Makaleler by Hakan Soydaş
Türk edebiyatı tarihî sergüzeşti boyunca ilişki kurduğu farklı medeniyet dairelerinde karşılaştığ... more Türk edebiyatı tarihî sergüzeşti boyunca ilişki kurduğu farklı medeniyet dairelerinde karşılaştığı yenilik unsurlarını kendi bünyesine kazandırmıştır. XVIII. yüzyıl itibarıyla devletin modern bir kurumsal yapıya kavuşma çabası millî kültür unsurlarının da yeni terkiplere ulaşmasına imkân sağlamıştır. Yeni Türk edebiyatı da bu modernleşme girişiminin sonucunda XIX. yüzyılın ikinci yarısı itibarıyla Fransız edebiyatı özelinde Batı edebiyatının temel paradigmalarına muvafık bir veçhe kazanmaya çalışmıştır. Halk edebiyatının ve Divan edebiyatının kendilerine mahsus değer dünyaları ve ifade tarzları artık yeni bir gerçeklik ekseninde değişime uğramaya başlamıştır. Tanzimat sonrasında tebarüz eden yeni tarzda edebî eserler Batı edebiyatının tesiri altında şekillenirler. Hikâye sanatı da Halk edebiyatında ve Divan edebiyatında var olan örneklerinden farklı bir duyuş ve ifade tarzı ile bu yenileşme hareketinden payını alır. Edebî eserlerde işlenen hikâyeler Fransız romantizminin, realizminin ve natüralizminin getirmiş olduğu yeni ölçüler eşliğinde okuyucuya sunulurlar. Bu çalışmada Türk edebiyatında yeni bir tür olarak temeyyüz eden modern hikâye sanatının hangi dikkatler eşliğinde gelişmiş olduğu, ne gibi yapısal özellikler arz etmiş olduğu tespit ve teşrih edilmeye çalışılacaktır.
Türkçedeki İlk Karşılaştırmalı Edebiyat Tarihi: Tarih-i Edebî-i Âlem, 2023
XVIII. yüzyıl itibarıyla kültür ve sanat alanlarında görülen arayışlar XIX. yüzyılın ikinci yarıs... more XVIII. yüzyıl itibarıyla kültür ve sanat alanlarında görülen arayışlar XIX. yüzyılın ikinci yarısında bir edebî yenileşme hareketi olma hüviyeti kazanır. Yenileşme devri Türk edebiyatı olarak adlandırılan bu süreç boyunca yoğun çeviri faaliyeti dikkati çeker. Mehmed Ali Ayni, devrinin iyi yetişmiş isimlerinden biridir. O, telif eserleri kadar çeviri üzerine değerlendirmelerde bulunduğu çalışmaları ve çeviri eserleriyle de öne çıkmıştır. Mehmed Ali Ayni’nin Frédéric Loliée’den Tarih-i Edebî-i Âlem ismiyle çevirdiği Histoire des Littératures Comparées: des Origines au XXe Siècle, bahse konu edilen tarihî paradigma bağlamında Türkçeye kazandırılmış olan ilk karşılaştırmalı edebiyat tarihidir. Çalışmamızda, ismi geçen eserin yayımlanma sürecinde maruz kaldığı sansür ve toplatılma girişimi tarihî bağlamı içinde açıklanacaktır. Ardından metnin çeviri yöntemi üzerinde durulacaktır. Mehmed Ali Ayni eserin ön kısmını Mehmed Galib Bey’le ortaklaşa çevirmiştir. Makalede öncelikle, eser Türkçeye nakledilirken çevirmenlerin ne tür tasarruflarda buluduklarına dikkat çekilecektir. Muhteva analizi kısmında ise eserin Türk edebiyatının ilgili döneminde hangi sebeplerle çevrilmiş olabileceği üzerine tarihî bağlam ekseninde değerlendirmelerde bulunulacak ve içeriğine dair bilgiler verilecektir.
Edebiyat tarihi için olduğu kadar siyasi tarih araştırmaları için de süreli yayınlar önemli kayna... more Edebiyat tarihi için olduğu kadar siyasi tarih araştırmaları için de süreli yayınlar önemli kaynaklar arasında yer alır. Erken dönem Cumhuriyet yıllarında yayımlanmış olan pek çok düşünce ve edebiyat dergisi ilgili yıllarda tebarüz etmiş olan toplumsal dikkatleri sunmak açısından gayet zengin içeriklere sahiptir. Bahse konu dikkatlerin tespit edilmesinde genellikle İstanbul ve Ankara merkezli süreli yayınlar ilgi çekmektedir. Bununla birlikte büyük şehirlerin dışında Anadolu kentlerinde yürütülen yayın faaliyetleri ise geri planda kalmaktadır. Taşrada yürütülen edebî faaliyetler çoğu defa matbuat merkezlerinin gözünden kaçmıştır. 1948 yılında Kayseri'de yayımlanmış olan Davran dergisi yayımlandığı yılların siyasi ve fikrî tesirleri altında kalmış yazar ve şairlerin eserlerini ihtiva etmektedir. Derginin yazar kadrosunda yer alan isimler genel itibarıyla Türkçü fikirlere sahiptirler. Bu kişilerin yazılarının II. Dünya Savaşı Türkiye'sinde görülen komünizm aleyhtarlığından yana oldukları görülmektedir. Birçok yazıda ülke genelinde yürütülen komünist faaliyetlere ve bu faaliyetleri en azından görmezden gelen siyasilere karşı sert eleştiriler getirilir. Yayımlanan şiirlerin de büyük kısmı Türkçü ve Turancı bir çizgide nazmedilmiştir. Derginin idari heyeti, kendilerini Kemalist ve aynı zamanda Ziya Gökalp'in takipçileri olarak nitelerler. Bu yazıyla birlikte derginin muhtevası bahse konu yıllarda gelişen Türkçülük hareketleri açısından değerlendirilecek, Kemalizme ve Ziya Gökalp'in fikirlerine yapılan göndermeler tahlil edilmeye çalışılacaktır.
Servet-i Fünûn edebiyat topluluğu yenileşme devri Türk edebiyatı için önemli bir devredir. Bu ede... more Servet-i Fünûn edebiyat topluluğu yenileşme devri Türk edebiyatı için önemli bir devredir. Bu edebiyat topluluğunu oluşturan isimlerin bir araya gelmesinde, ortak duyuş özelliklerine sahip olmalarının yanı sıra gelenekli sanat taraftarlarının baskıları da etkili olmuştur. Topluluğun ortaya çıktığı 1896'da Hüseyin Cahit Yalçın Mülkiye'den henüz yeni mezun olmuştur. Servet-i Fünûn öncesinde kimi edebî dergilerde ilk kalem tecrübeleri yayımlanan yazarın, bahse konu edilen derginin yazar kadrosunda ise öncelikle hikâye yazarı olarak yer almıştır. Yayımladığı ilk hikâyelerin ardından "Musâhabe-i Edebiyye", "Hayat-ı Matbûat" ve "Numûne-i Tenkit" sütunlarında eleştiri tarzında eserleri görülmeye başlanır. Bu eserlerinde modern Fransız eleştiri tarzının etkisi altında kaldığı anlaşılmaktadır. "Musâhabe-i Edebiyye" başlığı altında 539-542. sayılar arasında yayımlanan yazılarında sembolizm edebî hareketine dikkatleri çekmeye çalıştığı görülür. İlgili yazılar George Pellisier'in Le Mouvement Littéraire Contemporain isimli eserinden nakledilmiştir. Hüseyin Cahit Yalçın naklettiği bu yazılarla birlikte Fransız edebiyatı sınırları dâhilinde kalan sembolist şairlere ve eserlere dair bilgileri devrin Türk okuyucusuna ve sanatkârlarına tanıtmayı amaçlar. Bu yazıyla birlikte Yalçın'ın Fransız eleştirmenden naklettiği makaleler günümüz Türk okuyucusunun dikkatlerine arz edilmektedir.
