Papers by Türkan Melis PARLAK
This study aims to examine the critically important concept of "inspection" in the context of Occ... more This study aims to examine the critically important concept of "inspection" in the context of Occupational Health and Safety with an analysis of the UK and Turkey empirical examples specifically in a comparative approach and historical perspective. With the advance of technology Occupational Health and Safety has become increasingly significant in developing countries just as well as it has in developed countries. The main aim of the Occupational Health and Safety studies are to protect the employees from work-related accidents and occupational diseases, to ensure peaceful labour conditions and prosperity, to increase efficiency and output by providing safety of production. In this respect one of the main duties of the goverments are the inspection factor. Inspection is the principal and most powerful potency in the hands of goverments since corruption-prone systems can only preserve their form without deterioration with the control that inspection provides. Based on these features, this study provides a comparative analysis of the United Kingdom with its extensive legal regulations with the capacity to set an exemplary precedent for legislation for other states and Turkey on the other hand which has a unique legislative system in place. As a Portuguese proverb says "If you walk away after giving the orders, the work will not be done."
Border Crossing, 2020
The use of children who have been most exposed to the destructive effects of wars for various mil... more The use of children who have been most exposed to the destructive effects of wars for various military activities has been seen throughout history. Child soldiers are involved in civil wars and conflicts in many countries, especially in Africa, without discrimination. Even if the participation of 15-year-olds in the Army is accepted as a war crime by the United Nations, some 300,000 children are actively involved in wars today. The key to child soldiers is the reintroduction and retraining of these children. However, what should be mentioned here is that these children are guilty? Or a victim? In this article, the child soldier problem will be discussed from two angles. First, the effectiveness of the decisions taken to prevent criminal organisations and states from committing this crime to recruit child soldiers within the framework of international law rules will be discussed. Secondly, based on the example of Uganda, the programs prepared by the international community for the re...
Özet Tarih boyunca yapılan savaşlarda azımsanamayacak kadar sayıda insan, hayatını kaybetmiş ve b... more Özet Tarih boyunca yapılan savaşlarda azımsanamayacak kadar sayıda insan, hayatını kaybetmiş ve birçoğunun faili yargılanmamıştır. Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri tarafsız bir gözle bakıldığında kazananların aklandığı; İnsanlığa karşı suç, Barışa karşı suç ve Savaş suçu ithamlarının sadece "kaybedenlere" yöneltildiği "taraflı" yargılamalar olarak da görülmelidir. Bitmiş ve teslim olmaya hazır Japonya'ya art arda askeri hedefler yerine doğrudan sivil halka atılan Atom Bombalarının hesabının sorulması bir yana mahkemeler sürecinde ve sonrasında sözü dahi edilmemiştir. Bu durum Şu Afrika Atasözünü akla getirmektedir: "Aslanlar kendi tarihlerini yazana kadar bütün tarih kitapları avcılar tarafından yazılacaktır. Abstract The number of people lost their lives that can not be underestimated in the wars throughout history and many of the perpetrators are prosecuted.
The right to marry and found a family is integral to human rights pursuant to international conve... more The right to marry and found a family is integral to human rights pursuant to international conventions and therefore, is assured at an international level. However, the international law and international conventions further ensure that any state has the absolute sovereignty whether or not to admit 3rd country nationals within their borders, by virtue of which states stipulate strict conditions for such admissions in the case of family reunification; that is, family reunification is not considered an absolute right, and is at the sole discretion of states. As a consequence, family reunification, which is a legally difficult and arduous procedure, puts much heavier burden on refugees, having or to have left their families and homelands due to various causes. At their destination, in full force, both bureaucratic and legal barriers await refugees who merely intend to reunite with their families and be together in a new phase of their life.
