Fatih Artvinli
Harvard Medical School, Developmental Medicine/Children's Hospital Boston, Visitng Assistant Professor
Fatih Artvinli, born in the scenic town of Artvin, is an Associate Professor of the History of Medicine. His passion for healthcare began early, leading him to pursue a degree in Public Health at Yusufeli Health Vocational High School. Later, he studied Political Science and International Relations at Marmara University, deepening his understanding of societal issues. His academic journey continued at Yıldız Technical University, where he earned his Master's and Doctoral degrees in Political Science and International Relations, and then in Atatürk Principles and History of Revolution. Throughout his studies, he worked as a health officer, gaining valuable firsthand experience in healthcare.
While pursuing his doctorate in the history of psychiatry, Artvinli worked at the esteemed Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Mental Health and Neurological Diseases Training and Research Hospital, immersing himself in the world of mental health. Following his doctorate, he received a prestigious Fogarty Fellowship from the National Institutes of Health (NIH), which took him to Harvard Medical School and Boston Children’s Hospital, where he delved deeper into the fascinating intersection of medicine, history, and the human experience.
Artvinli's research delves into the captivating relationship between psychiatry, ethics, and politics throughout history. He has published numerous articles in prestigious journals like History of Psychiatry and History of Neurosciences, and is the author of two acclaimed books in Turkish: Osman Bölükbaşı: A Life Spent for a Mirage (Kitap Yayınevi, 2007), Madness, Politics and Society: Toptaşı Mental Asylum (1873-1927) (Boğaziçi University Press, 2013; Third Edition: Telemak Kitap, Mayıs 2022).
While pursuing his doctorate in the history of psychiatry, Artvinli worked at the esteemed Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Mental Health and Neurological Diseases Training and Research Hospital, immersing himself in the world of mental health. Following his doctorate, he received a prestigious Fogarty Fellowship from the National Institutes of Health (NIH), which took him to Harvard Medical School and Boston Children’s Hospital, where he delved deeper into the fascinating intersection of medicine, history, and the human experience.
Artvinli's research delves into the captivating relationship between psychiatry, ethics, and politics throughout history. He has published numerous articles in prestigious journals like History of Psychiatry and History of Neurosciences, and is the author of two acclaimed books in Turkish: Osman Bölükbaşı: A Life Spent for a Mirage (Kitap Yayınevi, 2007), Madness, Politics and Society: Toptaşı Mental Asylum (1873-1927) (Boğaziçi University Press, 2013; Third Edition: Telemak Kitap, Mayıs 2022).
less
InterestsView All (39)
Uploads
Books by Fatih Artvinli
Osmanlı Devleti, 1839 yılında Tanzimat’ın ilanıyla birlikte çeşitli alanlarda reform girişimlerinde bulunurken, delilik ve tımarhaneler alanında da yeni bir nizam oluşturmaya çalışır. İstanbul’un orta yerinde, Süleymaniye Bimarhanesi’nde başlayan ve sınırlı kalan ıslah çabaları, 1873 yılında patlak veren bulaşıcı bir hastalık gerekçe gösterilerek delilerin bir gece yarısı vapurla Üsküdar’a taşınmasıyla sonuçlanır. Darüşşifanın bulunduğu semtin adını alan Toptaşı Bimarhanesi, 1924 yılı sonlarından itibaren bu defa Bakırköy’e taşınır. Dolayısıyla, günümüzdeki Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Toptaşı Bimarhanesi’nin devamı, Toptaşı ise Süleymaniye Bimarhanesi’nin devamıdır; çünkü sözkonusu olan sadece hastalar, çalışanlar ve malzemelerin taşınması değil aynı zamanda tarihsel ve zihinsel bir taşınmadır.
Books Edited by Fatih Artvinli
Sunuş: Oktay Özel
Yazarlar: Ali Sipahi, Fatih Artvinli, Nurçin İleri, Özge Ertem, Özgül Özdemir, Müge Özbek, Çiğdem Oğuz, Ebru Aykut, Erkan Oruçoğlu, Gamze İlaslan, Barış Zeren, Gülhan Balsoy, Tülin Ural, Ufuk Adak
İstanbul, dünya uygarlık tarihinin en önemli kentlerinden birisidir. Yakın zamanda yapılan kazılarda ortaya çıkan bulgulara göre, İstanbul’daki ilk yerleşimler 8.000 yıl öncesine dayanıyor. İlk sakinlerinden günümüze kadar İstanbul eşsiz nitelikleriyle bir çekim merkezi olmaya devam etmiş ve bu kadim kent 1.600 yıl boyunca kesintisiz biçimde başkentlik yapmıştır. Hem Bizans Döneminde hem Osmanlı Döneminde siyasi, ekonomik ve kültürel bir başkent olarak İstanbul’da çok farklı kültürler, diller, dinler ve topluluklar birlikte ve birbirleriyle etkileşerek yaşamıştır.
