özkan daşdemir
Prof. Dr.
Türk Halkbilimi
Turkish Folklore
Phone: 0446-2243097 (40182)
Address: Erzincan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü- ERZİNCAN
Türk Halkbilimi
Turkish Folklore
Phone: 0446-2243097 (40182)
Address: Erzincan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü- ERZİNCAN
less
InterestsView All (6)
Uploads
Books by özkan daşdemir
çeşitlenme bakımından zirve metin olan Kerem ile Aslı hikâyesi
şöhretini dolambaçlı engellerle dolu trajik bir sona ve manzum
kısımlardaki başarılı örneklere borçludur. Öyle ki Âşık Kerem
dilinden üretilen türküler bugün hâlâ dillerden düşmemekte, Türk halk
hikâyeleri söz konusu olduğunda akıllara ilk olarak Kerem ile Aslı
hikâyesi gelmektedir.
Hikâyenin daha önce neşredilmemiş olan bir nüshası
California Üniversitesi Türkçe El Yazmaları Koleksiyonu’nda “Cönk
30” arşiv numarasıyla kayıtlı olan bir cönk içinde bulunmaktadır.
Metin bu cöngün 1b-43avarakları arasındadır. Cönkte iki ayrı metnin
sonunda 1254 (1838) ve 1255 (1839) tarih kayıtları mevcuttur. Bu
kitapta yeni Türk harflerine aktarılarak yayımlanan metnin Kerem ile
Aslı hikâyesi repertuvarına katkı sağlaması amaçlanmıştır.
Türk edebiyatına tercüme yoluyla kazandırılan ve yeniden yazılan Şehnâme metinleri arasında Siyâvuş, İsfendiyâr, Nerimân, Sâm, Zâl, Rüstem, Sührâb, Güştâsb ile ilgili destanlar sayılabilir. Türk diliyle yeniden işlenen bu metinler Şehnâme’nin içinden seçilmiş kısımlardır.
Bu çalışmaya konu olan Türkçe metinler Şehnâme’deki Sührâb destanının manzum-mensur karışık formdaki iki nüshasıdır. Bunlar Fransa Millî Kütüphanesi’nde ve Bosna Hersek Gazi Hüsrev Kütüphanesi’nde kayıtlı nüshalardır. Yeni Türk harflerine aktarılarak tenkitli metin yöntemiyle Türklük bilimine kazandırılan Sührâb-nâme’nin mukayeseli bilimsel çalışmalara kapı aralaması amaçlanmaktadır.
Bu çalışmada yeni Türk harflerine aktarılarak repertuvara kazandırılan halk hikâyesi metni, California Üniversitesi Türkçe El Yazmaları Koleksiyonu’nda “Cönk 30” arşiv numarasıyla kayıtlı olan bir cöngün 96a-130a varakları arasında yer almaktadır. Hikâyenin istinsah tarihi, metnin sonunda 1255 (1839) olarak kaydedilmiştir.
Metinde standart bir yazım olmadığından yazıcının tercihine göre uyguladığı ikili ya da çoklu kullanımlara sadık kalınmış, böylece metnin bağlamının korunması amaçlanmıştır. Gerekli ve zorunlu müdahale ya da izahlar ise dipnotlarda gösterilmiştir.
Çalışma “Özet”, “Metin” ve “Tıpkıbasım” bölümlerinden oluşmaktadır.
California Üniversitesi Türkçe El Yazmaları Koleksiyonu’nda “Cönk 30” arşiv numarasıyla kayıtlı olan bir cönk içindeki metin bu cöngün 131a-146b varakları arasındadır.
Cönkte iki ayrı metnin sonunda 1254 (1838) ve 1255 (1839) tarih kayıtları mevcuttur. Dolayısıyla bu kitapta yeni Türk harflerine aktarılarak yayımlanan Hikâyet-i Köroğlu başlıklı metnin en eski el yazması Köroğlu metinlerinden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Metin aktarımı yapılırken metnin bağlamına sadık kalınmaya mümkün mertebe dikkat edilmiş, gerekli düzeltme ya da izahlar dipnotlarda gösterilmiştir.
Çalışma “Özet”, “Metin” ve “Tıpkıbasım” bölümlerinden oluşmaktadır.
Haleddin Oğlu Bedreddin Bey Hikâyesi ya da Bedreddin ile Zehra Hikâyesi adlarıyla Türk halk hikâyeciliği repertuvarına dahil edilebilecek olan bu hikâye Türk Dili dergisinin Ekim 1963 tarih ve 145 numaralı sayısında (s. 5-8) Cahit Öztelli tarafından kaleme alınan “Halk Hikâyelerinde Kahramanın Tanımı” başlıklı yazıdaki kısa bir tanıtma dışında, tespit edebildiğimiz kaynaklarda, hakkında başkaca bilgi bulunmayan bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Öztelli’nin anılan yazısı Türk Folklor Araştırmaları dergisinin Mayıs 1965 tarih ve 190 numaralı sayısında (s. 3729-3731) mükerreren yayımlanmıştır.
Öztelli, yazısında -1963 yılını kastederek- o güne kadar hiçbir yerde Haleddin Oğlu Bedreddin Bey Hikâyesi’nin söz konusu edilmediğini (s. 5) vurgulamıştır. Cönkte kayıtlı olan hikâye metnindeki “Bin yüz on birdir sene – Gûş edip pendimi diğne” dizelerinden hareketle hikâyenin telif tarihinin bulunmuş olabileceğini düşünür. Öztelli kesin bir ifade kullanmamakla birlikte 1699 miladi yılına ait olan söz konusu kaydı hikâyenin telif tarihi şeklinde kabul ederek ilgili metnin ise ele geçen en eski yazma hikâye olduğunu tahmin eder (s. 5). Tanıtılmasını ayrıca ele almak istediğini belirterek kahramanların tasvirlerini örneklendirmeyle yetinir.
Öztelli’nin kısaca bahsettiği bu metin Türk Dil Kurumu Kütüphanesi Türkçe Yazmaları Koleksiyonu’nda “Yz. A 1” demirbaş numarasıyla kayıtlıdır. Katalogda eserin adı Hikâye-i Bedr ed-dîn ile Zehra şeklinde, başka bir yerde Hikâyeti Halû'd-dîn oğlu (Bedr ed-dîn ile Zehrâ hikâyesi) şeklinde kayıtlıdır. Bu ikinci kayıtta eserin Dewey Yer Numarası “398.22” olarak kaydedilmiştir.
Herhangi bir tarih kaydının verilmediği birinci katalog kaydında metinle ilgili açıklama şöyledir: “Sözbaşları siyah mürekkeplidir. Cönk şeklinde siyah meşin sırtlı kiremit rengi kağıt kaplı, mukavva bir cilt içerisindedir.” İkinci kayıttaki genel not ise şu şekildedir: “Türkçe, rik’a hatta, 90x160 mm. ölçüsünde, yazı alanı değişik ölçüde, değişik satırlı, 59 yaprakta, beyaz, sarı, yeşil, fıstıkî renkli kâğıda yazılmıştır. Sözbaşları siyah mürekkepledir. Cönk şeklinde siyah meşin sırtlı kiremit rengi kâğıt kaplı, mukavva cilt içerisindedir. İmlâsı bozuktur. Bu halk hikâyesinde Sultan Orhan devrinde geçtiği söylenen bir aşk anlatılmıştır. Metindeki konuşmaların bir kısmı manzumdur. Cöngün 59b-60b sayfalarında Âşık Emmi’ye ait, Salim Efendi’nin 1277 [1860] yılında kaydettiği bir ilahi vardır. 61. yaprak koparılmıştır. 62b-64b sayfalarında Hz. Fatıma’nın ölümüyle ilgili 4 kaside yazılıdır.”
Tarafımızdan ilk defa yeni harflere aktarılarak yayımlanan bu metnin üst başlığı Hikâyet-i Hâleddîn Oğlu Bedreddîn Beg’in Hikâyesidir. Alt başlık ise Hâtîcetü’z-Zehrâ’nıñ fükkâresidir şeklindedir. Cahit Öztelli hikâyeden bahsettiği yazısında “fükkâresidir” ifadesini “Fıkrası, yani macerası demek olacak.” şeklinde izah ederek okumuştur (s. 5).
Sultan Orhan devrinde geçtiği yazılı olan hikâyenin sonunda kahramanların kavuşmasını sağlayan da sultanın bizzat kendisidir. Türk halk hikâyeciliği geleneğinin karakteristik hususiyetlerini bütünüyle ihtiva eden bu hikâyede kahramanın en önemli yardımcısı olan Hızır motifi; bade içerek âşık olma, âşıklık yeteneği kazanma; hak âşıklığı, kadın-erkek âşıkların karşılaşmaları, muamma fasılları; âşık kahvehanesi tasvirleri; kültürel yaşama dair ayrıntılı birtakım olgular yanında kahramanın meşayihden biri olarak tanıtılması; yer yer müstehzi ve müstehcen ifadelerin kullanılması; halk ağzında yaygın olan atasözü ve deyimler ile zengin bir anlatım sunulmaktadır. Hikâyede Bedreddin ve Zehra’ya nispet edilen türküler -nadiren rastlanan fazla heceler dışında- kafiye ve ölçü bakımından oldukça başarılı koşma örnekleridir.
