Academia.eduAcademia.edu

HATIRALARIN IŞIĞINDA SEZAİ KARAKOÇ

2023, Sezai Karakoç Kitabı

Kıymetli okurlar, 16 Kasım 2021 tarihinde vefat eden üstat Sezai Karakoç öyle sanıyorum ki onu tanıyan her kişinin hayatına şiirleri, yazıları, düşünceleriyle hatta daha şanslı olan "mahcup ve onurlu çocuklara" doğrudan üstatlık, arkadaşlık, ağabeylik ederek müdahalede bulunmuştur. Çağdan aldığı ilhamla büyük dönüşümler yaşayan dünyamızda insanın varoluş gerçeğini hatırlattığı için adı daima hürmet ve muhabbetle anılmıştır. Doğrusu tarifi zor, bütünüyle satırlara dökülemeyen bir bağdır söz konusu olan. Sadece bu bilgi ve manzara, bize şunu gösterir: O, ömrünün son yıllarında adı kim bilir belki olması gerekenden fazla bir vurguyla, uzletle anılsa da hayatın, eylemin, davanın, edebiyatın, matbuatın tam merkezinde bir hayat sürmüştür. Medeniyetimizin yaşadığı büyük kriz karşısında ümitsiz bir tablo çizmeden, hayat veren, sarsarak müjdeleyen bir perspektifle diriliş mefkûresini anlatmak, yaymak, zihinlerde ve gönüllerde yeşermesini sağlamak için şiirler, yazılar yazmış, dergiler çıkarmış, konuşmalar yapmış hatta partiler kurmuştur. Denilebilir ki Karakoç gerek insanlara dönük gerekse münzevi yanıyla kültür hayatımızda önemli bir açılım yapan özgün bir duruştur. Hiç şüphesiz hayatıyla ve yaptıklarıyla Sezai Karakoç'u konuşmak Türkiye'nin, ölüm-kalım savaşı veren İslam âleminin ve dünyanın yaşadığı birkaç yüzyıllık siyasi, kültürel ve fikrî macerayı konuşmakla aynı anlama gelir. Kendine özgü üslubuyla yazdıklarının, naif ve içli sesiyle kültürel bir eksende medeniyet perspektifiyle dile getirdiği hakikatlerin birkaç nesli kuşattığını, şiirlerinin, düzyazılarının, varlık tasavvurunun, birikiminin daha uzun süre etkisini sürdüreceğini söylemek mümkündür. Açıkçası Zeytinburnu Belediyesi olarak vefatının seneidevriyesinde merhum üstatla ilgili bir sempozyum planlamamızın sebebi bu büyük entelektüel çabayı hatırlayıp anlamaya çalışmaktı. Zira o düşünceyle sanatı bir arada mütalaa etmiş, birini diğerine feda etmeden her iki sahada da değerli eserler ortaya koymuş bir mütefekkir şairdi. Bu sebeple gerek sempozyumdaki tebliğlerde gerekse daha sonra kitaba eklediğimiz yazılarda estetik-poetik donanımıyla düşüncesini ayrıştırmamaya özen gösterdik. Hâliyle şiiri yanında diriliş çizgisindeki hikâyeleri, düşünce yazıları, denemeleri, incelemeleri, günlük yazıları gibi verimlerine özellikle dikkat çekildi.

Mütefekkir Şair SEZAİ KARAKOÇ KİTABI Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları Kitap No: 83 Mütefekkir Şair SEZAİ KARAKOÇ KİTABI Koordinasyon Sertaç Güleç Nurullah Yaldız Hazırlayanlar Asım Öz Aykut Ertuğrul Düzelti Beyza Türkyılmaz Kitap Tasarım Abdüsselam Ferşatoğlu ISBN 978-625-99034-5-3 T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 20640 1. Baskı, İstanbul, Kasım 2023 Baskı, Seçil Ofset 100. Yıl Mahallesi Massit Matbaacılar Sitesi 4. Cadde No:77 Bağcılar, İstanbul Sertifika No: 44903 Mütefekkir Şair SEZAİ KARAKOÇ KİTABI Hazırlayanlar Asım Öz Aykut Ertuğrul İÇİNDEKİLER 9 SUNUŞ BİRİNCİ BÖLÜM HAYAT, HATIRAT VE MATBUAT 13 SEZAİ KARAKOÇ’UN HAYATININ ANA ÇİZGİLERİ GÜLŞEN ÖZER 47 HATIRALARIN IŞIĞINDA SEZAİ KARAKOÇ GULZAR MAMMADOVA 103 SEZAİ KARAKOÇ VE MARMARA KIRAATHANESİ CEM SÖKMEN 111 SEZAİ KARAKOÇ: BİR MONOGRAFİYE SIĞMAYAN HAYAT METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU 127 SEZAİ KARAKOÇ’U ASLİ YURDUNA UĞURLARKEN MEHMET ÂKİF AK 135 SEZAİ KARAKOÇ’LA HATIRALAR ÂLİM KAHRAMAN 141 GÜNLÜKLER, HATIRALAR (1983-2010) MUSTAFA KİRENCİ 179 ‘SEZAİ AĞABEY’İN GÖZÜNDEN ‘ÜSTAT NECIP FAZIL’A BAKMAK:SEZAİ KARAKOÇ’UN HATIRALARINDA NECİP FAZIL YASİN BEYAZ İKİNCİ BÖLÜM DÜŞÜNCE, SİYASET VE İSLAMCILIK 197 TÜRKİYE’NİN SAYILI SIRADIŞI ENTELEKTÜELLERİNDEN BİRİ: SEZAİ KARAKOÇ KURTULUŞ KAYALI 207 SEZAİ KARAKOÇ DÜŞÜNCESİNİN TEMEL PARAMETRELERİ BEDRİ MERMUTLU 213 SEZAİ KARAKOÇ’UN KADERİ DÜŞÜNMESİ: “MASAL” ŞİİRİ VE “YEŞİL SARIKLI ULU HOCALAR” FERİDUN YILMAZ 221 İSLAMCI BİR DÜŞÜNÜR VE EYLEM ADAMI OLARAK SEZAİ KARAKOÇ ALEV ERKİLET 227 SEZAİ KARAKOÇ’UN EKONOMİK STRÜKTÜRÜ TEMEL HAZIROĞLU 249 SEZAİ KARAKOÇ VE DİRİLİŞ’İ ÜMİT AKTAŞ 267 ALINYAZISI SAATİ’NDE ŞEHİR TAHAYYÜLÜ YILDIZ RAMAZANOĞLU 275 ŞAİRİN BİR ENTELEKTÜEL OLARAK PORTRESİ KENAN ÇAĞAN 295 MEDİNE NOSTALJİSİNDEN MEDENİYET ÜTOPYASINA SEZAİ KARAKOÇ BEDRİ GENCER 327 YİTİK CENNET: ÜTOPYA MI GERÇEK Mİ? DÜŞÜŞTEN DİRİLİŞE SEZAİ KARAKOÇ’TA MEDENİYET MESELESİ EMRULLAH KILIÇ 349 “TÜRKİYE, TÜRKİYEMİZ, TÜRKİYELERİ”: SEZAİ KARAKOÇ’UN SİYASAL DÜŞÜNCESİNDE BİRER İSLAMİ VARLIK SFERİ OLARAK TÜRKLÜK VE TÜRKİYE İDİRİS DEMİREL 369 SEZAİ KARAKOÇ VE TÜRKİYE’DE SAĞ SİYASET MAHMUT HAKKI AKIN 381 SEZAİ KARAKOÇ DÜŞÜNCESİNDE KİMLİK VE SİYASETİN ONTOLOJİK İLİŞKİSİ HARUN AKDEMİR 397 SEZAİ KARAKOÇ’UN TEFEKKÜR MİRASINDA İSLAMCILIK KAMİL ERGENÇ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ŞİİR SAĞANAKLARI VE EDEBİYAT ÜZERİNE 413 SEZAİ KARAKOÇ BİR İKİNCİ YENİ ŞAİRİ MİDİR? ALÂATTİN KARACA 437 “GÜNDÜZÜ BİR GÜL GİBİ AKŞAMI BÜLBÜL GİBİ” SARIP SARMALAYAN… TURAN KARATAŞ 447 LEYL İLE MECNUN MERKEZİNDE SEZAİ BEY, MEHMET ÂKİF, FUZULÎ ÜÇLÜSÜ NECMETTİN TURİNAY 455 ŞİİRİN REJENERASYONU KÜRSÜSÜNDE SEZAİ KARAKOÇ’UN POETİK TERCİHİ CELÂL FEDAİ 467 SEZAİ KARAKOÇ’UN ŞİİRLERİNDE UYGARLIK SELÇUK TÜRKYILMAZ 475 SEZAİ KARAKOÇ’UN ETKİNLİĞİ VE ETKİLERİ HAYRİYE ÜNAL 489 SEZAİ KARAKOÇ’UN ŞİİRİNDE KURUCU UNSUR: SEVGİLİ ALGISI OSMAN ÖZBAHÇE 529 İKİNCİ YENİ ŞAİRLERİNİN BAKIŞIYLA SEZAİ KARAKOÇ BEYHAN KANTER 541 ÖFKE VE TERBİYEYLE KONUŞAN ÖZNENİN ŞİİRİ: “ÖTESİNİ SÖYLEMEYECEĞİM” ALİ K. METİN 551 MODERN TÜRK ŞİİRİNDE SEZAİ KARAKOÇ AÇIKLIĞI ÖMER ERDEM 557 MONNA ROSA’DAN TAHA’NIN KİTABI’NA: SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRİNDE ARAYIŞ VE SIÇRAYIŞ CEHDİ ALİ EMRE 565 SEZAİ KARAKOÇ’TA YILDIZLI GÖĞÜN GÖRÜNÜMLERİ ZAFER ACAR DÖRDÜNCÜ BÖLÜM SANAT MESELELERİ 613 DİRİLİŞ DÜŞÜNCE VE ESTETİĞİNDE BÜTÜNLÜK: KAVRAM-İMGE MÜTEKABİLİYETİ MÜNİRE KEVSER BAŞ 629 DİRİLİŞ, TECDİT VE GELENEK AHMET MURAT ÖZEL 635 SEZAİ KARAKOÇ HANGİ GELENEK? GÜNEŞ İMAJI ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME ERTAN ÖRGEN 647 SEZAİ KARAKOÇ’UN ÖYKÜLERİNDE GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK YAKLAŞIMI NECİP TOSUN 665 ŞİİRDE AKAN RESİM: SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRİNDE GÖRSEL SANATLAR TURGAY ANAR 681 SEZAİ KARAKOÇ’TAN FİLM SANATININ METAFİZİĞİNE DAİR İLHAMLAR, YAKLAŞIMLAR ENVER GÜLŞEN 691 SEZAİ KARAKOÇ’UN ARAP EDEBİYATINDAN ÇEVİRİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ MEHMET HAKKI SUÇİN BEŞİNCİ BÖLÜM MÜTEFEKKİR ŞAİRİN DÜNYASI VE ÖTESİ 707 SEZAİ KARAKOÇ’UN ŞAİRLERİ FAZIL GÖKÇEK 721 HAKİKAT VE KÖKLER: SEZAİ KARAKOÇ’UN EĞİTİM FELSEFESİ ÜZERİNE MEHMET FURKAN ÖREN 737 DENEME YAZARI OLARAK SEZAİ KARAKOÇ’UN BİLGİYİ YORUMLAMA BİÇİMİ VE DENEMELERİNE YANSIYAN SANAT GÖRÜŞÜ YUNUS EMRE ÖZSARAY 751 SEZAİ KARAKOÇ’UN MEDENİYET ANLAYIŞINDA KURUCU BİR UNSUR OLARAK TASAVVUF VEYA DİRİLİŞ’TE YAYIMLANMIŞ TASAVVUFİ ÇEVİRİYAZILARIN ZAMİRİ YUSUF TURAN GÜNAYDIN 761 SEZAİ KARAKOÇ’TA DİRENİŞ KAVRAMININ POLİTİK AÇILIMLARI İBRAHİM DURMAZ 777 SEZAİ KARAKOÇ’UN HATIRALARINDAKİ ŞEHİR ALGISI, ŞEHİRLER VE İSTANBUL MUSTAFA BAŞPINAR 791 SEZAİ KARAKOÇ’UN TARİH ANLAYIŞI GÜNGÖR GÖÇER 809 POSTKOLONYALİZMİN SONU MADUNUN DİRİLİŞİ FAİZULLA TOLTAY 819 İSİM DİZİNİ SUNUŞ Kıymetli okurlar, 16 Kasım 2021 tarihinde vefat eden üstat Sezai Karakoç öyle sanıyorum ki onu tanıyan her kişinin hayatına şiirleri, yazıları, düşünceleriyle hatta daha şanslı olan “mahcup ve onurlu çocuklara” doğrudan üstatlık, arkadaşlık, ağabeylik ederek müdahalede bulunmuştur. Çağdan aldığı ilhamla büyük dönüşümler yaşayan dünyamızda insanın varoluş gerçeğini hatırlattığı için adı daima hürmet ve muhabbetle anılmıştır. Doğrusu tarifi zor, bütünüyle satırlara dökülemeyen bir bağdır söz konusu olan. Sadece bu bilgi ve manzara, bize şunu gösterir: O, ömrünün son yıllarında adı kim bilir belki olması gerekenden fazla bir vurguyla, uzletle anılsa da hayatın, eylemin, davanın, edebiyatın, matbuatın tam merkezinde bir hayat sürmüştür. Medeniyetimizin yaşadığı büyük kriz karşısında ümitsiz bir tablo çizmeden, hayat veren, sarsarak müjdeleyen bir perspektifle diriliş mefkûresini anlatmak, yaymak, zihinlerde ve gönüllerde yeşermesini sağlamak için şiirler, yazılar yazmış, dergiler çıkarmış, konuşmalar yapmış hatta partiler kurmuştur. Denilebilir ki Karakoç gerek insanlara dönük gerekse münzevi yanıyla kültür hayatımızda önemli bir açılım yapan özgün bir duruştur. Hiç şüphesiz hayatıyla ve yaptıklarıyla Sezai Karakoç’u konuşmak Türkiye’nin, ölüm-kalım savaşı veren İslam âleminin ve dünyanın yaşadığı birkaç yüzyıllık siyasi, kültürel ve fikrî macerayı konuşmakla aynı anlama gelir. Kendine özgü üslubuyla yazdıklarının, naif ve içli sesiyle kültürel bir eksende medeniyet perspektifiyle dile getirdiği hakikatlerin birkaç nesli kuşattığını, şiirlerinin, düzyazılarının, varlık tasavvurunun, birikiminin daha uzun süre etkisini sürdüreceğini söylemek mümkündür. Açıkçası Zeytinburnu Belediyesi olarak vefatının seneidevriyesinde merhum üstatla ilgili bir sempozyum planlamamızın sebebi bu büyük entelektüel çabayı hatırlayıp anlamaya çalışmaktı. Zira o düşünceyle sanatı bir arada mütalaa etmiş, birini diğerine feda etmeden her iki sahada da değerli eserler ortaya koymuş bir mütefekkir şairdi. Bu sebeple gerek sempozyumdaki tebliğlerde gerekse daha sonra kitaba eklediğimiz yazılarda estetik-poetik donanımıyla düşüncesini ayrıştırmamaya özen gösterdik. Hâliyle şiiri yanında diriliş çizgisindeki hikâyeleri, düşünce yazıları, denemeleri, incelemeleri, günlük yazıları gibi verimlerine özellikle dikkat çekildi. Şunun da altını çizmek istiyorum: Üstat, bir sözü, bir meselesi, bir düşüncesi, bir davası olan her büyük mütefekkir gibi iddiaları gereğince yaşamak ve en çok da anlaşılmak ve düşüncesinin kendinden sonraki nesillerde hakkıyla aksülamel uyandırmasını istiyordu. Çünkü o yenileyici bir muştu, tazeleyici bir sevinç ve ruh ikame edici büyük bir ümitti. Mütefekkir şairin üzerimizdeki hakkını yâd etmek, onu elimizden geldiğince anlamaya çalışmak ve hiç unutmamacasına hatırlamak gerekir. Hatırlayacağız çünkü üstat, Unutuş ve Hatırlayış kitabında şöyle söylüyor; “Sen, dirilişi hatırladığın zaman, eşyanın metafizik daman kabarır ve hakikati işaretleyen fizik ötesi nabzı atar. […] Sen dirilişi hatırladığın zaman şehirlerde, büyük şehirlerde bir uğultu. Sen dirilişi hatırladığın zaman denizde bir dalgalanış, bir dalgalanış. Sen dirilişi hatırladığın zaman diriliş de seni hatırlayacaktır. […] Sen, dirilişi andığın zaman, hatırat, hatırat ol maktan çıkıp yeniden yaşama demek olur. Unutulmuş hatıra kılınan, gerçekte yaşanan realite olması gerekendir. Bunu, sen dirilişi, o fizik ötesi dirilişi, o tarihsel dirilişi, o toplum dirilişini, o tarihî-sosyolojik dirilişi, yani medeniyet dirilişini katbekat hatırladığın vakit, daha iyi öğrenip anlayacaksın.” Öyleyse, umuyor ve diliyorum ki elinizdeki kitapta yer alan metinler hem bize sanatta çığır açan Sezai Karakoç’u ve felsefi, sosyolojik tezleri ile tarihe, medeniyete, sosyal hayata, kültüre, siyasete teklifler sunan dirilişi hatırlatacak hem de onu anlayıp çoğaltarak üzerimizdeki hakkını teslim edecektir. Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezimiz kültür, sanat ve düşünce dünyamızı zenginleştiren kıymetli isimleri bütünlüklü bir şekilde hatırlamayı sürdürüyor. Kültür merkezimizin açıldığı 2009 yılından beri hep birlikte inşa ettiğimiz bu birikimin ne kadar değerli olduğunu her geçen gün daha iyi idrak ediyoruz. Bu vesileyle Sezai Karakoç’u minnetle, rahmetle yâd ediyorum. Elinizdeki kitabın onu hatırlama ve anlama sürecine katkı sağlamasını, düşünce dünyası ve şiir estetiği odaklı daha derinlikli ve kapsamlı yeni araştırmalara/incelemelere kapı aralamasını diler, eserin ortaya çıkmasında emeği geçen herkese canı gönülden teşekkür ederim. Ömer Arısoy Zeytinburnu Belediye Başkanı HATIRALARIN IŞIĞINDA SEZAİ KARAKOÇ GULZAR MAMMADOVA Giriş Sezai Karakoç, Diriliş’te 27 Temmuz 1988-5 Şubat 1992 tarihleri arasında yayımlanan ve 1933-1974 yılları arasını kapsayan “Hâtıralar”ında hayatını, ailesini, öğrenim gördüğü okulları, yaşadığı coğrafyayı, bu yıllar arasındaki siyasi ve sosyal atmosferi, inkılap ve Tek Parti Dönemi’ni, DP’li yılları, 27 Mayıs Darbesi’ni, edebî ve fikrî faaliyetlerini, memuriyet hayatını, dindar-muhafazakâr basını, AP, MSP ve MNP ile ilgili görüşlerini anlatır. Bu bakımdan “Hâtıralar” öznel de olsa bir belge niteliğindedir. Hatta yer yer kimi edebî eserlerinin ve şiirlerinin nasıl ve niçin yazıldığına dair anahtar bilgiler vermesi itibarıyla da ayrı bir değer taşır. Biz bu metinde “Hâtıralar”ı Diriliş dergisinden okuduk. Ancak çalışmamızı bitirirken bu metinler iki cilt hâlinde (Hâtıralar, I-II, Diriliş Yayınları, İstanbul 2022) basıldı. Bu vesileyle söz konusu kitap hakkında da birkaç cümle söylemek istiyorum. Görüldüğü kadarıyla eserde, metinlerin sonunda derginin künye bilgileri verilmemiştir. Sonda da yer, şahıs, eser ve süreli yayın adlarının bulunduğu bir dizin yoktur. Bunları bir eksiklik olarak görüyorum. Ayrıca asıl metne müdahale edilmeksizin gerektiği yerlerde dipnotlarda birtakım açıklamalar yapılsa daha iyi olurdu. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde Karakoç’un “Hâtıralar”ı şu üç dönemde ele alınabilir: 1. 2. 3. Dönem: Doğumundan Üniversite Yıllarına Kadar (1933-1950) Dönem: Üniversite, DP’li Yıllar, Diriliş ve Darbe (1950-1960) Dönem: Darbe Sonrası, AP, MNP, MSP (1961-1974) SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 47 1. Doğumundan Üniversite Yıllarına Kadar (1933-1950) 1.1. Aile Her insan dünyaya gözünü açtığında ilk olarak ailesini görür ve onları örnek alır. Çocuğun ilerideki hayatının, duygu ve düşünce dünyasının şekillenmesinde anne, baba, dede, nine ve diğer aile büyükleri önemli rol oynar. İnsan, diğer faktörler yanında aile büyüklerinin yönlendirmeleriyle de bir şahsiyete sahip olur. Onların anlattığı hikâyeler, davranışları, üslupları, çocuğun mizacının oluşumunda etkilidir. Mütevazı bir ailede dünyaya gelen Sezai Karakoç “Hâtıralar”ında belki de bu yüzden anne ve babasını, dedesini, ninelerini, halasını, amcasını ayrı ayrı anlatır ve böylece yetiştiği çekirdek muhit hakkında bilgiler verir. Bu aile muhiti daha sonra çeşitli şiirlerine de değişik imgeler hâlinde yansımıştır. Dede Hüseyin Efendi Karakoç “Hâtıralar”ında dedelerini hiç görmediğini söyler. Onların kim olduklarını, mizaçlarını, nasıl insanlar olduğunu merak etse de büyüklerinden duyduğu bazı bilgilerle yetinir. Baba tarafının sipahi ağalarından olduğunu, savaşlara katıldığını ve kendilerine beratlarla tımar bağlandığını belirten Şair; dedesi Hüseyin Efendi’nin Plevne Savaşı’na katıldığını, Gazi Osman Paşa’nın takdirini kazandığını ve “son derece özellikli bir insan”1 olduğunu belirtir. Onu yiğit, “parlak zekâsı, güçlü hafızasıyla kendini yetiştirmiş; kendine mahsus bir kişiliği olan; sözü, konuşmasıyla dikkati çeken; davranışlarıyla da samimi ve haksızlığa tahammül edemeyen bir insan”2 olarak tarif eder. Dedesinin yiğitliklerinin, korkusuzluğunun yanı sıra “Dedemin asıl özelliği konuşması, akla gelmeyen soruları, muammaları çözmesi, kızgınlığı falandır. Bir vali paşa (Diyarbakır valisi) Ergani’ye geldiğinde dedemi davet edermiş. Sohbet ederlermiş.”3 cümleleriyle başka özellikleri hakkında da birtakım bilgiler verir. Baba Şair’in babası Yasin Efendi üç erkek, üç kız çocuğundan oluşan kalabalık bir ailede dünyaya gelir. İlkokulu bitirip biraz da medrese eğitimi aldıktan sonra küçük yaşta iş hayatına atılmış, ticaret ve kahvehane işletmeciliği yapmıştır. Ağabeylerinin asker olduğu dönemde kısa bir müddet ticaretle uğraştıktan sonra asker olmuş ve sonra tekrar ticarete dönmüştür. Karakoç “Hâtıralar”ında Ergani’ye ticareti ilk olarak babasının getirdiğini söyler. Hayatı boyunca zahmetli işler yapan Yasin Efendi, Birinci Dünya Savaşı’n- 48 1 Sezai Karakoç, “Hâtıralar X”, Diriliş, 10 (26 Eylül 1988), s.11. 2 Sezai Karakoç, “Hâtıralar X”, Diriliş, 10 (26 Eylül 1988), s.11. 3 Sezai Karakoç, “Hâtıralar VIII”, Diriliş, 8 (12 Eylül 1988), s. 11. GULZAR MAMMADOVA da Kafkas Cephesi’nde savaşırken Ruslara esir düşer ve iki senelik esaret hayatında Rusça öğrenir. Bu bilgiler, baba hasretiyle yanıp tutuşan Şair’in şiirlerine şöyle yansır: Babam düşünmüştü bir vakitler Bedir’i Hendek’i, Uhut’u Huneyn’i Mekke’nin alınışını Rusya’da esirken Birinci Cihan Savaşı’nda.4 Ticaretten dolayı bir dönem zengin olan Yasin Efendi, daha sonra tüm servetini kaybeder. Eski hâline dönmek için türlü girişimde bulunsa da başarılı olamaz. Bununla ilgili olarak Karakoç “Hâtıralar”ında “Bir güzde, bir köyde birçok bağları kiraladık. Buna Ergani’de “yüzünü almak” denirdi. Yani o yıla ait mahsulü almış olurdunuz. Üzümler toplandı. Pekmez yapıldı. Bir süre köyde kaldık. O pekmezler Adana’ya tüccara gönderildi. O da iade etti. Pekmezler bozuldu. Birçok zararımız oldu. O yıllar hep babamım kaybettiği zenginliğinin yapılan bir işle geri geleceğinden umutlanıp dururduk. Fakat, hiçbir zaman geri gelmedi eski günler. Bütün çalışmalar, kalabalık ailenin geçimi için oldu.”5 der. Şair; babasını imanı kuvvetli, ibadetlerini ihmal etmeyen, İslam’ı tek ideal olarak düşünen, beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, yaşamını Müslümanca sürdüren biri olarak anlatır. “Hâtıralar”dan Yasin Efendi’nin yöredeki tarikat erbabı ile de irtibatı olduğu anlaşılır. Şair bunu “Tarikatlara büyük saygısı vardı. Ancak bir tarikata mensup görünmezdi yani devam ettiği bir şeyh, bir topluluk yoktu. Ancak, kendi iç âleminde bağlı olduğu bir yer varsa onu bilmiyorum. Sabah namazından sonra duaları vardı. Hiçbir şeyhlik, hocalık iddiası yoktu. Nafile oruç ya da namazları, tesbihleri, virdleri de yoktu.”6 sözleriyle belirtir. Sezai Karakoç’un mizacının, fikirlerinin ve hayata bakış açısının şekillenmesinde babasının büyük bir etkisi olduğu kesindir. Onun “samimi, gösterişsiz bir dindar”7 olması “Yalanı, hileyi asla sevme[memesi]”8, “Bir yerde, bir tahakküm, bir haksızlık görse, orada başı derde de girse mutlaka müdafaa et[mesi]”9 şairin ilerideki yaşamını ve kişiliğini etkileyen temel etmenlerdir. 4 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, İstanbul: Diriliş Yayınları, 2020, s. 278. 5 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 14. 6 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 9. 7 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 9. 8 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 9. 9 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 9. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 49 Karakoç, şiiri sevmese de babasının hafızasında birtakım şiirler olduğunu ve bunları yeri geldiğinde söylediğini, sohbetinin samimi ve etkileyici olduğunu vurgular ve onun bu yönlerini “Sohbeti, tabii ve samimi olduğundan, tesirliydi. Mübalağası yoktu, tecrübesi hissedilirdi konuşmalarında. Bir gün bir trende bir adam babamı dinlerken dalıp gitmiş, ineceği istasyonu kaçırmış. Gençlerden biri de bir gün; “amca öyle konuşuyor ki ölüme git dese, insan gidebilir”10 cümleleriyle anlatır. Annesinin vefatından altı yıl sonra babası Yasin Efendi’yi kaybeden Karakoç, onun hayatını kısaca: “Osmanlı devrinin sonu, savaş, isyan, İkinci Dünya Savaşı yılları, pahalılık, kıtlık, kalabalık aile, ölümler, hastalıklar servet kaybı vb.”11 cümlesiyle özetler. Baba, daha sonra şairin “Kış Anıtı”, “Hızırla Kırk Saat” gibi şiirlerine de konu olmuştur. Anne Karakoç anne tarafının nereden geldiği ve kimler olduğu konusunda fazla bir bilgiye sahip değildir. Annesini kaybettiği güne kadar hiç kimseden bu konuyla ilgili kesin bir bilgi elde edemez. Annesi öldükten birkaç yıl sonra babasına anne tarafının soyunu sorduğunda “O kadar büyük ki söylenemez.”12 cevabını alır. Daha öncesinde yine babasından duyduğu “ kendileri eski Ergani’de (yani dağın zirvesinde değil de tepelerinden birinde) yaşarlarken o dedelerim, tam zirvedeki kale içinde oturmaya devam ediyorlarmış. Erganililere göre uzun boylu insanlarmış. Kıyafetleri de değişikmiş, yeşil sarıklı falan imişler. Genellikle dağın doğu yamacındaki bahçelerin onların olduğu anlaşılıyor. O bahçelerin bir kısmı büyük annemin idi.”13 bilgileriyle yetinmek zorunda kalır. Annesinin ismi Emine’dir. Şair, “Herkes annesini sever, onu azizleştirir.”14 der. O da herkes gibi hayatı boyunca annesine karşı büyük bir sevgi ve hayranlık duyar. Annesi Emine Hanım’ı hiç kimseyi kırmayan, kimsenin aleyhinde konuşmayan, duygularını dışa yansıtmayan, sonsuz hoşgörülü, zayıf, ince ruhlu, Yunus Emre’nin ilahilerindeki saflıkla dolu, hayatı boyunca ailenin işlerini o zayıf vücuduyla karşılamaya çalışan15 biri olarak tasvir eder. 50 10 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 10. 11 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XIX”, Diriliş, 19 (28 Kasım 1988), s. 8. 12 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XII”, Diriliş, 12 (10 Ekim 1988), s. 12. 13 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XII”, Diriliş, 12 (10 Ekim 1988), s. 12. 14 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XIII”, Diriliş, 13 (17 Ekim 1988), s. 10. 15 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XIII”, Diriliş, 13 (17 Ekim 1988), s. 11. GULZAR MAMMADOVA Şaire göre kimse annesinin aleyhinde kötü konuşmamıştır. Anne onun gözünde tarif edemeyeceği kadar mükemmel bir varlıktır, bundan dolayı birçok şiirinin de ana teması olmuştur. Karakoç’un kaleme aldığı “Monna Rosa” şiirinde anne teması göze çarpar ve şiirde anne ilk olarak ocak başında, ateş önünde görünür. Bir odun parçası aydınlatır ocağı. Anne ateşin önünde perişan, Anne ateşin içinde hür…16 Ayrıca, “Hızırla Kırk Saat”in şu mısralarında da bir anne karşımıza çıkmaktadır: Çocukluğumda öğretmişti annem Aldanışı aşmayı Köprüden düşmemeyi Saçaklarda kolaylıkla gezmeyi, Yılan zehrini Çatlamış dudaklarla emmeyi17 Sezai Karakoç 1956 yılında İstanbul’da maliye müfettişiyken ailesi de İstanbul’a göç eder fakat bu, ailesi için çeşitli olumsuzluklara da zemin hazırlar. Emine Hanım, kimseye söyleyemediği sıla hasreti ve hastalığı sebebiyle 1957 yılında bu dünyadan göç eder. Karakoç bu zor günleri “Annemin vefatı, ailemiz için büyük darbe oldu. Bunalımlı kardeşim, âdeta bundan kendini sorumlu tuttuğu için durumu daha kötü oldu. Babam yaşlı, ben ve kardeşlerim erkek çocuklar olduğumuzdan, âdeta öyle ortada kaldık.”18 cümleleriyle dile getirir. Emine Hanım’ın vefatıyla aile bir hayli sarsılır ve bir daha da toparlanamaz. Onun ölümü şair için âdeta büyük bir yıkım olur. Hayata bakışı değişir. O zamana kadar şiirlerine yoğun olarak girmeyen “ölüm”, artık şiirlerinin ana temalarından biri olur. Metafizik bir içerik kazanan şiirleri fizikötesini kurcalama psikolojisi de eklenerek karmaşık bir hâl alır. Annesinin ölümünden büyük ıstırap duyan Karakoç, “Yoktur Gölgesi Türkiye’de” şiirindeki: Sabahları gün doğmadan uyanır Dilini yutacak olur içi kanlanır Gün boyu çalışır aydınlanır Kaderini anlarsanız size ne mutlu 16 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 242. 17 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 242. 18 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 7. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 51 Acır fakir çalışan kadınlara Titrer bir gönül kıracak diye hanım dizi İncedir billurdandır yoktur gölgesi Türkiye’de Bir meçhul Meryem değil ama kutlu Gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi Elinizi sallasanız rüzgârından sallanır Bir geyik olur sizi arar melül ve bakır Görür gibi uyur konuşur gibi susar güler ağlar gibi19 mısralarında annesine olan özlemini, onun mizacını ve mükemmel bir insan olduğunu dile getirir. Hala Sezai Karakoç, “Hâtıralar”ında üç halasının olduğundan bahseder. Fakat o daha doğmadan büyük ve küçük halaları vefat etmişlerdir. Sadece ortanca halası olan Esma Hanım’ı görür. Esma Hanım, üç kez evlilik yapmış ve 1965 yılına kadar yaşamıştır. Oldukça zengin bir hayat sürdüğünden tüm mal varlığını ziyafet ve benzeri ağırlamalarla tüketir. Bazı arazilerini de sağlam belgesi olmadığından başkaları işgal eder, o da bu sebeple mahkemelere başvurur fakat hiçbir sonuç elde edemez. Şair “Hâtıralar”ında halasını “Halam, kuşluk namazını kılar, teravihlerde camiye gider, tesbihler çekerdi. Mekke’yi, Arafat Dağı’nı, Kâbe’yi gösteren büyüteçli bir yüzüğü vardı (Hac yüzüğü)”20 cümleleriyle anlatır. Amcaları Halil ve Kasım Efendi Karakoç, “Hâtıralar”ında iki amcasını da gördüğünü söyler. Büyük amcasının ismi Halil, küçüğünki ise Kasım’dır. Halil Efendi, uzun yıllar askerlik yapmış, daha sonra jandarma sınıfına geçerek çavuşluk, karakol komutanlığı görevlerinde bulunmuş, “Güneydoğu Anadolu’da, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında, Birinci Cihan Harbi yıllarında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında iç güvenlik görevinde çalışmış.”21tır. Şair, Halil Efendi’nin, görevleri sırasında birçok yiğitlik yaptığından ve idareciliğindeki becerilerinden de bahseder, onun mütevazı bir hayat sürdüğünü ve yaşlılığında zamanının çoğunu bahçe işleriyle uğraşarak geçirdiğini belirtir. Bunun yanı sıra Kur’an-ı Kerim okuduğunu ve gençliğinde güzel 19 52 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 82. 20 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVI”, Diriliş, 14 (24 Ekim 1988), s. 10. 21 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVI”, Diriliş, 14 (24 Ekim 1988), s. 10. GULZAR MAMMADOVA bir sesi olduğundan musikiyle de ilgilendiğini22 söyler. Amca, 1963 yılında vefat eder. Karakoç’un küçük amcası Kasım Efendi de asker olup Kafkas Cephesi’nde savaşlara katılmış ve esir düşmüştür.23 Yıllarca Rusya’da kaldığından Dağıstan’da evlenmiş ve 1930 yılına kadar Kafkasya’da yaşamaya devam etmiştir. Daha sonra ise “eşini ve çocuklarını alarak önce İstanbul, sonra Ankara’ya, oradan da Ergani’ye geli[r].”24, “şakayı, latifeyi seve[r]”25 ve gittiği her yerde yiğitliğiyle tanınır. Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı üzere Sezai Karakoç; sade, mütevazı, dindar ve kalabalık bir aile muhiti içinde yetişmiştir. Dedeleri, amcaları, halası, babası ve annesi dürüstlükleri, yiğitlikleri, korkusuzluklarıyla tanınmanın yanı sıra daima Kur’an-ı Kerim okuyan, namazlarını aksatmayan, oruç tutan, dinî sohbetler yapan ve İslam’ı çocuklarına öğretmeye çalışan kimselerdir. Babasının gittiği her toplantıya oğlunu da götürmesi ve bunların dinî sohbet halkaları olması, ona dinî hikâyeler okuması Karakoç’un mizacının ve karakterinin şekillenmesi açısından önemlidir ve bunlar sık sık değişik imgeler hâlinde şairin şiirlerine yansımıştır. Nitekim şu mısralar ailenin karakterini ve Karakoç’un çocukluğunda aldığı terbiyenin kaynaklarını göstermesi bakımından önemlidir: Çocuklukta okunmuş cenk öykülerini Hayber kapısının zorlanmasının kelimeler arasında Kış geceleri babaya sorulan soruların […] En son anda Gelip kurtaran Ali hayalinin Düldül’ün ayak tozunun Zülfükâr ipeğinin Kafkaslar’da Savaşta ve tutsaklıkta26 Bu bölümü, şairin ailesini âdeta özetlediği “Kış Anıtı”ndan aldığımız şu mısralarla bitirelim: 22 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVI”, Diriliş, 14 (24 Ekim 1988), s. 11. 23 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XV”, Diriliş, 15 (31 Ekim 1988), s. 11. 24 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XV”, Diriliş, 15 (31 Ekim 1988), s. 12. 25 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XV”, Diriliş, 15 (31 Ekim 1988), s. 12. 26 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 280. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 53 Şu ellerinde kılıç sallayan babandır Doğu çıbanları tarlalarının çiftçisi İki cihan savaşının tek hamalı Her ölümün yöresinde bir ışık gören Şimşek aydınlığında saate bakan geceleri Ömrü boyu yol yaptı kayalardan Elmasla uygun evlere cam kesti Yoksul evleri onunla pencerelendi Her sokak onun eliyle çeşmelendi Lambasız komadı odaları Gömleksiz bırakmadı çocukları Seraplara alıştırmadı kadınları Yeniledi onları ama yeniliğe adamadı Sonra anne kiraz hali kardeş teyze, dayı Amca hala gelip olurlar bir bir kışın halkası27 1.2. Çocukluk Coğrafyası: “Dört Yıkılmışlık İçinde” Ergani 1933 yılının baharında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelen Şair, kendini “Öyle, diğer birçok yazar, şair gibi İstanbullarda tanınmış yazar, bilgin, şair ya da devlet adamı bir aileden gelme olarak doğmadım. Anadoluluyum, Güney Doğu Anadolu’danım. Ailemiz, halkımızın içinde diğer aileler gibi bir aile. Ama yine birçok ailede olduğu gibi bu sadelik, bir görünüşten ibaret.”28 cümleleriyle anlatır. Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Ergani, Diyarbakır’a giden ana yolun üzerinde, Zülküfül Dağı’nın eteklerinde bulunan küçük bir kasabadır. Sezai Karakoç’un görmediği eski Ergani ise tamamen terk edilerek harabeye dönmüş ve Selçuklu Sultanı Alaaddin’in yaptırdığı cami bile otlatılan hayvanların barınağı hâline gelmiştir. Karakoç “Hâtıralar”ında eski Ergani’den geriye eski kültürden, eski yaşam şeklinden bir toz tanesinin bile kalmadığını söyler. Yeni Ergani, eskiyle alakasını kesmek isteyen bir çağda, yeniden var olmak için çırpınmaktadır âdeta. Çünkü o dönemde ülke eskiyi unutmaya, tamamen inkâr etmeye ve elden geldiğince yok etmeye çalışan bir rejimle karşı karşıyadır. Şair de dünyaya eskiyle bağlarının koparıldığı, tarihten ve geçmişten en ufak bir iz taşımayan, yepyeni bir Ergani’de gözle- 54 27 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 159. 28 Sezai Karakoç, “Hâtıralar III”, Diriliş, 3 (8 Ağustos 1988), s. 11. GULZAR MAMMADOVA rini açar. Yeni Ergani’de dünyaya gelişini “şehrin yıkılmışlığı içinde doğuş”29 olarak niteler. Eski kültürden koparılan bu küçük kasaba, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra küllerinden yeniden doğar. Sezai Karakoç da savaşın geride bıraktığı siyasi, sosyal, ekonomik yıkıntıların içinde tüm zorluklara rağmen hayata tutunmaya çalışan bir ailede dünyaya gelir. Bunu “mayıs ayının başlarında bir gün dünyaya geldim. Üç dört yıkılmışlık içinde bir dünyaya geliş[ti]”30 ve annesinin deyişiyle “gülan ayında bir günde”31 sözleriyle ifade eder. Gülan ayı halk dilinde güllerin açıldığı ay anlamında kullanılmaktadır. Dört yıkılmışlık içinde dünyaya gelen Sezai Karakoç, bu yıkılmışlıkları “Çağın yıkılışı”, “Ülkemizin, devletimizin, milletimizin yıkılışı”, “Doğduğu şehrin, Ergani’nin yıkılışı” ve “Ailenin yıkılmışlığı”32 olarak sıralar. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun onuncu yılına denk geliyor Karakoç’un doğumu. Yıl 1933. O yıllarda tüm Türkiye, tıpkı Ergani’de görüldüğü gibi bu yeni düzene, yeni kültür ve Batılı hayat tarzına uymaya zorlanır. Cumhuriyet devrinin en koyu yıllarıdır. Batılı tarzda yaşamaya zorlanan halka birtakım kısıtlamalar getirilmiş, bu da halkta huzursuzluk yaratmıştır. Karakoç, “Hâtıralar”ında o dönemde halka yapılan bazı baskılardan da söz eder, Kur’an-ı Kerim’in gizli gizli okunduğunu33 söyler. Aynı dönemde camilerde ezan da Türkçe okunur ve kasabanın her tarafı “Tanrı uludur, Tanrı uludur; Tanrıdan başka yoktur tapacak. Şüphesiz bilirim ve bildiririm Tanrı’nın elçisidir Muhammed”34 sözleriyle çınlar. Bu kısıtlamalar ve dayatmalar yanında yoksulluk ve geçim sıkıntısı da önemli sorunlardandır.35 Baskılara maruz kalan Erganililer zor da olsa asırlarca sahip oldukları kültürlerini korumaya çalışır. Ramazanlarda kasabada âdeta bir canlanma olur, halk camiye koşar, teravih namazları kılınır.36 Düğünlerde ise türküler söylenir, oyunlar oynanır. Bu günleri Karakoç “Hâtıralar”ında şöyle anlatır: Biraz Harput, biraz Urfa, biraz Diyarbakır karışımı. Sahurlarda Ramazan davullarının çalınması; kış ortasında, yılbaşı kutlamasına benzer Loli oyunu. Gençler Diyanizos korosunda olduğu gibi sakal bıyık takarlar, kış kıyamette evlerin kapısını çalarlar. Kapı açılır; gelenler eve girip, holde 29 Sezai Karakoç, “Hâtıralar IV”, Diriliş, 4 (15 Ağustos 1988), s. 7-8. 30 Sezai Karakoç, “Hâtıralar III”, Diriliş, 3 (8 Ağustos 1988), s. 11. 31 Sezai Karakoç, “Hâtıralar III”, Diriliş, 3 (8 Ağustos 1988), s. 11. 32 Sezai Karakoç, “Hâtıralar IV”, Diriliş, 4 (15 Ağustos 1988), s. 7-8. 33 Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 10. 34 Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 10 35 Sezai Karakoç, “Hâtıralar III”, Diriliş, 3 (8 Ağustos 1988), s. 11. 36 Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 10. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 55 biraz halay çekerler. Onlara kış tatlıları ikram edilir; onlar da armağanlarını alıp giderler.37 Karakoç’un anlattığına göre Ergani’nin kendine has geçim kaynakları vardır. Bunlardan biri de üzümcülüktür. Her güz tekrar edilen bağbozumları Hâtıralarında geniş yer tutar. Şair bu hazırlıkları “Üzümler taşınır, sıkılır ve ‘bağ pişirme’ böylece başlamış olurdu”38 sözleriyle anlatır. Karakoç “Hâtıralar”ında Ergani halkının günlük beslenmesinden de bahseder; “Kuşluk vakti, tarhanalı kavurmalı mercimek çorbası”, “Öğleyin peynir ekmek, biber salamurası ya da pastırma […], akşamları ise “Bulgur ve mercimek”39 halkın temel gıdasıdır. Ayaz kış gecelerinde ise40 evlerine misafir geldiğinde veya onlar misafir olarak başkalarına gittiklerinde “kış tatlıları (sucuk, kesme, bastık, gibi isimleri vardı bu tatlıların)”41 yediklerini söyler. Şair, doğduğu Ergani için o yıllarda “…kasabamızda, emniyet bakımından sükûnet, ekonomi bakımından durgunluk, dinî açıdan zayıf bir gelenek yaşantısı, kültürel bakımdan da hemen hemen bir boşluk ve hiçlik vardı”42 der. Ergani ve yöresi Karakoç’un şiirlerine de sık sık yansır, “Gül Muştusu V” şiiri bunlardan biridir: Dicle’yle Fırat arasında Bir eski şehir cennet titremesi Sarı güller çevirmiş dört yanını Yabancı bir şehir gibi43 Maden ve Sonra Tekrar Ergani Karakoç’un ailesi 1934’te Maden’e taşınır ve orada 3 yıl kaldıktan sonra 1937’de Ergani’ye dönerler. Dönüşte ilk olarak Ergani’de büyük annesinde kalırlar. O sıralarda babası Ergani’de yan yana üç ev yaptırır. Sonra bu evlere taşınırlar.44 “Ev[lerinin] önü bağ, arkası bahçe[dir]. Güney[in]de Ergani ovası uzanı[r].45” “Bahçe[den] kuzeye bakınca da Ergani’nin dağı, Zülkü- 56 37 Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 10. 38 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIX”, Diriliş, 29 (6 Şubat 1989), s. 10. 39 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 10. 40 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 10. 41 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 10. 42 Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 11. 43 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, 2020, s. 372. 44 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8. 45 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8. GULZAR MAMMADOVA fül Dağı…”46 görülür. Ergani kasabasında “Güneş doğduğu andan itibaren uzaktaki dağların üstünde döne döne yükselir, batarken de son anına kadar görülür. Ergani Dağı’na son ışıklarını vurur. Kadim çağlar görüntülü taşlarda renk değişimleri yapa yapa ortalığı akşam laciverdine boyar…”47 Sezai Karakoç, Ergani’de yeni taşındıkları evlerinin manzarasını bir başka yerde de şu cümlelerle anlatır: Yanımızdan bir yol. Piran’a (Dicle’ye) giderdi. Bahçemizin üstünde bir sıra ev vardı, ondan sonra evler biterdi. Yukarıda dağ, dağın tam eteğinde Beşiktaş tam doğu ucunda ve Piran’a giden yol üstünde de Gülbaran vardı. Gülbaran büyük bir çeşmesi bol suyu olan bahçelik bir yerdi. Baharda orda yabani sarı ve kırmızı güller açar, Gülbaran bir gül tarlasına dönerdi.48 Maden’de yaşadıkları ev gibi Ergani’deki evleri de oldukça büyük ve taşlıklı mutfağı da adeta bir salon görünümündedir. Bu yıllarda Karakoç dört yaşlarındadır. Dört yaşından itibaren “Allah’ın varlığı” zihnini meşgul eden esas mesele olur. Bununla ilgili de “[Allah’ın varlığına] inanıyordum, fakat daha bir kesinlik peşindeydim”49 der. Dolayısıyla daha sonra ortaya çıkacak metafizik ilgiler çocukluğundan itibaren kendini göstermiştir. Karakoç bu mutlu çocukluk evresinde okumaya merak salmaya başlar ve kendi kendine okumayı öğrenir. O yıllarda birçok çocukta olduğu gibi o da göz ağrısı hastalığına tutulur. Bunun için “Göz otu denilen ve gözü kırmızıya boyayan, çok acıtan bir halk ilacı kullanı[r]”50 ve kısa bir sürede iyileşir. Bu hastalık, şiirlerine de yansır ve “Köpük” şiirinde şu dizelerde ifade edilir: İncir yaprağıyla sildiler gözümü çocukken Ve sen ey sıcak doğu gecelerinin bitmeyen göz ağrısı Çocuklar mahsus çocuklara ait çocuklara dair göz ağrısı Kırmızı mürekkebi andıran göz otu Yalancı fakat acının yemişi kanlı göz bezleri51 O yıllarda yaz aylarında ailece “…Zülküfül Makamı’na gid[erler].”52 Orada bir gece kaldıktan sonra tekrar evlerine dönerler. Karakoç Zülküfül Makamı’nı “Eski bir bina. Uzaktan maden fabrikasının dumanı tütüyor. Makam- 46 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8. 47 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8. 48 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8-9. 49 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8. 50 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8. 51 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 134. 52 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 9. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 57 da, tarihî şamdanlar. Yeşil boyalı oda.”53 şeklinde anlatır. Bu makam daha sonra söylenenlere göre Başvekil İsmet Paşa’nın emri ile yıkılır. Makamın yıkılması halkın yeni rejime olan güvenini daha da sarsar ancak bu duruma tepkisiz kalır54 ve suskunluğunu sürdürmeye devam eder. Zülküfül Makamı, Erganililer için özel bir yere sahiptir. Halk belli günlerde orayı ziyaret eder ve dualar okur. Karakoç “Hâtıralar”ında bu dinî makamı “Baharda yalnız o dağa mahsus olmak üzere erguvani renkte bir çiçek açar (Acaba Ergani ismi buradan mı geliyor diye de düşünülebilir) Halk buna makam çiçeği derdi. Zülküful Peygamber’in bu dağda kâfirlerle savaşıp şehit düştüğüne ve bu çiçeğin onun kanından göğerdiğine inanılırdı. Kayaların üzerinde nal izi biçiminde çukurlar vardı. Bunların da Hz. Ali buraya geldiğinde atının bu taşlara gömülen ayak izleri olduğu ileri sürülürdü. Zülküfül Dağı’nın hemen arkasında bir dağ daha vardı ki onun da ismi Ali Dağı idi. Orda dümdüz bir kaya vardı; ordan çevrenin manzarası seyredilebilirdi. Hz. Ali’nin o kayaya yaslanarak oturduğu, o yüzden kayanın dümdüz hâle geldiği söylenirdi. Çocukların yaşantısında bu türlü menkıbeler yer alırdı. Oyunda Hz. Ali olmayı paylaşamazdık. Her birimiz Hz. Ali olmak isterdik.”55 şeklinde anlatır. Zülküfül Makamı, Karakoç’un şiirlerinde geniş yer tutar. Örneğin “Köpük” şiiri ve “Taha’nın Kitabı”nda bu makam ve “Hâtıralar”ında bahsettiği orada yetişen özel çiçek şöyle anlatılır: Denize kentler çizen kent iten kentler çeken Ardına kentler bağlı Kent tüküren kent soluyan bir gemi Zülküfül Dağı’nın bahçeleri Yalnız orada açar özel bir peygamber çiçeği56 Zülküfül’den bir tad aradı Taha Halkın söylediğine göre onun kanıydı bir çiçek Ki açmazdı gerçekten o dağdan başka hiçbir dağda Ağzı yakan bir çiçek özel bir çiçek57 Ayrıca o yörede ve aile içinde Hz. Ali’ye dair anlatılanlar da Karakoç’un şi- 58 53 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 9. 