Academia.eduAcademia.edu

FOTOĞRAF FOBİSİ

Fotoğraf tarihi boyunca, fotoğrafın nesnesini ve meselesini psikolojik bir süreç haline getiren ve toplumsal yüzleşmeleri bir araya getiren düşünceler üretir. Bir toplum düşleyin, fotoğrafçıdan/fotoğraftan korkan. Tarih bunu zamanla yenmeye çalışsada aslına yenilen şey bir toplum algısı. Biraz geçmişe gitmek gerekir, fotoğrafın bir sanat olmadığı yıllara, teknik bir icadın, evrensel bir yüzleşmenin eşiğine denk geleceği zamanlara gidelim. 1839’da fotoğraf Paris Bilimler Akademisi’nde bir bilim veyahut günümüzde kullanılabilecek bir sanat dalı olarak ilan edildiği zaman insanların bakış açısı nasıl bu kadar ciddi boyutlara ulaşmış o süreçlere uzanmak gerekir. Fotoğrafın mucitleri durumun bu eşiğe gelebileceğini hissedebiliyorlar mıydı? Belki de tek bildikleri şey, hayatın bu denli çarpıcı bir unsuru da içinde barındırmasıydı. Şiirsel bir gerçekliğin, büyülü bir gerçekliğe dönüştüğü, sanatın ifade ettiği tüm biçimleriyle gerçek bir teknik vizyona dönüşmesiydi fotoğraf. Sanat acıtırdı çoğu zaman. Fakat bu sefer somut bir nesnenin acısını elzem bir biçimde hissediyordu insanoğlu. İnsanlık ailesinin sonununda bir gerçeklik aygıtıyla tanışması onun bu aygıttan korkmasına ve hatta nefret etmesine sebebiyet vermiştir.

Mehmet Ali KARAR kararmehmetali@gmail.com FOTOĞRAF FOBİSİ İNSANLIĞIN FOTOĞRAFA KARŞI OLAN KORKUSU VE NEFRETİ Konuşmanın artık mümkün olmadığı noktada yazmanın gizli, zorlu, biraz da tehlikeli tılsımını keşfederiz. “Michel Foucault-Güzel Tehlike” Fotoğraf tarihi boyunca, fotoğrafın nesnesini ve meselesini psikolojik bir süreç haline getiren ve toplumsal yüzleşmeleri bir araya getiren düşünceler üretir. Bir toplum düşleyin, fotoğrafçıdan/fotoğraftan korkan. Tarih bunu zamanla yenmeye çalışsada aslına yenilen şey bir toplum algısı. Biraz geçmişe gitmek gerekir, fotoğrafın bir sanat olmadığı yıllara, teknik bir icadın, evrensel bir yüzleşmenin eşiğine denk geleceği zamanlara gidelim. 1839’da fotoğraf Paris Bilimler Akademisi’nde bir bilim veyahut günümüzde kullanılabilecek bir sanat dalı olarak ilan edildiği zaman insanların bakış açısı nasıl bu kadar ciddi boyutlara ulaşmış o süreçlere uzanmak gerekir. Fotoğrafın mucitleri durumun bu eşiğe gelebileceğini hissedebiliyorlar mıydı? Belki de tek bildikleri şey, hayatın bu denli çarpıcı bir unsuru da içinde barındırmasıydı. Şiirsel bir gerçekliğin, büyülü bir gerçekliğe dönüştüğü, sanatın ifade ettiği tüm biçimleriyle gerçek bir teknik vizyona dönüşmesiydi fotoğraf. Sanat acıtırdı çoğu zaman. Fakat bu sefer somut bir nesnenin acısını elzem bir biçimde hissediyordu insanoğlu. İnsanlık ailesinin sonununda bir gerçeklik aygıtıyla tanışması onun bu aygıttan korkmasına ve hatta nefret etmesine sebebiyet vermiştir. Fotoğrafın kendisinden nefret etmek öznelliğin biçimini nasıl dönüştürüyordu? Kırılgan olan nesnenin ifadesini bu kadar iyi ifade ederken, insanlar neden ondan kaçıyordu? Üstelik kaçarken zevk almaları onları fetişist bir unsura mı sürüklüyordu? Belki de aydınlanma dedikleri şey bu idi. 1839’dan sonra ne olduysa, teknik bir biçimin insanlığı