Öztelli’nin ihtiyatla telif tarihi olarak kaydettiği 1699 yılı, metindeki vaka zamanına ait değildir. Çünkü daha önce ifade edildiği üzere metinde vakanın Sultan Orhan devrinde geçtiği nakledilmiştir. Hikâyenin kadın kahramanı Zehra’nın koşmasında geçen bu tarihin tasnif ya da telif tarihi olduğunu iddia etmek de oldukça zordur. Ayrıca cöngün sonunda çeşitli şiir ve kasidelerin kayıtlı olduğu bölümdeki 1277 [1860] tarihi hikâye metninin de istinsah tarihini gösterebilir. Cönklerin farklı zamanlarda kaydedilen parçaların toplandığı mecmualar olduğunu düşünecek olursak 1860 yılının cönkteki bütün kayıtlara ait olup olmadığı kuşkuludur. Zira hikâye metninin ve tarih kaydı düşürülen parçaların yazı hususiyetleri de bunları farklı kişilerin yazdığı izlenimini vermektedir. Ayrıca metindeki geçiş formellerinde hem yazılı hem sözlü kültür üreticiliğini karşılayan ifadeler vardır. Metinde geçen “Bin yüz on birdir sene” [1699] ifadesi hikâyenin tasnif/telif tarihi olabilir. Ancak ilk yazıldığı fiziksel alan elimizdeki cönk olmasa gerektir. Zira 18. yüzyıl başlarının Anadolu Türkçesi hususiyetlerini çoğunlukla kapsamak ve muhafaza etmekle birlikte 19. yüzyıl ifade ve imlasını da örneklendirdiğini düşündüren kısımlar vardır. Dolayısıyla ihtimallerden biri metnin 1699 tasnif ya da telif tarihli olduğudur. Zayıf ihtimal, metnin cönk içinde bu tarihlerde yazıya geçirildiğidir. Diğer bir ihtimal ise cöngün isntinsah tarihinin en geç 1860 yılı olduğu ve söz konusu metnin 19. yüzyılda (1860 yılı veya öncesinde) yazıya geçirildiğidir.
Tarafımızdan ilk defa yeni harflere aktarılan ve Türkoloji bilimine armağan edilen bu metin bozuk bir imlayla yazılmıştır. Kelime, ek ve ifadelerin yazımında bir standart gözetilmemiştir. Metin yeni harflere aktarılırken metnin bağlamsal özelliklerini korumak adına metne mümkün mertebe müdahale edilmemeye özen gösterilmiştir. İkili ya da çoklu tercih ve kullanımlar, olduğu gibi okunarak aktarılmış, standart Türkiye Türkçesinde bugün çokça kullanılmadığı düşünülen kelime ya da ifadelerin anlamları ve varsa birtakım tasarruflar dipnotlarda gösterilmiştir. Kahraman tasvirleri, formeller, ata sözü-deyimler ve ara sözler eğik/italik olarak yazılmıştır. İki kısımdan oluşan kitabın ilk kısmında tarafımızdan yeni harflere aktarılan metin; ikinci kısmında ise araştırmacı, öğrenci ve ilgilileri için cönkteki metnin tıpkıbasımı verilmiştir.
Doç. Dr. Özkan DAŞDEMİR
Erzincan, Haziran 2021
İlk defa Hüdaî’nin 19. yüzyıla ait olduğu düşünülen Şirin-nâme adlı eserinde bahsedilen Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesi; Ali Rıza Yalgın’ın Çukurova yöresinden derleyerek Tarsus gazetesinin 1923 yılı Şubat-Mart aylarındaki baskılarında sekiz kısımlık tefrika hâlinde yayımladığı yazı dizisiyle umuma tanıtılmıştır.
Çukurova’da büyük türkülü hikâye olarak hâlâ yaşamakta olan Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesi pek çok bakımdan Şah İsmail hikâyesi ile benzerlik gösterir. Başkahramanların adından başlayarak hikâyelerin olay örgüsü, motifleri ve kimi türküleri ile bir çeşitleme ortaya çıkarıldığı söylenebilir. Anlatı bağlamında Şah İsmail hikâyesinin yakın bir çeşitlemesi olan ancak nazım kısımları (türküleri) bakımından orijinal olan Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesi “aşk konulu” bir halk hikâyesidir. Çukurova’da, özellikle Gavurdağı dolaylarında Türkmen âşıklarının dilinde çağdan çağa aktarılan bu hikâye “yaşadıkları rivayet olunan âşıkların romanlaşmış hayatları” başlığına dâhil edilebilir.
Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesinin tek el yazması örneği Millî Kütüphane arşivinde bulunmaktadır. Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi koleksiyonuna ait olan söz konusu metin bozuk bir hat ve imlayla yazılmıştır. Metnin istinsah tarihi, mecmua içindeki 1260 [1844] yılına ait bir vefat kaydından hareketle 19. yüzyılın ikinci yarısı hatta sonu olarak tarafımızdan tespit edilmiştir. Bu metinde 202 adet dörtlük yer almaktadır. Şiirlerin başındaki kısa açıklayıcı cümleler Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesinin epizotlarını takdim eder niteliktedir.
Bu çalışmada, 1923 yılına ait Ali Rıza Yalgın derlemesi ve 19. yüzyılın sonlarında istinsah edildiğini düşündüğümüz el yazması metin ilk defa yeni harflere aktarılarak yayımlanmıştır.
El yazması metin yeni harflere aktarılırken bu metnin veya ön-metninin sözlü kültür ortamından yazıya geçirildiği göz önünde bulundurulmuş, metnin dokusuna sadık kalınmaya çalışılmış; ancak oldukça bozuk bir şekilde yazıldığından metne anlam, ölçü ve kafiye bakımından yer yer müdahale edilmiş, söz konusu tasarruflar dipnotlarda gösterilmiştir.
“Giriş” bölümünde Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesi tanıtılmış, Ali Rıza Yalgın ve diğer araştırmacıların derleme ve tetkikleri hakkında bilgiler verilmiştir.
“İnceleme” başlığını taşıyan bölümde örnek metinlerden hareketle hikâyenin olay örgüsü ve motif yapısı ortaya konulmuş; el yazması metindeki 202 adet dörtlük, 53 şiir başlığı altında biçim ve içerik bakımından tahlil edilmiştir.
Tarafımızdan yeni harflere aktarılan Ali Rıza Yalgın çalışması ve el yazması metin “Metinler” başlığı altında verilmiştir.
“Sonuç” başlığı altında ise çalışmada elde edilen bilgilerden hareketle bir değerlendirme yapılmıştır. “Kaynakça”, “Dizin” ve “Tıpkıbasım” eklemeleriyle çalışma tamamlanmıştır.
Mikdat adına üretilen hikâyelerin çekirdeğini oluşturan “alp tipi kadın ile evlenme” ve “alp tipi kadının eş seçimi” motifleri Türk destanlarından özellikle Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek destanında canlı bir şekilde takdim edilmektedir.
Mikdat’ın yaşamının iki evresine denk düşen, benzer serüvenlerle yüklü cenkleri ve alp tipi kadın kahramanlarla evliliklerinin işlendiği söz konusu hikâyeler; Mikdat ile Miyase ve Mikdat’ın Talkan Cengi adıyla bu çalışmada ele alınmıştır. Mikdat adına üretilen hikâyelerden Mikdat ile Miyase’nin mensur örnekleri ve Mikdat’ın Talkan Cengi ilk defa bu çalışmada bilim dünyasının dikkatine sunularak incelenmiştir.
Anadolu Türklüğünün Cenkname, Battalname gibi Türk destan verimlerinin olay örgüleriyle benzerlik gösteren her iki hikâye; bütüncül Türk epik destan geleneğinin Oğuzname çevresinde geliştirilerek nihai şekillerini almıştır.
Mikdat ile Miyase ve Mikdat’ın Talkan Cengi Hikâyeleri başlığını taşıyan bu çalışma, “Giriş” ve üç bölüm olarak düzenlenmiştir.
“Giriş”te Mikdâd b. Amr tanıtıldıktan sonra Mersin ve Hatay çevresinde kendisine atfedilen makamlar etrafında teşekkül eden inanış ve pratikler, ilgili çalışmalardan yararlanılarak örneklendirilmiştir. Araştırmacılar tarafından aynı yöreden ve Erzurum’da Behçet Mahir’den derlenen anlatmalar da bu bölümde sunulmuştur.
“Birinci Bölüm”de hikâyelerin kaynağı ve türü meselesi üzerinde durulmuş, hikâyeler tanıtılarak hikâyelerin gelenek içindeki yerleri gösterilmiş, geniş özetleri verilmiştir.
“İnceleme” başlığını taşıyan “İkinci Bölüm”de hikâyelerin hem motif sıraları oluşturulmuş hem de Motif-Index’teki yerlerine göre evrensel motifleri tespit edilmiştir. Türk anlatı geleneğine mahsus motifler Motif-Index’te motiflerin simgelendiği harflerin başına getirilen “(T)” kısaltmasıyla gösterilmiştir. Bölümün sonunda hikâyelerdeki sosyal yapılar ve halk kültürü unsurları değerlendirilmiştir.
“İnceleme” bölümünde Mikdat ile Miyase hikâyesinin el yazması varyantı “(Y)”, taş baskı varyantı “(T)” şeklinde kısaltılmıştır.
Çalışmanın “Üçüncü Bölüm”ünde Mikdat ile Miyase hikâyesinin el yazması ve taş baskı metinleriyle Mikdat’ın Talkan Cengi hikâyesinin el yazması metni yeni harflere aktarılarak yayımlanmıştır.
Metinler latinize edilirken metin dokusuna ve bağlamına aykırı olmamak kaydıyla çeşitli düzeltmeler yapılmıştır. Metin içinde ses, ek, sözcük ve ifade olmak üzere metni oluşturan bütün yapısal unsurlar düzeyinde eklemeler ya da çıkarmalarla metnin daha iyi anlaşılması amaçlanmıştır. Talkan Cengi metninde belirtme [+i] ve yönelme [+e] eklerinin, bulunma [+de] ve ayrılma [+den] eklerinin kimi zaman birbirinin yerine kullanıldığı görülmüştür. Metinde bu türden kullanımlar düzeltilerek okunmuştur. Ek kullanılması gereken yerlerde gerekli eklemeler, kullanılmaması gereken yerlerde ise çıkarmalar yapılmıştır. Metinde geçen kişi ve yer adlarının metindeki yanlış yazımları varsa bunlar doğru biçimleriyle yazılmıştır. Metinlerin fiziksel hataları ve gerekli görülen birtakım açıklamalar dipnotlarda belirtilmiştir. Talkan Cengi metninin harekesiz olması, yazımında yer yer standartların olmaması gibi durumlardan dolayı aynı ek, sözcük ya da ifadenin standart biçimde okunmasına gayret edilmiş, müstensihin farklı tercihleri bazen de göz ardı edilmeksizin olduğu gibi okunmuştur.
