تتناول هذه الدراسة تحليل الأدلة التي استخدمها نصير الدين الطوسي (ت. 672/1274) في إثبات العقل المج... more تتناول هذه الدراسة تحليل الأدلة التي استخدمها نصير الدين الطوسي (ت. 672/1274) في إثبات العقل المجرد. ولكون طريق الإثبات الموجودة عند الطوسي مبنية على طرق فلاسفة ومفكري ما قبل الطوسي، قمنا بتحليل تلك الطرق لأجل إضفاء الوضوح على دليل الطوسي. حينما نقرأ التاريخ الفلسفي الإسلامي، نجد أنّ مصطلح العقل في بداية استخدامه الفلسفي، كان يؤدي معنا معرفيا بالذات، إلّا أنّه مع مرور الزمن أتخذ هذا المصطلح منحى وجوديا. فعلى سبيل المثال، استخدم فلاسفة مثل الفارابي (ت. 339/950) وابن سينا (ت. 428/1037) العقل بمعنى أنطولوجي، مع قبولهم لما يحتويه مصطلح العقل من الناحية الوظيفية لمعاني الإدراك والمعرفة، حيث إنّهم قالوا بكونه مبدأ أو علة للوجود. والسبب في ذلك هو أنّ هذين الفيلسوفين خاصة يفسران الوجود بناء على نظريّة الفيض. لكنّ الفلاسفة مع تكلمهم عن العقل بهذا المعنى، تطرقوا إلى مسألة وجوده وحاولوا إثباته بطرق مختلفة. خاصّة وأنّ الفلاسفة المذكورين أعلاه فسروا العقل بالانطلاق من نظريّة الفيض، كما أثبتوا وجوده بناء على نفس النظريّة. إنّ الطوسي من حيث بنيته الفلسفية، يُعتبر من المفكرين الذين تأثروا بالفلاسفة المشائين عمومًا كابن سينا، ولكنّه مع هذا يختلف عنهم جزئيًا، خاصّة في سياق الوجود ومبادئه. فمثلا فأنّ الطوسي ينتقد نظريّة الفيض الإلهية التي طورها ابن سينا لتفسير الوجود. ولأجل هذا فهو ينتقد الأدلة التي استخدمها ابن سينا لإثبات وجود العقل المجرد الموجود ضمن تلك النظريّة. وعلى الرغم من انتقاده لهذه الأدلة، وخاصّة في كتابه تجريد الاعتقاد، إلا أنّه يقبل بشكل عام وجود العقل المجرد، ولإثبات وجوده، يستخدم أدلة مختلفة عمّا هو موجود عند ابن سينا. إنّ الطوسي قد خصّص رسالته المختصرة التي سمّاها رسالة إثبات العقل المجرد لتبيين دليله المتعلق بالموضوع، فهو قد حاول إثبات هذا النوع من العقل في تلك الرسالة، من دليل متكون من مقدّمات سبع. إنّ الدليل الذي يستخدمه الطوسي في هذا المجال، دليل معرفي في أساسه، لأنّه يرى بأنّ العقل المجرد هو مصدر الصور العقليّة، ويسمّيه أحيانًا نفس الأمر. ولهذا السبب فبحسب الطوسي، لا يمكن إثبات وجود ذلك العقل إلّا من خلال الانطلاق من الصور العقليّة والمبادئ المعرفية التي يمكن للبشر إدراكها. فإنّ تلك المفاهيم والمبادئ المعرفية المُسلّم بها، لا يمكن أن تكون صحيحة إلّا بوجود مبدأ خارجي يُقاس عليها، ومن ثمّ فهو يرى أنّ المعيار في صحة هذه المبادئ هو العقل المجرد. لو نظرنا إلى إثبات الطوسي لهذا النوع من العقل من الناحية المعرفية، فإنّنا نجده يُحاول إثبات صدق المعلومات البديهية أيضا. فمن هذا المنطلق يمكننا القول بأنّ هدفه في دليله هذا ليس فقط إثبات العقل المجرد، بل أيضا هو محاولة لإثبات صدق المعلومات الأولية. إنّ أغلب المقدّمات التي تُشكّل دليل الطوسي، موجودة في كتب الفلاسفة السابقين بأشكال مختلفة، إلا أنّه من الممكن القول بأنّها أصليّة من حيث التأليف البرهاني، أيّ أنّه من تأليف الطوسي نفسه. في الحقيقة أنّ أهميّة هذا البحث تكمن في هذه المسألة، حيث إنّه يسلط الضوء على مسألة إمكانية إثبات العقل المجرد عن طريق معرفي صرف. Bu çalışmada Nâsîrüddin et-Tûsî’nin soyut aklın varlığını ispatlamada kullandığı (ö. 672/1274) deliller incelenmektedir. Düşünürün bu husustaki ispatlama yöntemi bir bakıma önceki düşünürlerin kullandıkları yöntemlere paralel olarak geliştirilmiştir. Bu sebeple Tûsî öncesi düşünürlerin konuyla alakalı görüşleri çalışmanın kapsamına dahil edilmiştir. Böylece çalışmanın ilk bölümlerinde meseleye dönük önceki filozofların yaklaşımları ele alınmıştır. Tûsî’nin görüşüne kaynak teşkil eden söz konusu süreç incelendiğinde, Nous kavramına tekabül eden aklın, İslam felsefe tarihinde zamanla farklı manalar ifade etmiş olduğu anlaşılır. Öyle ki İslam felsefesinin ilk dönemlerinde bu kavram epistemolojik olarak kullanılmış, sonraki dönemlerde ise ontolojik değere sahip olacak şekilde ele alınmıştır. Örneğin Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn Sînâ (ö. 428/1037) gibi filozoflar aklı, işlevselliği itibarıyla içerdiği bilgi ve idrak anlamlarına ilaveten varlık ilkesi olarak da görmüşleridir. Bunun sebebi ise özellikle o iki filozofun varlığı sudûr nazariyesine bağlı kalarak açıklamalarıdır. Ancak onlar aklı bu manada kullanmadan önce onun varlığını tartışmış ve farklı yollarla onu ispatlamaya çalışmışlardır. Özellikle adı geçen filozoflar aklı sudûr nazariyesine dayalı olarak açıklamışlar ve yine aynı teoriye dayanarak onun varlığını ispatlamışlardır. Fakat çalışmanın konusu olan Tûsî ise mücerret aklın varlığının bu yöntemle ispatlanmasını doğru bulmaz. Aslında, felsefî olarak genelde İbn Sînâ gibi Meşşâî filozofları birçok meselede takip eden Tusî, varlığın başlangıcı bağlamında onlardan kısmen ayrılır. Öyle ki Tûsî İbn Sînâ’nın varlığı açıklamak için geliştirmiş olduğu ilahî feyz teorisini eleştirir. Bu sebeple o, İbn Sînâ’nın konuya dönük kullandığı sudûr merkezli delilini de tenkit eder. Ancak söz konusu delili bilhassa Tecrîdü’l-iʿtiḳād eserinde eleştirse de genel olarak soyut aklın varlığını kabul eder. Buna ilaveten onun varlığını ispatlamak için de müstakil bir risale olan Risaâlet’ün fî İsbati’l-ʿaḳl el-Mücerred adlı risalesini kaleme alır. Filozof muhtasar olan söz konusu risalesinde soyut aklın varlığını yedi mukaddimeden oluşan bir delil ile ispatlamaya çalışır. Kullanılan delil ise esasında epistemolojik temeller üzerine inşa edilmektedir. Şöyle ki o, soyut aklı, mâkûl sûretlerin kaynağı olarak görür ve kimi zaman da ona nefsül-emr adını verir. Tûsî’ye göre bu tür aklın varlığını kanıtlamak, ancak insanın idrak ettiği külli sûretler ve zarurî bilgilerden yola çıkmakla mümkündür. Zira kesin bir şekilde doğru olarak kabul ettiğimiz bilginin doğruluğunu ölçümleyen dışarıda bir kıstasın olması gerekir. Böylece o kıstasın soyut akıl olduğunu ileri sürer. Şüphesiz Tûsî’nin bu delili gerçek bilginin imkânına yönelik geliştirilmiştir. Zira filozofun buradaki amacı zahiren soyut aklın varlığını ispatlamak olsa da bir bakıma bedihî ve zarurî bilgilerin kaynağının varlığını aklen ispatlayarak bu tür bilgilerin doğruluğunu savunmaktır. Tûsî’nin yaklaşımına bu açıdan bakıldığında, gerçek bilginin imkânını ispatladığından dolayı değerli bir yaklaşım olduğu anlaşılır. Buna ilaveten filozofun delilini oluşturan mukaddimeler önceki filozofların kitaplarında bulunsa da terkip itibarıyla özgün olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim çalışmayı önemli kılan özellik de esasında budur. Zira bu çalışma soyut aklın varlığını epistemolojik temellere dayanarak ispatlamanın mümkün olduğunu söyleyen bir yaklaşıma ışık tutmaktadır. In this study, the evidence used by Naṣīr al-Dīn al-Ṭūsī to prove the existence of abstract mind (d. 672/1274) is examined. He developed his proof method in parallel with the proof methods of previous thinkers. For this reason, the approaches of pre-Tusi thinkers are also included in the scope of our study. It is understood that the mind, which corresponds to the concept of nous, has expressed different meanings over time in the history of Islamic philosophy. In fact, although this concept was used epistemologically in the early periods of Islamic philosophy, it was handled in a way that had ontological value in later periods. For example, philosophers such as Fârâbî (d. 339/950) and Avicenna (d. 428/1037) used reason in the sense of the principle of existence, in addition to the meanings of knowledge and perception it contains in terms of its functionality. The reason for this is that especially those two philosophers explain the existence by adhering to the theory of emanation. However, before using reason in this sense, philosophers discussed its existence and tried to prove it in different ways. Especially the mentioned philosophers accepted the mind as existing because they saw it as a requirement of the emanation theory. But al-Ṭūsī does not find their approach in this direction correct. In fact, al-Ṭūsī, who philosophically generally follows Peripatetic philosophers such as Ibn Sina, partially differs from them regarding the origin of existence. Because al-Ṭūsī criticizes the emanation theory. For this reason, he also criticizes the emanation-centered evidence that Avicenna used to prove the existence of abstract mind. However, although he criticizes the evidence in question, especially in his work tajrid al-i'tiqad, he generally accepts the existence of abstract mind. He also, he wrote an independent treatise called Risaâlet'ün fî İsbati'l-ʿaḳl el-Mücerred to prove the existence of abstract reason. The philosopher wrote an independent treatise of summary value to prove the existence of abstract mind. In the treatise in question, he tries to prove the existence of abstract mind with an evidence consisting of eight introductions. The philosopher's evidence is actually built on epistemological foundations. Namely, he sees the abstract mind as the source of mental forms and sometimes refers to it as nefsul-amr. According to al-Ṭūsī, proving the existence of abstract mind is only possible by starting from the universal forms and essential knowledge that humans perceive. Because there must be an external criterion that measures the accuracy of the information we accept as accurate. Thus, he argues that the criterion is abstract reason. In fact, this evidence was developed for the possibility of true knowledge. Because, although the philosopher's aim here is to prove the existence of the abstract mind, in a sense, it is to protect the accuracy of such information by mentally proving the existence of the source of that essential and essential information. When Tusi's approach is looked at from this perspective, it is understood that it is a valuable approach because it proves the possibility of true knowledge. In addition, although the introductions that constitute the philosopher's evidence are found in the books of previous philosophers, it is possible to say that they are original in terms of composition.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bu çalışmada İbn Kemmûne’nin nefsin kadim ve ebedî olduğunu ispatlamada kullandığı deliller incel... more Bu çalışmada İbn Kemmûne’nin nefsin kadim ve ebedî olduğunu ispatlamada kullandığı deliller incelenmektedir. Başta İbn Sînâ olmak üzere İslam filozoflarının çoğu Aristoteles’i takip ederek nefsin bedenle birlikte yaratılmış olduğunu düşünür. Buna karşın çok az sayıda düşünür Eflâtun’un görüşü olan nefsin kadim olduğunu söyler. Ancak İslam felsefesinin müteahhir döneminde bu görüşte olan İbn Kemmûne dışında neredeyse filozof bulunmamaktadır. İbn Kemmûne; İbn Sînâ ve Sühreverdî gibi filozoflarla nefsin ebedî olduğu konusunda hemfikir olsa da nefsin kadim olduğunu söyleyerek onlardan ayrılır. Filozof bu yöndeki görüşünü ispatlamak için kullandığı delillere el-Cedîd fi'l-hikme gibi meşhur eserlerinde yer vermez. Bunun yerine o, delillerini açıklamak amacıyla Ezeliyyetü’n-nefs ve bekâuhâ ve Ebediyyetü’-nefs ve bekâuhâ ve besâtatuhâ risalelerini yazar. Düşünürün özgün olduğunu iddia ettiği kanıt, birçok mukaddimeden oluşsa da aslında nefsin mizaç ve bileşik olmaması tezi üzerine kuruludur. Bu sebeple filozof, öncelikle kanıtının dayandığı iddiaları ispatlar. Nefsin basit olduğunu ispatladıktan sonra, illetinin de basit olmasının gerekli olduğunu ifade eder. Bu şekilde nefsin yakın nedeninin basit, kadim ve zorunlu olan ilk illet olduğunu ileri sürer. Buna bağlı olarak da filozof “malul illetiyle kaimdir” kaidesine dayanarak nefsin kadim olduğunu söyler. Aynı kaideden dolayı da nefsin ebedî olduğunu ileri sürer. Çalışmada takip edilen yöntem analitik bir yöntem olması sebebiyle, İbn Kemmûne’nin delili bütün yönleriyle ele alınmıştır. Böylece makalenin asıl amaçlarından olan müteahhir dönemde nefsin kadim olduğu görüşünün desteklenmesi hakkında özgün bir örnek üzerinde durulmuştur.
