Papers by Mete Han Arıtürk
SELÇUK UNIVERSITY JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS - SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ (SEFAD), 2024
Abstract
This article examines the state of extreme mechanization in modern industrial societies,... more Abstract
This article examines the state of extreme mechanization in modern industrial societies, which leads to a strict separation of the various spheres of life and ultimately to the exclusion of the human element. The philosophers of the Frankfurt School, Herbert Marcuse and Jürgen Habermas in particular, have rigorously analyzed the inherently ideological function of technology in late capitalist societies. Similarly, In Player Piano, Kurt Vonnegut depicts an America of the near future that reflects an extremely technologized and automated social world under corporate capitalism. This paper examines how the technocratic state in Vonnegut’s novel utilizes technology to pacify and disempower the masses, challenging the notion that technology is merely a value-free accumulation of know-how. The devalued human subject and dehumanized society depicted in Vonnegut's anti-utopian narrative are discussed with reference to Marcuse’s notion of 'one-dimensional society' and Habermas’s theory of 'communicative action' to provide the critical framework for the analysis of the impoverishing and colonizing effects of technological rationality on the lifeworld.
Keywords: Technological rationality, colonization, lifeworld, purposive-rational action, communicative action.
Kurt Vonnegut’un Otomatik Piyano Adlı Romanında Teknolojik a priori ve İletişimsel Eylem
Öz
Bu makale, modern endüstri toplumlarında yaşantı sahalarını birbirinden keskince ayırarak nihayetinde insan unsurunu tamamen oyun dışına iten aşırı mekanikleşme olgusunu soruşturmaktadır. Özellikle Herbert Marcuse ve Jürgen Habermas odakta olmak üzere Frankfurt Okulu filozofları, geç kapitalizmin egemen olduğu toplumlarda teknolojiye içkin ideolojik işlevleri titizce irdelemişlerdir. Buna benzer biçimde, Otomatik Piyano adlı romanında Kurt Vonnegut da kurumsal kapitalizm egemenliği altında aşırı derecede teknolojikleşmiş ve otomatikleşmiş bir toplum imgesini yansıtabilmek amacıyla yakın geleceğe ait bir Amerika kurgulamaktadır. Bu çalışma Vonnegut’un roman dünyasında baskın olan teknokratik devletin teknolojiden faydalanarak insan kitlelerini nasıl etkisiz ve işlevsiz kıldığını incelemekte, bu sayede teknolojinin yalnızca değerden bağımsız bir pratik beceriler toplamı olduğu görüşüne karşı bir itiraz ortaya koymaktadır. Vonnegut’un anti-ütopyacı anlatısında betimlendiği üzere değer yitimine uğramış insan öznesi ve insansızlaşmış toplumsal dizge, Marcuse’nin ‘tek boyutlu toplum’ nosyonuna ve Habermas’ın ‘iletişimsel eylem’ kuramına göndermeler eşliğinde ele alınacak, böylece teknolojik aklın yaşam-dünyası üzerindeki yoksullaştırma ve sömürgeleştirme etkisinin çözümlenebilmesi için gerekli eleştirel çerçeve sağlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Teknolojik rasyonalite, sömürgeleştirme, yaşam-dünyası, amaçsal-rasyonel eylem, iletişimsel eylem.
Kilikya Felsefe Dergisi, 2024
Öz: II. Dünya Savaşı sonrası Avusturya'sında ampirizm ve bilimsel yöntem üzerine yazmaya başlayan... more Öz: II. Dünya Savaşı sonrası Avusturya'sında ampirizm ve bilimsel yöntem üzerine yazmaya başlayan Feyerabend, önceleri mantıksal pozitivizmle uyum gösterse de daha sonra bu görüşleri eleştirmiş ve Batı biliminin metodolojik standartlarını sorgulamıştır. Batı biliminin iddia ettiği evrenselliğin ideolojik olduğunu ve bilimin birçok şekilde var olabildiğini savunmuştur. Feyerabend'in metodolojik anarşizmi, bilimin sıkı evrensel standartlarla değil, tesadüfler, sıçramalar ve öngörülemeyen olaylarla ilerlediğini öne sürmektedir. Ona göre, bilginin gelişimi için bilimsel yöntemlere çoğulcu bir yaklaşım esastır ve her kültürün kendi bilimsel uygulamasını belirlemesine izin verilmelidir. Bilimsel araştırma çerçevesi farklı tarihsel ve kültürel koşullara göre değişir; bu da mutlak kurallara bağlamsal olanların eklenmesini gerektirir. Feyerabend, buna ek olarak bilimin askeri, ekonomik ve siyasi güçlerin egemenliği altında kalmasını eleştirir. Bu çalışma, Feyerabend’in evrensel karakterli bilimsel teorilerin oluşumu aşamasında tarihsel değer ve bağlamsal girdilerin de etkili unsurlar olduğuna dair görüşlerinin dayanaklarını çözümleme amacı taşımaktadır. Bunun ardından makale, filozofun pek çoklarınca düşünüldüğü gibi bir bilim düşmanı mı yoksa bilimselciliğin önemli bir rasyonel eleştirmeni mi olduğu meselesini ilgili tartışmalar ışığında aydınlatmaya çalışacaktır.
Anahtar Kelimeler: Paul Feyerabend, bilim düşmanı, metodolojik anarşizm, bilimsel çoğulculuk, bağlamsal kurallar, eşölçülemezlik
THE POLITICAL IMPLICATIONS OF SCIENTIFIC PLURALISM: THE DEMOCRATISATION OF SCIENTIFIC INQUIRY IN FEYERABEND'S UNDERSTANDING OF SCIENCE
Abstract: Beginning his career in Austria after World War II with his writings on empiricism and scientific method, Feyerabend had initially written compatibly with logical positivism; but he later criticized these views and questioned the methodological standards of Western science. He argued that the claimed universality of Western science was ideological and that science could exist in many ways. Feyerabend's methodological anarchism suggests that science progresses not through strict universal standards but through contingencies, leaps, and unforeseen events. He believes that pluralism of scientific methods is essential for the development of knowledge, and each culture should be allowed to determine its own scientific practice. According to Feyerabend, the framework of scientific research varies according to different historical and cultural conditions, necessitating the addition of contextual rules to absolute ones. He further criticizes the dominance of military, economic and political powers on science. This paper attempts to analyze the foundations of Feyerabend's views on the influence of historical values and contextual inputs in the formation of universal scientific theories. Subsequently, the article will seek to deal with the question as to whether the philosopher is an enemy of science or a significant rational critic of scientism, on the background of the relevant debates.
Keywords: Paul Feyerabend, enemy of science, methodological anarchism, scientific pluralism, contextual rules, incommensurability
Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bu çalışma Jürgen Habermas ve Hans-Georg Gadamer'in hermeneutik perspektiflerini sosyo-politik bi... more Bu çalışma Jürgen Habermas ve Hans-Georg Gadamer'in hermeneutik perspektiflerini sosyo-politik bir bağlamda karşılaştırmayı amaçlamaktadır. Eleştirel bir hermeneutik anlayışını benimsediğini iddia edebileceğimiz Habermas, metinlerin ve kültürel ifadelerin yorumlanmasını daha geniş bir sosyal ve siyasi bağlama yerleştirerek gizli ideolojik temelleri ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır. Gadamer ise daha geleneksel bir hermeneutik duruşa bağlı kalarak anlamın tarihsel ve kültürel bağlamlara gömülü doğasını vurgulamaktadır. Bununla birlikte farklılıklarına rağmen her iki filozofun da pozitivizm ve modernizmin kısıtlayıcı yapılarına karşı bir tavır geliştirdiklerini söylemek mümkündür. Çalışma, Habermas'ın Gadamer'in hermeneutiğine yönelttiği eleştirileri, özellikle de geleneğin ideolojik boyutuna ilişkin eleştirileri incelemektedir. Çalışma, aralarındaki farklılıklara rağmen, özellikle hermeneutiğin eleştirel teoriyi zenginleştirmedeki önemine ilişkin yakınlaşma zemininin mümkün olduğuna vurgu yapmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Habermas, Gadamer, eleştirel teori, hermeneutik, gelenek
AN ANALYSIS OF JÜRGEN HABERMAS AND HANS-GEORG GADAMER'S HERMENEUTICS IN A SOCIO-POLITICAL CONTEXT
ABSTRACT
This study aims to compare the hermeneutical perspectives of Jürgen Habermas and Hans-Georg Gadamer in a socio-political context. Habermas, who can be claimed to adopt a critical hermeneutic understanding, aims to reveal hidden ideological underpinnings by placing the interpretation of texts and cultural expressions in a broader social and political context. Gadamer, on the other hand, adheres to a more traditional hermeneutical stance, emphasizing the embedded nature of meaning in historical and cultural contexts. However, despite their differences, it is possible to say that both philosophers develop an attitude against the restrictive structures of positivism and modernism. The study examines Habermas's criticisms of Gadamer's hermeneutics, especially his criticisms of the ideological dimension of tradition. The study emphasizes that despite their differences, a ground for rapprochement is possible, especially regarding the importance of hermeneutics in enriching critical theory.
Keywords: Habermas, Gadamer, critical theory, hermeneutics, tradition
Felsefi Düşün, 2024
Öz:
Bu çalışma, Alexis de Tocqueville'in Amerika'da Demokrasi eseri üzerinden
demokrasi ve eğitim... more Öz:
Bu çalışma, Alexis de Tocqueville'in Amerika'da Demokrasi eseri üzerinden
demokrasi ve eğitim anlayışını analiz etmektedir. Tocqueville, demokrasinin
sadece bir yönetim şekli olmadığını, aynı zamanda toplumsal değerleri ve
kültürel normları şekillendiren bir yaşam biçimi olduğunu vurgular. Ona
göre eğitim, demokratik bir toplumun sürdürülebilirliği ve gelişimi için
hayati bir rol oynar, bireylere demokratik değerleri aşılar, yurttaşlık bilincini
geliştirir ve toplumsal katılımı teşvik eder. Tocqueville'in gözlemlerine göre
demokratik toplumlarda eğitim; pratik ve faydacı bilgiye odaklanırken soyut
ve teorik bilgiye daha az önem verir. Bu durum, derin düşünme ve
yaratıcılığı köreltebilir. Ayrıca demokrasinin ‘çoğunluğun tiranlığı’ ve
bireycilik gibi potansiyel tehlikeleri, eğitimin bireyselliği ve eleştirel
düşünceyi baskılamasına yol açabilir. Tocqueville'in bu ikili bakış
açısı, demokratik eğitimin hem fırsatlar hem de zorluklar barındırdığını
gösterir. Bu çalışmada, demokratik toplumlarda eğitimin nasıl daha etkili ve
özgürleştirici bir güç haline getirilebileceği eğitim ve politika felsefesi
bağlamında tartışılmaktadır. Özellikle yerel yönetimlere katılım, sivil toplum
kuruluşları ve liberal sanatlar eğitimi gibi unsurların, bireyselliği ve eleştirel
düşünceyi destekleyerek demokratik eğitimi güçlendirebileceği üzerinde
durulmaktadır.
Abstract:
This study analyzes Alexis de Tocqueville's understanding of democracy and
education through his seminal work, Democracy in America. Tocqueville
emphasizes that democracy is not merely a system of governance but a way
of life that shapes societal values and cultural norms. He posits that
education plays a vital role in the sustainability and development of a
democratic society, instilling democratic values, fostering civic
consciousness, and encouraging social participation. Tocqueville's
observations reveal that education in democratic societies tends to focus on
practical and utilitarian knowledge, often neglecting abstract and theoretical
knowledge, which can potentially hinder meditation and
creativity. Furthermore, he warns that the inherent dangers of
democracy, such as the ‘tyranny of the majority’ and individualism, can lead
to the suppression of individuality and critical thinking in education.
Tocqueville's nuanced perspective highlights the dual nature of democratic
education, presenting both opportunities and challenges. This study delves
into the philosophy of education and politics, exploring how education can
be transformed into a more effective and liberating force in democratic
societies. It particularly emphasizes the role of participation in local
governments, civil society organizations, and liberal arts education in
strengthening democratic education by fostering individuality and critical
thinking.
SEFAD, 2024
This article examines the state of extreme mechanization in modern industrial societies, which le... more This article examines the state of extreme mechanization in modern industrial societies, which leads to a strict separation of the various spheres of life and ultimately to the exclusion of the human element. The philosophers of the Frankfurt School, Herbert Marcuse and Jürgen Habermas in particular, have rigorously analyzed the inherently ideological function of technology in late capitalist societies. In Player Piano, Kurt Vonnegut's critical depiction of the extremely technologized and automated social world in a near future America slightly predates and even heralds the above-mentioned critical theorists' analyses of the ideological nature of technology under corporate capitalism. This study scrutinizes how the technocratic state in Vonnegut's novel utilizes technology to pacify and disempower the masses, challenging the notion that technology is merely a value-free accumulation of know-how. The devalued human subject and dehumanized society depicted in Vonnegut's anti-utopian narrative are discussed with reference to Marcuse's notion of 'one-dimensional society' and Habermas's theory of 'communicative action' to provide the critical framework for the analysis of the impoverishing and colonizing effects of technological rationality on the lifeworld.
MSFAU Journal of Social Sciences, Jun 2021
This study attempts to understand whether there were changes over time in Hegel’s opinions on the... more This study attempts to understand whether there were changes over time in Hegel’s opinions on the idea of recognition, which were the basis of Axel Honneth’s theory of recognition, and how later philosophers writing on recognition and intersubjectivity have comprehended Hegel’s intellectual heritage, together with their criticism of peculiar aspects of Hegel’s point of view. In this regard, in order to be able to understand Honneth’s theory of recognition, it is necessary to inquire into the relation between Honneth’s and Hegel’s theories in a philosophical context. The current inquiry is both related to the aspects of how Honneth was affected by Hegel, and is also particularly focused on Hegel’s Jena period. The point of emphasis in this study is whether or not Hegel abandoned the theories of intersubjectivity and recognition after his Jena period. Therefore, the discussion focuses on Hegel’s Jena period and the aspects which distinguished this period from others. This study also critically examines the views respecting the abandonment of the recognition on the Phenomenology of Spirit and intersubjectivity after the Jena period, and suggests that recognition and intersubjectivity still retain their dominance on this work known also as Jena Phenomenology, dated as the end of the Jena period.
Keywords: Honneth, Hegel, Recognition, Intersubjectivity
Türkçe Özet
Bu çalışma, Axel Honneth’in tanınma kuramına temel teşkil eden Hegel'in tanınma ve öznelerarasılık üzerine görüşlerinin zaman içinde değişip değişmediğini; tanınma üzerine yazan sonraki kuşak düşünürlerin Hegel’in düşünsel mirasını nasıl algıladıklarını ve görüşlerini hangi açılardan eleştirdiklerini anlamaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, Honneth’in tanınma kuramını anlayabilmek için onun Hegel ile düşünsel bağlamda ilişkisinin sorgulanması gerektiğini ileri sürmektedir. Mevcut sorgulama, Honneth’in Hegel’den ne bağlamda ve ne şekilde etkilendiğiyle ilgili olmakla birlikte özellikle Hegel’in Jena dönemine odaklanmaktadır. Bu bağlamda, bu makalede, Hegel’in Jena dönemi sonrası felsefesinde öznelerarasılık ve tanınma kuramlarını terk edip etmediği üzerinde durulmaktadır. Bu sebeple ilk önce Hegel’in Jena dönemi ile bu dönemi farklı kılan yönler ele alınmaktadır. Bununla birlikte, Jena dönemi sonrasında, Tinin Fenomenolojisi’nde tanınma ve öznelerarasılığın terk edildiğine dair görüşlerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği; Hegel’in felsefesinde Jena döneminin bitişine tarihlenen ve Jena Fenomenolojisi olarak da bilinen bu eserde tanınma ve öznelerarasılığın halen gücünü koruduğu savunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Honneth, Hegel, Tanınma, Öznelerarasılık
Posseible, 2016
The Place of the Woman in Plato's Ideal Society
It is safe to propound that the quantity of st... more The Place of the Woman in Plato's Ideal Society
It is safe to propound that the quantity of studies on the amelioration of the present conditions of women from antiquity through to modern times is quite insufficient. In this context, it seems that the Republic by Plato, which is one of the founding texts of political philosophy, has provided quite radical and innovative ideas about the role and position of women in society, considering into account both its production period and next two millenniums. This study, based particularly upon his Republic and other works, aims to re-consider how Plato is regarded both as a misogynist and a women's rightist, or both as a woman hater and a proto-feminist by certain scholars.