İstanbul’un tıp tarihi açısından da mirası oldukça zengindir: Orta Asya ve Şaman halk geleneklerinden, Helenistik Tıp’a, Galen Tıbbından İslam Tıbbına, Bizans Tıbbından Osmanlı Tıbbına kadar geniş bir yelpaze. İstanbul tıp pratikleri ve teorileri açısından çok farklı unsurların birleştiği; yorumlanıp harmanlandığı kozmopolit bir kenttir. Farklı uygarlıkların tıp anlayışlarının sentezlendiği İstanbul, Osmanlı Dönemi’nde de tıp açısından “kültürlerüstü” bir niteliğe sahip olmaya devam etmiştir.
Batı dünyasındaki hastane geleneğinin kökeni Bizans İmparatorluğu’na dayanır. İstanbul, ilk Hristiyan hastanelerinin kurulduğu kentlerden birisidir. Tarihi 4. yüzyıla dayanan Bizans hastaneleri zaman içinde gelişerek St. Sampson ve Pantakrator Ksenonlarıyla modern hastane kavramının habercileri olmuştur. Kaynaklar, 6. yüzyılda İstanbul’da 35 hastanenin varlığına işaret ediyor. İstanbul’da bugünkü Zeyrek Camii’nin bulunduğu bölgede yer alan Pantokrator, modern hastane fikrinin erken ve yetkin örneklerinden biridir. Burada her gün vizit ve klinik muayeneler yapılır ve gerektiği zaman hasta muayenesi için evlere gidilirdi. İstanbul’un Bizans geçmişinde hekimler, eczacılar ve diğer şifacılar önemli bir yere sahipti ve kentin farklı yerlerinde hastalıkları tedavi etmek, bedeni ve ruhu kötülüklerden korumak için çeşitli mekanlar inşa edilmişti.
İstanbul’u ele alan Osmanlılar, bir yandan Bizans tıp kurumlarını, şifa yerlerini devam ettirmeye çalışırken, diğer yandan Selçuklu geleneğinin devamı şeklinde düşünülebilecek darüşşifalar inşa etmeye başlamıştır. Fatih, Süleymaniye, Sultanahmet, Haseki ve Valide Atik Darüşşifaları şehrin önemli hastanelerindendir. İstanbul’un kozmopolit bir kent olduğunu anlamak için Osmanlı döneminde inşa edilen ve açılan hastanelere bakmak yeterlidir: askeri hastaneler, farklı etnik ve dini topluluklara ait hastaneler, belediye hastaneleri, yabancı ülkelerin misyon hastaneleri vb.
18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarında tıp alanındaki gelişmeler, Osmanlı Devleti’nde ve onun gözbebeği olan payitahtı İstanbul’da da bir yenileşme ve yeni çağın ihtiyaçlarına uygun yeni kurumlar oluşturma gereğini ortaya çıkarmıştır. 14 Mart 1827 günü, ilk modern tıp okulu olan Tıphane-i Amire açılmış, 1839 yılında ise Tıphane ile Cerrahhane birleştirilerek bugünkü Galatasaray Lisesi’nin bulunduğu Enderun Mektebi, yeni tıp okuluna, tam adıyla Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’ye mekân olmuştur . Yirminci yüzyıl başında ise Tıbbiye, Haydarpaşa’da inşa edilen modern binaya taşınmıştır. Ardından yeniden Avrupa yakasına ve Çapa’ya yerleşen kurumdan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi doğmuş, günümüz İstanbul’unda ise tıp fakültelerinin sayısı 10’u geçmiştir.
İstanbul, Cumhuriyet döneminde açılan yeni hastaneler, tıp fakülteleri ve diğer sağlık kurumları ile her açıdan tıptaki gelişmelerin, yeni yöntem ve uygulamaların başkenti olmaya devam etmiştir. Günümüzde de İstanbul, yalnızca bu şehirde yaşayanlara değil; bütün bir ülkeye ve giderek farklı ülkelerden, coğrafyalardan gelenlere şifa dağıtmaktadır.
İstanbul Tıp Tarihi Sergisi başlıklı bu kitap, Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi I. sınıf öğrencilerinin, 2013 ve 2014 yılı 14 Mart Tıp Bayramı’nda sergiledikleri posterler ve metinlerden oluşmaktadır. Geleceğin hekimleri, bu araştırmalarını, Tıp Tarihi dersi kapsamında gerçekleştirdiler. İstanbul’un farklı yerlerinde, bugün de ayakta olan sağlık kuruluşlarını ziyaret ederek haklarında bilgi edindiler. Elbette bu kitapta yer alan posterlere konu alan sağlık kurumları, İstanbul’un tıp tarihi bakımından geniş birikiminin yalnızca bir kısmını oluşturuyor.