Child soldier realty in Uganda: International law and reintegration, 2020
The use of children who have been most exposed to the destructive effects of wars for various mi... more The use of children who have been most exposed to the destructive effects of wars for various military 6 activities has been seen throughout history. Child soldiers are involved in civil wars and conflicts in many countries, especially in Africa, without discrimination. Even if the participation of 15-year-olds in the Army is accepted as a war crime by the United Nations, some 300,000 children are actively involved in wars today. The key to child soldiers is the reintroduction and retraining of these children. However, what should be mentioned here is that these children are guilty? Or a victim? In this article, the child soldier problem will be discussed from two angles. First, the effectiveness of the decisions taken to prevent criminal organisations and states from committing this crime to recruit child soldiers within the framework of international law rules will be discussed. Secondly, based on the example of Uganda, the programs prepared by the international community for the reintegration of former child warriors to society will be analysed.
Savaşlar tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak tarih kitapları sadece savaşları erkekler üz... more Savaşlar tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak tarih kitapları sadece savaşları erkekler üzerinden kazanılan zaferler ve yenilgiler üzerinden yazar. Ancak bu savaşların bir de sözlü tarihi, tanıkları ve aslında bu savaşlardan en çok etkilen kesimi vardır. Savaşlardan en çok etkilenenler toplumun en korunmasız ve en dezavantajlı kesimi olan kadınlar, yaşlılar ve çocuklar olmuştur. Savaşta kadınlar, savaş ganimeti olarak görülmüş ve savaşan eril gücün zaferinin simgesi olarak cinsel şiddet ve tacize maruz kalmışlardır. Savaşta ırza geçme eylemleri kaçınılmaz bir son olarak görülmüş, neredeyse tüm savaşlarda kadınlar benzer şiddet eylemleri ile karşılaşmıştır. Bu çalışmamızda, kadına yönelik cinsel şiddet konusunda en başat örneklerden biri olarak görülen Bosna Savaşındaki cinsel şiddet eylemleri irdelenerek, suç faillerine verilen cezaların yeterliliği tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Kadın, Cinsel Şiddet, Cinsel Taciz, Bosna Savaşı, Savaş Suçu
DARK FACE OF MAN: SEXUAL VIOLENCE AGAINST WOMEN IN BOSNIAN WAR Wars are as old as human history. However, the history books write only the victories or defeat of men. However, these wars also have an oral history of the witnesses and in fact the ones most affected by these wars. This oral history is the history of women, children and old people which constitute the most vulnerable and disadvantaged part of the society. In wars, women were seen as spoils of war and they were exposed to sexual violence and harassment as the symbol of the victorious masculine victory. Rape was seen as an inevitable end in wars, and in almost all wars women experienced similar acts of violence. In this study, the acts of sexual violence in Bosnian War, which is seen as one of the most important examples of sexual violence against women, will be examined and the adequacy of punishments for offenders will be discussed.
Bu çalışma, İş Sağlığı ve Güvenliği alanında ciddi boyutlarda önem arz eden ‘denetim’ kavramını İ... more Bu çalışma, İş Sağlığı ve Güvenliği alanında ciddi boyutlarda önem arz eden ‘denetim’ kavramını İngiltere ve Türkiye görgül örnekleri özelinde; karşılaştırmalı yaklaşım ve tarihsel perspektif çerçevesinde irdeleyerek incelemeyi amaçlamaktadır. İş sağlığı ve güvenliği alanı, ilerleyen teknoloji ile birlikte gelişmiş ülkelerde olduğu gibi gelişmekte olan ülkelerde de gittikçe önemli bir hale gelmiştir. İş sağlığı ve güvenliği çalışmalarında temel amaç: İş kazaları ve meslek hastalıklarından çalışanları korumak, çalışma barışı ve refahını sağlamak, üretim güvenliğini sağlayarak verimi artırmaktır. Bu noktada devletlerin en temel görevlerinden biri de denetim faktörüdür: Denetim devletlerin elindeki en başat ve kudretli güçtür; çünkü bozulmaya meyilli sistemler ancak denetim sayesinde bozulmadan formunu koruyabilmektedirler. Bu özelliklere binaen bu çalışmada, kapsamlı ve diğer devletlere emsal teşkil edebilecek kapasitede yasal düzenlemelere sahip; ve bunun yanında özgün bir hukuki mevzuata sahip İngiltere örneği ile Türkiye örneği karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.
