Books by A. İskender SARICA
مكتبة الغانم للنشر والتوزيع, 2023
Niğdeli Âlimler, 2022
Bu eserin tüm yayın hakları saklıdır. Yayınevinin/Yazarların izni olmadan eserin herhangi bir böl... more Bu eserin tüm yayın hakları saklıdır. Yayınevinin/Yazarların izni olmadan eserin herhangi bir bölümü yeniden basılamayacağı gibi, kayıt, fotokopi ve bilgi depolama da dahil elektronik ya da mekanik yöntemle yeniden çoğaltılıp dağıtılması yasaktır. Kitaptaki bölümlerin bütün sorumlulukları bölüm yazarlarına aittir.
Kemalpaşazâde’nin Esmâ-i Hüsnâ’ya Dair Bakış Açısı, 2022
Kelâm ilminin mesâilinin en önemli kısmı, Allah’ı konu edinen ulûhiyet bahsidir. Aşkın ve etkin b... more Kelâm ilminin mesâilinin en önemli kısmı, Allah’ı konu edinen ulûhiyet bahsidir. Aşkın ve etkin bir Tanrı ana fikri temelinde sistemleştirilen söz konusu bahsin ön plana çıkan başlıkları ise zât-ı ilâhî, sıfatlar ve isimlerdir. Bu bağlam, özellikle Tanrı-insan ilişkisinin tutarlı bir açıklamasının yapılması bakımından hayatî bir öneme sahiptir. Bu izah çabasında, Osmanlı ilim muhitinin yetiştirdiği önde gelen ilim adamlarından Kemalpaşazâde’nin, getirmiş olduğu yorum biçimiyle dikkat çektiği düşünülmektedir. Nitekim onun vurgusu tevhid ve Allah’ın varlığının bilinmesi açısından özellikle ilâhî isim ve sıfatların sistematik olarak açıklanmasının gerekliliğidir. Bu itibarla hassaten esmâ-i ḥüsnâ şeklinde terimleştirilen ilâhî isimlere ilişkin genel hatlarıyla onun bakış açısını ortaya koymak, bu çalışmanın temel amacıdır. Bu amaca binaen çalışma, tevkīfîlik fikrinin temel parametreleri çerçevesinde Kemalpaşazâde’nin kendisine kadar ulaşan yorum geleneğini değerlendirme tarzı ve bunun sonucunda oluşturduğu bakış açısının ne olduğunu ve bu konunun bir sacayağı olan dilin vazedicisinin Allah olması görüşü temelinde Allah’a dair kullanılması mümkün olan isimlere ilişkin Kemalpaşazâde’nin değerlendirmesi ile onun iḥsâ hadisine dair bakış açısını ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu soruların cevabı, diğer telifâtının yanı sıra özellikle onun “Risâle fî taḥḳīḳi enne esmâʾe’llāhi tevḳīfiyye” isimli risâlesi merkeze alınarak aranacak ve ona nispet edilen “Risâle fî taḥḳīḳi lafẓı Çelebî” isimli telifin âidiyeti tespit edilecektir.