Yenileşme devri Türk edebiyatı, kökü XVIII. yüzyıla uzanan ve edebiyat
sahasındaki olgun meyvalar... more Yenileşme devri Türk edebiyatı, kökü XVIII. yüzyıla uzanan ve edebiyat
sahasındaki olgun meyvalarını XIX. yüzyılda vermeye başlayan bir yönelişin sonucudur. Avrupa düşünce dünyasına ve estetik değerlerine doğru bir dikkatin gün geçtikçe güçlenmesiyle birlikte, Osmanlı sanatkârı da çeviri faaliyetleriyle ve taklitle başlayan yenileşme denemelerini edebî eserlerin muhteva ve biçim özelliklerinde yenilikler aramak suretiyle tatbik etmeye çalışmıştır.Tanzimat sonrasında edebiyat sahasında temayüz eden sanatkârlardan Abdülhak Hâmid Tarhan, tiyatro eserleri ve şiirleri ile Batı etkisinde gelişmekte olan Türk edebiyatının velut isimleri arasında yer alır. Bu çalışmada Abdülhak Hâmid Tarhan’ın Divâneliklerim Yahut Belde adlı eserindeki şiirleri incelenmiştir. Sefahatlerle dolu bir yaşam tarzına sahip olan
ve resmî görevi icabı Paris’te bulunduğu yıllardaki hatıralarından oluşan
şiirleri, mizacına ve hayatına ışık tutan diğer eserleri ekseninde
değerlendirilmiştir. Irsiyetten, yetiştiği çevreden ve okuma kültüründen
beslenen ihtirasların yönlendirdiği muhteris şairin ilgili şiirlerinde Paris’te yaşanan zevk ve sefa dolu hatıraların izleri görülür. Bu çalışmayla, şairin mizacını şekillendiren kaynaklar ve şahsına münhasır duyuş özellikleri ile nazmedilen şiirlerinde, Paris hayatının yansımaları değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Cumhuriyet sonrasında Necip Fazıl Kısakürek’le gündeme taşınan ve Sezai Karakoç’la birlikte geliş... more Cumhuriyet sonrasında Necip Fazıl Kısakürek’le gündeme taşınan ve Sezai Karakoç’la birlikte gelişen İslami söylem, bu ilerleyişini ilk olarak düşünce ve edebiyat dergileri üzerinden yürütür. Bu nedenle, yerli düşünce ve edebiyat fikirlerinin kavramlaşma süreci Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat ve Mavera dergileri üzerinden takip edilebilir. Büyük Doğu ve Diriliş dergilerinde bir dava bilinci hâlinde işlenen İslami söylem, Nuri Pakdil’in idaresi altında çıkan Edebiyat dergisiyle birlikte yerli düşünce ve yerli edebiyat hâlinde kavramlaştırılır. Cumhuriyet sonrasında uygulanan yenilik hareketleri ve toplumu dönüştürme çabaları birer yabancılaşma hareketi olarak tarif edilir. Ülke aydınları devletin kurucu ruhu olan İslamiyet’ten uzaklaşarak halka yabancılaşmış, onunla arasında samimi bir bağ kuramamıştır. Bu yabancılaşmanın esas nedeni Batı medeniyetine ait değerlerle şartlanan bu kesimin, İmparatorluğu unutulması gereken bir mazi olarak görmesidir. Unutulması gereken maziyle kast edilen, onun kültür havzasından ve asli kaynaklarından yüz çevirmektir. Bu aydın kesimce, yüzyıllar boyunca tekemmül etmiş olan İslam medeniyetini terk edip Batılı değerler ile yeni bir toplum inşa etmek hedeflenmiştir.
Edebiyat dergisi etrafında toplanan ve daha sonra birçoğu Mavera ile yollarına devam edecek olan düşünür ve sanatkârlar, İslam medeniyetine ait değerler manzumesi ile örülmüş bir düşünce dünyasının muvaffak ve müessir olması için mücadele ederler. Bunu başarırken, İslam’ın getirdiği âlemşümul bakış açısı ile düşünce ve edebiyatta evrensel bir üslup geliştirmek isterler. Bu üslupla kaleme alınacak eserler bütün insanlığa hitap edebilecek seviyede fıtri olmalıdır. Yerli düşüncenin ufku yalnızca Anadolu ile sınırlı olmayıp Müslümanların yaşadığı diğer ülkelerle de bir bağ kurulmak istenir. Bu sebepledir ki Edebiyat’ta Ortadoğulu ve Afrikalı yazar ve şairlerden çeviriler yapılmış; Avrupa’da yaşayan Müslüman toplulukların meseleleri ve öncü isimleri dergi sayfalarında konu edilmiştir. Çeviri ve inceleme yazıları arasında zaman zaman Batılı düşünce insanlarının fikir eserlerinden örneklere de rastlanılır. Ele alınan eserler daha çok bir iç muhasebe türünden yazılardır. Mavera dergisiyle birlikte bahsedilen kavramlar çerçevesinde yine birçok yazı kale alınır ve edebî eser yayımlanır. Mavera, Edebiyat’tan farklı olarak, Müslüman topluluklara daha geniş ölçüde hitap edebilmek için İngilizce nüshalar yayımlamak istemiş olsa da bunu başaramamıştır.
Akif İnan, sanatının olgunluk döneminin ilk eserlerini Edebiyat dergisinde verir. 1976 sonrasında ise Mavera’nın yazar kadrosunda yer alır. Bu dergilerde yer alan birçok yazısında yerli düşünce ve yerli edebiyattan kast edilen değerler manzumesini izah eder. O, İslami düşünce esaslarına yaslanan düşünce tarzından ve gelenekten beslenen bir edebiyat anlayışından taraftır. Gelenekle kast edilen yüzyıllardır İslam medeniyetinin kıymet ölçüleri ile yoğrulmuş olan millî kültürdür. Şiir açısından beslenilecek bu millî kaynak, Divan şiiridir. Divan şiirinin özünü ise tasavvuf oluşturmaktadır. Gelenekten beslenmekle kast edilen kuru bir taklitçilik değildir. Yerli edebiyata uygun eser vermek isteyen sanatkârın, yerli düşüncenin değer yargılarına sahip olması gerekir. Bu nedenledir ki yaşadığı dönemde gelenekli sanat eserlerinden yararlanmak isteyen birçok sanatkârı eleştirmiştir.
Edebiyatta yerli olabilmek, İslam medeniyetinin çağlar aşan değerlerinden beslenmekle mümkündür. Günün sanatkârı, çağın şartları ile elde edeceği yeni söyleyiş tarzını evrensel bir mesajla insanlara iletmelidir. İnsanın fıtri realitesi göz önünde tutulmalı, onu bunalımlara sürükleyen aldanışlardan kurtarmalıdır.
Mehmet Kaplan, kaleme aldığı ve yayıma hazırladığı eserleri ile Türk edebiyatı sahasında ki mütea... more Mehmet Kaplan, kaleme aldığı ve yayıma hazırladığı eserleri ile Türk edebiyatı sahasında ki müteakip birçok çalışmaya öncülük eder. İlmî çalışmaları kadar yetiştirdiği öğrenceleri eliyle de Türk kültür sahasında önemli başarılara imza atar. Genç yaşlarda kitapla kurduğu bağ, yıllar içinde eşine az rastlanır bir kültür adamı olarak Türk tarihinin farklı devirlerini kuşatacak bir irfana erişmesini sağlar. Yabancı dil bilgisi olan, çağının önemli kaynak eserlerini asıllarından okuyabilen bu birikimini millî müktesebat ile yoğurmuş olması onu birçok kişiden farklı kılar. Yaşadığı topluma yabancılaşmaz, onun tarihî devirlerden aşıp gelen kültürüyle kucaklamayı başarır. İlim adamlığı kadar hocalık görevini ifa ederken de gösterdiği özveri birçok hatıra ve eserle sabittir.
Bu yazı, yaşadığı muhitin birçok imkânlarından feragat edip idealist bir ilim adamı olarak kendisine reva görülen tezvirat ve iftiraya uzun yıllar sonra cevap vermek üzere kaleme alındı. Erzurum’da bulunduğu yıllarda şehir halkı ve üniversite arasında kurmaya çalıştığı bağ ve eserleri gözler önüne serildi. Şehir halkının kendisine göstermiş olduğu teveccüh farklı kaynaklardan aktarıldı. Tüm bu güzellikler esnasında Ahmet Emin Yalman’ın idaresindeki Vatan gazetesinin fitilini ateşlediği karalama faaliyetleri ve bu faaliyetlere alet olan kişiler ortaya konuldu.
Son bölümde ise Mehmet Kaplan’ın Atatürk Üniversitesi ikinci ders yılı açılış dersinin notları, bahsi geçen konuları ele alan önceki yazılarına göndermelerde bulunularak yayımlanmış oldu. Bu bölümdeki referanslarla, onun yıllarca dikkatini yoğunlaştırdığı kavramlara dikkat çekmek, çalışma ve yazma metodolojisinin izi sürülmek istendi.
Namık Kemal'in Tilmîzlerinden Mustafa Refik Bey’in Edebiyat Tarihimizdeki Yeri
1843 doğumlu Mustafa Refik Bey 1865’te 22 yaşında koleradan vefat etmiştir. Gençliğinin baharında... more 1843 doğumlu Mustafa Refik Bey 1865’te 22 yaşında koleradan vefat etmiştir. Gençliğinin baharında hayata gözlerini yummuş olan bu isim Tanzimat devri edîblerimizin iltifatlarını kazanmayı başarmıştır. Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid ve Süleyman Nazif gibi isimler vefatından sonra mektuplarıyla ve makaleleriyle hatırasını yâd etmişlerdir. Recaizade’nin bu genç şair ve yazarın ismini tazîz etmek üzere yazdığı manzumeler devri içindeki kıymetini gösterir.