Tıp Tarihi açısından son derece zengin bu kentte, öğrencilerin tarihi öneme sahip sağlık kuruluşlarını ziyaret etmelerinin pek çok açıdan yarar sağladığını düşünüyoruz . Öğrencilerin kendi seçtikleri mekânları ziyaret ettikleri; gözlemlerini, izlenimlerini, araştırarak edindikleri bilgileri kendilerinin raporladıkları bir saha çalışması; yani Türkiye’de bir Tıp Fakültesi öğrencilerinin aynı gün ve aynı saatlerde şehrin çok farklı yerlerindeki kurumları birebir ziyaret ederek, sonuçlarını kaleme aldıkları bir araştırma ilk defa gerçekleşiyor. Öğrencilerimiz bu raporlarını birer postere çevirerek, 14 Mart Tıp Bayramı onuruna sergilediler. Bu uygulama yalnızca biz eğitimcileri değil, öğrencilerimizi karşılayan kurumların yetkililerini de oldukça heyecanlandırdı. Bazı kurumlar, ilk defa bir tıp fakültesinden öğrenci grubu ağırlamanın heyecanını; bazı kurumlar ise bizzat öğrenciler tarafından seçilip ziyaret edilmelerinin gururunu bizimle paylaştılar. Bu ziyaretlerin bir açıdan tarihsel bir kucaklaşma olduğunu gözledik.. İstanbul’un çok farklı kültürlerine, topluluklarına ait kurumlarının, bütün zenginliğiyle yeni kuşaklara, geleceğin hekimlerine kucak açması hepimiz için son derece anlamlıdır. Haliç kıyısında bir Musevi hastanesinin, sur dışında Rum ve Ermeni Hastanelerinin, çocuklar için, yaşlılar için, lepralılar için, psikiyatrik hastalar, ortopedik hastalar ve daha pek çok branş için kurumsallaşmış tarihi hastanelerin veya kentin bir sokağındaki tarihi bir eczanenin varlığını öğrenmek, bizi yaşadığımız kent hakkında düşündürdüğü kadar; tıbbın farklı kültür, inanç, din ve milletlerden insanları birleştiren; ortak ve evrensel değerlerini de hissetmemize olanak sağlar.
Ülkemizde tıp tarihi eğitim ve öğretimine bir seçenek olarak sunulan bu çalışma, herşeyden çok Üniversitemiz eğitim felsefesinin parçasıdır. Bu nedenle öncelikle bize bu olanağı sağlayan Acıbadem Üniversitesitesi’nin değerli Yöneticilerine; saha çalışmasının ortak fikir sahipleri Prof. Dr. Nadi Bakırcı ve Doç. Dr. Pınar Topsever başta olmak üzere, Üniversitemizde tıp eğitiminin planlanmasına sonsuz emeği geçen çalışma arkadaşlarımıza, sevgili öğrencilerimize, sağlık kurumlarında bizlere destek veren kıymetli sağlık çalışanlarına ve idarecilere çok teşekkür ediyoruz.
İstanbul Tıp Tarihi Sergisi’nin yalnızca sahip olduğumuz zengin kültürel ve tarihsel tıp mirasını değil; aynı zamanda, hekimliğin çağlara uzanan sağaltıcı gücünü, özverili emeğini, tıbbın ve tıp kurumlarının düne ait olduğu gibi bugüne ve geleceğe de ait olduğunu duyumsatmasını diliyoruz.
Fatih Artvinli - Yeşim Işıl Ülman
Book Chapter by Fatih Artvinli
Papers by Fatih Artvinli
Osmanlı Devleti, 1839 yılında Tanzimat’ın ilanıyla birlikte çeşitli alanlarda reform girişimlerinde bulunurken, delilik ve tımarhaneler alanında da yeni bir nizam oluşturmaya çalışır. İstanbul’un orta yerinde, Süleymaniye Bimarhanesi’nde başlayan ve sınırlı kalan ıslah çabaları, 1873 yılında patlak veren bulaşıcı bir hastalık gerekçe gösterilerek delilerin bir gece yarısı vapurla Üsküdar’a taşınmasıyla sonuçlanır. Darüşşifanın bulunduğu semtin adını alan Toptaşı Bimarhanesi, 1924 yılı sonlarından itibaren bu defa Bakırköy’e taşınır. Dolayısıyla, günümüzdeki Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Toptaşı Bimarhanesi’nin devamı, Toptaşı ise Süleymaniye Bimarhanesi’nin devamıdır; çünkü sözkonusu olan sadece hastalar, çalışanlar ve malzemelerin taşınması değil aynı zamanda tarihsel ve zihinsel bir taşınmadır.