Keywords: Plato, Woman Rights, Republic, Feminism, Misogyny
Türkçe Özet
Antikçağ'dan modern dönemlere değin kadınların mevcut durumlarının iyileştirilmesine dair çalışmaların sayısının oldukça yetersiz kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda siyaset felsefesinin kurucu metinlerinden olan Devlet'in hem yazıldığı dönem hem de takip eden iki milenyuma yakın süre hesaba katıldığında kadınların toplumdaki rolü ve konumu üzerine oldukça radikal ve yenilikçi fikirleri barındırdığı açıktır. Bu çalışmada Platon'un diğer çalışmaları da hesaba katılmakla birlikte özellikle Devlet adlı eseri nezdinde nasıl olup da kimi düşünürlerce hem bir mizojinist hem de bir kadın hakları savunucusu sayıldığı; hem bir kadın düşmanı hem de proto-feminist olarak görülebildiği incelenecek ve Platon bu bağlamda yeniden ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Platon, Kadın Hakları, Devlet, Feminizm, Mizojini
Synthesis Philosophica, 2016
Abstract in English, German, French and Croatian
In the paper “The ‘Bubbling Up’ of Subterrane... more Abstract in English, German, French and Croatian
In the paper “The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, which was published in 2013 in the Journal of Civil Society, Mary Kaldor and Sabine Selchow attempted to reveal the specific qualities of the uprisings which emerged after the year 2010 in some European countries, such as Germany, Spain, Italy, England etc. According to the authors, the mode of organization which forms the main body of these emancipatory movements obtains its basic logic from the world of the Internet. The use of the Internet requires a re-evaluation of negative philosophical commentary regarding technology. In the context of twentieth-century philosophy, Martin Heidegger and Herbert Marcuse are the most influential philosophers who studied the negative aspects of technology. Heidegger portrayed the destructive effects of scientific reasoning and technology on the Western culture through the criticism of the traditional Western metaphysics on a phenomenological-ontological level. Marcuse, belonging to the tradition of Western Marxism, formed his critique of technology in the context of the concept of instrumental rationality and the critique of advanced industrial society and capitalism. Although the starting points of their perspectives on technology and the underlying purposes of their critiques of technology were different, it may be asserted that both have a rather negative and almost entirely pessimistic disposition towards technology. Heidegger’s and Marcuse’s criticisms of technology will be discussed in this context and the differences and similarities between these criticisms will be shown. Finally, the paper will emphasise the question of the possibility of a positive role of technology. Technology can serve as an alternative to negative uses by shedding light on the relation between the current uprisings and the Internet.
Keywords
technology, rationality, freedom, enframing, criticism, revolt movements, Internet, politics
Ist die Emanzipation des Menschen durch Technologie möglich?
Zusammenfassung
In dem Artikel „The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, veröffentlicht im Jahre 2013 im Journal of Civil Society, versuchten Mary Kaldor und Sabine Selchow die spezifischen Qualitäten der Aufstände zum Ausdruck zu bringen, die nach 2010 in den europäischen Ländern ausbrachen – Deutschland, Spanien, Italien, England usw. Nach Ansicht der Autoren erhält der Modus der Organisation, der den Hauptkörper dieser emanzipatorischen Bewegungen bildet, seine grundlegende Logik aus der Welt des Internets. Die Analogie mit dem Internet erfor- dert eine Neubewertung der negativen Kommentare über die Technologie aus philosophischer Perspektive. Martin Heidegger und Herbert Marcuse sind die einflussreichsten Philosophen, die sich mit den negativen Aspekten der Technologie in der Philosophie des 20. Jahrhunderts befasst haben. Heidegger schilderte die zerstörerischen Auswirkungen der wissenschaftlichen Vernunft und Technologie auf die westliche Kultur durch die Kritik an der traditionellen abend- ländischen Metaphysik auf der phänomenologisch-ontologischen Ebene, während Marcuse, ein Mitglied des westlichen Marxismus, seine Kritik an der Technologie im Rahmen des Konzepts der instrumentellen Rationalität und der Kritik der fortgeschrittenen Industriegesellschaft und Kapitalismus geformt hat. Obgleich die Ansatzpunkte ihrer Perspektiven über die Technologie und die zugrunde liegenden Zwecke ihrer Kritik an der Technologie unterschiedlich waren, kann behauptet werden, dass beide eine eher negative und fast völlig pessimistische Einstellung zur Technologie hatten. In diesem Zusammenhang werden Heideggers und Marcuses Kritiken an der Technologie diskutiert sowie Unterschiede und Ähnlichkeiten zwischen den beiden Kri- tiken aufgezeigt. Abschließend unterstreicht das Paper die Frage nach der Möglichkeit einer positiven Rolle für die Technologie, die als Alternative zur negativen Perspektive dienen kann, indem sie Licht in das Verhältnis zwischen aktuellen Aufständen und Internet bringt.
Schlüsselwörter
Technologie, Rationalität, Freiheit, Gestell, Kritik, Revoltebewegungen, Internet, Politik
L’émancipation humaine est-elle possible à travers la technologie ?
Résumé
Dans l’article « The “Bubbling Up” of Suberranean Politics in Europe » publié en 2013 dans Journal of Civil Society, Mary Kaldor et Sabine Selchow tentent de mettre en lumière les caractéristiques spécifiques des révoltes qui ont fait jour après 2010 dans certains pays européens – Allemagne, Espagne, Italie, Angleterre, etc. Selon nos auteures, le mode d’organisation qui a formé le corps essentiel de ces mouvements émancipatoires tire sa logique de base du monde de l’internet. Cette analogie avec l’internet requiert une réévaluation, à partir d’un point de vue philosophique, des commentaires négatifs sur la technologie. Martin Heidegger et Herbert Marcuse sont les philosophes les plus influents ayant travaillé sur les aspects négatifs de la technologie au sein de la philosophie du XXe siècle. Heidegger a dépeint les effets destructeurs de la raison scientifique et de la technologie de notre culture occidentale à travers son criticisme de la métaphysique traditionnelle occidentale à un niveau phénoménologico-ontologique, tandis que Marcuse, membre du « communisme occidentale », a formé une critique de la technologie au sein du concept de rationalité instrumentale et une critique de la société industrielle avancée et du capitalisme. Bien que le point de départ de leur perspective sur la technologie et que le but sous-jacent de leur critique diffèrent, il est possible d’affirmer que leur point commun est d’avoir posé un regard négatif et presque entièrement pessimiste sur la technologie. À cet égard, le criticisme d’Heidegger et de Marcuse vont être abordés afin d’en soulever les différences et les similarités. Enfin, cet article mettra l’accent sur la possibilité d’un rôle positif de la technologie qui pourrait servir d’alternative aux perspectives négatives en faisant la lumière sur le lien entre les révoltes actuelles et l’internet.
Mots-clés
technologie, rationalité, liberté, mettre en forme, criticisme, mouvements de révolte, internet, politique
Je li moguća ljudska emancipacija kroz tehniku?
Sažetak U članku »The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe«, objavljenom 2013. u časopisu Journal of Civil Society, Mary Kaldor i Sabine Selchow pokušale su otkriti specifične značajke pobuna koje su se javila nakon 2010. godine u europskim zemljama poput Njemačke, Španjolske, Italije, Engleske itd. Prema autoricama, način organiziranja koji čini glavno tijelo ovih emancipatornih pokreta preuzima svoju osnovnu logiku iz svijeta Interneta. Analogija s Internetom zahtijeva ponovnu evaluaciju negativnih komentara o tehnici iz filozofske perspektive. Martin Heidegger i Herbert Marcuse najutjecajniji su filozofi 20. stoljeća koji su se bavili negativnim aspektima tehnike. Heidegger je prikazao destruktivne učinke znanstvene racionalnosti i tehnike na zapadnu kulturu kroz kritiku tradicionalne zapadne metafizike na fenomenološko-ontološkoj razini, dok je Marcuse, kao predstavnik zapadnoga marksizma, oblikovao svoju kritiku tehnike u kontekstu pojma instrumentalne racionalnosti te kritike razvijenog industrijskog društva i kapitalizma. Iako su polazišne točke njihovih pogleda na tehniku, kao i osnovne svrhe kritike tehnike, različite, može se reći da obojica imaju poprilično negativno i gotovo u potpunosti pesimističko shvaćanje tehnologije. U tom će se kontekstu razmotriti Heideggerova i Marcuseova kritika tehnike kao i razlike i sličnosti između tih dvaju pristupa. Zaključno će rad naglasiti mogućnost pozitivne uloge tehnike, koja može služiti kao alternativa negativnoj perspektivi osvjetljavajući odnos između nedavnih pobuna i interneta.
Ključne riječi
tehnologija, racionalnost, sloboda, postav, kritika, pobunjenički pokreti, Internet, politika
Kaygı, 2014
Extended Abstract
Rationality, Experience and Knowledge in the Age of Technology: Problems & C... more Extended Abstract
Rationality, Experience and Knowledge in the Age of Technology: Problems & Criticisms
The question of how human potential is imprisoned in contemporary capitalism is one of the central topics of the analysis of social reality by every social theory which claims to be critical. This question which can be concretized as a systematic occupation with the cultural-technical forms caused by contemporary capitalism and as an analysis of new types of social subjectivity which emerge as a result of these forms, essentially includes the effort to specify at what level and by using what kind of tools the current system grabs the individual by the throat. Frankfurt School tradition as one of the foremost traditions which conducts such an investigation discusses the analysis of society over the fragility of the bourgeois individual.
According to Frankfurt School, the individual in contemporary capitalism is extorted from bourgeois ideals and is out of breath as a result of the blockade of overgrown structures in the social context in which s/he lives. In other words, the bourgeois individual has been erased. In the late capitalist society where personal histories are melted away, technological progress is one of the processes that led to the deletion of the individual. The clearest expression of this emphasis finds correspondence in the introduction of Herbert Marcuse's One Dimensional Man. Marcuse proposes two opposite theses in this work in which he examines advanced industrial societies: 1) Advanced industrial societies have a structure that can control the qualitative changes in a predictable future, 2) However, trends and forces which can reverse this situation (which can break this limitation and destroy capitalist society) also exist. The first one claims that relations of domination in the social structures are sustainable in the future, and the other thesis emphasizes that the opportunity of emancipation of people by getting free of these power relations is still possible. However, Marcuse does not dwell too much on the latter (which is the claim about the possibility of powers and trends that can change the current situation). Moreover, it could be argued that his arguments relating to technological rationality and one-dimensionality draw us into the impossibility of attaining any moment of a positive social transformation.
The book is dominated by an atmosphere of the immense feeling of being encircled and hopelessness, thus it follows from the work of Marcuse that in the system that we live in it is even impossible to breathe freely. Although in follow-up studies after the One Dimensional Man (especially in writings in which vitality of 68 movements and the axis of New Left), it can be observed that there is an attempt to convert despair into hope, it is clear that Marcuse’s designations regarding technological life mechanisms should be discussed again given the technological advancements of our times. Within this context, in the study, how technology affects and determines the individuals and society as a whole in modern industrial societies has been investigated. This investigation has been carried out through Herbert Marcuse's views on technology which are presented in his work One-Dimensional Man. The relationship between rationality, knowledge and experience has been examined on the basis of technology, and then Marcuse's concept of ‘technological rationality’ has been analysed in the context of Claus Offe's criticisms. Finally, Marcuse's critique of technology has been assessed by considering the emerging social practices in this day and time.
Herbert Marcuse refers to the rationality which is created by technology and is directly based on submissive efficiency, as ‘technological rationality’. Thinker argues that what is considered to be rational in a society is subject to change with technological developments, and social rationality is directly connected to technological advancements. There are three different projections of the technological rationality approach which are in turn ontological, epistemological and ethical-political approaches. Claus Offe claims that it is possible to group these different dimensions under three theses. According to the first one; scientific rationality has become the organizational principle of domination. According to Offe, in his second thesis, Marcuse mentions the emergence of technology sui generis i.e. as a distinctive autonomous technological rationality. And the third thesis proceeds on the line of the argument that socialist societies are under the impact of technological rationality as well as capitalist societies.
According to Offe, even though these three theses are consistent with each other, Marcuse has violated the most fundamental principle of the Critical Theory by not offering any possibility of social transformation which is aimed at the problems of extensive manipulation and pacified existence that brought about by technological rationality. Hence although Marcuse's work is of utmost importance concerning his analysis and the issues that he has covered, it would not be wrong to say that a problematic argument from the point of the tradition of Critical Theory has been proposed. The main reason for this is the argument which asserts that technology turned into a mechanism of domination which is almost irreversible and unchangeable. Therefore, such a mechanism does not offer any resistance point where the human can take a breath. As a result of this, emancipation which is the main political purpose of the Critical Theory has been invalidated. What could be the problems which are created by the negative situation that results from Marcuse's thesis on technology? For instance, how could the basis for the existence of opposing movements which are organized over the internet or the foundations of anti-capitalist radical critique be explained on the axis of Marcuse’s thesis?
There is a fundamental problem that has to be solved: if we declare only the validity of oppressive, central and ideological functions of technological devices, then the idea is referred to by authoritarian governments that current opposing movements or rebel groups organized over the internet might be organized from a centre which is defined as imperialist power or external power becomes an affirmable argument. In other words, does Marcuse's technological determinist approach serves to legitimize the discourses such as "foreign powers or imperialist enemies," and so on which authoritarian powers frequently resort to? Is it possible to think of another alternative concerning the problems produced by this rationality apart from the negative comments that are revealed by the concept of technological rationality? From what frameworks this question can be answered? In the conclusion of the study, answers to these questions have been searched.
Keywords
Technology, Knowledge, Criticism, Practice, Capitalist Society, Politics, Rationality.
Türkçe Özet
Bu çalışmada modern endüstri toplumlarında teknolojinin, bireylerin ve bir bütün olarak toplumun rasyonalitesini nasıl etkilediği ve bunun da ötesinde nasıl belirlediği incelenecektir. Bu inceleme Herbert Marcuse’nin Tek Boyutlu İnsan adlı eserinde ortaya koyduğu teknolojiye ilişkin görüşleri üzerinden yapılacaktır. Rasyonalite, bilgi ve deneyim arasındaki ilişki teknoloji üzerinden irdelenecek ve daha sonra Marcuse’nin ‘teknolojik rasyonalite’ kavramı Claus Offe’nin eleştirileri bağlamında çözümlenecektir. Son olarak Marcuse’nin teknoloji eleştirisi günümüzde ortaya çıkan toplumsal pratiklerle ele alınarak değerlendirilecektir.
Anahtar Terimler Teknoloji, Bilgi, Eleştiri, Pratik, Kapitalist Toplum, Politika, Rasyonalite.
Book Chapters by Mete Han Arıtürk
İklim Krizi Üzerine Felsefi Yaklaşımlar, 2023
Ekofeministler doğanın tahakkümü ve kadının tahakkümü arasında ilişki kurarak bu durumu ortaya çı... more Ekofeministler doğanın tahakkümü ve kadının tahakkümü arasında ilişki kurarak bu durumu ortaya çıkaran toplumsal yapılanmayı çözümlemeye çalışırlar. Son yıllarda 'ekofeminizm' başlığı altında değerlendirebileceğimiz, söz konusu tahakküm ilişkilerinifeminist bir persepektiften değerlendiren oldukça kapsamlı bir külliyat ortaya çıkmıştır. Aktivist edebiyat, şiir, roman, siyaset, felsefe ve düşünce tarihi üzerine akademik kitap ve makaleler de dahil olmak üzere çeşitliedebi türlerde çok sayıda yazı, ekofeminizm literatürüne katkı yapmıştır. Ekofeministler feminist akımın amaçları ile ekolojik hareket arasında somut bir ilişki bulunduğunu düşünürler. Bunun yanında ekofeministler, kadının tahakküm altında tutulmasına ilişkin çok sayıda çözümleme yaparlar ve bu baskının eleştirilmesinde ve toplumsal baskı dışı modellerin geliştirilmesinde çeşitli toplumsal adalet kavramlarına başvururlar.
