PRESANTATIONS-SUNULAR(PPT) by Doç. Dr. Vural Yiğit
NABUCCO, 2024
NABUCCO, VERDİ
ABBA, 2024
ABBA müzik gurubu
BALKAN COUNTRIES, 2023
BALKANLAR • Balkanlar veya Balkan Yarımadası, Avrupa kıtasının güneydoğusunda, İtalya Yarımadası'... more BALKANLAR • Balkanlar veya Balkan Yarımadası, Avrupa kıtasının güneydoğusunda, İtalya Yarımadası'nın doğusu, Anadolu'nun batısı ve kuzeybatısında yer alan coğrafi, kültürel ve çok uluslu bir bölgedir. • Balkan veya Balkanlar sözü Türkçedir. Dünyadaki diğer dillere de Türk dilinden geçmiştir, «sarp, ormanlık, sıradağ, sazlık, bataklık» anlamındadır.
NİCARAGUA, 2023
Nikaragua Cumhuriyeti, 129.495 km²'lik yüz ölçümüyle Orta Amerika kıstağının en büyük ülkesi. Nüf... more Nikaragua Cumhuriyeti, 129.495 km²'lik yüz ölçümüyle Orta Amerika kıstağının en büyük ülkesi. Nüfüsü ise 6 milyon civarında. Kuzeyde Honduras, güneyde Kosta Rika ile komşu. Ülkenin batısı Büyük Okyanus, doğusu ise Karayip Denizi ile çevrili. 11 ile 14 derece kuzey enlemleri arasında bulunan Nikaragua'nın başkenti «Managua». Nüfusun yaklaşık beşte biri bu kentte yaşamaktadır.
SEA SPARKLE, 2023
; Noctiluca scintillan adlı tek hücreli deniz canlısının uyarıldığında, deniz yüzeylerinde saçtığ... more ; Noctiluca scintillan adlı tek hücreli deniz canlısının uyarıldığında, deniz yüzeylerinde saçtığı ışıltılardır. Bu canlılar tek başlarına gözle görünebilir bir ışık saçamazlar. Ancak, birçoğunun bir araya gelmesiyle yakamoz etkisi yaratırlar. Yakamozun gözlemlenebilmesi için diğer ışık kaynaklarının (güneş, ay ve şehir ışıkları) yakamoz ışıklarını engellememesi gerekir. Noctiluca scintillans balona benzer bir görünüme sahip bir ökaryottur.(Hücrelerinde bir çekirdek ve genellikle organeller içeren bir canlılar grubu.
İSMAİL DEDE EFENDİ, 2023
.
COSTA RİCA, 2023
COSTA RİCA-4
PALO VERDE NATIONAL PARK, 2023
PALO VERDE NATIONAL PARK, COSTA RİCA
MOUNTAINS IN THE MEMORIES-2
MOUNTAİNS İN MOMORY-3, 2022
MOUNTAINS IN THE MEMORİES-1
RİVERS AT THE MEMORIES, 2022
Uploads
PRESANTATIONS-SUNULAR(PPT) by Doç. Dr. Vural Yiğit
İnsan türünün beslenme gereksinimi birey olarak anne karnında başlayıp, yaşam boyu sürüyor. Dolayısı ile diğer tüm canlılar gibi insanoğlu da varoluşundan bu yana, kesiksiz olarak besin maddelerini bulma, üretme ve tüketime hazır hale getirme uğraşı içinde. Bu süreç insan evrimine paralel bir yol izleyerek günümüze kadar ulaşmış olmalı. Milyonlarca yıl söz konusu olduğunda bu bilgilere ulaşmak ancak, arkeoloji bilimi ve kazılarda elde olunan bulgu, belge ve kalıntılar yoluyla olabilmektedir.