ele geçirmesiyle oldu. İster buna robotlaşma deyin, ister başka bir şey. Ama bizler buna arzunun tümden biçimsel ele geçirme dejavusu diyeceğiz. Dejavu, çünkü, yaşanılanların ifadesel biçimi olsun ya da olmasın tıpkısını an be an yaşamaktır. Ya da öyle hissetmektir. Fotoğraf acıtıyordu, bu sefer ciddi bir biçimde acıtıyordu fotoğraf. Teknik mekanizmaların, insan bedenine nüfus etmesiyle birlikte acıtan bir gerçeklik çıkıyordu ortaya. Toplum bunu benimsemiş, bu acıyı kabullenmiş ve bu acının üzerine giderek, acının eşiğini teknolojik gelişmeler ile azaltıyordu. Tarihsel belgeler sayesinde fotoğrafın acı eşiğini Walter Benjamin (1892-1940)’in ifadeleri ile süsleyebiliriz, malum bir süsleme aracı olarak stüdyo fotoğrafçılığının geçmiş yıllarda ki insan bedenlerine müdehalesini izleyeceğiz; “...yapay sütunlar ve salon bitkileri birlikte resmedilmiş arka plan, Benjamin’in de değindiği üzere ilk dönem portrelerindeki sade fon ve basit düzenlemelerin yerine geçmiş ve 1860’lara gelindiğinde yaygınlaşmıştır. Yeni filizlenen, böylesi donanımlar aracılığıyla fotografik benzerliklerine ilave bir önem ve ihtişam katmaya çalışan orta sınıf bünyesindeki yeni bir kimlik ve birliktelik anlayışının tezahürü olarak karşımıza çıkan bu moda yirminci yüzyılda da devam etmiştir. Bu modanın bir parçası olan ikonografik gelenek hem Benjamin hem de Kafka’nın çocukluk yılları boyunca yerini korumuştur. Benjamin’in tanımındaki tarihsel doğruluğun da ötesinde namevcut çocuk Kafka portresine getirdiği derinlikli iredeleme -1880 sonrası fotoğraflardan hiçbirine böylesi büyük bir dikkat göstermemiştir- şunu göstermektedir ki Benjamin’e göre bu fotoğraf burjuvazi beğenisinin alelade bir tarihsel belgesinden fazlası değildir” [1]. Kısacası burada ki burjuvazi dokunuşun simgesi haline gelen fotoğrafta zorlama bir sistemin eşiği vardır. Bu eşik, Franz Kafka (1883-1924)’nın çocukluğunun her ne olursa olsun, bir teknik araç karşısında ki duruşunun acıtıcı gerçekliğidir. Çünkü, çocuk oradadır, fakat orada olmasını zorlayan şey, hiç kımıldamadan, tek düze bir biçimde başka bir yöne bakması, objektifin ucundan bir ateş atar gibi, silahın namlusuna dayamış başını büyük bir intihara sürüklemenin içsel bir korkusu vardır. Bu korku çocuğun donuk yüzüne öyle yansımıştır ki, çocuk dakikarca hiç kımıldamadan fotoğraf stüdyosunda beklemiş, eşsiz bir ölümsüzlüğü beklemektedir. Çünkü bu ölümsüzlük zaten fotoğraf tarihi boyunca tezahür etmiştir tarihsel belgelere. Franz Kafka’nın çocukluk portresi, 1888/89. Burada ki korkutucu olan simge çoğu zaman insanlığı derin düşüncelere sürüklese bile, bir fotoğraf stüdyosunda dakikalarca kımıldamadan beklemek, fotoğraf cihazı karşısında pozlanmayı beklemek bir işkence serüvenini anımsatmaktadır. “...sergileme ile sunum, işkence odası ile Kafka’nın eski portrelerinden birinde maruz kaldığı taht odası arasındaki çok derin bir belirsizlik sunan -perdeleri ve palmiye ağaçları, duvar kâğıtları ve sehpalarıyla- o stüdyoların dönemiydi. Belki de altı yaşlarında olan bir çocuk, süslemelerle kaplanmış utanç verici bir kıyafet içinde bir tür kış bahçesi