Bir Portekiz atasözünün de dediği gibi “Emirleri verip çekip gidersen, işler yürümez.”
Tarih boyunca yapılan savaşlarda azımsanamayacak kadar sayıda insan,
hayatını kaybetmiş ve birçoğ... more Tarih boyunca yapılan savaşlarda azımsanamayacak kadar sayıda insan,
hayatını kaybetmiş ve birçoğunun faili yargılanmamıştır.
Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri tarafsız bir gözle bakıldığında
kazananların aklandığı; İnsanlığa karşı suç, Barışa karşı suç ve Savaş suçu
ithamlarının sadece “kaybedenlere” yöneltildiği “taraflı” yargılamalar
olarak da görülmelidir. Bitmiş ve teslim olmaya hazır Japonya’ya art arda
askeri hedefler yerine doğrudan sivil halka atılan Atom Bombalarının
hesabının sorulması bir yana mahkemeler sürecinde ve sonrasında sözü
dahi edilmemiştir.
Bu durum Şu Afrika Atasözünü akla getirmektedir: “Aslanlar kendi
tarihlerini yazana kadar bütün tarih kitapları avcılar tarafından yazılacaktır.
Conference Presentations by Türkan Melis PARLAK
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN RATIONE LOCI VE RATIONE TEMPORIS YETKİLERİNİN İNCELENMESİ
Tar... more AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’NİN RATIONE LOCI VE RATIONE TEMPORIS YETKİLERİNİN İNCELENMESİ
Tarihin ilk çağlarından bugüne değin büyük yıkımlara ev sahipliği yapan dünya, özellikle 20. Yüzyılda insanlık
tarihinin en geniş çaplı insan hakları ihlallerine tanık olmuştur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde, yaşanan
kötü tecrübeler neticesinde devletler, insan haklarını korumaya ilişkin sözleşmeler hazırlanmasında önemli adımlar
atmıştır. Bu girişimler ve hazırlanan sözleşmeler sonucunda 20. Yüzyıl insan hakları çağı olarak adlandırılmıştır.
Aynı zamanda bu girişimler ile insan haklarının korunması devletlerin iç meselesi olmaktan çıkarak uluslararası bir
nitelik kazanmıştır. İnsan Haklarını uluslararası düzeyde koruyan kurumlardan biri olan Avrupa Konseyi tarafından
1950 yılında hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 1953 yılında yürürlüğe girerek bireyi uluslararası hukukun
bir süjesi haline getirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 20. yüzyılda kurulan ve insan haklarını uluslararası
düzeyde koruyan mahkemelerden biri olması hasebiyle uluslararası hukukta oldukça önemli bir yere sahiptir.
Mahkeme, dört hususta kendini yetkili kılmıştır. Bunlar: kişi (ratione personae), yer (ratione loci), zaman (ratione
temporis) ve konu (ratione materiae) yönünden yetkisidir. Aralarında en karmaşık olanı yer yönünden yetkidir.
