Academia.edu no longer supports Internet Explorer.
To browse Academia.edu and the wider internet faster and more securely, please take a few seconds to upgrade your browser.
2019, Journal Article
https://doi.org/10.20990/kilisiibfakademik.457414…
13 pages
1 file
Doğrudan Demokrasi anlayışının imkânsızlığının anlaşıldığı modern dönemlerde demokrasinin başına eklenen temsili sıfatının anlattığı üzere demokrasi halk yönetimi ilkesini temsilcileri aracılığıyla elde etmektedir. Söz konusu temsilin en açık göstergelerinden olan partiler de bu anlamda önemli bir işlev görmektedirler. Kadro ve kitle partileri şeklinde örgütlenme yoluna giden ilk dönem partileri, özellikle 20.yy‟ın son çeyreğinde ivme kazanan ve temeli ekonomiye dayanan 19.yy söylemlerinin dışına çıkarak yatay örgütlenme modeline örnek teşkil eden yeni sosyal hareketler ile birlikte farklı modeller almaya başlamışlardır. Söz konusu temsil ilişkisi üzerine inceleme yapılmak üzere kaleme alınan bu makale Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi ile başlatılan toplumsal hareketler ve siyasal partiler arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir tartışma yürütmektedir. Bu çerçevede izlenecek olan yöntem siyasal partiler literatürünün incelenmesi olacaktır.
Siyaset Sosyolojisi, 2024
Çalışmada siyasal partilerin dünü, bugünü ve geleceği tartışılıyor.
Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 68(3): 37-61, 2013
Toplumsal hareketler yazınında son yıllarda hâkim bir konum edinerek pek çok toplumsal hareket analizine yön veren rasyonalist yaklaşımlar, toplumsal hareketlerin mevcut toplumsal yapıları nasıl değiştirdiği veya değiştirebileceği konusunda dikkate değer bir suskunluk sergilerler. Bu çalışma rasyonalist yaklaşımların bu suskunluğunun toplumsal hareketlerin 'siyasal' rollerini kavramsallaştıramamaları ile ilgili olduğunu tartışıyor. Çalışmada öncelikle, çağdaş siyasi düşüncede toplumsalı değiştirip dönüştüren moment ile kurumsallaşmış siyasi pratikler arasında kavramsal bir ayrım yapmak üzere Claude Lefort, Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau tarafından kullanılan 'siyasal' ve 'siyaset' kavramları ile Jacques Ranciére tarafından kullanılan 'siyaset' ve 'polis' kavramları ele alınmaktadır. Rasyonalist toplumsal hareket yaklaşımlarının bu ayrım ekseninde incelendiği ikinci bölümde ise bu yaklaşımların toplumsal hareketleri tamamen kurumsal siyasetin alanına hapsederek siyasal rollerini göz ardı ettikleri ve böylece toplumsal yapıları nasıl değiştirip dönüştüreceklerini kavramsallaştırmakta oldukça yetersiz kaldıkları gösterilmektedir. Çalışma rasyonalist yaklaşımların bu yetersizliğinin çeşitli analitik sorunlar doğurmanın yanı sıra önemli siyasi sonuçları olduğuna da dikkat çekerek sonlanmaktadır.
Uluslararası İlişkilere Giriş, 2014
2023
1982 Anayasası 59. maddesinde, devletin spor politikası oluşturmasına yönelik hüküm bulunmaktadır. Bu bağlamda, spor hizmetlerinin, toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel birçok açıdan öneminin fark edilmesiyle Türk kamu yönetimi yapılanmasında bu hizmetler, kalkınma planları, hükümet programları gibi kamu politikası belgelerinde ayrı bir başlık altında incelenmeye başlamıştır. Günümüzde ise spor faaliyetleri kamu politikası sürecinin önemli bir parçası olması ile siyasal partilerin seçim beyannamelerinde ve parti programlarında spor politikalarına ayrı bir başlık açmaya başlamışlardır. Siyasal partiler, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurları olarak parti programları, seçim beyannameleri ile politik ilkeleri kapsamında kamuoyunun desteğini alarak siyasi iktidarı elde etmeyi amaçlamaktadırlar. Eğer siyasal partiler, iktidara gelirlerse politikalarını uygulama şansı bulacaklardır. Bununla birlikte, parti programları ve seçim beyannameleri, siyasi karar alma süreçlerine katkı sağladığı gibi kamuoyuna iktidarın izleyeceği yol haritası olarak sunulmakta ve politikaları hakkında bilgi vermektedir. Türkiye’de, 2018 tarihinde yeni hükümet modeli olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi uygulanmaya başlamıştır. Yeni hükümet modelinde, siyasal partiler iktidarı kazanabilmek ve kendi politikalarını uygulayabilmek için ittifak arayışlarına yönelmişlerdir. Bunun sonucu olarak da bazı ittifak grupları oluşmuştur. Bu çalışmada, 2018 yılında yapılan genel seçimler sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan Cumhur ve Millet ittifakındaki partilerin parti programları ve seçim beyannameleri spor faaliyetlerine yönelik yaklaşımlar incelenmekte ve karşılaştırmalı bir biçimde değerlendirilmektir. Dolayısıyla, siyasal partilerin spor hizmetlerine ilişkin yaklaşımları incelenerek kurulan siyasi parti ittifakların spor politikalarına yönelik bakış açıları, yaklaşımları analiz edilmektedir. Türkiye’de, spor politikalarının temenni ve dileklerden oluşmasının ötesine geçerek halkın, kamu kuruluşlarının ve sporla ilgili sivil toplum örgütlerinin katılımıyla sistematik ve stratejik şekilde planlanıp bütçelendirilmesi ve uygulanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Toplumsal muhalefet için iletişim temel belirleyenlerden bir tanesidir, bu bağlamda medyanın kullanımı önemli bir sorundur. Muhalif ideolojinin kitlelere aktarılabilmesi için muhalif medyaların yaratılması gereklidir, bu anlamda içersinde yaşanılan döneme uygun medyalar geliştirilerek toplumsal hareketlerin yaratılması mümkün olmuştur. Muhalif ideolojilerin kendilerini ifade etme aracı olarak muhalif medya, daha doğrusu "radikal medya" ezilenlerin iktidar mücadelesi sürecindeki sesi haline gelir ; çünkü "radikal medyaya genelde toplum medyası ya da medya tekellerine demokratik alternatif olarak gönderme yapılmıştır" 1 . Radikal medya, tarihsel anlamda devrimci bir yön taşıyan toplumsal mücadelelerle birlikte ele alınması gereken bir sorundur, radikal medya tartışmasında, tüm sistem karşıtı hareketlerin, özellikle de köktendinci ya da faşist hareketlerin, medyalarının da bu tanım içersine alınması devrimci ve karşı-devrimci hareketleri indirgemeci bir biçimde eşitlemektedir. Bu anlamda, radikal medyanın toplumsal dönüşümü ezilenler yararına gerçekleştirmek isteyen hareketlerin medyası olarak ele alınması bu olumsuzluğun aşılması bakımından önemlidir, çünkü her alternatif medya radikal değildir ve varolan sisteme alternatif her hareketinde devrimci dönüşüm gerçekleştireceği iddia edilemez.