54 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 9. 55 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 9-10. 56 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 133. 57 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, , s. 349. GULZAR MAMMADOVA irlerine yansımıştır. Örneğin “Çocukluğumuz” şiirinde hatıralarında kalan Hz. Ali imgesi şöyle ifade edilir: Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde Binmiş gelirdi Ali bir kırata Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından Asya’da, Afrika’da geçmişte gelecekte58 Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman Ali olmaktan bir sedef her çocukta59 Karakoç, 1938 yılında, bağbozumundan sonra ilkokula başlar. Ülke daha Birinci Dünya Savaşı’nın etkisinden çıkamamışken İkinci Dünya Savaşı’nın etkisi altına girer. Şair 1939-40 yılları arasında Piran’dadır, sonra tekrar Ergani’ye dönerler. Bu yıllarda Türkiye savaşa dâhil olmasa da siyasi ve ekonomik açıdan olumsuz etkilenir. Bir taraftan devletin uyguladığı yeni düzen, diğer taraftan halkın ekonomik açıdan düştüğü zor durum... İşsizliğin, açlığın ve yokluğun yaşandığı acı tabloya bir de hastalıklar eklenir. Sıtma, tifüs, verem ne yazık ki o yıllarda yaygındır. Bunlar yetmezmiş gibi halkın parasızlık ve işsizlik dolayısıyla kişisel temizliğine önem verememesinin sonucunda ortaya çıkan bitlenme60 de vardır. Savaşın etkisiyle halk yavaş yavaş buğday bulamama zorluğuyla karşı karşıya kalır. Bu zorlu süreçte bahçesinde bir iki meyve ve sebze yetiştirenler, gününü zor da olsa kurtarmaya çalışır.61 Ekmeğin karneyle verildiği yıllardır bu yıllar. Halk ekmek bulamadığından patatese yönelir ve patates, temel gıda hâline gelir.62 Hastalıklara ve ekmeğin zor bulunduğu bu zorlu sürece bir de gaz bulamama sıkıntısı eklenir. Daha o yıllarda aydınlanma sistemi tam kurulmadığından halk küçük kasabalarda aydınlanma için petrol lambalarını kullanır ve bunun için de gaz yağına ihtiyaç duyulur.63 58 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 97. 59 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 98. 60 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIV”, Diriliş, 24 (2 Ocak 1989), s. 11. 61 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIV”, Diriliş, 24 (2 Ocak 1989), s. 11. 62 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIV”, Diriliş, 24 (2 Ocak 1989), s. 11. 63 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 8. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 59 Savaşın olumsuzlukları “Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri”ne şöyle yansımıştır: O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark Bir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri.64 Bütün bu satırlardan Karakoç’un çocukluk yıllarında yaşadığı Ergani’nin İkinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle 1939’dan itibaren yokluk ve hastalıklarla boğuştuğu, halkın özellikle ekonomik yönden birçok sıkıntıyla karşı karşıya geldiği anlaşılmaktadır. Maden 1934’te Sezai Karakoç bir-iki yaşındayken aile Maden’e taşınır.65 Fakat Karakoç, yaşı çok küçük olduğundan gidişini hatırlamaz.66 Maden, Elazığ’ın bir ilçesidir. Ergani’yle arası 13 kilometredir.67 Karakoç “Hâtıralar”ında o zamanki Maden’in coğrafi görünümünü ve yaşam koşullarını şöyle anlatır: “Maden, âdeta dimdik inen yamaçlara kurulmuş bir şehir. Öyle ki bir futbol sahası olacak bir alanı yok. Kışın bu yamaçlar da buz tuttuğundan Madenlilerin çocuklarını başka ilçelerde okuttukları söylenir. Çoktan görmediğim için şimdiki durumunu bilmiyorum.”68 Fakat “sonradan öğreniyorum ki dağı taşı bakır olan bir yer. Hatta bizim oturduğumuz mahallenin altı da hep bakırmış. Bir gün oraları da kazacaklarmış.”69 Maden’e kısa bir sürede alışırlar ve Karakoç’un çocukluğunun bu ilk evresi mutlu bir şekilde geçer, tıpkı Ergani’nin ikinci evresi gibi.70 Nitekim şair “Hâtıralar”ında: “Maden, komşularımız, dostlarımızla, sevdiğimiz bir yerdi”71 der. Şair, Maden’de yaşadıkları evden “Evimiz çok büyüktü. Sanki bir konak gibi gelirdi bana. Avlusunda yaramaz bir koç, bazan bizi kapıdan içeri sokmak istemezdi”72 şeklinde bahseder. 60 64 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 150. 65 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8. 66 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7. 67 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7. 68 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7. 69 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7. 70 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8. 71 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8. 72 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7. GULZAR MAMMADOVA Karakoç’un “Çocukluktan hatırladığı […] ilk vakitler Maden’den başlar.”73 Ahmet Hamdi Tanpınar da “ilk sanat zevkini, Ergani Maden’inde, iki-üç yaşlarında, bir kış günü pencereden gördüğü kar yağışı olarak algıladığını söyle[r].”74 ve bu yüzden şair, Tanpınar’la kendisi arasında bir benzerlik kurar. “Tanpınar’da kar yağışı, bende de cinlerin düğünü, sanatın, şiirin ilk ipucu olsa gerek.”, “Nitekim sonra okuduğum, içinde cin adı geçen şiirler, hiç de bana yabancı gelmemişti. O vakitlerin hayatı cinlerle, görüntülerle ve bunların hikâyeleriyle dolu bir hayattı. Bugünkü hayat bunlardan tamamen soyutlanmış bir hayat.”75 der. Karakoç Maden’de yaşadıkları büyük evde yer yer korkulu zamanlar da geçirir. Özellikle gece saatlerinde “bazı yerlere […] inemeyişimiz, alt katlarda cin görüldüğü şeklinde sözler söylenmesine sebep olurdu, bilhassa kızlar arasında.”76 der ve bir başka yerde korkularını şöyle dile getirir: Kış geceleri yalnız kalınca bir korku hissederdik. Ev sahibemiz ve kızı da gelirdi. Odada otururken bazen sanki kapı açılıp kapanır gibi bir ses duyar ve ürperirdik. Bir kere de evde yapayalnız kalmıştım. Salon gibi bir yerdeydim. Orda, yarı karanlıkta birden cinler sökün ettiler gibi geldi bana. O kadar kalabalıktılar ki şaşırmıştım. Kadınlar, çocuklar, çok renkli, süslü elbiseler giymişler. Çalgılar, eğlenceler içinde düğün yapıyorlar, gelin götürüyorlardı77 Bu tür hikâyeler şairin zihninde derin bir iz bırakmıştır ve muhtemelen daha sonra metafizik konulara ilgi duymasında çocukluk yıllarındaki bu korkular da etkili olmuştur. Aynı durum Necip Fazıl Kısakürek’te de vardır. Bunun dışında Maden’e cambazların gelmesi ve babasıyla gördüğü bir atı beğenmesi “Hâtıralar”a şöyle yansır: Bir gün de, cambazlar gelmişti; onları seyre gittik ve ip üstündeki yürüyüşlerini korku ve hayranlıkla izledik.78 Bir keresinde de, babamla, sabah, pazara gitmiştik; doru bir at gördüm. Babama, ‘bunu bana al’ dedim. Babam da: ‘olur’ demişti. Bir süre, o atın geleceği hayali, aklımdan çıkmadı.79 Bunlar Karakoç’un Maden’de geçirdiği mutlu çocukluk günlerinden geriye kalan ve özlemle andığı hatıralar. Şair, ailesiyle birlikte burada üç yıl kaldık73 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8. 74 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8. 75 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8. 76 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7. 77 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8. 78 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7. 79 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 61 tan sonra 1937’de tekrar Ergani’ye döner.80 Maden’de geçirdiği 1934-1937 yılları arası da çocukluğunun mutlu evresidir. Piran Sezai Karakoç, 1938 yılında Ergani’de ihtiyat sınıfı ve birinci sınıfı okuduktan sonra ailesiyle 1939’da Piran’a taşınır. İkinci sınıfa orada devam eder.81 “Hatıralar”ında Piran hakkında şunları söyler: Piran, iki bin-üç bin nüfuslu bir kasabaydı. İki tarafı dağlık, önü ova olan bir vadide kuruluydu şehir. Dicle, birkaç kilometre batısından akıyordu. Dicle’nin kenarında Pazubent adlı bahçelik bir köy bulunuyordu. Bol suyu olan bir kasabaydı Piran. Tam ortasında kucakla suyu akan bir çeşmesi vardı. Çeşmenin arkasında, kapalı havuzu, eskiden kalma bir yapıydı. Çeşmenin suyu buz gibiydi ve aktığı yerde sülükler yaşıyordu. Kasabanın aşağısında bahçeler ve tarlalar uzuyordu. İri kara incirleri, güneşte çatlamış narları, yabani menengüç ve dağdağan denilen ağaçları ve bostanlarında bol miktarda yetişen kavunlarıyla, hayvancılığıyla ve ziraatıyla kendini besleyebilecek bir ilçe idi Piran.82 Karakoç’un anlattığına göre o yıllarda “Kasabada büyük bir imar faaliyeti vardı[r].” Gittiklerinde bir tek dükkânı olan Piran’ın ortasında geniş bir cadde ve iki tarafına da 33 dükkân yapılır. Onlar da bu dükkânlardan birini tutarlar. Her şeyin bulunduğu bir nevi tuhafiye mağazası olarak gerekli eşyayla doldururlar.83 Şair “Hâtıralar”ında Piran Dağı’nın görünümünden ve tarihçesinden de bahseder. Çok yüksek olmamakla birlikte Piran Dağı’nda bir de halkın “Pir” dediği ve saygı duyduğu bir mezar bulunur. Daha sonra orası da Zülfükül Makamı gibi yıktırılmıştır. Piran halkı, “Pir”i kutsar ve o mezarda Şeyh Said’in yattığına inanır. Ziyaretine gittiklerinde ise toprağından bir miktar alarak ağızlarına atarlar.84 Sezai Karakoç Piran’da okula gittiği ilk gün diğer öğrencilerin okul kıyafetlerine şaşıp kaldığını söyler. Nitekim bu şaşkınlıktan okula ilk defa gelen kadın öğretmenleri de nasibini alır. Öğrenciler, okula mahallî kıyafetleriyle gelmişlerdir, “Pantalon yoktu[r] üstlerinde. Pantalon yerine uzun, beyaz giysi vardı[r].”85 Çünkü halk fakirdir. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç yıllarıdır o yıllar. Piranlılar da tıpkı Erganililer gibi yoksulluk içindedir. 80 62 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8. 81 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10. 82 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10. 83 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10. 84 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10. 85 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10. GULZAR MAMMADOVA Karakoç “Piran’dan genellikle memnun” olduklarını belirtir. Buna rağmen Ergani’ye özlem duyarlar; özlemlerini bastırmak için de kimi zaman halkla, memur aileleriyle kaynaşmaya çalışırlar fakat bir türlü kasabayı benimseyemezler. “Sonunda 1940 yazında Ergani’ye dön[erler].”86 Şair’in Piran’da geçen çocukluk yılları da şiirlerinde zaman zaman dile getirilir. Örneğin “Yaz” şiirindeki, “Kara incir ve nar/ Piran ülkesinde bir pınar/ suyunun derin sülüklerden/ Örülmüş saçları var”87 mısralarında Piran anlatılmaktadır. Bu bilgiler, Karakoç’un çocukluğunun bir kısmını, doğumundan (1933) ortaokul için Maraş’a gidinceye kadar (1944) Güneydoğu Anadolu’daki Ergani, Maden ve Piran’da geçirdiğini göstermektedir. Söz konusu dönem, başlangıçta ülkede büyük bir değişimin hatta kültürel kopuşların, baskıların yaşandığı inkılap ve Millî Şef Dönemi’dir. Daha sonra ise İkinci Dünya Savaşı’nın zor yılları gelir. Merkezde olmamalarına rağmen baskılar, yoksulluklar, savaşın neden olduğu problemler çocukluğun yaşandığı bu coğrafyaya da yansımıştır. Ergani, Maden, Piran, kültürel anlamda geleneklerine, dinî inançlarına bağlı insanların yaşadığı, folklor açısından da zengin bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın geçimi genellikle tarıma dayalıdır. Hayvancılık, bağbozumları, Kurban ve Ramazan bayramları, hastalıklar, çeşitli inançlar, tabiat manzaraları Karakoç’un hatıralarında ayrıntılı olarak anlatılır. Söz konusu çocukluk coğrafyası, tabiat manzaraları (samanyolu, gül bahçeleri, nar, kiraz, dut, incir ağaçları), hayvanları (yılan, akrep), dinî makamları (Zülküfül), Ramazan ve Kurban bayramları, bağbozumlarıyla değişik imgeler hâlinde Şair’in şiirlerine yansımıştır. Bu bakımdan çocukluk coğrafyasının Karakoç’un şiirlerinin bilinçaltını oluşturduğu söylenebilir. Bu dairede örneğin “Çocukluğumuz”, “Samanyolunda Veba”, “Köpük”, “Yaz”, “Kış Anıtı”, “Hızırla Kırk Saat”, “Taha’nın Kitabı” ve “Gül Muştusu”nda bu coğrafyanın izlerini görmek mümkündür. 1.3. Eğitim Hayatı (İlkokul, Ortaokul, Lise) İlkokul (Ergani ve Piran) Sezai Karakoç, ilkokul birinci sınıfa Ergani’de başlar. O yıllarda çocuklar birinci sınıftan önce “ihtiyat sınıfı” denilen bir hazırlık evresinden geçirilir, 86 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIV”, Diriliş, 24 (2 Ocak 1989), s. 10. 87 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, İstanbul: Diriliş Yayınları, 2020, s. 147. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 63 sonrasında bir sınava tabi tutularak birinci sınıfa alınırlar.88 Şair, üç ay kadar ihtiyat sınıfında okuduktan sonra okul müdürünün yaptığı kısa bir imtihanla altı yaşındayken birinci sınıfa geçirilir.89 Aile Piran’a taşınınca ikinci sınıfa orada devam eder. Ardından 1940 yılında tekrar Ergani’ye taşınırlar ve okula burada devam eder. Karakoç, “Hâtıralar”ından anlaşılacağı üzere, inanç ve geleneklerine bağlı dindar bir aileye mensuptur. Bu sebeple ilk kültürel referansları dinî niteliktedir. Nitekim kış gecelerinde babasının okuduğu Gazavatnâmeler, Siyer-i Nebî, Muhammed Hanefi Cengi, Battal Gazi, Muhammediye, Ahmediye, Ebu Müslim-i Horasânî gibi kitaplar,90 o coğrafyanın anonim kültürü, folkloru, tabiatı Şair’iin mizacını, fikirlerini ve hayata bakış açısını hatta şiirlerini büyük ölçüde etkiler. Karakoç okumaya meraklı bir çocuk olduğundan sokakta arkadaşlarıyla oyunlar oynamayı pek sevmez. Bununla ilgili “Hâtıralar”ında “Oyunlara fazlaca katıldığımı söyleyemem. Hiç katılmadığımı da. Oyunlara tutkun olmamışımdır. Oyuna dalıp akşam eve çağırılmam nadirdi.” 91 der. Şair, dördüncü sınıfı iki kere okur. İlkokul dördüncü sınıfı neden iki yıl okuduğunu “Hâtıralar”ında “Pedagoji kurallarına göre, ilkokul dördüncü sınıf, temel sınıfmış. O sınıf eğitimi iyice görülürse öğrenci daha sonraki yıllar güçlük çekmezmiş.”92 diye açıklamaktadır. 1943-1944 eğitim-öğretim yılında Karakoç, beşinci sınıftadır. Bu yıllar savaş yıllarıdır, halk yoksuldur. Şair bu yılları “Kışlar, hep aynı, çok karlı ve soğuk geçiyor. Palto, hatta ceketten bile mahrumuz biz çocuklar. Evde dokunmuş yün kazaklar bizi sıcak tutuyor.”93 cümleleriyle anlatır. Sabahları ise gözlerini babasının yarı ahenkle söylediği şu tür beyitlerle açar: Ömer Paşa der ki vezirem vezir Vezirler içinde olmazam rezil94 Savaşın dünya üzerinde yarattığı olumsuzluklar devam etmektedir. Açlık, yoksulluk, hastalıklar hızını kesmezken Karakoç, ailesinde huzur bulur. Geceleri hikâyelerin anlatıldığı, şiirlerin okunduğu bir evde sabahları kalkar 64 88 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8. 89 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 9. 90 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 9. 91 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 10. 92 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 8-9. 93 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 10. 94 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 10. GULZAR MAMMADOVA “yarım metreyi geçen karlara bata çıka okulun yolunu tut[ar].”95 Bu arada büyük bir hevesle kitaplara koşar. Babasının okuduğu hikâye ve gazellerden olsa gerek o yıllarda eski harflere merak salar. Kendi kendine eski harfleri öğrenir96 ve “o zamanın antolojileri gibi (güzel yazılar cinsinden) seçmeler olan bir kitaptan Nâmık Kemal’in, Abdülhak Hâmid’in, Ziya Paşa’nın, Mehmet Âkif ’in, Tevfik Fikret’in, Ziya Gökalp’in, Süleyman Nazif ’in yazılarını, şiirlerini […] sonra bir İslam tarihinin 2 cildini oku[r].”97 Şair’in daha o yıllarda Osmanlı Türkçesi öğrenmesi, geleneğe ilgi duyduğunu, şiirindeki geleneğin temellerinin çocukluk yıllarında atıldığını göstermektedir. Bu yıllarda “Şark çıbanı” çıkarır. O dönemlerde hemen hemen her çocukta görülen bu yara, Şark çıbanı; Diyarbakır çıbanı, Urfa çıbanı, Antep çıbanı gibi isimlerle anılır. Erganililer buna “Yel çıbanı” der. Bir yıl süren ağrılı bir hastalıktır ve daha sonra kendiliğinden geçer gider. Karakoç bu çıban “tozlu topraklı yollarda oynarken bir bakterinin vücuda nüfuz etmesiyle meydana çık[ar]”98 der “Hâtıralar”ında. Bu da yer yer şiirlerine yansıyan bir imgedir. Örneğin “Hızırla Kırk Saat”te şöyle geçer: Benim mirasıma yeryüzünde Yel çıbanı çıkaranlar konacaklar bilmeden99 Bir gül gibi açan Her çocukta Vakti gelince Doğu çıbanlarını100 Karakoç, ilkokul yılları boyunca birçok olayla karşı karşıya kalır. Savaşın neden olduğu işsizlik ve yoksulluğa bir de ölümler eklenmiştir. Bu yıllarda büyükannesini ve bir iki yıl sonra da amcasını kaybetmesi çocukluk yıllarının hüzünlü olaylarıdır. İlkokulu 1944’te Ergani’de bitirir. “Hâtıralar”ında “İşte bu şekilde, Ramazanlar, yazlar, bağ bozumları, kış, kar, ekmek karnesi, şiir, monolog, namaz, oruç, kitap okuma derken ilkokulu bitirmiş, 1944 Haziran’ında imtihanlar sırasında her taraf gül kokuları içinde iken ben de ilkokuldan mezun olup 95 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 10. 96 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 11. 97 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 11. 98 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVII”, Diriliş, 27 (23 Ocak 1989), s. 13. 99 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 178. 100 Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 246. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 65 yeni bir hayatın başlangıcına ermiş oldum.”101 sözleriyle o yılları ve dönemin Ergani’sini özetler. O dönemde kasabada sadece ilkokul olduğundan ortaokula gidip gitmeyeceği bir süre belli olmaz. Bu meselenin düşünüldüğü sıralarda “Diyarbakır Lisesinde okuyan bir ağabey Karakoç’a parasız yatılı imtihanına girme[sini] öner[ir].”102 Ortaokul (Maraş) Karakoç 1944 yılında ilkokuldan mezun olunca Maraş ortaokulunu yatılı olarak kazanır. Bu okul, hatıralarında anlattığına göre “yabancıların kolej olarak yapıp cumhuriyetten sonra terk ettikleri bir bina[dır]. Büyük taş bir bina. Kaloriferli[dir].”103 Şair, tıpkı Ergani, Maden ve Piran’da olduğu gibi “Hâtıralar”ında Maraş’tan da bahseder ve şöyle der: Maraş o günler, Ahır Dağı’nın yamacına yaslanmış büyükçe bir dağ kasabası görünümündeydi. Tam ortasında akan derin yataklı bir dere, ismi gibi birçok kanlı olaylara sahne olmuştu geçmişte. Kalesi, Ulu Camii, Bakırcılar Çarşısı bize Maraş’ın eskiliğini hatırlatıyordu. Türkiye’nin en iyi bakır işlenen yerlerinden biriydi Bakırcılar Çarşısı.104 Sonbaharda bu kez üzümün zaferi kaplardı çarşıyı. Kehribar taneli üzümlerin saltanatı vardı. Yaylalardan gelen buz gibi üzümler […] Baharda Maraş’ın her yanından sular akmaya başlardı. O zaman genellikle toprak yokuşlar olan yollarda, ufak ufak su kaynakları, berrak bir çizgi hâlinde aşağı doğru akarlardı. Ahır Dağlarının eriyen karı böylece Maraş’ta bin bir kaynağa dönüşürdü105 Şair bunun dışında Maraşlıların mizaçları hakkında da izlenimlerini dile getirir. Ona göre “Maraşlı: şakacı, güler yüzlü, çocukla çocuklaşan, daha doğrusu çocuklaşmak için âdeta bahane arayan, yiğit, gönlü temiz bir halk insanıdır. Fazla hesap kitaba yanaşmaz. Katışıklık ve karmaşıklığı kabul etmez. Sık sık “abov”larıyla hayretini tatlı bir şekilde belli etmeyi sever.”106 Şair’in ortaokul yılları da ilkokul gibi birtakım zorluklar içinde geçer. Bunlardan en önemlisi yoksulluktur. 