Sistematik Ahval Nazariyesi, 2021
Keyfiyyetü keşfi'l-aḥkâm ve'ṣ-ṣıfât ʿan ḫaṣâʾiṣi'l-müʾes̱ s̱ irât ve'l-muḳteżiyât el-Muḳaddime ……... more Keyfiyyetü keşfi'l-aḥkâm ve'ṣ-ṣıfât ʿan ḫaṣâʾiṣi'l-müʾes̱ s̱ irât ve'l-muḳteżiyât el-Muḳaddime …………………………………………………………………………….………………... Faṣl ün fî keyfiyyâti s̱ übûti'ṣ-ṣıfât ve'l-aḥkâm vemâ yetteṣılü bi-ẕâlik ……………...….. Faṣl ün fi'ṣ-ṣıfatilletî bi'l-fâʿîl ……………………………………………………….…………….…… Faṣl ün fi'ṣ-ṣıfâti'l-maʿneviyye .……………………………..…………….……………….…………. Faṣl ün fi'ṣ-ṣıfâti'l-muḳteżât .……………………………………………….………………….………. Faṣl ün fi'l-aḥkâmi'l-müsteḥaḳḳa bi'l-fâʿil …………………………….…………….…….…... Faṣl ün fî'l-aḥkâmi'l-maʿneviyye …………………………..……………………………….……… Faṣl ün fî'l-aḥkâmi'lmuḳteżât …………………………..……………………………….…………
Lisansüstü Öğrencilerin Kelâm'a İlişkin Tutumları (Kelam'a İlişkin Tutumlar), 2022
Mu‘tezile Akāidi: Kitâbü’l-Minhâc fî usûli’d-dîn
Endülüs , 2019
Mu'tezilî kelam alimi Ebû Ali el-Cübbâî'ye nispet edilen Kitâbü'l-Makâlât İslam mezhepleri ilgili... more Mu'tezilî kelam alimi Ebû Ali el-Cübbâî'ye nispet edilen Kitâbü'l-Makâlât İslam mezhepleri ilgili ilk kaynaklardan biridir. İlk dönem İslam kelamı açısından önemli bir vesika ve bütün İslamî İlimler hakkında bir başvuru kitabı niteliğindedir. Bin yılı aşkın bir süre zarfında korunarak günümüze ulaşmış olan bu eser kendi döneminde Müslümanlar arasındaki ihtilafları ele almakta; Kur’an, akıl ve Müslümanların ortak tecrübesinden hareketle İslam Mezheplerine yönelik eleştirilerde bulunmaktadır.
Papers by A. İskender SARICA
Öz: Peygamberliğin verilişinin Allah Teâlâ'nın iradesine bağlı olmasında İslâm mezheplerinin orta... more Öz: Peygamberliğin verilişinin Allah Teâlâ'nın iradesine bağlı olmasında İslâm mezheplerinin ortak kabulüne rağmen, İslâm düşüncesinin satır aralarında rastlanabilen "peygamberliğin belirli bir gayret ve mücâhede sonucunda elde edildiği"ni ifade eden nübüvvetin kesbîliği nazariyesi, nübüvvet bahisleri içerisinde merkezî bir yer tutmaktan ziyade tâli bir tartışma konusudur. Konuyla ilgili tespit ve iddia içeren kayıtların kısa ve yer yer bağlamdan kopuk pasajlar şeklinde olması, bunun yanı sıra şahıs ve akımların ortaya koyduğu eserlerin yeterli tetkikinin gerçekleştirilmeyerek ikincil kaynaklara yani iddiayı ortaya koyan eserlere dayalı okuma yapılması, bağlamından uzak değerlendirmelere sebebiyet vermiştir. Kaynaklarda şahıs ve akımların düşüncelerinde nübüvvetin kesbîliğine yönelik ipuçları bulunmakla birlikte, kavramların hangi bağlamda tartışıldığı ve şahısların hangi gayeyi güttüğü tespit edildiğinde, meselenin alışılagelen toptancı anlayıştan daha farklı bir sonuca evrildiği görülmüştür. İşte elinizdeki bu kısa çalışma, kavramsal ve bağlamsal zemin olmak üzere iki kısımda konuyu inceleyerek, klasik ve modern kaynaklarda kendilerine nübüvvetin kazanılan bir makam olduğu görüşü nispet edilen Abbâd b. Süleymân, İbn Meserre, İhvân-ı Safâ ve İbn Sebʻîn'e yönelik kayıtların doğruluk ve geçerliliğini tartışmayı amaçlamaktadır.