Filozofların Filozofları, 2023
Pogge’nin küresel adalet, insan hakları ve etik konularındaki araştırmaları Rawls’un etkisinin zo... more Pogge’nin küresel adalet, insan hakları ve etik konularındaki araştırmaları Rawls’un etkisinin zorunlu izlerini taşır. Yine hoca-öğrenci ilişkisi bulunan iki felsefeci tarafından kaleme alınan bu çalışmada Pogge’nin hocası Rawls tarafından atılan temelleri miras alırken, kendi felsefi kimliğini nasıl oluşturduğu ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır. Dolayısıyla okumakta olduğunuz bu çalışmada Rawls ile ilgili çalışmaların temel odağını oluşturan Rawls’un dönemleri ve eserleri arasındaki farklılıklar ve benzerlikler tartışılmayacaktır. Bu çalışmanın ekseni Rawls ve Pogge’nin adalet anlayışları arasındaki farklılaşma etrafında şekillenecektir. Bunun için öncelikle Rawls’un felsefesinin geçirdiği değişime genel hatlarına kısaca değinilecek, ardından düşünürün adalet teorisinin yerel ve uluslararası perspektiflerine getirdiği eleştiriler ve yenilikler bağlamında öğrencisi Pogge ile ilişkisi ele alınarak metin sonlandırılacaktır. Bu izlek dahilinde öncelikle John Rawls’un adalet teorisini ana hatlarıyla hatırlamak önem arz etmektedir.
İbn Haldun'un Düşünce Dünyası Üzerine İncelemeler, 2023
Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da f... more Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. Nobel Akademik Yayıncılık, 2011 yılından beri "tanınmış uluslararası yayınevi" statüsündedir.
Edebiyatın Felsefi Yüzleri, 2022
Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da f... more Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kitabın tümünün veya bir kısmının elektronik, mekanik ya da fotokopi yoluyla basımı, yayımı, çoğaltımı ve dağıtımı yapılamaz. Nobel Akademik Yayıncılık, 2011 yılından beri "tanınmış uluslararası yayınevi" statüsündedir. Kitapta yer alan yazıların etik, akademik ve yasal sorumluluğu yazarlarına aittir.
Anadolu Üniversitesi Yayınları, 2020
Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir. "Uzaktan Öğretim" tekniği... more Bu kitabın basım, yayım ve satış hakları Anadolu Üniversitesine aittir. "Uzaktan Öğretim" tekniğine uygun olarak hazırlanan bu kitabın bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan izin almadan kitabın tümü ya da bölümleri mekanik, elektronik, fotokopi, manyetik kayıt veya başka şekillerde çoğaltılamaz, basılamaz ve dağıtılamaz.
Patikalar ve Yollar: Felsefe Araştırmaları I, 2020
Giriş Niccolò Machiavelli'nin (3 Mayıs 1469-21 Haziran 1527) ölümünün üzerinden geçen yaklaşık be... more Giriş Niccolò Machiavelli'nin (3 Mayıs 1469-21 Haziran 1527) ölümünün üzerinden geçen yaklaşık beş yüz yıl, düşünürün siyaset ve ahlak anlayışı bağlamındaki tartışmalardan pek bir şey azaltmış gibi görünmemektedir. Machiavelli'nin eserlerini söz oyunlarından uzak, duru bir dille yazmış olması birçok okurunda onun kolay anlaşılabilir bir düşünür olduğu yanılgısını yaratmıştır. Oysaki Machiavelli üzerine yapılan tartışmaların çokluğuna ve çeşitliliğine bakarak bile onun siyaset felsefesinin kolayca anlaşılabilen bir felsefe olmadığı ortaya çıkmaktadır. Öyle ki Machiavelli'yle ilgili halen birbirinden çok farklı alanlarda, birbirinden oldukça farklı görüşleri savunan eserler yazılabilmektedir. Machiavelli'yi dayanak olarak ele alan eğilimler bazen öyle ileri gitmektedir ki Maqiavelo Para Narcos (Uyuşturucu İle Mücade
Philosophical Problems in the Contemporary World, 2019
Thomas Samuel Kuhn started his academic life as a physicist but focused on the history of science... more Thomas Samuel Kuhn started his academic life as a physicist but focused on the history of science in his subsequent works. Through his theories formed by synthesizing his scientist and science historian interests with philosophy, he created a revolutionary perspective on the philosophy of science. For him, science advanced not as an uninterrupted accumulation, but rather, through revolutionary transformations that seriously interrupted or even ruptured established scientific knowledge. In other words, the progression of science is characterized by breaks and revolutions, rather than being a whole and in a regular manner; it is affected by conflicts and the impacts of environmental conditions, just as in nature as in society. These arguments have deeply impacted the Western thought on science and society.
The Structure of Scientific Revolutions published in 1962, and considered as his most significant work, dealt a mighty blow to the classic, progressive understanding of science, then dominating the understanding of the history of science, which claimed there was a continuous and linear advancement in science. Kuhn’s critique of this dominant understanding of science exceeded the boundaries of science and promoted the development of numerous theories such as “perspectivism” and “multiculturalism” as well as being widely discussed in the full range of the humanistic, cultural, and social scientific disciplines.
Vize Yayınları, 2015
Çocukluk felsefesi; teknoloji felsefesi, yapay zeka felsefesi, biyoloji felsefesi, film felsefesi... more Çocukluk felsefesi; teknoloji felsefesi, yapay zeka felsefesi, biyoloji felsefesi, film felsefesi ve benzerleri gibi yeni sayılabilecek alanlarla birlikte yakın dönemde felsefi bir araştırma alanı olarak kabul görmeyi başarmıştır. Çocukluk felsefesi alanın kurucularından Gareth Matthews'a göre çocukluk felsefesi, çağlar boyunca çocuklara yönelik davranışlardaki değişiklikleri, çocuklukla ilgili değişen kavramları, çocuklardaki bilişsel ve ahlaki gelişimi, çocukların haklarını ve çıkarlarını, çocuk otonomisini, çocukların ahlaki durumu ve toplumdaki yerleri gibi konuları incelemektedir (Matthews 2015; Mullin, 2015). Matthews " Çocukluk Felsefesi " adlı eserini " çocuğun gelecek felsefesine bir giriş " olarak görmekte olduğunu ve bu eserinde yapmaya çalıştığı şeyin çocukluk felsefesinin neler içermesi gerektiğini gösterme çabası olduğunu söylemektedir.
Conference Presentations by Mete Han Arıtürk
2. Ulusal Çağdaş Siyaset Felsefesi Sempozyumu Bildiri Özetleri Kitabı, 2018
Man Made Word Symposium, 2014
Abstract in English, German, French and Croatian
In the paper “The ‘Bubbling Up’ of Subterrane... more Abstract in English, German, French and Croatian
In the paper “The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, which was published in 2013 in the Journal of Civil Society, Mary Kaldor and Sabine Selchow attempted to reveal the specific qualities of the uprisings which emerged after the year 2010 in some European countries, such as Germany, Spain, Italy, England etc. According to the authors, the mode of organization which forms the main body of these emancipatory movements obtains its basic logic from the world of the Internet. The use of the Internet requires a re-evaluation of negative philosophical commentary regarding technology. In the context of twentieth-century philosophy, Martin Heidegger and Herbert Marcuse are the most influential philosophers who studied the negative aspects of technology. Heidegger portrayed the destructive effects of scientific reasoning and technology on the Western culture through the criticism of the traditional Western metaphysics on a phenomenological-ontological level. Marcuse, belonging to the tradition of Western Marxism, formed his critique of technology in the context of the concept of instrumental rationality and the critique of advanced industrial society and capitalism. Although the starting points of their perspectives on technology and the underlying purposes of their critiques of technology were different, it may be asserted that both have a rather negative and almost entirely pessimistic disposition towards technology. Heidegger’s and Marcuse’s criticisms of technology will be discussed in this context and the differences and similarities between these criticisms will be shown. Finally, the paper will emphasise the question of the possibility of a positive role of technology. Technology can serve as an alternative to negative uses by shedding light on the relation between the current uprisings and the Internet.
Keywords
technology, rationality, freedom, enframing, criticism, revolt movements, Internet, politics
Ist die Emanzipation des Menschen durch Technologie möglich?
Zusammenfassung
In dem Artikel „The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, veröffentlicht im Jahre 2013 im Journal of Civil Society, versuchten Mary Kaldor und Sabine Selchow die spezifischen Qualitäten der Aufstände zum Ausdruck zu bringen, die nach 2010 in den europäischen Ländern ausbrachen – Deutschland, Spanien, Italien, England usw. Nach Ansicht der Autoren erhält der Modus der Organisation, der den Hauptkörper dieser emanzipatorischen Bewegungen bildet, seine grundlegende Logik aus der Welt des Internets. Die Analogie mit dem Internet erfor- dert eine Neubewertung der negativen Kommentare über die Technologie aus philosophischer Perspektive. Martin Heidegger und Herbert Marcuse sind die einflussreichsten Philosophen, die sich mit den negativen Aspekten der Technologie in der Philosophie des 20. Jahrhunderts befasst haben. Heidegger schilderte die zerstörerischen Auswirkungen der wissenschaftlichen Vernunft und Technologie auf die westliche Kultur durch die Kritik an der traditionellen abend- ländischen Metaphysik auf der phänomenologisch-ontologischen Ebene, während Marcuse, ein Mitglied des westlichen Marxismus, seine Kritik an der Technologie im Rahmen des Konzepts der instrumentellen Rationalität und der Kritik der fortgeschrittenen Industriegesellschaft und Kapitalismus geformt hat. Obgleich die Ansatzpunkte ihrer Perspektiven über die Technologie und die zugrunde liegenden Zwecke ihrer Kritik an der Technologie unterschiedlich waren, kann behauptet werden, dass beide eine eher negative und fast völlig pessimistische Einstellung zur Technologie hatten. In diesem Zusammenhang werden Heideggers und Marcuses Kritiken an der Technologie diskutiert sowie Unterschiede und Ähnlichkeiten zwischen den beiden Kri- tiken aufgezeigt. Abschließend unterstreicht das Paper die Frage nach der Möglichkeit einer positiven Rolle für die Technologie, die als Alternative zur negativen Perspektive dienen kann, indem sie Licht in das Verhältnis zwischen aktuellen Aufständen und Internet bringt.
Schlüsselwörter
Technologie, Rationalität, Freiheit, Gestell, Kritik, Revoltebewegungen, Internet, Politik
L’émancipation humaine est-elle possible à travers la technologie ?
Résumé
Dans l’article « The “Bubbling Up” of Suberranean Politics in Europe » publié en 2013 dans Journal of Civil Society, Mary Kaldor et Sabine Selchow tentent de mettre en lumière les caractéristiques spécifiques des révoltes qui ont fait jour après 2010 dans certains pays européens – Allemagne, Espagne, Italie, Angleterre, etc. Selon nos auteures, le mode d’organisation qui a formé le corps essentiel de ces mouvements émancipatoires tire sa logique de base du monde de l’internet. Cette analogie avec l’internet requiert une réévaluation, à partir d’un point de vue philosophique, des commentaires négatifs sur la technologie. Martin Heidegger et Herbert Marcuse sont les philosophes les plus influents ayant travaillé sur les aspects négatifs de la technologie au sein de la philosophie du XXe siècle. Heidegger a dépeint les effets destructeurs de la raison scientifique et de la technologie de notre culture occidentale à travers son criticisme de la métaphysique traditionnelle occidentale à un niveau phénoménologico-ontologique, tandis que Marcuse, membre du « communisme occidentale », a formé une critique de la technologie au sein du concept de rationalité instrumentale et une critique de la société industrielle avancée et du capitalisme. Bien que le point de départ de leur perspective sur la technologie et que le but sous-jacent de leur critique diffèrent, il est possible d’affirmer que leur point commun est d’avoir posé un regard négatif et presque entièrement pessimiste sur la technologie. À cet égard, le criticisme d’Heidegger et de Marcuse vont être abordés afin d’en soulever les différences et les similarités. Enfin, cet article mettra l’accent sur la possibilité d’un rôle positif de la technologie qui pourrait servir d’alternative aux perspectives négatives en faisant la lumière sur le lien entre les révoltes actuelles et l’internet.
Mots-clés
technologie, rationalité, liberté, mettre en forme, criticisme, mouvements de révolte, internet, politique
Je li moguća ljudska emancipacija kroz tehniku?
Sažetak U članku »The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe«, objavljenom 2013. u časopisu Journal of Civil Society, Mary Kaldor i Sabine Selchow pokušale su otkriti specifične značajke pobuna koje su se javila nakon 2010. godine u europskim zemljama poput Njemačke, Španjolske, Italije, Engleske itd. Prema autoricama, način organiziranja koji čini glavno tijelo ovih emancipatornih pokreta preuzima svoju osnovnu logiku iz svijeta Interneta. Analogija s Internetom zahtijeva ponovnu evaluaciju negativnih komentara o tehnici iz filozofske perspektive. Martin Heidegger i Herbert Marcuse najutjecajniji su filozofi 20. stoljeća koji su se bavili negativnim aspektima tehnike. Heidegger je prikazao destruktivne učinke znanstvene racionalnosti i tehnike na zapadnu kulturu kroz kritiku tradicionalne zapadne metafizike na fenomenološko-ontološkoj razini, dok je Marcuse, kao predstavnik zapadnoga marksizma, oblikovao svoju kritiku tehnike u kontekstu pojma instrumentalne racionalnosti te kritike razvijenog industrijskog društva i kapitalizma. Iako su polazišne točke njihovih pogleda na tehniku, kao i osnovne svrhe kritike tehnike, različite, može se reći da obojica imaju poprilično negativno i gotovo u potpunosti pesimističko shvaćanje tehnologije. U tom će se kontekstu razmotriti Heideggerova i Marcuseova kritika tehnike kao i razlike i sličnosti između tih dvaju pristupa. Zaključno će rad naglasiti mogućnost pozitivne uloge tehnike, koja može služiti kao alternativa negativnoj perspektivi osvjetljavajući odnos između nedavnih pobuna i interneta.
Ključne riječi
tehnologija, racionalnost, sloboda, postav, kritika, pobunjenički pokreti, Internet, politika
Thesis Chapters by Mete Han Arıtürk
Normative and Methodological Quest in the Critical Theory: Axel Honneth and the Debates on Recogn... more Normative and Methodological Quest in the Critical Theory: Axel Honneth and the Debates on Recognition
This study investigates the extent of Axel Honneth's philosophy shaped by the theory of recognition and the method of normative reconstruction he developed providing solutions to the methodological searches that have long been a problematic aspect of Critical Theory. Accordingly, the conceptual and philosophical foundations of the theory of recognition are analyzed first; the ties of the concept of recognition with related concepts are examined later; and the philosophical foundations, especially as shaped by G. W. F. Hegel, are discussed here. In this context, the relationship between the recognition theory developed by Axel Honneth as a new social theory and the Critical Theory is considered. With this attempt, whether the theory of recognition qualifies to reshape the Critical Theory is discussed. In this context, it is possible to state that two main problems and a fundamental problem encapsulating these two main problems are visible for Axel Honneth's philosophy. The first of these main problems is shaped by Axel Honneth and Nancy Fraser's exchange about redistribution and recognition, the question of whether the recognition can be accepted as an overarching category that includes redistribution. One of the other significant problems within the context of Critical Theory concerning our current subject is whether the problem of method of which Honneth is a part of and which determines the framework and scope of his philosophy is considered inadequate in these times and whether this inadequacy can be solved by Honneth's normative reconstruction method. The fundamental problems encapsulating these two problems is shaped around the extent of success of Honneth in recognition theory and normative reconstruction with the purpose of creating a social philosophy purified from the Hegelian metaphysics by setting off from Hegel and whether it can abstract itself in the metaphysical context. The answer to this question suggested in the present study is that Honneth intends to abstain from a metaphysical context, but still has a metaphysical tone in his philosophy, attributing to certain rationality to society.
