T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ
AVRUPA KONVANSİYONEL KUVVETLER ANTLAŞMASI
ve
TÜRKİYE’YE ETKİLERİ
(1990 – 2010)
Yüksek Lisans Tezi
Murat ÖZGAN
Ankara – 2011
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
TÜRK İNKILAP TARİHİ ENSTİTÜSÜ
AVRUPA KONVANSİYONEL KUVVETLER ANTLAŞMASI
ve
TÜRKİYE’YE ETKİLERİ
(1990 – 2010)
Yüksek Lisans Tezi
Murat ÖZGAN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Vahdet KELEŞYILMAZ
Ankara - 2011
ÖZET
Bu yüksek lisans tez çalışmasının amacı, dünya silahsızlanma tarihinin en
geniş kapsamlı ve başarılı konvansiyonel silahsızlanma antlaşması olarak kabul
edilen “Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması” (AKKA) ve antlaşmanın
Türkiye üzerindeki etkilerini tarihsel bir bakış açısıyla analiz etmektir.
Çalışmamız, AKKA’nın imzalandığı 1990 yılından günümüze kadar geçen
ortalama yirmi yıllık bir süreyi mercek altına almasının yanında, çalışmamızda genel
manada silahsızlanma ve silahların denetimi kavramları ile tarihsel gelişim
süreçlerine de yer verilmiş ve I. Bölüm konu ile ilgili çeşitli kavramların tarihi
örneklerle açıklanmasına ayrılmıştır.
II. Bölümde ise Soğuk Savaş dönemi ile başlayan amansız silahlanma
yarışının sonucunda ulaşılan dehşet dengesi ve bu denge unsurunun tetiklediği
silahsızlanma ve silahların denetimi müzakereleri ele alınmıştır. Silahsızlanma ve
silahların denetimi faaliyetleri, konumuzun kapsamı gereğince sadece konvansiyonel
boyutuyla ele alınmış olup, AKKA’ya giden meşakkatli yolda yıllar süren çetin
müzakere süreçleri antlaşmanın temelini oluşturması nedeniyle detaylı olarak
incelenmiştir.
III. Bölüm; AKKA metni ile antlaşma metninin ayrılmaz birer parçası olarak
kabul edilen sekiz ek protokolüne ve AKKA rejimini tamamlayıcı mahiyetteki diğer
antlaşma ve oluşumlara ayrılmıştır.
Çalışmamızın son bölümü olan IV. Bölüm ise AKKA’nın NATO ve VP
açısından sonuçları, geçen yirmi yıllık süreçte değişen siyasi ve askeri konjonktür
gereği tabi tutulduğu zorunlu değişimler ve tüm bu kırılma noktalarıyla beraber
Türkiye üzerindeki etkileri siyasi, askeri ve ekonomik olarak tüm boyutlarıyla
masaya yatırılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA),
Silahsızlanma, Silahların Denetimi, NATO, VP, Türkiye.
i
ABSTRACT
The objective of this post-graduate thesis work is to analyses “The Treaty on
Conventional Armed Forces in Europe” (CFE) which has been accepted as the most
extensive and successful conventional disarmament treaty of the world disarmament
history and its effects to Turkey in a historical perspective.
In our work we spotlighted the process between the Treaty was signed in
1990 and 2010s we are present in. We also gave place to the conceptions of
disarmament and controlling arms and their historical development process. Chapter
I was separated to express various conceptions about the subject in historical
examples.
In Chapter II, we dealt with the disastrous race of armament started with cold
war era and discussions of controlling arms and disarmaments that the balance of
terror alerted. While disarmament and the activities of controlling arms were taken in
hand just in terms of conventional dimension because of the extent of our topic; the
difficult processes of discussion lasting on troublesome ways to CFE were examined
thoroughly because of underlying the Treaty.
Chapter III was separated into eight additional protocols, all of which are
accepted as an inherent piece of the Treaty text and other treaties and formations
completing the regime of CFE.
In the last chapter of our work, Chapter IV we discussed the results of CFE in
terms of NATO and VP, compulsory changes were subjected to in accordance with
changing political and military conjuncture and the effects on Turkey in terms of all
political, military and economical dimensions with all these breaking points were
examined deeply.
Key Words: The Treaty on Conventional Armed Forces in Europe (CFE),
Disarmament, Arms Control, NATO, VP, Turkey.
ii
ÖNSÖZ
KHO’dan 2003 yılında mezun olmayı müteakip altı yıl süreyle çeşitli bölge
ve birliklerde görev yaptım. 2009 yılı başında Ankara’da görevli iken, kendimi
bildim bileli çok meraklı ve hevesli olduğum fakat imkân ve fırsat bulamadığım,
tarih ilmi ile ilgili olarak akademik anlamda eğitim almak fırsatını yakaladım.
TİTE’ye kabul edilmem ve başarı ile derslerimi vermem sonucunda uzunca
bir süre tez konusu belirlemek amaçlı araştırmalarım oldu. Bu süreçte Gazi
Üniversitesi Tarih Bölümünden danışman hocam; Prof. Dr. Vahdet KELEŞYILMAZ
ve Enstitü Müdürümüz; Prof. Dr. Temuçin Faik ERTAN’ın değerli fikirlerini aldım.
Yaptığımız değerlendirmeler sonucunda güncel ve daha önce tarihsel açıdan
incelenmemiş bir konu olan “Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA)
ve Türkiye’ye Etkileri” üzerinde çalışmaya karar verdik. Çalışma konumuzun
sınırlandırılmasını yaparken, antlaşmanın imza tarihi olan 1990 ile içerisinde
bulunduğumuz 2010 yılları arasındaki süreci mercek altına almamızın yerinde
olacağını değerlendirdik.
Yirmi yıllık bu süreci AKKA ve Türkiye’ye etkileri açısından incelerken yerli
ve yabancı uluslararası ilişkiler, Türk dış politikası, siyasi tarih kitapları ile Genel
Kurmay Başkanlığı ve Harp Akademileri Komutanlığı’na ait yayınlar, çeşitli seminer
ve konferanslar, Resmi Gazeteler, ulusal ve uluslararası basın-yayın organlarında
yayınlanmış konu ile ilgili haberler, yerli-yabancı çeşitli süreli dergiler, resmi
internet siteleri ve konu ile ilgili makalelerden istifade ettim. Ayrıca çalışma
sürecinde Milli Kütüphane, TBMM Arşivi, Genel Kurmay Askeri Tarih ve Stratejik
Etüt Başkanlığı Arşivi ve Başbakanlık Devlet Arşivleri kataloglarını taradım.
Tezimin hazırlanmasında değerli fikir ve tavsiyeleri ile bana sürekli yön ve
destek veren danışman hocam Prof. Dr. Vahdet KELEŞYILMAZ’a, yaklaşık üç yıl
boyunca derin bilgi birikimleri ve tecrübeleri ile ufkumu açan başta Enstitü Müdürü
Prof. Dr. Temuçin Faik ERTAN olmak üzere tüm saygıdeğer hocalarıma, değerli
TİTE çalışanlarına ve tüm lisansüstü öğrenimim ve tez çalışmalarım süresince her
daim yanımda olan değerli aile mensuplarım ile biricik eşim Deniz ÖZGAN’a sonsuz
şükran ve teşekkürlerimi sunarım.
Murat ÖZGAN
Ankara – 2011
iii
KISALTMALAR
ABD
Amerika Birleşik Devletleri
a.g.e.
Adı geçen eser
AGİK
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı
AGİT
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı
a.g.m.
Adı geçen makale
AKKUM
Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Müzakereleri
AKKA
Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması
AKKA-1/A
Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Personel Gücü Antlaşması
ASSA
Antlaşma İle Sınırlandırılmış Silah ve Araç
ASA
Açık Semalar Antlaşması
ASMA
Ağır Silahlı Muharebe Aracı
ATTU
Atlantic To The Ural Mountains
AÜSBF
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
BCA
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
BDT
Bağımsız Devletler Topluluğu
BEM
Beyan Edilmiş Mevki
Bkz.
Bakınız
BM
Birleşmiş Milletler
COMECON Council for Mutual Economic Assistance
(Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi)
ÇMTH
Çok Maksatlı Taarruz Helikopteri
DAC
Demokratik Almanya Cumhuriyeti
Der.
Derleyen
Ed.
Editör
DTB
Denetime Tabi Birim
FAC
Federal Almanya Cumhuriyeti
GGAÖ
Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler
GUAM
Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan, Moldova
INF
Intermediate-Range Nuclear Forces Treaty
(Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması)
iv
İGH
İç Güvenlik Harekâtı
KDKİ
Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimleri
KHO
Kara Harp Okulu
KiG
Konvansiyonel istikrar Görüşmeleri
KKAB
Kuzey Kafkasya Askeri Bölgesi
ODG
Ortak Danışma Gurubu
MC
Milletler Cemiyeti
NATO
North Atlantic Treaty Organization
(Kuzey Atlantik Paktı Örgütü)
TKAB
Trans Kafkasya Askeri Bölgesi
RF
Rusya Federasyonu
SALT
Strategic Arms Limitation Talks
(Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri)
SIPRI
Stockholm International Peace and Research Institude
Stokholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü
START
Strategic Arms Reduction Treaty
(Stratejik Silahların İndirimi Anlaşması)
SSM
Savunma Sanayi Müsteşarlığı
SSCB
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği
SSS
Soğuk Savaş Sonrası
TBMM
Türkiye Büyük Millet Meclisi
TİTE
Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü
TSK
Türk Silahlı Kuvvetleri
UAKKA
Uyarlanmış Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması
VB
Viyana Belgesi
VP
Varşova Paktı
YAK
Yarı Askeri Kuvvetler
ZAMK
Zırhlı Araca Monteli Köprüler
ZMA
Zırhlı Muharebe Aracı
ZPMA
Zırhlı Personel Muharebe Aracı
ZPSA
Zırhlı Piyade Savaş Aracı
ZPT
Zırhlı Personel Taşıyıcı
v
İÇİNDEKİLER
ÖZET........................................................................................................................... .i
ABSTRACT ................................................................................................................ ii
ÖNSÖZ........................................................................................................................iii
KISALTMALAR ...................................................................................................... iv
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... vi
TABLOLAR CETVELİ ........................................................................................... ix
HARİTALAR CETVELİ .......................................................................................... x
EKLER CETVELİ.................................................................................................... xi
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
I. BÖLÜM
SİLAHSIZLANMA, SİLAHLARIN DENETİMİ
ve
KONVANSİYONEL KUVVETLER KAVKAVRAMLARI
1.1 Silahsızlanma ve Silahların Denetimi Kavramları ........................................ 06
1.2 Silahsızlanma Metotları ..................................................................................... 09
1.2.1 Mevcut Silahların İmhası metodu ..................................................................... 09
1.2.2 Zorunlu Silahsızlanma Metodu ......................................................................... 09
1.2.3 Görüşmeler yoluyla Silahsızlanma Metodu ...................................................... 10
1.3.Silahsızlanma Yöntemleri...................................................................................11
1.3.1 Kantitatif Azaltım İlkesi.................................................................................... 11
1.3.2 Coğrafik Konuma Dayalı Silahsızlandırma İlkesi ............................................ 12
1.3.3 Kalitatif Azaltım İlkesi...................................................................................... 14
1.3.4 Gönderme Vasıtaları ve Menzillerine Göre Silahsızlanma İlkesi..................... 15
1.3.5 Silahsızlanmada Kontrol, Denetim ve Bilgi Paylaşımı..................................... 16
1.4. Konvansiyonel Kuvvetler ve Konvansiyonel Harp Kavramları................... 17
1.5. Silahsızlanma ve Silahların Denetimi Kavramlarının Tarihsel Gelişimi ..... 19
1.5.1 Silahsızlanma Faaliyetinin İlk Uygulamaları.................................................... 19
1.5.2 Müzakereler Yoluyla Silahsızlanma Çalışmaları.............................................. 26
vi
1.5.2.1 La Haye Barış Konferansları.............................................................. 27
1.5.2.2 Wilson İlkeleri.................................................................................... 29
1.5.2.3 Milletler Cemiyetinin Kurulması ....................................................... 29
1.5.2.4 Versay Barış Antlaşması .................................................................... 30
1.5.2.5 Washington Deniz Silahsızlanma Konferansı.................................... 32
1.5.2.6 Cenova ve Moskova Konferansları .................................................... 33
1.5.2.7 Milletler Cemiyeti Konferansları ....................................................... 34
1.5.2.8 Londra Deniz Silahsızlanma Konferansı............................................ 36
1.5.2.9 Dünya (Cenevre) Silahsızlanma Konferansı ...................................... 37
II. BÖLÜM
II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA YAŞANAN GELİŞMELER
ve
AKKA’YA GİDEN YOL
2.1 Soğuk Savaş Döneminin Başlaması ve Silahlanma Yarışı ............................. 42
2.2 “Silahların Denetimi” Yaklaşımı ...................................................................... 45
2.3 Harmel Raporu .................................................................................................. 48
2.4 Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ve Helsinki Nihai Senedi.............. 49
2.5 Avrupa Silahsızlanma Konferansı ve GGAÖ.................................................. 49
2.6 Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimleri Müzakereleri ................................. 50
2.7 Konvansiyonel İstikrar Görüşmeleri ............................................................... 53
2.8 Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Müzakereleri ............................................ 56
III. BÖLÜM
AVRUPA KONVANSİYONEL KUVVETLER ANTLAŞMASI
(AKKA)
3.1 AKKA Rejimi ve Temel Esasları ...................................................................... 60
3.1.1 Tarihçe................................................................................................... 60
vii
3.1.2 Amaç ve Kapsam .................................................................................. 61
3.1.3 Uygulama Alanı ve Tanımlar ................................................................ 64
3.1.4 Sınırlamalar ........................................................................................... 67
3.1.5 Bilgi Değişimi ve Veri Tabanı .............................................................. 72
3.1.6 Denetim ve Verilerin Doğrulanması ..................................................... 73
3.1.7 İzleme Hükümleri.................................................................................. 76
3.1.8 Diğer Hususlar....................................................................................... 77
3.2 AKKA-1/A Nihai Belgesi ................................................................................... 77
3.3 Açık Semalar Antlaşması .................................................................................. 80
3.4 Uyarlanmış AKKA............................................................................................. 81
IV. BÖLÜM
AKKA’NIN SONUÇLARI ve TÜRKİYE’YE ETKİLERİ
4.1 AKKA’nın NATO ve VP Açısından Sonuçları................................................ 87
4.2 AKKA’nın Türkiye’ye Etkileri......................................................................... 94
4.3 AKKA’da Kanatlar Sorunu ve Türkiye’nin Tutumu .................................. 105
4.4 Uyarlanmış AKKA’nın Türkiye Açısından Değerlendirilmesi ................... 127
SONUÇ.................................................................................................................... 142
KAYNAKÇA .......................................................................................................... 151
EKLER.................................................................................................................... 164
viii
TABOLAR CETVELİ
Tablo I
: Silahlanma Tarihinin Stratejik Gelişim Safhaları............................... 41
Tablo-II
: NATO ve VP Konvansiyonel Kuvvetlerinin Karşılaştırılması .......... 69
Tablo-III
: AKKA/1-A Limitleri ve Taraf Ülkelerin Personel Mevcutları .......... 79
Tablo-IV
: 01 Ocak 2002 İtibariyle AKKA Ülkesel Tavanlar ve Mevcutlar ....... 84
Tablo-V
: Budapeşte Anlaşması Uyarınca VP Üyelerinin AKKA Limitleri ...... 93
Tablo-VI
: Orta ve Doğu Avrupa’da AKKA İle Sınırlanan Teçhizat................... 99
Tablo-VII : AKKA Kapsamındaki Harmonizasyon Uygulaması ........................ 100
Tablo-VIII : Türkiye’nin Savunma Harcamaları (1990–1999) ............................. 104
Tablo-IX
: AKKA Denetimleri........................................................................... 114
Tablo-X
: Taşkent Anlaşması İle SSCB’ye Ait AKKA Limitlerinin Paylaşımı 121
Tablo-XI
: AKKA İle UAKKA’nın ASSA Açısından Mukayesesi ................... 130
ix
HARİTALAR CETVELİ
Harita-I
: AKKUM Sürecinde NATO ve VP Teklifleri........................................ 57
Harita-II : AKKA Uygulama Alanı........................................................................ 64
Harita-III : Türkiye’nin AKKA Uygulama Alanı ve Alan Dışı Bölgesi ................. 65
Harita-IV : AKKA Bölgeleri ................................................................................... 70
Harita-V : AKKA Kanat Bölgeleri......................................................................... 71
Harita-VI : Kanatlar Sorununun Çözümüne Yönelik NATO ve RF Teklifleri ..... 118
Harita-VII : Kanat Anlaşmasıyla Kanat Bölgesinden Çıkarılan Rus İdari Birimleri. . 120
x
EKLER CETVELİ
EK-I
: AKKA Tam Metni................................................................................. 163
EK-II
: AKKA Bilirim Formatları Listesi ve Örnek Bildirimler....................... 182
EK-III
: 14 Haziran 1991 Tarihli Oslo Konferansı ve Nihai Bildirisi ................ 188
EK-IV
: 18 Haziran 1992 Tarihli TBMM Zabıt Cerideleri................................. 190
EK-V
: AKKA’nın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun............ 205
EK-VI
: 06 Temmuz 1992 Tarihli 1. Mükerrer Resmi Gazete ........................... 206
EK-VII : 31 Mayıs 1996 Tarihli AKKA Kanat Anlaşması Bakanlar Kurulu Onayı
ve Metni ................................................................................................................. 207
EK-VIII : Mondros Mütarekesi İle İtilaf Devletlerine Teslim Edilen Silah ve
Mühimmatların Cins ve Miktarları ile Terhis Edilen Er miktarı ............................. 211
EK-IX
: Sevr Antlaşması’nın Türkiye’nin Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini
Sınırlandıran Hükümleri........................................................................................... 217
EK-X
: T.C. Hükümeti’nin 2 Mayıs 1925 tarihinde Cenevre’de Düzenlenen
“Uluslararası Silah, Mühimmat ve Harp Malzemeleri Ticaretinin Denetimi” İle İlgili
Konferansa Katılmayacağını Bildirir Bakanlar Kurulu Kararı ................................ 221
EK-XI
: Silahlanmaya Bir Yıl Ara Verilmesine Dair MC Kararının T.C.
Hükümeti’nce Kabul Edildiğinin Silahları Kaldırma Konferansı Reisliğine
Bildirilmesi............................................................................................................... 223
EK-XII : The Near East Gazetesinde Yayınlanan Türkiye ve Silahlanma Başlıklı
Yazının Tercümesi ................................................................................................... 224
EK-XIII : Konuyla İlgili Haber ve Köşe Yazıları.................................................. 228
EK-XIV : Konuyla İlgili Karikatürler .................................................................... 239
EK-XV : AKKA Kronolojisi ................................................................................ 243
xi
GİRİŞ
Silahsızlanma, tarihin bizlere aktardığı kadarıyla M.Ö XI. yüzyıldan
günümüze kadar geçen yaklaşık üç bin yıllık süre içerisinde insanoğlunun tam
manasıyla gerçekleştiremediği bir hedef olarak kalmıştır. İnsanoğlu, her yıkıcı harbin
bitiminde suçlu silahlarmış gibi silahsızlanmayı hedeflemiştir. Bu yüzden
silahsızlanma -başarılamamanın da etkisiyle- tüm dünyanın özlem ve sempati ile
baktığı bir kavram, silahlanma ise korku ve endişe yaratan bir mefhum haline
gelmiştir. Bu bakımdan tarih sahnesinde büyük roller üstlenmiş liderlerin tümü
hemen hemen aynı içgüdü ile kendi ve dünya kamuoyları önünde daima barıştan,
dostluktan ve silahsızlanmadan bahsetmiş, fakat kapalı kapılar ardında görevlerine ve
gerçeklere döndüklerinde milli güvenlik ihtiyaçlarının zaruri kıldığı silahlanma
talimatlarını vermişlerdir.1
XX. yüzyılın ikinci yarısında ivme kazanan silahsızlanma ve silahların
denetimi çalışmaları yüzyılın sonlarında 19 Kasım 1990’da imzalanan “Avrupa
Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması” (AKKA) ile zirve noktasına ulaşmış bu
sayede iki büyük savaşın çıkış noktası ve merkezi olan Avrupa kıtası rahat bir nefes
almış, onbinlerce silah ve silah sistemi çeşitli metotlarla imha edilmiş, kurulan etkin
ve sürekli bir denetim mekanizması ile Atlantik’ten Urallar’a kadar (ATTU)2 uzanan
çok geniş bir coğrafyada konvansiyonel istikrar sağlanmıştır.
Çalışmanın esasını teşkil eden konvansiyonel silahsızlanma ve silahların
denetimi çalışmaları ile AKKA rejimi, Türkiye’nin de topraklarının büyük bir kısmı
ile dâhil olduğu uygulama alanında geride kalan yirmi yıllık süre içerisinde birtakım
sancılı süreçler geçirmesine rağmen kendisini, değişen siyasi şartlara adapte ederek
sağladığı statükoyu ve konvansiyonel dengeyi muhafaza etmeyi başarmıştır.
1
Sezai Orkunt, “Bekanın Yolları”, Silahsızlanma ve Barış Semineri, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar
Vakfı, İstanbul, 1985, s. 35.
2
İngilizce’de “Atlantic To The Ural Mountains” ifadesinin kısaltılmış halidir ve AKKA uygulama
alnını ifade eder. ATTU, AKKA rejimine özgü bir kısaltma olup resmi yazışmalarda da sık olarak
kullanılanılır.
1
Çalışma giriş ve sonuç bölümleri haricinde dört ana bölümden oluşmaktadır.
I. Bölümde silahsızlanma, silahların denetimi, konvansiyonel kuvvetler kavramları
ile bu kavramların teorik ve tarihsel boyutları, gelişim süreçleri mercek altına alınmış
ve silahsızlanma olgusunun metodolojik ayrımı üzerinde durulmuştur. Bu bölümde
Türkiye Cumhuriyeti’nin, varoluş sebebi olan Kurtuluş Savaşı öncesinde ve I. Dünya
Harbi sonrasında zorunlu ve geniş çaplı bir silahsızlanmaya tabi tutulmasının
ardından II. Dünya Harbine dek bölgesel ve küresel anlamda genel ve konvansiyonel
silahsızlanma çalışmalarına bakış açısı ve verdiği olumlu katkılar Genelkurmay
ATASE ve Başbakanlık Cumhuriyet Arşivleri belgeleri ışığında tarihi örneklerle
incelenmeye çalışılmıştır.
II. Bölümde, tüm dünya milletleri üzerinde derin izler bırakan II. Dünya
Harbi’nden çıkarılan derslere kısaca değinilmiş, hemen akabinde başlayan Soğuk
Savaş’ın tetiklediği bloklararası amansız silahlanma yarışı ve bu yarışın uluştığı
dehşet dengesiyle, uzun yıllar boyunca müzakere masalarında çözümsüz kalan
silahsızlanma çabalarının gelişim süreci ve Güven ve Güven artırıcı Önlemler
(GGAÖ) ile Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Müzakereleri (AKUM) bağlamında
AKKA’ya giden yol detaylı olarak yerli ve yabancı kaynaklar ışığında ele alınmıştır.
Çalışmanın esasını teşkil eden AKKA ve getirdiği rejimin özellikle bilgi
değişimi ve detaylı denetim mekanizmasıyla diğer temel esasları ve getirdiği
konvansiyonel denge ile III. Bölümde incelenmiştir. AKKA tam metni Ekler
Bölümünde sunulmuş olup, AKKA’nın ayrılmaz birer parçası kabul edilen ve AKKA
rejiminin esasını oluşturan sekiz adet protokol3; konvansiyonel silahsızlanmaya özgü
terimleri ihtiva etmesi, çok detaylı ve uzun metinlerden oluşması nedenleriyle
çalışmaya dâhil edilmemiştir. Bu bölümde ayrıca, AKKA rejimini destekleyici ve
tamamlayıcı, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) şemsiyesi altında
oluşturulan Avrupa Konvansiyonel Personel İndirimleri Antlaşması (AKKA-1/A) ve
Açık Semalar Antlaşması (ASA) gibi diğer uluslararası düzenlemelere ana hatları ile
yer verilmiştir.
3
AKKA Protokollerini detaylı olarak incelemek için Bkz.: http://ua.mfa.gov.tr/files.ashx?3918
2
Son bölüm olan IV. Bölüm ise çalışmanın isminden de anlaşılabileceği gibi
mercek altına aldığımız yirmi yıllık süreçte, başta AKKA olmak üzere yaşanılan
siyasi gelişmeler sonucunda birkaç kez önemli ve büyük güncellemelere ve değişime
(kanat revizyonu ve AKKA’nın uyarlanması süreçleri) maruz kalan AKKA rejiminin
Türkiye üzerindeki etkilerine ayrılmış olup yerli ve yabancı kaynaklar ile ulusal ve
uluslararası basın-yayın organlarında yer alan haber ve değerlendirmeler ışığında
detaylı bir biçimde incelenmiş Genelkurmay Başkanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve
Stockholm International Peace and Research İnstitude (Sipri) gibi ulusal ve uluslarası
en üst düzeydeki kurum ve kuruluşlardan alınan resmi bilgi ve belgeler ile çeşitli
harita ve tablolara yer verilmek suretiyle çalışmanın resmi ve istatisksel bir temel
üzerine inşa edilmesi hedeflenmiştir.
İnsana doğru değerlendirmeler yapmasını öğreten tarih, aynı zamanda ahlak
şuurunu uyandırıp manevi değerlerinin gelişmesine de yardımcı olur. Aileden
başlayıp millete doğru gelişen bir sevgi, saygı ve bağlılığın doğmasını sağlar.
Böylece fertler ait oldukları milletlerin ve üzerinde yaşadıkları vatan topraklarının
geçmişini araştırma ve öğrenme hevesine kapılır.4 AKKA’nın imzalandığı dönemde,
Türkiye’de “Yüzyılın Antlaşması” ve “Lozan ve Montrö Antlaşmaları’ndan sonra
Cumhuriyet
tarihinin
en
önemli
üçüncü
uluslararası
antlaşması”
olarak
nitelendirilmesi danışman hocam Prof. Dr. Vahdet Keleşyılmaz’da dâhil olmak üzere
ilgi ve dikkatimizi ciddi anlamda artırmış ve karar aşamasında belirleyici bir etken
olmuştur.
İngiliz tarihçi Edward Hallet Carr’ın “Tarih Nedir?” isimli eserinde belirttiği
gibi “Tarihçinin görevi geçmişi sevmek ya da kendisini geçmişten kurtarmak değil,
bugünü anlamanın anahtarı olarak onun -geçmişin- üstünde çalışmak ve
anlamaktır.”5 Tarih üzerine akademik bir eğitimim olmamasına rağmen, tarihe ve
tarih ilmine gönül vermiş bir asker olarak, dünya silahsızlanma tarihinin en somut ve
başarılı örneklerinden biri olan AKKA üzerine yaptığım bu tez çalışması; rejimin
başta Türkiye olmak üzere, asırlarca bitmek tükenmek bilmeyen kanlı savaşlara
sahne olmuş Anadolu Yarımadası ve Avrupa Kıtası için konvansiyonel harp
4
5
Mübahat S. Kütükoğlu, Tarih Araştırmalarında Usül, Elif Kitabevi, İstanbul, 2007, s. 4-5.
Edward Hallet Carr, Tarih Nedir?, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009, s. 30.
3
anlamında ne denli büyük bir güvenlik, caydırıcılık sağladığını ve Avrupa
güvenliğinin köşe taşı olarak adlandırılma sebebini detaylarıyla idrak etmeme neden
olmuştur.
Çalışma, Soğuk Savaş Sonrası (SSS) dönemde, Avrupa’da köklü, siyasi,
sosyal ve kültürel değişimlerin yaşandığı XX. Yüzyılın sonları ile XXI. Yüzyılın
başlangıç dönemini kapsayan yirmi yıllık bir zaman dilimini (1990-2010) içerisine
alması ve bu yirmi yıllık sürece, başlangıcından itibaren getirdiği konvansiyonel güç
statükosu ve ardından geçirdiği çalkantılı süreçler itibariyle damgasını vuran askeri,
siyasi, iktisadi ve sosyal sonuçları olan bir silahsızlanma ve silahların denetimi
antlaşmasını incelemesi yönüyle öne çıkan bu çalışmanın esasını oluşturan AKKA ve
getirdiği yeni rejimin konvansiyonel tabanlı olmasından ötürü, Soğuk Savaş dönemi
ve sonrasında günümüze değin yaşanan süreçte silahsızlanma ve silahların denetimi
faaliyetlerinin sadece konvansiyonel boyutu üzerinde durulmuştur.
Ayrıca bu antlaşma Batılı devletler ile Rusya Federasyonu (RF) arasında,
NATO’nun genişlemesi bağlamında pazarlık konusu olması ve Türkiye’nin batı ve
doğu sınırlarındaki askeri tehdit algılamalarını büyük ölçüde gidermiş olması
nedenleriyle de büyük öneme haizdir. Bu noktada antlaşmanın 1990’lı yılların
başlangıcında Türk politika çevreleri açısından algılanış biçimi ve kanunlaşması
sürecinde dönemin iktidar ve muhalefet partilerinin konuya bakış açılarını göz önüne
seren Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) zabıt cerideleri ile dönemin hükümeti
tarafından antlaşmanın onayına konulan Doğu Ege Adaları şerhi Türkiye’nin
AKKA’ya verdiği önemi göz önüne sermesi açısından büyük önem taşımaktadır.
Esas olarak araştırma; Türkiye’nin SSS dönemde izlediği Kafkasya,
Karadeniz ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) güvenlik politikalarında
belirleyici rol oynaması, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin
dağılmasını müteakip Türk-Rus siyasi ilişkilerine yön vermesi, çalışmanın incelediği
dönem içerisinde inşa edilen BDT-Avrupa enerji köprüsünün güvenliği açısından ve
de Türkiye’nin SSS dönemde Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’da meydana gelen
otorite boşlukları, bölgesel çatışmaların milli güvenliğine etkileri gibi son yirmi yıla
4
damgasını vuran siyasi gelişmeleri AKKA merkezli olarak incelemesi açısından da
ayrıca önem kazanmaktadır.
Birleşik Amerikalı stratejist; Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması
isimli eserinde çeşitli ateşkeslerin, silahsızlanma ve silahların kontrolü gibi sınırlı
anlaşmaların medeniyetler arasındaki çatışmaları sonlandıramadığı gibi gelecekte de
bu çatışmaların artarak devam edeceğini savunmaktadır.6 Fakat şu husus aşikârdır ki
AKKA içinde bulunduğumuz dönem itibariyle halen silahsızlanma ve silahların
denetimi konularında dünya milletleri için en büyük, en temel ve en başarılı
konvansiyonel silahsızlanma ve silahların kontrolü antlaşması örneği olmaya devam
etmektedir.
1905 yılı “Nobel Barış Ödülü” sahibi, Alman yazar Bertha Von Suttner’in de
dediği gibi7 “Silahlar milletler arasında karar veren taraf olmadığında, geleceğimizi
biçimlendirirken en temel vazifemiz; uygulanabilir her yolu ve vasıtayı kullanarak
silahlanmayla mücadele etmektir.” Umuyorum ki AKKA ve AKKA ile tüm Avrupa
Kıtası’na gelen konvansiyonel denge tam ve gerçek manada silahsızlanmaya giden
yolda bir ilk olur ve nükleer, kimyasal-biyolojik ve konvansiyonel olarak üç farklı
boyutta ele alınan silahsızlanma ve silahların denetimi faaliyetleri daha büyük çapta
ve şeffaflıkta ki beynelmilel antlaşmalarla çığ gibi artarak büyür. İçinde yaşadığımız
bölgeyi ve dünyamızı daha güvenli ve yaşanabilir bir yuva haline getirir.