• Sosyal haklar hareketi her şeyden önce bir " eşitlikçilik " hareketidir. Hareketin temel ekseni ise " metasızlaştırma " dır. Üretim sürecinde ortaya çıkan sınıfsal eşitsizlikleri bir yandan derinleştiren öte yandan yaydığı ideolojik salgıyla bu eşitsizlikleri " herbirimizin eşit katılımcısı olduğu bir oyun " kurgusuyla meşrulaştıran piyasanın hakimiyet alanını sınırlamak, onun herşeyi metalaştırarak içine alan işleyişi karşısında, metasızlaşmış alanları genişletmek, dayanışmacı-eşitlikçi pratikler, kurumlar, kültürel örüntüleri yaratmak esas amaçtır. Bu çerçevede kesinlikle yeni bir hareket değildir, kökleri daha da eskiye uzanmakla beraber en azında bütün bir 19. ve 20. yüzyıl sosyal, siyasal mücadeleler tarihinin kökenlerinde bahsedilen amaçlar temel rol oynamıştır. İşçi sınıfı hareketinin, her türden eşitlikçi, sosyal adaletçi, halkçı sosyal-siyasal hareketin ufkunda piyasanın egemenliğini sınırlamak ve giderek yok etmek bulunmaktadır. " Sosyal haklar bireylerin veya ailelerin ücretli emekten bağımsız olarak varolabilme biçimini tanımlar, çalışma ve iş yapma gereklilikten ne kadar uzaklaşır ve ne kadar özgür seçime tabi olursa, emekgücü de o kadar metalaşmaktan uzaklaşmış olur. " İşte bu son yüzyılların mücadelelerinin altında örtük olarak bulunan temel hedeftir. • Bununla birlikte yeni olan şey, sözü edilen dönem boyunca çok çeşitli, uzun ve çetin mücadeleler sonucu dünyanın her yerinde şu veya bu düzeyde piyasanın hakimiyeti karşısında elde edilen ve hukuki temelde de birer hak olarak kodlanan kazanımların günümüzde gitgide eritilmesi, aşınması ve yok edilmesi ama bundan da öte toplumsal meşruiyetlerinin zayıflatılması, hak olma niteliklerinin kaybettirilmesi sürecinin yaygın biçimde işliyor olmasıdır. Kapitalizmin yaygın olarak küreselleşme olarak isimlendirilen son döneminde " kaynak yetersizliği " , rekabetin kaçınılmazlığı " ve piyasanın dokunulmazlığı " dogmalarının temelini oluşturduğu düşünsel gericilik ikliminde sosyal hakları talep etmek, genişletmek hatta savunmak zorlaşmıştır. Yeni olan bu alanda yeniden güçlenmeye başlayan ama söz edilen dogmalar karşısında hala yeterince meşru ve cüretkar olamayan bir hareketin büyütülmesi, derinleştirilmesi zorunluluğudur. Bu yeniden ayakları üzerinde duracak hareketin sözü edilen kapitalist dogmalarla hergün fikri, politik ve gündelik yaşam düzeyinde sayısız mevzi savaşı vermesi gereklidir.
Bu çalışmada temel amaç ülkemizdeki sosyal politika anlayışının geçirdiği dönüşüm ve değişimleri ele almaktır. Sosyal politikanın temelinde bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılanması, eşitsizliğin, adaletsizliğin ve yoksulluğun giderilmesi gibi pek çok amaç yatmaktadır. Sosyal politika daha yaşanabilir bir toplumsal yapıyı hedeflemektedir. Bu bağlamda, çalışmada Türkiye’deki sosyal politika anlayışı ele alınmış ve yenilikçi bir sosyal politika anlayışının geliştirilebilmesi konusunda neler yapılabileceğine dair öneriler sunulmuştur.
Türkiye'de Siyasal Partiler Siyasi Parti; benzer siyasi görüşü paylaşan bireylerin, toplumu dizayn etmek ve ülke yönetiminde söz sahibi olmak için bir araya gelerek kurdukları örgüte verilen isimdir. İnsanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahip olan siyasal partiler Türkiye Cumhuriyeti'nde 22 Nisan 1983 tarihinde kabul edilen " Siyasal Partiler Kanunu " kapsamında, madde 3 gereğince şu şekilde tanımlanır: Madde 4 ile siyasi partilerin vazgeçilmezliği ve niteliği tanımlanır. Bu tanıma göre " siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır. Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı olarak çalışırlar. Siyasi partilerin kuruluşu, organlarının seçimi, işleyişi, faaliyetleri ve kararları Anayasada nitelikleri belirtilen demokrasi esaslarına aykırı olamaz " (TBMM, 1983). Madde 6'da Her Türk vatandaşı kanunda ve parti tüzüğünde gösterilen şartlara ve usullere göre Siyasi partilere üye olma ve dilediği anda üyelikten çekilme hakkına sahiptir. " Kimse, aynı zamanda birden fazla siyasi partinin üyesi olamaz, aksi halde üyelik sıfatı bu siyasi partilerin hepsinde birden sona ermiş sayılır. Kimse, bir partinin birden fazla teşkilat birimine üye kaydolamaz, aksi halde son kayıt tarihinden önce yapılmış olan üyelik kayıtları geçersizdir " (TBMM, 1983). Madde 8, siyasi partilerin kurulmasını tanımlar. " Siyasi partiler, milletvekili seçilme yeterliğine sahip en az otuz Türk vatandaşı tarafından kurulur. (Değişik 1. fıkra: 4778-2.1.2003 / m.6) Siyasi partiler, partiye üye olma yeterliğine sahip en az otuz Türk vatandaşı tarafından kurulur. Siyasi partilerin genel merkezi Ankara'da bulunur. Siyasi partiler, aşağıda belirtilen bildiri ve belgelerin, İçişleri Bakanlığına verilmesiyle tüzelkişilik kazanırlar. Bildiride, kurulacak siyasi partinin adı, genel merkez adresi, kurucuların adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, öğrenim durumları, meslek veya sanatlarıyla ikametgâhlarının belirtilmesi ve bu bildirinin bütün kurucular tarafından imzalanması ve bildiriye beşer adet olmak üzere kurucuların nüfus kayıt örnekleri, adli sicil belgeleri ve kurucuların ayrı ayrı düzenledikleri siyasî parti kurucusu olabilme şartlarını taşıdıklarını belirten imzalı beyannameler ile kurucular tarafından imzalanmış parti tüzüğü ve programının eklenmesi şarttır. Bilgi ve belgelerin alındığı anda, İçişleri Bakanlığınca bir alında belgesi verilir. İçişleri Bakanlığı, kuruluş bildirisi ve alındı belgesinin onaylı birer örneği ile bildiri eklerinin birer takımını üç gün içinde Cumhuriyet
Siyasi Parti, genel olarak iktidarı ele geçirmek amacıyla hareket eden sistematik bir yapıdır. Demokratik sistemin olmazsa olmaz parçalarından biri olan siyasi partiler, devletlerin iç ve dış politikalarında önemli etkilere sahiptir. Mesela, bu durumu 1970'lerde Türkiye-AB İlişkilerinde görebiliriz. Siyasi partilerin ve onların parti programlarının ve seçim beyannamelerine göre 1970'lerde Türkiye'nin dış politikasını etkilemiştir. Mesela Adalet Partisi'ne AB üyeliği Türkiye için gerekli görülmüştür. Tam tersine Türkiye Komünist Partisine göre ise AB üyeliği Türkiye için gereksiz hatta faydasız görülmüştür. Anahtar Kelimeler: Siyasi Parti, Demokrasi, Türkiye, AB, Türkiye-AB İlişkileri.
"Siyasal Parti ve Sosyal Hareket literatürleri arasında ilişkisellikten bahsedilebilir mi?" şeklinde formüle edilmiş olan soruya cevap vermek gerekiyorsa başlangıç olarak Goldstone"dan şu alıntıyı yapmak çok da yanlış olmasa gerek (Goldstone, 2003: 1): "Kurumsallaşmamış siyaset sosyal hareketlerle kurumsallaşmış siyaset partilerle ifade edilir." Diğer bir ifadeyle söz konusu makale sosyal hareketlerin siyasal partilerle kurduğu ilişkiler üzerine değerlendirmeler yapacaktır. Fakat tartışmanın bu boyutuna geçmezden evvel sosyal hareket derken neyi anlamamız gerektiği ile ilgili bir açıklama yapmanın konunun bütünlüğü açısından önemli olacağı düşünülmektedir.