Namık Kemal’in bir mektubunda belirttiği üzere bizde “ilk defa bir mecmua-i mevkûte” neşreden henüz 19 yaşındaki Refik Beydir. Bu dergi sadece üç sayı yayımlanmış olan Mir’at mecmuasıdır. Tanzimat devri gazete ve dergilerinde bilfiil çalışmış olan Refik Bey daha çok dostlarının hatıra ve notlarında kalmış şiirleriyle şair, Letâif-i İnşâ’sıyla da yazar olarak karşımıza çıkar. Namık Kemal ile olan ünsiyeti yalnızca edebiyat vadisi ile sınırlı değildir. Ölümünden birkaç ay önce Yeni Osmanlılar cemiyetine katılan Refik Bey siyasi duruşu ile de Namık Kemal’in has dairesinde yer bulmuştur.
Yazıda ayrıca Mustafa Refik Bey hakkında kaleme alınan makale ve mektuplardan hareketle hayatı ve sanatına dair bilgiler derlenecek, Mir’at mecmuasındaki kalem tecrübeleri tespit edilecektir. Letâif-i İnşâ yazarı Mustafa Refik Bey’in şair ve yazar yönlerini ortaya koyma amacındaki bu çalışmanın edebiyat tarihimize mütevazı bir katkıda bulunmasını umuyoruz.
Türkçeye Çevrilen İlk Fabl Antolojisi Choix de Fables Traduite En Turk
Sözlü edebiyat devrine kadar uzanan bir geleneğin eseri olan fablların ortaya çıktığı coğrafya ol... more Sözlü edebiyat devrine kadar uzanan bir geleneğin eseri olan fablların ortaya çıktığı coğrafya olarak Mezopotamya işaret edilmiştir . Fabllar, birçok medeniyet havzasından beslenmiş, farklı kültürlere ait motiflerle zenginlik kazanmış ibretamiz mesellerdir. Batı dünyasında edebî bir tür olarak Ezop ile temeyyüz eden fabl, XVII. yüzyılda Fransız sanatkâr La Fontaine ile seçkin bir mevki kazanır. Latince “fabula”dan Fransızcaya geçmiş olan “fable”; tahkiyeli, mecazi ve mitolojik manzum kısa anlatı anlamına sahiptir . Fablların manzum olma esası zaman sonra mensur olabileceği şeklinde değişmiştir. Manzum ve mensur kısa hikâyeler olan fabllar eğlenceli bir anlatım ile hayata dair nasihatler verme amacı güder. Konuşan ve insanoğluna mahsus diğer özellikleri haiz hayvan figürlerinin yer aldığı bu alegorik kısa anlatıların sonunda kimi zaman dolaylı kimi zaman ise açıktan, bir ahlaki ilkeye referans verilerek anlatının bir bütün hâlinde anlaşılması amaçlanır .
Fransızca fabllar Türk edebiyatının yenileşme döneminde ilgiyle karşılanmıştır. Dergi ve gazetelerin edebî sütunlarından, şiir kitaplarına, hikâye antolojilerine ve müstakil çeviri eserlere kadar bu ilgi görülür. İlk fabl çevirileri için edebiyat tarihlerimizde 1850 sonrası dönem işaret edilmiştir . Kayserili Doktor Rüştü’nün Nuhbetü’l-Etfâl’inde ve Şinasi’nin Terceme-i Manzûme adlı eserlerinde ilk örneklerle karşılaşılır. Müteakip yıllarda birçok şairin eserlerinde manzum fabllara rastlamak mümkündür. Hikâye antolojileri de bu edebî türe yer ayırmıştır. Manastırlı Mehmed Rifat’ın Hikâyât-ı Müntahabe’sinde , yazarı bilinmeyen Mecmuâ-yı Hikâyât’da , Markar Kabrielyan’ın Gülşen-i Letâif’inde ve Müdirzâde Ahmed Nuri’nin Gülünçlü ve İbretâmiz Hikâyeler’inde fablllar mevcuttur. Mezkûr eserler tamamıyla fablları ihtiva eden eserler değildir. Bu eserlerde şiir ve hikâyelerle birlikte fabllara da yer verilir.
Osman Rasih’in Ezop’tan çevirdiği Menâkıb-ı Hayvan Bera-yı Teşhiz-i Ezhan isimli eserle matbaamız ilk müstakil fabl çevirisine sahip olur. Sonrasında Rıfat’ın La Fontaine’den çevirdiği Gürk-i Kaza İber ve Hikmet Şamildir isimli eseri yayımlanır. Hacı Zahid’in yine La Fontaine’den çevirdiği Güldeste-i Ahlak isimli eserleri, onu takip eden bir diğer eserdir. Mehmed Ali Ayni’nin Çocuklarımıza La Fontaine Hikâyeleri isimli küçük hacimli antolojisi ise farklı çevirmenlerin eserlerini ihtiva eder.
Yapılan çevirilere rağmen, edebî bir tür olarak fablların ilk dönem edebiyat tarihlerimizde ve edebiyat bilgisi kitaplarında çok fazla dikkat çekmediği; bu türe dair özel bahisler açılmadığı ve tanımlamalara yer verilmediği görülmektedir. Çeviri edebiyat tarihlerinde ise Ezop ve La Fontaine’in bahsi geçtiği yerlerde “hikâye” kavramı ile fablların karşılık bulduğunu görüyoruz. Diyarbakırlı Çelebizade Agop Lütfü’nin Tercüme-i Yezepos isimli eseri bir fabl yazarı hakkında yazılmış ilk biyografi olsa da bu eser içinde fabllara dikkat çekilmediği görülür. Cumhuriyet öncesi hazırlanan Fransızca Türkçe sözlüklerde Fransızca “fable” kelimesine halk edebiyatından gelen bir alışkanlıkla farklı karşılıklar verildiği görülmektedir
Yesili Hoca Ahmed isimli tarihî roman Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun yayımlanan son
eseridir. Üç ... more Yesili Hoca Ahmed isimli tarihî roman Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun yayımlanan son
eseridir. Üç ciltten oluşan bu tarihî roman Hoca Ahmed-i Yesevî’nin hikmet dolu hayatını ve tasavvufi bakış açısını yansıtır. Tarihî romanlar, tarihi bir fon olarak kullanırken hakikat ve kurgu arasındaki ilişkiyi de tesis etmeye çabalar. Sepetçioğlu, eserini kaleme almadan önce Türkî coğrafyayı gezmiş ve gözlemlerde bulunmuştur. Ahmet Yesevi’nin manevi iklimini solumaya gayret eden yazar, yapmış olduğu okumalarla Ahmet Yesevi ve Yesevilik üzerine bilgilerini arttırmıştır.
Bilginin gerçekliğinde kurulan çerçeve metin, kurgu sanatının esaslarına da sadık kalınarak romanlaştırılmıştır. Ahmed-i Yesevî, tarihî şahsiyetinin yanı sıra roman kişisi olarak da hayat bulmuştur. Çalışmamızda Ahmed-i Yesevî’nin tarihî şahsiyetiyle roman karakteri kimliğinin ne ölçüde işlendiği ele alınacaktır. Ayrıca Türk tarihinin bir mihenk taşı olarak ele alınan Yesevilik öğretisinin de izleri sürülecektir. Yeseviliğin öne çıkarılan yönleri metin merkezli incelenip örneklendirilecektir.
Bu çalışmada kurgu sanatının eseri olan roman kişisi Yesili Ahmed ve öğretileri gerçeklik terazisinde ölçüye vurulacaktır. Türk edebiyat tarihinin önemli yazarlarından Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun en büyük eseri olarak tavsif ettiği ilgili romanı edebî mikyaslarla, akademik okumalar eşliğinde değerlendirilecektir.