6
Samuel P. Huntington, Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara, 2006, s. 80.
Yazarın 1905 yılında ödül töreninde yaptığı konuşmanın sonunda sarfettiği "It remains our clear
duty to strive in every practicable way to bring nearer the time when the sword shall not be the arbiter
among nations." ifadeleri, dünya silahsızlanma tarihine altın harflerle yazılmıştır. Özellikle üzerinden
yüzyılı aşkın bir süre geçmesine rağmen “the sword shall not be the arbiter among nations.” ifadesi
söylendiği andan itibaren her daim geçerliliğini koruyarak silahsızlanma konusunda bir dünya
fenomeni, silahsızlanma kavramın sloganı haline gelmiştir.
7
5
I. BÖLÜM
SİLAHSIZLANMA, SİLAHLARIN DENETİMİ
ve
KONVANSİYONEL KUVVETLER KAVRAMLARI
1.1 Silahsızlanma ve Silahların Denetimi Kavramları
“Silahsızlanma” kavram olarak silahların indirimi ve/veya sınırlandırılması
işlemidir. Diğer bir ifadeyle silahsızlanma; askeri kurum ve kuruluşların elindeki
mevcut silah ve silah sistemlerinin bir antlaşma dâhilinde indirime tabi tutulması
işlemidir. Genel ve tam silahsızlanma kavramı ise Birleşmiş Milletler çatısı altında
yürütülen silahsızlanma faaliyetleri kapsamında, genel kurulda ortak hedef olarak
saptanmıştır. Genel ve tam silahsızlanma hedefi; tüm ülkelerin dâhili ve harici ulusal
güvenliklerinin bekasını sağlayacak yeterlilikte silahlı kuvvetler ile silah ve silah
sistemleri dışında kalan askeri tüm kurum/kuruluş ve birliklerin lavğ edilerek bu
yöndeki harcamaların sınırlandırılması, nükleer, kimyasal ve biyolojik silah
stoklarıyla, diğer kitle imha silahlarının uluslararası bir kontrol meknanizması ile
imha edilmesi hususlarını içermektedir.8
Silahsızlanma çalışmalarının tarihi boyutu, harp tarihiyle eşdeğer olup bu
konuda tarihe mal olmuş birçok antlaşma ve belge mevcut olmasına rağmen
silahların denetimi/kontrolü kavramı silahsızlanma kavramından farklı olarak,
1950’li yılların ikinci yarısında ortaya çıkması sebebiyle günümüzde sürdürülen
silahsızlanma çalışmaları bakımından yeni ve güncel bir yaklaşım olarak kabul
görmektedir.9 Silahların denetimi kavramı, silahsızlanma yaklaşımında mevcut olan
indirim veya sınırlama işlemleri ötesinde daha geniş kapsamlı işlem ve amaçları da
8
Marek Thee (Ed.), Armaments, Arms Control and Disarmament, Unesco, Paris, 1981, s. 410411.
9
“Genel Silahsızlanma” ve “Silahların Denetimi” yaklaşımları ile ilgili olarak tarihi birkaç örnek
vermek gerekirse; Dönemin Osmanlı Hükümdarı; Sultan Abdülmecid 24 Mayıs 1841 tarihli ünlü
“Mısır Fermanı” ile Mısır ordusu mevcudunu 18.000 asker ile sınırlandırmış ve Mısır’ın elinde
bulunan Osmanlı donanmasına ait savaş gemilerinin izinsiz olarak satılmasını yasaklamıştır. Bkz.:
Burak Akçapar, The International Law of Conventional Arms Control in Europe, Nomos
Verlagsgesellschaft Baden-Baden, Munich, 1996, s. 57-59.
6
öngörmekte ve içermektedir. Buna göre, milli sivil ve askeri kuruluşların sahip
olduğu silah üretim tesislerini ve sayılarını, silahların nitelik ve tasarımlarını,
konuşlandırılmalarını, denetimleri ve transferlerini vede bunların politik-stratejik
amaçlarla planlanan, tehdit olarak öne sürülen veya fiilen kullanımlarını bir şekilde
sınırlamak veya düzenlemek amacıyla alınan tedbirler silahların denetimi ve/veya
kontrolü kavramına dâhildir. Silahların denetimi, silah üretiminin ve milli savunma
harcamaların azaltılması ile silah mevcutlarının artırılmayarak sabitlenmesi gibi
güven ve güvenlik artırıcı önlemerin (GGAÖ) taraflarca karşılıklı olarak takip ve
kontrolü işlemidir. Bu yaklaşımın hedefi; taraflar arasındaki savaş olasılığı ile
savaşın yol açacağı yıkım ve tahribatı azaltmaktır.10
Silahsızlanma ile silahların denetimi kavramları çoğu kez karıştırılmakta,
birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Bu iki kavram, birbirlerini tamamen
dışlamamakla beraber, tamamen aynı pencereden de bakmamaktadırlar. Aslında, her
iki yaklaşımda ortak bir düşünceden yola çıkmaktadır. Buna göre, taraflardan birinin
silahlarını arttırması, onun, kendisini güvende hissetmesine yol açmakla beraber,
karşıtını ya da karşıtlarını güvensizlik hissine sürüklemektedir. Böylece bir devletin
askeri yapılanmasındaki artışı, diğer bir devlet veya devletler izlediğinde oluşan
silahlanma yarışının; karşılıklı düşmanlık, korku ve tedirginlikleri kamçılayarak
taraflar arasında bir çatışma ya da savaşın çıkma olasılığını arttırabileceği
öngörülmektedir. Silahsızlanma yaklaşımına göre, uluslararası gerginliklerin ve
savaşların nedenlerini, öncelikle silahlanmada aramak gerekmektedir. Silahların
denetimi yaklaşımına göre ise, silahlanma, uluslararası politikanın daima var olan
özelliklerinden biridir ve harp zamanının olduğu kadar sulh dönemlerinin de bir
parçasıdır.11
Çalışma konumuz; AKKA rejimi “Çağdaş Silahların Denetimi” yaklaşımına
gösterilebilecek en başarılı örneklerinden birisi olup silahların denetimi çalışmalarına
verilen önem ve ayrılan kaynakların son yıllarda artmasıyla yalnızca askeri açıdan
değil siyasi açıdan da uluslararası ilişkilere yön veren bir boyut kazanmıştır.
10
Burak Akçapar, The International Law of Conventional Arms Control in Europe, Nomos
Verlagsgesellschaft Baden-Baden, Munich, 1996, s. 60-64.
11
Gülden Ayman, Konvansiyonel Kuvvetlerin Denetimi, Alfa Yayınları, İstanbul, 1994, s. 1-2.
7
Birleşik Devletlerin, II. Dünya Savaşı’nın bitimini müteakip Roma
İmparatorluğu’ndan itibaren geçerliliğini kaybetmeyen “Barış istiyorsanız, savaşa
hazır olun.” (si vis pacem, para bellum) anlayışını benimsemiş olması silahlanma
kapsamında verebilecek örneklerdendir.12
Silahsızlanma kavramının destekleyen çevreler, silahlanma faaliyetlerinin
tamamen yok edilmesi gerektiğini ve yok edilebileceğini öngörürken, silahların
denetimi kavramını savunanlar ise uluslararası hilafları ve karşılıklı düşmanlıkları
gidermeden, uluslararsı bir yarış halini alan silahlanma çalışmalarının tamamiyle yok
edilmesinin mümkün olmadığını, ancak çeşitli tedbirlerle azaltılmasının mümkün
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Silahsızlanma kavramı askeri bir güce alternatif olarak
görülmüşken, silahların denetimi yaklaşımı ise II. Dünya Savaşı sonrasında ki
modern dünyada askeri gücün işe yararlılığının devam ettiğinin bir kabulü olmuş ve
askeri gücün tamamlayıcısı olarak düşünülmüştür.13
Konuya uluslararası ilişkiler bilimi açısından bakıldığında, silahsızlanma
yaklaşımının gerisinde, II. Dünya Savaşı’nın sonuna değin ağırlığını hissettiren ve
devletlerin uluslararası ilişkilerde nasıl davrandığını değil, nasıl davranması
gerektiğini ön plana çıkaran “normatif yaklaşımın” bulunduğu görülmektedir.
Silahların denetimi yaklaşımı ise, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ağırlık kazanan
“realist yaklaşımla” uyum içerisindedir. XIX. yüzyılın başlarından, XX. yüzyılın
ikinci yarısına dek süren silahsızlanma çabalarında, silahsızlanma yaklaşımının
hâkim olduğu aşikârdır. 1950’li yılların sonuyla 1960’ların başında gelişmeye
başlayan ve “Çağdaş Silahların Denetimi Teorisi” olarak adlandırılan yaklaşım ise,
klasik silahların denetimi mantığından yola çıkmakla beraber, daha önceki
silahsızlanma faaliyetlerinde uygulanmamış yepyeni kıstaslarla çalışmaktadır.14
12
Türkiye Barolar Birliği Proje Gurubu, Türkiye ve Terörizm, TBB Yayınları, Ankara, 2006, s. 48.
Michael Sheean, Arms Control Theory and Practice, Basil Blackwell Inc., New York, 1988, s. 1.
14
Gülden Ayman, Konvansiyonel Kuvvetlerin Denetimi, Alfa Yayınları, İstanbul, 1994, s. 2-3.
13
8
1.2 Silahsızlanma Metotları
Henry W. Forbes’un “Silahsızlanmanın Stratejisi” isimli eserinin önsözünü
kaleme almış olan Birleşik Amerikalı siyaset bilimci Philip Quincy Wright,
silahsızlanma kavramını, tarihsel gelişim sürecini de göz önünde bulundurularak
metodolojik açıdan sınıflandırmaya tabi tutmuş ve üç metoda ayırmıştır. Bu metotları
kısaca şu şekilde sıralamak mümkündür.15
1.2.1 Mevcut Silahların İmhası Metodu
Harbe taraf ülkeler arasında uygulanan bu yöntem, savaşta galip gelen tarafın,
mağlup ettiği tarafa ait savaş alanındaki tüm mevcut silahları bir daha kullanılmamak
üzere imha etmesini içerir.16 Bu yöntemin bilinen en eski örnekleri olarak “Truva ve
Kartaca Savaşları” sonrasında yapılan uygulamalar kabul edilmektedir.17
1.2.2 Zorunlu Silahsızlanma Metodu
Bu silahsızlanma metodunda, mevcut dengeleri ihlal eden taraf veya tarafların
cezalandırılmasından ziyade, tehdide neden olan gücün zayıflatılması esas alınır.
Zorunlu silahsızlanmada temel hedef güvenliğin tesisi olup, bu hedef genellikle harp
sonrasında kazanan taraf veya tarafların, kaybeden taraf ya da taraflara dikte
ettirdikleri ateşkes veya barış antlaşmaları ile gerçekleştirilir.
15
P. Quincy WRIGHT, Introduction to “The Strategy of Disarmament”, Public Affairs Press,
Washington D.C., 1962, s IV.
16
Askerler (bu noktada askerleri içinden çıktığı ulus ya da incelendiği dönem itibariyle mensubu
oldukları toplumların temsilcileri olarak kabul edebiliriz…) normal hallerde saldırgan ve savaş yanlısı
hareket tarzlarına karşı çıkarlar. Bu nedenle de belirli bir güce karşı savaşın gelecekte kaçınılmaz
olduğu ve bu olası savaşta kazanan taraf olma şansının az olduğu göz önünde bulundurulduğunda
toplumsal/ulusal güvenliği korumak amacıyla “önleyici savaş” tedbirleri diğer bir ifadeyle savaşı
önleyici tedbirler alabilirler. Tüm askerler karşılarında büyük ve üçlü bir ordu görmektense tecrit ve
tahdit edilmiş, geri kalmış, güçsüz bırakılmış bir orduyla savaşmayı yeğlerler. Dolayısıyla askerler,
savaş ihtimalini ve tehlikesini düşman veya düşanlarının elinde bulundurduğu silah miktarıyla doğru
orantılı olarak kabul ederler. Bkz.: Samuel P. Huntington, Asker ve Devlet, Salyangoz Yayınları,
İstanbul, 2006, s. 74-75. M.Ö. III. ve II. yüzyıllarda dönemin iki büyük gücü Roma ile Kartaca
arasında gerçekleşen Pön Savaşları’nın ilkinde mağlup olan Romalıların, II. Pön Savaşı’ndan sonra
Kartacalılara ait savaş gemilerini ve silahlarını imha etmesi, Kartaca’nın paralı askerlerini dağıtarak
ve savaş fillerine el koyması uygulamaları, önleyici savaş tedbirleri ve mevcut silahların imhası
kapsamında bilinen en eski tarihi örneklerden birisi olarak kabul edilmektedir.
17
Richard Dean Burns, The Evalution Of Arms Control, ABC-CLIO, LLC, Santra Barbara
California, 2009, s. 17-18.
9
Yakın tarihten bir örnek verecek olursak; I. Dünya Harbi sonrasında mağlup
olan Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan 10 Ağustos 1920 tarihli
Sevr Barış Antlaşması’nın 152 ve 207. Maddeleri ile arasında kalan maddeler askeri
konuları ve geniş çaplı silahsızlanma hükümlerini içermektedir.18 Antlaşmanın;
- Türkiye’nin silahlı kuvvetleri; Saray Muhafız Birliği: 700, Jandarma
Birlikleri: 35.000 ve Jandarmayı destekleyici özel birlikler: 15.000 kişi olmak üzere
50.700 kişiyi aşmayacaktır. Bu sayıya Harp Akademisi ve diğer askeri okulların
öğrencileri ile depo birliklerinde ve çeşitli görevlerde çalışan subay ve erler dâhildir.
- Özel birliklerin onbeş bataryadan müteşekkil dağ topu bulunabilecek, sahra
veya ağır topları bulunmayacaktır.
- Jandarma birliklerinin topu ve teknik araçları olmayacaktır.
- Donanma en fazla yedi gambot ile altı torpidodan müteşekkil olacaktır.
- Hava kuvvetlerinde ise hiçbir uçak ve güdümlü balon olmayacaktır.
- İtilaf Devletleri’nin kara, deniz ve hava denetleme komisyonları Osmanlı
Devleti’nin içerisinde her türlü denetim yapma hakkına sahip olacaktır.
şeklindeki hükümleri19 zorunlu silahsızlanma metoduna örnek gösterilebilir.
1.2.3 Görüşmeler Yoluyla Silahsızlanma Metodu
Görüşmeler yoluyla silahsızlanma metodunun temeli, tarafların karşılıklı
güven ve uluslararası hukuka bağlılık konularında ki samimiyetlerine dayanır. En
yaygın ve bağlayıcı özelliklere sahip bu metotta öncelikle, güvenliğin tesis edilmesi,
silahlanma yarışının taşıdığı savaş tehlikesinin ortadan kaldırılması ve savunma
harcamalarına ayrılan bütçelerin toplumların yaşam standartlarının artırılması
amacıyla kullanılması ile kuvvet indirimine gidilmesi prensipleri dikkate alınarak
uygulanır. Günümüzde en fazla uygulanan silahsızlanma metodudur.
ATASE, İstiklal Harbi Arşivi, Klasör No.124, Gömlek No.88, Belge No.88–1, 1A–2, 2a.
Atatürk’ün büyük nutkunda “Askerlikle İlgili Hükümler” başlığı altında belirttiği hususlar aslında
Sevr Barış Antlaşması’nın silahsızlanma ile ilgili hükümleridir. Bkz.: Kemal Atatürk, Nutuk
(1919-1927), Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi
Yayınları, Ankara, 2007, s. 513-514.
18
19
10
1.3 Silahsızlanma Yöntemleri
Amerikalı yazar Henry W. Forbes “Silahsızlanmanın Stratejisi” isimli
eserinde silahsızlanma yöntemlerini varsayımsal (hipotetik) anlamda kantitatif
(sayısal) indirim yöntemi, coğrafik indirim yöntemi, kalitatif (niteliksel) indirim
yöntemi, fırlatma vasıtalarına göre indirim yöntemi ile, doğrulama ve denetim ile
indirim yöntemi olmak üzere beş ana başlık altında incelemiştir. Bu tasniflemede
ABD keşif-kontrol uçaklarının Küba’da konuşlandırılmış Rus füzelerini tespit etmesi
ve ardından yaşanan füze krizi -Küba Krizi- etkili olmuştur. Bu beş hipotetik silah
indirimi yöntemi tek tek ele aldığındığında, II. Dünya Savaşının ardından ortaya
çıkan çağdaş silahların denetimi yaklaşımı ile örtüştüğü görülmüştür. İngiliz
akademisyen David Robertson “Politika Sözlüğü” isimli çalışmasında silahların
indirimi hususundaki niceliksel ve niteliksel ayrımın ilk kez Milletler Cemiyeti çatısı
altında 1932–34 yılları arasında Cenevre’de icra edilen “Dünya Silahsızlanma
Konferansı” süresince o dönemin en korkutucu silah sistemleri olarak kabul gören
bombardıman uçakları ile denizaltıların imhası konusundaki tartışmalar esnasında
ortaya çıktığını çeşitli örneklerle belirtmiştir.20 Bu temel ilkeler şu şekilde
sıralanabilir.
1.3.1 Kantitatif Azaltım İlkesi
Silahsızlanma tarihinin en başından günümüze değin ulaştığı süre içerisinde,
karşılıklı tarafların en fazla üzerine düştükleri nokta; düşmanın taarruz yeteneğini
azaltarak muhtemel bir taarruzunu karşılayabilecek gerçekçi bir dengenin tesisi
olmuştur. Bu sayede hasım devletin savaşma azim ve iradesine esas teşkil eden,
muharebe teçhizatı ve muharip personel sayısında matematiksel kıstaslara dayalı
indirime gidilerek sıcak çatışma tehlikesi bertaraf edilmeye çalışılmıştır. Kantitatif
azaltım ilkesi bazı oran ve ölçüm kıstaslarına dayandırılmaktadır.21 Bunlar;
20
David Robertson, “Dictionary of Politics”, Penguin Books, London, 1993, s. 26–27.
Henry W. Forbes, The Strategy of Disarmament, Public Affairs Press, Washington D.C., 1962,
s. 15.
21
11
- Ülkenin Nüfus Yoğunluğu: Taraf ülkenin silâhaltına alabileceği insan
sayısı toplam nüfusu ile belli bir oran seviyesinde olacaktır. Küba Devleti tarafından
bu oran, toplam nüfusun % 1,5’u şeklinde teklif edilmiştir. Bu kapsamda asker
sayısına sınır getirmek aslında diğer silah sistemlerini de doğal olarak sınırlamak
anlamına gelmektedir.
- Silah, Teçhizat ve Ateş Gücünün Tespiti: Antlaşmaya taraf devletin
envanterinde bulunan her türlü silah, teçhizat ve mühimmatın kuvvet ayrımı
yapılmaksızın belirli esaslar dâhilinde yapılacak matematiksel indirim esasları tespit
edilir.
- Sürpriz Saldırı Yeteneğinin Azaltılması: Özellikle Avrupa Kıtası gibi, çok
sıkışık bir jeopolitik konumda bulunan ülkelerden, sürpriz taarruz ve işgal tehdidi
altında bulunanların, buna sebebiyet veren taraf ülke silahlı kuvvetlerinin
bünyesindeki taarruz yetenekli silah sistemlerinde indirime gidilmesi yöntemidir.
1.3.2 Coğrafik Konuma Dayalı Silahsızlandırma İlkesi
Ülkelerin coğrafik konumu (doğal savunma hatları ve taarruz mihverleri) ile
deniz ve hava ulaşımını kontrol eden taarruz, savunma ve lojistik harekât kapasiteleri
harp esnasında taraflar için can alıcı sıklet merkezini teşkil eder. Yine ülkelerin
siyasal sınırları içerisinde bulunan müstahkem mevkileri, sanayi üretim tesisleri ile
stratejik öneme haiz şehir, fabrika, rafineri, nükleer-hidroelektrik güç merkezleri ve
bu merkezlere tehdit olabilecek taarruz mihverleri, ülkenin genel kara ve havayolu
taşımacılığı, liman ve demiryolu merkezleriyle milli seferberlik süreci bu
silahsızlandırma ilkesinde dikkate alınan önemli noktalardır.
Coğrafik silahsızlandırma ilkesi, bir ülke içinde veya iki ülke arasında ki
hudut hattının tümü ya da belli bir kısmı boyunca silahsızlandırılmış -askerden
arındırılmış- coğrafi alanlar/bölgeler oluşturulması amacıyla tarihte birçok defa
kullanılmıştır. 26 Ekim 1905 tarihinde İsveç ve Norveç Hükümetleri, aralarında
uzanan tüm hudut bölgesini karşılıklı ve daimi olarak silahsızlandırmışlardır. Buna
12
göre her iki taraf ta sınır hattı boyunca tahkimat yapmamayı, silahlı kuvvet
bulundurmamayı, tatbikat vb. faaliyetlerde bulunmamayı kabul etmiştir. Benzer bir
uygulama da Norveç’in birkaç yüz km. kuzeyinde bulunan Spitsbergen Adası ile
Baltık Denizi’nde bulunan Aaland Adaları için kabul edilmiştir. 9 Şubat 1920 tarihli
Spitsbergen Antlaşması ve 20 Ekim 1921 tarihli Aaland Adaları Kongresi kararları
ile silahsızlandırılmış olan bu adalardaki esas sorun; I. Dünya Harbi boyunca
adalardaki silahların denetimi ile ilgili sorunlar değil harp sonrasında ortaya çıkan
adaların aidiyet sorunudur. Söz konusu ada ve adalarda askeri tesis, fabrika ve silahlı
kuvvetler bulundurulması ile geçici ziyaret maksatlı küçük su-üstü gemiler dışındaki
gemilerin konuşlandırılması taraflarca yasaklanmıştır.22
24 Temmuz 1924 Lozan Barış Antlaşması ile Yunanistan’a verilen Batı
Anadolu için stratejik öneme haiz Doğu Ege Adaları;23 Midilli, Sakız, Sisam ve
Nikarya adaları silahsızlandırılmıştır.24 AKKA, 18 Haziran 1992 tarihli ve 3818
sayılı kanula TBMM tarafından ve 1 Temmuz 1992 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla
dönemin 49. Hükümeti tarafından ATTU alanına giren Doğu Ege Adaları’nın başta
Lozan Barış Antlaşması olmak üzere diğer uluslararası antlaşma vb. mukaveleler ile
belirlenmiş olan silahsızlandırılmış statülerinde herhangi bir değişiklik vb. durumun
oluşmadığının altı çizilerek onaylanmış ve bu sayede Atina’nın adalar üzerinde
yaratmak isteyeceği olası bir “Defacto” durumun önüne geçilmiştir.25
22
Jozef Goldblat, Arms Control A Guide to Negotiations and Agreements, Sage Publications,
London, 1994, s. 139-142.
23
Bağımsızlığını kazandığı 1830’dan beri, doğusundaki Türk topraklarını ele geçirmek amacında olan
ve bu amacını zaman zaman devlet yetkililerinin çeşitli beyanatları ile açık bir şekilde ifade etmekten
çekinmeyen Atina Hükümetleri yaklaşık iki asırdır duğuya doğru genişleme politikasını gütmüş ve
Ege’de Anadolu yarımadasının dibine kadar sokulmuştur. Yunanistan, Lozan Antlaşması ile
silahsızlandırılmış -daha doğrusu silahlandırılmaması kaydı ile kendisine verilmiş- Doğu Ege
Adaları’nı II. Dünya Harbi ve Soğuk Savaş yıllarından önce silahlandırmaya başlamıştır. 1937’den
beri Limni ve Semadirek adaları askeri vesayet altındadır. Ayrıca 1952’de Leros Adası’na askeri
maksatlara uygun bir havaalanı inşa edilmiştir. Buna rağmen Ankara tüm bu gelişmelere kayıtsız
kalmıştır. Türkiye’nin 1974’te IV. Ordusu olan Ege Ordusu’nu Batı Anadolu’da -İzmir- kurarak
konuşlandırmasına binaen Limni, Semadirek, Midilli, Sakız ve Sisam adaları Yunanistan tarafından
silahlandırılmıştır. Bkz.: Halil İnalcık, Doğu Batı Makaleler II, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2009,
s. 272-273.
24
M. Cemil Bilsel, Lozan, C. II, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1998, s. 246-247.
25
EK-VI: 06 Temmuz 1992 Tarihli I. Mükerrer Resmi Gazete.
13
1.3.3 Kalitatif Azaltım İlkesi
Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra teknolojinin akılalmaz bir süratle
gelişmesi ve silah sistemlerine tatbiki konvansiyonel harp silah ve vasıtalarının ateş
ve tahribat gücünün çok uç seviyelere varmasına neden olmuştur. Bu çok hızlı
gelişme silah ve silah sistemlerinin nitelikleriyle beraber orduların kuvvet yapısını da
büyük ölçüde geliştirmiştir.26 XIX. yüzyıl başlarına dek savaş alanlarının coğrafi
özelliği ve tahkimatların niteliği en az birliklerin intikal ve konuşlanma hızları ile
kullanılan silahların menzili kadar önemli iken, aradan geçen zamanla hız, asıl tayin
edici faktör olarak ortaya çıkmıştır. II. Dünya Harbinde Wehrmacht Ordularının
yıldırım harekâtları dahi birkaç haftanın ardından sonuca ulaşırken, 1980’li yıllarda
siviller tarafından protesto edilen Pershing Füzeleri hasmını sekiz ila on iki dakikada
silahsızlandırma yani imha etme imkân ve kabiliyetine ulaşmıştır. Savaşların kaderi,
binlerce yıldır silahlarla donatılmış insanlar ve ardından yarım yüzyıllık bir süre için
insalarla donatılmış silahlar tarafından belirlendikten sonra XXI. yüzyılda insansız
“akıllı” silahlar çağına girilmiştir.27
Bu silahsızlanma ilkesinin temel prensibi belli kategorideki ya da özellikteki
silahları -ekseriyetle, II. Dünya Savaşı’ndan sonra geliştirilen modern silah ve silah
sistemleri- uygulama alanı içine almasıdır. Nükleer, kimyasal, biyolojik ve
konvansiyonel nitelikte ki silah sistemlerinin devletlerin savunma amacıyla ürtecisi
veya tedarikçisi olması gibi bir ayrıma tabi tutulmaksızın indirime veya yasaklamaya
tabi tutulması kalitatif (niteliksel) azaltım ilkesinin çalışma alanını oluşturmaktadır.
1987 tarihli Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması (INF) ve çalışmamızın
konusunu teşkil eden Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA) kalitatif
silahsızlanma antlaşmalarının önemli örnekleri olarak kabul edilir.28
Muzaffer Erendil, İkinci Dünya Harbi’nden Sonra Oluşan Silah Sistemlerinin Taktik ve
Stratejiye Etkileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1994, s. 77.
27
Ulrich Bröckling, Disiplin, Çev.: Veysel Atayman, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2008, ,s. 358.
28
David Robertson, “Dictionary of Politics”, Penguin Books, London, 1993, s. 26.
26
14
1.3.4 Gönderme Vasıtaları ve Menzillerine Göre Silahsızlanma İlkesi
Silah sistemlerinde meydana gelen bu çok süratli gelişimin sonucunda
sistemler hızla çeşitlenmiş bu çeşitlilik ise silahsızlanma çalışmalarında önemli bir
ayırt edici özellik olarak fırlatma vasıtaları ve menzil gibi kriterleri ön plana
çıkmıştır. Menzil olarak kıtalararası stratejik hedeflerin imhası için ihtiyaç olunan
süre yarım saat, hatta daha kısa zaman dilimlerine kadar indirgenmiştir. Bu
gelişmeler ise muhtemel bir ani taarruza karşı alarm ve ikaz süresini çok kısaltmıştır.
1899 Lahey Barış Konferansında konuya Osmanlı Devleti’nin de taraf olduğu
bir tartışma; teknoloji ile silahsızlanma kavramları arasındaki bu müthiş etkileşimin
önemini ortaya koyan önemli bir tarihi örnektir. Milletler Cemiyeti kayıtlarına göre
1899 yılı için yeni bir silah sistemi olan denizaltılar Lahey Konferansı’nda Deniz
Kuvvetleri Alt-Komisyonu tarafından bir tartışma konusu haline getirilmiştir.
Denizaltıların yasaklanmaları ile ilgili olarak tüm ülkelerin onayladıkları bir görüş
birliğine ihtiyaç duyulmuştur. Bu maksatla yapılan görüşmelerde iki farklı görüş
ortaya atılmıştır. İngiltere, Almanya, İtalya, Danimarka, Rusya ve Japonya
denizaltıların, taarruzi ve tehlikeli silahlar olduğunu ve bu nedenle yasaklanması
gerektiği yönünde oy kullanmışlardır. Fakat Fransa ve Osmanlı Devleti aksi yönde
fikir beyan etmiş, denizaltıların savunmaya yönelik silahlar olduklarını ileri
sürmüşlerdir. Bu yaklaşım Hollanda, İsveç ve Norveç tarafından da kabul ve destek
görmüştür.29
Silahsızlanma tarihinin gelişimi süresi içerisinde, en önemli kıstas olarak
kabul gören taarruzi yetenekli füzeler, 1962 Küba Krizi ve ardından 1963’de
Türkiye’de konuşlu bulunan Jüpiter Füzelerinin sökülmesi ile gündeme gelmiştir. Bu
sebeple nükleer, kimyasal ve biyolojik başlıkları taşıma kapasitesine sahip
kıtalararası balistik füzeler, soğuk savaş dengeleri içerisinde stratejik taarruz silahları
kapsamında ele alınmış olup;30
29
Mesut Hakkı Caşın, Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve Silahsızlanma, SSM
Yayınları, Ankara, 1995, s. 90.
30
Harp Akademileri Yayınları, Dünyadaki Silahsızlanma Çalışmaları ve Türkiye, Harp
Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995, s. 5-8.
15
Kara, deniz ve havadan fırlatma vasıtalarına göre:
- Taktik Nükleer Kabiliyetli Uçaklar
- Stratejik Bombardıman Uçakları
- Nükleer Denizaltılar ve Su üstü Gemileri
- Uçak Gemileri
Menzillerine göre:
- Uzun Menzilli (Kıtalararası) Balistik Füzeler
- Orta Menzilli Balistik Füzeler
- Kısa Menzilli Balistik Füzeler olarak tasnif edilmişlerdir.