Günümüzde, genel arkeoloji araştırmalarının bir parçası olarak arkeologlar, tarih boyu insanların yaşamını sürdürme ve beslenme kaynağı olan gıda maddeleri ile bunların arkeolojik kalıntılarıyla da ilgilenmeye başladılar. Bu durum, gıdalarımızın tarihsel gelişimini ve kültürler üzerindeki etkisini anlamada, büyük katkılar da sağladı. Son zamanlarda, henüz ayrı bir disiplin olarak tanımlanmamış olmasına karşın, “Gıdaların arkeolojisi” araştırmaları hızla arttı. Böylece, evrimsel süreçte beslenme ve diyetin çok ötesine geçen etkilerle, gıdaların tüketim biçimlerinin sosyal örgütlenmede oynadığı rol ve insan gelişimine olan katkılarının da sorgulanmaya başlamasının yolu açıldı.
Bu kitapta, Dünya’nın çeşitli yerlerinde, Bereketli Hilal’de, Anadolu ve yakın çevresinde, çağlar boyu üretilen ve tüketilen gıdalar, beslenme şekilleri ve bunların işlenme tekniği, kullanılan araç gereç ve kaplar ile üretim teknolojilerine ilişkin arkeolojik kazı ve buluntulara ait bazı çalışma ve araştırmaların, bir araya getirilmesi amaçlandı. Bu konuda yayınlanan çoğu arkeolojik makale ve haberin özgün hali korunarak kaynakları ile birlikte yer almakta. Ayrıca araştırma ve kazılarda elde edilen arkeolojik bulgular, temel beslenme öğeleri ve besin gurupları altında bir araya getirilerek, güncel bilgiler ile karşılaştırıldı. Buradan kolayca görüleceği gibi erken ve antik dönemlere ait tüketilen gıdaların işleme, saklama ve tüketim şekilleri ile günümüzdeki uygulamalar arasında temel olarak büyük bir farklılıklar yok.
Dedemiz Halil Bey Soyadını, Selanik’teki Hortaç Dağı’ndan, almıştı. Doğduğu ve büyüdüğü bu kentte 20 yıl faytonculuk yapmış ve at yetiştirmiştir. Lozan Mübadele sözleşmesi öncesi, İzmir’e gelen aile, İzmir’in Kordonunda, sokak ve caddelerinde toplam yarım yüzyılı aşkın sürece, fayton sürücülüğü ve işletmeciliği yapmış bulunuyor.
İzmir faytonları hiçbir zaman unutulmadı ve İzmirliler tarafından korunup, kollanıp yaşatıldı. Bunun en güzel örneği, günümüzde yaşanıyor ve İzmir’in faytonları eski özlemine kavuşuyor.
Bu kitap, 1725 yılında Urfa’dan asker olarak Midilli’ye gelen Bekir Ağa soyunun, burada kuşaklar boyu süren hayatını konu almaktadır. Yaşanan acı dolu olayların ardından tüm varlıklarını Ada’da bırakıp 1912 yılında Foça’ya göç ederek “Midilli” soyadını alan ailenin, Midilli-İzmir-Foça arasında geçen yaşam öykülerinde; Lale devrinden, Balkan Savaşlarına, Çanakkale savunmasından, Ermeni isyanına, Rumlarla olan yüzlerce yıllık birlikteliği ve Yunanistan ile Türkiye arasındaki göç olgusuna kadar yaşanmış pek çok olay yer almakta. Ayrıca Foça insanının; tuz, zeytin-zeytinyağı, balıkçılık ile iç içe olan yaşamı göz önüne seriliyor.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarından başlayarak, İzmir ve Foça’nın antik, kültürel, sosyal ve siyasal gelişmeleri, Midilli Ailesinin, vakıf geleneği içinde“Yöreden kazandığını, yöreye vermek” ilkesi ile yapmış olduğu, eğitim ve kültürel eserleri, bulmak mümkün.
Bu anlamda daha alınacak pek çok yol var.
