Mütefekkir Şair
SEZAİ KARAKOÇ
KİTABI
Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları
Kitap No: 83
Mütefekkir Şair
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
Koordinasyon
Sertaç Güleç
Nurullah Yaldız
Hazırlayanlar
Asım Öz
Aykut Ertuğrul
Düzelti
Beyza Türkyılmaz
Kitap Tasarım
Abdüsselam Ferşatoğlu
ISBN
978-625-99034-5-3
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
Sertifika No: 20640
1. Baskı,
İstanbul, Kasım 2023
Baskı, Seçil Ofset
100. Yıl Mahallesi Massit Matbaacılar Sitesi
4. Cadde No:77 Bağcılar, İstanbul
Sertifika No: 44903
Mütefekkir Şair
SEZAİ KARAKOÇ
KİTABI
Hazırlayanlar
Asım Öz
Aykut Ertuğrul
İÇİNDEKİLER
9
SUNUŞ
BİRİNCİ BÖLÜM
HAYAT, HATIRAT VE MATBUAT
13
SEZAİ KARAKOÇ’UN HAYATININ ANA ÇİZGİLERİ
GÜLŞEN ÖZER
47
HATIRALARIN IŞIĞINDA SEZAİ KARAKOÇ
GULZAR MAMMADOVA
103 SEZAİ KARAKOÇ VE MARMARA KIRAATHANESİ
CEM SÖKMEN
111 SEZAİ KARAKOÇ: BİR MONOGRAFİYE SIĞMAYAN HAYAT
METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU
127 SEZAİ KARAKOÇ’U ASLİ YURDUNA UĞURLARKEN
MEHMET ÂKİF AK
135 SEZAİ KARAKOÇ’LA HATIRALAR
ÂLİM KAHRAMAN
141 GÜNLÜKLER, HATIRALAR (1983-2010)
MUSTAFA KİRENCİ
179 ‘SEZAİ AĞABEY’İN GÖZÜNDEN ‘ÜSTAT NECIP FAZIL’A
BAKMAK:SEZAİ KARAKOÇ’UN HATIRALARINDA NECİP FAZIL
YASİN BEYAZ
İKİNCİ BÖLÜM
DÜŞÜNCE, SİYASET VE İSLAMCILIK
197 TÜRKİYE’NİN SAYILI SIRADIŞI ENTELEKTÜELLERİNDEN BİRİ:
SEZAİ KARAKOÇ
KURTULUŞ KAYALI
207 SEZAİ KARAKOÇ DÜŞÜNCESİNİN TEMEL PARAMETRELERİ
BEDRİ MERMUTLU
213 SEZAİ KARAKOÇ’UN KADERİ DÜŞÜNMESİ:
“MASAL” ŞİİRİ VE “YEŞİL SARIKLI ULU HOCALAR”
FERİDUN YILMAZ
221 İSLAMCI BİR DÜŞÜNÜR VE EYLEM ADAMI OLARAK
SEZAİ KARAKOÇ
ALEV ERKİLET
227 SEZAİ KARAKOÇ’UN EKONOMİK STRÜKTÜRÜ
TEMEL HAZIROĞLU
249 SEZAİ KARAKOÇ VE DİRİLİŞ’İ
ÜMİT AKTAŞ
267 ALINYAZISI SAATİ’NDE ŞEHİR TAHAYYÜLÜ
YILDIZ RAMAZANOĞLU
275 ŞAİRİN BİR ENTELEKTÜEL OLARAK PORTRESİ
KENAN ÇAĞAN
295 MEDİNE NOSTALJİSİNDEN MEDENİYET ÜTOPYASINA SEZAİ KARAKOÇ
BEDRİ GENCER
327 YİTİK CENNET: ÜTOPYA MI GERÇEK Mİ?
DÜŞÜŞTEN DİRİLİŞE SEZAİ KARAKOÇ’TA MEDENİYET MESELESİ
EMRULLAH KILIÇ
349 “TÜRKİYE, TÜRKİYEMİZ, TÜRKİYELERİ”: SEZAİ KARAKOÇ’UN SİYASAL
DÜŞÜNCESİNDE BİRER İSLAMİ VARLIK SFERİ OLARAK TÜRKLÜK VE TÜRKİYE
İDİRİS DEMİREL
369 SEZAİ KARAKOÇ VE TÜRKİYE’DE SAĞ SİYASET
MAHMUT HAKKI AKIN
381 SEZAİ KARAKOÇ DÜŞÜNCESİNDE KİMLİK VE SİYASETİN ONTOLOJİK İLİŞKİSİ
HARUN AKDEMİR
397 SEZAİ KARAKOÇ’UN TEFEKKÜR MİRASINDA İSLAMCILIK
KAMİL ERGENÇ
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ŞİİR SAĞANAKLARI VE EDEBİYAT ÜZERİNE
413 SEZAİ KARAKOÇ BİR İKİNCİ YENİ ŞAİRİ MİDİR?
ALÂATTİN KARACA
437 “GÜNDÜZÜ BİR GÜL GİBİ AKŞAMI BÜLBÜL GİBİ” SARIP SARMALAYAN…
TURAN KARATAŞ
447 LEYLÂ İLE MECNUN MERKEZİNDE
SEZAİ BEY, MEHMET ÂKİF, FUZULÎ ÜÇLÜSÜ
NECMETTİN TURİNAY
455 ŞİİRİN REJENERASYONU KÜRSÜSÜNDE SEZAİ KARAKOÇ’UN POETİK TERCİHİ
CELÂL FEDAİ
467 SEZAİ KARAKOÇ’UN ŞİİRLERİNDE UYGARLIK
SELÇUK TÜRKYILMAZ
475 SEZAİ KARAKOÇ’UN ETKİNLİĞİ VE ETKİLERİ
HAYRİYE ÜNAL
489 SEZAİ KARAKOÇ’UN ŞİİRİNDE KURUCU UNSUR: SEVGİLİ ALGISI
OSMAN ÖZBAHÇE
529 İKİNCİ YENİ ŞAİRLERİNİN BAKIŞIYLA SEZAİ KARAKOÇ
BEYHAN KANTER
541 ÖFKE VE TERBİYEYLE KONUŞAN ÖZNENİN ŞİİRİ:
“ÖTESİNİ SÖYLEMEYECEĞİM”
ALİ K. METİN
551 MODERN TÜRK ŞİİRİNDE SEZAİ KARAKOÇ AÇIKLIĞI
ÖMER ERDEM
557 MONNA ROSA’DAN TAHA’NIN KİTABI’NA:
SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRİNDE ARAYIŞ VE SIÇRAYIŞ CEHDİ
ALİ EMRE
565 SEZAİ KARAKOÇ’TA YILDIZLI GÖĞÜN GÖRÜNÜMLERİ
ZAFER ACAR
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
SANAT MESELELERİ
613 DİRİLİŞ DÜŞÜNCE VE ESTETİĞİNDE BÜTÜNLÜK:
KAVRAM-İMGE MÜTEKABİLİYETİ
MÜNİRE KEVSER BAŞ
629 DİRİLİŞ, TECDİT VE GELENEK
AHMET MURAT ÖZEL
635 SEZAİ KARAKOÇ HANGİ GELENEK?
GÜNEŞ İMAJI ÜZERİNDEN BİR DEĞERLENDİRME
ERTAN ÖRGEN
647 SEZAİ KARAKOÇ’UN ÖYKÜLERİNDE
GERÇEKÜSTÜCÜLÜK VE BÜYÜLÜ GERÇEKÇİLİK YAKLAŞIMI
NECİP TOSUN
665 ŞİİRDE AKAN RESİM: SEZAİ KARAKOÇ ŞİİRİNDE GÖRSEL SANATLAR
TURGAY ANAR
681 SEZAİ KARAKOÇ’TAN FİLM SANATININ METAFİZİĞİNE DAİR
İLHAMLAR, YAKLAŞIMLAR
ENVER GÜLŞEN
691 SEZAİ KARAKOÇ’UN ARAP EDEBİYATINDAN ÇEVİRİLERİNİN
DEĞERLENDİRİLMESİ
MEHMET HAKKI SUÇİN
BEŞİNCİ BÖLÜM
MÜTEFEKKİR ŞAİRİN DÜNYASI VE ÖTESİ
707 SEZAİ KARAKOÇ’UN ŞAİRLERİ
FAZIL GÖKÇEK
721 HAKİKAT VE KÖKLER: SEZAİ KARAKOÇ’UN EĞİTİM FELSEFESİ ÜZERİNE
MEHMET FURKAN ÖREN
737 DENEME YAZARI OLARAK SEZAİ KARAKOÇ’UN BİLGİYİ YORUMLAMA
BİÇİMİ VE DENEMELERİNE YANSIYAN SANAT GÖRÜŞÜ
YUNUS EMRE ÖZSARAY
751 SEZAİ KARAKOÇ’UN MEDENİYET ANLAYIŞINDA
KURUCU BİR UNSUR OLARAK TASAVVUF VEYA DİRİLİŞ’TE
YAYIMLANMIŞ TASAVVUFİ ÇEVİRİYAZILARIN ZAMİRİ
YUSUF TURAN GÜNAYDIN
761 SEZAİ KARAKOÇ’TA DİRENİŞ KAVRAMININ POLİTİK AÇILIMLARI
İBRAHİM DURMAZ
777 SEZAİ KARAKOÇ’UN HATIRALARINDAKİ ŞEHİR ALGISI,
ŞEHİRLER VE İSTANBUL
MUSTAFA BAŞPINAR
791 SEZAİ KARAKOÇ’UN TARİH ANLAYIŞI
GÜNGÖR GÖÇER
809 POSTKOLONYALİZMİN SONU MADUNUN DİRİLİŞİ
FAİZULLA TOLTAY
819 İSİM DİZİNİ
SUNUŞ
Kıymetli okurlar,
16 Kasım 2021 tarihinde vefat eden üstat Sezai Karakoç öyle sanıyorum ki
onu tanıyan her kişinin hayatına şiirleri, yazıları, düşünceleriyle hatta daha
şanslı olan “mahcup ve onurlu çocuklara” doğrudan üstatlık, arkadaşlık,
ağabeylik ederek müdahalede bulunmuştur. Çağdan aldığı ilhamla büyük
dönüşümler yaşayan dünyamızda insanın varoluş gerçeğini hatırlattığı için
adı daima hürmet ve muhabbetle anılmıştır. Doğrusu tarifi zor, bütünüyle
satırlara dökülemeyen bir bağdır söz konusu olan.
Sadece bu bilgi ve manzara, bize şunu gösterir: O, ömrünün son yıllarında adı kim bilir belki olması gerekenden fazla bir vurguyla, uzletle anılsa
da hayatın, eylemin, davanın, edebiyatın, matbuatın tam merkezinde bir
hayat sürmüştür. Medeniyetimizin yaşadığı büyük kriz karşısında ümitsiz
bir tablo çizmeden, hayat veren, sarsarak müjdeleyen bir perspektifle diriliş mefkûresini anlatmak, yaymak, zihinlerde ve gönüllerde yeşermesini
sağlamak için şiirler, yazılar yazmış, dergiler çıkarmış, konuşmalar yapmış
hatta partiler kurmuştur. Denilebilir ki Karakoç gerek insanlara dönük gerekse münzevi yanıyla kültür hayatımızda önemli bir açılım yapan özgün
bir duruştur.
Hiç şüphesiz hayatıyla ve yaptıklarıyla Sezai Karakoç’u konuşmak Türkiye’nin, ölüm-kalım savaşı veren İslam âleminin ve dünyanın yaşadığı birkaç
yüzyıllık siyasi, kültürel ve fikrî macerayı konuşmakla aynı anlama gelir.
Kendine özgü üslubuyla yazdıklarının, naif ve içli sesiyle kültürel bir eksende medeniyet perspektifiyle dile getirdiği hakikatlerin birkaç nesli kuşattığını, şiirlerinin, düzyazılarının, varlık tasavvurunun, birikiminin daha
uzun süre etkisini sürdüreceğini söylemek mümkündür. Açıkçası Zeytinburnu Belediyesi olarak vefatının seneidevriyesinde merhum üstatla ilgili
bir sempozyum planlamamızın sebebi bu büyük entelektüel çabayı hatırlayıp anlamaya çalışmaktı. Zira o düşünceyle sanatı bir arada mütalaa etmiş, birini diğerine feda etmeden her iki sahada da değerli eserler ortaya
koymuş bir mütefekkir şairdi. Bu sebeple gerek sempozyumdaki tebliğlerde
gerekse daha sonra kitaba eklediğimiz yazılarda estetik-poetik donanımıyla düşüncesini ayrıştırmamaya özen gösterdik. Hâliyle şiiri yanında diriliş
çizgisindeki hikâyeleri, düşünce yazıları, denemeleri, incelemeleri, günlük
yazıları gibi verimlerine özellikle dikkat çekildi.
Şunun da altını çizmek istiyorum: Üstat, bir sözü, bir meselesi, bir düşüncesi, bir davası olan her büyük mütefekkir gibi iddiaları gereğince yaşamak ve
en çok da anlaşılmak ve düşüncesinin kendinden sonraki nesillerde hakkıyla aksülamel uyandırmasını istiyordu. Çünkü o yenileyici bir muştu, tazeleyici bir sevinç ve ruh ikame edici büyük bir ümitti. Mütefekkir şairin üzerimizdeki hakkını yâd etmek, onu elimizden geldiğince anlamaya çalışmak ve
hiç unutmamacasına hatırlamak gerekir. Hatırlayacağız çünkü üstat, Unutuş
ve Hatırlayış kitabında şöyle söylüyor; “Sen, dirilişi hatırladığın zaman, eşyanın metafizik daman kabarır ve hakikati işaretleyen fizik ötesi nabzı atar.
[…] Sen dirilişi hatırladığın zaman şehirlerde, büyük şehirlerde bir uğultu.
Sen dirilişi hatırladığın zaman denizde bir dalgalanış, bir dalgalanış. Sen
dirilişi hatırladığın zaman diriliş de seni hatırlayacaktır. […] Sen, dirilişi andığın zaman, hatırat, hatırat ol maktan çıkıp yeniden yaşama demek
olur. Unutulmuş hatıra kılınan, gerçekte yaşanan realite olması gerekendir.
Bunu, sen dirilişi, o fizik ötesi dirilişi, o tarihsel dirilişi, o toplum dirilişini, o
tarihî-sosyolojik dirilişi, yani medeniyet dirilişini katbekat hatırladığın vakit, daha iyi öğrenip anlayacaksın.” Öyleyse, umuyor ve diliyorum ki elinizdeki kitapta yer alan metinler hem bize sanatta çığır açan Sezai Karakoç’u
ve felsefi, sosyolojik tezleri ile tarihe, medeniyete, sosyal hayata, kültüre,
siyasete teklifler sunan dirilişi hatırlatacak hem de onu anlayıp çoğaltarak
üzerimizdeki hakkını teslim edecektir.
Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezimiz kültür, sanat ve düşünce dünyamızı zenginleştiren kıymetli isimleri bütünlüklü bir şekilde hatırlamayı sürdürüyor. Kültür merkezimizin açıldığı 2009 yılından beri hep birlikte inşa
ettiğimiz bu birikimin ne kadar değerli olduğunu her geçen gün daha iyi
idrak ediyoruz. Bu vesileyle Sezai Karakoç’u minnetle, rahmetle yâd ediyorum. Elinizdeki kitabın onu hatırlama ve anlama sürecine katkı sağlamasını, düşünce dünyası ve şiir estetiği odaklı daha derinlikli ve kapsamlı yeni
araştırmalara/incelemelere kapı aralamasını diler, eserin ortaya çıkmasında
emeği geçen herkese canı gönülden teşekkür ederim.
Ömer Arısoy
Zeytinburnu Belediye Başkanı
HATIRALARIN IŞIĞINDA
SEZAİ KARAKOÇ
GULZAR MAMMADOVA
Giriş
Sezai Karakoç, Diriliş’te 27 Temmuz 1988-5 Şubat 1992 tarihleri arasında
yayımlanan ve 1933-1974 yılları arasını kapsayan “Hâtıralar”ında hayatını,
ailesini, öğrenim gördüğü okulları, yaşadığı coğrafyayı, bu yıllar arasındaki siyasi ve sosyal atmosferi, inkılap ve Tek Parti Dönemi’ni, DP’li yılları,
27 Mayıs Darbesi’ni, edebî ve fikrî faaliyetlerini, memuriyet hayatını, dindar-muhafazakâr basını, AP, MSP ve MNP ile ilgili görüşlerini anlatır. Bu
bakımdan “Hâtıralar” öznel de olsa bir belge niteliğindedir. Hatta yer yer
kimi edebî eserlerinin ve şiirlerinin nasıl ve niçin yazıldığına dair anahtar
bilgiler vermesi itibarıyla da ayrı bir değer taşır.
Biz bu metinde “Hâtıralar”ı Diriliş dergisinden okuduk. Ancak çalışmamızı
bitirirken bu metinler iki cilt hâlinde (Hâtıralar, I-II, Diriliş Yayınları, İstanbul 2022) basıldı. Bu vesileyle söz konusu kitap hakkında da birkaç cümle
söylemek istiyorum. Görüldüğü kadarıyla eserde, metinlerin sonunda derginin künye bilgileri verilmemiştir. Sonda da yer, şahıs, eser ve süreli yayın
adlarının bulunduğu bir dizin yoktur. Bunları bir eksiklik olarak görüyorum. Ayrıca asıl metne müdahale edilmeksizin gerektiği yerlerde dipnotlarda birtakım açıklamalar yapılsa daha iyi olurdu.
Bir bütün olarak değerlendirildiğinde Karakoç’un “Hâtıralar”ı şu üç dönemde ele alınabilir:
1.
2.
3.
Dönem: Doğumundan Üniversite Yıllarına Kadar (1933-1950)
Dönem: Üniversite, DP’li Yıllar, Diriliş ve Darbe (1950-1960)
Dönem: Darbe Sonrası, AP, MNP, MSP (1961-1974)
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
47
1. Doğumundan Üniversite Yıllarına Kadar (1933-1950)
1.1. Aile
Her insan dünyaya gözünü açtığında ilk olarak ailesini görür ve onları örnek
alır. Çocuğun ilerideki hayatının, duygu ve düşünce dünyasının şekillenmesinde anne, baba, dede, nine ve diğer aile büyükleri önemli rol oynar. İnsan,
diğer faktörler yanında aile büyüklerinin yönlendirmeleriyle de bir şahsiyete sahip olur. Onların anlattığı hikâyeler, davranışları, üslupları, çocuğun
mizacının oluşumunda etkilidir. Mütevazı bir ailede dünyaya gelen Sezai
Karakoç “Hâtıralar”ında belki de bu yüzden anne ve babasını, dedesini,
ninelerini, halasını, amcasını ayrı ayrı anlatır ve böylece yetiştiği çekirdek
muhit hakkında bilgiler verir. Bu aile muhiti daha sonra çeşitli şiirlerine de
değişik imgeler hâlinde yansımıştır.
Dede Hüseyin Efendi
Karakoç “Hâtıralar”ında dedelerini hiç görmediğini söyler. Onların kim olduklarını, mizaçlarını, nasıl insanlar olduğunu merak etse de büyüklerinden
duyduğu bazı bilgilerle yetinir. Baba tarafının sipahi ağalarından olduğunu,
savaşlara katıldığını ve kendilerine beratlarla tımar bağlandığını belirten Şair;
dedesi Hüseyin Efendi’nin Plevne Savaşı’na katıldığını, Gazi Osman Paşa’nın
takdirini kazandığını ve “son derece özellikli bir insan”1 olduğunu belirtir.
Onu yiğit, “parlak zekâsı, güçlü hafızasıyla kendini yetiştirmiş; kendine mahsus bir kişiliği olan; sözü, konuşmasıyla dikkati çeken; davranışlarıyla da samimi ve haksızlığa tahammül edemeyen bir insan”2 olarak tarif eder. Dedesinin
yiğitliklerinin, korkusuzluğunun yanı sıra “Dedemin asıl özelliği konuşması,
akla gelmeyen soruları, muammaları çözmesi, kızgınlığı falandır. Bir vali paşa
(Diyarbakır valisi) Ergani’ye geldiğinde dedemi davet edermiş. Sohbet ederlermiş.”3 cümleleriyle başka özellikleri hakkında da birtakım bilgiler verir.
Baba
Şair’in babası Yasin Efendi üç erkek, üç kız çocuğundan oluşan kalabalık
bir ailede dünyaya gelir. İlkokulu bitirip biraz da medrese eğitimi aldıktan
sonra küçük yaşta iş hayatına atılmış, ticaret ve kahvehane işletmeciliği
yapmıştır. Ağabeylerinin asker olduğu dönemde kısa bir müddet ticaretle
uğraştıktan sonra asker olmuş ve sonra tekrar ticarete dönmüştür. Karakoç
“Hâtıralar”ında Ergani’ye ticareti ilk olarak babasının getirdiğini söyler.
Hayatı boyunca zahmetli işler yapan Yasin Efendi, Birinci Dünya Savaşı’n-
48
1
Sezai Karakoç, “Hâtıralar X”, Diriliş, 10 (26 Eylül 1988), s.11.
2
Sezai Karakoç, “Hâtıralar X”, Diriliş, 10 (26 Eylül 1988), s.11.
3
Sezai Karakoç, “Hâtıralar VIII”, Diriliş, 8 (12 Eylül 1988), s. 11.
GULZAR MAMMADOVA
da Kafkas Cephesi’nde savaşırken Ruslara esir düşer ve iki senelik esaret
hayatında Rusça öğrenir. Bu bilgiler, baba hasretiyle yanıp tutuşan Şair’in
şiirlerine şöyle yansır:
Babam düşünmüştü bir vakitler Bedir’i
Hendek’i, Uhut’u Huneyn’i
Mekke’nin alınışını
Rusya’da esirken
Birinci Cihan Savaşı’nda.4
Ticaretten dolayı bir dönem zengin olan Yasin Efendi, daha sonra tüm servetini kaybeder. Eski hâline dönmek için türlü girişimde bulunsa da başarılı
olamaz. Bununla ilgili olarak Karakoç “Hâtıralar”ında “Bir güzde, bir köyde birçok bağları kiraladık. Buna Ergani’de “yüzünü almak” denirdi. Yani o
yıla ait mahsulü almış olurdunuz. Üzümler toplandı. Pekmez yapıldı. Bir
süre köyde kaldık. O pekmezler Adana’ya tüccara gönderildi. O da iade etti.
Pekmezler bozuldu. Birçok zararımız oldu. O yıllar hep babamım kaybettiği zenginliğinin yapılan bir işle geri geleceğinden umutlanıp dururduk.
Fakat, hiçbir zaman geri gelmedi eski günler. Bütün çalışmalar, kalabalık
ailenin geçimi için oldu.”5 der.
Şair; babasını imanı kuvvetli, ibadetlerini ihmal etmeyen, İslam’ı tek ideal
olarak düşünen, beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, yaşamını Müslümanca sürdüren biri olarak anlatır. “Hâtıralar”dan Yasin Efendi’nin yöredeki tarikat erbabı ile de irtibatı olduğu anlaşılır. Şair bunu “Tarikatlara büyük
saygısı vardı. Ancak bir tarikata mensup görünmezdi yani devam ettiği bir
şeyh, bir topluluk yoktu. Ancak, kendi iç âleminde bağlı olduğu bir yer varsa onu bilmiyorum. Sabah namazından sonra duaları vardı. Hiçbir şeyhlik,
hocalık iddiası yoktu. Nafile oruç ya da namazları, tesbihleri, virdleri de
yoktu.”6 sözleriyle belirtir.