1.3.5 Silahsızlanmada Kontrol, Denetim ve Bilgi Paylaşımı
Silahsızlanma antlaşmalarının gerek bölgesel gerekse dünya barışı ve
huzurunun muhafazasında taşıdığı siyasi, askeri ve hukuki önem, tüm dünya
toplumlarınca tartışmasız kabul görmüş, fakat antlaşmalara taraf ülke ve toplumların
birbirlerine karşı duydukları karşılıklı güvensizlik nedeniyle akdolunan antlaşmaların
sıhhatli olarak yürürlüğe konması ve bekasında problemler yaşanmasına neden
olmuştur. Silahsızlanma görüşmelerinde başarıya bu kadar geç ulaşılması tarafların
“karşı tarafı silahsızlandırmak ve kendini silahlandırmak” düşüncesi ile antlaşmaları
imzalaması ve antlaşma hükümlerindeki karşılıklı bilgi değişimi ve denetim
noksanlıklarının giderememesinden kaynaklanmıştır.31
1990 yılında imzalanan ve 1992’de yürürlüğe giren AKKA rejiminde bildirim
ve bilgi değişimi protokolü, denetim protokolü gibi protokollerle karşılıklı güven
ortamı sağlanmış, havadan denetim rejimi yine 1992 yılında imzalanan AKKA
rejimini tamamlayıcı nitelikteki Açık Semalar Antlaşması (ASA) ile kabul edilmiştir.
Oluşturulan Ortak Danışma Grubu (ODG) ile zaman içerisinde ortaya çıkabilecek
sıkıntıların karşılıklı istişare ile çözümü esas alınmıştır. Belirtilen hususlardan ötürü
AKKA karşılıklı kontrol, denetim ve bilgi paylaşımı konularında dünya
silahsızlanma tarihinin en başarılı antlaşması olarak kabul görmektedir.
31
Harp Akademileri Yayınları, a.g.e, s. 3.
16
1.4 Konvansiyonel Kuvvetler ve Konvansiyonel Harp Kavramları
Konvansiyonel sözcüğü Fransızca kökenli bir sözcük olup, “anlaşma,
uzlaşma ile ilgili” anlamına gelmektedir. Konvansiyonel silah tabiri ise Türk Dil
Kurumu (TDK) sözlüğünde “taraflarca gücü, niteliği bilinen ve klasik olarak kabul
edilen nükleer ve kimyasal silah dışında kalan savaş aracı” olarak tanımlanmıştır.32
Nükleer enerjinin askeri alana girmesi ve harplerde kullanılmaya başlanması
ile silah ve silah sistemlerinin belli başlı tahrip vasıtası olan klasik patlayıcı maddeler
konvansiyonel silahlar olarak kabul görmüş ve askeri literatüre girmiştir. Bu
bağlamda konvansiyonel harp; muharebelerin konvansiyonel silah ve/veya silah
sistemleri ile sürdürüldüğü bir harp şekli olarak ortaya çıkmış, bu tip harplerde
bilinen geleneksel silahların etkin olarak kullanımı ve inflak maddelerinin etkilerinin
önemi artmıştır.33
Yaklaşık üç bin yıllık harp tarihi incelendiğinde, dost ve düşmanın benzer
kuvvet unsurları arasında yürütülen ve adına en geniş anlamı ile harp denilen
mücadelenin esasını, kuvvetlerini en uygun ve verimli şekilde kullanarak avantajlı
bir durum yaratma yarışı teşkil etmiştir. İşte bu dost ve düşmanın benzer kuvvet
unsurlarına, düzenli ordu birliklerine konvansiyonel kuvvetler denir. Konvansiyonel
kuvvetlerin yani düzenli ordu birliklerinin kullanıldığı harplere ise konvansiyonel
harp, klasik harp ya da simetrik harp denir.
Ünlü Prusya’lı General Carl Von Clausewitz geçerliliğini halen koruyan ve
tüm dünya akademisyenlerince de kabul gören “Savaş Üzerine” isimli eserinde,
savaşı şu şekilde tanımlamıştır; “Savaş, düşmanı irademizi kabule zorlamak için bir
kuvvet kullanma eylemidir. Kuvvet, kuvvete karşı koymak için bilim ve sanatın
buluşlarıyla donanır. O halde kuvvet, düşmana irademizi zorla kabul ettirme
32
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, TDK, Ankara, 2005, s. 1214.
Muzaffer Erendil, İkinci Dünya Harbi’nden Sonra Oluşan Silah Sistemlerinin Taktik ve
Stratejiye Etkileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1994, s. 76.
33
17
amacının aracıdır. Bu amaca güvenle ulaşabilmek için düşmanı silahtan arındırmak
zorundayız bu da savaş harekâtının asıl hedefidir.”34
Konvasiyonel savaşın kaideleri ise askeri organizasyonların (kuvvet, ordu,
kolordu, vb. askeri teşkiller) düzenli, standart, teknolojik altyapıya sahip ve devlet
temelli olmasını zorunlu kılar. Hemen her devlet düzenli, standart, teknolojik
altyapıya sahip kara, hava ve deniz kuvvetlerine sahiptir. Fakat bu bakış açısıyla
savaşa hazır olmak ise askeri yapı, personel ve silah sistemlerinde uzun süreli devlet
harcamalarını
gerekli
kılar.
Klasik
savaş
kaideleri,
savaşan
orduların
profesyonelleşmesi ile özellikle XVII. Yüzyıl Avrupa’sında savaş konusunda
profesyonel standartlar yakalamış, düzenli ordu yapısına geçmiş batı meşeili
ordulardan kaynaklanmıştır. Gayri nizami (konvansiyonel olmayan) harp diğer
tanımıyla gerilla harbi yöntemleri Amerikan İç Savaşı’nda bazı eyalet ajanları
tarafından kullanılmış ve 1863 tarihli “Lieber Code Yasası”35 ile yasaklanmıştır.
Uluslararası sistemde ise 1907 La Haye Silahsızlanma Konferansı’nda kara orduları
bölümünde tüm devletler; askeri birliklerin ve ordu mensuplarının üniforma giymesi
ve silahların açık, görünür şekilde taşınmasına karar vermişlerdir.36
Konvansiyonel harpte seçilmiş hedeflere karşı taraflar; tank, top, uçak,
helikopter, uçak gibi klasik harp silah ve vasıtalarını kullanırlar. Bu harp silah ve
vasıtaları binlerce yıllık harp tarihi içerisinde çok çeşitli aşamalardan geçmiş,
savaşların doğası, mantığı ve kültürü zaman içerisinde büyük değişimler göstermiştir.
Konvansiyonel kuvvetlerin tahrip güçleri ve imha derecelerinin boyutları ise
durmaksızın gelişen klasik harp teknik ve taktiklerini bir kenara koyacak şekilde;
teknoloji ile akıl sınırlarını zorlar bir hal almıştır. “En modern silahların infilak
kapasiteleri, II. Dünya Harbi klasik silahlarına oranla en az beş kez, ateş etme
süratleri ise en az on misli artmıştır. Buna karşılık konvansiyonel silahların hata
payları yaklaşık yirmi kez azalırken, düşman hedeflerini tespit kabiliyetleri ise birkaç
Carl Von Clausewitz, Savaş Üzerine, Doruk Yayımcılık, İstanbul, 2008, s. 30.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında Kuzey Amerika’da gerçekleşen Kuzey-Güney Savaşı’nda esirlerin
kendilerini esir alanların mülkiyetine geçmeyeceği, kulluğun ve köleliğin yasak olduğu gibi insani
değerleri içeren Amerikalı filozof ve siyasetçi Francis Lieber tarafından hazırlanan yasadır.
36
Theo Farrel, “Global Norms and Military Effectiveness”, Creating Military Power The Sources of
Military Effectiveness, Standford Universty Press, Standford, 2007, s. 139-140.
34
35
18
yüz misli artmıştır. Sonuç olarak modern yani klasik orduların konvansiyonel
kuvvetlerini, araç ve teçhizatlarını kullanma imkân ve kabiliyetleri, II. Dünya
Harbine nazaran en az altı yüz misli artmıştır. Tarih boyunca harplerin değişmeyen,
fakat diğer yandan da sürekli bir yenilik ve arayış içerisinde bulunan en temel
kaidelerinden biri de dost ve düşmanın benzer kuvvet unsurları arasında bile olsa
değişik taktik ve teknikler kullanarak üstün gelme mücadelesi olmuştur. Binlerce
yıllık harp tarihinin her muharebe ve çatışmasında kazananı ve/veya kaybedeni
belirleyen esas unsurun insan olduğu nasıl aşikârsa, post modern savaşlarda da
sonucu belirleyenin yine insan unsuru olduğu bir gerçektir.37
Sonuçta dost ve düşmanın aynı güç unsurları arasındaki muharebeler
simetrik, aynı olmayan güç unsurları arasındaki muharebeler ise asimetriktir.
Harplerin genel gelişimleri içerisinde; deniz kuvvetlerinin su üstü ve denizaltı
harekâtı, hava kuvvetlerinin taarruzi hava harekâtı gibi kuvvetlerin simetrik
muharebeleri cereyan edebilir. Ancak bu harekât nevileri bile genel olarak
asimetriktir.
I.
Dünya
Savaşı’ndan
sonra
simetrik
ya
da
konvansiyonel
muharebelerden bahsetmek mümkün değildir. Dost ve düşmanın benzer güç
unsurları ile yapılan mücadelelerde bile taraflar çok farklı taktik ve teknikler
uygulayarak asimetrik etkiler ile durum üstünlüğünü ele geçirme ve elde bulundurma
yarış ve gayreti içerisinde bulunmuşlardır.38
1.5 Silahsızlanma ve Silahların Denetimi Kavramlarının Tarihsel Gelişimi
1.5.1 Silahsızlanma Faaliyetinin İlk Uygulamaları
Antik çağlarda dahi çok kanlı geçen savaşlar neticesinde insanoğlu
silahsızlanmaya ihtiyaç duymuştur. Gücün esas belirleyici faktör olduğu ve fetih
hakkının meşru kabul edildiği bu çağlarda, savaş sonrasında galipler tarafından
mağluplara silahların indirimi ve/veya sınırlandırılması yaptırımlarının uygulandığı
görülmüştür. Romalılar antik çağda kazandığı savaşların ardından düşmanını yüklü
37
Ergüder Toptaş, “Asimetrik Savaş–Yeni Bir Savaş Türü Mü?”, Kara Harp Okulu Bilim Dergisi,
Kara Harp Okulu Basımevi, Cilt:16, Sayı:1, Ankara, 2006, s. 2-3.
38
Toptaş, a.g.m, s. 13.
19
savaş tazminatı ödemeye zorlamış ve bu sayede kendi kuvvetlerini yeniden
yapılandırırken düşmanının ise nisbi muharebe gücünü sınırlandırmaya çalışmıştır.
Zaman içerisinde ise bu silahsızlanma ve silahların indirimi uygulamaları uluslararası
arenada resmiyet kazanmaya başlamıştır. Klasik Çağda ki tarihe geçen ilk
silahsızlanma uygulamalarından biri MÖ. 404 yılında Spartalılar ile Atinalılar
arasındaki savaşın galibi Spartalıların oniki Atina savaş gemisine el koymaları ve
sonrasında daha da zayıflayan Atinalılardan, Atina’yı Pire Limanı’na bağlayan ve
şehri koruyan duvarın yıkılmasını istemeleri olmuştur.
MÖ. 202’de gerçekleşen Roma-Kartaca Barışı; -Zama Antlaşması olarak da
bilinir- Romalıların İtalya, İspanya ve Kuzey Afrika topraklarında yaklaşık onyedi
yıl süren II. Punic Savaşı’nda, Zama Meydan Muharebesi ile Kartaca orduları
komutanı Hannibal’ı mağlup etmesinin ardından Kartacalılar yüklü bir savaş
tazminatı ödemek ve bu tazminata ek olarak sonraki dönemler için yakın çevresine
yapacağı seferlerden önce Roma’dan izin almak zorunda kalmıştır. Yine Romalılar
tarafından katı askeri yaptırımlarım uygulandığı antik çağa dönemine ait bir başka
tarihi bulgu ise MÖ 188 yılında gerçekleşen Apemea Barışı’dır. Bu barış antlaşması
ile Seleucid Krallığının on adet savaş gemisi ile savaş sonrasında hayatta kalan tüm
savaş fillerine el konulmuş ve krallık savaş öncesinde kontrol altında tuttuğu
bölgelerde ki askeri işbirliği anlaşmalarından vazgeçmiştir.39
Tarihi örneklerden görüleceği üzere antik çağlar boyunca silahsızlanma
çabalarında; güçlü olanın haklarının korunduğu, “her zaman kazananın haklı olduğu”
bir yaklaşım ile katı kaidelere bağlı, karşılıklılık ve müzakere ilkelerinden uzak, tek
taraflı bir silahsızlanma ve/veya silahların indirimi şeklindeki uygulamalardan öteye
gidilememiştir.
39
Richard Dean Burns, The Evalution Of Arms Control, ABC-CLIO LLC, Santra Barbara
California, 2009, s. 19-20.
20
Bir
diğer
tarihsel
bulgu
ise,
görüşmeler
yolu
40
anlaşması/uygulaması olarak kabul edilen ve “tatar yayı”
ile
silahsızlanma
olarak tanımlanan silah
sistemlerinin kullanımına Orta Çağ Avrupa’sında getirilen yasaklamalardır.41
Çin donanması, XIII. yüzyılın ikinci yarısında Yangtze Nehri’nde
gerçekleşen deniz harbinde ve XIV. yüzyıl sonlarında ise savaş meydanlarında
Moğollara karşı top kullanmıştır. Kubilay 1420 yılı itibariyle Çin içinde 400 adet
geniş yüzücü tahkimat ve uzun menzilli seferler için yapılmış 250 adet savaş gemisi
barındıran 1350 parçalık bir donamaya sahip olmuştur. Amiral Chang Ho tarafından
1405-1453 yılları arasında yedi uzun mesafeli sefer gerçekleştirilmiştir. Yüzlerce
gemi ve onbinlerce tayfadan oluşan bu büyük filolar Seylan’dan Kızıl Denize,
Malacca’dan Zanzibar’a kadar birçok liman ve denize seferler düzenlemişlerdir.
Fakat 1433’te düzenlenen seferden üç yıl sonra imparatorluk emirleri gereğince açık
deniz gemilerinin yapımı yasaklanmış, büyük savaş gemileri kızaklara çekilmiş ve
donanma personelinin büyük bir kısmı dağıtılmıştır. Bu tedbirin asıl nedeni
Konfüçyüs yasasına göre “Harbin kendisi esefle karşılanacak bir olaydır ve silahlı
kuvvetleri gerekli kılan tek şey barbar saldırılar ve iç ayaklanma korkusudur.” Bu tek
taraflı silahsızlanma kararının diğer nedeni ise imparatorluk kuzey sınırlarının tekrar
Moğol tehdidi altına girmesi olmuştur. Bu yüzden dönemin Çin hükümdarı askeri
kaynakları, tehlike doğuran kuzey bölgesine aktarmış ve büyük bir külfet getiren
donanmasını lağvetmiştir.42
Günümüz silahsızlanma olgusunun ve bu konuda gelinilen son aşamanın
siyasi ve askeri yönlerini özümseyebilmek için birçok bilim adamı tarafından kabul
XII. ve XIII. yüzyıllarda İngilizler tarafından yaygın olarak kullanılan kurmalı bir yaydır. XV.
yüzyılda gelişimini tamamlamış; demirden imal edilmiştir. XV. yüzyılda yeniçeriler tarafından da
yaygın olarak kullanılan tatar yayı; tüfeğe benzer ahşap bir sap üzerine yerleştirilmiş metal ya da ağaç
bir yaydan oluşan ve ok atmakta kullanılan bir silah sistemidir. Bkz.: Godfrey Goodwin, Yeniçeriler,
Çev.: Derin Türkömer, Doğan Kitap, İstanbul, 2004, s. 70. Ayrıca bkz.: Ewart Oakeshott, The
Archaeology Of Weapons, The Boydell Press, New York, 1994, s. 293-299.
41
Bir orta çağ silahı olan kurmalı yağların (tatar yayı) hiristiyanlar arasında kullanımı 1139 yılında,
Papa II. Innocent ve dönemin ileri gelenlerinin ortak düşünceleri (ölümcül bir silah olaması ve tanrı
tarafından nefret edilmesi gibi nedenler) doğrultusunda yasaklanmıştır. Yaklaşık yüz yıl sonra
yayınlanan Magna Carta Anlaşması’nın 51. Maddesi de o döneme ait yabancı uyruklu ve paralı
askerler ile tatar yayı silahlarının ülkeden ihraç edilmesi hususlarını içermektedir.
Bkz.: http://www.castles.me.uk/medieval-crossbow.htm Erişim tarihi: 27 Temmuz 2011.
42
Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Çev.: Birtane Karanakçı, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s. 31-32.
40
21
edilen modern -Rönesans sonrası- ve modern öncesi dönemleri birbirinden ayıran
XV. yüzyıl sonları ile XVI. yüzyılın başlarındaki doğu ve batı toplumlarının siyasi ve
askeri durumlarını belirttmek gerekir.
1500’lü yılların başında uzak doğuda Çin İmparatorluğu Avrupa’nın 50-55
milyonluk nüfusuna karşılık 100-130 milyonluk nüfusu, gelişmiş kültür ve tarım
seviyesi, büyük bir ordu ve donanması ile başlı başına bir güç unsuru olmuştur.
Rakipleri ise Hindistan ve kuzey bölgesinde bulunan Moğol İmparatorluğu iken,
modern çağın başlarında batı dünyası Osmanlı İmparatorluğu’nu için en büyük tehdit
olarak algılamıştır.
Asya’nın büyük güç ve uygarlıkları ile mukayese edildiğinde, Avrupa’nın
kültür, matematik, mühendislik alanları, gemicilik teknolojisi ve diğer teknolojiler
açısından belirgin üstünlükleri olmamıştır. Tıpkı Müslüman toplumların asırlar
boyunca savaşlar, fetihler, karşılıklı ticaret ve yerleşim yolu ile Çin toplumundan
aldıkları gibi batılı toplumlarda kültür ve bilim birikiminin büyük bir kısmını doğu
ve islam dünyasından almıştır. XVI. yüzyılın ilk yarısında belirgin olmak üzere tüm
yüzyıl boyunca, teknolojik ve buna bağlı olarak askeri yönden Osmanlı
İmparatorluğu; Ming Hanedanlığı yönetimindeki Çin, Kuzey Hindistan’daki Moğol
İmparatorluğu, Avrupa’daki devletler kümesi ve Moskof Rusyası, Afrika, Amerika
ve Okyanusya’nın dağınık toplumlarından birçok yönden üstün durumda olmuştur.43
Kuzey Amerika’nın yerel halkını, Fransızlar İngilizlere karşı, İngilizler de
Fransızlara karşı silahlandırmışlardır.44 Kristof Kolomb Yeni Çağ’da Avrupalı
devletlerin askeri gücü karşısında varlık gösteremeyen yerli halkın durumunu “Bu
insanların silahlar ve savaş sanatı üzerine en ufak bilgileri yok..! Onlara egemen
olmak ve istenileni yaptırmak için elli kişilik bir kuvvet yeter.” şeklindeki ifadelerle
notlarına geçirmiştir.45
Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul, 2009, s. 27-28.
44
Wood Gray, Richard Hofstadter, Amerikan Tarihinin Ana Hatları, Amerikan Basın ve Kültür
Merkezi, Ankara, Tarihsiz, s. 23-24.
45
J. G. Leithauser, Dünyamızın Fatihleri, Çev.: Derin Türkömer, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1971,
s. 52.
43
22
1453’te Bizans İmparatorluğu’nun tarih sahnesinden silinmesi, Balkanlar,
Kuzey Afrika ve Akdeniz’in Osmanlı İmparatorluğu himayesine girmesi Avrupalı
milletleri kabuğundan sıyrılmaya ve başka karalar ve yaşam alanları bulmaya sevk
etmiş, bu mecburiyet ise XVI. yüzyılın başlarından itibaren Rönesans, reform ve
coğrafi keşiflere neden olmuştur. XVI. yüzyıl ile XVII. yüzyıl boyunca Avrupa
kıtasında yapılan savaşların birçoğunun temel nedeni “ulus devletlerin doğuşu”
kavramı olmuştur. XV. yüzyıl sonu ile XVII. yüzyılın sonu arasındaki iki asırlık
dönemde birçok Avrupa ülkesinde politik ve askeri otoritede merkezileşme olmuş,
ordular ulusal kimliklere bürünmüştür. Nicelik ve nitelik olarak da hızla büyüyen
Avrupalı orduların çeşitli giderleri için devlet bütçelerinden çok büyük miktarlar
aktarılmıştır. Merkantalizm46 ile artan hammadde ve sömürgecilik yarışına paralel
olarak bilim ve teknoloji alanlarında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu
gelişmelerin itici gücünü ise silahlanma ve denizaşırı ticaret yarışları oluşturmuştur.47
17 ve 18. yüzyıllarda Avrupa’da imzalanan antlaşmaların mecek altına
alındığında muhteviyatlarında silahsızlanmaya yönelik olarak çeşitli teklif ve
uygulamaların olduğu görülmektedir. Bu döneme ilişkin bazı örnekler verecek
olursak;48
- Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) sonucunda imzalanan Westphalia
Antlaşması ile savaşa katılan ülkelerin kaleleri tekrar inşa edilmemek üzere
yıkılmıştır.
- 1766’da Avusturya prensi Kaunitz, Prusya Kralı Büyük Frederick’e ulusal
silahlanmalarında karşılıklı olarak indirimde bulunmayı teklif etmiştir. Kaunitz’in
Avusturya ve Prusya orduları mevcutlarında karşılıklı olarak %75’lik bu indirim
46
Devleti güçlendirmeye yönelik bir dış ticaret politikasıdır. XV. ve XVIII. yüzyıllar arasında
Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Merkantalazmin Fransa’daki uygulaması Colbertizm, Almanya ve
Avusturya’daki uygulaması Kameralizm ve İspanya’daki uygulaması ise Bulyonizm olarak
adlandırılmıştır.
47
Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Çev.: Birtane Karanakçı, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s. 57-103.
48
Staford Arms Control Group, “Modern disarmament efforts before the Second World War”,
Armaments, arms control and disarmament, Unesco Press, 1981, s. 74-75.
23
teklifi Prusyalılar tarafından rededilmiştir. 1769 yılında aynı teklif Avusturya Kralı
II. Joseph tarafından yinelenmiş fakat yine Prusyalılar tarafından rededilmiştir.
- XIX. yüzyılda ki silahsızlanma çalışmalarının ilki 1816 yılında Rus Çarı
I. Aleksandır’ın dönemin Avrupalı büyük güçlerine, silahlı kuvvetler mevcutlarında
indirimler yapmak üzere müzakere çağrısında bulunması olmuştur. Dönemin büyük
güçlerinden İngiltere, ilk başta bu çağrıya Napolyon Savaşları’ndan zaferle çıkan
koalisyon güçlerinden Rusya’nın harpten sonra ordu mevcutlarında herhangi bir
indirime gitmemesi nedeniyle şüphe ile yaklaşmış daha sonra ise St. Petersburg’daki
elçisi ile devletlerin ordu mevcutlarını ve ihtiyaçlarını kendisinin belirlemesinin
uygun olacağını, İngiliz Hükümeti’nin buna hazır olduğunu fakat diğer büyük
güçlerin bu konuda kendileri gibi yapıcı olmadığını, bu nedenle de uluslararası bir
silahsızlanma antlaşması yapılmasının mümkün olmadığını belirtmiştir. Avusturya
Prensi Metternich ise bu teklife ilgi göstermemiş, ulusların coğrafik durumları,
kaynakları ve dini özellikleri dikkate alınarak silahlı güçlerinin belirlenmesi
gerektiğini belirterek bu türde bilgileri Rusya ya da başka bir devlet ile
paylaşmayacağı yönünde bir cevap vermiştir.
Büyük coğrafi keşiflerin gerçekleşmesi, ticaretin artması ve kapitalist
ekonomilerin ortaya çıkmasıyla Avrupalı milletler kent merkezli ekonomik sisteme
geçmişlerdir. Merkantilizmin ortaya çıkmasıyla Avrupa’da feodalizm çökmüş
yerlerine ulus devletler kurulmuş, XIX. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan sanayi
devrimi ile sömürge yarışı hızlanmış, buna paralel olarak devletlerin silahlanma
faaliyetleri bir hayli artmıştır. Ulusal ordular sanayi devrimi ve getirdikleri ile ateş
güçlerini büyük çaplarda artırmışlar, kara ve deniz kuvvetlerindeki yeni taktik ve
uygulamalarla acımasız bir silahlanma yarışına girmişlerdir.
Dünyada silahlanma çabasının arttığı bu dönemin en çarpıcı örneklerinden
biri Birleşik Devletler’de yaşanmıştır. İç savaş sonrasında toparlanan, sanayi ve
ekonomisini her yönüyle geliştiren, 1880 yılı itibariyle deniz kuvvetleri Şili, Brezilya
ve Arjantin’in deniz deniz kuvvetlerinden küçük olan ABD, 1880’li yılların sonunda
deniz kuvvetlerini güçlendirmeye, 1890’lı yıllarda ise Monroe Doktrini’ni terk
24
ederek dünya siyasetinde boy göstermeye başlamıştır. I. Dünya Savaşı’nda
Almanya’nın olası zaferinden ve müteakiben Güney ve Orta Amerika’ya sahip
olmak için kendisine baskı yapmasından çekinen ABD, ağırlığını İtilaf
Devletlerinden yana koymuş ve Roosevelt başkanlığında geniş çaplı bir silahlanma
faaliyetine girmiştir.49
1817’de ABD ile Büyük Britanya -Kanada, antlaşmanın imzalandığı
dönemde bir İngiliz colonisidir- arasında imzalanan “Rush-Bagot Antlaşması” XIX.
yüzyılda gerçekleştirilen gönüllük ve tarafların savunma harcamalarını karşılıklı
olarak azaltması esasına dayalı başarılı bir silahsızlanma antlaşmasıdır. Antlaşma iki
ülke arasındaki hudut boyunca uzanan büyük göllerdeki deniz kuvvetlerini tonaj ve
silah sistemleri bakımından eşit iki gemi ile sınırlamıştır. II. Dünya Savaşı’nda
Mihver Devletlerine karşı kullanılmak üzere Kanada’nın antlaşmada belirtilen
göllerde gemi inşa edebilmesi amacıyla yeniden düzenlenen bu antlaşmanın
günümüze değin bağlayıcılığını koruduğu görülmektedir.50
1831’de Fransa Kralı Louis Philippe ve 1863’te III. Napolyon büyük
devletlere silahsızlanma konusunda çağrıda bulunmuşlardır. Fakat o dönemlerde
batılı büyük güçler arasında birçok ihtilafın bulunması nedeniyle bu girişimler de
sonuçsuz kalmıştır.51
Uluslararası silahsızlanma çalışmaları ve silahsızlanma tarihinin en eski
belgelerinden birisi St. Petersburg Deklarasyonu’dur. Dönemin Rus Çarı Alexander
Gorchakov’un çağrısıyla St. Petersburg’da 29 Kasım-11 Aralık 1868 tarihleri
arasında düzenlenmiştir. St. Petersburg’ta kurulan uluslararası askeri komisyon;
savaş meydanlarında bazı silahların yasaklanması için çalışmalarda bulunmuş ve tüm
katılımcı ülkelerce mutabık kalınan bazı tahditler belirlenmiştir. Konferans
Henry Kissinger, Diplomasi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002, s. 30-35.
Jozef Goldblat, Arms Control A Guide to Negotiations and Agreements, Sage Publications,
London, 1994, s. 125.
51
Zeki Mesud Aslan, Silahsızlanma Problemi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:29/11,
Ankara, 1953, s. 15.
49
50
25
sonucunda kabul edilen hususlar ortak bir bildiri ile tüm dünya milletlerine ilan
edilmiş olup şu hususlardan oluşmuştur.52
- Medeniyetin ilerlemesi, savaş felaketlerini önleyici etkide olmalıdır.
- Devletlerin savaş süresince tek amacı düşman askeri gücünü zayıflatmak
olmalıdır.
- Bunun için mümkün olduğunca çok sayıda askeri saf dışı bırakmak yeterlidir.
- Sakat kalan insanların acılarını artıracak veya ölümünü kaçınılmaz hale
getirecek şekilde silahlanmak suretiyle bu amaçtan uzaklaşılmış olunmaktadır.
- Bu tip silahların kullanılması insani hukuka aykırıdır.
- Antlaşmaya taraf olan ülkeler, kendi aralarındaki bir savaşta kara veya deniz
kuvvetlerinde, 400 gramın altındaki patlayıcı veya parlayıcı tahrikli mermilerin
kullanılmayacağını karşılıklı olarak taahhüt ederler.
- Bu toplantıya katılmayan devletlere temsilciler gönderilerek bu antlaşmaya
iştirak etmelerine çalışılacaktır.
- Bu antlaşma yalnız antlaşmaya taraf ülkeler ve bu ülkeler arasındaki savaşlarda
bağlayıcıdır. Antlaşmaya taraf olmayan ülkeleri bağlamaz.
- Antlaşmaya taraf olan devletlerden birinin, taraf olmayan bir devlet ile
hilafında antlaşma hükümleri geçersizdir.
- Katılımcı ülkeler, antlaşmada belirtilen prensipler ve insani hukuk dâhilinde
ileride antlaşmayı yeniden gözden geçirerek gerekli düzenlemeleri yapma hakkını
saklı tutarlar.
1.5.2 Müzakereler Yolu İle Silahsızlanma Çalışmaları
Sınırlı silahlanmanın ana şartlarının temel dayanağı, devletlerin meşru
müdafaa haricinde herhangi bir maksatla harp etmek niyetinden vazgeçmiş olmaları,
diğer bir ifadeyle öncelikle aralarında manevi bir silahsızlanma sağlamış olmalarıdır.
Herhangi bir devlet cebren mevcut dengeleri ve statükoyu değiştirmek veya
kendisine siyasi ve iktisadi kazançlar sağlamak amacını güttüğü sürece çevresini ve
komşularını sürekli bir güvenlik kaygısı ve huzursuzluk içerisinde bırakacağından bu
52
Harp Akademileri Yayınları, Dünyadaki Silahsızlanma Çalışmaları ve Türkiye, Harp
Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995, s. 1-2.
26
durum silahsızlanma için uygun bir zemin oluşmasının önüne geçecektir. Karşılıklı
iyi niyet ve güven silahsızlanmanın başlıca şartıdır. Emniyetin zaruri boyutları
sağlanmadan hiçbir millet silahlarını ihtiyari olarak terk etmez ve terk etmesi de
beklenemez.53
Silahsızlanma faaliyetlerinin ehemmiyet kazanması, tüm dünya milletlerince
çalışmalara müdahil olunması XIX. yüzyıl sonları ile XX. yüzyıl başlarında hâsıl
olmuştur. Sanayi devrimi ile birlikte teknolojinin süratle gelişmesi ve bu gelişmenin
savunma ve harp sanayilerine müthiş bir ivme kazandırması devletlerin savunma
bütçelerine olağanüstü yükler getirmiştir. Silah üretim kapasitelerinin, silahların
öldürücülük ve imha yeteneklerinin muazzam oranda artması devletleri silahsızlanma
konusunda daha ciddi düşünmeye ve artan güvensizlik ortamı içerisinde uluslar arası
olası bir çatışmayı önlemek amaçlı adımların atılmasına yol açmıştır. 1873’te
“Uluslararası Hukuk Enstitüsü”, 1887’de “Parlementolar Arası Birlik” ve “Nobel
Komitesi” ile 1891 yılında Bern’de ilk “Uluslararası Barış Bürosu”nun kurulması
gibi hükümetlerin desteklerinden yoksun özel teşebbüslerin çalışmaları kalıcı bir
sonuç vermemiştir. XIX. yüzyılın sonlarındaki bu çabaların en ses getireni ve etkilisi
dönemin Rus Çarı II. Nikola’dan gelmiştir.54
1.5.2.1 La Haye Barış Konferansları
Karşılıklı antlaşma ile silahların sınırlandırılması ve savunma bütçelerinde
indirime gidilmesi maksadıyla, dönemin tüm büyük güçleri dönemin Rus Çarı
II. Nikola’nın davetiyle La Haye’de sekiz yıl arayla iki kez toplanmışlardır. I. La
Haye Barış Konferansı 1899 Ağustos ayında, II. La Haye Barış Konferansı ise 1907
Haziran ayında yapılmış olup I. Konferansa otuz ülke, II. Konferansa ise kırk dört
ülkenin temsilcileri katılmıştır.55 Uluslararası görüş ayrılıkları 1899’da olduğu gibi,
1907'de de (Almanların donanmadaki indirime bakış açıları olumlu olmasına
rağmen, Fransızlar bu konuya ciddi bir tepki göstermiş ve muhalefet etmiştir.) devam
53
Zeki Mesud Aslan, Silahsızlanma Problemi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:29/11,
Ankara, 1953, s. 14.