Mizah yaşamı yorumlamanın bir şeklidir. Ancak gelişmiş bir anlak ve
incelik ister. Sonuçta bir düşünce ürünüdür. Espri(hiciv, satir, nükte,
şaka, taşlama, gülmece) yeteneğinin olması, yaşam savaşı içinde bir anlık rahatlama sağlamaz, yaşama bakış açımızı tümüyle değiştirir. Üstelik işin içine eğlence katar, güldürür ve gülerken düşündürür. Mizah olağana karşıttır ve çelişkilerden gelişir. Karşıtlık ise doğru düşünmenin ve gerçeği bulmanın, bireşime varmanın etkin bir yoludur.
Aklın Öyküsü; Düşünceye mizah katarak, düşünme eylemini tarihsel
süreçte sorguluyor ve bireşimler yaparak bu yolda ilerliyor.
İnsanın başı dik olarak çıktığı evrim yolculuğunda, geçirdiği aşamaları, onu insan yapan, beyninin oluşumu, işlevi, usu, bilinci, belleği, dili, yetileri ve kültürel gelişiminde görmek olanaklı. Yine de bu yol, çok uzun ve engellerle doluydu ama ereği ve gereği belli bir yoldu; soyunu sürdürme ve yaşamda kalma savaşında her zaman kazanma. Bunun için gerekli deneyim, bilgi ve düzenek ise doğanın gizeminde gizliydi. Homo soyu, doğayı gözleyerek ve çözümleyerek amacına ulaşabileceğinin farkına daha yolun başında vardı. Doğaya, çevreye uyum ve gelişimi için her deneyimi, orta beyinde toplayarak kendi güvencesini sağlama yolunu ona yine doğa öğretiyordu. Ancak bunun için düşünce yetisinin gelişmesi de gerekti. Birikimlerin sonunda gelişen düşüncesi; ona kültürü ve gönencini sağlamakta olağanüstü başarı sağlıyordu, diğer ortak atalarına karşı. Çoğaldıkça ve uslandıkça artık onları ve doğayı kendi amacı doğrultusunda kullanmak peşinde koşmağa başladı. Bu bir evrimsel hata ise, bunca olağanüstü bireşim ne olacak? İnsanoğlu geçirdiği evrimin bilincine vardı mı? Evrimin değişmeyen kuralı, geri dönüşü olmadığına göre bu yol bizi nereye götürecek.
Dr. Vural Yiğit, "Evrimin Öyküsü"ünden sonra, bizleri "İnsanın evrimimde Yolculuk" yaptırarak, evrimsel geçmişimizi ve geleceğimizi sorguluyor.
(Tanıtım Bülteninden)
Yazar: Vural Yiğit
Yayın Evi: Evrim Yayınevi
Boyut: 14.0x21.0
Format: Kitap
Kalite: 2. Hamur Ciltsiz
Sayfa: 215
ISBN: 9789755031804
Evrimin Öyküsü; yaşamın başlangıcından bu yana milyarlarca yıl süren ve devam eden canlı evrimini; bilimsel araştırma, bulgu, kuram ve doğa yasaları çerçevesinde gelişimini anlatıyor. Yaşamın özü olan hücreden başlayarak, evrimi sarmalayan kavram ve düzeneklerini sorguluyor. Bu arada akıllarda yer alan soruları yine insan usunun ve bilincinin gelişimi çerçevesinde ele alarak bir bireşim yapmağa çalışıyor ve bütün bunlar ne kadar anlamlı sorusuna da yanıt arıyor. Ancak bu konuda alınacak çok yol ve geliştirecek nice kuram ve öğreti var. Sorunun çözümünü yine öykülerimizde arayalım:
Az gittik, uz gittik,
Dere tepe düz gittik.
Bir de geriye dönüp bakınca,
Bir arpa boyu yol gitmişiz.
