra anlatıcının sıkıntılı ve endişeli bir zihni
olduğunu gösteren aşağıdaki alıntı ima edilen okura anlatıcının güvenilmezliği açısından
hakikati saklamak veya yalanlar söylemek, devasa bir uğraş bunu sürdürmek,
artık, geçmişe dayanıyor, olanlar oldu ve geri dönüşü yok artık, geçmişe
dönmek de mümkün değil. Gelinen noktada gerçek diye bir şey yok,
Yukarıdaki pasajda güvenilmez bir insan profili çizen anlatıcı Juan de Vere
sağlayacak veri belki de yok denecek kadar azdır. Bununla beraber anlatıcının kasıtlı
olarak olay öyküsünün sonuna kadar bir takım bilgileri eksik anlattığı ve söylemin
eşit yakınlıkta düzenlenmiş 11 bölümden oluşan “Así empieza lo malo” adlı anlatıda
izlenimler, hatıralar ve anlatıcının dile getirdiği uzatı niteliğindeki felsefi üst anlatılar da
de Vere’nin günahını zaman içinde bulma ve bunlara ısrarlı bir şekilde açıklama getirmek
“Çok da uzun bir süre önce yaşanmadı bu hikâye –ortalama bir hayattan
daha kısa bir süre geçti üstünden; sonra eren, bundan böyle sadece birkaç
esintide uçup giden küllerden başka hiçbir iz bırakmayan bir hayat ne kadar
Yukarıdaki pasajdan da görüldüğü üzere, anlatıcı karakter Juan de Vere geçmiş ile
gelecek arasında düzensiz bir şekilde geçişler yapar. “Así empieza lo malo” adlı romanda
anlatım üslubu anlatıcının olay öyküsüne ait kareleri aktarırken çeşitli boyutlarda anlatı
dönerek yeniden yaratılmasına dayanır. Anlatıcı karakter Juan “suspense” hissi yaratması
için ima edilen okur açısından anlaşılması zor bir söylem oluşturur ve zihinsel oyalanma
taktiğine bol bol başvurur. Sakin ve zararsız bir insan olarak resmedilen karakter Juan
seçme özgürlüğüne sahip olduğunu ancak bunu bir şekilde kaybettiğini ve böylece
anlatıcının da karakterle arasına zihinsel mesafe koyarak bahse konu seçme özgürlüğü ne
zaman ve nasıl kaybettiği konusunda ima edilen okuru araştırmaya davet eder. Aslında
burada anlatıcı benliğini karanlıkta kaybederken, yeni bir odak oluşturmaya ve gerçek
164
Marías’ın Mañana empieza lo malo, Corazón tan blanco ve Los enamoramientos
adlı romanlarında olduğu gibi, Así lo empieza lo malo’da da anlatıcının istemli yada
istemsiz olarak maruz kaldığı çevrenin meraklı bir gözlemcisi olduğunu gösterir. Burada
derinlikli zihinsel bilince sahip ve çevresinde olup bitene duyarsız kalmayan bir anlatıcı
tipinin tercih edilmesiyle anlatı ediminde yer verilen olay ve kişilerin aralarındaki ilişkiyi
belirleyen bir bakış açısı ortaya çıkarılmaya çalışıldığı görülür. Bulunduğu ortamlara
ilişkin kapsamlı bir izlenim edinen anlatıcı bu yönüyle hem doğrudan hem de dolaylı
olarak kendini etkileyen unsurlara ve onlarla ilgili unsurlar karşısında bu gözlemi bir güce
başlamasıyla ev içinde olup bitenlere daha çok maruz kalır. Böylece kendisi için görece
yeni olan bu ortamda daha derinlikli bir şekilde bakar ve kendini eleştirel bir pozisyonda
konumlandırır. Anlatı edimine konu olan eylemlere analitik bir bakış açısıyla yaklaşır.
Dolayısıyla kendi konumunun farkında olan anlatıcı karakter geçmişte tanık olduğu olay
öyküsünü geriye ve ileriye dönük anlatısal hareketlerin bütünüyle iç içe geçtiği anlatı
söyleminde kimi zaman içsel kimi zaman ise dışsal bir bakış açısıyla olayları ele alır.
Böylelikle anlatısını genç Juan’ın algısıyla deneyimlediği olayları olgun Juan’ın bakış
açısı ile aktarır. Anlatıcının anlatı söylemine gerek zamansal gerekse olay öyküsüne
tematik açıdan zenginlik katan olaylara yer vermesi onun bir hikâye anlatıcısı olarak
özgürlüğünün farkında olduğunu gösterir. Sinema yapımcısı Muriel ile anlatıcı Juan de
Vere’nin Doktor Van Vechen’in geçmişi hakkında aralarında geçen diyaloğun üzerinde
anlatıcı iç savaşla ilgili bir meseleye açıklık getirirken döneme ilişkin toplumsal
“Gençlerin çoğu bilmez bu tabiri ama neslim hâlâ epey âşinadır; anne
dilinde yer alırdı, onlardan duyardık yani üç yıllık savaş süresince böyle bir
165
gezintiye çıkmamış, sayılı aile vardı. […] Madrid’de veya Sevilya’da gerek
etmesi zor üstüne bir de yüz ifadesi olan yeni bir çöp türüymüşçesine, insan
omzunda tüfeği olan bir milis? Savaş biter bitmez birini ele mi verdi,
tanıdıklarını ihbar edip kurşuna dizilmeye mi gönderdi? Bir tür cellat mıydı,
2014:33)
yer verdiği hatıraları arasında Franco döneminin İspanyol toplumunun üzerinde bıraktığı
derin izlerle tasvir edilen yaşanmışlıklar olduğu görülür. Genç karakter Juan’ın bakış
almış olmasına rağmen henüz küçük dairelere bölünmemiş eski, kocaman bir
evdi. Muriel’in ailesinin bir hizmetçisi vardı hâlâ. Çocuklarına dadılık etmişti
hemen öncesinde tüm işleri ustalıkla çekip çeviren hizmetçinin odası yer
166
alıyordu, hissiz mi yoksa alık bir kadın mı olduğunu insan anlamıyordu. –
2014:64)
Yukarıda alıntılanan pasajda küçük Juan’ın bakış açısıyla verilen sahnede anlatı
ediminin dışsal bir çerçevesini oluşturan anlatıcının kendi deyimiyle “çok okumuş, hayli
tablo görmüş, en aşağı bir o kadar da film izlemiş ve epey bilgili olan biri olarak odak
göstermektedir. Anlatıcı Juan’ın erkek olarak Beatriz ile kaçınılmaz olarak uzak
anlatıcının açıklamalarında ortaya çıkar ve ima edilen okuru anlatıcı olarak kendisinin
olayların içine çekildiği andan itibaren ulaştığı tespitleri görmeye çağırır. Bu açıdan
bakıldığında, kendi geçmişinde cereyan etmiş olayları araştırıyor gibi görünen anlatıcı bir
muameleler karşısında elinden bir şey gelmemesi ve sadece olup biteni uzaktan izler.
Dikkatli bir okuma getiren roman anlatı düzeyleri arasında gidiş geliş, anlatıcının bilinçli
olarak anlatı söylemine müdahaleleriyle sahne, eksilti, özet, hız bir dizi anlatı tekniğinden
yararlandığı görülmektedir.
roman kişisi Juan de Vere’nin kendi benliğini bulma arayışı içinde olması dikkat
çekicidir. Daha önce bahsedildiği gibi, Franco döneminin izlerinin toplumun belleğinde
167
hayaletvari bir şekilde dolaştığı romanda, anlatıcı bu tarihsel travmayı kadın vücudunun
üzerinden ele almıştır. Gizli suçların gölgesinde kalan bir evliliğin tasvir edildiği romanda
anlatıcının bir yandan bir şeyin tam olarak bilinemeyeceğini de vurgulamak istediği
görülmüştür. Anlatıbilim açısından romanı en ilginç kılan özellik birinci şahıs anlatıcının
statüsünün farkındadır. Juan de Vere yüksek gözlem yeteneği olan ve öz-bilinçli bir
kurmaca kişisidir ve ima edilen okura anlatı söyleminin arasında girerek sık sık
daha kapsamlı bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Diğer yandan, bireyin tanık
kurgusal karakter olarak Juan de Verde henüz İspanya’da boşanmanın mümkün olmadığı
dönemde birbirine katlanmak zorunda kalan çiftin çatışmasına neden olan konuları
keşfetmeye çalışır. Juan de Vere tutkulu bir gözlemci olarak bu araştırmanın içine girer
ve ima edilen okura olay öyküsünün tüm detaylarıyla ilgili anlatı tekniklerinin gücünden
şekillendiren bahsi geçen olayları elli yaşlarına geldiğinde yeniden anlatarak kendi
Beatriz çiftinin yaşamlarına dahil oluşuyla başlayan olaylar silsilesinde genç Juan’ın
168
kurtulmanın yolunu mevzubahis olayları kendi bakış açısıyla anlatarak mümkün
olabileceğini düşünmüştür. Diğer yandan, 1939 yılında sona eren İç Savaş’ın ardından
başlayan, kırklı ve ellili yıllarda devam eden düşünce, din/inanç özgürlüğü alanında
devam eden pek çok kısıtlamayla ilgili Franco’nun ölümüne müteakip değişim
rüzgarlarının esmeye başlamasıyla ve var olan sorunların çözümü için iki tarafın
çektikleri acıları unutmaya çalıştığı anlatıcı Juan de Vere’nin bakış açısıyla detaylı olarak
ele alınmıştır. Varsayılan okur ikinci dereceden iliştirilmiş anlatılar ve sayısız odaklanma
yoluyla gerçekle kurmacanın iç içe geçtiği bir anlatı sürecine dahil edilmiştir. Anlatıcı
Juan de Vere, karakter Juan’ın bilgisiyle çıktığı anlatma yolculuğunda zamansal açıdan
çarpıtılmış bir kronolojiyle ve yoğun bilgi aktarımının olduğu bir sunumla buluşturulur
ima edilen okur. Sayısız anı, sahne ve diyaloğun yer aldığı romanda anlatıcı anlatının
şimdisine dönerek bahsi geçen olaylara ilişkin olgun Juan de Vere’nin bakış açısıyla ve
anlatıcı Juan de Vere’nin, Marías’ın diğer romanlarında olduğu gibi, istemli yada istemsiz
olarak maruz kaldığı çevrenin meraklı bir gözlemcisi olduğu görülmüştür. Burada
derinlikli zihinsel bilince sahip ve çevresinde olup bitene duyarsız kalmayan bir anlatıcı
tipi çizilmiştir. Dolayısıyla bu tez çalışması açısından mühim olan hususun anlatıcının
hakim bir bakış açısıyla anlatı ediminde yer alan olay örgüsü ve kişilerin aralarındaki
169
3.4. İKİLİ ANLATISAL YAPI ÖRNEĞİ: BERTA ISLA
Javier Marías’ın 2017 yılında Alfaguara Yayınları tarafından basılan Berta Isla adlı
yapıtı anlatım biçimleri açısından birbiriyle farklılık gösteren on bölümden oluşur. Her
ne kadar ilk bakışta aşk ve casusluk romanı olarak değerlendirilirse de yarı İspanyol yarı
İngiliz Tomás Nevinson’ın evine dönmesini bekleyen İspanyol eşi Berta Isla’nın
hikayesini konu edinir. 1969-1990 yılları arasında yaklaşık yirmi yıllık bir süreçte Madrid
ve Londra arasında geçen duygu dolu bir hikaye anlatılmaktadır. Eserle ilgili genel olarak
bilgi vermek gerekirse üçüncü şahıs anlatıcı aracılığıyla aktarılan ilk bölümün girişinde
bekleyerek yaşamaya alışan bir insanın psikolojisi ele alınır. Buna müteakip yarı İngiliz
yarı İspanyol olan kocası Tomás Nevinson’ın gelgitleri, gamlı ruh halleri, yapıp ettikleri
yılının İspanyası’nda bir üniversite öğrencisi olan Berta’nın Franco karşıtı yapılan
almasıyla İngiltere’de başlayan öyküsünün anlatılması ile devam eder. İkinci bölümde ise
okur Tomás ile evlenmiş Berta’nın geçmişe dönerek zaman zaman gençlik macerası olan
gençlik heyecanını dindirmek için edindiği sevgilisi Janet ile ilgili yaşadığı havailik ve
yeniyetmelik maceraları ve bir akşam Janet’in evine gittikten sonra değişen hayatının
başlangıcına bir yer verilir. Oxford’daki hocası Wheeler’ın üstün yetenekleri ve taklit
etme becerisi sebebiyle kendisine ettiği Britanya devletine hizmet etmek üzere “gizli
numaralı şüpheli konumuna gelmesiyle hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı ifade
edilir. Yol ayrımında olan Tomás ya hapse düşecektir ya da gizli ajan olarak kendisine
170
sunulan şartlı hayatı kabul ederek uzatmalı sözlüsü Berta ile olan ilişkisini bir şekilde
sürdürme imkanı bulacaktır. Üçüncü bölümde ise birinci şahıs anlatısı olarak dile getirilen
başlaması, Berta’nın da mezun olduğu Estudio Koleji’nde cüzi bir maaşla öğretmen
olarak göreve başlaması ve akabinde kocasının sürekli huzursuz ve düşüncelere dalan hali
betimlenir. British Foreign Office için çalışmayı göze alan Tomás’ın herkesten saklı,
kaçamak” yönleri Berta’nın anlatımıyla sunulur. Cana yakınlığı ile tanınan Tomás’ın
Berta’nın dikkatinden kaçmaz ve kendisine başına bir şey gelip gelmediğini sorar ve
Tomás ise bunu mezuniyetin vermiş olduğu boşluğa yorarak lafı bir şekilde çevirmeyi
başarır. Berta Tomás’ın “yüreğinde karabasanlar biriktirmiş” diğer bir deyişle “kararmış
ruhuyla” yaşamayı kabullendiği tasvir edilir. Onunla birlikte yaşamak için biraz daha
güçlü olması gerektiğine kanaat getirir. Daha sonra Berta’nın oğlu Guillermo ile bankta
vakit geçirirken tanıştığı İrlandalı çift ise Berta’nın Tomás’un uzun süreli yok oluşları
İspanya’dan tayinleri çıktığı için ayrılmak durumunda kalan Kindelan çiftiyle yaptığı
olabileceğine dair bir dizi fikir edinir. Kendisine verilen numaraları ısrarla aramasına
zamanı Franco sonrası döneme denk gelmektedir. Dördüncü bölümde ise Berta’nın
çaresiz bir şekilde Londra’da görevde olduğunu sandığı kocası Tomás’a ulaşıp olup biteni
anlatma çabası aktarılır. Ancak tüm girişimleri neticesinde hiçbir şekilde kocasından bilgi
alamayan Berta’nın kendi deyimiyle karanlıkta kalışının portresi çizilir. Aradan geçen
171
uzun süre zarfında kocasından da herhangi bir haber alamaması korkularının iyice
artmasına neden olur. Tomás ile ilgili söylenenlerin gerçeği yansıtma ihtimali üzerinde
durur ve bir takım araştırmalar yapmaya çalışır. Aradan geçen dört haftanın sonunda
kocasından bir telefon alır ve Madrid’e döneceğini öğrenir. Kocasıyla ilgili her şeyi
bildiğini sanan Berta’nın aslında hiçbir şeyi bilmediğinin farkına varır. Tomas eve uzun
zaman sonra döner ve Berta’nın bitmek bilmeyen sorgulamaları karşısında herhangi bir
cevap da veremez, çaresizdir. Çünkü açıklasa devlet sırrını ifşa etmekten başlarına dert
açılacağını bilir. Ancak Berta Tomás’ın kendi hayatında seçebileceği ender şeylerden
biridir. Tomás’ın Madrid’e dönüşünden sonra Berta ile yaşadığı sancılı sürecin ele
alındığı beşinci bölümde Berta kocasıyla ilgili gerçekleri kısmen de olsa anlar. Kızları
Elisa’nın doğumuyla ailenin huzuru nispeten biraz daha geri gelse de Tomás’ın M15 ya
etkilemeye devam edecektir. Okul yıllarında tanışıp üniversiteden mezun olduktan sonra
evlenen bu çift ömürlerinin yarısını birbirinden ayrı geçireceği sahne sahne aktarılır.