Sezai Karakoç’un mizacının, fikirlerinin ve hayata bakış açısının şekillenmesinde babasının büyük bir etkisi olduğu kesindir. Onun “samimi, gösterişsiz bir dindar”7 olması “Yalanı, hileyi asla sevme[memesi]”8, “Bir yerde, bir
tahakküm, bir haksızlık görse, orada başı derde de girse mutlaka müdafaa
et[mesi]”9 şairin ilerideki yaşamını ve kişiliğini etkileyen temel etmenlerdir.
4
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, İstanbul: Diriliş Yayınları, 2020, s. 278.
5
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 14.
6
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 9.
7
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 9.
8
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 9.
9
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 9.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
49
Karakoç, şiiri sevmese de babasının hafızasında birtakım şiirler olduğunu
ve bunları yeri geldiğinde söylediğini, sohbetinin samimi ve etkileyici olduğunu vurgular ve onun bu yönlerini “Sohbeti, tabii ve samimi olduğundan,
tesirliydi. Mübalağası yoktu, tecrübesi hissedilirdi konuşmalarında. Bir gün
bir trende bir adam babamı dinlerken dalıp gitmiş, ineceği istasyonu kaçırmış. Gençlerden biri de bir gün; “amca öyle konuşuyor ki ölüme git dese,
insan gidebilir”10 cümleleriyle anlatır.
Annesinin vefatından altı yıl sonra babası Yasin Efendi’yi kaybeden Karakoç, onun hayatını kısaca: “Osmanlı devrinin sonu, savaş, isyan, İkinci
Dünya Savaşı yılları, pahalılık, kıtlık, kalabalık aile, ölümler, hastalıklar servet kaybı vb.”11 cümlesiyle özetler.
Baba, daha sonra şairin “Kış Anıtı”, “Hızırla Kırk Saat” gibi şiirlerine de
konu olmuştur.
Anne
Karakoç anne tarafının nereden geldiği ve kimler olduğu konusunda fazla
bir bilgiye sahip değildir. Annesini kaybettiği güne kadar hiç kimseden bu
konuyla ilgili kesin bir bilgi elde edemez. Annesi öldükten birkaç yıl sonra
babasına anne tarafının soyunu sorduğunda “O kadar büyük ki söylenemez.”12 cevabını alır. Daha öncesinde yine babasından duyduğu “ kendileri
eski Ergani’de (yani dağın zirvesinde değil de tepelerinden birinde) yaşarlarken o dedelerim, tam zirvedeki kale içinde oturmaya devam ediyorlarmış. Erganililere göre uzun boylu insanlarmış. Kıyafetleri de değişikmiş,
yeşil sarıklı falan imişler. Genellikle dağın doğu yamacındaki bahçelerin
onların olduğu anlaşılıyor. O bahçelerin bir kısmı büyük annemin idi.”13
bilgileriyle yetinmek zorunda kalır.
Annesinin ismi Emine’dir. Şair, “Herkes annesini sever, onu azizleştirir.”14
der. O da herkes gibi hayatı boyunca annesine karşı büyük bir sevgi ve hayranlık duyar. Annesi Emine Hanım’ı hiç kimseyi kırmayan, kimsenin aleyhinde konuşmayan, duygularını dışa yansıtmayan, sonsuz hoşgörülü, zayıf,
ince ruhlu, Yunus Emre’nin ilahilerindeki saflıkla dolu, hayatı boyunca ailenin işlerini o zayıf vücuduyla karşılamaya çalışan15 biri olarak tasvir eder.
50
10
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVIII”, Diriliş, 18 (21 Kasım 1988), s. 10.
11
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XIX”, Diriliş, 19 (28 Kasım 1988), s. 8.
12
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XII”, Diriliş, 12 (10 Ekim 1988), s. 12.
13
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XII”, Diriliş, 12 (10 Ekim 1988), s. 12.
14
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XIII”, Diriliş, 13 (17 Ekim 1988), s. 10.
15
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XIII”, Diriliş, 13 (17 Ekim 1988), s. 11.
GULZAR MAMMADOVA
Şaire göre kimse annesinin aleyhinde kötü konuşmamıştır. Anne onun
gözünde tarif edemeyeceği kadar mükemmel bir varlıktır, bundan dolayı
birçok şiirinin de ana teması olmuştur. Karakoç’un kaleme aldığı “Monna
Rosa” şiirinde anne teması göze çarpar ve şiirde anne ilk olarak ocak başında, ateş önünde görünür.
Bir odun parçası aydınlatır ocağı.
Anne ateşin önünde perişan,
Anne ateşin içinde hür…16
Ayrıca, “Hızırla Kırk Saat”in şu mısralarında da bir anne karşımıza
çıkmaktadır:
Çocukluğumda öğretmişti annem
Aldanışı aşmayı
Köprüden düşmemeyi
Saçaklarda kolaylıkla gezmeyi,
Yılan zehrini
Çatlamış dudaklarla emmeyi17
Sezai Karakoç 1956 yılında İstanbul’da maliye müfettişiyken ailesi de İstanbul’a göç eder fakat bu, ailesi için çeşitli olumsuzluklara da zemin hazırlar. Emine Hanım, kimseye söyleyemediği sıla hasreti ve hastalığı sebebiyle 1957 yılında bu dünyadan göç eder. Karakoç bu zor günleri “Annemin
vefatı, ailemiz için büyük darbe oldu. Bunalımlı kardeşim, âdeta bundan
kendini sorumlu tuttuğu için durumu daha kötü oldu. Babam yaşlı, ben
ve kardeşlerim erkek çocuklar olduğumuzdan, âdeta öyle ortada kaldık.”18
cümleleriyle dile getirir.
Emine Hanım’ın vefatıyla aile bir hayli sarsılır ve bir daha da toparlanamaz.
Onun ölümü şair için âdeta büyük bir yıkım olur. Hayata bakışı değişir. O
zamana kadar şiirlerine yoğun olarak girmeyen “ölüm”, artık şiirlerinin ana
temalarından biri olur. Metafizik bir içerik kazanan şiirleri fizikötesini kurcalama psikolojisi de eklenerek karmaşık bir hâl alır. Annesinin ölümünden
büyük ıstırap duyan Karakoç, “Yoktur Gölgesi Türkiye’de” şiirindeki:
Sabahları gün doğmadan uyanır
Dilini yutacak olur içi kanlanır
Gün boyu çalışır aydınlanır
Kaderini anlarsanız size ne mutlu
16
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 242.
17
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 242.
18
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 7.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
51
Acır fakir çalışan kadınlara
Titrer bir gönül kıracak diye hanım dizi
İncedir billurdandır yoktur gölgesi Türkiye’de
Bir meçhul Meryem değil ama kutlu
Gözlerine baksanız erirsiniz kar gibi
Elinizi sallasanız rüzgârından sallanır
Bir geyik olur sizi arar melül ve bakır
Görür gibi uyur konuşur gibi susar güler ağlar gibi19
mısralarında annesine olan özlemini, onun mizacını ve mükemmel bir insan olduğunu dile getirir.
Hala
Sezai Karakoç, “Hâtıralar”ında üç halasının olduğundan bahseder. Fakat o
daha doğmadan büyük ve küçük halaları vefat etmişlerdir. Sadece ortanca halası olan Esma Hanım’ı görür. Esma Hanım, üç kez evlilik yapmış ve
1965 yılına kadar yaşamıştır. Oldukça zengin bir hayat sürdüğünden tüm
mal varlığını ziyafet ve benzeri ağırlamalarla tüketir. Bazı arazilerini de sağlam belgesi olmadığından başkaları işgal eder, o da bu sebeple mahkemelere başvurur fakat hiçbir sonuç elde edemez. Şair “Hâtıralar”ında halasını
“Halam, kuşluk namazını kılar, teravihlerde camiye gider, tesbihler çekerdi.
Mekke’yi, Arafat Dağı’nı, Kâbe’yi gösteren büyüteçli bir yüzüğü vardı (Hac
yüzüğü)”20 cümleleriyle anlatır.
Amcaları Halil ve Kasım Efendi
Karakoç, “Hâtıralar”ında iki amcasını da gördüğünü söyler. Büyük amcasının ismi Halil, küçüğünki ise Kasım’dır. Halil Efendi, uzun yıllar askerlik
yapmış, daha sonra jandarma sınıfına geçerek çavuşluk, karakol komutanlığı görevlerinde bulunmuş, “Güneydoğu Anadolu’da, Osmanlı Devleti’nin
son zamanlarında, Birinci Cihan Harbi yıllarında ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında iç güvenlik görevinde çalışmış.”21tır.
Şair, Halil Efendi’nin, görevleri sırasında birçok yiğitlik yaptığından ve idareciliğindeki becerilerinden de bahseder, onun mütevazı bir hayat sürdüğünü ve yaşlılığında zamanının çoğunu bahçe işleriyle uğraşarak geçirdiğini
belirtir. Bunun yanı sıra Kur’an-ı Kerim okuduğunu ve gençliğinde güzel
19
52
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 82.
20
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVI”, Diriliş, 14 (24 Ekim 1988), s. 10.
21
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVI”, Diriliş, 14 (24 Ekim 1988), s. 10.
GULZAR MAMMADOVA
bir sesi olduğundan musikiyle de ilgilendiğini22 söyler. Amca, 1963 yılında
vefat eder.
Karakoç’un küçük amcası Kasım Efendi de asker olup Kafkas Cephesi’nde
savaşlara katılmış ve esir düşmüştür.23 Yıllarca Rusya’da kaldığından Dağıstan’da evlenmiş ve 1930 yılına kadar Kafkasya’da yaşamaya devam etmiştir.
Daha sonra ise “eşini ve çocuklarını alarak önce İstanbul, sonra Ankara’ya,
oradan da Ergani’ye geli[r].”24, “şakayı, latifeyi seve[r]”25 ve gittiği her yerde
yiğitliğiyle tanınır.
Yukarıdaki bilgilerden anlaşılacağı üzere Sezai Karakoç; sade, mütevazı,
dindar ve kalabalık bir aile muhiti içinde yetişmiştir. Dedeleri, amcaları,
halası, babası ve annesi dürüstlükleri, yiğitlikleri, korkusuzluklarıyla tanınmanın yanı sıra daima Kur’an-ı Kerim okuyan, namazlarını aksatmayan,
oruç tutan, dinî sohbetler yapan ve İslam’ı çocuklarına öğretmeye çalışan
kimselerdir. Babasının gittiği her toplantıya oğlunu da götürmesi ve bunların dinî sohbet halkaları olması, ona dinî hikâyeler okuması Karakoç’un
mizacının ve karakterinin şekillenmesi açısından önemlidir ve bunlar sık
sık değişik imgeler hâlinde şairin şiirlerine yansımıştır. Nitekim şu mısralar
ailenin karakterini ve Karakoç’un çocukluğunda aldığı terbiyenin kaynaklarını göstermesi bakımından önemlidir:
Çocuklukta okunmuş cenk öykülerini
Hayber kapısının zorlanmasının kelimeler arasında
Kış geceleri babaya sorulan soruların
[…]
En son anda
Gelip kurtaran Ali hayalinin
Düldül’ün ayak tozunun
Zülfükâr ipeğinin
Kafkaslar’da
Savaşta ve tutsaklıkta26
Bu bölümü, şairin ailesini âdeta özetlediği “Kış Anıtı”ndan aldığımız şu
mısralarla bitirelim:
22
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XVI”, Diriliş, 14 (24 Ekim 1988), s. 11.
23
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XV”, Diriliş, 15 (31 Ekim 1988), s. 11.
24
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XV”, Diriliş, 15 (31 Ekim 1988), s. 12.
25
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XV”, Diriliş, 15 (31 Ekim 1988), s. 12.
26
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 280.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
53
Şu ellerinde kılıç sallayan babandır
Doğu çıbanları tarlalarının çiftçisi
İki cihan savaşının tek hamalı
Her ölümün yöresinde bir ışık gören
Şimşek aydınlığında saate bakan geceleri
Ömrü boyu yol yaptı kayalardan
Elmasla uygun evlere cam kesti
Yoksul evleri onunla pencerelendi
Her sokak onun eliyle çeşmelendi
Lambasız komadı odaları
Gömleksiz bırakmadı çocukları
Seraplara alıştırmadı kadınları
Yeniledi onları ama yeniliğe adamadı
Sonra anne kiraz hali kardeş teyze, dayı
Amca hala gelip olurlar bir bir kışın halkası27
1.2. Çocukluk Coğrafyası: “Dört Yıkılmışlık İçinde”
Ergani
1933 yılının baharında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelen Şair,
kendini “Öyle, diğer birçok yazar, şair gibi İstanbullarda tanınmış yazar, bilgin, şair ya da devlet adamı bir aileden gelme olarak doğmadım. Anadoluluyum, Güney Doğu Anadolu’danım. Ailemiz, halkımızın içinde diğer aileler
gibi bir aile. Ama yine birçok ailede olduğu gibi bu sadelik, bir görünüşten
ibaret.”28 cümleleriyle anlatır.
Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri olan Ergani, Diyarbakır’a giden
ana yolun üzerinde, Zülküfül Dağı’nın eteklerinde bulunan küçük bir kasabadır. Sezai Karakoç’un görmediği eski Ergani ise tamamen terk edilerek
harabeye dönmüş ve Selçuklu Sultanı Alaaddin’in yaptırdığı cami bile otlatılan hayvanların barınağı hâline gelmiştir. Karakoç “Hâtıralar”ında eski
Ergani’den geriye eski kültürden, eski yaşam şeklinden bir toz tanesinin bile
kalmadığını söyler. Yeni Ergani, eskiyle alakasını kesmek isteyen bir çağda,
yeniden var olmak için çırpınmaktadır âdeta. Çünkü o dönemde ülke eskiyi
unutmaya, tamamen inkâr etmeye ve elden geldiğince yok etmeye çalışan
bir rejimle karşı karşıyadır. Şair de dünyaya eskiyle bağlarının koparıldığı,
tarihten ve geçmişten en ufak bir iz taşımayan, yepyeni bir Ergani’de gözle-
54
27
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 159.
28
Sezai Karakoç, “Hâtıralar III”, Diriliş, 3 (8 Ağustos 1988), s. 11.
GULZAR MAMMADOVA
rini açar. Yeni Ergani’de dünyaya gelişini “şehrin yıkılmışlığı içinde doğuş”29
olarak niteler.
Eski kültürden koparılan bu küçük kasaba, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra küllerinden yeniden doğar. Sezai Karakoç da savaşın geride bıraktığı
siyasi, sosyal, ekonomik yıkıntıların içinde tüm zorluklara rağmen hayata
tutunmaya çalışan bir ailede dünyaya gelir. Bunu “mayıs ayının başlarında
bir gün dünyaya geldim. Üç dört yıkılmışlık içinde bir dünyaya geliş[ti]”30
ve annesinin deyişiyle “gülan ayında bir günde”31 sözleriyle ifade eder. Gülan ayı halk dilinde güllerin açıldığı ay anlamında kullanılmaktadır. Dört
yıkılmışlık içinde dünyaya gelen Sezai Karakoç, bu yıkılmışlıkları “Çağın
yıkılışı”, “Ülkemizin, devletimizin, milletimizin yıkılışı”, “Doğduğu şehrin,
Ergani’nin yıkılışı” ve “Ailenin yıkılmışlığı”32 olarak sıralar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun onuncu yılına denk geliyor Karakoç’un doğumu. Yıl 1933. O yıllarda tüm Türkiye, tıpkı Ergani’de görüldüğü gibi bu yeni düzene, yeni kültür ve Batılı hayat tarzına uymaya zorlanır.
Cumhuriyet devrinin en koyu yıllarıdır. Batılı tarzda yaşamaya zorlanan
halka birtakım kısıtlamalar getirilmiş, bu da halkta huzursuzluk yaratmıştır.
Karakoç, “Hâtıralar”ında o dönemde halka yapılan bazı baskılardan da söz
eder, Kur’an-ı Kerim’in gizli gizli okunduğunu33 söyler. Aynı dönemde camilerde ezan da Türkçe okunur ve kasabanın her tarafı “Tanrı uludur, Tanrı
uludur; Tanrıdan başka yoktur tapacak. Şüphesiz bilirim ve bildiririm Tanrı’nın elçisidir Muhammed”34 sözleriyle çınlar. Bu kısıtlamalar ve dayatmalar yanında yoksulluk ve geçim sıkıntısı da önemli sorunlardandır.35
Baskılara maruz kalan Erganililer zor da olsa asırlarca sahip oldukları kültürlerini korumaya çalışır. Ramazanlarda kasabada âdeta bir canlanma olur,
halk camiye koşar, teravih namazları kılınır.36 Düğünlerde ise türküler söylenir, oyunlar oynanır. Bu günleri Karakoç “Hâtıralar”ında şöyle anlatır:
Biraz Harput, biraz Urfa, biraz Diyarbakır karışımı. Sahurlarda Ramazan
davullarının çalınması; kış ortasında, yılbaşı kutlamasına benzer Loli
oyunu. Gençler Diyanizos korosunda olduğu gibi sakal bıyık takarlar, kış
kıyamette evlerin kapısını çalarlar. Kapı açılır; gelenler eve girip, holde
29
Sezai Karakoç, “Hâtıralar IV”, Diriliş, 4 (15 Ağustos 1988), s. 7-8.
30
Sezai Karakoç, “Hâtıralar III”, Diriliş, 3 (8 Ağustos 1988), s. 11.
31
Sezai Karakoç, “Hâtıralar III”, Diriliş, 3 (8 Ağustos 1988), s. 11.
32
Sezai Karakoç, “Hâtıralar IV”, Diriliş, 4 (15 Ağustos 1988), s. 7-8.
33
Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 10.
34
Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 10
35
Sezai Karakoç, “Hâtıralar III”, Diriliş, 3 (8 Ağustos 1988), s. 11.
36
Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 10.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
55
biraz halay çekerler. Onlara kış tatlıları ikram edilir; onlar da armağanlarını
alıp giderler.37
Karakoç’un anlattığına göre Ergani’nin kendine has geçim kaynakları vardır. Bunlardan biri de üzümcülüktür. Her güz tekrar edilen bağbozumları
Hâtıralarında geniş yer tutar. Şair bu hazırlıkları “Üzümler taşınır, sıkılır ve
‘bağ pişirme’ böylece başlamış olurdu”38 sözleriyle anlatır.
Karakoç “Hâtıralar”ında Ergani halkının günlük beslenmesinden de bahseder; “Kuşluk vakti, tarhanalı kavurmalı mercimek çorbası”, “Öğleyin peynir
ekmek, biber salamurası ya da pastırma […], akşamları ise “Bulgur ve mercimek”39 halkın temel gıdasıdır. Ayaz kış gecelerinde ise40 evlerine misafir
geldiğinde veya onlar misafir olarak başkalarına gittiklerinde “kış tatlıları
(sucuk, kesme, bastık, gibi isimleri vardı bu tatlıların)”41 yediklerini söyler.
Şair, doğduğu Ergani için o yıllarda “…kasabamızda, emniyet bakımından
sükûnet, ekonomi bakımından durgunluk, dinî açıdan zayıf bir gelenek yaşantısı, kültürel bakımdan da hemen hemen bir boşluk ve hiçlik vardı”42 der.
Ergani ve yöresi Karakoç’un şiirlerine de sık sık yansır, “Gül Muştusu V”
şiiri bunlardan biridir:
Dicle’yle Fırat arasında
Bir eski şehir cennet titremesi
Sarı güller çevirmiş dört yanını
Yabancı bir şehir gibi43
Maden ve Sonra Tekrar Ergani
Karakoç’un ailesi 1934’te Maden’e taşınır ve orada 3 yıl kaldıktan sonra
1937’de Ergani’ye dönerler. Dönüşte ilk olarak Ergani’de büyük annesinde
kalırlar. O sıralarda babası Ergani’de yan yana üç ev yaptırır. Sonra bu evlere taşınırlar.44 “Ev[lerinin] önü bağ, arkası bahçe[dir]. Güney[in]de Ergani
ovası uzanı[r].45” “Bahçe[den] kuzeye bakınca da Ergani’nin dağı, Zülkü-
56
37
Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 10.
38
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIX”, Diriliş, 29 (6 Şubat 1989), s. 10.
39
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 10.
40
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 10.
41
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 10.
42
Sezai Karakoç, “Hâtıralar VII”, Diriliş, 7 (5 Eylül 1988), s. 11.
43
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, 2020, s. 372.
44
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8.
45
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8.
GULZAR MAMMADOVA
fül Dağı…”46 görülür. Ergani kasabasında “Güneş doğduğu andan itibaren
uzaktaki dağların üstünde döne döne yükselir, batarken de son anına kadar
görülür. Ergani Dağı’na son ışıklarını vurur. Kadim çağlar görüntülü taşlarda renk değişimleri yapa yapa ortalığı akşam laciverdine boyar…”47
Sezai Karakoç, Ergani’de yeni taşındıkları evlerinin manzarasını bir başka
yerde de şu cümlelerle anlatır:
Yanımızdan bir yol. Piran’a (Dicle’ye) giderdi. Bahçemizin üstünde bir
sıra ev vardı, ondan sonra evler biterdi. Yukarıda dağ, dağın tam eteğinde
Beşiktaş tam doğu ucunda ve Piran’a giden yol üstünde de Gülbaran vardı.
Gülbaran büyük bir çeşmesi bol suyu olan bahçelik bir yerdi. Baharda
orda yabani sarı ve kırmızı güller açar, Gülbaran bir gül tarlasına dönerdi.48
Maden’de yaşadıkları ev gibi Ergani’deki evleri de oldukça büyük ve taşlıklı mutfağı da adeta bir salon görünümündedir. Bu yıllarda Karakoç dört
yaşlarındadır. Dört yaşından itibaren “Allah’ın varlığı” zihnini meşgul eden
esas mesele olur. Bununla ilgili de “[Allah’ın varlığına] inanıyordum, fakat
daha bir kesinlik peşindeydim”49 der. Dolayısıyla daha sonra ortaya çıkacak
metafizik ilgiler çocukluğundan itibaren kendini göstermiştir. Karakoç bu
mutlu çocukluk evresinde okumaya merak salmaya başlar ve kendi kendine
okumayı öğrenir. O yıllarda birçok çocukta olduğu gibi o da göz ağrısı hastalığına tutulur. Bunun için “Göz otu denilen ve gözü kırmızıya boyayan,
çok acıtan bir halk ilacı kullanı[r]”50 ve kısa bir sürede iyileşir. Bu hastalık,
şiirlerine de yansır ve “Köpük” şiirinde şu dizelerde ifade edilir:
İncir yaprağıyla sildiler gözümü çocukken
Ve sen ey sıcak doğu gecelerinin bitmeyen göz ağrısı
Çocuklar mahsus çocuklara ait çocuklara dair göz ağrısı
Kırmızı mürekkebi andıran göz otu
Yalancı fakat acının yemişi kanlı göz bezleri51
O yıllarda yaz aylarında ailece “…Zülküfül Makamı’na gid[erler].”52 Orada
bir gece kaldıktan sonra tekrar evlerine dönerler. Karakoç Zülküfül Makamı’nı “Eski bir bina. Uzaktan maden fabrikasının dumanı tütüyor. Makam-
46
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8.