XVII. Asırda Felsefî Tenkit: Muhammed Bâkır Mîr Dâmâd’ın Eleştirel Yaklaşımı, 2021
Bu bildiride 16. ve 17. asırda felsefî tenkidin seyrini, Muhammed Bâkır Mîr Dâmâd’ın eleştirel
ya... more Bu bildiride 16. ve 17. asırda felsefî tenkidin seyrini, Muhammed Bâkır Mîr Dâmâd’ın eleştirel yaklaşımı dikkate alınarak incelemek hedeflenmektedir. İslam düşünce tarihinde felsefî eleştiri İslam Felsefesinin oluşumuyla birlikte başlamaktadır. Fakat bu eleştiri hareketi İbn Sînâ sonrası daha da belirgin bir dil kazanmıştır. Bu süreçte hem filozofların felsefî eleştirel yaklaşımları gelişmiş hem de felsefe karşıtı düşünülerin kelamî eleştirel yaklaşımları netleşmiştir. Ancak 13. Asırda felsefî kelamın oluşması ve yayılmasıyla birlikte, bu iki eleştiri tarzın kısmen birleşmesi ve felsefî düşüncelerin kelama daha da nüfuz ederek eleştirilerin kısmen ılımlı bir hal alması görünür. Fahreddîn er-Râzî ve Nasîrüddîn et-Tûsî gibi isimler tarafından felsefî kelam kapsamında başlatılan yeni tarz felsefî tenkit, 16. Asırda Mîr Dâmâd tarafından devam ettirilmiştir. Kendi çağında İmâmiyye mezhebinin önde gelen alimlerinden olan ve el-hikmetü'l-müteâliye felsefesine zemin hazırlayan Mîr Dâmâd, çok yönlü alim olup felsefe ile ilgili Risâletü ḥudûs̱i’l-ʿâlem, Risâletü mefhûmi’l-vücûd ve eṣ-Ṣırâṭü’l-müstaḳīm gibi eserler kaleme almıştır. Dâmâd, söz konusu olan bu eserlerinde birçok meselde geleneksel Meşşâî bir yaklaşım benimsese de özgün yorum, tercih ve eleştiri yapmaktan geri kalmaz. Dâmâd’ın kaleme aldığı bu eserlerde yaptığı eleştirileri incelediğimizde, eleştirilerin filozoflara ve filozofları eleştirilen düşünülere yöneltilen iki çeşit eleştiri olduğunu görürüz. İlkinde filozof tamamen felsefe yapma girişiminde bulunuyorken, ikincisinde felsefeyi ve filozofları savunmak amacıyla karşıt görüşleri çürütmeye çalışır. Mîr Dâmâd’ın kaleme aldığı bu eserlerde yönelttiği eleştirileri incelmek 16. ve 17. Yüzyıllarda İslam düşüncesindeki felsefî tenkidin nasıl bir hal aldığını anlamda yardımcı olmaktadır. Bu açıdan filozofun çalışmaları, geç dönemlerde eleştiri kültürünü anlama hususunda ehemmiyet kazanmaktadır.
Cumhuriyet Theology Journal New Issue: Volume 25 Issue 1, 2021
In this study, the rational criticism directed by Ibn Tayymiyya (d. 1338) to the philosophical ev... more In this study, the rational criticism directed by Ibn Tayymiyya (d. 1338) to the philosophical evidence used to prove the unity of the necessary existent in the book Kitāb al-Is̲h̲ārāt wa al-tanbīhāt, which is accepted as a constitutive text in the history of Islamic philosophy, is examined. Author of the aforementioned book Avicenna (d. 1037) tries to prove the unity of the necessary existent from different ways in his books. Kitāb al-Is̲h̲ārāt wa al-tanbīhāt is a book that includes one of these ways. The evidence that Avicenna uses in that book comprises of two preliminaries. The first preliminary is made up of specifying the relation between the thing that the different perceptible particular entities are common and are different. The second one is based on proving the existence not to be the cause of essence by centering the difference of existence and essence. Ibn Taymiyya, who criticizes philosophers in many ways, criticizes this evidence used by Avicenna in his work Mes’eletün fî tevḥîdi’l-felâsife. Rejecting the logic of Mashshaiyyun as science, Ibn Taymiyya also tried to refute the philosophical and logical rules that philosophers accept and use. In this context, Ibn Taymiyya argues that not only the preliminary presuppositions of the philosopher's argument to prove the unity of the necessary being, but also that the logical principles and rules previously accepted by the philosopher are false. One of the most important issues criticized by the thinker in relation to the subject is the reality of concepts, the existence of universals, how universals are moved to particulars, and the state of quiddity. According to him, concepts are mental and universals do not have a reality in the external world. Again, he thinks that universals like humanity are attributed to particulars as attributes, and therefore, in a way, he denies the universal being universal. Because, according to Ibn Taymiyya, a certain attribute of a being that is particular cannot be universal unlike itself. According to the thinker, the commonality in the concepts that logicians call universal consists only of a linguistic partnership. Undoubtedly, it can be said that Ibn Taymiyya's thought on the issue of concepts is close to nominalistic approach in a way. But he does not directly deny the reality of the concepts. For, according to him, the concepts that are universally formed in the minds are actually realized particularly. That is to say, the universal humanity has been realized particularly in individuals such as Ahmet and Mehmet. In other words, because the humanity in individuals is particular, Ahmet's humanity is different from Mehmet's humanity. For this reason, there can be no real partnership among the examples given. In this context, the unity distinction made by Ibn Taymiyya in understanding his thoughts is helpful. According to him, unity is of two types, real and qualitative. Real unity is the unity that exists in the essence of the individual. The qualitative unity is the unity that exists between the things under the concept of the universal. However, the qualitative unity is not considered as a unity since it does not occur in the external world. In fact, this is what distinguishes Ibn Taymiyya from nominalist thinkers. If we turn back to the evidence of Avicenna, based on the objections that Ibn Taymiyya made to the logic and philosophical principles of Mashshaiyyun in general, we can say that the thinker criticized the precedents of this argument by emphasizing the knowledge that universal concepts are intellectual entities. He emphasizes the examples that Avicenna uses to show the affiliation among the things are only made up of universal notions and alleges them not to have perceptible entity. Thus, he says that there is not a real affiliation among different particular entities that have perceptible existence. As to the second preliminary, Ibn Taymiyya says that this preliminary is also inaccurate for the reason that it is, like the first preliminary, based on the knowledge that the intellectual entities had come true in the physical world. According to him, the essence is made up of intellectual conceptualization. Therefore, it has not physical reality. After criticizing the preliminaries in this manner, Ibn Taymiyya says that the analogy that consists of these preliminaries is also erroneous. Because the analogy that is based on erroneous preliminaries does not give a correct result.
Kumuk Türklerinden olan Ebû Süfyan el-Gazânişî, Dağıstan’nın yetiştirdiği entelektüel isimlerden ... more Kumuk Türklerinden olan Ebû Süfyan el-Gazânişî, Dağıstan’nın yetiştirdiği entelektüel isimlerden biridir. Klasik yöntemle tahsilini tamamlayan Gazânişî modern bilime ilgi duy-muş ve yaşadığı dönem şartlarına bağlı olarak modern bilimler çerçevesinde üretilen yeni tezlere de nüfuz etmeye çalışmıştır. Gazânişî çok yönlü bir yazar olup çeşitli sahalarda eser bırakmıştır. Özellikle yaşadığı bölgede komünizm gibi din karşıtı akımlar yayılma-ya başlayınca da dini savunmak amacıyla önemli eserler kaleme almıştır. Bu doğrultuda yazdığı eserler arasında çalışma konumuz olan el-Burhânü’l-ḳāṭıʿ fî is̱bâti’ṣ-ṣâniʿ risalesi de bulunmaktadır. Müellif söz konusu bu eserinde, Tanrı’nın varlığı, dinin doğruluğu ve gerekliliği gibi meselelerle ilgili bilhassa komünist düşünürlerin ileri sürdükleri negatif görüşleri tenkit eder. Yazar eserinde ele aldığı Tanrı’nın varlığı konusuna bağlı olarak bir açıdan imkân, nizam, nübüvvet ve mucize gibi klasik delilleri yeniden inşa ederek kullanır. Diğer bir açıdan da özellikle nizam deliline bağlı olarak modern bilimin ürettiği yeni koz-molojik tezleri kullanarak düşüncesini savunur. Böylece düşünür bu problem bağlamında klasik delilleri modern bilimsel verileri dikkate alarak yeniden inşa etmeye çalışır. Dinin doğruluğu ve gerekliliği konusu ise Gazânişî bu meseleyi pratik yönden dini ele alarak çözümlemeye çalışır. Şöyle ki müellif dinin gerekliliğini göstermek için ahlâkî ilkelere baş-vurarak dinin pratik kısmını inceler. Yine yazar bu konuyla alakalı beyan ettiği görüşlerini desteklemek için dinî vazifelerin sağladığı maddi faydalara da değinir. Buna ilaveten dini reddeden akımlar tarafından ileri sürülen şüpheleri de o akımların kabul ettikleri mantık-sal kaidelerden yola çıkarak cevaplar.
In this study, the rational criticism directed by Ibn Tayymiyya (d. 1338) to the phil-osophical ... more In this study, the rational criticism directed by Ibn Tayymiyya (d. 1338) to the phil-osophical evidence used to prove the unity of the necessary existent in the book Kitāb al-Is̲h̲ārāt wa al-tanbīhāt, which is accepted as a constitutive text in the historyof Islamic phi-losophy, is examined. Author of the aforementioned book Avicenna (d. 1037)tries to prove the unity of the necessary existent from different ways in his books. Kitāb al-Is̲h̲ārāt wa al-tanbīhāt is a book that includes one of these ways. The evidence that Avicenna uses in that book comprises of two preliminaries. The first preliminary is made up of specifying the rela-tion between the thing that the different perceptible particular entities are common and are different. The second one is based on proving the existence not to be the cause of essence by centering the difference of existence and essence. Ibn Taymiyya, who criticizes philosophers in many ways, criticizes this evidence used by Avicenna in his work Mes’eletün fî tevḥîdi’l-felâsife. Rejecting the logic of Mashshaiyyun as science, Ibn Taymiyya also tried to refute the philosophical and logical rules that philosophers accept and use. In this context, Ibn Taymiyya argues that not only the preliminary presuppositions of the philosopher's argument to prove the unity of the necessary being, but also that the logical principles and rules previously ac-cepted by the philosopher are false. One of the most important issues criticized by the thinker in relation to the subject is the reality of concepts, the existence of universals, how universals are moved to particulars, and the state of quiddity. According to him, concepts are mental and universals do not have a reality in the external world. Again, he thinks that universals like humanity are attributed to particulars as attributes, and therefore, in a way, he denies the universal being universal. Because, according to Ibn Taymiyya, a certain attribute of a being that is particular cannot be universal unlike itself. According to the thinker, thecommonality in the concepts that logicians call universal consists only of a linguistic partnership. Undoubt-edly, it can be said that Ibn Taymiyya's thought on the issue of concepts is close to nominal-istic approach in a way. But he does not directly denythe reality of the concepts. For, accord-ing to him, the concepts that are universally formed in the minds are actually realized partic-ularly. That is to say, the universal humanity has been realized particularly in individuals such as Ahmet and Mehmet. Inother words, because the humanity in individuals is particular, Ah-met's humanity is different from Mehmet's humanity. For this reason, there can be no real partnership among the examples given. In this context, the unity distinction made by Ibn Tay-miyya in understanding his thoughts is helpful. According to him, unity is of two types, real and qualitative. Real unity is the unity that exists in the essence of the individual. The quali-tative unity is the unity that exists between the things under the concept of the universal. However, the qualitative unity is not considered as a unity since it does not occur in the ex-ternal world. In fact, this is what distinguishes Ibn Taymiyya from nominalist thinkers. If we turn back to the evidence of Avicenna, based on the objections that Ibn Taymiyya made to the logic and philosophical principles of Mashshaiyyun in general, we can say that the thinker criticized the precedents of this argument by emphasizing the knowledge that universal con-cepts are intellectual entities. He emphasizes the examples that Avicenna uses to show the affiliation among the things are only made up of universal notions and alleges them not to have perceptible entity. Thus, he says that there is not a real affiliation among different par-ticular entities that have perceptible existence. As to the second preliminary, Ibn Taymiyya says that this preliminary is also inaccurate for the reason that it is, like the first preliminary, based on the knowledge that the intellectual entities had come true in the physical world. According to him, the essence is made up of intellectual conceptualization. Therefore, it has not physical reality. After criticizing the preliminaries in this manner, Ibn Taymiyya says that the analogy that consists of these preliminaries is also erroneous. Because the analogy that is based on erroneous preliminaries does not give a correct result.