Tarihte farklı coğrafyalarda ortaya çıkan toplumsal çatışma ve talepler, ulus-devletlerin şekillendiği 19. yüzyıldan itibaren toplumsal hareketler olarak ifade edilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda modern toplumsal hareketlerin gelişim sürecinde 19. yüzyılın ikinci yarısı başlangıç olarak kabul edilmektedir. 1 Dolayısıyla, düşünürlerin de üzerinde hem fikir olduğu üzere 19. yüzyılda çok önemli bir değişim meydana gelmiş ve geleneksel olarak cemaat grupları tarafından gerçekleştirilen savunmacı eylemlerden organize, öz bilincine sahip, daha kalıcı hareketlere ve yeni haklar ile fırsat arayışlarında olan eylemlere doğru bir dönüşüm yaşanmıştır (Demiroğlu, 2014). 2 Diğer bir ifadeyle, toplumsal hareketlerin tarihselliğini anlamak için düşünürler, modernitenin (toplumun evrilmesi ve inşası) başlangıcına bakmak gerektiğini düşünmektedirler zira toplumsal hareketler yapıları gereği topluluklar arasında olmayan toplum ile devlet erki arasında sürtüşmenin sonucu olarak ortaya çıkan hareketlerdir.
Kimisine göre yıkıcı yaratıcılık olan kimisine göre ilerleme anlamına gelen modernleşme Alman sosyolog Ferdinand Tönnies"in tanımlamasıyla topluluktan (Gemeinschaft) topluma (Gesellschaft) geçiş sürecini ifade eder. Bir başka deyişle, tebaa olan halkın yurttaş konumuna gelmesiyle siyasal aktivizmin önündeki engellerin kalkmasını ifade eder. Bu süreci terimlerle ifade etmek gerekirse Endüstri Devrimi"nin yarattığı işçi sınıfının 3 Fransız Devrimi ile birlikte yurttaş konumuna gelmesi ile merkezi devletin (ulus-devlet) yaptıkları/yapmadıklarına karşı sesini yükseltmesine verilen addır. 4 Söz konusu geçiş sürecine dair farklı yaklaşımların olduğu düşünüldüğünde, siyasal parti literatürüne geçmeden evvel bu dönem sosyoloji kuramlarının 'toplum' anlayışları ile 'toplumsal hareket' anlayışları arasında ne tür farklılıklar olduğuna dair bir tartışma yapmanın konunun bütünlüğü açısından aydınlatıcı olduğunu düşünmekteyim.
1 Modern toplumsal hareketler ifadesi önemli zira E.P. Thompson"ın bahsettiği "yiyecek ayaklanmaları" toplumsal hareket olarak kabul edilmekle birlikte söz konusu makalenin konusu olmayacaktır (Thompson, 1971). Bu dışlanma onun önemsizliği ile ilgili olmadığı gibi başlangıç itibariyle referans alınması gereken bir olaydır. Sadece söz konusu "hareket" talebin tekilliğinin evrenselleşememe durumundan hareketle makalenin dışında tutulmaktadır. Ama buna rağmen Thompson"ın toplumsal hareket tarihçilerinin çoğunun indirgemecilik yapmak gibi bir kolaya kaçma yöntemini seçtiği eleştirisine katıldığımı belirtmek isterim. Belki de bu bağlamda Thompson"ın "yiyecek ayaklanmaları" tezini toplumsal talep ve/ya çatışma olarak değerlendirmek daha uygun olacaktır. 2 Bu noktada Charles Tilly"nin kitabında geçen şu cümle yol gösterici olsa gerek (Tilly, 2004: 3): "Halk ayaklanmalarının tarihi binlerce yıl öncesine götürülebilse de farklı çıkar gruplarını içeren kapsayıcı bir hareketin oluşumu üç yüzyıldan önce hiçbir yerde görülmemekteydi". 3 Genel literatür işçi sınıfının Endüstri Devrimi ile oluştuğunu söylese de nüvenin Haçlı Seferleri sonunda tarımın gelirdeki artışı neticesinde, önceden yarıcı veya aşar uygulamasına giden toprak sahiplerinin topraklardan doğrudan yararlanmak istemesi ile atıldığı bilinmektedir (Moore, 1989). Diğer bir ifadeyle, önceleri yarıcılık veya aşar gibi, daha az gelir getiren usuller kullanılmaktayken, toprak sahibi bu toprakları işçi tutup bizzat kendi hesabına ekip biçmeye karar verdi. Bu uygulama sonucunda da tarım sektöründe büyük bir işsiz kitlesi doğdu ve kesimi tek çareyi yeni doğmakta olan şehirlere gitmekte buldu. 4 Francis Fukuyama bu süreci şu şekilde ifade eder: 1800"lü yıllarda meydana gelen inanılmaz ekonomik gelişim toplum üzerinde de etkili oldu. Sanayileşme ve ekonomik gelişim ile ortaya yeni gruplar (işçi) çıktı. Şehirlerde daha mobilize olan bu gruplar yeni sosyal ilişki ağlarının artmasıyla da politik kurumlarda değişimin önünü açtı (Fukuyama, 2014).
Yukarıda da ifade edildiği gibi modernleşme ister yıkıcı yaratıcılık olarak ister ilerleme olarak açıklansın, son kertede topluluktan topluma bir geçiş olduğu kaçınılmazdır. İşte bu geçiş sürecinin tanımlanması konusunda birbirlerinden farklı görüşleri ifade eden düşünürler, bu farklı ifade edişleri dolayısıyla toplumsallık anlayışlarıyla toplumsal hareketler arasında bir bağ kurarlar. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, Aydınlanma Çağı ile başlayan ve Fransız ve Sanayi Devrimleri ile içine girilen kaotik ortamda "düzen" bir zorunluluk haline gelmiş ve teorisyenler "düzenin" nasıl sağlanacağı ile ilgili düşüncelerini paylaşmaya başlamışlardır (Eder, 2015: 31).
Bu düzenin inşası sürecinde düşünürler çeşitli fikirler ortaya atmış olsalar da genel kabul görmüş şu tanımı yapmadan toplum ve toplumsal hareketler arasındaki dönemsel farklılıklar/benzerliklere geçmenin makalenin bütünlüğünü sağlamak açısından eksik kalacağını düşünüyorum. Her ne kadar toplumsal hareketler birbirlerinden farklı tanımlar alsalar da Herbert Blumer toplumsal hareketlerin içeriklerinden bağımsız olarak 4 fazda incelenmesi gerektiğini ifade eder ve bunları toplumsal hareketlerin ömürleri olarak belirtir: toplumsal fermantasyon, kamu coşkusu, biçimlenme ve kurumsallaşma (della Porta ve Diani, 2006: 150). Birçok toplumsal hareket uzmanı buna benzer açılımlar yapmakla birlikte sonuç itibariyle şu sonuca ulaşılmıştır: Toplumsal hareketler Doğuş, Bütünleşme, Bürokratikleşme ve Düşüş süreçlerinden oluşur. 5 Genel bir bilgiden sonra 19.yüzyıl ve erken 20.yüzyıl sosyoloji kuramlarına geçmek gerekirse ilkin karşımıza Karl Marx çıkmaktadır. Düşünür bu süreçte modern toplumun oluşumunu açıklarken Sanayi Devrimi ve Fransız Devrimi ile birlikte kendi pozisyonunun farkına varan işçi sınıfı 6 iktidarı elinde bulundurmakla ve insanların taleplerini göz ardı etmekle suçladığı burjuva sınıfıyla girdiği mücadelenin sonucunda arzulanan düzeni getirecektir. 7 Bütün insanlık tarihinin sınıf çatışmaların üzerine kurulu olduğunu söyleyen ve tarihin bu çatışmalar üzerine ilerlediğini ifade eden Marx, modernleşmede etkin rol oynayacak sınıfın da işçi olduğunu belirtir. Ve bu süreç modernleşmenin geri dönülemezliğini ifade ettiği gibi toplumsal hareketler için de bir yol göstericidir.