İnsanlığın karşılık aradığı gerçekler; felsefe, din ve bilimin de konusu olmuştur. Felsefe düşünce, din inanç, bilim ise olguları çözümleyerek kanıtlar yoluyla yanıtlar arar. Evrim bir olgu ise, onu ancak bilim yoluyla kavrayıp sorgulayabiliriz. Önemli olan bunların birbirine karıştırılmamasıdır.
Dr. Vural Yiğit
Suyun, düşünceye doğru aktığı topraklar, Anadolu ve onun Ege kıyılarıydı. Suyun yıkıcı taşkınlıkları, diğer yandan yaşam verişi onlarda bir su kültürü ve mühendisliği geliştirme yolunu açtı. Böylece geometri ortaya çıktı. Mısırlılar da Nil suyunu dizginlemek için hesap kitap yapıyor, ölçüp biçiyorlardı. Ayrıca suyu kullanmak yani taşımak için de bilgi ve gereç gerekliydi. Böylece “Tekhne”yani teknoloji doğdu. Bir şeyi iyi bir yapmanın yöntemlerini bilmek ve geliştirebilmek için ustalık, yani "tekhne" çok önemliydi. Su yollarını ve su yapılarını tasarlayanlar yani, bütün sanatçılar/zanaatkârlar, "tekhne" sahibi olmalıydılar.
Varolanın nedenin araştırılması ve doğanın, düşüncenin temel sorunu olarak görülmeye başlanması, doğa felsefesinin çerçevesini oluşturmuştur. Doğa; kendini sürekli olarak yenileyen ve değiştiren, canlı veya cansız maddelerden oluşan varlıkların hepsini kapsamaktaydı. O günlerde insanın doğaya egemen olması veya kendi amaçları uğruna değiştirmeye çalışması pek de olanaklı değildi. Diğer yandan doğanın gizemini çözmenin kolay yolunu bulup mitolojiye yönelen toplumlar çoğunluktaydı o yörede. Mitoloji bir din veya bir halkın kültüründe tanrılar, kahramanlar, evren ve insanın yaratılışına ilişkin tüm sözlü ve yazılı söylencelerin birikimiydi. Öyküseldi ama ardında bir kültür vardı.
Din ve mitolojinin dışına çıkarak varolanların ve nedenlerinin araştırılmasını(düşüncesini) başlatan Thales olmuştu. Miletli Thales bu anlamda felsefenin babası sayılmakta ve onunla başlayan düşünce ve düşünme olgusu, “Doğa felsefesi” ya da “Varlık felsefesi” olarak değerlendirilmektedir. Doğa felsefesinin bu anlamda temel ilkesi, dış dünyadaki varlıkların kendisinden doğup geldiği ilk maddenin bulunması ya da belirlenmesidir. Miletli Thales'e göre her şey bir tek maddeden doğmuştu; "Arkhe", yani her şeyin özünde bir ana madde. Thales'e göre bu ana madde su 'dur.
Yine bir Anadolu doğa düşünürü olan Anaksimander ise suyu, sonsuz olan ile değiştirir, çünkü su nitelik ve nicelik bakımından sınırlıdır; her şeyin kedisinden çıkıp geldiği kaynak sonsuz olmalıdır. Bu belirsiz ve soyut varlık ilkesini “apeiron” olarak belirtir. Anaximander'e göre; "adalet"in sağlanabilmesi için; toprak, ateş, hava ve su arasında sürekli, birbirlerinin var oluşuna ve yok oluşuna neden olan bir denge olması gerekirdi. Arkenin yalnızca toprak, ateş, hava ya da su elementlerinden birisi olması halinde, arke olarak belirlenen element dengeyi kendinden yana çekecektir ve varoluşu sağlayan çatışmalı denge de böylece bozulacaktır.