1944, İkinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla devam ettiği bir yıldır. Yoksulluk ve İnönü hükûmetinin halka uyguladığı baskılar gün geçtikçe artmaktadır. Nitekim bu durum yatılı okuyan öğrencileri beslenme bakımından da etkiler. “Sabah kahvaltısında zeytin, çay ya 66 101 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 12. 102 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVII”, Diriliş, 27 (23 Ocak 1989), s. 13. 103 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 10. 104 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11. 105 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11. 106 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11. GULZAR MAMMADOVA da kışın tahin helvası; sonbaharda da üzüm, zeytin ” “akşam yemekler[inde] de genellikle nohut ve bulgur pilavı”107 yiyerek yaşamaya çalışırlar. “Maraş, çocuk yüreğimin ateş aldığı yer. Belki ondan önce rüya âlemi gibi bir iç dünyanın sahibiydim. Derinliğe aday bir dünya. Bu Maraş’ta alev aldı denebilir.”108 diyen Şair, hayatın gerçekleriyle orada karşı karşıya gelir. İlk defa ailesinden uzakta ve zorluklara tek başına göğüs germek durumunda kalmıştır. Şair, Maraş yıllarında da kendini geliştirmeye çalışır. Namazlarını mümkün oldukça aksatmamaya109 özen göstermekte, “bir yandan İslam’la haşır neşir ol[makta]; bir yandan ders, bir yandan da dergiler ve şiirler, kitaplar, Arapça, Farsça ve Fransızca çalışmaları”110 yaparak kendini yetiştirmekte; “daha çok Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi yazarlarının yer aldığı bir iki eski seçmeler kitabından M. Âkif ’in, Namık Kemal’in, Abdülhak Hâmid’in, Süleyman Nazif ’in, Tevfik Fikret’in, Ziya Gökalp’in ve diğerlerinin şiirlerini, yazılarını oku[makta]”;111 din, millet ve vatan sevgisi duygularını pekiştirmekte;112 Arapça ve Farsça öğrenerek “emsile”yi ezberlemektedir. Ayrıca, “Farsça[sını] da oldukça ilerlet[miştir].”113 Bunların dışında o yıllarda Attar’ın Pendname’sini, Mesnevî’yi, Ziya Gökalp’le ilgili kitapları, İsmail Habib Sevük’ü, Arif Nihat Asya’nın Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor’unu ve Carlyle’ın Kahramanlar114 adlı eserini, Peyami Safa’nın Cingöz Recai serisini,115 Necmettin Halil Onan’ın antolojisini, Vadideki Zambak’ı okur. O yıllarda yeni çıkan dergileri de elinden geldiğince takip etmeye çalışır. Özellikle Hakka Doğru, Tanrı Kulu, İslamiyet, Sebillurreşad, Orhondan Sesler, Altınışık, Kızılelma gibi dinî ve milliyetçi nitelikteki dergileri takip ettiği dikkati çeker, Divan şiirlerini de bu yıllarda ezberlemeye116 başlar. Karakoç, Büyük Doğu’yla da ortaokul yıllarında tanışır. Bir gün çarşıda gezerken bir afişte, Büyük Doğu’nun “Bir nar-ı beyza” gibi çıkacağını okur. Bu ilandan kısa bir müddet sonra Büyük Doğu çıkmaya başlar, fakat birkaç sayı sonra Rıza Tevfik’in “Sultan Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat” şi107 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11. 108 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11. 109 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 12. 110 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIX”, Diriliş, 29 (6 Şubat 1989), s. 13. 111 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 12. 112 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXX”, Diriliş, 30 (13 Şubat 1989), s. 8. 113 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 12. 114 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIX”, Diriliş, 29 (6 Şubat 1989), s. 12-13. 115 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 6. 116 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIX”, Diriliş, 29 (6 Şubat 1989), s. 13. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 67 irinin yayımlanmasından sonra kapatılır.117 O yıllarda İslam’a yönelik bazı baskılar vardır. Büyük Doğu dindarların sözcüsü konumundadır. Nitekim şair bu dergi için “İslam’ın yükselen yeni, canlı sesiydi”118 der. Karakoç, bu dönemde çıkmaya başlayan Büyük Doğu’nun önceki sayılarını da temin ederek dikkatle okumaya başlar, fikir olarak kendini bu dergiye yakın hissetmiştir. Bütün bu bilgiler, Şair’in daha ilkokul ve ortaokul yıllarında, dinî ve millî eserleri ve basını takip ettiğini ve edebî/ fikrî birikiminin kaynaklarının neler olduğunu göstermektedir. Daha o yaşlarda Osmanlı Türkçesi, Arapça-Farsça öğrenmesi; Divan şiiri okuması Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı, Leylâ ile Mecnun gibi eserlerinin temellerine işaret etmesi bakımından önemlidir. Takip ettiği dergiler ise -başta Büyük Doğu olmak üzere- fikrî gelişiminde önemli rol oynamış olsa gerektir. Karakoç, “şiir yazmak ya da şair olmak aklımdan geçmiyordu” demesine rağmen ilk edebî denemelerini de ortaokuldayken yapar. Okulun duvar gazetesinde birkaç yazısı çıkar.119 Bu vezinli, kafiyeli, dörtlüklerden oluşan “Ergani” adlı uzun bir şiirdir.120 Onun yegâne amacı “Milleti[n]e ve yurdu[n]a yararlı olmak”121 ve “ İslam’ı öğrenmek, onun için bir er gibi çalışmak[tır].”122 Şiiri sever, şairleri takdir eder ve birçok şiir ezberler. Fakat hiçbir zaman şair olmayı aklından geçirmemiştir. Çünkü şairleri hep erişilmez zirvelerde görmüştür.123 Karakoç “Hâtıralar”ında yer yer çocukluk yıllarındaki toplumsal ve siyasal durum hakkında da tahliller yapar. İnönü dönemindeki baskıcı yönetimden ve bunun eğitim hayatına yansıdığından bahseder. Örneğin ortaokuldayken bir öğretmen kendince dinle ve mukaddesatla alay eder,124 öğrencilerine inkılaplar doğrultusunda değiştirilmiş Behçet Kemal Çağlar’a ait bir mevlit okutmaya çalışır. O ortaokuldayken çok partili hayata geçilir ve bunun etkisiyle öğrencileri müzik, edebiyat vb. kollara ayırma denemeleri yapılır.125 Türkiye çok partili 68 117 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXX”, Diriliş, 30 (13 Şubat 1989), s. 8. 118 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXX”, Diriliş, 30 (13 Şubat 1989), s. 9. 119 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8. 120 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8. 121 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8. 122 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8. 123 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8. 124 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 12. 125 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXX”, Diriliş, 30 (13 Şubat 1989), s. 9. GULZAR MAMMADOVA hayata geçse de halkın nazarında hiçbir şey değişmez.126 Halk yine baskı altındadır. Karakoç bu durumu “Halkın üzerinde devletin büyük baskısı vardı. Siyasi hareket, muhalefet akıldan bile geçmezdi. Büyük bir korku vardı.”127 sözleriyle anlatır. O yıllarda alınan sıkı güvenlik önlemlerinin -baskı oluşturmakla beraberhalkta bir emniyet hissi uyandırdığı da göze çarpar. Karakoç’un belirttiğine göre o yıllarda halk kapı ve penceresi açık uyur, hiçbir hırsızlık olayı görülmez.128 Ona göre iki dünya savaşının ardından en büyük darbeyi köylü almıştır. Tarlasını, teknik bakımdan devletin en ufak bir yardım ve katkısı olmadan kendi imkânlarıyla biçer; “Köylü devlete asker verir; vergi verir; jandarma zulmü, hükûmet baskısı altında ezilir; devlet kapısında hor görülür; süründürülür; adalet kapısında ise perişan olurdu”129 der. Tüm kazancını devlete verdiğinden kendisi yarı çıplak ve mütevazı bir vaziyette yaşamaya devam eder. Nitekim bu durum 1950’ye kadar devam eder ancak Menderes’in kalkınma hamlesiyle yeni düzenlemeler getirilir. Bu düzenlemeler köylüyü bir nebze de olsa rahatlatır. Öncesinde kendi imkânlarıyla tarlalarını biçen köylüye traktör verilir; köylü tohum yardımı, yolların yapımı ve ziraat kredileriyle desteklenir. Devletin yardım ve destekleriyle köylü çocuklarını okutma imkânlarına sahip olur, şehirlerde iş imkânları sağlanır ve yıllarca içe kapanıklığın getirmiş olduğu eziklik duygusu zamanla ortadan kaldırılır.130 Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra teknolojide gelişmeler yaşanmaya başlar. Bu değişim insan hayatında birtakım kolaylıklar sağlar. Sanayileşmeyle birlikte makineleşme artar ve insan gücü ikinci plana itilir. Dünyada meydana gelen bu değişimler kuşkusuz kısa sürede Türkiye’de de etkisini gösterir. Makine giderek köylünün hayatına da girer.131 Şair, yoksulluk ve baskılarla geçen Millî Şef döneminde ortaokulu başarılı bir şekilde bitirir ve 1947 yılında Gaziantep Lisesini yatılı olarak kazanır.132 126 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8. 127 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8. 128 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8. 129 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 16. 130 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 16. 131 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 16. 132 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 6. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 69 Lise (Gaziantep) Karakoç, “Hâtıralar”ında Gaziantep’in Diyarbakır gibi tarihî bir görünüme sahip olmadığını söyler ve şehri şöyle anlatır: G. Antep ilk bakışta yaygın işçi mahalleleri gelişen bir yeni şehir görünümündeydi. […] Kalesi vardı ama bu kale şehrin bir köşesinde silik bir şekilde duruyordu. Denildiğine göre arabalarla taşınan toprakla oluşturulmuş sun’i bir tepeydi kalenin üzerine yapıldığı tepe.133 Şair’in gözlemlerine göre Gaziantepliler ilk bakışta eğlenceye düşkün bir halk izlenimi verir. Halkın büyük bir bölümü yoksulluk içerisinde olsa da mümkün mertebe bu yönlerini göstermemeye çalışırlar.134 Şair’in okuduğu lise “şehrin biraz dışında, Kilis’e giden yol üstünde, Adana ve Narlı İstasyonu’ndan gelen yolun kesişme noktasında, Başkarakol denen yerde ve gerçekten de bir karakol binasının yanında[dır]”135, uzaktan “düzgün hatta modern görünümde[dir].”136 Karakoç öğretmenleri ve disipliniyle dikkati çeken bu lisede okul müdürünün otoriter, sert mizacı ve davranışları hakkında şunları söyler: Müdürümüz, bizi Çin işkencesine benzer hayalî suçlamalarla üzüp durdu. Ondan hiç kurtulma umudumuz yoktu.137 […]Sanki biz ebedî olarak bu okula ve pansiyona mahkûmduk. Müdür de Sartre’ın Gizli Oturum’undaki cehennemi andıran bu yerin yöneticisi, gözle görünmeyen fakat bizi içten çökertmeyi amaçlamış işkenceleri uygulamaya memur bir görevliydi.138 Şair, lise döneminde okumalarına devam eder. Batı edebiyatına açılır, “Sekspir’in bütün piyeslerini, Duhamel’in bazı eserlerini, Verter’i ve daha birçok klasiği…”139, Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah’ını, Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sini Yakup Kadri Karaosmanoğlu tarafından çevrilen Svanların Semtinden’in birinci cildini, Choderlos de Laclos’un Tehlikeli Alakalar’ını, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’ini,140 “J. J. Rousseau’nun Emile’ini ve benzeri (Ahlakın Ahlaksızlığı, İnsan gibi) felsefi eserleri okumaya çalış[ır].”141 70 133 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 6. 134 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 6. 135 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 6. 136 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 7. 137 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 6. 138 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 6. 139 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 6. 140 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXV”, Diriliş, 35 (20 Mart 1989), s. 8. 141 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXVI”, Diriliş, 36 (27 Mart 1989), s. 11. GULZAR MAMMADOVA Büyük Doğu’nun yanı sıra Ülkü, İnsan, Oluş Varlık, İstanbul vb. dergileri142 de yakından takip eder. 1948 yılı yaz tatilinde Ergani Kesker (Çakmaktaşı) İşletmesinde çalışırken heceyle şiirler yazmaya “Birtakım imajlar çevresinde bir mısra kurma”ya çalışır, bazen “[…] ‘güğüm’ kelimesi etrafında döner durur…” Fakat bu şiir uğraşıları [onu] tatmin etmez, sonunda vazgeçer.143 Bazen okuduğu kitapların arkasına bir iki mısra yazdığı da olur. “Mesela: Pendname’nin arka kapağına: Bu kitap cennete girmekçin anahtar veriyor Güzel ahlak, iyi huy, terbiye, hem ar veriyor “Bize insan olmanın pendini Attar veriyor.”144 notunu düşer. Bunun dışında Mantık’uttayr’ın arka kapağına: “Mantıku’t Tayr […] kuşların olmaz, melekler mantığı / Parçalar kalbler, her mısraı aşkın tığı” gibi beyitler145 yazar. Yine bu yıllarda yaz tatilinde evlerinin önündeki dut ağacının altında şu mısraları kaleme alır: Gölge deniz gibi, gölge göl gibi Bu dut ağacının eteğindedir146 Lise ikinci sınıfta Nef ’î’nin gazellerine özenerek aruz vezniyle gazeller yazmaya çalışır fakat daha sonra beğenmez yırtıp atar. Lise üçte de bu tür şiir denemeleri yapan Şair, onları yayımlamamıştır.147 En başından beri şiirde o yıllarda başarılı olamadığını söyleyen Karakoç, kompozisyonlarda çok başarılıdır.148 Lise ikinci sınıftayken de okulda çıkan bir duvar gazetesinde yazıları yayımlanır.149 Lise sondayken ise Büyük Doğu’da bir şiiri basılır, “Bir gün sırf kendi[sini] denemek için, Mehmet Leventoğlu imzasıyla Büyük Doğu’ya bir şiir gönder[ir] ve bir süre sonra bu şiir Büyük Doğu’da “‘Dergiye gelen üç yüz şiirin arasından seçilerek yayınlanmıştır’ diye bir notla yayımlan[ır].”150 Karakoç’un yayımlanan ilk şiiri budur: 142 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 7. 143 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXV”, Diriliş, 35 (20 Mart 1989), s. 6. 144 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10. 145 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10. 146 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10. 147 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10. 148 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXV”, Diriliş, 35 (20 Mart 1989), s. 6. 149 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXV”, Diriliş, 35 (20 Mart 1989), s. 7. 150 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 71 İlim: merdiven daya çık aya İman : al eline bastonu sonu sonsuza yürü sürü sürü putları kıra kıra var (Var) a.151 Karakoç, bunun dışında Gaziantep’te yeni yayımlanmaya başlayan Dernek isimli bir dergide de M. L. imzasıyla bir mensur şiir yayımlamıştır. Hem Türk edebiyatı alanında hem de Batı edebiyatında birçok kaynakla tanışan Karakoç, lise yıllarında çeviri denemeleri de yapar. Mesela Fransızca ders kitabındaki Victor Hugo’nun “La Retraite de Russie” şiirini manzum olarak çevirir.152 Seyfettin Başçıllar’la lise arkadaşı olan Şair, bu dönemde Nurullah Ataç’la tanışır. Karakoç Gaziantep’e gelen Ataç’ı dinlemeye gider. Ataç, konuşmasında Orhan Veli ve Divan şiirini savunmanın yanında birçok yazar ve şairi de eleştirir.153 Karakoç’un okuduğu lise, o yıllarda dışa kapalıdır. Öğrenciler, dışarıda olup biten siyasi değişim ve gelişmelerden hiçbir şekilde haberdar olamazlar. Okul, “C.H.P. bin sene iktidarda kalacakmış ve hiçbir şey değişmeyecekmiş gibi bir hava içinde yönetil[mektedir].”154 Ülkede yapılan14 Mayıs seçimleriyle ilgili hiçbir bilgiye sahip olmayan lise öğrencileri “sanki zamanın dışında, okul çarkının dişlileri arasında kendi can[larının] derdi[ne]” düşer ve bu büyük değişikliğin farkına bile varamazlar.155 Ülkede, çok partili hayata geçilmesine, Demokrat Parti kurulmasına rağmen tek parti baskısı devam eder; “insanlar basit bahanelerle hapsi” boylarlar. Halk Demokrat Parti’nin bir denge partisi olduğuna, danışıklı döğüş olarak kurulduğuna inanır ancak “zamanla, hatta asıl, iktidara geçtikten sonra kendi partisi yapmış[tır].”156 Bu çerçevede Gaziantep halkı da Demokrat Partiye destek verir. 14 Mayıs 1950’de CHP devrilir, DP iktidara gelmiştir. 72 151 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10. 152 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 11. 153 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 11-12. 154 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 9. 155 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 9. 156 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 9. GULZAR MAMMADOVA Karakoç’un bu yıllarda ideolojisi de giderek şekillenmeye başlar. Fikrî olarak Necip Fazıl’ın ve Büyük Doğu’nun etkisi altındadır. Büyük Doğu Cemiyetine üye olmuştur.157 Ancak Büyük Doğu’yu takip etmesi okul idaresince hoş karşılanmaz, bu konuda çeşitli baskılara maruz kalır. Şair lise sona gelmiştir. Okul yetmemekte, ilgileri okulun dışına taşmaktadır. “Hâtıralar”ında o yılları şöyle anlatır: Okuyordum, yazıyordum, düşünüyordum. 17 yaşındaydım, kişiliğimin oluşması ve açılımı, kimi yerde ilgilerimi kısıyor, kimi yerde genişletiyordu. Her hâlde eğitimin çerçevesiyle sınırlanamıyordum. Onun dışına taşıyordu programım.158 Bu şekilde sene sonu gelir, imtihanlara girme zamanı yaklaşır. O yıllarda imtihanlar “bitirme imtihanları” ve “olgunluk imtihanları” olmak üzere iki şekilde yapılmaktadır “Bu iki sınavı veremeyen öğrenci üniversiteye gir[emez]. Bitirmelerde, her dersten en az 10 üzerinden 5, olgunlukta ise 6 al[ınması] gerek[mektedir].”159 Şair bu sınavları başarır ve 1950’de liseden mezun olur. “Hâtıralar”dan anlaşıldığına göre Karakoç’un ilkokul, ortaokul ve lise yılları çok verimli geçmiştir. Daha ilkokul ve ortaokul yıllarında Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsçayı, ardından Fransızcayı elinden geldiğince öğrenmiş ve birçok eser okumuştur. Türk edebiyatının yanı sıra Batılı kaynaklara da açılan Şair, kültürünü olabildiğince geliştirmeye çalışır. Yine bu dönemde şiirler ve yazılar kaleme aldığı dikkat çeker. Ayrıca bu devrede Büyük Doğu’yu dikkatle takip etmesi ve Büyük Doğu Cemiyetine üye olması da dünya görüşünün şekillenmesi bakımından önemlidir. Ülkenin her tarafında etkisini sürdüren yoksulluk, savaş, rejimin dine karşı tutumu, bu tür baskıların yer yer okul hayatına da yansıması, ailedeki ölümler Şair’in ilkokul, ortaokul ve lise yılları boyunca şahit olduğu sorunlardır. Sonuç olarak, Karakoç, çocukluk ve gençliğini (1938-1950) geleneksel bir hayatın yaşandığı, dinin merkezde olduğu Güneydoğu Anadolu coğrafyasında yaşamıştır. Bu coğrafyanın tabiatı; aileden ve çevreden aldığı dinî terbiye; Türk ve Batı edebiyatından okudukları; Osmanlıca, Arapça, Farsça ve Fransızca çalışmaları; ideolojik olarak Büyük Doğu’yu yakından takip etmesi şahsiyetinin oluşumunda rol oynayan başlıca etmenlerdir ve bu kültürel referanslar daha sonra eserlerine de yansımıştır. 157 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXVI”, Diriliş, 36 (27 Mart 1989), s. 11. 158 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 9. 159 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 10. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 73 2. Üniversite, DP’li Yıllar, Darbe, Diriliş (1950-1960) Karakoç’un ana amacı üniversitede okumaktır fakat ailesi onu üniversitede okutmak için yeterli imkâna sahip değildir. Nihayet 1950’de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesine girer. Bunun üzerine beslendiği çocukluk-gençlik coğrafyasından ayrılıp Ankara’ya gelir. Bu hem coğrafi hem kültürel açıdan bir açılmadır; Karakoç ufuk, edebî ve fikrî anlamda genişleyecektir. Şair, bu geniş ufukta önünde daha zengin kültürel imkânlar bulur. “Hâtıralar”ında Siyasal Bilgiler Fakültesini “Fakülte bir tepenin eteğindeydi. Tepeye doğru önce birkaç katlı binalar, daha sonra da gecekondular vardı. Tam tepede bodur ağaçlar… Fakültenin biraz aşağısından demiryolu geçerdi. Onun ötesi de Cebeci Meydanı’ydı”160 cümleleriyle tasvir eden Şair, o yıllardaki Ankara’yı ise “Ankara o zamanlar üç yüz bin nüfuslu bir şehirdi. Hava kirliliği yoktu. Biz öğrenciler için rahat ve güzel bir şehir niteliğindeydi.”161 şeklinde anlatır. 