Kendini milliyetçi muhafazakâr dava dergisi olarak tavsif eden Fedai, 1963-1979 yılları arasında ... more Kendini milliyetçi muhafazakâr dava dergisi olarak tavsif eden Fedai, 1963-1979 yılları arasında İzmir’de “Allah’a Vatan’a ve Hürriyet’e” başlık altı yazısıyla üç dönem hâlinde 64 sayı yayımlanmıştır. Kemal Fedai Coşkuner’in idare ettiği derginin ilk neşir müdürü ise Zübeyir Yetik’tir. Dergide devrin birçok önemli şair ve yazarı bir araya gelir. Abdurrahim Karakoç, Ali Ulvi Kurucu, Bahattin Karakoç, Dilaver Cebeci, Enver Tuncalp, Arif Nihat Asya, Cemal Oğuz Öcal, Ekrem Kartal, Fevzi Halıcı, Göktürk Mehmet Uytun, Hüseyin Gür, Meliha Topaloğlu, Kemal Fedai Coşkuner, Mehmet Özdemir, Muhsin İlyas Subaşı, Özler Yasin, Yavuz Bülent Bakiler ve Zübeyir Yetik gibi isimler eserlerine rastlanan şairlerdir. İsmi geçen şairlerin yanı sıra Agâh Oktay Güner, Ali Fuat Başgil, Necip Fazıl Kısakürek, Nejdet Sançar, Nurettin Topçu, Osman Yüksel Serdengeçti, Osman Turan, Peyami Safa ve Tahsin Ünal gibi tanınmış düşünce adamlarının başını çektiği yazarların da dergide imzalarına rastlanılır. Derginin yazar kadrosunu ihdas eden isimler Türkiye’nin milliyetçi ve mukaddesatçı kesimlerinden gelen, Türkiye aleyhine yürütülen eylemlere karşı ortak bir mücadele yürütme niyetinde olan kişilerdir. İsmi geçen şair ve yazarlar bediî eserler verdikleri gibi Türkiye’de ilgili yıllarda tebarüz eden komünist ve sosyalist yapılanmalara karşı da kalem oynatırlar. Marksist düşünce sistemine dayalı bu cereyanlar ve taraftarları şiddetle eleştirilir. Gerek fikrî gerekse de edebî eserler marifetiyle toplum, bahse konu tehlikeye karşı bilgilendirilir ve mücadele yollarına dair aydınlatılır.
Bir edebî tür olarak seyahatnamelerde anlatı kurgusal olmayan, yaşanmış ve gerçekçi bir olay örgü... more Bir edebî tür olarak seyahatnamelerde anlatı kurgusal olmayan, yaşanmış ve gerçekçi bir olay örgüsüne sahiptir. Anlatıcının ait olduğu medeniyet dairesinin merkeze alındığı kendi ve öteki ile karşılaştırmaların konu edildiği seyahatnamelerde yazarın temel amacı ötekini anlamaktır. Yazarın hayatının belirli bir kesitini ve deneyimlerini ele alan bu edebî tür gerçekleştirilen seyahatin gerçekçi yönüyle kurgusal hikâye ve diğer anlatı türlerinden farklılıklar gösterir. Farklı edebî türlerle kurduğu ilişkiler nedeniyle kesin hatlarının tayini ne kadar güçse de merak güdüsü, sanatsal mükemmelleşme arayışı ve bilme açlığı gibi temel motifler seyahatnamelerin özgün yönleri arasındadır. Batılı seyyahların kaleme aldıkları seyahatnameler Doğu toplumunu ve kültürünü anlama çabasının bir sonucudur.
Nicolas de Nicolay’ın ilk kez 1568 yılında yayımlanan Les Quatre Premiers Livres de Navigations et Pérégrinations Oriantales (Doğu’ya Deniz Yolculukları ve Geziler) adlı eseri de mezkûr amiller neticesinde kaleme alınmış bir seyahatnamedir. İlgili seyahatname birbirini tamamlar nitelikte dört kitaptan ibarettir. Arfeuille Senyörü ve Fransa Kralının hizmetkârı olarak kendisini tavsif eden Dauphiné’li Nicolas de Nicolay’ın eseri Kanuni devri Osmanlı coğrafyası ve toplumuna dair gözlemleri muhtevidir.
Seyahatnamenin kendini diğer örneklerinden farklı kılan temel özelliklerinden birisi de devrin erkek ve kadınlarını temsil eden çizimlere yer vermiş olmasıdır. Toplumsal konumlarına muvafık giyimleri ile çizilen erkek ve kadınlar Batılı bir seyyahın oluşturmaya çalıştığı imge dünyasını da okuyucuya sunmaktadır. Bu çalışmada, Fransız seyyahın gözüyle XVI. yüzyıl Osmanlı coğrafyası ve toplumuna dair gözlemler incelenecektir. Aynı zamanda seyahatnamenin, türün edebî mikyaslarına ne denli uyduğu ele alınacak ve seyahat edebiyatı dâhilinde değerlendiri
lecektir
Yenileşme devri edebiyatımızın ilk adımları öncelikle gazetelerde görülür. Osmanlı coğrafyasında... more Yenileşme devri edebiyatımızın ilk adımları öncelikle gazetelerde görülür. Osmanlı coğrafyasındaki ilk gazeteler yabancı dilde özellikle Fransızca olarak neşredilmişlerdir. Türkçe yayımlanan gazetelerle birlikte edebiyatımız için yeni bir dikkat gelişmeye başlar. Batı edebiyatına özgü edebî türlere dair ilk denemeler bu gazetelerde tebarüz eder. Edebî dergilerin yaygınlık kazanmasıyla birlikte çok sayıda eserin tercüme edildiği görülür. Fransız edebiyatı beslenilen kaynakların başında gelir. Edebiyatta asrîleşmek yabancı dil bilmeyi ve Batılı edebiyatlardan yararlanmayı gerektirir.
Ma’rifet dergisi gerek muhtevî olduğu eserler ve tercümeler gerekse de yayın politikası açısından devri içinde öne çıkar. Rum asıllı Théodossia’nın gayretleri ile yayımlanmaya başlanan dergi Türkçe ve Fransızca nüshalar halinde yayımlanır. Derginin sahibesi bunun nedeninin genç Osmanlılara Fransızcayı öğretmek olduğunu izah eder. Dergideki tercüme eserler asılları ile birlikte verilir. Dergide aynı zamanda sanat ve bilime dair makaleler de mevcuttur.
Bu çalışmanının amacı Mutavassıtîn devrinde yayımlanan Ma’rifet dergisini çıkardığımız fihrist eşliğinde incelemektir. Klasik Türk edebiyatına mahsus edebî türlerin de görüldüğü dergide Fransız yazar ve şairlerin eserlerine ve makalelerine tesadüf edilir. Dergi bu özelliği ile Mutavassıtîn haiz olduğu dualiteyi ortaya koyması açısından önemlidir.
Öz: Envâr-ı Zekâ dergisi Türk Edebiyatı tarihinde ara nesil olarak ifade edilen devrenin önde gel... more Öz: Envâr-ı Zekâ dergisi Türk Edebiyatı tarihinde ara nesil olarak ifade edilen devrenin önde gelen edebî dergilerindendir. Mensur şiir, tablo altı şiir gibi edebiyatımızdaki bazı yeniliklerin bu derginin yazar ve şairlerince de tecrübe ettiği görülür. Bu çalışmamızda bu yenilik örneklerine değinilmiş olmakla birlikte otuz dört sayılık bu edebî derginin talilî fihristide çıkarılmıştır. Bu çalışmanın mezkur edebî devreye ait çalışmalarda istifade edilecek bir kaynak olacağını öngörüyoruz. Abstract: Envâr-ı Zekâ is one of the most popular literary journals of interval generation in the history of Turkish Literature. We can see that some poets and writers of this generation experienced many literary novelties for our history of literature such as prose poetry and poetry under tableau. In this study, we established an analytical index of this journal which consists of thirty-four number by exemplifying literary novelties that are mentioned. We predict that this study will be a useful source for following studies about the period stated.
