Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Tüm kutsal metinlerde olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de sosyal, kültürel, tarihî ve mekânsal birta... more Tüm kutsal metinlerde olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de sosyal, kültürel, tarihî ve mekânsal birtakım unsurlar yer almaktadır. Bazıları doğal mekân olmaları itibariyle Kuran’dan önce fiziki anlamda varken bazıları da gönderilen ayetlere bağlı olarak inşa edilmiş veya yeniden anlam kazanmıştır. Zaman içinde bu mekânların bir kısmı birer toplumsal sahne görevi görürken diğer kısmı da karar verici roller üstlenerek bireyi ve toplumu şekillendirmiştir Kur’an'daki bu mekânsal zenginlik, Kur’an’ın özellikle sosyal bilimciler için önemli bir kaynak görevi görmesini sağlamıştır. Bu mekânların çeşitliliği de mekâna dair farklı bakış açılarının oluşması ve her mekânın özgün bir şekilde okunmasına olarak tanımıştır. Bu yönüyle Kur’an’ın önemli bir rehber olup kutsal mekânların gösterildiğini söylemek mümkündür. Kur’an ve mekân bağlamında hazırlanan bu çalışmada Kur’an’da sözü edilen bazı mekânların sosyolojik yönü detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu mekânların hangi referanslarla inşa edildiği ne şekilde anlam kazandığı ve inşa edildikten sonra ne tür toplumsal ilişki ağları ürettiği soruları üzerinde durulmuştur. Sözü edilen kutsal mekânların kamusal alanda karşılaşılan diğer mekânlardan ayrılan veya benzeyen yönleri belirlenmiş, birey ve toplumun kimlik kazanmasında bu mekânların ne tür roller üstlendiği ortaya çıkarılmıştır. Bazı doğal mekânların Kur’an ile birlikte anlamlı bir alana evrilmesi, birey ve toplum yaşamında önemli bir yer edinmesi süreci açıklanmıştır. Bunun yanında sözü edilen mekânlar aracılığıyla bireyin sahip olduğu alt kimlikleri geri planda bırakarak nasıl bir üst kimlik inşa ettiği ve bu kimliğin sürdürülmesinde söz konusu mekânların rolünün ne olduğu tartışılmıştır. Çalışmada nitel araştırma yöntemleri arasında yer alan doküman analizi tekniği kullanılmıştır. Doküman olarak da Kur'an kaynak metin olarak seçilmiştir. İlk olarak Kur’an baştan sona incelenmiş ve kutsal mekânların geçtiği 20 farklı sûre ve 58 ayet tespit edilmiştir. Bu ayetler içerik analizi tekniği ile incelenmiş ve öne çıkan temalar kodlanmıştır. İlgili ayetlerde doğrudan veya dolaylı olarak zikredilen 12 kutsal mekân ile belirlenen temalar arasındaki ilişki açıklanmaya çalışılmıştır. Böylelikle çalışma, sözü edilen mekânlar üzerinde temellendirilmiştir. Çalışmanın sonucunda söz konusu mekânların sıradan mekânlardan farklı olarak doğrudan ilahî referanslarla yeniden anlam kazandığı veya inşa edildiği tespit edilmiştir. Bu yeniden anlam kazanma sürecinde toplumsal hafızayı aktarmaya yönelik güçlü bağların olduğu görülmüştür. Bu mekânların birey ve toplum kimliğini şekillendirme noktasında ve kültürün sonraki nesillere aktarılmasında önemli bir rol oynadığı anlaşılmıştır. Ayrıca bu mekânların aidiyet oluşturarak bireyleri ortak bir çatı altında topladığı, ortak duyguların oluşmasına zemin hazırladığı tespit edilmiştir. Tüm bunların yanında bahsi geçen bu kutsal mekânların diğer mekânlar gibi sosyal, kültürel, siyasî ve ekonomik anlamda tüketildiği, belli dönemlerde metalaştırıldığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu mekânların edindikleri kutsallıktan dolayı birleştiren, bütünleştiren ve inancı sonraki kuşaklara aktaran bir yönünün olduğu görülmüştür. Sahip olduğu bu özelliklerden dolayı ayrıştırıcı bir yönü de ortaya çıkmış ve bu mekânların toplumsal bir mücadele alanı oldukları tespit edilmiştir.
İslam ülkelerinde, İslamcı muhalefetin tarihi, emperyalist ve sömürgeci faaliyetlerin ortaya çıkm... more İslam ülkelerinde, İslamcı muhalefetin tarihi, emperyalist ve sömürgeci faaliyetlerin ortaya çıkmaya başladığı dönemlere dayanmaktadır. Batı’nın İslam coğrafyasına yönelik emperyalist ve sömürgeci politikaları neticesinde suni sınırların çizilmesi, bağımsız devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte kurulan yeni düzende işbaşına gelen/getirilen yönetimlerin Batı’nın güdümünde ve laik bir yönetim karakterine sahip olması (ya da İslamcı muhalifler tarafından böyle olduğu kabul edilmesi), İslam dünyasının birçok ülkesinde İslamcı muhalif grupların temel itiraz noktasını oluşturmaktadır. Bu nedenle birçok İslamcı muhalif grup, Batı güdümündeki bu laik yönetimlerin devrilip yerlerine şeriata dayalı bir yönetimin gelmesi gerektiğine inanmaktaydı. İslam dünyasında bu hedefle kurulan muhalif hareketler için dönüm noktalarından birisi Ayetullah Hümeyni liderliğinde İran’da gerçekleşen İslam Devrimi’ydi. İran’da 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi; Mısır, Pakistan ve Afganistan başta olma...
Her kentin bir kimligi vardir. Kentler, tarih boyunca farkli sekillerde tanimlanmistir. Antropolo... more Her kentin bir kimligi vardir. Kentler, tarih boyunca farkli sekillerde tanimlanmistir. Antropolog ve seyyahlar kentleri tanimlarken kimi zaman sehrin dogal ozelliklerinde kimi zaman da kulturel farkliliklarindan yola cikarak tanimlamislardir. Kentler, degisen sartlar sonucunda kendi oz kimliklerinden farkli bir kimlige burunebilmektedirler. Biz bu calismada Siirt’in sosyal, siyasal ve dini kimligindeki degisimi goc ve modernlesme baglaminda ele alacagiz.
Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Bu makale, Ithenticate intihal tarama programı ile taranmıştır. Ayrıca iki hakem tarafından da in... more Bu makale, Ithenticate intihal tarama programı ile taranmıştır. Ayrıca iki hakem tarafından da incelenmiştir. / This article has been scanned with Ithenticate plagiarism screening program. Also this article has been reviewed by two referees.
Turkish Studies - Comparative Religious Studies, 2023
Bireysel hak ve özgürlükler, din, bilim, ahlak ve vicdan gibi farklı parametrelerin kesiştiği bir... more Bireysel hak ve özgürlükler, din, bilim, ahlak ve vicdan gibi farklı parametrelerin kesiştiği bir olgu olması nedeniyle tartışmalı bir konu haline gelen kürtaj, bu konuda fikir beyan edenlerin referans noktalarının farklılaşmasından dolayı daha da karmaşık bir hal almaktadır. Bu yüzden kürtajla ilgili farklı yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Bu farklı yaklaşımlardan birisi, kürtaja, “seçim yanlısı” yaklaşımdır. Bu yaklaşım kürtajı kadının kendi bedeni üzerindeki tasarrufu bağlamında değerlendirmektedir. Bir diğer yaklaşım ise kürtaja fetüsün hayat hakkının ihlali olarak bakan “yaşam yanlısı” yaklaşımdır. Kürtaja dini referans alarak yaklaşanların kürtaja yönelik tutumları sahip oldukları dini anlayış çerçevesinde şekillenebilmektedir. Dini referans olarak kabul etmenin yanı sıra halkın dini hayatını etkileme potansiyeline sahip olan kişilerin bu konudaki yaklaşımları, toplumsal düzlemde kürtaja yönelik tutumları şekillendirme ihtimali taşımaktadır. Bu yüzden örgün veya yaygın din eğitimcisi/adayı olan kişilerin kürtaja yönelik tutumlarının tespit edilmesi önem arz etmektedir. Buradan hareketle bu çalışma, örgün din eğitimi almış kişilerin kürtaja yönelik tutumlarını ele almaktadır. Nicel olarak tasarlanan çalışma kapsamında farklı yaş, cinsiyet ve meslek gruplarından örgün din eğitimi almış ve hali hazırda bu eğitimi alan kişilerin kürtaja yönelik tutumları anket aracılığıyla toplanan veriler çerçevesinde tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışma sonucunda resmi din eğitimi alan kişilerin kürtaja yönelik negatif bir tavra sahip oldukları, sadece sağlık açısından gerekli durumlarda kürtajın yapılması gerektiği yönünde bir tutuma sahip oldukları tespit edilmiştir.
Structured Abstract: Abortion, which is one of the phenomena where different fields intersect, is discussed from many aspects such as health, law, belief and morality. When the literature on abortion is examined, it is seen that the discussions carried out in a theoretical framework are at the forefront. Although there are some studies on the legal dimension of abortion and its evaluation in terms of health, it is seen that studies based on field research are limited. Conducting the discussions on abortion on the basis of data collected from the field will enable the discussions on this subject to be carried out on a better ground. In addition to the limited number of fieldwork-based studies, the lack of a study that directly determines the attitudes of people who receive theology education towards abortion makes this study important. This study has been prepared for such a purpose. In addition to the limited number of fieldwork-based studies, the lack of a study that directly determines the attitudes of people who receive theology education towards abortion makes this study important. In the study conducted with the quantitative method, the data were collected by the questionnaire technique. Within the scope of the study, answers were sought to the following questions: What are the attitudes of people who receive theology education towards abortion in general? Is there a significant difference between attitudes towards abortion and variables such as gender, age, marital status, occupation, and source of religious knowledge? What are the main determinants of attitudes towards abortion? The population of the research consists of individuals who receive formal religious education. Convenience sampling technique was used in sample selection. In this context, a questionnaire was applied to 458 people. The collected data were analyzed using the SPSS program. In the analysis of the data, descriptive statistics such as frequency distribution, arithmetic mean and percentage were made. On the other hand, some analyzes were conducted to determine whether the attitudes of the participants towards abortion showed a significant difference in terms of independent variables. As a result of the normality test, it was determined that the data were not homogeneously distributed. For this reason, Mann-Whitney U test and Kruskal-Wallis tests, which are non-parametric tests, were used. In cases where a statistically significant differentiation was detected, Tahmane's T2 test, one of the Post-Hoc tests, was used to determine between which groups the differentiation occurred. As a result of the study, it was determined that the participants had a negative attitude towards the phenomenon of abortion. It has been determined that the participants, who have an attitude that abortion should be done only when it is necessary for health reasons, have a negative attitude towards abortion because they do not see this action as religiously appropriate. It has been concluded that if an abortion is to be performed, the consent of the man should also be obtained in this process. In the pro-choice-pro-life dilemma in which abortion debates were conducted, it was determined that the participants exhibited a pro-life attitude. A very large proportion of the participants evaluated abortion as taking away the right to life of the fetus. Parallel to this, it has been observed that they have an attitude that the right to life of the fetus is superior to the freedom of choice of the woman about whether or not to give birth. It was determined that the participants had a negative attitude towards abortion in a pregnancy that was medically determined to be born with a disability. One of the striking factors here is the rate of undecided people. While the rate of those who are undecided on issues such as voluntary abortion and the right to life of the fetus in the study is very low, this rate rises to 25% when the fetus is disabled. This can be interpreted as the fact that the participants do not have a clear attitude in the case of the fetus's disability, as in their participation in other propositions. It was determined that 44.1% of the participants did not agree with abortion regardless of the duration in pregnancies that took place without the consent of the woman, such as rape. The idea that there is no guilt/responsibility for the child to be born in this process has been effective in the emergence of such an attitude. Here, too, one of the striking factors is the situation of the undecided. Although a high percentage of the participants generally have negative attitudes towards abortion, it is seen that the rate of undecided (31%) in a situation such as rape that occurs without the consent of the woman is higher than the other questions. In parallel with this, the rate of undecided people in the attitudes towards increasing the abortion period up to 20 weeks in pregnancies as a result of rape in the Turkish Penal Law was at the highest level with 37.3% in the scope of the study. It was seen that one third of the participants did not have a clear attitude both against abortion in pregnancy without the consent of the woman and about increasing the abortion period to 20 weeks. Considering the attitudes of the participants about the legal aspect of abortion, it is seen that there is a negative attitude towards abortion in general. It was determined that the participants did not find it right that there should be no penal sanction against abortion in the first 10 weeks of pregnancy. When evaluated in terms of independent variables, it has been determined that men have a more strict attitude towards voluntary abortion than women. It has been observed that married people have a more strict attitude towards abortion than singles. When evaluated in terms of profession, it was determined that there was a significant difference between the student group and the teachers and religious personnel group. It was concluded that students have a more moderate attitude towards voluntary abortion compared to teachers and Diyanet personnel. There was no significant difference between the groups in terms of the age range of the participants. It has been determined that those who are dependent on religious knowledge and who are fed from the religion have a more rigid attitude than those who are fed from individual research. When the religiosity level of the participants is evaluated, it has been determined that as the level of religiosity increases, the negative attitude towards abortion also increases. When pro-choice and pro-life approaches are evaluated in the context of gender, it has been determined that women have a more positive attitude towards freedom of choice than men. It was concluded that there was no significant difference between the attitude towards the abortion of the disabled fetus and the gender variable
İslam ülkelerinde, İslamcı muhalefetin tarihi, emperyalist ve sömürgeci faaliyetlerin ortaya çıkm... more İslam ülkelerinde, İslamcı muhalefetin tarihi, emperyalist ve sömürgeci faaliyetlerin ortaya çıkmaya başladığı dönemlere dayanmaktadır. Batı’nın İslam coğrafyasına yönelik emperyalist ve sömürgeci politikaları neticesinde suni sınırların çizilmesi, bağımsız devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte kurulan yeni düzende işbaşına gelen/getirilen yönetimlerin Batı’nın güdümünde ve laik bir yönetim karakterine sahip olması (ya da İslamcı muhalifler tarafından böyle olduğu kabul edilmesi), İslam dünyasının birçok ülkesinde İslamcı muhalif grupların temel itiraz noktasını oluşturmaktadır. Bu nedenle birçok İslamcı muhalif grup, Batı güdümündeki bu laik yönetimlerin devrilip yerlerine şeriata dayalı bir yönetimin gelmesi gerektiğine inanmaktaydı. İslam dünyasında bu hedefle kurulan muhalif hareketler için dönüm noktalarından birisi Ayetullah Hümeyni liderliğinde İran’da gerçekleşen İslam Devrimi’ydi. İran’da 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi; Mısır, Pakistan ve Afganistan başta olmak üzere birçok Müslüman ülkede, laik ve seküler yönetimlere karşı yürütülen muhalefet için ayrı bir motivasyon kaynağı olmuştur. İran İslam Devrimi’nin başarıyla sonuçlanması, bir taraftan benzer hedeflerle faaliyet yürüten oluşumlara motivasyon sağlamış; diğer taraftan da aynı hedefler çerçevesinde faaliyet yürütecek yeni teo-politik hareketlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İran İslam Devriminin yaratmış olduğu motivasyonun etkili olduğu ülkelerden birisi de şüphesiz Türkiye olmuştur. Türkiye’de İslamcı muhalefetin dozu artmış ve bazı teo-politik hareketler ortaya çıkmıştır. Söz konusu gruplardan biri de Türkiye Hizbullah’ı olmuştur. Hizbullah, Türkiye’deki laik sistemin değiştirilip yerine şeriata dayalı bir yönetimin kurulması gerektiği fikrini benimsemiştir. Bu kapsamda Türkiye’deki yönetim tarzının şeriata uygun olmadığı (tağuti) gerekçesiyle oy kullanarak bu sisteme dâhil olunmaması gerektiğini belirtmiştir. Ancak süreç içerisinde Hizbullah’ın hareket metodu ve söylemlerinde bazı değişimler yaşanmıştır. Hizbullah, 1990-2000 yılları arasında kamuoyunda şiddet ile özdeşleşen bir yapı haline gelmiştir. Türkiye Hizbullahı, 2002 yılında silahlı eylemleri bıraktığını duyurduktan sonra, sivilleşme çabaları kapsamında daha sonra ismi Mustazaflar Hareketi olarak değişen bir dernek kurmuştur. Söz konusu bu dernek, 2010 yılında Hizbullah ile ilişkili olduğu gerekçesiyle kapatıldı. 2012 yılına gelindiğinde, Hizbullah, “Hür Dava Partisi” adında bir parti kurarak siyaset arenasına dahil oldu. Ortaya çıktığı ilk zamanlarda Türkiye’deki mevcut yönetim sistemini reddeden ve bu sistemle hiçbir şekilde ilişki içerisinde olmamayı salık veren Hizbullah’ın süreç içerisinde bu tavrında değişikliğe gittiği görülmektedir. İlk zamanlarında oy kullanmayı bile kabul etmeyen Hizbullah’ın, parti kurmak suretiyle, süreç içerisinde bir dönüşüm yaşandığı görülmektedir. Daha önce oy kullanmanın haram olduğunu ifade eden Hizbullah, Hür Dava Partisi adındaki siyasi yapılanma ile mevcut sistemin içerisinde yer almaya başlamıştır. İşte bu çalışma, Türkiye Hizbullahı’nın süreç içerisindeki siyasal dönüşümünü ele almaktadır. Dokümantasyon metodunun kullanıldığı çalışmanın kaynaklarını, Hizbullah hareketinin içerisinde bulunmuş ve daha sonra Dernek ve Partinin farklı kademelerinde görev almış olan kişilerin demeçleri, parti ve dernek tüzükleri, konuyla ilgili yapılmış çalışmalar ve Hizbullah’ın yayınlamış olduğu manifesto oluşturmaktadır. Çalışmada Hizbullah’ın kuruluş süreci ve siyaset anlayışı ele alındıktan sonra 2002 yılında başlayan legalleşme çabaları ve 2012 yılında siyasi bir parti kurmaya uzanan süreç ele alınmıştır. Çalışma sonucunda Hizbullah’ın mevcut siyasal yapıya karşı tavrının süreç içerisinde değişikliğe uğradığı tespit edilmiştir. Hizbullah’ın yaşadığı bu dönüşümün bir ılımlaşma olarak değerlendirilebileceği sonucuna varılmıştır.