Çünkü Kıta Avrupası’nda kurulmuş olmasına karşın, ictihadi sistemlerle yürüyen Mahkeme, çoğu zaman “yetki”
kavramını Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin anlamı ile ele almasına karşın, bazı kararlarda konuyu daha
geniş yorumlamıştır. Bu çalışma ile Mahkemenin yer ve zaman yönünden yetkisi, içtihatlar ışığında açıklanarak
değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ratione Loci, Ratione Temporis, Yetki
SİLAHLI ÇATIŞMALARDA KADINLARA YÖNELİK SOYKIRIM SAİKİYLE CİNSEL ŞİDDET KULLANIMI: RUANDA ÖRNEĞİ
İ... more SİLAHLI ÇATIŞMALARDA KADINLARA YÖNELİK SOYKIRIM SAİKİYLE CİNSEL ŞİDDET KULLANIMI: RUANDA ÖRNEĞİ
İlk hayatın başladığı andan bugüne değin insanın en temel isteği “hayatta kalmak” olmuştur. Hayatta tutunmak için de yegane ihtiyaç duyduğu şey güçtür. İşte bu hayatta kalma ve güç elde etme arzusu insan davranışlarının da zemininde yatan en başat unsurdur. Bu sebeple Thomas Hobbes, insanın en temel hakkının “kendi hayatını korumak için her şeyi yapma özgürlüğü” olduğunu belirtmiştir. Bu düşünce sistemine de en çok silahlı çatışma durumlarında rastlanır. Özellikle 19. Yüzyıl, insanlık tarihinin karşılaştığı en yıkıcı savaşlara ve en geniş çaplı insan hakları ihlallerine tanık olmuştur. Silahlı çatışmalar artlarında büyük zayiat ve tahribat bırakmaktadırlar. Bu zayiattan en çok etkilenen kesimi ise kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır. Kadına karşı şiddet suçları uzunca bir süre silahlı çatışmanın doğasından kaynaklanan olağan bir sonuç olarak algılanmıştır. Yanlış zamanda yanlış yerde olma, talihsizlik, söz dinlemeyen askerlerin disiplinsiz davranışları olarak kabul görmesi nedeniyle de failler cezasız kalacaklarını bilerek bu eylemlerini uzunca bir süre sürdürmeye devam etmişlerdir. Ulusal, etnik, dinsel ve ırksal grupların kısmen veya tamamen yok edilmesine yönelik fiziki ve kültürel imha yöntemi olarak bilinen soykırım suçu, uluslararası literatürde “crimes of crimes” (suçların suçu) olarak bilinmektedir ve uluslararası ceza hukukunun incelediği suçlar içinde en acımasız ve en insanlık dışı suç olarak tasvir edilmektedir. Ruanda’da 1994 yılında başlayan soykırımda, üç ay içinde bir milyona yakın savunmasız insan katledilmiştir. Bu kurbanların çoğunluğunu Tutsiler veya rejim karşıtı olan Hutu’lar oluşturuyordu. Dört yıl süren bir iç savaşı izleyen bu soykırımda, kitlesel katliamlar yaşanmıştır. Bu katliamlarda da kadınlar doğurganlık özellikleri hasebiyle hedef alınan gruplardan biri olmuşlardır. Yaygın ve sistematik olarak Hutular tarafından uygulanan cinsel şiddetin, Tutsi halkını yok etme sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak kullanılmıştır. Hatta bazı durumlarda direk yaşamına son vermek maksadıyla ırza tecavüz uygulanmıştır. Irza tecavüzün soykırım maksadıyla kullanılmasındaki bir diğer durum da salgın hasta¬lıkların kullanımıdır. Tutsi kadınlarının özellikle HIV virüsü taşıyan Hutu erkeklerinin tecavüzüne uğradığı belirtilmektedir. BM raporlarında da belirtildiği gibi Tutsi kadınlarının büyük çoğunluğuna HIV+ teşhisi koyulmuştur. Yani; toplumun yavaş yavaş yok edilmesi saikiyle yapılan bu eylemde soykırım fiilen son bulsa da ölümler devam etmiştir. Benzer şekillerde uygulanan, cinsel sakatlama, zorla kısırlaştırma, doğum kontrolüne zorlama ve evlenmenin yasaklanması da soykırım suçu oluşturmuştur.