Berta’nın anlatımıyla devam eden altıncı ve yedinci bölümde ise Arjantin tarafından
başlayan olayların ailenin kaderinin nasıl değiştirdiği ele alınır. Bu bölümde verilen
dönmesi tam on bir yıl sürdüğü gibi Tomás’ın da Malvinas Savaşı’ndan sonra Madrid’e
geri dönmesinin on iki yıl aldığı görülür. Bu süreçte yaşanan olayların anlatıldığı
sekizinci ve dokuzuncu bölümlerde ise üçüncü şahıs anlatı biçimine geri dönülür. Son
bölümde ise ailesinin ve yakınlarının yıllardır kayıp veyahut ölü olarak kabul ettiği
172
Guillermo ve Elisa ile ilişkisini yeniden tesis etmeye çalışması, bir nevi kaybettiğini
Romandaki nonlinear bir anlatı zamanı ve karmaşık bir olay öyküsüyle geleneksel
romandan ayrışır. Her ne kadar geleneksel romana uygun bir biçimsel yapısı olmasa da
metninin parça parça sunuluşu, okurun zihninde anlaşılması güç bir yapı oluşturur. Berta
ustalıkla işlenmiştir.
kurgusal evrenin daha iyi anlaşılabilmesi bakımından önemli bir rol oynadığı bilinir.
etmektedir. Gerek çok katmanlı yapıya sahip oluşu, gerekse ana anlatıya yerleştirilmiş
bölümden bölüme anlatıcının değişmesinin sonucu anlatıya mahsus “ikili sesin” (dual
voice) ortaya çıkışı gibi başlıca özelliklerle anlaşılması zor bir metin olarak
eserin daha iyi idrak edilebilmesi konusunda faydalı olacağı mütalaa edilmektedir. Bu
sunan bir biçimsel yapıya sahip olan bu eserinde yer alan baş karakterler, ikili anlatıcılı
sonrasında İspanya’da yaşanan politik ve toplumsal gelişmelere ilişkin bir dizi tarihi
173
öğeler ustalıkla işlendiği görülmektedir. Çalışmamızın bu bölümünde öncelikle anlatıcı
tipolojisine ardından da yazarın anlatım biçimi bakımından önem arz eden tekniklere
odaklanılacaktır.
Romandaki anlatıcı ile ilgili özellikleri çözümlemeye geçmeden önce anlatının iki
katmanlı yapısından diğer bir deyişle anlatı söylemi ve olay öyküsünden olduğunu
gibi kuramcıların geliştirdiği kavramlar bir anlatıcının anlatıdaki rolünün daha bütüncül
öyküsünü anlatmaya istediği yerden başlayabilir, dilerse linear bir anlatı biçimi tercih
Marías’ın Berta Isla adlı romanının on bölümden oluştuğu daha önce belirtmiştik.
Romanın ilk bölümü üçüncü şahıs anlatısı ile başlar ve ikinci bölümde de aynı anlatım
tarzı devam eder. III. bölümde ise birinci şahıs anlatıma geçilir ve bu durum VII. bölüme
kadar bu şekilde devam eder. Yazar VIII. ve IX. bölümlerde tekrar bir üçüncü şahıs
anlatımına dönerken son bölüm ise birinci şahıs anlatımıyla tamamlanır. Bu bölümde
biçimlenişi ve ritmik etkileri gibi anlatının yapısını oluşturan dinamikler ayrı ayrı
incelenecektir.
homodiegetic [öykü-içi], yetkili yazar ve figural anlatı durumları gibi anlatıcıya özgü bir
174
“Kocası gerçekten kocası mıydı, bir süre ondan emin olamadı, hani insan
zihninin yönetiminde mi yoksa tükenip ipin ucunu kaçırmış mı bilemez ya, işte
ona benzer bir şey. Bazen kocası olduğunu, bazen kocası olmadığını
Yukarıda verilen pasaj Berta Isla’nın giriş bölümünden alınmıştır. Her şeyi bilen
bir anlatıcının varlığı göze çarpar. Ancak okuru pasif bir konuma çeken bir anlatıcı
durumu söz konusu değildir. Her ne kadar bu pasajda anlatım yönünden oldukça kapalı
ve iç odaklanmalı bir yaklaşım görülse de heterodiegetic [öykü-dışı] bir anlatı sesi okurun
geçiren bu kadın hakkında doğrudan yada dolaylı bir bilgi verilmez. Bunun yanısıra okur
olarak bizler üçüncü şahıs anlatısının kendisine gönderme yapan herhangi bir şahıs zamiri
de kullanmadığı görülür. Anlatıcı sesinde belirsizlik vardır. Okuru öykü içine çekmek
için karakterlerin kim oldukları, ne zaman ve nerede geçtiğine dair herhangi bir açıklama
çarpmaktadır. Eserin I, II, XIII ve IX numaralı bölümlerinde öykü içinde yer almayan
“omniscience” her şeye hakim anlatıcı kullanılırken, III, IV, V, VI, VII ve X numaralı
yazarın anlatı söyleminde iki anlatıcılı kurgusal bir yapıyı tercih ettiği görülür.
“Tomás Nevinson ile 1974 yılında evlendim, San Fermin de los Navarros
175
yaşındayken girdiği kolejin hemen yakınında. Henüz yirmi üç yaşını
doldurmamıştık, o kiliseden saçma bir pozla, kol kola çıktığımızda (hiç öyle
yürüdüğümüz olmamıştı, sonra dan da olmadı) ben beyaz giysili, elimde bir
[...] Bir hatanın hata olduğunu kanıtlamak için o hatayı sonuna değin işlemek
gerekir ve o vakit insan geri dönmeye çabalar, ziyansız tarafından, yani her
şeyi berbat etmeden gerisin geri gitmek için artık çok geç kalmışken. Benim
(Marías, 2017:111)
Bölümden bölüme anlatı sesinde görülen değişimden dolayı diegetik olan bir
anlatıcı ile başlanan III. bölümün giriş pasajını şimdi ele alacağız. Burada görüldüğü
üzere anlatıcı roman kahramanlarından biri ve başından geçen bir olayı aktarıyor. Biraz
yüksek sesle okunduğunda metinden yansıyan sesin hüzünlü ve hayal kırıklığına uğramış
bir kadına ait olduğu göze çarpıyor. Anlatıcının kullandığı dil ve duygusal yaklaşım bize
anlatı durumuyla ilgili istenilen düzeyde bulgular sunuyor. (Bu romanı önceden okuyan
bir okur anlatıcının Berta Isla adında bir İspanyol kadın olduğunu bilir.) Nasıl ki bütün
anlatıların açık ya da kapalı bir anlatı sesi varsa burada da anlatısal açıdan açık bir söylem
ettiği tonlama trajik olup geçmişte aldığı ve kaderini değiştiren kararın bir hata olduğunu
hissettiren bir yaklaşımı olduğu göze çarpıyor. Karamsar, içine kapanmış bir anlatım
176
dönük bir anlatı biçimi söz konusudur. Yaşadığı dönemde boşanma hakkı olmadığını dile
Hiyerarşi Birincil
Şahsilik Şahsi
Değerlendirmeci Öznel
Güvenilirlik Güvenilir
21 İspanya İç Savaşından (1936- 1939) sonraki dönemde General Francisco Franco’nun önderliğinde yönetilen
İspanya’da toplumsal yapıyı etkileyecek pek çok konuda değişime gidildiği bilinmektedir. Bu bağlamda, 1932 yılında
yapılan anayasal değişiklikle kadınlara verilen boşanma hakkı Franco döneminde yürürlükten kaldırılmıştır. Bilindiği
üzere, İkinci İspanya Cumhuriyeti döneminde (1931-1939) eski gücünü kaybeden Kilise Franco döneminde yeniden
eski gücüne kavuşmuş ve kadınlara tanınan boşanma hakkının aile birliğinin kutsal olduğunu savunarak yürürlükten
kaldırılmasına öncülük etmiştir.https://libreria.cis.es/static/pdf/REIS_007_08_UwyMWfk.pdf
177
Romanın III, IV, V, VI, VII ve X numaralı bölümlerinde anlatıcı Berta’dır.
Yukarıda yer alan şemada ise anlatı tipolojisi bakımından anlatıcının özellikleri ortaya
koyulmaktadır. Anlatıcının hikayedeki tavir etme biçiminde açıklık olduğuna dair bir dizi
pragmatik işaretler yer almaktadır. Berta kocası Tomás’ı beklerken geçen zamanda
kendini göstermesine olanak sağlar. Diegetik bir anlatıcı olan Berta olay öyküsündeki baş
özneldir çünkü kendi yaşam öyküsünü aktaran bir karakter olarak anlatının merkezinde
yer almaktadır. Olay öyküsünde yer alan çerçeve hikayeyi ve iç anlatıları aktarırken pek
de tarafsız olduğunu söylenemez. Çevresinde olup bitenlerle ilgili kısıtlı bilgiye sahiptir
ve anlatı metninin son bölümlerine kadar kocası Tomás’ın gerçekte yaşadığını ve onun
için sahte bir ölüm kararı çıkarıldığını bilemez. Madrid'de yaşayan Berta kocasının iş
söylemindeki herhangi bir anlatısal uzamda yer aldığı düşünülür. Marías’ın roman
kahramanları genellikle diğer karakterlerin bilincine nüfuz etmekle bilinir. Ancak Berta
Isla’da bu durumla pek karşılaşılmaz. Tabloda en sonunda yer alan kriter anlatıcının
varsa eserin son kısmına gelindiğinde de yaptığı eylemler ile uyumluluk gösterir. Anlatı
söyleminde yazarın anlatıcının üslubu için genellikle geçmiş zaman ve çeşitli diyalogların
Hikayede kullanılan dil, ağdalı ve parçalı bir yapıya sahiptir. Anlatıcının gerek
İngiliz, İspanyol ve Fransız yazar ve şairlerden yaptığı alıntılar gerekse de dünya tarihinde
178
yakından takip edilen önemli siyasi gelişmelerle ilgili yaptığı yorumlarla engin tarih ve
Marías’ın genel olarak kurmacalarında homodiegetik bir anlatıcı ses tercih ettiği
bilinir. Ancak ilk defa bu eserinde kullandığı ikili anlatı yapıyla söylem bakımından daha
karmaşık bir teknik ortaya konur. Heterodiegetik anlatıcı sesin yapısı oldukça kapalıdır.