İslam felsefe tarihinde felsefî düşünce teşekkül ettikten sonra, büyük filozoflar tarafından yazı... more İslam felsefe tarihinde felsefî düşünce teşekkül ettikten sonra, büyük filozoflar tarafından yazılan ana metinler üzerine yazılan şerhler uzun bir dönemin geleneği haline geldi. Özellikle İbn Sînâ sonrası felsefe tarihinde kısmen felsefî düşüncemiz kisvesini değiştirerek bazı kelamcılar tarafından da ele alınmaya başladı. İbn Sînâ’nın eserleri üzerine yazılan şerhlerin bir kısmı, filozof olmayan âlimler tarafından yazılmıştır. Bu şerhlerin başında Fahreddin er-Râzî’inin el-İşârât ve’t-tenbîhât üzerine yazdığı el-İnârât fî şerhî’l-İşârât adlı eseridir. Ancak İbn Sînî’nın bu eseri üzerine Râzî’den başka âlimler de şerh yazmaya yeltenmişlerdir. Bizim bu çalışmada araştırma konumuz olan Şemsüddin Semerkandî’nin Beşârâtu’l-İşârât adlı eseri de yazılan şerhlerden birisidir. Semerkandî 13. yüzyılda şerh geleneğini devam ettiren düşünürlerden birisidir. Ne var ki Semerkandî’nin yazdığı bu şerh Fahreddin er-Râzî ve Nasirüddin Tûsî’nin felsefî düşüncemize kazandırdıkları önemli şerhler gibi meşhur olmamıştır. Hatta bugüne kadar akademik çalışmalar dışında, matbu hali bulunmamaktadır. geleneğini devam ettiren düşünürlerden birisidir. Ne var ki Semerkandî’nin yazdığı bu şerh Fahreddin er-Râzî ve Nasirüddin Tûsî’nin felsefî düşüncemize kazandırdıkları önemli şerhler gibi meşhur olmamıştır. Hatta bugüne kadar akademik çalışmalar dışında, matbu hali bulunmamaktadır. Biz de bu çalışmamızda Semerkandî’nin yazdığı şerhinin İlahiyat bölümünden yola çıkarak, düşünürün yöntemini takip ederek felsefi düşüncelerini incelemeye çalışacağız.
Journal of Theology Faculty of Bulent Ecevit University , 2019
Bu çalışmada nefs konusuna ilişkin nefsin varlığı, tanımı ve cevherliği problemleri merkeze alına... more Bu çalışmada nefs konusuna ilişkin nefsin varlığı, tanımı ve cevherliği problemleri merkeze alınarak Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin görüşleri incelenmiştir. Bağdâdî başta el-Kitâbü’l-Mu‘teber fi’l-hikme olmak üzere kaleme aldığı eserlerinde filozoflarla hesaplaşmayı tercih ederek, nefs konusu da dahil olmak üzere önceki filozofların birçok görüşünü ciddi eleştiriye tâbi tutmuştur. Filozof bu meseleler kapsamında nefsin varlığını şuur, nefsin sürekli kendini idrak etmesi ve hüviyetin tekliği yollarıyla ispat etmeye çalışır. Ancak filozofun nefsin varlığıyla ilgili olan düşüncesini oluşturan esas konu şuur meselesidir. Nefsin tanımı söz konusu olunca da Bağdâdî Aristoteles’ten aktarılan ve daha sonra Meşşâî filozoflar tarafından kabul edilen tanımı, nefsin manasını karşılamadığı için eleştirerek kapsamlı bir tanım yapmaya çalışır. Filozof ortaya attığı tanımda Eflatun’un felsefesinden istifade etmesiyle birlikte, şuur ve idrak türünden olan nefsanî eylemleri belirleyici unsur olarak kabul eder. Nefsin cevherliği ise filozof, Meşşâî filozofların benimsedikleri kuvvelerin çoğalması görüşünü eleştirir ve kuvvelerin tekliğini ileri sürerek nefsin cevherliğini ispatlar. Nitekim bu bağlamda özellikle Meşşâî filozoflar tarafından ortaya atılan delilleri tenkit ederek farklı bir yaklaşım sunmak şekliyle kendini diğer filozoflardan ayırır.
Nazariyat Journal for the History of Islamic Philosophy and Sciences, 2016
Mehmed Emin eş-Şirvânî, aklî ve naklî ilimlere dair eserleriyle tanınan on yedinci yüzyıl Osmanl... more Mehmed Emin eş-Şirvânî, aklî ve naklî ilimlere dair eserleriyle tanınan on yedinci yüzyıl Osmanlı düşünürüdür. Bu yazıda, Şirvânî’nin cismânî meâdle ilgili bir risalesi tahlil, tercüme ve tahkik edildi. Yazının içeriğinden Şirvânî’nin misal âleminden hareketle ahiret ahvali olarak adlandırılan mahşer, berzah, Cennet, Cehennem vb. birçok hususun aydınlanabileceği iddiası ortaya çıkmaktadır. İşrakî ve İbn Arabî geleneğinin misal âlemiyle ilgili açıklamaları, Şirvânî’nin temel dayanaklarıdır. O bu hususu ayetleri de şahit göstermek suretiyle ısrarcı bir şekilde misal âlemine yoğunlaşmaktadır. Risalenin sonunda insanın hakikatiyle ilgili olarak, Gazzâlî’nin İhyâu ûlumi’d-din adlı eserinden alınmış olan ruh, nefs, kalp ve akıldan oluşan dört terim ve kalple ilgili konular açıklanmaktadır
İbnü’l-Mutahhar el-Hillî XIV. asrın düşünürleri arasında önemli bir yere sahiptir. Farklı disipli... more İbnü’l-Mutahhar el-Hillî XIV. asrın düşünürleri arasında önemli bir yere sahiptir. Farklı disiplinlerde kaleme almış olduğu eserler, onun pek çok ilimde uzmanlaştığını gösterir. Ancak o, daha çok mütekellim ve fakih olarak bilinmektedir. Bu nedenle hakkında yapılan çoğu akademik çalışmada onun fıkhî ve kelamî yönleri ele alınmıştır. Dolayısıyla onun felsefî düşünceleri hakkında detaylı bilgi içeren kaynakların kısıtlı olduğunu söylemek mümkündür. Oysa Hillî, kelamî ve fıkhî çalışmalarının yanında Nasîrüddin et-Tûsî’nin felsefî ekolünü devam ettirmiş, kendi döneminin de en önemli felsefe eleştirmenlerinden birisi olmuştur. Hilli’nin söz konusu bu çalışmalarından ötürü bu kitapta onun felsefeci hüviyetine dikkat çekilmiş, özellikle de metafizikle alakalı görüşleri detaylı bir şekilde incelenmiştir.
Döneminde aklî ve dinî ilimlerde uzmanlaşmış bir düşünür olan Sadreddinzâde Mehmed Emin Şirvanî (... more Döneminde aklî ve dinî ilimlerde uzmanlaşmış bir düşünür olan Sadreddinzâde Mehmed Emin Şirvanî (ö. 1036-1627), XVII. yüzyılda ilimlerin tanımı ve meselelerine dair Arapça olarak el-Fevâidü’l-Hâkâniyye adlı eserini yazmış ve dönemin sultanı I. Ahmed’e takdim etmiştir. Şirvânî, her ne kadar uzun zamana yayılan ilimler tasnifi projesinin ilk adımını Şirvan’da atmış olsa da, eserini, Safevîler’in baskılarından uzaklaşmak için geldiği İstanbul’da tamamlamaya muvaffak olmuştur. Ebced hesabıyla Ahmet isminin sayısal değeri olan elli üçe denk getirmek için eserinde elli üç ilimden söz etmiş, tertibini ise kendi ifadesiyle sultanın ordularına göre yapmıştır. Buna göre Şirvânî; ilim ordusunun akıncısı ve öncüsü (mukaddime) olarak ilmin tanımı ve mahiyetini başa, yeniçeri ve kapıkulu hükmünde olan şer’î ilimleri merkeze (kalb), esas ordunun yardımcıları olarak edebî ilimleri sol tarafa, tımarlı sipahiler olan aklî ilimleri sağ tarafa, ordunun malzemesi ve zahiresi olan âdabu’l-mulûk ilmini ise sâka/artçı kısmına yerleştirmiştir. Eserin Arapça metni altı nüsha mukabele edilerek tahkik edilmiş, eserin içeriğindeki her bir ilim dalı alanındaki uzman isimler tarafından tercüme edilerek Prof. Dr. Ahmet Kamil Cihan editörlüğünde “2019 Prof. Dr. Fuat Sezgin İslâm Bilim Tarihi Yılı” armağanı olarak yayıma hazırlanmıştır.
Sühreverdî, el-Elvâhu’l-İmâdiyye’yi zamanın Harput-Diyarbakır beylerbeyi İmâdüddin Karaarslan’a i... more Sühreverdî, el-Elvâhu’l-İmâdiyye’yi zamanın Harput-Diyarbakır beylerbeyi İmâdüddin Karaarslan’a ithafen ve onun talebi üzerine kaleme almıştır. Müellif, eseri felsefî konuları mebde ve meâd temelinde özlü ve bir yöneticinin de anlayabileceği sadelikte, farklı yöntemler kullanarak kaleme almıştır. Eser, felsefenin temel alanlarından fizik, metafizik, kozmoloji ve insana ilişkin çeşitli konuları içermektedir. Sühreverdî, konuları ele alırken Meşşâî yöntem ve terminolojiyi kullandığı gibi, yer yer kendine has İşrâkî yöntem ve terminolojiye de başvurmuştur. Bu yönüyle eserde her iki ekolün yaklaşım tarzlarının izlerini ve Sühreverdî’nin bu konudaki yetkinlik ve becerisini görmek mümkündür. Bir mukaddime ve dört bölümden (levha) meydana gelen eserde Sühreverdî, ilk olarak mukaddimede temel bazı kavram ve konular hakkında bilgi verir. Birinci bölümde doğa felsefesinin (fizik) konuları olan boyutlar, unsurlar ve bunların değişim ve dönüşümü, hareket gibi konulara yer veren Sühreverdî, ikinci bölümde doğa felsefesinin önemli konularından biri olan nefs konusunu ele alır. Üçüncü bölümde metafiziğe ilişkin konulardan, zorunlu varlığın ispatı, birliği ve ondan meydan gelen ilk şeyin tekliği, felekler ve onların hareketleri ve hareket ettiricileri ve tüm nedenlerin zorunlu varlıkta son bulması gibi konuları ele almaktadır. Sühreverdî eserin dördüncü ve son bölümünde ise Allah’ın feyzi, âlemde var olan nizam ve düzen, kaza-kader, kötülük, nurlar ve nefisle ilişkileri gibi konuları ele almaktadır. İşrâkî öğretinin öz bir tasviri mahiyetinde olan eser, İslâm felsefesi literatürünün sembolik eserlerinden birisidir.
Şirvânî yaşamış olduğu yoğun hadiselere rağmen farklı alanlarda eser vermeyi başarmıştır. Bu eser... more Şirvânî yaşamış olduğu yoğun hadiselere rağmen farklı alanlarda eser vermeyi başarmıştır. Bu eserlerin biri de Merâtibu’l-’Ulûm risalesidir. Söz konusu bu eser aslında bir ilimler tasnifinden ibarettir. Fakat müellif eserinde ilimleri tasnif etmeden önce bölgede yaşanan değişimleri anlatmaya çalışır. Böylece kendi perspektifinden tarihi olayları kaydederek eserine artı bir değer kazandırır. Bununla birlikte müellif birçok akli ve şer’î konulara değinerek bazı ihtilaflı meselelerde görüş beyanında bulunur. Aslında yazarın görüşleri daha çok tercihten ibaret olduğu söylenebilir. Bu tercihleri yaparken de çok sayıda kaynak kullanarak farklı düşünürlerin de görüşlerini dolaylı olarak izah etmiş olur. Nureddin eş-Şirvânî özellikle Osmanlı düşünce tarihine değer katan bir isimdir. Ancak ne yazık ki ünlü olmadığı için çoğu eseri gün yüzüne çıkmamıştır. Bu çalışmanın asıl amacı da onun hayatı, düşüncelerini ve en önemli eser olan Merâtibu’l-’Ulûm risalesini okuyuculara tanıtmaktır.