Emile Durkheim ise bu süreçte toplumları ortaya çıkaranın toplumsal duygudaşlık olduğunu söyleyerek dayanışma ve akabinde artan işbölümünün oluşturduğu kolektif kimlik sayesinde insanların yaşadıkları topluma aidiyet ve birlik duygusuyla bağlı olacağını ifade etmiştir. 8 İşbölümünün modern toplumla birlikte daha da artacağını ifade eden Durkheim, bu sayede insanların birbirlerine olan bağlılığının da artacağını ve toplumun bir bütün olacağını belirtmiştir. "Çoşkun kolektif" adını verdiği fenomenin insanları birlikte hareket etmeye yönlendirdiğini gözlemlemiş olan Durkheim, toplumun oluşma evresindeki bu duygusal enerjiye vurgu yapar (Eder, 2015). Dolayısıyla ifade etmek gerekir ki Durkheim sosyolojiye toplumsal istikrar ve uzlaşmayı sağlama görevini vermiştir (Erdem T., 2016: 88).
Zamanının diğer düşünürleri gibi Max Weber de toplumsal değişmenin doğasını ve nedenlerini anlamaya çalışmış ve devrimlerden sonra hızla sanayileşen ve modernleşen dünyada küçük örgütlerin yetersiz kaldığını ve oluşan bu kaotik ortamın çözümünün de rasyonellik 5 Yalnız buradaki "düşüş" evresine her zaman negatif anlam yüklememek gerekir zira başarılı olan bir toplumsal hareket amacına ulaştığı için düşüş evresine girmiş olabilir veya da toplum içine entegre olmayı başarmış bir hareket de bu kategoride değerlendirilebilir (Christiansen, 2009). 6 Kendinde sınıftan (klasse an sich) kendi için sınıfa (klasse für sich) geçiş yapan yani bilinç düzeyine erişen işçi sınıfı. 7 Marx için burada çatışmanın kendisi önem arz ediyor zira sürecin sonunda işçi sınıfı diye bir sınıf da kalmayacak. 8 Dayanışma işbölümünün öncülüdür zira Durkheim "mekanik dayanışma" ve "organik dayanışma" şeklinde iki dayanışmadan bahseder. İlki geleneksel toplumlara özgü ve düşük işbölümü gerektiren dolayısıyla insanların birbirlerine bağlılığının az olduğu dayanışmayı ifade ederken, organik dayanışma modern toplumun gerekliliğidir ve işbölümü çok üst düzeydedir (Erdem T. , 2016: 94). Yıl: 2019, 11(20) (Giddens, 2012: 52-53). Diğer bir deyişle, Weber toplumların oluşum sürecinde bürokrasinin önemine vurgu yaparak kurumsallaşmanın gerekliliğini savunur ve modern devletin kurumsallaşma olduğunu ifade eder (Giddens, 2012: 54).
Söz konusu üç kuramın oluşturduğu modern devlet (veya da toplum) devamında gelen toplumsal hareketlerin de habercisi olmuş ve bu farklı yaklaşımlardan da anlaşılabileceği üzere toplumsal hareketler farklı açıklamalarla kendine literatürde yer bulmuştur. Örneğin, Karl Marx devlet içerisinde oluşacak herhangi bir sorunda veya da halkın (sosyal olarak dışlanmış grup) taleplerinin karşılık bulamaması durumunda bilinç düzeyine erişmiş işçinin hareketleri organize edeceğini ve böylece kapitalizm ile anti-kapital bir dünya için mücadele edeceğini ifade eder. Max Weber"e göre ise kurumsal iktidar sayesinde karar alma yapılarıyla girilecek mücadele sonucunda karar alma süreçlerinin dışında bırakılmış gruplar temsil edilmiş olacaktır (Cisar, 2015: 50-51). Bunlara ek olarak, Karl Polanyi toplumsal hareketleri düzensiz bir biçimde genişleyen kapitalizme karşı düzenleyici/reformist hareketler olarak değerlendirirken bunun yolunun tam bir uzlaşı zemini bulmak olduğunu (korporatizm) ifade eder. Aleix Tocqueville ise toplumsal hareketlerin amacının çoğulcu ilkelerle hareket eden (etmesi gereken) demokrasiyi tiranlığa karşı korumak olduğunu ve burada temel görevin de geniş katılımcı sosyal çıkar gruplarında (sivil toplum) olması gerektiğini belirtmiştir (Cisar, 2015: 59-60).
İsmi zikredilen düşünürlerden ayrı olmakla birlikte sosyal hareketler üzerine fikir beyan eden başka isimler de mevcuttur. Bunlardan ilki Emile Durkheim"dir. Toplumsal yaşamın genel ilkelere dayalı olduğunu ve bu ilkelerin sonucu olarak da toplumun homojen olduğunu vurgulayan Durkheim, toplumun bu homojenlik içerisinde derin bir bağ ve basit bir paylaşım ile birbirine bağlı olduğunu belirtir. Bu paylaşımın ekonomik çeşitlenme anlamına gelmeyen daha çok "toplum içinde yaşayan insanların dayanışması" amacını taşıyan bir olgu olduğunu ifade eden Durkheim, kolektiviteye olan bağlılığını bu şekilde açıklar:"Uygarlığı yaratan, sürdüren ve bireylere geçiren toplumdur." Başka bir ifadeyle, düşünür, bireyin doğrudan doğruya topluma bağlılığını ifade ederken bir nevi bireyin kolektif iradeye karşın kendi aklını ya da vicdanını ileri sürerek hareket etme hakkına da karşı çıkar (Burns, 1984: 272-274). Dolayısıyla, toplum içerisindeki herhangi bir çatlak sese tahammül edemeyen Durkheim, bu hareketleri "anomali" olarak nitelendirdiği insanların toplanması olarak değerlendirerek toplumsal hareketlere pejoratif bir anlam katar.
Aynı dönem düşünürlerinden bir diğeri olan Gustave Le Bon da tıpkı Durkheim gibi toplumsal hareketlere pejoratif anlamlar yükler. Onun için kitleler kendisini oluşturan insanlardan kesinlikle farklı özellikler taşıyan gruplardır. Söz konusu farklılığın insanların bireysel tutumlarının ötesinde bir durum olduğunu ve hatta kalabalık içinde barındırdığı bireylerin davranışlarından daha aşağı özellikler gösterdiğini söyleyen Le Bon için kitle tamamıyla "irrasyonel" bir oluşumdur. "İrrasyonel" olmalarının etkisiyle kitleler "ahlaki" değerlere sahip olmaktan çok uzaktırlar (Bon, 2009: 67). Ayrıca Le Bon"un değerlendirmesine göre kitleler bir uygarlık çökmeye başlayınca onun çöküşünü tamamlamaya yarayan yani iş sadece yıkmaya gelince güçlü olan oluşumlardır (Bon, 2009: 19) Kurumsallaşmamış siyasetten kurumsallaşmış siyasete geçerken dikkat çekilmesi gereken önemli bir nokta bulunmaktadır. Bu durum özellikle 20.yüzyılın ikinci yarısı itibariyle parti literatürünün de çeşitlenmesi ile hareketler ile partiler arasındaki ilişkinin varlığı da değişmektedir. Bu anlamda ilkin 19.yüzyıldaki kitle ve kadro partileri üzerine yapılacak olan tartışma devamında 20.yüzyıldaki tartışmalara yerini bırakacaktır. Son olarak da 21.yüzyılda meydana gelen değişmelerle birlikte partiler literatüründeki farklılaşma gözler önüne serilecektir.