Bir noktada varsayılan yazar (implied author) ilintili bölümler barındırsa da genel de
kendisinden hiç bahsedilmez. Adeta kapalı bir kutudur. Anlatıcı üçüncü şahıs anlatısı olsa
getirilmiştir. İma edilen okur onunla ilgili bir öğeye anlatı söyleminde rastlamaz. Wayne
Booth’un, Rhetoric of Fiction’da ortaya koyduğu üzere ima edilen okurun anlatı metninde
ortaya konulan ifadelerden hareketle gerçek yazarla ilgili zihninde oluşturduğu bir
retoriktir. Roman ilerledikçe belirli aralıklarla değişen anlatı sesi söyleme hareketlilik ya
da sessel bir değişiklik kazandırdığı söylenemez. Zira hakim anlatıcının sınırlı otoritesi,
oluşturduğu kurgusal bir imgedir. Dolayısıyla gerçek yazarla doğrudan ilintili olduğu
ağır yükün konu edindiği bu romanda yavaş yavaş ve tekrar eden bir şekilde anlatıcı-
itibariyle konusu bakımından casus romanını andırsa da casusluk unsurları bir şekilde ana
karakterlerin ortaya koydukları dünya görüşleri, yüz yüze kaldıkları gerçekler ve bunları
179
bir şekilde kabul etmek zorunda kalmalarından kaynaklı felsefi sorgulamalarının
gerisinde kalır.
homodiegetik anlatıcı tercih ettiği bölümlerde bağışlayıcı, sabırlı ve güçlü bir anlatıcı
karakter yaratmayı başardığı söylenebilir. Tomás’ın pek çok aksanı mükemmel bir
şekilde taklit edişinden yararlanmaya hevesli olan İngiliz istihbaratı karanlık bir zekanın
baskısıyla onu kendi saflarına katmayı başarır. Öykü dışı anlatıcı ses tarafından aktarılan
epizotlarda saman zaman iç odaklayıcı karakter olarak sözü alan Tomás’ın yıllarca evine
“Öyle, uzun yıllar önce, 1974 Madrid’de evlendim. Daha ben burada
miydim. İki çocuğumuz oldu, biri oğlan biri kız. Şimdi on iki yıl oluyor, onları
kalabilmek için. Onlar beni öldü sanıyorlar, tabi inanmışlarsa, Berta demek
Ve bir kızım daha var, birkaç yıl birlikte yaşadığım ve gerçek adımı bilmeyen
bir kadından. Ama kızım benim adımı taşımıyor, uyduruk bir soyadı var,
Öte yandan, İspanyol evlatlarımın yaşamının büyük bir bölümü kaçırdım bile,
suskunlukları ve sırlarla dolu hayatı kendi anlatımıyla ortaya koyulmaktadır. Farklı görüş
gözünden bu şekilde tanımlanır. Dolayısıyla ima edilen okur, o ana kadar Berta’nın görüş
açısıyla öğrendiği gerçekleri Tomás’ın ayrıntılı bir şekilde aktardığı pasajdan bilgilerle
3.4.2. Bakışaçısı/Odaklanma
bölümünde yer vermiştik. Bahse konu anlatı kuramlarının tercih edilme nedenlerini
başlamıştık. Çalışmamızın bu bölümünde ise Berta Isla (2017) adlı romanda odaklanma
kavramını ele alacağız. Daha önce Berta Isla’da iki sesli [dual voice] anlatı yapısının
son yıllarda romanda anlatıcı kadar bakış açısının da önemli olduğu bilinmektedir. XX.
yüzyılın çoğu modernist anlatısında benimsenen karakteristik bir ifade biçimi olan bakış
için kullandığı görülmektedir. Şimdi Berta Isla adlı eserde odaklanma türleri üzerinde
durulacaktır.
İma edilen yazarın anlatı sesi ile bütünleşen bir anlatısal strateji biçimi olarak
roman ima edilen okura iki anlatıcı tarafından aktarılır. Anlatı sesindeki ikili tasarım
181
durmak istediğimiz mesele Berta’nın hem anlatıcı hem de odaklayıcı karakter olarak yer
nasıl bir işlev gördüğü üzerine olacaktır. Genette’nin terimlerinden hareketle, Berta
Isla’nın iç odaklayıcı bir özellik gösterdiği, hikâyeyi anlatırken kendi bakış açısıyla
yaşayan Berta’nın özellikle gerilimin olgusunun arttığı anlarda anlatı retoriği olarak
odaklanmaya başvurduğu görülür. Böylece söz konusu olaylarla ilgili daha fazla bilgi
verilirken, anlatı söylemi yavaşlar ve hatta olay öyküsü zamanı ile birbirine çok yaklaştığı
görülür. Hayatının büyük bir bölümünü geri dönüp dönmeyeceğini bilmediği birini
sunulur. Casus romanı formunda tasarlanan anlatı metninde hareketli bir kurgusal
yapıdan ziyade daha çok karakterlerin düşüncelerinin iletildiği bir atmosfer vardır.
kimlik gelişiminde nasıl etkili bir unsur olduğu da yine zihinsel ekinlerin sunulmasıyla
ortaya konulur. İma edilen okur eserde karakterin içinde bulunduğu oluş sürecini
“odaklanma” oyunlarıyla daha yakından aralar. Anlatının girişini “in ultimas res” olarak
adlandırılan bir biçimsel pencereyle aralayan okur romanın ilerleyen bölümlerinde kimi
yerlerde bir, iki, üç ve daha fazlası bir yılın bir iki sayfada anlatıldığına şahit olurken
182
ve işinin getirdiği gizliliğin vermiş olduğu ruhsal bunalımlı hallerine kendince anlamlar
Onun bu hareketlerini rasyonel bağlamda değerlendirmeye çalışan Berta bir yansan ucu
açık sorgulamalarına cevap ararken bir yandan da ortaya koyduğu gerekçelerle onu haklı
çıkarmaya çalışır. Zaman zaman Berta ve Tomás’ın ortadan uzun süreli kayboluşlar
aynı olayları algılama biçimini ve yorumlarını serimler. Eserde anlatı aktörü olarak
Berta’nın bulunduğu bölümlerde Berta, kendi geçmişini anlatmaya odaklandığı için bakış
bölümden oluşan bu eserin altı bölümünde baş kahraman olarak Berta Isla’nın geçmişte
tecrübe ettiği olayları diegetik bir anlatıcı (öykü-içi) olarak aktardığını ifade etmiştik. Öte
yandan geriye kalan dört bölümün ise diegetik olmayan (öykü-dışı) anlatıcı tarafından
bölümlerden odaklanma türleri ile ilgili ayrı ayrı örneklemler saptanmaya çalışılacaktır.
Anlatı metninin birinci bölümünde üçüncü şahıs anlatıcı Tomás’ın yaptığı işle ilgili
düşüncelerine odaklanır.
“Hem zaten bilmemen daha iyi olur demişti bir seferinde, [...] Çoğu zaman
mahkum, oldukça hüzünlü öykülerdi; kırk yılın başı eğlenceli yanı olan şeyler
de vardı, ama hemen her zaman çirkin ya da daha beteri, moral bozucu. Ve
183
Bu kısa pasajda da görüldüğü üzere, heterodiegetic anlatıcı, anlatı söyleminde
değişken ve kolektif bir dışsal odaklanma ve olay öyküsünde yer alan bir karakter
derecedir.
Roman I. ve II. bölümlerde üçüncü şahıs anlatımdan III. bölümde birinci şahıs
bölümlerde algı iç odaklayıcı karakterlerin bilinçlerine göre farklılık gösterir. Her şeye
hakim anlatıcının görüldüğü bahse konu bölümün girişinde, kendi halinde bir üniversite
öğrencisi olan Berta’nın 1969 yılında Franco rejimine karşı çıkan işçi ve öğrenci
vererek onlara bir nevi iç odaklayıcı görevi üstlendirir. Böylece anlatıya çok sesli işlev
kazandırılmış olur. Sonraki pasajlarda ise hikayenin diğer baş karakteri Tomás’ın
Oxford’daki hocasıyla arasında geçen diyaloglara odaklanır. Sıradışı dil yeteneği olan
Oxford’lu profesör Wheeler ile Tomás’ın gelecek planlarıyla ilgili konuşmalarına yer
verilen bölümde yansıtıcı karakterlerin bakış açılarıyla anlatı metni yönlendirilir. Tomás
184
ve Wheleer’ın dünyayı değiştirmek üzerine yaptıkları sohbet; tarihsel, kültürel ve
ideolojik açıdan çok yönlü olduklarına dair panoramik bir çerçeve çizilirken iç
odaklayıcının görüş açısına bağlılık gösterilir. Burada Bal’ın deyimiyle Tomas, Berta,
kazandırırlar. Aynı şekilde metindeki hakim bakış açısı kırılarak, anlatıda çoklu ve
değişken bakış açısı kullanılarak farklı kişilerin aynı olayları nasıl algıladıkları ve
Berta Isla ile eşsiz bir biçim yakaladığı düşünülen Javier Marías bu eserinde
Bahse konu anlatıcıların ilki dışöyküsel olup eseri hakim bakış açısıyla aktatır. Bununla
tabi olmadan okura sunar. Her ne kadar anlatı “in medias res” anlatı biçimiyle başlasa da
ilerleyen safhalarda eserin ana kahramanlarıyla ilgili genel olarak okura bilgi verilir.
vasıtasıyla ifade edilmesi incelememiz bakımından önemli bir unsur teşkil etmektedir.
çekilmiş bir film izliyor gibidir. Bu çerçevede, Berta’nın karşı karşıya kaldığı etik ve
Marías’ın gerek ulusal gerekse de uluslararası kesimlerce çok beğenilen eseri Berta
genellikle anlatım ile olay öyküsü arasında karmaşık bir bağ vardır. Örnek vermek
185
gerekirse karakterin paylaştığı sahneler, zihninden geçen düşünce ve algılara kıyasla daha
kısıtlıdır.
bebeği arabasına koyup hava almak, gezinmek için gidiyordum; çok yakında
oturuyordum, hemen hep aynı bank bir elimde kitap, öbür elimde
uzaktan gördüm, tam karıkocaymış gibi görünen bir erkek ve bir kadın, kadın
Bir taş banka oturdular, tam benim bir ağaç gölgesinde oturduğum tahta
bakın karşısında, onlarsa güneşte kaldılar, ılık mı ılık bir Mayıs sabahıydı.
(Marías, 2017:126-127)
geçenler aktarılmaktadır. Yukarıda yer alan paragrafta anlatı söylemi ile hikaye zamanı
birbirine oldukça yakındır ve yazar dış zaman ve uzam hakkında detaylara da yer
vermiştir. Bankta oturup karşıdan gelen çiftin kendilerini uzaktan izlediği hissine kapılan
186
Anlatının III. bölümünden itibaren okurun sadece anlatıcı-odaklayıcı bakış açısıyla
karşı karşıya geldiği rahatlıkla görülebilir. Anlatı metninin birinci şahıs anlatıcılı
her iki sorunun cevabının da Berta olduğu ifade edilebilir. Okur Berta’nın anlatımıyla lise
olduktan İngiliz devletine hizmet eden bir casus oluşundan, araları gittikçe açılan uzun
öğrenir. Tomás İngiliz istihbaratının hizmetine çalışan bir genç olmasından sonra değişen
bir dizi kısıtlılıklara sahip olduğu için algısal sınırlılık barındırmaktadır. III. bölümün
başında Berta’nın yirmi üç yaşını doldurmadan Tomás ile evlenmesiyle ilgili bir anekdot
paylaşıyor. Tomás ile yaptığı izdivacın bir hata olduğunu anlamasına ilişkin bir takım
olan faktörlerle ilgili detaylı bilgi vermesi Tomas ve kendisi üzerinde cazibe yaratmayı
başardığı söylenebilir.
geçiren bir kadının başından geçen ve kocasıyla ilgili varsayımsal durumları hatırladığı
biçimde sunmasıyla karşı karşıyadır. Anlatı metnini duygu ve trajedi ile süsleyen
Tomás ve Oxford’taki öğrencilik döneminden tanıdığı hocası Mr. Southworld ile arasında
187
geçen diyalogla verir. Böylece Tomás’ın yıllar sonra yeniden ortaya çıkışını öğreniriz.