Sunuş: Oktay Özel
Yazarlar: Ali Sipahi, Fatih Artvinli, Nurçin İleri, Özge Ertem, Özgül Özdemir, Müge Özbek, Çiğdem Oğuz, Ebru Aykut, Erkan Oruçoğlu, Gamze İlaslan, Barış Zeren, Gülhan Balsoy, Tülin Ural, Ufuk Adak
İstanbul, dünya uygarlık tarihinin en önemli kentlerinden birisidir. Yakın zamanda yapılan kazılarda ortaya çıkan bulgulara göre, İstanbul’daki ilk yerleşimler 8.000 yıl öncesine dayanıyor. İlk sakinlerinden günümüze kadar İstanbul eşsiz nitelikleriyle bir çekim merkezi olmaya devam etmiş ve bu kadim kent 1.600 yıl boyunca kesintisiz biçimde başkentlik yapmıştır. Hem Bizans Döneminde hem Osmanlı Döneminde siyasi, ekonomik ve kültürel bir başkent olarak İstanbul’da çok farklı kültürler, diller, dinler ve topluluklar birlikte ve birbirleriyle etkileşerek yaşamıştır.
İstanbul’un tıp tarihi açısından da mirası oldukça zengindir: Orta Asya ve Şaman halk geleneklerinden, Helenistik Tıp’a, Galen Tıbbından İslam Tıbbına, Bizans Tıbbından Osmanlı Tıbbına kadar geniş bir yelpaze. İstanbul tıp pratikleri ve teorileri açısından çok farklı unsurların birleştiği; yorumlanıp harmanlandığı kozmopolit bir kenttir. Farklı uygarlıkların tıp anlayışlarının sentezlendiği İstanbul, Osmanlı Dönemi’nde de tıp açısından “kültürlerüstü” bir niteliğe sahip olmaya devam etmiştir.
Batı dünyasındaki hastane geleneğinin kökeni Bizans İmparatorluğu’na dayanır. İstanbul, ilk Hristiyan hastanelerinin kurulduğu kentlerden birisidir. Tarihi 4. yüzyıla dayanan Bizans hastaneleri zaman içinde gelişerek St. Sampson ve Pantakrator Ksenonlarıyla modern hastane kavramının habercileri olmuştur. Kaynaklar, 6. yüzyılda İstanbul’da 35 hastanenin varlığına işaret ediyor. İstanbul’da bugünkü Zeyrek Camii’nin bulunduğu bölgede yer alan Pantokrator, modern hastane fikrinin erken ve yetkin örneklerinden biridir. Burada her gün vizit ve klinik muayeneler yapılır ve gerektiği zaman hasta muayenesi için evlere gidilirdi. İstanbul’un Bizans geçmişinde hekimler, eczacılar ve diğer şifacılar önemli bir yere sahipti ve kentin farklı yerlerinde hastalıkları tedavi etmek, bedeni ve ruhu kötülüklerden korumak için çeşitli mekanlar inşa edilmişti.
İstanbul’u ele alan Osmanlılar, bir yandan Bizans tıp kurumlarını, şifa yerlerini devam ettirmeye çalışırken, diğer yandan Selçuklu geleneğinin devamı şeklinde düşünülebilecek darüşşifalar inşa etmeye başlamıştır. Fatih, Süleymaniye, Sultanahmet, Haseki ve Valide Atik Darüşşifaları şehrin önemli hastanelerindendir. İstanbul’un kozmopolit bir kent olduğunu anlamak için Osmanlı döneminde inşa edilen ve açılan hastanelere bakmak yeterlidir: askeri hastaneler, farklı etnik ve dini topluluklara ait hastaneler, belediye hastaneleri, yabancı ülkelerin misyon hastaneleri vb.
18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başlarında tıp alanındaki gelişmeler, Osmanlı Devleti’nde ve onun gözbebeği olan payitahtı İstanbul’da da bir yenileşme ve yeni çağın ihtiyaçlarına uygun yeni kurumlar oluşturma gereğini ortaya çıkarmıştır. 14 Mart 1827 günü, ilk modern tıp okulu olan Tıphane-i Amire açılmış, 1839 yılında ise Tıphane ile Cerrahhane birleştirilerek bugünkü Galatasaray Lisesi’nin bulunduğu Enderun Mektebi, yeni tıp okuluna, tam adıyla Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne’ye mekân olmuştur . Yirminci yüzyıl başında ise Tıbbiye, Haydarpaşa’da inşa edilen modern binaya taşınmıştır. Ardından yeniden Avrupa yakasına ve Çapa’ya yerleşen kurumdan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi doğmuş, günümüz İstanbul’unda ise tıp fakültelerinin sayısı 10’u geçmiştir.
İstanbul, Cumhuriyet döneminde açılan yeni hastaneler, tıp fakülteleri ve diğer sağlık kurumları ile her açıdan tıptaki gelişmelerin, yeni yöntem ve uygulamaların başkenti olmaya devam etmiştir. Günümüzde de İstanbul, yalnızca bu şehirde yaşayanlara değil; bütün bir ülkeye ve giderek farklı ülkelerden, coğrafyalardan gelenlere şifa dağıtmaktadır.