54
Norman Davies, Avrupa Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006, s. 921.
55
Jozef Goldblat, Arms Control A Guide to Negotiations and Agreements, Sage Publications,
London, 1994, s. 256.
27
etmiştir. Özellikle büyük devletler, silâhlanmanın sınırlanması meselesinde
uluslararası bir anlaşmaya varamamış, yalnızca bazı eylemler yasaklanmış, esirlerin,
yaralıların hak ve yükümlülükleri tespit edilmiş ve savaşan ile savaşmayan
devletlerarasındaki ayrım belirlenmiştir. İngilizlerin dretnot sınıfı gemileri inşa
etmesi ve 1906’da suya indirmesi II. Konferansın gündemine oturmuş ve İngiltere ile
Almanya arasında deniz silahlanma yarışına dönüşmüştür.56
18 Ekim 1907 tarihli La Haye Sözleşmesi’nin IV numaralı eki; “Kara
Harbinin Yasaları ve Yöntemleri Hakkında Yönetmelik” ile tarafların harpte
kullanabileceği bazı silah ve mühimmatlara çeşitli yasaklar getirmiştir. Bu
yönetmelik uyarınca harp halinde bulunan devletlere, düşmana zarar verme
vasıtalarının seçiminde birtakım sınırlamalar getirilmiş, zehir ve zehirli silahlar ile
aşırı acı verecek şekilde yapılmış silah, mermi ve maddelerin kullanımı
yasaklanmıştır. Tüm bu gelişmelere ve her iki konferans sonucunda imzalanan La
Haye Sözleşmeleri -özellikle 1907 tarihli sözleşme- ile uluslararası harp hukukunun
temellerinin atılmasına rağmen, tüm katılımcı ülkeleri tatmin eden, silahsızlanmaya
yönelik somut ve kalıcı bir adım atılamamış, “halkların maddi ve manevi refahının
arttırılması için devletlerin askeri masraflarının sınırlandırılması” şeklinde ortaya
çıkan kanaatin ötesine gidilememiştir.57
Her iki konferansı da yakından takip eden İngiliz gazeteci William Stead’ın
konferans sebebiyle çıkarmakta olduğu “Konferans Postası” isimli gazetede yaptığı
“1899’da Petersburg’da doğan silahsızlanma, 1907’de La Haye’de ölmüştür.”
yorumu tüm dünya milletlerinin hayal kırıklığına tercüman olmuştur.58 XX. yüzyılın
başlarında elde edilen sayısal veriler ve büyük devletlerin savaş çığırtkanlığı yapan
açıklamaları, büyük bir savaşın kapıda beklediğinin somut kanıtları olmuştur.
56
Andre T. Sidorowicz, “The British Government, The Hauge Peace Conference of 1907, and the
Armaments Questions”, Arms Limitation and Disarmament Restraints on War, 1889-1939,
Praeger, London, 1992, s. 1-16. Ayrıca Bkz.: Staford Arms Control Group, “Modern disarmament
efforts before the Second World War”, Armaments, arms control and disarmament, Unesco Press,
1981, s. 76.
57
Harp Akademileri Yayınları, Devletler Hukuku, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006, s.
164-168.
58
Zeki Mesud Aslan, Silahsızlanma Problemi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No:29/11,
Ankara, 1953, s. 17.
28
1.5.2.2 Wilson İlkeleri
1914-1918 yılları arasında gerçekleşen I. Dünya Harbi ile tüm dünya
milletleri savaşın gerçek yüzünü görmüş, büyük felaketler ve acılar yaşamışlardır. Bu
nedenle henüz savaş devam ederken Birleşik Devletler Başkanı Woodrow Wilson
08 Ocak 1918 tarihinde on dört maddeden oluşan bir bildiri yayınlamıştır. “Wilson
İlkeleri” olarak tarihe geçen bu bildiride, savaşın geride bıraktığı yıkım dünya
devletleri arasında kalıcı bir sulhun tesisi ve bekası için uluslararası bir örgütün
kurulmasını öngören yaygın bir kanı olarak ortaya çıkmıştır. Esasen Almanya’nın
silahsızlanmasını hedefleyen “Wilson İlkeleri”nin “Taraflar karşılıklı olarak, ulusal
silahlarını
kendi
güvenliklerini
sağlayacak
miktara
indireceklerine
garanti
vereceklerdir.” şeklindeki VI. Maddesi ile uluslararası silahsızlanmaya yönelik
çabaların temellerini atılmıştır.59
Savaştan en karlı çıkan Birleşik Devletler olmuştur. Savaş müddetince
müttefiklerin Birleşik Devletler’e borçlanması, ABD’yi dünyanın en büyük alacaklı
ulusu ve bir numaralı ekonomisi haline getirmiştir. Wilson İlkelerinin yayınlanması
ile birlikte; yaklaşık dört asırdır süren Avrupalıların dünya hâkimiyeti Amerika
Kıtası’na geçmeye başlamış, bununla beraber ABD uluslararası arenada boy
göstermeye başlamıştır.
1.5.2.3 Milletler Cemiyetinin Kurulması
I. Dünya Harbi’nin sonunda, galip devletler mağlup devletlerle barış
antlaşmaları imzalamadan evvel kendi aralarında toplanıp ortak bir mutabakata
varmak amacıyla 18 Ocak 1919’da Paris’te bir araya gelmişlerdir. Paris Barış
Konferansı’na “menfaatleri umumi” olan ve beşler gurubu diye anılan beş devlet:
Birleşik Devletler, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya ile “menfaatleri hususi” olan
23 devlet: Belçika, Brezilya, Çin, Küba, Yunanistan, Guetalama, Haiti, Hicaz,
Honduras, Liberya, Nikaragua, Panama, Polonya, Portekiz, Romanya, Sırp-Hırvat-
59
Thomas A. Bailey, W. Wilson and the Peacemakers, MacMillan Co., New York, 1947, s. 42.
29
Sloven Krallığı, Siyam, Çekoslovakya, dört İngiliz Dominyonu, Hindistan ve harpte
tarafsız kalmış dört devlet: Bolivya, Ekvator, Peru, Uruguay katılmıştır.60
Paris Barış Konferansı’na iştirak eden devletler Birleşik Devletler’in
öncülüğünde, 28 Nisan 1919’da Milletler Cemiyeti’ni (MC) kurmuşlardır. Milletler
Cemiyeti Misakı’nın VIII. Maddesinde “Barışın korunması ve devam ettirilmesinin,
ulusal silahlanma düzeyini ulusal güvenlik sınırlarına kadar indirmeyi ve uluslararası
yükümlülüklerin ortak eylemlerle uygulanmalarının gerekliliği” net olarak
belirtilmiştir. Ayrıca Cemiyet bu konuda çalışmalar yaparak çeşitli çözüm yolları
bulmakla da görevlendirilmiştir.61
Cemiyetin
silahsızlanma
konusundaki
ilk
uygulamalarından
biri,
Almanya’nın I. Dünya Harbinden kalma binlerce savaş uçağı ve gemisi, tankları ve
topçu silahları ve de sayısı neredeyse 25.000’i bulan sayısız fabrikalarının imhası,
kapatılması ya da el konulması suretiyle silahsızlandırılması olmuştur.62
1.5.2.4 Versay Barış Antlaşması
Versay Barış Antlaşması’nın silahsızlama ile ilgili V. Maddesi; çalışmanın
“Zorunlu Silahsızlanma Metodu” alt başlığında da belirtilebilir. Fakat “Versay
Barışı”nın sonuçta bir barış antlaşması kimliği taşıması nedeniyle “Müzakereler Yolu
İle Silahsızlanma Çalışmaları” alt başlığı altında çalışma kapsamına dâhil edilmiştir.
İtilaf Devletlerince, Paris Barış Konferansı’nda hazırlanan antlaşma metni
taslağına Almanya’nın itirazları herhangi bir sonuç getirmemiş olup 28 Haziran
1919’da Versay Barış Antlaşması taraflarca imzalanmıştır. 440 maddeden oluşan
antlaşma metninin V. Maddesi Almanya’yı zorunlu olarak silahsızlandırmıştır.
“Versay Barışı”nda ki silahsızlanma uygulaması tek taraflı bir silahsızlanma şeklinde
olmuştur. Bu madde uyarınca; “Almanya’da zorunlu askerlik kaldırılmış, ülke
M. Cemil Bilsel, Lozan C.I, Sosyal yayınlar, İstanbul, 1998, s. 213.
Staford Arms Control Group, “Modern disarmament efforts before the Second World War”,
Armaments, Arms Control and Disarmament, Unesco Press, 1981, s. 79.
62
Richard Dean Burns, The Evalution Of Arms Control, ABC-CLIO, LLC, Santra Barbara
California, 2009, s. 25.
60
61
30
savunması ve iç güvenlik amaçlı olarak 100.000 kişilik bir orduda –karargâh, okul,
eğitim merkezi vb. yerlerde görevli subaylar dâhil- karar kılınmıştır. Ayrıca Alman
silahlı kuvvetlerinin donanma ve hava kuvvetlerine sahip olmamaları gerektiği
belirtilmiş ve eğitim amaçlı her bir piyade tüfeği, makinalı tüfek vb. diğer tüm
silahlar için yıllık mühümmat miktarları gibi en ince detaylar antlaşma hükümlerine
dahil edilmiştir. Bir başka ifadeyle; baskı altında ki Alman ordusu tepeden tırnağa
yeniden yapılandırılmıştır. Almanya’nın harp esnasında ki müttefikleri de
imzaladıkları St Germen, Trianon, Nöyyi ve Sevr Barış Antlaşmaları ile benzer
silahsızlanma hükümlerine maruz kalmıştır.”63
Müttefiklerce, tek taraflı olarak, her yönü ile bağlayıcı hükümleri olan,
özellikle de çok ağır silahsızlanma koşullarını içeren Versay Barış Antlaşması
“Kartaca Barışı”64 olarak nitelendirilmiştir ve bu yüzden Avrupa’da kalıcı barış ve
güvenliğin tesisi yerine özellikle revizyonist devletlerin -Almanya, Japonya ve
İtalya- daha büyük kin ve düşmanlık beslemelerine neden olmuştur.65
Kazananla kaybedenin aynı masaya oturduğu fakat kaybedene söz hakkı
tanınmadığı ateşkes ve sulh müzakerelerinin tarihteki en çarpıcı örneklerinden birisi
de Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması’dır. 30 Ekim 1918
tarihinde imzalanan yirmi beş maddelik Mondros Ateşkes Antlaşması’nın özellikle
I.,V.,VI.,XVI. ve XX. Maddeleri gereğince Türk ordusunun kara ve deniz kuvvetleri
neredeyse tamamen tasfiye edilmiş, tüm silah, araç ve gereçlerine İtilaf Devletlerince
el konulmuştur. Ayrıca antlaşmanın bazı diğer hükümleri (III.-XI.-XVII. ve XVIII.
Maddeler) ile de İstanbul Hükümeti coğrafik manada ağır bir silahsızlanmaya tabi
tutulmuştur.66 Bu nedenle, “Mondros” bir ateşkes antlaşması olmaktan öte, savaşı
63
P. J. Noel Baker, Disarmament, Kennikat Press, New York, 1970, s.106-124.
M.Ö Romalılarla Kartacalılar arasında yapılan Pön Savaşları’ndan II. Pön Savaşı sonrasında
Kartaca donanması Romalılar tarfından imha edilmiş ve Kartaca ağır bir vergiye bağlanmıştır. 60 yıl
sonra yapılan III. Pön Savaşı sonrasında Romalılar Kartacalılara karşı mutlak bir zafer kazanmış ve
savaş sonrasında Kartaca kentleri yok edilmiş ve halkı köle olarak satılmıştır. Dünya tarihine “Kartaca
Barışı” olarak geçen ve çok ağır koşulları içeren bu barışı, dönemin Romalı senatör ve tarihçisi
Cornelius Tacitus “Romalılar bir çöl yarattı ve buna barış dedi.” sözleriyle ifade etmiştir. Bkz.:
Norman Davies, Avrupa Tarihi, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2006, s. 178-180.
65
Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Çev.: Birtane Karanakçı, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s. 346-347.
66
ATASE, İstiklal Harbi Arşivi, Klasör No.38, Gömlek No.36, Belge No.36-1, 6.
64
31
kaybeden bir devlete uylanan tek taraflı ve zorunlu bir silahsızlanma antlaşması
olmaktan öteye gidememiştir.
1.5.2.5 Washington Deniz Silahsızlanma Konferansı
I. Dünya Harbi sonrasında değişen güçler dengesinde Birleşik Devletler her
ne kadar içine kapanık bir dış politika izlemişse de ağırlığı her yönü ile hissedilmiş,
ABD’nin denizlerdeki egemenlik arayışı savaş sonrası dönemde İngiltere ve özellikle
de Japonya tarafından zorlanmıştır. İngiliz Dominyonları ve Hindistan’ın ayrıca
temsil edildiği ve ondört devletin katıldığı Konferansa Rusya çağırılmamıştır.
1921 Kasım ayında toplanan Konferans, 6 Şubat 1922’de Birleşik Devletler,
İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya arasında imzalanan ve tarafların büyük
gemilerinin -savaş gemileri, kruvazörler, uçak gemileri- tonajlarına çeşitli
sınırlamaların konulduğu “Deniz Silahlarının Sınırlanması Antlaşması” ile
sonuçlanmıştır. Antlaşma denizaltı ve destroyer sınıfı savaş gemilerinin tonajlarına
herhangi bir sınırlama getirmemiş olmasına rağmen genel itibariyle başarılı bir deniz
silahsızlanma antlaşması olarak tarihteki yerini almıştır. Sınırlamalar kapsamında
büyük tonajlı savaş gemilerin toplam tonajları A.B.D ve İngiltere için; 525.000,
Japonya için; 315.000, Fransa ve İtalya için ise 175.000 ton olarak belirlenmiştir. Bu
antlaşma ile ABD ve İngiltere, Fransa ve İtalya’nın üç misli büyüklüğünde bir
donanmaya sahip olma hakkını elde etmişlerdir. Uzakdoğu’da ortaya çıkan ve
ABD’yi ciddi bir şekilde rahatsız eden Japon emperyalizmi ise sınırlanmıştır. Ayrıca,
İngiltere, 1805 yılında ki “Trafalgar Deniz Zaferi”nden beri süregelen ve “TwoPower Standard”67 olarak adlandırdıkları dünyanın bir numaralı deniz gücü olma
özelliğini kaybetmiş ve bu üstünlüklerini Birleşik Devletler ile paylaşmak zorunda
kalmıştır.68
XIX. yüzyılın sonlarında dünyanın bir numaralı deniz kuvvetleri olan İngiliz Kraliyet
Donanması’nın gücü, kendisinden sonra gelen ilk iki ulusal donanmanın güçleri toplamına eşit olması
anlamında kullanılan ve 1889’da Birleşik Krallık Parlementosunda kabul edilen “Deniz Savunma
Yasası”ndan itibaren Britanya Donamasının resmi güç standartıdır. O dönemde İngilizlerin kendi
donanmalarından sonra ki en güçlü iki donanmadan kastı Fransız ve Rus donanmalarıdır.
68
Meredith W. Berg, “Protecting National İnterests by Treaty: The Second London Naval
Conference, 1934-1936”, Arms Limitation and Disarmament Restraints on War, 1889-1939,
Praeger, London, 1992, s. 204-205.
67
32
1.5.2.6 Cenova ve Moskova Konferansları
Silahlanma yarışının hızlanması ve buna bağlı olarak ekonomik sorunların
artması nedenleriyle toplanan Cenova Konferansı 10 Nisan 1920’de çalışmalarına
başlamıştır. Sovyet delegasyonu “tüm devletlerin silahlı kuvvetlerinin personel
mevcutlarında indirime gitmesi, savaş hukukuna riayet edilmesi, kimyasal gaz
kullanımı ve sivillere yönelik hava taarruzlarının yasaklanması” hususlarında
beklenmedik bir teklifte bulunmuşlardır. Başlagıçta kabul görmeyen bu öneri
SSCB’nin ısrarlı tutumu ve konunun ahlaki boyutu olması nedenleriyle Finlandiya,
Estonya, Letonya ile Polonya tarafından kabul görmüş ve bu beş ülke tarafından
bölgesel kapsamlı bir “Silahsızlanma Notası” düzenlenmiştir.69
SSCB, Cenova Konferansında genel silahsızlanma hususunun çözümsüz
kaldığını belirterek; Baltık ülkelerini ve Polonya’yı konuyla ilgili bir konferansa
çağırmıştır. 2 Aralık 1922 tarihinde Finlandiya, Estonya, Letonya, Litvanya ve
Polonya’nın katılımıyla Moskova’da başlayan görüşmelerde Sovyet delegasyonu
ordu mevcutlarında, %75 oranında bir indirim teklifinde bulunmuştur. Bu teklife
göre Kızılordu’nun 800.000 kişilik mevcudunun on sekiz ila yirmi dört aylık bir süre
içerisinde 200.000’e düşürülmesi öngörülmüştür. Ayrıca düzenli ordu birlikleri
dışında kalan paramiliter (yarı askeri) güçlerin dağıtılması, savunma bütçelerinde
indirime gidilmesi ve hudut bölgelerinde silahtan arındırılmış tampon bölgeler
oluşturulması hususları Sovyet yetkililerince teklif edilmiş fakat itirazlar sonucunda
herhangi bir mutabakat sağlanamamıştır.70
O dönemde Sovyetlerin bu ısrarlı silahsızlanma tekliflerinin altında yatan
gerçek neden kendi ulusal güvenlik kaygıları olmuştur. 1917 yılında gerçekleşen
Ekim Devrimi’nin etkileri ile I. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkımı üzerinden atmaya
çalışan SSCB, dışarıdan gelebilecek tehditleri bertaraf etmek maksadıyla özellikle
yakın çevresindeki bölge ülkeleriyle karşılıklı olarak silahsızlanmak ve savunma
harcamalarında indirimler yapmak istemiş fakat başarılı olamamıştır. Çünkü barıştan
69
J.S. Williams, The Cenova Conference, London, 1922, s.73.
W.L. Mahaney, The Soviet Union The League of Nations and Disarmament 1917-1935,
Philedelphia, 1940, s. 37.
70
33
çok kin ve nefret getiren Versay Barışının uzun soluklu olmayacağı kanısı o
dönemde tüm Avrupa’da kabul görmüştür. Bu nedenden dolayı hiçbir ülke o
dönemde bu tip genel silahsızlanma tekliflerini kabul etmeye yanaşmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 23 Ocak 1923
tarihinde The New York Herald gazetesi muhabiriyle yaptığı röpörtaj da sarf ettiği
“Silahsızlanma ve daimi barış, ancak ve ancak büyük devletlerin devlet adamlarının
büyük ve küçük bütün milletlerin bağımsızlık ve gelişme haklarına eşit surette sahip
olduklarını kabul etmeyi öğrendikleri zaman mümkün olacak.”71 ifadelerinden, Türk
Kurtuluş Savaşı sonrası dönemine rastlayan, Batılı Devletlerin I. Dünya Harbi
sonrasındaki barış ve silahsızlanma çabalarından açıkça şüphe ettiği anlaşılmaktadır.
Atatürk’ün yine silahlanma meselesi ile ilgili olarak 1924 yılı Şubat ayında
bir harp oyunu bitiminde; “I. Dünya Harbi’nden sonra bütün evren barış ve
suskunluğa (sükûn) gereksemektedir. Türkiye’nin -ki birçok savaşların yapıldığı bir
yer olmuştur; sayısız felaketler görmüştür- barışa ve dinginliğe olan gereksemesi
daha çoktur. İşte biz bu hazırlığımızla gereksediğimiz barış ve suskunluğu sağlamak
istiyoruz. Yantutmazlıkları bütün dünyaca kabul edilen ve doğrulanan devletler
vardır ki barış, suskunluk ve erinçleri (huzur) için doğal savunmalarına önem
vermekte, ordularına olağanüstü özen göstermektedir. Bu, dikkat ve uyanıklığa
değer. Biz de herkes gibi doğal savunmamıza gerekli olan önemi vermek
yükümlülüğündeyiz.”şeklindeki tespitinin72 üzerinden neredeyse bir asır geşmesine
rağmen, 2010 yılı Türkiyesinde geçerliliğini halen koruduğu açıkça görülmektedir.
1.5.2.7 Milletler Cemiyeti Konferansları
Milletler Cemiyetinin 24 Eylül 1924’te başlayan V. Dönem çalışmaları
sonucunda 2 Ekim 1924’de “Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçı Yöntemlerle
Çözümü” protokolü kabul edilmiştir. Fakat Fransızların Versay Barışı ile İngilizlerin
kara kuvvetlerindeki öncelikli indirim tezinde ki ısrarlı direnişleri nedeniyle protokol
71
Atatürk’ün Bütün Eserleri Danışma Kurulu, Atatürk’ün Bütün Eserleri, C:15 (23 Ocak-30
Haziran 1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005, s. 24.
72
Cemal Erikan, Komutan Atatürk, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2001, s. 46.
34
uygulamaya geçememiştir. MC 1925 yılında kırk iki ülkenin katılımıyla Cenevre’de
toplanmıştır. Konferans sonunda zehirli gazlar ile kimyasal ve biyolojik silahların
savaş alanlarında kullanımını yasaklayan “Cenevre Protokolü” kırk iki ülke
tarafından imzalanmıştır. Protokole II. Dünya Savaş’ına katılan ülkeler riayet etmiş
ve savaş süresince zehirli gazlar ile kimyasal ve biyolojik silahlar kullanılmamıştır.73
2 Mayıs 1925 tarihinde Cenevre’de “Uluslararası Silah, Mühimmat ve Harp
Malzemeleri Ticaretinin Denetimi” ile ilgili bir konferans düzenlenmiştir. Ulusal
lisansların düzenlenmesi, silah transferlerinde şeffaflığın sağlanması hususlarının
müzakere edildiği konferansta denetim ile ilgili hükümlerin saptanmaması, üretici
ülkelerin denetim hükümlerine tabi edilmemesine karşın, silah transfer eden ülkelerin
mercek altına alınmasına ithalat yapan ülkelerden tepkiler gelmesi ve bazı ülkelerin
uluslararası silah ticareti ile ilgili olarak bazı büyük silah sistemlerinde eksik bilgiler
vermesi nedenleriyle konferanstan kesin bir sonuç alınamamıştır.74 MC çatısı altında
düzenlenen konferansa Türkiye Cumhuriyeti’de davet edilmiş fakat Ankara
Hükümeti; Milletler Cemiyeti’ne üye henüz üye olmaması, Lozan barış
müzakerelerinin devam etmesi gibi nedenleri gerekçe göstererek konferansa iştirak
etmeyeceğini bildirmiştir.75
Cemiyetin silahsızlanma hususundaki VI. Dönem toplantısı 25 Eylül 1925’te
başlamıştır. Görevli komisyona verilen görev, öncelikli olarak silahsızlanma
kavramının tanımı, uygulama olanaklarının araştırılması, muhtelif devletlerin
silahlanmalarının mukayesesi için çeşitli kaidelerin belirlenmesi, savunma ve taarruz
amaçlı silahlanmanın birbirinden ayırt edilmesi, ülkelerin nüfus yoğunluğuna, doğal
kaynaklarına, coğrafik konumuna, deniz ve demiryolu ulaşımına ve hudutlarının
boyutlarına göre silahlanma esaslarının belirlenmesi olmuştur.76 MC’ye üye olmayan
Almanya, Birleşik Devletler ve Sovyet Rusya’da konferansa davet edilmişlerdir.
Komisyon yukarıda belirtilen esaslar dâhilinde silahlanmanın sınırlanması ve
73
Staford Arms Control Group, “Modern disarmament efforts before the Second World War”,
Armaments, Arms Control and Disarmament, Unesco Press, 1981, s. 80.
74
Richard Dean Burns, The Evalution Of Arms Control, ABC-CLIO, LLC, Santra Barbara
California, 2009, s. 89.
75
DEVLET ARŞİVLERİ, Yer No. 030.18/11.12.77.15.1,2
76
P.J. Noel Baker, Disarmament, Kennikat Press, New York, 1970, s.1-4.
35
azaltılması için bir antlaşma projesi hazırlamıştır. Komisyonun çalışmalarına Alman,
Fransız, İngiliz ve Rus temsilcilerinden gelen tepkiler farklı olmuştur.77
SSCB Dışişleri Bakanı Litvinof, silahsızlanma komisyonuna ondört
maddeden oluşan ve içerisinde silahlı kuvvetlerin dağıtılması, silahların imhası,
askerlik hizmetinin kaldırılması ve askeri harcamaların yapılmaması gibi geniş ve
ciddi yaptırımları olan bir teklif sunmuştur. Komisyonun çalışmalarını 1927
Martından itibaren takip eden Türkiye, SSCB’nin 15-24 Mart 1928 tarihleri arasında
görüşülen “Genel ve Tam Silahsızlanma Tasarısı”na, cemiyete üye olmamasına
rağmen destek vermiştir. Batılı güçler silahsızlanmanın ulusal güvenlikten
ayrılamayacağını belirterek, teklifi reddetmiş, teklifi destekleyen ise sadece Türk ve
Alman tarafları olmuştur.78 Sovyetlerin bu çıkışının asıl nedenini ise Batılı
Devletlerin barışı bozacakları ve olası bir harbe hazırlıksız yakalanma korkusu teşkil
etmiştir. Yaklaştığı hissedilen umumi bir harp nedeni ile tarafların silahlanmaya hızla
devam ettiği bu süreçte silahsızlanma konusunda karşılıklı adımların atılması
mümkün olmamıştır.79
1.5.2.8 Londra Deniz Silahsızlanma Konferansı
1930 Ocak ayında “Deniz Silahlarının Sınırlandırılması” konulu konferans
Londra’da toplanmıştır. Konferansa Briand-Kellog (Paris) Paktı’nın sonucunda
oluşan barış atmosferi yol açmıştır. Dönemin beş büyük deniz gücü olarak ABD,
İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya’nın iştirak ettiği konferans sonucunda 21 Nisan
1930’da imzalanan “Londra Deniz Antlaşması” ile tüm katılımcılar, büyük ve küçük
tonajlı savaş gemileri ile denizaltıların sayıları ve toplam tonajları hususlarında
1931-1936 yılları arasını kapsayacak şekilde anlaşmaya varmışlardır. Konferansın üç
77
B.J.C. McKercher, “Of Horns and Teeth: The Preparatory Commissions and the World
Disarmament Conference, 1926-1934”, Arms Limitation and Disarmament Restraints on War,
1889-1939, Praeger, London, 1992, s. 175-176.
78
Türkiye ile Yunanistan arasında 1928 yılında Yavuz (Goeben) Zırhlısının onarımından dolayı çıkan
kriz 1930 sonbaharında Türk-Yunan Dostluk Antlaşmasıyla çözüme kavuşmuştur. Yine o dönemde
Fransa ile İtalya’nın Akdeniz’de askeri işbirliğine gitmeleri nedeniyle Karadeniz’de alarma geçen ve
donamasını güçlendiren SSCB’den rahatsızlık duyan Ankara Hükümeti, 7 Mart 1931 tarihli TürkSovyet Deniz Antlaşması ile Karadeniz kıyılarının güvenliğini sağlamıştır. Bkz.: Richard Dean Burns,
The Evalution Of Arms Control, ABC-CLIO, LLC, Santra Barbara California, 2009, s. 26-27.
79
Zeki Mesud Aslan, Yeni Devletler Hukuku C.II, AÜHF Yayınları, Ankara, 1951, s. 114.
36
büyükleri olarak; ABD, İngiltere ve Japonya, ilave dokuz adetlik bir üretim
sonucunda 1936 yılı itibariyle ABD ve İngiltere’nin on sekiz, Japonya’nın ise dokuz
büyük savaş gemisine sahip olması hususunda anlaşmaya varmışlardır. Bu antlaşma
ile İngiltere; Fransa ve İtalya’nın güçleri toplamına denk bir güce sahip olmuş ve
“Two-Power Standart” hedefini korumayı başarmıştır. Konferansta, ABD ile
Uzakdoğu’nun yeni büyük gücü Japonya arasındaki rekabet açıkça ortaya çıkmış,
birçok genç Japon deniz subayı, deniz kuvvetlerinin sınırlandırılmasından dolayı
antlaşmaya karşı çıkmıştır. 1933’te ABD savaş gemisi inşasına hız vermiş,
Japonya’da 1936’dan itibaren daha önce taraf olduğu hiçbir antlaşma ve kısıtlamaya
uymayarak silahlanmaya devam etmiştir.80
1.5.2.9 Dünya (Cenevre) Silahsızlanma Konferansı
Milletler Cemiyeti, 1926 yılının ilk aylarında başlayan silahsızlanma
çalışmalarını, 1930 yılı sonlarında tamamlamıştır. Bu süreçte, genel kurul ile
konseyde geçerli olan oybirliği ilkesinden dolayı büyük güçlerin istekleri dışında
herhangi bir karar alınamamış ve 1932 yılına dek toplanamamıştır. Fakat 1929
yılında patlak veren uluslararası ekonomik kriz ve aynı yıl Eylül ayında Wall Street
Borsası’nın çökmesiyle ABD, İngiltere gibi büyük güçler, ekonomilerinin süratle
toparlanabilmesi için Milletler Cemiyetinden silahlanmaya verilen araranın
uzatılmasına yönelik bir karar çıkmasını sağlamışlardır. MC tarafından Türkiye’nin
bu karara iştirak edip etmeyeceği sorulmuş, Ankara’nın cevabı olumlu yönde
olmuştur.81 2 Şubat 1932 tarihinde Cenevre’de toplanan Dünya Silahsızlanma
Konferansında ise görünürde her ne kadar altı ana konuda uzlaşma sağlanmış olsa da
uzlaşılan konular temenniden öteye geçmemiştir. Bu konular:82
1- Savaş biçimlerinde kısıtlamalar: Hava taarruzlarının sivil bölgeleri hedef
almaması ile kimyasal, bakteriyolojik ve yangın çıkarıcı silahların kullanılmaması,
80
Richard Dean Burns, The Evalution Of Arms Control, ABC-CLIO, LLC, Santra Barbara
California, 2009, s. 29.
81
DEVLET ARŞİVLERİ, Yer No. 030.18/12.31.66.18.1.
82
Mesut Hakkı Caşın, Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve Silahsızlanma, SSM
Yayınları, Ankara, 1995, s. 118-119.