Keywords: Axel Honneth, Critical Theory, Normative Reconstruction, Theory of Recognition, Redistribution, Social Pathologies
Türkçe Özet
Bu çalışmada, Axel Honneth’in tanınma teorisiyle şekillenen felsefesi ve geliştirdiği normatif rekonstrüksiyon yönteminin, Eleştirel Teori’de uzunca bir süredir problematik bir yön olmaya devam eden metodolojik arayışlara ne ölçüde çözüm sunduğu irdelenmektedir. Bunun için çalışmada öncelikle tanınma teorisinin kavramsal ve felsefi temelleri çözümlenmekte; tanınma kavramının ilişkili kavramlarla bağları serimlenmekte ve ardından kavramın özellikle G. W. F. Hegel’in tanınma kavrayışında şekillenen felsefi temelleri tartışılmaktadır. Bu bağlamda, Axel Honneth’in yeni bir toplumsal teori olarak geliştirdiği tanınma teorisinin, Eleştirel Teori ile ilişkisi ele alınmaktadır. Bunu yaparken tanınma teorisinin Eleştirel Teori’ye yön verebilecek bir muhteviyatta olup olmadığı çözümlenmektedir. Böylelikle Axel Honneth’in felsefesi ile ilişkili olarak başlıca iki problemin ve bu iki problemi kapsayan bir temel problemin öne çıktığını ifade etmek mümkündür. Bu problemlerden ilki Axel Honneth ve Nancy Fraser’ın yeniden dağıtım ve tanınma üzerine tartışmasıyla ortaya koyulan tanınmanın, yeniden dağıtımı da kapsayabilecek bir üst kategori olarak kabul edilip edilmeyeceği ekseninde şekillenmektedir. Bu konuyla bağlantılı olan ve Eleştirel Teori bağlamında önem arz eden diğer bir sorun ise, Honneth’in de bir parçası olduğu ve onun felsefesinin çerçevesini ve kapsamını belirleyen Eleştirel Teori’nin çağımızda yetersiz kaldığı kabul edilen yöntem probleminin, Honneth’in normatif rekonstrüksiyon yöntemiyle çözülüp çözülemeyeceğidir. Bu iki problemi kapsayan temel problem ise Honneth’in, Hegel’den yola çıkarak ama Hegel’deki metafizikten arındırılmış bir toplum felsefesi oluşturma amacında, tanınma teorisiyle ve normatif rekonstrüksiyonla ne ölçüde başarılı olabildiği ve bu metafizik bağlamdan kendisini soyutlayıp soyutlayamadığı sorunu etrafında şekillenmektedir. Bu çalışmada bu soruna verilen yanıt Honneth’in metafizik bir bağlamdan uzak durmayı istemekle birlikte topluma belli bir rasyonalite atfetmesiyle yine de felsefesinde metafizik bir tınının halen bulunduğu yönündedir.
Anahtar Kelimeler: Axel Honneth, Eleştirel Teori, Normatif Rekonstrüksiyon, Tanınma Teorisi, Yeniden Dağıtım, Toplumsal Patolojiler
Uploads
Papers by Mete Han Arıtürk
This article examines the state of extreme mechanization in modern industrial societies, which leads to a strict separation of the various spheres of life and ultimately to the exclusion of the human element. The philosophers of the Frankfurt School, Herbert Marcuse and Jürgen Habermas in particular, have rigorously analyzed the inherently ideological function of technology in late capitalist societies. Similarly, In Player Piano, Kurt Vonnegut depicts an America of the near future that reflects an extremely technologized and automated social world under corporate capitalism. This paper examines how the technocratic state in Vonnegut’s novel utilizes technology to pacify and disempower the masses, challenging the notion that technology is merely a value-free accumulation of know-how. The devalued human subject and dehumanized society depicted in Vonnegut's anti-utopian narrative are discussed with reference to Marcuse’s notion of 'one-dimensional society' and Habermas’s theory of 'communicative action' to provide the critical framework for the analysis of the impoverishing and colonizing effects of technological rationality on the lifeworld.
Keywords: Technological rationality, colonization, lifeworld, purposive-rational action, communicative action.
Kurt Vonnegut’un Otomatik Piyano Adlı Romanında Teknolojik a priori ve İletişimsel Eylem
Öz
Bu makale, modern endüstri toplumlarında yaşantı sahalarını birbirinden keskince ayırarak nihayetinde insan unsurunu tamamen oyun dışına iten aşırı mekanikleşme olgusunu soruşturmaktadır. Özellikle Herbert Marcuse ve Jürgen Habermas odakta olmak üzere Frankfurt Okulu filozofları, geç kapitalizmin egemen olduğu toplumlarda teknolojiye içkin ideolojik işlevleri titizce irdelemişlerdir. Buna benzer biçimde, Otomatik Piyano adlı romanında Kurt Vonnegut da kurumsal kapitalizm egemenliği altında aşırı derecede teknolojikleşmiş ve otomatikleşmiş bir toplum imgesini yansıtabilmek amacıyla yakın geleceğe ait bir Amerika kurgulamaktadır. Bu çalışma Vonnegut’un roman dünyasında baskın olan teknokratik devletin teknolojiden faydalanarak insan kitlelerini nasıl etkisiz ve işlevsiz kıldığını incelemekte, bu sayede teknolojinin yalnızca değerden bağımsız bir pratik beceriler toplamı olduğu görüşüne karşı bir itiraz ortaya koymaktadır. Vonnegut’un anti-ütopyacı anlatısında betimlendiği üzere değer yitimine uğramış insan öznesi ve insansızlaşmış toplumsal dizge, Marcuse’nin ‘tek boyutlu toplum’ nosyonuna ve Habermas’ın ‘iletişimsel eylem’ kuramına göndermeler eşliğinde ele alınacak, böylece teknolojik aklın yaşam-dünyası üzerindeki yoksullaştırma ve sömürgeleştirme etkisinin çözümlenebilmesi için gerekli eleştirel çerçeve sağlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Teknolojik rasyonalite, sömürgeleştirme, yaşam-dünyası, amaçsal-rasyonel eylem, iletişimsel eylem.
Anahtar Kelimeler: Paul Feyerabend, bilim düşmanı, metodolojik anarşizm, bilimsel çoğulculuk, bağlamsal kurallar, eşölçülemezlik
THE POLITICAL IMPLICATIONS OF SCIENTIFIC PLURALISM: THE DEMOCRATISATION OF SCIENTIFIC INQUIRY IN FEYERABEND'S UNDERSTANDING OF SCIENCE
Abstract: Beginning his career in Austria after World War II with his writings on empiricism and scientific method, Feyerabend had initially written compatibly with logical positivism; but he later criticized these views and questioned the methodological standards of Western science. He argued that the claimed universality of Western science was ideological and that science could exist in many ways. Feyerabend's methodological anarchism suggests that science progresses not through strict universal standards but through contingencies, leaps, and unforeseen events. He believes that pluralism of scientific methods is essential for the development of knowledge, and each culture should be allowed to determine its own scientific practice. According to Feyerabend, the framework of scientific research varies according to different historical and cultural conditions, necessitating the addition of contextual rules to absolute ones. He further criticizes the dominance of military, economic and political powers on science. This paper attempts to analyze the foundations of Feyerabend's views on the influence of historical values and contextual inputs in the formation of universal scientific theories. Subsequently, the article will seek to deal with the question as to whether the philosopher is an enemy of science or a significant rational critic of scientism, on the background of the relevant debates.
Keywords: Paul Feyerabend, enemy of science, methodological anarchism, scientific pluralism, contextual rules, incommensurability
Anahtar Sözcükler: Habermas, Gadamer, eleştirel teori, hermeneutik, gelenek
AN ANALYSIS OF JÜRGEN HABERMAS AND HANS-GEORG GADAMER'S HERMENEUTICS IN A SOCIO-POLITICAL CONTEXT
ABSTRACT
This study aims to compare the hermeneutical perspectives of Jürgen Habermas and Hans-Georg Gadamer in a socio-political context. Habermas, who can be claimed to adopt a critical hermeneutic understanding, aims to reveal hidden ideological underpinnings by placing the interpretation of texts and cultural expressions in a broader social and political context. Gadamer, on the other hand, adheres to a more traditional hermeneutical stance, emphasizing the embedded nature of meaning in historical and cultural contexts. However, despite their differences, it is possible to say that both philosophers develop an attitude against the restrictive structures of positivism and modernism. The study examines Habermas's criticisms of Gadamer's hermeneutics, especially his criticisms of the ideological dimension of tradition. The study emphasizes that despite their differences, a ground for rapprochement is possible, especially regarding the importance of hermeneutics in enriching critical theory.
Keywords: Habermas, Gadamer, critical theory, hermeneutics, tradition
Bu çalışma, Alexis de Tocqueville'in Amerika'da Demokrasi eseri üzerinden
demokrasi ve eğitim anlayışını analiz etmektedir. Tocqueville, demokrasinin
sadece bir yönetim şekli olmadığını, aynı zamanda toplumsal değerleri ve
kültürel normları şekillendiren bir yaşam biçimi olduğunu vurgular. Ona
göre eğitim, demokratik bir toplumun sürdürülebilirliği ve gelişimi için
hayati bir rol oynar, bireylere demokratik değerleri aşılar, yurttaşlık bilincini
geliştirir ve toplumsal katılımı teşvik eder. Tocqueville'in gözlemlerine göre
demokratik toplumlarda eğitim; pratik ve faydacı bilgiye odaklanırken soyut
ve teorik bilgiye daha az önem verir. Bu durum, derin düşünme ve
yaratıcılığı köreltebilir. Ayrıca demokrasinin ‘çoğunluğun tiranlığı’ ve
bireycilik gibi potansiyel tehlikeleri, eğitimin bireyselliği ve eleştirel
düşünceyi baskılamasına yol açabilir. Tocqueville'in bu ikili bakış
açısı, demokratik eğitimin hem fırsatlar hem de zorluklar barındırdığını
gösterir. Bu çalışmada, demokratik toplumlarda eğitimin nasıl daha etkili ve
özgürleştirici bir güç haline getirilebileceği eğitim ve politika felsefesi
bağlamında tartışılmaktadır. Özellikle yerel yönetimlere katılım, sivil toplum
kuruluşları ve liberal sanatlar eğitimi gibi unsurların, bireyselliği ve eleştirel
düşünceyi destekleyerek demokratik eğitimi güçlendirebileceği üzerinde
durulmaktadır.
Abstract:
This study analyzes Alexis de Tocqueville's understanding of democracy and
education through his seminal work, Democracy in America. Tocqueville
emphasizes that democracy is not merely a system of governance but a way
of life that shapes societal values and cultural norms. He posits that
education plays a vital role in the sustainability and development of a
democratic society, instilling democratic values, fostering civic
consciousness, and encouraging social participation. Tocqueville's
observations reveal that education in democratic societies tends to focus on
practical and utilitarian knowledge, often neglecting abstract and theoretical
knowledge, which can potentially hinder meditation and
creativity. Furthermore, he warns that the inherent dangers of
democracy, such as the ‘tyranny of the majority’ and individualism, can lead
to the suppression of individuality and critical thinking in education.
Tocqueville's nuanced perspective highlights the dual nature of democratic
education, presenting both opportunities and challenges. This study delves
into the philosophy of education and politics, exploring how education can
be transformed into a more effective and liberating force in democratic
societies. It particularly emphasizes the role of participation in local
governments, civil society organizations, and liberal arts education in
strengthening democratic education by fostering individuality and critical
thinking.
Keywords: Honneth, Hegel, Recognition, Intersubjectivity
Türkçe Özet
Bu çalışma, Axel Honneth’in tanınma kuramına temel teşkil eden Hegel'in tanınma ve öznelerarasılık üzerine görüşlerinin zaman içinde değişip değişmediğini; tanınma üzerine yazan sonraki kuşak düşünürlerin Hegel’in düşünsel mirasını nasıl algıladıklarını ve görüşlerini hangi açılardan eleştirdiklerini anlamaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, Honneth’in tanınma kuramını anlayabilmek için onun Hegel ile düşünsel bağlamda ilişkisinin sorgulanması gerektiğini ileri sürmektedir. Mevcut sorgulama, Honneth’in Hegel’den ne bağlamda ve ne şekilde etkilendiğiyle ilgili olmakla birlikte özellikle Hegel’in Jena dönemine odaklanmaktadır. Bu bağlamda, bu makalede, Hegel’in Jena dönemi sonrası felsefesinde öznelerarasılık ve tanınma kuramlarını terk edip etmediği üzerinde durulmaktadır. Bu sebeple ilk önce Hegel’in Jena dönemi ile bu dönemi farklı kılan yönler ele alınmaktadır. Bununla birlikte, Jena dönemi sonrasında, Tinin Fenomenolojisi’nde tanınma ve öznelerarasılığın terk edildiğine dair görüşlerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği; Hegel’in felsefesinde Jena döneminin bitişine tarihlenen ve Jena Fenomenolojisi olarak da bilinen bu eserde tanınma ve öznelerarasılığın halen gücünü koruduğu savunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Honneth, Hegel, Tanınma, Öznelerarasılık
It is safe to propound that the quantity of studies on the amelioration of the present conditions of women from antiquity through to modern times is quite insufficient. In this context, it seems that the Republic by Plato, which is one of the founding texts of political philosophy, has provided quite radical and innovative ideas about the role and position of women in society, considering into account both its production period and next two millenniums. This study, based particularly upon his Republic and other works, aims to re-consider how Plato is regarded both as a misogynist and a women's rightist, or both as a woman hater and a proto-feminist by certain scholars.
Keywords: Plato, Woman Rights, Republic, Feminism, Misogyny
Türkçe Özet
Antikçağ'dan modern dönemlere değin kadınların mevcut durumlarının iyileştirilmesine dair çalışmaların sayısının oldukça yetersiz kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda siyaset felsefesinin kurucu metinlerinden olan Devlet'in hem yazıldığı dönem hem de takip eden iki milenyuma yakın süre hesaba katıldığında kadınların toplumdaki rolü ve konumu üzerine oldukça radikal ve yenilikçi fikirleri barındırdığı açıktır. Bu çalışmada Platon'un diğer çalışmaları da hesaba katılmakla birlikte özellikle Devlet adlı eseri nezdinde nasıl olup da kimi düşünürlerce hem bir mizojinist hem de bir kadın hakları savunucusu sayıldığı; hem bir kadın düşmanı hem de proto-feminist olarak görülebildiği incelenecek ve Platon bu bağlamda yeniden ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Platon, Kadın Hakları, Devlet, Feminizm, Mizojini
In the paper “The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, which was published in 2013 in the Journal of Civil Society, Mary Kaldor and Sabine Selchow attempted to reveal the specific qualities of the uprisings which emerged after the year 2010 in some European countries, such as Germany, Spain, Italy, England etc. According to the authors, the mode of organization which forms the main body of these emancipatory movements obtains its basic logic from the world of the Internet. The use of the Internet requires a re-evaluation of negative philosophical commentary regarding technology. In the context of twentieth-century philosophy, Martin Heidegger and Herbert Marcuse are the most influential philosophers who studied the negative aspects of technology. Heidegger portrayed the destructive effects of scientific reasoning and technology on the Western culture through the criticism of the traditional Western metaphysics on a phenomenological-ontological level. Marcuse, belonging to the tradition of Western Marxism, formed his critique of technology in the context of the concept of instrumental rationality and the critique of advanced industrial society and capitalism. Although the starting points of their perspectives on technology and the underlying purposes of their critiques of technology were different, it may be asserted that both have a rather negative and almost entirely pessimistic disposition towards technology. Heidegger’s and Marcuse’s criticisms of technology will be discussed in this context and the differences and similarities between these criticisms will be shown. Finally, the paper will emphasise the question of the possibility of a positive role of technology. Technology can serve as an alternative to negative uses by shedding light on the relation between the current uprisings and the Internet.
Keywords
technology, rationality, freedom, enframing, criticism, revolt movements, Internet, politics
Ist die Emanzipation des Menschen durch Technologie möglich?