SOSYAL CİHAD Teo-Politik ve Militarist Bir Yapı Olarak Lübnan Hizbullahı ve Sosyal Hizmet Ağı, 2022
Din ve siyaset ilişkisi söz konusu olduğunda akla ilk gelen yapılardan biri Lübnan Hizbullahı’dır... more Din ve siyaset ilişkisi söz konusu olduğunda akla ilk gelen yapılardan biri Lübnan Hizbullahı’dır. Adı sıklıkla İsrail ile yaşanan çatışmalarla gündeme gelen ve daha çok askeri faaliyetleriyle bilinen Lübnan Hizbullahı tek boyutlu bir örgütlenme değildir. Bir Devlet Dışı Silahlı Aktör olan Lübnan Hizbullahı, askeri faaliyetlerinin yanı sıra güçlü bir sosyal hizmet ağına da sahiptir. Bu kitap, Ortadoğu’nun dinamik coğrafyalarından birisi olan Lübnan’da faaliyet yürüten Lübnan Hizbullahı’nın askeri faaliyetlerinin (askeri cihad) yanında “sosyal cihad” olarak ifade ettiği sosyal hizmet alanındaki faaliyetlerine odaklanmaktadır. Bu kapsamda kitap şu soruların cevabını aramaktadır:
• Çok boyutlu bir yapılanma olan Lübnan Hizbullah’ın sosyal hizmet alanındaki faaliyetleri nelerdir?
• Lübnan Hizbullah’ı bu faaliyetleri hangi yapılar üzerinden sunmaktadır?
• Hizbullah’ın Lübnan’da taban bulmasında, sahip olduğu hizmet ağının etkisi var mı?
• Lübnan Hizbullahı’nın “Direniş Toplumu” inşa etme sürecinde sosyal hizmet ağının etkisi var mı?
Bu calisma Siirt ili orneginde medreselerinin etkilerini yetirmesinin nedenlerini ele alan bir a... more Bu calisma Siirt ili orneginde medreselerinin etkilerini yetirmesinin nedenlerini ele alan bir alan arastirmasidir. Arastirma kapsaminda medreselerin tarihsel sureci islendikten sonra, sark medreselerinin etkisizlesmesinin nedenleri, alandan elde edilen cercevesinde degerlendirilmistir. Arastirmanin orneklemi secilirken kartopu orneklem secme teknigi kullanilmistir. Nitel bir arastirma olarak tasarlanan calismada farkli yas ve meslek kategorilerinden 25 kisi ile derinlemesine mulakat yapilmistir. Sahadan toplanan veriler analiz edilmek icin once bilgisayar ortaminda yaziya gecirilmis, ardindan da analiz edilmeye hazir hale getirilmek icin temalara ayrilmistir. Calisma sonucunda, medreselerin islevlerini yitirmesinde etkili oldugu dusunulen sekiz farkli tema tespit edilmistir.
Mezopotamya halklarından olan Yezidilerin, artan göçlerle giderek sayıları azalmıştır. Anavatanla... more Mezopotamya halklarından olan Yezidilerin, artan göçlerle giderek sayıları azalmıştır. Anavatanlarında kalanların bir kısmı Türkiye'de yaşamaya devam etmektedir. Yezidilerin Türkiye'de yaşadığı şehirlerden biri de Batman'dır. Bu çalışmada, Batman Beşiri örneğinden hareketle Yezidi toplumundaki din referanslı yapılanmalar ele alınmıştır. Göç ile beraber sayıları bir hayli azalmasına rağmen kendi inanç ve kültürlerini korumaya çalışan buradaki Yezidilerin dini yapılarının sosyal hayata yansımalarının incelenmesi, bu dini grubun tanınması açısından önem arz etmektedir. Yezidiler, kendi içlerinde din adamları ve müridler olarak iki temel sınıfa ayrılmıştır. Kast sistemine benzer bu yapı, Yezidilerin sosyal hayatı üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Örneğin, toplumsal kastlar arasında evlilik kesinlikle yasaklanmıştır. Diğer taraftan, Mürid kastında olan ve Yezidi toplumunda en geniş tabakayı oluşturan sıradan halk, din adamları kastına karşı ekonomik olarak sorumludur. Bu ve buna benzer konuların ele alındığı ve bir saha çalışması olan bu makale, Yezidilerdeki dini teşkilatlanmanın onların sosyal hayatına yansıması üzerinde durmuştur. İki kısımdan oluşan bu çalışmada önce Yezidilikteki kastlar ve bunların alt teşkilatlanmaları ve daha sonra da bu kastların sosyal hayata yansımaları ele alınmıştır. Ekler kısmında da Yezidi köylerinde çekilen fotoğraflara yer verilmiştir. Araştırma kapsamında temel olarak derinlemesine mülakat tekniği kullanılmıştır.
kadrolarını oluşturması ve yaklaşık 100 yıllık bir demokrasi ile yönetilme geleneğin olması, HT'n... more kadrolarını oluşturması ve yaklaşık 100 yıllık bir demokrasi ile yönetilme geleneğin olması, HT'nin Türkiye'de daha zayıf kalmasına neden olmuştur.
Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Siyasal tercihlerin şekillenmesinde sosyal, ekonomik, ideolojik, dinsel, demografik vb. birçok hu... more Siyasal tercihlerin şekillenmesinde sosyal, ekonomik, ideolojik, dinsel, demografik vb. birçok husus etkili olabilmektedir. Bu faktörlerin etki boyutu toplumdan topluma veya bireyden bireye farklılık gösterebilmektedir. Bu çalışma, parti veya adayların muhafazakâr kimliğinin gençlerin siyasal tercihlerinin şekillenmesindeki etkisini tespit etmeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın kapsamını 18-30 yaş arasındaki kişiler oluşturmaktadır. Nicel bir çalışma olarak tasarlanan çalışmada veri toplama aracı olarak anket kullanılmıştır. Çalışma kapsamında 1557 kişi ile çevirim içi olarak anket yapılmıştır. İki bölüm şeklinde tasarlanan çalışmada ilk bölümde oy verme davranışlarına yönelik teorik yaklaşımlar incelendikten sonra seçmen davranışında etkili olan faktörler irdelenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde anket kapsamında ulaşılan bulgular değerlendirilmiştir. Toplanan veriler SPSS 21 aracılığıyla analiz edilmiştir. Çalışmanın sonucunda gençlerin siyasal tercihlerinin şekillenmesinde dindarlık/muhafazakarlık faktörünün sınırlı bir etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Gençlerin siyasal tercihte bulunma davranışlarının rasyonel tercih kuramının ilkeleriyle bağdaştığı görülmüştür. Öte yandan gençlerin din ve siyaset ilişkisine yönelik tutumlarının liberal yaklaşım olarak ifade edilen “din ve siyasetin birbirinden ayrı olması” yönünde olduğu tespit edilmiştir.
Bu çalışmada, küresel bir İslam Devleti ve Hilafet kurma gayesi ile 1953 yılında
Takiyuddin en-Ne... more Bu çalışmada, küresel bir İslam Devleti ve Hilafet kurma gayesi ile 1953 yılında Takiyuddin en-Nebhânî tarafından kurulan Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerinin Özbekistan ve Türkiye üzerinden karşılaştırmalı bir analizi yapılmıştır. İki bölüme ayrılan çalışmanın ilk bölümünde Hizb-ut Tahrir’in kuruluş süreci, ideolojisi ve hareket metodu hakkında bilgilere yer verilmiştir. İkinci bölümde ise Hizb-ut Tahrir’in Özbekistan ve Türkiye’deki faaliyetleri ele alınmıştır. HT İlk etapta Arapça konuşulan ülkelerde faaliyet yürütmeyi hedeflemiş ancak süreç içerisinde küresel bir faaliyet ağına kavuşmuştur. Günümüzde Avrupa, Asya, Amerika ve Afrika kıtalarında 45 farkı ülkede faaliyet yürüten HT, uluslararası bir yapılanma haline gelmiştir. Sovyetler Birliğinin halkın inancını yaşamasına yönelik olumsuz tutumu ve bir devlet politikası olarak ateizmi dayatması, Orta Asya’daki birçok Müslümanın kendi dinini rahat bir şekilde yaşaması engellemiştir. Süreç içerisinde halkın dini bilgiye ulaşımı gittikçe zorlaşmıştır. Bu durum, dini bilgiye aç bir kesimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte dini bilgi ve yaşayışın önündeki engeller de ortadan kalkmıştır. Oluşan bu yeni ortam birçok dini hareketin ilgisini çekmiştir. Birçok dini-politik hareket, bu bölgede etkin birer aktör olmak için çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Bu hareketlerden birisi de Hizb ut-Tahrir’dir. HT’nin fikirleri, 1970’li yılların sonlarında bölgedeki yükseköğretim kurumlarında okumak üzere Ürdün ve Filistin’den gelen öğrenciler aracılığıyla gelmiş ancak dönemin şartlarından dolayı etkisi sınırlı kalmıştır. HT, 1995 yılında Fergana vadisindeki çalışmalarıyla etkinliğini arttırmış ve kısa süre içinde Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan gibi komşu ülkelere de yayılmıştır. HT’nin aktif olmaya çalıştığı ülkelerden birisi de 1517-1924 yılları arasında İslam dünyasına halifelik etmiş olan Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulmuş olan Türkiye’dir. HT’nin Türkiye’ye yönelik ilk faaliyetleri 1960’lı yıllarda parti ideolojisini burada yaymak için gönderilen Ürdünlü öğrenciler aracılığıyla başlamıştır. HT, dağıttığı bildirilerle kısa sürede ülke gündemine oturmuştur. Süreç içerisinde faaliyetlerini sürdüren HT, 2005 yılında yaptığı bir açıklama ile Türkiye Vilayetini kurduğunu açıklamıştır. Hareketin sorumluluğuna Yılmaz Çelik getirilmiştir. HT’nin Türkiye vilayeti yapılanması aslında resmi olarak kurulmuş bir yapılanma değildir. Başka bir ifadeyle, devletin yetkili organları tarafından böyle bir yapılanmanın Türkiye’de kurulmasına resmi olarak izin verilmemiştir. Buradaki resmen kuruldu ifadesi HT örgütü açısından bir resmi kuruluş sürecidir. HT’nin Türkiye vilayetinin kurulduğu yönündeki açıklamalarından sonra aynı yıl 2 Eylül tarihinde Cuma namazı çıkışında Fatih Camisinde yaptığı eylemle kamuoyunda ses getirmiştir. Tekbirler eşliğinde 300-500 kişilik bir grup bir araya gelmiş, grup adına HT Türkiye sorumlusu Yılmaz Çelik bir açıklama yapmıştır. Söz konusu açıklamada Hilafetin yeniden getirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. HT’nin Özbekistan ve Türkiye’deki yapılanma güçleri karşılaştırıldığında Türkiye’de görece daha zayıf kaldığı görülmektedir. İşte bu çalışmada, “Hizb-ut Tahrir’in, Türkiye’yle kıyaslandığında, Özbekistan’da daha etkin olmasının nedenleri üzerinde durulmuştur. Çalışmanın sonucunda, söz konusu ülkelerin sosyo-politik yapılarındaki farklılıkların HT’nin bu ülkelerdeki başarı ve başarısızlığında kilit bir rol üstlendiği tespit edilmiştir. Özbekistan’da Sovyet Yönetiminin uyguladığı din politikasının sonucunda dini bilginin üretimi ve yayılması alanında ciddi bir boşluğun olması, HT’nin buralarda etkili olmasını sağlamıştır. Buna karşın Türkiye’de din hizmetlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tek bir merkezden yönetilmesi, İlahiyat alanında bilginin üretimi ve yayılmasında Türkiye’nin kendi entelektüel kadrolarını oluşturması ve yaklaşık 100 yıllık bir demokrasi ile yönetilme geleneğin olması, HT’nin Türkiye’de daha zayıf kalmasına neden olmuştur.