37
2- Silahların nitelik ve nicelik açısından sınırlandırılması: Nitelik olarak
sınırlandırmada ağır toplar, belirli tonajın üzerindeki tanklar gibi bazı ana savaş
silahlarının tümden veya kademeli olarak imhası, nicelik olarak ise devletlerin sahip
olabilecekleri silahların miktarlarının sınırlandırılması şeklinde kabul edilmiştir.
3- Silahların üretim ve ticaretinin kontrolü: Kontrol esaslarında mutabakata
varılamamış olmasına rağmen ilke olarak kabul edilmiştir.
4- Ulusal savunma harcamalarının devletler tarafından beyan edilmesi,
5- Antlaşma hükümlerinin uygulamasının denetimi: Bu amaçla denetleme
işlevini yürütecek bir “Sürekli Silahsızlanma Komisyonu” kurulmuş ve denetimin
zaman zaman yerinde yapılması kabul edilmiştir.
6- Silahsızlanma Antlaşmasının uygulanmasını sağlamak konferansta ele
alınmış ve bunun güvenceye bağlanması ilke olarak kabul edilmiştir. Fakat
antlaşmanın nasıl uygulanacağına dair herhangi karara varılmamıştır.
Genel komisyonca hazırlanan tasarının, sayısal verileri içermemesi,
silahsızlanma faaliyetlerinde icranın devletlerin insiyatifine bırakılması kabul edilen
tasarının gerçekçiliğini ve uygulanabilirliğini ortadan kaldırmıştır. Konferansın ikinci
toplantısı 1933 yılı Şubat ayından Temmuz ayına kadar devam etmiş fakat taraflarca
bir görüş birliğine varılamamıştır. Müzakereler devam ederken 1931’de Uzak
Doğu’da patlak veren Mançurya Krizi ile Japonya’nın konferans çalışmalarına ilgisi
azalmış, o dönem Almanya’nın yeni lideri olarak çalışmalara katılan Adolf Hitler’in
“askeri ve politik eşitlik” talebi Fransızlar tarafından reddedilmiştir. Bu gelişmeler
üzerine Almanya Milletler Cemiyeti’ne konferans çalışmalarından olumlu bir sonuç
alınamayacağını değerlendirdiğini belirten bir telgraf göndererek konferanstan
çekilmiştir. Ardından da 19 Ekim 1933’de, Japonya’dan sonra Milletler
Cemiyeti’nden ayrılan ikinci devlet olmuştur. “Dünya Silahsızlanma Konferansı”
11 Haziran 1934 tarihine dek çalışmalarına devam etmiş ve fakat çalışmalardan
olumlu bir sonuç çıkmamıştır.83
83
Richard Dean Burns, The Evalution Of Arms Control, ABC-CLIO, LLC, Santra Barbara
California, 2009, s. 27.
38
Sonuçsuz kalan silahsızlanma faaliyetlerinin temelinde tarafların ortak bir
güvenlik anlayışından yoksun oluşu, silahsızlanma adı altında gerçekte kendilerine
özgü birtakım güvenlik tanımlarını ve bu tanımlamalar doğrultusunda ileri sürdükleri
çözüm önerilerini birbirlerine kabul ettirmeye çalıştıkları görülmektedir. 1932-1934
yılları arasında toplanan Dünya Silahsızlanma Konferansı’nda “saldırgan” ve
“savunmacı” silahların ayrımı konusunda yapılan tartışmaların da kaynağını,
tarafların kendilerine has güvenlik anlayışları teşkil etmiştir. İngilizler en saldırgan
unsurları, kendi en büyük gücü olan kraliyet donanmasını sarsabilecek olan savaş
uçakları olarak kabul ederken, kara kuvvetlerinin imkân ve kabiliyetine güvenen
Fransızlar tank ve ağır topçu silahlarının bu kapsama alınmaması yönünde ısrarla
direnmişlerdir.84
MC rejiminin son yıllarında devletlerarasında silahsızlanma çalışmaları
yerine silahlanma faaliyetleri hız kazanmıştır. Almanya, 1933 Ocak ayında Versay
uyarınca 100.000 kişilik bir orduya sahipken 1935’te 36 tümen, 1938 sonunda 42
aktif ve 8 ihtiyat tümeni ve bir sonraki yıl harp başladığında ise 103 tümenlik bir
orduya sahip olmuştur. İtalya, 113 denizaltıyla, Sovyetler Birliği’nden sonra
dünyanın en büyük denizaltı gücüne sahip olarak savaşa girmiştir. Japonların
1937’de 24 tümen ve 54 hava filosundan oluşan kara ve hava kuvvetleri, 1941’de 51
hazır tümene ve 133 hava filosuna çıkmıştır. II. Dünya Harbi öncesinde büyük
güçlerin uçak üterim sanayileri ve hava kuvvetlerine bağlı unsurlar da silahlanma
yarışından nasibini almış ve büyük bir ivme ile katlanarak büyümüştür.85
Türkiye de bu dönemde silahlanma faaliyetlerine hız vermiş, bütçesinden
milli savunma bakanlığına ayırdığı miktarlarda gözle görülür bir artış olmuştur.
Balkan Antantı, Sadabat Paktı ve “Lozan Barışı”ndan önce SSCB ile imzaladığı
Türk-Sovyet Dostluk Antlaşması ile yaklaşık on yıl boyunca barışçıl bir dış politika
izleyen Ankara Hükümeti, 1930 yıların ortalarından itibaren güneyinden İtalyan,
doğusundan ise olası bir Rus saldısına karşı silahlanmaya daha fazla kaynak
aktarmaya
başlamıştır.
Bu
gelişme
Batı
dünyasının
dikkatini
çekmiş,
S. Gülden Ayman, Konvansiyonel Kuvvetlerin Denetimi, Alfa Yayınları, İstanbul, 1994, s. 6.
Paul Kennedy, Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Çev.: Birtane Karanakçı, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s. 359-400.
84
85
39
14 Haziran 1934 tarihli The Near East Dergisi; “Türkiye ve Silahlanma” başlıklı
baş makalesinde Ankara Hükümeti’nin artan silahlanma çabalarını mercek altına
almıştır.86
Yukarıda çeşitli sayısal örneklerle belirtildiği gibi I. Dünya Harbi’nin bitimi
ve ortaya çıkan yıkım tablosunun ülkeler üzerindeki barışçıl etkisi uzun sürmemiş,
Avrupa’nın kalbinde atılan savaş çığlıkları ile birlikte, amansız bir silahlanma yarışı
küllerinden tekrar doğmuştur. 1939 Eylül’ünde II. Dünya Harbi bütün acımasızlığı
ve beraberinde getirdiği yıkım ile başlamış, silahsızlanma çalışmaları ise Milletler
Cemiyeti ile beraber sona ermiştir. Yaklaşık olarak altı yıl süren harp süresince de
tarafların silah üretimlerini, tüm kaynaklarını seferber ederek hatta artırarak devam
ettirmeleri, savaşın yıkım gücünün misliyle artmasına neden olmuştur.87
İngiliz General B. Fuller binlerce yıllık silahlanma tarihini stratejik açıdan üç
safhaya ayırmıştır. Tablo-I’de görüldüğü üzere; yakın muharebe (göğüs göğse
muharebe) ve kısa mesafeli çarpışmalar olarak tanımladığı birinci safha, milat öncesi
dönem ile ilk çağ yüzyıllarını kapsamaktadır. Bu safhada savaş meydanlarında
kazanan tarafın yaptığı yağma ve kuşatma sonrasında düşen kale veya şehrin talan
edilmesi öne çıkmaktadır. İkinci safhada topun icadıyla sona eren kısa mesafeli
çarpışmaların yerini uzak mesafeli muharebeler almıştır ve sivil halka ait mülkün
(kentlerin) tahribi kısmen de olsa harbin ve orduların hedefi haline gelmiştir. Fuller
üçüncü safhayı ise “hasmın kaynağında yok edilmesi” şeklinde tanımlayarak, II.
Dünya Savaşı’nda nükleer silahların kullanımı ve uzun menzilli stratejik
bombardıman uçakları ile gerçekleştirilen hava taarruzlarını bu safhanın başlangıcı
olarak kabul etmiştir. Yazar, Fransız General Pierre Gallois ise Soğuk Savaş ile
başlayan silahlanma yarışında kıtalararası balistik füzelerin geliştirilmesiyle üçüncü
safhanın kapanıp dördüncü bir safhanın başladığını belirmiştir. Gallois bu safhayı
“taraflar isabet oranı %100’e yaklaşan balistik füze sistemleriyle düşman
konvansiyonel kuvvetlerini baskınla bulundukları yerde çok kısa bir sürede imha
86
87
DEVLET ARŞİVLERİ, Yer No. 030.10/288.532.31.1,4.
Zeki Mesud Aslan, Silahsızlanma Problemi, AÜSBF Yayınları No:29/11, Ankara, 1953, s. 32.
40
etme kabiliyetine ulaşırken, kendi varlıklarının bekasını sürdürmeleri mümkündür”
şeklinde açıklamıştır.88
TABLO-I: Silahlanma Tarihinin Stratejik Safhaları89
Bu noktada Birleşik Amerikalı tarih profesörü John Lewis Gaddis’in, Soğuk
Savaş boyunca süren stratejik silah yarışının bir yan ürünü olarak tanımladığı
şeffaflık kavramı son safha ile örtüşmektedir. Şeffaflık kavramı (keşif ve cari
istihbarat) savaşları önlemek isteyenleri memnun ederken, savaştan nemalananların
ise şevk ve cesaretini kırmıştır. XXI. yüzyıl savaşlarının, diğer bir değişle kara-hava
savaş doktrinin ilk örneği kabul edilen 1990 Körfez Savaşı boyunca keşif/istihbarat
uydularınca alınan görüntüler, uçak ve gemilerden atılan akıllı mühimmatlar ve cari
uydu fotoğrafları dördüncü safhanın da epey yol aldığını tüm dünyaya
kanıtlamıştır.90
88
Pierre Gallois, “Dakiklik, Stratejinin Dördüncü Aşaması”, Silahsızlanma ve Barış Semineri, Siyasi
ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul, 1985, s. 76.
89
Kaynak: Pierre Gallois, “Dakiklik, Stratejinin Dördüncü Aşaması”, Silahsızlanma ve Barış
Semineri, Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı, İstanbul, 1985, s. 88.
90
John Lewis Gaddis, Soğuk Savaş Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2008, s. 225-226.
41
II. BÖLÜM
II. DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA YAŞANAN GELİŞMELER
ve
AKKA’YA GİDEN YOL
2.1 Soğuk Savaş Döneminin Başlaması ve Silahlanma Yarışı
1939 ile 1945 yılları arasında yaklaşık altı yıl süren ve dünya harp tarihinin
kaydettiği bu en acımasız ve yıkıcı savaş sonucunda on milyonlarca insan hayatını
kaybetmiş, milyonlarca insan sakat kalmış ve yakınlarını kaybetmiş, yine
milyonlarca insan toplama ve esir kamplarında, gaz odalarında türlü işkencelerle can
vermiştir.
II. Dünya Savaşı’nın en büyük ve etkili uçakları olan Amerikan yapımı
Boeing B29 ağır bombardıman uçakları bir seferde yaklaşık sekiz ton bomba taşıma
kabiliyetleri ve 600 km.lik hareket sığaları ile Japon adalarını ve şehirlerini
neredeyse yerle bir etmişlerdir. 9 Mart 1945’te her biri 4000 metrekarelik bir alanı
yakabilecek 40 yangın bombası -yaklaşık sekiz ton- taşıyan 279 adet B29
bombardıman uçağı, Tokyo’yu yerle bir etmiş, %25’i tamamen yanan şehirde
267.000 yapı imha olmuş ve 185.000 sivil Japon hayatını kaybetmiştir. Devam eden
dokuz gün içerisinde Osaka, Kobe ve Nagoya gibi büyük Japon kentlerinin akıbetleri
de Tokyo’dan farklı olmamıştır.91
Fakat yukarıda belirtilen ağır bilânçodan öte II. Dünya Savaşı sonunda
insanlığı ve tüm dünya toplumlarını asıl kuşkulandıran ve derin düşüncelere sevk
eden husus Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan ve Japonya’nın teslim olmasına neden
olan Amerikan atom bombaları olmuştur. Bir tek bomba ile koca bir şehrin her
şeyiyle yok olduğuna tanık olan insanoğlu gelecekteki savaşların sonuçlarını dahi
düşünmeye çekinir olmuştur. Harp tarihinde, yeni geliştirilen bir silahın
kullanılmadığına dair çok az sayıda örnek vardır. I. Dünya Savaşı sırasında gazın,
91
Liddell Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi-C.II, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002, s. 728-729.
42
yoğun ve denetim dışı kullanımı sonucunda, II. Dünya Savaşı’nda kullanılmaması en
önemli örnek olarak kabul edilir. Ok ve yaydan, barut ve ağır silahlara, denizaltılar
ve tanklardan, bombardıman uçakları ve radarlara kadar birçok yeni silah sistemi
süratle ve ilk fırsatta yaratıcısı tarafından hasmına karşı kullanılmıştır.92
II. Dünya Savaşı sonrasında savaşın galip veya mağlup olsun, özellikle
Avrupalı tüm tarafları çökmüştür. Savaş sonucunda batıda Birleşik Devletler, doğuda
ise Sovyetler Birliği parlayan iki yıldız olarak yeni dünya düzeninde ortaya
çıkmışlardır.
ABD ilk kez girdiği dünya siyasetinden I. Dünya Savaşı sonrasında çekilmiş,
II. Dünya savaşının kendi topraklarında cereyan etmemesi ve savaşın ekonomisine
getirdiği canlılıkla 1930’larda yaşadığı ekonomik buhranı üzerinden atmış ve harpten
dünyanın en büyük gücü olarak çıkmıştır. 1917 Bolşevik Devrimi ile kurulan Sovyet
rejimi ise II. Dünya Savaşı’na değin iç gelişimini büyük ölçüde tamamlamış, harpte
yaşadığı sıkıntılara rağmen, büyük ve güçlü kara orduları ile savaş sonrasında
Avrupa’nın en büyük gücü olarak farklı bir ideoloji ile Birleşik Devletlerin karşına
çıkmıştır. Farklı dünya görüşlerine rağmen II. Dünya Savaşı bu iki büyük gücü aynı
safta yer almaya zorlamış fakat savaşın sonlarına doğru müttefiklerin kendi içlerinde
yaptıkları toplantı ve konferanslarda ABD-SSCB fikir ayrılıkları doğmaya
başlamıştır.
Birleşmiş
Milletler
Örgütü’nün
Kurulduğu
San
Fransisco
Konferansı’nda (25 Nisan–26 Haziran 1945) ise iki kutuplu dünyanın temelleri
atılmıştır.93
Örgüt, 26 Haziran’da elli bir ülkenin oybirliği ile kurulmuş ve aynı yıl
24 Ekim 1945’te yürürlüğe girmiştir. Milletler Cemiyeti’nin hukuki varlığı ise 19
Nisan
1946’da
tüm
yetkileri
Birleşmiş
Milletler
Örgütü’ne
devredilerek
feshedilmiştir. Postdam Konferansı (17 Temmuz–2 Ağustos 1945) “Üç Büyükler”
diye anılan ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği’nin savaş sırasındaki son buluşması
92
John Lewis Gaddis, Soğuk Savaş Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 2008, s. 53.
93
İlter Turan, NATO İttifakının Stratejik ve Siyasi Sorunları, İ.Ü İktisat Fakültesi Yayınları,
İstanbul, 1971, s. 3-5.
43
olmuştur. Bu konferansta Birleşik Devletler ile Sovyet Rusya arasındaki
Almanya’dan alınacak savaş tazminatı, Polonya sınırı gibi ihtilaflı konular iyice
derinleşmiştir.94
Dönemin İngiliz Başbakanı Winston Churchill 1946 yılı başlarındaki ABD
ziyaretinde Doğu ve Batı arasındaki Soğuk Savaşı başlattığı kabul edilen
konuşmasını yapmış, Sovyet komünüzmine ve istilasına dikkat çekerek; “Baltık
Denizi’nde bulunan Stettin kentinden, Adriyatik Denizindeki Triyeste Limanı’na
kadar uzanan bölümü bir demir perde tarafından tam ortasından bölünmüştür. Orta
ve Doğu Avrupa’nın antik devletlerinin bütün başkentleri -Atina hariç- bu perdenin
arkasında kalmıştır.” diyerek Batı Avrupa üzerindeki Sovyet tehdidini ve bölünmüş
Avrupa’yı tüm dünyaya ilan etmiştir.95
II. Dünya Savaşı sonrasında büyük bir hızla şekillenen bu yenidünya düzenin
genel hatları şu temellere dayanmıştır:96
1- Güvenlik ve siyasal hedeflerde birinci öncelik “Nükleer Silahlar”, savaşın
önlenmesindeki temel etken ise “Nükleer Caydırıcılık” kavramı olmuştur.
2- Çift kutuplu kuvvet dengesinde, Avrupa savaş öncesi gücünü yitirmiş,
uluslararası politikaya yön veren ABD ve SSCB “Süper Güç” niteliklerini
kazanmışlardır.
3- Kapitalizm ve Komünizm arasındaki mücadele, ideolojik boyutuna
ekonomik ve askeri boyutların da eklenmesiyle “Sürekli” bir yapıya bürünmüştür.
4- “Avrupa’yı Kurtarma Planı” çerçevesinde, “Marshall Yardımı” paketini
içeren Truman Doktrini ile ABD Batı Avrupa’ya bir dizi ekonomik yardım
başlatmış, Sovyetler de buna “COMECON” (Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma
Konseyi) yapılanması ile cevap vermiştir.
5- Sovyet konvansiyonel tehdidine karşı, ABD Avrupa’ya “Nükleer
Korunma Şemsiyesi” taahhüdünü vermiş ve kendi liderliğindeki Kuzey Atlantik
Rifat Uçarol, Siyasi Tarih (1789–2001), Der Yayınları, İstanbul, 2008, s. 814-820.
Mark A. Kishlansky, Batı’nın Kaynakları-C.II, Açılım Kitap, İstanbul, 2009, s. 533-540.
96
Mesut Hakkı Caşın, Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve Silahsızlanma, SSM
Yayınları, Ankara, 1995, s. 154-157.
94
95
44
İşbirliği Örgütü’nü (NATO) kurmuştur. Buna mukabil Sovyetler Birliği öncülüğünde
kurulan Varşova Paktı (VP) ile “Paktlar Devri” olarak nitelendirilen Soğuk Savaş
süreci başlamıştır.
6- Sovyetlerin Avrupa’da ilerlemesini durdurmak ve sınırlamak amacıyla
“Engelleme” politikası izlenmeye başlanmıştır.
7- Bu yeni dönemin en dikkate değer gelişmelerinden birisi de uluslararası
barışın korunması, nükleer silahların kontrolü ve silahsızlanma konularındaki etkin
çalışmaları ile Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurulması olmuştur.
8- Operatif ve Stratejik seviyede kullanılan nükleer denizaltılar, stratejik
bombardıman uçakları, kıtalararası balistik füzeler ve uydu istihbaratları ile taraflar
arasında patlak verecek olası bir nükleer ve/veya konvansiyonel savaşın boyutları; su
altı, su üstü, kara, hava ve uzay olmak üzere beş boyutlu yepyeni bir savaş alanı
doktrinini doğurmuştur.
9- Taraflar arasındaki uzlaşmaz ve hasmane tutum, müthiş bir silahlanma
yarışına neden olmuş, bu yarış tüm dünyayı yok edebilecek ürkütücü boyutlara
ulaşmıştır.
10- Silahlanma yarışında üretilen ileri teknoloji ürünü silahlar hata payını
sıfıra indirmiş, tahrip ve menzillerinin artması ile konvansiyonel silahların yıkım
gücü, nükleer silahların yıkım gücü kadar düşündürücü bir hal almıştır. Bu da askeri
literatürde
“Kantitatif”
üstünlük
yerine
“Kalitatif”
üstünlük
kuramının
benimsenmesine neden olmuştur.
2.2 “Silahların Denetimi” Yakşalımı
Her iki büyük savaşın ardından kurulan MC ve BM artan silahlanmaya ve
silahlanma yarışına engel olamamış, her kılıç aynı zamanda kendi kalkanını da
üretmiştir. XIX. yüzyıldan itibaren sürekli olarak ivme kazananan silahlanma olgusu
demokrasinin yagınlaştığı, bilim, teknoloji ve eğitimin kitlelere ulaştığı XX. yüzyılda
Soğuk Savaş’la beraber taraflı tarasız birçok dünya devletinin askeri harcamalarının
en fazla arttığı ve en fazla silahlanılan dönem olmuştur. Yedi bin yıllık bilinen
insanlık tarihine bakıldığında, insanoğlu her asrın %87’sini harp ederek geçirirken
45
yalnızca %13’lük bölümü sulh içerisinde geçirmiştir. Savaşların etkinliği ve
yıkıcılığı sonuçlarından çıkarılan derslerden ötürü azalacağı yerde artmıştır.97
II. Dünya Savaşı sonrası silahsızlanma çalışmaları, Milletler Cemiyeti’nin
yerini alan Birleşmiş Milletler Örgütü’ne (BM) devredilmiştir. BM tarafından
silahsızlanmaya yönelik oluşturulan müzakere ve komisyon mekanizmaları yoğun
çabalar sarf etmişlerdir. Bu amaçla Genel Kurul’un ilk icraatı olan “Atomik
Silahsızlanma Komisyonu” 24 Ocak 1946’da ve ardından 1947 yılı başlarında
kurulan “Konvansiyonel Silahsızlanma Komisyonu” komisyonlarında bir sonuç elde
edilememiştir. Bunun üzerine Genel Kurul tarafından 1952’de bu iki komisyon
“Silahsızlanma Komisyonu” adı altında birleştirilmiş fakat bu komisyonun
çalışmalarından da bir sonuç alınamaması üzerine BM daimi üyelerinden oluşan bir
alt komite kurulmuştur. İleryen dönemde BM üye sayısının artmasıyla komisyonun
da üye sayısında artış olmuş, etkinliği azalan komisyon ve alt-komite çalışmalarından
olumlu bir sonuç çıkmamıştır.98
Konvansiyonel kuvvetlerde büyük bir üstünlüğe sahip fakat nükleer güç
yönünden ABD’nin gerisinde kalan SSCB, ulusal güvenliğini için nükleer
silahsızlanma konusunda ısrar ederken, ABD, Fransa ve İngiltere gibi batılı devletler
ise
SSCB
karşında
yetersiz
olduğu
konvansiyonel
kuvvetler
hususunda
silahsızlanmayı hedeflemişlerdir.99
XIX. yüzyılın başlarında başlayan ve XX. yüzyılda 1960’lı yılların başlarına
dek geçen bu dönemde uluslararası aktörlerin silahsızlanmaya bakış açısı ve
yaklaşımı genel bir çerçevede olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın sonuçlarından çıkarılan
ortak dersler ve çekilen acılar ile nükleer silahların icadıyla ortaya çıkan iki kutuplu
yeni dünya dengesinin sonucunda, 1960’lı yılların başlarına dek BM çatısı altında
yürütülen nükleer ve konvansiyonel silahsızlanma çalışmalarında herhengi bir sonuç
alınamaması tarafları yaklaşık iki asırdır süregelen “genel silahsızlanma” yaklaşımını
Ruşen Özkan, “Ve İnsanoğlu… Silah(sız)lanma Süreci” İ.H.H. Yayınları, İstanbul, 2003, s. 27.
Department of Political and Security Council Affairs, The United Nations and Disarmament
1945–1970, United Nations Publication, New York, 1974, s. 1-5.
99
BM Konvansiyonel Silahsızlanma Komisyonu’nun çalışmaları için Bkz.: a.g.e, s. 25-34.
97
98
46
terk ederek “silahların denetimi/kontrolü” yaklaşımını benimsemelerine neden
olmuştur. Dünya milletlerinin silahsızlanma konusuna bakış açısındaki bu büyük
değişimin temel nedeni ise; yüzyıllardır süregelen silahsızlanma çabalalarından kalıcı
sonuçların çıkmaması -bazı bölgesel istisnalar hariç- ile genel ve tam manasıyla
silahsızlanmanın mümkün olmayacağı konusunda oluşan uluslararası ortak kaanattir.
“Silahların denetimi” ya da “modern silahların denetimi” şeklinde
adlandırılan yeni silahsızlanma yaklaşımı, silahsızlanma kavram ve tanımının yerini
almıştır. Bu yaklaşımda amaç; olası savaşların önüne geçmek ve uluslarası camiada
devletlerin, karşılıklı olarak birbirlerine düşmanlıkları olsun ya da olmasın askeri
anlamda işbirliğine gitmesini sağlamaktır. Silahların denetimi yaklaşımı tarafların
silahlanmasına ve silahlanma çabalarına karşı olmayıp; modern silahların üretimi,
geliştirilmesi, denenmesi ve bu konulara ayrılan milli savunma bütçelerinde çeşitli
kısıtlamalara gidilmesini hedeflemiştir. Silahların denetimi müttefik ve düşman
tarafların politik ilişkilerini geliştirmek, karşılıklı müzakerelere imkân tanımak ve bu
sayede gerginlik ve düşmanlıkların azaltılarak tarafların silahlanma çalışmalarını
sınırlamak amacını güden bir yaklaşımdır.100
Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde de görüleceği üzere XX. yüzyılın
sonlarında biten Soğuk Savaş; BM çatısı altında değil, özellikle süper güçlerin olmak
üzere uluslararası arenada etkin rol oynayan devletlerin başkanları ve üst düzey
sivil/asker yöneticilerinin kişisel çabalarıyla ve taraflar arasında yıllarca süren çetin
müzakereler sonucunda sona ermiştir. Soğuk Savaşı askeri manada bitiren AKKA ile
XX. yüzyılın bitimine yakın zirve noktasına ulaşan silahlanma yarışı derin bir nefes
almış yerini konvansiyonel anlamda geniş bir coğrafyada silahsızlanma ve silahların
kontrolüne bırakmıştır.
Bu görüşe katılmakla beraber silahların denetimi yaklaşımını Soğuk Savaşın
bir ürünü olarak nitelendiren Lawrence Fredman, 1989-1990 yıllarında çalkantılı
fakat bir okadar da kısa ve seri bir şekilde AKKA ile sonuçlanan AKKUM sürecinin
parlak başarısının, silahların denetimi yaklaşımının sonucu olarak altını çizmiştir.
100
Thomas C. Schelling, Morton H. Halperin, Strategy and Arms Control, Pegamon Press, New
York, 1985, s. 1-6.
47
Fredman, gelecek dönemde ise Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyelerinin
SSCB’nin ardında bıraktığı büyük konvansiyonel ve nükleer gücün paylaşımında
yaşayabileceği problemler ile Balkanlar ve Körfez bölgelerindeki sıkıntılara dikkati
çekerek, iki büyük gücü uzlaştıran silahların denetimi yaklaşımının Soğuk Savaş ile
birlikte resmi olarak sona erdiğini, bundan sonra gayri resmi olarak silahların
denetimi çalışmalarının çift veya çok taraflı değil tek taraflı politikaları
destekleyecek şekilde kullanılması gerektiğini belirtmiştir.101
2.3 Harmel Raporu
Bu teorinin temel amacı büyük bir felaketle sonuçlanabilecek nükleer savaşın
engellenmesi olmuştur. 1962 Küba Füze Krizi’nde, Birleşik Devletler ile Sovyetlerin
klasik diplomasi dışına çıkarak diyalog, işbirliği ve temasın sürekli muhafazası
çabaları tarafları genel nükleer bir harbin eşiğinden döndürmüştür. Bu krizin
aşılmasıyla beraber VP “Barış İçinde Birarada Yaşama” (Co-Existance) ilkesini
benimsediğini açıklamış, NATO itifakı da hasmına karşı benimsediği, “Durdurma ve
Kitlevi Mukabele Doktrinlerini” tasfiye ederek “Yumuşama” (Detant) politikasını
uygulamaya koymuştur. Böylece bir türlü hayat bulamayan gerçekçi bir
silahsızlanma ancak bu “Yumuşama” politikası ile gerçek anlamda hayata geçmeye
başlamıştır.
NATO ittifakı, 1967 yılı içerisinde dönemin Belçika Dışişleri Bakanı Pierre
HARMEL başkanlığında kurulan bir komisyona bu karşılıklı ilkeleri hayata
geçirecek bir politik rehber hazırlatmıştır. “Harmel Raporu” olarak Soğuk Savaş
literatürüne geçen bu belgede, NATO ittifakın gelecek görev ve misyonunu,
müttefiklerin toplu güvenlik ve savunma kabiliyetlerinin geliştirilmesine önem
verilmesi ve Pakt üyeleri ile karşılıklı anlayış ve güven esasına dayalı diyalog
kurulması hususlarının altı çizilmiştir. Harmel Raporu, 13–14 Aralık 1967 tarihinde
NATO Konseyi tarafından, Soğuk Savaş’ın bitimine dek yürürlükte kalacak “Esnek
Mukabele Stratejisi” ise Savunma Planlama Komitesi tarafından kabul edilmiştir.102
101
Lawrence Freedman, “The End of Formal Arms Control”, The International Practice of Arms
Control, Johns Hopkins Universty Press, London, s. 69-82.
102
Office of Information and Press, NATO Handbook-Chronology; NATO, Brussels, 1998, s. 14.
48
2.4 Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı ve Helsinki Nihai Senedi
1960’lı yılların ikinci yarısında başlayıp, Harmel Raporu ile somutlaşan
bloklar arası diyalog ve yakınlaşma süreci, 1970’li yıllarda da devam etmiştir. Bu
yakınlaşma sonucunda 1973 yılında A.B.D ve Kanada dâhil otuz beş Avrupa
ülkesinin iştirak ettiği Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK) Helsinki’de
toplanmıştır. 1973 Temmuzundan, 1975 Ağustosuna kadar iki yıl boyunca devam
eden konferans 1 Ağustos 1975’te Doğu-Batı işbirliğinin ilk meyvesini vermesi ile
sonuçlanmış ve (Helsinki Nihai Senedi) “Helsinki Final Act” yayınlanmıştır. Belge
Güvenlik, İnsan hakları ve Ekonomi olmak üzere üç temel başlıktan oluşmuştur.
Helsinki Nihai Senedi’nde dikkati çeken en önemli husus güvenlikle ilgili
bölümde olmuştur. Bu bölümde ilk kez taraf ülkeler arasında gönüllülük esasına
dayalı “Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler” (GGAÖ) tespit edilmiştir. Buna göre;
mevcudu 25.000 askerden fazla büyük askeri manevra ve tatbikatlar taraflara
önceden bildirilecek ve mevcudu 25.000 askerden fazla olan tatbikat ve
manevralarda taraflar gözlemci mübadelesi yapabilecektir.103
Tarafların karşılıklı bir iyi niyet bildirisi, diyalog aracı ve aynı zamanda bir
tutum yasası olarak kabul edilen Nihai Senede ve AGİK sürecine Batı Avrupalı
Devletler diğer taraf ülkelerden daha çok önem vermiş, Sovyet istilasına karşı
Avrupa güvenliğinin bu çerçevede şekillenmesini istemişlerdir.104
2.5 Avrupa Silahsızlanma Konferansı ve GGAÖ
Helsinki Nihai Senedi’nde belirtilen güvenlikle ilgili hususların kapsamını
genişletmek ve Atlantik’ten Urallar’a kadar uzanan bölge içerisinde Güven ve
Güvenlik Artırıcı Önlemleri görüşmek üzere, 1984 yılında Stokholm’de bir
konferans toplanmıştır. Konferans devam ederken 1986 yılı sonlarında İsveç
Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı, NATO Soğuk Savaştan Barış İçin
Ortaklığa, İzmir, 1994, s. 3-4.