Sosyal hareketler ve siyasal partiler denildiği zaman akla ilk başta 1832 Reform Yasası ile birlikte oy hakkı kazanmış işçi sınıfının organize edilmesi gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, kitle toplumu olarak nitelendirilmiş olan 19.yüzyılın en önemli meselesi, kitlenin oluşturduğu kaosun engellenmesiydi. Bu anlamda üretilen çözüm de organizasyonların oluşturulmasıydı. Dolayısıyla toplumsal hareketler Le Bon"un ifade ettiği gibi yıkıcı etkileri olan histerik patlamalar değil Charles Tilly"nin bahsettiği gibi siyasal olarak dışlanmış kesimin varlıklarını ispat etmek ve seslerini duyurmak için giriştikleri kolektif eylemlerdir (Tilly, 2003: 246). Başka bir deyişle, kampanya, birikim (repertuvar) ve WUNC (Makul olma, Birlik, Sayı ve Bağlılık) gibi üç temel bileşene sahip olan sosyal hareketler oy kullanan insan sayısında, seçim kampanyalarında, parlamentonun etkinliğinde, kanun tasarılarında artış ve kurumsallaşma olarak tanımlanabilecek 19.yüzyıl (ikinci yarısı demek daha doğru olacaktır) süresince politik kimlik ile eklemlenen bu bileşenler sayesinde kurumsal bir kimliğe kavuşmuşlardır (Tilly, 2004).
Demokrasi ile toplumsal hareketler arasındaki ilişkinin doğru-orantılı olduğunu söyleyen Tilly, ulusal kimlik kazanan parlamentoların toplumsal hareketlerin gelişiminde büyük bir etki yarattığından bahseder. Tilly"nin bu açıklaması, Goldstone"un belirttiği, devletlerin toplumsal hareketlere karşı aldıkları pozisyonlar dolayısıyla toplumsal hareketlerin gelişimine ve kurumsallaşmasına etki ettikleri çözümlemesi ile paralellik taşımaktadır (Goldstone, 2003: 20-24). Sadece Goldstone değil daha çeşitli düşünürler de devletin toplumsal hareketlere karşı aldığı konumdan bahsetmektedir. Söz gelimi Michael Mann işçi hareketlerinin (Chartist Hareket) oluşumunu incelediği kitabında Britanya dışındaki devletlerde de işçi hareketlerinin ortaya çıkmasına rağmen farklı sonuçlar doğmasına sebep olan meseleyi araştırırken devletlerin işçi hareketlerine karşı takındıkları farklı pozisyonları göstermiştir (Mann, 1993: 635-678). Bu noktada dört farklı yaklaşımdan bahseden Mann, Rusya için geçerli olan yaklaşımın otokratik militarizm, ABD"de görülenin kapitalist -liberal militarizm, Fransa ve Britanya için geçerli olanın ise liberal-reformist katılım olduğunu söyler. Bunların yanında Almanya"nın tercihinin yarı otoriter katılım olduğunu ifade eden Mann, bütün bu farklı yaklaşımların sonucunda ABD"de işçi sınıfının zayıflığının (ve dolayısıyla sosyalizmin zayıflığı), Rusya"da ise devrimin meydana gelmiş olduğunu ifade eder.
Fakat bunlardan hiçbiri siyasal parti-sosyal hareket ilişkisinin inceleneceği bu makale için Britanya"daki gelişmelerden daha önemli değildir. Zira Britanya uyguladığı liberal-reformist politikalar sayesinde çeşitli haklar kazanan işçi sınıfının partileşmesinin önünü açmıştır (Mann, 1993: 683). 10 Bu durumu net bir ifadeyle makalesinde yazan Goldstone Pereira"a atıfla söylediği yanında Tocqueville"in çözümlemelerini de ABD sisteminin etkisinde kaleme aldığı düşünülebilir. Toplumsal hareketlere olumlayıcı yaklaşımı kabul etmeyen Durkheim ve le Bon"un ise Paris Komünü deneyimini yaşadığını belirtmekte fayda vardır ki bilindiği üzere o dönemde binlerce insan hayatını kaybetmiştir (Erdem T, 2016: 88). 10 Burada şu tarihsel gerçeği de ifade etmek gerekmektedir ki Britanya tarihin başından beri toplumsal hareketlere karşı hoşgörülü değildi. E.P Thompson"ın makalesinde belirttiği üzere Britanya 18.yüzyılda ayaklanmalara ve tepkilere müeyyidesinde çok sertti (Thompson, 1971: 130): "Oxford şehri ve onun her kesimden sakini için her türden sonuçlar doğurmaya gebe, mülkiyete karşı haklı gösterilemeyecek vahşi bir saldırı olarak görmektedir ve Dük Hazretleri, Belediye Başkanı ve Magestrilerin suçluların derhal yakalanıp, kapatılmak suretiyle bastırılıp cezalandırılmasını"
"Eğer demokratik reformlar yapılırsa, çatışmalar kurumsallaşmak zorunda kalacak ve kurumlar aracılığı ile taleplerini iletmeye başlayan bütün gruplar diğer eylem biçimlerinin gereksizliğini anlayacaklardır." sözüyle devletlerin hareketlere karşı aldıkları tutumun önemini vurgulamıştır (Goldstone, 2003: 2). Yani yurttaşlık haklarını kazanan ve bu hakların hiçbir şekilde elinden alınmayacağını bilen gruplar eylem yöntemlerini değiştirmişlerdir. 11 Max Weber için ulusal kaynak bölüşümünün aracı kurumu, Maurice Duverger"e göre parlamento dışı 12 olarak adlandırılan partilerin oluşum sürecine baktığımızda 1832 yılında işçi sınıfına oy hakkının verilmesi öne çıkmaktadır. Bu sınıfın organizasyonu sonucu oluşan kitle partilerinin karşısında toprak sahipleri ve oligarkların 1867 yılında köylüye de oy hakkının verilmesi ile ilgili olan yasa tasarısını kabul ettirmesiyle oluşan kadro partilerini görmekteyiz.