Uploads
Makaleler by Hakan Soydaş
sahasındaki olgun meyvalarını XIX. yüzyılda vermeye başlayan bir yönelişin sonucudur. Avrupa düşünce dünyasına ve estetik değerlerine doğru bir dikkatin gün geçtikçe güçlenmesiyle birlikte, Osmanlı sanatkârı da çeviri faaliyetleriyle ve taklitle başlayan yenileşme denemelerini edebî eserlerin muhteva ve biçim özelliklerinde yenilikler aramak suretiyle tatbik etmeye çalışmıştır.Tanzimat sonrasında edebiyat sahasında temayüz eden sanatkârlardan Abdülhak Hâmid Tarhan, tiyatro eserleri ve şiirleri ile Batı etkisinde gelişmekte olan Türk edebiyatının velut isimleri arasında yer alır. Bu çalışmada Abdülhak Hâmid Tarhan’ın Divâneliklerim Yahut Belde adlı eserindeki şiirleri incelenmiştir. Sefahatlerle dolu bir yaşam tarzına sahip olan
ve resmî görevi icabı Paris’te bulunduğu yıllardaki hatıralarından oluşan
şiirleri, mizacına ve hayatına ışık tutan diğer eserleri ekseninde
değerlendirilmiştir. Irsiyetten, yetiştiği çevreden ve okuma kültüründen
beslenen ihtirasların yönlendirdiği muhteris şairin ilgili şiirlerinde Paris’te yaşanan zevk ve sefa dolu hatıraların izleri görülür. Bu çalışmayla, şairin mizacını şekillendiren kaynaklar ve şahsına münhasır duyuş özellikleri ile nazmedilen şiirlerinde, Paris hayatının yansımaları değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Edebiyat dergisi etrafında toplanan ve daha sonra birçoğu Mavera ile yollarına devam edecek olan düşünür ve sanatkârlar, İslam medeniyetine ait değerler manzumesi ile örülmüş bir düşünce dünyasının muvaffak ve müessir olması için mücadele ederler. Bunu başarırken, İslam’ın getirdiği âlemşümul bakış açısı ile düşünce ve edebiyatta evrensel bir üslup geliştirmek isterler. Bu üslupla kaleme alınacak eserler bütün insanlığa hitap edebilecek seviyede fıtri olmalıdır. Yerli düşüncenin ufku yalnızca Anadolu ile sınırlı olmayıp Müslümanların yaşadığı diğer ülkelerle de bir bağ kurulmak istenir. Bu sebepledir ki Edebiyat’ta Ortadoğulu ve Afrikalı yazar ve şairlerden çeviriler yapılmış; Avrupa’da yaşayan Müslüman toplulukların meseleleri ve öncü isimleri dergi sayfalarında konu edilmiştir. Çeviri ve inceleme yazıları arasında zaman zaman Batılı düşünce insanlarının fikir eserlerinden örneklere de rastlanılır. Ele alınan eserler daha çok bir iç muhasebe türünden yazılardır. Mavera dergisiyle birlikte bahsedilen kavramlar çerçevesinde yine birçok yazı kale alınır ve edebî eser yayımlanır. Mavera, Edebiyat’tan farklı olarak, Müslüman topluluklara daha geniş ölçüde hitap edebilmek için İngilizce nüshalar yayımlamak istemiş olsa da bunu başaramamıştır.
Akif İnan, sanatının olgunluk döneminin ilk eserlerini Edebiyat dergisinde verir. 1976 sonrasında ise Mavera’nın yazar kadrosunda yer alır. Bu dergilerde yer alan birçok yazısında yerli düşünce ve yerli edebiyattan kast edilen değerler manzumesini izah eder. O, İslami düşünce esaslarına yaslanan düşünce tarzından ve gelenekten beslenen bir edebiyat anlayışından taraftır. Gelenekle kast edilen yüzyıllardır İslam medeniyetinin kıymet ölçüleri ile yoğrulmuş olan millî kültürdür. Şiir açısından beslenilecek bu millî kaynak, Divan şiiridir. Divan şiirinin özünü ise tasavvuf oluşturmaktadır. Gelenekten beslenmekle kast edilen kuru bir taklitçilik değildir. Yerli edebiyata uygun eser vermek isteyen sanatkârın, yerli düşüncenin değer yargılarına sahip olması gerekir. Bu nedenledir ki yaşadığı dönemde gelenekli sanat eserlerinden yararlanmak isteyen birçok sanatkârı eleştirmiştir.
Edebiyatta yerli olabilmek, İslam medeniyetinin çağlar aşan değerlerinden beslenmekle mümkündür. Günün sanatkârı, çağın şartları ile elde edeceği yeni söyleyiş tarzını evrensel bir mesajla insanlara iletmelidir. İnsanın fıtri realitesi göz önünde tutulmalı, onu bunalımlara sürükleyen aldanışlardan kurtarmalıdır.
Bu yazı, yaşadığı muhitin birçok imkânlarından feragat edip idealist bir ilim adamı olarak kendisine reva görülen tezvirat ve iftiraya uzun yıllar sonra cevap vermek üzere kaleme alındı. Erzurum’da bulunduğu yıllarda şehir halkı ve üniversite arasında kurmaya çalıştığı bağ ve eserleri gözler önüne serildi. Şehir halkının kendisine göstermiş olduğu teveccüh farklı kaynaklardan aktarıldı. Tüm bu güzellikler esnasında Ahmet Emin Yalman’ın idaresindeki Vatan gazetesinin fitilini ateşlediği karalama faaliyetleri ve bu faaliyetlere alet olan kişiler ortaya konuldu.
Son bölümde ise Mehmet Kaplan’ın Atatürk Üniversitesi ikinci ders yılı açılış dersinin notları, bahsi geçen konuları ele alan önceki yazılarına göndermelerde bulunularak yayımlanmış oldu. Bu bölümdeki referanslarla, onun yıllarca dikkatini yoğunlaştırdığı kavramlara dikkat çekmek, çalışma ve yazma metodolojisinin izi sürülmek istendi.
Namık Kemal’in bir mektubunda belirttiği üzere bizde “ilk defa bir mecmua-i mevkûte” neşreden henüz 19 yaşındaki Refik Beydir. Bu dergi sadece üç sayı yayımlanmış olan Mir’at mecmuasıdır. Tanzimat devri gazete ve dergilerinde bilfiil çalışmış olan Refik Bey daha çok dostlarının hatıra ve notlarında kalmış şiirleriyle şair, Letâif-i İnşâ’sıyla da yazar olarak karşımıza çıkar. Namık Kemal ile olan ünsiyeti yalnızca edebiyat vadisi ile sınırlı değildir. Ölümünden birkaç ay önce Yeni Osmanlılar cemiyetine katılan Refik Bey siyasi duruşu ile de Namık Kemal’in has dairesinde yer bulmuştur.
Yazıda ayrıca Mustafa Refik Bey hakkında kaleme alınan makale ve mektuplardan hareketle hayatı ve sanatına dair bilgiler derlenecek, Mir’at mecmuasındaki kalem tecrübeleri tespit edilecektir. Letâif-i İnşâ yazarı Mustafa Refik Bey’in şair ve yazar yönlerini ortaya koyma amacındaki bu çalışmanın edebiyat tarihimize mütevazı bir katkıda bulunmasını umuyoruz.
Fransızca fabllar Türk edebiyatının yenileşme döneminde ilgiyle karşılanmıştır. Dergi ve gazetelerin edebî sütunlarından, şiir kitaplarına, hikâye antolojilerine ve müstakil çeviri eserlere kadar bu ilgi görülür. İlk fabl çevirileri için edebiyat tarihlerimizde 1850 sonrası dönem işaret edilmiştir . Kayserili Doktor Rüştü’nün Nuhbetü’l-Etfâl’inde ve Şinasi’nin Terceme-i Manzûme adlı eserlerinde ilk örneklerle karşılaşılır. Müteakip yıllarda birçok şairin eserlerinde manzum fabllara rastlamak mümkündür. Hikâye antolojileri de bu edebî türe yer ayırmıştır. Manastırlı Mehmed Rifat’ın Hikâyât-ı Müntahabe’sinde , yazarı bilinmeyen Mecmuâ-yı Hikâyât’da , Markar Kabrielyan’ın Gülşen-i Letâif’inde ve Müdirzâde Ahmed Nuri’nin Gülünçlü ve İbretâmiz Hikâyeler’inde fablllar mevcuttur. Mezkûr eserler tamamıyla fablları ihtiva eden eserler değildir. Bu eserlerde şiir ve hikâyelerle birlikte fabllara da yer verilir.
Osman Rasih’in Ezop’tan çevirdiği Menâkıb-ı Hayvan Bera-yı Teşhiz-i Ezhan isimli eserle matbaamız ilk müstakil fabl çevirisine sahip olur. Sonrasında Rıfat’ın La Fontaine’den çevirdiği Gürk-i Kaza İber ve Hikmet Şamildir isimli eseri yayımlanır. Hacı Zahid’in yine La Fontaine’den çevirdiği Güldeste-i Ahlak isimli eserleri, onu takip eden bir diğer eserdir. Mehmed Ali Ayni’nin Çocuklarımıza La Fontaine Hikâyeleri isimli küçük hacimli antolojisi ise farklı çevirmenlerin eserlerini ihtiva eder.