2.1. Üniversite, Edebiyat ve Basın Hayatı Karakoç üniversitenin ilk yıllarında okuma alışkanlığını sürdürür. Sadece derslerle yetinmez “Okul kütüphanesinden, daha sonraki yıllar Millî Kütüphaneden ve Fransız Kültür Merkezinden yararlanmaya çalış[ır]. Dışarıda da edebiyat ve basın alanında olup bitenler[i]…”162 elinden geldiğince takip eder. Kütüphanede “bilhassa, Grand Larousse du Vingtieme Siecle, (Yirminci Yüzyılın Büyük Larousse’u), Dictionnaire de L’Academie Française gibi Fransızca ansiklopedi ve sözlüklerin yardımıyla”163 Fransızcasını ilerletir; yerli ve yabancı dergileri takip eder; “Dostoyevski ve Tolstoy’dan henüz okumamış bulunduğu eserleri”,164 “Nietzsche’nin Zerdüşt Dedi ki adıyla Sadi Irmak tarafından çevrilmiş olan eserini Fransızcasıyla karşılaştırarak oku[r].”165Bu okumaları, onu çağdaş Batı edebiyatına daha da açar. Fransız Kültür Merkezinde özellikle “Saint John Perse, Claudel, Apollinaire, Max Jacob, Jean Cocteau, Henri Michaux vb. nice şairin, yazarın eserlerini görme imkânını”166 bulur ve böylece Batı edebiyatını yakından tanımaya başlar. 74 160 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLII”, Diriliş, 42 (5 Mayıs 1989), s. 7. 161 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIII”, Diriliş, 43 (12 Mayıs 1989), s. 8. 162 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 6. 163 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 5. 164 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 10. 165 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 10. 166 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVII”, Diriliş, 57 (18 Ağustos 1989), s. 10. GULZAR MAMMADOVA Karakoç’un 1950-1960 yılları arasında bir arayış içerisinde olduğunu söylemek mümkün. Bu yıllarda birçok kitap okumanın yanı sıra şiir denemelerini de sürdürmektedir. Bu dönemde ilkin 1951 yılının güz mevsiminde yazdığı “Yağmur Duası” şiirini Mülkiye dergisinde yayımlar (1952). Şiir şöyledir: Ben geldim geleli açmadı gökler; Ya ben bulutları anlamıyorum, Ya bulutlar benden bir şeyler bekler, Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum Ben geldim geleli açmadı gökler. Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım: Biri damla damla alnıma düşer; Diğerinde durur göğe bakarım. Ne şehir, ne deniz kokan gemiler: Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım.167 Karakoç bu şiirle ilgili olarak verdiği bilgilerde bir mısradaki “kadın gömleği” imajını yanlış yorumlara kapı açabileceği için değiştirdiğini, şiirin temelde talihsizlik temasını işlediğini belirtir.168 Şair, söylediğine göre bu yıllarda birçok şiir yazar fakat “yeterli bir olgunluğa varm[adığı]”169 düşüncesiyle hepsini yırtıp atar. Çünkü Verlaine’i ve Mallermé'yi okuduğundan yazdıklarını pek beğenmez.170 Karakoç’un muhtemelen 1951’de yazdığı bir başka şiiri de “Rüzgâr”dır. Şair “biraz da sınıf arkadaşları[nın] etkisiyle, yani modaya uyarak ”171 nişanlanmak ister ve ailesine bu konuyla ilgili bir mektup yazar. Mektubuna olumsuz cevap gelir.172 Karakoç bu ruh hâliyle 6+5 vezinli “Rüzgâr” adlı şiirini yazar, Hisar dergisinde yayımlanan şiir şöyledir: Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım! Gelin duvağından kopan bir rüzgâr. Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım; Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar ... 167 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVIII”, Diriliş, 48 (16 Haziran 1989), s. 7. 168 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVIII”, Diriliş, 48 (16 Haziran 1989), s. 7. 169 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVIII”, Diriliş, 48 (16 Haziran 1989), s. 8. 170 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVIII”, Diriliş, 48 (16 Haziran 1989), s. 8. 171 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 15. 172 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 15. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 75 O ceviz dalları, o asma, o dut, Gül gül, mektup mektup büyüyen umut: Yangından yangına arta kalan put; Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar173 Şair’in “Hâtıralar”ında “Ankara’da edebiyat dergisi olarak Hisar çıkıyordu ancak sağcılık görüntüsüne rağmen onunla fikirce bağdaşmam mümkün değildi.”174 dediği üzere edebiyatta geleneği sadece taklit eden sağ dergilere pek de sıcak bakmadığı anlaşılmaktadır. Karakoç, 1952 baharına girerken Mülkiye ikinci sınıfta “Monna Rosa” üzerinde çalışmaya başlar. 20 Nisan Pazar günü bir kır gezisinde bu şiiri okur. Cevat Geray’ın isteğiyle şiirin bir bölümü Hisar’da yayımlanır.175 Aslında şiiri Hisar’a Karakoç vermemiştir. Aynı yıl 1952’de, Eylül-Ekim’de ikinci “Monna Rosa”yı yazar. Birinciye “Monna Rosa I, Aşk ve Çileler”, ikincisine “Monna Rosa II, Ölüm ve Çerçeveler” adını verir. Güz mevsiminde “Monna Rosa III, Aşk ve Çileler”, 1952’yi 53’e bağlayan yılbaşı gecesinde de yeni bir Monna Rosa” gelir. Şair bu konuda “Baharda Monna Rosa’nın birincisini yazmıştım. Her mevsime bir Monna Rosa şiiri düşecek şekilde şiir çalışmalarım devam etti. Yazın Monna Rosa II, güzün Monna Rosa III (Pişmanlık ve Çileler) kışın da tam yılbaşı gecesi. Ve Monna Rosa yazılmış oldu.”176 der. “Monna Rosa”nın birincisi Hisar’da, 1953’te tümü ise Mülkiye’de yayımlanmıştır. Karakoç 1953’te “Yeni Monna Rosa” adlı bir şiir daha yazmışsa da bu kaybolmuştur.177 Karakoç, bu şiirle beraber ‘Gül’ kavramını yeniden diriltmenin”178 gerektiğini düşünmüş ve neticede gül “Monna Rosa”yla birliktedirilerek ve dönüşerek edebiyatımıza tekrar girmiştir. Karakoç’un bu dönemde Mülkiye dergisinde “Sanatkârın Aşk Tarafı” başlıklı bir yazısı da yayımlanır.179 Şair “Hâtıraları”nda 1953 yılında bundan başka “Şehrazat”, “Karaçayın Türküsü”, “Danseden İki Kardeş”, “Kar”, “Şahdamar”, “İp”, “Makas”, “Payıma Düşen Cumartesi”, şiirlerini yazar. Bunlardan “İp”, “Makas” ve “Payıma Düşen Cumartesi” yayımlanmaz.180 Şair artık edebiyat dünyasına adım atmıştır ancak şiirde henüz arayış içindedir. 76 173 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLV”, Diriliş, 45 (26 Mayıs 1989), s. 6. 174 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLV”, Diriliş, 45 (26 Mayıs 1989), s. 8. 175 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIX”, Diriliş, 49 (23 Haziran 1989), s. 7. 176 Sezai Karakoç, “Hâtıralar L”, Diriliş, 50 (30 Haziran 1989), s. 12. 177 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIX”, Diriliş, 49 (23 Haziran 1989), s. 8. 178 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIX”, Diriliş, 49 (23 Haziran 1989), s. 7. 179 Sezai Karakoç, “Hâtıralar L”, Diriliş, 50 (30 Haziran 1989), s. 9. 180 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIV”, Diriliş, 54 (28 Temmuz 1989), s. 6-7. GULZAR MAMMADOVA Karakoç aynı yıl Muzaffer Erdost’la tanışır (1953), Kilis Kültür Derneğince çıkarılan Akpınar’da yazar.181 1953-54 kışında arkadaşlarıyla Yeni Ay adlı bir dergi çıkarır. İdeolojik bir karakterde olan bu dergide Tunus ve Cezayir savaşları için “Bir Milletin Basübadelmevti” yazısını yazar ancak dergi siyasi nedenlerle dağıtılmaz.182 Ardından Şevket Eygi Komünizme Hücum dergisini 4-5 sayı yayımlar, Karakoç oraya da birkaç yazı verir.183 Karakoç’un bu dönemde şiirlerini yayımladığı bir başka dergi Mehmet Kaplan’ın başyazarlığını yaptığı İstanbul’dur, “Şahdamar”, “Karayılan”, “Kar” ve “Köşe” adlı şiirleri bu dergide çıkar.184 Ayrıca, 1954’te Cemal Süreya ile birlikte Mülkiye’de Kazgan’ı çıkarırlar. Aynı yıl, yılbaşı gecesi “İnci Dakikaları”185 şiirini kaleme alır. Karakoç, 1955’te Şiir Sanatı’nı çıkarır.186 Dergiyi Ankara Rüzgârlı Sokak’ta bir matbaada bastırır. Şair Şiir Sanatı için “…yeni bir dergiydi. Bir arayıştı. Apaçık bir ret, bir protesto, bir isyan olmamakla birlikte statükoyu kabul etmediği belli olan bir dergiydi.”187 der. Dergi çıkınca Necip Fazıl’a takdim eder, Üstat dili dolayısıyla dergiyi eleştirir. Karakoç, Şiir Sanatı’nın kapanmasında bu eleştirinin de rolü olduğunu söyler ve nihayetinde dergi maddi imkânsızlıklar ve sınavların da yaklaşması nedeniyle iki sayı sonra188 kapanır. 1955’te ancak iki sayı çıkarabildiği Şiir Sanatı Karakoç’un, kendi olmak ve yetkinliğini göstermek isteğinin ilk önemli işaretidir. Bunu tam olarak başaramasa da Şiir Sanatı, Diriliş’e giden yoldaki ilk adım, ilk deneme olarak değerlendirilebilir. Belli ki Şair özerk ve yeni bir ses aramaktadır. Cemal Süreya, Gülten Akın, Erdal Öz, Muzaffer Erdost, Orhan Duru dergide yazan başlıca isimlerdir.189 Bunların sol kesimden isimler olması Karakoç’un o dönemde “edebî çevre” olarak daha çok sola yakın olduğunu göstermektedir. Bu yıllarda dikkat çeken en önemli şey; Hisar, Mülkiye ve İstanbul başta olmak üzere şiir ve yazılarını çeşitli dergilerde yayımlayarak önce fakülte çevresinde bir şair olarak tanınması, onaylanması ve özellikle “Yağmur”, “Rüzgâr”, “Monna Rosa”da hece şiirinin izini sürmesidir. Karakoç, “Hâtıralar”ında belirttiği üzere söz konusu dergiler dışında az da olsa Akpınar, 181 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LV”, Diriliş, 55 (4 Ağustos 1989), s. 6. 182 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 11. 183 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 11. 184 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 12. 185 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 10. 186 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 12. 187 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 12. 188 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 13. 189 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 13. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 77 Komünizme Hücum, Büyük Doğu’da yazmış ve Yeni Ay ile Kazgan’ın190 çıkarılmasına yardımcı olmuştur. Özetle, Karakoç, beş yıllık üniversite hayatını dolu dolu geçirir. Bu yıllarda şiirler yazar, kütüphanelere gider, Türk edebiyatının yanında Batı edebiyatını da yakından takip eder, dergi çıkarma girişimlerinde bulunur ve birçok dergiye şiirlerini gönderir. Bunların yanında edebiyatla ilgisi olan birçok şahsiyetle tanışma imkânı bulur. Cemal Süreya, Ülker Köksal, Mustafa Şerif Onaran, Gülten Akın,191 Erdal Öz, Muzaffer Erdost,192 Ahmet Oktay, Yılmaz Gruda, Erdoğan Tokmakçıoğlu, Güner Sümer, Ece Ayhan193 Karakoç’un üniversite yıllarında tanıştığı başlıca yazar ve şairlerdir. Karakoç’un üniversiteye başladığı ilk yıllarda örneğin “Rüzgâr”, “Yağmur Duası”, “Monna Rosa”da hece şiirinin izini sürdürdüğü194 ancak 1953’ten sonra yavaş yavaş bu şiirden uzaklaşarak serbest şiire yöneldiği, şiirinde bir değişmenin başladığı görülmektedir. Ancak Garip şiirine hiç de sıcak bakmaz, “Hâtıralar”ında yer yer bu şiiri eleştirir. 2.2. İdeolojik Çevre Karakoç’un üniversite yıllarında edebiyat dışında bir de ideolojik çevresi vardır. O yıllarda dönemin İslami/muhafazakâr çevresiyle irtibatını sürdürmeye devam eder. Dinî ve millî hassasiyetlere sahip bu çevrenin merkezinde Büyük Doğu ve Necip Fazıl vardır. Şair, daha ortaokul yıllarında Maraş’tayken takip etmeye başladığı Büyük Doğu ile ilişkisini üniversite döneminde yüz yüze tanışmalarla pekiştirir. Üniversite sınavlarına gittiğinde İstanbul’da Büyük Doğu’ya uğrar, Necip Fazıl’la tanışır. Üstat Ankara’ya geldiğinde ise onu Osman Yüksel Serdengeçti’nin Denizciler Caddesi’ndeki kitapevinde, Ulus’taki İstanbul Kıraathanesi’nde veya Havuzlu Kahve’de dinler.195 Osman Yüksel o yıllarda Serdengeçti dergisini çıkarmaktadır. Şair’in orada tanıştığı kişilerden biri de Zihni Hızal’dır. Kısakürek geldiğinde onu sevenler ya Ulus’taki İstanbul Kıraathanesi’nde ya da Havuzlu Kahve’de buluşurlar.196 Şair bunu “Ulus’taki kahvelerde 15-20 kadar çoğu değişik fakültelere mensup gençlerle N. Fazıl Bey’in sohbetlerinde bulunuyorduk o yıl, yani 1951 yılı.”197 cümleleriyle ifade eder. 190 78 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 10-11. 191 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 14-18. 192 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 18. 193 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LX”, Diriliş, 60 (8 Eylül 1989), s. 14-18. 194 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIX”, Diriliş, 49 (23 Haziran 1989), s. 7. 195 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 5. 196 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 5. 197 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 8. GULZAR MAMMADOVA Fakülteden arkadaşı M. Şevket Eygi, Risale-i Nur talebelerinden Ziya Nur ve Atıf Ural198 “Hâtıralar”ında bahsi geçen ideolojik çevreye mensup isimlerdir. Şair, “Hâtıralar”ında Eygi hakkında değerlendirmeler yapmış, münasebetlerini uzun uzun anlatmış, beraber Yeni Ay, Komünizme Hücum gibi dergilerde bulunduklarını söylemiştir. Kanaatimce dindar bir aileye mensup olması ve Tek Parti Dönemi’nde dindarlara yönelik baskılar, Karakoç’un daha ortaokul yıllarında Büyük Doğu’ya yönelmesine sebep olmuştur. Karakoç, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinden 1955 yılında mezun olur. 22 yaşındadır. Üniversite yılları ona bir olgunluk katmış; düşünceleri daha bir yerine oturmuş; ideolojik manada İslami bir çevrede, daha çok Büyük Doğu çevresinde yer almış; edebî anlamda modern şiire yakın şahsiyetlerle irtibatını farklı dünya görüşte olmalarına rağmen sürdürmüştür. 2.3. DP ve 27 Mayıs Darbesi Karakoç “Hâtıralar”ında, yaşadığı dönemin basın ve edebiyat hayatına dair gözlemlerinin yanı sıra DP, AP, MNP ve MSP’ye dair fikir ve yorumlarına da geniş yer verir. Özellikle DP’ye dair yorumlarının yanında ülkenin içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik durumlardan da bahsederek yer yer tahliller yapar. Bu itibarla “Hâtıralar” özellikle 1940-1974 arasındaki Türkiye’nin siyasi, sosyal ve ekonomik hayatı bakımından da dikkate değer bilgiler, gözlemler, tahliller içermektedir. Şair doğduğunda inkılap devri tüm hızıyla sürmektedir. Atatürk’ün ölümünün ardından Millî Şef Dönemi’nin ve İkinci Dünya Savaşı’nın baskılarını, yoksulluklarını hisseder. Baskı ve yoksullukların Anadolu’daki yansımalarını dikkatle gözlemler. Bu süreçte çok partili hayata geçiş, DP’nin kuruluşu, halkın bu partiye bakışı, DP’nin iktidara gelmesi, CHP-DP çekişmesi ve gerginlikler, Büyük Doğu ve Necip Fazıl Kısakürek ile İslami çevrenin maruz kaldığı siyasi baskılar, Malatya Ahmet Emin Yalman ve 6/7 Eylül olaylarına dair gözlemler “Hâtıralar”da üstünde dikkatle durduğu önemli konulardır. Karakoç, DP kurulduğunda ona şüpheyle bakar. Ona göre Demokrat Parti kurulsa da Türkiye çok partili düzene geçse de halkın nazarında hiçbir şey değişmez. Parti hakkındaki fikirlerini “Zaten ben DP’yi de muvazaa partisi gibi biliyordum.”199 cümlesiyle dile getirir. Karakoç’un üniversite yıllarında, 1950 seçimlerinden sonra Adnan Menderes başbakan olur200 ve DP iktidara gelir. Bu yıllar da tıpkı İkinci Dünya Savaşı yılları gibi çalkantılıdır. Demokrat Parti iktidarı, daha ilk yıllarından itibaren oldukça sancılı geçer. 198 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 5. 199 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 9. 200 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIII”, Diriliş, 43 (12 Mayıs 1989), s. 8. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 79 Karakoç’a göre bu yıllarda ülke Demokrat Parti tarafından yönetilmeye başlasa da Halk Partisi’nin zihniyeti hâlâ devam etmektedir. İktidar değişip DP iktidara geçmekle birlikte “1946-50 mücadelesinin mağduru birçok kişi hapiste”201 yatar. Halk kendi kültüründen, geleneğinden ve geçmişinden uzak bir şekilde yaşamaya devam eder. Demokrat Parti iktidara gelince verdiği sözleri unutur ve Halk Partisi’nin koyduğu yasaları devam ettirir.202 Şair bu konudaki düşüncelerini, “Halk Partisi gitmişti fakat zihniyeti hâlâ her yere hâkimdi. Kanunlar ve bürokrasi, tamamen eleştirisiz, Batı hayranı, kendi kültür ve tarihine âdeta düşman ya da en azından yabancı ve kendi geçmişimizi küçümseyen bir kuşak tarafından düzenlenmişti. DP hareketi, 1946-50 arasında, hep hürriyetsizlikten, baskıdan bahsetmiş fakat iktidara gelince başta Anayasa olmak üzere tüm kanunları ve düzeni değiştirmek işine, bu zaruretin zarureti işine girişmemişti. Celâl Bayar ve DP’nin ileri gelenlerinden büyük bir kısmı eski Halk Partililerdi. Zihniyetleri aynıydı”203 sözleriyle dile getirir. Ona göre DP hiçbir zaman milletin beklediği parti değildir, “Menderes’in kişiliği, halkın Menderes’i giderek belli bir yöne götürmesi, ona bir misyon kisvesi giydirmesi, onun da bunu belli belirsiz bir hisle sezerek benimsemesi, 1950 sonrası siyasi hayatımızın karakterini çiz[miş]. Halk Partisi muhalefet tahtına otur[muştur].”204 Karakoç, Necip Fazıl’ın bu hususta Büyük Doğu’da yazılar yazdığını ve “DP’nin milletin istediği parti olması için Celal Bayar çizgisinden çıkması gerektiğini”, “Menderes’e bir atılım yapmayı telkin et[tiğini]”205 söyler. Ne yazık ki bu telkinler sonuç vermez. Ezanın asli hâline döndürülmesinin öncesinde Ticanilerin Meclis’te topluca ezan okumaları “öte yandan CHP’nin dirilip irtica iddiasıyla ortalığı kasıp kavurması, ara sıra yükselen ürkütücü sesler…”206 siyasi havayı sık sık gerer. Necip Fazıl bu yıllarda CHP’ye şiddetle muhalefet eder, hem Büyük Doğu’da hem de toplantılarda fikirlerini açıkça dile getirmekten çekinmez, bu sebeple dergisi sık sık kapatılır.207 CHP’nin yaptığı olumsuz propagandalar sonucu basın yavaş yavaş DP’den yüz çevirip CHP’li olur. Karakoç “Hâtıralar”ında Halk Partisinin, Menderes’in CHP’nin “bu parti ileride büyür, sizi de siler süpürür”208 sözünden çekindiği, için dindar ve muhafazakâr kesime mesafeli davranmaya çalıştığı inancındadır. Karakoç, Menderes’in bu tavrını yanlış bulur ve şöyle der: 80 201 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLI”, Diriliş, 41 (28 Nisan 1989), s. 8. 202 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 6. 203 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 6. 204 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 7. 205 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 7. 206 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 7. 207 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 7. 208 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVI”, Diriliş, 46 (2 Haziran 1989), s. 8. GULZAR MAMMADOVA Oysa Menderes, Büyük Doğu Cemiyeti’nin ve daha sonra kapatılan parti ve derneklerin yaşamasına göz yumsaydı bunlar DP’den ziyade CHP’nin nefes almasına imkân vermeyeceklerdi. CHP dirilmeyecek, belki de 1960 ihtilali olmayacaktı. Ama Menderes aldatılmış ve bu baskın yapılmıştı. Dediğim gibi bu baskın, en çok yeni yeni parlamaya başlayan Nurculuğun işine yaramıştı.209 1952 yılında Malatya hadisesi vuku bulur. Malatya hadisesi, “Vatan Gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın Başbakan Menderes’i izlemek için gittiği Malatya’da vurul[masıyla]”210 ortaya çıkar. Bu olaydan sonra İslami basına baskı uygulanır, Millet Partisi kapatılır. Kimilerinin “bu derneğin bir tehlike olduğu”211 ve “siyasi partiye dönüşebil[eceği], o zaman DP’ye zarar ver[eceği]”212 telkiniyle Milliyetçiler Derneği de kapatılır.213 Karakoç bu durumu “Hâtıralar”ında şöyle dile getirir: Halk Partisi, derin bir nefes aldı. Çünkü, karşısında DP’den başka bir kuruluş kalmamıştı. DP’nin Zafer adlı bir gazetesi vardı. Bununla tüm milletin ve bilhassa gençliğin maneviyat ihtiyacını karşılaması mümkün olamazdı. DP zaten daha sonraki AP ve bugünkü ANAP gibi yamalı bohça bir partiydi. Her türlü görüşte olanlar bulunuyordu partide. Zafer gazetesi ise bugün liberal denen kişilerin görüşündeydi. İslami ve millî bir çizgi sunmuyordu.214 Karakoç’a göre Halk Partisi’nin tekrar dirilmesinde ve DP’yi ihtilalle yere sermesinde DP’nin İslami dergileri ve dernekleri kapatması yatmaktadır. 