Öz Kelâm ilminin en temel ve en girift meselelerinden olan zât-sıfat ilişkisi ile Allah Teâlâ'ın ... more Öz Kelâm ilminin en temel ve en girift meselelerinden olan zât-sıfat ilişkisi ile Allah Teâlâ'ın isimleri ve sıfatlarına yönelik ilk sistemli fikirleri ortaya koyanlar yine bu ilmin sistem kurucusu olan Mu'tezilî düşünürlerdir. Bu düşünürlerin hemen hemen tamamı usûl-i hamsede fikir birliği içinde olmalarına rağmen, tevhid ilkesine yaklaşımlarında farklı tonlarda düşünceler sergilemektedir. Bu yaklaşımların belirdiği Abbâsiler döneminde yaşayan Abbâd b. Süleymân es-Saymerî tevhid ilkesine yönelik tenzih vurgusundaki uç görüşleriyle Basra Mu'tezilesi'nden muasırı olduğu Ebü'l-Hüzeyl el-Allâf, Mu'ammer b. Abbâd es-Sülemî ve İbrâhîm b. Seyyâr en-Nazzâm'dan ayırıcı vasfını ortaya koyan bir bilgin ve ilk dönem Basra Mu'tezilesi'nde orijinal fikirler serdeden bu dört başat düşünürden bir tanesidir. Ayrıca o, pek çok hususta kendisinden etkilendiği hocası Hişâm b. Amr el-Fuvatî'nin bilinen tek öğrencisi olup, akâmete uğrayan bu ilmî geleneğin son büyük ve en önemli halkasını teşkil etmektedir. Elinizdeki çalışma, eserleri günümüze ulaşmayan ve görüşlerinin klasik kaynaklarda dağınık bir biçimde olması sebebiyle bugüne kadar hak ettiği ilgiyi görmeyen Abbâd b. Süleymân'ın ilâhî isim ve sıfatlara yönelik düşüncelerini bütüncül ve sistematik bir şekilde ortaya koymayı amaçlamaktadır. Çalışmamızda öncelikli olarak klasik kaynaklar incelenmiş, modern literatür de göz ardı edilmeyerek ilgili kayıtlar tahlil ve tenkit edilmek suretiyle bağlamına oturtulmaya çalışılmıştır. Abbâd b. Süleymân'ın görüşleri özetle şöyledir: O, "Allah şeydir." demenin "Allah gayrdır." olduğunu ifade ederek Allah Teâlâ ile insan arasında kesin bir ayrıma dikkat çeker. Allah-mekân ilişkisine dair düşüncesinde tecsim ve teşbihten sakınma adına mekân ile ilintili her tanımı reddeder. Ru'yetullah meselesinde ise Muʻtezile'nin cumhurunun benimsemiş olduğu "Allah'ın kalp ile görülmesi yani bilinmesi" fikrine kökten karşı çıkar. Zât-sıfat ilişkisinde zât ve nefs tabirlerini kullanmaktan imtina ederek meseleyi kendi açısından çözmeye çalışır. Kendine özgü bir ilâhî isimler tasnifi ortaya koyar ve böylelikle kıyâsî metodu benimser. Muʻtezile'nin genelinde olduğu gibi meânî sıfatları kabul etmez; buna karşılık her ismin bir mânâ karşılığı olduğunu zımnen kabul eder. Bu da onun isimlerin salt sözler (akvâl) olmadığı anlamını beraberinde getirir. O, hakikî kıyas yaparak (fî hakîkati'l-kıyâs) Allah Teâlâ'nın âlim, kādir vs. olmasını reddederek insanın âlim, kādir vs. olduğunu temellendirmeye çalışır. Allah Teâlâ'nın ezelde semî' ve basîr olduğunu kabul etmez. Semîʻ ve basîr isimlerinin âlime, kādir ismini hayya indirgemez ve her ismin birbirinden farklı bir işlevselliği olduğunu kabul eder. Allah Teâlâ'nın şartlı bilmesine karşı çıkar. Mahlûkātın varlık alanına çıkmazdan evvel Allah Teâlâ'nın ilminde olup olmadığı meselesine dair "ezelî ilme konu olabilecek bir yön" ve "fiilî olarak varlığa geldiği yön" şeklinde ikili bir ayrıma gider. Abbâd'ın ma'dûm ve mahlûkāta dair görüşlerinden hareketle, İbnü'r-Râvendî ve onu takiple modern kaynaklar, ona cisimlerin ezelîliği görüşünü nispet ederler. Ancak ilgili kayıtlar incelendiğinde bu savın geçerli olmadığı görülmektedir. Abbâd'a göre Allah olacağını bildiği şeyleri yaratmaya * Bu çalışma "Abbâd b. Süleymân'n Bazı Kelâmî Görüşleri: Bilgi Teorisi, Ulûhiyyet ve Nübüvvet" başlıklı yüksek lisans tezi (Uludağ Üniversitesi, Bursa, 2018) esas alınarak üretilmiştir.