Thales, arkhé olarak neden suyu seçmişti? Bunu kesin olarak bilemesek de, kimi varsayımlarda bulunabiliyoruz. Söz gelişimi o, suyun geçirdiği evreleri ve durumları gözleyerek, katılaşmasını ya da buharlaşmasını, yanan nesnelerin buhar çıkarttıklarını, suyun yaşam açısından önemini ve dünyanın büyük bir bölümünün sularla kaplı olduğunu gözlemlemiş olabilirdi. Veya, Yunan mitolojisindeki, tüm tanrıların babası Okeanos dolayısıyla böyle bir yargıya varmış olabilir miydi? Bu düşünce diğer Yunan düşünürleri için de geçerliydi, ancak Thales'in felsefi görüşlerinin ana kaynağı Aristoteles idi ve onun anlatımına göre de su, her şeyin arkhesi, ilkesi, doğası, nedeni veya tözüdür. Töz, değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik; kendi kendisiyle veya kendi kendisinde var olan anlamındaki felsefe kavramıdır. Öznede değil, bağımsızca kendi içinde varolan anlamına gelmektedir..
Anadolu düşünürleri, ana madde olarak bir yandan suyu ele alırken diğer yanda bunun tek yanlı ve dengeyi bozucu bir unsur olacağı konusunda da kuşkuludurlar. Onlara göre, su ya da nem, çatışma ve zıtlıkları açıklamak durumunda olduğumuz karşıtlardan yalnızca biridir. Başka bir deyişle, değişme, doğum ve ölüm, büyüme ve küçülme, çatışma ve barışın, yaş ile kuru gibi karşıtlıkları ile birlikte bulunmaktadır. Gerçek ve doğanın gizemi de burada olmalıdır. İşte bu düşünce yoludur ki, diyalektiği doğurmuştur. Diyalektik kavramı, başlangıçta tartışma sanatı, ya da çelişkili yollardan karşındakini ikna etme sanatı anlamına gelmekteydi. Daha doğrusu, karşıtlıkları kullanarak gerçekleştirilen bir akıl yürütme biçimi.
Diğer yandan Anadolu doğa düşünürleri, suyun doğasına aykırı bir yapıda olan öğe ya da şeylerin, su içinde nasıl olup da eriyip gitmedikleri sorusuna doyurucu bir açıklama bulamıyorlardı. Sudan, yalnızca ıslak ve soğuk olan şeyler türeyebilir, oysa dünyada sıcak ve kuru olan şeyler de vardır. Suyun nitelik bakımından belirli olmasının yarattığı güçlükten kurtulsak bile, bu kez suyun nicelik bakımından sınırlı oluşunun yarattığı güçlük karşımıza çıkar. Buna göre, su gibi nitelik ve nicelikte sınırlı bir maddeden yani sonlu bir kütleden evreni meydana getiren sonsuz varlık kütlesi doğamaz.
Ege kıyılarının bereketli topraklarına yaşam ve insanlarına gönenç veren Büyük ve Küçük Menderes nehirleri akıp giderken, suları insanoğlunun usunu da sürekli işler tutar. Yine ayni yörenin düşünürü, Efesli Heraklit ise bambaşka bir yoldadır. Onu saran düşünce bir yandan karşıtlıkların birlikteliği iken, diğer yandan doğanın süregelen değişimidir. Ona göre her şey akar, bu değişimdir, “ayni suda iki kez yıkanılamaz”.
Milet Okuluna göre evren özü somut olan bir şeyden; sudan, topraktan ya da havadan yapılmış olmasıdır ve her şeyin özünde bu maddeler bulunur. Seç, beğen al. Heraklit, ateşi ana madde olarak alması, varlıkların özde bir madde değil, bir olgu olduğuna dikkat çekmek için olsa gerekti. Heraklit'e göre evrende değişmeyen bir şey yoktur, her şey aynı ateş gibi, sürekli bir değişim içindedir. Söylemlerinde ona ait olduğu varsayılan "Her şey akıyor" görüşü, sonraki dönemlerde, çok farklı bir biçimlerde dile getirilecektir. Heraklit'in evren olgusu dediği şey; bir yandan ateşe, öte yandan da bir nehirin akışına benzer, su ateşi söndürür.