Zusammenfassung
In dem Artikel „The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, veröffentlicht im Jahre 2013 im Journal of Civil Society, versuchten Mary Kaldor und Sabine Selchow die spezifischen Qualitäten der Aufstände zum Ausdruck zu bringen, die nach 2010 in den europäischen Ländern ausbrachen – Deutschland, Spanien, Italien, England usw. Nach Ansicht der Autoren erhält der Modus der Organisation, der den Hauptkörper dieser emanzipatorischen Bewegungen bildet, seine grundlegende Logik aus der Welt des Internets. Die Analogie mit dem Internet erfor- dert eine Neubewertung der negativen Kommentare über die Technologie aus philosophischer Perspektive. Martin Heidegger und Herbert Marcuse sind die einflussreichsten Philosophen, die sich mit den negativen Aspekten der Technologie in der Philosophie des 20. Jahrhunderts befasst haben. Heidegger schilderte die zerstörerischen Auswirkungen der wissenschaftlichen Vernunft und Technologie auf die westliche Kultur durch die Kritik an der traditionellen abend- ländischen Metaphysik auf der phänomenologisch-ontologischen Ebene, während Marcuse, ein Mitglied des westlichen Marxismus, seine Kritik an der Technologie im Rahmen des Konzepts der instrumentellen Rationalität und der Kritik der fortgeschrittenen Industriegesellschaft und Kapitalismus geformt hat. Obgleich die Ansatzpunkte ihrer Perspektiven über die Technologie und die zugrunde liegenden Zwecke ihrer Kritik an der Technologie unterschiedlich waren, kann behauptet werden, dass beide eine eher negative und fast völlig pessimistische Einstellung zur Technologie hatten. In diesem Zusammenhang werden Heideggers und Marcuses Kritiken an der Technologie diskutiert sowie Unterschiede und Ähnlichkeiten zwischen den beiden Kri- tiken aufgezeigt. Abschließend unterstreicht das Paper die Frage nach der Möglichkeit einer positiven Rolle für die Technologie, die als Alternative zur negativen Perspektive dienen kann, indem sie Licht in das Verhältnis zwischen aktuellen Aufständen und Internet bringt.
Schlüsselwörter
Technologie, Rationalität, Freiheit, Gestell, Kritik, Revoltebewegungen, Internet, Politik
L’émancipation humaine est-elle possible à travers la technologie ?
Résumé
Dans l’article « The “Bubbling Up” of Suberranean Politics in Europe » publié en 2013 dans Journal of Civil Society, Mary Kaldor et Sabine Selchow tentent de mettre en lumière les caractéristiques spécifiques des révoltes qui ont fait jour après 2010 dans certains pays européens – Allemagne, Espagne, Italie, Angleterre, etc. Selon nos auteures, le mode d’organisation qui a formé le corps essentiel de ces mouvements émancipatoires tire sa logique de base du monde de l’internet. Cette analogie avec l’internet requiert une réévaluation, à partir d’un point de vue philosophique, des commentaires négatifs sur la technologie. Martin Heidegger et Herbert Marcuse sont les philosophes les plus influents ayant travaillé sur les aspects négatifs de la technologie au sein de la philosophie du XXe siècle. Heidegger a dépeint les effets destructeurs de la raison scientifique et de la technologie de notre culture occidentale à travers son criticisme de la métaphysique traditionnelle occidentale à un niveau phénoménologico-ontologique, tandis que Marcuse, membre du « communisme occidentale », a formé une critique de la technologie au sein du concept de rationalité instrumentale et une critique de la société industrielle avancée et du capitalisme. Bien que le point de départ de leur perspective sur la technologie et que le but sous-jacent de leur critique diffèrent, il est possible d’affirmer que leur point commun est d’avoir posé un regard négatif et presque entièrement pessimiste sur la technologie. À cet égard, le criticisme d’Heidegger et de Marcuse vont être abordés afin d’en soulever les différences et les similarités. Enfin, cet article mettra l’accent sur la possibilité d’un rôle positif de la technologie qui pourrait servir d’alternative aux perspectives négatives en faisant la lumière sur le lien entre les révoltes actuelles et l’internet.
Mots-clés
technologie, rationalité, liberté, mettre en forme, criticisme, mouvements de révolte, internet, politique
Je li moguća ljudska emancipacija kroz tehniku?
Sažetak U članku »The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe«, objavljenom 2013. u časopisu Journal of Civil Society, Mary Kaldor i Sabine Selchow pokušale su otkriti specifične značajke pobuna koje su se javila nakon 2010. godine u europskim zemljama poput Njemačke, Španjolske, Italije, Engleske itd. Prema autoricama, način organiziranja koji čini glavno tijelo ovih emancipatornih pokreta preuzima svoju osnovnu logiku iz svijeta Interneta. Analogija s Internetom zahtijeva ponovnu evaluaciju negativnih komentara o tehnici iz filozofske perspektive. Martin Heidegger i Herbert Marcuse najutjecajniji su filozofi 20. stoljeća koji su se bavili negativnim aspektima tehnike. Heidegger je prikazao destruktivne učinke znanstvene racionalnosti i tehnike na zapadnu kulturu kroz kritiku tradicionalne zapadne metafizike na fenomenološko-ontološkoj razini, dok je Marcuse, kao predstavnik zapadnoga marksizma, oblikovao svoju kritiku tehnike u kontekstu pojma instrumentalne racionalnosti te kritike razvijenog industrijskog društva i kapitalizma. Iako su polazišne točke njihovih pogleda na tehniku, kao i osnovne svrhe kritike tehnike, različite, može se reći da obojica imaju poprilično negativno i gotovo u potpunosti pesimističko shvaćanje tehnologije. U tom će se kontekstu razmotriti Heideggerova i Marcuseova kritika tehnike kao i razlike i sličnosti između tih dvaju pristupa. Zaključno će rad naglasiti mogućnost pozitivne uloge tehnike, koja može služiti kao alternativa negativnoj perspektivi osvjetljavajući odnos između nedavnih pobuna i interneta.
Ključne riječi
tehnologija, racionalnost, sloboda, postav, kritika, pobunjenički pokreti, Internet, politika
Rationality, Experience and Knowledge in the Age of Technology: Problems & Criticisms
The question of how human potential is imprisoned in contemporary capitalism is one of the central topics of the analysis of social reality by every social theory which claims to be critical. This question which can be concretized as a systematic occupation with the cultural-technical forms caused by contemporary capitalism and as an analysis of new types of social subjectivity which emerge as a result of these forms, essentially includes the effort to specify at what level and by using what kind of tools the current system grabs the individual by the throat. Frankfurt School tradition as one of the foremost traditions which conducts such an investigation discusses the analysis of society over the fragility of the bourgeois individual.
According to Frankfurt School, the individual in contemporary capitalism is extorted from bourgeois ideals and is out of breath as a result of the blockade of overgrown structures in the social context in which s/he lives. In other words, the bourgeois individual has been erased. In the late capitalist society where personal histories are melted away, technological progress is one of the processes that led to the deletion of the individual. The clearest expression of this emphasis finds correspondence in the introduction of Herbert Marcuse's One Dimensional Man. Marcuse proposes two opposite theses in this work in which he examines advanced industrial societies: 1) Advanced industrial societies have a structure that can control the qualitative changes in a predictable future, 2) However, trends and forces which can reverse this situation (which can break this limitation and destroy capitalist society) also exist. The first one claims that relations of domination in the social structures are sustainable in the future, and the other thesis emphasizes that the opportunity of emancipation of people by getting free of these power relations is still possible. However, Marcuse does not dwell too much on the latter (which is the claim about the possibility of powers and trends that can change the current situation). Moreover, it could be argued that his arguments relating to technological rationality and one-dimensionality draw us into the impossibility of attaining any moment of a positive social transformation.
The book is dominated by an atmosphere of the immense feeling of being encircled and hopelessness, thus it follows from the work of Marcuse that in the system that we live in it is even impossible to breathe freely. Although in follow-up studies after the One Dimensional Man (especially in writings in which vitality of 68 movements and the axis of New Left), it can be observed that there is an attempt to convert despair into hope, it is clear that Marcuse’s designations regarding technological life mechanisms should be discussed again given the technological advancements of our times. Within this context, in the study, how technology affects and determines the individuals and society as a whole in modern industrial societies has been investigated. This investigation has been carried out through Herbert Marcuse's views on technology which are presented in his work One-Dimensional Man. The relationship between rationality, knowledge and experience has been examined on the basis of technology, and then Marcuse's concept of ‘technological rationality’ has been analysed in the context of Claus Offe's criticisms. Finally, Marcuse's critique of technology has been assessed by considering the emerging social practices in this day and time.
Herbert Marcuse refers to the rationality which is created by technology and is directly based on submissive efficiency, as ‘technological rationality’. Thinker argues that what is considered to be rational in a society is subject to change with technological developments, and social rationality is directly connected to technological advancements. There are three different projections of the technological rationality approach which are in turn ontological, epistemological and ethical-political approaches. Claus Offe claims that it is possible to group these different dimensions under three theses. According to the first one; scientific rationality has become the organizational principle of domination. According to Offe, in his second thesis, Marcuse mentions the emergence of technology sui generis i.e. as a distinctive autonomous technological rationality. And the third thesis proceeds on the line of the argument that socialist societies are under the impact of technological rationality as well as capitalist societies.
According to Offe, even though these three theses are consistent with each other, Marcuse has violated the most fundamental principle of the Critical Theory by not offering any possibility of social transformation which is aimed at the problems of extensive manipulation and pacified existence that brought about by technological rationality. Hence although Marcuse's work is of utmost importance concerning his analysis and the issues that he has covered, it would not be wrong to say that a problematic argument from the point of the tradition of Critical Theory has been proposed. The main reason for this is the argument which asserts that technology turned into a mechanism of domination which is almost irreversible and unchangeable. Therefore, such a mechanism does not offer any resistance point where the human can take a breath. As a result of this, emancipation which is the main political purpose of the Critical Theory has been invalidated. What could be the problems which are created by the negative situation that results from Marcuse's thesis on technology? For instance, how could the basis for the existence of opposing movements which are organized over the internet or the foundations of anti-capitalist radical critique be explained on the axis of Marcuse’s thesis?
There is a fundamental problem that has to be solved: if we declare only the validity of oppressive, central and ideological functions of technological devices, then the idea is referred to by authoritarian governments that current opposing movements or rebel groups organized over the internet might be organized from a centre which is defined as imperialist power or external power becomes an affirmable argument. In other words, does Marcuse's technological determinist approach serves to legitimize the discourses such as "foreign powers or imperialist enemies," and so on which authoritarian powers frequently resort to? Is it possible to think of another alternative concerning the problems produced by this rationality apart from the negative comments that are revealed by the concept of technological rationality? From what frameworks this question can be answered? In the conclusion of the study, answers to these questions have been searched.
Keywords
Technology, Knowledge, Criticism, Practice, Capitalist Society, Politics, Rationality.
Türkçe Özet
Bu çalışmada modern endüstri toplumlarında teknolojinin, bireylerin ve bir bütün olarak toplumun rasyonalitesini nasıl etkilediği ve bunun da ötesinde nasıl belirlediği incelenecektir. Bu inceleme Herbert Marcuse’nin Tek Boyutlu İnsan adlı eserinde ortaya koyduğu teknolojiye ilişkin görüşleri üzerinden yapılacaktır. Rasyonalite, bilgi ve deneyim arasındaki ilişki teknoloji üzerinden irdelenecek ve daha sonra Marcuse’nin ‘teknolojik rasyonalite’ kavramı Claus Offe’nin eleştirileri bağlamında çözümlenecektir. Son olarak Marcuse’nin teknoloji eleştirisi günümüzde ortaya çıkan toplumsal pratiklerle ele alınarak değerlendirilecektir.
Anahtar Terimler Teknoloji, Bilgi, Eleştiri, Pratik, Kapitalist Toplum, Politika, Rasyonalite.
Book Chapters by Mete Han Arıtürk
The Structure of Scientific Revolutions published in 1962, and considered as his most significant work, dealt a mighty blow to the classic, progressive understanding of science, then dominating the understanding of the history of science, which claimed there was a continuous and linear advancement in science. Kuhn’s critique of this dominant understanding of science exceeded the boundaries of science and promoted the development of numerous theories such as “perspectivism” and “multiculturalism” as well as being widely discussed in the full range of the humanistic, cultural, and social scientific disciplines.
Conference Presentations by Mete Han Arıtürk
In the paper “The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, which was published in 2013 in the Journal of Civil Society, Mary Kaldor and Sabine Selchow attempted to reveal the specific qualities of the uprisings which emerged after the year 2010 in some European countries, such as Germany, Spain, Italy, England etc. According to the authors, the mode of organization which forms the main body of these emancipatory movements obtains its basic logic from the world of the Internet. The use of the Internet requires a re-evaluation of negative philosophical commentary regarding technology. In the context of twentieth-century philosophy, Martin Heidegger and Herbert Marcuse are the most influential philosophers who studied the negative aspects of technology. Heidegger portrayed the destructive effects of scientific reasoning and technology on the Western culture through the criticism of the traditional Western metaphysics on a phenomenological-ontological level. Marcuse, belonging to the tradition of Western Marxism, formed his critique of technology in the context of the concept of instrumental rationality and the critique of advanced industrial society and capitalism. Although the starting points of their perspectives on technology and the underlying purposes of their critiques of technology were different, it may be asserted that both have a rather negative and almost entirely pessimistic disposition towards technology. Heidegger’s and Marcuse’s criticisms of technology will be discussed in this context and the differences and similarities between these criticisms will be shown. Finally, the paper will emphasise the question of the possibility of a positive role of technology. Technology can serve as an alternative to negative uses by shedding light on the relation between the current uprisings and the Internet.
Keywords
technology, rationality, freedom, enframing, criticism, revolt movements, Internet, politics
Ist die Emanzipation des Menschen durch Technologie möglich?
Zusammenfassung
In dem Artikel „The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, veröffentlicht im Jahre 2013 im Journal of Civil Society, versuchten Mary Kaldor und Sabine Selchow die spezifischen Qualitäten der Aufstände zum Ausdruck zu bringen, die nach 2010 in den europäischen Ländern ausbrachen – Deutschland, Spanien, Italien, England usw. Nach Ansicht der Autoren erhält der Modus der Organisation, der den Hauptkörper dieser emanzipatorischen Bewegungen bildet, seine grundlegende Logik aus der Welt des Internets. Die Analogie mit dem Internet erfor- dert eine Neubewertung der negativen Kommentare über die Technologie aus philosophischer Perspektive. Martin Heidegger und Herbert Marcuse sind die einflussreichsten Philosophen, die sich mit den negativen Aspekten der Technologie in der Philosophie des 20. Jahrhunderts befasst haben. Heidegger schilderte die zerstörerischen Auswirkungen der wissenschaftlichen Vernunft und Technologie auf die westliche Kultur durch die Kritik an der traditionellen abend- ländischen Metaphysik auf der phänomenologisch-ontologischen Ebene, während Marcuse, ein Mitglied des westlichen Marxismus, seine Kritik an der Technologie im Rahmen des Konzepts der instrumentellen Rationalität und der Kritik der fortgeschrittenen Industriegesellschaft und Kapitalismus geformt hat. Obgleich die Ansatzpunkte ihrer Perspektiven über die Technologie und die zugrunde liegenden Zwecke ihrer Kritik an der Technologie unterschiedlich waren, kann behauptet werden, dass beide eine eher negative und fast völlig pessimistische Einstellung zur Technologie hatten. In diesem Zusammenhang werden Heideggers und Marcuses Kritiken an der Technologie diskutiert sowie Unterschiede und Ähnlichkeiten zwischen den beiden Kri- tiken aufgezeigt. Abschließend unterstreicht das Paper die Frage nach der Möglichkeit einer positiven Rolle für die Technologie, die als Alternative zur negativen Perspektive dienen kann, indem sie Licht in das Verhältnis zwischen aktuellen Aufständen und Internet bringt.
Schlüsselwörter
Technologie, Rationalität, Freiheit, Gestell, Kritik, Revoltebewegungen, Internet, Politik
L’émancipation humaine est-elle possible à travers la technologie ?