Romanın sonunda, bir yanda Tomás’ın yıllardır görmediği karısının (kısmen de olsa Bay
Tupra’dan ailesi ile ilgili bilgi almaktadır) kendisinin hayatta olduğunu bilmemesinden
ötürü ona karşı beslediği hislerinde bir değişiklik olup olmadığını bilmemesi ve geri
döndüğünde onu nasıl karşılayacağına dair şüphelerle çizdiği yalnız ve çaresiz insan
motifi ile diğer yanda gençliği özlemle geçen ve kocasını Arjantin-İngiltere savaşı
sırasında kaybettiğini sanan Berta’nın özlem ve beklentiyle sorularına cevap arayan insan
motifi ile ahenkli bir şekilde resmedilir. Çalışmamızın bu bölümde bir anlatı metninin
tartışma konusu olsa da anlatı metni açısından okurla doğrudan etkileşim içinde
evrende var olan insan benzeri özelliklere sahip bir varlık olarak belirir. Karakterlerin
anlatılan olaylarda ne kadar küçük rolü olduğuna bakılmaksızın hikaye dünyasının bir
parçası olarak tanımlanır. Başka bir deyişle, karakterler anlatılarda araçsal bir işlev
üstlenir. Eserde meydana gelen olaylar karakterlerin özellikleri üzerinden dile getirilir.
(Margolin, 2014:66-79) Kimi zaman gerçek bireylerden esinlenerek kimi zaman da hayali
olarak tasarlanan kurmaca karakterleri inkar etmenin romanı inkar etmek anlamına
geldiğini ifade eden Amerika araştırmacı James Wood edebiyat gibi kurmaca
roman karakterleri tıpkı insanlar gibi karmaşık, düz, derinlikli, sığ vb. özelliklerle inşa
188
tartışmalar sürse de kurmaca anlatıların analizinde karakterleri görmezden gelmek
mümkün değildir. Okurla etki tepki halinde olan karakterlerin anlatının inşasında
çekiciliği ile şekillendirildiği söylenebilir. Çağdaş estetik kurama göre karakterler uzam
karakterler icat edilir, diğer bir deyişle bir takım edebi sanatsal geleneklerden hareketle
Karakterlerin var olması ve yaşaması metinler için gereklilik arz etmektedir. Margolin’in
ifade ettiğine göre karakterler gerçek uzam ve zamanda var olmakdıkları için soyut
çıkarımlar yoluyla bilinebilirler. Nitekim, karakterler bağımsız bir dünyevi varlığa sahip
karakterler yaratmak için metindeki bir aracıya bilgi atfetmek olarak tanımlanabilir.
bir dizi özellikler atfeden metin olarak anlaşılmaktaydı. Ancak zamanla gerçekte anlatı
her türlü özelliği aftedebildiği düşünülmeye ve anlatı metinlerinde bir karaktere ilişkin
açık atıfların artık anlatıcıyı güvenilmez olarak gösterdiği görüşü benimsenmeye başlandı
(Jannidis, 2013:24).
alan karakterlerle ilgili klasik dönem sonrası anlatı kuramlarıyla ilgili pek çok
189
sınıflandırma yapılmıştır. İngiliz araştırmacı E.M. Forster’ın kurmaca figürleri
sınıflandıran ilk bütüncül tipolojik çalışmasının yanı sıra günümüzde konuyla ilgili çeşitli
karakterler arasında yaptığı ayrım, bir kişinin fark edilen karakter özellikleriyle ilgili
Berta Isla çok yönlü iki karakterin yaşantılarından yirmi yıllık bir kesiti sunmaktadır.
özelliklerinden söz edecek olursak detaylı bir betimleme yapmak gerektiğini söylemek
davranmadığı ve ne yapacağı konusunda kesin olarak bir yargıya varmanın zor olduğu
gözlemlenir. Berta’nın yalnız ve bekleyen kadın profili okurun ona yakınlık duymasını
ve Tomás’ın karşı karşıya oldukları durumlarla ilgili sürekli şüphe duymaları ve bunları
gerçekten bilme ve bilmeme ikileminde kalmaları onları derinlikli bir analiz gerekliliği
ortaya çıkarır. Nitelikli bir karakter olarak tanımlanabilecek Tomás’ın okur tarafından
detaylı bir şekilde hatırlanması zordur çünkü okura anlatı söyleminde derinlikli bir profil
diğer ana karakter Tomas’ın bir takım özelliklerini ortaya çıkmasını sağlayan karakter
Berta’dır ve kocasına kıyasla daha sönük bir kurmaca figür olan Berta’nın Tomás
190
Olay örgüsünün çift sesli yapısından dolayı karakterleştirmenin Berta’nın anlatıcı
olarak yer aldığı bölümlerde anlatıcı tarafından yapıldığı görülür. Kültürlü ve çok yönlü
bir karakter olan Berta her şeye muktedir değildir. Burada kapalı bir oto-karakterleştirme
sürede konuşarak kendini karakterize eden bir anlatıcı vardır. Diğer yandan diegetik
şeye hakim bir anlatıcı karakterleri betimleyici ifadeler kullanmayı tercih ettiği
görülmektedir. Burada üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, anlatıcının
anlatılan ve yorumlanan her şeyi kurgusal gerçeklerle ilgili yetkili bir izahat olarak kabul
etmesi beklenir” şeklinde açıklar (akt. Jahn, 2017: 115). Her ne kadar diegetik anlatıcılı
söyleminde olaylarla ilgili yorumlar yapması, güvenilir bir anlatıcı özelliği taşıdığını
gösteren önemli bir göstergedir. Diğer yandan, güvenilmez bir anlatıcı okurun onunla ve
koyan anlatıcıdır. Burada, Tomás’ın bazı pasajlarda anlatıcı olarak karşımıza çıktığında
okurda şüphe uyandırırken mimetik açıdan güvenilir bir anlatıcı olduğu kabul edilebilir.
yer almaktadır:
3.4.3.1.Berta Isla
Romanın ismini taşıdığı kadın karakter Berta Isla, esmer güzeli, Madrid’de doğmuş,
iki çocuk annesi ve gizli ajan Tomás Nevinson’un karısıdır. Marías’ın genel olarak
191
karakterlerinin genel özelliği Berta’da da tezahür etmektedir. O da bildikleri,
kocası mıydı, bir süre ondan emin olamadı, hani insan uykuyla uyanıklık arasında,
düşünüyor mu yoksa düş mü görüyor, hala zihninin yönetiminde mi yoksa tükenip ipin
ucunu kaçırmış mı bilemez ya, işte ona benzer birşey.” (Marías 2019:9) Alıntından da
duyan Berta’nın karakterine işlemiştir. Bunun yanı sıra, uzun bekleyişlerin gölgesinde
geçen yaşamıyla Berta bilincinde ve uykularında sürekli tetikte olan bir roman figürü
olarak sunulur. Onun kötü fikirli biri olduğunu söylemek mümkün değildir. Aksine
Tomás’ın İngiliz dış istihbaratı M16 bünyesinde işe başlamış olmasıyla Berta’nın
başlarına gelme ihtimali olan olayların pek farkında değildir. Daha sonra her şeyin
farkında varan Berta kendi halinde bir dünyasıyla ve hayatında olup bitenleri anlatırken
evlerinde misafir olduğu o gün yaşadıkları anlarda aklından geçenlere şahit olduğumuz
olduktan sonra başlayan değişik ve gizemli serüveni karşısında eski günlerindeki gibi
3.4.3.2.Tomás Nevinson
Mardid’de Berta ile tanıştıkları andan itibaren onun ilgisini çeken, iki dilli, İspanyol
anne ve İngiliz babanın oğlu olan Tomás yakışıklı, eğlenceli tavırlarıyla dikkat çeker.
Tomás Oxford’dayken geçici bir süreliğine birlikte olduğu genç kızın evinde ölü
görüşü ortaya koyan roman iki dünya arasında dolaşan bir ruh olarak betimler Thomas'ı.
192
Böylece Marías’ın felsefi tartışmalarını Tomás karakteri üzerinden sürdürdüğü
görülmektedir.
bulunmak için ilk olarak eserde yer alan hangi kurmaca figürün karakterleştirmeyi
yeniden kavuşmuştum, beni ilk gören birisi yanınma küçük bir çocuk
yakıştıramazdı, hiç sanmıyorum, Tomás’da onlardan biri oldu, beni ilk kez
durumunda olan Berta doğumdan sonra kocasının yokluğunda fiziksel olarak geçirdiği
“Şapkalı delikanlı Berta’nın elini sımsıkı kavradı, ama irkilmiş gibi olmadı,
miğferin altında bir çift mavi gözle gür kaşlar göze çarpıyordu, kırları akla
193
getiren hoş yüz çizgileri vardı, güneyli, Endülüslü falan olmalıydı.” (Marías,
2017:25)
Yukarıdaki alıntıda görüldüğü gibi öyküde karakter olarak yer almayan anlatıcı
1969 yılında genç bir üniversite öğrencisi olan Berta’nın Franco rejiminin polislerinin
katıldığı bir gün Milli Polislerce köşeye sıkıştırılmak üzereyken imdadına yetişen genç
Çağdaş İspanyol yazınının önde gelen romancılarından Javier Marías’ın Berta Isla
adlı eserinde anlatımın inşasında önemli işlevi olduğu görülen iliştirilmiş anlatıların
penceresi olan anlatı evreni farklı anlatı düzeylerinden oluşabilir. Birincil diegetik seviye
diğer alt anlatıları kapsar. Alt diegetik düzeylerde yer alan gömülü anlatılara
of levels] ve anlatıcılar ile anlatı düzeyleri arasındaki ilişki sayısız şekilde kurulabilir.
Yazar bu tür anlatıları bir diğerine eklemekte ve bu anlatı düzeylerini birbirine göre
düzenlemekte özgürdür (Çıraklı, 2015:10). Metadiegetik anlatılar birincil düzey anlatı ile
ve boşluklar anlatı analizi ile ortaya konulabilir. Aynı hikayenin farklı bölümler farklı
194
Tezin bu bölümünde incelediğimiz romanda farklı anlatı düzeyleri ele alınacak ve
Berta Isla adlı romanda okura karakterlerin gelişimi anlatı içine yerleştirilmiş iç anlatılar
aracılığıyla verilir. Bu tür iç anlatılar olay örgüsüyle ilgili geçmişte yaşananlarla ilgili ne
ezilen Prag ilkbaharı kıtanın yarısında -kısa süreli de olsa - bir kaynaşma
olağanüstü hal ilan etmeye sürükledi, o da zaten pek sınırlı olan hakları daha
karabasanı olan Siyasi toplum Polisi tarafından üç gün önce bildiri dağıtmak
kez değiştirilen ve çelişkilerle dolu açıklamaya göre yirmi bir yaşındaki genç
bakanı Fraga ile hükümet yanlısı Abc gazetesi oları bir intihar vakası olarak
195
yazdığı bir mektubu parçalara bölüp çarpıtarak, bunalımını dile getirdiği
neredeyse hiç kimseyi inandırmadı, olay bir siyasi cinayet olarak görüldü,
çünkü öğrenci, “Felipe” diye anılan Halk Kurtuluş Cephesi’nin yani Franco
karşıtı etkisiz bir gizli örgütün üyesiydi, o sıralar tüm örgütler kaçınılmaz
nedenleri vardı, hem yalnızca tüm diktatörlük hükümetlerine kök salmış olan
yalan söyleme adetinden ötürü değil: Nitekim, yirmi yedi yıl sonra, üç polis
birinin kırılmış olduğu saptandı, hemen hiç kuşkusuz, o kemikten bir kurşun
anlatıcı eserin baş kahramanları Berta ve Tomás gençlik dönemine denk gelen 60’lı
anlatıyı okura aktarmaktadır. Buradan hareketle ilgili dönemde yaşanmış bahse konu
olayla ilgili araştırma yaptığımızda anlatıcının ortaya koyduğu ikincil düzey anlatı metni
yüksek tirajlı gazetelerinden El País’in söz konusu cinayetle ilgili 17 Ocak 2009 tarihinde
yayımladığı haberin ilk bölümünde yirmi bir yaşında olan Enrique Ruano’nun Franco
hayatını kaybettiği; Hukuk Fakültesi öğrencisi olan Ruano’nun Halk Özgürlük Cephesi
196
Örgütü’nün üyesi olduğu ve intihar ettiği” bilgileri yer almaktadır. Haberin devamında
gizli bir tanığın bugün Principe de Vergara Caddesi olarak bilinen yerde silahlı üç polis
tarafından adı geçen öğrenciye işkence edildiğini gördüğü ve söz konusu işkence
kanıtlarını yok edemedikleri için Ruano’yu camdan fırlattıklarını ifade etmiştir. Söz
konusu haberde bu olayın üstünden kırk yıl geçtikten sonra Son Margot (kız kardeşi) ve
Lola Ruiz’in (sevgilisi) adalet önünde sorumluların cezasını çekmesini istedikleri için adli
yer almaktadır. 22
Daha öncede ifade ettiğimiz gibi, yukarıda yer verilen alıntı gerek okura Franco
döneminde yaşanan çarpıcı ve trajik olaylardan bir örnek sunmasıyla gerekse de 1939-
aktarılması açısından önemli bir işlevi üstlenmiştir. Bu iliştirilmiş hikayede yer alan olayı
Fakültesi’ne girdiği yıl gerçekleştiği ifade etmiş ve anlatılar arasında doğrudan bir
nedensellik ilişkisi kurmuştur. Dolayısıyla esas anlatı ile intradiegetik anlatı arasında
tematik ilişki de kurulmaktadır. O güne kadar politikaya karışmamış ve başına dert hiç
açmamış Berta’nın yaşanan trajik olayı izleyen günlerde yapılan protestolara katıldığı
konusuyla ikinci düzey anlatı matrisa anlatıya bağlanıp çerçeve anlatıda bütünlük
sağlanmıştır. Bunun yanı sıra, kurmaca figür Böylelikle anlatı söyleminin tümüyle
Anlatı yapısına uygun olarak belirli epizotlara yerleştirilmiş bu ikincil düzey anlatılar
kısımda ise aşağıda yer alan bir iliştirilmiş anlatıya daha yer vereceğiz:
uzak olmayan iki ülke arasında akla gelmeyecek, saçma bir savaşın yaklaştığı
görülüyordu. Arjantinli askerler iktidarı ele geçireli altı yıl olmuştu ve her
ve açık seçik düşmanca bir tavır sergilemiyordu. Ama saldırı saldırıdır, fiilen
tükenecekti, yanıtsız kalamazdı. [...] Falkland’lar kıtanın üç yüz mil, yani dört
çarpışmalar göreceksin, çaresiz Savaş hep var, söyledim ya, ama ancak kırk
yılda bir gözle görülür. Bu bütün dünyanın gözleri önünde olacak. [...] her
198
Yukarıda görülen iç anlatı tek bir diegetik anlatı düzeyinde sınırlandırılamaz.