Antik Anadolu’da suyun ayni zamanda bir sağlık kaynağı olduğu da çok iyi bilinmektedir. Tıpkı, Dionisos düşüncesinde, gerçeğin kaynağının üzümün suyundan elde edilen şarapta olduğu gibi; “El vino veritas, aqua sanitas-şarap gerçeğin ta kendisi ise su da sağlığın başıdır.” Anadolu’nun sağlık ve esenlik dağıtan antik kenti Bergama’dır. Evet, “su sağlıktır” ve Bergama’daki sağaltım merkezlerinin girişinde “Buraya ölüm giremez”yazar.
Suyun gerçeği üzerinde düşünürken, hep antik Ege’de kalacak değiliz. Asırlar sonra yine Anadolu’dan bir düşünür pek çokları gibi suya eğilir, güzelliği, temizliği onda arar ve bulur da; Haydi.. Sen simdi “su olduğunu düşün” ve kendini “su gibi hisset”… Su gibi özel, su gibi güzel, su gibi berrak, su gibi yararlı, su gibi yaşam kaynağı ve su gibi bitmez tükenmez olduğunu anımsa… Ama yine su gibi küçük bir bardağın içine sığdır ki girebilmeyi öğren insanların damarlarına. “Yaşam ver, vazgeçilmez ol!” Bunları söyleyen de Anadolu ortasındaki bir büyük düşünür olan Mevlana. “Su gibi aziz(değerli) ol” söylemi de bize özgün değil mi?
Biraz da günümüze gelelim, yaz tatilinde sıcak bir havada, Bodrum “Oosis” de okunacak bir şeyler ararken, bir vaha görür gibi oldum, Bu sanki çölde bir seraptı. Fransız düşünür Gaston Bachelard’ın “Su ve düşler” adlı kitabı duruyordu karşımda. Neler yoktu ki içinde; Berrak Sular, İlkbahar Suları ve Akan Sular. Narsizmin Nesnel Koşulları. Aşk Suları. Derin Sular, Durgun Sular, Ölü sular. Edgar Poe'nun Hayalindeki "Ağır Su". Ophelia Kompleksi. Birleşik Sular, Analık Suyu ve Dişil Su Arılık ve Arınma. Suyun Ahlakı, Tatlı Suyun Üstünlüğü Şiddetli Su ve işte sonuç, Suyun Özü ve özdeki su.
Gördüğünüz gibi su yalnızca yaşama kaynak olmayıp, düşünceyi de yeşertip büyütüyor.
Dr. Vural Yiğit , 30.01,2010
"
Experimentally determined freezing rates of selected fruit and vegetable varieties together with samples of simulated test substances were compared with freezing rates given by Planck's equation using the computer program developed in Marmara Research Institute. The modified Charm's program was applied to the fruit and vegetable samples with predicted thermal properties. The freezing rates determined were 6.8, 6.3, 6.6, 7.5 and 6.3 cm h−1 for carrot, strawberry, sour cherry, plum and leek samples respectively. Good production was achieved based on test substances with similar water content.
Keywords
freezing;
freezing rate;
fruit;
vegetable
☆ project is supported by the Scientific Affairs Division of NATO, Science for Stability Programme.
Copyright © 1983 Published by Elsevier Ltd.
Courtesy of R´2001
Published:Jun. 1, 2000
Abstract
Recycling of packaging material is a recent concern for many countries and the last 20 years have seen remarkable changes and applications in the recycling industry.
However, recycling of materials is not a new concept for the Anatolian civilization and most of us do not imagine that, glass recycling has a history of more than a thousand years. Among the oldest and most important object was the recycled glass found in a shipwreck. Around A.D 1025 a merchant ship of uncertain origin, sank at 36 meters in the confines of Serçelimaný, a natural harbour on the Southern Mediterranean Coast of Turkey.