Résumé
Dans l’article « The “Bubbling Up” of Suberranean Politics in Europe » publié en 2013 dans Journal of Civil Society, Mary Kaldor et Sabine Selchow tentent de mettre en lumière les caractéristiques spécifiques des révoltes qui ont fait jour après 2010 dans certains pays européens – Allemagne, Espagne, Italie, Angleterre, etc. Selon nos auteures, le mode d’organisation qui a formé le corps essentiel de ces mouvements émancipatoires tire sa logique de base du monde de l’internet. Cette analogie avec l’internet requiert une réévaluation, à partir d’un point de vue philosophique, des commentaires négatifs sur la technologie. Martin Heidegger et Herbert Marcuse sont les philosophes les plus influents ayant travaillé sur les aspects négatifs de la technologie au sein de la philosophie du XXe siècle. Heidegger a dépeint les effets destructeurs de la raison scientifique et de la technologie de notre culture occidentale à travers son criticisme de la métaphysique traditionnelle occidentale à un niveau phénoménologico-ontologique, tandis que Marcuse, membre du « communisme occidentale », a formé une critique de la technologie au sein du concept de rationalité instrumentale et une critique de la société industrielle avancée et du capitalisme. Bien que le point de départ de leur perspective sur la technologie et que le but sous-jacent de leur critique diffèrent, il est possible d’affirmer que leur point commun est d’avoir posé un regard négatif et presque entièrement pessimiste sur la technologie. À cet égard, le criticisme d’Heidegger et de Marcuse vont être abordés afin d’en soulever les différences et les similarités. Enfin, cet article mettra l’accent sur la possibilité d’un rôle positif de la technologie qui pourrait servir d’alternative aux perspectives négatives en faisant la lumière sur le lien entre les révoltes actuelles et l’internet.
Mots-clés
technologie, rationalité, liberté, mettre en forme, criticisme, mouvements de révolte, internet, politique
Je li moguća ljudska emancipacija kroz tehniku?
Sažetak U članku »The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe«, objavljenom 2013. u časopisu Journal of Civil Society, Mary Kaldor i Sabine Selchow pokušale su otkriti specifične značajke pobuna koje su se javila nakon 2010. godine u europskim zemljama poput Njemačke, Španjolske, Italije, Engleske itd. Prema autoricama, način organiziranja koji čini glavno tijelo ovih emancipatornih pokreta preuzima svoju osnovnu logiku iz svijeta Interneta. Analogija s Internetom zahtijeva ponovnu evaluaciju negativnih komentara o tehnici iz filozofske perspektive. Martin Heidegger i Herbert Marcuse najutjecajniji su filozofi 20. stoljeća koji su se bavili negativnim aspektima tehnike. Heidegger je prikazao destruktivne učinke znanstvene racionalnosti i tehnike na zapadnu kulturu kroz kritiku tradicionalne zapadne metafizike na fenomenološko-ontološkoj razini, dok je Marcuse, kao predstavnik zapadnoga marksizma, oblikovao svoju kritiku tehnike u kontekstu pojma instrumentalne racionalnosti te kritike razvijenog industrijskog društva i kapitalizma. Iako su polazišne točke njihovih pogleda na tehniku, kao i osnovne svrhe kritike tehnike, različite, može se reći da obojica imaju poprilično negativno i gotovo u potpunosti pesimističko shvaćanje tehnologije. U tom će se kontekstu razmotriti Heideggerova i Marcuseova kritika tehnike kao i razlike i sličnosti između tih dvaju pristupa. Zaključno će rad naglasiti mogućnost pozitivne uloge tehnike, koja može služiti kao alternativa negativnoj perspektivi osvjetljavajući odnos između nedavnih pobuna i interneta.
Ključne riječi
tehnologija, racionalnost, sloboda, postav, kritika, pobunjenički pokreti, Internet, politika
Thesis Chapters by Mete Han Arıtürk
This study investigates the extent of Axel Honneth's philosophy shaped by the theory of recognition and the method of normative reconstruction he developed providing solutions to the methodological searches that have long been a problematic aspect of Critical Theory. Accordingly, the conceptual and philosophical foundations of the theory of recognition are analyzed first; the ties of the concept of recognition with related concepts are examined later; and the philosophical foundations, especially as shaped by G. W. F. Hegel, are discussed here. In this context, the relationship between the recognition theory developed by Axel Honneth as a new social theory and the Critical Theory is considered. With this attempt, whether the theory of recognition qualifies to reshape the Critical Theory is discussed. In this context, it is possible to state that two main problems and a fundamental problem encapsulating these two main problems are visible for Axel Honneth's philosophy. The first of these main problems is shaped by Axel Honneth and Nancy Fraser's exchange about redistribution and recognition, the question of whether the recognition can be accepted as an overarching category that includes redistribution. One of the other significant problems within the context of Critical Theory concerning our current subject is whether the problem of method of which Honneth is a part of and which determines the framework and scope of his philosophy is considered inadequate in these times and whether this inadequacy can be solved by Honneth's normative reconstruction method. The fundamental problems encapsulating these two problems is shaped around the extent of success of Honneth in recognition theory and normative reconstruction with the purpose of creating a social philosophy purified from the Hegelian metaphysics by setting off from Hegel and whether it can abstract itself in the metaphysical context. The answer to this question suggested in the present study is that Honneth intends to abstain from a metaphysical context, but still has a metaphysical tone in his philosophy, attributing to certain rationality to society.
Keywords: Axel Honneth, Critical Theory, Normative Reconstruction, Theory of Recognition, Redistribution, Social Pathologies
Türkçe Özet
Bu çalışmada, Axel Honneth’in tanınma teorisiyle şekillenen felsefesi ve geliştirdiği normatif rekonstrüksiyon yönteminin, Eleştirel Teori’de uzunca bir süredir problematik bir yön olmaya devam eden metodolojik arayışlara ne ölçüde çözüm sunduğu irdelenmektedir. Bunun için çalışmada öncelikle tanınma teorisinin kavramsal ve felsefi temelleri çözümlenmekte; tanınma kavramının ilişkili kavramlarla bağları serimlenmekte ve ardından kavramın özellikle G. W. F. Hegel’in tanınma kavrayışında şekillenen felsefi temelleri tartışılmaktadır. Bu bağlamda, Axel Honneth’in yeni bir toplumsal teori olarak geliştirdiği tanınma teorisinin, Eleştirel Teori ile ilişkisi ele alınmaktadır. Bunu yaparken tanınma teorisinin Eleştirel Teori’ye yön verebilecek bir muhteviyatta olup olmadığı çözümlenmektedir. Böylelikle Axel Honneth’in felsefesi ile ilişkili olarak başlıca iki problemin ve bu iki problemi kapsayan bir temel problemin öne çıktığını ifade etmek mümkündür. Bu problemlerden ilki Axel Honneth ve Nancy Fraser’ın yeniden dağıtım ve tanınma üzerine tartışmasıyla ortaya koyulan tanınmanın, yeniden dağıtımı da kapsayabilecek bir üst kategori olarak kabul edilip edilmeyeceği ekseninde şekillenmektedir. Bu konuyla bağlantılı olan ve Eleştirel Teori bağlamında önem arz eden diğer bir sorun ise, Honneth’in de bir parçası olduğu ve onun felsefesinin çerçevesini ve kapsamını belirleyen Eleştirel Teori’nin çağımızda yetersiz kaldığı kabul edilen yöntem probleminin, Honneth’in normatif rekonstrüksiyon yöntemiyle çözülüp çözülemeyeceğidir. Bu iki problemi kapsayan temel problem ise Honneth’in, Hegel’den yola çıkarak ama Hegel’deki metafizikten arındırılmış bir toplum felsefesi oluşturma amacında, tanınma teorisiyle ve normatif rekonstrüksiyonla ne ölçüde başarılı olabildiği ve bu metafizik bağlamdan kendisini soyutlayıp soyutlayamadığı sorunu etrafında şekillenmektedir. Bu çalışmada bu soruna verilen yanıt Honneth’in metafizik bir bağlamdan uzak durmayı istemekle birlikte topluma belli bir rasyonalite atfetmesiyle yine de felsefesinde metafizik bir tınının halen bulunduğu yönündedir.
Anahtar Kelimeler: Axel Honneth, Eleştirel Teori, Normatif Rekonstrüksiyon, Tanınma Teorisi, Yeniden Dağıtım, Toplumsal Patolojiler
This article examines the state of extreme mechanization in modern industrial societies, which leads to a strict separation of the various spheres of life and ultimately to the exclusion of the human element. The philosophers of the Frankfurt School, Herbert Marcuse and Jürgen Habermas in particular, have rigorously analyzed the inherently ideological function of technology in late capitalist societies. Similarly, In Player Piano, Kurt Vonnegut depicts an America of the near future that reflects an extremely technologized and automated social world under corporate capitalism. This paper examines how the technocratic state in Vonnegut’s novel utilizes technology to pacify and disempower the masses, challenging the notion that technology is merely a value-free accumulation of know-how. The devalued human subject and dehumanized society depicted in Vonnegut's anti-utopian narrative are discussed with reference to Marcuse’s notion of 'one-dimensional society' and Habermas’s theory of 'communicative action' to provide the critical framework for the analysis of the impoverishing and colonizing effects of technological rationality on the lifeworld.
Keywords: Technological rationality, colonization, lifeworld, purposive-rational action, communicative action.
Kurt Vonnegut’un Otomatik Piyano Adlı Romanında Teknolojik a priori ve İletişimsel Eylem
Öz
Bu makale, modern endüstri toplumlarında yaşantı sahalarını birbirinden keskince ayırarak nihayetinde insan unsurunu tamamen oyun dışına iten aşırı mekanikleşme olgusunu soruşturmaktadır. Özellikle Herbert Marcuse ve Jürgen Habermas odakta olmak üzere Frankfurt Okulu filozofları, geç kapitalizmin egemen olduğu toplumlarda teknolojiye içkin ideolojik işlevleri titizce irdelemişlerdir. Buna benzer biçimde, Otomatik Piyano adlı romanında Kurt Vonnegut da kurumsal kapitalizm egemenliği altında aşırı derecede teknolojikleşmiş ve otomatikleşmiş bir toplum imgesini yansıtabilmek amacıyla yakın geleceğe ait bir Amerika kurgulamaktadır. Bu çalışma Vonnegut’un roman dünyasında baskın olan teknokratik devletin teknolojiden faydalanarak insan kitlelerini nasıl etkisiz ve işlevsiz kıldığını incelemekte, bu sayede teknolojinin yalnızca değerden bağımsız bir pratik beceriler toplamı olduğu görüşüne karşı bir itiraz ortaya koymaktadır. Vonnegut’un anti-ütopyacı anlatısında betimlendiği üzere değer yitimine uğramış insan öznesi ve insansızlaşmış toplumsal dizge, Marcuse’nin ‘tek boyutlu toplum’ nosyonuna ve Habermas’ın ‘iletişimsel eylem’ kuramına göndermeler eşliğinde ele alınacak, böylece teknolojik aklın yaşam-dünyası üzerindeki yoksullaştırma ve sömürgeleştirme etkisinin çözümlenebilmesi için gerekli eleştirel çerçeve sağlanacaktır.
Anahtar Kelimeler: Teknolojik rasyonalite, sömürgeleştirme, yaşam-dünyası, amaçsal-rasyonel eylem, iletişimsel eylem.
Anahtar Kelimeler: Paul Feyerabend, bilim düşmanı, metodolojik anarşizm, bilimsel çoğulculuk, bağlamsal kurallar, eşölçülemezlik
THE POLITICAL IMPLICATIONS OF SCIENTIFIC PLURALISM: THE DEMOCRATISATION OF SCIENTIFIC INQUIRY IN FEYERABEND'S UNDERSTANDING OF SCIENCE
Abstract: Beginning his career in Austria after World War II with his writings on empiricism and scientific method, Feyerabend had initially written compatibly with logical positivism; but he later criticized these views and questioned the methodological standards of Western science. He argued that the claimed universality of Western science was ideological and that science could exist in many ways. Feyerabend's methodological anarchism suggests that science progresses not through strict universal standards but through contingencies, leaps, and unforeseen events. He believes that pluralism of scientific methods is essential for the development of knowledge, and each culture should be allowed to determine its own scientific practice. According to Feyerabend, the framework of scientific research varies according to different historical and cultural conditions, necessitating the addition of contextual rules to absolute ones. He further criticizes the dominance of military, economic and political powers on science. This paper attempts to analyze the foundations of Feyerabend's views on the influence of historical values and contextual inputs in the formation of universal scientific theories. Subsequently, the article will seek to deal with the question as to whether the philosopher is an enemy of science or a significant rational critic of scientism, on the background of the relevant debates.
Keywords: Paul Feyerabend, enemy of science, methodological anarchism, scientific pluralism, contextual rules, incommensurability
Anahtar Sözcükler: Habermas, Gadamer, eleştirel teori, hermeneutik, gelenek
AN ANALYSIS OF JÜRGEN HABERMAS AND HANS-GEORG GADAMER'S HERMENEUTICS IN A SOCIO-POLITICAL CONTEXT
ABSTRACT
This study aims to compare the hermeneutical perspectives of Jürgen Habermas and Hans-Georg Gadamer in a socio-political context. Habermas, who can be claimed to adopt a critical hermeneutic understanding, aims to reveal hidden ideological underpinnings by placing the interpretation of texts and cultural expressions in a broader social and political context. Gadamer, on the other hand, adheres to a more traditional hermeneutical stance, emphasizing the embedded nature of meaning in historical and cultural contexts. However, despite their differences, it is possible to say that both philosophers develop an attitude against the restrictive structures of positivism and modernism. The study examines Habermas's criticisms of Gadamer's hermeneutics, especially his criticisms of the ideological dimension of tradition. The study emphasizes that despite their differences, a ground for rapprochement is possible, especially regarding the importance of hermeneutics in enriching critical theory.
Keywords: Habermas, Gadamer, critical theory, hermeneutics, tradition
Bu çalışma, Alexis de Tocqueville'in Amerika'da Demokrasi eseri üzerinden
demokrasi ve eğitim anlayışını analiz etmektedir. Tocqueville, demokrasinin
sadece bir yönetim şekli olmadığını, aynı zamanda toplumsal değerleri ve
kültürel normları şekillendiren bir yaşam biçimi olduğunu vurgular. Ona
göre eğitim, demokratik bir toplumun sürdürülebilirliği ve gelişimi için
hayati bir rol oynar, bireylere demokratik değerleri aşılar, yurttaşlık bilincini
geliştirir ve toplumsal katılımı teşvik eder. Tocqueville'in gözlemlerine göre
demokratik toplumlarda eğitim; pratik ve faydacı bilgiye odaklanırken soyut
ve teorik bilgiye daha az önem verir. Bu durum, derin düşünme ve
yaratıcılığı köreltebilir. Ayrıca demokrasinin ‘çoğunluğun tiranlığı’ ve
bireycilik gibi potansiyel tehlikeleri, eğitimin bireyselliği ve eleştirel
düşünceyi baskılamasına yol açabilir. Tocqueville'in bu ikili bakış
açısı, demokratik eğitimin hem fırsatlar hem de zorluklar barındırdığını
gösterir. Bu çalışmada, demokratik toplumlarda eğitimin nasıl daha etkili ve
özgürleştirici bir güç haline getirilebileceği eğitim ve politika felsefesi
bağlamında tartışılmaktadır. Özellikle yerel yönetimlere katılım, sivil toplum
kuruluşları ve liberal sanatlar eğitimi gibi unsurların, bireyselliği ve eleştirel
düşünceyi destekleyerek demokratik eğitimi güçlendirebileceği üzerinde
durulmaktadır.
Abstract:
This study analyzes Alexis de Tocqueville's understanding of democracy and
education through his seminal work, Democracy in America. Tocqueville
emphasizes that democracy is not merely a system of governance but a way
of life that shapes societal values and cultural norms. He posits that
education plays a vital role in the sustainability and development of a
democratic society, instilling democratic values, fostering civic
consciousness, and encouraging social participation. Tocqueville's
observations reveal that education in democratic societies tends to focus on
practical and utilitarian knowledge, often neglecting abstract and theoretical
knowledge, which can potentially hinder meditation and
creativity. Furthermore, he warns that the inherent dangers of
democracy, such as the ‘tyranny of the majority’ and individualism, can lead
to the suppression of individuality and critical thinking in education.