Genette’nin tipolojisine göre bir iç anlatıyı birinci olay öyküsü düzeyinden ayrılan unsur
ikincil derecede bir anlatı olmasından kaynaklanmaktadır. Burada ana çerçeve anlatı ile
bağlantılı tarihi bir olayın detaylarına yer verildiği görülmektedir. Bu iliştirilmiş anlatı
okura ana hikaye ile tematik açıdan ve açıklayıcı olması bakımından derinlik
kazandırmaktadır. İki buçuk ay süren savaşı günü gününe takip eden intradiegetik anlatıcı
Tomás’ın İngiliz devleti tarafından göreve Falkland Savaşı ayrıntılı bir şekilde açıklanır.
Anlatıların teknik açıdan analizi söz konusu olduğunda zamanın gerek hikaye
gerekse de anlatı metni açısından önemli bir faktör olduğu bilinir. Tezimizin bu
bölümünde Berta Isla adlı romanda anlatı stratejisi olarak zamansal unsurların nasıl
durulacaktır. Romanın ektradiegetik anlatıcılı bölümlerinde genel olarak ima edilen okur
baştan sona zihinsel ve fiziksel bir devinim içerisinde olan Berta ve Tomás’ın nasıl bir
yaşamları olduğu aktarılır. Kocası Tomás’ın görevleri dolayısıyla sık sık ve uzun
aralıklarla yanlız kalan Berta, psikolojik olarak maruz kaldığı yıpranma sürecinde ve
uydurma bir plana inanarak gerçeği yaşadığını zanneder. Romanda böylelikle paralel iki
zaman oluşturulmuştur. Bu romanı diğer iki romandan ayıran en önemli faktör iki
Ekstradiegetik anlatıcının, “kocası gerçekten kocası mıydı, bir süre ondan emin
olamadı, hani insan uykuyla uyanıklık arasında düşünüyor mu yoksa düş mü görüyor”
199
karıştırır. Böylelikle ekstradiegetik anlatıcı anlatının en başından anlatıya felsefi bir
derinlik kazandırır. Eserin başlangıcında görüldüğü üzere, zaman ve uzama dair işaret
geçtiğine dair belirtiler kendini göstermektedir. Berta ile Tomás’ın birbirlerini ilk
görüşleri İspanya döneminde kurallara uymayarak karma ve laik bir eğitim kurumu
Okur “in medías res” olarak bilinen yöntemle anlatı söyleminin içine doğrudan
çekilir. Uzun ve felsefi monolojik sorgulamalarla okuru olayların doğrudan içine çeken
Marías anlatıyı farklı seslere de yer vererek zenginleştirir. Anlatı zamanı açısından süre
sorunu neredeyse her epizoda farklı bir özellik gösterir. Anlatının genelinde zamansal
kaymaların yoğunluğu ima edilen okur açısından zorluk teşkil edilebilir. Anlatı zamanı
odaklanmalar yoluyla olay öyküsünün geçmişi ve bugünü arasında gidip gelir. Özellikle
ana karakter Berta’nın zihni tarafından inşa edilen bölümlerde zaman kavramını atfetmek
bir hayli zordur. Sonuç olarak anlatı metni paradoksal bir biçimde zamansal ve uzamsal
boyutları ihlal eder ve linear bir anlatı çizgisinden uzaklaşır. Böylelikle zamansal
sapmaların net bir şekilde analizinin yapılmasına direnen bir yapıya sahiptir. İma edilen
okurun ana karakterlerin başlarından geçen olayları zamansal ve uzamsal çerçeve içinde
konumlandırmakta zorlanır.
burada daha önce olduğu gibi analepsis ve prolepsis terimlerini kullanmaya devam
edeceğiz. Bilindiği üzere, anlatı söyleminde bir analepsis “anlatının şimdisinden” daha
önce cereyan etmiş olayların geriye dönük bir şekilde anlatılmasıdır. Anlatı deyim
yerindeyse geçmişe dönerek olay ya da karakterlerle ilgili bilgi verir. Buna karşılık
200
prolepsis de olay öyküsünün akışında daha sonra gerçekleşmesi gereken bir olayı anlatı
yasaklanmış biri olarak Berta’nın yaşamına her geçen gün tahammül edilemez hale gelen
şüpheleri ve duygularının dile getirilmesiyle başlar. Daha sonra ise anlatı çiftin çocukluk
aldığı yaklaşık üç sayfalık kısım kronolojik açıdan bir anakroni oluşturur ve prolepis
içeren bir yapıyı ortaya koyar. Bir başka sahnede sarışın ve uzun boyuyla girdiği
Romanın her şeyi bilen anlatıcı tarafından aktarılan ilk iki bölümünün ardından
intradiegetik anlatıcı olarak sözü alan Berta’nın Tomás’tan ayrılmayı düşündüğünü ancak
sergilendiği giriş bölümünde “Tomás Nevinson ile 1974 Mayıs’ında evlendim. San
olarak, on dört yaşındayken girdiği kolejin hemen yakınında. Henüz yirmi üç yaşını
doldurmamıştık. O kiliseden saçma bir pozla, kol kola çıktığımızda [hiç öyle
yürüdüğümüz olmamıştı, sonradan da olmadı), ben beyaz giysili, elimde bir buket, yukarı
kaldırılmış bir duvak ve dudaklarımda zafer gülücüğü.”(Marías, 2020 111) şeklinde söze
başlanır. Bu sisli ve sırlarla dolu dünyanın bir parçası olarak duygularını dile getiren
201
intradiegetik anlatıcının evlilik akdinin yapıldığı güne dair yaşadığı pişmanlık
sözlerinden okunabilir. Bu sahnede anlatıcı evliliklerinin ilk gününe dönerek bir analepsis
niteliği taşıyan ikinci düzey iç anlatıya yer verir. Anlatı söyleminde varoluşsal derinliğin
kıskacında olan intradiegetik anlatıcı Berta geçmişe dönük ve geleceğe yönelik bazı
hiçbir zaman anlatamayacak olması karşısında, Berta’nın hayat dair bakış açısı ve
sorduğu sorulara yasağı bulunduğu için cevap veremeyen bir hayat arkadaşına duyduğu
sevgi ile aklı arasında kaldığı görülür. Analeptik özellikler taşıyan küçük anlatı
ve akla yatkın olanı keşfetmek için çıktığı yolda bilgi arayışına dönüşen bir öyküye
dönüşür. Tomás’ın gerçekte kim olduğu, kimler için çalıştığı konusundaki sorularına
kendince cevap arayan Berta ilk başlarda kaybettiğini sandığı iradesini anlatı ilerledikçe
Sonuç olarak, yaklaşık olarak yirmi yıllık bir serüvenin anlatıldığı romanda bazı
anlara sayfalarca yer verilirken bazı epizodlarda ise yılların bir iki cümlede aktarıldığı
bakıldığında anlatı kurgusu zamansal sapmalar üzerine kuruludur. Ancak bu eserinde her
ne kadar olay öyküsünün sonuna yaklaşan bir noktadan bir giriş yapsa da anlatı
202
söyleminde tasarım genel olarak zamanda kronolojik bir sapmadan söz edilemez. Hiç
bölümlerinde hikâye zamanı ile söylem zamanının bir birine çok yaklaştığı, bazı
dönemlerin çok çabuk anlatıldığı ancak bazı bölümlerin de hızı oldukça yavaştır.
Olayların sırası genel olarak olay öyküsünde oluş sırasına göre verilir. Marías’ın zaman
zaman ima edilen okura yazınsal stratejisinin bir parçası olarak oyun oynadığı görülür.
düzenden çok sapmadığı ve bu doğrusal zaman düzlemi de ima edilen okur bakımından
anlatımın inşasında nispeten daha kolay kurulmasında yardımcı olur. Düşünsel ekinlerin
okurun zihninde kurgu parça parça yer bulur ve böylece anlatı metninin tasarımı karmaşık
bir hal alır. Okurun aktif bir pozisyonda yer alması beklenir. Anlamı kuracak olan odur.
okuyucu bu romanında bir nebze olsun rahattır. Olayların geçtiği dönem bakımından da
geniş bir zaman düzlemini içeren eserde anlatı söylemini zenginleştiren iç anlatılar,
araçlardır.
203
SONUÇ
açısından nasıl yansıtıldığı ele alınmıştır. Marías’ın yazınsal serüvenini ele alan ilk
bölümde yazarın edebi ürünlerinin oluşmasına katkı sunan ulusal ve uluslararası edebi
çerçeve aktarılmıştır. Çalışmamızın kuramsal temelini oluşturan ikinci bölümde ise klasik
Müteakip bölümde ise Marías’ın ve Corazón tan blanco ve Los enamoramientos, Así
empieza lo malo ve Berta Isla adlı eserleri halihazırda bulunan yorumlara da dayanarak
ancak yazarın anlatımı ile anlatı biçimlerini anlatıbilimsel açıdan tahlil eden ve bunları
ilişkinin daha sistematik bir çerçevede ortaya konulması bakımından önemli katkılar
sunduğu aşikardır. Bu tez çalışmasın da, “ne” anlattığından çok “nasıl” anlatığıyla
hafızalara kazınan Marías’ın yukarıda adı geçen dört romanının bu açıdan yeniden
kolay tükettiği ve yazınsal estetik ölçütler bakımından görece daha az nitelikli bulunan
romanların aksine, gerçekle kurmacanın iç içe geçtiği, doğrusal bir zaman düzlemi
zamansal ritim, simge, bakış açısı ve bilinç akışı gibi” anlatım unsurların ön plana çıktığı
kurmaca eserlerde yapıta dönük eleştirel bir okuma yapılmıştır. Diğer bir ifadeyle, söylem
analizine bağlı inceleme metodu esas alınmıştır. Dolayısıyla, seçilen eserlerde yazarın
anlatımı etkin kılmak için başvurduğu anlatım stratejileri estetik değer açısından
değerlendirilmiştir. Anlatılara analitik bir şekilde yaklaşan sistematik ve tutarlı bir analiz
Bahse konu eserlerinde insanlığın tipik hallerini konu edinen yazarın dil vasıtasıyla
gerçekliğin tam olarak anlatılmasının mümkün olmadığı üzerine görüşlerine yer verdiği
İncelenen dört eserde yazar hikaye ediminde belli belirsiz boşluklar bırakmıştır ve
sağlamıştır. Corazón tan blanco, Los enamoramientos, Así empieza lo malo ve Berta Isla
okuyucuyu anlatıcı üzerinden bilgilendirecek açık uçlu başlıklar kullanmıştır. Zira yazar
kendisi de romanlarının çıkış noktasının belirsizlik üzerine kurulu olduğunu her seferinde
205
ifade eder. Hikâye düzeyi ile söylem düzeyinde iç içe geçmiş karmaşık bir metinsel yapıyı
haiz romanlarında kullanılan anlatı oyunları hemen göze çarpar. Anlatılarda zamansal
düzlem doğrusal değildir. Anlatı söylemine hakim olan anlatıcı hikaye edimi boyunca bir
dizi uzatı ya da arasöz gibi düşünsel aktarımları ön plana çıkarak olay öyküsüyle ilgili
mümkün olmadığını göstermek olduğu söylenebilir. Zira Marías’ın tercih ettiği anlatıcılar
sunabilirler. Belirsizliğin hakim olduğu anlatısal yapı bu sebeple anlatısal boşluklar içerir.
kapalı anlatıcı sesiyle inşa edilen anlatı metinlerinde toplumsal olandan ziyade bireyin iç
dünyasına yönelinir.