Talks by Türkan Melis PARLAK
Books by Türkan Melis PARLAK
Tarihin ilk çağlarından bugüne değin en başat arzusu hayatta kalmak olan insanoğlu, kendi hayatın... more Tarihin ilk çağlarından bugüne değin en başat arzusu hayatta kalmak olan insanoğlu, kendi hayatını korumak için her şeyi yapma özgürlüğüne sahip olduğuna inanmış ve bu inançla hareket etmiştir. Bu davranış ve düşünce sistemine rastladığımız en tipik mecralar ise savaşlar olmuştur. Savaşlar tarihine baktığımızda, dünyayı kana bulayan neredeyse tüm çatışmaların "erk"ekler tarafından çıkarıldığı görülmektedir. Ancak hemen hemen tüm savaşların asıl mağdurlarını, sivil gruplar içinde kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır. Silahlı çatışmalarda kadınlara yönelik şiddet eylemleri uzunca bir süre savaş doğasından kaynaklanan olağan bir sonuç olarak görülmüş ve bu nedenle failleri yargılanmamıştır. Uluslararası hukukun bu soruna cevap vermesi ancak 19. Yüzyıl'da mümkün olmuştur. Günümüzde, dünyanın her köşesinde devam eden çatışmalarda kadına yönelik şiddet eylemleri-bir savaş taktiği olarak-kullanılmaya devam etmektedir. Bu çalışma, özellikle neden kadınlar savaşın asli kurbanları oluyor sorusuna odaklanmış , uluslararası hukuk tarafından kadınlara sağlanan korumalar ve bu korumaların efektifliği ele alınmıştır. Savaşsız bir dünya özlüyoruz evet ama biliyoruz ki böyle bir dünya ütopya denecek kadar uzağımızda. İnsanların sadece doğal nedenlerle yaşayıp öleceği bir dünya dileğiyle...
Uploads
Papers by Türkan Melis PARLAK
DARK FACE OF MAN: SEXUAL VIOLENCE AGAINST WOMEN IN BOSNIAN WAR Wars are as old as human history. However, the history books write only the victories or defeat of men. However, these wars also have an oral history of the witnesses and in fact the ones most affected by these wars. This oral history is the history of women, children and old people which constitute the most vulnerable and disadvantaged part of the society. In wars, women were seen as spoils of war and they were exposed to sexual violence and harassment as the symbol of the victorious masculine victory. Rape was seen as an inevitable end in wars, and in almost all wars women experienced similar acts of violence. In this study, the acts of sexual violence in Bosnian War, which is seen as one of the most important examples of sexual violence against women, will be examined and the adequacy of punishments for offenders will be discussed.
Bir Portekiz atasözünün de dediği gibi “Emirleri verip çekip gidersen, işler yürümez.”
hayatını kaybetmiş ve birçoğunun faili yargılanmamıştır.
Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri tarafsız bir gözle bakıldığında
kazananların aklandığı; İnsanlığa karşı suç, Barışa karşı suç ve Savaş suçu
ithamlarının sadece “kaybedenlere” yöneltildiği “taraflı” yargılamalar
olarak da görülmelidir. Bitmiş ve teslim olmaya hazır Japonya’ya art arda
askeri hedefler yerine doğrudan sivil halka atılan Atom Bombalarının
hesabının sorulması bir yana mahkemeler sürecinde ve sonrasında sözü
dahi edilmemiştir.
Bu durum Şu Afrika Atasözünü akla getirmektedir: “Aslanlar kendi
tarihlerini yazana kadar bütün tarih kitapları avcılar tarafından yazılacaktır.
Conference Presentations by Türkan Melis PARLAK
Tarihin ilk çağlarından bugüne değin büyük yıkımlara ev sahipliği yapan dünya, özellikle 20. Yüzyılda insanlık
tarihinin en geniş çaplı insan hakları ihlallerine tanık olmuştur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde, yaşanan
kötü tecrübeler neticesinde devletler, insan haklarını korumaya ilişkin sözleşmeler hazırlanmasında önemli adımlar
atmıştır. Bu girişimler ve hazırlanan sözleşmeler sonucunda 20. Yüzyıl insan hakları çağı olarak adlandırılmıştır.