Yapılan çevirilere rağmen, edebî bir tür olarak fablların ilk dönem edebiyat tarihlerimizde ve edebiyat bilgisi kitaplarında çok fazla dikkat çekmediği; bu türe dair özel bahisler açılmadığı ve tanımlamalara yer verilmediği görülmektedir. Çeviri edebiyat tarihlerinde ise Ezop ve La Fontaine’in bahsi geçtiği yerlerde “hikâye” kavramı ile fablların karşılık bulduğunu görüyoruz. Diyarbakırlı Çelebizade Agop Lütfü’nin Tercüme-i Yezepos isimli eseri bir fabl yazarı hakkında yazılmış ilk biyografi olsa da bu eser içinde fabllara dikkat çekilmediği görülür. Cumhuriyet öncesi hazırlanan Fransızca Türkçe sözlüklerde Fransızca “fable” kelimesine halk edebiyatından gelen bir alışkanlıkla farklı karşılıklar verildiği görülmektedir
eseridir. Üç ciltten oluşan bu tarihî roman Hoca Ahmed-i Yesevî’nin hikmet dolu hayatını ve tasavvufi bakış açısını yansıtır. Tarihî romanlar, tarihi bir fon olarak kullanırken hakikat ve kurgu arasındaki ilişkiyi de tesis etmeye çabalar. Sepetçioğlu, eserini kaleme almadan önce Türkî coğrafyayı gezmiş ve gözlemlerde bulunmuştur. Ahmet Yesevi’nin manevi iklimini solumaya gayret eden yazar, yapmış olduğu okumalarla Ahmet Yesevi ve Yesevilik üzerine bilgilerini arttırmıştır.
Bilginin gerçekliğinde kurulan çerçeve metin, kurgu sanatının esaslarına da sadık kalınarak romanlaştırılmıştır. Ahmed-i Yesevî, tarihî şahsiyetinin yanı sıra roman kişisi olarak da hayat bulmuştur. Çalışmamızda Ahmed-i Yesevî’nin tarihî şahsiyetiyle roman karakteri kimliğinin ne ölçüde işlendiği ele alınacaktır. Ayrıca Türk tarihinin bir mihenk taşı olarak ele alınan Yesevilik öğretisinin de izleri sürülecektir. Yeseviliğin öne çıkarılan yönleri metin merkezli incelenip örneklendirilecektir.
Bu çalışmada kurgu sanatının eseri olan roman kişisi Yesili Ahmed ve öğretileri gerçeklik terazisinde ölçüye vurulacaktır. Türk edebiyat tarihinin önemli yazarlarından Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun en büyük eseri olarak tavsif ettiği ilgili romanı edebî mikyaslarla, akademik okumalar eşliğinde değerlendirilecektir.
Nicolas de Nicolay’ın ilk kez 1568 yılında yayımlanan Les Quatre Premiers Livres de Navigations et Pérégrinations Oriantales (Doğu’ya Deniz Yolculukları ve Geziler) adlı eseri de mezkûr amiller neticesinde kaleme alınmış bir seyahatnamedir. İlgili seyahatname birbirini tamamlar nitelikte dört kitaptan ibarettir. Arfeuille Senyörü ve Fransa Kralının hizmetkârı olarak kendisini tavsif eden Dauphiné’li Nicolas de Nicolay’ın eseri Kanuni devri Osmanlı coğrafyası ve toplumuna dair gözlemleri muhtevidir.
Seyahatnamenin kendini diğer örneklerinden farklı kılan temel özelliklerinden birisi de devrin erkek ve kadınlarını temsil eden çizimlere yer vermiş olmasıdır. Toplumsal konumlarına muvafık giyimleri ile çizilen erkek ve kadınlar Batılı bir seyyahın oluşturmaya çalıştığı imge dünyasını da okuyucuya sunmaktadır. Bu çalışmada, Fransız seyyahın gözüyle XVI. yüzyıl Osmanlı coğrafyası ve toplumuna dair gözlemler incelenecektir. Aynı zamanda seyahatnamenin, türün edebî mikyaslarına ne denli uyduğu ele alınacak ve seyahat edebiyatı dâhilinde değerlendiri
lecektir
Ma’rifet dergisi gerek muhtevî olduğu eserler ve tercümeler gerekse de yayın politikası açısından devri içinde öne çıkar. Rum asıllı Théodossia’nın gayretleri ile yayımlanmaya başlanan dergi Türkçe ve Fransızca nüshalar halinde yayımlanır. Derginin sahibesi bunun nedeninin genç Osmanlılara Fransızcayı öğretmek olduğunu izah eder. Dergideki tercüme eserler asılları ile birlikte verilir. Dergide aynı zamanda sanat ve bilime dair makaleler de mevcuttur.
Bu çalışmanının amacı Mutavassıtîn devrinde yayımlanan Ma’rifet dergisini çıkardığımız fihrist eşliğinde incelemektir. Klasik Türk edebiyatına mahsus edebî türlerin de görüldüğü dergide Fransız yazar ve şairlerin eserlerine ve makalelerine tesadüf edilir. Dergi bu özelliği ile Mutavassıtîn haiz olduğu dualiteyi ortaya koyması açısından önemlidir.
sahasındaki olgun meyvalarını XIX. yüzyılda vermeye başlayan bir yönelişin sonucudur. Avrupa düşünce dünyasına ve estetik değerlerine doğru bir dikkatin gün geçtikçe güçlenmesiyle birlikte, Osmanlı sanatkârı da çeviri faaliyetleriyle ve taklitle başlayan yenileşme denemelerini edebî eserlerin muhteva ve biçim özelliklerinde yenilikler aramak suretiyle tatbik etmeye çalışmıştır.Tanzimat sonrasında edebiyat sahasında temayüz eden sanatkârlardan Abdülhak Hâmid Tarhan, tiyatro eserleri ve şiirleri ile Batı etkisinde gelişmekte olan Türk edebiyatının velut isimleri arasında yer alır. Bu çalışmada Abdülhak Hâmid Tarhan’ın Divâneliklerim Yahut Belde adlı eserindeki şiirleri incelenmiştir. Sefahatlerle dolu bir yaşam tarzına sahip olan
ve resmî görevi icabı Paris’te bulunduğu yıllardaki hatıralarından oluşan
şiirleri, mizacına ve hayatına ışık tutan diğer eserleri ekseninde
değerlendirilmiştir. Irsiyetten, yetiştiği çevreden ve okuma kültüründen
beslenen ihtirasların yönlendirdiği muhteris şairin ilgili şiirlerinde Paris’te yaşanan zevk ve sefa dolu hatıraların izleri görülür. Bu çalışmayla, şairin mizacını şekillendiren kaynaklar ve şahsına münhasır duyuş özellikleri ile nazmedilen şiirlerinde, Paris hayatının yansımaları değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Edebiyat dergisi etrafında toplanan ve daha sonra birçoğu Mavera ile yollarına devam edecek olan düşünür ve sanatkârlar, İslam medeniyetine ait değerler manzumesi ile örülmüş bir düşünce dünyasının muvaffak ve müessir olması için mücadele ederler. Bunu başarırken, İslam’ın getirdiği âlemşümul bakış açısı ile düşünce ve edebiyatta evrensel bir üslup geliştirmek isterler. Bu üslupla kaleme alınacak eserler bütün insanlığa hitap edebilecek seviyede fıtri olmalıdır. Yerli düşüncenin ufku yalnızca Anadolu ile sınırlı olmayıp Müslümanların yaşadığı diğer ülkelerle de bir bağ kurulmak istenir. Bu sebepledir ki Edebiyat’ta Ortadoğulu ve Afrikalı yazar ve şairlerden çeviriler yapılmış; Avrupa’da yaşayan Müslüman toplulukların meseleleri ve öncü isimleri dergi sayfalarında konu edilmiştir. Çeviri ve inceleme yazıları arasında zaman zaman Batılı düşünce insanlarının fikir eserlerinden örneklere de rastlanılır. Ele alınan eserler daha çok bir iç muhasebe türünden yazılardır. Mavera dergisiyle birlikte bahsedilen kavramlar çerçevesinde yine birçok yazı kale alınır ve edebî eser yayımlanır. Mavera, Edebiyat’tan farklı olarak, Müslüman topluluklara daha geniş ölçüde hitap edebilmek için İngilizce nüshalar yayımlamak istemiş olsa da bunu başaramamıştır.
Akif İnan, sanatının olgunluk döneminin ilk eserlerini Edebiyat dergisinde verir. 1976 sonrasında ise Mavera’nın yazar kadrosunda yer alır. Bu dergilerde yer alan birçok yazısında yerli düşünce ve yerli edebiyattan kast edilen değerler manzumesini izah eder. O, İslami düşünce esaslarına yaslanan düşünce tarzından ve gelenekten beslenen bir edebiyat anlayışından taraftır. Gelenekle kast edilen yüzyıllardır İslam medeniyetinin kıymet ölçüleri ile yoğrulmuş olan millî kültürdür. Şiir açısından beslenilecek bu millî kaynak, Divan şiiridir. Divan şiirinin özünü ise tasavvuf oluşturmaktadır. Gelenekten beslenmekle kast edilen kuru bir taklitçilik değildir. Yerli edebiyata uygun eser vermek isteyen sanatkârın, yerli düşüncenin değer yargılarına sahip olması gerekir. Bu nedenledir ki yaşadığı dönemde gelenekli sanat eserlerinden yararlanmak isteyen birçok sanatkârı eleştirmiştir.