1954 Türkiye için önemli bir yıldır çünkü DP iktidarının ilk genel seçimleri bu yıl yapılır. Ülkenin durumuna bakıldığında DP’nin kazanma ihtimalinin olmadığı görülür. Çünkü basın tamamen DP aleyhine dönmüştür; DP aydınları ve bürokratları kazanamamıştır. Sağda hiçbir yayın ve kuruluş kalmamış, çoğu kapatılmıştır. Daha önce kapatılan Millet Partisi bu sefer Cumhuriyetçi Millet Partisi adı altında yeniden kurulur ve meydanlara çıkar. Karakoç’un tespitine göre “Halk da [onları] dinlemeye koş[ar]. Fakat, onları halkın ciddiye aldığını söylemek zordu[r]. Bunlar iktidar olamazlar, seçimde kazansalar hükûmet olmaktan yine de kaçarlar inancı yaygındı[r].”215 Seçimlerde DP büyük bir zafer kazanır. Karakoç, CHP’nin yenilgisini “Oysa, silinmesi bile çok mümkün olan bu parti yaşamış, şimdi inişinin 209 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVI”, Diriliş, 46 (2 Haziran 1989), s. 8. 210 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XII”, Diriliş, 52 (14 Temmuz 1989), s. 9. 211 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVIII”, Diriliş, 58 (25 Ağustos 1989), s. 10. 212 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVIII”, Diriliş, 58 (25 Ağustos 1989), s. 10. 213 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVIII”, Diriliş, 58 (25 Ağustos 1989), s. 10. 214 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVIII”, Diriliş, 58 (25 Ağustos 1989), s. 10. 215 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 12. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 81 en alt derecesinde yine de Meclis’te otuz kişilik de olsa bir tutunma gücünü bulmuştu. Aldığı oysa, oran olarak, çok daha yüksekti Meclis’teki temsil gücü oranına göre.”216 sözleriyle anlatır. DP seçimleri kazansa da hâlâ işin ciddiyetinin farkında değildir. “Bütün İslami neşriyat susturulduğu hâlde oy kaybetmemesi onu bu zümreyi küçük görmeye it[er]. CHP’yi de ölmüş gibi gör[ür]. Bütün bunlar yüzünden gözünü gaflet bürü[r]. Gurura saplan[ır]. Kırşehir’in, hemşehrileri O[sman] Bölükbaşı’nı milletvekili olarak seçmesini bile hazmedeme[z].”217 Karakoç “Hâtıralar”ında, DP’nin iktidara geldikten sonra Anayasa’yı değiştirmediğini fakat bunun kesinlikle yapılması gerektiğini söyler ve şöyle devam eder: Sadece dilini bir parça eski hâline çevirmekle yetindi. Sanki halkın şikâyeti sadece Anayasa’nın dilindenmiş gibi. Oysa CHP’nin devrilmesi ‘beyaz ihtilal’ olarak vasıflandırılan büyük bir değişiklikti. Anayasa’yı değiştirmek gerekirdi. Gerçek fikir hürriyeti olan bir demokrasiyi de kuramadı DP. Tek Parti devrinin zihniyetiyle yetişti aydın yine. Kendi aydınını yetiştiremedi DP. Kendi basınını kuramadı. Halkın kendi kendine oluşturduğu ve CHP’nin karşısına diktiği yetersiz savunma hattını bile, bir taktik hatası olarak, CHP oyununa gelerek kendi eliyle kırdı. Eğitim de değişmedi. Tek Parti Devri eğitimi devam etti. Bu da üniversite hocasının, öğrencisinin, bürokratın otomatik olarak Halk partili kalmasını sağladı. Bir restorasyona gitme cesaretini bile gösteremedi DP. Oysa Prof. Ali Fuat Başgil, bir gazetede bir dizi makaleyle bir restorasyon devrinin açılmasını önermişti.218 Karakoç’un bu dönemde “Hâtıralar”ında bahsettiği bir başka olay da siyasi sonuçları itibarıyla önemli olan, İstanbul’da Rum vatandaşların dükkân ve evlerine yapılan saldırıların düzenlendiği 6/7 Eylül 1955 olaylarıdır. Şair, bu olaylara ilişkin gözlemlerini, fakültedeki gerilimi, öğrencilerin protesto gösterilerini ve çeşitli söylentileri anlattıktan sonra; “6/7 Eylül Olayı, gerek memleketimiz için gerek DP iktidarı için ve gerekse bizzat Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu için çok meşum sonuçlar doğurmuş bir olaydır. İlk haberlerin aksine ölüm olayı yoktur. Ancak Avrupa basınında çıkan müthiş resimler bütün dünyayı aleyhimize çevirmiştir. […] Barbar Türkler propagandaları günlerce, belki aylarca Batı basınını doldurdu. […] Hükumet çok zor duruma düştü.”219 Sözleriyle oldukça sağlıklı bir biçimde tahlil eder. Gerçekten de bu olay, DP hükûmetini epeyce sarsmıştır. Şair, “Hâtıralar”ında Menderes döneminde İstanbul’un imar edilişine dair de -ki bu çok tartışılan bir konudur- görüşler ileri sürer. Anlattığına göre 216 82 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 13. 217 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 13. 218 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 13. 219 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXVI”, Diriliş, 66 (20 Ekim 1989), s. 11-18. GULZAR MAMMADOVA “Ana yollar genişletilirken çınarlar” kesilmiş, küçük camiler yıkılmış, taşları öbek öbek yol kenarlarına yığılıp bırakılmıştır. Bu minvalde Karaköy Camii’ni örnek verir.220 Bu konularda Menderes hükûmetini eleştirse de “İstanbul’un imarı şarttı.”221 sözüyle imarın bir ihtiyaç olduğunu vurgular, Menderes’in bu girişimini destekler “Ancak bu imar mümkünse restorasyon şeklinde olmalıydı. İstanbul’un dışında modern ve sağlıklı yeni bir şehir oluşturmak gerekliydi. İstanbul’a da mümkün mertebe dokunulmamalı.”222 der. Şu satırlar da o dönemdeki imar faaliyetlerine ilişkin görüşlerini yansıtması bakımından önemlidir: 1950’den sonra da bilinçsiz bir tahrip, şehirlerimizin tüm tarihî varlığını yok etmeğe yönelmiştir. Binlerce yıl önceki eski medeniyetlerin kalıntılarını yer üstüne çıkarıp onlara hayatiyet kazandırırken yerin üstündeki kendi medeniyetimizin, Selçuk ve Osmanlı medeniyetlerinin eserlerini yok ettik ve ediyoruz.223 1957 yıllında Halk Partisi ortamı gerdiğinden erken seçim yapılır. Bu dönemde Hürriyet Partisi kurulmuş ve DP’den ayrılan Fuad Köprülü, Hürriyet Partisinin başkanı olmuştur.224 Her parti farklı illerde mitingler düzenler. Bu mitinglerin biri de Balıkesir’de yapılır. Karakoç “Hâtıralar”ında Balıkesir’de yapılan mitinglere dair gözlemlerini şöyle anlatır: Her taraf doldu meydanda. Fakat bir gariplik vardı görünüşte. Çünkü: dinleyicilerin yakasında DP rumuzlu kâğıt rozetler vardı. Aslında, biri gelmiş, o rozetleri dağıtmıştı. Köylüler de yakalarına takmışlardı. Yoksa, şuurlu bir davranış değildi bu. Halk, mitinge, daha çok bir eğlenceye gelir gibi gelmişti.225 Seçimleri yine DP büyük farkla kazanır ancak Karakoç, “Beş vakit namaz kılıyor dedikleri için Enver Güreli’ye”226 oy verir. “Partilerin hiçbirine oy vermez”227, çünkü bir tek şahsın adını yazmak mümkündür o zamanki seçim sisteminde. Bu oy, Şair’in DP’ye bakışını ve mesafesini, aynı zamanda ölçüsünün ne olduğunu da göstermesi bakımından önemlidir. 1957-58 yıllarında ekonomik kriz doğar; fiyatlar yükselir, karaborsa yaygınlaşır. Karakoç’a göre “Bu, 1958 yılıdır ki, Menderes’in de talihi tamamen 220 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXVIII”, Diriliş, 68 (3 Kasım 1989), s. 8. 221 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXVIII”, Diriliş, 68 (3 Kasım 1989), s. 8. 222 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXVIII”, Diriliş, 68 (3 Kasım 1989), s. 8. 223 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXIII”, Diriliş, 73 (8 Aralık 1989), s. 6. 224 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 14. 225 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 14. 226 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 15. 227 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 15 SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 83 dön[er]. 4 Ağustos kararları denilen ekonomik tedbirler, belki de geç kaldığı için, Menderes’i kurtarma[z]. […] Menderes’in siyasi görünümü zayıfla[r]. Bunu fırsat bilen İsmet Paşa muhalefeti, amansız savaşını aça[r]. Gidiş, DP iktidarı için hep kötüye doğru olup 27 Mayıs İhtilali ile sonuçlan[ır].”228 Ülkede siyasi hava gerilmiştir, DP Vatan Cephesi’ni kurmuştur. Karakoç o günlerde (1958) görev gereği Arapgir’dedir. Vatan Cephesi’ne katılımların çoğunun Arapgir’den olduğunu kaydeder.229 17 Şubat 1959’da Menderes’in uçağı Londra’da düşer, 15 kişi ölür. Ölenler arasında bakanlar da vardır. Karakoç’un kanaati “Avrupalıların Menderes’e suikast yaptıkları” şeklindedir. Suikastta ölmeyince daha sonra ihtilali hazırlayıp Menderes’i devir[mişlerdir].”230 Bu yıldan itibaren ülkede tansiyon yükselir “Muhalefetin kızgınlığı arta[r]. İnönü hücuma geçmiş[tir].”231 Gerginlik sürerken Said Nursi olayı patlak verir. Karakoç “Hâtıralar”ında Bediüzzaman’ın 1959’da Ankara’ya gelip Beyrut Palas’a indiğini, onu ziyaretine gittiklerini, görüşemediklerini, tekrar Isparta’ya döndüğünü söyler. Ona yönelik baskılardan, vefatından, ihtilal sonrasında cenazesinin bilinmeyen bir yere nakledilmesinden söz eder.232 Ona göre Bediüzzaman “kabına sığmayan bir zekâ; eşsiz bir hafıza; güçlü bir irade sahibi; çocukluğu ve gençliğinde öğrenme merakıyla medreseleri dolaşmış, kendisine hocaların güç yetiremediği bir âlim; cesur, ömrünü İslam için vermiş, feda etmiş bir mücahittir.”233 Şair’in bu minvalde Risale-i Nur talebeleri ve Nurculukla ilgili tespitleri sosyolojik açıdan önemlidir. Karakoç bunlara ilaveten onu abartılı şekilde övmenin “nerdeyse tüm İslam büyüklerini silip onu onların üzerine çıkarma]nın], giderek onu âdeta İslâm’dan koparıp yeni bir yol icat etmiş biri gibi sunma[nın], hem İslam’a hem Bediüzzaman’a büyük bir haksızlık…”234 olduğu kanaatindedir. 1960 yılına gelindiğinde siyasi havanın şiddetlendiği görülür. “Basın giderek âdeta çılgınlaşmış[tır], iktidarı yıkmak için elinden geleni yap[maktadır].”235 Siyasi havanın gittikçe karıştığı 1960 yılında talebe ayaklanmaları baş gös- 84 228 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXIV”, Diriliş, 74 (15 Aralık 1989), s. 8. 229 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXIX”, Diriliş, 79 (19 Ocak 1990), s. 8. 230 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXII”, Diriliş, 82 (9 Şubat 1990), s. 7. 231 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 7. 232 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 9. 233 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 9. 234 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 7. 235 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 7. GULZAR MAMMADOVA terir. Öğrenci eylemlerinin yanı sıra sıkı yönetim ve akşam saat 9’dan sonra sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Öğrencilerin başlattığı bu eylemlerden dolayı halk, hiçbir suçu olmadığı hâlde bu yasaklara tabi tutulur.236 1960 Nisan’ında öğrenciler Kızılay Meydanı’nda saat akşam 5’ten sonra toplanıp gösteri yapmaya başlarlar. Mayıs ayının başında Kızılay’da 555 K gösterisi yapılır.237 Durum gerginleşir. Karakoç’a göre Menderes, Necip Fazıl’a ve Ali Fuat Başgil’e ne yapılması gerektiğini sorar, farklı öneriler gelir.238 Şair görev gereği Van’da bulunurken darbe olduğunu öğrenir.239 Sonra darbe konusundaki düşüncelerini şöyle açıklar: Demokrat Partili olmadığım ve DP’nin birçok yanını beğenmediğim hâlde, her sabah uyanınca 27 Mayısçıların devrildiğini görmek arzusu ve hatta ihtiyacını duyuyordum. Türkiye’de bir kez daha mühim bir yıkılış olmuştu.240 Karakoç, ihtilalin Van’da nasıl karşılandığına dair izlenimlerini de yazar. Vanlılar, tedbir gereği ihtilalden memnunmuş gibi davranırlar ancak Şair’in samimi olduğu Vanlılar ona bu görünüşe aldanmaması gerektiğini söylerler.241 Şair bunu “İki yüzlülük değildi. Belki gelen yeni yönetime güvensizliğin bir işaretiydi. […] Çok duyarlıklıdır halkımız. Ama hislerini açığa vurmayı sevmez ve ihtiyatlı davranmayı tercih eder.”242 sözleriyle açıklar. Karakoç, yer yer DP’yi bu duruma düşmesinden dolayı eleştirir. Eleştirilerinden biri bu partinin yeni ve çok cepheli bir gençlik yetiştirmemesi, “Tek Parti tekerlemelerini bir hakikatmiş gibi ezberletmiş”243 olmasıdır. Şair bu süreçte askere gider. Milletvekilleri Yassıada’ya götürülmüştür. Van’da Kinyas Kartal ile beraber ağalar toplanmıştır, bu daha sonra “55 Ağa Olayı” diye bilinecektir. Basında DP’liler aleyhine müthiş bir suçlama, karalama kampanyası başlatılmıştır.244 Bu minvalde Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığı adaylığı, tehdit edilmesi, 1961’de Anayasa’nın hazırlanması, halkoyuna sunulması, Anadolu’da referandumda yapılan usulsüzlükler ve halkın oylarını aleni vermeye zorlanmasına245 dair gözlemlerini aktarır. 236 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 7. 237 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 8. 238 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 8. 239 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 9. 240 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 10. 241 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 10. 242 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 10 243 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXVI”, Diriliş, 86 (9 Mart 1990), s. 9. 244 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXVIII”, Diriliş, 88-89 (23-30 Mart 1990), s. 8. 245 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXVIII”, Diriliş, 88-89 (23-30 Mart 1990), s. 10. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 85 Şair’in“Hâtıralar”ında Yassıada Mahkemelerine dair görüşleri de vardır. Ona göre “Yassıada Mahkemeleri, hukuktan çok intikamcıların hâkim olduğu bir arena görünümünde[dir]. Müfrit partililer oraya gidip alkışlar, çığlıklar, yuh çekmeler arasında sözde mahkemeleri dinle[rler].” 246, şahitlik için götürülüp de istenen ifadeyi vermeyen kişiler de hemen sanık olarak tutuklanırlar. Batı, Menderes’ten intikamını almış, Papa idam günü ayin yaptırmış, çanları çaldırtmıştır.247 Ali Fuat Başgil yazdığı yazılar sebebiyle, Necip Fazıl bazı mahkûmiyetleri öne sürülerek tutuklanır.248 Sonuçta Karakoç, “Hâtıralar”ında DP dönemini, 27 Mayıs sürecini, bu döneme ait gözlemlerini, görüşlerini geniş biçimde dile getirmiştir. Bu itibarla hatıraları DP dönemine dair yapılacak araştırmalarda önemli bir belge niteliğindedir. Şair’in darbeye ilişkin şu satırları, ülkesini seven bir aydının düşüncelerini yansıtması bakımından dikkate değer: 27 Mayıs İhtilali, yıllarca inanç namına kendisine hiçbir şey verilmemiş insanların fırsatı ele geçirir geçirmez neler yapacağını ibretlerle gösteren bir olaydır. Fakat ne yazık ki daha sonra gelenler bundan ibret almadılar. Çok köklü tedbirlerle gençlik yeni bir inanç mayalanmasına tabi tutulması gerekir iken, resmî eğitim ve öğretim Tek Parti döneminin o kısır, tekdüze ve özsüz slogancılığıyla sürdü gitti. Daha sonra 70’li yıllarda baş gösterip toplumumuzu on yıl kasıp kavuran terör ve anarşi devri, 27 Mayıs’ın yol açtığı bir ruh uçurumunun kara yemişiydi.249 Ona göre 27 Mayıs vb. darbeleri yapanlar, cezalandırılmadıkları için tekrar tekrar bu tür hareketler meydana gelmiştir. Yapılması gereken, 27 Mayıs Hareketi’nden hesap sorulmasıdır. “Bu olmadıkça terörün durmasını ummak bir hayal, boş bir seraptır.”250 2.4. Diriliş Dergisi Karakoç, 1955 yılında ancak iki sayı çıkarabildiği Şiir Sanatı’nı yayımlar.251 Fakat maddi imkânsızlıklar sebebiyle dergiyi kapatmak zorunda kalır. Şiir Sanatı Karakoç’un edebiyatta yetkinliğini göstermek isteğinin ilk işaretidir ve Diriliş’e giden yoldaki ilk adım, ilk deneme olarak da değerlendirilebilir. Şair, bu hamlesiyle belli ki özerk ve yeni bir ses aramaktadır. Şiir Sanatı’ndan beş sene sonra Karakoç, 1960 yılının Ocak, Şubat ve Mart aylarında Ankara’da Diriliş adlı bir dergi çıkarmaya karar verir. Artık edebi- 86 246 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 7. 247 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 7. 248 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 7. 249 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 7-8. 250 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 8. 251 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 12. GULZAR MAMMADOVA yatta ve düşüncede bir ekol, yeni bir dil ve üslup oluşturmak istemektedir. Bunu ise “Ben kısa vadeli çalışmaların, muhalefete ve komünistlere çatmakla yetinmenin fazla bir fayda vermeyeceğini düşünerek bir düşünce ve edebiyat dergisiyle yeni bir hareketin başlatılmasına karar verdim.”252 sözleriyle açıklar. Ona göre yeni bir nesil gelmiştir, ortam değişmiştir, yeni bir dil ve üslup gerekmektedir. O yıllarda ortam “diriliş” kavramına yabancıdır. Dirilişin, İslam’da “basubadelmevt”, ölümden sonra dirilmek anlamına geldiğini belirtir. Bununla birlikte “İslâmın Dirilişi kavramıyla ezilen, esaret altında inleyen ya da ekonomik ve kültürel bakımdan gerilik içinde yüzen İslam dünyasını uyandırma, diriltme yolunun açılması imkânının gündeme geldiğini ifade etmeye uğraş[ır].”253 Karakoç, yıllarca özlemini çektiği dergiyi çıkarmak için girişimde bulunur ve Diriliş’i çıkarmaya başlar. Bu yıllarda ülkenin durumu siyasi açıdan karışıktır. Bu sebeple dergiyi ancak iki sayı çıkarabilmiştir. Diriliş’i çıkardığı günlerde “Ankara’ya gelen ve Demokrat Parti ileri gelenleriyle görüşen Necip Fazıl Bey’i ziyarete gidenlerden biri, damdan düşercesine: ‘Sezai Karakoç da Diriliş’i çıkarıyor’ deyince, Necip Fazıl: ‘Geberişi çıkartsın.’ de[r].”254 Karakoç, Necip Fazıl’ın bu sözüne darılmaz çünkü bunu, memleketin gidişini feci gördüğünden dolayı söylediğini bilir.255 Sonuçta Diriliş, ilk dönemde Nisan ve Mayıs aylarında iki sayı çıkar ve kapanır. 3. Darbe Sonrası, AP, MNP, MSP ve Diriliş (1961-1974) 3.1. Darbe ve Sonrası 1960’taki askerî darbe ülkeyi bir anda sarsar. Karakoç da “Hâtıralar”ında darbeye ilişkin gözlemlerine geniş yer verir. 27 Mayıs İhtilali sırasında Karakoç, Karaköse’dedir.256 Şair, ihtilal sonrasında da İstanbul’un hâlâ dehşeti yaşadığını ve Marmara Kahvesi’nde arkadaşlarının ihtilalle ilgili haberleri konuşarak heyecan ve telaş havasını yaşadıklarını257 dile getirir. İhtilalin ülkeye yaydığı korku ve telaşın yaşandığı günlerde “birden bir takım üniversite mensupları veya gazeteciler, yazarlar, ‘sosyalizm’ tezini ortaya at[arlar].”258 27 Mayıs ihtilaline arka çıkan solcular, bir sosyalist devrim 252 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 11. 253 Sezai Karakoç, “Hâtıralar C”, Diriliş, 105-106 (27 Temmuz 1990), s. 8. 254 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 8. 255 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 8. 256 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 6. 257 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8. 