47
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8.
48
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8-9.
49
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8.
50
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8.
51
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 134.
52
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 9.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
57
da, tarihî şamdanlar. Yeşil boyalı oda.”53 şeklinde anlatır. Bu makam daha
sonra söylenenlere göre Başvekil İsmet Paşa’nın emri ile yıkılır. Makamın
yıkılması halkın yeni rejime olan güvenini daha da sarsar ancak bu duruma
tepkisiz kalır54 ve suskunluğunu sürdürmeye devam eder.
Zülküfül Makamı, Erganililer için özel bir yere sahiptir. Halk belli günlerde
orayı ziyaret eder ve dualar okur. Karakoç “Hâtıralar”ında bu dinî makamı
“Baharda yalnız o dağa mahsus olmak üzere erguvani renkte bir çiçek açar
(Acaba Ergani ismi buradan mı geliyor diye de düşünülebilir) Halk buna
makam çiçeği derdi. Zülküful Peygamber’in bu dağda kâfirlerle savaşıp şehit düştüğüne ve bu çiçeğin onun kanından göğerdiğine inanılırdı. Kayaların üzerinde nal izi biçiminde çukurlar vardı. Bunların da Hz. Ali buraya
geldiğinde atının bu taşlara gömülen ayak izleri olduğu ileri sürülürdü. Zülküfül Dağı’nın hemen arkasında bir dağ daha vardı ki onun da ismi Ali Dağı
idi. Orda dümdüz bir kaya vardı; ordan çevrenin manzarası seyredilebilirdi.
Hz. Ali’nin o kayaya yaslanarak oturduğu, o yüzden kayanın dümdüz hâle
geldiği söylenirdi. Çocukların yaşantısında bu türlü menkıbeler yer alırdı.
Oyunda Hz. Ali olmayı paylaşamazdık. Her birimiz Hz. Ali olmak isterdik.”55 şeklinde anlatır.
Zülküfül Makamı, Karakoç’un şiirlerinde geniş yer tutar. Örneğin “Köpük”
şiiri ve “Taha’nın Kitabı”nda bu makam ve “Hâtıralar”ında bahsettiği orada
yetişen özel çiçek şöyle anlatılır:
Denize kentler çizen kent iten kentler çeken
Ardına kentler bağlı
Kent tüküren kent soluyan bir gemi
Zülküfül Dağı’nın bahçeleri
Yalnız orada açar özel bir peygamber çiçeği56
Zülküfül’den bir tad aradı Taha
Halkın söylediğine göre onun kanıydı bir çiçek
Ki açmazdı gerçekten o dağdan başka hiçbir dağda
Ağzı yakan bir çiçek özel bir çiçek57
Ayrıca o yörede ve aile içinde Hz. Ali’ye dair anlatılanlar da Karakoç’un şi-
58
53
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 9.
54
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 9.
55
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 9-10.
56
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 133.
57
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, , s. 349.
GULZAR MAMMADOVA
irlerine yansımıştır. Örneğin “Çocukluğumuz” şiirinde hatıralarında kalan
Hz. Ali imgesi şöyle ifade edilir:
Babamın uzun kış geceleri hazırladığı cenklerde
Binmiş gelirdi Ali bir kırata
Ali ve at, gelip kurtarırdı bizi darağacından
Asya’da, Afrika’da geçmişte gelecekte58
Çocuklarla oynarken paylaşamazdık Ali rolünü
Ali güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar kahraman
Ali olmaktan bir sedef her çocukta59
Karakoç, 1938 yılında, bağbozumundan sonra ilkokula başlar. Ülke daha
Birinci Dünya Savaşı’nın etkisinden çıkamamışken İkinci Dünya Savaşı’nın
etkisi altına girer. Şair 1939-40 yılları arasında Piran’dadır, sonra tekrar Ergani’ye dönerler. Bu yıllarda Türkiye savaşa dâhil olmasa da siyasi ve ekonomik açıdan olumsuz etkilenir. Bir taraftan devletin uyguladığı yeni düzen, diğer taraftan halkın ekonomik açıdan düştüğü zor durum... İşsizliğin,
açlığın ve yokluğun yaşandığı acı tabloya bir de hastalıklar eklenir. Sıtma,
tifüs, verem ne yazık ki o yıllarda yaygındır. Bunlar yetmezmiş gibi halkın
parasızlık ve işsizlik dolayısıyla kişisel temizliğine önem verememesinin sonucunda ortaya çıkan bitlenme60 de vardır.
Savaşın etkisiyle halk yavaş yavaş buğday bulamama zorluğuyla karşı karşıya kalır. Bu zorlu süreçte bahçesinde bir iki meyve ve sebze yetiştirenler,
gününü zor da olsa kurtarmaya çalışır.61 Ekmeğin karneyle verildiği yıllardır bu yıllar. Halk ekmek bulamadığından patatese yönelir ve patates, temel
gıda hâline gelir.62 Hastalıklara ve ekmeğin zor bulunduğu bu zorlu sürece
bir de gaz bulamama sıkıntısı eklenir. Daha o yıllarda aydınlanma sistemi
tam kurulmadığından halk küçük kasabalarda aydınlanma için petrol lambalarını kullanır ve bunun için de gaz yağına ihtiyaç duyulur.63
58
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 97.
59
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 98.
60
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIV”, Diriliş, 24 (2 Ocak 1989), s. 11.
61
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIV”, Diriliş, 24 (2 Ocak 1989), s. 11.
62
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIV”, Diriliş, 24 (2 Ocak 1989), s. 11.
63
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 8.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
59
Savaşın olumsuzlukları “Bahçe Görmüş Çocukların Şiiri”ne şöyle yansımıştır:
O yıllar savaş yıllarıydı geceleri karartma
Gündüzleri fırın önlerinde birikirdi halk
Biz çocuklarla büyükler arasındaki fark
Bir yanda şehir bir yanda kiraz bahçeleri.64
Bütün bu satırlardan Karakoç’un çocukluk yıllarında yaşadığı Ergani’nin
İkinci Dünya Savaşı’nın etkisiyle 1939’dan itibaren yokluk ve hastalıklarla
boğuştuğu, halkın özellikle ekonomik yönden birçok sıkıntıyla karşı karşıya geldiği anlaşılmaktadır.
Maden
1934’te Sezai Karakoç bir-iki yaşındayken aile Maden’e taşınır.65 Fakat Karakoç, yaşı çok küçük olduğundan gidişini hatırlamaz.66
Maden, Elazığ’ın bir ilçesidir. Ergani’yle arası 13 kilometredir.67 Karakoç
“Hâtıralar”ında o zamanki Maden’in coğrafi görünümünü ve yaşam koşullarını şöyle anlatır: “Maden, âdeta dimdik inen yamaçlara kurulmuş bir şehir. Öyle ki bir futbol sahası olacak bir alanı yok. Kışın bu yamaçlar da buz
tuttuğundan Madenlilerin çocuklarını başka ilçelerde okuttukları söylenir.
Çoktan görmediğim için şimdiki durumunu bilmiyorum.”68 Fakat “sonradan öğreniyorum ki dağı taşı bakır olan bir yer. Hatta bizim oturduğumuz
mahallenin altı da hep bakırmış. Bir gün oraları da kazacaklarmış.”69
Maden’e kısa bir sürede alışırlar ve Karakoç’un çocukluğunun bu ilk evresi mutlu bir şekilde geçer, tıpkı Ergani’nin ikinci evresi gibi.70 Nitekim şair
“Hâtıralar”ında: “Maden, komşularımız, dostlarımızla, sevdiğimiz bir yerdi”71 der.
Şair, Maden’de yaşadıkları evden “Evimiz çok büyüktü. Sanki bir konak gibi
gelirdi bana. Avlusunda yaramaz bir koç, bazan bizi kapıdan içeri sokmak
istemezdi”72 şeklinde bahseder.
60
64
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 150.
65
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8.
66
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7.
67
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7.
68
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7.
69
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7.
70
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8.
71
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8.
72
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7.
GULZAR MAMMADOVA
Karakoç’un “Çocukluktan hatırladığı […] ilk vakitler Maden’den başlar.”73
Ahmet Hamdi Tanpınar da “ilk sanat zevkini, Ergani Maden’inde, iki-üç
yaşlarında, bir kış günü pencereden gördüğü kar yağışı olarak algıladığını
söyle[r].”74 ve bu yüzden şair, Tanpınar’la kendisi arasında bir benzerlik
kurar. “Tanpınar’da kar yağışı, bende de cinlerin düğünü, sanatın, şiirin ilk
ipucu olsa gerek.”, “Nitekim sonra okuduğum, içinde cin adı geçen şiirler,
hiç de bana yabancı gelmemişti. O vakitlerin hayatı cinlerle, görüntülerle ve
bunların hikâyeleriyle dolu bir hayattı. Bugünkü hayat bunlardan tamamen
soyutlanmış bir hayat.”75 der.
Karakoç Maden’de yaşadıkları büyük evde yer yer korkulu zamanlar da geçirir. Özellikle gece saatlerinde “bazı yerlere […] inemeyişimiz, alt katlarda
cin görüldüğü şeklinde sözler söylenmesine sebep olurdu, bilhassa kızlar
arasında.”76 der ve bir başka yerde korkularını şöyle dile getirir:
Kış geceleri yalnız kalınca bir korku hissederdik. Ev sahibemiz ve kızı
da gelirdi. Odada otururken bazen sanki kapı açılıp kapanır gibi bir ses
duyar ve ürperirdik. Bir kere de evde yapayalnız kalmıştım. Salon gibi
bir yerdeydim. Orda, yarı karanlıkta birden cinler sökün ettiler gibi geldi
bana. O kadar kalabalıktılar ki şaşırmıştım. Kadınlar, çocuklar, çok renkli,
süslü elbiseler giymişler. Çalgılar, eğlenceler içinde düğün yapıyorlar, gelin
götürüyorlardı77
Bu tür hikâyeler şairin zihninde derin bir iz bırakmıştır ve muhtemelen
daha sonra metafizik konulara ilgi duymasında çocukluk yıllarındaki bu
korkular da etkili olmuştur. Aynı durum Necip Fazıl Kısakürek’te de vardır.
Bunun dışında Maden’e cambazların gelmesi ve babasıyla gördüğü bir atı
beğenmesi “Hâtıralar”a şöyle yansır:
Bir gün de, cambazlar gelmişti; onları seyre gittik ve ip üstündeki
yürüyüşlerini korku ve hayranlıkla izledik.78 Bir keresinde de, babamla,
sabah, pazara gitmiştik; doru bir at gördüm. Babama, ‘bunu bana al’
dedim. Babam da: ‘olur’ demişti. Bir süre, o atın geleceği hayali, aklımdan
çıkmadı.79
Bunlar Karakoç’un Maden’de geçirdiği mutlu çocukluk günlerinden geriye
kalan ve özlemle andığı hatıralar. Şair, ailesiyle birlikte burada üç yıl kaldık73
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8.
74
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8.
75
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8.
76
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7.
77
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8.
78
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7.
79
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 7.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
61
tan sonra 1937’de tekrar Ergani’ye döner.80 Maden’de geçirdiği 1934-1937
yılları arası da çocukluğunun mutlu evresidir.
Piran
Sezai Karakoç, 1938 yılında Ergani’de ihtiyat sınıfı ve birinci sınıfı okuduktan sonra ailesiyle 1939’da Piran’a taşınır. İkinci sınıfa orada devam eder.81
“Hatıralar”ında Piran hakkında şunları söyler:
Piran, iki bin-üç bin nüfuslu bir kasabaydı. İki tarafı dağlık, önü ova olan
bir vadide kuruluydu şehir. Dicle, birkaç kilometre batısından akıyordu.
Dicle’nin kenarında Pazubent adlı bahçelik bir köy bulunuyordu. Bol suyu
olan bir kasabaydı Piran. Tam ortasında kucakla suyu akan bir çeşmesi
vardı. Çeşmenin arkasında, kapalı havuzu, eskiden kalma bir yapıydı.
Çeşmenin suyu buz gibiydi ve aktığı yerde sülükler yaşıyordu. Kasabanın
aşağısında bahçeler ve tarlalar uzuyordu. İri kara incirleri, güneşte çatlamış
narları, yabani menengüç ve dağdağan denilen ağaçları ve bostanlarında
bol miktarda yetişen kavunlarıyla, hayvancılığıyla ve ziraatıyla kendini
besleyebilecek bir ilçe idi Piran.82
Karakoç’un anlattığına göre o yıllarda “Kasabada büyük bir imar faaliyeti vardı[r].” Gittiklerinde bir tek dükkânı olan Piran’ın ortasında geniş bir
cadde ve iki tarafına da 33 dükkân yapılır. Onlar da bu dükkânlardan birini
tutarlar. Her şeyin bulunduğu bir nevi tuhafiye mağazası olarak gerekli eşyayla doldururlar.83 Şair “Hâtıralar”ında Piran Dağı’nın görünümünden ve
tarihçesinden de bahseder. Çok yüksek olmamakla birlikte Piran Dağı’nda
bir de halkın “Pir” dediği ve saygı duyduğu bir mezar bulunur. Daha sonra
orası da Zülfükül Makamı gibi yıktırılmıştır. Piran halkı, “Pir”i kutsar ve o
mezarda Şeyh Said’in yattığına inanır. Ziyaretine gittiklerinde ise toprağından bir miktar alarak ağızlarına atarlar.84
Sezai Karakoç Piran’da okula gittiği ilk gün diğer öğrencilerin okul kıyafetlerine şaşıp kaldığını söyler. Nitekim bu şaşkınlıktan okula ilk defa gelen
kadın öğretmenleri de nasibini alır. Öğrenciler, okula mahallî kıyafetleriyle
gelmişlerdir, “Pantalon yoktu[r] üstlerinde. Pantalon yerine uzun, beyaz
giysi vardı[r].”85 Çünkü halk fakirdir. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç yıllarıdır o yıllar. Piranlılar da tıpkı Erganililer gibi yoksulluk içindedir.
80
62
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XX”, Diriliş, 20 (5 Aralık 1988), s. 8.
81
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10.
82
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10.
83
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10.
84
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10.
85
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIII”, Diriliş, 23 (26 Aralık 1988), s. 10.
GULZAR MAMMADOVA
Karakoç “Piran’dan genellikle memnun” olduklarını belirtir. Buna rağmen
Ergani’ye özlem duyarlar; özlemlerini bastırmak için de kimi zaman halkla,
memur aileleriyle kaynaşmaya çalışırlar fakat bir türlü kasabayı benimseyemezler. “Sonunda 1940 yazında Ergani’ye dön[erler].”86
Şair’in Piran’da geçen çocukluk yılları da şiirlerinde zaman zaman dile getirilir. Örneğin “Yaz” şiirindeki, “Kara incir ve nar/ Piran ülkesinde bir pınar/ suyunun derin sülüklerden/ Örülmüş saçları var”87 mısralarında Piran
anlatılmaktadır.
Bu bilgiler, Karakoç’un çocukluğunun bir kısmını, doğumundan (1933)
ortaokul için Maraş’a gidinceye kadar (1944) Güneydoğu Anadolu’daki
Ergani, Maden ve Piran’da geçirdiğini göstermektedir. Söz konusu dönem,
başlangıçta ülkede büyük bir değişimin hatta kültürel kopuşların, baskıların yaşandığı inkılap ve Millî Şef Dönemi’dir. Daha sonra ise İkinci Dünya
Savaşı’nın zor yılları gelir. Merkezde olmamalarına rağmen baskılar, yoksulluklar, savaşın neden olduğu problemler çocukluğun yaşandığı bu coğrafyaya da yansımıştır.
Ergani, Maden, Piran, kültürel anlamda geleneklerine, dinî inançlarına
bağlı insanların yaşadığı, folklor açısından da zengin bir coğrafyadır. Bu
coğrafyanın geçimi genellikle tarıma dayalıdır. Hayvancılık, bağbozumları,
Kurban ve Ramazan bayramları, hastalıklar, çeşitli inançlar, tabiat manzaraları Karakoç’un hatıralarında ayrıntılı olarak anlatılır. Söz konusu çocukluk
coğrafyası, tabiat manzaraları (samanyolu, gül bahçeleri, nar, kiraz, dut, incir ağaçları), hayvanları (yılan, akrep), dinî makamları (Zülküfül), Ramazan ve Kurban bayramları, bağbozumlarıyla değişik imgeler hâlinde Şair’in
şiirlerine yansımıştır. Bu bakımdan çocukluk coğrafyasının Karakoç’un
şiirlerinin bilinçaltını oluşturduğu söylenebilir. Bu dairede örneğin “Çocukluğumuz”, “Samanyolunda Veba”, “Köpük”, “Yaz”, “Kış Anıtı”, “Hızırla
Kırk Saat”, “Taha’nın Kitabı” ve “Gül Muştusu”nda bu coğrafyanın izlerini
görmek mümkündür.
1.3. Eğitim Hayatı (İlkokul, Ortaokul, Lise)
İlkokul (Ergani ve Piran)
Sezai Karakoç, ilkokul birinci sınıfa Ergani’de başlar. O yıllarda çocuklar
birinci sınıftan önce “ihtiyat sınıfı” denilen bir hazırlık evresinden geçirilir,
86
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIV”, Diriliş, 24 (2 Ocak 1989), s. 10.
87
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, İstanbul: Diriliş Yayınları, 2020, s. 147.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
63
sonrasında bir sınava tabi tutularak birinci sınıfa alınırlar.88 Şair, üç ay kadar
ihtiyat sınıfında okuduktan sonra okul müdürünün yaptığı kısa bir imtihanla altı yaşındayken birinci sınıfa geçirilir.89 Aile Piran’a taşınınca ikinci
sınıfa orada devam eder. Ardından 1940 yılında tekrar Ergani’ye taşınırlar
ve okula burada devam eder.
Karakoç, “Hâtıralar”ından anlaşılacağı üzere, inanç ve geleneklerine bağlı
dindar bir aileye mensuptur. Bu sebeple ilk kültürel referansları dinî niteliktedir. Nitekim kış gecelerinde babasının okuduğu Gazavatnâmeler, Siyer-i
Nebî, Muhammed Hanefi Cengi, Battal Gazi, Muhammediye, Ahmediye, Ebu
Müslim-i Horasânî gibi kitaplar,90 o coğrafyanın anonim kültürü, folkloru,
tabiatı Şair’iin mizacını, fikirlerini ve hayata bakış açısını hatta şiirlerini büyük ölçüde etkiler.
Karakoç okumaya meraklı bir çocuk olduğundan sokakta arkadaşlarıyla
oyunlar oynamayı pek sevmez. Bununla ilgili “Hâtıralar”ında “Oyunlara
fazlaca katıldığımı söyleyemem. Hiç katılmadığımı da. Oyunlara tutkun olmamışımdır. Oyuna dalıp akşam eve çağırılmam nadirdi.” 91 der.
Şair, dördüncü sınıfı iki kere okur. İlkokul dördüncü sınıfı neden iki yıl okuduğunu “Hâtıralar”ında “Pedagoji kurallarına göre, ilkokul dördüncü sınıf,
temel sınıfmış. O sınıf eğitimi iyice görülürse öğrenci daha sonraki yıllar
güçlük çekmezmiş.”92 diye açıklamaktadır.
1943-1944 eğitim-öğretim yılında Karakoç, beşinci sınıftadır. Bu yıllar savaş yıllarıdır, halk yoksuldur. Şair bu yılları “Kışlar, hep aynı, çok karlı ve
soğuk geçiyor. Palto, hatta ceketten bile mahrumuz biz çocuklar. Evde dokunmuş yün kazaklar bizi sıcak tutuyor.”93 cümleleriyle anlatır. Sabahları ise
gözlerini babasının yarı ahenkle söylediği şu tür beyitlerle açar:
Ömer Paşa der ki vezirem vezir
Vezirler içinde olmazam rezil94
Savaşın dünya üzerinde yarattığı olumsuzluklar devam etmektedir. Açlık,
yoksulluk, hastalıklar hızını kesmezken Karakoç, ailesinde huzur bulur. Geceleri hikâyelerin anlatıldığı, şiirlerin okunduğu bir evde sabahları kalkar
64
88
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 8.
89
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXI”, Diriliş, 21 (12 Aralık 1988), s. 9.
90
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 9.
91
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 10.
92
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXV”, Diriliş, 25 (9 Ocak 1989), s. 8-9.
93
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 10.
94
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 10.
GULZAR MAMMADOVA
“yarım metreyi geçen karlara bata çıka okulun yolunu tut[ar].”95 Bu arada
büyük bir hevesle kitaplara koşar. Babasının okuduğu hikâye ve gazellerden
olsa gerek o yıllarda eski harflere merak salar. Kendi kendine eski harfleri
öğrenir96 ve “o zamanın antolojileri gibi (güzel yazılar cinsinden) seçmeler
olan bir kitaptan Nâmık Kemal’in, Abdülhak Hâmid’in, Ziya Paşa’nın, Mehmet Âkif ’in, Tevfik Fikret’in, Ziya Gökalp’in, Süleyman Nazif ’in yazılarını,
şiirlerini […] sonra bir İslam tarihinin 2 cildini oku[r].”97 Şair’in daha o
yıllarda Osmanlı Türkçesi öğrenmesi, geleneğe ilgi duyduğunu, şiirindeki
geleneğin temellerinin çocukluk yıllarında atıldığını göstermektedir.
Bu yıllarda “Şark çıbanı” çıkarır. O dönemlerde hemen hemen her çocukta
görülen bu yara, Şark çıbanı; Diyarbakır çıbanı, Urfa çıbanı, Antep çıbanı
gibi isimlerle anılır. Erganililer buna “Yel çıbanı” der. Bir yıl süren ağrılı bir
hastalıktır ve daha sonra kendiliğinden geçer gider. Karakoç bu çıban “tozlu
topraklı yollarda oynarken bir bakterinin vücuda nüfuz etmesiyle meydana
çık[ar]”98 der “Hâtıralar”ında. Bu da yer yer şiirlerine yansıyan bir imgedir.
Örneğin “Hızırla Kırk Saat”te şöyle geçer:
Benim mirasıma yeryüzünde
Yel çıbanı çıkaranlar konacaklar bilmeden99
Bir gül gibi açan
Her çocukta
Vakti gelince
Doğu çıbanlarını100
Karakoç, ilkokul yılları boyunca birçok olayla karşı karşıya kalır. Savaşın
neden olduğu işsizlik ve yoksulluğa bir de ölümler eklenmiştir. Bu yıllarda
büyükannesini ve bir iki yıl sonra da amcasını kaybetmesi çocukluk yıllarının hüzünlü olaylarıdır.
İlkokulu 1944’te Ergani’de bitirir. “Hâtıralar”ında “İşte bu şekilde, Ramazanlar, yazlar, bağ bozumları, kış, kar, ekmek karnesi, şiir, monolog, namaz,
oruç, kitap okuma derken ilkokulu bitirmiş, 1944 Haziran’ında imtihanlar
sırasında her taraf gül kokuları içinde iken ben de ilkokuldan mezun olup
95
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 10.
96
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 11.
97
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 11.
98
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVII”, Diriliş, 27 (23 Ocak 1989), s. 13.
99
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 178.