تتناول هذه الدراسة تحليل الأدلة التي استخدمها نصير الدين الطوسي (ت. 672/1274) في إثبات العقل المج... more تتناول هذه الدراسة تحليل الأدلة التي استخدمها نصير الدين الطوسي (ت. 672/1274) في إثبات العقل المجرد. ولكون طريق الإثبات الموجودة عند الطوسي مبنية على طرق فلاسفة ومفكري ما قبل الطوسي، قمنا بتحليل تلك الطرق لأجل إضفاء الوضوح على دليل الطوسي. حينما نقرأ التاريخ الفلسفي الإسلامي، نجد أنّ مصطلح العقل في بداية استخدامه الفلسفي، كان يؤدي معنا معرفيا بالذات، إلّا أنّه مع مرور الزمن أتخذ هذا المصطلح منحى وجوديا. فعلى سبيل المثال، استخدم فلاسفة مثل الفارابي (ت. 339/950) وابن سينا (ت. 428/1037) العقل بمعنى أنطولوجي، مع قبولهم لما يحتويه مصطلح العقل من الناحية الوظيفية لمعاني الإدراك والمعرفة، حيث إنّهم قالوا بكونه مبدأ أو علة للوجود. والسبب في ذلك هو أنّ هذين الفيلسوفين خاصة يفسران الوجود بناء على نظريّة الفيض. لكنّ الفلاسفة مع تكلمهم عن العقل بهذا المعنى، تطرقوا إلى مسألة وجوده وحاولوا إثباته بطرق مختلفة. خاصّة وأنّ الفلاسفة المذكورين أعلاه فسروا العقل بالانطلاق من نظريّة الفيض، كما أثبتوا وجوده بناء على نفس النظريّة. إنّ الطوسي من حيث بنيته الفلسفية، يُعتبر من المفكرين الذين تأثروا بالفلاسفة المشائين عمومًا كابن سينا، ولكنّه مع هذا يختلف عنهم جزئيًا، خاصّة في سياق الوجود ومبادئه. فمثلا فأنّ الطوسي ينتقد نظريّة الفيض الإلهية التي طورها ابن سينا لتفسير الوجود. ولأجل هذا فهو ينتقد الأدلة التي استخدمها ابن سينا لإثبات وجود العقل المجرد الموجود ضمن تلك النظريّة. وعلى الرغم من انتقاده لهذه الأدلة، وخاصّة في كتابه تجريد الاعتقاد، إلا أنّه يقبل بشكل عام وجود العقل المجرد، ولإثبات وجوده، يستخدم أدلة مختلفة عمّا هو موجود عند ابن سينا. إنّ الطوسي قد خصّص رسالته المختصرة التي سمّاها رسالة إثبات العقل المجرد لتبيين دليله المتعلق بالموضوع، فهو قد حاول إثبات هذا النوع من العقل في تلك الرسالة، من دليل متكون من مقدّمات سبع. إنّ الدليل الذي يستخدمه الطوسي في هذا المجال، دليل معرفي في أساسه، لأنّه يرى بأنّ العقل المجرد هو مصدر الصور العقليّة، ويسمّيه أحيانًا نفس الأمر. ولهذا السبب فبحسب الطوسي، لا يمكن إثبات وجود ذلك العقل إلّا من خلال الانطلاق من الصور العقليّة والمبادئ المعرفية التي يمكن للبشر إدراكها. فإنّ تلك المفاهيم والمبادئ المعرفية المُسلّم بها، لا يمكن أن تكون صحيحة إلّا بوجود مبدأ خارجي يُقاس عليها، ومن ثمّ فهو يرى أنّ المعيار في صحة هذه المبادئ هو العقل المجرد. لو نظرنا إلى إثبات الطوسي لهذا النوع من العقل من الناحية المعرفية، فإنّنا نجده يُحاول إثبات صدق المعلومات البديهية أيضا. فمن هذا المنطلق يمكننا القول بأنّ هدفه في دليله هذا ليس فقط إثبات العقل المجرد، بل أيضا هو محاولة لإثبات صدق المعلومات الأولية. إنّ أغلب المقدّمات التي تُشكّل دليل الطوسي، موجودة في كتب الفلاسفة السابقين بأشكال مختلفة، إلا أنّه من الممكن القول بأنّها أصليّة من حيث التأليف البرهاني، أيّ أنّه من تأليف الطوسي نفسه. في الحقيقة أنّ أهميّة هذا البحث تكمن في هذه المسألة، حيث إنّه يسلط الضوء على مسألة إمكانية إثبات العقل المجرد عن طريق معرفي صرف. Bu çalışmada Nâsîrüddin et-Tûsî’nin soyut aklın varlığını ispatlamada kullandığı (ö. 672/1274) deliller incelenmektedir. Düşünürün bu husustaki ispatlama yöntemi bir bakıma önceki düşünürlerin kullandıkları yöntemlere paralel olarak geliştirilmiştir. Bu sebeple Tûsî öncesi düşünürlerin konuyla alakalı görüşleri çalışmanın kapsamına dahil edilmiştir. Böylece çalışmanın ilk bölümlerinde meseleye dönük önceki filozofların yaklaşımları ele alınmıştır. Tûsî’nin görüşüne kaynak teşkil eden söz konusu süreç incelendiğinde, Nous kavramına tekabül eden aklın, İslam felsefe tarihinde zamanla farklı manalar ifade etmiş olduğu anlaşılır. Öyle ki İslam felsefesinin ilk dönemlerinde bu kavram epistemolojik olarak kullanılmış, sonraki dönemlerde ise ontolojik değere sahip olacak şekilde ele alınmıştır. Örneğin Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn Sînâ (ö. 428/1037) gibi filozoflar aklı, işlevselliği itibarıyla içerdiği bilgi ve idrak anlamlarına ilaveten varlık ilkesi olarak da görmüşleridir. Bunun sebebi ise özellikle o iki filozofun varlığı sudûr nazariyesine bağlı kalarak açıklamalarıdır. Ancak onlar aklı bu manada kullanmadan önce onun varlığını tartışmış ve farklı yollarla onu ispatlamaya çalışmışlardır. Özellikle adı geçen filozoflar aklı sudûr nazariyesine dayalı olarak açıklamışlar ve yine aynı teoriye dayanarak onun varlığını ispatlamışlardır. Fakat çalışmanın konusu olan Tûsî ise mücerret aklın varlığının bu yöntemle ispatlanmasını doğru bulmaz. Aslında, felsefî olarak genelde İbn Sînâ gibi Meşşâî filozofları birçok meselede takip eden Tusî, varlığın başlangıcı bağlamında onlardan kısmen ayrılır. Öyle ki Tûsî İbn Sînâ’nın varlığı açıklamak için geliştirmiş olduğu ilahî feyz teorisini eleştirir. Bu sebeple o, İbn Sînâ’nın konuya dönük kullandığı sudûr merkezli delilini de tenkit eder. Ancak söz konusu delili bilhassa Tecrîdü’l-iʿtiḳād eserinde eleştirse de genel olarak soyut aklın varlığını kabul eder. Buna ilaveten onun varlığını ispatlamak için de müstakil bir risale olan Risaâlet’ün fî İsbati’l-ʿaḳl el-Mücerred adlı risalesini kaleme alır. Filozof muhtasar olan söz konusu risalesinde soyut aklın varlığını yedi mukaddimeden oluşan bir delil ile ispatlamaya çalışır. Kullanılan delil ise esasında epistemolojik temeller üzerine inşa edilmektedir. Şöyle ki o, soyut aklı, mâkûl sûretlerin kaynağı olarak görür ve kimi zaman da ona nefsül-emr adını verir. Tûsî’ye göre bu tür aklın varlığını kanıtlamak, ancak insanın idrak ettiği külli sûretler ve zarurî bilgilerden yola çıkmakla mümkündür. Zira kesin bir şekilde doğru olarak kabul ettiğimiz bilginin doğruluğunu ölçümleyen dışarıda bir kıstasın olması gerekir. Böylece o kıstasın soyut akıl olduğunu ileri sürer. Şüphesiz Tûsî’nin bu delili gerçek bilginin imkânına yönelik geliştirilmiştir. Zira filozofun buradaki amacı zahiren soyut aklın varlığını ispatlamak olsa da bir bakıma bedihî ve zarurî bilgilerin kaynağının varlığını aklen ispatlayarak bu tür bilgilerin doğruluğunu savunmaktır. Tûsî’nin yaklaşımına bu açıdan bakıldığında, gerçek bilginin imkânını ispatladığından dolayı değerli bir yaklaşım olduğu anlaşılır. Buna ilaveten filozofun delilini oluşturan mukaddimeler önceki filozofların kitaplarında bulunsa da terkip itibarıyla özgün olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim çalışmayı önemli kılan özellik de esasında budur. Zira bu çalışma soyut aklın varlığını epistemolojik temellere dayanarak ispatlamanın mümkün olduğunu söyleyen bir yaklaşıma ışık tutmaktadır. In this study, the evidence used by Naṣīr al-Dīn al-Ṭūsī to prove the existence of abstract mind (d. 672/1274) is examined. He developed his proof method in parallel with the proof methods of previous thinkers. For this reason, the approaches of pre-Tusi thinkers are also included in the scope of our study. It is understood that the mind, which corresponds to the concept of nous, has expressed different meanings over time in the history of Islamic philosophy. In fact, although this concept was used epistemologically in the early periods of Islamic philosophy, it was handled in a way that had ontological value in later periods. For example, philosophers such as Fârâbî (d. 339/950) and Avicenna (d. 428/1037) used reason in the sense of the principle of existence, in addition to the meanings of knowledge and perception it contains in terms of its functionality. The reason for this is that especially those two philosophers explain the existence by adhering to the theory of emanation. However, before using reason in this sense, philosophers discussed its existence and tried to prove it in different ways. Especially the mentioned philosophers accepted the mind as existing because they saw it as a requirement of the emanation theory. But al-Ṭūsī does not find their approach in this direction correct. In fact, al-Ṭūsī, who philosophically generally follows Peripatetic philosophers such as Ibn Sina, partially differs from them regarding the origin of existence. Because al-Ṭūsī criticizes the emanation theory. For this reason, he also criticizes the emanation-centered evidence that Avicenna used to prove the existence of abstract mind. However, although he criticizes the evidence in question, especially in his work tajrid al-i'tiqad, he generally accepts the existence of abstract mind. He also, he wrote an independent treatise called Risaâlet'ün fî İsbati'l-ʿaḳl el-Mücerred to prove the existence of abstract reason. The philosopher wrote an independent treatise of summary value to prove the existence of abstract mind. In the treatise in question, he tries to prove the existence of abstract mind with an evidence consisting of eight introductions. The philosopher's evidence is actually built on epistemological foundations. Namely, he sees the abstract mind as the source of mental forms and sometimes refers to it as nefsul-amr. According to al-Ṭūsī, proving the existence of abstract mind is only possible by starting from the universal forms and essential knowledge that humans perceive. Because there must be an external criterion that measures the accuracy of the information we accept as accurate. Thus, he argues that the criterion is abstract reason. In fact, this evidence was developed for the possibility of true knowledge. Because, although the philosopher's aim here is to prove the existence of the abstract mind, in a sense, it is to protect the accuracy of such information by mentally proving the existence of the source of that essential and essential information. When Tusi's approach is looked at from this perspective, it is understood that it is a valuable approach because it proves the possibility of true knowledge. In addition, although the introductions that constitute the philosopher's evidence are found in the books of previous philosophers, it is possible to say that they are original in terms of composition.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2024
Bu çalışmada İbn Kemmûne’nin nefsin kadim ve ebedî olduğunu ispatlamada kullandığı deliller incel... more Bu çalışmada İbn Kemmûne’nin nefsin kadim ve ebedî olduğunu ispatlamada kullandığı deliller incelenmektedir. Başta İbn Sînâ olmak üzere İslam filozoflarının çoğu Aristoteles’i takip ederek nefsin bedenle birlikte yaratılmış olduğunu düşünür. Buna karşın çok az sayıda düşünür Eflâtun’un görüşü olan nefsin kadim olduğunu söyler. Ancak İslam felsefesinin müteahhir döneminde bu görüşte olan İbn Kemmûne dışında neredeyse filozof bulunmamaktadır. İbn Kemmûne; İbn Sînâ ve Sühreverdî gibi filozoflarla nefsin ebedî olduğu konusunda hemfikir olsa da nefsin kadim olduğunu söyleyerek onlardan ayrılır. Filozof bu yöndeki görüşünü ispatlamak için kullandığı delillere el-Cedîd fi'l-hikme gibi meşhur eserlerinde yer vermez. Bunun yerine o, delillerini açıklamak amacıyla Ezeliyyetü’n-nefs ve bekâuhâ ve Ebediyyetü’-nefs ve bekâuhâ ve besâtatuhâ risalelerini yazar. Düşünürün özgün olduğunu iddia ettiği kanıt, birçok mukaddimeden oluşsa da aslında nefsin mizaç ve bileşik olmaması tezi üzerine kuruludur. Bu sebeple filozof, öncelikle kanıtının dayandığı iddiaları ispatlar. Nefsin basit olduğunu ispatladıktan sonra, illetinin de basit olmasının gerekli olduğunu ifade eder. Bu şekilde nefsin yakın nedeninin basit, kadim ve zorunlu olan ilk illet olduğunu ileri sürer. Buna bağlı olarak da filozof “malul illetiyle kaimdir” kaidesine dayanarak nefsin kadim olduğunu söyler. Aynı kaideden dolayı da nefsin ebedî olduğunu ileri sürer. Çalışmada takip edilen yöntem analitik bir yöntem olması sebebiyle, İbn Kemmûne’nin delili bütün yönleriyle ele alınmıştır. Böylece makalenin asıl amaçlarından olan müteahhir dönemde nefsin kadim olduğu görüşünün desteklenmesi hakkında özgün bir örnek üzerinde durulmuştur.
