necati anaz
Necati Anaz is associate professor at the Department of Political Science and International Relations, Istanbul University. He completed his Ph.D. in 2012 at the University of Oklahoma with the thesis entitled ‘Mapping Geopolitical Imaginations: Turkish Audiences and the Valley of the Wolves-Palestine.’ Anaz previously worked at Turkish National Police Academy in Ankara and Necmettin Erbakan University in Konya. His current research interests include geopolitics of security, soft power, popular geopolitics, geography of film audiences, diaspora and electoral geography. He continues to publish his works in international and national academic journals. Anaz also shares his opinions in popular media and newspapers about current geopolitical developments. He is author of the book "Diaspora Representation System" (2018) and co-author of "Diaspora Electoral Geography" (2020) published in Turkish.
less
Related Authors
Silvia Mantilla
Universidad Nacional de Colombia (National University of Colombia)
Michela Morazzini
Università degli Studi di Padova
Carlos Freire
Institute of Law and Social Sciences (Cape Vert)
Luciano Zaccara
Qatar University
Ana Isabel Xavier
ISCTE - University Institute of Lisbon (ISCTE-IUL)
Mark de Socio
Salisbury University
Ruike Xu
Beijing Foreign Studies University
InterestsView All (6)
Uploads
Papers by necati anaz
biraz daha izafi kıldığı gibi insan toplumlarını da benzersiz bir şekilde birbirlerinden haberdar olmaya zorlamıştır. Ulus ötesi şirketler ve kar amacı gütmeyen
organizasyonlar, gerek yaptıkları ticari faaliyetler gerekse de insani yardımlarıyla dünya toplumlarının birbirlerinden haberdar olmalarını hızlandırmıştır. Global plandaki bu yapısal değişiklikler uluslararası ilişkileri şeffaflaştırırken dünya
devletlerini de birbirine biraz daha muhtaç, mahallî ve global gelişmelerin etkilerine karşı biraz daha hassas kılmıştır. Dünya devletleri artık dış politikalarını
oluştururken devlet kontrolünde olmayan küresel gelişmeleri dikkate almak zorunda kalmaktadır. Bugünün uluslararası sosyo-ekonomik ve siyasal sisteminde söz sahibi olabilmek içinse uluslararası ilişkilerini tehdit ve şiddet kaynaklı
‘sert güç’ten ziyade imrenilme, takip edilme ve benimsenmeye dayalı politikalar
üzerinden yürütmeleri artık kaçınılmaz olmuştur. Global veya bölgesel aktörler,
dış politikalarına temel olarak salt askeri, ekonomik ve/veya teknolojik güç gibi
maddi kaynakları almak yerine hayranlık, etkileyicilik ve imrenmeden kaynaklanan ‘yumuşak gücün’ önemini de kavramak ve bu gücü kullanmak durumunda
kalmışlardır. İşte bu analiz, Amerika Birleşik Devletleri örnekleminde yumuşak
gücün anlamı, yakın tarihimizde kullanımı, hangi şartların yumuşak güç sağladığı, ulusal ve uluslararası sosyo-ekonomik yatırımların yumuşak güçle bağlantısı
ve yumuşak gücün sert güçle diyaloğu gibi konuları irdelemeye çalışacaktır.
biraz daha izafi kıldığı gibi insan toplumlarını da benzersiz bir şekilde birbirlerinden haberdar olmaya zorlamıştır. Ulus ötesi şirketler ve kar amacı gütmeyen
organizasyonlar, gerek yaptıkları ticari faaliyetler gerekse de insani yardımlarıyla dünya toplumlarının birbirlerinden haberdar olmalarını hızlandırmıştır. Global plandaki bu yapısal değişiklikler uluslararası ilişkileri şeffaflaştırırken dünya
devletlerini de birbirine biraz daha muhtaç, mahallî ve global gelişmelerin etkilerine karşı biraz daha hassas kılmıştır. Dünya devletleri artık dış politikalarını
oluştururken devlet kontrolünde olmayan küresel gelişmeleri dikkate almak zorunda kalmaktadır. Bugünün uluslararası sosyo-ekonomik ve siyasal sisteminde söz sahibi olabilmek içinse uluslararası ilişkilerini tehdit ve şiddet kaynaklı
‘sert güç’ten ziyade imrenilme, takip edilme ve benimsenmeye dayalı politikalar
üzerinden yürütmeleri artık kaçınılmaz olmuştur. Global veya bölgesel aktörler,
dış politikalarına temel olarak salt askeri, ekonomik ve/veya teknolojik güç gibi
maddi kaynakları almak yerine hayranlık, etkileyicilik ve imrenmeden kaynaklanan ‘yumuşak gücün’ önemini de kavramak ve bu gücü kullanmak durumunda
kalmışlardır. İşte bu analiz, Amerika Birleşik Devletleri örnekleminde yumuşak
gücün anlamı, yakın tarihimizde kullanımı, hangi şartların yumuşak güç sağladığı, ulusal ve uluslararası sosyo-ekonomik yatırımların yumuşak güçle bağlantısı
ve yumuşak gücün sert güçle diyaloğu gibi konuları irdelemeye çalışacaktır.