100
Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, s. 246.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
65
yeni bir hayatın başlangıcına ermiş oldum.”101 sözleriyle o yılları ve dönemin Ergani’sini özetler.
O dönemde kasabada sadece ilkokul olduğundan ortaokula gidip gitmeyeceği bir süre belli olmaz. Bu meselenin düşünüldüğü sıralarda “Diyarbakır
Lisesinde okuyan bir ağabey Karakoç’a parasız yatılı imtihanına girme[sini]
öner[ir].”102
Ortaokul (Maraş)
Karakoç 1944 yılında ilkokuldan mezun olunca Maraş ortaokulunu yatılı
olarak kazanır. Bu okul, hatıralarında anlattığına göre “yabancıların kolej
olarak yapıp cumhuriyetten sonra terk ettikleri bir bina[dır]. Büyük taş bir
bina. Kaloriferli[dir].”103 Şair, tıpkı Ergani, Maden ve Piran’da olduğu gibi
“Hâtıralar”ında Maraş’tan da bahseder ve şöyle der:
Maraş o günler, Ahır Dağı’nın yamacına yaslanmış büyükçe bir dağ
kasabası görünümündeydi. Tam ortasında akan derin yataklı bir dere,
ismi gibi birçok kanlı olaylara sahne olmuştu geçmişte. Kalesi, Ulu Camii,
Bakırcılar Çarşısı bize Maraş’ın eskiliğini hatırlatıyordu. Türkiye’nin en iyi
bakır işlenen yerlerinden biriydi Bakırcılar Çarşısı.104 Sonbaharda bu kez
üzümün zaferi kaplardı çarşıyı. Kehribar taneli üzümlerin saltanatı vardı.
Yaylalardan gelen buz gibi üzümler […] Baharda Maraş’ın her yanından
sular akmaya başlardı. O zaman genellikle toprak yokuşlar olan yollarda,
ufak ufak su kaynakları, berrak bir çizgi hâlinde aşağı doğru akarlardı. Ahır
Dağlarının eriyen karı böylece Maraş’ta bin bir kaynağa dönüşürdü105
Şair bunun dışında Maraşlıların mizaçları hakkında da izlenimlerini dile
getirir. Ona göre “Maraşlı: şakacı, güler yüzlü, çocukla çocuklaşan, daha
doğrusu çocuklaşmak için âdeta bahane arayan, yiğit, gönlü temiz bir halk
insanıdır. Fazla hesap kitaba yanaşmaz. Katışıklık ve karmaşıklığı kabul etmez. Sık sık “abov”larıyla hayretini tatlı bir şekilde belli etmeyi sever.”106
Şair’in ortaokul yılları da ilkokul gibi birtakım zorluklar içinde geçer. Bunlardan en önemlisi yoksulluktur. 1944, İkinci Dünya Savaşı’nın tüm hızıyla
devam ettiği bir yıldır. Yoksulluk ve İnönü hükûmetinin halka uyguladığı
baskılar gün geçtikçe artmaktadır. Nitekim bu durum yatılı okuyan öğrencileri beslenme bakımından da etkiler. “Sabah kahvaltısında zeytin, çay ya
66
101
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVI”, Diriliş, 26 (16 Ocak 1989), s. 12.
102
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVII”, Diriliş, 27 (23 Ocak 1989), s. 13.
103
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 10.
104
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11.
105
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11.
106
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11.
GULZAR MAMMADOVA
da kışın tahin helvası; sonbaharda da üzüm, zeytin ” “akşam yemekler[inde] de genellikle nohut ve bulgur pilavı”107 yiyerek yaşamaya çalışırlar.
“Maraş, çocuk yüreğimin ateş aldığı yer. Belki ondan önce rüya âlemi gibi
bir iç dünyanın sahibiydim. Derinliğe aday bir dünya. Bu Maraş’ta alev aldı
denebilir.”108 diyen Şair, hayatın gerçekleriyle orada karşı karşıya gelir. İlk
defa ailesinden uzakta ve zorluklara tek başına göğüs germek durumunda
kalmıştır.
Şair, Maraş yıllarında da kendini geliştirmeye çalışır. Namazlarını mümkün oldukça aksatmamaya109 özen göstermekte, “bir yandan İslam’la haşır
neşir ol[makta]; bir yandan ders, bir yandan da dergiler ve şiirler, kitaplar,
Arapça, Farsça ve Fransızca çalışmaları”110 yaparak kendini yetiştirmekte;
“daha çok Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi yazarlarının yer aldığı bir iki eski
seçmeler kitabından M. Âkif ’in, Namık Kemal’in, Abdülhak Hâmid’in, Süleyman Nazif ’in, Tevfik Fikret’in, Ziya Gökalp’in ve diğerlerinin şiirlerini,
yazılarını oku[makta]”;111 din, millet ve vatan sevgisi duygularını pekiştirmekte;112 Arapça ve Farsça öğrenerek “emsile”yi ezberlemektedir. Ayrıca,
“Farsça[sını] da oldukça ilerlet[miştir].”113 Bunların dışında o yıllarda Attar’ın Pendname’sini, Mesnevî’yi, Ziya Gökalp’le ilgili kitapları, İsmail Habib
Sevük’ü, Arif Nihat Asya’nın Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor’unu ve Carlyle’ın
Kahramanlar114 adlı eserini, Peyami Safa’nın Cingöz Recai serisini,115 Necmettin Halil Onan’ın antolojisini, Vadideki Zambak’ı okur. O yıllarda yeni
çıkan dergileri de elinden geldiğince takip etmeye çalışır. Özellikle Hakka
Doğru, Tanrı Kulu, İslamiyet, Sebillurreşad, Orhondan Sesler, Altınışık, Kızılelma gibi dinî ve milliyetçi nitelikteki dergileri takip ettiği dikkati çeker,
Divan şiirlerini de bu yıllarda ezberlemeye116 başlar.
Karakoç, Büyük Doğu’yla da ortaokul yıllarında tanışır. Bir gün çarşıda gezerken bir afişte, Büyük Doğu’nun “Bir nar-ı beyza” gibi çıkacağını okur. Bu
ilandan kısa bir müddet sonra Büyük Doğu çıkmaya başlar, fakat birkaç sayı
sonra Rıza Tevfik’in “Sultan Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdat” şi107
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11.
108
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 11.
109
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 12.
110
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIX”, Diriliş, 29 (6 Şubat 1989), s. 13.
111
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 12.
112
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXX”, Diriliş, 30 (13 Şubat 1989), s. 8.
113
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 12.
114
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIX”, Diriliş, 29 (6 Şubat 1989), s. 12-13.
115
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 6.
116
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXIX”, Diriliş, 29 (6 Şubat 1989), s. 13.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
67
irinin yayımlanmasından sonra kapatılır.117 O yıllarda İslam’a yönelik bazı
baskılar vardır. Büyük Doğu dindarların sözcüsü konumundadır. Nitekim
şair bu dergi için “İslam’ın yükselen yeni, canlı sesiydi”118 der. Karakoç,
bu dönemde çıkmaya başlayan Büyük Doğu’nun önceki sayılarını da temin ederek dikkatle okumaya başlar, fikir olarak kendini bu dergiye yakın
hissetmiştir.
Bütün bu bilgiler, Şair’in daha ilkokul ve ortaokul yıllarında, dinî ve millî
eserleri ve basını takip ettiğini ve edebî/ fikrî birikiminin kaynaklarının
neler olduğunu göstermektedir. Daha o yaşlarda Osmanlı Türkçesi, Arapça-Farsça öğrenmesi; Divan şiiri okuması Hızırla Kırk Saat, Taha’nın Kitabı, Leylâ ile Mecnun gibi eserlerinin temellerine işaret etmesi bakımından
önemlidir. Takip ettiği dergiler ise -başta Büyük Doğu olmak üzere- fikrî
gelişiminde önemli rol oynamış olsa gerektir.
Karakoç, “şiir yazmak ya da şair olmak aklımdan geçmiyordu” demesine
rağmen ilk edebî denemelerini de ortaokuldayken yapar. Okulun duvar
gazetesinde birkaç yazısı çıkar.119 Bu vezinli, kafiyeli, dörtlüklerden oluşan
“Ergani” adlı uzun bir şiirdir.120 Onun yegâne amacı “Milleti[n]e ve yurdu[n]a yararlı olmak”121 ve “ İslam’ı öğrenmek, onun için bir er gibi çalışmak[tır].”122 Şiiri sever, şairleri takdir eder ve birçok şiir ezberler. Fakat hiçbir zaman şair olmayı aklından geçirmemiştir. Çünkü şairleri hep erişilmez
zirvelerde görmüştür.123
Karakoç “Hâtıralar”ında yer yer çocukluk yıllarındaki toplumsal ve siyasal
durum hakkında da tahliller yapar. İnönü dönemindeki baskıcı yönetimden ve bunun eğitim hayatına yansıdığından bahseder. Örneğin ortaokuldayken bir öğretmen kendince dinle ve mukaddesatla alay eder,124 öğrencilerine inkılaplar doğrultusunda değiştirilmiş Behçet Kemal Çağlar’a ait bir
mevlit okutmaya çalışır.
O ortaokuldayken çok partili hayata geçilir ve bunun etkisiyle öğrencileri
müzik, edebiyat vb. kollara ayırma denemeleri yapılır.125 Türkiye çok partili
68
117
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXX”, Diriliş, 30 (13 Şubat 1989), s. 8.
118
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXX”, Diriliş, 30 (13 Şubat 1989), s. 9.
119
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8.
120
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8.
121
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8.
122
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8.
123
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8.
124
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXVIII”, Diriliş, 28 (30 Ocak 1989), s. 12.
125
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXX”, Diriliş, 30 (13 Şubat 1989), s. 9.
GULZAR MAMMADOVA
hayata geçse de halkın nazarında hiçbir şey değişmez.126 Halk yine baskı
altındadır. Karakoç bu durumu “Halkın üzerinde devletin büyük baskısı
vardı. Siyasi hareket, muhalefet akıldan bile geçmezdi. Büyük bir korku vardı.”127 sözleriyle anlatır.
O yıllarda alınan sıkı güvenlik önlemlerinin -baskı oluşturmakla beraberhalkta bir emniyet hissi uyandırdığı da göze çarpar. Karakoç’un belirttiğine göre o yıllarda halk kapı ve penceresi açık uyur, hiçbir hırsızlık olayı
görülmez.128
Ona göre iki dünya savaşının ardından en büyük darbeyi köylü almıştır.
Tarlasını, teknik bakımdan devletin en ufak bir yardım ve katkısı olmadan
kendi imkânlarıyla biçer; “Köylü devlete asker verir; vergi verir; jandarma
zulmü, hükûmet baskısı altında ezilir; devlet kapısında hor görülür; süründürülür; adalet kapısında ise perişan olurdu”129 der. Tüm kazancını devlete
verdiğinden kendisi yarı çıplak ve mütevazı bir vaziyette yaşamaya devam
eder. Nitekim bu durum 1950’ye kadar devam eder ancak Menderes’in kalkınma hamlesiyle yeni düzenlemeler getirilir. Bu düzenlemeler köylüyü bir
nebze de olsa rahatlatır. Öncesinde kendi imkânlarıyla tarlalarını biçen köylüye traktör verilir; köylü tohum yardımı, yolların yapımı ve ziraat kredileriyle desteklenir. Devletin yardım ve destekleriyle köylü çocuklarını okutma imkânlarına sahip olur, şehirlerde iş imkânları sağlanır ve yıllarca içe
kapanıklığın getirmiş olduğu eziklik duygusu zamanla ortadan kaldırılır.130
Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra teknolojide gelişmeler yaşanmaya başlar. Bu değişim insan hayatında birtakım kolaylıklar sağlar.
Sanayileşmeyle birlikte makineleşme artar ve insan gücü ikinci plana itilir.
Dünyada meydana gelen bu değişimler kuşkusuz kısa sürede Türkiye’de de
etkisini gösterir. Makine giderek köylünün hayatına da girer.131
Şair, yoksulluk ve baskılarla geçen Millî Şef döneminde ortaokulu başarılı
bir şekilde bitirir ve 1947 yılında Gaziantep Lisesini yatılı olarak kazanır.132
126
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8.
127
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8.
128
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 8.
129
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 16.
130
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 16.
131
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXII”, Diriliş, 32 (27 Şubat 1989), s. 16.
132
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 6.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
69
Lise (Gaziantep)
Karakoç, “Hâtıralar”ında Gaziantep’in Diyarbakır gibi tarihî bir görünüme
sahip olmadığını söyler ve şehri şöyle anlatır:
G. Antep ilk bakışta yaygın işçi mahalleleri gelişen bir yeni şehir
görünümündeydi. […] Kalesi vardı ama bu kale şehrin bir köşesinde
silik bir şekilde duruyordu. Denildiğine göre arabalarla taşınan toprakla
oluşturulmuş sun’i bir tepeydi kalenin üzerine yapıldığı tepe.133
Şair’in gözlemlerine göre Gaziantepliler ilk bakışta eğlenceye düşkün bir
halk izlenimi verir. Halkın büyük bir bölümü yoksulluk içerisinde olsa da
mümkün mertebe bu yönlerini göstermemeye çalışırlar.134
Şair’in okuduğu lise “şehrin biraz dışında, Kilis’e giden yol üstünde, Adana
ve Narlı İstasyonu’ndan gelen yolun kesişme noktasında, Başkarakol denen
yerde ve gerçekten de bir karakol binasının yanında[dır]”135, uzaktan “düzgün hatta modern görünümde[dir].”136 Karakoç öğretmenleri ve disipliniyle dikkati çeken bu lisede okul müdürünün otoriter, sert mizacı ve davranışları hakkında şunları söyler:
Müdürümüz, bizi Çin işkencesine benzer hayalî suçlamalarla üzüp durdu.
Ondan hiç kurtulma umudumuz yoktu.137 […]Sanki biz ebedî olarak bu
okula ve pansiyona mahkûmduk. Müdür de Sartre’ın Gizli Oturum’undaki
cehennemi andıran bu yerin yöneticisi, gözle görünmeyen fakat bizi içten
çökertmeyi amaçlamış işkenceleri uygulamaya memur bir görevliydi.138
Şair, lise döneminde okumalarına devam eder. Batı edebiyatına açılır, “Sekspir’in bütün piyeslerini, Duhamel’in bazı eserlerini, Verter’i ve daha birçok klasiği…”139, Stendhal’ın Kırmızı ve Siyah’ını, Proust’un Kayıp Zamanın İzinde’sini Yakup Kadri Karaosmanoğlu tarafından çevrilen Svanların
Semtinden’in birinci cildini, Choderlos de Laclos’un Tehlikeli Alakalar’ını,
Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’ini,140 “J. J. Rousseau’nun Emile’ini ve
benzeri (Ahlakın Ahlaksızlığı, İnsan gibi) felsefi eserleri okumaya çalış[ır].”141
70
133
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 6.
134
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 6.
135
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 6.
136
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIII”, Diriliş, 33 (6 Mart 1989), s. 7.
137
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 6.
138
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 6.
139
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 6.
140
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXV”, Diriliş, 35 (20 Mart 1989), s. 8.
141
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXVI”, Diriliş, 36 (27 Mart 1989), s. 11.
GULZAR MAMMADOVA
Büyük Doğu’nun yanı sıra Ülkü, İnsan, Oluş Varlık, İstanbul vb. dergileri142 de
yakından takip eder.
1948 yılı yaz tatilinde Ergani Kesker (Çakmaktaşı) İşletmesinde çalışırken
heceyle şiirler yazmaya “Birtakım imajlar çevresinde bir mısra kurma”ya
çalışır, bazen “[…] ‘güğüm’ kelimesi etrafında döner durur…” Fakat bu
şiir uğraşıları [onu] tatmin etmez, sonunda vazgeçer.143 Bazen okuduğu kitapların arkasına bir iki mısra yazdığı da olur. “Mesela: Pendname’nin arka
kapağına:
Bu kitap cennete girmekçin anahtar veriyor
Güzel ahlak, iyi huy, terbiye, hem ar veriyor
“Bize insan olmanın pendini Attar veriyor.”144 notunu düşer. Bunun dışında
Mantık’uttayr’ın arka kapağına: “Mantıku’t Tayr […] kuşların olmaz, melekler mantığı / Parçalar kalbler, her mısraı aşkın tığı” gibi beyitler145 yazar.
Yine bu yıllarda yaz tatilinde evlerinin önündeki dut ağacının altında şu
mısraları kaleme alır:
Gölge deniz gibi, gölge göl gibi
Bu dut ağacının eteğindedir146
Lise ikinci sınıfta Nef ’î’nin gazellerine özenerek aruz vezniyle gazeller yazmaya çalışır fakat daha sonra beğenmez yırtıp atar. Lise üçte de bu tür şiir
denemeleri yapan Şair, onları yayımlamamıştır.147
En başından beri şiirde o yıllarda başarılı olamadığını söyleyen Karakoç,
kompozisyonlarda çok başarılıdır.148 Lise ikinci sınıftayken de okulda çıkan bir duvar gazetesinde yazıları yayımlanır.149 Lise sondayken ise Büyük
Doğu’da bir şiiri basılır, “Bir gün sırf kendi[sini] denemek için, Mehmet
Leventoğlu imzasıyla Büyük Doğu’ya bir şiir gönder[ir] ve bir süre sonra
bu şiir Büyük Doğu’da “‘Dergiye gelen üç yüz şiirin arasından seçilerek yayınlanmıştır’ diye bir notla yayımlan[ır].”150 Karakoç’un yayımlanan ilk şiiri
budur:
142
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 7.
143
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXV”, Diriliş, 35 (20 Mart 1989), s. 6.
144
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10.
145
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10.
146
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10.
147
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10.
148
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXV”, Diriliş, 35 (20 Mart 1989), s. 6.
149
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXV”, Diriliş, 35 (20 Mart 1989), s. 7.
150
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
71
İlim:
merdiven daya
çık aya
İman :
al eline bastonu
sonu
sonsuza yürü
sürü sürü
putları kıra kıra
var (Var) a.151
Karakoç, bunun dışında Gaziantep’te yeni yayımlanmaya başlayan Dernek
isimli bir dergide de M. L. imzasıyla bir mensur şiir yayımlamıştır.
Hem Türk edebiyatı alanında hem de Batı edebiyatında birçok kaynakla tanışan Karakoç, lise yıllarında çeviri denemeleri de yapar. Mesela Fransızca
ders kitabındaki Victor Hugo’nun “La Retraite de Russie” şiirini manzum
olarak çevirir.152
Seyfettin Başçıllar’la lise arkadaşı olan Şair, bu dönemde Nurullah Ataç’la
tanışır. Karakoç Gaziantep’e gelen Ataç’ı dinlemeye gider. Ataç, konuşmasında Orhan Veli ve Divan şiirini savunmanın yanında birçok yazar ve şairi
de eleştirir.153
Karakoç’un okuduğu lise, o yıllarda dışa kapalıdır. Öğrenciler, dışarıda olup
biten siyasi değişim ve gelişmelerden hiçbir şekilde haberdar olamazlar.
Okul, “C.H.P. bin sene iktidarda kalacakmış ve hiçbir şey değişmeyecekmiş
gibi bir hava içinde yönetil[mektedir].”154 Ülkede yapılan14 Mayıs seçimleriyle ilgili hiçbir bilgiye sahip olmayan lise öğrencileri “sanki zamanın dışında, okul çarkının dişlileri arasında kendi can[larının] derdi[ne]” düşer ve
bu büyük değişikliğin farkına bile varamazlar.155 Ülkede, çok partili hayata
geçilmesine, Demokrat Parti kurulmasına rağmen tek parti baskısı devam
eder; “insanlar basit bahanelerle hapsi” boylarlar. Halk Demokrat Parti’nin
bir denge partisi olduğuna, danışıklı döğüş olarak kurulduğuna inanır ancak “zamanla, hatta asıl, iktidara geçtikten sonra kendi partisi yapmış[tır].”156
Bu çerçevede Gaziantep halkı da Demokrat Partiye destek verir. 14 Mayıs
1950’de CHP devrilir, DP iktidara gelmiştir.
72
151
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 10.
152
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 11.
153
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIX”, Diriliş, 39 (14 Nisan 1989), s. 11-12.
154
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 9.
155
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 9.
156
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXIV”, Diriliş, 34 (13 Mart 1989), s. 9.
GULZAR MAMMADOVA
Karakoç’un bu yıllarda ideolojisi de giderek şekillenmeye başlar. Fikrî olarak Necip Fazıl’ın ve Büyük Doğu’nun etkisi altındadır. Büyük Doğu Cemiyetine üye olmuştur.157 Ancak Büyük Doğu’yu takip etmesi okul idaresince
hoş karşılanmaz, bu konuda çeşitli baskılara maruz kalır.
Şair lise sona gelmiştir. Okul yetmemekte, ilgileri okulun dışına taşmaktadır. “Hâtıralar”ında o yılları şöyle anlatır:
Okuyordum, yazıyordum, düşünüyordum. 17 yaşındaydım,
kişiliğimin oluşması ve açılımı, kimi yerde ilgilerimi kısıyor, kimi yerde
genişletiyordu. Her hâlde eğitimin çerçevesiyle sınırlanamıyordum. Onun
dışına taşıyordu programım.158
Bu şekilde sene sonu gelir, imtihanlara girme zamanı yaklaşır. O yıllarda imtihanlar “bitirme imtihanları” ve “olgunluk imtihanları” olmak üzere iki şekilde yapılmaktadır “Bu iki sınavı veremeyen öğrenci üniversiteye gir[emez].
Bitirmelerde, her dersten en az 10 üzerinden 5, olgunlukta ise 6 al[ınması]
gerek[mektedir].”159 Şair bu sınavları başarır ve 1950’de liseden mezun olur.
“Hâtıralar”dan anlaşıldığına göre Karakoç’un ilkokul, ortaokul ve lise yılları
çok verimli geçmiştir. Daha ilkokul ve ortaokul yıllarında Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsçayı, ardından Fransızcayı elinden geldiğince öğrenmiş
ve birçok eser okumuştur. Türk edebiyatının yanı sıra Batılı kaynaklara da
açılan Şair, kültürünü olabildiğince geliştirmeye çalışır. Yine bu dönemde
şiirler ve yazılar kaleme aldığı dikkat çeker. Ayrıca bu devrede Büyük Doğu’yu dikkatle takip etmesi ve Büyük Doğu Cemiyetine üye olması da dünya görüşünün şekillenmesi bakımından önemlidir.
Ülkenin her tarafında etkisini sürdüren yoksulluk, savaş, rejimin dine karşı
tutumu, bu tür baskıların yer yer okul hayatına da yansıması, ailedeki ölümler Şair’in ilkokul, ortaokul ve lise yılları boyunca şahit olduğu sorunlardır.
Sonuç olarak, Karakoç, çocukluk ve gençliğini (1938-1950) geleneksel bir
hayatın yaşandığı, dinin merkezde olduğu Güneydoğu Anadolu coğrafyasında yaşamıştır. Bu coğrafyanın tabiatı; aileden ve çevreden aldığı dinî terbiye; Türk ve Batı edebiyatından okudukları; Osmanlıca, Arapça, Farsça ve
Fransızca çalışmaları; ideolojik olarak Büyük Doğu’yu yakından takip etmesi şahsiyetinin oluşumunda rol oynayan başlıca etmenlerdir ve bu kültürel
referanslar daha sonra eserlerine de yansımıştır.
