Book Reviews by Can Öktemer
Sekans Sinema Dergisi , 2020
Bu deneme 2000 sonrası çekilen süper kahraman anlatılarındaki şiddet, demokrasi ve kaybolan ideal... more Bu deneme 2000 sonrası çekilen süper kahraman anlatılarındaki şiddet, demokrasi ve kaybolan idealizmi ele almaya çalışmaktadır. Çalışmanın ana sorunsalı şudur: Günümüzdeki sağ-popülist siyaset, iklim krizi gibi unsurlar geçmişten bugüne ideal dünya ve demokrasi tahayyülünde bulanan süper kahraman filmlerinde nasıl bir karşılık bulmuştur?
Sinemada tarihi olaylar, zorunlu göç, insan hakları ihlalleri, soykırım gibi netameli konuların n... more Sinemada tarihi olaylar, zorunlu göç, insan hakları ihlalleri, soykırım gibi netameli konuların nasıl hikayeleştirileceği, temsil edileceği her daim büyük bir tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmanın en önemli sebebi de bu olayların sinemada temsilinin yaratacağı etik ve ahlaki sorunlardır. Aynı zamanda bu konuların sinema perdesine taşınması, yaşanan olayların acısını hafifletebileceği, ucuzlatabileceği de tartışmanın bir diğer ucudur. Bununla beraber sinemanın gerçekliği yeniden kurgulayabilmesi ve sahip olduğu temsil gücüyle; hem geçmişle yüzleşme olanağının sağlanabileceği hem de geniş kitlelere politik bilinç aşılayabileceğine dair iyimser bir görüş de hakim. Türkiye sineması da geçtiğimiz son 20 yılda, daha önce hiç olmadığı kadar geçmişle ilgilenmeye başlamış, bastırılan tarihi geçmiş perdeye taşınmış ve farklı kültürel kimlikler gerçekçi bir şekilde temsil edilmiştir. Akademiysen Umut Tümay Arslan, bir süredir yukarıda bahsi geçen kavramlar üzerine çalışıyor. Kendisinin bu tartışmalara Yeşilçam filmleri üzerinden ufak da olsa kapı araladığı ve Yeşilçam üzerinden melankoli, kayıp ve yas kavramlarını tartıştığı Mazi Kabrinin Hortlakları isimli 2010 yılında Metis Yayınları'ndan yayımlanan bir kitabı da mevcut. Umut Tümay Arslan'la sinemanın politik imkânlarını, geçmişle yüzleşme meselesini ve Türkiye sinemasında "bastırılanın geri dönüşünün" izleri üzerine konuştuk. Türkiye sinemasının (özellikle de bağımsız sinemanın) geçtiğimiz son on yılda üzerine en çok eğildiği temalar geçmişle yüzleşme ve 'bastırılanın geri dönüşü' olsa gerek. Türkiye'nin yakın-uzak tarihinde yaşanmış travmatik olaylar, hak ihlalleri daha önce hiç olmadığı kadar sinema perdesine taşınmaya başlandı. Siz geçmişe yönelik bu sessizliğin bozulmasına neye bağlarsınız? 'Bastırılan geçmiş' sinema perdesine nasıl zuhur etti? Unutulmaya bırakılmış ya da inkar edilen felaketlerin ve şiddet biçimlerinin sinema perdesinde konuşulmaya ya da düşünülmeye başlaması, elbette son yirmi yılda bu meselelerin olgusal olarak, tanıklıklarla, tarihsel, hukuki ve politik boyutlarıyla, akademide ama aynı zamanda sivil toplum çalışmalarından televizyon dizilerine ve sosyal medyaya genişleyen bir kamusal alanda kendine ait bir yer bulmasıyla, bu meselelere dair yeni çerçeveler, yeni konuşma biçimleri ve elbette yeni sessizlikler üretilmesiyle doğrudan ilişkili. Sinema perdesine zuhur etme biçimi de buradaki konuşma çerçeveleriyle, görme, düşünme, dinleme