Marías’ın romanlarında kullandığı hikaye etme teknikleri ile anlam arasında yakın
bir ilişki olduğu bilinir. Söz konusu eserlerde insanlık durumunu bir hayli irdeleyen
anlatıcılar, her biri başlangıçta biribiriyle bağlantılı görünmeyen ancak anlatının sonuna
doğru irledikçe birer yansıtma görev üstlendiği anlaşılan iç anlatılarla kurgusal ilüzyonu
206
bağlamsallaştırılması hedeflenmiştir. Dolayısıyla bu tez çalışmasının konusu itibarıyla
temelleri atılan ve son dönemde birçok disiplinin ilgi odağı haline gelen anlatı kuramları
anlatılara analitik bir şekilde yaklaşan sistematik ve tutarlı bir analiz yapmayı sağlar.
Barthes ve Booth gibi alanın önde gelen kuramcılarının çeşitli geliştidikleri yaklaşımlar
daha sonra Fludernik, Rimmon-Kenan, Prince, Bal ve Jahn gibi önemli kuramcıların
bir yol haritası belirlemek kuşkusuz çok faydalı olmuştur. Fludernik’e atıfla, anlatı üç
temel bileşenden oluşur. Hikaye, söylem ve olay öyküsü. Hikaye bir dizi olay, söylem
bunları anlatmak için kullanılan dil ve olay öyküsü ise hikayede geçen olayların ne tür bir
sırayla ve düzende anlatıldığını gösteren unsurdur. Fransız teorisyen Gérard Genette ise
anlatıyı “ilk anlamıyla (son zamanlardaki yaygın kullanımda en merkezi ve en açık olan
anlamıyla) anlatı bildirimini, bir olayı ya da olaylar dizisini anlatmayı üstlenen sözlü ya
önemli bir işlevi olduğu görülür. Söz konusu terim, anlatıcının birincil anlatı metninde
anlattığı ana hikayenin içine geçmiş küçük anlatıların oluşturduğu hikayeler arasındaki
geçiş eşikleri olarak tanımlanır. Bunları aşağıdan yukarıya sıralamak gerekirse ilki
İkinci olarak intradiegetik [öykü-içi] düzeyi olup olay öyküsünde anlatılan olayların yer
aldığı düzeyi teşkil etmektedir. Son olarak ise metadiegetik [üst-öyküsel] düzeydir. Üst
öneki öykü-içi düzeyin içine yerleşik düzeye karşılık gelir. Üst-öyküsel anlatı düzeyini,
207
iç içe geçme [embedding] kavramından ayıran şey, bir diegesisten (kurmacada
eşik görevi görmesidir. Bu konuylu ilintili olarak, dört romanda da anlatı düzeyleri
arasındaki hızlı geçiş anlatısal metniyle ilgili okuyucunun gerekli alımlamayı yapmasını
zorlaştırmıştır. Ele alınan dört eser bağlamında baktığımızda anlatı düzeyleri arasındaki
hızlı ve yoğun geçiş okuyucu açısından zorluk teşkil ettiği görülmüştür. Zira anlatıcı bu
üzerinde tamamen hakimiyet kurmuş olan anlatıcı anlamı ertelemek için bu düzeyler arası
geçişlere sık sık başvurmaktadır.Anlatının sonuna kadar olay öyküsü ile ilgili bilgileri
saklamayı başarır.
okuyucuya dönemin sosyo-kültürel, siyasi vb. arka planıyla ilgili belirli motifleri sunar.
Dolayısıyla ana olay öyküsü bakımından ikincil derecede sayılan bu tür anlatılar birinci
düzey olay öyküsünün anlamının kurulmasında büyük rol oynadığı rahatlıkla ifade
edilebilir. Özellikle Berta Isla ve Así lo empieza lo malo’da görüldüğü gibi iliştirilmiş
anlatılar dönemin toplumsal olaylarına ışık tutacak türdendir. Birincil düzey anlatıyla
ilgili yokmuş gibi görünen pek çok iliştirilmiş anlatılar Marías’ın eserlerinde özellikle
Corazón tan blanco’sunda matris anlatıdaki olay öyküsü ile koşutluk gösterirler ve
böylece anlatıcı her ne kadar gerçeklerden kaçmaya çalışsa ve başka bir anlatısal boyuta
anlatılar bir bakıma anlatıcıya birincil düzey hikayedeki sergilenen olayla yüzleşmeye
hazırlar.
romanlarında okuyucunun söylemin içinde aktif bir konuma geçerek anlatım ile anlatısal
odaklanan, kişiyi ön plana çıkarma ve odaklacıya empatik ve ironik bir görüş kazandırma
aracı” olarak tanımlanır. Odaklanma tekniğiyle, roman belirli bir karakterin bakış
öyküsü bir karakterin veya anlatıcının öznel bakış açısından sunulmasıdır. Hikaye
odaklayıcı [focalizer] olarak nitelendirilir. Bahse konu terim ilk olarak ABD’li yazar
zihninde sanki bir kamera varmışçasına olayları gösterir. Bu tür anlatı metinlerde
olayların odaklayıcı karakter ile aktarılmasıyla okura karakterin içinde bulunduğu duygu
deyim yerindeyse görsel bir sunum ile karşı karşıyadır. Çalışmamız kapsamında
209
Netice itibarıyla, hikayeyle ilgili konulara öznel bir bakış açısıyla yaklaşarak okuyucuya
Çalışmanın üçüncü bölümünde ilk olarak yazarın Corazón tan blanco adlı romanı
öyküsünün sade olmasına karşın anlatı söyleminin yapısı nispeten zorluk teşkil eder.
Bunun sebebi olarak da anlatı metninde gerilim ve merakın sürekli olarak anlatı düzeyleri
söyleminin oluşmasına neden olur. Varsayılan okuyucu metindeki anlatı düzeyleri ile
odaklanmalar sayesinde anlatıcı Juan Ranz’ın bir karakter olarak Ranz’ın geçmişiyle ilgili
düşüncelerini ve muhayyilesini eserin sonunda öğrenir. Zira anlatıcı söz konusu olaylara
neyin sebep olduğuna ilişkin herhangi bir öncül ya da açıklamayı doğrudan romanın
girişinde vermez. Anlatı düzeyleri arasında hızlı geçişlerle varsayılan okuyucunun merakı
canlı tutulmak istenir. Romanın girişinden itibaren kasıtlı olarak bırakılan anlatısal
boşluklar her okuyucunun eserin ontolojik anlamı çıkarabilmesi için aktif bir konuma
yükselmesi beklenir.
Marías’ın şahsına münasır bir edebi üslubu haiz olduğu aşikardır. Yazarda edebi
kurgu kavramı eşi benzeri olmayan edebi düşünce aktarımı olarak kendini
gerçeği paradoksal bir çerçevede ele alan bir kurmaca evrene sahiptir. Üçüncü bölümde
ele alınan Corazón tan blanco adlı romanı da yazarın üslubunun en önemli örneklerinden
birini teşkil etmektedir. Bilmek ile bilmemek arasındaki diyalektiğin üzerine kurulu bu
anlatıda her ne kadar olay öyküsünden yoksun olsa da güçlü bir anlatısal yapıya sahiptir.
Bir başka deyişle, şüphe, bilmemek, gerçek, önyargı, duymak, güvenilmezlik gibi soyut
bir dizi kavram somutlaştırır. Marías’ın bu romanında da okuyucu felsefi bir suç kurgusu
ile karşı karşıya kalır. Anlatı olay örgüsünün içine iliştirilmiş anlatılar ve arasöz/uzatılarla
210
açımlanarak felsefi bir derinlik kazandığı söylenebilir. Marías’ın romanlarını anlatı
Corazón tan blanco, anlatıcı Juan’ın, dünyaya gelmeden yaklaşık 40 yıl önce
gerçekleşmiş bir intiharın ve bu duruma sebep olan detayları kendisinin istemeden de olsa
duymasıyla tetiklenen bir dizi travmatik düşünceyi konu edinir. Bu durum iliştirilmiş iç
hikayelerle anlaşılması güç ve derin anlamlar yüklü bir söylemin ortaya çıkmasına neden
olmuştur. Romanın anlatıcısı Juan Ranz, New York, Madrid ve Cenevre arasında altı ila
sekiz hafta arasında değişen sürelerde mekik dokuyan bir tercümandır. Yeni evlendiği
Luisa ise iş arkadaşıdır. Luisa ise evliliğinin ardından daha çok Madrid’de yerleşik olmayı
tercih ettiği için iş temposunu azaltmıştır. Juan’ın yokluğunda karizmatik, sanat erbabı ve
esrarengiz kayınpederi Ranz ile yakın bir ilişki geliştirir. Juan’nın babası Ranz ile ilişkisi
ise oldukça mesafelidir. Romanın ana eksenini Juan doğmadan yaklaşık kırk yıl önce
gerçekleşmiş bir intihar vakası oluşturur. Juan, Ranz’ın üçüncü karısından Juana’dan olan
oğludur. Ranz Juana ile evlenmeden önce kız kardeşi Teresa ile evlenmiştir. Teresa, Ranz
ile çıktığı Havana’daki balayından döndükten sonra gizemli bir şekilde göğsüne ateş
ederek intihar etmiştir. Geçmişte kalmış bu esrarengiz olayla ilgili başta Juan olmak üzere
kimsenin pek bilgisi yoktur. İleri ve geri anlatısal sapmalar ekseninde süren anlatıda Juan
ile eşi Luisa’nın teyze Teresa’yı intihara sürükleyen olayların perde arkasını nasıl
öğrendikleri anlatılır.
res”yani olayların ortasından anlatılmaya başlanır. Kapalı bir anlatıcı sesin Teresa’nın
intiharı sahnesini tüm detaylarıyla sunmasıyla girilir romana. Görece sade ve basit bir
olay öyküsüne sahip roman kronolojinin bozulmasıyla ve anlatı düzeylerinin sık sık
211
değiştirilmesiyle karmaşık ve hareketli bir hal almıştır. Buna ek olarak, metinlerarası bir
verilerek iki metin arasında bağlamsal bir ilişki kurulmuştur. Anlatıcı öykü içinde yer
aldığından diegetik bir konumdadır. Ancak daha çok yansıtmacı bir pozisyondadır.
Bilmek ve bilmemek ikilemi arasında sıkıp kalan insan doğasının merakına yenilerek
sonunda gerçekle yüzleşmesini konu alır eser. Öte yandan, üst anlatısal yorumlarla
anlatıcı dil ile gerçekliğin anlatılmasının imkansız oluşunu ortaya koymuştur. Eserdeki
bakış açısına göre gerçek ontolojiktir. Kişilerin epistomolojik olarak tek bir gerçeği
bilmesi söz konusu değildir. Artık gerçek parçalı ve çok taraflıdır. Bu sebeple, gerçeğe
huzursuzluğun etkisiyle anlatıcı odaklayıcı Juan’ın anlatısal metinde bir kurtuluş olarak
açısı ve gömülü anlatıların anlatısal tasarım açısından nasıl bir boyut kazandığını
göstermiştir. Netice itibarıyla, Corazón tan blanco eserin geneli bakımından ele
istidrati anlatılar söylemin aydınlatıcı birer parçası haline gelmiş ve anlatıya tematik
yapıdaki değişim okuyucu okuma serüveninin içine çekebilebilme açısından güçlü bir
212
hikayelere yer verilmesinin anlatısal estetiğin oluşmasında önemli katkı sağladığı
görülmüştür.
okuyucusuna insanlık durumunu sunmuş ve göreceli bir hakikat tasviri ortaya koymuştur.