Aynı zamanda bu girişimler ile insan haklarının korunması devletlerin iç meselesi olmaktan çıkarak uluslararası bir
nitelik kazanmıştır. İnsan Haklarını uluslararası düzeyde koruyan kurumlardan biri olan Avrupa Konseyi tarafından
1950 yılında hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 1953 yılında yürürlüğe girerek bireyi uluslararası hukukun
bir süjesi haline getirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 20. yüzyılda kurulan ve insan haklarını uluslararası
düzeyde koruyan mahkemelerden biri olması hasebiyle uluslararası hukukta oldukça önemli bir yere sahiptir.
Mahkeme, dört hususta kendini yetkili kılmıştır. Bunlar: kişi (ratione personae), yer (ratione loci), zaman (ratione
temporis) ve konu (ratione materiae) yönünden yetkisidir. Aralarında en karmaşık olanı yer yönünden yetkidir.
Çünkü Kıta Avrupası’nda kurulmuş olmasına karşın, ictihadi sistemlerle yürüyen Mahkeme, çoğu zaman “yetki”
kavramını Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin anlamı ile ele almasına karşın, bazı kararlarda konuyu daha
geniş yorumlamıştır. Bu çalışma ile Mahkemenin yer ve zaman yönünden yetkisi, içtihatlar ışığında açıklanarak
değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ratione Loci, Ratione Temporis, Yetki
İlk hayatın başladığı andan bugüne değin insanın en temel isteği “hayatta kalmak” olmuştur. Hayatta tutunmak için de yegane ihtiyaç duyduğu şey güçtür. İşte bu hayatta kalma ve güç elde etme arzusu insan davranışlarının da zemininde yatan en başat unsurdur. Bu sebeple Thomas Hobbes, insanın en temel hakkının “kendi hayatını korumak için her şeyi yapma özgürlüğü” olduğunu belirtmiştir. Bu düşünce sistemine de en çok silahlı çatışma durumlarında rastlanır. Özellikle 19. Yüzyıl, insanlık tarihinin karşılaştığı en yıkıcı savaşlara ve en geniş çaplı insan hakları ihlallerine tanık olmuştur. Silahlı çatışmalar artlarında büyük zayiat ve tahribat bırakmaktadırlar. Bu zayiattan en çok etkilenen kesimi ise kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır. Kadına karşı şiddet suçları uzunca bir süre silahlı çatışmanın doğasından kaynaklanan olağan bir sonuç olarak algılanmıştır. Yanlış zamanda yanlış yerde olma, talihsizlik, söz dinlemeyen askerlerin disiplinsiz davranışları olarak kabul görmesi nedeniyle de failler cezasız kalacaklarını bilerek bu eylemlerini uzunca bir süre sürdürmeye devam etmişlerdir. Ulusal, etnik, dinsel ve ırksal grupların kısmen veya tamamen yok edilmesine yönelik fiziki ve kültürel imha yöntemi olarak bilinen soykırım suçu, uluslararası literatürde “crimes of crimes” (suçların suçu) olarak bilinmektedir ve uluslararası ceza hukukunun incelediği suçlar içinde en acımasız ve en insanlık dışı suç olarak tasvir edilmektedir. Ruanda’da 1994 yılında başlayan soykırımda, üç ay içinde bir milyona yakın savunmasız insan katledilmiştir. Bu kurbanların çoğunluğunu Tutsiler veya rejim karşıtı olan Hutu’lar oluşturuyordu. Dört yıl süren bir iç savaşı izleyen bu soykırımda, kitlesel katliamlar yaşanmıştır. Bu katliamlarda da kadınlar doğurganlık özellikleri hasebiyle hedef alınan gruplardan biri olmuşlardır. Yaygın ve sistematik olarak Hutular tarafından uygulanan cinsel şiddetin, Tutsi halkını yok etme sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak kullanılmıştır. Hatta bazı durumlarda direk yaşamına son vermek maksadıyla ırza tecavüz uygulanmıştır. Irza tecavüzün soykırım maksadıyla kullanılmasındaki bir diğer durum da salgın hasta¬lıkların kullanımıdır. Tutsi kadınlarının özellikle HIV virüsü taşıyan Hutu erkeklerinin tecavüzüne uğradığı belirtilmektedir. BM raporlarında da belirtildiği gibi Tutsi kadınlarının büyük çoğunluğuna HIV+ teşhisi koyulmuştur. Yani; toplumun yavaş yavaş yok edilmesi saikiyle yapılan bu eylemde soykırım fiilen son bulsa da ölümler devam etmiştir. Benzer şekillerde uygulanan, cinsel sakatlama, zorla kısırlaştırma, doğum kontrolüne zorlama ve evlenmenin yasaklanması da soykırım suçu oluşturmuştur.