channels inform the geographical imaginations of the masses in particular ways. In the end, the authors re-emphasize that knowledge production on the orient involves a whole set of image constructions as introduced in orientalism studies.
also provides clues to why we live our lives the way we do. As one critique
highlights, Marshall does not refrain from asking thorny questions and seeking
sharp answers to those questions. His approach, with no doubt, is prone to provoke
the decades-old debate emphasising geographical determinism and colonial discourse.
But nevertheless Marshall’s contentious book on 10 maps that explain how and why
world leaders make certain choices and how and why they become prisoners of their
geography as they make these choices should be considered as a concise and a useful
entrée for students of geopolitics.
Türk dizileri, sinema ile birlikte 2000lerde gerek film-çekim teknolojisindeki yenilikler ve gerekse konuların çeşitliliği nedeniyle izleyicilerin ilgisini çekmeye başladı. Bu yükseliş önce iç piyasada yaşanmaktaydı. Örneğin Türk sinemasında 90lara kadar devam eden kriz 'Eşkıya' filmiyle tabiri caizse 'şeytanın bacağını kıracaktı'. Ancak asıl Türk sinemasının ve dizilerinin yurtdışına açılması Türkiye'nin 2000lerden sonra Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslara gösterdiği ilgiyle başlar. Türkiye'nin Afrika açılımı, Ortadoğu ve Balkan ülkelerine olan ilgisi kültürel prodüksiyonlarında bu coğrafyalara tanıtılmasında önemli rol oynadı.
Ancak bunlardan daha önemlisi şu üç hususun Türki dizilerinin yurt dışında özellikle Arap dünyasında popüler olmasında etken olduğunu düşünüyorum. Birincisi, özellikle Balkanları etkisine alan Avrupa dizileri, Arap dünyasında popüler olan Meksika, Brezilya dizileri, Malezya gibi Müslüman bir ülkede Çin ve Hint yapımları bu coğrafyaların sosyal dokusuna hitap eden konular işlemiyorlar ya da tekrar eden sıkıcı seyirlikler olmaktan öteye gidemiyorlardı. Türk dizileri bu coğrafyalara yeni bir lezzet ve tat ekliyordu. Türk dizileri seyircilerin ilgisini çekmekte oldukça başarılı oldu. İkincisi, insanların günlük hayatlarında bu 'yabancı' dizilerin hiçbir karşılığı yoktu. Bir Müslüman-Arap kadın için Brezilya dizisi tatsız tuzsuz geliyordu. İzleyici kendisini gerçekten 'izleyici' olarak görüyordu, yani hikayeyle bütünleşemiyordu. Ayrıca, izleyiciler bu dizilerin insanların ahlaki dokularını tahrip ettiklerini de düşünüyorlardı. Bu bağlamda Türk dizileri özellikle Türkiye'nin yakın coğrafyasında yitik evladın yeniden ortaya çıkması gibi bir atmosfer yarattı. Ekranlarda artık tanıdık yüzler görünüyordu. Üçüncüsü ise Türk dizileri genellikle içinde yoğun duyguların olduğu bir hikaye satıyordu. Bu hikaye izleyicilerin yaşadığı hikayeye çok benziyordu. Netice anlatılan hikaye gelişmekte olan ve moderniteyle imtihanı hala bitmemiş müslüman bir ülkenin hikayesiydi. Yani hikaye bizim hikayemizdi, eksiğiyle ve gediğiyle. Tüm bunlara Türk dizilerinin başlangıçta maliyetinin düşük olmasını da eklerseniz yurtdışında önemli bir pazarın oluşmasına imkan vermekteydi.
