Klinik Sosyoloji ve Vincent de Gaulejac ile Buluşma :
7-9 Kasım 2017, Galatasaray Üniversitesi
Fransa’da “klinik sosyoloji” akımının kurucularından olan, Denis Diderot - Paris 7
Üniversitesi emekli profesörü ve aynı üniversite bünyesindeki Toplumsal Değişim
Laboratuvarı’nın uzun yıllar yöneticiliğini yapmış olan, Klinik Sosyoloji Uluslararası Ağı
Başkanı Vincent de Gaulejac, Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nün davetlisi
olarak 6-10 Kasım 2017 tarihleri arasında İstanbul’da olacak. 7 ve 9 Kasım 2017
tarihlerinde Galatasaray Üniversitesi’nde, üniversitemiz öğrencilerine yönelik “Klinik
Sosyolojiye Giriş” başlıklı, iki bölümden oluşan bir ders verecek. 8 Kasım 2017’de ise
Galatasaray Üniversitesi Aydın Doğan salonunda genel katılıma açık, “Yönetsel Devrim
Çağında Çalışma Istırabının Kaynakları” başlıklı bir konferans verecek.
Bu yazı, Türkçe’ye henüz sadece “İşletme Hastalığına Tutulmuş Toplum”1 adlı
çalışması Ayrıntı Yayınları tarafından Özge Erbek’in çevirisiyle kazandırılmış olan de
Gaulejac’ın akademik yolculuğuna ve klinik sosyolojiye dair kısa bir giriş yapma amacını
taşıyor. Elbette bu girişim, 1970’lerden bu yana klinik sosyoloji yaklaşımının teorik
temellerini ve metodolojisini adım adım oluşturmuş bir ekibin önde gelen figürü, araştırma
alanları çalışma ve örgüt kliniğinden hiper-modern toplumlarda öznenin inşa süreçlerine,
toplumsal ve psişik şiddetten tarihselliğin kliniğine uzanan bir figürü kapsamlı ve derinlikli
bir biçimde ele almak iddiasını taşımıyor. Okurunda, Vincent de Gaulejac’a ve
kurucularından olduğu klinik sosyoloji yaklaşımına dair bir merak uyandırmayı arzuluyor.
Vincent de Gaulejac’ın araştırmacı olarak yolculuğu daha öncesine dayansa da
klinik sosyoloji yaklaşımının ilk nüveleri 1970li yıllarda, Max Pagès’in yönetimindeki
Toplumsal Değişim Laboratuvarı ekibi olarak gerçekleştirdikleri araştırmalarda atılır. Max
Pagès, Michel Bonetti ve Daniel Descendre ile birlikte, “yönetsel devrim” ve “hipermodern örgüt” yapısının tipik bir örneğini oluşturan uluslararası IBM şirketinde
yürüttükleri saha araştırmasına dayanan ve 1979 yılında yayımlanan “L’Emprise de
l’organisation”2 (Örgütün nüfuzu/hakimiyeti) adlı kitapta beliriyor. Bu çalışmada şirketin
örgütlenme, denetim ve iktidar mekanizmalarını kurma biçimlerinin çalışanların
bilinçdışında yankı bulduğu ve çalışanların üzerinde bu sayede tahakküm kurduğu;
toplumsal yapılar ile psişik yapılar arasında karşılıklı bir modellenme olduğu tezi öne
sürülür 3 . Hiper-modern örgüt, iğdiş edip yasaklayan baba figürüne yaslanan modern
örgütten farklı olarak sevgiyi sunup geri çeken anne figürüne yaslanır4. Bu hiper-modern
örgütte iktidarın nesnesi kişinin psişesi olmuştur artık ve söz konusu olan çalışanların
libidinal enerjisini örgütün kolektif ideallerine yönlendirmelerini sağlayarak onları daha
üretken ve yararlı kılmaktır5. Bu kitabı, örgütlerdeki iktidar sorununu, işletme pratikleri ve
ideolojisindeki
dönüşümün
çalışanların
psikolojisi
üzerindeki
etkisini
inceleyen
araştırmalar takip eder. 1991 yılında Nicole Aubert ile birlikte yazdıkları “Le coût de
l’excellence”6 (Mükemmelliğin Bedeli); 2005 yılında yayınlanmış olan “La société malade
de la gestion” (İşletme Hastalığına Tutulmuş Toplum); ve 2011 yılında yayınlanan
“Travail, Raisons de la colère” 7 (Çalışma, Öfkenin Nedenleri) adlı kitapları bu
araştırmaların yalnızca birkaç örneğini oluşturur.