biçimleriyle ilişki içinde ortaya çıktı. Aynı zamanda, edebiyat, sinema, güncel sanat, haber metinleri gibi farklı ifade rejimleri arasındaki ilişki ve geçişlilikle elbette. Ulusal kökenlere dair fantezi ve anlatıların, mitlerin yeniden inşaya açılması da buna dahil edilebilir,-Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü (Ezel Akay, 2006)'den neo-Kemalist bir Mustafa Kemal personası sunan Mustafa (Can Dündar, 2008)'ya ya da ulusun fertlerini ulusal şiddete muhtaç olduklarına bütünlüklü ulus hayaliyle inandıran, onların iradesini teslim alarak ve onlar adına öldürebilen, paternalizme hep payanda vuran eril anlatının toparlanamayışına, hatta enkazına seyircisini yaklaştıran Nefes: Vatan Sağolsun (Levent Semerci, 2009) gibi filmler de geçmişi yeniden, başka gözlerle görmeye başlamanın, düşünmenin bir parçası olarak ele alınabilir belki de. "İmajlar kendilerini görünür olanın apaçıklığına dayandırıyor" Türkiye sinemasında geçtiğimiz yıllarda geçmişle yüzleşme çabasında olan filmlere yöneltilen eleştirilerin başında, yaşananların adını koyamamak, sorunlu temsiller ve anakronik bir tarih anlatısı inşa etmeleri geliyor. Siz bu filmlerin geçmişle yüzleşme açısından bir kapı araladığını düşünüyor musunuz? Derrida, "Sinema hayaletlerin birbirleriyle yarışıdır"demişti. Bu anlamda Türkiye sinemasının imgeleri üzerinde gezinen hayaletler için ne demek istersiniz? İnkar edilen kolektif şiddet biçimlerinin ya da devlet şiddetinin sinema perdesinde nasıl görünür, işitilir ve duyumsanabilir kılındığına dair şüphesiz çok çeşitli formlardan söz edilebilir. Buna rağmen bir imajlar taksonomisi, sınıflandırması da yapılabilir bence. Genişçe bir grup film, yerleşik anlatı tür ve formlarının içine meselesini sığdırmayı tercih ediyor. İnkar edilmiş, toplumsal hafıza çerçevelerinin dışına itilmiş o olayın var olduğu hakkında, "İşte bu oldu" diyerek seyircinin bilgilenmesi isteniyor. Böyle olduğu
Drafts by Can Öktemer
Papers by Can Öktemer
Ümit Kıvanç'ın Hafıza Yetersiz belgeseli üzerine: Hrant Dink'in Sözü, Hatırlamanın İmkânları, 2022
Tarihin altında, hafıza ve unutuş. Hafıza ve unutuş altında, yaşam. Ama yaşamı yazmak başka bir h... more Tarihin altında, hafıza ve unutuş. Hafıza ve unutuş altında, yaşam. Ama yaşamı yazmak başka bir hikâye. Sonu yok.
Sekans Sİnema Dergisi, Sayı 15., 2020
Marker’ın “düşünen sineması” tek filmde birden fazla perspektif sunarak denemenin doğasına uygun ... more Marker’ın “düşünen sineması” tek filmde birden fazla perspektif sunarak denemenin doğasına uygun bir oyuna davet etmektedir. Marker’ın bu oyun davetinde çağın melankolisi, hafıza, tarih ve politika vardır. Modern dünyanın trajedisi, nasıl hatırladığımız ve birbirine uzak gibi görünen coğrafyaların aslında ne kadar yakın olduğu çarpıcı insanlık halleriyle Güneşsiz’de vücut bulur.
Deneme nasıl bitmiş, nihayete ermiş bir kanaatler bütünü değilse, Chris Marker’ın Güneşsiz filmi de bitmiş, nihayete ermiş bir düşünen sinema değildir tam aksine her izlenişte başka bir patikanın açtığı merak ve bakış açısı filmi zamansız ve sınırsız kılmaktadır.