Edebiyatta yerli olabilmek, İslam medeniyetinin çağlar aşan değerlerinden beslenmekle mümkündür. Günün sanatkârı, çağın şartları ile elde edeceği yeni söyleyiş tarzını evrensel bir mesajla insanlara iletmelidir. İnsanın fıtri realitesi göz önünde tutulmalı, onu bunalımlara sürükleyen aldanışlardan kurtarmalıdır.
Bu yazı, yaşadığı muhitin birçok imkânlarından feragat edip idealist bir ilim adamı olarak kendisine reva görülen tezvirat ve iftiraya uzun yıllar sonra cevap vermek üzere kaleme alındı. Erzurum’da bulunduğu yıllarda şehir halkı ve üniversite arasında kurmaya çalıştığı bağ ve eserleri gözler önüne serildi. Şehir halkının kendisine göstermiş olduğu teveccüh farklı kaynaklardan aktarıldı. Tüm bu güzellikler esnasında Ahmet Emin Yalman’ın idaresindeki Vatan gazetesinin fitilini ateşlediği karalama faaliyetleri ve bu faaliyetlere alet olan kişiler ortaya konuldu.
Son bölümde ise Mehmet Kaplan’ın Atatürk Üniversitesi ikinci ders yılı açılış dersinin notları, bahsi geçen konuları ele alan önceki yazılarına göndermelerde bulunularak yayımlanmış oldu. Bu bölümdeki referanslarla, onun yıllarca dikkatini yoğunlaştırdığı kavramlara dikkat çekmek, çalışma ve yazma metodolojisinin izi sürülmek istendi.
Namık Kemal’in bir mektubunda belirttiği üzere bizde “ilk defa bir mecmua-i mevkûte” neşreden henüz 19 yaşındaki Refik Beydir. Bu dergi sadece üç sayı yayımlanmış olan Mir’at mecmuasıdır. Tanzimat devri gazete ve dergilerinde bilfiil çalışmış olan Refik Bey daha çok dostlarının hatıra ve notlarında kalmış şiirleriyle şair, Letâif-i İnşâ’sıyla da yazar olarak karşımıza çıkar. Namık Kemal ile olan ünsiyeti yalnızca edebiyat vadisi ile sınırlı değildir. Ölümünden birkaç ay önce Yeni Osmanlılar cemiyetine katılan Refik Bey siyasi duruşu ile de Namık Kemal’in has dairesinde yer bulmuştur.
Yazıda ayrıca Mustafa Refik Bey hakkında kaleme alınan makale ve mektuplardan hareketle hayatı ve sanatına dair bilgiler derlenecek, Mir’at mecmuasındaki kalem tecrübeleri tespit edilecektir. Letâif-i İnşâ yazarı Mustafa Refik Bey’in şair ve yazar yönlerini ortaya koyma amacındaki bu çalışmanın edebiyat tarihimize mütevazı bir katkıda bulunmasını umuyoruz.
Fransızca fabllar Türk edebiyatının yenileşme döneminde ilgiyle karşılanmıştır. Dergi ve gazetelerin edebî sütunlarından, şiir kitaplarına, hikâye antolojilerine ve müstakil çeviri eserlere kadar bu ilgi görülür. İlk fabl çevirileri için edebiyat tarihlerimizde 1850 sonrası dönem işaret edilmiştir . Kayserili Doktor Rüştü’nün Nuhbetü’l-Etfâl’inde ve Şinasi’nin Terceme-i Manzûme adlı eserlerinde ilk örneklerle karşılaşılır. Müteakip yıllarda birçok şairin eserlerinde manzum fabllara rastlamak mümkündür. Hikâye antolojileri de bu edebî türe yer ayırmıştır. Manastırlı Mehmed Rifat’ın Hikâyât-ı Müntahabe’sinde , yazarı bilinmeyen Mecmuâ-yı Hikâyât’da , Markar Kabrielyan’ın Gülşen-i Letâif’inde ve Müdirzâde Ahmed Nuri’nin Gülünçlü ve İbretâmiz Hikâyeler’inde fablllar mevcuttur. Mezkûr eserler tamamıyla fablları ihtiva eden eserler değildir. Bu eserlerde şiir ve hikâyelerle birlikte fabllara da yer verilir.
Osman Rasih’in Ezop’tan çevirdiği Menâkıb-ı Hayvan Bera-yı Teşhiz-i Ezhan isimli eserle matbaamız ilk müstakil fabl çevirisine sahip olur. Sonrasında Rıfat’ın La Fontaine’den çevirdiği Gürk-i Kaza İber ve Hikmet Şamildir isimli eseri yayımlanır. Hacı Zahid’in yine La Fontaine’den çevirdiği Güldeste-i Ahlak isimli eserleri, onu takip eden bir diğer eserdir. Mehmed Ali Ayni’nin Çocuklarımıza La Fontaine Hikâyeleri isimli küçük hacimli antolojisi ise farklı çevirmenlerin eserlerini ihtiva eder.
Yapılan çevirilere rağmen, edebî bir tür olarak fablların ilk dönem edebiyat tarihlerimizde ve edebiyat bilgisi kitaplarında çok fazla dikkat çekmediği; bu türe dair özel bahisler açılmadığı ve tanımlamalara yer verilmediği görülmektedir. Çeviri edebiyat tarihlerinde ise Ezop ve La Fontaine’in bahsi geçtiği yerlerde “hikâye” kavramı ile fablların karşılık bulduğunu görüyoruz. Diyarbakırlı Çelebizade Agop Lütfü’nin Tercüme-i Yezepos isimli eseri bir fabl yazarı hakkında yazılmış ilk biyografi olsa da bu eser içinde fabllara dikkat çekilmediği görülür. Cumhuriyet öncesi hazırlanan Fransızca Türkçe sözlüklerde Fransızca “fable” kelimesine halk edebiyatından gelen bir alışkanlıkla farklı karşılıklar verildiği görülmektedir
eseridir. Üç ciltten oluşan bu tarihî roman Hoca Ahmed-i Yesevî’nin hikmet dolu hayatını ve tasavvufi bakış açısını yansıtır. Tarihî romanlar, tarihi bir fon olarak kullanırken hakikat ve kurgu arasındaki ilişkiyi de tesis etmeye çabalar. Sepetçioğlu, eserini kaleme almadan önce Türkî coğrafyayı gezmiş ve gözlemlerde bulunmuştur. Ahmet Yesevi’nin manevi iklimini solumaya gayret eden yazar, yapmış olduğu okumalarla Ahmet Yesevi ve Yesevilik üzerine bilgilerini arttırmıştır.
Bilginin gerçekliğinde kurulan çerçeve metin, kurgu sanatının esaslarına da sadık kalınarak romanlaştırılmıştır. Ahmed-i Yesevî, tarihî şahsiyetinin yanı sıra roman kişisi olarak da hayat bulmuştur. Çalışmamızda Ahmed-i Yesevî’nin tarihî şahsiyetiyle roman karakteri kimliğinin ne ölçüde işlendiği ele alınacaktır. Ayrıca Türk tarihinin bir mihenk taşı olarak ele alınan Yesevilik öğretisinin de izleri sürülecektir. Yeseviliğin öne çıkarılan yönleri metin merkezli incelenip örneklendirilecektir.
Bu çalışmada kurgu sanatının eseri olan roman kişisi Yesili Ahmed ve öğretileri gerçeklik terazisinde ölçüye vurulacaktır. Türk edebiyat tarihinin önemli yazarlarından Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun en büyük eseri olarak tavsif ettiği ilgili romanı edebî mikyaslarla, akademik okumalar eşliğinde değerlendirilecektir.
Nicolas de Nicolay’ın ilk kez 1568 yılında yayımlanan Les Quatre Premiers Livres de Navigations et Pérégrinations Oriantales (Doğu’ya Deniz Yolculukları ve Geziler) adlı eseri de mezkûr amiller neticesinde kaleme alınmış bir seyahatnamedir. İlgili seyahatname birbirini tamamlar nitelikte dört kitaptan ibarettir. Arfeuille Senyörü ve Fransa Kralının hizmetkârı olarak kendisini tavsif eden Dauphiné’li Nicolas de Nicolay’ın eseri Kanuni devri Osmanlı coğrafyası ve toplumuna dair gözlemleri muhtevidir.