Kitle partilerinin oluşumunu "İşçiyi paradan uzaklaştıran kapitalizm onun emek-yoğun sektörlerde çalışmasını ve kolektif bir yapı oluşturmasını sağlar. Bu yapı sayesinde sendikalara üye olmaya başlayan işçiler kolektif eylemlerde başrolü oynar. Ve sonunda da birliktelik anlamına gelen sosyalist partiler oluşur." (Mann, 1993) şeklinde ekonomik temellerle anlatan Karl Marx"ın da dediği gibi büyüyen işçi sınıfının temsilinin bir zorunluluk haline geldiği bu yüzyılda parti temsiliyet ile eşdeğer bir hal almışken bu durum kadro partilerinin oluşum sürecinde biraz daha farklıdır. 13 Nüfusun en büyük kesimini oluşturmasına karşın köylülere ilişkin çok az çalışma olduğunu ifade eden Mann (1993: 692),bugüne dek tarımsal siyasete ilişkin genel bir kuramın olmamasını üç nedene bağlamaktadır. Bunlar tarımsal nüfusun düşeceği ya da köylülerin sınıfsal örgütlenmede yetersiz kalacağı inanışı, çiftçileri muhafazakâr ve geçmişe mahkûm olarak gören tarımsal sınıf karşıtı eğilimin Batı düşüncesine hâkim olması ve tarımsal politikaların çok çeşitlilik göstermesidir (Mann, 1993: 692-693). 14 1832 yılında güçlenmeye başlayan burjuva sınıfının organize ettiği işçi sınıfına karşın toprak sahiplerinin ve toprak oligarşisinin öncülük ettiği köylülerin yani yerel eşrafın toplamından oluşan kadro partileri kitle partilerinin dikey hiyerarşisinin (örgütsel hiyerarşi) yerine daha âdemi merkezi oluşumlara sahiplerdir. Diğer bir ifadeyle, kadro partilerinin hiyerarşik düzeni daha çok gruplar arasında diyebileceğimiz bir sınıfsal hiyerarşiye dayanmaktadır fakat kitle partilerinde temsilciler tabandan gelmekte ve bu çerçevede tabanın istekleri her daim öncelikli olmaktadır (veya da öyle olması istenmektedir). Bu anlamda değerlendirildiğinde ikili arasında bir diğer fark daha ortaya çıkmakta ve kitle partileri tüm ülkeyi kaplayan, küçük yerleşim birimlerinden merkeze kadar, geniş ve hiyerarşik bir yapıya 11 Bu anlamda her ne kadar ilk siyasi parti ABD"de görülmüş olsa da o siyasi partilerin ortaya çıkmasının/çıkabilmesinin temelinde Rönesans ile başlayıp Fransız Devrimi ile tavan yapan egemenliğin kullanım biçimindeki değişiklikler yani monarşilerin yıkılıp halk egemenliğinin savunulduğu akımlar vardır. Bunun içindir ki bu tip oluşumların öncülüğünü Avrupa veya geniş anlamda Batı yapmıştır. 12 Zira Duverger"in sistematiğine göre meşruti monarşi dönemlerinde parlamento içindeki grupların belli konularda yaptıkları işbirlikleri de parti olarak görülmekte ve Torry ve Whig partilerinin oluşumu bu yolla açıklanmaktadır. Parlamento dışı partiler diye tanımladığı partilerin ise parlamentoda temsil imkanı bulunmayan sınıfların taleplerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını ve bu anlamda bilinen ilk partinin de güçlenen işçi sınıfının siyasi temsil hakkı dahil diğer haklarını savunan İngiliz İşçi Partisi olduğunu söylemektedir (Erdem Ç. , 2012: 246-247). 13 Toplumsal hareketlerin partileşmesi noktasında ele alınan kitle partisi oluşum süreci ile alakalı Marx"ın haricinde düşünen ve yazan siyaset bilimciler de vardır ki bunlardan biri de Herbert Kitschelt"tir. Söz konusu siyaset bilimci "Hareket Partileri" isimli çalışmasında toplumsal hareketlerin partileşme sürecini incelerken gerekçe olarak şunları sıralamıştır (Kitschelt, 2006: 281-282): Toplumu kapsayan düşünceler, destek konusunda yanlış bilgilendirilme, siyaset önündeki engellerin az olması ve toplumda göz ardı edilen çıkarların varlığı (sosyal ayrımlar). Bu minvalde, 19.yüzyıl sonu 20.yüzyıl başında oluşan İngiliz İşçi Partisi"nin oluşum sürecinde "temsilde eksik kalan" sınıfın (4.gerekçe) yani işçilerin göz önüne alınmış olması da söz konusu argümanı destekler niteliktedir. 14 Bu anlamda özdeşlik kurmak ne kadar doğru olur emin olmamakla birlikte 19.yüzyıl kadro partilerini Venezuela ve (partiye sahip olmasa da) Suudi Arabistan gibi halkının vergisine ihtiyacı olmayan "rantçı" devletlerinin yapısıyla bir görmekteyim.
sahip olmalarına karşın, kadro partileri, genel olarak, başarı adına bir araya gelerek çalışan komiteler olarak ifade edilir.
Bununla birlikte kadro ve kitle partilerinin organizasyon yapısında da farklılıklar olduğu belirtilmelidir. Kadro partileri az miktarda, varlıklı ve saygın bir zümrenin kuruculuk ettiği bir modele sahip olmasına karşın, kitle partilerinde seçmenlere bağlılık üst düzeydedir. Bu anlamda fazla miktarda yandaş toplamak organizasyon oluşumu için oldukça elzemdir. Bunun yanında kadro partileri üye sayılarından çok, etkili ve bilinen kişileri bünyelerinde toplayarak seçim dönemlerinde etkinliklerini artırıyor olmalarına karşın, kitle partileri seçim dönemleri dışında da etkin olan parti tipi olarak öne çıkmaktadır. Dolayısıyla 19.yüzyılda oluşmaya başlayan 20.yüzyılın başlarında ortaya çıkan kitle ve kadro partileri genel tanımında açıklanabilen sosyalist ve muhafazakâr-liberal partilerin başlangıçları itibariyle temsil ettikleri sosyal hareketlerle arasındaki ilişkinin ekonomik ve sosyolojik temellere dayandığını söylemek çok da yanlış olmasa gerek. Zira sosyalist-işçi partilerinin hiyerarşisinin en altında bulunan işçi sınıf hareketiyle oluşturduğu bağ partinin sendikalar aracılığıyla finansmanı üzerine kurulduğu için daha ekonomik temelli olmasına karşın, ekonomik gücü kendinden menkul olan toprak ağalarının ve oligarkların tek derdinin temsil ettiği köylünün finansmanı olmadığı bu ilişkinin daha kültürel temellerinin olduğu açıktır. Diğer bir ifadeyle, aidatlara olan ihtiyaç da söz konusu iki parti tipini ayıran bir diğer özelliktir. Kadro partilerinde organizasyonun devamı için elit zümrenin ekonomik durumu yeterli iken, kitle partilerinde üyelerden toplanan aidatlar partinin işleyişinin merkezinde yer almaktadır.
Fakat bu parti-hareket arasındaki keskin ilişki 20.yüzyılın son dönemine gelindiğinde kitle partilerinin aristokratlaşması ve kadro partilerinin de demokratlaşması gibi bir sürece girerek partilerin yapılarının dolayısıyla hem tabanlarıyla (üyeleriyle) hem de sosyal hareketlerle kurdukları ilişkinin farklılaşmasına sebep vermiştir. Bu farklılık da çeşitli parti tezlerinin ortaya atılmasına yol açmıştır. Buradaki değişimi partilerin birbirlerine yaklaşması olarak da değerlendiren düşünürler, bu dönemden sonra partileri sadece iki kategoriye ayırmanın eksikliğinden bahsederek daha çeşitli parti tipleri ve parti ilişkileri açıklamaya başlamış ve bu anlamda partileri de başka kriterler ölçüsünde kategorileştirmişlerdir.