“Sonuç” başlığı altında bu çalışmadan hareketle “dinî-menkıbevi” ve “tarihî-menkıbevi” nitelikli hikâyeler ile ilgili bir tartışma alanı açılmış,
Mikdat adına Türk kültür ortamında üretilen hikâyeler üzerinde değerlendirmeler yapılarak konuyla ilgili öneriler sunulmuştur.
Çalışma; “Sözlük”, “Kaynakça”, “Dizin” ve “Tıpkıbasım” eklemeleriyle sonlandırılmıştır.
Doç. Dr. Özkan DAŞDEMİR Erzincan, Şubat 2021
Şark dünyasının önemli kültür hazinelerinden olan Binbir Gece Masalları, şöhreti bütün dünyaya yayılan bir masal külliyatıdır. Yüzlerce hikâyenin, çerçeve hikâyeye bağlı olarak bir araya getirildiği bu külliyat içindeki bazı anlatmalar, yazılı ve sözlü edebiyatta müstakil olarak yazılmış/söylenmişlerdir. Bu anlatmalardan en meşhuru Şahmaran hikâyesidir. Hikâye, Camasbnâme adı ile 1429 yılında Abdi adlı bir Türk mütercim tarafından dilimize tercüme edilmiştir. Danyal hakîmin (bazı kaynaklarda peygamber) oğlu Camasb’ın başından geçenleri ve Şahmaran’ın yanında geçirdiği günleri anlatan eser, iç içe girmiş birkaç hikâyeden meydana gelmektedir. Bunlardan biri Cihan Şah hikâyesidir.
Cihan Şah hikâyesi, Camasbnâme’den veya doğrudan Binbir Gece Masalları’ndan çıkarılarak müstakil hâlde işlenmiştir. Hikâyenin Türkiye, Kıbrıs ve Bulgaristan’da masal formunda anlatılan varyantları çeşitli araştırmacılar tarafından derlenmiş ve bilimsel incelemelere tabi tutulmuştur.
Bu çalışmada ortaya çıkarılan metin, Cihan Şah hikâyesinin halk hikâyesi formunda, manzum-mensur karışık yapıda düzenlenmiş bir örneğidir. Metin bu yapısıyla masal formundaki örneklere göre daha hacimlidir; ancak, her ne kadar halk hikâyesi formunda tertip edilmişse de, muhtevasındaki masal unsurları aynen muhafaza edilmiştir.
Erzincan - 2015
Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem 61’de Kerbela’da şehit edilmesi İslam dünyasının şahit olduğu en trajik olay olarak tarihteki yerini almıştır. Bu feci olay, Hz. Muhammed’in vefatından sonra ortaya çıkan ve başlangıçta istişarelerle çözülebilen; ancak peyderpey artarak, zamanla siyasi bir nitelik kazanan, halifenin kim olacağı hususundaki tartışmaların bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.
Peygamber torununun ve yanındakilerin Kerbela çölünde susuz bırakılarak katledilmesi, sağ kalanların Şam’a iletilmeleri esnasında yaşananlar, Müslümanların ortak matem konularının başında gelmektedir. Olayın gerçekleştiği Muharrem ayında yoğunlaşan bu matem, asırlardır çeşitli pratiklerle canlı tutulmaktadır.
Önceleri tarih kitapları vb. kaynaklarda bir bölüm hâlinde yer alan Kerbela olayı daha sonra Maktel-i Hüseyin adı verilen müstakil kitaplarda işlenmiştir. Bu kitaplar Müslümanların Kerbela matemine motivasyonunu sağlayan en önemli kaynaklardır. Tarihî vakanın yer yer efsanevi unsurlarla dönüştürüldüğü maktellerin bilinen ilk örneğini Ebû Mihnef vermiştir. Kerbela olayını yaklaşık yüz yıl sonra sözlü kaynaklardan derleyerek nakleden Ebû Mihnef’in eseri, sonraki maktellerin önemli kısmı için hem muhteva hem kompozisyon bakımından kaynak teşkil etmiştir. Muharrem’in ilk on gününde okunmak üzere on bölüm hâlinde kaleme alınan maktel, bu yönüyle de sonraki maktelleri etkilemiştir. Çoğu Şii olan İranlıların siyasi, sosyal ve kültürel hayatlarında ayrı bir yeri olan Kerbela olayı, Hüseyin Vaiz Kâşifî’nin Ravzatü’ş-Şühedâ’sında estetiğin doruğuna çıkarılmıştır. 14. yüzyıldan itibaren Türk edebiyatında görülmeye başlanan maktel türünün bizdeki en başarılı örneğini ise Fuzûlî vermiştir. Kâşifî’nin eserinden hareketle yazılan Hadikatü’s-Sü‘eda mensur olmakla birlikte, eser yer yer manzum parçalarla da süslenmiştir.
Genellikle manzum olarak kaleme alınan maktellerin Türk edebiyatındaki mesnevi örnekleri çeşitli araştırmacılarca ele alınmıştır. Ancak Türk edebiyatındaki mensur makteller, halk kitapları ve sözlü kültür örnekleri araştırmacıların ihmal ettiği konulardandır. Araştırmacılar, Türk edebiyatındaki ilk maktel örneğinin kime ait olduğu meselesi üzerinde henüz görüş birliğine sahip olmadığı gibi, nüsha hususiyeti gösteren çeşitli makteller de değişik müelliflere nispet edilerek yayımlanmaya devam etmektedir.
Bu çalışmada, çeşitli problemleri bünyesinde barındıran Maktel-i Hüseyin türünün ihmal edilmiş bir alanı olan mensur ağırlıklı anonim maktellerden biri tanıtılarak; örnek metin yeni harflere aktarılmıştır. Çeşitli kütüphanelerde kayıtlı dört benzer metni bulunan maktelin, Millî Kütüphanede kayıtlı olduğu üzere Kemterî İbrahim’e ait olmadığı ortaya çıkarılmış; bu vesileyle Türk edebiyatındaki maktellerle, bilhassa, elimizdeki anonim metnin kaynakları ile ilgili önemli tespitlerde bulunulmuştur.
Dr. Özkan DAŞDEMİR
Erzincan - 2015
Yahudi ve Hristiyanların kral, Müslümanların hükümdar-peygamber olarak kabul ettikleri Hz. Süleyman’ın kıssası, üç kutsal kitapta ortak olan hikâyelerden biridir. Kıssanın Şark-İslam kültüründeki edebî dönüşümünde Tarih-i Taberî ve kısas-ı enbiyalar etkili olmuştur.
Türk edebiyatında Uzun Firdevsî’nin Süleymannâme-i Kebîr isimli eseri Davutoğlu Süleyman hikâyesinin en meşhur örneklerinden biri olsa da; bu hacimli eser değişik hikâye ve tarihî bilgilerle birlikte işlenerek bir tür ansiklopediye dönüştürülmüştür. Türkiye kütüphanelerinde Davutoğlu Süleyman hikâyesinin müstakil el yazması, taş baskı ve matbu örnekleri mevcuttur. Hikâye kahramanı Davutoğlu Süleyman, Bülbülnâme türündeki eserlerde kuşların sultanı olarak karşımıza çıkar. Şair ve yazarlar eserlerinde Davutoğlu Süleyman hikâyesine telmih yoluyla göndermeler yapar; hikâyedeki motifleri sıklıkla kullanırlar.
Türk sözlü kültüründe Davutoğlu Süleyman hikâyesinin Behçet Mahir anlatmaları dışında tespit edilen halk hikâyesi örnekleri bulunmasa da; hikâyenin masal, efsane ve menkıbe formlarında dönüştürülmüş çok sayıda örneği vardır.
Bu araştırmanın amacı, üzerinde henüz bütünlüklü bir çalışma yapılmayan Davutoğlu Süleyman hikâyesinin Türk edebiyatındaki yazılı ve sözlü örneklerini tespit etmek, tanıtmak ve belirli örnekler üzerinde karşılaştırmalı bilimsel bir çalışma yapmaktır. Bu bağlamda hikâyenin bütün Türk dünyasında tespit edilebilen örnekleri tanıtılarak; Türk kültüründeki yeri ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Giriş ve dört bölümden oluşan çalışmanın girişinde araştırmanın amacı, kapsamı ve yöntemi hakkında bilgi verildikten sonra metinlerarası ilişkiler yöntemi tanıtılmıştır. Çalışmada metinlerarasılıkla ilgili kuramsal bir tartışma alanı açmak yerine, inceleme bölümünde örnekler üzerinde uygulamalı tartışma tercih edilmiştir.
Birinci bölüm dört ana başlıkta ele alınmıştır. İlk kısımda hikâyenin kaynağı bahsi Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim’de Hz. Süleyman ile ilgili bilgiler ışığında tartışılmıştır. Diğer üç başlıkta hikâyenin yazılı, sözlü ve diğer kültür ortamlarındaki yeri, Türk kültürü esas olmak üzere, diğer kültürlerde tespit edilen örneklerle birlikte gösterilmeye çalışılmıştır.