Kader, 2023
İslâm kelâm telifâtında rızık meselesi başlığı altında genelde rızık verenin kim olduğu, haramın ... more İslâm kelâm telifâtında rızık meselesi başlığı altında genelde rızık verenin kim olduğu, haramın rızıktan sayılıp sayılmayacağı, Allah Teâlâ’nın haram olan rızka yönelik rızasının olup olmadığı gibi konulara odaklanılmıştır. Rızık konusuna ilişkin satır aralarında rastlanan bir konu ise, kişinin rızık elde etmek için çalışmasının haram olup olmadığı meselesidir. Esasen insanın hayatını idame ettirebilmesi adına geçim vasıtalarının peşine düşmesi, Müslüman düşünürlerin genel ve baskın kabulüne göre mübah, zorunlu durumlarda ise vaciptir. Uṣûlü’n-niḥal’de aktarılan bir kayda göre i‘tizâlî düşüncenin teşekkül döneminde Bişr b. el-Mu‘temir’in öğrencisi Ebû İmrân Mûsâ b. er-Rakkāşî, Nazzâm’ın mülhid öğrencisi Fazl el-Hadesî ve kendisi hakkında herhangi bir bilgi tespit edilemeyen Hüseyn el-Kûfî’nin de içinde bulunduğu ve geçimlerini sadaka yoluyla sağladığı anlaşılan Mu‘tezilî sûfîler (ṣûfiyyetü’l-Muʿtezile), Müslüman düşünürlerin kabulüne aykırı olarak rızka yönelik her türlü çabanın haramlığını (taḥrîmü’l-mekâsib) savunmuştur. Ancak belirtmek gerekir ki, onlar açısından rızık için bir çaba ortaya konmasındaki haramlık, rızkın tanımı olan ‘menfaatlerin tamamı’nı kapsamayıp, sadece rızkın ticaret ve ziraat gibi yollarla elde edilmesindeki çabaya yöneliktir. Aklî söylemleriyle ön plana çıkan Mu‘tezilîler arasında böyle aşırı bir eğilimin bulunması ilgi çekicidir. “Nasıl olur da bir Mu‘tezilî tahrîmü’l-mekâsibi savunur?” sorusuna cevap aranan bu tasviri çalışmada, tahrîmü’l-mekâsib düşüncesinin kendisinden evrildiğini düşündüğümüz rızka yönelik çabanın terk edilmesi (terkü’l-mekâsib) meselesine değinilmiş, sonrasında Mu‘tezilî sûfîlerin tahrîmü’l-mekâsibe ilişkin görüşleri ağırlıklı olarak Mu‘tezilî kaynaklardan hareketle temellendirilmeye çalışılmış ve onlara yönelik Mu‘tezilî müelliflerin eleştirilerine yer verilmiştir. Mu‘tezilî sûfîlerin tahrîmü’l-mekâsibi savunmadaki gerekçelerinin üç noktaya yoğunlaştığı tespit edilmiştir: (i) âdil bir imamın bulunmaması sebebiyle âdil bir düzenin olmadığı ve buna bağlı olarak zalim (yönetici)lere bilerek veya bilmeyerek destek çıkılması ihtimalinin bulunması ve bunun bir sonucu olarak onlardan bazısının İslâm diyarını dâru’l-küfr olarak nitelendirmesi, (ii) yine imamet meselesiyle ilintili olarak âdil yani hukukî/ahlâkî bir düzenin olmadığı bir ortamda helal ile haramın birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe geçmiş olması ve kişinin kendisini haramdan koruması adına rızka konu olan şeylerin sadece sadaka yoluyla tezkiye edilerek helal hâle gelebileceği ve (iii) Allah Teâlâ’ya tevekkülün farz olması ve herhangi bir rızık peşine düşme çabasının tevekküle aykırı olması. Tahrîmü’l-mekâsibi savunanlara Mu‘tezilî müelliflerce; aklî ve ahlâkî tutum korunarak ticaret yapmanın hasen oluşu, kişinin ticaretteki kastının ve menfaatinin önemli oluşu ve tevekkülün doğru zeminde inşa edilemeyişi çerçevesinde eleştiri getirilmiştir. Sonuç itibarıyla tahrîmü’l-mekâsib savunucuları, yanlış istidlâlleri sebebiyle Mu‘tezile düşünce ikliminde yer edinemediği için inkıraza uğramıştır.