Sekans Dergi, 2020
Orhan Pamuk'un 2008 yılında yazdığı Masumiyet Müzesi romanı, Kemal ve Füsun'un 1975 yılında başla... more Orhan Pamuk'un 2008 yılında yazdığı Masumiyet Müzesi romanı, Kemal ve Füsun'un 1975 yılında başlayıp günümüze kadar uzanan aşklarına odaklanıyor. Nişantaşılı zengin bir aileden gelen Kemal'in uzak akrabası Füsun'a duyduğu aşk bir noktadan sonra saplantıya dönüşüyor ve Kemal, Füsun'u kendisine hatırlatacak objeleri, eşyaları topluyordu. İstanbul, aile, mekan, hafıza ve nostalji ekseninden ilerleyen romanın ilerleyen bölümlerinde, bu objeler Kemal'in aşkının somutlaşacağı Masumiyet Müzesi'nde sergileniyordu. Orhan Pamuk, 2012 yılında Çukurcuma semtinde satın alınan bir apartmanı "Masumiyet Müzesi"ne çevirmiş, romanda adı geçen objeleri ve 1970'li yılların İstanbul'una dair imgeleri, görselleri orada sergilemeye başlamıştı. Masumiyet Müzesi'nin hikâye örgüsünün ana çatısı nostalji, kent ve hafıza eksenli ilerliyor; dolayısıyla metnin farklı disiplinlerle ya da başka mecralarla yeni okuma alanları açtığı söylenebilir. İngiliz sinemacı Grant Gee'nin 2015 yılında romandan hareketle çektiği ve hem müzeyi hem de İstanbul'u merkeze alan Hatıraların Masumiyeti (Innocence of Memories) docu-draması bu bağlamda hafıza, müze ve kente dair bir anlatı kurmaya çalışıyor. Yönetmen bir taraftan film boyunca kamerasını İstanbul sokaklarında gezdirip bir daha asla gelmeyecek olan geçmişin izlerini ararken diğer taraftan da romanın izinde müze, hatırlama ve aşk ekseninde bir arayış içerisine giriyor. Filmin hatırlamaya ve hafızaya bu denli eğilmesi, bunları sorgulaması şaşırtıcı olmaması gerek. Geçtiğimiz son 30 yılda bellek ve hatırlama meseleleri, başta sosyal bilimler olmak üzere edebiyattan sinemaya dek çok farklı alanlarda çalışılmaya başlamıştır.
Richard Linklater'ın Gün Batımı üçlemesinde, aşk, bağlar ve nihilizm.
Talks by Can Öktemer
Reportare söyleşisi Röportaj: Ulvi Yaman, 2023
Can’ı nasıl anlatayım? Bir kitapçıya girip, yeni çıkan kitapları karıştırırken on dakika önce Can... more Can’ı nasıl anlatayım? Bir kitapçıya girip, yeni çıkan kitapları karıştırırken on dakika önce Can’ın da orada olduğu ve benle aynı kitapları karıştırdığı duygusunun ardından sosyal medyada dikkatimi çeken bir kitabı paylaştığını görmek. Ya da bir meyhaneye gidip ikince kez kabak kızartması söylediğimde garsonun “kalmadı abi, sonuncusunu biraz önce verdik” dediğinde aynı mekanda, arka masalardan birinde Can’ın oturduğu duygusunu hissetmek, ya da bir sokakta yürürken takıldığın kaldırım taşında, pencerede, eski bir kapıda, bir duvar yazısında senden önce onun bakışlarının izini görmek, ya da bir kafeye girip kahve içip çıktığında birazdan aynı masada, aynı sandalyede Can’ın oturacağını düşünmek, ya da bir gece vakti uzun zamandır dinlemediğin bir parçayı seçip dinlerken aynı saatte başka bir şehirde, başka bir yerde Can’ın da aynı parçayı dinlediğini bilmek… Aynı yerlerde dolaşıp bir denk gelememe hali, kimi zaman geç, kimi zaman erken orada olmanın saat tutmazlığı…
Paralel evrenlerde ayna zaman diliminde aynı yerlerde olup, aynı ilgi alanlarına sahip olsak da Can ile bugüne dek yüz yüze tanışamadık, ortak arkadaşlar, sosyal medya takipleşmesi, yazdıklarını denk geldikçe okumaktan öteye gidemedi ama öte yandan çok uzun zamandır tanıyormuşum hissi, kardeşim duygusu… Bir rakı masası alacağı ya da benim borcum uzun zamandır baki duruyor.