157
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XXXVI”, Diriliş, 36 (27 Mart 1989), s. 11.
158
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 9.
159
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 10.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
73
2. Üniversite, DP’li Yıllar, Darbe, Diriliş (1950-1960)
Karakoç’un ana amacı üniversitede okumaktır fakat ailesi onu üniversitede
okutmak için yeterli imkâna sahip değildir. Nihayet 1950’de Ankara Siyasal
Bilgiler Fakültesine girer. Bunun üzerine beslendiği çocukluk-gençlik coğrafyasından ayrılıp Ankara’ya gelir. Bu hem coğrafi hem kültürel açıdan bir
açılmadır; Karakoç ufuk, edebî ve fikrî anlamda genişleyecektir. Şair, bu geniş ufukta önünde daha zengin kültürel imkânlar bulur.
“Hâtıralar”ında Siyasal Bilgiler Fakültesini “Fakülte bir tepenin eteğindeydi. Tepeye doğru önce birkaç katlı binalar, daha sonra da gecekondular vardı. Tam tepede bodur ağaçlar… Fakültenin biraz aşağısından demiryolu geçerdi. Onun ötesi de Cebeci Meydanı’ydı”160 cümleleriyle tasvir eden Şair,
o yıllardaki Ankara’yı ise “Ankara o zamanlar üç yüz bin nüfuslu bir şehirdi.
Hava kirliliği yoktu. Biz öğrenciler için rahat ve güzel bir şehir niteliğindeydi.”161 şeklinde anlatır.
2.1. Üniversite, Edebiyat ve Basın Hayatı
Karakoç üniversitenin ilk yıllarında okuma alışkanlığını sürdürür. Sadece
derslerle yetinmez “Okul kütüphanesinden, daha sonraki yıllar Millî Kütüphaneden ve Fransız Kültür Merkezinden yararlanmaya çalış[ır]. Dışarıda da edebiyat ve basın alanında olup bitenler[i]…”162 elinden geldiğince
takip eder.
Kütüphanede “bilhassa, Grand Larousse du Vingtieme Siecle, (Yirminci Yüzyılın Büyük Larousse’u), Dictionnaire de L’Academie Française gibi Fransızca
ansiklopedi ve sözlüklerin yardımıyla”163 Fransızcasını ilerletir; yerli ve yabancı dergileri takip eder; “Dostoyevski ve Tolstoy’dan henüz okumamış
bulunduğu eserleri”,164 “Nietzsche’nin Zerdüşt Dedi ki adıyla Sadi Irmak tarafından çevrilmiş olan eserini Fransızcasıyla karşılaştırarak oku[r].”165Bu
okumaları, onu çağdaş Batı edebiyatına daha da açar.
Fransız Kültür Merkezinde özellikle “Saint John Perse, Claudel, Apollinaire,
Max Jacob, Jean Cocteau, Henri Michaux vb. nice şairin, yazarın eserlerini görme imkânını”166 bulur ve böylece Batı edebiyatını yakından tanımaya başlar.
74
160
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLII”, Diriliş, 42 (5 Mayıs 1989), s. 7.
161
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIII”, Diriliş, 43 (12 Mayıs 1989), s. 8.
162
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 6.
163
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 5.
164
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 10.
165
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 10.
166
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVII”, Diriliş, 57 (18 Ağustos 1989), s. 10.
GULZAR MAMMADOVA
Karakoç’un 1950-1960 yılları arasında bir arayış içerisinde olduğunu söylemek mümkün. Bu yıllarda birçok kitap okumanın yanı sıra şiir denemelerini
de sürdürmektedir. Bu dönemde ilkin 1951 yılının güz mevsiminde yazdığı
“Yağmur Duası” şiirini Mülkiye dergisinde yayımlar (1952). Şiir şöyledir:
Ben geldim geleli açmadı gökler;
Ya ben bulutları anlamıyorum,
Ya bulutlar benden bir şeyler bekler,
Hayat bir ölümdür, aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler.
Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım:
Biri damla damla alnıma düşer;
Diğerinde durur göğe bakarım.
Ne şehir, ne deniz kokan gemiler:
Bir yağmur bilirim, bir de kaldırım.167
Karakoç bu şiirle ilgili olarak verdiği bilgilerde bir mısradaki “kadın gömleği” imajını yanlış yorumlara kapı açabileceği için değiştirdiğini, şiirin temelde talihsizlik temasını işlediğini belirtir.168
Şair, söylediğine göre bu yıllarda birçok şiir yazar fakat “yeterli bir olgunluğa varm[adığı]”169 düşüncesiyle hepsini yırtıp atar. Çünkü Verlaine’i ve
Mallermé'yi okuduğundan yazdıklarını pek beğenmez.170
Karakoç’un muhtemelen 1951’de yazdığı bir başka şiiri de “Rüzgâr”dır. Şair
“biraz da sınıf arkadaşları[nın] etkisiyle, yani modaya uyarak ”171 nişanlanmak ister ve ailesine bu konuyla ilgili bir mektup yazar. Mektubuna olumsuz cevap gelir.172 Karakoç bu ruh hâliyle 6+5 vezinli “Rüzgâr” adlı şiirini
yazar, Hisar dergisinde yayımlanan şiir şöyledir:
Uçurtmamı rüzgâr yırttı dostlarım!
Gelin duvağından kopan bir rüzgâr.
Bu rüzgâr yüzünden bulutlar yarım;
Bu rüzgâr yüzünden bana olanlar ...
167
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVIII”, Diriliş, 48 (16 Haziran 1989), s. 7.
168
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVIII”, Diriliş, 48 (16 Haziran 1989), s. 7.
169
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVIII”, Diriliş, 48 (16 Haziran 1989), s. 8.
170
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVIII”, Diriliş, 48 (16 Haziran 1989), s. 8.
171
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 15.
172
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 15.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
75
O ceviz dalları, o asma, o dut,
Gül gül, mektup mektup büyüyen umut:
Yangından yangına arta kalan put;
Muhabbet sürermiş bir rüzgâr kadar173
Şair’in “Hâtıralar”ında “Ankara’da edebiyat dergisi olarak Hisar çıkıyordu
ancak sağcılık görüntüsüne rağmen onunla fikirce bağdaşmam mümkün
değildi.”174 dediği üzere edebiyatta geleneği sadece taklit eden sağ dergilere
pek de sıcak bakmadığı anlaşılmaktadır.
Karakoç, 1952 baharına girerken Mülkiye ikinci sınıfta “Monna Rosa” üzerinde çalışmaya başlar. 20 Nisan Pazar günü bir kır gezisinde bu şiiri okur.
Cevat Geray’ın isteğiyle şiirin bir bölümü Hisar’da yayımlanır.175 Aslında şiiri
Hisar’a Karakoç vermemiştir. Aynı yıl 1952’de, Eylül-Ekim’de ikinci “Monna
Rosa”yı yazar. Birinciye “Monna Rosa I, Aşk ve Çileler”, ikincisine “Monna
Rosa II, Ölüm ve Çerçeveler” adını verir. Güz mevsiminde “Monna Rosa III,
Aşk ve Çileler”, 1952’yi 53’e bağlayan yılbaşı gecesinde de yeni bir Monna
Rosa” gelir. Şair bu konuda “Baharda Monna Rosa’nın birincisini yazmıştım.
Her mevsime bir Monna Rosa şiiri düşecek şekilde şiir çalışmalarım devam
etti. Yazın Monna Rosa II, güzün Monna Rosa III (Pişmanlık ve Çileler) kışın
da tam yılbaşı gecesi. Ve Monna Rosa yazılmış oldu.”176 der.
“Monna Rosa”nın birincisi Hisar’da, 1953’te tümü ise Mülkiye’de yayımlanmıştır. Karakoç 1953’te “Yeni Monna Rosa” adlı bir şiir daha yazmışsa
da bu kaybolmuştur.177 Karakoç, bu şiirle beraber ‘Gül’ kavramını yeniden
diriltmenin”178 gerektiğini düşünmüş ve neticede gül “Monna Rosa”yla birliktedirilerek ve dönüşerek edebiyatımıza tekrar girmiştir.
Karakoç’un bu dönemde Mülkiye dergisinde “Sanatkârın Aşk Tarafı” başlıklı bir yazısı da yayımlanır.179 Şair “Hâtıraları”nda 1953 yılında bundan
başka “Şehrazat”, “Karaçayın Türküsü”, “Danseden İki Kardeş”, “Kar”, “Şahdamar”, “İp”, “Makas”, “Payıma Düşen Cumartesi”, şiirlerini yazar. Bunlardan “İp”, “Makas” ve “Payıma Düşen Cumartesi” yayımlanmaz.180 Şair artık
edebiyat dünyasına adım atmıştır ancak şiirde henüz arayış içindedir.
76
173
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLV”, Diriliş, 45 (26 Mayıs 1989), s. 6.
174
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLV”, Diriliş, 45 (26 Mayıs 1989), s. 8.
175
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIX”, Diriliş, 49 (23 Haziran 1989), s. 7.
176
Sezai Karakoç, “Hâtıralar L”, Diriliş, 50 (30 Haziran 1989), s. 12.
177
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIX”, Diriliş, 49 (23 Haziran 1989), s. 8.
178
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIX”, Diriliş, 49 (23 Haziran 1989), s. 7.
179
Sezai Karakoç, “Hâtıralar L”, Diriliş, 50 (30 Haziran 1989), s. 9.
180
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIV”, Diriliş, 54 (28 Temmuz 1989), s. 6-7.
GULZAR MAMMADOVA
Karakoç aynı yıl Muzaffer Erdost’la tanışır (1953), Kilis Kültür Derneğince çıkarılan Akpınar’da yazar.181 1953-54 kışında arkadaşlarıyla Yeni Ay adlı
bir dergi çıkarır. İdeolojik bir karakterde olan bu dergide Tunus ve Cezayir
savaşları için “Bir Milletin Basübadelmevti” yazısını yazar ancak dergi siyasi
nedenlerle dağıtılmaz.182 Ardından Şevket Eygi Komünizme Hücum dergisini 4-5 sayı yayımlar, Karakoç oraya da birkaç yazı verir.183 Karakoç’un bu
dönemde şiirlerini yayımladığı bir başka dergi Mehmet Kaplan’ın başyazarlığını yaptığı İstanbul’dur, “Şahdamar”, “Karayılan”, “Kar” ve “Köşe” adlı
şiirleri bu dergide çıkar.184 Ayrıca, 1954’te Cemal Süreya ile birlikte Mülkiye’de Kazgan’ı çıkarırlar. Aynı yıl, yılbaşı gecesi “İnci Dakikaları”185 şiirini
kaleme alır.
Karakoç, 1955’te Şiir Sanatı’nı çıkarır.186 Dergiyi Ankara Rüzgârlı Sokak’ta
bir matbaada bastırır. Şair Şiir Sanatı için “…yeni bir dergiydi. Bir arayıştı.
Apaçık bir ret, bir protesto, bir isyan olmamakla birlikte statükoyu kabul
etmediği belli olan bir dergiydi.”187 der. Dergi çıkınca Necip Fazıl’a takdim
eder, Üstat dili dolayısıyla dergiyi eleştirir. Karakoç, Şiir Sanatı’nın kapanmasında bu eleştirinin de rolü olduğunu söyler ve nihayetinde dergi maddi
imkânsızlıklar ve sınavların da yaklaşması nedeniyle iki sayı sonra188 kapanır. 1955’te ancak iki sayı çıkarabildiği Şiir Sanatı Karakoç’un, kendi olmak
ve yetkinliğini göstermek isteğinin ilk önemli işaretidir. Bunu tam olarak
başaramasa da Şiir Sanatı, Diriliş’e giden yoldaki ilk adım, ilk deneme olarak
değerlendirilebilir. Belli ki Şair özerk ve yeni bir ses aramaktadır. Cemal Süreya, Gülten Akın, Erdal Öz, Muzaffer Erdost, Orhan Duru dergide yazan
başlıca isimlerdir.189 Bunların sol kesimden isimler olması Karakoç’un o dönemde “edebî çevre” olarak daha çok sola yakın olduğunu göstermektedir.
Bu yıllarda dikkat çeken en önemli şey; Hisar, Mülkiye ve İstanbul başta
olmak üzere şiir ve yazılarını çeşitli dergilerde yayımlayarak önce fakülte
çevresinde bir şair olarak tanınması, onaylanması ve özellikle “Yağmur”,
“Rüzgâr”, “Monna Rosa”da hece şiirinin izini sürmesidir. Karakoç, “Hâtıralar”ında belirttiği üzere söz konusu dergiler dışında az da olsa Akpınar,
181
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LV”, Diriliş, 55 (4 Ağustos 1989), s. 6.
182
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 11.
183
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 11.
184
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 12.
185
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 10.
186
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 12.
187
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 12.
188
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 13.
189
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 13.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
77
Komünizme Hücum, Büyük Doğu’da yazmış ve Yeni Ay ile Kazgan’ın190 çıkarılmasına yardımcı olmuştur.
Özetle, Karakoç, beş yıllık üniversite hayatını dolu dolu geçirir. Bu yıllarda
şiirler yazar, kütüphanelere gider, Türk edebiyatının yanında Batı edebiyatını da yakından takip eder, dergi çıkarma girişimlerinde bulunur ve birçok
dergiye şiirlerini gönderir. Bunların yanında edebiyatla ilgisi olan birçok
şahsiyetle tanışma imkânı bulur. Cemal Süreya, Ülker Köksal, Mustafa
Şerif Onaran, Gülten Akın,191 Erdal Öz, Muzaffer Erdost,192 Ahmet Oktay,
Yılmaz Gruda, Erdoğan Tokmakçıoğlu, Güner Sümer, Ece Ayhan193 Karakoç’un üniversite yıllarında tanıştığı başlıca yazar ve şairlerdir.
Karakoç’un üniversiteye başladığı ilk yıllarda örneğin “Rüzgâr”, “Yağmur
Duası”, “Monna Rosa”da hece şiirinin izini sürdürdüğü194 ancak 1953’ten
sonra yavaş yavaş bu şiirden uzaklaşarak serbest şiire yöneldiği, şiirinde bir
değişmenin başladığı görülmektedir. Ancak Garip şiirine hiç de sıcak bakmaz, “Hâtıralar”ında yer yer bu şiiri eleştirir.
2.2. İdeolojik Çevre
Karakoç’un üniversite yıllarında edebiyat dışında bir de ideolojik çevresi
vardır. O yıllarda dönemin İslami/muhafazakâr çevresiyle irtibatını sürdürmeye devam eder. Dinî ve millî hassasiyetlere sahip bu çevrenin merkezinde
Büyük Doğu ve Necip Fazıl vardır. Şair, daha ortaokul yıllarında Maraş’tayken takip etmeye başladığı Büyük Doğu ile ilişkisini üniversite döneminde
yüz yüze tanışmalarla pekiştirir. Üniversite sınavlarına gittiğinde İstanbul’da
Büyük Doğu’ya uğrar, Necip Fazıl’la tanışır. Üstat Ankara’ya geldiğinde ise
onu Osman Yüksel Serdengeçti’nin Denizciler Caddesi’ndeki kitapevinde,
Ulus’taki İstanbul Kıraathanesi’nde veya Havuzlu Kahve’de dinler.195 Osman Yüksel o yıllarda Serdengeçti dergisini çıkarmaktadır. Şair’in orada tanıştığı kişilerden biri de Zihni Hızal’dır. Kısakürek geldiğinde onu sevenler
ya Ulus’taki İstanbul Kıraathanesi’nde ya da Havuzlu Kahve’de buluşurlar.196
Şair bunu “Ulus’taki kahvelerde 15-20 kadar çoğu değişik fakültelere mensup gençlerle N. Fazıl Bey’in sohbetlerinde bulunuyorduk o yıl, yani 1951
yılı.”197 cümleleriyle ifade eder.
190
78
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVI”, Diriliş, 56 (11 Ağustos 1989), s. 10-11.
191
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 14-18.
192
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 18.
193
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LX”, Diriliş, 60 (8 Eylül 1989), s. 14-18.
194
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIX”, Diriliş, 49 (23 Haziran 1989), s. 7.
195
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 5.
196
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 5.
197
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 8.
GULZAR MAMMADOVA
Fakülteden arkadaşı M. Şevket Eygi, Risale-i Nur talebelerinden Ziya Nur
ve Atıf Ural198 “Hâtıralar”ında bahsi geçen ideolojik çevreye mensup isimlerdir. Şair, “Hâtıralar”ında Eygi hakkında değerlendirmeler yapmış, münasebetlerini uzun uzun anlatmış, beraber Yeni Ay, Komünizme Hücum gibi
dergilerde bulunduklarını söylemiştir. Kanaatimce dindar bir aileye mensup olması ve Tek Parti Dönemi’nde dindarlara yönelik baskılar, Karakoç’un
daha ortaokul yıllarında Büyük Doğu’ya yönelmesine sebep olmuştur.
Karakoç, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinden 1955 yılında mezun olur.
22 yaşındadır. Üniversite yılları ona bir olgunluk katmış; düşünceleri daha
bir yerine oturmuş; ideolojik manada İslami bir çevrede, daha çok Büyük
Doğu çevresinde yer almış; edebî anlamda modern şiire yakın şahsiyetlerle
irtibatını farklı dünya görüşte olmalarına rağmen sürdürmüştür.
2.3. DP ve 27 Mayıs Darbesi
Karakoç “Hâtıralar”ında, yaşadığı dönemin basın ve edebiyat hayatına dair gözlemlerinin yanı sıra DP, AP, MNP ve MSP’ye dair fikir ve yorumlarına da geniş
yer verir. Özellikle DP’ye dair yorumlarının yanında ülkenin içinde bulunduğu
siyasi, sosyal ve ekonomik durumlardan da bahsederek yer yer tahliller yapar. Bu
itibarla “Hâtıralar” özellikle 1940-1974 arasındaki Türkiye’nin siyasi, sosyal ve
ekonomik hayatı bakımından da dikkate değer bilgiler, gözlemler, tahliller içermektedir. Şair doğduğunda inkılap devri tüm hızıyla sürmektedir. Atatürk’ün
ölümünün ardından Millî Şef Dönemi’nin ve İkinci Dünya Savaşı’nın baskılarını, yoksulluklarını hisseder. Baskı ve yoksullukların Anadolu’daki yansımalarını
dikkatle gözlemler. Bu süreçte çok partili hayata geçiş, DP’nin kuruluşu, halkın
bu partiye bakışı, DP’nin iktidara gelmesi, CHP-DP çekişmesi ve gerginlikler,
Büyük Doğu ve Necip Fazıl Kısakürek ile İslami çevrenin maruz kaldığı siyasi
baskılar, Malatya Ahmet Emin Yalman ve 6/7 Eylül olaylarına dair gözlemler
“Hâtıralar”da üstünde dikkatle durduğu önemli konulardır.
Karakoç, DP kurulduğunda ona şüpheyle bakar. Ona göre Demokrat Parti
kurulsa da Türkiye çok partili düzene geçse de halkın nazarında hiçbir şey
değişmez. Parti hakkındaki fikirlerini “Zaten ben DP’yi de muvazaa partisi
gibi biliyordum.”199 cümlesiyle dile getirir.
Karakoç’un üniversite yıllarında, 1950 seçimlerinden sonra Adnan Menderes başbakan olur200 ve DP iktidara gelir. Bu yıllar da tıpkı İkinci Dünya
Savaşı yılları gibi çalkantılıdır. Demokrat Parti iktidarı, daha ilk yıllarından
itibaren oldukça sancılı geçer.
198
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 5.
199
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XL”, Diriliş, 40 (21 Nisan 1989), s. 9.
200
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIII”, Diriliş, 43 (12 Mayıs 1989), s. 8.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
79
Karakoç’a göre bu yıllarda ülke Demokrat Parti tarafından yönetilmeye başlasa da Halk Partisi’nin zihniyeti hâlâ devam etmektedir. İktidar değişip DP
iktidara geçmekle birlikte “1946-50 mücadelesinin mağduru birçok kişi hapiste”201 yatar. Halk kendi kültüründen, geleneğinden ve geçmişinden uzak
bir şekilde yaşamaya devam eder. Demokrat Parti iktidara gelince verdiği
sözleri unutur ve Halk Partisi’nin koyduğu yasaları devam ettirir.202 Şair bu
konudaki düşüncelerini, “Halk Partisi gitmişti fakat zihniyeti hâlâ her yere
hâkimdi. Kanunlar ve bürokrasi, tamamen eleştirisiz, Batı hayranı, kendi kültür ve tarihine âdeta düşman ya da en azından yabancı ve kendi geçmişimizi
küçümseyen bir kuşak tarafından düzenlenmişti. DP hareketi, 1946-50 arasında, hep hürriyetsizlikten, baskıdan bahsetmiş fakat iktidara gelince başta
Anayasa olmak üzere tüm kanunları ve düzeni değiştirmek işine, bu zaruretin
zarureti işine girişmemişti. Celâl Bayar ve DP’nin ileri gelenlerinden büyük
bir kısmı eski Halk Partililerdi. Zihniyetleri aynıydı”203 sözleriyle dile getirir.
Ona göre DP hiçbir zaman milletin beklediği parti değildir, “Menderes’in
kişiliği, halkın Menderes’i giderek belli bir yöne götürmesi, ona bir misyon
kisvesi giydirmesi, onun da bunu belli belirsiz bir hisle sezerek benimsemesi,
1950 sonrası siyasi hayatımızın karakterini çiz[miş]. Halk Partisi muhalefet
tahtına otur[muştur].”204
Karakoç, Necip Fazıl’ın bu hususta Büyük Doğu’da yazılar yazdığını ve
“DP’nin milletin istediği parti olması için Celal Bayar çizgisinden çıkması
gerektiğini”, “Menderes’e bir atılım yapmayı telkin et[tiğini]”205 söyler. Ne
yazık ki bu telkinler sonuç vermez. Ezanın asli hâline döndürülmesinin öncesinde Ticanilerin Meclis’te topluca ezan okumaları “öte yandan CHP’nin
dirilip irtica iddiasıyla ortalığı kasıp kavurması, ara sıra yükselen ürkütücü sesler…”206 siyasi havayı sık sık gerer. Necip Fazıl bu yıllarda CHP’ye
şiddetle muhalefet eder, hem Büyük Doğu’da hem de toplantılarda fikirlerini açıkça dile getirmekten çekinmez, bu sebeple dergisi sık sık kapatılır.207
CHP’nin yaptığı olumsuz propagandalar sonucu basın yavaş yavaş DP’den
yüz çevirip CHP’li olur. Karakoç “Hâtıralar”ında Halk Partisinin, Menderes’in CHP’nin “bu parti ileride büyür, sizi de siler süpürür”208 sözünden
çekindiği, için dindar ve muhafazakâr kesime mesafeli davranmaya çalıştığı
inancındadır. Karakoç, Menderes’in bu tavrını yanlış bulur ve şöyle der:
80
201
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLI”, Diriliş, 41 (28 Nisan 1989), s. 8.
202
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 6.
203
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 6.
204
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 7.
205
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 7.
206
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 7.
207
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLIV”, Diriliş, 44 (19 Mayıs 1989), s. 7.
208
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVI”, Diriliş, 46 (2 Haziran 1989), s. 8.