104
Hikmet Erdoğdu, Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin önemi ve NATO İttifakı, IQ Kültür
sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, s. 75.
103
49
Başbakanı Olaf PALME’nin bir suikast sonucunda hayatını kaybetmesi ile konferans
süratle tamamlanmış ve Stokholm Belgesi (SC–9) 22 Eylül 1986’da yayınlanmıştır.
1987 yılı başından itibaren diplomatik bağlayıcılığı olan Stockholm Belgesi
ile Helsinki Nihai Senedi’nde 25.000 asker olan tatbikat bildirim eşiği 13.000 askere,
mevcudu 25.000 askeri aşan tatbikat ve manevralara gözlemci davet etme kaidesinin
eşiği ise 17.000 askere indirgenmiştir. Ayrıca tüm taraf devletlere, şüphe üzerine
diğer bir devletin uygulama alanına giren toprakları üzerinde denetim yapma hakkı
tanınmıştır.
Taraf devletler Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemlere uyulup uyulmadığına
dair şüphelerin giderilmesi amacıyla yılda en az üç kere, karadan ve havadan denetim
yapılmasına izin vermeyi kabul etmişlerdir. Ülkemizde bu hususa yönelik denetim,
1987 yılında Sovyetler Birliği tarafından “NATO/DISPLAY-DETERMINATION”
tatbikatı sırasında Trakya bölgesinde yapılmıştır.105 Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu
Bölgesi Helsinki Nihai Belgesi hükümleri gereğince bildirim ve denetim hükümleri
dışında tutulmuştur.106
2.6 Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimleri Müzakereleri
AGİK ile eşgüdümlü olarak ve Doğu-Batı diyalogu çerçevesinde “Karşılıklı
ve Dengeli Kuvvet İndirimleri Müzakereleri” (KDKİ) 30 Kasım 1973’te NATO ve
VP üyesi ondokuz ülkenin katılımı ile Viyana’da başlamıştır. Orta Avrupa’daki
konvansiyonel
kuvvetlerin
belirli
tavan
limitlerine
çekilmesini
amaçlayan
müzakerelere; Belçika, Hollanda, Lüksemburg ve Federal Almanya NATO
kanadının, Polonya, Çekoslovakya ve Demokratik Almanya ise VP kanadının alan
ülkeleri olarak, NATO üyesi Birleşik Devletler, Birleşik Krallık ve Kanada ile VP
Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı, NATO Soğuk Savaştan Barış İçin
Ortaklığa, İzmir, 1994, s. 3-4.
106
Türkiye’nin AKKA’nın imzalanmasından yaklaşık onbeş yıl öncesinde, Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’ni Helsinki Nihai Senedi hükümleri ve GGAÖ’den muaf tutulmasını sağlaması 1975 yılı
şartları için dikkat çekicidir. O dönemde Ankara’nın alan muafiyeti konusunda ki temel gerekçesini
Hafız Esad Suriye’sinin Ankara’ya karşı hasmane tutumu oluşturmuştur. Bu kazanım, Ankara’nın
AKKA’da ki alan dışı bölgesinin diğer taraf ülkelerce tespit, ikna ve kabulü sürecine de katkıda
bulunmuştur denilebilir.
105
50
üyesi Sovyetler Birliği ise alan ülkelerinde kuvvet bulunduran ülkeler olarak
konferansa doğrudan katılmışlardır. Diğer sekiz ülke ise özel statülü ülkeler sıfatıyla
müzakerelere iştirak etmişlerdir.107
Türkiye’nin de özel statülü ülkeler sıfatıyla iştirak ettiği müzakerelerde, özel
statülü katılımcı ülkeler esas katılımcı ülkelerle eşit haklara sahip olmamıştır.
Türkiye’yi müzakereler süresince yakından ilgilendiren ve kaygılandıran en önemli
husus, alan ülkelerine ait topraklardan yani “İndirim Bölgesi”nden çekilecek Kızıl
Ordu birliklerinin, kendisine yönelik konvansiyonel tehdidi daha da artıracak
bölgelere konuşlandırılması hususu olmuştur.108
NATO’nun askeri kanadından çıkan Fransa, Batı Almanya’da (ağırlıklı olarak
Berlin’de) konuşlu yaklaşık 50.000 askerden müteşekkil üç tümeni olmasına rağmen
müzakerelere katılmamıştır. Müzakerelerin başında, Fransızların onayı ile üç Fransız
tümeni NATO’nun Orta Avrupa kuvvet listesine dâhil edilmiştir. Fakat
müzakerelerin ilerleyen safhalarında Fransızların itirazlarının artması sonucu Fransız
birlikleri Batı Alman topraklarından çekilmişlerdir. Aslında bu üç Fransız tümeninin
mevcudiyetini Sovyet tarafı problem yapmamasına rağmen, Müttefikler kendi
içerisinde bu konuda problem yaşamışlardır. Müzakere süreci kısaca şu şekilde
cereyan etmiştir.109
Kasım 1973; NATO’nun iki aşamalı indirim teklifi. I. aşamada yalnızca ABD
ve SSCB birlikleri geri çekilecektir. Buna göre: Sovyetler 68.000 kişilik tank
personelini ve 1.700 adet tankını, ABD ise 19.000 kişilik bir gücünü geri çekecektir.
II. aşamada ise diğer yedi taraf ülkeye ait birliklerin çekilmesi öngörülmüştür.
Kasım 1973; VP üç yıla yayılan ve tüm kuvvetleri kapsayan %17’lik genel
bir indirim teklif etmiştir.
107
The Standford Arms Control Group, Blacker, Coit D. & Duffy, Gloria (Eds.), International Arms
Control Issues and Agreements, Stanford University Press, Stanford, California, 1987, s. 296-298.
108
Harp Akademileri Yayınları, Dünyadaki Silahsızlanma Çalışmaları ve Türkiye, Harp
Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995, s. 22.
109
The Standford Arms Control Group, Blacker, Coit D. & Duffy, Gloria (Eds.), International Arms
Control Issues and Agreements, Stanford University Press, Stanford, California, 1987, s. 299-302.
51
Aralık 1975-Şubat 1976; NATO, müzakerelerde üzerinde en çok durulan ve
bilinen teklifini yapmıştır. I. aşamada ABD 36 Pershing Füzesi, 56 nükleer
kabiliyetli F–4 bombardıman uçağı ve 1.000 nükleer savaş başlığını bölgeden
çekecek, II. aşamada ise taraflar Kara Kuvvetlerini 700.000 veya Kara ve Hava
Kuvvetleri personel sayıları toplamı 900.000 personel olacak şekilde müşterek ortak
tavan limitlerine çekeceklerdir. ABD’nin nükleer silahlarına karşılık, Sovyetler tank
birliklerini geri çekecektir.
Şubat 1976; VP teklifi
Nisan-Haziran 1978; NATO teklifi
Haziran 1978; VP teklifi
Aralık 1979; NATO teklifi
Şubat-Haziran 1982; VP teklifi
Haziran 1982; NATO teklifi.
Taraflar belirtilen bu yoğun müzakere sürecinden sonra yedi yıl boyunca,
konu hakkındaki yukarıda belirtilen görüş ve çizgilerini korumuşlardır.
NATO’nun kuruluş döneminde, savunma stratejisini konvansiyonel silahlara
dayandıracağı düşünülmüş fakat nükleer silahların hızla gelişmesi bunun yanında
ittifak üyelerinin konvansiyonel kuvvetlerini geliştirmek yerine, ekonomik
kalkınmaya ağırlık vermesi, savunmalarının nükleer boyut kazanmasına yol açmıştır.
Bu nedenle 1980’li yılların ortalarına dek konvansiyonel kuvvetler ve silahların
kontrolü konuları nükleer silahsızlanma ve denge arayışlarının gölgesinde kalmıştır.
Bu durum NATO içerisinde ki en büyük nükleer güç olan ABD’nin ittifak içerisinde
her anlamda büyük bir hâkimiyet kurmasına neden olmuştur. Viyana’da, yaklaşık
olarak on yıl boyunca devam eden KDKİ müzakereleri haricinde taraflar ilgi ve
enerjilerini tamamen nükleer silahların indirimi üzerine yoğunlaştırmışlardır.
SSCB’nin yaklaşık kırk yıl boyunca süren Avrupa’daki konvansiyonel üstünlüğü,
ABD ve NATO’nun stratejik yapısı üzerinde derin ve köklü etkiler bırakmıştır.
Moskova’nın kıtalararası füzelere sahip olmasıyla NATO’nun benimsediği ve
uygulamaya koyduğu esnek mukabele doktrininin çıkış noktası, Sovyetler Birliği’nin
52
Batı Avrupa’yı istila etmek için hazır bekleyen konvansiyonel kuvvetlerinin sahip
olduğu imkân ve kabiliyetleri olmuştur.110
Müzakerelerin temel hedefi, Orta Avrupa’da konuşlu kara ve hava kuvvetleri
personel sayıları için tavan limitleri belirlemek olmuştur. Fakat tarafların mevcut
olan kuvvetlerine dair sıhhatli bilgiler vermemesi, karşılıklı güvensizlik, NATO’nun
konvansiyonel dengeyi yakalamak için asimetrik indirim teklifleri ve VP’nin
üstünlüğünü yitirmek istememesi gibi nedenlerden dolayı, sonuç alınamadan 2 Şubat
1989 tarihinde müzakereler tamamlanmıştır. Tıkanan müzakerelerin kesilmesi ise o
günlerde başlaması planlanan yeni bir diyalog süreci; “Avrupa Konvansiyonel
İstikrar Görüşmeleri” (KİG) ile yakından ilgili olmuştur.111
2.7 Konvansiyonel İstikrar Görüşmeleri
Varşova Paktı’nın Batı Avrupa’yı istila amacıyla yapabileceği bir “yıldırım
harekâtı” ihtimali esas itibariyle konvansiyonel askeri güce dayanan bir stratejik
taarruz olup, NATO’nun Batı Avrupalı üyelerinin bekası için en ciddi siyasi ve
askeri tehdit olarak algılanmıştır. Bu gerçek, konvansiyonel güçlerin sınırlandırılması
ve denetimi konularında daha ciddi çalışmaların yapılmasına önayak olmuştur.112
1986’da Gorbaçhev ile başlayan “Glastnost ve Perestroyka”113 (Açıklık ve
Yeniden Yapılanma) politikaları ile Moskova yönetimi kültürel, dini ve entelektüel
hayat ile eğitim-öğretim sistemi üzerindeki denetimini gevşetmeye başlamıştır.114
KDKİ müzakerelerinin sonuçsuz kalması ve Brejnev döneminin sona ermesinden
sonra Sovyet lideri Mikhail Gorbaçhev, açıklık ve yeniden yapılanma politikaları ile
İlter Turan, NATO İttifakının Stratejik ve Siyasi Sorunları, İ.Ü İktisat Fakültesi Yayınları,
İstanbul, 1971, s. 153.
111
Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı, NATO Soğuk Savaştan Barış İçin
Ortaklığa, İzmir, 1994, s. 4.
112
T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Sovyet Askeri Doktrini ve Konvansiyonel Silahların Kontrolü,
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1989, s. 4.
113
Perestroyka, Gorbaçhev’in 1980’li yıllarda Sovyet toplumundaki yanlış gidişatla ilgili analizini ve
reform önerilerini içermektedir. Planın özü, Komünist Partinin baskın ve belirleyici konumunun
devam ettirilerek sosyalizmden sapılmaması hedefleri içermiştir. Bkz.: Mark A. Kishlansky, Batının
Kaynakları C.II, Açılım Kitap, İstanbul, s. 547-554.
114
Hakan Kantarcı, “Türk Kültür Birliğinin Önemi ve Türk Dünyası Jeokültürüne Yönelik Stratejik
Öngörü”, 2023 Dergisi, Atılım Yayıncılık, Sayı: 102, Ankara, Ekim 2009, s. 58.
110
53
“Ortak Avrupa Evi”115 projesine paralel olarak Şubat 1986’da, 27. Komünist Parti
Kongresi’nde Atlantik’ten Urallar’a kadar olan bölgede konvansiyonel güvenlik
düzenlemelerini süratle kapsayacak ve baskın taarruzu tehdidini arttıracak silahların
ortadan kaldırılmasını içeren görüşmelerin yapılmasını önermiştir. Bu öneri
konvansiyonel
silahsızlanma
ve
istikrar
çalışmalarına
yepyeni
bir
boyut
kazandırmıştır. Bu öneriye göre konvansiyonel silahların kontrolünün, çoğaltıcı
yaklaşımdan ziyade azaltıcı bir yaklaşım benimsenerek, muhtemel temas
bölgelerinde taarruzi silahların en tehlikeli olanlarının imha edilmesiyle başlanması
hedeflenmiştir.
Sovyet lideri Gorbaçhev’in SSCB’nin asimetrik kuvvet indirimlerinde
bulunmaya hazır olduğunu bildirmesi sonucunda, NATO aynı yıl içerisinde 30 Mayıs
1986’da
yayınladığı
“HALİFAX
Bildirisi”
ile
blokların
konvansiyonel
bu öneriyi
kabul
ettiğini
116
açıklamıştır.
Müzakerelerde,
güç
ve
yapıları
mukayese
edildiğinde ortaya çıkan dört büyük asimetrik problemin giderilmesi taraflarca
öncelikli olarak hedeflenmiştir.117 Buna göre;
I. Asimetri; tarafların mevcut askeri doktrinlerinde ortaya çıkmıştır.
NATO’nun temel askeri doktrini hem imkân ve kapasitesi açısından, hem de hedefi
açısından savunma harekâtını öngörmektedir. VP ise NATO gibi savunma maksatlı
bir kuruluş olmasına rağmen geniş çaplı bir taarruz imkân ve kabiliyetine sahiptir.
II. Asimetrik problem ise bloklar arasında ki doktrinsel düşünce farklılığıdır. NATO
savunma harekâtını benimserken VP ise taarruzi harekât doktrinini benimsemiş ve bu
yönde hazırlıklar yapmıştır. III. Asimetri ise pakt liderlerinin coğrafik konumlardan
kaynaklanmıştır. SSCB Avrupa ana karasında bulunması nedeniyle olası bir harpte
115
Dönemin SSCB lideri Michael Gorbachev tarafından ortaya atılan, açıklık ve yeniden yapılanma
politikalarını tamamlayıcı mahiyette projedir. “Ortak Avrupa Evi” tanımı ve içeriği ile AKKA
öncesindeki AKKUM müzakerelerinde, AKKA uygulama alanının belirlenmesi aşamasında taraflarca
dikkate alınmış ve etkili olmuştur. Detaylı bilgi için Bkz.: David Robertson, “Dictionary of Politics”,
Penguin Books, London, 1993, s. 88-89.
116
http://www.nato.int/cps/en/natolive/official texts 23346.htm, Erişim Tarihi:06 06 2011.
117
Karl Kaiser, “Conventional arms Control and NATO’s Future”, NATO in the 1990s, PergamanBrassey’s International Defence Publishers, Inc., London, 1989, s. 305-306.
54
takviyelerini süratle temas bölgelerine sürebilecek iken ABD ise Atlantik engelini
aşmak zorunda kalacaktır. IV. ve son asimetri ise SSCB ve ABD’ye ait
konvansiyonel güçlerin mensup oldukları paktlar içerisindeki ağırlıklarıdır.
SSCB’nin Urallar’ın batısında konuşlu VP kuvvetleri içerisindeki payı %46 iken,
ABD’nin -İspanya ve Türkiye’deki birlikleri hariç- sahip olduğu pay %11
seviyesindedir.
Alman, silahsızlanma/silahların kontrolü ve uluslararası güvenlik uzmanı
Prof. Dr. Joachim Krause tarafından 1988 yılında Avrupa’daki konvansiyonel güç
asimetrisiyle ilgili olarak yapılan istatistikî çalışmada; daha sonra AKKA ile
sınırlandırılmış olan beş ana konvansiyonel silah ve silah sistemlerinden üçü; 1965
ve 1980 yılları itibariyle tarafların sahip oldukları tank, top ve zırhlı muharebe
araçlarının (ZMA) bloklar bazındaki oranları ve bu on beş yıllık dönemde bu üç silah
sisteminde yaşanan artış mercek altına alınmıştır. On beş yıllık bir dönemi kapsayan
bu çalışmaya ait sonuçlardan; silahlanmanın hangi boyutlara ulaştığı ve özellikle
Orta Avrupa olmak üzere Avrupa Kıtası’nın adeta bir silah çöplüğüne dönüştüğü
vede Doğu Bloğu’nun Batı’ya karşı ezici üstünlüğü açıkça görülmektedir.118
Tanklarda 1965 yılında Doğu-Batı oranı 2.3/1 iken 1980 yılında 2.7/1
Toplarda 1965 yılında Doğu-Batı oranı 1.2/1 iken 1980 yılında 2.6/1
ZMA’larda 1965 yılında Doğu-Batı oranı 1.1/1 iken 1980 yılında 1.7/1
Geçen on beş yıllık süre içerisinde, üç silah kategorisinde Varşova Paktı ve
NATO’nun silahlarında ki artış miktarlarının birbirlerine oranı ise,
Tanklarda 4.5/1
Toplarda 8.2/1 ve
ZMA’larda 3.0/1 şeklinde tezahür etmiştir.
Bu çalışma sonucunda, Batılı ülkelerce yaklaşık yarım yüzyıl boyunca SSCB
liderliğindeki Doğu bloğunun ani bir taarruzla, tüm Orta ve Batı Avrupa’yı kısa
118
Joachim Krause, Prospects for Conventional Arms Control in Europe, New York, Institude for
East-West Security Company, 1988, s. 24.
55
sürede istila etme imkân ve kabiliyetinden duyulan kaygının yersiz olmadığı ve
silahlanmanın zirve yaptığı bu dönemde AKKA’nın detaylı indirim, sınırlama ve
etkin denetim hükümleri ile Avrupa Kıtasına getirdiği konvansiyonel denge ve
güvenliğin ne derece önemli olduğu açıkça görülmektedir.
17 Şubat 1987 tarihinde “Konvansiyonel İstikrar Görüşmeleri” adı altında
paktlara üye yirmi üç ülkenin katılımıyla Viyana’da başlayan müzakerelerde, 1988
Temmuz ayı sonu itibariyle birçok sorun çözüme kavuşturulmuştur. 1988 sonbarında
da görüşmeler olumlu seyretmiş, bazı prosedürlere ilişkin problemler dışında 1989
yılı başları itibariyle hemen hemen tüm hususlarda taraflar uzlaşmaya varmış ve 2
Şubat 1989’da KİG’nin son toplantısı yapılarak görüşmeler sonlandırılmıştır.119
10 Ocak 1989’da Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler hakkındaki
müzakerelerin kapsam ve usullerini belirleyen “Görev Yönergesi” NATO ve VP’na
üye yirmi üç ülke tarafından parafe edilmiştir. Son dakikada Türk topraklarındaki
uygulama alanı dışında kalan bölge ile ilgili olarak “Mersin Limanı Krizi” patlak
vermiş, Türkiye’nin alan dışı bölgesinin tanımda yer alan “Gözne’den denize”
ifadesi, Gözne’den Erdemli’ye olacak şekilde tadil edilerek 14 Ocak’ta çözülmüş ve
17 Ocak 1989 tarihli AGİK Viyana İzleme Toplantısı Sonuç Belgesi’ne
eklenmiştir.120
2.8 Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Müzakereleri
Tüm bu müzakere süreci ve alt yapı çalışmaları sonucunda hazırlanan “Görev
Yönergesi” ışığında 6 Mart 1989’da NATO ve V.P’na üye yirmi üç ülke ve AGİK
üyesi devletlerden oluşan -Arnavutluk hariç- katılımı ile “Avrupa Konvansiyonel
Kuvvetler Müzakereleri” (AKKUM) Viyana’da başlamıştır. Müzakereler aşağıda
119
Office of Information and Press, NATO Handbook-Chronology; NATO, Brussels, 1998,
s. 26-27.
120
James Macintosh, “Confidence-building processes-CSCE and MBFR: a review and assessment”,
East-West Arms Control: Challanges for the Western Allience, Routledge, London, 1992,
s. 132-133.
56
belirtilen ana başlıklar altında, yedi dönem boyunca ve yaklaşık yirmi aylık bir
süreçte tamamlanmıştır.121
1. Dönem (6 Mart–23 Mart 1989) : NATO, AKKUM’da ilk resmi önerisini
sunmuştur.
Öneri
kapsamında;
ilk
aşamada
indirime
tabi
tutulacak
ve
sınırlandırılacak silahlar olarak, ana muharebe tankları, zırhlı muharebe araçları ve
topçu silahları ile alt bölgeler ele alınmıştır. (Bkz.: Harita-I)
HARİTA-I: AKKUM Sürecinde NATO ve VP Teklifleri122
121
Jane M. O. Sharp, Striving For Military Stability In Europe Negotiation, implementation and
adaptation of the CFE Treaty, Routledge, New York, 2006, s. 40-44.
122
Kaynak: Sipri, SIPRI Yearbook 1990, Oxford Universty Press, Oxford, 1990, s. 482.
57
2. Dönem (5 Mayıs–13 Temmuz 1989) : Doğu Bloğu alt bölgelere ilişkin ilk
önerisini sunmuştur. AKKUM kapsamının ulusal sınırlar dışında konuşlandırılan
(ABD ve SSCB) insan gücü ile savaş uçakları ve taarruz helikopterlerini kapsayacak
şekilde genişletilmesi ve en geç bir yıl içerisinde tamamlanması yolundaki ABD
önerisi NATO zirvesinde oybirliği ile kabul edilmiştir. VP alt bölgelere ilişkin
alternatif önerisini sunmuş, NATO’da Mayıs ayında Viyana’da gerçekleştirilen zirve
toplantısında kabul edilen hususları içeren kapsamlı önerisini Doğu’ya sunmuştur.
3. Dönem (7 Eylül–19 Ekim 1989) : Batı Bloğu bilgi değişimi, istikrar
önlemleri, dolaylı ihlallerin önlenmesi ve denetim konularındaki önerilerini, Doğu
Bloğu’da denetim, bilgi değişimi ve istikrar önlemleri konularında mukabil
önerilerini sunmuştur.
4. Dönem (9 Kasım–15 Aralık 1989) : Bloklar karşılıklı olarak taslak
antlaşma metinlerini sunmuşlardır.
5. Dönem (18 Ocak–22 Şubat 1990) : Batı Bloğu, uçaklar ve personel
düzeylerine ilişkin yeni önerisini sunmuştur. Açık Semalar Konferansına katılan
AKKUM’a taraf yirmi üç ülkenin Dışişleri Bakanları, ulusal sınırlar dışında Merkezi
ve Doğu Avrupa’da konuşlandırılan Birleşik Devletler ve Sovyetler Birliği’ne ait
kara ve hava personeli sayılarının, her gurup için 195.000 kişiyle sınırlandırılmasını
kararlaştırmışlardır. NATO ayrıntılı denetim protokolü önerisini sunmuştur.
6. Dönem (15 Mart–26 Nisan 1990) : Batı Bloğu İmha Protokolü ile
indirimlere ilişkin önerilenini sunmuştur. Ayrıca, Denetim Protokolü ve ilgili
antlaşma maddelerine ilişkin taslak önerilerini de açıklamış ve böylelikle
antlaşmanın temel esaslarına dair tekliflerini ortaya koymuştur.
7. Dönem (17 Mayıs–18 Kasım 1990) : Bu dönemde bir süre müzakerelere
teknik bir ara verilmiştir. 3 Ekim’de Almanya’nın birleşmesi ile yirmi üç ülkeli
AKKUM süreci yirmi iki, otuz beş ülkeli AGİK süreci ise otuz dört ülke ile devam
etmiş ve AKKA metni son şeklini almıştır.
58
18 Kasım 1990’da AKKA uyarınca yapılacak ilk bilgi değişimi Viyana’da
AKKA’nın imza töreninden önce NATO ve Pakt üyelerinin birbirlerine tarafların
detaylı silah dökümlerini içeren dosyaları karşılıklı olarak teslim etmesiyle
yapılmıştır. 19 Kasım 1990 tarihinde ise AGİK sürecine dâhil otuz dört ülkenin
Devlet ve Hükümet Başkanlarının Paris’te bir araya geldiği AGİK Zirvesinde,
NATO ve VP’na taraf yirmi iki ülke tarafından imzalanmıştır.123
19–21 Kasım 1990 tarihleri arasında Paris’te gerçekleşen AGİK zirvesinde124,
AKKA ile birlikte içerisinde Türkiye’nin de bulunduğu otuz dört ülke liderleri iki
önemli belgeye daha imza atmışlardır. Bu belgeler, daha önce de belirttiğimiz,
1984–1986 yılları arsında Stokholm’de düzenlenen “Avrupa Silahsızlanma
Konferansı” sonucunda kabul edilen “Stokholm Belgesi”nde yer alan, GGAÖ’yü
tamamlayıcı nitelikteki “Viyana Belgesi” (VB)125 ve “Helsinki Nihai Senedi” ile
başlayan AGİK sürecini resmi bir çerçeveye oturtan “Paris Yasası” (Paris Şartı)
belgeleridir. Soğuk Savaşın bitimine yakın tüm Avrupa ülkelerince benimsenen ve
taraf olunan, “Paris Şartı” yeni bir Avrupa için, ilk adım olarak nitelendirilmiştir.126
123
Dış Haberler, “Batıda Yeni Bir Sayfa Açılacak”, Cumhuriyet, 19 Kasım 1990, s. 6.
Fransız İhtilali ve Napolyon Savaşları sonrasında yapılan 1815 Viyana Kongresi, Kırım Savaşı
sonrasında yapılan 1856 Paris Kongresi ve Antlaşması, 93 Harbi sonrasında yapılan 1878 Berlin
Kongresi ve Antlaşması, I. Dünya Harbi sonrasında yapılan 1919 Paris Konferansı ve Antlaşması ile
II. Dünya Savaşı sonrasında yapılan 1946–47 Paris Konferansları ve Antlaşmalarında olduğu gibi
XXI. yüzyılın yeni dünya düzenini belirlemek için Soğuk Savaş sonrasında 1990 Paris Konfreansı ve
Zirvesi düzenlenmiş, Avrupalı milletler yaklaşık iki yüzyıllık -her büyük savaştan sonra yeni güçler
dengesini kurma- alışkanlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu noktada AKKA’nın SSS dönemin güçler
dengesinin belirlendiği Paris Zirvesinde kabul edilmiş olması çok manidar ve önemlidir. SSS
dönemde, AKKA’nın Avrupa güvenliğinin köşe taşı olarak kabul edilmesi kesinlikle bir tesadüf değil
aksine Avrupalı Devletlerin bu konvansiyonel silahsızlanma ve silahların denetimi antlaşmasına
verdiği önemi göstermesi açısından çok dikkat çekicidir.
125
Esas olarak 01 Ağustos 1975 tarihli Helsinki Nihai Senedi’ne dayanan VB’nin amacı; “taraflar
arasında askeri kuvvetlere ilişkin sayıların, faaliyetlerin bildirilmesi ve denetimlerinin yapılması
suretiyle, antlaşmaya taraf tüm ülkelerce karşılıklı güven ortamının sağlanmasıdır. VB kapsamındaki
GGAÖ paketi; Helsinki Nihai Senedi (1975–1986), Stokholm Belgesi (1986–1990) ve Viyana Belgesi
(1990) olmak üzere üç aşamada gelişmiş ve 17 Kasım 1990’da VB–90, 1992 yılında VB–92 ile 1994
yılı içerisinde VB–94 olarak kabul edilmiştir. Sürekli olarak kendini yenileyen ve geliştiren VB, 18
Kasım 1999’da İstanbul AGİT Zirve toplantısında VB–99 adıyla kabul edilmiştir. Tüm AGİT üyesi
devletler aynı zamanda VB esaslarına da tabidir.
126
TBMM AGİK Parlamenter Assamblesi Türk Grubu Başkanlığı, Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı
(21 Kasım 1990), TBMM Basımevi Müdürlüğü, Ankara, 1992, s. 9-12.
124
59
III. BÖLÜM
AVRUPA KONVANSİYONEL KUVVETLER ANTLAŞMASI
3.1 AKKA Rejimi ve Temel Esasları
Silahsızlanma tarihinin en kapsamlı silahsızlanma ve silahların denetimi
antlaşması olarak kabul edilen AKKA, yaklaşık yarım asırdır süregelen Soğuk
Savaş’ın askeri boyutunu bitirmiştir. Konvansiyonel bir silahsızlanma antlaşması
olan AKKA, konvansiyonel harbin beş temel silah ve silah sistemi olan; tanklar,
zırhlı muharebe araçları, top ve topçu sistemleri, savaş uçakları ile taarruz
helikopterleri kategorilerinde sayısı yüz binlerle ifade edilen bir indirim rejimidir.
AKKA; indirim ve denetim rejimini oluşturan genel ve bölgesel sınırlamalar,
bilgi değişimleri, ayrıntılı denetim hükümleri, ortak danışma mekanizması ve geniş
ATTU coğrafyası ile Avrupa’nın konvansiyonel anlamda adeta bir denge tahtası
rolünü üstlenmiştir.127
3.1.1 Tarihçe
15 Ocak 1973 tarihinde başlayan ve yaklaşık on beş yıl boyunca süren NATO
ve VP arasında ki “Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimleri” (KDKİ)
müzakerelerinden kalıcı bir sonuç ve çözüm çıkmamış fakat müzakereler, tarafların
bu sayede karşılıklı olarak birbirlerini anlamalarına katkı sağlamıştır. 10 Ocak
1989’da Viyana’da, Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) de dâhil olmak üzere
yirmi üç ülkenin katılımıyla başlayan “Avrupa’da Konvansiyonel Kuvvet İndirimleri
Müzakereleri” (AKKUM) 16 Kasım 1990 tarihinde sona ermiş ve 19 Kasım
1990’da, Paris’te yirmi iki ülke tarafından hukuken bağlayıcı nitelikte olan “Avrupa
Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması” (AKKA) imzalanmıştır. Başlangıçta on altı
NATO ve altı VP üyesi olmak üzere toplam yirmi iki ülke tarafından imzalanan
127
AKKA için imzalandığı tarihten itibaren, özellikle Batılı ülkeler başta olmak üzere tüm taraf
ülkeler tarafından “The corner stone of the Europian security” (Avrupa güvenliğinin köşe taşı) ifadesi
kullanılmıştır.