İstanbul Tıp Tarihi Sergisi başlıklı bu kitap, Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi I. sınıf öğrencilerinin, 2013 ve 2014 yılı 14 Mart Tıp Bayramı’nda sergiledikleri posterler ve metinlerden oluşmaktadır. Geleceğin hekimleri, bu araştırmalarını, Tıp Tarihi dersi kapsamında gerçekleştirdiler. İstanbul’un farklı yerlerinde, bugün de ayakta olan sağlık kuruluşlarını ziyaret ederek haklarında bilgi edindiler. Elbette bu kitapta yer alan posterlere konu alan sağlık kurumları, İstanbul’un tıp tarihi bakımından geniş birikiminin yalnızca bir kısmını oluşturuyor.
Tıp Tarihi açısından son derece zengin bu kentte, öğrencilerin tarihi öneme sahip sağlık kuruluşlarını ziyaret etmelerinin pek çok açıdan yarar sağladığını düşünüyoruz . Öğrencilerin kendi seçtikleri mekânları ziyaret ettikleri; gözlemlerini, izlenimlerini, araştırarak edindikleri bilgileri kendilerinin raporladıkları bir saha çalışması; yani Türkiye’de bir Tıp Fakültesi öğrencilerinin aynı gün ve aynı saatlerde şehrin çok farklı yerlerindeki kurumları birebir ziyaret ederek, sonuçlarını kaleme aldıkları bir araştırma ilk defa gerçekleşiyor. Öğrencilerimiz bu raporlarını birer postere çevirerek, 14 Mart Tıp Bayramı onuruna sergilediler. Bu uygulama yalnızca biz eğitimcileri değil, öğrencilerimizi karşılayan kurumların yetkililerini de oldukça heyecanlandırdı. Bazı kurumlar, ilk defa bir tıp fakültesinden öğrenci grubu ağırlamanın heyecanını; bazı kurumlar ise bizzat öğrenciler tarafından seçilip ziyaret edilmelerinin gururunu bizimle paylaştılar. Bu ziyaretlerin bir açıdan tarihsel bir kucaklaşma olduğunu gözledik.. İstanbul’un çok farklı kültürlerine, topluluklarına ait kurumlarının, bütün zenginliğiyle yeni kuşaklara, geleceğin hekimlerine kucak açması hepimiz için son derece anlamlıdır. Haliç kıyısında bir Musevi hastanesinin, sur dışında Rum ve Ermeni Hastanelerinin, çocuklar için, yaşlılar için, lepralılar için, psikiyatrik hastalar, ortopedik hastalar ve daha pek çok branş için kurumsallaşmış tarihi hastanelerin veya kentin bir sokağındaki tarihi bir eczanenin varlığını öğrenmek, bizi yaşadığımız kent hakkında düşündürdüğü kadar; tıbbın farklı kültür, inanç, din ve milletlerden insanları birleştiren; ortak ve evrensel değerlerini de hissetmemize olanak sağlar.
Ülkemizde tıp tarihi eğitim ve öğretimine bir seçenek olarak sunulan bu çalışma, herşeyden çok Üniversitemiz eğitim felsefesinin parçasıdır. Bu nedenle öncelikle bize bu olanağı sağlayan Acıbadem Üniversitesitesi’nin değerli Yöneticilerine; saha çalışmasının ortak fikir sahipleri Prof. Dr. Nadi Bakırcı ve Doç. Dr. Pınar Topsever başta olmak üzere, Üniversitemizde tıp eğitiminin planlanmasına sonsuz emeği geçen çalışma arkadaşlarımıza, sevgili öğrencilerimize, sağlık kurumlarında bizlere destek veren kıymetli sağlık çalışanlarına ve idarecilere çok teşekkür ediyoruz.
İstanbul Tıp Tarihi Sergisi’nin yalnızca sahip olduğumuz zengin kültürel ve tarihsel tıp mirasını değil; aynı zamanda, hekimliğin çağlara uzanan sağaltıcı gücünü, özverili emeğini, tıbbın ve tıp kurumlarının düne ait olduğu gibi bugüne ve geleceğe de ait olduğunu duyumsatmasını diliyoruz.