Şeyhlik ve tarikat olgusu, sıklıkla gündeme gelen konulardan
birisidir. Siyasal, ekonomik, dinî b... more Şeyhlik ve tarikat olgusu, sıklıkla gündeme gelen konulardan birisidir. Siyasal, ekonomik, dinî birçok tartışmada gündem olan şeyhlik/tarikat olgusu, çoğu zaman verilerden mahrum bir şekilde ele alınmaktadır. Bu kitap, ülkemizde sıklıkla gündeme gelen “tarikatların sosyal alandaki etkileri nedir?” sorusuna saha araştırması kapsamında toplanan veriler çerçevesinde cevap aramaktadır. Başka bir ifadeyle, şeyhlik kurumunun sosyal ve dinî alandaki etkilerinin hangi boyutta olduğu, geçmişle kıyaslandığında bir değişimin yaşanıp yaşanmadığını din sosyolojisi perspektifiyle ele almaktadır. Çalışmada, şeyhlik kurumunun/tarikatların eğitim, dinî hayat, siyaset, arabuluculuk, kanaat önderliği, sosyo-ekonomik hayat ve toplumsal bütünleşme alanlarındaki etkileri sosyolojik bir perspektifle ele alınmaktadır. 2016 ile 2020 yılları arasında yaklaşık dört yıl süren çalışma, Türkiye’de tarikat ve medrese ağının en yaygın olduğu illerden birisi olan Siirt’te yürütülmüştür.
Bu çalışma, Siirt ili örneğinde şeyhlik kurumunun (şeyhlerin) kanaat önderliği faaliyetlerindeki ... more Bu çalışma, Siirt ili örneğinde şeyhlik kurumunun (şeyhlerin) kanaat önderliği faaliyetlerindeki bağlayıcılığını ele almaktadır. Çalışmada şeyhlerin toplumun kanaatlerinin şekillenmesinde etkisi geçmiş ile kıyaslanarak var olan dönüşümün nedenleri araştırılmıştır. Nitel bir alan araştırması olan çalışmada veriler mülakat tekniği ile toplanmıştır. Örneklem seçiminde amaçlı örneklem ve kartopu örnekleme teknikleri kullanılmıştır. 24’ü (şeyh, müderris, şeyh ailesi üyesi ve tarikat mensubu) şeyhlik kurumu ile bağlantılı; 26’sı ise herhangi bir tarikat bağı olmayan kişiler olmak üzere toplam 50 kişi ile mülakat yapılmıştır. Veriler analiz edilirken betimsel analiz kullanılmıştır. Çalışmanın sonucunda, şeyhlerin kanaat önderliğinde yaşanan değişim altı başlık altında toplanmıştır: a. Şartlı bağlayıcılık (şeyhin kanaatini kendisine pratik yarar sağlayacaksa kabul etme), b. şeyhin önerisine uygun davranmama, c. kuşaklar arası farklılaşma, d. ihtiyacı olunca şeyhi hatırlama, e. arabuluculukta etki yitimi ve f. müritlerin siyasal tercihlerinin şekillenmesinde etki yitimi. Şeyhlerin bağlayıcılığının azalmasında ise beş içsel beş de dışsal faktörün etkili olduğu tespit edilmiştir. İçsel faktörler: a. şeyhlerin toplum ile iç içe olmamaları, b. siyaset ile yakın ilişki içinde olmaları, c. şeyhliğin yetkin olmayan kişiler tarafından temsil edilmesi, d. soy şeyhliğinin (şeyhliğin babadan oğula geçmesi) artması ve e. şeyhlerin ekonomik faaliyetlerde bulunmaları. Dışsal faktörler: a. eğitim seviyesinin artması, b. göç ve şehirleşme, c. bireyselleşme, d. ideolojik yaklaşımlar ve e. PKK’nın şeyhlere yönelik kara propagandası ve yeni aktörlerin ortaya çıkması olmak üzere beş de dışsal faktörün etkili olduğu görülmüştür
Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2020
Öz İslam medeniyetinin temel kurumlarından birisi olan medreselerin tarihi İslamiyet'in ilk yılla... more Öz İslam medeniyetinin temel kurumlarından birisi olan medreselerin tarihi İslamiyet'in ilk yıllarına dayanmaktadır. Selçuklular döneminde kurum-sallaşan medreseler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde zirveye çıkmıştır. Osmanlı'nın son iki asrında medreseler işlevini yitirmeye başlamıştır. Bu iş-levsizleşmenin arka planında birçok faktör etkili olmuştur. Söz konusu işlev yitimi Şark medreseleri için de geçerlidir. Bu çalışma, şark medreselerinin devamı niteliğinde olan Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki medreselerinin işlevsizleşmesinin nedenlerini Siirt ili örneğinde ele alan bir alan araştır-masıdır. Araştırma kapsamında medreselerin tarihsel süreci işlendikten sonra, şark medreselerinin etkisizleşmesinin nedenleri, alandan elde edilen çerçevesinde değerlendirilmiştir. Araştırmanın örneklemi seçilirken kartopu örneklem seçme tekniği kullanılmıştır. Nitel bir araştırma olarak tasarla-nan çalışmada farklı yaş ve meslek kategorilerinden 25 kişi ile derinleme-sine mülakat yapılmıştır. Sahadan toplanan veriler analiz edilmek için önce bilgisayar ortamında yazıya geçirilmiş, ardından da analiz edilmeye hazır hale getirilmek için temalara ayrılmıştır. Çalışma sonucunda, medreselerin işlevlerini yitirmesinde etkili olduğu düşünülen dört farklı tema tespit edilmiştir.
Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016
Her kentin bir kimliği vardır. Kentler, tarih boyunca farklı şekillerde tanımlanmıştır. Antropolo... more Her kentin bir kimliği vardır. Kentler, tarih boyunca farklı şekillerde tanımlanmıştır. Antropolog ve seyyahlar kentleri tanımlarken kimi zaman şehrin doğal özelliklerinde kimi zaman da kültürel farklılıklarından yola çıkarak tanımlamışlardır. Kentler, değişen şartlar sonucunda kendi öz kimliklerinden farklı bir kimliğe bürünebilmektedirler. Biz bu çalışmada Siirt’in sosyal, siyasal ve dini kimliğindeki değişimi göç ve modernleşme bağlamında ele alacağız.
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic , 2017
ÖZET Evrensel bir olgu ve toplumsal bir fenomen olan göç, insanların bulundukları yerden ekonomik... more ÖZET Evrensel bir olgu ve toplumsal bir fenomen olan göç, insanların bulundukları yerden ekonomik, sosyal, siyasal, ekolojik vb. nedenlerden dolayı başka bir yere hareket etmeleri olarak tanımlanabilir. Göçler kendi içinde farklı özelliklere göre kategorilere ayrılabilir. Göçün yapıldığı yerden hareketle iç göç ve dış göç şeklinde bir ayrıma gidilebilir. Öte yandan göçün nedenlerinden hareketle zorunlu göç veya isteğe bağlı göç şeklinde ikili bir tasnif yapılabilir. Bu çalışmanın konusu temel olarak dış göç ve sonuçları ile ilgilidir. Türkiye'deki dış göç serüveni 1960'lı yıllarda başlamıştır. Yapılan göçlerin çoğu ekonomik gerekçelerle gerçekleşmiştir. İşçi olarak kabul edilen göçmenleri bir süre sonra göç ettikleri yerleşe yerleşmeye başlamış ve kalıcı olmaya başlamıştır. Göçmenler bir taraftan yeni yaşam alanlarına kendi kültürünü taşırlarken öte yandan yani edindikleri kültürü de kendi anavatanlarına taşımaya başlamışlar. Özellikle oturma izni aldıktan sonra anavatana yapılan ziyaretlerin artmasıyla sosyo-kültürel etkileşim artmaya başlamıştır. Bu kapsamda çalışmadaki amaç; Türkiye'den Almanya'ya ağırlıklı olarak ekonomik sebeplerden dolayı giden göçmenlerin belli aralıklarla yaptıkları ziyaretler neticesinde anavatandaki sosyo-kültürel ve dini hayata etkisini araştırmaktır. Sosyolojik açıdan göç olgusuna değinildikten sonra, Almanya'ya yapılan göç serüveni kısaca ele alınmıştır. Göç ve sosyal değişim ilişkisi ele alındıktan sonra, dış göçün kültürel, ekonomik, dini ve siyasi boyutlardaki etkileri ele alınmıştır. Araştırmada temel veri toplama tekniği olarak mülakat ve gözlem kullanılmıştır. Elde edilen veriler ışığında, göçmenlerin öz yurtlarındaki sosyo-kültürel ve dini hayata etkisi irdelenmiştir. Araştırmada göçmenlerin anavatanlarında sosyo-kültürel ve dini hayatta birtakım değişimlere hız kazandırdığı gözlenmiştir. Bölgeden Almanya'ya göçten önce ve göçten sonra şeklinde bir zamansal tasnife gidilmesi, bu değişim ve dönüşümün boyutlarını göstermektedir.
Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2018
Tarih boyunca kurtarıcı beklentisi, her toplumda vardır. İnsanlar, zor zamanlarda birilerinin ge... more Tarih boyunca kurtarıcı beklentisi, her toplumda vardır. İnsanlar, zor zamanlarda birilerinin gelip kendisini kurtarmasını beklemiştir. Bu beklentinin birçok sebebi vardır. Her toplum kendi iç dinamiğine göre kurtarıcıya bir anlam verir. Bazı Müslüman toplumları da belli ölçüde bu beklentiye girmiştir. Bu çerçevede İslam kültüründe kurtarıcı anlayışı, mehdilik kavramıyla anlam bulmuştur. Bu anlayışın ortaya çıkmasında dinsel, psikolojik ve sosyolojik hususlar etkili olmuştur. Biz bu çalışmamızda, ilahiyat fakültesi örneğinde mehdilik algısını ele aldık. Çalışma evrenimizi Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileriyle sınırlı tuttuk. Farklı cinsiyet, yaş ve sınıf ölçütlerine göre mehdiliğin nasıl algılandığını araştırmaya çalıştık. Anketler sonucunda yapılan değerlendirmeler, ilahiyat öğrencilerinin kurtarıcı beklentisi hakkında önemli ipuçları verdi.
Mezopotamya halklarından olan Yezidilerin, artan göçlerle giderek sa-yıları azalmıştır. Anavatanl... more Mezopotamya halklarından olan Yezidilerin, artan göçlerle giderek sa-yıları azalmıştır. Anavatanlarında kalanların bir kısmı Türkiye'de yaşama-ya devam etmektedir. Yezidilerin Türkiye'de yaşadığı şehirlerden biri de Batman'dır. Bu çalışmada, Batman Beşiri örneğinden hareketle Yezidi toplu-mundaki din referanslı yapılanmalar ele alınmıştır. Göç ile beraber sayıları bir hayli azalmasına rağmen kendi inanç ve kültürlerini korumaya çalışan bura-daki Yezidilerin dini yapılarının sosyal hayata yansımalarının incelenmesi, bu dini grubun tanınması açısından önem arz etmektedir. Yezidiler, kendi içlerin-de din adamları ve müridler olarak iki temel sınıfa ayrılmıştır. Kast sistemine benzer bu yapı, Yezidilerin sosyal hayatı üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Örneğin, toplumsal kastlar arasında evlilik kesinlikle yasaklanmıştır. Diğer taraftan, Mürid kastında olan ve Yezidi toplumunda en geniş tabakayı oluştu-ran sıradan halk, din adamları kastına karşı ekonomik olarak sorumludur. Bu ve buna benzer konuların ele alındığı ve bir saha çalışması olan bu makale, Yezidilerdeki dini teşkilatlanmanın onların sosyal hayatına yansıması üzerin-de durmuştur. İki kısımdan oluşan bu çalışmada önce Yezidilikteki kastlar ve bunların alt teşkilatlanmaları ve daha sonra da bu kastların sosyal hayata yan-sımaları ele alınmıştır. Ekler kısmında da Yezidi köylerinde çekilen fotoğrafla-ra yer verilmiştir. Araştırma kapsamında temel olarak derinlemesine mülakat tekniği kullanılmıştır.
Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Tüm kutsal metinlerde olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de sosyal, kültürel, tarihî ve mekânsal birta... more Tüm kutsal metinlerde olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de sosyal, kültürel, tarihî ve mekânsal birtakım unsurlar yer almaktadır. Bazıları doğal mekân olmaları itibariyle Kuran’dan önce fiziki anlamda varken bazıları da gönderilen ayetlere bağlı olarak inşa edilmiş veya yeniden anlam kazanmıştır. Zaman içinde bu mekânların bir kısmı birer toplumsal sahne görevi görürken diğer kısmı da karar verici roller üstlenerek bireyi ve toplumu şekillendirmiştir Kur’an'daki bu mekânsal zenginlik, Kur’an’ın özellikle sosyal bilimciler için önemli bir kaynak görevi görmesini sağlamıştır. Bu mekânların çeşitliliği de mekâna dair farklı bakış açılarının oluşması ve her mekânın özgün bir şekilde okunmasına olarak tanımıştır. Bu yönüyle Kur’an’ın önemli bir rehber olup kutsal mekânların gösterildiğini söylemek mümkündür. Kur’an ve mekân bağlamında hazırlanan bu çalışmada Kur’an’da sözü edilen bazı mekânların sosyolojik yönü detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu mekânların hangi referanslarla inşa edildiği ne şekilde anlam kazandığı ve inşa edildikten sonra ne tür toplumsal ilişki ağları ürettiği soruları üzerinde durulmuştur. Sözü edilen kutsal mekânların kamusal alanda karşılaşılan diğer mekânlardan ayrılan veya benzeyen yönleri belirlenmiş, birey ve toplumun kimlik kazanmasında bu mekânların ne tür roller üstlendiği ortaya çıkarılmıştır. Bazı doğal mekânların Kur’an ile birlikte anlamlı bir alana evrilmesi, birey ve toplum yaşamında önemli bir yer edinmesi süreci açıklanmıştır. Bunun yanında sözü edilen mekânlar aracılığıyla bireyin sahip olduğu alt kimlikleri geri planda bırakarak nasıl bir üst kimlik inşa ettiği ve bu kimliğin sürdürülmesinde söz konusu mekânların rolünün ne olduğu tartışılmıştır. Çalışmada nitel araştırma yöntemleri arasında yer alan doküman analizi tekniği kullanılmıştır. Doküman olarak da Kur'an kaynak metin olarak seçilmiştir. İlk olarak Kur’an baştan sona incelenmiş ve kutsal mekânların geçtiği 20 farklı sûre ve 58 ayet tespit edilmiştir. Bu ayetler içerik analizi tekniği ile incelenmiş ve öne çıkan temalar kodlanmıştır. İlgili ayetlerde doğrudan veya dolaylı olarak zikredilen 12 kutsal mekân ile belirlenen temalar arasındaki ilişki açıklanmaya çalışılmıştır. Böylelikle çalışma, sözü edilen mekânlar üzerinde temellendirilmiştir. Çalışmanın sonucunda söz konusu mekânların sıradan mekânlardan farklı olarak doğrudan ilahî referanslarla yeniden anlam kazandığı veya inşa edildiği tespit edilmiştir. Bu yeniden anlam kazanma sürecinde toplumsal hafızayı aktarmaya yönelik güçlü bağların olduğu görülmüştür. Bu mekânların birey ve toplum kimliğini şekillendirme noktasında ve kültürün sonraki nesillere aktarılmasında önemli bir rol oynadığı anlaşılmıştır. Ayrıca bu mekânların aidiyet oluşturarak bireyleri ortak bir çatı altında topladığı, ortak duyguların oluşmasına zemin hazırladığı tespit edilmiştir. Tüm bunların yanında bahsi geçen bu kutsal mekânların diğer mekânlar gibi sosyal, kültürel, siyasî ve ekonomik anlamda tüketildiği, belli dönemlerde metalaştırıldığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu mekânların edindikleri kutsallıktan dolayı birleştiren, bütünleştiren ve inancı sonraki kuşaklara aktaran bir yönünün olduğu görülmüştür. Sahip olduğu bu özelliklerden dolayı ayrıştırıcı bir yönü de ortaya çıkmış ve bu mekânların toplumsal bir mücadele alanı oldukları tespit edilmiştir.