Kutsal kitaplarda Hz. Süleyman’a bahşedilen eşsiz nimetlerden haberler verilirken; Kur’an-ı Kerim’de onun insan, cin ve hayvanlara da hükmettiği bildirilir. Davutoğlu Süleyman hikâyesinin yazılı ve sözlü örneklerinde, bütün mahlûkatın sultanı olan Hz. Süleyman, menşe ile ilgili çeşitli hikâyelerde karşımıza çıkmaktadır. Davutoğlu Süleyman hikâyesinde menşe ile ilgili bilgilerin çokluğu çalışmada bu konunun müstakil bir bölüm olarak ele alınmasını kaçınılmaz hâle getirmiştir. Bu nedenle çalışmanın ikinci bölümünde hikâyedeki menşe ile ilgili açıklayıcı bilgiler tasnif edilerek örneklendirilmiştir.
Üçüncü bölümde alt-metin ve ana-metin olarak belirlenen metinler tanıtılarak, metinlerin olay örgüsü sıralanmış; metinlerarası bağlamda tespit edilen yeniden-yazma, iç anlatı ve ana-metinsel dönüşüm örnekleri ortaya çıkarılarak metinlerarası bir okuma gerçekleştirilmiştir.
Çalışmanın dördüncü bölümünde on el yazması, bir taş baskı ve bir matbu olmak üzere toplam on iki adet eski harfli metin yeni harflere aktarılmış; Azerbaycan folklor antolojisinde kayıtlı masal, efsane ve menkıbe türlerindeki on beş derleme metin, standart Türkiye Türkçesiyle yazılmıştır.
Çalışma; sonuç, sözlük, kaynakça ve dizin ile tamamlanmıştır.
Dr. Özkan DAŞDEMİR
Erzincan - 2015
Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim’de geçen Yusuf Kıssası dünya kültür tarihinde eşine az rastlanır bir şöhrete sahiptir. Hikâye dünyanın hemen her yerinde bilindiği gibi sanatın ve edebiyatın neredeyse bütün türlerine de girmiştir. Müslüman-Şark edebiyatının vazgeçilmez konularından biri olan bu hikâye, klasik edebiyattan sözlü geleneğe geçmiştir.
Ülkemizde Yusuf ile Züleyha hikâyesi ile ilgili yapılan çalışmalar mesneviler üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu çalışmanın amacı ise hikâyenin Türk halk edebiyatındaki yerini belirlemek ve tespit edilen halk varyantlarını bilimsel bir incelemeye tabi tutmaktır. Prof. Dr. Ali Berat Alptekin ülkemizde Yusuf ile Züleyha hikâyesi üzerine bilimsel bir çalışma yapılmadığını belirtmiştir. Bu bilgi çalışmamıza ilham kaynağı olmuştur. Ülkemizde mesnevi ve diğer eserlerden hareketle yüzlerce bilimsel çalışmaya tabi tutulan Yusuf ile Züleyha hikâyesinin halk hikâyesi olarak ele alınması Prof. Dr. Ali Berat Alptekin’in bu değerli tespiti vesilesiyle bize nasip olmuştur. Bu çalışma Türkiye ve Türk dünyasında kaydedilen Yusuf ile Züleyha hikâyelerini bütüncül bir yaklaşımla ele alan ilk bilimsel çalışma olarak bilim dünyasının hizmetine sunulmak amacıyla hazırlanmıştır.
Giriş ve beş bölüm halinde düzenlenen çalışmamızın Giriş bölümünde çalışmanın amacı, kapsamı ve yöntemi hakkında bilgi verildikten sonra hikâye ile ilgili çeşitli problemler ele alınmıştır.
Birinci bölümde ülkemizde hikâye ile ilgili yayın ve çalışmalar hakkında geniş bir döküm verilirken Türk dünyası toplulukları, Arap, Fars, Yahudi, Hristiyan ve diğer halklarda tespit edebildiğimiz örnekler göz önüne serilmiştir.
İkinci bölümde hikâyenin etkileri üzerinde durulmuştur. Evrensel bir klasik niteliğinde olan Yusuf ile Züleyha hikâyesinin başlangıçtan günümüze kadar edebiyat, sanat ve sosyal hayattaki yansımaları dikkatlere sunulmuştur.
Üçüncü bölümde incelemeye tabi tutulan 21 varyant tanıtılarak motif sıraları verilmiş, bu varyantlar 17 epizot halinde karşılaştırılmış ve epizotlara ait motiflerin Motif İndeks’teki yerleri gösterilmiştir.
Dördüncü bölüm hikâyenin karakteristik motiflerinin ele alındığı bölümdür. Bu bölümde rüya, kuyu, hain ağabeyler gibi karakteristik motifler üzerinde etraflıca durulmuştur.
Beşinci bölümde yazma, taş baskı ve sözlü varyantlardan 9 metin örneği ve 4 ezgili icra örneği verilmiştir. Çalışma sonuç, sözlük, kaynakça ve dizin ile tamamlanmıştır.
Dr. Özkan DAŞDEMİR
Papers by özkan daşdemir
hikâyesi dünya kültür tarihinde eşine az rastlanan bir şöhrete sahiptir. Bu evrensel
hikâyenin Türk klasik edebiyatında olduğu kadar halk edebiyatında da kayda değer
bir yeri vardır. Hikâyenin Türk edebiyatındaki ilk örneği dörtlükler halinde ve hece
ölçüsü ile 13. yüzyılda Kul Ali tarafından kaleme alınmıştır. Ali’nin söz konusu
eseri Türk dünyasının tamamında sonraki Yusuf ile Züleyha mesnevilerini olduğu
kadar sözlü gelenekteki Yusuf ile Züleyha anlatmalarını da büyük ölçüde etkilemiştir. Bu çalışmada bir halk anlatması olarak Yusuf ile Züleyha’nın Türkiye’de ve
Türk dünyasında tespit edilen 21 varyantı dikkate alınarak anlatıdaki rüya motifi
üzerinde durulmuştur.
The Joseph and Züleyha story which takes its origin from the tale
of Joseph in holy books has a great reputation that is rarely seen in the history of
World culture. This universal story covers a remarkable place in folk literature
as well as in classic literature. The first sample of the story in Turkish literature
in form of quatrain and with rhyme was written by Kul Ali in 13. Century. Ali’s
work, which has been mentioned, has greatly affected the narratives of Joseph and
Züleyha in oral tradition as well as the Joseph and Züleyha masnavi after him in
all over the Turkish world. In this study the motif of dream has been discussed
considering 21 variants of Joseph and Züleyha as a folk narrative determined in
Turkey and the Turkish world
çeşitlenme bakımından zirve metin olan Kerem ile Aslı hikâyesi
şöhretini dolambaçlı engellerle dolu trajik bir sona ve manzum
kısımlardaki başarılı örneklere borçludur. Öyle ki Âşık Kerem
dilinden üretilen türküler bugün hâlâ dillerden düşmemekte, Türk halk
hikâyeleri söz konusu olduğunda akıllara ilk olarak Kerem ile Aslı
hikâyesi gelmektedir.
Hikâyenin daha önce neşredilmemiş olan bir nüshası
California Üniversitesi Türkçe El Yazmaları Koleksiyonu’nda “Cönk
30” arşiv numarasıyla kayıtlı olan bir cönk içinde bulunmaktadır.
Metin bu cöngün 1b-43avarakları arasındadır. Cönkte iki ayrı metnin
sonunda 1254 (1838) ve 1255 (1839) tarih kayıtları mevcuttur. Bu
kitapta yeni Türk harflerine aktarılarak yayımlanan metnin Kerem ile
Aslı hikâyesi repertuvarına katkı sağlaması amaçlanmıştır.
Türk edebiyatına tercüme yoluyla kazandırılan ve yeniden yazılan Şehnâme metinleri arasında Siyâvuş, İsfendiyâr, Nerimân, Sâm, Zâl, Rüstem, Sührâb, Güştâsb ile ilgili destanlar sayılabilir. Türk diliyle yeniden işlenen bu metinler Şehnâme’nin içinden seçilmiş kısımlardır.
Bu çalışmaya konu olan Türkçe metinler Şehnâme’deki Sührâb destanının manzum-mensur karışık formdaki iki nüshasıdır. Bunlar Fransa Millî Kütüphanesi’nde ve Bosna Hersek Gazi Hüsrev Kütüphanesi’nde kayıtlı nüshalardır. Yeni Türk harflerine aktarılarak tenkitli metin yöntemiyle Türklük bilimine kazandırılan Sührâb-nâme’nin mukayeseli bilimsel çalışmalara kapı aralaması amaçlanmaktadır.
Bu çalışmada yeni Türk harflerine aktarılarak repertuvara kazandırılan halk hikâyesi metni, California Üniversitesi Türkçe El Yazmaları Koleksiyonu’nda “Cönk 30” arşiv numarasıyla kayıtlı olan bir cöngün 96a-130a varakları arasında yer almaktadır. Hikâyenin istinsah tarihi, metnin sonunda 1255 (1839) olarak kaydedilmiştir.
Metinde standart bir yazım olmadığından yazıcının tercihine göre uyguladığı ikili ya da çoklu kullanımlara sadık kalınmış, böylece metnin bağlamının korunması amaçlanmıştır. Gerekli ve zorunlu müdahale ya da izahlar ise dipnotlarda gösterilmiştir.
Çalışma “Özet”, “Metin” ve “Tıpkıbasım” bölümlerinden oluşmaktadır.
California Üniversitesi Türkçe El Yazmaları Koleksiyonu’nda “Cönk 30” arşiv numarasıyla kayıtlı olan bir cönk içindeki metin bu cöngün 131a-146b varakları arasındadır.
Cönkte iki ayrı metnin sonunda 1254 (1838) ve 1255 (1839) tarih kayıtları mevcuttur. Dolayısıyla bu kitapta yeni Türk harflerine aktarılarak yayımlanan Hikâyet-i Köroğlu başlıklı metnin en eski el yazması Köroğlu metinlerinden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Metin aktarımı yapılırken metnin bağlamına sadık kalınmaya mümkün mertebe dikkat edilmiş, gerekli düzeltme ya da izahlar dipnotlarda gösterilmiştir.