GULZAR MAMMADOVA
Oysa Menderes, Büyük Doğu Cemiyeti’nin ve daha sonra kapatılan parti
ve derneklerin yaşamasına göz yumsaydı bunlar DP’den ziyade CHP’nin
nefes almasına imkân vermeyeceklerdi. CHP dirilmeyecek, belki de 1960
ihtilali olmayacaktı. Ama Menderes aldatılmış ve bu baskın yapılmıştı.
Dediğim gibi bu baskın, en çok yeni yeni parlamaya başlayan Nurculuğun
işine yaramıştı.209
1952 yılında Malatya hadisesi vuku bulur. Malatya hadisesi, “Vatan Gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın Başbakan Menderes’i izlemek
için gittiği Malatya’da vurul[masıyla]”210 ortaya çıkar. Bu olaydan sonra İslami basına baskı uygulanır, Millet Partisi kapatılır. Kimilerinin “bu derneğin
bir tehlike olduğu”211 ve “siyasi partiye dönüşebil[eceği], o zaman DP’ye
zarar ver[eceği]”212 telkiniyle Milliyetçiler Derneği de kapatılır.213 Karakoç
bu durumu “Hâtıralar”ında şöyle dile getirir:
Halk Partisi, derin bir nefes aldı. Çünkü, karşısında DP’den başka bir
kuruluş kalmamıştı. DP’nin Zafer adlı bir gazetesi vardı. Bununla tüm
milletin ve bilhassa gençliğin maneviyat ihtiyacını karşılaması mümkün
olamazdı. DP zaten daha sonraki AP ve bugünkü ANAP gibi yamalı bohça
bir partiydi. Her türlü görüşte olanlar bulunuyordu partide. Zafer gazetesi
ise bugün liberal denen kişilerin görüşündeydi. İslami ve millî bir çizgi
sunmuyordu.214
Karakoç’a göre Halk Partisi’nin tekrar dirilmesinde ve DP’yi ihtilalle yere
sermesinde DP’nin İslami dergileri ve dernekleri kapatması yatmaktadır.
1954 Türkiye için önemli bir yıldır çünkü DP iktidarının ilk genel seçimleri bu yıl yapılır. Ülkenin durumuna bakıldığında DP’nin kazanma ihtimalinin olmadığı görülür. Çünkü basın tamamen DP aleyhine dönmüştür;
DP aydınları ve bürokratları kazanamamıştır. Sağda hiçbir yayın ve kuruluş
kalmamış, çoğu kapatılmıştır. Daha önce kapatılan Millet Partisi bu sefer
Cumhuriyetçi Millet Partisi adı altında yeniden kurulur ve meydanlara çıkar. Karakoç’un tespitine göre “Halk da [onları] dinlemeye koş[ar]. Fakat,
onları halkın ciddiye aldığını söylemek zordu[r]. Bunlar iktidar olamazlar,
seçimde kazansalar hükûmet olmaktan yine de kaçarlar inancı yaygındı[r].”215 Seçimlerde DP büyük bir zafer kazanır. Karakoç, CHP’nin yenilgisini “Oysa, silinmesi bile çok mümkün olan bu parti yaşamış, şimdi inişinin
209
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XLVI”, Diriliş, 46 (2 Haziran 1989), s. 8.
210
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XII”, Diriliş, 52 (14 Temmuz 1989), s. 9.
211
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVIII”, Diriliş, 58 (25 Ağustos 1989), s. 10.
212
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVIII”, Diriliş, 58 (25 Ağustos 1989), s. 10.
213
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVIII”, Diriliş, 58 (25 Ağustos 1989), s. 10.
214
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LVIII”, Diriliş, 58 (25 Ağustos 1989), s. 10.
215
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 12.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
81
en alt derecesinde yine de Meclis’te otuz kişilik de olsa bir tutunma gücünü
bulmuştu. Aldığı oysa, oran olarak, çok daha yüksekti Meclis’teki temsil
gücü oranına göre.”216 sözleriyle anlatır.
DP seçimleri kazansa da hâlâ işin ciddiyetinin farkında değildir. “Bütün İslami neşriyat susturulduğu hâlde oy kaybetmemesi onu bu zümreyi küçük
görmeye it[er]. CHP’yi de ölmüş gibi gör[ür]. Bütün bunlar yüzünden gözünü gaflet bürü[r]. Gurura saplan[ır]. Kırşehir’in, hemşehrileri O[sman]
Bölükbaşı’nı milletvekili olarak seçmesini bile hazmedeme[z].”217 Karakoç
“Hâtıralar”ında, DP’nin iktidara geldikten sonra Anayasa’yı değiştirmediğini fakat bunun kesinlikle yapılması gerektiğini söyler ve şöyle devam eder:
Sadece dilini bir parça eski hâline çevirmekle yetindi. Sanki halkın şikâyeti
sadece Anayasa’nın dilindenmiş gibi. Oysa CHP’nin devrilmesi ‘beyaz
ihtilal’ olarak vasıflandırılan büyük bir değişiklikti. Anayasa’yı değiştirmek
gerekirdi. Gerçek fikir hürriyeti olan bir demokrasiyi de kuramadı DP. Tek
Parti devrinin zihniyetiyle yetişti aydın yine. Kendi aydınını yetiştiremedi
DP. Kendi basınını kuramadı. Halkın kendi kendine oluşturduğu ve
CHP’nin karşısına diktiği yetersiz savunma hattını bile, bir taktik hatası
olarak, CHP oyununa gelerek kendi eliyle kırdı. Eğitim de değişmedi. Tek
Parti Devri eğitimi devam etti. Bu da üniversite hocasının, öğrencisinin,
bürokratın otomatik olarak Halk partili kalmasını sağladı. Bir restorasyona
gitme cesaretini bile gösteremedi DP. Oysa Prof. Ali Fuat Başgil, bir
gazetede bir dizi makaleyle bir restorasyon devrinin açılmasını önermişti.218
Karakoç’un bu dönemde “Hâtıralar”ında bahsettiği bir başka olay da siyasi
sonuçları itibarıyla önemli olan, İstanbul’da Rum vatandaşların dükkân ve
evlerine yapılan saldırıların düzenlendiği 6/7 Eylül 1955 olaylarıdır. Şair,
bu olaylara ilişkin gözlemlerini, fakültedeki gerilimi, öğrencilerin protesto
gösterilerini ve çeşitli söylentileri anlattıktan sonra; “6/7 Eylül Olayı, gerek
memleketimiz için gerek DP iktidarı için ve gerekse bizzat Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu için çok meşum sonuçlar doğurmuş bir olaydır. İlk
haberlerin aksine ölüm olayı yoktur. Ancak Avrupa basınında çıkan müthiş
resimler bütün dünyayı aleyhimize çevirmiştir. […] Barbar Türkler propagandaları günlerce, belki aylarca Batı basınını doldurdu. […] Hükumet
çok zor duruma düştü.”219 Sözleriyle oldukça sağlıklı bir biçimde tahlil eder.
Gerçekten de bu olay, DP hükûmetini epeyce sarsmıştır.
Şair, “Hâtıralar”ında Menderes döneminde İstanbul’un imar edilişine dair
de -ki bu çok tartışılan bir konudur- görüşler ileri sürer. Anlattığına göre
216
82
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 13.
217
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 13.
218
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LIX”, Diriliş, 59 (1 Eylül 1989), s. 13.
219
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXVI”, Diriliş, 66 (20 Ekim 1989), s. 11-18.
GULZAR MAMMADOVA
“Ana yollar genişletilirken çınarlar” kesilmiş, küçük camiler yıkılmış, taşları öbek öbek yol kenarlarına yığılıp bırakılmıştır. Bu minvalde Karaköy
Camii’ni örnek verir.220 Bu konularda Menderes hükûmetini eleştirse de
“İstanbul’un imarı şarttı.”221 sözüyle imarın bir ihtiyaç olduğunu vurgular,
Menderes’in bu girişimini destekler “Ancak bu imar mümkünse restorasyon şeklinde olmalıydı. İstanbul’un dışında modern ve sağlıklı yeni bir şehir
oluşturmak gerekliydi. İstanbul’a da mümkün mertebe dokunulmamalı.”222
der. Şu satırlar da o dönemdeki imar faaliyetlerine ilişkin görüşlerini yansıtması bakımından önemlidir:
1950’den sonra da bilinçsiz bir tahrip, şehirlerimizin tüm tarihî varlığını
yok etmeğe yönelmiştir. Binlerce yıl önceki eski medeniyetlerin
kalıntılarını yer üstüne çıkarıp onlara hayatiyet kazandırırken yerin
üstündeki kendi medeniyetimizin, Selçuk ve Osmanlı medeniyetlerinin
eserlerini yok ettik ve ediyoruz.223
1957 yıllında Halk Partisi ortamı gerdiğinden erken seçim yapılır. Bu dönemde Hürriyet Partisi kurulmuş ve DP’den ayrılan Fuad Köprülü, Hürriyet Partisinin başkanı olmuştur.224 Her parti farklı illerde mitingler düzenler. Bu mitinglerin biri de Balıkesir’de yapılır. Karakoç “Hâtıralar”ında
Balıkesir’de yapılan mitinglere dair gözlemlerini şöyle anlatır:
Her taraf doldu meydanda. Fakat bir gariplik vardı görünüşte. Çünkü:
dinleyicilerin yakasında DP rumuzlu kâğıt rozetler vardı. Aslında, biri
gelmiş, o rozetleri dağıtmıştı. Köylüler de yakalarına takmışlardı. Yoksa,
şuurlu bir davranış değildi bu. Halk, mitinge, daha çok bir eğlenceye gelir
gibi gelmişti.225
Seçimleri yine DP büyük farkla kazanır ancak Karakoç, “Beş vakit namaz
kılıyor dedikleri için Enver Güreli’ye”226 oy verir. “Partilerin hiçbirine oy
vermez”227, çünkü bir tek şahsın adını yazmak mümkündür o zamanki seçim sisteminde. Bu oy, Şair’in DP’ye bakışını ve mesafesini, aynı zamanda
ölçüsünün ne olduğunu da göstermesi bakımından önemlidir.
1957-58 yıllarında ekonomik kriz doğar; fiyatlar yükselir, karaborsa yaygınlaşır. Karakoç’a göre “Bu, 1958 yılıdır ki, Menderes’in de talihi tamamen
220
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXVIII”, Diriliş, 68 (3 Kasım 1989), s. 8.
221
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXVIII”, Diriliş, 68 (3 Kasım 1989), s. 8.
222
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXVIII”, Diriliş, 68 (3 Kasım 1989), s. 8.
223
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXIII”, Diriliş, 73 (8 Aralık 1989), s. 6.
224
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 14.
225
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 14.
226
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 15.
227
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXII”, Diriliş, 72 (1 Aralık 1989), s. 15
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
83
dön[er]. 4 Ağustos kararları denilen ekonomik tedbirler, belki de geç kaldığı için, Menderes’i kurtarma[z]. […] Menderes’in siyasi görünümü zayıfla[r]. Bunu fırsat bilen İsmet Paşa muhalefeti, amansız savaşını aça[r]. Gidiş,
DP iktidarı için hep kötüye doğru olup 27 Mayıs İhtilali ile sonuçlan[ır].”228
Ülkede siyasi hava gerilmiştir, DP Vatan Cephesi’ni kurmuştur. Karakoç o
günlerde (1958) görev gereği Arapgir’dedir. Vatan Cephesi’ne katılımların
çoğunun Arapgir’den olduğunu kaydeder.229
17 Şubat 1959’da Menderes’in uçağı Londra’da düşer, 15 kişi ölür. Ölenler
arasında bakanlar da vardır. Karakoç’un kanaati “Avrupalıların Menderes’e
suikast yaptıkları” şeklindedir. Suikastta ölmeyince daha sonra ihtilali hazırlayıp Menderes’i devir[mişlerdir].”230
Bu yıldan itibaren ülkede tansiyon yükselir “Muhalefetin kızgınlığı arta[r].
İnönü hücuma geçmiş[tir].”231
Gerginlik sürerken Said Nursi olayı patlak verir. Karakoç “Hâtıralar”ında
Bediüzzaman’ın 1959’da Ankara’ya gelip Beyrut Palas’a indiğini, onu ziyaretine gittiklerini, görüşemediklerini, tekrar Isparta’ya döndüğünü söyler.
Ona yönelik baskılardan, vefatından, ihtilal sonrasında cenazesinin bilinmeyen bir yere nakledilmesinden söz eder.232 Ona göre Bediüzzaman “kabına sığmayan bir zekâ; eşsiz bir hafıza; güçlü bir irade sahibi; çocukluğu ve
gençliğinde öğrenme merakıyla medreseleri dolaşmış, kendisine hocaların
güç yetiremediği bir âlim; cesur, ömrünü İslam için vermiş, feda etmiş bir
mücahittir.”233 Şair’in bu minvalde Risale-i Nur talebeleri ve Nurculukla
ilgili tespitleri sosyolojik açıdan önemlidir. Karakoç bunlara ilaveten onu
abartılı şekilde övmenin “nerdeyse tüm İslam büyüklerini silip onu onların
üzerine çıkarma]nın], giderek onu âdeta İslâm’dan koparıp yeni bir yol icat
etmiş biri gibi sunma[nın], hem İslam’a hem Bediüzzaman’a büyük bir haksızlık…”234 olduğu kanaatindedir.
1960 yılına gelindiğinde siyasi havanın şiddetlendiği görülür. “Basın giderek
âdeta çılgınlaşmış[tır], iktidarı yıkmak için elinden geleni yap[maktadır].”235
Siyasi havanın gittikçe karıştığı 1960 yılında talebe ayaklanmaları baş gös-
84
228
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXIV”, Diriliş, 74 (15 Aralık 1989), s. 8.
229
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXIX”, Diriliş, 79 (19 Ocak 1990), s. 8.
230
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXII”, Diriliş, 82 (9 Şubat 1990), s. 7.
231
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 7.
232
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 9.
233
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 9.
234
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 7.
235
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 7.
GULZAR MAMMADOVA
terir. Öğrenci eylemlerinin yanı sıra sıkı yönetim ve akşam saat 9’dan sonra sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Öğrencilerin başlattığı bu eylemlerden
dolayı halk, hiçbir suçu olmadığı hâlde bu yasaklara tabi tutulur.236 1960
Nisan’ında öğrenciler Kızılay Meydanı’nda saat akşam 5’ten sonra toplanıp
gösteri yapmaya başlarlar. Mayıs ayının başında Kızılay’da 555 K gösterisi
yapılır.237 Durum gerginleşir. Karakoç’a göre Menderes, Necip Fazıl’a ve Ali
Fuat Başgil’e ne yapılması gerektiğini sorar, farklı öneriler gelir.238 Şair görev
gereği Van’da bulunurken darbe olduğunu öğrenir.239 Sonra darbe konusundaki düşüncelerini şöyle açıklar:
Demokrat Partili olmadığım ve DP’nin birçok yanını beğenmediğim hâlde,
her sabah uyanınca 27 Mayısçıların devrildiğini görmek arzusu ve hatta
ihtiyacını duyuyordum. Türkiye’de bir kez daha mühim bir yıkılış olmuştu.240
Karakoç, ihtilalin Van’da nasıl karşılandığına dair izlenimlerini de yazar.
Vanlılar, tedbir gereği ihtilalden memnunmuş gibi davranırlar ancak Şair’in
samimi olduğu Vanlılar ona bu görünüşe aldanmaması gerektiğini söylerler.241 Şair bunu “İki yüzlülük değildi. Belki gelen yeni yönetime güvensizliğin bir işaretiydi. […] Çok duyarlıklıdır halkımız. Ama hislerini açığa vurmayı sevmez ve ihtiyatlı davranmayı tercih eder.”242 sözleriyle açıklar.
Karakoç, yer yer DP’yi bu duruma düşmesinden dolayı eleştirir. Eleştirilerinden biri bu partinin yeni ve çok cepheli bir gençlik yetiştirmemesi, “Tek
Parti tekerlemelerini bir hakikatmiş gibi ezberletmiş”243 olmasıdır.
Şair bu süreçte askere gider. Milletvekilleri Yassıada’ya götürülmüştür.
Van’da Kinyas Kartal ile beraber ağalar toplanmıştır, bu daha sonra “55
Ağa Olayı” diye bilinecektir. Basında DP’liler aleyhine müthiş bir suçlama,
karalama kampanyası başlatılmıştır.244 Bu minvalde Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanlığı adaylığı, tehdit edilmesi, 1961’de Anayasa’nın hazırlanması,
halkoyuna sunulması, Anadolu’da referandumda yapılan usulsüzlükler ve
halkın oylarını aleni vermeye zorlanmasına245 dair gözlemlerini aktarır.
236
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 7.
237
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 8.
238
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 8.
239
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 9.
240
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 10.
241
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 10.
242
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 10
243
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXVI”, Diriliş, 86 (9 Mart 1990), s. 9.
244
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXVIII”, Diriliş, 88-89 (23-30 Mart 1990), s. 8.
245
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXVIII”, Diriliş, 88-89 (23-30 Mart 1990), s. 10.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
85
Şair’in“Hâtıralar”ında Yassıada Mahkemelerine dair görüşleri de vardır.
Ona göre “Yassıada Mahkemeleri, hukuktan çok intikamcıların hâkim olduğu bir arena görünümünde[dir]. Müfrit partililer oraya gidip alkışlar,
çığlıklar, yuh çekmeler arasında sözde mahkemeleri dinle[rler].” 246, şahitlik
için götürülüp de istenen ifadeyi vermeyen kişiler de hemen sanık olarak
tutuklanırlar. Batı, Menderes’ten intikamını almış, Papa idam günü ayin
yaptırmış, çanları çaldırtmıştır.247 Ali Fuat Başgil yazdığı yazılar sebebiyle,
Necip Fazıl bazı mahkûmiyetleri öne sürülerek tutuklanır.248
Sonuçta Karakoç, “Hâtıralar”ında DP dönemini, 27 Mayıs sürecini, bu döneme ait gözlemlerini, görüşlerini geniş biçimde dile getirmiştir. Bu itibarla hatıraları DP dönemine dair yapılacak araştırmalarda önemli bir belge
niteliğindedir. Şair’in darbeye ilişkin şu satırları, ülkesini seven bir aydının
düşüncelerini yansıtması bakımından dikkate değer:
27 Mayıs İhtilali, yıllarca inanç namına kendisine hiçbir şey verilmemiş
insanların fırsatı ele geçirir geçirmez neler yapacağını ibretlerle gösteren
bir olaydır. Fakat ne yazık ki daha sonra gelenler bundan ibret almadılar.
Çok köklü tedbirlerle gençlik yeni bir inanç mayalanmasına tabi tutulması
gerekir iken, resmî eğitim ve öğretim Tek Parti döneminin o kısır, tekdüze
ve özsüz slogancılığıyla sürdü gitti. Daha sonra 70’li yıllarda baş gösterip
toplumumuzu on yıl kasıp kavuran terör ve anarşi devri, 27 Mayıs’ın yol
açtığı bir ruh uçurumunun kara yemişiydi.249
Ona göre 27 Mayıs vb. darbeleri yapanlar, cezalandırılmadıkları için tekrar
tekrar bu tür hareketler meydana gelmiştir. Yapılması gereken, 27 Mayıs
Hareketi’nden hesap sorulmasıdır. “Bu olmadıkça terörün durmasını ummak bir hayal, boş bir seraptır.”250
2.4. Diriliş Dergisi
Karakoç, 1955 yılında ancak iki sayı çıkarabildiği Şiir Sanatı’nı yayımlar.251
Fakat maddi imkânsızlıklar sebebiyle dergiyi kapatmak zorunda kalır. Şiir
Sanatı Karakoç’un edebiyatta yetkinliğini göstermek isteğinin ilk işaretidir
ve Diriliş’e giden yoldaki ilk adım, ilk deneme olarak da değerlendirilebilir.
Şair, bu hamlesiyle belli ki özerk ve yeni bir ses aramaktadır.
Şiir Sanatı’ndan beş sene sonra Karakoç, 1960 yılının Ocak, Şubat ve Mart
aylarında Ankara’da Diriliş adlı bir dergi çıkarmaya karar verir. Artık edebi-
86
246
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 7.
247
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 7.
248
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 7.
249
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 7-8.
250
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 8.
251
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXI”, Diriliş, 61 (15 Eylül 1989), s. 12.
GULZAR MAMMADOVA
yatta ve düşüncede bir ekol, yeni bir dil ve üslup oluşturmak istemektedir.
Bunu ise “Ben kısa vadeli çalışmaların, muhalefete ve komünistlere çatmakla yetinmenin fazla bir fayda vermeyeceğini düşünerek bir düşünce ve
edebiyat dergisiyle yeni bir hareketin başlatılmasına karar verdim.”252 sözleriyle açıklar. Ona göre yeni bir nesil gelmiştir, ortam değişmiştir, yeni bir
dil ve üslup gerekmektedir. O yıllarda ortam “diriliş” kavramına yabancıdır.
Dirilişin, İslam’da “basubadelmevt”, ölümden sonra dirilmek anlamına geldiğini belirtir. Bununla birlikte “İslâmın Dirilişi kavramıyla ezilen, esaret
altında inleyen ya da ekonomik ve kültürel bakımdan gerilik içinde yüzen
İslam dünyasını uyandırma, diriltme yolunun açılması imkânının gündeme
geldiğini ifade etmeye uğraş[ır].”253
Karakoç, yıllarca özlemini çektiği dergiyi çıkarmak için girişimde bulunur
ve Diriliş’i çıkarmaya başlar. Bu yıllarda ülkenin durumu siyasi açıdan karışıktır. Bu sebeple dergiyi ancak iki sayı çıkarabilmiştir. Diriliş’i çıkardığı
günlerde “Ankara’ya gelen ve Demokrat Parti ileri gelenleriyle görüşen Necip Fazıl Bey’i ziyarete gidenlerden biri, damdan düşercesine: ‘Sezai Karakoç da Diriliş’i çıkarıyor’ deyince, Necip Fazıl: ‘Geberişi çıkartsın.’ de[r].”254
Karakoç, Necip Fazıl’ın bu sözüne darılmaz çünkü bunu, memleketin gidişini feci gördüğünden dolayı söylediğini bilir.255
Sonuçta Diriliş, ilk dönemde Nisan ve Mayıs aylarında iki sayı çıkar ve kapanır.
3. Darbe Sonrası, AP, MNP, MSP ve Diriliş (1961-1974)
3.1. Darbe ve Sonrası
1960’taki askerî darbe ülkeyi bir anda sarsar. Karakoç da “Hâtıralar”ında
darbeye ilişkin gözlemlerine geniş yer verir. 27 Mayıs İhtilali sırasında Karakoç, Karaköse’dedir.256 Şair, ihtilal sonrasında da İstanbul’un hâlâ dehşeti
yaşadığını ve Marmara Kahvesi’nde arkadaşlarının ihtilalle ilgili haberleri
konuşarak heyecan ve telaş havasını yaşadıklarını257 dile getirir.
İhtilalin ülkeye yaydığı korku ve telaşın yaşandığı günlerde “birden bir takım üniversite mensupları veya gazeteciler, yazarlar, ‘sosyalizm’ tezini ortaya at[arlar].”258 27 Mayıs ihtilaline arka çıkan solcular, bir sosyalist devrim
252
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXIV”, Diriliş, 84 (23 Şubat 1990), s. 11.