İslam ülkelerinde, İslamcı muhalefetin tarihi, emperyalist ve sömürgeci faaliyetlerin ortaya çıkm... more İslam ülkelerinde, İslamcı muhalefetin tarihi, emperyalist ve sömürgeci faaliyetlerin ortaya çıkmaya başladığı dönemlere dayanmaktadır. Batı’nın İslam coğrafyasına yönelik emperyalist ve sömürgeci politikaları neticesinde suni sınırların çizilmesi, bağımsız devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte kurulan yeni düzende işbaşına gelen/getirilen yönetimlerin Batı’nın güdümünde ve laik bir yönetim karakterine sahip olması (ya da İslamcı muhalifler tarafından böyle olduğu kabul edilmesi), İslam dünyasının birçok ülkesinde İslamcı muhalif grupların temel itiraz noktasını oluşturmaktadır. Bu nedenle birçok İslamcı muhalif grup, Batı güdümündeki bu laik yönetimlerin devrilip yerlerine şeriata dayalı bir yönetimin gelmesi gerektiğine inanmaktaydı. İslam dünyasında bu hedefle kurulan muhalif hareketler için dönüm noktalarından birisi Ayetullah Hümeyni liderliğinde İran’da gerçekleşen İslam Devrimi’ydi. İran’da 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi; Mısır, Pakistan ve Afganistan başta olma...
Her kentin bir kimligi vardir. Kentler, tarih boyunca farkli sekillerde tanimlanmistir. Antropolo... more Her kentin bir kimligi vardir. Kentler, tarih boyunca farkli sekillerde tanimlanmistir. Antropolog ve seyyahlar kentleri tanimlarken kimi zaman sehrin dogal ozelliklerinde kimi zaman da kulturel farkliliklarindan yola cikarak tanimlamislardir. Kentler, degisen sartlar sonucunda kendi oz kimliklerinden farkli bir kimlige burunebilmektedirler. Biz bu calismada Siirt’in sosyal, siyasal ve dini kimligindeki degisimi goc ve modernlesme baglaminda ele alacagiz.
Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Bu makale, Ithenticate intihal tarama programı ile taranmıştır. Ayrıca iki hakem tarafından da in... more Bu makale, Ithenticate intihal tarama programı ile taranmıştır. Ayrıca iki hakem tarafından da incelenmiştir. / This article has been scanned with Ithenticate plagiarism screening program. Also this article has been reviewed by two referees.
Turkish Studies - Comparative Religious Studies, 2023
Bireysel hak ve özgürlükler, din, bilim, ahlak ve vicdan gibi farklı parametrelerin kesiştiği bir... more Bireysel hak ve özgürlükler, din, bilim, ahlak ve vicdan gibi farklı parametrelerin kesiştiği bir olgu olması nedeniyle tartışmalı bir konu haline gelen kürtaj, bu konuda fikir beyan edenlerin referans noktalarının farklılaşmasından dolayı daha da karmaşık bir hal almaktadır. Bu yüzden kürtajla ilgili farklı yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Bu farklı yaklaşımlardan birisi, kürtaja, “seçim yanlısı” yaklaşımdır. Bu yaklaşım kürtajı kadının kendi bedeni üzerindeki tasarrufu bağlamında değerlendirmektedir. Bir diğer yaklaşım ise kürtaja fetüsün hayat hakkının ihlali olarak bakan “yaşam yanlısı” yaklaşımdır. Kürtaja dini referans alarak yaklaşanların kürtaja yönelik tutumları sahip oldukları dini anlayış çerçevesinde şekillenebilmektedir. Dini referans olarak kabul etmenin yanı sıra halkın dini hayatını etkileme potansiyeline sahip olan kişilerin bu konudaki yaklaşımları, toplumsal düzlemde kürtaja yönelik tutumları şekillendirme ihtimali taşımaktadır. Bu yüzden örgün veya yaygın din eğitimcisi/adayı olan kişilerin kürtaja yönelik tutumlarının tespit edilmesi önem arz etmektedir. Buradan hareketle bu çalışma, örgün din eğitimi almış kişilerin kürtaja yönelik tutumlarını ele almaktadır. Nicel olarak tasarlanan çalışma kapsamında farklı yaş, cinsiyet ve meslek gruplarından örgün din eğitimi almış ve hali hazırda bu eğitimi alan kişilerin kürtaja yönelik tutumları anket aracılığıyla toplanan veriler çerçevesinde tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışma sonucunda resmi din eğitimi alan kişilerin kürtaja yönelik negatif bir tavra sahip oldukları, sadece sağlık açısından gerekli durumlarda kürtajın yapılması gerektiği yönünde bir tutuma sahip oldukları tespit edilmiştir.
Structured Abstract: Abortion, which is one of the phenomena where different fields intersect, is discussed from many aspects such as health, law, belief and morality. When the literature on abortion is examined, it is seen that the discussions carried out in a theoretical framework are at the forefront. Although there are some studies on the legal dimension of abortion and its evaluation in terms of health, it is seen that studies based on field research are limited. Conducting the discussions on abortion on the basis of data collected from the field will enable the discussions on this subject to be carried out on a better ground. In addition to the limited number of fieldwork-based studies, the lack of a study that directly determines the attitudes of people who receive theology education towards abortion makes this study important. This study has been prepared for such a purpose. In addition to the limited number of fieldwork-based studies, the lack of a study that directly determines the attitudes of people who receive theology education towards abortion makes this study important. In the study conducted with the quantitative method, the data were collected by the questionnaire technique. Within the scope of the study, answers were sought to the following questions: What are the attitudes of people who receive theology education towards abortion in general? Is there a significant difference between attitudes towards abortion and variables such as gender, age, marital status, occupation, and source of religious knowledge? What are the main determinants of attitudes towards abortion? The population of the research consists of individuals who receive formal religious education. Convenience sampling technique was used in sample selection. In this context, a questionnaire was applied to 458 people. The collected data were analyzed using the SPSS program. In the analysis of the data, descriptive statistics such as frequency distribution, arithmetic mean and percentage were made. On the other hand, some analyzes were conducted to determine whether the attitudes of the participants towards abortion showed a significant difference in terms of independent variables. As a result of the normality test, it was determined that the data were not homogeneously distributed. For this reason, Mann-Whitney U test and Kruskal-Wallis tests, which are non-parametric tests, were used. In cases where a statistically significant differentiation was detected, Tahmane's T2 test, one of the Post-Hoc tests, was used to determine between which groups the differentiation occurred. As a result of the study, it was determined that the participants had a negative attitude towards the phenomenon of abortion. It has been determined that the participants, who have an attitude that abortion should be done only when it is necessary for health reasons, have a negative attitude towards abortion because they do not see this action as religiously appropriate. It has been concluded that if an abortion is to be performed, the consent of the man should also be obtained in this process. In the pro-choice-pro-life dilemma in which abortion debates were conducted, it was determined that the participants exhibited a pro-life attitude. A very large proportion of the participants evaluated abortion as taking away the right to life of the fetus. Parallel to this, it has been observed that they have an attitude that the right to life of the fetus is superior to the freedom of choice of the woman about whether or not to give birth. It was determined that the participants had a negative attitude towards abortion in a pregnancy that was medically determined to be born with a disability. One of the striking factors here is the rate of undecided people. While the rate of those who are undecided on issues such as voluntary abortion and the right to life of the fetus in the study is very low, this rate rises to 25% when the fetus is disabled. This can be interpreted as the fact that the participants do not have a clear attitude in the case of the fetus's disability, as in their participation in other propositions. It was determined that 44.1% of the participants did not agree with abortion regardless of the duration in pregnancies that took place without the consent of the woman, such as rape. The idea that there is no guilt/responsibility for the child to be born in this process has been effective in the emergence of such an attitude. Here, too, one of the striking factors is the situation of the undecided. Although a high percentage of the participants generally have negative attitudes towards abortion, it is seen that the rate of undecided (31%) in a situation such as rape that occurs without the consent of the woman is higher than the other questions. In parallel with this, the rate of undecided people in the attitudes towards increasing the abortion period up to 20 weeks in pregnancies as a result of rape in the Turkish Penal Law was at the highest level with 37.3% in the scope of the study. It was seen that one third of the participants did not have a clear attitude both against abortion in pregnancy without the consent of the woman and about increasing the abortion period to 20 weeks. Considering the attitudes of the participants about the legal aspect of abortion, it is seen that there is a negative attitude towards abortion in general. It was determined that the participants did not find it right that there should be no penal sanction against abortion in the first 10 weeks of pregnancy. When evaluated in terms of independent variables, it has been determined that men have a more strict attitude towards voluntary abortion than women. It has been observed that married people have a more strict attitude towards abortion than singles. When evaluated in terms of profession, it was determined that there was a significant difference between the student group and the teachers and religious personnel group. It was concluded that students have a more moderate attitude towards voluntary abortion compared to teachers and Diyanet personnel. There was no significant difference between the groups in terms of the age range of the participants. It has been determined that those who are dependent on religious knowledge and who are fed from the religion have a more rigid attitude than those who are fed from individual research. When the religiosity level of the participants is evaluated, it has been determined that as the level of religiosity increases, the negative attitude towards abortion also increases. When pro-choice and pro-life approaches are evaluated in the context of gender, it has been determined that women have a more positive attitude towards freedom of choice than men. It was concluded that there was no significant difference between the attitude towards the abortion of the disabled fetus and the gender variable
İslam ülkelerinde, İslamcı muhalefetin tarihi, emperyalist ve sömürgeci faaliyetlerin ortaya çıkm... more İslam ülkelerinde, İslamcı muhalefetin tarihi, emperyalist ve sömürgeci faaliyetlerin ortaya çıkmaya başladığı dönemlere dayanmaktadır. Batı’nın İslam coğrafyasına yönelik emperyalist ve sömürgeci politikaları neticesinde suni sınırların çizilmesi, bağımsız devletlerin ortaya çıkmasıyla birlikte kurulan yeni düzende işbaşına gelen/getirilen yönetimlerin Batı’nın güdümünde ve laik bir yönetim karakterine sahip olması (ya da İslamcı muhalifler tarafından böyle olduğu kabul edilmesi), İslam dünyasının birçok ülkesinde İslamcı muhalif grupların temel itiraz noktasını oluşturmaktadır. Bu nedenle birçok İslamcı muhalif grup, Batı güdümündeki bu laik yönetimlerin devrilip yerlerine şeriata dayalı bir yönetimin gelmesi gerektiğine inanmaktaydı. İslam dünyasında bu hedefle kurulan muhalif hareketler için dönüm noktalarından birisi Ayetullah Hümeyni liderliğinde İran’da gerçekleşen İslam Devrimi’ydi. İran’da 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi; Mısır, Pakistan ve Afganistan başta olmak üzere birçok Müslüman ülkede, laik ve seküler yönetimlere karşı yürütülen muhalefet için ayrı bir motivasyon kaynağı olmuştur. İran İslam Devrimi’nin başarıyla sonuçlanması, bir taraftan benzer hedeflerle faaliyet yürüten oluşumlara motivasyon sağlamış; diğer taraftan da aynı hedefler çerçevesinde faaliyet yürütecek yeni teo-politik hareketlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İran İslam Devriminin yaratmış olduğu motivasyonun etkili olduğu ülkelerden birisi de şüphesiz Türkiye olmuştur. Türkiye’de İslamcı muhalefetin dozu artmış ve bazı teo-politik hareketler ortaya çıkmıştır. Söz konusu gruplardan biri de Türkiye Hizbullah’ı olmuştur. Hizbullah, Türkiye’deki laik sistemin değiştirilip yerine şeriata dayalı bir yönetimin kurulması gerektiği fikrini benimsemiştir. Bu kapsamda Türkiye’deki yönetim tarzının şeriata uygun olmadığı (tağuti) gerekçesiyle oy kullanarak bu sisteme dâhil olunmaması gerektiğini belirtmiştir. Ancak süreç içerisinde Hizbullah’ın hareket metodu ve söylemlerinde bazı değişimler yaşanmıştır. Hizbullah, 1990-2000 yılları arasında kamuoyunda şiddet ile özdeşleşen bir yapı haline gelmiştir. Türkiye Hizbullahı, 2002 yılında silahlı eylemleri bıraktığını duyurduktan sonra, sivilleşme çabaları kapsamında daha sonra ismi Mustazaflar Hareketi olarak değişen bir dernek kurmuştur. Söz konusu bu dernek, 2010 yılında Hizbullah ile ilişkili olduğu gerekçesiyle kapatıldı. 2012 yılına gelindiğinde, Hizbullah, “Hür Dava Partisi” adında bir parti kurarak siyaset arenasına dahil oldu. Ortaya çıktığı ilk zamanlarda Türkiye’deki mevcut yönetim sistemini reddeden ve bu sistemle hiçbir şekilde ilişki içerisinde olmamayı salık veren Hizbullah’ın süreç içerisinde bu tavrında değişikliğe gittiği görülmektedir. İlk zamanlarında oy kullanmayı bile kabul etmeyen Hizbullah’ın, parti kurmak suretiyle, süreç içerisinde bir dönüşüm yaşandığı görülmektedir. Daha önce oy kullanmanın haram olduğunu ifade eden Hizbullah, Hür Dava Partisi adındaki siyasi yapılanma ile mevcut sistemin içerisinde yer almaya başlamıştır. İşte bu çalışma, Türkiye Hizbullahı’nın süreç içerisindeki siyasal dönüşümünü ele almaktadır. Dokümantasyon metodunun kullanıldığı çalışmanın kaynaklarını, Hizbullah hareketinin içerisinde bulunmuş ve daha sonra Dernek ve Partinin farklı kademelerinde görev almış olan kişilerin demeçleri, parti ve dernek tüzükleri, konuyla ilgili yapılmış çalışmalar ve Hizbullah’ın yayınlamış olduğu manifesto oluşturmaktadır. Çalışmada Hizbullah’ın kuruluş süreci ve siyaset anlayışı ele alındıktan sonra 2002 yılında başlayan legalleşme çabaları ve 2012 yılında siyasi bir parti kurmaya uzanan süreç ele alınmıştır. Çalışma sonucunda Hizbullah’ın mevcut siyasal yapıya karşı tavrının süreç içerisinde değişikliğe uğradığı tespit edilmiştir. Hizbullah’ın yaşadığı bu dönüşümün bir ılımlaşma olarak değerlendirilebileceği sonucuna varılmıştır.