ortamında dikiliyor. Arka planda palmiye yaprakları var ve sanki bu tropik ortamı daha boğucu ve baskın kılmak istermişçesine, portresi yapılan çocuk sol elinde aşırı derece geniş kenarlı, İspanyolların takacağı türden bir şapka tutuyor. Onun için hazırlanmış bu atmosfere baskın çıkan tarifi namümkün üzgün gözleri olmasaydı hiç şüphesiz bu ortam içinde kaybolurdu” [2]. Tarihsel süreçten izlediğimiz zaman fotoğrafın bu denli korkutucu oluşu aklımıza gelemezdi elbette. Fakat Kafka’nın çocukluğuna ait bir fotoğraf üzerinden çözümleme yaptığımızda bu fotografik korkunun arketipini okumak mümkündür. İnsanoğluna zorla dayatılan bir gerçeğin teknik bunalımıyıdı sadece. Bu ise fotoğrafın kendisiydi. Korkumuzun temelinde psikolojik nedenler yatsa bile nesnel bir gerçekliğin dokunuşu belleğimize işlemiş durumdadır. “Nasıl libidinal bilinçdışı psikanalizle ortaya çıkıyorsa, bu görsel bilinçaltının ayrıdına da ilk defa fotoğraf sayesinde varabiliyoruz” [3]. Görsel bir algı sayesinde derin bir gerçeklik kurabiliriz. Fakat, fotoğrafa karşı olan korkumuzu bir nebzede olsa bilmek, bu bilmeyi, objektifi tıpkı bir silaha benzetmekten, bize doğrultulan tehdit edici bir aygıtın insan bedenini rahatsız edici dokunuşu sayesinde algılarız. “Silahlar ve arabalar gibi fotoğraf makineleri de, müptelâlık yapan fantezi cihazlarıdır. Ancak, sıradan dille reklamcılığın her türlü aşırılıklarına rağmen öldürücü bir yanları yoktur. Arabaları silahlarla aynı şekilde pazarlayan hiperbolde, en azından şu derecede bir gerçeklik yatar: Savaş dönemlerini saymazsak, arabalar silahlardan daha çok sayıda insan öldürmüştür. ‘Fotoğraf makinesi’ silahıysa öldürmez, dolayısıyla bu uğursuz metafor -tıpkı bir erkeğin iki bacağı arasında bir silah, bıçak ya da alet taşıyor olduğu fantezisine benzer şekilde- bir blöf olmaktan öteye geçmemiştir” [4]. Sonuç olarak; fotoğrafın yenilgisi bu sefer korku karşısında yok olacaktır. Karşı yenilgiyi gördüğü anda, bunun psikolojik bir süreç olduğunu, fotoğrafın masumane yüzüne şahitlik edecektir. Fotoğraf, korku unsuru olmaktan çıkıp, daha kullanılabilen bir aygıt olarak, geçmiş dönemlerde yaşanan teknolojik kayıpların acısını, günümüz yeni medya organları ile kazanacaktır. Fotoğrafa karşı olan nefret, korku her ne ise bunu insanlık ailesinin zamanla yeneceği, bununla bedensel birlikteliğe geçtiğinde -selfie araçları gibi, daha barışçıl süreçlerle çözüme kavuşturacağına inanıyoruz. Biz fotoğrafçılar tarihsel süreçlere göre hareket ederek, zamanın ruhunu Kafka’nın izinde bulabiliriz. Fotoğraf bir hiç olmaktan öte, bir duygu nesnesi haline dönüşmektedir. Bu dönüşüm, Kafka’nın dönüşümü kadar etkili olurken, yaşamsal döngüde yerini alacaktır. KAYNAKÇA: Yacavone, Kathrin (2015). Benjamin, Barthes ve Fotoğrafın Tekilliği (Çev: Simber Atay, Melih Tumen), s.83, İstanbul: Hayalperest. a.g.e. s.84 Benjamin, Walter (2012). Fotoğrafın Kısa Tarihi-Teknik Araçlarla Yeniden-Üretim (Çoğaltma) Çağında Sanat Eseri (Çev: Osman Akınhay), s.16, İstanbul: Agora Kitaplığı. Sontag, Susan (2011). Fotoğraf Üzerine (Çev: Osman Akınhay), s.17, İstanbul: Agora Kitaplığı.