Yıllardır konuyla ilgilendiğim, keyifle okuduğum, araştırdığım “flanörlük” işine soyunması bu röportajın gerçekleştirilmesinin temel itkisi oldu. Yalnızca flanörlük değil, kitap, müzik, edebiyat, sokaklar çerçevesinde aklıma ilk gelenler konusunda benim keyif aldığım bir sohbet oldu, umarım siz de keyifle okur ve beğenirsiniz…
Can’ın “Lavarla / Alternatif Ankara Hayatı” sitesindeki flanör yazılarına buradan ulaşabilirsiniz…
Reportare söyleşisi, 2023
Can’ı nasıl anlatayım? Bir kitapçıya girip, yeni çıkan kitapları karıştırırken on dakika önce Can... more Can’ı nasıl anlatayım? Bir kitapçıya girip, yeni çıkan kitapları karıştırırken on dakika önce Can’ın da orada olduğu ve benle aynı kitapları karıştırdığı duygusunun ardından sosyal medyada dikkatimi çeken bir kitabı paylaştığını görmek. Ya da bir meyhaneye gidip ikince kez kabak kızartması söylediğimde garsonun “kalmadı abi, sonuncusunu biraz önce verdik” dediğinde aynı mekanda, arka masalardan birinde Can’ın oturduğu duygusunu hissetmek, ya da bir sokakta yürürken takıldığın kaldırım taşında, pencerede, eski bir kapıda, bir duvar yazısında senden önce onun bakışlarının izini görmek, ya da bir kafeye girip kahve içip çıktığında birazdan aynı masada, aynı sandalyede Can’ın oturacağını düşünmek, ya da bir gece vakti uzun zamandır dinlemediğin bir parçayı seçip dinlerken aynı saatte başka bir şehirde, başka bir yerde Can’ın da aynı parçayı dinlediğini bilmek… Aynı yerlerde dolaşıp bir denk gelememe hali, kimi zaman geç, kimi zaman erken orada olmanın saat tutmazlığı…
Paralel evrenlerde ayna zaman diliminde aynı yerlerde olup, aynı ilgi alanlarına sahip olsak da Can ile bugüne dek yüz yüze tanışamadık, ortak arkadaşlar, sosyal medya takipleşmesi, yazdıklarını denk geldikçe okumaktan öteye gidemedi ama öte yandan çok uzun zamandır tanıyormuşum hissi, kardeşim duygusu… Bir rakı masası alacağı ya da benim borcum uzun zamandır baki duruyor.
Yıllardır konuyla ilgilendiğim, keyifle okuduğum, araştırdığım “flanörlük” işine soyunması bu röportajın gerçekleştirilmesinin temel itkisi oldu. Yalnızca flanörlük değil, kitap, müzik, edebiyat, sokaklar çerçevesinde aklıma ilk gelenler konusunda benim keyif aldığım bir sohbet oldu, umarım siz de keyifle okur ve beğenirsiniz…
Can’ın “Lavarla / Alternatif Ankara Hayatı” sitesindeki flanör yazılarına buradan ulaşabilirsiniz…
Uploads
Book Reviews by Can Öktemer
Drafts by Can Öktemer
Papers by Can Öktemer
Deneme nasıl bitmiş, nihayete ermiş bir kanaatler bütünü değilse, Chris Marker’ın Güneşsiz filmi de bitmiş, nihayete ermiş bir düşünen sinema değildir tam aksine her izlenişte başka bir patikanın açtığı merak ve bakış açısı filmi zamansız ve sınırsız kılmaktadır.
Talks by Can Öktemer
Paralel evrenlerde ayna zaman diliminde aynı yerlerde olup, aynı ilgi alanlarına sahip olsak da Can ile bugüne dek yüz yüze tanışamadık, ortak arkadaşlar, sosyal medya takipleşmesi, yazdıklarını denk geldikçe okumaktan öteye gidemedi ama öte yandan çok uzun zamandır tanıyormuşum hissi, kardeşim duygusu… Bir rakı masası alacağı ya da benim borcum uzun zamandır baki duruyor.