SOSYAL CİHAD Teo-Politik ve Militarist Bir Yapı Olarak Lübnan Hizbullahı ve Sosyal Hizmet Ağı, 2022
Din ve siyaset ilişkisi söz konusu olduğunda akla ilk gelen yapılardan biri Lübnan Hizbullahı’dır... more Din ve siyaset ilişkisi söz konusu olduğunda akla ilk gelen yapılardan biri Lübnan Hizbullahı’dır. Adı sıklıkla İsrail ile yaşanan çatışmalarla gündeme gelen ve daha çok askeri faaliyetleriyle bilinen Lübnan Hizbullahı tek boyutlu bir örgütlenme değildir. Bir Devlet Dışı Silahlı Aktör olan Lübnan Hizbullahı, askeri faaliyetlerinin yanı sıra güçlü bir sosyal hizmet ağına da sahiptir. Bu kitap, Ortadoğu’nun dinamik coğrafyalarından birisi olan Lübnan’da faaliyet yürüten Lübnan Hizbullahı’nın askeri faaliyetlerinin (askeri cihad) yanında “sosyal cihad” olarak ifade ettiği sosyal hizmet alanındaki faaliyetlerine odaklanmaktadır. Bu kapsamda kitap şu soruların cevabını aramaktadır:
• Çok boyutlu bir yapılanma olan Lübnan Hizbullah’ın sosyal hizmet alanındaki faaliyetleri nelerdir?
• Lübnan Hizbullah’ı bu faaliyetleri hangi yapılar üzerinden sunmaktadır?
• Hizbullah’ın Lübnan’da taban bulmasında, sahip olduğu hizmet ağının etkisi var mı?
• Lübnan Hizbullahı’nın “Direniş Toplumu” inşa etme sürecinde sosyal hizmet ağının etkisi var mı?
Bu calisma Siirt ili orneginde medreselerinin etkilerini yetirmesinin nedenlerini ele alan bir a... more Bu calisma Siirt ili orneginde medreselerinin etkilerini yetirmesinin nedenlerini ele alan bir alan arastirmasidir. Arastirma kapsaminda medreselerin tarihsel sureci islendikten sonra, sark medreselerinin etkisizlesmesinin nedenleri, alandan elde edilen cercevesinde degerlendirilmistir. Arastirmanin orneklemi secilirken kartopu orneklem secme teknigi kullanilmistir. Nitel bir arastirma olarak tasarlanan calismada farkli yas ve meslek kategorilerinden 25 kisi ile derinlemesine mulakat yapilmistir. Sahadan toplanan veriler analiz edilmek icin once bilgisayar ortaminda yaziya gecirilmis, ardindan da analiz edilmeye hazir hale getirilmek icin temalara ayrilmistir. Calisma sonucunda, medreselerin islevlerini yitirmesinde etkili oldugu dusunulen sekiz farkli tema tespit edilmistir.
Mezopotamya halklarından olan Yezidilerin, artan göçlerle giderek sayıları azalmıştır. Anavatanla... more Mezopotamya halklarından olan Yezidilerin, artan göçlerle giderek sayıları azalmıştır. Anavatanlarında kalanların bir kısmı Türkiye'de yaşamaya devam etmektedir. Yezidilerin Türkiye'de yaşadığı şehirlerden biri de Batman'dır. Bu çalışmada, Batman Beşiri örneğinden hareketle Yezidi toplumundaki din referanslı yapılanmalar ele alınmıştır. Göç ile beraber sayıları bir hayli azalmasına rağmen kendi inanç ve kültürlerini korumaya çalışan buradaki Yezidilerin dini yapılarının sosyal hayata yansımalarının incelenmesi, bu dini grubun tanınması açısından önem arz etmektedir. Yezidiler, kendi içlerinde din adamları ve müridler olarak iki temel sınıfa ayrılmıştır. Kast sistemine benzer bu yapı, Yezidilerin sosyal hayatı üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Örneğin, toplumsal kastlar arasında evlilik kesinlikle yasaklanmıştır. Diğer taraftan, Mürid kastında olan ve Yezidi toplumunda en geniş tabakayı oluşturan sıradan halk, din adamları kastına karşı ekonomik olarak sorumludur. Bu ve buna benzer konuların ele alındığı ve bir saha çalışması olan bu makale, Yezidilerdeki dini teşkilatlanmanın onların sosyal hayatına yansıması üzerinde durmuştur. İki kısımdan oluşan bu çalışmada önce Yezidilikteki kastlar ve bunların alt teşkilatlanmaları ve daha sonra da bu kastların sosyal hayata yansımaları ele alınmıştır. Ekler kısmında da Yezidi köylerinde çekilen fotoğraflara yer verilmiştir. Araştırma kapsamında temel olarak derinlemesine mülakat tekniği kullanılmıştır.
kadrolarını oluşturması ve yaklaşık 100 yıllık bir demokrasi ile yönetilme geleneğin olması, HT'n... more kadrolarını oluşturması ve yaklaşık 100 yıllık bir demokrasi ile yönetilme geleneğin olması, HT'nin Türkiye'de daha zayıf kalmasına neden olmuştur.
Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Siyasal tercihlerin şekillenmesinde sosyal, ekonomik, ideolojik, dinsel, demografik vb. birçok hu... more Siyasal tercihlerin şekillenmesinde sosyal, ekonomik, ideolojik, dinsel, demografik vb. birçok husus etkili olabilmektedir. Bu faktörlerin etki boyutu toplumdan topluma veya bireyden bireye farklılık gösterebilmektedir. Bu çalışma, parti veya adayların muhafazakâr kimliğinin gençlerin siyasal tercihlerinin şekillenmesindeki etkisini tespit etmeyi amaçlamaktadır. Çalışmanın kapsamını 18-30 yaş arasındaki kişiler oluşturmaktadır. Nicel bir çalışma olarak tasarlanan çalışmada veri toplama aracı olarak anket kullanılmıştır. Çalışma kapsamında 1557 kişi ile çevirim içi olarak anket yapılmıştır. İki bölüm şeklinde tasarlanan çalışmada ilk bölümde oy verme davranışlarına yönelik teorik yaklaşımlar incelendikten sonra seçmen davranışında etkili olan faktörler irdelenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde anket kapsamında ulaşılan bulgular değerlendirilmiştir. Toplanan veriler SPSS 21 aracılığıyla analiz edilmiştir. Çalışmanın sonucunda gençlerin siyasal tercihlerinin şekillenmesinde dindarlık/muhafazakarlık faktörünün sınırlı bir etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Gençlerin siyasal tercihte bulunma davranışlarının rasyonel tercih kuramının ilkeleriyle bağdaştığı görülmüştür. Öte yandan gençlerin din ve siyaset ilişkisine yönelik tutumlarının liberal yaklaşım olarak ifade edilen “din ve siyasetin birbirinden ayrı olması” yönünde olduğu tespit edilmiştir.
Bu çalışmada, küresel bir İslam Devleti ve Hilafet kurma gayesi ile 1953 yılında
Takiyuddin en-Ne... more Bu çalışmada, küresel bir İslam Devleti ve Hilafet kurma gayesi ile 1953 yılında Takiyuddin en-Nebhânî tarafından kurulan Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerinin Özbekistan ve Türkiye üzerinden karşılaştırmalı bir analizi yapılmıştır. İki bölüme ayrılan çalışmanın ilk bölümünde Hizb-ut Tahrir’in kuruluş süreci, ideolojisi ve hareket metodu hakkında bilgilere yer verilmiştir. İkinci bölümde ise Hizb-ut Tahrir’in Özbekistan ve Türkiye’deki faaliyetleri ele alınmıştır. HT İlk etapta Arapça konuşulan ülkelerde faaliyet yürütmeyi hedeflemiş ancak süreç içerisinde küresel bir faaliyet ağına kavuşmuştur. Günümüzde Avrupa, Asya, Amerika ve Afrika kıtalarında 45 farkı ülkede faaliyet yürüten HT, uluslararası bir yapılanma haline gelmiştir. Sovyetler Birliğinin halkın inancını yaşamasına yönelik olumsuz tutumu ve bir devlet politikası olarak ateizmi dayatması, Orta Asya’daki birçok Müslümanın kendi dinini rahat bir şekilde yaşaması engellemiştir. Süreç içerisinde halkın dini bilgiye ulaşımı gittikçe zorlaşmıştır. Bu durum, dini bilgiye aç bir kesimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte dini bilgi ve yaşayışın önündeki engeller de ortadan kalkmıştır. Oluşan bu yeni ortam birçok dini hareketin ilgisini çekmiştir. Birçok dini-politik hareket, bu bölgede etkin birer aktör olmak için çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Bu hareketlerden birisi de Hizb ut-Tahrir’dir. HT’nin fikirleri, 1970’li yılların sonlarında bölgedeki yükseköğretim kurumlarında okumak üzere Ürdün ve Filistin’den gelen öğrenciler aracılığıyla gelmiş ancak dönemin şartlarından dolayı etkisi sınırlı kalmıştır. HT, 1995 yılında Fergana vadisindeki çalışmalarıyla etkinliğini arttırmış ve kısa süre içinde Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan gibi komşu ülkelere de yayılmıştır. HT’nin aktif olmaya çalıştığı ülkelerden birisi de 1517-1924 yılları arasında İslam dünyasına halifelik etmiş olan Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulmuş olan Türkiye’dir. HT’nin Türkiye’ye yönelik ilk faaliyetleri 1960’lı yıllarda parti ideolojisini burada yaymak için gönderilen Ürdünlü öğrenciler aracılığıyla başlamıştır. HT, dağıttığı bildirilerle kısa sürede ülke gündemine oturmuştur. Süreç içerisinde faaliyetlerini sürdüren HT, 2005 yılında yaptığı bir açıklama ile Türkiye Vilayetini kurduğunu açıklamıştır. Hareketin sorumluluğuna Yılmaz Çelik getirilmiştir. HT’nin Türkiye vilayeti yapılanması aslında resmi olarak kurulmuş bir yapılanma değildir. Başka bir ifadeyle, devletin yetkili organları tarafından böyle bir yapılanmanın Türkiye’de kurulmasına resmi olarak izin verilmemiştir. Buradaki resmen kuruldu ifadesi HT örgütü açısından bir resmi kuruluş sürecidir. HT’nin Türkiye vilayetinin kurulduğu yönündeki açıklamalarından sonra aynı yıl 2 Eylül tarihinde Cuma namazı çıkışında Fatih Camisinde yaptığı eylemle kamuoyunda ses getirmiştir. Tekbirler eşliğinde 300-500 kişilik bir grup bir araya gelmiş, grup adına HT Türkiye sorumlusu Yılmaz Çelik bir açıklama yapmıştır. Söz konusu açıklamada Hilafetin yeniden getirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. HT’nin Özbekistan ve Türkiye’deki yapılanma güçleri karşılaştırıldığında Türkiye’de görece daha zayıf kaldığı görülmektedir. İşte bu çalışmada, “Hizb-ut Tahrir’in, Türkiye’yle kıyaslandığında, Özbekistan’da daha etkin olmasının nedenleri üzerinde durulmuştur. Çalışmanın sonucunda, söz konusu ülkelerin sosyo-politik yapılarındaki farklılıkların HT’nin bu ülkelerdeki başarı ve başarısızlığında kilit bir rol üstlendiği tespit edilmiştir. Özbekistan’da Sovyet Yönetiminin uyguladığı din politikasının sonucunda dini bilginin üretimi ve yayılması alanında ciddi bir boşluğun olması, HT’nin buralarda etkili olmasını sağlamıştır. Buna karşın Türkiye’de din hizmetlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tek bir merkezden yönetilmesi, İlahiyat alanında bilginin üretimi ve yayılmasında Türkiye’nin kendi entelektüel kadrolarını oluşturması ve yaklaşık 100 yıllık bir demokrasi ile yönetilme geleneğin olması, HT’nin Türkiye’de daha zayıf kalmasına neden olmuştur.
Şeyhlik ve tarikat olgusu, sıklıkla gündeme gelen konulardan
birisidir. Siyasal, ekonomik, dinî b... more Şeyhlik ve tarikat olgusu, sıklıkla gündeme gelen konulardan birisidir. Siyasal, ekonomik, dinî birçok tartışmada gündem olan şeyhlik/tarikat olgusu, çoğu zaman verilerden mahrum bir şekilde ele alınmaktadır. Bu kitap, ülkemizde sıklıkla gündeme gelen “tarikatların sosyal alandaki etkileri nedir?” sorusuna saha araştırması kapsamında toplanan veriler çerçevesinde cevap aramaktadır. Başka bir ifadeyle, şeyhlik kurumunun sosyal ve dinî alandaki etkilerinin hangi boyutta olduğu, geçmişle kıyaslandığında bir değişimin yaşanıp yaşanmadığını din sosyolojisi perspektifiyle ele almaktadır. Çalışmada, şeyhlik kurumunun/tarikatların eğitim, dinî hayat, siyaset, arabuluculuk, kanaat önderliği, sosyo-ekonomik hayat ve toplumsal bütünleşme alanlarındaki etkileri sosyolojik bir perspektifle ele alınmaktadır. 2016 ile 2020 yılları arasında yaklaşık dört yıl süren çalışma, Türkiye’de tarikat ve medrese ağının en yaygın olduğu illerden birisi olan Siirt’te yürütülmüştür.
Bu çalışma, Siirt ili örneğinde şeyhlik kurumunun (şeyhlerin) kanaat önderliği faaliyetlerindeki ... more Bu çalışma, Siirt ili örneğinde şeyhlik kurumunun (şeyhlerin) kanaat önderliği faaliyetlerindeki bağlayıcılığını ele almaktadır. Çalışmada şeyhlerin toplumun kanaatlerinin şekillenmesinde etkisi geçmiş ile kıyaslanarak var olan dönüşümün nedenleri araştırılmıştır. Nitel bir alan araştırması olan çalışmada veriler mülakat tekniği ile toplanmıştır. Örneklem seçiminde amaçlı örneklem ve kartopu örnekleme teknikleri kullanılmıştır. 24’ü (şeyh, müderris, şeyh ailesi üyesi ve tarikat mensubu) şeyhlik kurumu ile bağlantılı; 26’sı ise herhangi bir tarikat bağı olmayan kişiler olmak üzere toplam 50 kişi ile mülakat yapılmıştır. Veriler analiz edilirken betimsel analiz kullanılmıştır. Çalışmanın sonucunda, şeyhlerin kanaat önderliğinde yaşanan değişim altı başlık altında toplanmıştır: a. Şartlı bağlayıcılık (şeyhin kanaatini kendisine pratik yarar sağlayacaksa kabul etme), b. şeyhin önerisine uygun davranmama, c. kuşaklar arası farklılaşma, d. ihtiyacı olunca şeyhi hatırlama, e. arabuluculukta etki yitimi ve f. müritlerin siyasal tercihlerinin şekillenmesinde etki yitimi. Şeyhlerin bağlayıcılığının azalmasında ise beş içsel beş de dışsal faktörün etkili olduğu tespit edilmiştir. İçsel faktörler: a. şeyhlerin toplum ile iç içe olmamaları, b. siyaset ile yakın ilişki içinde olmaları, c. şeyhliğin yetkin olmayan kişiler tarafından temsil edilmesi, d. soy şeyhliğinin (şeyhliğin babadan oğula geçmesi) artması ve e. şeyhlerin ekonomik faaliyetlerde bulunmaları. Dışsal faktörler: a. eğitim seviyesinin artması, b. göç ve şehirleşme, c. bireyselleşme, d. ideolojik yaklaşımlar ve e. PKK’nın şeyhlere yönelik kara propagandası ve yeni aktörlerin ortaya çıkması olmak üzere beş de dışsal faktörün etkili olduğu görülmüştür
Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2020
Öz İslam medeniyetinin temel kurumlarından birisi olan medreselerin tarihi İslamiyet'in ilk yılla... more Öz İslam medeniyetinin temel kurumlarından birisi olan medreselerin tarihi İslamiyet'in ilk yıllarına dayanmaktadır. Selçuklular döneminde kurum-sallaşan medreseler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde zirveye çıkmıştır. Osmanlı'nın son iki asrında medreseler işlevini yitirmeye başlamıştır. Bu iş-levsizleşmenin arka planında birçok faktör etkili olmuştur. Söz konusu işlev yitimi Şark medreseleri için de geçerlidir. Bu çalışma, şark medreselerinin devamı niteliğinde olan Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki medreselerinin işlevsizleşmesinin nedenlerini Siirt ili örneğinde ele alan bir alan araştır-masıdır. Araştırma kapsamında medreselerin tarihsel süreci işlendikten sonra, şark medreselerinin etkisizleşmesinin nedenleri, alandan elde edilen çerçevesinde değerlendirilmiştir. Araştırmanın örneklemi seçilirken kartopu örneklem seçme tekniği kullanılmıştır. Nitel bir araştırma olarak tasarla-nan çalışmada farklı yaş ve meslek kategorilerinden 25 kişi ile derinleme-sine mülakat yapılmıştır. Sahadan toplanan veriler analiz edilmek için önce bilgisayar ortamında yazıya geçirilmiş, ardından da analiz edilmeye hazır hale getirilmek için temalara ayrılmıştır. Çalışma sonucunda, medreselerin işlevlerini yitirmesinde etkili olduğu düşünülen dört farklı tema tespit edilmiştir.
Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2016
Her kentin bir kimliği vardır. Kentler, tarih boyunca farklı şekillerde tanımlanmıştır. Antropolo... more Her kentin bir kimliği vardır. Kentler, tarih boyunca farklı şekillerde tanımlanmıştır. Antropolog ve seyyahlar kentleri tanımlarken kimi zaman şehrin doğal özelliklerinde kimi zaman da kültürel farklılıklarından yola çıkarak tanımlamışlardır. Kentler, değişen şartlar sonucunda kendi öz kimliklerinden farklı bir kimliğe bürünebilmektedirler. Biz bu çalışmada Siirt’in sosyal, siyasal ve dini kimliğindeki değişimi göç ve modernleşme bağlamında ele alacağız.
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic , 2017
ÖZET Evrensel bir olgu ve toplumsal bir fenomen olan göç, insanların bulundukları yerden ekonomik... more ÖZET Evrensel bir olgu ve toplumsal bir fenomen olan göç, insanların bulundukları yerden ekonomik, sosyal, siyasal, ekolojik vb. nedenlerden dolayı başka bir yere hareket etmeleri olarak tanımlanabilir. Göçler kendi içinde farklı özelliklere göre kategorilere ayrılabilir. Göçün yapıldığı yerden hareketle iç göç ve dış göç şeklinde bir ayrıma gidilebilir. Öte yandan göçün nedenlerinden hareketle zorunlu göç veya isteğe bağlı göç şeklinde ikili bir tasnif yapılabilir. Bu çalışmanın konusu temel olarak dış göç ve sonuçları ile ilgilidir. Türkiye'deki dış göç serüveni 1960'lı yıllarda başlamıştır. Yapılan göçlerin çoğu ekonomik gerekçelerle gerçekleşmiştir. İşçi olarak kabul edilen göçmenleri bir süre sonra göç ettikleri yerleşe yerleşmeye başlamış ve kalıcı olmaya başlamıştır. Göçmenler bir taraftan yeni yaşam alanlarına kendi kültürünü taşırlarken öte yandan yani edindikleri kültürü de kendi anavatanlarına taşımaya başlamışlar. Özellikle oturma izni aldıktan sonra anavatana yapılan ziyaretlerin artmasıyla sosyo-kültürel etkileşim artmaya başlamıştır. Bu kapsamda çalışmadaki amaç; Türkiye'den Almanya'ya ağırlıklı olarak ekonomik sebeplerden dolayı giden göçmenlerin belli aralıklarla yaptıkları ziyaretler neticesinde anavatandaki sosyo-kültürel ve dini hayata etkisini araştırmaktır. Sosyolojik açıdan göç olgusuna değinildikten sonra, Almanya'ya yapılan göç serüveni kısaca ele alınmıştır. Göç ve sosyal değişim ilişkisi ele alındıktan sonra, dış göçün kültürel, ekonomik, dini ve siyasi boyutlardaki etkileri ele alınmıştır. Araştırmada temel veri toplama tekniği olarak mülakat ve gözlem kullanılmıştır. Elde edilen veriler ışığında, göçmenlerin öz yurtlarındaki sosyo-kültürel ve dini hayata etkisi irdelenmiştir. Araştırmada göçmenlerin anavatanlarında sosyo-kültürel ve dini hayatta birtakım değişimlere hız kazandırdığı gözlenmiştir. Bölgeden Almanya'ya göçten önce ve göçten sonra şeklinde bir zamansal tasnife gidilmesi, bu değişim ve dönüşümün boyutlarını göstermektedir.
Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2018
Tarih boyunca kurtarıcı beklentisi, her toplumda vardır. İnsanlar, zor zamanlarda birilerinin ge... more Tarih boyunca kurtarıcı beklentisi, her toplumda vardır. İnsanlar, zor zamanlarda birilerinin gelip kendisini kurtarmasını beklemiştir. Bu beklentinin birçok sebebi vardır. Her toplum kendi iç dinamiğine göre kurtarıcıya bir anlam verir. Bazı Müslüman toplumları da belli ölçüde bu beklentiye girmiştir. Bu çerçevede İslam kültüründe kurtarıcı anlayışı, mehdilik kavramıyla anlam bulmuştur. Bu anlayışın ortaya çıkmasında dinsel, psikolojik ve sosyolojik hususlar etkili olmuştur. Biz bu çalışmamızda, ilahiyat fakültesi örneğinde mehdilik algısını ele aldık. Çalışma evrenimizi Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencileriyle sınırlı tuttuk. Farklı cinsiyet, yaş ve sınıf ölçütlerine göre mehdiliğin nasıl algılandığını araştırmaya çalıştık. Anketler sonucunda yapılan değerlendirmeler, ilahiyat öğrencilerinin kurtarıcı beklentisi hakkında önemli ipuçları verdi.
Mezopotamya halklarından olan Yezidilerin, artan göçlerle giderek sa-yıları azalmıştır. Anavatanl... more Mezopotamya halklarından olan Yezidilerin, artan göçlerle giderek sa-yıları azalmıştır. Anavatanlarında kalanların bir kısmı Türkiye'de yaşama-ya devam etmektedir. Yezidilerin Türkiye'de yaşadığı şehirlerden biri de Batman'dır. Bu çalışmada, Batman Beşiri örneğinden hareketle Yezidi toplu-mundaki din referanslı yapılanmalar ele alınmıştır. Göç ile beraber sayıları bir hayli azalmasına rağmen kendi inanç ve kültürlerini korumaya çalışan bura-daki Yezidilerin dini yapılarının sosyal hayata yansımalarının incelenmesi, bu dini grubun tanınması açısından önem arz etmektedir. Yezidiler, kendi içlerin-de din adamları ve müridler olarak iki temel sınıfa ayrılmıştır. Kast sistemine benzer bu yapı, Yezidilerin sosyal hayatı üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Örneğin, toplumsal kastlar arasında evlilik kesinlikle yasaklanmıştır. Diğer taraftan, Mürid kastında olan ve Yezidi toplumunda en geniş tabakayı oluştu-ran sıradan halk, din adamları kastına karşı ekonomik olarak sorumludur. Bu ve buna benzer konuların ele alındığı ve bir saha çalışması olan bu makale, Yezidilerdeki dini teşkilatlanmanın onların sosyal hayatına yansıması üzerin-de durmuştur. İki kısımdan oluşan bu çalışmada önce Yezidilikteki kastlar ve bunların alt teşkilatlanmaları ve daha sonra da bu kastların sosyal hayata yan-sımaları ele alınmıştır. Ekler kısmında da Yezidi köylerinde çekilen fotoğrafla-ra yer verilmiştir. Araştırma kapsamında temel olarak derinlemesine mülakat tekniği kullanılmıştır.
Uluslararası Dengbêjlik Kültürü ve Dengbêjler Sempozyumu, 2019
Her sanatsal eserde olduğu gibi müzikal üretimler de
içinden çıktığı toplumun sosyo-kültürel kodl... more Her sanatsal eserde olduğu gibi müzikal üretimler de içinden çıktığı toplumun sosyo-kültürel kodlarını barındırır. İnsan toplumsal bir varlıktır, dolayısıyla toplumdan tamamen soyutlanmış bir yaşam mümkün değildir. İnsan hem ilişkilerinde hem düşünce ve eylemlerinde içinde bulunduğu toplum tarafından şekillendirilir. Bireyin kültürel anlamdaki üretimleri bu süreçten bağımsız olamayacağı için, onun üretimlerinde de toplumun izlerini görmemiz mümkündür. Söz konusu dengbêjler olduğunda da aynı durum söz konusudur. Dolayısıyla Dengbêjlerin sanatsal anlamdaki üretimlerinde onun içinde yetiştiği toplumun izlerini görebiliriz. Dengbêjlerin bu sanatsal üretimleri aynı zamanda toplumsal hafızayı da temsil eder. Dengbêjler icra ettikleri sanat ile toplumsal kodlara ilişkin bilgiler de sundukları için, onların aynı zamanda birer hafıza aktarıcıları olduğunu söyleyebiliriz. Buradan hareketle bu çalışmada, dengbêjlerin toplumsal hafızayı aktarmasındaki rolünü ele almaya çalışacağız. Bu kapsamda, Dengbêjliğe yönelik genel bir tanımlama yaptıktan sonra, toplumsal hafızayı aktarma şekillerinden biri olan sözlü anlatım incelenecektir. Daha sonra toplumsal hafızanı aktarımında dengbêjlerin rolleri örnekler eşliğinde irdelenecektir
Din ve toplum arasında karşılıklı bir ilişki
vardır. Din ile toplum arasındaki karşılıklı
ilişkin... more Din ve toplum arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Din ile toplum arasındaki karşılıklı ilişkinin tezahür şekillerinden biri, inananların dini referanslı arayışlarının bir neticesi olarak ortaya çıkan tarikatlardır. Bu tarikatlar, dinl hayata yön verme, dini sosyalleşme imkanı sağlama, eğitime (dini) katkı yapma, müntesiplerine psikolojik destek sağlama vb. birtakım işlevler üstlenmektedir. Bu çalışmada, anket çalışmasından ve derinlemesine mülakatlardan elde ettiğimiz bilgiler ışığında, tarikatların sosyal hayata etkileri üzerinde durmaya çalışacağız.
MEVLÂNÂ HÂLİD-İ BAĞDÂDÎ VE HÂLİDÎLİĞİN BİNGÖL VE ÇEVRESİ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ SEMPOZYUMU, 2017
Doğu ve Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere Anadolu’da ve farklı coğrafyalarda
tarikatların çok b... more Doğu ve Güneydoğu Anadolu başta olmak üzere Anadolu’da ve farklı coğrafyalarda tarikatların çok büyük etkisi olmuştur. Bunların başında da yaygın bir tarikat ağına sahip olan Nakşibendî-Hâlidî tekkeler gelmektedir. Özellikle Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin bölgeye atadığı halifeler aracılığıyla bu etki daha da artmıştır. Hâlidi geleneğinde tekke ve medresenin bir arada yürütülmesi, bölgedeki birçok şeyhin aynı zamanda medresesinin de olması, bu tekkelerin bölgedeki etkinliğini de arttırmıştır. Söz konusu tekkeler, toplumun dini pratiklerini şekillendirmenin yanında sosyal pratikleri de etkilemektedir. Hâlidî geleneği, birçok kalifiye eleman yetiştirerek bölgenin din hizmetlerini yürütmede kilit bir rol üstlendiği gibi, kan davaları ve aşiretler arası anlaşmazlıklarda arabuluculuk rolü üstlenme, kanaat önderi olarak toplumsal ilişkileri düzenleme, kurdukları medrese ağı aracılığıyla eğitim faaliyetlerinde bulunma vb. birçok rol üstlenmektedir. Buradan hareketle, bu bildirinin amacı Hâlidî tekkelerinin topluma yansıyan yönlerini ortaya koymaktır. Hiçbir tarikatın içinde hayat bulduğu ortamdan soyutlanması mümkün değildir. Tekke ve toplum arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Biz de bu bildiri kapsamında Hâlidî tekkelerinin toplumsal ilişki ağları üzerindeki etkilerini ortaya koymaya çalışacağız. Bu kapsamda Hâlidî tekkelerinin eğitim öğretime katkıları, geleneğin muhafazasındaki rolleri, toplumun sosyal ve dini pratikleri üzerindeki etkilerini inceleyeceğiz.