258 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 87 yapılması gerektiği tezini savunurlar. Ülkeye “‘Memleketi ancak sosyalizm kurtarabilir’”259 sloganını yaymaya başlarlar. Aynı düşünceyi Yön dergisinde toplanan solcu aydınlar da savunarak sosyalizme geçilmesi gerektiğini önerirler. Onların bu önerisi toplumda bir şok etkisi yaratır. Daha öncesinde sosyalizme yakın durmayan Halk Partili aydınlar da sosyalizmi savunmaya başlarlar.260 Karakoç ülkenin bu karışık durumunu “27 Mayıs hareketi toplum ruhunu altüst etmiş, beklenmeyen sonuçlar doğmuştu.”261 sözleriyle ifade eder. Bu yıllarda sol kesim gazete ve dergiler yoluyla fikirlerini rahat bir şekilde dile getirmeye başlar. Onların sergilemiş oldukları bu düşünce özgürlüğü, sağ kesime de bir cesaret verir. Bu vesileyle sağ görüştekiler, solcular kadar olmasa da fikirlerini dile getirmeye çalışırlar.262 Sağ- sol çatışması basında bütün şiddetiyle devam ederken sağcı yazarlar Yeni İstanbul’da toplanır. Solcular 27 Mayıs İhtilali’ne yardımcı olmaları sebebiyle toplumda bir hâkimiyet kurmak isterken sağcılar yerli bir düşünce ve çözüm önerilerinde bulunurlar. Basın bu yıllarda hâlâ ihtilalin etkisinde olmakla birlikte üniversite gençliğini, milliyetçi ve İslamcı gençliğe karşı kışkırtmaya devam eder. Solcu gazetede çıkan “Üniversitede mürteci avı başladı” başlıklı yazıda, CHP’li gençlerin kendilerinden olmayan gençleri dövdükleri ve sürükleyerek karakola teslim ettikleri263 yer alır. Bu sıralarda Yeni İstanbul da Karakoç’tan yazılar ister. Fakat Şair, bu teklifi reddeder ve bu durumu “Ben memurdum, sıkıyönetim vardı. İnönü başkandı, C.H.P. iktidardaydı.”264 sözleriyle açıklar. Ülkede yaşanan siyasi karmaşadan şair ve yazarlar da olumsuz etkilenirler. Bunlardan biri de Peyami Safa’dır. Bununla ilgili Karakoç “Hâtıralar”ında şunları söyler: Peyami Safa, son yıllarda Demokrat Parti’yi tutmuş, Halk Partililerle ve onların gölgesindeki solcularla polemikler yapmıştı. İhtilal olunca Peyami Safa da birçok yazar gibi yazabileceği bir yer bulamaz olmuştu. Hiçbir gazeteciyi kadrosuna alma cesareti veya iyi niyetini göstermiyordu.265 Bu yıllarda Süleyman Yalçın, İsmail Dayı ve bazı arkadaşlarının teşebbüsüyle Beyazıt’ta Karaağaç İşhanı’nın üstündeki bir teras katında Aydınlar Ocağı kurulur. Kurucular arasında Karakoç da vardır. Ocak seminerler ve 88 259 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8. 260 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8. 261 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8.31. 262 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 31. 263 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 11. 264 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 11. 265 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 6. GULZAR MAMMADOVA konuşmaların yapıldığı yer olarak kullanılmanın dışında kahve olarak da işletilir. En sık konuşanlardan biri Nurettin Topçu’dur. Necip Fazıl buraya bir gün İhsan Çağlayangil’i de getirir. Bu konuda “İhsan Sabri Çağlayangil, Adalet Partisi milletvekiliydi o zamanlar. Adalet Partisi, 27 Mayısçıların büyük baskısı altındaydı.”266 diyen Karakoç, Aydınlar Ocağı’nın daha sonra Devrimci gençlik tarafından basıldığını ve tarumar edildiğini267 söyler. Şair, “Hâtıralar”ında 1962’yi “toplum açısından son derece kritik bir yıl”268 olarak değerlendirir. Ona göre, seçimlerin yapılması, sözde demokrasi yolunun yeniden tutulması herhangi bir şey ifade etmez. Çünkü cuntacıların darbe teşebbüsleri; devrimci öğrencilerin sağcı öğrencileri dövmesi; sınıf, yurt, dergi ve derneklere yapılan baskınlar durmamış ve269 toplumda bir gerginliğe sebep olmuştur. Bu yıllarda ülkeyi büyük bir umutsuzluk kaplar. Şair tüm ülkenin içine düştüğü durumu “Solcuların işi oldubittiye getirip tepeden inme bir ihtilal yapma isteklerini âdeta açıkça ilan etmeleri, sıkıyönetimler, basının bitmez tükenmez inanç düşmanlığı, ufukları iyiden iyiye karartmış ruh fırtınalarımızı kasırgaya çevirtmişti”270 sözleriyle dile getirir. Bu yıllarda “Siyasi faaliyet yapma[k], hele parti kurma[k], o günkü yasalar ve zihniyet çerçevesinde mümkün değildi[r].”271 Çünkü 1961 Anayasası düşünce olarak sola yaklaşmış ve solcular da bu imkândan geniş bir şekilde yararlanmıştır. Şair’in de dediği gibi bu yıllarda “İslamaysa sımsıkı kapalıydı kapılar.”272 Tüm bunlardan yola çıkarak 27 Mayıs İhtilali'nden sonra ülkenin siyasi açıdan çalkantılı bir dönem yaşadığı söylenebilir. Karakoç’a göre sağ-sol çatışmalarının nüksettiği bu yıllarda sağ görüşe mensup basın, halk, üniversite öğrencileri, şair ve yazarlar olumsuz etkilenir. Sağ kesim susturulurken solcular fikirlerini rahat bir şekilde dile getirme hakkına sahip olurlar. Ülkede bir umutsuzluk ve gerginlik söz konusudur. Sözde demokrasiye geçilse de bununla ilgili hiçbir çaba sarf edilmez. Darbe teşebbüsleri, kurum ve kuruluşlara yapılan baskınlar, milliyetçi ve İslami düşünceye mensup üniversite öğrencilerinin şiddete maruz kalması, basının susturulması bu yıllarda yaşanan genel olumsuzluklar olarak Karakoç’un “Hâtıralar”ına yansımıştır. 266 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 31. 267 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCII”, Diriliş, 94 (4 Mayıs 1990), s. 6. 268 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIII”, Diriliş, 95 (11 Mayıs 1990), s. 6. 269 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIII”, Diriliş, 95 (11 Mayıs 1990), s. 6. 270 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIV”, Diriliş, 96 (18 Mayıs 1990), s. 8. 271 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 31. 272 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 31. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 89 3.2. AP, MNP ve MSP’ye Dair Karakoç “Hâtıralar”ında 27 Mayıs Darbesi’nin yanı sıra AP, MNP ve MSP’ye dair gözlemlerine de geniş yer verir. Ona göre daha önce Adalet Partisi’nin genel başkanlığını yapan Ragıp Gümüşpala’nın ansızın ölümü ve “Adalet Partisi kongresi için Ankara’da toplanan delegelere yapılan baskılar, on gün süreyle günlük basının sayfalar dolusu propagandası, ortaya âdeta ansızın Süleyman Demirel’i çıkar[mış]”273 ve Demirel Adalet Partisi başkanlığını kazanmıştır. Karakoç, “Hâtıralar”ında Demirel için şunları söyler: Kongrede Demirel’in masonluğu ortaya atıldıysa da yine Mason Derneği’nden aldığı belgeyle mason olmadığını belgeledi Demirel. Kongreden sonra dernek, verilen belgeyi yetkisiz birinin verdiğini ileri sürdüyse de iş olup bitmişti zaten.274 Karakoç, Demirel’in parti başkanlığına getirilmesinin sebebini Menderes’e bağlar ve Menderes’in “Benden sonra bu başkan olacak”275 dediğini dile getirir. Şair “Hâtıralar”ında Demirel’in başkan olmasını aynı zamanda askerliğini Genelkurmay’da yapmasıyla da276 bağdaştırır. Önceki AP Başkanı Ragıp Gümüşpala ile Süleyman Demirel’i karşılaştıran Şair, bununla ilgili “Hâtıralar”ında şunları söyler: Gümüşpala’nın muntazam, disiplinli, dosyalı çalıştığı söylenirdi. Demirel’i ise başkanlığında ve muhalefet liderliğinde ekonomi dosyaları ilgilendirmişti fakat öyle görünüyor ki parti ve siyaset konularını daha çok şifahi olarak hafızadan idare etmiş.277 1965 seçimlerinde Adalet Partisi zafer kazanır. Karakoç, CHP’nin her türlü oyununa rağmen halkın kendine yakın partiyi iktidara getirdiğini söyler. Fakat sonuç yine hüsrandır ve “ne yazık ki, iktidara gelenler, bazı hizmetlerine karşılık, milletin bu itimat ve coşkusuna layık olamamışlardır.”278 Bu yıllarda da tıpkı 1950 yılında yaşanan sıkıntılar tekrar yaşanmaya başlar. “Halk sevmediği kişilerin muhaliflerini coşkunlukla iktidara getir[diyse de]”279 “onlar bu iltifat ve itibara layık olamayıp sukutuhayal doğur[muşlardır].”280 Bu yıllarda Adalet Partisi zafer kazansa da halkın beklediği parti olamaz. 90 273 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 31. 274 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 31. 275 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 11. 276 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 11. 277 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 11. 278 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 7. 279 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 7. 280 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 7. GULZAR MAMMADOVA Karakoç’un deyişiyle toplumda “Köklü bir değişim[e]”281, “Kararlı, cesur, ısrarlı bir atılım, davranış ve tutum[a]”282 gerek vardır. Fakat Adalet Partisi bunu gerçekleştirecek güçte değildir. Şair’in AP hakkında yaptığı değerlendirmeden yola çıkarak Süleyman Demirel’den “memleket hesabına fazla bir şey beklem[ediği]”283 söylenebilir. Halk, ihtilalin arkasında CHP’yi gördüğünden onu cezalandırır ve AP’nin iktidara gelmesini284 sağlar. “Ne yazık ki, halkın bu şuurlu davranışını A.P. gereği gibi değerlendireme[miştir]”285 diyen Karakoç sözlerine “42 gibi çok genç bir yaşta başbakanlık koltuğuna oturan Demirel, bu demir elli oluş kahramanlığını gösteremedi. Tam tersine, pamuk elli oldu. Tanzimat paşaları gibi idare-i maslahatçı bir politika izledi.”286 hükmünü verir. “Hâtıralar”ında Süleyman Demirel ile Menderes’i yer yer karşılaştırır. Menderes’in iktidara geldikten sonra Anayasa’yı değiştirmemesini eleştiren Karakoç, Demirel’in ise Menderes’in tersine bir tutum izlediğini söyler ve “temelde bir tepki Anayasası”287 oluşturduğunu dile getirir. Ona göre bu Anayasa daha sonraki terörün sığınağı olabilecek288 bir yapıya sahiptir. Karakoç, “1965 yılında, A.P’nin, istikbalde Türkiye’yi bekleyen sorunların üstesinden gelemeyeceğini bilerek ondan uzak dur[duğunu]”289 söyler. Ancak milletin o andaki partisi olmasından dolayı da aleyhinde bir şey yazmadığını belirtir. Fakat Halk Partisi’ni, zihniyetini ve Batıcılığını ise yazılarında290 eleştirmiştir. 1968-1969 yıllarında da ülkede herhangi bir değişim olmaz. Toplum “yıllardan beri olduğu gibi yine tam bir çalkantı içinde[dir].”291 27 Mayıs İhtilali'nin kalıntıları ve sağ-sol arasındaki gerginlik tüm hızıyla devam etmektedir. Bunlara bir de 1968 yılında gerçekleşen talebe hareketleri292 eklenince ortalık hepten kızışır. Demirel, “Bu Anayasa’yla olmaz. Bana üçte iki çoğunluğu sağlayacak kadar oy verin ki Anayasa’yı değiştireyim”293 propaganda281 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12. 282 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24. 283 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12. 284 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12. 285 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24. 286 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12. 287 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12. 288 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24. 289 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24. 290 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24. 291 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CV”, Diriliş, 115-116 (15 Ekim 1990), s. 17. 292 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CV”, Diriliş, 115-116 (15 Ekim 1990), s. 17. 293 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 91 sıyla Ekim ayında yapılan seçimlerde tekrar iktidara gelir. Bu da bir işe yaramaz çünkü Demirel seçim propagandası gezilerinde söylediklerini unutur, “1968 öğrenci olaylarında zecri tedbir al[r].”294 Karakoç, Demirel’in öğrenci olaylarına karşı yaklaşımını hem onaylar hem de eleştirir. Demirel’in bu olaylar karşısında sert bir tutum takınmaması Karakoç’a göre doğru bir harekettir, “Kimsenin ölmemesi, işin doğru tarafıydı”295 der. Fakat “olaylar yatışır gibi olduktan sonra sorumluları bulup hesap sormak, birtakım tedbirler” almak gerekmektedir. 296 Demirel bunu yapmamış ama aksine bu olayı “bol bol seçim propagandası malzemesi”297 yapmıştır. Demirel, 1965 yılında yaptığı gibi 1969 yılında da yine Anayasa değişikliği için hiçbir girişimde bulunmaz. Oysa Şair, “Meclis’e bir değişiklik metni getirmesi ve bunun kavgasını vermesi”298 gerektiği düşüncesindedir. Demirel’in bu tutumu karşısında eylemler, soygunlar, gasplar, anarşi, terör ve fakültelerde kavgalar yeniden başlar. Buna karşılık Demirel, “etrafındaki kendi dar kadrosundan kişilerle kabine oluştur[arak]” “milliyetçi muhafazakâr denen kanadı ikinci plana itmek iste[r].”299 Demirel’in bu girişimleri AP içerisinde bir huzursuzluğa sebebiyet verir. Demokratik Partinin300 ve Milli Nizam Partisinin doğmasına sebep olur.301 Karakoç, “Hâtıralar”ında AP iktidarına, özellikle Süleyman Demirel’e yer yer sert eleştirilerde bulunur. “Seçim konuşmalarında böylesine cesur ve nispeten radikal görünen Demirel, her seferinde seçimi kazanır kazanmaz bütün söylediklerini unutmuş ve idare-i maslahatçı tutumuyla iktidarını gidebileceği yere kadar götürüp orada bırakmıştır.”302 Oysa memleketin köklü reformlara ihtiyacı vardır. Fakat “Demirel bu tür netameli, riskli işlerden kaçmış; hep havanda su dövme kabilinden özsüz, muhtevasız didişmelerle vakit kaybetmiş ve topluma da vakit kaybettirmiştir.”303 Ne yazık ki “Seçim sırasında ve meydan nutuklarında cesur olan Demirel, her darbe girişiminde ürkeklik göstermiş; halkın oyuna dayanmaktan gelen bir direnç ve direniş göstermeden sahneden çekilmeyi yeğlemiştir.”304 294 92 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14. 295 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14. 296 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14. 297 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14. 298 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14. 299 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14. 300 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14. 301 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15. 302 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak 1991-15 Şubat 1991), s. 14-15. 303 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak 1991-15 Şubat 1991), s. 14-15. 304 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak 1991-15 Şubat 1991), s. 14-15. GULZAR MAMMADOVA 1969 seçimlerinin üzerinden bir yıl geçer ve bu zaman içerisinde Demirel “çok dar bir halkayı hükûmet kurmakta dayanak yap[ar], milliyetçi-maneviyatçı kesim[i] adeta partiden dışla[r].”305 Bunun üzerine milliyetçi-maneviyatçı kesim ondan ayrılarak Demokratik Partiyi kurar. Parti Başkanı Ferruh Bozbeyli (hukukçu) mesleği sebebiyle siyasette köklü bir fikir ve görüş sergileyemez. Bu yıllarda “Adalet Partisinin bölünmesi; eylemlerin devam etmesi; iktidarın iktidar, muhalefetin muhalefet olamaması toplumda huzursuzluğun giderek artmasına sebep olu[r].”306 1969 yılında yapılan seçimlerde Necmettin Erbakan da Konya’dan bağımsız olarak milletvekili seçilir.307 Seçimden sonra Adalet Partisinde bir huzursuzluk baş gösterir. Demokratik Parti hareketine katılmayan birkaç AP’li milletvekilinin Erbakan’ın etrafında toplanması, Milli Nizam Partisinin308 kurulmasına sebep olur. Karakoç, Erbakan için “namaz kılıp oruç tutan bir Bölükbaşı’ydı âdeta. Onun kadar hitabeti de yoktu. Ama onun bir benzeriydi. Profesör olması, Müslüman profesör diye propaganda edilmesi etrafına birçok kişinin toplanmasına sebeb oldu.”309 diyerek, onu Osman Bölükbaşı’na benzetir. Karakoç, “Hâtıralar”ında Milli Nizam Partisinin, Bölükbaşı’nın Millet Partisine benzediğini söyler. Ona göre Milli Nizam Partisi aslında Millet Partisinin yeniden doğuşudur. Bununla ilgili şunları söyler: 1946’da Türkiye, çok partili düzene geçtiğinde fikir ve ideoloji partilerine imkân tanınmamıştı. Sistem, çoğunluk sistemi olduğundan ancak iki parti Meclis’i paylaşıyordu her seçimde. Biri iktidar, biri muhalefet oluyordu bu iki partinin. Bir üçüncü parti de bu ikisini de kabul etmeyen, genellikle muhafazakâr insanların partisi olarak var oluyordu. Fakat iktidar şansı yoktu. Millet Partisi böyle bir partiydi. İleri gelenlerinin birbiriyle uğraşıp birbirini harcamasından dolayı hiçbir zaman güçlenip gelişememiş, sonunda Osman Bölükbaşı’nın partisi olup çıkmıştı.310 Milli Nizam Partisi kurulduğunda kanunlar ve mevcut zihniyeti İslam idealine dayalı bir parti kurulmasına müsait değildir. Fakat Şair, bu yıllarda İslam idealine karşı zihniyetin311 kısmen de olsa yumuşadığını vurgular. Peki, İslam idealine karşı olan bir zihniyet içerisinde Milli Nizam Partisi nasıl kurulmuştu, sorusuna ise şu cevabı verir: 305 306 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak 1991-15 Şubat 1991), s. 14-15. Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 18. 307 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15. 308 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15. 309 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15. 310 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15. 311 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 93 Bu bence bir yanıyla hep sır olarak kalacaktır. Ama bir yanıyla da izahı mümkün. Bizler o gün mahkemelerde sürünürken Milli Nizam Partisi’ni kuranların çoğu, hiçbir zaman hiçbir İslami harekette görülmemiş kişiler olduklarından parti kurarken dikkat çekmediler sanırım. Şahsen İslami bir hayatları vardı. Fakat o güne kadarki hareketlerde bu kimselerin birkaçı müstesna, ekserisi sessiz sedasız köşelerinde oturan kişilerdi. Sonra bir kısmı Adalet Partisi saflarında politikaya atılmıştı. Erbakan’ın da o zamana kadar hep Süleyman Demirel’i desteklediğini söylerler. Halk arasında fısıltıyla bunların bir nevi İslam partisini kurdukları söyleniyordu ve bu onların lehinde büyük bir propaganda oluyordu ama demek ki devlet adamları, siyasetçiler ve yargı organları bu kişilerin bildiğimiz politikacı olmaktan öte bir özellikleri olmadığını görmüşler ve onların parti kurmasına ses çıkarmamışlardı.312 Şair, tıpkı Menderes ve Süleyman Demirel gibi Necmettin Erbakan’ı da yer yer eleştirir ve kurulan Milli Nizam Partisinin “el altından İslami parti diye tanıtmaları[nın] büyük bir aldatmaca”313 olduğunu söyler. Erbakan’ın diğerlerinden ibadetlerini yerine getirmesi açısından farkı olduğunu fakat bunun “derde şifa olacak bir fark”314 olmadığını belirtir. Çünkü Şair’e göre yönetici olacaklarda daha başka özelliklerin bulunması”315 şarttır. Bu ülkeyi ancak, “ta çocukluklarından itibaren kendilerini adamış, boyuna toplum meseleleriyle uğraşmış, idealist, bu uğurda her şeyini feda etmiş, belli bir fikri-içtimai sistemi ortaya koyabilmiş kişiler; bir önderin yönetiminde, milletimizin hayat memat meselesi olan dirilişini gerçekleştirebilirlerdi.”316 der ve “Necmettin Erbakan ile daha sonra zaman içinde öğrendiğimiz veya tanıdığımız partinin öbür kurucuları[nın], bu özellikleri taşım[adıklarını]”317 belirtir. Karakoç, Erbakan’ın partisine görüş olarak yakın olsa da “Kurulan parti beklenen parti olmadığı[ndan]”318 dolayı ondan uzak durur. Fakat aleyhlerinde de bir şey yazmaz. Çünkü “Ne de olsa inançlı kişilerin kurduğu partilerdi”319 der. 1971 yılında 12 Mart Darbesi olur.320 “Üç generalin muhtırasına istemeyerek hatta bir rivayete göre ağlayarak katılan Genelkurmay Başkanı’nın da 312 94 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 16. 313 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15. 314 315 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15. Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15. 316 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 17. 317 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 17. 318 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 17. 319 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 17. 320 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 19. GULZAR MAMMADOVA onayıyla hükûmet düşürül[ür].”321, Demirel hiç direnmeden istifa eder ve “Meşhur şapka hikâyesi bu sebeple doğ[ar]”322 Karakoç’a göre Demirel’in direnmemesi bir hatadır. Hâlbuki halkın büyük isteğiyle iki kez iktidara gelmiştir. Ülke çapında bazı sıkıntılar yaşansa da bunları sivil çözümlerle aşmak mümkündür ama ne yazık ki “her zaman olduğu gibi, Demirel bir çözüm üreteme[miş] ve en ufak bir direniş göstermeden iktidarı bırak[mıştır].”323 Karakoç’un deyişiyle “üç generalin (höt!) demesiyle Süleyman Demirel ‘şapkasını alıp’ gider. Bu da normaldir. Çünkü onu o askerler getirmiştir. Seçtikleri insanı çok iyi tanıdıkları anlaşıl[mıştır]”324 12 Mart Darbesi’nden sonra partiler kapatılmaz. 