In Islamic theological writings, under the heading of sustenance, the focus is generally on issues such as who is the provider of sustenance, whether haram is considered sustenance, and whether Allah’s consent exists for haram sustenance. Another issue that can be found between the lines of the subject of sustenance is whether it is haram for a person to work for sustenance or not. In fact, the pursuit of means of livelihood in order to sustain one’s life is, according to the general and predominant acceptance of Muslim scholars, permissible and, in cases of necessity, wajib. According to a record in Uṣūl al-niḥal, during the formative period of itizālī thought, there were Mu‘tazilite sufis (ṣūfiyyat al-Muʿtazila) such as Bishr b. al-Mu‘tamir’s disciple Abū Imrān Mūsā b. al-Raqqāshī, al-Naẓẓām’s apostate disciple Fadl al-Hadathī, and Husayn al-Kūfī, about whom no information is available. These names, who seem to have earned their livelihood through almsgiving, defended the forbiddenness (taḥrīm al-makāsib) of all kinds of endeavour for sustenance, contrary to the acceptance of Muslim thinkers. However, it should be noted that for them, the forbiddenness in making an effort for sustenance does not cover the definition of sustenance, which is ‘all the benefits’, but only the effort in obtaining sustenance through means such as trade and agriculture. It is interesting to find such an extreme tendency among the Mu‘tazilites, who came to the fore with their rationalist discourses. “How could a Mu‘tazilite defend tahrīm al-makāsib?”, the issue of abandonment of striving for sustenance (tark al-makāsib), from which the idea of tahrīm al-makāsib is thought to have evolved, is mentioned, and then the Mu‘tazilite sufis views on tahrīm al-makāsib are tried to be based mainly on Mu‘tazilite sources and the criticisms of Mu‘tazilite authors against them are included. It has been determined that Mu‘tazilite sufis justifications for defending tahrīm al-makāsib concentrate on three points: (i) the absence of a just order due to the absence of a just imam and the possibility of supporting the oppressors (rulers) intentionally or unintentionally, and as a result of this, some of them describe the land of Islam as dār al-kufr, (ii) again in relation to the issue of imamate, in an environment where there is no justice, i.e. legal/moral order, the halāl and harām are so intertwined that they cannot be separated from each other, and in order to protect oneself from harām, the things that are subject to sustenance can only be purified through charity and become halāl, and (iii) the fact that trust in Allah is obligatory and any effort to pursue sustenance is contrary to tawakkul. The Mu‘tazilite authors criticised the proponents of tahrīm al-makāsib on the grounds that it is permissible to trade while maintaining a rational and ethical attitude, that one’s intention and interest in trade are important, and that tawakkul cannot be built on the right ground. As a result, the proponents of tahrīm almakāsib disappeared because they could not gain a foothold in the Mu‘tazilite intellectual climate due to their erroneous reasoning.
Öz Erken dönemlere dayanan Zeydî-Muʿtezilî etkileşimi, Büveyhî veziri Sâhib b. Abbâd'ın Kādî Abdü... more Öz Erken dönemlere dayanan Zeydî-Muʿtezilî etkileşimi, Büveyhî veziri Sâhib b. Abbâd'ın Kādî Abdülcebbâr'ı Rey'e davet etmesi ve burada Hazar Zeydîleri'nden birçok âlimin Kādî'den ders alması üzerine artmıştır. Kādî Abdülcebbâr'ın öğrencileri arasında zikredilen ve Zeydî-Muʿtezilî düşünürlerden kabul edilen İbn Şervîn de bu isimlerden bir tanesidir. Kelâm ve fıkıh alanında telifâtı bulunan İbn Şervîn'in eserleri, Hazar sınırları içerisinde kalmamış, Yemen Zeydîleri'ne kadar ulaşmıştır. Bu eserlerden birisi de Ḥaḳāʾiḳu'l-eşyâʾ'dır. Bu risâle, Eşʿarî kelâm geleneğinin aksine Muʿtezile literatüründe kelâmî kavramların tanımları ile ilgili eserlerin fazla olmaması vebilindiği kadarıyla-günümüze ulaşmaması dikkate alındığında, özellikle Zeydî-Muʿtezilî kelâmındaki temel terimlerin ve Behşemiyye'nin Zeydî düşünceye etkilerinin daha iyi anlaşılması noktasında bir kılavuz görevi