Fatih Artvinli - Yeşim Işıl Ülman
Modern forensic medicine practices began in the mid-nineteenth-century Ottoman State, following the reform attempts in the field of medicine and law. The practices of forensic psychiatry as a more special field, however, gained a modern form later. One reason for this delay is the lack of specialized physicians and institutions working on special and complex issues in the field of forensic psychiatry. Süleymaniye and Toptaşı Mental Asylums -the most significant and successful mental hospitals in the nineteenth-century Ottoman State- were the institutions where not only the field of psychiatry but also forensic psychiatry began and developed. The inclusion of psychiatry education in the curriculum of medicine and the recruitment of physicians specializing in psychiatry and neurology started at the end of the century. Yet, the pioneers and experienced physicians, those who were rather exceptional ones then,
implied the first modern practices in this field by the medical reports and original practices they provided. The present article examines the emergence of forensic psychiatry in the Ottoman State through the publications, reports, evaluations and suggestions of Dr. Luigi Mongeri
who was the pioneer of this field. It also provides the full Turkish translation of a French report written and published by Mongeri on the medico-legal condition of Ali Osman of Çanakkale. This sample report includes important details that help us to understand the state of the practice of forensic psychiatry in the late Ottoman State.
There are many books and articles written by Mazhar Osman (Uzman), the first and the most renowned figure in the field of modern psychiatry and mental health in Turkey. The 22-page pamphlet with the title Bimarhanelerin İdaresi Hakkında Nesâyih (Advices on the Management of Mental Asylums) is one of the less known works of the author. The pamphlet, published in 1914 by the General Directorate of Health, includes valuable information, findings and notices about the psychiatric paradigms of the time, management of mental asylums and care of the patients. There were serious problems in the management and patient care of the most important three mental asylums in the Ottoman Empire, namely Toptaşı, Edirne and Manisa mental asylums. Dailynewspapers addressed some of these problems. Mazhar Osman wrote this pamphlet and criticized the management of Toptaşı Mental Asylum in a period when he wished to become its headphysician. His critique and advices can better be discussed in this historical context. Things to do for a better management and care of patients were listed as 39 articles in the pamphlet. The aim of this article is to introduce, examine, and discuss this original and unstudied text, Advices on the Management of Mental Asylums, in light of other primary and secondary sources.
SIRA DIŞI KARİYERİ VE TÜRKİYE’DE TIP TARİHİ ÜZERİNE
Fatih ARTVİNLİ
Türkiye’de tıp tarihi denildiğinde, ilk akla isimlerden biri Prof. Dr. Nuran Yıldırım. 1970 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olan Nuran Yıldırım, aynı yıl İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Deontoloji Kürsüsü’nde Osmanlıca okutmanı olarak çalışmaya başladı. 1982 yılında bu bölümde doktorasını tamamlayan, ardından Doçent ve Profesör olan Nuran Yıldırım, Osmanlıca okutmanı olarak girdiği bölümden 2015 yılında Anabilim Dalı Başkanı olarak emekli oldu. Prof. Dr. Nuran Yıldırım, halen Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Başkanı olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Nuran Yıldırım’ın ilk akademik makalesi, Journal of Turkish Studies / Türklük Bilgisi Araştırmaları’nda yayınlanıyor; 1979 yılında yayımlanan derginin 3. sayısı, aynı zamanda Yıldırım’ın bitirme tezini birlikte hazırladığı hocasına armağandı: Ali Nihat Tarlan Hatıra Sayısı. Şimdi bu söyleşinin de içinde yer aldığı sayı ise Nuran Yıldırım’a Armağan. Elli yıldan uzun süre tıp tarihi alanına tanıklık eden, çalışmalarıyla alanın şekillenmesine katkıda bulunan ve bulunmaya devam eden tıp tarihi profesörü Nuran Yıldırım ile bu uzun söyleşiyi, tarihi bir salgının, COVID-19 pandemisinin devam ettiği bir ortamda gerçekleştirdik. 2021 yılı Ağustos ayından Aralık ayına kadar, internet üzerinden her biri yaklaşık birer saat süren toplam dokuz çevrimiçi görüşme yaptık. Söyleşide yer alan fotoğrafların tamamı, Nuran Yıldırım’a aittir ve bu söyleşiye özel olarak kendisi tarafından seçilmiştir. Prof. Dr. Nuran Yıldırım’ın yayınlarını içeren kapsamlı bir bibliyografya bu söyleşinin ardından gelen sayfalarda yer almaktadır. Söyleşide adı geçen, Nuran Yıldırım’a ait makale ve eserlerin künyelerine, parantez içinde bibliyografyasındaki sıra numarası ile gönderme yapılmıştır.