XVII. Asırda Felsefî Tenkit: Muhammed Bâkır Mîr Dâmâd’ın Eleştirel Yaklaşımı, 2021
Bu bildiride 16. ve 17. asırda felsefî tenkidin seyrini, Muhammed Bâkır Mîr Dâmâd’ın eleştirel
ya... more Bu bildiride 16. ve 17. asırda felsefî tenkidin seyrini, Muhammed Bâkır Mîr Dâmâd’ın eleştirel yaklaşımı dikkate alınarak incelemek hedeflenmektedir. İslam düşünce tarihinde felsefî eleştiri İslam Felsefesinin oluşumuyla birlikte başlamaktadır. Fakat bu eleştiri hareketi İbn Sînâ sonrası daha da belirgin bir dil kazanmıştır. Bu süreçte hem filozofların felsefî eleştirel yaklaşımları gelişmiş hem de felsefe karşıtı düşünülerin kelamî eleştirel yaklaşımları netleşmiştir. Ancak 13. Asırda felsefî kelamın oluşması ve yayılmasıyla birlikte, bu iki eleştiri tarzın kısmen birleşmesi ve felsefî düşüncelerin kelama daha da nüfuz ederek eleştirilerin kısmen ılımlı bir hal alması görünür. Fahreddîn er-Râzî ve Nasîrüddîn et-Tûsî gibi isimler tarafından felsefî kelam kapsamında başlatılan yeni tarz felsefî tenkit, 16. Asırda Mîr Dâmâd tarafından devam ettirilmiştir. Kendi çağında İmâmiyye mezhebinin önde gelen alimlerinden olan ve el-hikmetü'l-müteâliye felsefesine zemin hazırlayan Mîr Dâmâd, çok yönlü alim olup felsefe ile ilgili Risâletü ḥudûs̱i’l-ʿâlem, Risâletü mefhûmi’l-vücûd ve eṣ-Ṣırâṭü’l-müstaḳīm gibi eserler kaleme almıştır. Dâmâd, söz konusu olan bu eserlerinde birçok meselde geleneksel Meşşâî bir yaklaşım benimsese de özgün yorum, tercih ve eleştiri yapmaktan geri kalmaz. Dâmâd’ın kaleme aldığı bu eserlerde yaptığı eleştirileri incelediğimizde, eleştirilerin filozoflara ve filozofları eleştirilen düşünülere yöneltilen iki çeşit eleştiri olduğunu görürüz. İlkinde filozof tamamen felsefe yapma girişiminde bulunuyorken, ikincisinde felsefeyi ve filozofları savunmak amacıyla karşıt görüşleri çürütmeye çalışır. Mîr Dâmâd’ın kaleme aldığı bu eserlerde yönelttiği eleştirileri incelmek 16. ve 17. Yüzyıllarda İslam düşüncesindeki felsefî tenkidin nasıl bir hal aldığını anlamda yardımcı olmaktadır. Bu açıdan filozofun çalışmaları, geç dönemlerde eleştiri kültürünü anlama hususunda ehemmiyet kazanmaktadır.
Cumhuriyet Theology Journal New Issue: Volume 25 Issue 1, 2021
In this study, the rational criticism directed by Ibn Tayymiyya (d. 1338) to the philosophical ev... more In this study, the rational criticism directed by Ibn Tayymiyya (d. 1338) to the philosophical evidence used to prove the unity of the necessary existent in the book Kitāb al-Is̲h̲ārāt wa al-tanbīhāt, which is accepted as a constitutive text in the history of Islamic philosophy, is examined. Author of the aforementioned book Avicenna (d. 1037) tries to prove the unity of the necessary existent from different ways in his books. Kitāb al-Is̲h̲ārāt wa al-tanbīhāt is a book that includes one of these ways. The evidence that Avicenna uses in that book comprises of two preliminaries. The first preliminary is made up of specifying the relation between the thing that the different perceptible particular entities are common and are different. The second one is based on proving the existence not to be the cause of essence by centering the difference of existence and essence. Ibn Taymiyya, who criticizes philosophers in many ways, criticizes this evidence used by Avicenna in his work Mes’eletün fî tevḥîdi’l-felâsife. Rejecting the logic of Mashshaiyyun as science, Ibn Taymiyya also tried to refute the philosophical and logical rules that philosophers accept and use. In this context, Ibn Taymiyya argues that not only the preliminary presuppositions of the philosopher's argument to prove the unity of the necessary being, but also that the logical principles and rules previously accepted by the philosopher are false. One of the most important issues criticized by the thinker in relation to the subject is the reality of concepts, the existence of universals, how universals are moved to particulars, and the state of quiddity. According to him, concepts are mental and universals do not have a reality in the external world. Again, he thinks that universals like humanity are attributed to particulars as attributes, and therefore, in a way, he denies the universal being universal. Because, according to Ibn Taymiyya, a certain attribute of a being that is particular cannot be universal unlike itself. According to the thinker, the commonality in the concepts that logicians call universal consists only of a linguistic partnership. Undoubtedly, it can be said that Ibn Taymiyya's thought on the issue of concepts is close to nominalistic approach in a way. But he does not directly deny the reality of the concepts. For, according to him, the concepts that are universally formed in the minds are actually realized particularly. That is to say, the universal humanity has been realized particularly in individuals such as Ahmet and Mehmet. In other words, because the humanity in individuals is particular, Ahmet's humanity is different from Mehmet's humanity. For this reason, there can be no real partnership among the examples given. In this context, the unity distinction made by Ibn Taymiyya in understanding his thoughts is helpful. According to him, unity is of two types, real and qualitative. Real unity is the unity that exists in the essence of the individual. The qualitative unity is the unity that exists between the things under the concept of the universal. However, the qualitative unity is not considered as a unity since it does not occur in the external world. In fact, this is what distinguishes Ibn Taymiyya from nominalist thinkers. If we turn back to the evidence of Avicenna, based on the objections that Ibn Taymiyya made to the logic and philosophical principles of Mashshaiyyun in general, we can say that the thinker criticized the precedents of this argument by emphasizing the knowledge that universal concepts are intellectual entities. He emphasizes the examples that Avicenna uses to show the affiliation among the things are only made up of universal notions and alleges them not to have perceptible entity. Thus, he says that there is not a real affiliation among different particular entities that have perceptible existence. As to the second preliminary, Ibn Taymiyya says that this preliminary is also inaccurate for the reason that it is, like the first preliminary, based on the knowledge that the intellectual entities had come true in the physical world. According to him, the essence is made up of intellectual conceptualization. Therefore, it has not physical reality. After criticizing the preliminaries in this manner, Ibn Taymiyya says that the analogy that consists of these preliminaries is also erroneous. Because the analogy that is based on erroneous preliminaries does not give a correct result.
Kumuk Türklerinden olan Ebû Süfyan el-Gazânişî, Dağıstan’nın yetiştirdiği entelektüel isimlerden ... more Kumuk Türklerinden olan Ebû Süfyan el-Gazânişî, Dağıstan’nın yetiştirdiği entelektüel isimlerden biridir. Klasik yöntemle tahsilini tamamlayan Gazânişî modern bilime ilgi duy-muş ve yaşadığı dönem şartlarına bağlı olarak modern bilimler çerçevesinde üretilen yeni tezlere de nüfuz etmeye çalışmıştır. Gazânişî çok yönlü bir yazar olup çeşitli sahalarda eser bırakmıştır. Özellikle yaşadığı bölgede komünizm gibi din karşıtı akımlar yayılma-ya başlayınca da dini savunmak amacıyla önemli eserler kaleme almıştır. Bu doğrultuda yazdığı eserler arasında çalışma konumuz olan el-Burhânü’l-ḳāṭıʿ fî is̱bâti’ṣ-ṣâniʿ risalesi de bulunmaktadır. Müellif söz konusu bu eserinde, Tanrı’nın varlığı, dinin doğruluğu ve gerekliliği gibi meselelerle ilgili bilhassa komünist düşünürlerin ileri sürdükleri negatif görüşleri tenkit eder. Yazar eserinde ele aldığı Tanrı’nın varlığı konusuna bağlı olarak bir açıdan imkân, nizam, nübüvvet ve mucize gibi klasik delilleri yeniden inşa ederek kullanır. Diğer bir açıdan da özellikle nizam deliline bağlı olarak modern bilimin ürettiği yeni koz-molojik tezleri kullanarak düşüncesini savunur. Böylece düşünür bu problem bağlamında klasik delilleri modern bilimsel verileri dikkate alarak yeniden inşa etmeye çalışır. Dinin doğruluğu ve gerekliliği konusu ise Gazânişî bu meseleyi pratik yönden dini ele alarak çözümlemeye çalışır. Şöyle ki müellif dinin gerekliliğini göstermek için ahlâkî ilkelere baş-vurarak dinin pratik kısmını inceler. Yine yazar bu konuyla alakalı beyan ettiği görüşlerini desteklemek için dinî vazifelerin sağladığı maddi faydalara da değinir. Buna ilaveten dini reddeden akımlar tarafından ileri sürülen şüpheleri de o akımların kabul ettikleri mantık-sal kaidelerden yola çıkarak cevaplar.
In this study, the rational criticism directed by Ibn Tayymiyya (d. 1338) to the phil-osophical ... more In this study, the rational criticism directed by Ibn Tayymiyya (d. 1338) to the phil-osophical evidence used to prove the unity of the necessary existent in the book Kitāb al-Is̲h̲ārāt wa al-tanbīhāt, which is accepted as a constitutive text in the historyof Islamic phi-losophy, is examined. Author of the aforementioned book Avicenna (d. 1037)tries to prove the unity of the necessary existent from different ways in his books. Kitāb al-Is̲h̲ārāt wa al-tanbīhāt is a book that includes one of these ways. The evidence that Avicenna uses in that book comprises of two preliminaries. The first preliminary is made up of specifying the rela-tion between the thing that the different perceptible particular entities are common and are different. The second one is based on proving the existence not to be the cause of essence by centering the difference of existence and essence. Ibn Taymiyya, who criticizes philosophers in many ways, criticizes this evidence used by Avicenna in his work Mes’eletün fî tevḥîdi’l-felâsife. Rejecting the logic of Mashshaiyyun as science, Ibn Taymiyya also tried to refute the philosophical and logical rules that philosophers accept and use. In this context, Ibn Taymiyya argues that not only the preliminary presuppositions of the philosopher's argument to prove the unity of the necessary being, but also that the logical principles and rules previously ac-cepted by the philosopher are false. One of the most important issues criticized by the thinker in relation to the subject is the reality of concepts, the existence of universals, how universals are moved to particulars, and the state of quiddity. According to him, concepts are mental and universals do not have a reality in the external world. Again, he thinks that universals like humanity are attributed to particulars as attributes, and therefore, in a way, he denies the universal being universal. Because, according to Ibn Taymiyya, a certain attribute of a being that is particular cannot be universal unlike itself. According to the thinker, thecommonality in the concepts that logicians call universal consists only of a linguistic partnership. Undoubt-edly, it can be said that Ibn Taymiyya's thought on the issue of concepts is close to nominal-istic approach in a way. But he does not directly denythe reality of the concepts. For, accord-ing to him, the concepts that are universally formed in the minds are actually realized partic-ularly. That is to say, the universal humanity has been realized particularly in individuals such as Ahmet and Mehmet. Inother words, because the humanity in individuals is particular, Ah-met's humanity is different from Mehmet's humanity. For this reason, there can be no real partnership among the examples given. In this context, the unity distinction made by Ibn Tay-miyya in understanding his thoughts is helpful. According to him, unity is of two types, real and qualitative. Real unity is the unity that exists in the essence of the individual. The quali-tative unity is the unity that exists between the things under the concept of the universal. However, the qualitative unity is not considered as a unity since it does not occur in the ex-ternal world. In fact, this is what distinguishes Ibn Taymiyya from nominalist thinkers. If we turn back to the evidence of Avicenna, based on the objections that Ibn Taymiyya made to the logic and philosophical principles of Mashshaiyyun in general, we can say that the thinker criticized the precedents of this argument by emphasizing the knowledge that universal con-cepts are intellectual entities. He emphasizes the examples that Avicenna uses to show the affiliation among the things are only made up of universal notions and alleges them not to have perceptible entity. Thus, he says that there is not a real affiliation among different par-ticular entities that have perceptible existence. As to the second preliminary, Ibn Taymiyya says that this preliminary is also inaccurate for the reason that it is, like the first preliminary, based on the knowledge that the intellectual entities had come true in the physical world. According to him, the essence is made up of intellectual conceptualization. Therefore, it has not physical reality. After criticizing the preliminaries in this manner, Ibn Taymiyya says that the analogy that consists of these preliminaries is also erroneous. Because the analogy that is based on erroneous preliminaries does not give a correct result.