Talks by Türkan Melis PARLAK
Books by Türkan Melis PARLAK
DARK FACE OF MAN: SEXUAL VIOLENCE AGAINST WOMEN IN BOSNIAN WAR Wars are as old as human history. However, the history books write only the victories or defeat of men. However, these wars also have an oral history of the witnesses and in fact the ones most affected by these wars. This oral history is the history of women, children and old people which constitute the most vulnerable and disadvantaged part of the society. In wars, women were seen as spoils of war and they were exposed to sexual violence and harassment as the symbol of the victorious masculine victory. Rape was seen as an inevitable end in wars, and in almost all wars women experienced similar acts of violence. In this study, the acts of sexual violence in Bosnian War, which is seen as one of the most important examples of sexual violence against women, will be examined and the adequacy of punishments for offenders will be discussed.
Bir Portekiz atasözünün de dediği gibi “Emirleri verip çekip gidersen, işler yürümez.”
hayatını kaybetmiş ve birçoğunun faili yargılanmamıştır.
Nürnberg ve Tokyo Mahkemeleri tarafsız bir gözle bakıldığında
kazananların aklandığı; İnsanlığa karşı suç, Barışa karşı suç ve Savaş suçu
ithamlarının sadece “kaybedenlere” yöneltildiği “taraflı” yargılamalar
olarak da görülmelidir. Bitmiş ve teslim olmaya hazır Japonya’ya art arda
askeri hedefler yerine doğrudan sivil halka atılan Atom Bombalarının
hesabının sorulması bir yana mahkemeler sürecinde ve sonrasında sözü
dahi edilmemiştir.
Bu durum Şu Afrika Atasözünü akla getirmektedir: “Aslanlar kendi
tarihlerini yazana kadar bütün tarih kitapları avcılar tarafından yazılacaktır.
Tarihin ilk çağlarından bugüne değin büyük yıkımlara ev sahipliği yapan dünya, özellikle 20. Yüzyılda insanlık
tarihinin en geniş çaplı insan hakları ihlallerine tanık olmuştur. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın akabinde, yaşanan
kötü tecrübeler neticesinde devletler, insan haklarını korumaya ilişkin sözleşmeler hazırlanmasında önemli adımlar
atmıştır. Bu girişimler ve hazırlanan sözleşmeler sonucunda 20. Yüzyıl insan hakları çağı olarak adlandırılmıştır.
Aynı zamanda bu girişimler ile insan haklarının korunması devletlerin iç meselesi olmaktan çıkarak uluslararası bir
nitelik kazanmıştır. İnsan Haklarını uluslararası düzeyde koruyan kurumlardan biri olan Avrupa Konseyi tarafından
1950 yılında hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 1953 yılında yürürlüğe girerek bireyi uluslararası hukukun
bir süjesi haline getirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 20. yüzyılda kurulan ve insan haklarını uluslararası
düzeyde koruyan mahkemelerden biri olması hasebiyle uluslararası hukukta oldukça önemli bir yere sahiptir.
Mahkeme, dört hususta kendini yetkili kılmıştır. Bunlar: kişi (ratione personae), yer (ratione loci), zaman (ratione
temporis) ve konu (ratione materiae) yönünden yetkisidir. Aralarında en karmaşık olanı yer yönünden yetkidir.