TARİH VAKFI ANKARA TARTIŞMALARI / 27 Eylül 2019- 18:00
Tarih Vakfı Ankara Temsilciliği “Ankara Tartışmaları”nın yeni dönemini bizzat tarihçiliği tartışan bir panelle açıyor. Yıl içinde yayınlanan Tarihçilerden Başka Bir Hikâye (Can Yayınları, 2019) adlı kitap vesilesiyle, tarihçilik ve kurgu arasındaki ilişkiyi yeniden gündeme getiriyor. Bir yandan tarihçiliğin “gerçek”le kurduğu ilişkinin doğasını tartışmaya açarken bir yandan da tarihsel anlatının edebi kurgu ile kurulmasının imkanlarını sorgulayacak olan panele söz konusu kitabın editör ve yazarlarından Nurçin İleri, Fatih Artvinli ve Ebru Aykut katılacaklar. Oktay Özel’in yöneteceği panelde akademik tarihçiliğin uzun bir süredir tartışageldiği “anlatısallık” (narrative/narrativity) konusu, edebi kurguyu da içeren bir “hikâyeleştirme” bağlamında ele alınacak. Modern tarihyazımının ikili karşıtlıklarının yol açtığı zihinsel darlık ve yaratıcılık probleminin aşılmasında edebi kurgunun imkanlarını daha cesurca kullanan bir tarihçiliğin muhtemel yolları üzerinde durulacak. Tarihsel araştırmanın meşruiyetini sağlayan “olay”, “olgu” ve “yorum” ilişkiselliği ekseninde biçimlenen temel ilkelerini göz önünde bulundurarak ama elimizdeki izlerden nasıl farklı hikayeler kurulabileceğini deneyen çalışmalara açılmak… Bunun mümkün olabileceğini deneyen az sayıdaki tarihçilerimizden oluşan konuşmacı ve yazarlarımızla “hakikat” ve “tarihsel gerçeklik” inancından gerçeklik “hissi”ne, oradan “ihtimal”e ve yine tarihçi tarafından kurgulanmış bir ihtimalin meşruiyetine uzanan epistemolojik arayış, bir zihin jimnastiği…
2. Bölüm:http://acikradyo.com.tr/gunun-ve-guncelin-edebiyati/ebru-aykut-ve-fatih-artvinli-ile-soylesi-tarihcilerden-baska-bir-hikay-0
2. Bölüm: https://soundcloud.com/noroblog/deliligin-yuzyili-2-turkiyede-modern-psikiyatrinin-dogusu-fatih-artvinli-ile-soylesi
– Deli nedir? Mecnun kimdir? Meczup kime denir?
– Osmanlı Devleti’nde psikiyatri nasıl kurumsallaştı?
– Süleymaniye Bimarhanesi, Toptaşı Bimarhanesi ve Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastanesi ekseninde psikiyatri nasıl modernleşti?
– Toplumdaki akıl hastalıkları algısı nasıl değişti?
– İtalya’dan kalkıp gelen Dr. Mongeri Türkiye’de modern psikiyatriye giden yolu nasıl açtı?
– Osmanlı’da akıl hastalıkları nasıl tedavi ediliyordu? Hangi ilaçlar kullanılıyordu?
– V. Murat‘ın tahttan indirilip II. Abdülhamid‘in padişah olmasıyla sonuçlanan süreçte psikiyatrinin rolü neydi?
Programı dinlemek için: http://acikradyo.com.tr/podcast/207054
hekim Dr Luigi [Louis] Mongeri’nin 1856 yılında başhekim olarak atanması ile başlamıştır. Mongeri’nin Süleymaniye Bimarhanesi’nde gerçekleştirdiği en
önemli reform, dönemin Avrupa tımarhanelerinde olduğu gibi delileri “zincirden kurtarmak”tır. Bimarhanedeki zincir uygulamasını kaldırdığı için Mongeri, ünlü
Fransız pskiyatr Philippe Pinel’e benzetilerek, İstanbul’un Pinel’i olarak anılmıştır. Bu sunumun amacı, Mongeri’nin kapsamlı biyografisini incelemek ve yaşam öyküsü etrafında Osmanlı Devleti’nde modern psikiyatrinin doğuşu ve gelişimini ele almaktır.
Bu sunumun amacı, Osmanlı Devleti’nde deliliğin tıbbileştirilmesi sürecinin önemli bir aşamasını temsil eden 1876 Bimarhaneler Nizamnamesi’ni incelemek; nizamname ve eklerinin hazırlanma gerekçelerini, içerdiği maddeleri, getirdiği değişiklikleri ve uygulamaları ele almaktır
Bu sunumda Osmanlı Devleti’nde modern psikiyatrinin ortaya çıkış koşulları, Bimarhaneler Nizamnamesi, Mongeri’nin adli rapor yazımı konusundaki görüş ve pratikleri tartışılacaktır.