Çalışma “Özet”, “Metin” ve “Tıpkıbasım” bölümlerinden oluşmaktadır.
Haleddin Oğlu Bedreddin Bey Hikâyesi ya da Bedreddin ile Zehra Hikâyesi adlarıyla Türk halk hikâyeciliği repertuvarına dahil edilebilecek olan bu hikâye Türk Dili dergisinin Ekim 1963 tarih ve 145 numaralı sayısında (s. 5-8) Cahit Öztelli tarafından kaleme alınan “Halk Hikâyelerinde Kahramanın Tanımı” başlıklı yazıdaki kısa bir tanıtma dışında, tespit edebildiğimiz kaynaklarda, hakkında başkaca bilgi bulunmayan bir metin olarak karşımıza çıkmaktadır. Öztelli’nin anılan yazısı Türk Folklor Araştırmaları dergisinin Mayıs 1965 tarih ve 190 numaralı sayısında (s. 3729-3731) mükerreren yayımlanmıştır.
Öztelli, yazısında -1963 yılını kastederek- o güne kadar hiçbir yerde Haleddin Oğlu Bedreddin Bey Hikâyesi’nin söz konusu edilmediğini (s. 5) vurgulamıştır. Cönkte kayıtlı olan hikâye metnindeki “Bin yüz on birdir sene – Gûş edip pendimi diğne” dizelerinden hareketle hikâyenin telif tarihinin bulunmuş olabileceğini düşünür. Öztelli kesin bir ifade kullanmamakla birlikte 1699 miladi yılına ait olan söz konusu kaydı hikâyenin telif tarihi şeklinde kabul ederek ilgili metnin ise ele geçen en eski yazma hikâye olduğunu tahmin eder (s. 5). Tanıtılmasını ayrıca ele almak istediğini belirterek kahramanların tasvirlerini örneklendirmeyle yetinir.
Öztelli’nin kısaca bahsettiği bu metin Türk Dil Kurumu Kütüphanesi Türkçe Yazmaları Koleksiyonu’nda “Yz. A 1” demirbaş numarasıyla kayıtlıdır. Katalogda eserin adı Hikâye-i Bedr ed-dîn ile Zehra şeklinde, başka bir yerde Hikâyeti Halû'd-dîn oğlu (Bedr ed-dîn ile Zehrâ hikâyesi) şeklinde kayıtlıdır. Bu ikinci kayıtta eserin Dewey Yer Numarası “398.22” olarak kaydedilmiştir.
Herhangi bir tarih kaydının verilmediği birinci katalog kaydında metinle ilgili açıklama şöyledir: “Sözbaşları siyah mürekkeplidir. Cönk şeklinde siyah meşin sırtlı kiremit rengi kağıt kaplı, mukavva bir cilt içerisindedir.” İkinci kayıttaki genel not ise şu şekildedir: “Türkçe, rik’a hatta, 90x160 mm. ölçüsünde, yazı alanı değişik ölçüde, değişik satırlı, 59 yaprakta, beyaz, sarı, yeşil, fıstıkî renkli kâğıda yazılmıştır. Sözbaşları siyah mürekkepledir. Cönk şeklinde siyah meşin sırtlı kiremit rengi kâğıt kaplı, mukavva cilt içerisindedir. İmlâsı bozuktur. Bu halk hikâyesinde Sultan Orhan devrinde geçtiği söylenen bir aşk anlatılmıştır. Metindeki konuşmaların bir kısmı manzumdur. Cöngün 59b-60b sayfalarında Âşık Emmi’ye ait, Salim Efendi’nin 1277 [1860] yılında kaydettiği bir ilahi vardır. 61. yaprak koparılmıştır. 62b-64b sayfalarında Hz. Fatıma’nın ölümüyle ilgili 4 kaside yazılıdır.”
Tarafımızdan ilk defa yeni harflere aktarılarak yayımlanan bu metnin üst başlığı Hikâyet-i Hâleddîn Oğlu Bedreddîn Beg’in Hikâyesidir. Alt başlık ise Hâtîcetü’z-Zehrâ’nıñ fükkâresidir şeklindedir. Cahit Öztelli hikâyeden bahsettiği yazısında “fükkâresidir” ifadesini “Fıkrası, yani macerası demek olacak.” şeklinde izah ederek okumuştur (s. 5).
Sultan Orhan devrinde geçtiği yazılı olan hikâyenin sonunda kahramanların kavuşmasını sağlayan da sultanın bizzat kendisidir. Türk halk hikâyeciliği geleneğinin karakteristik hususiyetlerini bütünüyle ihtiva eden bu hikâyede kahramanın en önemli yardımcısı olan Hızır motifi; bade içerek âşık olma, âşıklık yeteneği kazanma; hak âşıklığı, kadın-erkek âşıkların karşılaşmaları, muamma fasılları; âşık kahvehanesi tasvirleri; kültürel yaşama dair ayrıntılı birtakım olgular yanında kahramanın meşayihden biri olarak tanıtılması; yer yer müstehzi ve müstehcen ifadelerin kullanılması; halk ağzında yaygın olan atasözü ve deyimler ile zengin bir anlatım sunulmaktadır. Hikâyede Bedreddin ve Zehra’ya nispet edilen türküler -nadiren rastlanan fazla heceler dışında- kafiye ve ölçü bakımından oldukça başarılı koşma örnekleridir.
Öztelli’nin ihtiyatla telif tarihi olarak kaydettiği 1699 yılı, metindeki vaka zamanına ait değildir. Çünkü daha önce ifade edildiği üzere metinde vakanın Sultan Orhan devrinde geçtiği nakledilmiştir. Hikâyenin kadın kahramanı Zehra’nın koşmasında geçen bu tarihin tasnif ya da telif tarihi olduğunu iddia etmek de oldukça zordur. Ayrıca cöngün sonunda çeşitli şiir ve kasidelerin kayıtlı olduğu bölümdeki 1277 [1860] tarihi hikâye metninin de istinsah tarihini gösterebilir. Cönklerin farklı zamanlarda kaydedilen parçaların toplandığı mecmualar olduğunu düşünecek olursak 1860 yılının cönkteki bütün kayıtlara ait olup olmadığı kuşkuludur. Zira hikâye metninin ve tarih kaydı düşürülen parçaların yazı hususiyetleri de bunları farklı kişilerin yazdığı izlenimini vermektedir. Ayrıca metindeki geçiş formellerinde hem yazılı hem sözlü kültür üreticiliğini karşılayan ifadeler vardır. Metinde geçen “Bin yüz on birdir sene” [1699] ifadesi hikâyenin tasnif/telif tarihi olabilir. Ancak ilk yazıldığı fiziksel alan elimizdeki cönk olmasa gerektir. Zira 18. yüzyıl başlarının Anadolu Türkçesi hususiyetlerini çoğunlukla kapsamak ve muhafaza etmekle birlikte 19. yüzyıl ifade ve imlasını da örneklendirdiğini düşündüren kısımlar vardır. Dolayısıyla ihtimallerden biri metnin 1699 tasnif ya da telif tarihli olduğudur. Zayıf ihtimal, metnin cönk içinde bu tarihlerde yazıya geçirildiğidir. Diğer bir ihtimal ise cöngün isntinsah tarihinin en geç 1860 yılı olduğu ve söz konusu metnin 19. yüzyılda (1860 yılı veya öncesinde) yazıya geçirildiğidir.
Tarafımızdan ilk defa yeni harflere aktarılan ve Türkoloji bilimine armağan edilen bu metin bozuk bir imlayla yazılmıştır. Kelime, ek ve ifadelerin yazımında bir standart gözetilmemiştir. Metin yeni harflere aktarılırken metnin bağlamsal özelliklerini korumak adına metne mümkün mertebe müdahale edilmemeye özen gösterilmiştir. İkili ya da çoklu tercih ve kullanımlar, olduğu gibi okunarak aktarılmış, standart Türkiye Türkçesinde bugün çokça kullanılmadığı düşünülen kelime ya da ifadelerin anlamları ve varsa birtakım tasarruflar dipnotlarda gösterilmiştir. Kahraman tasvirleri, formeller, ata sözü-deyimler ve ara sözler eğik/italik olarak yazılmıştır. İki kısımdan oluşan kitabın ilk kısmında tarafımızdan yeni harflere aktarılan metin; ikinci kısmında ise araştırmacı, öğrenci ve ilgilileri için cönkteki metnin tıpkıbasımı verilmiştir.
Doç. Dr. Özkan DAŞDEMİR
Erzincan, Haziran 2021
İlk defa Hüdaî’nin 19. yüzyıla ait olduğu düşünülen Şirin-nâme adlı eserinde bahsedilen Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesi; Ali Rıza Yalgın’ın Çukurova yöresinden derleyerek Tarsus gazetesinin 1923 yılı Şubat-Mart aylarındaki baskılarında sekiz kısımlık tefrika hâlinde yayımladığı yazı dizisiyle umuma tanıtılmıştır.
Çukurova’da büyük türkülü hikâye olarak hâlâ yaşamakta olan Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesi pek çok bakımdan Şah İsmail hikâyesi ile benzerlik gösterir. Başkahramanların adından başlayarak hikâyelerin olay örgüsü, motifleri ve kimi türküleri ile bir çeşitleme ortaya çıkarıldığı söylenebilir. Anlatı bağlamında Şah İsmail hikâyesinin yakın bir çeşitlemesi olan ancak nazım kısımları (türküleri) bakımından orijinal olan Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesi “aşk konulu” bir halk hikâyesidir. Çukurova’da, özellikle Gavurdağı dolaylarında Türkmen âşıklarının dilinde çağdan çağa aktarılan bu hikâye “yaşadıkları rivayet olunan âşıkların romanlaşmış hayatları” başlığına dâhil edilebilir.
Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesinin tek el yazması örneği Millî Kütüphane arşivinde bulunmaktadır. Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi koleksiyonuna ait olan söz konusu metin bozuk bir hat ve imlayla yazılmıştır. Metnin istinsah tarihi, mecmua içindeki 1260 [1844] yılına ait bir vefat kaydından hareketle 19. yüzyılın ikinci yarısı hatta sonu olarak tarafımızdan tespit edilmiştir. Bu metinde 202 adet dörtlük yer almaktadır. Şiirlerin başındaki kısa açıklayıcı cümleler Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesinin epizotlarını takdim eder niteliktedir.
Bu çalışmada, 1923 yılına ait Ali Rıza Yalgın derlemesi ve 19. yüzyılın sonlarında istinsah edildiğini düşündüğümüz el yazması metin ilk defa yeni harflere aktarılarak yayımlanmıştır.
El yazması metin yeni harflere aktarılırken bu metnin veya ön-metninin sözlü kültür ortamından yazıya geçirildiği göz önünde bulundurulmuş, metnin dokusuna sadık kalınmaya çalışılmış; ancak oldukça bozuk bir şekilde yazıldığından metne anlam, ölçü ve kafiye bakımından yer yer müdahale edilmiş, söz konusu tasarruflar dipnotlarda gösterilmiştir.
“Giriş” bölümünde Şah Mâyil ile Âbugüneş hikâyesi tanıtılmış, Ali Rıza Yalgın ve diğer araştırmacıların derleme ve tetkikleri hakkında bilgiler verilmiştir.
“İnceleme” başlığını taşıyan bölümde örnek metinlerden hareketle hikâyenin olay örgüsü ve motif yapısı ortaya konulmuş; el yazması metindeki 202 adet dörtlük, 53 şiir başlığı altında biçim ve içerik bakımından tahlil edilmiştir.
Tarafımızdan yeni harflere aktarılan Ali Rıza Yalgın çalışması ve el yazması metin “Metinler” başlığı altında verilmiştir.
“Sonuç” başlığı altında ise çalışmada elde edilen bilgilerden hareketle bir değerlendirme yapılmıştır. “Kaynakça”, “Dizin” ve “Tıpkıbasım” eklemeleriyle çalışma tamamlanmıştır.
Mikdat adına üretilen hikâyelerin çekirdeğini oluşturan “alp tipi kadın ile evlenme” ve “alp tipi kadının eş seçimi” motifleri Türk destanlarından özellikle Kam Püre’nin Oğlu Bamsı Beyrek destanında canlı bir şekilde takdim edilmektedir.
Mikdat’ın yaşamının iki evresine denk düşen, benzer serüvenlerle yüklü cenkleri ve alp tipi kadın kahramanlarla evliliklerinin işlendiği söz konusu hikâyeler; Mikdat ile Miyase ve Mikdat’ın Talkan Cengi adıyla bu çalışmada ele alınmıştır. Mikdat adına üretilen hikâyelerden Mikdat ile Miyase’nin mensur örnekleri ve Mikdat’ın Talkan Cengi ilk defa bu çalışmada bilim dünyasının dikkatine sunularak incelenmiştir.
Anadolu Türklüğünün Cenkname, Battalname gibi Türk destan verimlerinin olay örgüleriyle benzerlik gösteren her iki hikâye; bütüncül Türk epik destan geleneğinin Oğuzname çevresinde geliştirilerek nihai şekillerini almıştır.
Mikdat ile Miyase ve Mikdat’ın Talkan Cengi Hikâyeleri başlığını taşıyan bu çalışma, “Giriş” ve üç bölüm olarak düzenlenmiştir.
“Giriş”te Mikdâd b. Amr tanıtıldıktan sonra Mersin ve Hatay çevresinde kendisine atfedilen makamlar etrafında teşekkül eden inanış ve pratikler, ilgili çalışmalardan yararlanılarak örneklendirilmiştir. Araştırmacılar tarafından aynı yöreden ve Erzurum’da Behçet Mahir’den derlenen anlatmalar da bu bölümde sunulmuştur.
“Birinci Bölüm”de hikâyelerin kaynağı ve türü meselesi üzerinde durulmuş, hikâyeler tanıtılarak hikâyelerin gelenek içindeki yerleri gösterilmiş, geniş özetleri verilmiştir.
“İnceleme” başlığını taşıyan “İkinci Bölüm”de hikâyelerin hem motif sıraları oluşturulmuş hem de Motif-Index’teki yerlerine göre evrensel motifleri tespit edilmiştir. Türk anlatı geleneğine mahsus motifler Motif-Index’te motiflerin simgelendiği harflerin başına getirilen “(T)” kısaltmasıyla gösterilmiştir. Bölümün sonunda hikâyelerdeki sosyal yapılar ve halk kültürü unsurları değerlendirilmiştir.
“İnceleme” bölümünde Mikdat ile Miyase hikâyesinin el yazması varyantı “(Y)”, taş baskı varyantı “(T)” şeklinde kısaltılmıştır.
Çalışmanın “Üçüncü Bölüm”ünde Mikdat ile Miyase hikâyesinin el yazması ve taş baskı metinleriyle Mikdat’ın Talkan Cengi hikâyesinin el yazması metni yeni harflere aktarılarak yayımlanmıştır.
Metinler latinize edilirken metin dokusuna ve bağlamına aykırı olmamak kaydıyla çeşitli düzeltmeler yapılmıştır. Metin içinde ses, ek, sözcük ve ifade olmak üzere metni oluşturan bütün yapısal unsurlar düzeyinde eklemeler ya da çıkarmalarla metnin daha iyi anlaşılması amaçlanmıştır. Talkan Cengi metninde belirtme [+i] ve yönelme [+e] eklerinin, bulunma [+de] ve ayrılma [+den] eklerinin kimi zaman birbirinin yerine kullanıldığı görülmüştür. Metinde bu türden kullanımlar düzeltilerek okunmuştur. Ek kullanılması gereken yerlerde gerekli eklemeler, kullanılmaması gereken yerlerde ise çıkarmalar yapılmıştır. Metinde geçen kişi ve yer adlarının metindeki yanlış yazımları varsa bunlar doğru biçimleriyle yazılmıştır. Metinlerin fiziksel hataları ve gerekli görülen birtakım açıklamalar dipnotlarda belirtilmiştir. Talkan Cengi metninin harekesiz olması, yazımında yer yer standartların olmaması gibi durumlardan dolayı aynı ek, sözcük ya da ifadenin standart biçimde okunmasına gayret edilmiş, müstensihin farklı tercihleri bazen de göz ardı edilmeksizin olduğu gibi okunmuştur.
“Sonuç” başlığı altında bu çalışmadan hareketle “dinî-menkıbevi” ve “tarihî-menkıbevi” nitelikli hikâyeler ile ilgili bir tartışma alanı açılmış,
Mikdat adına Türk kültür ortamında üretilen hikâyeler üzerinde değerlendirmeler yapılarak konuyla ilgili öneriler sunulmuştur.
Çalışma; “Sözlük”, “Kaynakça”, “Dizin” ve “Tıpkıbasım” eklemeleriyle sonlandırılmıştır.
Doç. Dr. Özkan DAŞDEMİR Erzincan, Şubat 2021
Şark dünyasının önemli kültür hazinelerinden olan Binbir Gece Masalları, şöhreti bütün dünyaya yayılan bir masal külliyatıdır. Yüzlerce hikâyenin, çerçeve hikâyeye bağlı olarak bir araya getirildiği bu külliyat içindeki bazı anlatmalar, yazılı ve sözlü edebiyatta müstakil olarak yazılmış/söylenmişlerdir. Bu anlatmalardan en meşhuru Şahmaran hikâyesidir. Hikâye, Camasbnâme adı ile 1429 yılında Abdi adlı bir Türk mütercim tarafından dilimize tercüme edilmiştir. Danyal hakîmin (bazı kaynaklarda peygamber) oğlu Camasb’ın başından geçenleri ve Şahmaran’ın yanında geçirdiği günleri anlatan eser, iç içe girmiş birkaç hikâyeden meydana gelmektedir. Bunlardan biri Cihan Şah hikâyesidir.
Cihan Şah hikâyesi, Camasbnâme’den veya doğrudan Binbir Gece Masalları’ndan çıkarılarak müstakil hâlde işlenmiştir. Hikâyenin Türkiye, Kıbrıs ve Bulgaristan’da masal formunda anlatılan varyantları çeşitli araştırmacılar tarafından derlenmiş ve bilimsel incelemelere tabi tutulmuştur.
Bu çalışmada ortaya çıkarılan metin, Cihan Şah hikâyesinin halk hikâyesi formunda, manzum-mensur karışık yapıda düzenlenmiş bir örneğidir. Metin bu yapısıyla masal formundaki örneklere göre daha hacimlidir; ancak, her ne kadar halk hikâyesi formunda tertip edilmişse de, muhtevasındaki masal unsurları aynen muhafaza edilmiştir.
Erzincan - 2015
Hz. Hüseyin’in 10 Muharrem 61’de Kerbela’da şehit edilmesi İslam dünyasının şahit olduğu en trajik olay olarak tarihteki yerini almıştır. Bu feci olay, Hz. Muhammed’in vefatından sonra ortaya çıkan ve başlangıçta istişarelerle çözülebilen; ancak peyderpey artarak, zamanla siyasi bir nitelik kazanan, halifenin kim olacağı hususundaki tartışmaların bir sonucu olarak gerçekleşmiştir.
Peygamber torununun ve yanındakilerin Kerbela çölünde susuz bırakılarak katledilmesi, sağ kalanların Şam’a iletilmeleri esnasında yaşananlar, Müslümanların ortak matem konularının başında gelmektedir. Olayın gerçekleştiği Muharrem ayında yoğunlaşan bu matem, asırlardır çeşitli pratiklerle canlı tutulmaktadır.