Bu anlamda bir çıkışta bulunan Giovanni Sartori, Mauriece Duverger"in klasik parti tiplemelerinin yanlış olmamakla birlikte eksik kaldığını anlatmaya çalışmış ve parti incelemesini tarihsel ve fonksiyonel temeller üzerinde geliştirmiştir (Sartori, 2005: 8). Bu noktada ilkin parti oluşum süreçlerini 19.yüzyılın a) toplumların karmaşıklaşması ve iş bölümü ihtiyacı b) oy verme hakkının gelmesi ile yöneten-yönetilen ilişkisinin kurumsallaşması ve c) yönetilenin kendini ifade etmek için kanallar arayışı ile açıklayan Sartori kitle partisi diye bir gerçeğin olduğunu ama klasik söylemin ifade ettiği gibi sadece işçi partilerinin kitle partisi olarak tanımlanmasının yanlış olacağını zira kadro partilerinin de pekâlâ kitle partisi olabileceğini dile getirir (Sartori, 2005: 10-13). Buna ek olarak kitle partilerinin bazı düşünürlerin söylediği gibi sadece kantitatif yöntemlerle hesaplanamayacağını da ifade eden Sartori partilerin bu şekilde klasik tanımlardan sıyrılması ve onun yerine daha fonksiyonel olarak analize tabi tutulması gerektiğine inandığını sözlerine eklemiştir. Fonksiyonel manada "katılım, seçim propagandası, entegrasyon, birleştirme, çatışma çözümü, takviye, politika geliştirme ve ifade"nin öneminden bahseden Sartori bu 8 fonksiyon arasında katılım, seçim propagandası ve ifadenin ikame edilemez özellikler olduğunu ve eğer daha da derine inilirse önceliğin "ifade" olması gerektiğini söylemiştir (Sartori, 2005: 28). Bu noktada tarihteki partileri seçimlik kitle partileri, yasaya dair kitle partileri ve aparat partileri olarak adlandırılan Sartori klasik söylemin dışına çıktığını bize göstermiştir. Yeni dönemde parti tipolojisi çıkarmanın sistemsel olması gerektiğine kanaat getiren Sartori bu noktada kapsayıcı parti sistemi (Integrative party systems), küme parti sistemi (Aggregative party systems) ve bölücü parti sistemi (Divisive party systems) şeklinde kategorikleştirdiği sistemlerin her birinin gereklerinin farklılığına temas eder (Sartori, 2005: 31). Ayrıca düşünür söz konusu farklılıkların parti oluşumuna etki ettiğini söyler. Bu noktada kapsayıcı parti sistemlerinin iki-partili olduğuna işaret eden Sartori, ılımlı çoğulcu olarak nitelendirdiği küme parti sistemlerinin yanında kutuplaşmış çoğulculuk diye tanımladığı bölücü parti sistemlerinin de olduğunu ifade eder. Küme parti ve bölücü parti sistemlerinde ikiden fazla parti olmasına rağmen aralarındaki en önemli farkın partiler arasındaki rekabetin "uzlaşma" düzeyi olduğunu da ekler (Sartori, 2005: 31-32). Dolayısıyla Sartori siyasi partilerle toplumsal hareketler arasındaki ilişkinin anlaşılabilmesi için öncelikle bölgede işlerlik kazanan parti sistemine bakılması gerektiğini söyler. Bunun yanında partilerin fonksiyonlarından hangilerini ve ne ölçüde yerine getirebildiğinin incelenmesi gerektiğinden bahseden Sartori, klasik söylemin "Kitle partileri seçmenlerinin temsili için var, kadro partilerinde ideolojik bağlar daha gevşek" gibi bir tanımın çok dar olduğunu ifade eder.
Sartori gibi partileri işlevsel bir değerlendirme üzerinden açıklayan Gunther ve Diamond yazılarına şu cümle ile başlıyorlar (Gunther ve Diamond, 2003: 167): "Yaklaşık 100 yıldır siyaset bilimciler partizan oluşumların özünü anlayabilmek adına siyasi parti tipolojileri ve modelleri geliştiriyorlar. Sonuç olarak günümüzde literatür çok zenginleşmiş olsa da biz mevcut siyasi parti modellerinin günümüzdeki çeşitliliği açıklamakta yeterli olduğunu düşünmüyoruz." Bu eksikliği gidermek için a) partinin organizasyonunun doğası b) programcı ve c) çoğulcu ve hoşgörülü doğası şeklinde kriterler çerçevesinde bir tipoloji haritası hazırlayan düşünürler, adaylık süreci, seçim seferberliği, mesele oluşturma (Issue structuring), sosyal temsil, çıkar birleşimi, devletin oluşumu ve korunması ve sosyal entegrasyon gibi fonksiyonların siyasi partilerin sınıflandırılmasında önemli olduğunu ifade ederler. Bu fonksiyonları yerine getirme durumuna göre 15 çeşit siyasal partinin varlığından bahseden Gunther ve Diamond, bu partilerin 5 ana kategoride incelenebileceğini düşünürler. Bu kategoriler elit partiler (müşteri partileri), kitle partileri (sınıf kitle partileri, Leninist partiler, çoğulcu milliyetçi partiler, aşırı milliyetçi partiler, mezhepsel partiler, radikal dinci partiler), etnisite temelli partiler (etnik parti, kongre parti), seçim partileri (catch-all parti, programlı parti, personel parti) ve hareket partileridir (sol libertaryan ve post endüstriyel aşırı sağ) (Gunther ve Diamond, 2003). 15 Bu şekilde yapılan tipolojide parti ile toplumsal hareketler arasındaki bağı kurmak gerekirse müşteri (clientalist) partileri sadakat ve çıkarı ön planda tutarlarken, kitle partilerinin organizasyon gücü çok daha fazla olduğundan insanların hayatında partinin rolü çok daha fazla olur. Ama diğer taraftan catch-all partilerin tek amacı seçimi kazanmak olduğundan ideolojik bağları zayıf ama strateji güçleri çok gelişmiş olur tıpkı kişiselleşmiş (personalistic) partilerin liderlik karizmasını seçim stratejisi olarak kullanmasına rağmen ideolojilerinin zayıf olması gibi. Dolayısıyla partilerin bu zayıflık veya bağlılıkları üzerinden seçmenleriyle aralarında kurduğu ilişkinin değişeceğini söyleyen Gunther ve Diamond klasik söylemin ekonomik ve kültürel bağlamından uzaklaşarak, daha katmanlı bir ilişkiler ağını gözler önüne sermektedirler.
Sartori"nin ifade ettiği gibi fonskiyonel olarak hareketler ile ilişki kuran partiler, Peter Mair için ayrımlar (cleavage) üzerinden kendini tanımlar. Zira Mair için ayrımların demokratik yorumlanması/dile getirilmesi olarak tanımlanabilecek olan şey, modern demokrasilerde farklı gruplar arası olan ayrımların siyasi partiler tarafından dile getirilmesidir (Mair, 2006). Diğer bir ifadeyle, sosyal hareketler kendilerini siyasal partilerle ayrımlar (hoşnutsuzluklar) siyasi arenada dile getirildiği ölçüde kurarlar diyerek düşünür, klasik söylemin salt ekonomik ve kültürel açıklamalarının dışına çıkar ve sosyal hareket-siyasal parti ilişkilerini bir bütünlük temelinde ve sosyolojik bir yaklaşımla ele alır. 16Ayrımlar üzerinde partilerin tipolojik tanımlarını yapmaya girişen Mair, bu noktada ayrımların sosyal bölünme, kolektif kimlik oluşumu ve organizasyonel söylem şeklinde ifade edilebilecek 3 karakteristiğinin olduğunu söyler ve bu ayrımlar üzerinden partilerin sosyal hareketlerle olan ilişkisinin tanımlanması gerektiğini belirtir (Mair, 2006: 373). Fakat 20.yüzyılın başında daha belirgin ve yapısal olan ayrımlar, son dönemde daha değer temelli bir hal almaya başlayınca tercihlerin daha az tahmin edilebilir olmasından dolayı partiler ile sosyal hareketler arasındaki ilişki belli oranda değişim göstermekte ve muğlaklaşan ayrımlar dolayısıyla insanların partiler arasında geçişinin daha sık görülür bir fenomen olduğu anlaşılmaktadır (Mair, 2006: 374).