"
Felsefe, M.Ö. 6 yy.’da Antik Küçük Asya’nın, yani Anadolu’nun batı kıyılarında yer alan İyonya’da doğdu. Hakkında bilgi sahibi olduğumuz ilk bilgin Millet’li Thales’le başlayan düşünce dizgesi günümüzde de geçerlidir. Tales, evreni söylem bilim-mitolojinin dışına çıkararak anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. O ve onu izleyenlerin evreni tanımlamak için kullandıkları ortak değer ‘doğa’ idi.
Düşünce tarihinin ilk dönemlerinden beri var olan ‘doğayı anlama ve algılama’ uğraşlarının, ekolojiye ve yakın çevreye yönelmesi için çevresini kirleten insanın, ondan zarar görmeye başlaması gibi bir sürecin yaşanması gerekecekti. fiimdi burada bir anlamda felsefenin tanımı olan soru sorma işlemine başlayabiliriz:
Neden insanlar acımasız bir şekilde milyonlarca, yüz binlerce yılda oluşmuş olan gölleri, akarsuları, denizleri, toprağı, ormanları, havayı kendine zararı olacağını bile bile, hiç düşünmeden kirletiyor? Neden doğaya insan kadar zarar veren başka varlık yok? Her şeyin ölçüsü insan mıdır?
Eski çağın Trakyalı filozofu Protagoras’ın, “insan her şeyin ölçüsüdür,” deyişi günümüzde de geçerli midir? Aşırı insan odaklı görüş ve yaşayış biçimlerinin, yaşadığımız doğaya vermiş olduğu zararları görmede ve algılamada oldukça geciktik. Ancak, aydınlanma ile birlikte ortaya çıkan ve gelişen, ‘humanism’ ya da ‘insancıllık’ anlayışında, birey ya da insanlar, ilke olarak toplumdaki herkestir; ‘kendi’ ile birlikte başka insanlardır, canlı veya cansız diğer varlıklardır, kısacası içinde yaşadığı doğadır ve çevresidir.
Etik devreye giriyor
Felsefenin uyguluma alanındaki en önemli dalı olan etik, insanlar arasındaki ilişkilerin temelinde yer alan değerleri inceler. Bir diğer deyişle ‘iyi’ ya da ‘kötü’ veya ‘doğru’ ya da ‘yanlış’ olanın niteliğini, gelişimini ve değişimini araştırır. Etik kavramını dilimizde ‘törebilim’ olarak söylüyoruz. Ahlâk ise, insanların toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kuralların bütünüdür. İnsanların toplumdaki diğer bireylere karşı görevleri ahlâk kuralları ile tanımlıdır. Ancak günümüzde bu yeterli olamıyor, ekolojiyi ve çevreyi de kapsayan yeni etik ve ahlâk görüngüleri gerekli.
Çevre etiği, uygulamalı etik içinde üzerinde en az durulan ve birçok açıdan tartışmalı olan bir alandır. Bunun başlıca nedenleri:
_ çevrenin karmaşıklığı, çevre konularındaki çıkar çatışmaları,
_ insan odaklı etik gelenekler,
_ insanın yaşamında, çevreyi dışlayan kavram ve kuramlar,
olarak özetlenebilir. Günümüzde bu belirsizlik ve çıkar çatışması, etik ilkelere olan eğilimi artırırken, geleneksel etiğin temel varsayımlarının yalnızca insanı kapsamayan ve çevreyi de içine alacak şekilde genişletilmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu oluşumları iyi değerlendirmek ve kavrayabilmek için olaylara sosyal, ekonomik ve politik olduğu kadar, etik açıdan bakmak gerekliliği doğmaktadır.
Çevre etiğinin doğuşu
Böylece ekoloji, doğal olarak beraberinde ‘ekoloji etiği’ ve ‘çevre etiği’ kavramlarını da getirmiştir. Yeni bir çevre etiği olgusu yaratmak, çevre dostu olmak, ekosistemin bir bileşeni olarak kendi kuşağının geleceğini sürdürebilmesi açısından da kaçınılmazdır.