İslam felsefe tarihinde felsefî düşünce teşekkül ettikten sonra, büyük filozoflar tarafından yazı... more İslam felsefe tarihinde felsefî düşünce teşekkül ettikten sonra, büyük filozoflar tarafından yazılan ana metinler üzerine yazılan şerhler uzun bir dönemin geleneği haline geldi. Özellikle İbn Sînâ sonrası felsefe tarihinde kısmen felsefî düşüncemiz kisvesini değiştirerek bazı kelamcılar tarafından da ele alınmaya başladı. İbn Sînâ’nın eserleri üzerine yazılan şerhlerin bir kısmı, filozof olmayan âlimler tarafından yazılmıştır. Bu şerhlerin başında Fahreddin er-Râzî’inin el-İşârât ve’t-tenbîhât üzerine yazdığı el-İnârât fî şerhî’l-İşârât adlı eseridir. Ancak İbn Sînî’nın bu eseri üzerine Râzî’den başka âlimler de şerh yazmaya yeltenmişlerdir. Bizim bu çalışmada araştırma konumuz olan Şemsüddin Semerkandî’nin Beşârâtu’l-İşârât adlı eseri de yazılan şerhlerden birisidir. Semerkandî 13. yüzyılda şerh geleneğini devam ettiren düşünürlerden birisidir. Ne var ki Semerkandî’nin yazdığı bu şerh Fahreddin er-Râzî ve Nasirüddin Tûsî’nin felsefî düşüncemize kazandırdıkları önemli şerhler gibi meşhur olmamıştır. Hatta bugüne kadar akademik çalışmalar dışında, matbu hali bulunmamaktadır. geleneğini devam ettiren düşünürlerden birisidir. Ne var ki Semerkandî’nin yazdığı bu şerh Fahreddin er-Râzî ve Nasirüddin Tûsî’nin felsefî düşüncemize kazandırdıkları önemli şerhler gibi meşhur olmamıştır. Hatta bugüne kadar akademik çalışmalar dışında, matbu hali bulunmamaktadır. Biz de bu çalışmamızda Semerkandî’nin yazdığı şerhinin İlahiyat bölümünden yola çıkarak, düşünürün yöntemini takip ederek felsefi düşüncelerini incelemeye çalışacağız.
Journal of Theology Faculty of Bulent Ecevit University , 2019
Bu çalışmada nefs konusuna ilişkin nefsin varlığı, tanımı ve cevherliği problemleri merkeze alına... more Bu çalışmada nefs konusuna ilişkin nefsin varlığı, tanımı ve cevherliği problemleri merkeze alınarak Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî’nin görüşleri incelenmiştir. Bağdâdî başta el-Kitâbü’l-Mu‘teber fi’l-hikme olmak üzere kaleme aldığı eserlerinde filozoflarla hesaplaşmayı tercih ederek, nefs konusu da dahil olmak üzere önceki filozofların birçok görüşünü ciddi eleştiriye tâbi tutmuştur. Filozof bu meseleler kapsamında nefsin varlığını şuur, nefsin sürekli kendini idrak etmesi ve hüviyetin tekliği yollarıyla ispat etmeye çalışır. Ancak filozofun nefsin varlığıyla ilgili olan düşüncesini oluşturan esas konu şuur meselesidir. Nefsin tanımı söz konusu olunca da Bağdâdî Aristoteles’ten aktarılan ve daha sonra Meşşâî filozoflar tarafından kabul edilen tanımı, nefsin manasını karşılamadığı için eleştirerek kapsamlı bir tanım yapmaya çalışır. Filozof ortaya attığı tanımda Eflatun’un felsefesinden istifade etmesiyle birlikte, şuur ve idrak türünden olan nefsanî eylemleri belirleyici unsur olarak kabul eder. Nefsin cevherliği ise filozof, Meşşâî filozofların benimsedikleri kuvvelerin çoğalması görüşünü eleştirir ve kuvvelerin tekliğini ileri sürerek nefsin cevherliğini ispatlar. Nitekim bu bağlamda özellikle Meşşâî filozoflar tarafından ortaya atılan delilleri tenkit ederek farklı bir yaklaşım sunmak şekliyle kendini diğer filozoflardan ayırır.
Nazariyat Journal for the History of Islamic Philosophy and Sciences, 2016
Mehmed Emin eş-Şirvânî, aklî ve naklî ilimlere dair eserleriyle tanınan on yedinci yüzyıl Osmanl... more Mehmed Emin eş-Şirvânî, aklî ve naklî ilimlere dair eserleriyle tanınan on yedinci yüzyıl Osmanlı düşünürüdür. Bu yazıda, Şirvânî’nin cismânî meâdle ilgili bir risalesi tahlil, tercüme ve tahkik edildi. Yazının içeriğinden Şirvânî’nin misal âleminden hareketle ahiret ahvali olarak adlandırılan mahşer, berzah, Cennet, Cehennem vb. birçok hususun aydınlanabileceği iddiası ortaya çıkmaktadır. İşrakî ve İbn Arabî geleneğinin misal âlemiyle ilgili açıklamaları, Şirvânî’nin temel dayanaklarıdır. O bu hususu ayetleri de şahit göstermek suretiyle ısrarcı bir şekilde misal âlemine yoğunlaşmaktadır. Risalenin sonunda insanın hakikatiyle ilgili olarak, Gazzâlî’nin İhyâu ûlumi’d-din adlı eserinden alınmış olan ruh, nefs, kalp ve akıldan oluşan dört terim ve kalple ilgili konular açıklanmaktadır
İbnü’l-Mutahhar el-Hillî XIV. asrın düşünürleri arasında önemli bir yere sahiptir. Farklı disipli... more İbnü’l-Mutahhar el-Hillî XIV. asrın düşünürleri arasında önemli bir yere sahiptir. Farklı disiplinlerde kaleme almış olduğu eserler, onun pek çok ilimde uzmanlaştığını gösterir. Ancak o, daha çok mütekellim ve fakih olarak bilinmektedir. Bu nedenle hakkında yapılan çoğu akademik çalışmada onun fıkhî ve kelamî yönleri ele alınmıştır. Dolayısıyla onun felsefî düşünceleri hakkında detaylı bilgi içeren kaynakların kısıtlı olduğunu söylemek mümkündür. Oysa Hillî, kelamî ve fıkhî çalışmalarının yanında Nasîrüddin et-Tûsî’nin felsefî ekolünü devam ettirmiş, kendi döneminin de en önemli felsefe eleştirmenlerinden birisi olmuştur. Hilli’nin söz konusu bu çalışmalarından ötürü bu kitapta onun felsefeci hüviyetine dikkat çekilmiş, özellikle de metafizikle alakalı görüşleri detaylı bir şekilde incelenmiştir.
Döneminde aklî ve dinî ilimlerde uzmanlaşmış bir düşünür olan Sadreddinzâde Mehmed Emin Şirvanî (... more Döneminde aklî ve dinî ilimlerde uzmanlaşmış bir düşünür olan Sadreddinzâde Mehmed Emin Şirvanî (ö. 1036-1627), XVII. yüzyılda ilimlerin tanımı ve meselelerine dair Arapça olarak el-Fevâidü’l-Hâkâniyye adlı eserini yazmış ve dönemin sultanı I. Ahmed’e takdim etmiştir. Şirvânî, her ne kadar uzun zamana yayılan ilimler tasnifi projesinin ilk adımını Şirvan’da atmış olsa da, eserini, Safevîler’in baskılarından uzaklaşmak için geldiği İstanbul’da tamamlamaya muvaffak olmuştur. Ebced hesabıyla Ahmet isminin sayısal değeri olan elli üçe denk getirmek için eserinde elli üç ilimden söz etmiş, tertibini ise kendi ifadesiyle sultanın ordularına göre yapmıştır. Buna göre Şirvânî; ilim ordusunun akıncısı ve öncüsü (mukaddime) olarak ilmin tanımı ve mahiyetini başa, yeniçeri ve kapıkulu hükmünde olan şer’î ilimleri merkeze (kalb), esas ordunun yardımcıları olarak edebî ilimleri sol tarafa, tımarlı sipahiler olan aklî ilimleri sağ tarafa, ordunun malzemesi ve zahiresi olan âdabu’l-mulûk ilmini ise sâka/artçı kısmına yerleştirmiştir. Eserin Arapça metni altı nüsha mukabele edilerek tahkik edilmiş, eserin içeriğindeki her bir ilim dalı alanındaki uzman isimler tarafından tercüme edilerek Prof. Dr. Ahmet Kamil Cihan editörlüğünde “2019 Prof. Dr. Fuat Sezgin İslâm Bilim Tarihi Yılı” armağanı olarak yayıma hazırlanmıştır.
Sühreverdî, el-Elvâhu’l-İmâdiyye’yi zamanın Harput-Diyarbakır beylerbeyi İmâdüddin Karaarslan’a i... more Sühreverdî, el-Elvâhu’l-İmâdiyye’yi zamanın Harput-Diyarbakır beylerbeyi İmâdüddin Karaarslan’a ithafen ve onun talebi üzerine kaleme almıştır. Müellif, eseri felsefî konuları mebde ve meâd temelinde özlü ve bir yöneticinin de anlayabileceği sadelikte, farklı yöntemler kullanarak kaleme almıştır. Eser, felsefenin temel alanlarından fizik, metafizik, kozmoloji ve insana ilişkin çeşitli konuları içermektedir. Sühreverdî, konuları ele alırken Meşşâî yöntem ve terminolojiyi kullandığı gibi, yer yer kendine has İşrâkî yöntem ve terminolojiye de başvurmuştur. Bu yönüyle eserde her iki ekolün yaklaşım tarzlarının izlerini ve Sühreverdî’nin bu konudaki yetkinlik ve becerisini görmek mümkündür. Bir mukaddime ve dört bölümden (levha) meydana gelen eserde Sühreverdî, ilk olarak mukaddimede temel bazı kavram ve konular hakkında bilgi verir. Birinci bölümde doğa felsefesinin (fizik) konuları olan boyutlar, unsurlar ve bunların değişim ve dönüşümü, hareket gibi konulara yer veren Sühreverdî, ikinci bölümde doğa felsefesinin önemli konularından biri olan nefs konusunu ele alır. Üçüncü bölümde metafiziğe ilişkin konulardan, zorunlu varlığın ispatı, birliği ve ondan meydan gelen ilk şeyin tekliği, felekler ve onların hareketleri ve hareket ettiricileri ve tüm nedenlerin zorunlu varlıkta son bulması gibi konuları ele almaktadır. Sühreverdî eserin dördüncü ve son bölümünde ise Allah’ın feyzi, âlemde var olan nizam ve düzen, kaza-kader, kötülük, nurlar ve nefisle ilişkileri gibi konuları ele almaktadır. İşrâkî öğretinin öz bir tasviri mahiyetinde olan eser, İslâm felsefesi literatürünün sembolik eserlerinden birisidir.