Din ve siyaset kurallarının her ikisi de kitleleri belli kurallar çerçevesinde bir düzene koyma i... more Din ve siyaset kurallarının her ikisi de kitleleri belli kurallar çerçevesinde bir düzene koyma iddiasındadırlar için tarih boyunca hep yakın ilişkiler içerisinde olmuşlardır. Kimi zaman bu ilişki açıktan kimi zaman da daha dolaylı bir şekilde cereyan etmiştir. Toplumdan günümüze ve zaman içinde bu ilişkinin boyutu ve yönleri değişkenlik arz etse de din ve siyaset arasında hep bir ilişki söz konusu olmuştur. Bu ilişki sürecinde belli dönemlerde siyaset din hizmet için bir araç pozisyonunda olmuştur. Başka bir menfaatle siyaset, dinin yaygınlık kazanması veya etkisinin artması için kullanılan bir araç olmuştur. Özellikle din merkezli toplumlarda bu ilişki çok daha baskın bir şekilde tezahür etti. Fakat din ve siyaset arasındaki ilişki, tarihin her döneminde bu şekilde olması; Kimi zaman da din siyasal hizmet için önemli bir araç olarak alan kullanıldı. Bu ilişki din özellikle sahip olduğu güçlü meşrulaştırma özelliği sayesinde siyasi otoritelerin, kralların vb. Kişilerin kendi iktidarlarını halka kabul araştırmaları ve sağlamlaştırmak için dinin gücüne başvururlar. Başka bir yararla dinin kitleler üzerindeki siyasal alana transfer edilmek suretiyle burada bir güç ve meşruiyet devşirilmeye yasaktır. Modernleşme ile birlikte dinin kamusal alanda genişleyen gücü kesilmeye başlamasına paralel olarak siyasal alanda da dinin etkisi geri plana itilmiştir. Siyasal otoriteler yürüttükleri iç ve dış politikalarda dinsel referanslar veya gizliliklerden ziyade iktidarlarının maddi çıkarlarını daha çok önceleyen bir pozisyona evrilmişlerdir. Bu durum dinin özellikle siyasal alanda başat faktörü olma özelliği sınırlanmıştır. Yeni dünya düzenindeki dinsel referanslar üzerinden tanınmadan vatandaşlık kimlik bilgilerine geçişle birlikte dinin kamusal görünmesi giderek azalmıştır. İdeolojinin evrensel yaklaşımları özellikle SSCB'nin dağılmasıyla ciddi anlamda sorgulanmış ve Francis Fukuyama'nın “Tarihin Sonu” ve Samuel P. Huntington'ın “Medeniyetler Çatışması” tezleri küresel ölçekte tartışılmaya başlanmıştır. Bu yeni sürecin tekrarından önemli bir belirsiz şekilde ayrıldığı görülmektedir. Söz konusu tezlere tarih, geçmiştekilerin aksine “ideolojik” kırgın çatışmaların yerini “medeniyet ve kültür” merkezli olarak evdea bırakn işaretlerini görmek mümkündür. İçinde çağda yaşanan, ideolojilerin çatıştığı çağın yerine medeniyet ve çatışmanın ortaya çıktığı dönemdeki toplumsal bir söylem, özellikle Samuel P. Huntington'ın “Medeniyetler Çatışması” tezi olarak kabul edilen çerçeveyle giderek kabul görmeye başladı. Huntington'a göre yeni dünya düzenindeki süper güçlerin rekabeti, yerleşmiş medeniyetlerin çatışmasına bırakılmıştır. Huntington'ın tezi stratejik olarak gelişen “din” olgusunun önemli bir medeniyet ve kültür oluşturma kaynağı olmasından dolayı, özellikle uluslararası hizmetler ve küresel siyasetin tekrardan önemli bir referans referans haline geleceğine dair güçlü işaretler bulunmaktadır. Modern dönemde görece geri planda kalan dinin bu yeni süreçten tekrardan önemli bir olgu olarak siyasal alanda etkinlik olup olmayacağını söylemek mümkündür. Dinin politik alanının etkisine örnek olarak gösterilebilecek yapılardan birisi Hıristiyanlığın Protestan mezhebi içerisinde doğan ve 19. ve 20. yüzyılda küresel anlamda gelişme ve yayılımın güçlenmesini arttıran vanjelizm'dir. Evanjelizm, genel anlamda ABD iç siyasetine ve Ortadoğu'ya yönelik politikalara özelde ise İsrail ile bol miktarda önemli bir referans noktası olarak tavsiye edilir. Jimmy Carter'ın ABD başkanı olduğu dönem Evanjelizm için bir dönüm noktası olmuştur. Güney Babtist Kilisesi mensubu ve Evanjelik hareketin içinde olan Carter'ın başkanlığı döneminde Evanjelizm yükselişe geçmiş; öyle ki Newsweek Dergisi bu sürecin “Evanjelik Yılı” olduğunu belirtti. Carter'ın ardından yaklaşık 30 yılda Evanjelik başkanları ABD'de iş başında olmuştur. ABD'nin bu süreçteki dış politikasında özellikle İsrail'e yönelik tutumda Evanjelikler karakteri baskın olmuştur. Bu konulardan hareketle bu çalışma, din ve siyaset ilişkilerini Evanjelizm örneğinde ele almayı sürdürüyor. Bu potansiyel ilk etapta Evanjelizm'in genel özelliklerine değinilecek daha sonra ise Amerika'nın hem iç hem de küresel politikalarında Evanjelizm ve Evanjeliklerin etkisi irdelenecektir. ABD'nin küresel ilişkiler, politik tavırları ve tutumları, özellikle İsrail ile olan ilişkiler üzerinden irdelenecektir. Bu potansiyel ilk etapta Evanjelizm'in genel özelliklerine değinilecek daha sonra ise Amerika'nın hem iç hem de küresel politikalarında Evanjelizm ve Evanjeliklerin etkisi irdelenecektir. ABD'nin küresel ilişkiler, politik tavırları ve tutumları, özellikle İsrail ile olan ilişkiler üzerinden irdelenecektir. Bu potansiyel ilk etapta Evanjelizm'in genel özelliklerine değinilecek daha sonra ise Amerika'nın hem iç hem de küresel politikalarında Evanjelizm ve Evanjeliklerin etkisi irdelenecektir. ABD'nin küresel ilişkiler, politik tavırları ve tutumları, özellikle İsrail ile olan ilişkiler üzerinden irdelenecektir.
Uploads
Papers by Ahmet Aktaş
Structured Abstract: Abortion, which is one of the phenomena where different fields intersect, is discussed from many aspects such as health, law, belief and morality. When the literature on abortion is examined, it is seen that the discussions carried out in a theoretical framework are at the forefront. Although there are some studies on the legal dimension of abortion and its evaluation in terms of health, it is seen that studies based on field research are limited. Conducting the discussions on abortion on the basis of data collected from the field will enable the discussions on this subject to be carried out on a better ground. In addition to the limited number of fieldwork-based studies, the lack of a study that directly determines the attitudes of people who receive theology education towards abortion makes this study important. This study has been prepared for such a purpose. In addition to the limited number of fieldwork-based studies, the lack of a study that directly determines the attitudes of people who receive theology education towards abortion makes this study important. In the study conducted with the quantitative method, the data were collected by the questionnaire technique. Within the scope of the study, answers were sought to the following questions: What are the attitudes of people who receive theology education towards abortion in general? Is there a significant difference between attitudes towards abortion and variables such as gender, age, marital status, occupation, and source of religious knowledge? What are the main determinants of attitudes towards abortion? The population of the research consists of individuals who receive formal religious education. Convenience sampling technique was used in sample selection. In this context, a questionnaire was applied to 458 people. The collected data were analyzed using the SPSS program. In the analysis of the data, descriptive statistics such as frequency distribution, arithmetic mean and percentage were made. On the other hand, some analyzes were conducted to determine whether the attitudes of the participants towards abortion showed a significant difference in terms of independent variables. As a result of the normality test, it was determined that the data were not homogeneously distributed. For this reason, Mann-Whitney U test and Kruskal-Wallis tests, which are non-parametric tests, were used. In cases where a statistically significant differentiation was detected, Tahmane's T2 test, one of the Post-Hoc tests, was used to determine between which groups the differentiation occurred. As a result of the study, it was determined that the participants had a negative attitude towards the phenomenon of abortion. It has been determined that the participants, who have an attitude that abortion should be done only when it is necessary for health reasons, have a negative attitude towards abortion because they do not see this action as religiously appropriate. It has been concluded that if an abortion is to be performed, the consent of the man should also be obtained in this process. In the pro-choice-pro-life dilemma in which abortion debates were conducted, it was determined that the participants exhibited a pro-life attitude. A very large proportion of the participants evaluated abortion as taking away the right to life of the fetus. Parallel to this, it has been observed that they have an attitude that the right to life of the fetus is superior to the freedom of choice of the woman about whether or not to give birth. It was determined that the participants had a negative attitude towards abortion in a pregnancy that was medically determined to be born with a disability. One of the striking factors here is the rate of undecided people. While the rate of those who are undecided on issues such as voluntary abortion and the right to life of the fetus in the study is very low, this rate rises to 25% when the fetus is disabled. This can be interpreted as the fact that the participants do not have a clear attitude in the case of the fetus's disability, as in their participation in other propositions. It was determined that 44.1% of the participants did not agree with abortion regardless of the duration in pregnancies that took place without the consent of the woman, such as rape. The idea that there is no guilt/responsibility for the child to be born in this process has been effective in the emergence of such an attitude. Here, too, one of the striking factors is the situation of the undecided. Although a high percentage of the participants generally have negative attitudes towards abortion, it is seen that the rate of undecided (31%) in a situation such as rape that occurs without the consent of the woman is higher than the other questions. In parallel with this, the rate of undecided people in the attitudes towards increasing the abortion period up to 20 weeks in pregnancies as a result of rape in the Turkish Penal Law was at the highest level with 37.3% in the scope of the study. It was seen that one third of the participants did not have a clear attitude both against abortion in pregnancy without the consent of the woman and about increasing the abortion period to 20 weeks. Considering the attitudes of the participants about the legal aspect of abortion, it is seen that there is a negative attitude towards abortion in general. It was determined that the participants did not find it right that there should be no penal sanction against abortion in the first 10 weeks of pregnancy. When evaluated in terms of independent variables, it has been determined that men have a more strict attitude towards voluntary abortion than women. It has been observed that married people have a more strict attitude towards abortion than singles. When evaluated in terms of profession, it was determined that there was a significant difference between the student group and the teachers and religious personnel group. It was concluded that students have a more moderate attitude towards voluntary abortion compared to teachers and Diyanet personnel. There was no significant difference between the groups in terms of the age range of the participants. It has been determined that those who are dependent on religious knowledge and who are fed from the religion have a more rigid attitude than those who are fed from individual research. When the religiosity level of the participants is evaluated, it has been determined that as the level of religiosity increases, the negative attitude towards abortion also increases. When pro-choice and pro-life approaches are evaluated in the context of gender, it has been determined that women have a more positive attitude towards freedom of choice than men. It was concluded that there was no significant difference between the attitude towards the abortion of the disabled fetus and the gender variable
• Çok boyutlu bir yapılanma olan Lübnan Hizbullah’ın sosyal hizmet alanındaki faaliyetleri nelerdir?
• Lübnan Hizbullah’ı bu faaliyetleri hangi yapılar üzerinden sunmaktadır?
• Hizbullah’ın Lübnan’da taban bulmasında, sahip olduğu hizmet ağının etkisi var mı?
• Lübnan Hizbullahı’nın “Direniş Toplumu” inşa etme sürecinde sosyal hizmet ağının etkisi var mı?
Takiyuddin en-Nebhânî tarafından kurulan Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerinin
Özbekistan ve Türkiye üzerinden karşılaştırmalı bir analizi yapılmıştır. İki bölüme
ayrılan çalışmanın ilk bölümünde Hizb-ut Tahrir’in kuruluş süreci, ideolojisi ve
hareket metodu hakkında bilgilere yer verilmiştir. İkinci bölümde ise Hizb-ut
Tahrir’in Özbekistan ve Türkiye’deki faaliyetleri ele alınmıştır.
HT İlk etapta Arapça konuşulan ülkelerde faaliyet yürütmeyi hedeflemiş ancak süreç
içerisinde küresel bir faaliyet ağına kavuşmuştur. Günümüzde Avrupa, Asya,
Amerika ve Afrika kıtalarında 45 farkı ülkede faaliyet yürüten HT, uluslararası bir
yapılanma haline gelmiştir. Sovyetler Birliğinin halkın inancını yaşamasına yönelik
olumsuz tutumu ve bir devlet politikası olarak ateizmi dayatması, Orta Asya’daki
birçok Müslümanın kendi dinini rahat bir şekilde yaşaması engellemiştir. Süreç
içerisinde halkın dini bilgiye ulaşımı gittikçe zorlaşmıştır. Bu durum, dini bilgiye aç
bir kesimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte dini
bilgi ve yaşayışın önündeki engeller de ortadan kalkmıştır. Oluşan bu yeni ortam
birçok dini hareketin ilgisini çekmiştir. Birçok dini-politik hareket, bu bölgede etkin
birer aktör olmak için çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Bu hareketlerden birisi de
Hizb ut-Tahrir’dir. HT’nin fikirleri, 1970’li yılların sonlarında bölgedeki
yükseköğretim kurumlarında okumak üzere Ürdün ve Filistin’den gelen öğrenciler
aracılığıyla gelmiş ancak dönemin şartlarından dolayı etkisi sınırlı kalmıştır. HT, 1995
yılında Fergana vadisindeki çalışmalarıyla etkinliğini arttırmış ve kısa süre içinde
Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan gibi komşu ülkelere de yayılmıştır.
HT’nin aktif olmaya çalıştığı ülkelerden birisi de 1517-1924 yılları arasında İslam
dünyasına halifelik etmiş olan Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulmuş
olan Türkiye’dir. HT’nin Türkiye’ye yönelik ilk faaliyetleri 1960’lı yıllarda parti
ideolojisini burada yaymak için gönderilen Ürdünlü öğrenciler aracılığıyla
başlamıştır. HT, dağıttığı bildirilerle kısa sürede ülke gündemine oturmuştur. Süreç
içerisinde faaliyetlerini sürdüren HT, 2005 yılında yaptığı bir açıklama ile Türkiye
Vilayetini kurduğunu açıklamıştır. Hareketin sorumluluğuna Yılmaz Çelik
getirilmiştir. HT’nin Türkiye vilayeti yapılanması aslında resmi olarak kurulmuş bir
yapılanma değildir. Başka bir ifadeyle, devletin yetkili organları tarafından böyle bir
yapılanmanın Türkiye’de kurulmasına resmi olarak izin verilmemiştir. Buradaki
resmen kuruldu ifadesi HT örgütü açısından bir resmi kuruluş sürecidir. HT’nin
Türkiye vilayetinin kurulduğu yönündeki açıklamalarından sonra aynı yıl 2 Eylül
tarihinde Cuma namazı çıkışında Fatih Camisinde yaptığı eylemle kamuoyunda ses
getirmiştir. Tekbirler eşliğinde 300-500 kişilik bir grup bir araya gelmiş, grup adına
HT Türkiye sorumlusu Yılmaz Çelik bir açıklama yapmıştır. Söz konusu açıklamada
Hilafetin yeniden getirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
HT’nin Özbekistan ve Türkiye’deki yapılanma güçleri karşılaştırıldığında Türkiye’de
görece daha zayıf kaldığı görülmektedir. İşte bu çalışmada, “Hizb-ut Tahrir’in,
Türkiye’yle kıyaslandığında, Özbekistan’da daha etkin olmasının nedenleri üzerinde
durulmuştur. Çalışmanın sonucunda, söz konusu ülkelerin sosyo-politik
yapılarındaki farklılıkların HT’nin bu ülkelerdeki başarı ve başarısızlığında kilit bir rol
üstlendiği tespit edilmiştir. Özbekistan’da Sovyet Yönetiminin uyguladığı din
politikasının sonucunda dini bilginin üretimi ve yayılması alanında ciddi bir boşluğun
olması, HT’nin buralarda etkili olmasını sağlamıştır. Buna karşın Türkiye’de din
hizmetlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tek bir merkezden yönetilmesi,
İlahiyat alanında bilginin üretimi ve yayılmasında Türkiye’nin kendi entelektüel
kadrolarını oluşturması ve yaklaşık 100 yıllık bir demokrasi ile yönetilme geleneğin
olması, HT’nin Türkiye’de daha zayıf kalmasına neden olmuştur.
birisidir. Siyasal, ekonomik, dinî birçok
tartışmada gündem olan şeyhlik/tarikat olgusu, çoğu
zaman verilerden mahrum bir şekilde ele alınmaktadır.
Bu kitap, ülkemizde sıklıkla gündeme gelen “tarikatların
sosyal alandaki etkileri nedir?” sorusuna saha
araştırması kapsamında toplanan veriler çerçevesinde
cevap aramaktadır. Başka bir ifadeyle, şeyhlik kurumunun
sosyal ve dinî alandaki etkilerinin hangi boyutta
olduğu, geçmişle kıyaslandığında bir değişimin
yaşanıp yaşanmadığını din sosyolojisi perspektifiyle ele
almaktadır. Çalışmada, şeyhlik kurumunun/tarikatların
eğitim, dinî hayat, siyaset, arabuluculuk, kanaat
önderliği, sosyo-ekonomik hayat ve toplumsal bütünleşme
alanlarındaki etkileri sosyolojik bir perspektifle ele
alınmaktadır. 2016 ile 2020 yılları arasında yaklaşık
dört yıl süren çalışma, Türkiye’de tarikat ve medrese
ağının en yaygın olduğu illerden birisi olan Siirt’te yürütülmüştür.