Kurgusal temsil düzeyinde sırlarla dolu geçmişin ekseninde kısmen çeşitli görüş açılarına
Marías’ın ortaya koyduğu anlatıcı-anlatım ikilemi adeta postmodern bir metin olma
özelliği sergilemektedir. Anlatıcının geçmişle ilgili gerçekle yüzleşmeye bir türlü cesaret
yerindeyse doğrusal bir zaman anlayışına tabi olmayan, dağınık ve parçalı bir söylem
söylemi yönlendirmiştir. Dolayısıyla anlatıcı anlatı söylemini manipüle etmiş ve tek bir
hakikatin olamayacağını göstermek istemiştir. Hatta yazar bir parça ileriye giderek anlatı
Üçüncü bölümde ele alınan ikinci eser Los enamoramientos, ölüm, bağlılık,
kuşku, işlenen suçların cezasız alışı, şiddet ve sevdaya düşüş gibi temaları konu edinen
bir romandır. Sade ve basit bir hikaye panoramasına sahip olan anlatı söyleminde
anlatıcının olaylara ilişkin düşünceleri ve duygularının ön plana çıktığı bir anlatım tarzı
sayfasında okumasıyla giriş yapar. Burada da yazarın şahsına münasır bir şekilde
hikayeyle ilgili felsefi bir sorgulamayla başladığı görülür. Marías’ın bir kadın anlatıcı
tercih ettiği bu romanı da örtük bir anlatı sesiyle aktarmaya başlar. Örtük bir anlatı
213
sesinden anlaşılan romanın girişinde olay öyküsü, karakterler, zaman ve uzam gibi
anlatısal öncüllere ilişkin herhangi bir bilgi verilmez. Doğrudan eyleme dayalı felsefi
sorulamayla başlayan romanda anlatı sesi María Dolz’dur. Madrid’de bir yayınevinde
çalışan María her sabah işe gitmeden önce gördüğü çifti bir gün görememesiyle başlar
her şey. Ancak niyeti dedektiflik yapmak değildir. Roman büyük ölçüde María’nın algısal
koordinatlarına göre şekillenmiştir. Tanık olarak yer aldığı olay öyküsünde gözlemci
güvenilmez anlatıcı profili çizmektedir. Bunun yanı sıra, eserde felsefi sorgulamaların ve
bilincine nüfuz ederek bir çeşit aktarmada bulunmuş olması bu açıdan da güvenilmez
roman için mesafeli, meraklı ve uyanık bir anlatıcı sesini kullanmış ve romanda ölüme
aktarılması anlatısal biçimleniş bakımından özel bir yer tutmaktadır. Uzatı adı verilen
paradoksal bir şekilde geciktirmiştir. Böylelikle anlatılan olay görece kısa ve sade
olmasına karşın çok büyük bir şey içeriyormuş kadar zengin ve derin görünmüştür.
enamoramientos’un öne çıkan diğer bir anlatısal özelliliği de anlatıcının diğer kurgu
214
anlatıcının Miguel, Díaz-Varela ve Luisa’nın düşüncelerine nüfuz ederek en ince
ayrıntılarına kadar okuyucu ile buluşturmasıyla ilgili örnekler verilmiştir. María, ölüm
Böylece Marías bu tür düşünsel odaklanmalarla iki unsuru etkili bir şekilde kullanmayı
eserin sonuna kadar bekletilmiş olur. Dolayısıyla gerilim ve merakın anlatının sonuna
“digression” denilen düşünsel kesitlerini etkili bir şekilde kullandığını gösterir. Anlatısal
söylem bir bakıma felsefi sorgulamalar açısından uç noktalara çıkarken, bu romanda etkin
ölümüyle ilgili gerçekleri kendince araştırırken bir dizi anlatısal boşluğu bilinçli olarak
göz ardı etmiş ve halihazırdaki sorulara verilmesi gereken cevapları eserin sonuna kadar
anlatısal tekniğin etkin bir şekilde kullanılmasıyla açık uçlu bir sonla buluşturur onu. Bu
sevk etmiştir. Netice itibarıyla, yazarın detaylı bir planlamayla oluşturduğu anlatısal
215
var olan bireye hakikati tam olarak anlatma/aktarmasının mümkün olmadığını
gösterilmeye çalışılan husus gerçeğin paradoksal bir boyutta olmasının insanın doğasına
İncelenen üçüncü eser Así empieza lo malo adlı romanda geçmişe dönük anlatı
döneminde yaşadığı toplumsal travma tarihsel arka planda resmedilirken anlatıcı Juan de
Verde’nin roman karakterleri sosyal bağlam içinde kurdukları ilişkileri ele almıştır.
Kurgusal evrenin oluşumunda geçmişin kilit bir işlevi olduğunu gösteren anlatıcı-
odaklayıcı karakter Juan de Vere’nin anlatıyı inşa ederken kolektif geçmişten bir kılavuz
görüşlerin bir izdüşümü temsil ettiği bir evreni imlemiştir. Franco’nun ölümünden sonra
gelen yeni bir ülke vaadinin dillerde dolaştığı ve ülkenin normale dönebilmesi için
karakterlerinin ilişkileri ve yer yer tematik açıdan bağlamsal açıklamalar niteliği taşıyan
anlatımla roman kişisi Juan de Vere’nin kendi benliğini bulma arayışı içinde olması
216
dikkat çekicidir. Franco döneminin izlerinin toplumun belleğinde hayaletvari bir şekilde
dolaştığı romanda, anlatıcı bu tarihsel travmayı kadın vücudunun üzerinden ele almıştır.
Gizli suçların gölgesinde kalan bir evliliğin tasvir edildiği romanda anlatıcının bir yandan
açısından romanı en ilginç kılan özellik birinci şahıs anlatıcının bulunduğu ortamlarda
anlatıcı romanın karakteri ve anlatıcısı olarak kendi statüsünün farkındadır. Juan de Vere
yüksek gözlem yeteneği olan ve öz-bilinçli bir kurmaca kişisidir ve ima edilen okura
anlatı söyleminin arasında girerek sık sık hatırlatmada bulunur. Böylece varsayılan
okurun demokrasiye geçiş dönemi İspanyol toplumunun ruhunda beliren travmaya siyasi
ve toplumsal açıdan atıflarda bulunarak daha kapsamlı bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır.
olayı/olayları gerçekten tam olarak bilmenin mümkün olup olmadığı diyalektiği üzerinde
durulduğu gözlemlenmiştir. Bir kurgusal karakter olarak Juan de Verde henüz İspanya’da
çatışmasına neden olan konuları keşfetmeye çalışır. Juan de Vere tutkulu bir gözlemci
olarak bu araştırmanın içine girer ve ima edilen okura olay öyküsünün tüm detaylarıyla
gibi anlatısal unsurların önüne geçtiği görülmüştür. Buna ek olarak, eserde anlatıcı Juan
de Vere’in benliğini şekillendiren bahsi geçen olayları elli yaşlarına geldiğinde yeniden
Eduardo ve Beatriz çiftinin yaşamlarına dahil oluşuyla başlayan olaylar silsilesinde genç
217
hissinden kurtulmanın yolunu mevzubahis olayları kendi bakış açısıyla anlatarak
mümkün olabileceğini düşünmüştür. Diğer yandan, 1939 yılında sona eren İç Savaş’ın
ardından başlayan, kırklı ve ellili yıllarda devam eden düşünce, din/inanç özgürlüğü
alanında devam eden pek çok kısıtlamayla ilgili Franco’nun ölümüne müteakip değişim
rüzgarlarının esmeye başlamasıyla ve var olan sorunların çözümü için iki tarafın
çektikleri acıları unutmaya çalıştığı anlatıcı Juan de Vere’nin bakış açısıyla detaylı olarak
ele alınmıştır. Varsayılan okur ikinci dereceden iliştirilmiş anlatılar ve sayısız odaklanma
yoluyla gerçekle kurmacanın iç içe geçtiği bir anlatı sürecine dahil edilmiştir. Anlatıcı
Juan de Vere, karakter Juan’ın bilgisiyle çıktığı anlatma yolculuğunda zamansal açıdan
çarpıtılmış bir kronolojiyle ve yoğun bilgi aktarımının olduğu bir sunumla buluşturulur
ima edilen okur. Sayısız anı, sahne ve diyaloğun yer aldığı romanda anlatıcı anlatının
şimdisine dönerek bahsi geçen olaylara ilişkin olgun Juan de Vere’nin bakış açısıyla ve
anlatıcı Juan de Vere’nin, Marías’ın diğer romanlarında olduğu gibi, istemli yada istemsiz
olarak maruz kaldığı çevrenin meraklı bir gözlemcisi olduğu görülmüştür. Burada
derinlikli zihinsel bilince sahip ve çevresinde olup bitene duyarsız kalmayan bir anlatıcı
tipi çizilmiştir. Dolayısıyla bu tez çalışması açısından mühim olan hususun anlatıcının
hakim bir bakış açısıyla anlatı ediminde yer alan olay örgüsü ve kişilerin aralarındaki
İncelememizdeki son romanı teşkil eden Berta Isla adlı yapıt anlatım biçimleri
açısından birbiriyle farklılık gösteren on bölümden oluşur. Her ne kadar ilk bakışta aşk
Nevinson’ın evine dönmesini bekleyen İspanyol eşi Berta Isla’nın hikayesini konu edinir.
1969-1990 yılları arasında yaklaşık yirmi yıllık bir süreçte Madrid ve Londra arasında
218
Romandaki doğrusal olmayan bir anlatı zamanıyla ve karmaşık bir olay öyküsüyle
zihninde anlaşılması güç bir yapı oluşturmuştur. Berta ve Tomás’ın başından geçen
Marías’ın genel olarak kurmacalarında homodiegetik bir anlatıcı ses tercih ettiği
bilinir. Ancak ilk defa bu eserinde kullandığı ikili anlatı yapıyla söylem bakımından daha
karmaşık bir teknik ortaya konur. Heterodiegetik anlatıcı sesin yapısı oldukça kapalıdır.
Bir noktada varsayılan yazarla ilintili bölümler barındırsa da genel de kendisinden hiç
bahsedilmez. Adeta kapalı bir kutudur. Anlatıcı üçüncü şahıs anlatısı olsa da kullanılan
Roman ilerledikçe belirli aralıklarla değişen anlatı sesi söyleme hareketlilik ya da sessel
bir değişiklik kazandırdığı söylenemez. Zira hakim anlatıcının sınırlı otoritesi, öykü-içi
Berta Isla adlı roman ima edilen okuyucuya iki anlatıcı tarafından aktarılır. Anlatı
suskunlukları ve sırlarla dolu hayatı kendi anlatımıyla sunmuştur. Farklı görüş açılarından
şekilde tanımlanır. Dolayısıyla ima edilen okur, o ana kadar Berta’nın görüş açısıyla
teknikleri ele alınmıştır. Berta Isla adlı romanın başkahramanları Berta ve Tomas’tır.
Çağdaş İspanyol yazınının öne çıkan romanlarından Berta Isla çok yönlü iki karakterin
Zira okuyucu anlatı söyleminde derinlikli bir profille karşılaşmaktadır. Berta romandaki
folyo karakterdir. Çünkü anlatı metnindeki diğer ana karakter Tomas’ın bir takım
özelliklerini ortaya çıkmasını sağlamıştır. Kocasına kıyasla daha sönük bir kurmaca figür
olan Berta’nın Tomás karakterin inşasında bir tür yansıtmacı rol üstlenmiştir.
Berta Isla’da anlatı zamanı ilerledikçe çeşitli iliştirilmiş anlatılara yer verildiği
kültürel yapısına dair bilgiler sunmuştur. Aynı zamanda çerçeve anlatının anlatısal
arasında gidip gelmektedir. Özellikle ana karakter Berta’nın zihni tarafından inşa edilen
bölümlerde zaman kavramını atfetmek bir hayli zorluk teşkil etmektedir. Sonuç olarak
anlatı metni paradoksal bir biçimde zamansal ve uzamsal boyutları ihlal etmiştir.
220
Doğrusal bir anlatı çizgisinden uzaklaşmıştır. Böylelikle zamansal sapmaların net bir
Romanda, yirmi yıllık bir serüven anlatılmaktadır. Bazı anlara sayfalarca yer
verilirken bazı epizodlarda ise yılların bir iki cümlede aktarılır. Bu eserin tarihsel zeminini
müdahaleler yapıldığı görülmüştür. Romanın bazı bölümlerinde hikaye zamanı ile söylem
zamanının bir birine çok yaklaşmıştır. Bazı bölümlerin hızlıca geçildiği ancak
anlatıcıların öz bilinci yüksek ve belirli bir düşünce derinliğine sahip olmasıdır. Felsefi
açıdan derinlikli bir boyuta yükseldiği bilinir. Deyim yerindeyse, Marías’ın yapıtlarında
ima edilen okuyucu genel olarak felsefeyi ve şüpheyi varoluşsal bir iç mesele olarak
maruz kaldığı çevrenin meraklı bir gözlemcisi olduğu görülmüştür. Eserlerde derinlikli
zihinsel bilince sahip ve çevresinde olup bitene duyarsız kalmayan birer anlatıcı tipinin
tercih edilmesiyle anlatı ediminde uzam, olay ve kişilerin aralarındaki ilişkiyi belirleyen
Bu tez çalışmasında ele aldığımız dört romanın en temel ortak özelliği öykünün
basit ve sade bir yapıya indirgenmiş olmasıdır. Geleneksel roman anlayışından uzaklaşan
bu metinlerde anlatısal yöntem ve biçimin daha önemli bir konumda olduğu görülmüştür.