Şirvânî yaşamış olduğu yoğun hadiselere rağmen farklı alanlarda eser vermeyi başarmıştır. Bu eser... more Şirvânî yaşamış olduğu yoğun hadiselere rağmen farklı alanlarda eser vermeyi başarmıştır. Bu eserlerin biri de Merâtibu’l-’Ulûm risalesidir. Söz konusu bu eser aslında bir ilimler tasnifinden ibarettir. Fakat müellif eserinde ilimleri tasnif etmeden önce bölgede yaşanan değişimleri anlatmaya çalışır. Böylece kendi perspektifinden tarihi olayları kaydederek eserine artı bir değer kazandırır. Bununla birlikte müellif birçok akli ve şer’î konulara değinerek bazı ihtilaflı meselelerde görüş beyanında bulunur. Aslında yazarın görüşleri daha çok tercihten ibaret olduğu söylenebilir. Bu tercihleri yaparken de çok sayıda kaynak kullanarak farklı düşünürlerin de görüşlerini dolaylı olarak izah etmiş olur. Nureddin eş-Şirvânî özellikle Osmanlı düşünce tarihine değer katan bir isimdir. Ancak ne yazık ki ünlü olmadığı için çoğu eseri gün yüzüne çıkmamıştır. Bu çalışmanın asıl amacı da onun hayatı, düşüncelerini ve en önemli eser olan Merâtibu’l-’Ulûm risalesini okuyuculara tanıtmaktır.
Uploads
Papers by Ersan TÜRKMEN
Bu çalışmada Nâsîrüddin et-Tûsî’nin soyut aklın varlığını ispatlamada kullandığı (ö. 672/1274) deliller incelenmektedir. Düşünürün bu husustaki ispatlama yöntemi bir bakıma önceki düşünürlerin kullandıkları yöntemlere paralel olarak geliştirilmiştir. Bu sebeple Tûsî öncesi düşünürlerin konuyla alakalı görüşleri çalışmanın kapsamına dahil edilmiştir. Böylece çalışmanın ilk bölümlerinde meseleye dönük önceki filozofların yaklaşımları ele alınmıştır. Tûsî’nin görüşüne kaynak teşkil eden söz konusu süreç incelendiğinde, Nous kavramına tekabül eden aklın, İslam felsefe tarihinde zamanla farklı manalar ifade etmiş olduğu anlaşılır. Öyle ki İslam felsefesinin ilk dönemlerinde bu kavram epistemolojik olarak kullanılmış, sonraki dönemlerde ise ontolojik değere sahip olacak şekilde ele alınmıştır. Örneğin Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn Sînâ (ö. 428/1037) gibi filozoflar aklı, işlevselliği itibarıyla içerdiği bilgi ve idrak anlamlarına ilaveten varlık ilkesi olarak da görmüşleridir. Bunun sebebi ise özellikle o iki filozofun varlığı sudûr nazariyesine bağlı kalarak açıklamalarıdır. Ancak onlar aklı bu manada kullanmadan önce onun varlığını tartışmış ve farklı yollarla onu ispatlamaya çalışmışlardır. Özellikle adı geçen filozoflar aklı sudûr nazariyesine dayalı olarak açıklamışlar ve yine aynı teoriye dayanarak onun varlığını ispatlamışlardır. Fakat çalışmanın konusu olan Tûsî ise mücerret aklın varlığının bu yöntemle ispatlanmasını doğru bulmaz. Aslında, felsefî olarak genelde İbn Sînâ gibi Meşşâî filozofları birçok meselede takip eden Tusî, varlığın başlangıcı bağlamında onlardan kısmen ayrılır. Öyle ki Tûsî İbn Sînâ’nın varlığı açıklamak için geliştirmiş olduğu ilahî feyz teorisini eleştirir. Bu sebeple o, İbn Sînâ’nın konuya dönük kullandığı sudûr merkezli delilini de tenkit eder. Ancak söz konusu delili bilhassa Tecrîdü’l-iʿtiḳād eserinde eleştirse de genel olarak soyut aklın varlığını kabul eder. Buna ilaveten onun varlığını ispatlamak için de müstakil bir risale olan Risaâlet’ün fî İsbati’l-ʿaḳl el-Mücerred adlı risalesini kaleme alır. Filozof muhtasar olan söz konusu risalesinde soyut aklın varlığını yedi mukaddimeden oluşan bir delil ile ispatlamaya çalışır. Kullanılan delil ise esasında epistemolojik temeller üzerine inşa edilmektedir. Şöyle ki o, soyut aklı, mâkûl sûretlerin kaynağı olarak görür ve kimi zaman da ona nefsül-emr adını verir. Tûsî’ye göre bu tür aklın varlığını kanıtlamak, ancak insanın idrak ettiği külli sûretler ve zarurî bilgilerden yola çıkmakla mümkündür. Zira kesin bir şekilde doğru olarak kabul ettiğimiz bilginin doğruluğunu ölçümleyen dışarıda bir kıstasın olması gerekir. Böylece o kıstasın soyut akıl olduğunu ileri sürer. Şüphesiz Tûsî’nin bu delili gerçek bilginin imkânına yönelik geliştirilmiştir. Zira filozofun buradaki amacı zahiren soyut aklın varlığını ispatlamak olsa da bir bakıma bedihî ve zarurî bilgilerin kaynağının varlığını aklen ispatlayarak bu tür bilgilerin doğruluğunu savunmaktır. Tûsî’nin yaklaşımına bu açıdan bakıldığında, gerçek bilginin imkânını ispatladığından dolayı değerli bir yaklaşım olduğu anlaşılır. Buna ilaveten filozofun delilini oluşturan mukaddimeler önceki filozofların kitaplarında bulunsa da terkip itibarıyla özgün olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim çalışmayı önemli kılan özellik de esasında budur. Zira bu çalışma soyut aklın varlığını epistemolojik temellere dayanarak ispatlamanın mümkün olduğunu söyleyen bir yaklaşıma ışık tutmaktadır.
In this study, the evidence used by Naṣīr al-Dīn al-Ṭūsī to prove the existence of abstract mind (d. 672/1274) is examined. He developed his proof method in parallel with the proof methods of previous thinkers. For this reason, the approaches of pre-Tusi thinkers are also included in the scope of our study. It is understood that the mind, which corresponds to the concept of nous, has expressed different meanings over time in the history of Islamic philosophy. In fact, although this concept was used epistemologically in the early periods of Islamic philosophy, it was handled in a way that had ontological value in later periods. For example, philosophers such as Fârâbî (d. 339/950) and Avicenna (d. 428/1037) used reason in the sense of the principle of existence, in addition to the meanings of knowledge and perception it contains in terms of its functionality. The reason for this is that especially those two philosophers explain the existence by adhering to the theory of emanation. However, before using reason in this sense, philosophers discussed its existence and tried to prove it in different ways. Especially the mentioned philosophers accepted the mind as existing because they saw it as a requirement of the emanation theory. But al-Ṭūsī does not find their approach in this direction correct. In fact, al-Ṭūsī, who philosophically generally follows Peripatetic philosophers such as Ibn Sina, partially differs from them regarding the origin of existence. Because al-Ṭūsī criticizes the emanation theory. For this reason, he also criticizes the emanation-centered evidence that Avicenna used to prove the existence of abstract mind. However, although he criticizes the evidence in question, especially in his work tajrid al-i'tiqad, he generally accepts the existence of abstract mind. He also, he wrote an independent treatise called Risaâlet'ün fî İsbati'l-ʿaḳl el-Mücerred to prove the existence of abstract reason. The philosopher wrote an independent treatise of summary value to prove the existence of abstract mind. In the treatise in question, he tries to prove the existence of abstract mind with an evidence consisting of eight introductions. The philosopher's evidence is actually built on epistemological foundations. Namely, he sees the abstract mind as the source of mental forms and sometimes refers to it as nefsul-amr. According to al-Ṭūsī, proving the existence of abstract mind is only possible by starting from the universal forms and essential knowledge that humans perceive. Because there must be an external criterion that measures the accuracy of the information we accept as accurate. Thus, he argues that the criterion is abstract reason. In fact, this evidence was developed for the possibility of true knowledge. Because, although the philosopher's aim here is to prove the existence of the abstract mind, in a sense, it is to protect the accuracy of such information by mentally proving the existence of the source of that essential and essential information. When Tusi's approach is looked at from this perspective, it is understood that it is a valuable approach because it proves the possibility of true knowledge. In addition, although the introductions that constitute the philosopher's evidence are found in the books of previous philosophers, it is possible to say that they are original in terms of composition.
yaklaşımı dikkate alınarak incelemek hedeflenmektedir. İslam düşünce tarihinde felsefî eleştiri
İslam Felsefesinin oluşumuyla birlikte başlamaktadır. Fakat bu eleştiri hareketi İbn Sînâ sonrası
daha da belirgin bir dil kazanmıştır. Bu süreçte hem filozofların felsefî eleştirel yaklaşımları
gelişmiş hem de felsefe karşıtı düşünülerin kelamî eleştirel yaklaşımları netleşmiştir. Ancak 13.
Asırda felsefî kelamın oluşması ve yayılmasıyla birlikte, bu iki eleştiri tarzın kısmen birleşmesi ve
felsefî düşüncelerin kelama daha da nüfuz ederek eleştirilerin kısmen ılımlı bir hal alması görünür.
Fahreddîn er-Râzî ve Nasîrüddîn et-Tûsî gibi isimler tarafından felsefî kelam kapsamında
başlatılan yeni tarz felsefî tenkit, 16. Asırda Mîr Dâmâd tarafından devam ettirilmiştir. Kendi
çağında İmâmiyye mezhebinin önde gelen alimlerinden olan ve el-hikmetü'l-müteâliye felsefesine
zemin hazırlayan Mîr Dâmâd, çok yönlü alim olup felsefe ile ilgili Risâletü ḥudûs̱i’l-ʿâlem, Risâletü
mefhûmi’l-vücûd ve eṣ-Ṣırâṭü’l-müstaḳīm gibi eserler kaleme almıştır. Dâmâd, söz konusu olan bu
eserlerinde birçok meselde geleneksel Meşşâî bir yaklaşım benimsese de özgün yorum, tercih ve
eleştiri yapmaktan geri kalmaz. Dâmâd’ın kaleme aldığı bu eserlerde yaptığı eleştirileri
incelediğimizde, eleştirilerin filozoflara ve filozofları eleştirilen düşünülere yöneltilen iki çeşit
eleştiri olduğunu görürüz. İlkinde filozof tamamen felsefe yapma girişiminde bulunuyorken,
ikincisinde felsefeyi ve filozofları savunmak amacıyla karşıt görüşleri çürütmeye çalışır. Mîr
Dâmâd’ın kaleme aldığı bu eserlerde yönelttiği eleştirileri incelmek 16. ve 17. Yüzyıllarda İslam
düşüncesindeki felsefî tenkidin nasıl bir hal aldığını anlamda yardımcı olmaktadır. Bu açıdan
filozofun çalışmaları, geç dönemlerde eleştiri kültürünü anlama hususunda ehemmiyet
kazanmaktadır.
Books by Ersan TÜRKMEN
Ebced hesabıyla Ahmet isminin sayısal değeri olan elli üçe denk getirmek için eserinde elli üç ilimden söz etmiş, tertibini ise kendi ifadesiyle sultanın ordularına göre yapmıştır. Buna göre Şirvânî; ilim ordusunun akıncısı ve öncüsü (mukaddime) olarak ilmin tanımı ve mahiyetini başa, yeniçeri ve kapıkulu hükmünde olan şer’î ilimleri merkeze (kalb), esas ordunun yardımcıları olarak edebî ilimleri sol tarafa, tımarlı sipahiler olan aklî ilimleri sağ tarafa, ordunun malzemesi ve zahiresi olan âdabu’l-mulûk ilmini ise sâka/artçı kısmına yerleştirmiştir.
Eserin Arapça metni altı nüsha mukabele edilerek tahkik edilmiş, eserin içeriğindeki her bir ilim dalı alanındaki uzman isimler tarafından tercüme edilerek Prof. Dr. Ahmet Kamil Cihan editörlüğünde “2019 Prof. Dr. Fuat Sezgin İslâm Bilim Tarihi Yılı” armağanı olarak yayıma hazırlanmıştır.
Bir mukaddime ve dört bölümden (levha) meydana gelen eserde Sühreverdî, ilk olarak mukaddimede temel bazı kavram ve konular hakkında bilgi verir. Birinci bölümde doğa felsefesinin (fizik) konuları olan boyutlar, unsurlar ve bunların değişim ve dönüşümü, hareket gibi konulara yer veren Sühreverdî, ikinci bölümde doğa felsefesinin önemli konularından biri olan nefs konusunu ele alır. Üçüncü bölümde metafiziğe ilişkin konulardan, zorunlu varlığın ispatı, birliği ve ondan meydan gelen ilk şeyin tekliği, felekler ve onların hareketleri ve hareket ettiricileri ve tüm nedenlerin zorunlu varlıkta son bulması gibi konuları ele almaktadır. Sühreverdî eserin dördüncü ve son bölümünde ise Allah’ın feyzi, âlemde var olan nizam ve düzen, kaza-kader, kötülük, nurlar ve nefisle ilişkileri gibi konuları ele almaktadır. İşrâkî öğretinin öz bir tasviri mahiyetinde olan eser, İslâm felsefesi literatürünün sembolik eserlerinden birisidir.