Çünkü Kıta Avrupası’nda kurulmuş olmasına karşın, ictihadi sistemlerle yürüyen Mahkeme, çoğu zaman “yetki”
kavramını Viyana Andlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin anlamı ile ele almasına karşın, bazı kararlarda konuyu daha
geniş yorumlamıştır. Bu çalışma ile Mahkemenin yer ve zaman yönünden yetkisi, içtihatlar ışığında açıklanarak
değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ratione Loci, Ratione Temporis, Yetki
İlk hayatın başladığı andan bugüne değin insanın en temel isteği “hayatta kalmak” olmuştur. Hayatta tutunmak için de yegane ihtiyaç duyduğu şey güçtür. İşte bu hayatta kalma ve güç elde etme arzusu insan davranışlarının da zemininde yatan en başat unsurdur. Bu sebeple Thomas Hobbes, insanın en temel hakkının “kendi hayatını korumak için her şeyi yapma özgürlüğü” olduğunu belirtmiştir. Bu düşünce sistemine de en çok silahlı çatışma durumlarında rastlanır. Özellikle 19. Yüzyıl, insanlık tarihinin karşılaştığı en yıkıcı savaşlara ve en geniş çaplı insan hakları ihlallerine tanık olmuştur. Silahlı çatışmalar artlarında büyük zayiat ve tahribat bırakmaktadırlar. Bu zayiattan en çok etkilenen kesimi ise kadınlar ve çocuklar oluşturmaktadır. Kadına karşı şiddet suçları uzunca bir süre silahlı çatışmanın doğasından kaynaklanan olağan bir sonuç olarak algılanmıştır. Yanlış zamanda yanlış yerde olma, talihsizlik, söz dinlemeyen askerlerin disiplinsiz davranışları olarak kabul görmesi nedeniyle de failler cezasız kalacaklarını bilerek bu eylemlerini uzunca bir süre sürdürmeye devam etmişlerdir. Ulusal, etnik, dinsel ve ırksal grupların kısmen veya tamamen yok edilmesine yönelik fiziki ve kültürel imha yöntemi olarak bilinen soykırım suçu, uluslararası literatürde “crimes of crimes” (suçların suçu) olarak bilinmektedir ve uluslararası ceza hukukunun incelediği suçlar içinde en acımasız ve en insanlık dışı suç olarak tasvir edilmektedir. Ruanda’da 1994 yılında başlayan soykırımda, üç ay içinde bir milyona yakın savunmasız insan katledilmiştir. Bu kurbanların çoğunluğunu Tutsiler veya rejim karşıtı olan Hutu’lar oluşturuyordu. Dört yıl süren bir iç savaşı izleyen bu soykırımda, kitlesel katliamlar yaşanmıştır. Bu katliamlarda da kadınlar doğurganlık özellikleri hasebiyle hedef alınan gruplardan biri olmuşlardır. Yaygın ve sistematik olarak Hutular tarafından uygulanan cinsel şiddetin, Tutsi halkını yok etme sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak kullanılmıştır. Hatta bazı durumlarda direk yaşamına son vermek maksadıyla ırza tecavüz uygulanmıştır. Irza tecavüzün soykırım maksadıyla kullanılmasındaki bir diğer durum da salgın hasta¬lıkların kullanımıdır. Tutsi kadınlarının özellikle HIV virüsü taşıyan Hutu erkeklerinin tecavüzüne uğradığı belirtilmektedir. BM raporlarında da belirtildiği gibi Tutsi kadınlarının büyük çoğunluğuna HIV+ teşhisi koyulmuştur. Yani; toplumun yavaş yavaş yok edilmesi saikiyle yapılan bu eylemde soykırım fiilen son bulsa da ölümler devam etmiştir. Benzer şekillerde uygulanan, cinsel sakatlama, zorla kısırlaştırma, doğum kontrolüne zorlama ve evlenmenin yasaklanması da soykırım suçu oluşturmuştur.