Tocqueville's nuanced perspective highlights the dual nature of democratic
education, presenting both opportunities and challenges. This study delves
into the philosophy of education and politics, exploring how education can
be transformed into a more effective and liberating force in democratic
societies. It particularly emphasizes the role of participation in local
governments, civil society organizations, and liberal arts education in
strengthening democratic education by fostering individuality and critical
thinking.
Keywords: Honneth, Hegel, Recognition, Intersubjectivity
Türkçe Özet
Bu çalışma, Axel Honneth’in tanınma kuramına temel teşkil eden Hegel'in tanınma ve öznelerarasılık üzerine görüşlerinin zaman içinde değişip değişmediğini; tanınma üzerine yazan sonraki kuşak düşünürlerin Hegel’in düşünsel mirasını nasıl algıladıklarını ve görüşlerini hangi açılardan eleştirdiklerini anlamaya çalışmaktadır. Bu bakımdan, Honneth’in tanınma kuramını anlayabilmek için onun Hegel ile düşünsel bağlamda ilişkisinin sorgulanması gerektiğini ileri sürmektedir. Mevcut sorgulama, Honneth’in Hegel’den ne bağlamda ve ne şekilde etkilendiğiyle ilgili olmakla birlikte özellikle Hegel’in Jena dönemine odaklanmaktadır. Bu bağlamda, bu makalede, Hegel’in Jena dönemi sonrası felsefesinde öznelerarasılık ve tanınma kuramlarını terk edip etmediği üzerinde durulmaktadır. Bu sebeple ilk önce Hegel’in Jena dönemi ile bu dönemi farklı kılan yönler ele alınmaktadır. Bununla birlikte, Jena dönemi sonrasında, Tinin Fenomenolojisi’nde tanınma ve öznelerarasılığın terk edildiğine dair görüşlerin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği; Hegel’in felsefesinde Jena döneminin bitişine tarihlenen ve Jena Fenomenolojisi olarak da bilinen bu eserde tanınma ve öznelerarasılığın halen gücünü koruduğu savunulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Honneth, Hegel, Tanınma, Öznelerarasılık
It is safe to propound that the quantity of studies on the amelioration of the present conditions of women from antiquity through to modern times is quite insufficient. In this context, it seems that the Republic by Plato, which is one of the founding texts of political philosophy, has provided quite radical and innovative ideas about the role and position of women in society, considering into account both its production period and next two millenniums. This study, based particularly upon his Republic and other works, aims to re-consider how Plato is regarded both as a misogynist and a women's rightist, or both as a woman hater and a proto-feminist by certain scholars.
Keywords: Plato, Woman Rights, Republic, Feminism, Misogyny
Türkçe Özet
Antikçağ'dan modern dönemlere değin kadınların mevcut durumlarının iyileştirilmesine dair çalışmaların sayısının oldukça yetersiz kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda siyaset felsefesinin kurucu metinlerinden olan Devlet'in hem yazıldığı dönem hem de takip eden iki milenyuma yakın süre hesaba katıldığında kadınların toplumdaki rolü ve konumu üzerine oldukça radikal ve yenilikçi fikirleri barındırdığı açıktır. Bu çalışmada Platon'un diğer çalışmaları da hesaba katılmakla birlikte özellikle Devlet adlı eseri nezdinde nasıl olup da kimi düşünürlerce hem bir mizojinist hem de bir kadın hakları savunucusu sayıldığı; hem bir kadın düşmanı hem de proto-feminist olarak görülebildiği incelenecek ve Platon bu bağlamda yeniden ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Platon, Kadın Hakları, Devlet, Feminizm, Mizojini
In the paper “The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, which was published in 2013 in the Journal of Civil Society, Mary Kaldor and Sabine Selchow attempted to reveal the specific qualities of the uprisings which emerged after the year 2010 in some European countries, such as Germany, Spain, Italy, England etc. According to the authors, the mode of organization which forms the main body of these emancipatory movements obtains its basic logic from the world of the Internet. The use of the Internet requires a re-evaluation of negative philosophical commentary regarding technology. In the context of twentieth-century philosophy, Martin Heidegger and Herbert Marcuse are the most influential philosophers who studied the negative aspects of technology. Heidegger portrayed the destructive effects of scientific reasoning and technology on the Western culture through the criticism of the traditional Western metaphysics on a phenomenological-ontological level. Marcuse, belonging to the tradition of Western Marxism, formed his critique of technology in the context of the concept of instrumental rationality and the critique of advanced industrial society and capitalism. Although the starting points of their perspectives on technology and the underlying purposes of their critiques of technology were different, it may be asserted that both have a rather negative and almost entirely pessimistic disposition towards technology. Heidegger’s and Marcuse’s criticisms of technology will be discussed in this context and the differences and similarities between these criticisms will be shown. Finally, the paper will emphasise the question of the possibility of a positive role of technology. Technology can serve as an alternative to negative uses by shedding light on the relation between the current uprisings and the Internet.
Keywords
technology, rationality, freedom, enframing, criticism, revolt movements, Internet, politics
Ist die Emanzipation des Menschen durch Technologie möglich?
Zusammenfassung
In dem Artikel „The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, veröffentlicht im Jahre 2013 im Journal of Civil Society, versuchten Mary Kaldor und Sabine Selchow die spezifischen Qualitäten der Aufstände zum Ausdruck zu bringen, die nach 2010 in den europäischen Ländern ausbrachen – Deutschland, Spanien, Italien, England usw. Nach Ansicht der Autoren erhält der Modus der Organisation, der den Hauptkörper dieser emanzipatorischen Bewegungen bildet, seine grundlegende Logik aus der Welt des Internets. Die Analogie mit dem Internet erfor- dert eine Neubewertung der negativen Kommentare über die Technologie aus philosophischer Perspektive. Martin Heidegger und Herbert Marcuse sind die einflussreichsten Philosophen, die sich mit den negativen Aspekten der Technologie in der Philosophie des 20. Jahrhunderts befasst haben. Heidegger schilderte die zerstörerischen Auswirkungen der wissenschaftlichen Vernunft und Technologie auf die westliche Kultur durch die Kritik an der traditionellen abend- ländischen Metaphysik auf der phänomenologisch-ontologischen Ebene, während Marcuse, ein Mitglied des westlichen Marxismus, seine Kritik an der Technologie im Rahmen des Konzepts der instrumentellen Rationalität und der Kritik der fortgeschrittenen Industriegesellschaft und Kapitalismus geformt hat. Obgleich die Ansatzpunkte ihrer Perspektiven über die Technologie und die zugrunde liegenden Zwecke ihrer Kritik an der Technologie unterschiedlich waren, kann behauptet werden, dass beide eine eher negative und fast völlig pessimistische Einstellung zur Technologie hatten. In diesem Zusammenhang werden Heideggers und Marcuses Kritiken an der Technologie diskutiert sowie Unterschiede und Ähnlichkeiten zwischen den beiden Kri- tiken aufgezeigt. Abschließend unterstreicht das Paper die Frage nach der Möglichkeit einer positiven Rolle für die Technologie, die als Alternative zur negativen Perspektive dienen kann, indem sie Licht in das Verhältnis zwischen aktuellen Aufständen und Internet bringt.
Schlüsselwörter
Technologie, Rationalität, Freiheit, Gestell, Kritik, Revoltebewegungen, Internet, Politik
L’émancipation humaine est-elle possible à travers la technologie ?
Résumé
Dans l’article « The “Bubbling Up” of Suberranean Politics in Europe » publié en 2013 dans Journal of Civil Society, Mary Kaldor et Sabine Selchow tentent de mettre en lumière les caractéristiques spécifiques des révoltes qui ont fait jour après 2010 dans certains pays européens – Allemagne, Espagne, Italie, Angleterre, etc. Selon nos auteures, le mode d’organisation qui a formé le corps essentiel de ces mouvements émancipatoires tire sa logique de base du monde de l’internet. Cette analogie avec l’internet requiert une réévaluation, à partir d’un point de vue philosophique, des commentaires négatifs sur la technologie. Martin Heidegger et Herbert Marcuse sont les philosophes les plus influents ayant travaillé sur les aspects négatifs de la technologie au sein de la philosophie du XXe siècle. Heidegger a dépeint les effets destructeurs de la raison scientifique et de la technologie de notre culture occidentale à travers son criticisme de la métaphysique traditionnelle occidentale à un niveau phénoménologico-ontologique, tandis que Marcuse, membre du « communisme occidentale », a formé une critique de la technologie au sein du concept de rationalité instrumentale et une critique de la société industrielle avancée et du capitalisme. Bien que le point de départ de leur perspective sur la technologie et que le but sous-jacent de leur critique diffèrent, il est possible d’affirmer que leur point commun est d’avoir posé un regard négatif et presque entièrement pessimiste sur la technologie. À cet égard, le criticisme d’Heidegger et de Marcuse vont être abordés afin d’en soulever les différences et les similarités. Enfin, cet article mettra l’accent sur la possibilité d’un rôle positif de la technologie qui pourrait servir d’alternative aux perspectives négatives en faisant la lumière sur le lien entre les révoltes actuelles et l’internet.
Mots-clés
technologie, rationalité, liberté, mettre en forme, criticisme, mouvements de révolte, internet, politique
Je li moguća ljudska emancipacija kroz tehniku?
Sažetak U članku »The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe«, objavljenom 2013. u časopisu Journal of Civil Society, Mary Kaldor i Sabine Selchow pokušale su otkriti specifične značajke pobuna koje su se javila nakon 2010. godine u europskim zemljama poput Njemačke, Španjolske, Italije, Engleske itd. Prema autoricama, način organiziranja koji čini glavno tijelo ovih emancipatornih pokreta preuzima svoju osnovnu logiku iz svijeta Interneta. Analogija s Internetom zahtijeva ponovnu evaluaciju negativnih komentara o tehnici iz filozofske perspektive. Martin Heidegger i Herbert Marcuse najutjecajniji su filozofi 20. stoljeća koji su se bavili negativnim aspektima tehnike. Heidegger je prikazao destruktivne učinke znanstvene racionalnosti i tehnike na zapadnu kulturu kroz kritiku tradicionalne zapadne metafizike na fenomenološko-ontološkoj razini, dok je Marcuse, kao predstavnik zapadnoga marksizma, oblikovao svoju kritiku tehnike u kontekstu pojma instrumentalne racionalnosti te kritike razvijenog industrijskog društva i kapitalizma. Iako su polazišne točke njihovih pogleda na tehniku, kao i osnovne svrhe kritike tehnike, različite, može se reći da obojica imaju poprilično negativno i gotovo u potpunosti pesimističko shvaćanje tehnologije. U tom će se kontekstu razmotriti Heideggerova i Marcuseova kritika tehnike kao i razlike i sličnosti između tih dvaju pristupa. Zaključno će rad naglasiti mogućnost pozitivne uloge tehnike, koja može služiti kao alternativa negativnoj perspektivi osvjetljavajući odnos između nedavnih pobuna i interneta.
Ključne riječi
tehnologija, racionalnost, sloboda, postav, kritika, pobunjenički pokreti, Internet, politika
Rationality, Experience and Knowledge in the Age of Technology: Problems & Criticisms
The question of how human potential is imprisoned in contemporary capitalism is one of the central topics of the analysis of social reality by every social theory which claims to be critical. This question which can be concretized as a systematic occupation with the cultural-technical forms caused by contemporary capitalism and as an analysis of new types of social subjectivity which emerge as a result of these forms, essentially includes the effort to specify at what level and by using what kind of tools the current system grabs the individual by the throat. Frankfurt School tradition as one of the foremost traditions which conducts such an investigation discusses the analysis of society over the fragility of the bourgeois individual.
According to Frankfurt School, the individual in contemporary capitalism is extorted from bourgeois ideals and is out of breath as a result of the blockade of overgrown structures in the social context in which s/he lives. In other words, the bourgeois individual has been erased. In the late capitalist society where personal histories are melted away, technological progress is one of the processes that led to the deletion of the individual. The clearest expression of this emphasis finds correspondence in the introduction of Herbert Marcuse's One Dimensional Man. Marcuse proposes two opposite theses in this work in which he examines advanced industrial societies: 1) Advanced industrial societies have a structure that can control the qualitative changes in a predictable future, 2) However, trends and forces which can reverse this situation (which can break this limitation and destroy capitalist society) also exist. The first one claims that relations of domination in the social structures are sustainable in the future, and the other thesis emphasizes that the opportunity of emancipation of people by getting free of these power relations is still possible. However, Marcuse does not dwell too much on the latter (which is the claim about the possibility of powers and trends that can change the current situation). Moreover, it could be argued that his arguments relating to technological rationality and one-dimensionality draw us into the impossibility of attaining any moment of a positive social transformation.
The book is dominated by an atmosphere of the immense feeling of being encircled and hopelessness, thus it follows from the work of Marcuse that in the system that we live in it is even impossible to breathe freely. Although in follow-up studies after the One Dimensional Man (especially in writings in which vitality of 68 movements and the axis of New Left), it can be observed that there is an attempt to convert despair into hope, it is clear that Marcuse’s designations regarding technological life mechanisms should be discussed again given the technological advancements of our times. Within this context, in the study, how technology affects and determines the individuals and society as a whole in modern industrial societies has been investigated. This investigation has been carried out through Herbert Marcuse's views on technology which are presented in his work One-Dimensional Man. The relationship between rationality, knowledge and experience has been examined on the basis of technology, and then Marcuse's concept of ‘technological rationality’ has been analysed in the context of Claus Offe's criticisms. Finally, Marcuse's critique of technology has been assessed by considering the emerging social practices in this day and time.
Herbert Marcuse refers to the rationality which is created by technology and is directly based on submissive efficiency, as ‘technological rationality’. Thinker argues that what is considered to be rational in a society is subject to change with technological developments, and social rationality is directly connected to technological advancements. There are three different projections of the technological rationality approach which are in turn ontological, epistemological and ethical-political approaches. Claus Offe claims that it is possible to group these different dimensions under three theses. According to the first one; scientific rationality has become the organizational principle of domination. According to Offe, in his second thesis, Marcuse mentions the emergence of technology sui generis i.e. as a distinctive autonomous technological rationality. And the third thesis proceeds on the line of the argument that socialist societies are under the impact of technological rationality as well as capitalist societies.
According to Offe, even though these three theses are consistent with each other, Marcuse has violated the most fundamental principle of the Critical Theory by not offering any possibility of social transformation which is aimed at the problems of extensive manipulation and pacified existence that brought about by technological rationality. Hence although Marcuse's work is of utmost importance concerning his analysis and the issues that he has covered, it would not be wrong to say that a problematic argument from the point of the tradition of Critical Theory has been proposed. The main reason for this is the argument which asserts that technology turned into a mechanism of domination which is almost irreversible and unchangeable. Therefore, such a mechanism does not offer any resistance point where the human can take a breath. As a result of this, emancipation which is the main political purpose of the Critical Theory has been invalidated. What could be the problems which are created by the negative situation that results from Marcuse's thesis on technology? For instance, how could the basis for the existence of opposing movements which are organized over the internet or the foundations of anti-capitalist radical critique be explained on the axis of Marcuse’s thesis?
There is a fundamental problem that has to be solved: if we declare only the validity of oppressive, central and ideological functions of technological devices, then the idea is referred to by authoritarian governments that current opposing movements or rebel groups organized over the internet might be organized from a centre which is defined as imperialist power or external power becomes an affirmable argument. In other words, does Marcuse's technological determinist approach serves to legitimize the discourses such as "foreign powers or imperialist enemies," and so on which authoritarian powers frequently resort to? Is it possible to think of another alternative concerning the problems produced by this rationality apart from the negative comments that are revealed by the concept of technological rationality? From what frameworks this question can be answered? In the conclusion of the study, answers to these questions have been searched.
Keywords
Technology, Knowledge, Criticism, Practice, Capitalist Society, Politics, Rationality.