253
Sezai Karakoç, “Hâtıralar C”, Diriliş, 105-106 (27 Temmuz 1990), s. 8.
254
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 8.
255
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXV”, Diriliş, 85 (2 Mart 1990), s. 8.
256
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 6.
257
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8.
258
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
87
yapılması gerektiği tezini savunurlar. Ülkeye “‘Memleketi ancak sosyalizm
kurtarabilir’”259 sloganını yaymaya başlarlar. Aynı düşünceyi Yön dergisinde
toplanan solcu aydınlar da savunarak sosyalizme geçilmesi gerektiğini önerirler. Onların bu önerisi toplumda bir şok etkisi yaratır. Daha öncesinde
sosyalizme yakın durmayan Halk Partili aydınlar da sosyalizmi savunmaya
başlarlar.260 Karakoç ülkenin bu karışık durumunu “27 Mayıs hareketi toplum ruhunu altüst etmiş, beklenmeyen sonuçlar doğmuştu.”261 sözleriyle
ifade eder.
Bu yıllarda sol kesim gazete ve dergiler yoluyla fikirlerini rahat bir şekilde
dile getirmeye başlar. Onların sergilemiş oldukları bu düşünce özgürlüğü,
sağ kesime de bir cesaret verir. Bu vesileyle sağ görüştekiler, solcular kadar
olmasa da fikirlerini dile getirmeye çalışırlar.262 Sağ- sol çatışması basında
bütün şiddetiyle devam ederken sağcı yazarlar Yeni İstanbul’da toplanır. Solcular 27 Mayıs İhtilali’ne yardımcı olmaları sebebiyle toplumda bir hâkimiyet kurmak isterken sağcılar yerli bir düşünce ve çözüm önerilerinde bulunurlar. Basın bu yıllarda hâlâ ihtilalin etkisinde olmakla birlikte üniversite
gençliğini, milliyetçi ve İslamcı gençliğe karşı kışkırtmaya devam eder. Solcu gazetede çıkan “Üniversitede mürteci avı başladı” başlıklı yazıda, CHP’li
gençlerin kendilerinden olmayan gençleri dövdükleri ve sürükleyerek karakola teslim ettikleri263 yer alır. Bu sıralarda Yeni İstanbul da Karakoç’tan yazılar ister. Fakat Şair, bu teklifi reddeder ve bu durumu “Ben memurdum, sıkıyönetim vardı. İnönü başkandı, C.H.P. iktidardaydı.”264 sözleriyle açıklar.
Ülkede yaşanan siyasi karmaşadan şair ve yazarlar da olumsuz etkilenirler.
Bunlardan biri de Peyami Safa’dır. Bununla ilgili Karakoç “Hâtıralar”ında
şunları söyler:
Peyami Safa, son yıllarda Demokrat Parti’yi tutmuş, Halk Partililerle ve
onların gölgesindeki solcularla polemikler yapmıştı. İhtilal olunca Peyami
Safa da birçok yazar gibi yazabileceği bir yer bulamaz olmuştu. Hiçbir
gazeteciyi kadrosuna alma cesareti veya iyi niyetini göstermiyordu.265
Bu yıllarda Süleyman Yalçın, İsmail Dayı ve bazı arkadaşlarının teşebbüsüyle Beyazıt’ta Karaağaç İşhanı’nın üstündeki bir teras katında Aydınlar
Ocağı kurulur. Kurucular arasında Karakoç da vardır. Ocak seminerler ve
88
259
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8.
260
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8.
261
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 8.31.
262
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 31.
263
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 11.
264
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 11.
265
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 6.
GULZAR MAMMADOVA
konuşmaların yapıldığı yer olarak kullanılmanın dışında kahve olarak da
işletilir. En sık konuşanlardan biri Nurettin Topçu’dur. Necip Fazıl buraya
bir gün İhsan Çağlayangil’i de getirir. Bu konuda “İhsan Sabri Çağlayangil,
Adalet Partisi milletvekiliydi o zamanlar. Adalet Partisi, 27 Mayısçıların
büyük baskısı altındaydı.”266 diyen Karakoç, Aydınlar Ocağı’nın daha sonra
Devrimci gençlik tarafından basıldığını ve tarumar edildiğini267 söyler.
Şair, “Hâtıralar”ında 1962’yi “toplum açısından son derece kritik bir yıl”268
olarak değerlendirir. Ona göre, seçimlerin yapılması, sözde demokrasi yolunun yeniden tutulması herhangi bir şey ifade etmez. Çünkü cuntacıların
darbe teşebbüsleri; devrimci öğrencilerin sağcı öğrencileri dövmesi; sınıf,
yurt, dergi ve derneklere yapılan baskınlar durmamış ve269 toplumda bir
gerginliğe sebep olmuştur. Bu yıllarda ülkeyi büyük bir umutsuzluk kaplar.
Şair tüm ülkenin içine düştüğü durumu “Solcuların işi oldubittiye getirip
tepeden inme bir ihtilal yapma isteklerini âdeta açıkça ilan etmeleri, sıkıyönetimler, basının bitmez tükenmez inanç düşmanlığı, ufukları iyiden iyiye
karartmış ruh fırtınalarımızı kasırgaya çevirtmişti”270 sözleriyle dile getirir.
Bu yıllarda “Siyasi faaliyet yapma[k], hele parti kurma[k], o günkü yasalar ve zihniyet çerçevesinde mümkün değildi[r].”271 Çünkü 1961 Anayasası
düşünce olarak sola yaklaşmış ve solcular da bu imkândan geniş bir şekilde
yararlanmıştır. Şair’in de dediği gibi bu yıllarda “İslamaysa sımsıkı kapalıydı
kapılar.”272
Tüm bunlardan yola çıkarak 27 Mayıs İhtilali'nden sonra ülkenin siyasi açıdan çalkantılı bir dönem yaşadığı söylenebilir. Karakoç’a göre sağ-sol çatışmalarının nüksettiği bu yıllarda sağ görüşe mensup basın, halk, üniversite
öğrencileri, şair ve yazarlar olumsuz etkilenir. Sağ kesim susturulurken solcular fikirlerini rahat bir şekilde dile getirme hakkına sahip olurlar. Ülkede
bir umutsuzluk ve gerginlik söz konusudur. Sözde demokrasiye geçilse de
bununla ilgili hiçbir çaba sarf edilmez. Darbe teşebbüsleri, kurum ve kuruluşlara yapılan baskınlar, milliyetçi ve İslami düşünceye mensup üniversite öğrencilerinin şiddete maruz kalması, basının susturulması bu yıllarda
yaşanan genel olumsuzluklar olarak Karakoç’un “Hâtıralar”ına yansımıştır.
266
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 31.
267
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCII”, Diriliş, 94 (4 Mayıs 1990), s. 6.
268
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIII”, Diriliş, 95 (11 Mayıs 1990), s. 6.
269
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIII”, Diriliş, 95 (11 Mayıs 1990), s. 6.
270
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIV”, Diriliş, 96 (18 Mayıs 1990), s. 8.
271
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 31.
272
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 31.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
89
3.2. AP, MNP ve MSP’ye Dair
Karakoç “Hâtıralar”ında 27 Mayıs Darbesi’nin yanı sıra AP, MNP ve
MSP’ye dair gözlemlerine de geniş yer verir. Ona göre daha önce Adalet
Partisi’nin genel başkanlığını yapan Ragıp Gümüşpala’nın ansızın ölümü ve
“Adalet Partisi kongresi için Ankara’da toplanan delegelere yapılan baskılar,
on gün süreyle günlük basının sayfalar dolusu propagandası, ortaya âdeta
ansızın Süleyman Demirel’i çıkar[mış]”273 ve Demirel Adalet Partisi başkanlığını kazanmıştır. Karakoç, “Hâtıralar”ında Demirel için şunları söyler:
Kongrede Demirel’in masonluğu ortaya atıldıysa da yine Mason
Derneği’nden aldığı belgeyle mason olmadığını belgeledi Demirel.
Kongreden sonra dernek, verilen belgeyi yetkisiz birinin verdiğini ileri
sürdüyse de iş olup bitmişti zaten.274
Karakoç, Demirel’in parti başkanlığına getirilmesinin sebebini Menderes’e
bağlar ve Menderes’in “Benden sonra bu başkan olacak”275 dediğini dile getirir. Şair “Hâtıralar”ında Demirel’in başkan olmasını aynı zamanda askerliğini Genelkurmay’da yapmasıyla da276 bağdaştırır.
Önceki AP Başkanı Ragıp Gümüşpala ile Süleyman Demirel’i karşılaştıran
Şair, bununla ilgili “Hâtıralar”ında şunları söyler:
Gümüşpala’nın muntazam, disiplinli, dosyalı çalıştığı söylenirdi.
Demirel’i ise başkanlığında ve muhalefet liderliğinde ekonomi dosyaları
ilgilendirmişti fakat öyle görünüyor ki parti ve siyaset konularını daha çok
şifahi olarak hafızadan idare etmiş.277
1965 seçimlerinde Adalet Partisi zafer kazanır. Karakoç, CHP’nin her türlü
oyununa rağmen halkın kendine yakın partiyi iktidara getirdiğini söyler. Fakat sonuç yine hüsrandır ve “ne yazık ki, iktidara gelenler, bazı hizmetlerine
karşılık, milletin bu itimat ve coşkusuna layık olamamışlardır.”278 Bu yıllarda da tıpkı 1950 yılında yaşanan sıkıntılar tekrar yaşanmaya başlar. “Halk
sevmediği kişilerin muhaliflerini coşkunlukla iktidara getir[diyse de]”279
“onlar bu iltifat ve itibara layık olamayıp sukutuhayal doğur[muşlardır].”280
Bu yıllarda Adalet Partisi zafer kazansa da halkın beklediği parti olamaz.
90
273
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 31.
274
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 31.
275
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 11.
276
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 100-101 (22 Haziran 1990), s. 11.
277
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 11.
278
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 7.
279
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 7.
280
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 7.
GULZAR MAMMADOVA
Karakoç’un deyişiyle toplumda “Köklü bir değişim[e]”281, “Kararlı, cesur,
ısrarlı bir atılım, davranış ve tutum[a]”282 gerek vardır. Fakat Adalet Partisi
bunu gerçekleştirecek güçte değildir. Şair’in AP hakkında yaptığı değerlendirmeden yola çıkarak Süleyman Demirel’den “memleket hesabına fazla bir
şey beklem[ediği]”283 söylenebilir. Halk, ihtilalin arkasında CHP’yi gördüğünden onu cezalandırır ve AP’nin iktidara gelmesini284 sağlar. “Ne yazık
ki, halkın bu şuurlu davranışını A.P. gereği gibi değerlendireme[miştir]”285
diyen Karakoç sözlerine “42 gibi çok genç bir yaşta başbakanlık koltuğuna
oturan Demirel, bu demir elli oluş kahramanlığını gösteremedi. Tam tersine, pamuk elli oldu. Tanzimat paşaları gibi idare-i maslahatçı bir politika
izledi.”286 hükmünü verir. “Hâtıralar”ında Süleyman Demirel ile Menderes’i
yer yer karşılaştırır. Menderes’in iktidara geldikten sonra Anayasa’yı değiştirmemesini eleştiren Karakoç, Demirel’in ise Menderes’in tersine bir tutum izlediğini söyler ve “temelde bir tepki Anayasası”287 oluşturduğunu dile
getirir. Ona göre bu Anayasa daha sonraki terörün sığınağı olabilecek288 bir
yapıya sahiptir.
Karakoç, “1965 yılında, A.P’nin, istikbalde Türkiye’yi bekleyen sorunların
üstesinden gelemeyeceğini bilerek ondan uzak dur[duğunu]”289 söyler. Ancak milletin o andaki partisi olmasından dolayı da aleyhinde bir şey yazmadığını belirtir. Fakat Halk Partisi’ni, zihniyetini ve Batıcılığını ise yazılarında290 eleştirmiştir.
1968-1969 yıllarında da ülkede herhangi bir değişim olmaz. Toplum “yıllardan beri olduğu gibi yine tam bir çalkantı içinde[dir].”291 27 Mayıs İhtilali'nin kalıntıları ve sağ-sol arasındaki gerginlik tüm hızıyla devam etmektedir. Bunlara bir de 1968 yılında gerçekleşen talebe hareketleri292 eklenince
ortalık hepten kızışır. Demirel, “Bu Anayasa’yla olmaz. Bana üçte iki çoğunluğu sağlayacak kadar oy verin ki Anayasa’yı değiştireyim”293 propaganda281
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12.
282
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24.
283
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12.
284
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12.
285
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24.
286
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12.
287
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 12.
288
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24.
289
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24.
290
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 100-101 (6 Temmuz 1990), s. 24.
291
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CV”, Diriliş, 115-116 (15 Ekim 1990), s. 17.
292
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CV”, Diriliş, 115-116 (15 Ekim 1990), s. 17.
293
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
91
sıyla Ekim ayında yapılan seçimlerde tekrar iktidara gelir. Bu da bir işe yaramaz çünkü Demirel seçim propagandası gezilerinde söylediklerini unutur,
“1968 öğrenci olaylarında zecri tedbir al[r].”294 Karakoç, Demirel’in öğrenci olaylarına karşı yaklaşımını hem onaylar hem de eleştirir. Demirel’in
bu olaylar karşısında sert bir tutum takınmaması Karakoç’a göre doğru bir
harekettir, “Kimsenin ölmemesi, işin doğru tarafıydı”295 der. Fakat “olaylar
yatışır gibi olduktan sonra sorumluları bulup hesap sormak, birtakım tedbirler” almak gerekmektedir. 296 Demirel bunu yapmamış ama aksine bu
olayı “bol bol seçim propagandası malzemesi”297 yapmıştır.
Demirel, 1965 yılında yaptığı gibi 1969 yılında da yine Anayasa değişikliği için hiçbir girişimde bulunmaz. Oysa Şair, “Meclis’e bir değişiklik metni
getirmesi ve bunun kavgasını vermesi”298 gerektiği düşüncesindedir. Demirel’in bu tutumu karşısında eylemler, soygunlar, gasplar, anarşi, terör ve
fakültelerde kavgalar yeniden başlar. Buna karşılık Demirel, “etrafındaki
kendi dar kadrosundan kişilerle kabine oluştur[arak]” “milliyetçi muhafazakâr denen kanadı ikinci plana itmek iste[r].”299 Demirel’in bu girişimleri
AP içerisinde bir huzursuzluğa sebebiyet verir. Demokratik Partinin300 ve
Milli Nizam Partisinin doğmasına sebep olur.301
Karakoç, “Hâtıralar”ında AP iktidarına, özellikle Süleyman Demirel’e yer
yer sert eleştirilerde bulunur. “Seçim konuşmalarında böylesine cesur ve
nispeten radikal görünen Demirel, her seferinde seçimi kazanır kazanmaz
bütün söylediklerini unutmuş ve idare-i maslahatçı tutumuyla iktidarını gidebileceği yere kadar götürüp orada bırakmıştır.”302 Oysa memleketin köklü reformlara ihtiyacı vardır. Fakat “Demirel bu tür netameli, riskli işlerden
kaçmış; hep havanda su dövme kabilinden özsüz, muhtevasız didişmelerle
vakit kaybetmiş ve topluma da vakit kaybettirmiştir.”303 Ne yazık ki “Seçim
sırasında ve meydan nutuklarında cesur olan Demirel, her darbe girişiminde ürkeklik göstermiş; halkın oyuna dayanmaktan gelen bir direnç ve direniş göstermeden sahneden çekilmeyi yeğlemiştir.”304
294
92
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14.
295
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14.
296
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14.
297
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14.
298
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14.
299
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14.
300
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 14.
301
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15.
302
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak 1991-15 Şubat 1991), s. 14-15.
303
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak 1991-15 Şubat 1991), s. 14-15.
304
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak 1991-15 Şubat 1991), s. 14-15.
GULZAR MAMMADOVA
1969 seçimlerinin üzerinden bir yıl geçer ve bu zaman içerisinde Demirel
“çok dar bir halkayı hükûmet kurmakta dayanak yap[ar], milliyetçi-maneviyatçı kesim[i] adeta partiden dışla[r].”305 Bunun üzerine milliyetçi-maneviyatçı kesim ondan ayrılarak Demokratik Partiyi kurar. Parti Başkanı Ferruh Bozbeyli (hukukçu) mesleği sebebiyle siyasette köklü bir fikir ve görüş
sergileyemez. Bu yıllarda “Adalet Partisinin bölünmesi; eylemlerin devam
etmesi; iktidarın iktidar, muhalefetin muhalefet olamaması toplumda huzursuzluğun giderek artmasına sebep olu[r].”306
1969 yılında yapılan seçimlerde Necmettin Erbakan da Konya’dan bağımsız olarak milletvekili seçilir.307 Seçimden sonra Adalet Partisinde bir huzursuzluk baş gösterir. Demokratik Parti hareketine katılmayan birkaç AP’li
milletvekilinin Erbakan’ın etrafında toplanması, Milli Nizam Partisinin308
kurulmasına sebep olur. Karakoç, Erbakan için “namaz kılıp oruç tutan bir
Bölükbaşı’ydı âdeta. Onun kadar hitabeti de yoktu. Ama onun bir benzeriydi. Profesör olması, Müslüman profesör diye propaganda edilmesi etrafına
birçok kişinin toplanmasına sebeb oldu.”309 diyerek, onu Osman Bölükbaşı’na benzetir.
Karakoç, “Hâtıralar”ında Milli Nizam Partisinin, Bölükbaşı’nın Millet Partisine benzediğini söyler. Ona göre Milli Nizam Partisi aslında Millet Partisinin yeniden doğuşudur. Bununla ilgili şunları söyler:
1946’da Türkiye, çok partili düzene geçtiğinde fikir ve ideoloji partilerine
imkân tanınmamıştı. Sistem, çoğunluk sistemi olduğundan ancak iki parti
Meclis’i paylaşıyordu her seçimde. Biri iktidar, biri muhalefet oluyordu
bu iki partinin. Bir üçüncü parti de bu ikisini de kabul etmeyen, genellikle
muhafazakâr insanların partisi olarak var oluyordu. Fakat iktidar şansı
yoktu. Millet Partisi böyle bir partiydi. İleri gelenlerinin birbiriyle uğraşıp
birbirini harcamasından dolayı hiçbir zaman güçlenip gelişememiş,
sonunda Osman Bölükbaşı’nın partisi olup çıkmıştı.310
Milli Nizam Partisi kurulduğunda kanunlar ve mevcut zihniyeti İslam idealine dayalı bir parti kurulmasına müsait değildir. Fakat Şair, bu yıllarda İslam idealine karşı zihniyetin311 kısmen de olsa yumuşadığını vurgular. Peki,
İslam idealine karşı olan bir zihniyet içerisinde Milli Nizam Partisi nasıl
kurulmuştu, sorusuna ise şu cevabı verir:
305
306
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak 1991-15 Şubat 1991), s. 14-15.
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 18.
307
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15.
308
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15.
309
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15.
310
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15.
311
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
93
Bu bence bir yanıyla hep sır olarak kalacaktır. Ama bir yanıyla da izahı
mümkün. Bizler o gün mahkemelerde sürünürken Milli Nizam Partisi’ni
kuranların çoğu, hiçbir zaman hiçbir İslami harekette görülmemiş kişiler
olduklarından parti kurarken dikkat çekmediler sanırım. Şahsen İslami bir
hayatları vardı. Fakat o güne kadarki hareketlerde bu kimselerin birkaçı
müstesna, ekserisi sessiz sedasız köşelerinde oturan kişilerdi. Sonra bir
kısmı Adalet Partisi saflarında politikaya atılmıştı. Erbakan’ın da o zamana
kadar hep Süleyman Demirel’i desteklediğini söylerler. Halk arasında
fısıltıyla bunların bir nevi İslam partisini kurdukları söyleniyordu ve bu
onların lehinde büyük bir propaganda oluyordu ama demek ki devlet
adamları, siyasetçiler ve yargı organları bu kişilerin bildiğimiz politikacı
olmaktan öte bir özellikleri olmadığını görmüşler ve onların parti
kurmasına ses çıkarmamışlardı.312
Şair, tıpkı Menderes ve Süleyman Demirel gibi Necmettin Erbakan’ı da yer
yer eleştirir ve kurulan Milli Nizam Partisinin “el altından İslami parti diye
tanıtmaları[nın] büyük bir aldatmaca”313 olduğunu söyler. Erbakan’ın diğerlerinden ibadetlerini yerine getirmesi açısından farkı olduğunu fakat bunun
“derde şifa olacak bir fark”314 olmadığını belirtir. Çünkü Şair’e göre yönetici
olacaklarda daha başka özelliklerin bulunması”315 şarttır. Bu ülkeyi ancak, “ta
çocukluklarından itibaren kendilerini adamış, boyuna toplum meseleleriyle
uğraşmış, idealist, bu uğurda her şeyini feda etmiş, belli bir fikri-içtimai sistemi ortaya koyabilmiş kişiler; bir önderin yönetiminde, milletimizin hayat
memat meselesi olan dirilişini gerçekleştirebilirlerdi.”316 der ve “Necmettin
Erbakan ile daha sonra zaman içinde öğrendiğimiz veya tanıdığımız partinin
öbür kurucuları[nın], bu özellikleri taşım[adıklarını]”317 belirtir.
Karakoç, Erbakan’ın partisine görüş olarak yakın olsa da “Kurulan parti
beklenen parti olmadığı[ndan]”318 dolayı ondan uzak durur. Fakat aleyhlerinde de bir şey yazmaz. Çünkü “Ne de olsa inançlı kişilerin kurduğu partilerdi”319 der.
1971 yılında 12 Mart Darbesi olur.320 “Üç generalin muhtırasına istemeyerek hatta bir rivayete göre ağlayarak katılan Genelkurmay Başkanı’nın da
312
94
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 16.
313
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15.
314
315
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15.
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 15.
316
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 17.
317
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 17.
318
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 17.
319
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 17.
320
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 19.
GULZAR MAMMADOVA
onayıyla hükûmet düşürül[ür].”321, Demirel hiç direnmeden istifa eder ve
“Meşhur şapka hikâyesi bu sebeple doğ[ar]”322 Karakoç’a göre Demirel’in
direnmemesi bir hatadır. Hâlbuki halkın büyük isteğiyle iki kez iktidara
gelmiştir. Ülke çapında bazı sıkıntılar yaşansa da bunları sivil çözümlerle
aşmak mümkündür ama ne yazık ki “her zaman olduğu gibi, Demirel bir
çözüm üreteme[miş] ve en ufak bir direniş göstermeden iktidarı bırak[mıştır].”323 Karakoç’un deyişiyle “üç generalin (höt!) demesiyle Süleyman
Demirel ‘şapkasını alıp’ gider. Bu da normaldir. Çünkü onu o askerler getirmiştir. Seçtikleri insanı çok iyi tanıdıkları anlaşıl[mıştır]”324
12 Mart Darbesi’nden sonra partiler kapatılmaz. 12 Mart idaresi Halk Partisi, Adalet Partisi ve bağımsızlardan oluşturulan bir hükûmetle ülkeyi yönetmeye devam eder. Karakoç “Hâtıralar”ında bu yıllarla ilgili şunları söyler:
Ferit Melen zamanında hemen hemen anarşi ve terörün önü alınmış
gibiydi. Fakat ekonomide büyük hatalar yapıldı daha sonra. Sümerbank
mallarına büyük bir zam yapıldı. Oysa o zaman bu büyük bir etki yapacak
bir olaydı. Ekmek de birden üç katı fiyatına çıktı. O zamana kadar Adalet
Partisi’nin itibarı çoktu.325
1972 yılı sonbaharında Halk Partisinin yıldızı parlar. Karakoç “Hâtıralar”ında bununla ilgili “Önce, İnönü, generallerden hesap soracağını söyleyerek
Adalet Partisinin gösteremeyeceği bir cesaret örneği ver[di]. Sonra İnönü,
partisinden tasfiye edil[di]. Bu kez Ecevit sivrilmeğe başla[dı].”326 der.