Vincent de Gaulejac’a göre8, başta kapitalist şirket dünyasını ele geçiren, ardından
sağlıktan eğitime toplumsal hayatın her alanında hakim olan yeni yönetsel ideolojide, artık
düşüncenin tek meşru hedefi etkililiği, yararlılığı, üretkenliği arttırmaktır. Bu yeni
düşüncenin eleştirel olması ve çelişkileri ortaya dökmesi değil, tam tersine çözüm odaklı
olması ve performans artışını hedeflemesi beklenmektedir. Bu hipermodern ve yönetsel
ideolojiye dayanan örgüt, çalışanların belirli bir ücret karşılığında günün belli saatlerinde
işyerinde olarak kendilerine verilen talimat ve görevleri yerine getirmelerini bekleyen, iki
tarafa da somut görev ve haklar tanıyan iş sözleşmesine, zımni bir boyut daha eklemiştir.
Artık ortada, adı konmamış narsisistik bir sözleşme de vardır. Başka bir deyişle, yönetsel
ideoloji çalışanın ruhu ve bedeniyle, varlığının tümüyle kendini şirkete ve şirketin
hedeflerine adamasını bekler. Mesai saati ve özel zaman; işyeri ve özel alan ayrımlarını
ortadan kaldırırcasına her an her yerden ulaşılabilir ve işle meşgul olması beklenen bu
çalışanın, sadece fiziksel olarak değil aynı zamanda tüm bireysel arzu ve sevgi
dinamiklerini de örgütün hedeflerini gerçekleştirmeye yönlendirmesi beklenir. Çalışan
sadece işini yapmakla değil, işini yapmayı her şeyden çok istemekle ve işini yapmaktan
büyük haz almakla mesuldür. Örgütün tümgüçlülük ve mükemmellik imgesini içe
yansıtarak örgütle özdeşleşen çalışan, aynı zamanda örgütün öne sürdüğü kusursuzluk ve
genişleme idealini içselleştirerek de örgütü idealleştirir. Çalışanı psişik olarak örgüte
bağımlı hale getiren bu ilişki biçimi belli tatminler sunsa da, doğası itibarıyla daimi bir
kaygı ve iç çatışmayla maluldür. Zira çalışanın tüm varlığıyla kendini adadığı bu ilişkide
örgüt sadece kısmi bir bağlılık gösterir. İlişkinin sürebilmesi, çalışanın kendinin yararlı,
etkili, üretken ve örgüt için gerekli olduğunu ispat edebilmesi koşuluna bağlıdır. Bu
dengesiz ilişki biçimi çalışanda psikolojik anlamda güvensizlik, yeterli olamama kaygısı,
tükenmişlik, psikosomatik sorunlar, ruhsal bunalımlar olarak tezahür eder.
Yönetsel ideoloji, örgütlerin iktidar ve denetim mekanizmaları, çalışmanın kişinin
psikolojisi üzerindeki etkileri gibi temalar Vincent de Gaulejac’ın sosyolojik üretimi
boyunca sürekli koruduğu bir izlek olarak devam etmektedir. Ancak de Gaulejac için klinik
sosyoloji yalnızca hipermodern örgüt yapısı, işletme hastalığı ya da yönetsel ideoloji
bağlamında araştırma yaparken geliştirdiği ve kullandığı bir yaklaşım değil. Daha 1986
yılında yayımlanan ve “klinik bir sosyoloji için” başlıklı bölümüyle sonlandırdığı “La
Névrose de classe” 9 (Sınıf Nevrozu) adlı kitabında, sınıf nevrozu terimini sınıfsal
hareketliliğin kişide yarattığı psikopatolojileri betimlemek üzere kullanır. 1993 yılında
yayımlanan “La lutte des places”10 (Yer/konum savaşları) da benzer bir şekilde işletme ve
yönetsel ideolojinin hüküm sürdüğü sınıflı toplumlarda tek tek bireylerin kendi konumları
için toplumun geri kalanıyla nasıl rekabet içinde mücadele etmek durumunda olduğunu
anlatır. 1996 yılında yayımlanan “Les sources de la honte”11 (Utancın Kaynakları), utanç
duygusunun niteliklerini, ortaya çıkış ve deneyimlenme biçimlerini kişilerin bireysel, ailevi
ve toplumsal tarihleri içinde maruz kaldıkları farklı türden aşağılayıcı toplumsal şiddet
biçimleri ile ilişkisi içinde inceler. Bu aşağılayıcı toplumsal şiddet deneyimlerinin, psişik
aygıtın
gelişiminin
farklı
evrelerinde
utanç
duygusunun
ortaya
çıkışını
ve
içselleştirilmesini kolaylaştıran süreçlerle nasıl etkileşime girdiğini, her iki veçhenin utancı
nasıl beslediğini ve yaşanma biçimlerini belirlediğini araştırır. Bu araştırmaların tümünü
ortaklaştıran ise inceleme nesnesinin nasıl kurulduğu, epistemolojik ve metodolojik
yaklaşım, ve araştırma süreci ve sonucunun hedefidir. Bu ortaklıklar bir anlamda klinik
sosyolojinin ayırt edici ve kurucu özellikleridir de.