Genellikle örtük anlatıcı sesinin tercih edildiği bu romanlarda roman boyunca birincil
221
düzey öyküyle ilintili pek çok ayrıntıya yer verilmiştir. Okuyucunun adeta düşünce
sarmallarından oluşan kara deliklerin içine çekildiği güçlü ve etkin bir anlatısal söylem
geliştirilmiştir. Metnin öyküsü ne kadar sade olursa olsun gerçeği bilmenin ve bunu dil
anlatıcının varlığı anlatma edimini etkili olmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra, söz
romanlarda anlatıcı ses ve anlatıcının sahip olduğu hakimiyet anlatı boyunca devam etse
de zaman zaman diğer karakterlere de bakış açısını sunması imkanı tanınır. Ancak yine
tan blanco ve Así lo empieza lo malo adlı eserlerde anlatıcı hakimiyeti başkarakter
kendi seslerini duyurmalarına imkan verilmiştir. Bunun yanı sıra, Berta Isla’da ikili anlatı
Bahse konu dört eserin diğer bir ortak özelliği ise anlatısal açıdan çeşitli katmanlar
aktarmaları gerekse odaklanma veya düşünce kesitlerinden oluşan uzatılara yer vermeleri
birincil olay öyküsüyle ilgili anlatısal boşlukların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Anılan durum varsayılan okuyucu açısından karmaşık bir kurgusal evren muhayyilesi
gösterilmiştir.
223
ÖZ
Bu tez çalışmasında, ne anlattığından çok nasıl anlattığı ile tanınan Javier Marías’ın
kaleme aldığı Corazón tan blanco [Beyaz Kalp, 1992], Los enamoramientos [Kara
Sevdalılar, 2011], Así empieza lo malo [Acı bir başlangıç bu, 2016] ve Berta Isla [Berta
Isla, 2017] başlıklı romanlarındaki anlatı teknikleri ile anlam arasındaki ilişkinin ele
göstergelere sahip olması gerekse geleneksel roman algısına sırt çeviren kurgusal bir
evren teşkil etmesi biçimsel açıdan tahlil edilmeye uygun izlekler barındırdığını
Fludernik, Wolf ve Manfred gibi anlatı kuramcıları tarafından yeniden ele alınan
ve böylece anlatı söylemini sekteye uğratan anlatıcılarının dil ile gerçeği anlatmanın
224
ABSTRACT
This study aims to examine the relationship between narrative techniques and
meaning in the novels Corazón tan blanco [A White Heart, 1992], Los enamoramientos
[Infatuations, 2011], Así empieza lo malo [Thus Bad Begins, 2016], and Berta Isla [Berta
Isla, 2017], penned by Javier Marías, known for how he narrates rather than what he
narrates. The facts that the aforementioned works have rich indicators in terms of
narrative structure and that they constitute a fictional universe that turns its back on the
traditional novel indicates that there exist suitable elements for the analysis in terms of
literary form. In this regard, this paper firstly refers to Genette and Stanzel’s terminology
theorists such as Rimmon-Kenan, Bal, Fludernik, Wolf along with Manfred. This paper
tends to argue the author's aesthetic understanding of the four novels in question and to
show how to reproduce the interpretation that it is not feasible, to tell the truth with the
language, of the fictional narrators with deep thought and with a meandering style that
prolongs the narrative suspense. In conclusion, the aim of this paper is, by probing into
Marías' narrative techniques with concrete strategies, to shed new light on the mode of
225
KAYNAKÇA
Birincil Kaynaklar
--- (2006) Voyage Along the Horizon, Çev.: Kristina Cordero San Francisco: Believer
Books.
--- (2015) Karasevdalılar (Los enamoramientos) Çev: Saliha Nilüfer, İstanbul: Yapı
Kredi Yayınları.
--- (2016a) Yarın Savaşta Beni Düşün (Mañana en la batalla piensa en mí) Çev: Seda
--- (2016b) Beyaz Kalp (Corazón tan blanco) Çev: Bülent Kale, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
--- (2018) Acı Bir Başlangıç Bu (Así empieza lo malo) Çev: Seda Ersavcı, İstanbul:
--- (2019) Berta Isla (Berta Isla) Çev: Neyyire Gül Işık, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
--- (2020a) Duygusal Adam (Hombre Sentimental), Çev: Neyyire Gül Işık, İstanbul:
--- (2020b) Tüm Ruhlar, Çev: Neyyire Gül Işık, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
226
İkincil Kaynaklar
Andrew Staffell. (10 Haziran 2006). I'll know when I get there. Times, 13[S4].
https://link.gale.com/apps/doc/IF0503464293/TTDA?u=ankara&sid=TTDA&xid=6a42
61d0
Aristoteles, (2018) Poetika -Şiir Sanatı Üzerine- Çev. Ari Çokona- Ömer Aygün,
---, (2015) Dostoyevski Poetikasının Sorunları, Çev: Cem Soydemir, İstanbul: Metis
Yayınları
Bal M. (2007) Introduction to the Theory of Narrative, Toronto and London: University
of Toronto Press.
Barthes R. (2016) S/Z, Çev: Sündüz Öztürk Kasar, İstanbul: Sel Yayıncılık.
---, (2014) Romanın Hazırlanışı 2: İstek Olarak Yapıt, Çev. Mehmet Rifat- Sema Rifat,
Berendsen, M. (1984). The Teller and the Observer: Narration and Focalization in
Chatman, S. (1978) Story and Discourse: Narrative Structure in Fiction and Film, Itaca
Christie, R. (1998). “Corazón tan blanco”: The Evolution of a Success Story. The
227
Cohn D. (2008) Şeffaf Zihinler: Kurmaca Eserde Bilincin Sunumu, İstanbul: Metin
Yayınları.
Rodopi.
--- (2017). El Presente Cautivo: Violencia y Memoria en Así Empieza lo malo de Javier
https://www.jstor.org/stable/90012887
Currie, M. (1998) Postmodern Narrative Theory, United State of America: ST. Martin’s
Press, INC.
Dillon S. (2017) Palimsest: Edebiyat, Eleştiri, Kuram, Çev: Ferit Burak Aydar, İstanbul:
Duman, M. (2019). Yapısal ve İşlevsel Bir Anlati Unsuru Olarak Ara Sözler: Kutadgu
Durán, M. (1980, Ocak). " Asi que pasen diez años", La novela española de los setenta.
Eagleton, T. (2014) Edebiyat Nasıl Okunur?, Çev: Elif Ersavcı, İstanbul: İletişim
Yayınları.
228
---, (2015) Postmodernizmin Yanılsamaları, Çev. Mehmet Küçük, 3. Baskı, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları.
---, (2017) Edebiyat Kuramı Giriş, Çev. Tuncay Birkan, 5. Baskı, İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Eco, U. (2019) Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, Çev. Kemal Atakay, 14. Baskı,
Fernández, Á. (2003). Contar para olvidar. La política del olvido en Corazón tan blanco.
http://www.jstor.org/stable/40300234
Forster, E. M. (2001). Roman Sanatı, çev. Ünal Aytür. İstanbul: Adam Yayınları, 3.
Fry, P.H. (2017) Edebiyat Kuramı, Çev: Ayşe Demir, İbrahim Tüzer, Ankara: Hece
Yayınları.
http://www.jstor.org/stable/27741398
Genette, G. (2020) Anlatının Söylemi, Çev: Ferit Burak Aydar, İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Gil, S. N. (2003). La voz del narrador en las novelas de Javier Marías. Revista de
---, (2007). La literatura según Javier Marías. Espéculo: Revista de Estudios Literarios,
(35), 65.
Grohmann, A. (2002) Coming into one’s Own: The Novelistic Development of Javier
229
Grohmann, A., & Steenmeijer, M. (2009). Allí donde uno diría que ya no puede haber
Cambridge Press.
Herman, D., Jahn, M., & Ryan, M. L. (2010). Routledge encyclopedia of narrative theory.
Routledge.
Herzberger, D. K. (2011). A companion to Javier Marías (Vol. 297). Boydell & Brewer
Ltd.
Herman, D., Phelan, J., Rabinowitz, P.J., Richardson, B., Warhol R., (2012) Narrative
Theory: Core Consepts & Critical Debates, Columbus: The Ohio State University Press.
York&London: Routledge.
---, (2020) Postmodernizmin Poetikası: Tarih, Teori, Kurgu, (Çev: Yunus Balcı), Ankara:
Hece Yayınları.
Hühn, P., Schmid, W., & Schönert, J. (Eds.), (2009). Point of view, perspective, and
https://ebookcentral.proquest.com
Hühn, P., Meister, J. C., Pier, J., & Schmid, W. (Eds.). (2014). Handbook of narratology.
230
López, C. M. L. (2021). El discurso interior en las novelas de Javier Marías: los ojos de
la mente. Brill.
Lodge, L. (2017) Bilinç ve Roman, (Çev. Aytaç Ören), Ankara: Hece Yayınları
Kayacık, Z. (2020). Javier Marías'in “Tüm Ruhlar” ve “Zamanın Karanlik Yüzü” Adlı
Kara, H. (2012). Anlatıda Bir “Cevelan”: Karı Koca Masalı'nda İstitratî-Anlatı ve İşlevi.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 47(47), 105-26.
Kim, N. W., Bach, B., Im, H., Schriber, S., Gross, M., & Pfister, H. (n.d.). Visualizing
López López, C. M. (2017). Reescribir el vértigo (de entre los vivos): La impronta
269-289.
https://www.proquest.com/scholarly-journals/reescribir-el-vértigo-de-entre-los-vivos-
la/docview/1973320833/se-2?accountid=8319
Marías J. (2018) Entre eternidades y otros escritos, Eds: Margaret Jull Costa &Alexis
Miller, S. (2001). The Spanish Novel from Pérez Galdós to Marías: Tradition and
https://doi.org/10.2307/3190301
Tamesis.
231
Phelan, J. Rabinowitz, P. (ed.), (2005) A Companion to Narrative Theory, USA, UK,
Pittarello, E. (2007), “Prólogo”, en Javier Marías, Negra espalda del tiempo, Barcelona.
Platon, (2017) Devlet, Çev. Sabahattin Eyüpoğlu & M. Ali Cimcoz, İstanbul: Türkiye İş
Bankası Yayınları.
Prince, G. (1982) Narratology: the form and functioning of narrative, Berlin: Walter de
---, (2020) Marcel Proust ya da Bir Roman Yaratmak, 2. Baskı, İstanbul: Yapı Kredi
Yayınları.
Ricceour P. (2007) Zaman ve Anlatı Bir: Zaman Olay Öyküsü Üçlü Mimesis, İstanbul:
York: Routledge.
Pharmacon Yayınevi.
232
Simonsen, K. M. (1999). “Corazón tan blanco”: A Post-Postmodern Novel by Javier
http://www.jstor.org/stable/30203560
and Practice in Language Studies, vol. 9, no. 5, 2019, p. 553+. Gale Literature
Resource Center,
https://link.gale.com/apps/doc/A588341958/LitRC?u=ankara&sid=LitRC&xid=0c8fae.
Stanzel, F.K. (1978) Second Thought on “Narrative Situations in the Novel”: Towards a
“Grammar of Fiction, Duke University Press Vol:11 No.3, 247-264. (Erişim: 11 Eylül
2020)
Tilbe, A, İşler, E . (2012). Tahsin Yücel'in Kumru İle Kumru'sunda Kişi/Uzam İlişkisi,
Todorov, T. (2016) Yazın Kuramı: Rus Biçimcilerin Metinleri, Çev: Mehmet Rifat- Sema
Ünsal, N. (2011). İspanya’dan bir Kara Roman: Plenilunio, Folklor/ Edebiyat, Cilt: 17
https://doi.org/10.1007/s11061-018-9569-5
233
Verity, C. (1992, October 1). Trials of a Spanish don at high table. Times, 4[S].
https://link.gale.com/apps/doc/IF0500102247/TTDA?u=ankara&sid=TTDA&xid=738e
4f0e
Wood G. (2008) Callar, callar, es la gran aspiración que nadie cumple ni aun después de
Wood, G.J. (2012), Javier Marías’s Debt to Translation: Sterne, Browne, Nabokov,
Wood, J. (2010) Kurmaca Nasıl İşler?, Çev: Ekin Bodur, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
İnternet Kaynakları
https://www.theguardian.com/books/2013/mar/01/the-infatuations-javier-marias-review
https://elpais.com/cultura/2011/12/21/actualidad/1324422008_740215.html
https://tdk.gov.tr/wp-content/uploads/2020/06/Kevser-Ba%c5%9f-_-AHMET-
M%c4%b0DHAT%e2%80%99IN-KURMACA-ESERLER%c4%b0NDE-_-10.pdf
https://www.eltiempo.com/archivo/documento/MAM-466340
https://www.zendalibros.com/corazon-tan-blanco-javier-marias-25-anos-despues/
https://www.elespanol.com/cultura/libros/20211005/ganaran-javier-marias-muramaki-
nobel-apuestas-edicion/616938618_0.html
https://www.thewhitereview.org/feature/interview-with-javier-marias/
234