Seyahatnamenin kendini diğer örneklerinden farklı kılan temel özelliklerinden birisi de devrin erkek ve kadınlarını temsil eden çizimlere yer vermiş olmasıdır. Toplumsal konumlarına muvafık giyimleri ile çizilen erkek ve kadınlar Batılı bir seyyahın oluşturmaya çalıştığı imge dünyasını da okuyucuya sunmaktadır. Bu çalışmada, Fransız seyyahın gözüyle XVI. yüzyıl Osmanlı coğrafyası ve toplumuna dair gözlemler incelenecektir. Aynı zamanda seyahatnamenin, türün edebî mikyaslarına ne denli uyduğu ele alınacak ve seyahat edebiyatı dâhilinde değerlendiri
lecektir
Ma’rifet dergisi gerek muhtevî olduğu eserler ve tercümeler gerekse de yayın politikası açısından devri içinde öne çıkar. Rum asıllı Théodossia’nın gayretleri ile yayımlanmaya başlanan dergi Türkçe ve Fransızca nüshalar halinde yayımlanır. Derginin sahibesi bunun nedeninin genç Osmanlılara Fransızcayı öğretmek olduğunu izah eder. Dergideki tercüme eserler asılları ile birlikte verilir. Dergide aynı zamanda sanat ve bilime dair makaleler de mevcuttur.
Bu çalışmanının amacı Mutavassıtîn devrinde yayımlanan Ma’rifet dergisini çıkardığımız fihrist eşliğinde incelemektir. Klasik Türk edebiyatına mahsus edebî türlerin de görüldüğü dergide Fransız yazar ve şairlerin eserlerine ve makalelerine tesadüf edilir. Dergi bu özelliği ile Mutavassıtîn haiz olduğu dualiteyi ortaya koyması açısından önemlidir.
Diriliş, bu manevi buhranın temel saiklerini sorgularken Batı dünyasına
ait dinamikleri göz önünde bulundurmuş ve sorgulamıştır. Batılı isimler, düşünce boyutunda değerlendirildiği gibi edebi verimleri ile de derginin sayfalarında yer bulmuştur. Çalışmamızda derginin haftalık olarak yayımlanan sayıları ele alınmıştır.
İncelemenin ilk aşamasında Sezai Karakoç'un biyografisi ışığında, onun Batı düşünce ve edebiyatına yönelişi incelenmiştir. Bu esnada Karakoç'un yabancı dil eğitimine ve aldığı eğitimi ileri seviyeye taşımak için hangi kaynaklardan istifade ettiğine değinilmiştir. Daha sonra ise Diriliş'in kurucusu olacak
Karakoç'un öğrencilik yıllarından itibaren süregelen dergicilik faaliyetlerine dikkat çekilmiştir. Bu sayede onun Diriliş'i tesis ederken Batı düşüncesine dair tecessüsünün beslendiği bilgi ve birikim göz önüne serilmiştir. İncelemenin ikinci aşamasında ise tayin edilen başlıklar altında düşünceler, olgular ve eserler değerlendirilmiştir..
Mehmet Âkif İnan’ın dergilerde yayınlanan makale, deneme, mensure ve şiirlerinin yanı sıra kitaplaşan eserleri ekseninde hazırlanmıştır.
göndermelerle ortaya konuldu. Bu eserlerin yayımlandıkları yıllarda toplumun farklı kesimlerden aldığı tepkiler önemlidir. Daha ilk itirazlardan itibaren Hergé’nin ırkçı ve ayrılıkçı bir yol tuttuğuna dair eleştiriler gelir. Öyle ki bu ithamlar mahkemelere kadar sirayet eder. Serinin bütününe bakıldığında Avrupa merkezci bir bakışın hâkim olduğu görülür. Rusya, Amerika, Ortadoğu ve Uzakdoğu halkları Herge’nin kaleminde sürekli eleştiriye maruz kalırlar. Rusya için Bolşevik karşıtı bir tavır takınırken Amerika bir gangsterler ülkesi olarak diziye taşınır. Dizinin birçok eserinde Amerikalı zengin iş adamları uluslararası suç örgütlerinin bir parçası olarak ortaya çıkarlar. Esrar ve silah kaçakçılığının yanı sıra Kızılderili topraklarındaki ve Arabistan çöllerindeki petrol kaynaklarını sömürme yarışındaki Amerikalılar, bu amaçlarına ulaşmak için hiçbir suçtan geri durmazlar. İnsanları öldürür, sabotajlar yapar, ülkelerde iç karışıklıklar çıkarırlar. Güney Amerika ve Arabistan ülkeleri istikrarsız siyasi durumlarıyla dikkat çekerler. İlkinde silah kaçakçıları ikincisinde ise petrol şirketleri bu istikrarsızlığı kaşıyan mahfillerdir. Yerel halklar ise Hergé’nin gözüyle iptidaî bir hayat süren, algıları ve bakış açıları dar, kolay aldatılabilir insanlardır. Bu halkların inançları şifa töreni, kurban merasimi gibi, yazarın bakışıyla, medeni dünya ile uyuşmayan ayinleri ihtiva eder. Dizinin yalnızca iki eserinde Hristiyanlığa açık göndermelerde bulunulur. İlki Tenten Kongo’da ortaya çıkan misyoner papaz ve diğeri Kızıl Korsan’ın Hazinesi’nde saklı hazinenin yerini gösteren kartal haçıdır. Diğer eserlerde ise açıktan olmasa da ötekileştirerek Hristiyan inancı insan tabiatına en uygun din gibi gösterilir. Yerel halkların inançlarının istinsah edildiği kareler, din adamlarının düştükleri haller, bunlar batıl ise sahih olan hangisi sorusunu akla getirir. Müslümanlık Altın Kıskaçlı Yengeç macerasında cami motifi ile temsil edilirken, Müslüman toplumun vahşi kabileler gibi her an iç çatışmalara müsait gösterilmesi Müslümanlığın olmasa da Müslümanların iptidaî olarak yorumlanmasına müsaittir.
Fransızca baskı mihenk alınarak Türkçe üç farklı baskı üzerine yapılan çeviri incelemeleri de ilginç sonuçlar ortaya koymuştur. Özel isimler Türkçeye aktarılırken çevirmenlerin şahsî tercihlerinin öne çıktığı görülür. Kimi çevirmenler Fransızca okunuşlarına göre isimleri aktarırken kimi çevirmenlerin ise, Milou örneğinde görüldüğü üzere, özel isimleri Türkçeleştirdiği görülür. Çeviri faaliyetinin en zor kısmı ünlem ifadelerinin ve deyimlerin aktarılmasıdır. Zira bu durum aynı zamanda kültürler arası bir dönüşümü de mecbur bırakır. Karşılaştırılan baskılarda Türk çevirmenlerin zaman zaman farklı tercihlerde bulundukları görülür. Kimileri ise bu ifadeleri görmezlikten gelme yolunu seçer. Hayvan ve eşya kaynaklı yankı seslerinin karşılaştırıldığı tablo da ilginç sonuçlar vermiştir. Farklı kültürlerle temas etmemiş birisi için köpeğin havlaması, kapanın çarpması her dilde aynı olmalıdır. Karşılaştırmalarda görüldüğü üzere hayvan ve eşya kaynaklı yankı sesleri her millette farklı bir karşılık bulur.
İncelememizin son bölümünde Tenten’in Maceraları’nda olmayıp Türk yayıncılar tarafından üretilen dokuz adapte eser konu edilmiştir. Marmara Canavarı ve İstanbul’da maceraları İstanbul’da geçer. Merih’e Yolculuk macerasında da Türkiye göndermesi göze çarpar. Bu adaptasyonlarda Türk karakterlere lakaplarıyla birlikte yer verilir. Özel isimlerin Türkçeye aktarılışları da hazırlanan tabloda görüldüğü üzere daha çok Fransızca okunuşlarına yakındır. Türkçe mekân isimlerine de yer verilirken yine Türkçeye mahsus ünlem ifadeleri ve deyimler tablo halinde örneklendirilmiştir. Adaptasyon eserlerin dizinin farklı maceralarına yaptıkları anıştırmalar metin içi göndermelerle gösterilmiş, Fransızca filmlerden esinlenerek kaleme alınan iki eser de belirtilmiştir.
Böylelikle bu incelememizde Tenten’in Maceraları’nın ideolojik kurgusu yazarın hayatından izler eşliğinde ve metin içi göndermelerle tespit edilmeye çalışılarak ortaya konmuştur. Çevirilerin farklı yayıncılardaki durumu Fransızca baskı ile karşılaştırılmış, çevrilemez unsurların nasıl adapte edildiği örneklendirilmiştir. Ticari kaygıların sonucu olan adaptasyonlar esin kaynağı olan asıl maceralara göndermelerde bulunularak izah edilmiş ve yerelleştirme çabaları örneklerle açıklanmıştır
Şeref ü şân ne câh u rif’atte
Ne asâlettedir ne servette
Bunların da safâsı var ise de
Ercahiyyet yine fazîlette