Türk dizilerinin yurt dışında ülke tanıtımına pozitif katkı yaptığını düşünüyor musunuz?
Popüler kültür bir ülkenin imaj yapımında en etkin ve en ucuz enstrümanlarından biridir her zaman. Mesela yapılan araştırmalarda 'Cesur Yürek' filminden sonra İrlanda'ya olan film-turizmi 300 kat artıyor. Bununla kalmıyor İrlandalıların dünya milletleri nezdinde saygınlığı da artıyor. Benzer bir etkide Türkiye'de yapılan ve Türkiye'nin sınırları dışındaki bir meseleyi ilk defa Türk sinemasının konusu yapan 'Rambo-vari' filmi 'Kurtlar Vadisi-Irak' filminde oluyor. Bu film özellikle Arap dünyasında ve Balkanlarda Irak savaşının ve Ortadoğu'ya biçilen jeopolitik projelerin deşifre edilmesinde yaptığı sinemasal katkı nedeniyle Türkiye'ye de positif anlamda puan getirici olmuştur.
Bu bağlamda Türk dizilerinin özellikle Türkiye'nin coğrafi ve kültürel tanıtımında önemli katkıları olduğunu biliyoruz. Bunu Türkiye'ye gelen turist sayısındaki artış ve Türkiye'nin kültürel ürünlerinin özellikle Arap dünyasındaki popüleritesinden de anlıyoruz. Mesela Kosova'da Polat Alemdar resmi olan T-shirtle sokakta dolaşan çocuklar görmek tesadüf değil artık. Ancak tüm bu positif unsurların yanında dizi sektörünün geldiği yapısal kriz ve bu krizi aşmak için Brezilya dizilerini andırır sıkıcı tekrar ve basmakalıp konuların ekrana taşındığı ahlaki anlamda da Müslüman ailelerin tüm aile bireyleriyle birlikte izleyebilecekleri görüntülerin dışında değerler açısından sakıncalı görüntülerin sıklıkla kullanılması özellikle Arap dünyasından bu sektöre ve Türkiye'ye duyulan pozitif algıyı zedeler durumun oluşmasına neden olmuştur. Türk dizileri artık en az Brezilya veya Amerikan dizileri kadar ahlaken sakıncalı görülünce Arap izleyicilerden olumsuz yorumlar gelmeye başlamış bu da Türkiye'nin modernite-islam dengesinde ölçüyü kaçırdığı yorumları ön plana çıkmaya başlamıştır.
Dizi ve filmlerimizin Türkiye'nin dış ülkelerde imajına pozitif katkı yapıp, rakip ülkeler karşısında elini güçlendirdiğini düşünüyor musunuz?
Öncelikle, popüler kültürün sadece birer eğlence aracı olmadığını hatta kategorize edildiği sanal alemden ziyade asıl ilgi alanı realitenin tam da kendisi olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Beyaz perdeye bu çerçeveden bakar isek imaj yapım noktasında da diziler üzerinden inşa edilen imaj, real anlamda toplumların birbirlerine aşina olmalarına ve yakınlık duymalarına katkı sağlayacağı için her anlamda rekabetin bir parçası olacaktır. Bu manada Türkiye için diziler ihraç edilen Türk tatlısından daha tatlı bir üründür. Bir kere bir ailenin oturma odasına girdiğinizde artık o ailenin sofrasını ve elbise dolabını da doldurmanız çok zor olmayacaktır. Bu durum bir ülkenin diğer ülkelerin halkları nezdinde olumlu imaj yaratma anlamında ve dış politikada popüler kültürün kullanışlı bir enstrüman olması bakımından da önemlidir. Eğer bugün ABD gibi güçlü ülkeler sinema ürünleri üzerinden dünyaya Amerikan değerleri pazarlayabiliyorsa bunu hiç kuşkusuz ülkesinin kültür sektörünün gücüne borçludur. Aksi halde Rambo gibi filmler olmasa Viyetnam'da bozguna uğrayan ABD ordusunun imajı nasıl düzeltilirdi. Unutmamak lazım, bir ülkenin diplomasisiyle 40 yılda inşa ettiği imajını 120 dakikada bir film altüst etmeye yetecektir.
Bu etki ve katkının güçlendirilmesi adına ne gibi ek adımlar atılmalı?