ifa etmektedir. Günümüze kadar ulaştığı bilinen ve Yemen'de bulunan tek yazma nüsha ile daha önceden yapılan bir neşirden hareketle tahkik ve tercümesi yapılan bu eser, bir yandan Zeydî-Muʿtezilî düşüncenin kelâm, fıkıh, cedel, münazara, mezhepler tarihi disiplinlerine dair bakış açısını anlama hususunda önemi hâiz iken, diğer yandan da hâlâ girift bir mesele olarak bilinen aḥvâl teorisine dair kullanılan terimlerin anlaşılması hususunda yardımcı bir kaynaktır. İbn Şervîn, Ḥaḳāʾiḳu'l-eşyâʾ'sında; cevher, araz, çizgi, yüzey, mekân gibi kozmolojiye; mevcûd, maʿdûm, muhdes gibi ontolojiye; ilim, itikad, cehl, zan, şek, zorunlu ve iktisabî bilgi gibi epistemolojiye; delil, medlûl, münazara ve cedel gibi metodolojiye; sünnet, farz, mendub, illet, emir-nehiy, umum-husus gibi fıkıh ilmine; adliyye, mücbir ve kaderî gibi mezhepler tarihine ilişkin kavramlar ile Muʿtezilî öğretilerden tevhid gibi ilâhiyyâta; vaʿd-vaʿîd, hasen ve kabih fiiller, zorunlu ve ihtiyarî fiiller, lütuf, ivaz, tövbe, büyük ve küçük günah gibi adâlete; zât sıfatı, muktezî, muktezâ, musahhih, illet gibi ahvâl teorisine ilişkin toplamda 150 küsur terimi izah etmektedir. "Tanım"a karşılık gelen ḥad ve bununla bir arada kullandığı ḥaḳīḳat kelimelerini, konu edindiği şeyi efrâdını câmiʿ aġyârını mâniʿ biçimde izah eden İbn Şervîn; ilim, kudret, hayy, kelâm, mütekellim, bâkī vb. kavramları bu ilke doğrultusunda hem Allah Teâlâ hem de insan için kullanımı mümkün olacak bir şekilde tanımlamaktadır. Bu tanımlamaları yaparken şiirler, dildeki kullanımlar ve âyetler ile istidlâlde bulunan İbn Şervîn, eserinin sonunda isimleri dilsel, şerʿî ve vazʿî olmak üzere üç kısma ayırmakta ve özellikle mecâz ile hakikatin kısımları hakkında detaylı bilgilere yer vermektedir. Fıkıh usûlünün konuları içerisinde yer alan emir sıygasının ifade ettiği anlamlar üzerinde örneklerle açıklamada bulunulması ise eserin dikkat çeken bir diğer yönüdür.
Uploads
Books by A. İskender SARICA
Papers by A. İskender SARICA
In Islamic theological writings, under the heading of sustenance, the focus is generally on issues such as who is the provider of sustenance, whether haram is considered sustenance, and whether Allah’s consent exists for haram sustenance. Another issue that can be found between the lines of the subject of sustenance is whether it is haram for a person to work for sustenance or not. In fact, the pursuit of means of livelihood in order to sustain one’s life is, according to the general and predominant acceptance of Muslim scholars, permissible and, in cases of necessity, wajib. According to a record in Uṣūl al-niḥal, during the formative period of itizālī thought, there were Mu‘tazilite sufis (ṣūfiyyat al-Muʿtazila) such as Bishr b. al-Mu‘tamir’s disciple Abū Imrān Mūsā b. al-Raqqāshī, al-Naẓẓām’s apostate disciple Fadl al-Hadathī, and Husayn al-Kūfī, about whom no information is available. These names, who seem to have earned their livelihood through almsgiving, defended the forbiddenness (taḥrīm al-makāsib) of all kinds of endeavour for sustenance, contrary to the acceptance of Muslim thinkers. However, it should be noted that for them, the forbiddenness in making an effort for sustenance does not cover the definition of sustenance, which is ‘all the benefits’, but only the effort in obtaining sustenance through means such as trade and agriculture. It is interesting to find such an extreme tendency among the Mu‘tazilites, who came to the fore with their rationalist discourses. “How could a Mu‘tazilite defend tahrīm al-makāsib?”, the issue of abandonment of striving for sustenance (tark al-makāsib), from which the idea of tahrīm al-makāsib is thought to have evolved, is mentioned, and then the Mu‘tazilite sufis views on tahrīm al-makāsib are tried to be based mainly on Mu‘tazilite sources and the criticisms of Mu‘tazilite authors against them are included. It has been determined that Mu‘tazilite sufis justifications for defending tahrīm al-makāsib concentrate on three points: (i) the absence of a just order due to the absence of a just imam and the possibility of supporting the oppressors (rulers) intentionally or unintentionally, and