60
AKKA’ya taraf ülkelerin sayısı, SSCB’nin dağılması ve Çekoslovakya’nın
bölünmesi ile otuza çıkmıştır.128
06 Temmuz 1992’de, Helsinki AGİK Zirvesi sonucunda ise bu kez siyasi
bağlayıcılığa sahip bir “Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetlerin Personel Gücü
Müzakereleri Nihai Senedi” (AKKA-1/A) imzalanmış ve AKKA ile birlikte 17
Temmuz 1992 tarihinde yürürlüğe girmiştir.129
3.1.2 Amaç ve Kapsam
Viyana’da 17 Şubat 1987’de başlayan KİG sonucunda NATO ve VP üyeleri
tarafından “Konvansiyonel Silahsızlanma Görev Yönergesi” hazırlanmış ve 5 Ocak
1989’da görüşmeler son bulmuştur. 10 Ocak 1989’da ise AKKUM’un kapsam ve
usullerini belirleyen “Konvansiyonel Silahsızlanma Görev Yönergesi” paktlara üye
yirmi üç ülke tarafından parafe edilmiş, AKKA’nın amaçları hazırlanan görev
yönergesinde üç madde ile tespit edilmiştir.130
1. Atlantik’ten
Urallar’a
kadar
uzanan
Avrupa
Kıtası’nda
bulunan
konvansiyonel kuvvetlerde istikrar ve güvenli bir denge yaratmak,
2. İstikrar ve güvenlik hususlarını gölgeleyen eşitsizlikleri gidermek,
3. Baskın ve geniş çaplı taarruzları başlatma kabiliyetini öncelikle bertaraf
ederek Avrupa Kıtası’nda istikrar ve güvenliği artırmaktır.
AKKA, silahsızlanma tarihinin en kapsamlı silahsızlanma antlaşmasıdır.
II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da oluşan ve en belirgin özelliği ile Sovyet
Rusya’nın konvansiyonel güç üstünlüğüne son vermesi bakımından tüm Avrupa
ülkeleri açısından çok önemlidir. Birbirinden farklı nitelik ve kabiliyetlere sahip silah
sistemlerinde güvenlik ve istikrarı sağlayacak sayısal denklikleri kurması ise
AKKA’yı farklı kılan diğer önemli özelliklerinden biridir.
128
Burak Akçapar, The International Law of Conventional Arms Control in Europe, Nomos
Verlagsgesellschaft Baden-Baden, Munich, 1996, s.117.
129
http://www.fas.org/nuke/control/cfe/index.html, Erişim tarihi: 01 06 2011.
130
T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Silahsızlanma ve Silahların Kontrolü Alanındaki Gelişmeler,
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1991, s. 2-3.
61
AKKA, yirmi üç maddelik bir ana metin ile teknik hususları kendi içerisinde
hükümlere bağlayan sekiz ayrı ek protokolden oluşmaktadır. AKKA içeriğinin
ayrılmaz birer tamamlayıcısı olan bu protokoller aşağıda sıralanmıştır.131
1. Konvansiyonel Silah ve Teçhizatın Mevcut Tipleri Protokolü: Kısaca
“Mevcut Tipler Protokolü” olarak anılan bu protokol, AKKA’nın sınırlamaya tabi
tuttuğu silah ve teçhizatın taraf ülkelerin halen elinde bulunan tip ve modellerinin
dökümünü içermektedir. Bu protokolün mevcut silah tiplerine ilişkin teknik veriler
hakkında bir de Ek’i mevcuttur.
2. Savaş Yetenekli Uçakların Belirli Tip ve Modellerinin Silahsız Eğitim
Uçakları olarak Yeniden Sınıflandırılmasını Düzenleyen Usuller Protokolü: Kısaca
“Uçakların Yeniden sınıflandırılması Protokolü” olarak anılan bu protokolde, savaş
yeteneğine sahip belirli uçak tiplerinin, nasıl ve hangi işlemlerden geçirilerek eğitim
uçağı olarak yeniden sınıflandırılabileceği ve böylece sayısal sınırlamalar dışına
alınabileceği hususları düzenlenmiştir.
3. AKKA İle Sınırlanan Konvansiyonel Silah ve Teçhizatın İndirimini
Düzenleyen Usuller Protokolü: Kısaca “İndirim Protokolü” olarak anılan bu protokol
ile adından da anlaşılacağı üzere, AKKA’nın getirdiği sayısal sınırların üzerinde
kalan
miktardaki
silah
ve
teçhizatın
indirilmesini
sağlayacak
yöntemler
belirlenmiştir.
4. Savaş Helikopterlerinin Sınıflandırılması ve Çok Maksatlı Taarruz
Helikopterlerinin
Yeniden
Sınıflandırılması
İşlemlerini
Düzenleyen
Usuller
Protokolü: Kısaca “Helikopterlerin Yeniden Sınıflandırılması Protokolü” olarak
isimlendirilen bu protokolde, uçaklarınkine benzer olarak, çok maksatlı taarruz
helikopterlerinin hangi işlemlerden geçerek, muharebe destek helikopterleri sınıfına
dönüştürülebileceği ve böylece indirime tabi tutulmuş sayılabileceği hususları
düzenlenmiştir.
131
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması, Ankara,
1991, s. 10-12.
62
5. Bildirim ve Bilgi Değişimi Protokolü: “Bilgi Değişimi Protokolü” olarak
anılan bu protokolde, ayrıntılı bildirim ve bilgi değişimi rejiminin esasları
belirlenmiştir. Bu protokolde ayrıca, bildirim ve bilgi değişimlerini standartlaştırmak
amacıyla bildirimlerde kullanılacak örnek format ekleri mevcuttur.132
6. Denetim Protokolü: AKKA’nın en önemli uygulamalarından biri olan
denetim rejimini ve bununla ilgili uygulama yöntemlerini düzenleyen protokoldür.
7. Ortak Danışma Gurubu Protokolü: AKKA’nın uygulanmasında bir istişare
forumu olarak görev yapacak Ortak Danışma Gurubu’nun (ODG) çalışma usullerini,
ilke ve yetkilerini hükme bağlayan protokoldür. ODG kısaca AKKA’nın yürütme
organı, çözüm ve karar merci olarak tanımlanabilir.
8. AKKA’nın Belirli Hükümlerinin Geçici Olarak Uygulanması Protokolü:
Antlaşma’nın bazı hükümlerinin, antlaşma’nın yürürlüğe girmesinden önce imza
tarihinde, geçici olarak uygulamaya başlamasını öngören protokoldür. Bu protokolde
geçici olarak uygulanacak AKKA hükümleri: antlaşma’nın uygulanmasını teminen
kurulacak iletişim düzeni, antlaşma’nın imzalanmasında indirime tabi olacak silah
miktarları konusunda yapılacak bildirim, konvansiyonel kuvvetlerle ilgili olarak
yapılacak ikinci aşama müzakerelerin (AKKA-1/A) genel çerçevesi, antlaşma’nın
imzalanmasında yapılacak bilgi değişimi, “Bildirim ve Bilgi Değişimi Protokolü”nün
antlaşma’nın imzalanmasında yapılacak bilgi değişimine ilişkin hükümleri ile
“Denetim Protokolü”nün, denetim öncesi gereksinimleri, denetleyici ve uçuş ekibi
üyelerinin isim listelerinin verilmesi, listelerin gözden geçirilmesi, listelere dâhil olan
şahıslara vize verilmesi, denetim timlerini taşıyacak uçaklara diplomatik uçuş izin
numarası verilmesi ve giriş-çıkış noktalarının belirtilmesi hükümleri ile ODG,
konferanslar ve olağanüstü konferanslar, “Mevcut Tipler Protokolü”nün teknik veri
ve fotoğraflarla ilgili hükümleri olarak sıralanmıştır.
AKKA, kapsamına giren konvansiyonel silah ve teçhizatı (ASSA: Antlaşma
ile sınırlandırılmış silah ve araç) beş kategori altında sınıflandırmıştır. Müzakerelerin
132
AKKA Bildirim Formatları Listesi ve üç adet örnek bildirim EK-II’de sunulmuştur. Bkz.: s.182-187.
63
temelini baskın tarzındaki saldırılar ile geniş çaplı askeri harekâtların önlenmesi
oluşturduğundan tanklar, toplar ve top sistemleri, zırhlı araçlar, savaş uçakları ve
taarruz helikopterleri AKKA’nın kapsamına dâhil edilmiştir. Nükleer ve kimyasal
silahlar ile deniz kuvvetleri kapsam dışı tutulmuştur. İnsan gücü ve personel sayıları
hususları, SSCB ve Bulgaristan’ın müzakerelerin başlangıç safhasındaki yoğun
ısrarına rağmen kapsama dâhil edilmemiştir.
3.1.3 Uygulama Alanı ve Tanımlar
AKKA’nın uygulama alanı batıda Atlas Okyanusu’ndan, doğuda Ural
Dağları, Ural Nehri ve Hazar Denizi’ne kadar uzanan bölge olarak tanımlanmıştır.
Avrupa Kıtası’nın tamamını oluşturan bu geniş alan içerisinde bulunan ülkelerin,
adaları dâhil, bütün topraklarında AKKA hükümleri geçerlidir. (Bkz.: Harita-II)
HARİTA-II AKKA Uygulama Alanı
64
Avrupa’daki konvansiyonel silahsızlanma ve AGİK süreçlerine taraf olmayan
ülkelerle -Suriye, Irak, İran- ortak sınırlarının bulunması nedeniyle Türkiye’nin bu
sınır bölgelerinde alacağı askeri tedbirlerin, bildirim tavanı ve denetim dışı kalması
ihtiyacını doğurmuştur. Türkiye’nin toplam yüzölçümünün yaklaşık %24,4’üne
tekabül eden, 190.576 km2’lik bölümünü oluşturan İskenderun Körfezi dâhil olmak
üzere tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesi alanı dışında bırakılmıştır.133 Bu alan dışı
bölge: Türkiye-İran hududunun 39. Enlemle kesiştiği noktadan başlayıp Muradiye,
Patnos, Karayazı, Tekman, Kemaliye, Feke, Ceyhan, Doğankent, Gözne ve buradan
da denize134 uzanan çizginin doğusunda kalan bölgeyi kapsamakta olup ATTU
bölgesinin tek istisnasıdır. (Bkz.: Harita-III)
HARİTA-III: Türkiye’nin AKKA Uygulama Alanı ve Alan Dışı Bölgesi
133
Burak Akçapar, The International Law of Conventional Arms Control in Europe, Nomos
Verlagsgesellschaft Baden-Baden, Munich, 1996, s.117.
134
Atina’nın itirazları sonucu ortaya çıkan ve AKKA tarihine “Mersin Krizi” olarak geçen tartışmalar
sonucunda denize ifadesi Gözne’ye olarak nota teatisi ile değiştirilmiştir. Bu noktada 1974 “Kıbrıs
Barış Harekâtı”nda çıkarma üssü olarak Mersin Limanı’nın kullanılması Atina’nın bu tip bir tepki
yaratmasına neden olmuştur.
65
AKKA’ya taraf olup alan dışı bölgeye sahip ikinci ülke ise Rusya
Federasyonu’dur (RF). RF’nin Ural Dağları’nın doğusunda bulunan tüm toprakları
AKKA Rejimi dışında tutulmuştur. Ayrıca ABD ve Kanada toprakları -Atlantik ötesi
topraklar- da AKKA uygulama alanı dışında tutulmuştur.
Antlaşma, ASSA’ları beş kategoriye ayırarak tanımlamış ve taraf ülkelerin
yorumlarına mahal bırakmamak için tanımlara açıklık getirmiş, bunu da belirli kıstas
ve parametreleri kesin olarak saptamak suretiyle yapmıştır. Örneğin, tank tanımı
yapılırken ağırlık kıstası olarak en az 16,5 ton, mevcut tank topunun ise en az 75
mm. çapında olması gerektiği belirlenmiştir. Savaş uçağı tanımına elektronik harp ve
hava keşif uçakları dâhil edilirken, silahsız eğitim uçakları kapsam dışında
tutulmuştur. ASSA’ların beşinci kategorisinde ele alınan taarruz helikopterleri
tanımında ise, özellikle saldırıcı amacıyla imal edilmiş helikopterler ile genel maksat
helikopterleri arasında bir ayrıma gidilmiş ve çeşitli askeri maksatlarda kullanılan
genel maksat helikopterleri kapsam dışında tutulmuştur.135
Ayrıca beş ana kategoriye dâhil olan fakat silah ve teçhizatın tanımlarında
belirtilen parametrelerin hepsine uymayan ve görünüşlerinde büyük benzerlikler
bulunan silah ve teçhizatlar için “benzerler” tanımlaması yapılmıştır. Benzerler
tanımına giren silah ve teçhizat sadece bilgi değişimine tabi tutulmuştur. Örneğin,
zırhlı piyade savaş araçları ile aynı şasiye kurulu ve aynı görünüme sahip, ancak bir
piyade mangasını taşıyamayacak şekilde tasarlanmış ve ana silahının çapı 20 mm.den
küçük olan bir zırhlı araca “zırhlı piyade savaş aracı benzeri” tanımlaması
yapılmıştır. Benzerler tanımına giren silah ve teçhizatlar sayısal olarak sınırlamaya
tabi kılınmamış fakat sayılarının ve mevcut yerlerinin bildirime tabi tutulması hükme
bağlanmıştır.136
135
Oleg Amirov & Sergei Oznobicshev, “From The Atlantic To The Urals: Conventional Forces
Reductions”, The Security Watershed Russian Debating Defence and Foreign Policy After the
Cold War, Gordon and Breach Science Publishers, 1993, Amsterdam, s. 282-285.
136
EK-I: AKKA Tam Metni, II. Madde, S Fıkrası, s. 5. Ayrıca Bkz.: Jane M. O. Sharp, Striving For
Military Stability In Europe Negotiation, implementation and adaptation of the CFE Treaty,
Routledge, New York, 2006, s. 49.
66
İndirim tanımı ve kapsamına giren beş ana kategorideki silah ve teçhizatın
istisnaları da AKKA rejiminde detaylı olarak belirtilmiştir. Buna göre; üretim ve test
aşamasında olanlar, yalnızca araştırma ve geliştirme maksatlarıyla kullanılanlar,
tarihi koleksiyonlarda (müzelerde) bulunanlar, hizmet dışı bırakılanlar, ihraç için
bekletilenler ile transit geçiş yapmak üzere indirim alanı içerisinde -yedi günü
geçmemek üzere- bulunanlar istisna olarak kabul edilmişlerdir. Yarı askeri kuvvetler
(YAK) olarak tabir edilen, ülkemizdeki jandarma benzeri, barış döneminde iç
güvenliğin sağlanması amacıyla kurulmuş birim ve teşkilatların envanterinde
bulunan zırhlı muharebe aracı (ZMA) -ZPT sayısı 1.000 olarak sınırlandırılmıştır ve
bunun 600 adedi kanat bölgesinde konuşlandırılabilir- ile çok maksatlı saldırı
helikopterleri de istisna olarak kabul edilmiştir.137
3.1.4 Sınırlamalar
AKKA’ya taraf ülkeler, uygulama alanı içerisindeki konvansiyonel silah ve
teçhizatlarını belirlenmiş düzeylerde tutmakla mükellef kılınmışlardır. AKKA rejimi
taraf ülkeleri üç ana başlık altında sınırlamaya tabi tutmuştur:
- Atlantik’ten Urallar’a tüm AKKA uygulama alanındaki toplam mevcutlar,
- Belirlenmiş dört alt bölge içerisindeki azami mevcutlar ve
- Her bir taraf ülkenin tek başına elde bulundurabileceği azami mevcutlar.
AKKA’nı yürürlüğe giriş tarihiden itibaren kırk ay içerisinde tüm uygulama
alanı içerisinde antlaşmaya taraf yirmi iki ülkenin kara ve hava kuvvetleri
bünyesinde bulunacak toplam konvansiyonel silah ve teçhizat miktarları tavanları:
- Tanklar için 40.000
- Zırhlı Muharebe Araçları için 60.000
- Toplar için 40.000
- Savaş Uçakları için 13.600
- Taarruz Helikopterleri için 4.000 olarak saptanmıştır.
137
Sergey Koulik & Richard Kokoski, Conventional Arms Control, Sipri Oxford Universty Press,
New York, 1994, s. 25.
67
Bu miktarların gurup ülkelerce eşit miktarlarda paylaşımı esas alınmıştır.
Uygulama alanında bulundurulabilecek konvansiyonel silah ve teçhizat miktarlarının
bir kısmının sürekli kontrol altında tutulan, yerleri önceden bildirilmiş özel depolarda
muhafaza edilmesi hükme bağlanmıştır. Bu hüküm uyarınca, gurup ülkelerin,
depoları dışında ki aktif birliklerinde, en fazla 16.500 tank, 27.300 ZMA ve 17.000
top bulundurabilmesi hükmü getirilmiştir. ZMA’lara ek bir kısıtlama olarak; depolar
dışındaki aktif ZMA’ların mevcudunun en fazla 18.000 ve bu miktarın da en fazla
1.500’ünün ağır silahlı ZMA olabileceği hükmü getirilmiştir.138
Bölgesel sınırlamalar olarak tanımlanan ikinci sınırlama ile AKKA uygulama
alanı birbiri içine geçen dört alt bölgeye ayrılmıştır. (Bkz.: Harita-IV) Bu bölgeleri
ülkeler ve SSCB’nin askeri bölgeleri oluşturmaktadır. Kendi içlerinde bir bütünlük
arz eden bu alt bölgelerin belirlenmesindeki amaç, birinci sınırlama kıstaslarında
belirtilen ülke gruplarına ait azami mevcutların herhangi bir bölgeye yığılarak, askeri
ve siyasi istikrarsızlığa sebebiyet vermesinin önüne geçmektir. Alt bölgeler, tüm
AKKA uygulama alanından başlayarak giderek küçülmekte ve Orta Avrupa’da son
bulmaktadır. Tablo-II dikkatle incelendiğinde, Orta ve Doğu Avrupa’da olası büyük
bir konvansiyonel harp için konuşlandırılmış milyonlarca asker ve silahın hazır
beklediği açıkça görülmektedir. Soğuk Savaş müddetince metrekareye en fazla asker
ve silahın düştüğü bölge de bu bölge olmuştur. AKKA’nın en önemli özelliklerinden
birisi; uygulama alanındaki bölgesel ayrımların farklı güvenlik seviyeleri esas
alınarak belirlenmiş olmasıdır. (Bkz.: Harita-IV) Buna göre;139
IV.1 Bölge: Federal Almanya Cumhuriyeti (FAC), Belçika, Hollanda,
Lüksemburg, İngiltere, Fransa, İtalya, Danimarka, Portekiz, İspanya, İzlanda,
Norveç, Türkiye, Yunanistan ile Polonya, Çek ve Slovak Federal Cumhuriyeti
(Çekoslovakya), Macaristan, Bulgaristan, Romanya ve SSCB’nin Baltık, Beyaz
Rusya, Karpatlar, Kiev, Volga-Urallar, Moskova, Leningrad, Odessa, Kuzey ve
TransKafkasya Askeri Bölgeleri. (Kanatları da kapsayan ATTU bölgesidir.)
138
EK-I: AKKA Tam Metni, IV. Madde, I. Fıkra, (B) Bendi, s. 6.
Oleg Amirov, Sergei Oznobicshev, “From The Atlantic To The Urals: Conventional Forces
Reductions”, The Security Watershed Russian Debating Defence and Foreign Policy After the
Cold War, Gordon and Breach Science Publishers, 1993, Amsterdam, s. 285-287.
139
68
- Muharebe Tankları: 20.000
- Zırhlı Savaş Araçları: 30.000
- Toplar: 20.000
- Savaş Uçakları: 6.800
- Taarruz Helikopterleri: 2.000
TABLO-II: NATO ve VP Konvansiyonel Kuvvetlerinin Karşılaştırılması140
NATO
VP
**
*
HAREKET KABİLİYETİ
YÜKSEK AVRUPA’DA
KONUŞLU KUVVETLER
AKTİF
KONVANSİYONEL
KUVVETLER
Deniz Kuvvetleri Dâhil
İHTİYATLAR
ve İKİNCİ
KADEME
BİRLİKLER
TÜMEN ve EŞİDİ
BİRLİKLER
ANA SAVAŞ
TANKLARI
Çapı 90 mm. ve
Üzeri Namluya Sahip
GÜDÜMLÜ
TANKSAVAR
SİLAHLARI
Seyyar veya Araç Üzerine
Monteli
TOP ve HAVANLAR
Çapı 100mm. ve Üzeri Çok
Namlulu Roketatarlar Dahil
ZIRHLI
MUHAREBE
ARAÇLARI
ÇOK MAKSATLI
TAARRUZ
HELİKOPTERLERİ
TAARUZ
HELİKOPTERLERİ
* HAREKET KABİLİYETİ YÜKSEK BİRLİKLER; BATI AVRUPA’DA Kİ DEPO ve BAKIM
MERKEZLERİNDE BULUNAN ABD LOJİSTİK DESTEK BİRLİKLERİNİ ve BALTIK, BELARUS,
KARPAT, ODESSA, KİEV ve KUZEY KAFKASY ASKERİ BÖLGELERİNDE BULUNAN BİRİNCİ
KADEME SOVYET BİRLİKLERİNİ KAPSAR.
** TARAFLAR İÇİN DESTEK ve İHTİYAT KUVVETLERİNİN DURUMU: NATO İÇİN KUZEY
AMERİKA’DA KONUŞLU BİRLİKLER İLE VP İÇİN URAL DAĞLARI’NIN DOĞUSUNDA KONUŞLU
BULUNAN BİRLİKLERİ KAPSAR.
VARŞOVA PAKTI TÜMENLERİNİN PERSONEL SAYILARI NATO’YA
NAZARAN AZDIR. FAKAT SİLAH SAYILARINDAKİ ÜSTÜNLÜKLERİ, HER
İKİ
BLOĞA
AİT
KONVANSİYONEL
BİRLİKLERİN
MUHAREBE
POTANSİYELLERİNİ DENGELEMEKTEDİR.
IV.2 Bölge: FAC, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, İngiltere, Fransa, İtalya,
Danimarka, Portekiz, İspanya ile Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, SSCB’nin
Baltık, Beyaz Rusya, Karpatlar, Kiev, Volga-Urallar ve Moskova Askeri
Bölgelerinden müteşekkil Dış Kenar bölgesi.
- Muharebe Tankları: 15.300
- Zırhlı Savaş Araçları: 24.100
- Toplar: 14.000
140
Kaynak: Sevice De L’Information De L’OTAN, L’OTAN Et Le Pacte De Varsovie
Comparaison Des Forces En Presence, OTAN, Bruxelles, 1984, s. 20.
69
IV.3 Bölge: FAC, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, İngiltere, Fransa, İtalya,
Danimarka ile Polonya, Çekoslovakya, Macaristan, SSCB’nin Baltık, Beyaz Rusya,
Karpatlar, Kiev, Askeri Bölgelerinden müteşekkil İç Kenar bölgesidir.
- Muharebe Tankları: 10.300
- Zırhlı Savaş Araçları: 19.600
- Toplar: 9.100
IV.4 Bölge:
FAC,
Belçika,
Hollanda,
Lüksemburg
ile
Polonya,
Çekoslovakya, Macaristan’dan oluşan Orta Avrupa bölgesidir:
- Muharebe Tankları: 7.500
- Zırhlı Savaş Araçları: 11.250
- Toplar için: 5.600
HARİTA-IV: AKKA Bölgeleri141
141
Kaynak: Jane M. O. Sharp, Striving For Military Stability In Europe Negotiation,
implementation and adaptation of the CFE Treaty, Routledge, New York, 2006, s. 45.
70
Yukarıda belirtilen bölgesel sınırlamalar incelendiğinde bölgeler için tavan
limitlerinin belirlenmiş fakat taban limitlerinin ise saptanmadığı görülmektedir. Bu
durumda en küçük ve merkez bölge olan IV. Bölge ile diğer bölgelerden dış
bölgelere doğru bir kuvvet yığılmasının olası olduğu saptanmış ve AKKA’nın
ruhuna aykırılık yaratabilecek kuvvet yığılmalarının önüne geçebilmek maksadıyla
kanat kuşağında bulunan taraf ülkeleri bağlayıcı “Kanatlar Kuralı” getirilmiştir. Buna
göre; Türkiye, Norveç, İzlanda ve Yunanistan ile Romanya, Bulgaristan ve
SSCB’nin Leningrad, Odessa, Kuzey ve Trans Kafkasya Askeri Bölgelerinin
bulunduğu kanatlar bölgesinde (Bkz.: Harita-V) her bir ülke grubunun en fazla 4.700
tank, 5.900 zırhlı savaş aracı ve 6.000 top bulundurması hükme bağlanmıştır.142
HARİTA-V: AKKA Kanat Bölgeleri
142
Oleg Amirov, Sergei Oznobicshev, “From The Atlantic To The Urals: Conventional Forces
Reductions”, The Security Watershed Russian Debating Defence and Foreign Policy After the
Cold War, Gordon and Breach Science Publishers, 1993, Amsterdam, s. 288.
71
Ayrıca “Kanatlar Kuralı”na ek olarak, “Akış Kuralı” şeklinde tanımlanan ve
yalnızca kanat ülkeleri için geçerli olan ek kuvvet konuşlandırma hakkı tanınmıştır.
Bu kuralın amacı savunmada dış takviye kuvvetlerin önemli olduğu kanat ülkeleri
bölgesinde herhangi bir kriz döneminde takviyelerin AKKA rejimini ihlal etmeden
sevk edilebilmesini sağlamaktır. Bu maksatla her bir ülke gurubuna 459 tank, 723
zırhlı araç ve 420 top ile müteşekkil ek kuvvetler konuşlandırma hakkı verilmiş fakat
bu hak geçici olarak ve bildirime tabi tutulmak suretiyle kanat ülkelerine tanınmıştır.
Ayrıca bu ek kuvvetlerin en fazla üçte biri -153 tank, 241 zırhlı araç ve 140 top- aynı
ülkeye konuşlandırılabilecektir.143
“Ulusal Azami Mevcutlar” iki ülkeler gurubu arasında toplam beş kategoride
belirlenen ve sayısal eşitlik kıstasına dayılı yapıyı oluşturmak için taraf ülkelerin
kendi içlerinde mutabık kalarak saptadıkları ve diğer tüm taraf ülkelere bildirdiği
mevcutları ifade etmektedir. Saptanan bu düzeylere AKKA’nın yürürlüğe
girmesinden itibaren kırk ay içerisinde ulaşmayı tüm taraflar kabul etmişlerdir.144
3.1.5 Bilgi Değişimi ve Veri Tabanı
AKKA rejimine taraf tüm ülkeler Antlaşmanın uygulanabilmesi, sağladığı
imkânların etkin olarak kullanılabilmesi ve de yükümlülüklerin yerine getirilebilmesi
için aralarında ayrıntılı bir veri tabanı oluşturmuşlardır. Bu veri tabanının dinamik
tutulması ve sürekli olarak güncellenmesi hükme bağlanmıştır. “Bildirim ve Bilgi
Değişimi Protokolü” çerçevesinde ülkeler, uygulama alanlarına giren konvansiyonel
silah ve teçhizatlarına ilişkin ilk bilgileri antlaşmanın imza tarihinde Viyana’da tüm
taraf ülkelere sunmuştur. Yine bu protokol gereğince imza tarihinden üç ay
içerisinde; 18 Şubat 1991’e kadar, tüm akit üyelerin antlaşmayı parlemento
onayından geçirmeleriyle, (bir başka ifadeyle antlaşmanın yürürlüğe girmesini
müteakiben otuz gün içerisinde), her yıl 15 Aralık tarihinde ve üç yıllık indirim
süresi sonrasında olmak üzere dört farklı zaman programında karşılıklı bilgi
143
Jan Kolasa, Disarmament and Arms Control Agreements: A Study on Procedural and
Institutional Law, Universitatsverlag Brockmeyer, Bochum, 1995, s. 196.
144
Sergey Koulik, Richard Kokoski, Conventional Arms Control, Sipri Oxford Universty Press,
New York, 1994, s. 27.
72
değişimine gidilmesi kararlaştırılmıştır. Bu hüküm uyarınca AKKA rejimi, taraf
ülkelerden uygulama alanı içerisinde ne kadar silah ve teçhizatı bulunduğunu ve
bunların
tiplerini
bildirmeyi
zorunlu
kılmıştır. Ayrıca
tüm taraf ülkeler
konvansiyonel kuvvetlerini konuşlandırdıkları yerleri de diğer taraf ülkelere
bildirmekle mükellef kılınmıştır.145
Böylece, AKKA bilgi değişimi rejimi sayesinde, Atlas Okyanusu’ndan Ural
Dağları’na kadar uzanan Avrupa Kıtası’nda yer alan yirmi iki ülkenin ve dolayısıyla
iki ülkeler grubunun konvansiyonel kuvvet düzeylerine silah ve teçhizatın tiplerine
ve nihayet bunların konuşlandırılma yerlerine ilişkin net bir ortak veri tabanının
kurularak, güncel halde tutulması hedeflenmiştir. Antlaşmaya taraf ülkelerin kendi
sorumluluk bölgelerini kapsayan bilgilerden oluşan bu resmin ne ölçüde gerçekleri
yansıttığı ise, oluşturulan kapsamlı denetim mekanizmasının doğrulanması ile
hedeflenmiştir.146
3.1.6 Denetim ve Verilerin Doğrulanması
AKKA’dan önceki silahsızlanma çalışmaları ve antlaşmalarının hemen
hemen tümü, akit ülkelerin karşılıklı beyanları ve tek taraflı iyi niyetleri ile sınırlı
kalmış, bu da karşılıklı denetim ve verilerin doğrulanması hususlarının önüne
geçerek tarafları gerçek anlamda bir silahsızlanma ve silahların denetimi sürecinden
uzak tutmuştur. Diğer bir ifadeyle, silahsızlanma çalışmalarının en hayati
hususlarından biri olan denetim mekanizması kurulamamış, yapılan tüm çabalar ve
dialoglar ise karşılıklı güven ve teyit mekanizmasından yoksun kalarak başarısızlığa
uğramıştır.
145
Jane M. O. Sharp, Striving For Military Stability In Europe Negotiation, implementation and
adaptation of the CFE Treaty, Routledge, New York, 2006, s. 67-68.
146
EK-II: AKKA Bildirim Formatları Listesi. AGİT şemsiyesi altında kurulmuş olan, AKKA-1/A
Antlaşması da dâhil olmak üzere, AKKA rejimi ilgili her türlü bilgi değişimi, planlı/plansız denetim
bildirimleri gibi her türlü talep, bildirim ve bilgi akışının, kısaca “Bilgi Değişim Protokolü” olarak
anılan sekiz ek protokolden “5 Nolu Bildirim ve Bilgi Değişimi Protokolü” çerçevesinde
standardizasyonu işlemidir. Tüm AGİT ülkelerinin dâhil olduğu ve AGİT şemsiyesi altında kurulan
bu iletişim sistemi AKKA rejimine taraf ülkelerin Dışişleri Bakanlıkları tarafından kullanılmakta,
takip ve kontrol edilmektedir. F00’dan F43’e kadar numaralandırılmış toplam 44 standart bildirim
formatından; F00, F29 ve F31nolu bildirim formatları EK-II’de sunulmuştur. Kaynak: T.C Dışişleri
Bakanlığı Silahların Kontrolü ve Silahsızlanma Dairesi Silahsızlanma ve Silahların Kontrolü
Genel Müdürlüğü.