En önemli adım dizi sektörünün kendisinin atması gereken adımdır o da dizilerde klişeleşen ve İspanyolca çekilen dizileri andıran bitmek tükenmez hikayeler ve konulardan kaçınılmalıdır. İkincisi dizi sektörünün bir 'mas prodüksiyona' dönüşen aşırı üretiminden kaçınılması gerekmektedir. Konu ve hikaye sıkıntısı çeken sektörün yaratıcılığını yitirmesi ve izleyicide bıkkınlığa varan aşırı abartılı senaryolar dizi sektörünün sonunu getirebilir. Bu da Türkiye'nin dizi dünyasındaki görünürlüğünü azaltacak ve sektördeki pazar payını yitirmesine yol açacaktır.
Türk oyuncuların yurt dışında edindiği popüleriteyi ülkemiz ve iş dünyası yeterince değerlendirebiliyor mu?
Türk pop starlarının özellikle Arap dünyasında önemli bir yerinin olduğu doğrudur. Hatta Cumurbaşkanı ve Başbakanımızdan sonra en çok popülaritesi olan kişinin Murad Alemdar olarak tanınan Necati Şaşmaz'ın öldüğünü biliyoruz. Ancak bir Hollywood starı gibi sadece iş dünyasının değil siyaset ve insani yardım yapan civil toplum kurumlarının da Türk starlarının popüleritesinden yeterince yararlandığı söylenemez. Bunun en bariz sebeplerinden birisi Türk dizi ve turizm sektörünün ve iş dünyasının Arap dünyasına dair problemli bakışından kaynaklanmaktadır. Türk iş dünyası ve dizi sektörü Araplarla daha yakın diyalog kurmak istememektedir. Sadece ürün satıp para kazanmak istemektedirler. Bunun sebebi kanatımce Kemalizmden arta kalan Arap dünyasına oryantalist bakışımızdan kaynaklıdır. Pek dile getirmesekte Türkiye iş ve kültür dünyasının bilinç altında halen yer edinmiş 'Ortadoğu bataklığı' söylemi önemli bir yer tutmaktadır. Bu da Türkiye ile bu coğrafya arasında samimi diyalogların gelişmesine engel teşkil etmektedir. Hatta Arap turizminden suana kadar hiç görmediği karı elde eden turizm sektörü dahi Araplardan çokta hoşlanmamaktadır. Elbette böyle bir anlamsız çıkmazimiz daha kalıcı ve kapsamlı yatırımların yapılmasının önünü de tıkamaktadır.
Bu ilişki nasıl güçlendirilebilir ve doğru kurgulanabilir?
Öncelikle bu yanlış oryantalist bakış açımızı değiştirmemiz lazım. Buralar sadece bavul ticareti yaptığımız ülkeler değil ve Türkiye ekonomisi de artık Aksaray pazarından ibaret değildir. Profesyonelleştirilmiş, standartları yüksek ve kurumsallaşmış ticaretin geliştirilmesi gerekmektedir. Türkiye her alanda artık Afrika'da, Asya'da, Balkanlarda ve Ortadoğu'dadır. Dizi ve ticaret sektörüde bu coğrafyalarla olan diyaloğu hem karlı hem de sürdürebilir kılmak zorundadır. Aksi halde bu coğrafyalarda artan rekabetten dolayı Türkiye bu pazarlarda istediği yere uzun bir süre gelemeyebilir. Ayrıca bilinmelidir ki kültür ve iş dünyası bir ülke için sadece gelir getirmesi yönüyle değil, ülkenin toplam değerler sermayesine kattığı katkılardan dolayı da önemlidir. Her bir sektör Türkiye'nin doğal bir elçisi ve diplomatıdır da aynı zamanda.
Türkiye'nin bir İngiliz ya da ABD film/dizi endüstrisi kadar güçlenebilmesi için hangi adımların atılması lazım.
Şunu kabul etmek lazım, ABD film/dizi sektörü yüzyılı aşkın bir geçmişe sahip bir sektördür. Bu sektör tüm dünya sinema sektöründen insan kaynağı anlamında yararlanmakta ve bu haliyle de dünya sinemasının rekabette en çok zorlandığı gelişmiş bir sektör olmaktadır. Türkiye'nin bu alanda bende varım diyebilmesi için daha yapması gereken çok iş vardır. Bunlar hukuki düzenlemelerden tutunda sinema sektörüne verilen öneme ve finansal desteğe kadar gider.