Vincent de Gaulejac, Sınıf Nevrozu kitabının üçüncü basımına yazdığı önsözde
Bourdieu’nün sosyolojinin varoluşsal, tekil, kişisel olanın karşısında, bunları reddederek,
yaşanmış deneyime karşı bir sığınak olarak kendini kurduğu, ve bu nedenle özü itibariyle
sosyoloğun kimi toplumsal acıları sorgulama becerisinden yoksun olduğu tespitine
referansla, klinik sosyolojinin tam da bu reddedişi reddetmek çabasında olduğunu
belirtir12. Yani klinik sosyoloji, toplumsal ilişkilerin bireysel, kişisel, psişik, duygusal ve
varoluşsal boyutlarına dikkat çeker, bu boyutları sosyolojinin nesnesiyle yeniden
bütünleştirmeyi hedefler 13 . Bu yaklaşım, klinik sosyolojinin sosyoloji ile psikanaliz
ikilisini yan yana getirmiş olan geçmiş çabaların yanına yerleştirir onu. Öte yandan, psişik
süreçleri de dışsal- toplumsal, kültürel, tarihsel- süreçlerle ilişkilendirir. Kişiye acı veren
psişik çatışmaların kaynaklarını yalnızca psişik içi işleyişte değil, egonun dışarıyla
ilişkisinde de arar. Başka bir deyişle Ödipus’un Kral olduğunu unutmaz14.
Klinik sosyolojiyi günümüz sosyoloji disiplini içinde özel bir yere koyan yalnızca
nesneyi tanımlama biçimi değildir. “Toplumsal ilişkilerin varoluşsal boyutları”nın
sosyolojik
analizden
dışlanamayacağı
ve
“yaşantının,
toplumu
oluşturan
şeyin
indirgenemez bir boyutu” olduğu kabulleri 15 , aynı zamanda bilginin üretimi, üretilen
bilginin niteliği, araştırmacının ve araştırma nesnesinin bu süreçteki konumları
meselelerine dair de farklı bir konumlanmayı gerektirir. Bu açıdan klinik sosyoloji
kendisini önceleyen pozitivizm ve tarafsızlık eleştirileriyle ortaklaşır; ancak araştırmacının
toplumun içinde olma ve toplumsal olgu ve süreçler tarafından etkilenme halini,
sosyolojinin bir zaafı olarak değil, nesnelliğe ulaşmanın yeni bir yolunu bulmanın aracı
haline getirmek suretiyle onlardan ayrılır 16 . Bu noktada psikanalizdeki karşı-aktarım
kavramı klinik sosyolojinin yardımına koşacaktır. Araştırmacı, yalnızca nesnesini değil,
nesnesiyle ilişki kuran kendini, nesneye atfettiği, yansıttığı özellikler aracılığıyla kendi
bilinçli ve bilinçdışı psişik süreçlerini de mercek altına alır. Öte yandan klinik sosyoloji,
bilgi ve anlam üretme yetki ve işlevini yalnızca araştırmacıya atfetmez, araştırılan öznenin
de bilgi üretimine katıldığı araştırma yöntemleri geliştirir.
1980’li yılların başında Michel Bonetti ve Jean Fraisse ile birlikte aile hikayesi ve
toplumsal güzergah (roman familial et trajectoire sociale) teması etrafında bir katılım ve
araştırma grubu (groupe d’implication et de recherche) organize ederler. Bu çalışmalara
kaynaklık eden temel kavrayış bireyin tarih/hikaye olduğudur. Birey bir tarihin ürünüdür:
kişisel olarak başına gelenlerin ama aynı zamanda ailesinden devraldığı mirasın, toplumsal
ortamının, ait olduğu sınıf ve kültürün ortak özellikleri onu şekillendirir. Ancak aynı
zamanda bir tarihselliğe sahiptir, yani kendi tarihine müdahale becerisine sahiptir ve bu
tarihin öznesi olmaya çalışır. Üçüncü olarak ise, hikayeler üretir. Kendi geçmişini ve
tarihini, hafızası, sözleri ve yazdıkları, fantezileri aracılığıyla sürekli yeniden kurar17.