Demirel hükûmetten çekilme cesaretini gösteremeyince halkın rağbetini
yitirmeye başlar. Halk artık CHP’ye eğilim göstererek birtakım hayallere
kapılır. “Dolmuşlar hatta Millî Eğitim Bakanlığı’nın önü, kızıl bayrakları
hatırlatan altı oklu al bayraklarla dona[tılır].”327 Halkın kapıldığı “En cazip
hayal de [Ecevit’in] sabahleyin uyandığınızda hemen evinizin dış kapısının
yanında otlar arasında taze yumurtalar ve süt şişeleri bulaca[kları] vaadi[dir].”328 Bu vesileyle ülkede Şair’in de deyişiyle “Bir Ecevit efsanesi doğmuştu[r]”329 “Ortanın solu, Hazreti Muhammed’in yolu”330 gibi sloganlarla
321
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 19.
322
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 19.
323
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (16 Şubat 1991-27 Mart 1991), s. 19.
324
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 102-103 (6 Temmuz 1990), s. 24.
325
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13.
326
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13.
327
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13.
328
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13.
329
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13.
330
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
95
Ecevit; halkın arzularını kamçılayarak kafaları karıştırmaya başlar. Ardından Milli Nizam Partisi yerine Milli Selamet Partisi kurulur. Karakoç, “Benim öbür parti gibi bundan da hiç bir umudum yoktu. Kurucuları pratikte
öbür politikacılardan pek farklı değillerdi.”331 diyerek Milli Selamet Partisi
hakkındaki fikirlerini de dile getirir.
Yıl 1973. 12 Mart dönemi baştakilerin anlaşamaması sebebiyle sona erer.
Bu sebeple “çok partili, seçimli normal rejime gidilme zarureti doğ[ar].”332
Partiler seçim propagandalarını yapmaya başlarken ülke, “yeniden sivil
hayata geçişe hazırlanı[r].”333 Bu süre zarfında “MSP’liler AP’nin, AP’liler
de MSP’nin aleyhine çalış[ır].”334 AP bundan büyük zarar görürken CHP
“geniş anlamdaki sağın bölünüş ve çekişmesinden çok yararlan[ır].”335 Buna
“Ecevit’in hayali gıcıklayan çocuksu propagandası da”336 eklenince CHP seçimlerde birinci parti olmayı başarır.
Karakoç’a göre “1973 seçimleriyle böylece yeni bir dönem başla[r]”337 MSP
ile CHP koalisyon yapar ve “Böylece, 24 sene, bütün oyunlarına rağmen
milletin tek başına iktidara getirmediği CHP’yi MSP iktidara getirmiş
ol[ur].”338 Bu koalisyondan sonra af çıkar. Af sebebiyle MSP’de büyük
bir bölünme olur ve “25 kadar milletvekili MSP’den ayrıl[arak]”339 tekrar
MNP’yi kurarlar. Çıkan af en çok solcuların işine yarar. Karakoç, bununla
ilgili “Evet sağ için de af çıkmıştı ama sağ affı, nihayet daha çok yazılardan
dolayı olan mahkûmiyetler içindi. Oysa solda ne kadar içeri tıkılmış anarşist ve terörist varsa, hemen hemen hiç yatmadan dışarı çıkmıştı.”340 der.
Çıkan afla yapılan bu eşitsizlik “daha sonraki dönemde anarşi ve terörün
alevlenmesine ve giderek büyümesine, sıkıyönetimce bile önlenememesine ve nihayet 12 Eylül Darbesi’nin yapılmasına sebeb ol[ur].”341
“Yıl 1974. Ecevit iktidarda. Gençlerde âdeta bir Ecevit âşıklığı ve coşkusu”342
sürüp gitmektedir. Fakat yine değişen bir şey yoktur. Anarşi gittikçe art-
96
331
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 13.
332
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17.
333
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17.
334
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17.
335
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17.
336
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 17.
337
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18
338
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18
339
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18
340
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18
341
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 18
342
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXIII”, Diriliş, 129-130 (5 Şubat 1992), s. 10.
GULZAR MAMMADOVA
makta; gasplar, soygunlar, cinayetler son hızla devam etmektedir. “C.H.P.[nin] anarşistleri koru[ma]”343 sevdası ise bitip tükenmek bilmez.
Sonuç olarak Karakoç’un “Hâtıralar”ında darbe sonrasını, AP, MNP ve
MSP’ye dair gözlem ve görüşlerini hiç çekinmeden okura sunmaya çalıştığı
görülür. Bu bölümde Şair, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra ülkenin içinde bulunduğu acı tabloyu; AP, MNP ve MSP’nin çekişmeleri sonucunda ortaya
çıkan karmaşayı; gizli cuntacıların darbe teşebbüslerini; devrimci öğrencilerin sağcı öğrencilere saldırılarını; yurt, dergi ve derneklere yapılan baskınları gözler önüne serer. Bunların yanında Süleyman Demirel’i, Necmettin
Erbakan’ı ve Ecevit’i yer yer eleştirir. Özellikle sağ, muhafazakâr partilere
yönelik eleştirileri dikkat çekicidir.
3.2. Diriliş Dergisi, Edebiyat ve Sanat Hayatı
Altı yıl sonra, 1966 yılında Karakoç Diriliş’i tekrar çıkarır. Bu sefer Diriliş’i
“mümkün mertebe ciddi bir dergi olarak.”344 uzun süreli çıkarmayı amaçlamıştır. Nitekim bir yıl boyunca dergiyi kesintisiz yayımlar. Kimi aylar gecikince ise çift sayı şeklinde çıkararak açığını kapatmaya çalışır. İlk sayı çok
satılır fakat “Sonraki birkaç sayı layık olduğu satışı bulama[z].”345 Karakoç,
Mart 1967’de dergiyi maddi sıkıntılar sebebiyle kapatmak zorunda kalır.346
Şair, Diriliş’i üçüncü kez 1970 yılında çıkarır, “Cağaloğlu Meydanı’nda Atasaray İşhanı’nda büro[su] var[dır].”347 Dergi, 1971 yılının ilk aylarına kadar
yayımlanır ve ülkede siyasi hava tekrar gerginleştiği için tekrar kapatılmak
zorunda kalınır.
1974’te Milli Gazete’de yazılar yazan Karakoç, daha sonra gazeteyle ilgisini keser ve 1974 yılında Diriliş’i yeniden çıkarmaya başlar. Aylık olarak
çıkan Diriliş, derinliği ve zenginliği açısından tekrar gönüllerde hak ettiği
yeri alır.348 Şair, artık kitaplarını Diriliş Yayınları adı altında349 yayımlamaya
başlar. Diriliş’in yeni nesiller için bir yol gösterici olmasını ister. Bunun için
daha ciddi ve gençlere hitap eden yazılar koymayı amaçlar. “Önceleri aylık
96 sayfa, sonraları 80 sayfa olarak çıkan Diriliş, düşünce ve edebiyat açısın-
343
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 131-132-133 (20 Eylül 1991), s. 19.
344
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 8.
345
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 8.
346
Sezai Karakoç, “Hâtıralar C”, Diriliş, 105-106 (27 Temmuz 1990), s. 8.
347
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak-15 Şubat 1991), s. 14.
348
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1991), s. 21.
349
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
97
dan bir ekol doğurdu”350 diyen Karakoç “Hâtıralar”ında, “Kendi geçmişimiz, çağdaş eserlerimiz, Batı kültür ve edebiyatı, özgün bir sentezle dergide
genç yetenekleri yoğuruyordu”351 diyerek derginin izlediği yolu açıklar.
Karakoç o yıllarda, Diriliş’i çıkardığında, düşünce ve edebiyat akımını yeni
nesillere aşılama çabası içerisindedir. Dünyanın ve toplumun değiştiğinin,
yeni nesle yeni bir dil ve üslubun gerektiğinin farkındadır. Dergisini de bu
amaçla çıkarır. Bu vesileyle Karakoç’un önderliğinde İslami düşüncenin
edebiyatçıları yetişir. Şair’in bu uğraşını görenler, Karakoç’un yanında çalışan gençleri kendi yanlarına çekerek onlara mevki, kitabevi, yayınevi ve
gazete fıkra köşesi verirler. Diriliş’ten ayrılan bu gençleri Yeni Devir gazetesine çekerler.
Karakoç bununla ilgili “Hâtıralar”ında, “Almanya’dan ve Anadolu’dan yağan para, avami bir gazete için heba olup gitti yıllarca.”352 der. Fakat Diriliş
yılmadan bütün güçlüklere rağmen yoluna devam eder. “Yayımladığı nice
metinler, çeviriler, sonradan hep kitap ol[ur]. Ödüller al[ır]. Ama o kitapları
yayımlayanlar, o ödülleri verenler Diriliş’in hakkını itiraf etme[mişlerdir].”353
Diriliş bu yıllarda haftada iki kez çıkmaya devam eder ve yayınevinde birçok kitap basılır. Solda, Diriliş’e karşı birçok dergi ve gazete çıkmaya başlar.
“Büyük gürültüler ve tirajlarla çıkmaya başlayan bu gazeteler ve dergiler,
sonunda hep bat[sa da]”354 Diriliş bin bir güçlükle yaşamını sürdürür. Karakoç’un “Hâtıralar”ında Diriliş hakkında şu bilgiler yer almaktadır:
1974’den 1976’ya kadar 18 ayı muntazam bir şekilde yayınını aylık olarak
sürdüren dergi, bu tarihten sonra, gazete biçiminde çıkarılmıştır. Altı
ay daha aylık hesabıyla devam etti gazete. Sonra haftada iki kez çıkmaya
başladı. Uzun süre de böyle çıktı. 10 günde bir, 15 günde bir oldu. 197778 yıllarında önce seyrekleşti, sonra durdu. Ecevit tek başına iktidar
olduğu yıllardı bu yıllar. Böylece, dördüncü ve gazete şekli olan beşinci.
dönem de 1978 yılında sona erdi.355
Yukarıda yer alan bilgiler, Karakoç’un Diriliş’i 1966’da ikinci kez,356 1969’da
üçüncü kez,357 1974’te dördüncü kez358 çıkardığını göstermektedir. Bu
98
350
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11.
351
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11.
352
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11.
353
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11.
354
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXII”, Diriliş, 129-130 (20 Eylül 1991), s. 11.
355
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXIII”, Diriliş, 132-133 (5 Şubat 1992), s. 10-11.
356
Sezai Karakoç, “Hâtıralar C”, Diriliş, 105-106 (27 Temmuz 1990), s. 8.
357
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVIII”, Diriliş, 121-122 (19 Ocak-15 Şubat 1991), s. 14.
358
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXIII”, Diriliş, 132-133 (5 Şubat 1992), s. 10-11.
GULZAR MAMMADOVA
yayın dönemi 1978’de son bulur. Şair “Hâtıralar”ını 1974’te bitirdiği için
Diriliş’in sonraki dönemleri hakkında bu metinlerde bilgi yoktur. Derginin
çıkışı “Hâtıralar”da da belirtildiği üzere çoğu kez maddi sıkıntılar nedeniyle
kesintilere uğramıştır.
Sezai Karakoç, “Hâtıralar”ında 1960 sonrası edebiyata ve basın dünyasına
dair gözlemler ve yorumlar da yapar.
Şair, 1960’ta Diriliş’i kısa süreli çıkardıktan sonra yazı faaliyetini sürdürür.
1961’de Gökhan Evliyaoğlu ve arkadaşlarının Düşünen Adam dergisinde
yazar.359 Diriliş’te daha önce yayımlatmış olduğu “Gerçek Haberciler”,360
“Kasaba Edebiyatı” başlıklı ve “Yahya Kemal ve Süleyman Nazif ’le ilgili”361
yazılarını, Son Havadis ve Yeni İstanbul’a gönderir. A dergisinde ise “Suç
Folklorda Değil”362 yazısını yayımlar.
Şair’in darbe sonrası yazdığı gazetelerden biri de Yeni İstanbul’dur. Burada
“Farklar” adlı sütunda günlük yazılar yazar.363 Ayrıca Yeni İstiklâl’de de “‘Endülüs’e Ağıt’, ‘Kaside-i Bürde’ ve ‘Kaside-i Bür’e’ (Bürüyen Kaside) çevrileri… ‘İslam’ın Şiir Anıtları’ndan’ adı altında”364 yayımlar.
Karakoç 1962 yılında “Sesler”i kaleme alır.365 1963-1964 kışında “Köpük”
adlı şiirini yazar. Bu şiir parça parça dergilerde çıkar. 1964 yılında Ayasofya
adlı bir dergi çıkarma girişiminde bulunur ancak daha sonra vazgeçer.
1964’te Büyük Doğu’ya “Edebiyat sayfası için malzeme” verir. “Aralıklarla
çıkan 1964, 1965, 1966 Büyük Doğu’larında”366 sınırlı olarak görünür.
1965’te “Muhyiddin İbn Arabî Hz.lerinden tercüme edilmiş olan “Adab-ı
Mürid”i bugünkü dile çevir[ir]” ve kitaba Genç Müslümana Öğütler adını
vererek M. Cemil takma adıyla367 bastırır. Bu arada Mehmet Şevket Eygi’nin isteği üzerine Yunus Emre ve Mehmed Âkif adlı biyografileri yazar.368
1967’de Sabah gazetesinde “Sütun” başlığı altında yazılar yazar.369 Bu yazı359
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXIV”, Diriliş, 74 (15 Aralık 1989), s. 9.
360
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XC”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 8.
361
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCI”, Diriliş, 92-93 (20-27 Nisan 1990), s. 6.
362
Sezai Karakoç, “Hâtıralar LXXXII”, Diriliş, 82 (5 Şubat 1990), s. 7.
363
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 11.
364
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 11.
365
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCII”, Diriliş, 94 (4 Mayıs 1990), s. 7.
366
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVI”, Diriliş, 98-99 (8 Haziran 1990), s. 12.
367
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCIX”, Diriliş, 104 (13 Temmuz 1990), s. 7.
368
Sezai Karakoç, “Hâtıralar XCVIII”, Diriliş, 102-103 (6 Temmuz 1990), s. 12.
369
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CIV”, Diriliş, 113-114 (28 Eylül 1990), s. 22.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
99
larda “İslam dünyasının, Ortadoğu’nun ve Türkiye’nin meselelerini”370 ele
alır. Aynı yıl Büyük Doğu’da haftada bir yazılar yayımlar. Bunları daha sonra
Kıyamet Aşısı adı altında bastırır. İslâmın Dirilişi, İslâm Toplumunun Ekonomik Strüktürü, Yazılar adlı kitaplarını da yayınevlerine verir.
İslâmın Dirilişi adlı eserinden dolayı 1967 yılında mahkemeye verilir ve eseri toplatılır. İkinci davası Yazılar adlı eserinden dolayıdır.
Karakoç, 1967 “Mayıs, haziran aylarında, deniz kenarındaki kahvelerde”371
Hızırla Kırk Saat’i yazar. “Hâtıralar”ında bununla ilgili olarak “Sanki denizle mülakat yapıyordum da şiir bu mülakatın tonlarıydı”372 der. Bu ilhamla
Taha’nın Kitabı’nı da yazmaya başlar.
1967 yılında Ergani’ye ve Diyarbakır’a gider. Orada bulunduğu sıralarda
“Anadolu ve Zaman” yazılarını yazar.373
1968 kışında Mağara ve Işık adlı eserini oluşturan yazıları, “Hz. Yusuf ’un
Düşü” ve “Dağ Çağrısı” adlı yazıları yazar; “Gül Muştusu” adlı şiirine başlar;374 1969’da Mağara ve Işık ile Gül Muştusu’nu bastırır.
Karakoç 1971 yılında Ankara’daki “ikinci memuriyet hayatı[n]da, şehrin ve
değişik hayat tarzının tesiriyle yeni şiirler”375 yazar. Bunlar kendi deyişiyle
“sürgün” şiirleridir. Çünkü alıştığı şehirden yani İstanbul’dan ayrı kalmıştır
ve bu onun psikolojisine de yansımıştır. Ortadoğu’nun talihsizliğini işleyen
söz konusu şiirler “Şiirler IV”te376 yer almıştır.
Karakoç 1974’ten itibaren “O parti de o gazete de benim gözümde milletin
istikbali için hiçbir şey vadetmiyordu. Kalite bakımından fazla avami idiler”377 dese, MSP’yi Diriliş kadrosunu dağıtmaya çalışmakla suçlasa da teklif
üzerine Milli Gazete’de günlük yazılar yazmaya başlar. İki ay süren bu yazıları Sur adlı kitabında378 toplar.
Sonuç olarak Sezai Karakoç 1960’tan sonra yazı faaliyetini “Hâtıralar”ından da anlaşılacağı üzere iki koldan sürdürmüştür. Bunlardan ilki gazete
yazarlığıdır. Şair, siyasi ve sosyal fikirlerini dönemin İslami ve milliyetçi ga-
100
370
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CIV”, Diriliş, 113-114 (28 Eylül 1990), s. 23-24.
371
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CI”, Diriliş, 107-108 (10 Ağustos 1990), s. 13.
372
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CI”, Diriliş, 107-108 (10 Ağustos 1990), s. 13.
373
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CV”, Diriliş, 115-116 (15 Ekim 1990), s. 17.
374
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CVII”, Diriliş, 119-120 (31 Ekim 1990-18 Ocak 1991), s. 13.
375
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 11.
376
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 125-126 (28 Mart-26 Nisan 1991), s. 11.
377
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1990), s. 13.
378
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CXI”, Diriliş, 127-128 (20 Ağustos 1990), s. 20.
GULZAR MAMMADOVA
zetelerinde günlük yazılar kaleme alarak dile getirmiştir. “Hâtıralar”ında sırasıyla Son Havadis, Yeni İstanbul, Yeni İstiklâl, Sabah, Milli Gazete gibi yayın
organlarından onlarla münasebetlerinden ve onlara gönderdiği yazılardan
sık sık bahsetmiştir. Dolayısıyla bu metinlerde dönemin İslami ve milliyetçi
basınına dair önemli tespitler, yorumlar ve gözlemler yer almaktadır. Ve en
önemlisi İslami basındaki popülist ve sansasyonel dili zaman zaman eleştirmesidir. Mesela bir ara Yeni İstiklâl gazetesini yöneten Şevket Eygi için “Şevket de satış artırmayı, dergiyi daha avamlaştırmak ve sansasyonel başlıklar
atmakla sağlama yolunda aradı.”379 sözleri bu manada bir eleştiridir.
Karakoç’un 1960 sonrasındaki diğer faaliyetleri de edebî alandaki yayınlarıdır. Bu dönemde edebî ve fikrî alandaki en önemli adımı, yukarıda da bahsettiğimiz gibi Diriliş dergisidir. Şair bu dergiyle 1960 sonrası Türk edebiyat
ve fikir hayatında kendine özgü, güçlü bir yer edinmiştir. Bunun dışında
zaman zaman Büyük Doğu, Düşünen Adam ve A gibi dergilerde az da olsa
şiir ve yazılar yayımlamıştır.
1960 sonrasında pek çok fikrî eser de kaleme aldığı ve bunlardan yer yer “Hâtıralar”ında söz ettiği görülmektedir. Şair özellikle 1967’de kaleme aldığı Hızırla
Kırk Saat’ten sonra kendi, özgün şiirini bulmuş; benden bize, tüm İslam dünyasına, tarihine ve coğrafyasına açılmış; bir medeniyet şiiri inşa etmiştir.
Sonuç
Şüphesiz bu “Hâtıralar” 1933’ten 1974’e kadar Türkiye’nin siyasi, sosyal ve
edebî manzarasını Müslüman bir aydının gözüyle tasvir ediyor. Karakoç,
yazdıklarında inkılaplar, Tek Parti Dönemi, İkinci Dünya Savaşı yılları, Demokrat Parti, 27 Mayıs Darbesi, Adalet Partisi, Süleyman Demirel, Milli
Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi ve Necmettin Erbakan’a dair önemli
tespit ve tahliller yapıyor. Özellikle DP dönemine, AP, MNP ve MSP’ye
dair yaptığı tespit ve yorumlar siyasi-sosyal açıdan çok önemlidir ve tartışmaya açıktır.
“Hâtıralar”ın bir başka önemli yönü Şair’in hayatı hakkında önemli bilgiler
içermesidir. Okur, bu metinlerde Karakoç’un yaşadığı coğrafya, aile muhiti
ve beslendiği kültürel kaynaklar hakkında bilgiler bulacak, bu bilgiler Şair’in eserlerini tahlilde anahtar işlevi görecektir.
“Hâtıralar”da dikkat çeken bir başka konu, yazarın devrin edebiyat ve basın dünyasına dair tanıklıklarıdır. Bu minvalde özellikle milliyetçi, muhafazakâr/mukaddesatçı matbuata ve bazı kişilere dair verdiği bilgiler, edebiyat
ve basın tarihi açısından önemlidir.
379
Sezai Karakoç, “Hâtıralar CX”, Diriliş, 91 (13 Nisan 1990), s. 8.
SEZAİ KARAKOÇ KİTABI
101
Bütün bunlara bir de mesleği dolayısıyla Anadolu’nun değişik yörelerine
yaptığı seyahatlerde “Hâtıralar”a yansıyan “Anadolu gözlemleri”ni eklemek
gerekir. Anadolu’daki hayata dair bu gözlemler de ayrıca önemlidir.
“Hâtıralar”dan anlaşıldığı kadarıyla Karakoç; kırılgan, içe dönük ve nazik
bir mizaca sahiptir. Zaman zaman Necip Fazıl’a kırıldığı, sitemler ettiği dikkat çeker. Bu kırgınlığı, Bloom’un Etkilenme Endişesi adlı kitabında belirttiği
halef-selef münasebeti açısından -halefin şahsiyetini bulma süreci içindedeğerlendirmek gerekir. Karakoç’un bu minvalde Diriliş’i terk eden bir grup
yazar ve şaire de çok kırıldığı anlaşılmaktadır. Sitem ve eleştirilerinden yer
yer Mehmet Şevket Eygi, Fethi Gemuhluoğlu, Cemal Süreya da nasibini
almıştır. Ancak her şeye rağmen asla nazik dili terk etmemiş, Müslüman bir
aydın olarak devrini, tanıdığı şahsiyetleri kendince değerlendirmeye çalışmıştır. Son olarak şunu da belirteyim, bu “Hâtıralar” Şair’in şiirleri ve diğer
eserleri için de bir anahtar vasfı taşımakta, sanatındaki gelişme evrelerini
tespit açısından da önemli veriler sunmaktadır.
“Hâtıralar”ın en önemli yönü ise bence “Diriliş hareketi”nin doğuş ve gelişim hikâyesini anlatmasıdır…
102
GULZAR MAMMADOVA