Önceleri tarih kitapları vb. kaynaklarda bir bölüm hâlinde yer alan Kerbela olayı daha sonra Maktel-i Hüseyin adı verilen müstakil kitaplarda işlenmiştir. Bu kitaplar Müslümanların Kerbela matemine motivasyonunu sağlayan en önemli kaynaklardır. Tarihî vakanın yer yer efsanevi unsurlarla dönüştürüldüğü maktellerin bilinen ilk örneğini Ebû Mihnef vermiştir. Kerbela olayını yaklaşık yüz yıl sonra sözlü kaynaklardan derleyerek nakleden Ebû Mihnef’in eseri, sonraki maktellerin önemli kısmı için hem muhteva hem kompozisyon bakımından kaynak teşkil etmiştir. Muharrem’in ilk on gününde okunmak üzere on bölüm hâlinde kaleme alınan maktel, bu yönüyle de sonraki maktelleri etkilemiştir. Çoğu Şii olan İranlıların siyasi, sosyal ve kültürel hayatlarında ayrı bir yeri olan Kerbela olayı, Hüseyin Vaiz Kâşifî’nin Ravzatü’ş-Şühedâ’sında estetiğin doruğuna çıkarılmıştır. 14. yüzyıldan itibaren Türk edebiyatında görülmeye başlanan maktel türünün bizdeki en başarılı örneğini ise Fuzûlî vermiştir. Kâşifî’nin eserinden hareketle yazılan Hadikatü’s-Sü‘eda mensur olmakla birlikte, eser yer yer manzum parçalarla da süslenmiştir.
Genellikle manzum olarak kaleme alınan maktellerin Türk edebiyatındaki mesnevi örnekleri çeşitli araştırmacılarca ele alınmıştır. Ancak Türk edebiyatındaki mensur makteller, halk kitapları ve sözlü kültür örnekleri araştırmacıların ihmal ettiği konulardandır. Araştırmacılar, Türk edebiyatındaki ilk maktel örneğinin kime ait olduğu meselesi üzerinde henüz görüş birliğine sahip olmadığı gibi, nüsha hususiyeti gösteren çeşitli makteller de değişik müelliflere nispet edilerek yayımlanmaya devam etmektedir.
Bu çalışmada, çeşitli problemleri bünyesinde barındıran Maktel-i Hüseyin türünün ihmal edilmiş bir alanı olan mensur ağırlıklı anonim maktellerden biri tanıtılarak; örnek metin yeni harflere aktarılmıştır. Çeşitli kütüphanelerde kayıtlı dört benzer metni bulunan maktelin, Millî Kütüphanede kayıtlı olduğu üzere Kemterî İbrahim’e ait olmadığı ortaya çıkarılmış; bu vesileyle Türk edebiyatındaki maktellerle, bilhassa, elimizdeki anonim metnin kaynakları ile ilgili önemli tespitlerde bulunulmuştur.
Dr. Özkan DAŞDEMİR
Erzincan - 2015
Yahudi ve Hristiyanların kral, Müslümanların hükümdar-peygamber olarak kabul ettikleri Hz. Süleyman’ın kıssası, üç kutsal kitapta ortak olan hikâyelerden biridir. Kıssanın Şark-İslam kültüründeki edebî dönüşümünde Tarih-i Taberî ve kısas-ı enbiyalar etkili olmuştur.
Türk edebiyatında Uzun Firdevsî’nin Süleymannâme-i Kebîr isimli eseri Davutoğlu Süleyman hikâyesinin en meşhur örneklerinden biri olsa da; bu hacimli eser değişik hikâye ve tarihî bilgilerle birlikte işlenerek bir tür ansiklopediye dönüştürülmüştür. Türkiye kütüphanelerinde Davutoğlu Süleyman hikâyesinin müstakil el yazması, taş baskı ve matbu örnekleri mevcuttur. Hikâye kahramanı Davutoğlu Süleyman, Bülbülnâme türündeki eserlerde kuşların sultanı olarak karşımıza çıkar. Şair ve yazarlar eserlerinde Davutoğlu Süleyman hikâyesine telmih yoluyla göndermeler yapar; hikâyedeki motifleri sıklıkla kullanırlar.
Türk sözlü kültüründe Davutoğlu Süleyman hikâyesinin Behçet Mahir anlatmaları dışında tespit edilen halk hikâyesi örnekleri bulunmasa da; hikâyenin masal, efsane ve menkıbe formlarında dönüştürülmüş çok sayıda örneği vardır.
Bu araştırmanın amacı, üzerinde henüz bütünlüklü bir çalışma yapılmayan Davutoğlu Süleyman hikâyesinin Türk edebiyatındaki yazılı ve sözlü örneklerini tespit etmek, tanıtmak ve belirli örnekler üzerinde karşılaştırmalı bilimsel bir çalışma yapmaktır. Bu bağlamda hikâyenin bütün Türk dünyasında tespit edilebilen örnekleri tanıtılarak; Türk kültüründeki yeri ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Giriş ve dört bölümden oluşan çalışmanın girişinde araştırmanın amacı, kapsamı ve yöntemi hakkında bilgi verildikten sonra metinlerarası ilişkiler yöntemi tanıtılmıştır. Çalışmada metinlerarasılıkla ilgili kuramsal bir tartışma alanı açmak yerine, inceleme bölümünde örnekler üzerinde uygulamalı tartışma tercih edilmiştir.
Birinci bölüm dört ana başlıkta ele alınmıştır. İlk kısımda hikâyenin kaynağı bahsi Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim’de Hz. Süleyman ile ilgili bilgiler ışığında tartışılmıştır. Diğer üç başlıkta hikâyenin yazılı, sözlü ve diğer kültür ortamlarındaki yeri, Türk kültürü esas olmak üzere, diğer kültürlerde tespit edilen örneklerle birlikte gösterilmeye çalışılmıştır.
Kutsal kitaplarda Hz. Süleyman’a bahşedilen eşsiz nimetlerden haberler verilirken; Kur’an-ı Kerim’de onun insan, cin ve hayvanlara da hükmettiği bildirilir. Davutoğlu Süleyman hikâyesinin yazılı ve sözlü örneklerinde, bütün mahlûkatın sultanı olan Hz. Süleyman, menşe ile ilgili çeşitli hikâyelerde karşımıza çıkmaktadır. Davutoğlu Süleyman hikâyesinde menşe ile ilgili bilgilerin çokluğu çalışmada bu konunun müstakil bir bölüm olarak ele alınmasını kaçınılmaz hâle getirmiştir. Bu nedenle çalışmanın ikinci bölümünde hikâyedeki menşe ile ilgili açıklayıcı bilgiler tasnif edilerek örneklendirilmiştir.
Üçüncü bölümde alt-metin ve ana-metin olarak belirlenen metinler tanıtılarak, metinlerin olay örgüsü sıralanmış; metinlerarası bağlamda tespit edilen yeniden-yazma, iç anlatı ve ana-metinsel dönüşüm örnekleri ortaya çıkarılarak metinlerarası bir okuma gerçekleştirilmiştir.
Çalışmanın dördüncü bölümünde on el yazması, bir taş baskı ve bir matbu olmak üzere toplam on iki adet eski harfli metin yeni harflere aktarılmış; Azerbaycan folklor antolojisinde kayıtlı masal, efsane ve menkıbe türlerindeki on beş derleme metin, standart Türkiye Türkçesiyle yazılmıştır.
Çalışma; sonuç, sözlük, kaynakça ve dizin ile tamamlanmıştır.
Dr. Özkan DAŞDEMİR
Erzincan - 2015
Kitab-ı Mukaddes ve Kur’an-ı Kerim’de geçen Yusuf Kıssası dünya kültür tarihinde eşine az rastlanır bir şöhrete sahiptir. Hikâye dünyanın hemen her yerinde bilindiği gibi sanatın ve edebiyatın neredeyse bütün türlerine de girmiştir. Müslüman-Şark edebiyatının vazgeçilmez konularından biri olan bu hikâye, klasik edebiyattan sözlü geleneğe geçmiştir.
Ülkemizde Yusuf ile Züleyha hikâyesi ile ilgili yapılan çalışmalar mesneviler üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu çalışmanın amacı ise hikâyenin Türk halk edebiyatındaki yerini belirlemek ve tespit edilen halk varyantlarını bilimsel bir incelemeye tabi tutmaktır. Prof. Dr. Ali Berat Alptekin ülkemizde Yusuf ile Züleyha hikâyesi üzerine bilimsel bir çalışma yapılmadığını belirtmiştir. Bu bilgi çalışmamıza ilham kaynağı olmuştur. Ülkemizde mesnevi ve diğer eserlerden hareketle yüzlerce bilimsel çalışmaya tabi tutulan Yusuf ile Züleyha hikâyesinin halk hikâyesi olarak ele alınması Prof. Dr. Ali Berat Alptekin’in bu değerli tespiti vesilesiyle bize nasip olmuştur. Bu çalışma Türkiye ve Türk dünyasında kaydedilen Yusuf ile Züleyha hikâyelerini bütüncül bir yaklaşımla ele alan ilk bilimsel çalışma olarak bilim dünyasının hizmetine sunulmak amacıyla hazırlanmıştır.
Giriş ve beş bölüm halinde düzenlenen çalışmamızın Giriş bölümünde çalışmanın amacı, kapsamı ve yöntemi hakkında bilgi verildikten sonra hikâye ile ilgili çeşitli problemler ele alınmıştır.
Birinci bölümde ülkemizde hikâye ile ilgili yayın ve çalışmalar hakkında geniş bir döküm verilirken Türk dünyası toplulukları, Arap, Fars, Yahudi, Hristiyan ve diğer halklarda tespit edebildiğimiz örnekler göz önüne serilmiştir.