Nureddin eş-Şirvânî özellikle Osmanlı düşünce tarihine değer katan bir isimdir. Ancak ne yazık ki ünlü olmadığı için çoğu eseri gün yüzüne çıkmamıştır. Bu çalışmanın asıl amacı da onun hayatı, düşüncelerini ve en önemli eser olan Merâtibu’l-’Ulûm risalesini okuyuculara tanıtmaktır.
Bu çalışmada Nâsîrüddin et-Tûsî’nin soyut aklın varlığını ispatlamada kullandığı (ö. 672/1274) deliller incelenmektedir. Düşünürün bu husustaki ispatlama yöntemi bir bakıma önceki düşünürlerin kullandıkları yöntemlere paralel olarak geliştirilmiştir. Bu sebeple Tûsî öncesi düşünürlerin konuyla alakalı görüşleri çalışmanın kapsamına dahil edilmiştir. Böylece çalışmanın ilk bölümlerinde meseleye dönük önceki filozofların yaklaşımları ele alınmıştır. Tûsî’nin görüşüne kaynak teşkil eden söz konusu süreç incelendiğinde, Nous kavramına tekabül eden aklın, İslam felsefe tarihinde zamanla farklı manalar ifade etmiş olduğu anlaşılır. Öyle ki İslam felsefesinin ilk dönemlerinde bu kavram epistemolojik olarak kullanılmış, sonraki dönemlerde ise ontolojik değere sahip olacak şekilde ele alınmıştır. Örneğin Fârâbî (ö. 339/950) ve İbn Sînâ (ö. 428/1037) gibi filozoflar aklı, işlevselliği itibarıyla içerdiği bilgi ve idrak anlamlarına ilaveten varlık ilkesi olarak da görmüşleridir. Bunun sebebi ise özellikle o iki filozofun varlığı sudûr nazariyesine bağlı kalarak açıklamalarıdır. Ancak onlar aklı bu manada kullanmadan önce onun varlığını tartışmış ve farklı yollarla onu ispatlamaya çalışmışlardır. Özellikle adı geçen filozoflar aklı sudûr nazariyesine dayalı olarak açıklamışlar ve yine aynı teoriye dayanarak onun varlığını ispatlamışlardır. Fakat çalışmanın konusu olan Tûsî ise mücerret aklın varlığının bu yöntemle ispatlanmasını doğru bulmaz. Aslında, felsefî olarak genelde İbn Sînâ gibi Meşşâî filozofları birçok meselede takip eden Tusî, varlığın başlangıcı bağlamında onlardan kısmen ayrılır. Öyle ki Tûsî İbn Sînâ’nın varlığı açıklamak için geliştirmiş olduğu ilahî feyz teorisini eleştirir. Bu sebeple o, İbn Sînâ’nın konuya dönük kullandığı sudûr merkezli delilini de tenkit eder. Ancak söz konusu delili bilhassa Tecrîdü’l-iʿtiḳād eserinde eleştirse de genel olarak soyut aklın varlığını kabul eder. Buna ilaveten onun varlığını ispatlamak için de müstakil bir risale olan Risaâlet’ün fî İsbati’l-ʿaḳl el-Mücerred adlı risalesini kaleme alır. Filozof muhtasar olan söz konusu risalesinde soyut aklın varlığını yedi mukaddimeden oluşan bir delil ile ispatlamaya çalışır. Kullanılan delil ise esasında epistemolojik temeller üzerine inşa edilmektedir. Şöyle ki o, soyut aklı, mâkûl sûretlerin kaynağı olarak görür ve kimi zaman da ona nefsül-emr adını verir. Tûsî’ye göre bu tür aklın varlığını kanıtlamak, ancak insanın idrak ettiği külli sûretler ve zarurî bilgilerden yola çıkmakla mümkündür. Zira kesin bir şekilde doğru olarak kabul ettiğimiz bilginin doğruluğunu ölçümleyen dışarıda bir kıstasın olması gerekir. Böylece o kıstasın soyut akıl olduğunu ileri sürer. Şüphesiz Tûsî’nin bu delili gerçek bilginin imkânına yönelik geliştirilmiştir. Zira filozofun buradaki amacı zahiren soyut aklın varlığını ispatlamak olsa da bir bakıma bedihî ve zarurî bilgilerin kaynağının varlığını aklen ispatlayarak bu tür bilgilerin doğruluğunu savunmaktır. Tûsî’nin yaklaşımına bu açıdan bakıldığında, gerçek bilginin imkânını ispatladığından dolayı değerli bir yaklaşım olduğu anlaşılır. Buna ilaveten filozofun delilini oluşturan mukaddimeler önceki filozofların kitaplarında bulunsa da terkip itibarıyla özgün olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim çalışmayı önemli kılan özellik de esasında budur. Zira bu çalışma soyut aklın varlığını epistemolojik temellere dayanarak ispatlamanın mümkün olduğunu söyleyen bir yaklaşıma ışık tutmaktadır.
In this study, the evidence used by Naṣīr al-Dīn al-Ṭūsī to prove the existence of abstract mind (d. 672/1274) is examined. He developed his proof method in parallel with the proof methods of previous thinkers. For this reason, the approaches of pre-Tusi thinkers are also included in the scope of our study. It is understood that the mind, which corresponds to the concept of nous, has expressed different meanings over time in the history of Islamic philosophy. In fact, although this concept was used epistemologically in the early periods of Islamic philosophy, it was handled in a way that had ontological value in later periods. For example, philosophers such as Fârâbî (d. 339/950) and Avicenna (d. 428/1037) used reason in the sense of the principle of existence, in addition to the meanings of knowledge and perception it contains in terms of its functionality. The reason for this is that especially those two philosophers explain the existence by adhering to the theory of emanation. However, before using reason in this sense, philosophers discussed its existence and tried to prove it in different ways. Especially the mentioned philosophers accepted the mind as existing because they saw it as a requirement of the emanation theory. But al-Ṭūsī does not find their approach in this direction correct. In fact, al-Ṭūsī, who philosophically generally follows Peripatetic philosophers such as Ibn Sina, partially differs from them regarding the origin of existence. Because al-Ṭūsī criticizes the emanation theory. For this reason, he also criticizes the emanation-centered evidence that Avicenna used to prove the existence of abstract mind. However, although he criticizes the evidence in question, especially in his work tajrid al-i'tiqad, he generally accepts the existence of abstract mind. He also, he wrote an independent treatise called Risaâlet'ün fî İsbati'l-ʿaḳl el-Mücerred to prove the existence of abstract reason. The philosopher wrote an independent treatise of summary value to prove the existence of abstract mind. In the treatise in question, he tries to prove the existence of abstract mind with an evidence consisting of eight introductions. The philosopher's evidence is actually built on epistemological foundations. Namely, he sees the abstract mind as the source of mental forms and sometimes refers to it as nefsul-amr. According to al-Ṭūsī, proving the existence of abstract mind is only possible by starting from the universal forms and essential knowledge that humans perceive. Because there must be an external criterion that measures the accuracy of the information we accept as accurate. Thus, he argues that the criterion is abstract reason. In fact, this evidence was developed for the possibility of true knowledge. Because, although the philosopher's aim here is to prove the existence of the abstract mind, in a sense, it is to protect the accuracy of such information by mentally proving the existence of the source of that essential and essential information. When Tusi's approach is looked at from this perspective, it is understood that it is a valuable approach because it proves the possibility of true knowledge. In addition, although the introductions that constitute the philosopher's evidence are found in the books of previous philosophers, it is possible to say that they are original in terms of composition.
yaklaşımı dikkate alınarak incelemek hedeflenmektedir. İslam düşünce tarihinde felsefî eleştiri
İslam Felsefesinin oluşumuyla birlikte başlamaktadır. Fakat bu eleştiri hareketi İbn Sînâ sonrası
daha da belirgin bir dil kazanmıştır. Bu süreçte hem filozofların felsefî eleştirel yaklaşımları
gelişmiş hem de felsefe karşıtı düşünülerin kelamî eleştirel yaklaşımları netleşmiştir. Ancak 13.
Asırda felsefî kelamın oluşması ve yayılmasıyla birlikte, bu iki eleştiri tarzın kısmen birleşmesi ve
felsefî düşüncelerin kelama daha da nüfuz ederek eleştirilerin kısmen ılımlı bir hal alması görünür.
Fahreddîn er-Râzî ve Nasîrüddîn et-Tûsî gibi isimler tarafından felsefî kelam kapsamında
başlatılan yeni tarz felsefî tenkit, 16. Asırda Mîr Dâmâd tarafından devam ettirilmiştir. Kendi
çağında İmâmiyye mezhebinin önde gelen alimlerinden olan ve el-hikmetü'l-müteâliye felsefesine
zemin hazırlayan Mîr Dâmâd, çok yönlü alim olup felsefe ile ilgili Risâletü ḥudûs̱i’l-ʿâlem, Risâletü
mefhûmi’l-vücûd ve eṣ-Ṣırâṭü’l-müstaḳīm gibi eserler kaleme almıştır. Dâmâd, söz konusu olan bu
eserlerinde birçok meselde geleneksel Meşşâî bir yaklaşım benimsese de özgün yorum, tercih ve
eleştiri yapmaktan geri kalmaz. Dâmâd’ın kaleme aldığı bu eserlerde yaptığı eleştirileri
incelediğimizde, eleştirilerin filozoflara ve filozofları eleştirilen düşünülere yöneltilen iki çeşit
eleştiri olduğunu görürüz. İlkinde filozof tamamen felsefe yapma girişiminde bulunuyorken,
ikincisinde felsefeyi ve filozofları savunmak amacıyla karşıt görüşleri çürütmeye çalışır. Mîr
Dâmâd’ın kaleme aldığı bu eserlerde yönelttiği eleştirileri incelmek 16. ve 17. Yüzyıllarda İslam
düşüncesindeki felsefî tenkidin nasıl bir hal aldığını anlamda yardımcı olmaktadır. Bu açıdan
filozofun çalışmaları, geç dönemlerde eleştiri kültürünü anlama hususunda ehemmiyet
kazanmaktadır.
Ebced hesabıyla Ahmet isminin sayısal değeri olan elli üçe denk getirmek için eserinde elli üç ilimden söz etmiş, tertibini ise kendi ifadesiyle sultanın ordularına göre yapmıştır. Buna göre Şirvânî; ilim ordusunun akıncısı ve öncüsü (mukaddime) olarak ilmin tanımı ve mahiyetini başa, yeniçeri ve kapıkulu hükmünde olan şer’î ilimleri merkeze (kalb), esas ordunun yardımcıları olarak edebî ilimleri sol tarafa, tımarlı sipahiler olan aklî ilimleri sağ tarafa, ordunun malzemesi ve zahiresi olan âdabu’l-mulûk ilmini ise sâka/artçı kısmına yerleştirmiştir.
Eserin Arapça metni altı nüsha mukabele edilerek tahkik edilmiş, eserin içeriğindeki her bir ilim dalı alanındaki uzman isimler tarafından tercüme edilerek Prof. Dr. Ahmet Kamil Cihan editörlüğünde “2019 Prof. Dr. Fuat Sezgin İslâm Bilim Tarihi Yılı” armağanı olarak yayıma hazırlanmıştır.
Bir mukaddime ve dört bölümden (levha) meydana gelen eserde Sühreverdî, ilk olarak mukaddimede temel bazı kavram ve konular hakkında bilgi verir. Birinci bölümde doğa felsefesinin (fizik) konuları olan boyutlar, unsurlar ve bunların değişim ve dönüşümü, hareket gibi konulara yer veren Sühreverdî, ikinci bölümde doğa felsefesinin önemli konularından biri olan nefs konusunu ele alır. Üçüncü bölümde metafiziğe ilişkin konulardan, zorunlu varlığın ispatı, birliği ve ondan meydan gelen ilk şeyin tekliği, felekler ve onların hareketleri ve hareket ettiricileri ve tüm nedenlerin zorunlu varlıkta son bulması gibi konuları ele almaktadır. Sühreverdî eserin dördüncü ve son bölümünde ise Allah’ın feyzi, âlemde var olan nizam ve düzen, kaza-kader, kötülük, nurlar ve nefisle ilişkileri gibi konuları ele almaktadır. İşrâkî öğretinin öz bir tasviri mahiyetinde olan eser, İslâm felsefesi literatürünün sembolik eserlerinden birisidir.
Nureddin eş-Şirvânî özellikle Osmanlı düşünce tarihine değer katan bir isimdir. Ancak ne yazık ki ünlü olmadığı için çoğu eseri gün yüzüne çıkmamıştır. Bu çalışmanın asıl amacı da onun hayatı, düşüncelerini ve en önemli eser olan Merâtibu’l-’Ulûm risalesini okuyuculara tanıtmaktır.