Yıllardır konuyla ilgilendiğim, keyifle okuduğum, araştırdığım “flanörlük” işine soyunması bu röportajın gerçekleştirilmesinin temel itkisi oldu. Yalnızca flanörlük değil, kitap, müzik, edebiyat, sokaklar çerçevesinde aklıma ilk gelenler konusunda benim keyif aldığım bir sohbet oldu, umarım siz de keyifle okur ve beğenirsiniz…
Can’ın “Lavarla / Alternatif Ankara Hayatı” sitesindeki flanör yazılarına buradan ulaşabilirsiniz…
Paralel evrenlerde ayna zaman diliminde aynı yerlerde olup, aynı ilgi alanlarına sahip olsak da Can ile bugüne dek yüz yüze tanışamadık, ortak arkadaşlar, sosyal medya takipleşmesi, yazdıklarını denk geldikçe okumaktan öteye gidemedi ama öte yandan çok uzun zamandır tanıyormuşum hissi, kardeşim duygusu… Bir rakı masası alacağı ya da benim borcum uzun zamandır baki duruyor.
Yıllardır konuyla ilgilendiğim, keyifle okuduğum, araştırdığım “flanörlük” işine soyunması bu röportajın gerçekleştirilmesinin temel itkisi oldu. Yalnızca flanörlük değil, kitap, müzik, edebiyat, sokaklar çerçevesinde aklıma ilk gelenler konusunda benim keyif aldığım bir sohbet oldu, umarım siz de keyifle okur ve beğenirsiniz…
Can’ın “Lavarla / Alternatif Ankara Hayatı” sitesindeki flanör yazılarına buradan ulaşabilirsiniz…
Deneme nasıl bitmiş, nihayete ermiş bir kanaatler bütünü değilse, Chris Marker’ın Güneşsiz filmi de bitmiş, nihayete ermiş bir düşünen sinema değildir tam aksine her izlenişte başka bir patikanın açtığı merak ve bakış açısı filmi zamansız ve sınırsız kılmaktadır.
Paralel evrenlerde ayna zaman diliminde aynı yerlerde olup, aynı ilgi alanlarına sahip olsak da Can ile bugüne dek yüz yüze tanışamadık, ortak arkadaşlar, sosyal medya takipleşmesi, yazdıklarını denk geldikçe okumaktan öteye gidemedi ama öte yandan çok uzun zamandır tanıyormuşum hissi, kardeşim duygusu… Bir rakı masası alacağı ya da benim borcum uzun zamandır baki duruyor.
Yıllardır konuyla ilgilendiğim, keyifle okuduğum, araştırdığım “flanörlük” işine soyunması bu röportajın gerçekleştirilmesinin temel itkisi oldu. Yalnızca flanörlük değil, kitap, müzik, edebiyat, sokaklar çerçevesinde aklıma ilk gelenler konusunda benim keyif aldığım bir sohbet oldu, umarım siz de keyifle okur ve beğenirsiniz…
Can’ın “Lavarla / Alternatif Ankara Hayatı” sitesindeki flanör yazılarına buradan ulaşabilirsiniz…
Paralel evrenlerde ayna zaman diliminde aynı yerlerde olup, aynı ilgi alanlarına sahip olsak da Can ile bugüne dek yüz yüze tanışamadık, ortak arkadaşlar, sosyal medya takipleşmesi, yazdıklarını denk geldikçe okumaktan öteye gidemedi ama öte yandan çok uzun zamandır tanıyormuşum hissi, kardeşim duygusu… Bir rakı masası alacağı ya da benim borcum uzun zamandır baki duruyor.
Yıllardır konuyla ilgilendiğim, keyifle okuduğum, araştırdığım “flanörlük” işine soyunması bu röportajın gerçekleştirilmesinin temel itkisi oldu. Yalnızca flanörlük değil, kitap, müzik, edebiyat, sokaklar çerçevesinde aklıma ilk gelenler konusunda benim keyif aldığım bir sohbet oldu, umarım siz de keyifle okur ve beğenirsiniz…
Can’ın “Lavarla / Alternatif Ankara Hayatı” sitesindeki flanör yazılarına buradan ulaşabilirsiniz…