Structured Abstract: Abortion, which is one of the phenomena where different fields intersect, is discussed from many aspects such as health, law, belief and morality. When the literature on abortion is examined, it is seen that the discussions carried out in a theoretical framework are at the forefront. Although there are some studies on the legal dimension of abortion and its evaluation in terms of health, it is seen that studies based on field research are limited. Conducting the discussions on abortion on the basis of data collected from the field will enable the discussions on this subject to be carried out on a better ground. In addition to the limited number of fieldwork-based studies, the lack of a study that directly determines the attitudes of people who receive theology education towards abortion makes this study important. This study has been prepared for such a purpose. In addition to the limited number of fieldwork-based studies, the lack of a study that directly determines the attitudes of people who receive theology education towards abortion makes this study important. In the study conducted with the quantitative method, the data were collected by the questionnaire technique. Within the scope of the study, answers were sought to the following questions: What are the attitudes of people who receive theology education towards abortion in general? Is there a significant difference between attitudes towards abortion and variables such as gender, age, marital status, occupation, and source of religious knowledge? What are the main determinants of attitudes towards abortion? The population of the research consists of individuals who receive formal religious education. Convenience sampling technique was used in sample selection. In this context, a questionnaire was applied to 458 people. The collected data were analyzed using the SPSS program. In the analysis of the data, descriptive statistics such as frequency distribution, arithmetic mean and percentage were made. On the other hand, some analyzes were conducted to determine whether the attitudes of the participants towards abortion showed a significant difference in terms of independent variables. As a result of the normality test, it was determined that the data were not homogeneously distributed. For this reason, Mann-Whitney U test and Kruskal-Wallis tests, which are non-parametric tests, were used. In cases where a statistically significant differentiation was detected, Tahmane's T2 test, one of the Post-Hoc tests, was used to determine between which groups the differentiation occurred. As a result of the study, it was determined that the participants had a negative attitude towards the phenomenon of abortion. It has been determined that the participants, who have an attitude that abortion should be done only when it is necessary for health reasons, have a negative attitude towards abortion because they do not see this action as religiously appropriate. It has been concluded that if an abortion is to be performed, the consent of the man should also be obtained in this process. In the pro-choice-pro-life dilemma in which abortion debates were conducted, it was determined that the participants exhibited a pro-life attitude. A very large proportion of the participants evaluated abortion as taking away the right to life of the fetus. Parallel to this, it has been observed that they have an attitude that the right to life of the fetus is superior to the freedom of choice of the woman about whether or not to give birth. It was determined that the participants had a negative attitude towards abortion in a pregnancy that was medically determined to be born with a disability. One of the striking factors here is the rate of undecided people. While the rate of those who are undecided on issues such as voluntary abortion and the right to life of the fetus in the study is very low, this rate rises to 25% when the fetus is disabled. This can be interpreted as the fact that the participants do not have a clear attitude in the case of the fetus's disability, as in their participation in other propositions. It was determined that 44.1% of the participants did not agree with abortion regardless of the duration in pregnancies that took place without the consent of the woman, such as rape. The idea that there is no guilt/responsibility for the child to be born in this process has been effective in the emergence of such an attitude. Here, too, one of the striking factors is the situation of the undecided. Although a high percentage of the participants generally have negative attitudes towards abortion, it is seen that the rate of undecided (31%) in a situation such as rape that occurs without the consent of the woman is higher than the other questions. In parallel with this, the rate of undecided people in the attitudes towards increasing the abortion period up to 20 weeks in pregnancies as a result of rape in the Turkish Penal Law was at the highest level with 37.3% in the scope of the study. It was seen that one third of the participants did not have a clear attitude both against abortion in pregnancy without the consent of the woman and about increasing the abortion period to 20 weeks. Considering the attitudes of the participants about the legal aspect of abortion, it is seen that there is a negative attitude towards abortion in general. It was determined that the participants did not find it right that there should be no penal sanction against abortion in the first 10 weeks of pregnancy. When evaluated in terms of independent variables, it has been determined that men have a more strict attitude towards voluntary abortion than women. It has been observed that married people have a more strict attitude towards abortion than singles. When evaluated in terms of profession, it was determined that there was a significant difference between the student group and the teachers and religious personnel group. It was concluded that students have a more moderate attitude towards voluntary abortion compared to teachers and Diyanet personnel. There was no significant difference between the groups in terms of the age range of the participants. It has been determined that those who are dependent on religious knowledge and who are fed from the religion have a more rigid attitude than those who are fed from individual research. When the religiosity level of the participants is evaluated, it has been determined that as the level of religiosity increases, the negative attitude towards abortion also increases. When pro-choice and pro-life approaches are evaluated in the context of gender, it has been determined that women have a more positive attitude towards freedom of choice than men. It was concluded that there was no significant difference between the attitude towards the abortion of the disabled fetus and the gender variable
• Çok boyutlu bir yapılanma olan Lübnan Hizbullah’ın sosyal hizmet alanındaki faaliyetleri nelerdir?
• Lübnan Hizbullah’ı bu faaliyetleri hangi yapılar üzerinden sunmaktadır?
• Hizbullah’ın Lübnan’da taban bulmasında, sahip olduğu hizmet ağının etkisi var mı?
• Lübnan Hizbullahı’nın “Direniş Toplumu” inşa etme sürecinde sosyal hizmet ağının etkisi var mı?
Takiyuddin en-Nebhânî tarafından kurulan Hizb-ut Tahrir’in faaliyetlerinin
Özbekistan ve Türkiye üzerinden karşılaştırmalı bir analizi yapılmıştır. İki bölüme
ayrılan çalışmanın ilk bölümünde Hizb-ut Tahrir’in kuruluş süreci, ideolojisi ve
hareket metodu hakkında bilgilere yer verilmiştir. İkinci bölümde ise Hizb-ut
Tahrir’in Özbekistan ve Türkiye’deki faaliyetleri ele alınmıştır.
HT İlk etapta Arapça konuşulan ülkelerde faaliyet yürütmeyi hedeflemiş ancak süreç
içerisinde küresel bir faaliyet ağına kavuşmuştur. Günümüzde Avrupa, Asya,
Amerika ve Afrika kıtalarında 45 farkı ülkede faaliyet yürüten HT, uluslararası bir
yapılanma haline gelmiştir. Sovyetler Birliğinin halkın inancını yaşamasına yönelik
olumsuz tutumu ve bir devlet politikası olarak ateizmi dayatması, Orta Asya’daki
birçok Müslümanın kendi dinini rahat bir şekilde yaşaması engellemiştir. Süreç
içerisinde halkın dini bilgiye ulaşımı gittikçe zorlaşmıştır. Bu durum, dini bilgiye aç
bir kesimin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte dini
bilgi ve yaşayışın önündeki engeller de ortadan kalkmıştır. Oluşan bu yeni ortam
birçok dini hareketin ilgisini çekmiştir. Birçok dini-politik hareket, bu bölgede etkin
birer aktör olmak için çeşitli faaliyetlerde bulunmuştur. Bu hareketlerden birisi de
Hizb ut-Tahrir’dir. HT’nin fikirleri, 1970’li yılların sonlarında bölgedeki
yükseköğretim kurumlarında okumak üzere Ürdün ve Filistin’den gelen öğrenciler
aracılığıyla gelmiş ancak dönemin şartlarından dolayı etkisi sınırlı kalmıştır. HT, 1995
yılında Fergana vadisindeki çalışmalarıyla etkinliğini arttırmış ve kısa süre içinde
Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan gibi komşu ülkelere de yayılmıştır.
HT’nin aktif olmaya çalıştığı ülkelerden birisi de 1517-1924 yılları arasında İslam
dünyasına halifelik etmiş olan Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra kurulmuş
olan Türkiye’dir. HT’nin Türkiye’ye yönelik ilk faaliyetleri 1960’lı yıllarda parti
ideolojisini burada yaymak için gönderilen Ürdünlü öğrenciler aracılığıyla
başlamıştır. HT, dağıttığı bildirilerle kısa sürede ülke gündemine oturmuştur. Süreç
içerisinde faaliyetlerini sürdüren HT, 2005 yılında yaptığı bir açıklama ile Türkiye
Vilayetini kurduğunu açıklamıştır. Hareketin sorumluluğuna Yılmaz Çelik
getirilmiştir. HT’nin Türkiye vilayeti yapılanması aslında resmi olarak kurulmuş bir
yapılanma değildir. Başka bir ifadeyle, devletin yetkili organları tarafından böyle bir
yapılanmanın Türkiye’de kurulmasına resmi olarak izin verilmemiştir. Buradaki
resmen kuruldu ifadesi HT örgütü açısından bir resmi kuruluş sürecidir. HT’nin
Türkiye vilayetinin kurulduğu yönündeki açıklamalarından sonra aynı yıl 2 Eylül
tarihinde Cuma namazı çıkışında Fatih Camisinde yaptığı eylemle kamuoyunda ses
getirmiştir. Tekbirler eşliğinde 300-500 kişilik bir grup bir araya gelmiş, grup adına
HT Türkiye sorumlusu Yılmaz Çelik bir açıklama yapmıştır. Söz konusu açıklamada
Hilafetin yeniden getirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
HT’nin Özbekistan ve Türkiye’deki yapılanma güçleri karşılaştırıldığında Türkiye’de
görece daha zayıf kaldığı görülmektedir. İşte bu çalışmada, “Hizb-ut Tahrir’in,
Türkiye’yle kıyaslandığında, Özbekistan’da daha etkin olmasının nedenleri üzerinde
durulmuştur. Çalışmanın sonucunda, söz konusu ülkelerin sosyo-politik
yapılarındaki farklılıkların HT’nin bu ülkelerdeki başarı ve başarısızlığında kilit bir rol
üstlendiği tespit edilmiştir. Özbekistan’da Sovyet Yönetiminin uyguladığı din
politikasının sonucunda dini bilginin üretimi ve yayılması alanında ciddi bir boşluğun
olması, HT’nin buralarda etkili olmasını sağlamıştır. Buna karşın Türkiye’de din
hizmetlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından tek bir merkezden yönetilmesi,
İlahiyat alanında bilginin üretimi ve yayılmasında Türkiye’nin kendi entelektüel
kadrolarını oluşturması ve yaklaşık 100 yıllık bir demokrasi ile yönetilme geleneğin
olması, HT’nin Türkiye’de daha zayıf kalmasına neden olmuştur.
birisidir. Siyasal, ekonomik, dinî birçok
tartışmada gündem olan şeyhlik/tarikat olgusu, çoğu
zaman verilerden mahrum bir şekilde ele alınmaktadır.
Bu kitap, ülkemizde sıklıkla gündeme gelen “tarikatların
sosyal alandaki etkileri nedir?” sorusuna saha
araştırması kapsamında toplanan veriler çerçevesinde
cevap aramaktadır. Başka bir ifadeyle, şeyhlik kurumunun
sosyal ve dinî alandaki etkilerinin hangi boyutta
olduğu, geçmişle kıyaslandığında bir değişimin
yaşanıp yaşanmadığını din sosyolojisi perspektifiyle ele
almaktadır. Çalışmada, şeyhlik kurumunun/tarikatların
eğitim, dinî hayat, siyaset, arabuluculuk, kanaat
önderliği, sosyo-ekonomik hayat ve toplumsal bütünleşme
alanlarındaki etkileri sosyolojik bir perspektifle ele
alınmaktadır. 2016 ile 2020 yılları arasında yaklaşık
dört yıl süren çalışma, Türkiye’de tarikat ve medrese
ağının en yaygın olduğu illerden birisi olan Siirt’te yürütülmüştür.
içinden çıktığı toplumun sosyo-kültürel kodlarını barındırır.
İnsan toplumsal bir varlıktır, dolayısıyla toplumdan tamamen
soyutlanmış bir yaşam mümkün değildir. İnsan hem ilişkilerinde
hem düşünce ve eylemlerinde içinde bulunduğu toplum tarafından
şekillendirilir. Bireyin kültürel anlamdaki üretimleri bu süreçten
bağımsız olamayacağı için, onun üretimlerinde de toplumun izlerini
görmemiz mümkündür. Söz konusu dengbêjler olduğunda da aynı
durum söz konusudur. Dolayısıyla Dengbêjlerin sanatsal anlamdaki
üretimlerinde onun içinde yetiştiği toplumun izlerini görebiliriz.
Dengbêjlerin bu sanatsal üretimleri aynı zamanda toplumsal
hafızayı da temsil eder. Dengbêjler icra ettikleri sanat ile toplumsal
kodlara ilişkin bilgiler de sundukları için, onların aynı zamanda
birer hafıza aktarıcıları olduğunu söyleyebiliriz. Buradan hareketle
bu çalışmada, dengbêjlerin toplumsal hafızayı aktarmasındaki
rolünü ele almaya çalışacağız. Bu kapsamda, Dengbêjliğe yönelik
genel bir tanımlama yaptıktan sonra, toplumsal hafızayı aktarma
şekillerinden biri olan sözlü anlatım incelenecektir. Daha sonra
toplumsal hafızanı aktarımında dengbêjlerin rolleri örnekler
eşliğinde irdelenecektir
vardır. Din ile toplum arasındaki karşılıklı
ilişkinin tezahür şekillerinden biri, inananların
dini referanslı arayışlarının bir neticesi olarak
ortaya çıkan tarikatlardır. Bu tarikatlar, dinl hayata
yön verme, dini sosyalleşme imkanı sağlama,
eğitime (dini) katkı yapma, müntesiplerine
psikolojik destek sağlama vb. birtakım
işlevler üstlenmektedir. Bu çalışmada, anket
çalışmasından ve derinlemesine mülakatlardan
elde ettiğimiz bilgiler ışığında, tarikatların sosyal
hayata etkileri üzerinde durmaya çalışacağız.
tarikatların çok büyük etkisi olmuştur. Bunların başında da yaygın
bir tarikat ağına sahip olan Nakşibendî-Hâlidî tekkeler gelmektedir. Özellikle
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin bölgeye atadığı halifeler aracılığıyla bu etki daha
da artmıştır. Hâlidi geleneğinde tekke ve medresenin bir arada yürütülmesi,
bölgedeki birçok şeyhin aynı zamanda medresesinin de olması, bu tekkelerin
bölgedeki etkinliğini de arttırmıştır. Söz konusu tekkeler, toplumun dini pratiklerini
şekillendirmenin yanında sosyal pratikleri de etkilemektedir. Hâlidî geleneği,
birçok kalifiye eleman yetiştirerek bölgenin din hizmetlerini yürütmede
kilit bir rol üstlendiği gibi, kan davaları ve aşiretler arası anlaşmazlıklarda arabuluculuk
rolü üstlenme, kanaat önderi olarak toplumsal ilişkileri düzenleme,
kurdukları medrese ağı aracılığıyla eğitim faaliyetlerinde bulunma vb. birçok
rol üstlenmektedir.
Buradan hareketle, bu bildirinin amacı Hâlidî tekkelerinin topluma yansıyan
yönlerini ortaya koymaktır. Hiçbir tarikatın içinde hayat bulduğu ortamdan soyutlanması
mümkün değildir. Tekke ve toplum arasında karşılıklı bir etkileşim
vardır. Biz de bu bildiri kapsamında Hâlidî tekkelerinin toplumsal ilişki ağları
üzerindeki etkilerini ortaya koymaya çalışacağız. Bu kapsamda Hâlidî tekkelerinin
eğitim öğretime katkıları, geleneğin muhafazasındaki rolleri, toplumun
sosyal ve dini pratikleri üzerindeki etkilerini inceleyeceğiz.