Türkçe Özet
Bu çalışmada modern endüstri toplumlarında teknolojinin, bireylerin ve bir bütün olarak toplumun rasyonalitesini nasıl etkilediği ve bunun da ötesinde nasıl belirlediği incelenecektir. Bu inceleme Herbert Marcuse’nin Tek Boyutlu İnsan adlı eserinde ortaya koyduğu teknolojiye ilişkin görüşleri üzerinden yapılacaktır. Rasyonalite, bilgi ve deneyim arasındaki ilişki teknoloji üzerinden irdelenecek ve daha sonra Marcuse’nin ‘teknolojik rasyonalite’ kavramı Claus Offe’nin eleştirileri bağlamında çözümlenecektir. Son olarak Marcuse’nin teknoloji eleştirisi günümüzde ortaya çıkan toplumsal pratiklerle ele alınarak değerlendirilecektir.
Anahtar Terimler Teknoloji, Bilgi, Eleştiri, Pratik, Kapitalist Toplum, Politika, Rasyonalite.
The Structure of Scientific Revolutions published in 1962, and considered as his most significant work, dealt a mighty blow to the classic, progressive understanding of science, then dominating the understanding of the history of science, which claimed there was a continuous and linear advancement in science. Kuhn’s critique of this dominant understanding of science exceeded the boundaries of science and promoted the development of numerous theories such as “perspectivism” and “multiculturalism” as well as being widely discussed in the full range of the humanistic, cultural, and social scientific disciplines.
In the paper “The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, which was published in 2013 in the Journal of Civil Society, Mary Kaldor and Sabine Selchow attempted to reveal the specific qualities of the uprisings which emerged after the year 2010 in some European countries, such as Germany, Spain, Italy, England etc. According to the authors, the mode of organization which forms the main body of these emancipatory movements obtains its basic logic from the world of the Internet. The use of the Internet requires a re-evaluation of negative philosophical commentary regarding technology. In the context of twentieth-century philosophy, Martin Heidegger and Herbert Marcuse are the most influential philosophers who studied the negative aspects of technology. Heidegger portrayed the destructive effects of scientific reasoning and technology on the Western culture through the criticism of the traditional Western metaphysics on a phenomenological-ontological level. Marcuse, belonging to the tradition of Western Marxism, formed his critique of technology in the context of the concept of instrumental rationality and the critique of advanced industrial society and capitalism. Although the starting points of their perspectives on technology and the underlying purposes of their critiques of technology were different, it may be asserted that both have a rather negative and almost entirely pessimistic disposition towards technology. Heidegger’s and Marcuse’s criticisms of technology will be discussed in this context and the differences and similarities between these criticisms will be shown. Finally, the paper will emphasise the question of the possibility of a positive role of technology. Technology can serve as an alternative to negative uses by shedding light on the relation between the current uprisings and the Internet.
Keywords
technology, rationality, freedom, enframing, criticism, revolt movements, Internet, politics
Ist die Emanzipation des Menschen durch Technologie möglich?
Zusammenfassung
In dem Artikel „The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe”, veröffentlicht im Jahre 2013 im Journal of Civil Society, versuchten Mary Kaldor und Sabine Selchow die spezifischen Qualitäten der Aufstände zum Ausdruck zu bringen, die nach 2010 in den europäischen Ländern ausbrachen – Deutschland, Spanien, Italien, England usw. Nach Ansicht der Autoren erhält der Modus der Organisation, der den Hauptkörper dieser emanzipatorischen Bewegungen bildet, seine grundlegende Logik aus der Welt des Internets. Die Analogie mit dem Internet erfor- dert eine Neubewertung der negativen Kommentare über die Technologie aus philosophischer Perspektive. Martin Heidegger und Herbert Marcuse sind die einflussreichsten Philosophen, die sich mit den negativen Aspekten der Technologie in der Philosophie des 20. Jahrhunderts befasst haben. Heidegger schilderte die zerstörerischen Auswirkungen der wissenschaftlichen Vernunft und Technologie auf die westliche Kultur durch die Kritik an der traditionellen abend- ländischen Metaphysik auf der phänomenologisch-ontologischen Ebene, während Marcuse, ein Mitglied des westlichen Marxismus, seine Kritik an der Technologie im Rahmen des Konzepts der instrumentellen Rationalität und der Kritik der fortgeschrittenen Industriegesellschaft und Kapitalismus geformt hat. Obgleich die Ansatzpunkte ihrer Perspektiven über die Technologie und die zugrunde liegenden Zwecke ihrer Kritik an der Technologie unterschiedlich waren, kann behauptet werden, dass beide eine eher negative und fast völlig pessimistische Einstellung zur Technologie hatten. In diesem Zusammenhang werden Heideggers und Marcuses Kritiken an der Technologie diskutiert sowie Unterschiede und Ähnlichkeiten zwischen den beiden Kri- tiken aufgezeigt. Abschließend unterstreicht das Paper die Frage nach der Möglichkeit einer positiven Rolle für die Technologie, die als Alternative zur negativen Perspektive dienen kann, indem sie Licht in das Verhältnis zwischen aktuellen Aufständen und Internet bringt.
Schlüsselwörter
Technologie, Rationalität, Freiheit, Gestell, Kritik, Revoltebewegungen, Internet, Politik
L’émancipation humaine est-elle possible à travers la technologie ?
Résumé
Dans l’article « The “Bubbling Up” of Suberranean Politics in Europe » publié en 2013 dans Journal of Civil Society, Mary Kaldor et Sabine Selchow tentent de mettre en lumière les caractéristiques spécifiques des révoltes qui ont fait jour après 2010 dans certains pays européens – Allemagne, Espagne, Italie, Angleterre, etc. Selon nos auteures, le mode d’organisation qui a formé le corps essentiel de ces mouvements émancipatoires tire sa logique de base du monde de l’internet. Cette analogie avec l’internet requiert une réévaluation, à partir d’un point de vue philosophique, des commentaires négatifs sur la technologie. Martin Heidegger et Herbert Marcuse sont les philosophes les plus influents ayant travaillé sur les aspects négatifs de la technologie au sein de la philosophie du XXe siècle. Heidegger a dépeint les effets destructeurs de la raison scientifique et de la technologie de notre culture occidentale à travers son criticisme de la métaphysique traditionnelle occidentale à un niveau phénoménologico-ontologique, tandis que Marcuse, membre du « communisme occidentale », a formé une critique de la technologie au sein du concept de rationalité instrumentale et une critique de la société industrielle avancée et du capitalisme. Bien que le point de départ de leur perspective sur la technologie et que le but sous-jacent de leur critique diffèrent, il est possible d’affirmer que leur point commun est d’avoir posé un regard négatif et presque entièrement pessimiste sur la technologie. À cet égard, le criticisme d’Heidegger et de Marcuse vont être abordés afin d’en soulever les différences et les similarités. Enfin, cet article mettra l’accent sur la possibilité d’un rôle positif de la technologie qui pourrait servir d’alternative aux perspectives négatives en faisant la lumière sur le lien entre les révoltes actuelles et l’internet.
Mots-clés
technologie, rationalité, liberté, mettre en forme, criticisme, mouvements de révolte, internet, politique
Je li moguća ljudska emancipacija kroz tehniku?
Sažetak U članku »The ‘Bubbling Up’ of Subterranean Politics in Europe«, objavljenom 2013. u časopisu Journal of Civil Society, Mary Kaldor i Sabine Selchow pokušale su otkriti specifične značajke pobuna koje su se javila nakon 2010. godine u europskim zemljama poput Njemačke, Španjolske, Italije, Engleske itd. Prema autoricama, način organiziranja koji čini glavno tijelo ovih emancipatornih pokreta preuzima svoju osnovnu logiku iz svijeta Interneta. Analogija s Internetom zahtijeva ponovnu evaluaciju negativnih komentara o tehnici iz filozofske perspektive. Martin Heidegger i Herbert Marcuse najutjecajniji su filozofi 20. stoljeća koji su se bavili negativnim aspektima tehnike. Heidegger je prikazao destruktivne učinke znanstvene racionalnosti i tehnike na zapadnu kulturu kroz kritiku tradicionalne zapadne metafizike na fenomenološko-ontološkoj razini, dok je Marcuse, kao predstavnik zapadnoga marksizma, oblikovao svoju kritiku tehnike u kontekstu pojma instrumentalne racionalnosti te kritike razvijenog industrijskog društva i kapitalizma. Iako su polazišne točke njihovih pogleda na tehniku, kao i osnovne svrhe kritike tehnike, različite, može se reći da obojica imaju poprilično negativno i gotovo u potpunosti pesimističko shvaćanje tehnologije. U tom će se kontekstu razmotriti Heideggerova i Marcuseova kritika tehnike kao i razlike i sličnosti između tih dvaju pristupa. Zaključno će rad naglasiti mogućnost pozitivne uloge tehnike, koja može služiti kao alternativa negativnoj perspektivi osvjetljavajući odnos između nedavnih pobuna i interneta.
Ključne riječi
tehnologija, racionalnost, sloboda, postav, kritika, pobunjenički pokreti, Internet, politika
This study investigates the extent of Axel Honneth's philosophy shaped by the theory of recognition and the method of normative reconstruction he developed providing solutions to the methodological searches that have long been a problematic aspect of Critical Theory. Accordingly, the conceptual and philosophical foundations of the theory of recognition are analyzed first; the ties of the concept of recognition with related concepts are examined later; and the philosophical foundations, especially as shaped by G. W. F. Hegel, are discussed here. In this context, the relationship between the recognition theory developed by Axel Honneth as a new social theory and the Critical Theory is considered. With this attempt, whether the theory of recognition qualifies to reshape the Critical Theory is discussed. In this context, it is possible to state that two main problems and a fundamental problem encapsulating these two main problems are visible for Axel Honneth's philosophy. The first of these main problems is shaped by Axel Honneth and Nancy Fraser's exchange about redistribution and recognition, the question of whether the recognition can be accepted as an overarching category that includes redistribution. One of the other significant problems within the context of Critical Theory concerning our current subject is whether the problem of method of which Honneth is a part of and which determines the framework and scope of his philosophy is considered inadequate in these times and whether this inadequacy can be solved by Honneth's normative reconstruction method. The fundamental problems encapsulating these two problems is shaped around the extent of success of Honneth in recognition theory and normative reconstruction with the purpose of creating a social philosophy purified from the Hegelian metaphysics by setting off from Hegel and whether it can abstract itself in the metaphysical context. The answer to this question suggested in the present study is that Honneth intends to abstain from a metaphysical context, but still has a metaphysical tone in his philosophy, attributing to certain rationality to society.
Keywords: Axel Honneth, Critical Theory, Normative Reconstruction, Theory of Recognition, Redistribution, Social Pathologies
Türkçe Özet
Bu çalışmada, Axel Honneth’in tanınma teorisiyle şekillenen felsefesi ve geliştirdiği normatif rekonstrüksiyon yönteminin, Eleştirel Teori’de uzunca bir süredir problematik bir yön olmaya devam eden metodolojik arayışlara ne ölçüde çözüm sunduğu irdelenmektedir. Bunun için çalışmada öncelikle tanınma teorisinin kavramsal ve felsefi temelleri çözümlenmekte; tanınma kavramının ilişkili kavramlarla bağları serimlenmekte ve ardından kavramın özellikle G. W. F. Hegel’in tanınma kavrayışında şekillenen felsefi temelleri tartışılmaktadır. Bu bağlamda, Axel Honneth’in yeni bir toplumsal teori olarak geliştirdiği tanınma teorisinin, Eleştirel Teori ile ilişkisi ele alınmaktadır. Bunu yaparken tanınma teorisinin Eleştirel Teori’ye yön verebilecek bir muhteviyatta olup olmadığı çözümlenmektedir. Böylelikle Axel Honneth’in felsefesi ile ilişkili olarak başlıca iki problemin ve bu iki problemi kapsayan bir temel problemin öne çıktığını ifade etmek mümkündür. Bu problemlerden ilki Axel Honneth ve Nancy Fraser’ın yeniden dağıtım ve tanınma üzerine tartışmasıyla ortaya koyulan tanınmanın, yeniden dağıtımı da kapsayabilecek bir üst kategori olarak kabul edilip edilmeyeceği ekseninde şekillenmektedir. Bu konuyla bağlantılı olan ve Eleştirel Teori bağlamında önem arz eden diğer bir sorun ise, Honneth’in de bir parçası olduğu ve onun felsefesinin çerçevesini ve kapsamını belirleyen Eleştirel Teori’nin çağımızda yetersiz kaldığı kabul edilen yöntem probleminin, Honneth’in normatif rekonstrüksiyon yöntemiyle çözülüp çözülemeyeceğidir. Bu iki problemi kapsayan temel problem ise Honneth’in, Hegel’den yola çıkarak ama Hegel’deki metafizikten arındırılmış bir toplum felsefesi oluşturma amacında, tanınma teorisiyle ve normatif rekonstrüksiyonla ne ölçüde başarılı olabildiği ve bu metafizik bağlamdan kendisini soyutlayıp soyutlayamadığı sorunu etrafında şekillenmektedir. Bu çalışmada bu soruna verilen yanıt Honneth’in metafizik bir bağlamdan uzak durmayı istemekle birlikte topluma belli bir rasyonalite atfetmesiyle yine de felsefesinde metafizik bir tınının halen bulunduğu yönündedir.
Anahtar Kelimeler: Axel Honneth, Eleştirel Teori, Normatif Rekonstrüksiyon, Tanınma Teorisi, Yeniden Dağıtım, Toplumsal Patolojiler
The relationship between politics and virtue has always played a central role in political theory. And whenever this topic is taken as a subject of investigation Machiavelli always has a permanent place as one of the first names coming to mind. In this context, the past five hundred years after his death has not decreased the number of discussions about Machiavelli, in contrast, the time has led to the diversification and growth of the debates on him. Machiavelli’s works appear to be easily comprehended when someone reads them for the first time. But the multitude of different readings and the emerging debates as a result of these readings present us the proof of how sophisticated Machiavelli’s philosophical approach is. Albeit, this aspect of the thinker also brings along a lot of problems with it. In this context, two unsolved fundamental questions about Machiavelli can be identified. The first one is whether there is a link between ethics and politics and if there is, what is the role of Machiavelli in the weakening or detaching of this link? Another question of great importance is whether Machiavelli adopted completely disconnected and unrelated philosophical approaches in the Prince and the Discourses or not. In this context, in this study, answers will be searched for these two fundamental questions regarding the relationship between politics, virtue and freedom by examining Machiavelli’s political philosophy.
Keywords: Politics, Liberty, Virtue, Fortune, Necessity, Common Good, Law, Modern Politics, History, The Reason of State, Machiavellism
Türkçe Özet
Siyaset ve erdem arasındaki ilişki, siyaset teorisine yönelik araştırmalarda her zaman merkezi bir rol oynamıştır ve ne zaman bu konu bir soruşturma konusu olarak ele alınsa akla ilk gelen isimler arasında Machiavelli değişmez bir yere sahiptir. Bu bağlamda ölümünün üzerinden geçen beş yüz yılı aşkın süre Machiavelli üzerine yapılan tartışmalarda bir azalmaya sebep olmadığı gibi, bu tartışmaların çeşitlenmesine ve çoğalmasına sebep olmuştur. İlk okunduğunda anlaşılması kolay bir yazar gibi görünen Machiavelli üzerine yapılan çok sayıda farklı okuma ve bunların sonucunda ortaya çıkan çok sayıda önemli araştırma, Machiavelli’nin aslında ne kadar sofistike bir felsefi yaklaşım ortaya koyduğunun bir kanıtı gibidir. Yine düşünürün bu yönü pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda Machiavelli üzerinde çözümlenmemiş iki temel soru tespit edilebilir. Bu sorulardan ilki siyaset ve ahlak arasında bir bağ olup olmadığı ve var ise bu bağın zayıflamasında veya kopmasında Machiavelli’nin rolünün ne olduğu sorusudur. Önem arz eden diğer bir soru ise Machiavelli’nin Prens ve Söylevler’de birbirinden tamamıyla kopuk ve bağlantısız bir felsefi yaklaşımı benimseyip, benimsemediği sorusudur. Bu bağlamda bu çalışmada bu iki temel soruya siyaset, erdem ve özgürlük ilişkisi bağlamında Machiavelli’nin siyaset felsefesi anlayışı incelenerek cevap aranacaktır.
Anahtar Kelimeler: Siyaset, Özgürlük, Erdem, Talih, Zorunluluk, Ortak İyi, Yasa, Modern Siyaset, Tarih, Devlet Aklı, Makyavelizm