İkinci bölümde hikâyenin etkileri üzerinde durulmuştur. Evrensel bir klasik niteliğinde olan Yusuf ile Züleyha hikâyesinin başlangıçtan günümüze kadar edebiyat, sanat ve sosyal hayattaki yansımaları dikkatlere sunulmuştur.
Üçüncü bölümde incelemeye tabi tutulan 21 varyant tanıtılarak motif sıraları verilmiş, bu varyantlar 17 epizot halinde karşılaştırılmış ve epizotlara ait motiflerin Motif İndeks’teki yerleri gösterilmiştir.
Dördüncü bölüm hikâyenin karakteristik motiflerinin ele alındığı bölümdür. Bu bölümde rüya, kuyu, hain ağabeyler gibi karakteristik motifler üzerinde etraflıca durulmuştur.
Beşinci bölümde yazma, taş baskı ve sözlü varyantlardan 9 metin örneği ve 4 ezgili icra örneği verilmiştir. Çalışma sonuç, sözlük, kaynakça ve dizin ile tamamlanmıştır.
Dr. Özkan DAŞDEMİR
hikâyesi dünya kültür tarihinde eşine az rastlanan bir şöhrete sahiptir. Bu evrensel
hikâyenin Türk klasik edebiyatında olduğu kadar halk edebiyatında da kayda değer
bir yeri vardır. Hikâyenin Türk edebiyatındaki ilk örneği dörtlükler halinde ve hece
ölçüsü ile 13. yüzyılda Kul Ali tarafından kaleme alınmıştır. Ali’nin söz konusu
eseri Türk dünyasının tamamında sonraki Yusuf ile Züleyha mesnevilerini olduğu
kadar sözlü gelenekteki Yusuf ile Züleyha anlatmalarını da büyük ölçüde etkilemiştir. Bu çalışmada bir halk anlatması olarak Yusuf ile Züleyha’nın Türkiye’de ve
Türk dünyasında tespit edilen 21 varyantı dikkate alınarak anlatıdaki rüya motifi
üzerinde durulmuştur.
The Joseph and Züleyha story which takes its origin from the tale
of Joseph in holy books has a great reputation that is rarely seen in the history of
World culture. This universal story covers a remarkable place in folk literature
as well as in classic literature. The first sample of the story in Turkish literature
in form of quatrain and with rhyme was written by Kul Ali in 13. Century. Ali’s
work, which has been mentioned, has greatly affected the narratives of Joseph and
Züleyha in oral tradition as well as the Joseph and Züleyha masnavi after him in
all over the Turkish world. In this study the motif of dream has been discussed
considering 21 variants of Joseph and Züleyha as a folk narrative determined in
Turkey and the Turkish world
örneklere ulaşabildiğimiz cönkler arasında California Üniversitesi Özel
Koleksiyonunda kayıtlı cönkler dikkate değerdir. Söz konusu koleksiyonun 24
numaralı cöngünde Taş Bebek hikâyeli türküsünün bir çeşitlemesi kayıtlıdır. Bu
çeşitlemenin en eski Taş Bebek hikâyeli türkü kaydı olduğunu söylemek
mümkündür. California Üniversitesi Türkçe Cönkleri bölümündeki cönk, rik’a
yazı çeşidiyle yazılmış olup 160x70 mm. ölçülerindedir. 117 varaktan oluşan
cönk 19. yüzyılın ikinci yarısına aittir. Cönkte kayıtlı olan Taş Bebek hikâyeli
türküsünün başındaki kısa izah, hikâyeli türkünün ayırt edici bir özelliği olarak
türün geleneksel hususiyetlerini göstermesi bakımından önemlidir.
iki yol üzerinden bizlere ulaşmaktadır. Sözlü yoldan ulaşan halk hikâyeleri derleme,
yazılı yoldan ulaşanlar ise aktarma çalışmaları ile repertuvara kazandırılmaktadır.
Ancak unutulmamalıdır ki yazılı halk hikâyelerinin önemli bir kısmı yine sözlü kültür
ortamından cönk ve mecmualara kaydedilmiş metinlerdir. Hüsnü Şah ile Selvi Naz
hikâyesi de bu kümeden bir halk hikâyesidir. Kaynaklarda hakkında herhangi bir bilgi
bulunmayan bu hikâyenin elimizdeki tek yazma nüshası bir cönk içinde kayıtlıdır.
California Üniversitesi Türkçe El Yazmaları Koleksiyonu’nda “Cönk 30” arşiv
numarasıyla kayıtlı cöngün 96a-130a varakları arasında yer alan hikâyenin istinsah
tarihi 1255 (1839) olarak kaydedilmiştir.
The story of the forbidden tree tasted by Adam and Eve in paradise is recorded in the Torah and the Qur'an with various similarities and differences. According to the Qur'an, the fall of Adam and his wife to the earth is due to a tree (fruit) that Allah forbids but was tasted by them by the devil's deceit. In the Torah version, the snake was presented as the tempter of the woman. The woman deceived by the snake ate from the forbidden fruit both herself and had the man eat it as well. At the end of the story, the snake, the man and the woman were punished. A relatively new version of the forbidden tree story in the Torah and the Qur'an was covered in an incident experienced by a prince who embarked on various adventures in search of the source of Nile River. In the narrative, although there are parallels to the version of the Qur'an, the motif of creation, which is the starting point in both old versions (Torah and Qur'an), was replaced by a mysterious journey. In this paper, a relatively new version of the "forbidden tree" story recorded in the Qur'an and the Torah will be introduced, and in this context, the relationship of the narrative in question with the holy books will be emphasized. Thus, a way of thinking about the trends of the archaic narratives tracing to these days and the continuity of the motifs in the narratives will be attempted to be formed.
Türk ortak zihin yapısının yarattığı bu fıkra tipi Türk halk bilgeliğinin ete, kemiğe bürünmüş bir
biçimidir. Türkçenin konuşulduğu her yerde fıkraları anlatılan Nasreddin Hoca’nın şöhreti Türk
dünyası ile sınırlı değildir. Bu çalışmada Nasreddin Hoca adına 23 fıkranın kayıtlı olduğu Letâ’if-i
Hoca Nasreddîn Efendi başlıklı metin tanıtılarak yeni harflere aktarılmış ve fıkralarla ilgili bir
değerlendirme yapılmıştır. Fıkraların kayıtlı olduğu cönk California Üniversitesi Türkçe El
Yazmaları Koleksiyonu’nda yer almaktadır. Dikkate değer hususlardan biri bir cönk içinde bu
denli çok sayıda Nasreddin Hoca fıkrasının kayıtlı olmasıdır. Türk halk gülmecesinin zenginliği,
çeşitliliği, yaygınlığı ve sürekliliğini örneklemesi bakımından Nasreddin Hoca fıkraları son derece
önemlidir. Fıkraların baş kahramanı Nasreddin Hoca muayyen bir fıkra tipi olmanın yanında
kendi adına bağlı bir gülmece geleneğinin de murisidir. Bu murisin tarihin hangi döneminde,
Türklüğün hangi coğrafyasında yaşadığı; adına üretilen fıkraların varsayılan tarihî kişiliğe
uygunluğu-uygunsuzluğu gibi tartışmalar bir yere kadar bilimsel bir çabanın göstergesi
olabilirse de esas olan Nasreddin Hoca’yı bütünüyle bir Türk gülmece tipi olarak addederek
onun adına bağlı üretilen her bir fıkrayı da Türk ortak zihin yapısının dışavurumu olarak
algılamaktır. Çalışmamızda Nasreddin Hoca fıkra külliyatına katkıda bulunacak bir metin gün
ışığına çıkarıldığı gibi, cönklerde varlığını görmeye pek alışkın olmadığımız zenginlikte
Nasreddin Hoca fıkrasının bir cönkte yer alması da ilgi çekici bulunmuştur. Müstensihlerin
Nasreddin Hoca fıkralarının yayılımı ve çeşitlenmesi hususundaki belirleyici etkileri sınırlı örnekler
üzerinden de olsa bir yaklaşım önermesi olarak dikkatlere sunulmuştur.
Nasreddin Hodja is a typical narrative hero who gets his fame from the thousands of anecdotes
produced in his name. This type of anecdote produced by the Turkish common mentality is a
form of Turkish folk wisdom shaped in flesh and bone. The fame of Nasreddin Hodja, whose
anecdotes are told wherever Turkish is spoken, is not limited to the Turkish world. In this study,
the text titled Letâ'if-i Hoca Nasreddin Efendi, in which 23 anecdotes are recorded in the name of
Nasreddin Hodja, was introduced and transferred to new letters and an evaluation was made
about the anecdotes. The cönk, in which the anecdotes are registered, is in the Turkish
Manuscripts Collection of the University of California. One of the remarkable things is that so
many Nasreddin Hodja anecdotes are recorded within a cönk. Nasreddin Hodja anecdotes are
extremely important in terms of exemplifying the richness, diversity, prevalence and continuity
of Turkish folk humor. Nasreddin Hodja, the protagonist of the anecdotes, is not only a certain
character of anecdote, but also the inheritor of a humorous tradition attached to his name.
Although in which period of history, in which geography of Turkishness this protagonist lived
and discussions such as the suitability-inappropriateness of the anecdotes produced on his behalf
with the presumed historical personality can be the indicators of a scientific effort to some extent,
the main thing is to consider Nasreddin Hodja as a purely Turkish humorous character and to
perceive each anecdote produced based on his name as an expression of the Turkish common
mentality.In this study, a text that will contribute to the entire Nasreddin Hodja anecdote corpus
has been brought to light, and it has also been found interesting that a Nasreddin Hodja anecdote is
included in a cönk with a richness that we are not accustomed to seeing in cönks. The decisive
effects of the copyists on the spread and diversification of Nasreddin Hodja anecdotes are presented
as an approach proposition, albeit with limited examples.