Geniş bir coğrafyaya yayılan Osmanlı Devleti’nde akıl hastalarının muhafaza ve bakımları için çeşitli yerler mevcuttu. 19. yüzyıl ortasından itibaren merkezi bürokratik devlet, sınırları dâhilinde ve haricinde bulunan akıl hastaları için de bir takım bürokratik mekanizmaları devreye sokmuştur. Avrupa’da bulunan ve daha iyi koşullarda tedavi olmak üzere Avrupa’daki akıl hastaneleri’ne gidenler olduğu gibi Avrupa’nın çeşitli ülkelerindeki akıl hastanelerinde kalmakta olan Osmanlı tebaasına mensup akıl hastalarının memleketlerine iadeleri gündeme gelmeye başlamıştır. Karmaşık bir bürokratik işleyiş ile başlayan iade ve kabul talepleri daha sonra kendi içerisinde belirli bir biçime; nizamname ve kanunlara girecek bir boyuta ulaşmaya başlamıştır. Özellikle II. Meşrutiyet sonrası “vatandaşlık” kavramının yeniden tartışıldığı bir dönemde sıklıkla karşımıza çıkan, devletin kendi akıl hastası “vatandaşları”nı koruma ve himayeye yönelik çare arayışları yalnızca bürokrasinin kazandığı yeni boyutları değil, aynı zamanda psikiyatrik bilginin uluslararası dolaşımını ve siyasal konjonktürün karşılıklı ilişkileri şekillendirirken aynı zamanda sağlık alanını da nasıl etkileyebildiğini göstermesi açısından ilginç tespitler içermektedir. Bu çalışmada, yukarıda zikredilenlerin ışığında Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyıl ikinci yarısından itibaren, akıl hastalarının iade ve kabul mekanizmaları, “tebaadan vatandaşlığa geçiş” süreci üzerinden incelenecektir.
***
There have been various asylums, built to protect and take care of lunatics in the Ottoman Empire that has ruled in a wide geography. From the mid-19th century, the centralized bureaucratic state has adopted some new bureaucratic mechanisms for the lunatics living inside and outside the borders of the Empire. The question of getting back the Ottoman lunatics who were already in Europe or gone there for having a better treatment as well as the ones that had been staying in asylums for a while has appeared in the imperial political agenda. Started with an inexplicit procedure of acceptance and deportation of the lunatics, the whole process turned into a complex set of rules after a while, as in the form of codes and regulations. What we frequently encounter particularly after the Second Constitutional Era, when the concept of “citizenship” has been re-debated, is the quest of bureaucracy for protecting and safeguarding the Empire’s lunatic “citizens”. This not only depicts the increased multi-dimensional power of the Ottoman bureaucracy but also the international circulation of psychiatric knowledge and the influence of political conjuncture on health field as it shaped the mutual relations. The paper will examine the transition process of transforming subjects into citizens after the mid-19th century by looking into the acceptance and deportation mechanisms of lunatics. "
Bu sunum, tıp ve psikiyatri etiğinin temel ilkelerini, hasta hakları ve özellikle hastane çalışanlarının akıl hastalarına yönelik davranışlarını, 1891 yılında Toptaşı Bimarhanesi’nde bir süre kalan Ali Enver’in kaleme aldığı dilekçe üzerinden tartışmayı amaç edinmektedir.
**
The discussion of ethics in psychiatry includes complex problematics and ethical dilemmas that ranges from the definition of mental illness, diognosis to treatment, acknowledgement and rejection of treatment to individual freedom and patients’ rights. As the basic principles of medical ethics, beneficence and non-maleficence are also key concepts for the history of psychiatry. From the last quarter of the nineteenth century the most important mental hospital is Toptaşı Bimarhanesi (Lunatic Asylum)
This paper aims to discuss the basic principles of medical and psychiatric ethics and especially the attitudes of health staff to the mentally ill through the analysis of a petition. The petition is written by Ali Enver who was confined to Toptaşı Lunatic Asylum in 1891.
The Turkey Working Group realized its third workshop on the theme “How can ethics be taught in health sciences?" to discuss developing an approach towards the current challenges of methodology of ethics education in the context of healthcare professionals’ moral development. By answering this question, the Workshop aimed to emancipate educators, professionals from clichés by encouraging them to seek ways for innovative educational methods, by giving emphasis on the importance of collaboration and interaction. We think the systematical review of the themes referred by the Group in this workshop, would be a useful initial structural ground for further discussions and implementations.
The learning environment of medical education has both negative and positive influences on students’ acquisition of ethics-related skills, as well as professional skills, knowledge and attitudes. Considering the recent trend in medical education towards more student-centered and professional values-oriented curricula, one should expect that today graduates are more humanistic and virtuous. On the other hand, students are generally idealistic and compassionate when they start the journey to become doctors. However, despite students’ good intentions and medical schools’ struggle for improving teaching of ethics, related skills and attitudes, cynicism emerges eventually in most of the students while they are becoming healthcare professionals. The Cambridge Bioethics Education Turkey Group proposes that a student-centered and professional values-oriented curriculum can help to raise more humanistic and virtuous students. Despite the barriers in the current structure of modern medicine and medical education, there are effective student-centered teaching methods and various strategies to overcome negative influences of the hidden curricula, which in the end help us produce better equipped healthcare professionals in terms ethical competency, moral awareness and reflective skills.
Key Words: Medical Education, Ethics, Professional Values, Professionalism, Team Working, Collective Action