Katılım ve araştırma grupları “katılımcılara, kişiliği biçimlendirmeye katkıda bulunan
farklı öğeleri keşfetmek suretiyle öznesi haline gelmeye uğraştıkları bir tarihin ürünü
olarak kendilerini anlama imkanı vermeyi amaçlar”18. Farklı disiplinlerden yürütücülerin–
araştırmacıların- eşliğinde gerçekleştirilen bu seminerlerde, katılımcılardan kendi kişisel,
ailevi ve toplumsal tarihlerini, sözlü ya da sözlü olmayan araçlarla ortaya çıkarmaları, dile
getirmeleri, temsil etmeleri beklenir. Anlatılar ve yaşantılar katılımcılar tarafından, bu
anlatıların analizi ise kolektif olarak üretilecektir. Deneyimle analiz, katılımla mesafe alma
arasında dinamik bir gerilim içinde geçmek üzere tasarlanan bu süreç, hem kavramdan
yoksun yaşantının ampirik yanılsamasından, hem de yaşantıdan yoksun kavramın
pozitivist yanılsamasından kurtulmayı sağlar bu yaklaşımın kurucularına göre19. Sosyolojik
olarak toplumsal ilişkilerin evrilişini ve psişik süreçlerle toplumsal süreçlerin birbirlerine
eklemlenme biçimlerini analiz etmeye izin veren bu hayat hikayesi çalışmaları; bireysel
katılımcıya da bir toplumun ve ailenin içine doğmuş ve bir tarihin ürünü ve öznesi olarak
kendilerini kavrama şansını verdiği için terapötik ve özgürleştirici bir nüve barındırır. Bu
özgürleşim ve toplumsal dönüşüm hedefi ise klinik sosyoloji akımının kurucu öğelerinden
bir diğeridir.
Seçil Doğuç
1
V. de Gaulejac, İşletme Hastalığına Tutulmuş Toplum, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 2013.
M. Pagès, M. Bonetti, V. de Gaulejac, D. Descendre, , L’Emprise de l’organisation, Paris,
PUF, 1979.
3
Duprez Jean-Marie, “Pagès Max, Bonetti Michel, De Gaulejac Vincent, Descendre
Daniel, L'emprise de l'organisation”, Revue française de sociologie, 1982, 23-2, s: 316
2
4
5
ibid., s : 317.
V. de Gaulejac, “Management, les maux pour le dire”, Revue Projet, 2011/4,no 323, p:62.
6
N. Aubert, V. de Gaulejac, Le coût de l’excellence, Paris, Seuil, 1991
V. de Gaulejac, Travail, les raisons de la colère, Paris, Seuil, Collection Points Économie,
2011.
8
V. de Gaulejac, « L’idéologie managériale comme perversion sociale », J. Ain (dir.)
içinde, Perversions, aux frontières du trauma, Toulouse, ERES, 2006, s :189-206.
7
9
V. de Gaulejac, La névrose de classe, Paris, Hommes et groupes, 1987.
V. de Gaulejac, I. Taboada Leonetti, La lutte des places, Paris, Desclée de Brouwer, 1993.
11
Vincent de Gaulejac, Les sources de la honte, Paris, Desclée de Brouwer, 1996.
12
V. de Gaulejac, La névrose de classe, Paris, Hommes et groupes, 1999, s: II.
13
V. de Gaulejac ve P. Roche, « Introduction », V. de Gaulejac, F. Hanique, P. Roche (dir.)
içinde, La sociologie clinique, enjeux théoriques et méthodologiques, Toulouse, Erès,
2007, s : 10.
14
Vincent de Gaulejac’a atfedilen “Freud Ödipus’un kral olduğunu unuttu”, ifadesine
ithafen.
15
V. de Gaulejac, « Aux sources de la sociologie clinique », V. de Gaulejac, F. Hanique, P.
Roche (dir.) içinde, La sociologie clinique, enjeux théoriques et méthodologiques,
Toulouse, Erès, 2007, s: 54.
16
ibid., s: 14-15.
17
V. de Gaulejac, La névrose de classe, Paris, Hommes et groupes, 1999, s: 26-27.
18
ibid., s: 266.
19
ibid., s: 269-270.
10