Sadece Mair değil, Lipset ve Rokkan da söz konusu ayrımların parti-sosyal hareket ilişkilerinde önemli yer tuttuğunu ifade etmiştir. Partileri çatışma ve entegrasyon sahası olarak tanımlayan iki düşünür, ulusal düzeyde bir ayrımın kaçınılmaz olduğunu ve hatta bunların gerektiğinde zıtlıklar oluşturmasının önemine dikkat çekmişlerdir (Lipset ve Rokkan, 1967: 3-5).foot_3 Bölgesel-kültürel ve işlevsel tezahürleri olan ayrımların zamanla önemini kazanması/kaybetmesi olası olmakla birlikte sistemden tamamen kaldırılamayacağını iddia ederler zira ilişkinin temeli bu ayrımlardır (Lipset ve Rokkan, 1967: 9-13).
Makalenin kapsamı 19 ve 20.yüzyılları içermesine karşın özellikle son dönemde tartışılmaya başlanılan "partilerin sonu" argümanının en azından akılda tutulmasının gerekli olduğunu düşünmekteyim. Diğer bir ifadeyle, 68 Hareketi olarak bilinen ve klasik söylemlerin ötesine geçen Yeni Sosyal Hareketler kendilerinin partiler aracılığıyla temsil edilemeyeceğini fark ederek, bağımsız bir konum elde etmeleri ile birlikte temsil krizi durumunu ortaya koymuştur. Bu kopuş klasik dönemde insanları devlete karşı koruma vazifesi ile donanmış olan partilerin, kliyental ve patronaj ilişkilere girmeleri ile daha da derinleşmiş ve sonucunda da sivil toplum ile partiler arasındaki kapanması imkansız bir güvensizliğin oluştuğu ifade edilmektedir. Değerlendirmelerini bu yönde geliştirmiş olan Dogan"ın ifadesiyle (2005: 13): "Söz konusu güvensizlik geçici olmayan yani kronik hale gelmiş ve yapısal bir boyut kazanmış bir fenomendir. İdeolojik olmaktan ziyade pragmatik gerekçelere dayanan bu güvensizlik sadece belli yerlerde görülen değil uluslararası bir boyut kazanmıştır."
Temsil krizi neticesinde yukarıda da ifade edildiği gibi partiler daha fazla kliyental ve patronaj ilişki ağlarının içerisinde hareket etmeye başlamış ve bu da siyasetin koltuğunda ticaretin oturmasına yol açmıştır. Fakat bütün bunlara karşın insanların partilerle olan bağlarının kopmasının tek gerekçesi, partilerin temsil krizi içerisine girmesi midir? Diğer bir ifadeyle, partilerin söylemlerinde kendilerini bulamamış insanların küskünlüğü müdür, insanların partilerden uzaklaşmasına sebep olan.
Temsil krizinin bir çıkış noktası ve hatta bir dönüm noktası olduğunu düşünüyor olmama karşın, insanların partilerden uzaklaşmasında teknolojik ilerlemelerin de değerlendirmeye alınması gerektiğine inanmaktayım. Bu çerçevede, teknolojik imkânlar sayesinde hiyerarşik bir yapı altına girmeden kendi oluşturdukları alan içerisinde kendisine dikte edilen zamanın dışına çıkma imkânına sahip olan insan, neden kendini özgürlüğünden mahrum edecek bir yapının altına girmek istesin ki? Krastev"in (2017: 91) ifade etmeye çalıştığı gibi eğer piyasa ve internet insanların seçme şansını artırmak için güçlü araçlar haline gelmiş ve insanların kendi doğal tercihlerini tatmin edebiliyorlarsa, neden farklı yollar arayışında bulunulsun ki? Bu durumun sosyal hareketlerin kendisinde de dönüştürücü bir etki yaratma ihtimalini düşünmek gerekmekle birlikte yine de asıl darbeyi siyasal partilere vurduğunu görebilmekteyiz. Duyguların ve umutların yeni dönemde sosyal hareketlerin oluşumundaki etkisi ve buna 21.yüzyılın teknolojik gelişmelerinin katkısıyla "her yerde hareket" gibi bir düsturla yaklaşılması kaçınılmazdır ki bu da sosyal hareketlerin organizasyon yapısında bir değişim yaşanmasının gerektiren bir olgudur. Fakat söz konusu "her yerde hareket" düsturunun aynı zamanda "her yerde siyaset" gibi bir çağrışım yaptığı görüldüğünde, yeni dönemin siyaset üzerindeki etkisinin sosyal hareketler üzerindeki etkisinden daha fazla olacağı tahmin edilebilmektedir.
Sonuç olarak geleceğe dair bir senaryo çizildiğinde, insanların (ki burada özellikle Z Kuşağı olarak bilinen ve yapılan çalışmalar neticesinde siyaset ile arasında derin bir fark oluşmuş olan kuşağın) siyasal partilerden uzaklaşmasının daha da artacak olması ve dünyada seçimlere katılım oranlarının daha da düşmesi senaryosu ile karşılaşmak oldukça mümkündür. Diğer bir ifadeyle, ihtiyaçlarını karşılamak veya haklarını aramak için partilerden temsil isteği kalmayan ve söz konusu oluşumu kendisi sağlama imkânına sahip olan bireyler, temsili demokrasinin aracı olan partileri aradan çıkartarak, doğrudan demokrasiye yoluna girebilirler.
Son olarak, farklı açıklamaların kaynaklarının ismi geçen düşünürlerin yaşadıkları deneyimlerden kaynaklandığını düşünmekteyim. Diğer bir ifadeyle, Giddens"in "İlk sosyologlar içinde yaşadıkları değişen toplumları anlamlı kılma çabalarında birleşiyordu." cümlesinden hareketle(Giddens, 2012: 55), Marx"ın çözümlemelerinde kendi fikir çatışmalarının etkisi olduğu gibi ömrünün önemli bir bölümünü Londra"da geçirmesinin ve Çartist Hareket ile temas kurmasının da etkisi olduğunu düşünmekteyim. Marx"ın ekonomik analizlerini taktir etmesine karşın kuramını kurumlar üzerine inşa eden Weber"in Almanya"da doğmuş olmasının ve Fukuyama"nın kitabında ifade ettiği şekliyle devlet oluşum sürecinde önemli olarak gördüğü bürokrasi tanımını Almanya"nın disiplinli, yetenekli ve otonom bürokrasisinden ilham alması etkilemiştir(Fukuyama, 2014). Polanyi"nin Büyük Buhran döneminde yaşamasının
Journal of Academic Researches and Studies Year: 2019, 11(20): 206-218 Makale Türü: Araştırma Makalesi Paper Type: Research Paper
Bu konuda "Ayrışma parti, parti ayrışma demektir. Zaten ayrışma temsilini bulamadığı zaman politik olamaz ama partiler temsil ettikleri ayrışmalardan uzaklaştıkları zaman meşruiyetlerini kaybederler ve bu anlamda üye kaybeden partiler devlete yanaşmak ve hatta iç içe geçmek durumunda kalırlar ki bu da siyasetin sonu anlamına gelir." şeklinde bir çıkarım yapmanın çok da yanlış olmayacağını düşünmekteyim.
Burada Ernesto Laclau (2005)"talebin hegemonik olması" ve JacquesRanciere"in (2005) "kelimeleri kendinin kılmak" şeklinde açıklanabilecek bir siyasetten bahsettikleri düşünülebilir. Yani ayrıma konu olan hangi tanım artiküle olursa o hegemonik olur.
Niños, adolescentes, pobreza, marginalidad y violencia en América Latina y el Caribe: ¿relaciones indisociables?, 2006
Third Text, 2010
International Journal of Recent Technology and Engineering (IJRTE), 2019
2017 American Control Conference (ACC), 2017
The Impact of Financial Inclusion on Economic Growth and Poverty Reduction: Empirical Evidence from sub-Saharan Africa, 2024
Journal of Vacuum Science & Technology B, Nanotechnology and Microelectronics: Materials, Processing, Measurement, and Phenomena, 2012