as a result of this, some of them describe the land of Islam as dār al-kufr, (ii) again in relation to the issue of imamate, in an environment where there is no justice, i.e. legal/moral order, the halāl and harām are so intertwined that they cannot be separated from each other, and in order to protect oneself from harām, the things that are subject to sustenance can only be purified through charity and become halāl, and (iii) the fact that trust in Allah is obligatory and any effort to pursue sustenance is contrary to tawakkul. The Mu‘tazilite authors criticised the proponents of tahrīm al-makāsib on the grounds that it is permissible to trade while maintaining a rational and ethical attitude, that one’s intention and interest in trade are important, and that tawakkul cannot be built on the right ground. As a result, the proponents of tahrīm almakāsib disappeared because they could not gain a foothold in the Mu‘tazilite intellectual climate due to their erroneous reasoning.
In Islamic theological writings, under the heading of sustenance, the focus is generally on issues such as who is the provider of sustenance, whether haram is considered sustenance, and whether Allah’s consent exists for haram sustenance. Another issue that can be found between the lines of the subject of sustenance is whether it is haram for a person to work for sustenance or not. In fact, the pursuit of means of livelihood in order to sustain one’s life is, according to the general and predominant acceptance of Muslim scholars, permissible and, in cases of necessity, wajib. According to a record in Uṣūl al-niḥal, during the formative period of itizālī thought, there were Mu‘tazilite sufis (ṣūfiyyat al-Muʿtazila) such as Bishr b. al-Mu‘tamir’s disciple Abū Imrān Mūsā b. al-Raqqāshī, al-Naẓẓām’s apostate disciple Fadl al-Hadathī, and Husayn al-Kūfī, about whom no information is available. These names, who seem to have earned their livelihood through almsgiving, defended the forbiddenness (taḥrīm al-makāsib) of all kinds of endeavour for sustenance, contrary to the acceptance of Muslim thinkers. However, it should be noted that for them, the forbiddenness in making an effort for sustenance does not cover the definition of sustenance, which is ‘all the benefits’, but only the effort in obtaining sustenance through means such as trade and agriculture. It is interesting to find such an extreme tendency among the Mu‘tazilites, who came to the fore with their rationalist discourses. “How could a Mu‘tazilite defend tahrīm al-makāsib?”, the issue of abandonment of striving for sustenance (tark al-makāsib), from which the idea of tahrīm al-makāsib is thought to have evolved, is mentioned, and then the Mu‘tazilite sufis views on tahrīm al-makāsib are tried to be based mainly on Mu‘tazilite sources and the criticisms of Mu‘tazilite authors against them are included. It has been determined that Mu‘tazilite sufis justifications for defending tahrīm al-makāsib concentrate on three points: (i) the absence of a just order due to the absence of a just imam and the possibility of supporting the oppressors (rulers) intentionally or unintentionally, and as a result of this, some of them describe the land of Islam as dār al-kufr, (ii) again in relation to the issue of imamate, in an environment where there is no justice, i.e. legal/moral order, the halāl and harām are so intertwined that they cannot be separated from each other, and in order to protect oneself from harām, the things that are subject to sustenance can only be purified through charity and become halāl, and (iii) the fact that trust in Allah is obligatory and any effort to pursue sustenance is contrary to tawakkul. The Mu‘tazilite authors criticised the proponents of tahrīm al-makāsib on the grounds that it is permissible to trade while maintaining a rational and ethical attitude, that one’s intention and interest in trade are important, and that tawakkul cannot be built on the right ground. As a result, the proponents of tahrīm almakāsib disappeared because they could not gain a foothold in the Mu‘tazilite intellectual climate due to their erroneous reasoning.