İnsanın dışındaki doğayla olan ilişkimizin bugün ortaya çıkardığı çok büyük, çok boyutlu, çok ciddi ve yaşamsal sorunlar var. Oysa ki, ona çıkarcı olamayan, onun varlığını amaç edinen bir yaklaşımla bakmamamız, öz olarak doğaodaklı bir etik görüşünü benimsememiz için birçok neden var. Yeter ki varoluşumuzla ilgili olarak; dar, önyargılı ve bilinçsiz olarak nitelenecek bakış açısını bir yana bırakabilelim.
Peki, doğa-odaklı bir etik görüş nasıl oluşturulacaktır? Uygarlığı, kültürü yaratan, bilimde, teknikte, sanatta, felsefede bunca ilerlemeyi başaran insan, neden kendi çevresini korumayı da aynı ölçüde ilerletemedi? Toplumda bugün başta çevre kirliliği olmak üzere görmekte olduğumuz tüm kirliliklerin sorumlusu yine insan değil mi? İnsanın kendi yarattığı bu olumsuz dünyanın dışında kalmasının nedeni nedir? Sahip olduğu kültürün veya kültürsüzlüğün doğaya karşıt bir olguymuş gibi görülmesi mi?
Çevre etiği oluşturma
Etik açıdan, çevre ile ilgili iki temel değer vardır. Birincisi bir canlının veya doğal bir yapıtın bize faydası olduğu için bir değeri olmasıdır. İkincisi ise; bir varlığın bize faydası olsun veya olmasın kendine özgü bir değeri olmasıdır. Unutmamak gerekir ki bu guruba giren değer ve çevreyle ilgili bileşenler, dolaylı olarak doğal yaşamın korunması ve çeşitliliğin getirdiği, evrim ve dengelerin korunmasıdır.
Eğer bir ekolojik değer, biotik toplumun bütünlüğünü, dengesini ve güzelliğini koruyorsa o zaman o şey değerlidir yani ‘doğru’ dur; değilse ‘yanlış’tır. Örneğin tür ırkçılığı kötüdür. Nasıl ki tarih boyunca toplumlarda görülen ırkçılık kötü sonuçlar vermişse hayvanlara karşı yaptığımız (bir türü koruyup beslemek, diğer türü yok etmek gibi) tür ayrılıkçılığı da doğru değildir.
Kısacası hem çevreden yararlanmalı, hem de onunla dost olmalıyız. Çevre dostu dediğimiz tüm gerçek yaklaşımlar ve uygulamalar, etik açıdan doğru olan davranışlardır. Bu nedenle, bireysel, toplumsal ve evrensel çevre (doğa) etiği değerleri oluşturarak ve geliştirerek, yaşadığımız doğayı korumalıyız.
Kirlenmiş çevreyi ve yıkıma uğramış doğayı, yalnızca teknolojik önlemler ile düzeltmek olanaklı değildir. Çevre etiği ve değerleri oluşturamadan ve bunları uygulamadan toplumsal ve küresel düzeyde doğayı, dolayısı ile insanın kendi kendisini yok etme süreci durdurulamaz ve önlenemez. İnsanların bu konuda alışkanlıklarını yasal ve diğer önlemler ile değiştirmeye çalışmadan önce onların inançlarını, çevre değerlerini ve düşünce yapısını değiştirmeliyiz. Bu da hiç kolay bir iş değildir.
Sonuçta, doğaya gönül veren insanlar olarak, “düşünen insan kendi çevresine zarar veremez,” diye algılıyor ve kirlenen doğamızın ve çevremizin etik yaklaşımlar ile yine düşünsel ve akılcı yollarla korunacağını düşünüyorum.
Nisan-Haziran 2007