12 Mart idaresi Halk Partisi, Adalet Partisi ve bağımsızlardan oluşturulan bir hükûmetle ülkeyi yönetmeye devam eder. Karakoç “Hâtıralar”ında bu yıllarla ilgili şunları söyler: Ferit Melen zamanında hemen hemen anarşi ve terörün önü alınmış gibiydi. Fakat ekonomide büyük hatalar yapıldı daha sonra. Sümerbank mallarına büyük bir zam yapıldı. Oysa o zaman bu büyük bir etki yapacak bir olaydı. Ekmek de birden üç katı fiyatına çıktı. O zamana kadar Adalet Partisi’nin itibarı çoktu.325 1972 yılı sonbaharında Halk Partisinin yıldızı parlar. Karakoç “Hâtıralar”ında bununla ilgili “Önce, İnönü, generallerden hesap soracağını söyleyerek Adalet Partisinin gösteremeyeceği bir cesaret örneği ver[di]. Sonra İnönü, partisinden tasfiye edil[di]. Bu kez Ecevit sivrilmeğe başla[dı].”326 der. Demirel hükûmetten çekilme cesaretini gösteremeyince halkın rağbetini yitirmeye başlar. Halk artık CHP’ye eğilim göstererek birtakım hayallere kapılır. “Dolmuşlar hatta Millî Eğitim Bakanlığı’nın önü, kızıl bayrakları hatırlatan altı oklu al bayraklarla dona[tılır].”327 Halkın kapıldığı “En cazip hayal de [Ecevit’in] sabahleyin uyandığınızda hemen evinizin dış kapısının yanında otlar arasında taze yumurtalar ve süt şişeleri bulaca[kları] vaadi[dir].”328 Bu vesileyle ülkede Şair’in de deyişiyle “Bir Ecevit efsanesi doğmuştu[r]”329 “Ortanın solu, Hazreti Muhammed’in yolu”330 gibi sloganlarla 321 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 19. 322 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 19. 323 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 19. 324 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 102-103 (6 Temmuz 1990), s. 24. 325 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13. 326 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13. 327 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13. 328 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13. 329 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13. 330 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 95 Ecevit; halkın arzularını kamçılayarak kafaları karıştırmaya başlar. Ardından Milli Nizam Partisi yerine Milli Selamet Partisi kurulur. Karakoç, “Benim öbür parti gibi bundan da hiç bir umudum yoktu. Kurucuları pratikte öbür politikacılardan pek farklı değillerdi.”331 diyerek Milli Selamet Partisi hakkındaki fikirlerini de dile getirir. Yıl 1973. 12 Mart dönemi baştakilerin anlaşamaması sebebiyle sona erer. Bu sebeple “çok partili, seçimli normal rejime gidilme zarureti doğ[ar].”332 Partiler seçim propagandalarını yapmaya başlarken ülke, “yeniden sivil hayata geçişe hazırlanı[r].”333 Bu süre zarfında “MSP’liler AP’nin, AP’liler de MSP’nin aleyhine çalış[ır].”334 AP bundan büyük zarar görürken CHP “geniş anlamdaki sağın bölünüş ve çekişmesinden çok yararlan[ır].”335 Buna “Ecevit’in hayali gıcıklayan çocuksu propagandası da”336 eklenince CHP seçimlerde birinci parti olmayı başarır. Karakoç’a göre “1973 seçimleriyle böylece yeni bir dönem başla[r]”337 MSP ile CHP koalisyon yapar ve “Böylece, 24 sene, bütün oyunlarına rağmen milletin tek başına iktidara getirmediği CHP’yi MSP iktidara getirmiş ol[ur].”338 Bu koalisyondan sonra af çıkar. Af sebebiyle MSP’de büyük bir bölünme olur ve “25 kadar milletvekili MSP’den ayrıl[arak]”339 tekrar MNP’yi kurarlar. Çıkan af en çok solcuların işine yarar. Karakoç, bununla ilgili “Evet sağ için de af çıkmıştı ama sağ affı, nihayet daha çok yazılardan dolayı olan mahkûmiyetler içindi. Oysa solda ne kadar içeri tıkılmış anarşist ve terörist varsa, hemen hemen hiç yatmadan dışarı çıkmıştı.”340 der. Çıkan afla yapılan bu eşitsizlik “daha sonraki dönemde anarşi ve terörün alevlenmesine ve giderek büyümesine, sıkıyönetimce bile önlenememesine ve nihayet 12 Eylül Darbesi’nin yapılmasına sebeb ol[ur].”341 “Yıl 1974. Ecevit iktidarda. Gençlerde âdeta bir Ecevit âşıklığı ve coşkusu”342 sürüp gitmektedir. Fakat yine değişen bir şey yoktur. Anarşi gittikçe art- 96 331 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13. 332 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17. 333 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17. 334 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17. 335 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17. 336 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17. 337 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18 338 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18 339 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18 340 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18 341 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18 342 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXIII”, Diriliş, 129-130 (5 Şubat 1992), s. 10. GULZAR MAMMADOVA makta; gasplar, soygunlar, cinayetler son hızla devam etmektedir. “C.H.P.[nin] anarşistleri koru[ma]”343 sevdası ise bitip tükenmek bilmez. Sonuç olarak Karakoç’un “Hâtıralar”ında darbe sonrasını, AP, MNP ve MSP’ye dair gözlem ve görüşlerini hiç çekinmeden okura sunmaya çalıştığı görülür. Bu bölümde Şair, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra ülkenin içinde bulunduğu acı tabloyu; AP, MNP ve MSP’nin çekişmeleri sonucunda ortaya çıkan karmaşayı; gizli cuntacıların darbe teşebbüslerini; devrimci öğrencilerin sağcı öğrencilere saldırılarını; yurt, dergi ve derneklere yapılan baskınları gözler önüne serer. Bunların yanında Süleyman Demirel’i, Necmettin Erbakan’ı ve Ecevit’i yer yer eleştirir. Özellikle sağ, muhafazakâr partilere yönelik eleştirileri dikkat çekicidir. 3.2. Diriliş Dergisi, Edebiyat ve Sanat Hayatı Altı yıl sonra, 1966 yılında Karakoç Diriliş’i tekrar çıkarır. Bu sefer Diriliş’i “mümkün mertebe ciddi bir dergi olarak.”344 uzun süreli çıkarmayı amaçlamıştır. Nitekim bir yıl boyunca dergiyi kesintisiz yayımlar. Kimi aylar gecikince ise çift sayı şeklinde çıkararak açığını kapatmaya çalışır. İlk sayı çok satılır fakat “Sonraki birkaç sayı layık olduğu satışı bulama[z].”345 Karakoç, Mart 1967’de dergiyi maddi sıkıntılar sebebiyle kapatmak zorunda kalır.346 Şair, Diriliş’i üçüncü kez 1970 yılında çıkarır, “Cağaloğlu Meydanı’nda Atasaray İşhanı’nda büro[su] var[dır].”347 Dergi, 1971 yılının ilk aylarına kadar yayımlanır ve ülkede siyasi hava tekrar gerginleştiği için tekrar kapatılmak zorunda kalınır. 1974’te Milli Gazete’de yazılar yazan Karakoç, daha sonra gazeteyle ilgisini keser ve 1974 yılında Diriliş’i yeniden çıkarmaya başlar. Aylık olarak çıkan Diriliş, derinliği ve zenginliği açısından tekrar gönüllerde hak ettiği yeri alır.348 Şair, artık kitaplarını Diriliş Yayınları adı altında349 yayımlamaya başlar. Diriliş’in yeni nesiller için bir yol gösterici olmasını ister. Bunun için daha ciddi ve gençlere hitap eden yazılar koymayı amaçlar. “Önceleri aylık 96 sayfa, sonraları 80 sayfa olarak çıkan Diriliş, düşünce ve edebiyat açısın- 343 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 131-132-133 (20 Eylül 1991), s. 19. 344 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 8. 345 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 8. 346 Sezai Karakoç, “Hâtıralar C”, Diriliş, 105-106 (27 Temmuz 1990), s. 8. 347 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak-15 Şubat 1991), s. 14. 348 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 21. 349 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 97 dan bir ekol doğurdu”350 diyen Karakoç “Hâtıralar”ında, “Kendi geçmişimiz, çağdaş eserlerimiz, Batı kültür ve edebiyatı, özgün bir sentezle dergide genç yetenekleri yoğuruyordu”351 diyerek derginin izlediği yolu açıklar. Karakoç o yıllarda, Diriliş’i çıkardığında, düşünce ve edebiyat akımını yeni nesillere aşılama çabası içerisindedir. Dünyanın ve toplumun değiştiğinin, yeni nesle yeni bir dil ve üslubun gerektiğinin farkındadır. Dergisini de bu amaçla çıkarır. Bu vesileyle Karakoç’un önderliğinde İslami düşüncenin edebiyatçıları yetişir. Şair’in bu uğraşını görenler, Karakoç’un yanında çalışan gençleri kendi yanlarına çekerek onlara mevki, kitabevi, yayınevi ve gazete fıkra köşesi verirler. Diriliş’ten ayrılan bu gençleri Yeni Devir gazetesine çekerler. Karakoç bununla ilgili “Hâtıralar”ında, “Almanya’dan ve Anadolu’dan yağan para, avami bir gazete için heba olup gitti yıllarca.”352 der. Fakat Diriliş yılmadan bütün güçlüklere rağmen yoluna devam eder. “Yayımladığı nice metinler, çeviriler, sonradan hep kitap ol[ur]. Ödüller al[ır]. Ama o kitapları yayımlayanlar, o ödülleri verenler Diriliş’in hakkını itiraf etme[mişlerdir].”353 Diriliş bu yıllarda haftada iki kez çıkmaya devam eder ve yayınevinde birçok kitap basılır. Solda, Diriliş’e karşı birçok dergi ve gazete çıkmaya başlar. “Büyük gürültüler ve tirajlarla çıkmaya başlayan bu gazeteler ve dergiler, sonunda hep bat[sa da]”354 Diriliş bin bir güçlükle yaşamını sürdürür. Karakoç’un “Hâtıralar”ında Diriliş hakkında şu bilgiler yer almaktadır: 1974’den 1976’ya kadar 18 ayı muntazam bir şekilde yayınını aylık olarak sürdüren dergi, bu tarihten sonra, gazete biçiminde çıkarılmıştır. Altı ay daha aylık hesabıyla devam etti gazete. Sonra haftada iki kez çıkmaya başladı. Uzun süre de böyle çıktı. 10 günde bir, 15 günde bir oldu. 197778 yıllarında önce seyrekleşti, sonra durdu. Ecevit tek başına iktidar olduğu yıllardı bu yıllar. Böylece, dördüncü ve gazete şekli olan beşinci. dönem de 1978 yılında sona erdi.355 Yukarıda yer alan bilgiler, Karakoç’un Diriliş’i 1966’da ikinci kez,356 1969’da üçüncü kez,357 1974’te dördüncü kez358 çıkardığını göstermektedir. Bu 98 350 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11. 351 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11. 352 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11. 353 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11. 354 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11. 355 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXIII”, Diriliş, 132-133 (5 Şubat 1992), s. 10-11. 356 Sezai Karakoç, “Hâtıralar C”, Diriliş, 105-106 (27 Temmuz 1990), s. 8. 357 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak-15 Şubat 1991), s. 14. 358 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXIII”, Diriliş, 132-133 (5 Şubat 1992), s. 10-11. GULZAR MAMMADOVA yayın dönemi 1978’de son bulur. Şair “Hâtıralar”ını 1974’te bitirdiği için Diriliş’in sonraki dönemleri hakkında bu metinlerde bilgi yoktur. Derginin çıkışı “Hâtıralar”da da belirtildiği üzere çoğu kez maddi sıkıntılar nedeniyle kesintilere uğramıştır. Sezai Karakoç, “Hâtıralar”ında 1960 sonrası edebiyata ve basın dünyasına dair gözlemler ve yorumlar da yapar. Şair, 1960’ta Diriliş’i kısa süreli çıkardıktan sonra yazı faaliyetini sürdürür. 1961’de Gökhan Evliyaoğlu ve arkadaşlarının Düşünen Adam dergisinde yazar.359 Diriliş’te daha önce yayımlatmış olduğu “Gerçek Haberciler”,360 “Kasaba Edebiyatı” başlıklı ve “Yahya Kemal ve Süleyman Nazif ’le ilgili”361 yazılarını, Son Havadis ve Yeni İstanbul’a gönderir. A dergisinde ise “Suç Folklorda Değil”362 yazısını yayımlar. Şair’in darbe sonrası yazdığı gazetelerden biri de Yeni İstanbul’dur. Burada “Farklar” adlı sütunda günlük yazılar yazar.363 Ayrıca Yeni İstiklâl’de de “‘Endülüs’e Ağıt’, ‘Kaside-i Bürde’ ve ‘Kaside-i Bür’e’ (Bürüyen Kaside) çevrileri… ‘İslam’ın Şiir Anıtları’ndan’ adı altında”364 yayımlar. Karakoç 1962 yılında “Sesler”i kaleme alır.365 1963-1964 kışında “Köpük” adlı şiirini yazar. Bu şiir parça parça dergilerde çıkar. 1964 yılında Ayasofya adlı bir dergi çıkarma girişiminde bulunur ancak daha sonra vazgeçer. 1964’te Büyük Doğu’ya “Edebiyat sayfası için malzeme” verir. “Aralıklarla çıkan 1964, 1965, 1966 Büyük Doğu’larında”366 sınırlı olarak görünür. 1965’te “Muhyiddin İbn Arabî Hz.lerinden tercüme edilmiş olan “Adab-ı Mürid”i bugünkü dile çevir[ir]” ve kitaba Genç Müslümana Öğütler adını vererek M. Cemil takma adıyla367 bastırır. Bu arada Mehmet Şevket Eygi’nin isteği üzerine Yunus Emre ve Mehmed Âkif adlı biyografileri yazar.368 1967’de Sabah gazetesinde “Sütun” başlığı altında yazılar yazar.369 Bu yazı359 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXIV”, Diriliş, 74 (15 Aralık 1989), s. 9. 360 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 8. 361 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 6. 362 Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXII”, Diriliş, 82 (5 Şubat 1990), s. 7. 363 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 11. 364 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 11. 365 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCII”, Diriliş, 94 (4 Mayıs 1990), s. 7. 366 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 12. 367 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 7. 368 Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 102-103 (6 Temmuz 1990), s. 12. 369 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CIV”, Diriliş, 113-114 (28 Eylül 1990), s. 22. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 99 larda “İslam dünyasının, Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin meselelerini”370 ele alır. Aynı yıl Büyük Doğu’da haftada bir yazılar yayımlar. Bunları daha sonra Kıyamet Aşısı adı altında bastırır. İslâmın Dirilişi, İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Yazılar adlı kitaplarını da yayınevlerine verir. İslâmın Dirilişi adlı eserinden dolayı 1967 yılında mahkemeye verilir ve eseri toplatılır. İkinci davası Yazılar adlı eserinden dolayıdır. Karakoç, 1967 “Mayıs, haziran aylarında, deniz kenarındaki kahvelerde”371 Hızırla Kırk Saat’i yazar. “Hâtıralar”ında bununla ilgili olarak “Sanki denizle mülakat yapıyordum da şiir bu mülakatın tonlarıydı”372 der. Bu ilhamla Taha’nın Kitabı’nı da yazmaya başlar. 1967 yılında Ergani’ye ve Diyarbakır’a gider. Orada bulunduğu sıralarda “Anadolu ve Zaman” yazılarını yazar.373 1968 kışında Mağara ve Işık adlı eserini oluşturan yazıları, “Hz. Yusuf ’un Düşü” ve “Dağ Çağrısı” adlı yazıları yazar; “Gül Muştusu” adlı şiirine başlar;374 1969’da Mağara ve Işık ile Gül Muştusu’nu bastırır. Karakoç 1971 yılında Ankara’daki “ikinci memuriyet hayatı[n]da, şehrin ve değişik hayat tarzının tesiriyle yeni şiirler”375 yazar. Bunlar kendi deyişiyle “sürgün” şiirleridir. Çünkü alıştığı şehirden yani İstanbul’dan ayrı kalmıştır ve bu onun psikolojisine de yansımıştır. Ortadoğu’nun talihsizliğini işleyen söz konusu şiirler “Şiirler IV”te376 yer almıştır. Karakoç 1974’ten itibaren “O parti de o gazete de benim gözümde milletin istikbali için hiçbir şey vadetmiyordu. Kalite bakımından fazla avami idiler”377 dese, MSP’yi Diriliş kadrosunu dağıtmaya çalışmakla suçlasa da teklif üzerine Milli Gazete’de günlük yazılar yazmaya başlar. İki ay süren bu yazıları Sur adlı kitabında378 toplar. Sonuç olarak Sezai Karakoç 1960’tan sonra yazı faaliyetini “Hâtıralar”ından da anlaşılacağı üzere iki koldan sürdürmüştür. Bunlardan ilki gazete yazarlığıdır. Şair, siyasi ve sosyal fikirlerini dönemin İslami ve milliyetçi ga- 100 370 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CIV”, Diriliş, 113-114 (28 Eylül 1990), s. 23-24. 371 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CI”, Diriliş, 107-108 (10 Ağustos 1990), s. 13. 372 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CI”, Diriliş, 107-108 (10 Ağustos 1990), s. 13. 373 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CV”, Diriliş, 115-116 (15 Ekim 1990), s. 17. 374 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 13. 375 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 11. 376 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 11. 377 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1990), s. 13. 378 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1990), s. 20. GULZAR MAMMADOVA zetelerinde günlük yazılar kaleme alarak dile getirmiştir. “Hâtıralar”ında sırasıyla Son Havadis, Yeni İstanbul, Yeni İstiklâl, Sabah, Milli Gazete gibi yayın organlarından onlarla münasebetlerinden ve onlara gönderdiği yazılardan sık sık bahsetmiştir. Dolayısıyla bu metinlerde dönemin İslami ve milliyetçi basınına dair önemli tespitler, yorumlar ve gözlemler yer almaktadır. Ve en önemlisi İslami basındaki popülist ve sansasyonel dili zaman zaman eleştirmesidir. Mesela bir ara Yeni İstiklâl gazetesini yöneten Şevket Eygi için “Şevket de satış artırmayı, dergiyi daha avamlaştırmak ve sansasyonel başlıklar atmakla sağlama yolunda aradı.”379 sözleri bu manada bir eleştiridir. Karakoç’un 1960 sonrasındaki diğer faaliyetleri de edebî alandaki yayınlarıdır. Bu dönemde edebî ve fikrî alandaki en önemli adımı, yukarıda da bahsettiğimiz gibi Diriliş dergisidir. Şair bu dergiyle 1960 sonrası Türk edebiyat ve fikir hayatında kendine özgü, güçlü bir yer edinmiştir. Bunun dışında zaman zaman Büyük Doğu, Düşünen Adam ve A gibi dergilerde az da olsa şiir ve yazılar yayımlamıştır. 1960 sonrasında pek çok fikrî eser de kaleme aldığı ve bunlardan yer yer “Hâtıralar”ında söz ettiği görülmektedir. Şair özellikle 1967’de kaleme aldığı Hızırla Kırk Saat’ten sonra kendi, özgün şiirini bulmuş; benden bize, tüm İslam dünyasına, tarihine ve coğrafyasına açılmış; bir medeniyet şiiri inşa etmiştir. Sonuç Şüphesiz bu “Hâtıralar” 1933’ten 1974’e kadar Türkiye’nin siyasi, sosyal ve edebî manzarasını Müslüman bir aydının gözüyle tasvir ediyor. Karakoç, yazdıklarında inkılaplar, Tek Parti Dönemi, İkinci Dünya Savaşı yılları, Demokrat Parti, 27 Mayıs Darbesi, Adalet Partisi, Süleyman Demirel, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi ve Necmettin Erbakan’a dair önemli tespit ve tahliller yapıyor. Özellikle DP dönemine, AP, MNP ve MSP’ye dair yaptığı tespit ve yorumlar siyasi-sosyal açıdan çok önemlidir ve tartışmaya açıktır. “Hâtıralar”ın bir başka önemli yönü Şair’in hayatı hakkında önemli bilgiler içermesidir. Okur, bu metinlerde Karakoç’un yaşadığı coğrafya, aile muhiti ve beslendiği kültürel kaynaklar hakkında bilgiler bulacak, bu bilgiler Şair’in eserlerini tahlilde anahtar işlevi görecektir. “Hâtıralar”da dikkat çeken bir başka konu, yazarın devrin edebiyat ve basın dünyasına dair tanıklıklarıdır. Bu minvalde özellikle milliyetçi, muhafazakâr/mukaddesatçı matbuata ve bazı kişilere dair verdiği bilgiler, edebiyat ve basın tarihi açısından önemlidir. 379 Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 8. SEZAİ KARAKOÇ KİTABI 101 Bütün bunlara bir de mesleği dolayısıyla Anadolu’nun değişik yörelerine yaptığı seyahatlerde “Hâtıralar”a yansıyan “Anadolu gözlemleri”ni eklemek gerekir. Anadolu’daki hayata dair bu gözlemler de ayrıca önemlidir. “Hâtıralar”dan anlaşıldığı kadarıyla Karakoç; kırılgan, içe dönük ve nazik bir mizaca sahiptir. Zaman zaman Necip Fazıl’a kırıldığı, sitemler ettiği dikkat çeker. Bu kırgınlığı, Bloom’un Etkilenme Endişesi adlı kitabında belirttiği halef-selef münasebeti açısından -halefin şahsiyetini bulma süreci içindedeğerlendirmek gerekir. Karakoç’un bu minvalde Diriliş’i terk eden bir grup yazar ve şaire de çok kırıldığı anlaşılmaktadır. Sitem ve eleştirilerinden yer yer Mehmet Şevket Eygi, Fethi Gemuhluoğlu, Cemal Süreya da nasibini almıştır. Ancak her şeye rağmen asla nazik dili terk etmemiş, Müslüman bir aydın olarak devrini, tanıdığı şahsiyetleri kendince değerlendirmeye çalışmıştır. Son olarak şunu da belirteyim, bu “Hâtıralar” Şair’in şiirleri ve diğer eserleri için de bir anahtar vasfı taşımakta, sanatındaki gelişme evrelerini tespit açısından da önemli veriler sunmaktadır. “Hâtıralar”ın en önemli yönü ise bence “Diriliş hareketi”nin doğuş ve gelişim hikâyesini anlatmasıdır… 102 GULZAR MAMMADOVA