73
AKKA rejiminin en önemli özelliklerinden olan denetim ve verilerin
doğrulanması hususu, hizmet dışı bırakılacak silahların mevkilerinden, “Denetime
Tabi Birim”lere (DTB), “Beyan Edilmiş Mevkiler”den (BEM), taraf ülkeler arasında
diplomatik kanallar esas alınarak kurulan özel bir iletişim ağına kadar çok detaylı ve
kapsamlı terim ve tanımlamalarla hükme bağlanmıştır. AKKA denetim rejimi ve
etkin olarak tüm taraf ülkelerce ve icra edilen yerinde denetimler AKKA’yı diğer
silahsızlanma antlaşmalarından ayıran en önemli ve belirgin özelliklerden birisidir.147
Hizmet dışı bırakılan antlaşma ile sınırlandırılmış silah ve teçhizatların
envanterden çıkarılmayı bekledikleri mevkiler -en fazla sekiz mevki- buralardaki
sayıları ve tipleri taraf ülkelerce bildirime tabi tutulması ve bu hususa ek olarak, bu
bekleme mevkilerinde antlaşmaya tabi herhangi bir başka silah ve teçhizat
bulunuyorsa hizmet dışı bırakılan silah ve teçhizattan ayrı bir yere yerleştirilecek ve
bu faal silah ve teçhizatların sayısı o taraf ülke tavan limitlerinin %1’ini veya 250
toplam adedini geçmiyecektir. İhraç ya da yeniden ihraç için bekletilen veya bu
amaçla yenilenen on beş adetten fazla tank, zırhlı savaş aracı, top ile beş adetten
fazla uçak ve on adetten fazla saldırı helikopteri bulunduran mevkiler ve bu
mevkilerdeki silahların da taraflarca bildirim hükümlerine tabi tutulması AKKA
denetim hususlarına dâhildir.148
Taraf ülkelerin, komuta yapıları, birlik adları ve yerleri, sahip bulundukları
silah miktarları ile kara veya hava kuvvetlerinin emrinde olmayan birliklerde
bulunan silahları açıklandıktan sonra, DTB olarak tanımlanan birlik veya tesisleri ile
bunlardan birini veya daha fazlasını içeren mevkilerinin de bildirime tabi tutulması
hükme bağlanmıştır. DTB’ler, kara kuvvetleri açısından, AKKA’nın sayısal
sınırlamalarına tabi konvansiyonel silah ve teçhizat bulunduran tugay/alay, bağımsız
tabur, tugay/alaya bağlı, ancak ayrı yerde bulunan veya kışlada konuşlandırılmış
taburları ifade etmektedir. Hava kuvvetleri açısından, DTB’ler, hava üstleri, hava
alayları, bağımsız filolar ve ayrı yerde konuşlandırılmış bağlı filoları içermektedir.
Bunların dışında, AKKA’nın sınırladığı konvansiyonel silah ve teçhizatın bulunduğu
147
Sergey Koulik, Richard Kokoski, Conventional Arms Control, Sipri Oxford Universty Press,
New York, 1994, s. 42-45.
148
EK-I: AKKA Tam Metni, IX. Madde, s. 12.
74
belirlenmiş daimi depolama mevkileri, yalnızca silah ve teçhizatın depolanmasına ve
bakımına müsait tesisleri askeri depolar, ambar, garaj, atölye ve ilgili depolar olarak
antlaşmada belirtilmiştir.149
BEM’ler ise, içlerinde bir veya daha fazla sayıda DTB bulunabilen tesis veya
hudutları açıkça belirlenmiş coğrafi mevkiler olarak kabul edilmiştir. Bu mevkiler,
AKKA’ya tabi silahlar atış poligonları, eğitim alanları, bakım ve depolama alanları,
helikopter pistleri ile demiryolu yükleme tesislerini de kapsamaktadır. Taraf ülkeler,
bu tanıma uyan mevkilerinin yerlerini, denetimde bulunacak tarafların ülkeye giriş
yapılacakları noktayı, bu mevkilerde bulunan DTB’lerini ve her birimdeki silah ve
teçhizatın tip ve sayılarını, detaylı olarak açıklamakla mükellef kılınmıştır.150
Oluşturulan bu detaylı ve sürekli bilgi değişimi rejimi, AKKA uygulama
alanındaki konvansiyonel kuvvetlerin yapısı ile silah ve teçhizat sayıları hakkındaki
bir tabloyu güncel ve sürekli elde tutmak amacıyla, uygulama alanına giren, çıkan,
transit geçiş yapan, yeni hizmete giren veya çıkan silahlarla birlikte, silahların
sayılarında bir önceki bildirime kıyasla gerçekleşen değişikliklerin bildirimini de
kapsamına almıştır. Tüm bu hususlara, ek olarak, taraf ülkelerin herhangi birisinin
silah ve teçhizat miktarında %10 veya daha fazla bir oranda değişiklik olması
durumunda, bu gelişmenin en geç beş gün içerisinde diğer tüm taraflara bildirilmesi
hükmü getirilmiştir.151
AKKA çerçevesinde yapılacak karşılıklı bilgi değişimi ve bildirimler dâhil
tüm iletişimin resmi kanallardan yürütülmesi ile diplomatik kanallar esas olmakla
birlikte, taraf ülkelerin kendi aralarında bilgisayar kullanımını da içeren Dışişleri
Bakanlıkları nezdinde ayrı bir iletişim ağı kurulması öngörülmüştür.
149
EK-I: AKKA Tam Metni, X. Madde, s. 12.
Sergey Koulik, Richard Kokoski, Conventional Arms Control, Sipri Oxford Universty Press,
New York, 1994, s. 47-48.
151
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması, Ankara,
1991, s. 17-18.
150
75
3.1.7 İzleme Hükümleri
Atlantik’ten Urallar’a milyonlarca kilometrekareyi ve onbinlerce silah
sistemini kapsayan, milli menfaatleri birçok noktada çelişen yirmi iki bağımsız ve
egemen ülke arasında son derece teknik ayrıntılarla düzenlenmiş, silahsızlanma
tarihinde benzeri bulunmayan AKKA’nın, tamamen aksaksız ve hiçbir yorum farkı
bulunmadan taraflarca uygulamaya geçirilmesi ve bekasının sağlanması hususu
taraflarca benimsenmiş ve bu yönde birtakım önlemler alınmıştır.
AKKA’nın dinamik bir yapıya sahip silahsızlanma ve silahların kontrolü
antlaşması olması ve tüm hususların ayrıntılı olarak esaslara bağlanmasından dolayı,
Antlaşma’nın uygulanması sırasında çeşitli sorunların çıkması doğal kabul edilmiştir.
Tüm taraf ülkeler, vuku bulabilecek sorunların süratle çözüme kavuşturulması,
denetim faaliyetlerinin yürütülmesi esnasında varılacak yargıların, ülkeden ülkeye
farklılık arz edebileceği ve aynı bilgilerin dahi farklı şekillerde yorumlanabileceği
hususlarından hareketle, antlaşmada, uygulamadan doğabilecek aksaklıkların
giderilmesi, yorum farklarının ortadan kaldırılması, dolaylı ihlal şikâyetlerinin
incelenmesi ve zaman içinde antlaşmanın daha da güçlendirilmesi için gerekebilecek
önlemlerin görüşülmesi amacıyla bir ODG kurulmasını hükme bağlamışlardır. ODG,
AKKA’ya taraf yirmi iki ülkenin temsilcilerinden oluşan bir forum olarak teşkil
edilmiştir. AKKA’nın amaçlarına ulaşması ve uygulamasının güçlendirilmesi için
ODG’nin öncelikle, antlaşmanın hükümlerine uyulmasına ilişkin sorunları ele alması
hükmü getirilmiştir.152
Bir ülkenin antlaşmaya uygun davranmadığı yolunda bir kuşku söz konusu
olduğunda, bunun bir krize yol açmadan ODG’ye getirilmesi ve belirlenmiş usuller
çerçevesinde çözüm yollarının aranması esas alınmıştır. Antlaşma metninin özüne
aykırı olmamakla birlikte, antlaşmanın ruhuna ters olan bir davranışa girilmesi
anlamına gelen dolaylı ihlallerin ve AKKA rejiminin uygulaması sırasında
152
Jan Kolasa, Disarmament and Arms Control Agreements: A Study on Procedural and
Institutional Law, Universitatsverlag Brockmeyer, Bochum, 1995, s. 199-200.
76
görülebilecek muğlâklıkların giderilmesi çalışmalarının ele alınacağı yer, ODG
olarak taraflarca benimsenmiştir.
3.1.8 Diğer Hususlar
AKKA rejiminin tüm akit ülkeleri bağlayıcı diğer bazı önemli hükümleri ise
şu şekildedir;153
- Antlaşma
her
taraf
ülkenin
kendi
anayasal
yöntemleri
uyarınca
parlamentolarında onaylanmayı müteakip yürürlüğe girecektir.
- Antlaşma süresiz olarak yürürlükte kalacaktır ve başka bir antlaşma ile
tamamlanabilir.
- Üç veya daha fazla ülkenin antlaşma üzerinde değişiklik istemesi halinde
Saklayıcı ülke (Hollanda) yirmi bir gün içerisinde tüm tarafların katılımıyla bir
konferans düzenlenecektir. Her ülke değişiklik talebinde bulunabilir. Kabul gören
değişiklikler de tüm taraf ülke parlamentolarında onaylanmayı müteakip yürürlüğe
girecektir.
- Antlaşmanın yürürlüğe girmesinden kırk altı ay sonra ve takip eden her beş
yılda bir tüm taraf devletlerin katılımlarıyla antlaşmanın işleyişini gözden geçirmek
üzere “Taraf Devletler Konferansı” toplanacaktır. Konferansların düzenlenmesi
sorumluluğu, AKKA’nın saklayıcı ülkesi olan Hollanda’ya verilmiştir.
- Tarafların, çıkarları tehlikeye girdiğinde veya bir başka ülkenin antlaşma
kapsamında olmayan silah veya araçlarını önemli miktarlarda arttırması durumunda,
antlaşmadan çekilme hakkı saklıdır.
- Antlaşmada kullanılan resmi diller, AGİK resmi dilleri olarak kabul edilen
İngilizce, Rusça, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolcadır.
3.2 AKKA-1/A Nihai Belgesi
AKKA’nın 19 Kasım 1990’da AGİK Paris Zirvesi’nde imzalanmasından
sonra, taraf ülkeler arasında AKKA rejimi esasları çerçevesinde asker sayılarının
153
Jenonne Walker, Security and Arms Control in Post-Confrontation Europe, Oxford University
Press, New York, 1994, s. 104-105.
77
sınırlandırılması amacıyla müzakerelere devam edilmiştir. Müzakereler sonucunda,
6 Temmuz 1992 tarihinde Helsinki’de toplanan AGİK zirvesinde, taraf ülkeler,
ATTU bölgesinde154, hava savunma unsurları dâhil kara kuvvetleri, hava-yer
unsurları dâhil hava kuvvetleri, deniz kuvvetlerinin büyük karargâhlar ve karada
görevli personeli ile geri hizmet sınıfları dâhil olmak üzere büyük karargâhlar ile bu
karargâhlara bağlı görev yapan birlikler, iç güvenlik birlikleri ve BM şemsiyesi
altında görev yapan birlikleri kapsayan genel bir tavan bildirmişlerdir. Bu
sınırlamalar antlaşmaya taraf ülkelerin kendince tespit ve beyan edilmiştir. 10
Temmuz 1992 tarihinde Helsinki’de imzalanan AKKA-1/A Nihai Belgesi’nin
AKKA ile eş zamanlı olarak yürürlüğe girmesi kararlaştırılmıştır. Otuz ülkenin taraf
olduğu AKKA-1/A Nihai Belgesi aşağıda sıralanan sekiz bölümden oluşmuştur.155
- 1. Bölüm: İndirim Esasları
- 2. Bölüm: Ulusal Personel Limitleri
- 3. Bölüm: Revizyon Prosedürleri
- 4. Bölüm: Bilgi Değişimi
- 5. Bölüm: İstikrar Tedbirleri
- 6. Bölüm: Doğrulama/Değerlendirme
- 7. Bölüm: Gözden Geçirme Mekanizmaları
- 8. Bölüm: Kapanış Bildirimi
Taraf ülkelerin, beyan ettikleri tavan limitlerine, Nihai Belge’nin yürürlüğe
girmesinden itibaren kırk ay içerisinde gerekli indirimleri yapmak suretiyle
ulaşmaları kabul edilmiştir. AKKA’da olduğu gibi hukuki bağlayıcılığı bulunmayan
AKKA-1/A’nın siyasi bağlayıcılığı mevcut olup, taraflar karşılıklı olarak AKKA
rejimindeki gibi bilgi değişimi, doğrulaması/değerlendirmesi işlemlerini yapmayı
kabul ederek; tarafların kendilerine özgü ulusal güvenlik düzenlemelerine diğer tüm
taraf ülkelerin saygılı olacaklarının altı çizilmiştir.
154
Türkiye’nin AKKA’da alan dışı tutulan bölgesi (Muradiye-Patnos-Karayazı-Kemaliye-FekeCeylan-Gözne-Erdemli hattının güneydoğusunda kalan bölge) bu nihai belgede de taraf ülkelerce alan
dışı bölge olarak kabul edilmiştir.
155
Jenonne Walker, Security and Arms Control in Post-Confrontation Europe, Oxford University
Press, New York, 1994, s. 156-158.
78
Bu esaslar dâhilinde, Tugay/Alay/Bağımsız Tabur ve Hava Üssü/Filo
düzeyinde askeri personel mevcuduna ilişkin bilgi değişimlerinin güncel olarak
yapılmasını kararlaştırılmıştır. Türkiye, Kara Kuvvetleri için 445.000, Hava
Kuvvetleri için 60.000 ve Büyük Karargâh ve Bağlı Birlikleri için 25.000 olmak
üzere, toplamda 530.000 kişilik bir tavan limiti bildirmiştir. (Bkz.: Tablo-III)
TABLO-III: AKKA-1/A Limitleri ve Taraf Ülkelerin Personel Mevcutları156
ÜLKE
1992 Antlaşma Tavanları
1 Ocak 1994 Mevcutları
1 Ocak 1995 Mevcutları
ABD
250.000
137.271
116.472
Almanya
345.000
314.688
291.340
70.000
56.000
86.849
Belarus
100.000
92.664
98.525
Belçika
70.000
68.688
50.947
Birleşik Krallık
260.000
192.547
179.707
Bulgaristan
104.000
98.893
103.132
Çek Cumhuriyeti
92.893
93.333
67.702
Danimarka
39.000
29.893
30.158
Ermenistan
60.000
52.686
52.686
Azerbaycan
325.000
332.591
323.433
Gürcistan
40.000
-
-
Hollanda
80.000
66.540
44.250
İspanya
300.000
168.346
175.830
İtalya
315.000
290.224
280.674
İzlanda
0
0
0
Kanada
10.660
1.408
681
0
0
0
900
0
746
100.000
75.294
73.638
Fransa
Kazakistan
Lüksemburg
Macaristan
-
11.123
-
Norveç
32.000
26.100
23.000
Polonya
234.000
269.670
262.770
Portekiz
75.000
42.534
48.274
Romanya
230.248
230.000
198.728
1.450.000
1.110.578
998.811
Slovakya
46.667
54.223
52.015
Türkiye
530.000
575.963
575.963
Ukrayna
450.000
495.156
475.822
Yunanistan
158.621
163.705
161.332
Moldova
Rusya
156
Kaynak: Jane M. O. Sharp, Striving For Military Stability In Europe Negotiation,
implementation and adaptation of the CFE Treaty, Routledge, New York, 2006, s. 80.
79
3.3 Açık Semalar Antlaşması
11 Temmuz 1955’de ilk kez dönemin Birleşik Devletler Başkanı;
EISENHOWER’ın, sürpriz bir taarruza karşı havadan gözlem ve denetim maksadıyla
Sovyetler Birliği’ne yaptığı tekliften kaynaklanan antlaşma, 12 Şubat 1992’de
Ottawa’da müzakere edilmeye başlanmış ve 20 Mart 1992’de yirmi beş ülkenin
Dışişleri Bakanlarınca Helsinki’de imzalanmıştır.
Açık Semalar Antlaşması’na (ASA) taraf ülkeler, imza tarihinde NATO ve
VP’ye üye ülkeler -SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu, Ukrayna ve
Beyaz Rusya-dir. Antlaşmaya taraf olmayan eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri
antlaşmanın tabii üyesi olarak kabul edilmişlerdir.
AKKA ve Viyana Belgelerini tamamlayıcı mahiyetteki ASA ile taraf ülkeler
topraklarını karşılıklı olarak keşif uçuşlarına açmıştır. ASA’da AKKA’da olduğu
gibi bir uygulama alanı belirlenmemiş, Kuzey Amerika Kıtası, Urallar’ın Doğusu ve
Pasifik Okyanusu’na kadar antlaşmaya taraf yirmi beş ülkenin tüm ulusal sınırları
gözlem uçuşlarına açılmıştır. Gözlem uçuşları ile elde edilen verilerin, büyük
istihbari değerleri olmamasına rağmen, caydırıcılık özelliği taşıması nedeniyle ve
AKKA hükümlerinin dolaylı ihlalini önlemesi açısından, ASA önemli bir gelişme
olarak kabul edilmiştir.157
Açık Semalar rejimi ile silahların denetimi ve kontrolü alanındaki antlaşma
ve düzenlemelerin uygulanmasına katkı sağlayacak önemli bir doğrulama
mekanizması yaratılmıştır. ASA’yı 1994 yılında parlamento onayından geçiren
Türkiye, 1 Ocak 2002’de resmen yürürlüğe giren Antlaşma gereğince keşif ve
gözlem uçuşlarına 1 Ağustos 2002 tarihinden itibaren başlamıştır. Ayrıca Türkiye
taraf ülkelerin topraklarında keşif ve gözlem uçuşları yapmak üzere, 6 Mayıs 2004
tarihinden itibaren gerekli sertifikasyonları tamamlanmış, CN–235 Casa tipi bir
“Açık Semalar Uçağı”na sahiptir. Türkiye ayrıca Açık Semalar rejiminin çevresel ve
157
Jozef Goldblat, Arms Control A Guide to Negotiations and Agreements, Sage Publications,
London, 1994, s. 167-170.
80
ekolojik amaçlı olarak kullanılabilmesi için yürütülen çalışmalara da destek
vermektedir.158
3.4 Uyarlanmış AKKA
19 Kasım 1990’da imzalanan AKKA’nın temel amacı; Sovyetler Birliği
liderliğindeki VP’nin özellikle Orta Avrupa’daki konvansiyonel güç üstünlüğünü ve
bu güce dayalı olarak sürpriz bir taarruzla Orta ve Batı Avrupa’nın bir Sovyet
işgaline uğramasını önlemek olmuştur. AKKA’nın temel mantığı da bloklar arasında
asimetrik bir kuvvet indirimine giderek karşılıklı bir denge kurulmasına
dayandırılmıştır.
08 Aralık 1991 tarihinde yılında Sovyetler Birliği’nin resmen dağılması, iki
kutuplu dünya düzenini sona erdirmiş, Doğu Avrupa’da (Rusya, Belarus, Ukrayna,
Moldova), Baltık Denizi Kıyısında (Estonya, Latviya, Litvanya), Kafkasya’da
(Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan) ve Orta Asya’da (Türkmenistan, Özbekistan,
Kırgızistan, Kazakistan, Tacikistan) olmak üzere onbeş yeni ülke ortaya çıkmıştır.
SSCB’nin dağılmasıyla Avrupa siyasi haritası ile birlikte askeri ve politik dengelerde
değişmiştir.159
Rusya Federasyonu, Kuzey-Kafkasya Askeri Bölgesinde 1991 yılı sonlarında
başlayan bölgesel çatışmaların -Çeçenistan’ın bağımsızlık mücadelesi- 1994
sonlarında şidetlenmesiyle knat limitlerini aşmış ve 5 Aralık 1994 tarihinde,
Savunma Bakanı Vladimir Zhurbenko’nun ağzından AKKA üyelerine kanat
sınılamalarının 1995 Kasım ayına dek revize edilmemesi durumunda Rusya’nın
antlaşmadan tek taraflı olarak çekilebeceğini ifade etmiştir.160
Bu arada NATO’nun, V.P’nin eski üyelerine yönelik olarak 1994’te almış
olduğu genişleme kararı RF tarafından kanatlar sorununun çözümünde pazarlık
158
http://www.mfa.gov.tr/silahlarin-kontrolu-ve-silahsizlanma.tr.mfa, Erişim Tarihi: 11 06 2011.
Rıdvan Karluk, Küreselleşen Dünyada Uluslararası Kuruluşlar, Beta Yayıncılık, İstanbul, 2007,
s. 599.
160
Jane M. O. Sharp, Striving For Military Stability In Europe Negotiation, implementation and
adaptation of the CFE Treaty, Routledge, New York, 2006, s. 148-149.
159
81
konusu yapılmıştır. Moskova’nın tutumunu ilk ve net olarak 1994 AGİT Viyana
Zirvesinde Rus başdelegesi Vyacheslav Kulebyakin “Kabul edelim ya da etmeyelim,
antlaşma bloklararası bir antlaşmadır.” şeklinde ifade etmiştir. 1995 yılı Mart ayı
başlarında Moskova, Londra ve Waşington’da yapılan görüşmelerde, Rus Dışişleri
yetkilileri NATO genişlemesini tolere etmek için; genişleme sonrasında eski Varşova
Paktı bölgesinde NATO’ya ait nükleer silah ve birlik konuşlandırılmaması,
genişleme sürecinde aceleci davranılmaması özellikle 1995 yılı sonundaki RF
seçimlerinden önce herhangi bir genişleme adımı atılmaması, genişleme sürecinde
Moskova’nın dışlanmaması, yeni üyelere Fransa ve İspanya örneklerindeki gibi
sadece siyasi kanatta üyelik verilmesi, Moskova’nın bilgisi dışında eski Pakt
bölgesinde herhangi bir NATO tatbikatı yapılmaması ve AKKA’nın uyarlanması
hususlarını içeren yedi koşul öne sürmüştür. Batılı yetkililer bu ciddi koşullar
karşında şakınlık yaşamış ve NATO genişlemesi için Rusya’ya verilecek en uygun
tavizin AKKA revizyonu olduğuna karar vermişlerdir.161
Antlaşmanın XXI. Maddesi gereğince 1996 Mayıs ayında tüm taraf ülkelerin
katılımıyla icra edilecek gözden geçirme konferansı 15–31 Mayıs 1996 tarihleri
arasında Viyana’da düzenlenmiş ve bu konferans sonucunda kanatlar konusunda
taraflar mutabakata varmıştır. 31 Mayıs 1996’da taraflarca kabul edilen ve hukuki
bağlayıcılığı bulunan “Kanat Antlaşması” ile AKKA’nın değişen koşullara
uyarlanmasının önü açılmıştır.
Avrupa’da 1990 yılından itibaren değişen siyasi koşullar; VP’nin dağılması,
AKKA uygulama alanında ortaya çıkan yeni devletlerin askeri bölge kavramlarının
yerini alması gerekliliği bir başka ifade ile Antlaşma’ya taraf üye sayısının yirmi
ikiden otuza çıkması, Orta ve Doğu Avrupa’da demokratikleşme sürecinin başlaması
ve NATO’nun genişleme politikası gereğince, AKKA’nın değişen koşullara
uyarlanması bir mecburiyet olmuştur. Böylece AKKA rejimine üye taraflar arasında,
1996 sonlarında başlayan uyarlama müzakereleri “Uyarlanmış AKKA/Uyarlama
161
Jane M. O. Sharp, a.g.e, s. 153-155.
82
Antlaşması”nın (UAKKA) 19 Kasım 1999 tarihinde AGİT162 İstanbul Zirvesi’nde
imzalanmasıyla sonuçlanmıştır.163
Hukuki bağlayıcılığı bulunan UAKKA’da taraf devletlerden bazılarının
(Beyaz Rusya, Macaristan, Moldova, Çek Cumhuriyeti, Slovak Cumhuriyeti,
Polonya, RF, FAC, Ukrayna, Gürcistan) tek taraflı olarak üstlendikleri ve RF ile
Gürcistan’ın
ikili
olarak
üstlendikleri
siyasi
bağlayıcılığı
olan
birtakım
yükümlülükler “Nihai Senet” belgesi ile tüm taraf ülkelerce kabul edilmiştir.164
Uyarlanmış AKKA’da mevcut AKKA rejimine bazı temel değişiklikler getirilmiştir.
Bu değişiklikler uyarınca grup ülkeler yapısına son verilmiş ve bloklar için
belirlenmiş silah tavanları yerini her bir taraf ülke için ulusal ve ülkesel tavanlara
bırakmıştır. Tablo-IV de görüleceği üzere Türkiye personel tavan limitinde ve
mevcut sayılarda RF’nin ardından AKKA’ya taraf ülkeler içerisinde 2002 yılı
başlangıcı itibariyle ikinci sırayı almıştır. Batıda ki komşuları Bulgaristan ve
Yunanistan ile ASSA ve AKKA-1/A’ya dair ülkesel limitleri ve mevcut kuvvetleri
mukayase edildiğinde Türkiye’nin gözle görülür bir üstünlüğü olduğu görülmektedir.
“Ulusal Tavan”, her bir taraf ülkenin kendi envanterinde bulunduracağı,
Antlaşmayla sınırlı konvansiyonel silah ve teçhizat düzeyini; “Ülkesel Tavan” ise, o
ülkenin topraklarında bulunabilecek müttefik ülke kuvvetleri dâhil toplam silah ve
teçhizat düzeyini belirlemektedir. (Bkz.: Tablo-IV) Ulusal tavanlar, AKKA’ya tabii
beş silah kategorisi olan; tank, zırhlı muharebe aracı, top, savaş uçağı ve taarruz
helikopteri sınıflarındaki silahları ayrı ayrı sınırlamış, ülkesel tavanlar ise bu beş
sınıftan sadece kara silahlarını sınırlamıştır. UAKKA, antlaşmaya taraf otuz ülkenin
hepsinin ulusal parlamentolarında onaylanmasını müteakip onay belgelerinin
Hollanda Krallığı’na -AKKA rejiminin saklayıcı ülkesidir- iletmeleriyle yürürlüğe
girecektir.165
AGİT şemsiyesi altında güvenliğin askeri boyutu kapsamında toplam dört mekanizma mevcuttur.
Bu mekanizmalar; GGAÖ, AKKA, Güvenliğin siyasi ve askeri veçheleri ile ilgili davranış ilkelerini
içeren; “Davranış İlkeleri Rehberi” (DİR), ve ASA’dır.
163
Office of Information and Press, NATO El Kitabı, NATO, Brussels, 2001, s. 139.
164
http://www.fas.org/nuke/control/cfe/text/final act of cfe.htm, Erişim Tarihi: 12 Haziran 2011
165
http://www.un.org/disarmament/HomePage/ODAPublications/Yearbook/2004/Html, Erişim Tarihi:
14.06.2011.
162
83
166
Tablo IV: 01 Ocak 2002 İtibariyle AKKA Üyelerinin Ülkesel Tavanları ve Mevcutları
DEVLET
Tank
ZMA
Top
__________
__________
__________
Tavan Mevcut
Tavan
Mevcut
Tavan Mevcut
Uçak
Helikopter
__________
Tavan
Mevcut
AKKA-1/A
__________
Tavan Mevcut
____________
Tavan
Mevcut
Ermenistan
220
110
220
146
285
229
100
6
50
7
60 000
44 618
Azerbaycan
220
220
220
210
285
282
100
48
50
15
70 000
69 966
Belarus
1800
1608
2 600
2507
1615
1471
294
212
80
58
100 000
79 870
Belçika
334
146
1 005
743
320
270
231
135
46
46
70 000
39 123
Bulgaristan
1475
1475
2 000
1885
1750
1738
235
232
67
43
104 000
54 495
Kanada
77
0
263
0
32
0
90
0
13
0
10 660
0
Çek Cum.
957
622
1 367
1241
747
585
230
112
50
34
93 333
49 491
Danimarka
353
238
336
311
503
479
106
68
18
12
39 000
25 293
Fransa
1306
1084
3 820
3339
1292
764
800
588
374
284
325 000
184 988
Gürcistan
220
90
220
114
285
109
100
7
50
3
40 000
40 000
Almanya
4609
2460
3 281
2382
2445
1725
900
386
280
202
345 000
271806
Yunanistan
1735
1735
2 498
2176
1920
1901
650
523
65
20
158 621
158621
Macaristan
835
743
1 700
1478
840
834
180
92
108
49
100 000
33 408
İtalya
1348
1253
3 339
2934
1955
1404
650
497
142
133
315 000
173522
Kazakistan
50
0
200
0
100
0
15
0
20
0
0
0
Moldova
210
0
210
209
250
148
50
0
50
0
20 000
7 227
Hollanda
743
328
1 040
689
607
392
230
143
50
14
80 000
37 981
Norveç
170
141
275
245
491
184
100
72
24
0
32 000
14 733
Polonya
1730
1144
2 150
1392
1610
1482
460
207
130
111
234 000
162693
Portekiz
300
187
430
353
450
363
160
101
26
0
75 000
36 751
109143
Romanya
1375
1258
2 100
2051
1475
1384
430
204
120
22
230 000
Rusya Fed.
6350
5066
11280
9647
6315
5874
3416
2406
855
523
1 450000 650802
Slovakya
478
272
683
534
383
374
100
79
40
19
46 667
32 366
İspanya
891
698
2 047
1002
1370
1054
310
191
80
28
300 000
160372
515749
Türkiye
2795
2445
3 120
2831
3523
2990
750
343
130
28
530 000
Ukrayna
4080
3895
5 050
4725
4040
3705
1090
855
330
205
450 000
305000
Bir. Krallık
1015
608
3 176
2344
636
459
900
511
356
267
260 000
206762
ABD
4000
657
5 152
1639
742
327
784
228
396
132
250 000
98 232
Tablo-IV dikkatle inclendiğinde Transkafkasya Bölgesinde bulunan üç
devletin -Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan- ülkesel tavanlarının ve 2002 yılı
itibariyle sahip oldukları konvansiyonel güçlerin hemen hemen denk olduğu
görülmektedir. Personel mevcutları başta olmak üzere tüm ASSA’larda ise
Azerbaycan’ın üstünlüğü göze çarpmasına rağmen, Ermenistan’ın 2002 yılı
itibariyle, yaklaşık on yıldır Azerilere karşı inatla ve başarıyla sürdürdüğü Karabağ
kuşatması, Moskova’nın mutat askeri ve ekonomik desteği ile devam etmiştir.
166
Stockholm International Peace and Research Institude, SIPRI Yearbook 2002 Armaments,
Disarmament and International Security, Oxford University Press, Oxford, 2002, s. 710.
84
IV. BÖLÜM
AKKA’NIN SONUÇLARI ve TÜRKİYE’YE ETKİLERİ
9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın geçişe açılması ve ardından yıkılması ile
simgelenen Doğu Avrupa olayları patlak vermiş ve uluslararası ilişkilerde köklü
değişikliklere neden olmuştur. Silahlanma yarışının ekonomik yüküyle daha fazla
baş edemeyen Sovyet askeri varlığı, bölgedeki etkisini yitirmeye başlayınca, SSCB
ile Batı Avrupa arasında Demir Perde görevini üstlenmiş VP üyesi Doğu Avrupa
devletleri münferit davranmaya başlamıştır. Ardından SSCB’de uzun zamandır
süregelen ve bir noktada da milliyetler sorunu ile başlayan siyasal ve ekonomik
problemler Gorbaçov’un Prestroyka ve Glasnost politikalarının başarısızlığı ile
birleşerek Sovyet Rusya’nın yıkılmasına ve Pakt’ın dağılmasına neden olmuştur.167
Soğuk Savaşı NATO; küreselleşmeyi ise batı dünyası kazanmıştır. Soğuk
Savaşın sona ermesiyle ortaya çıkan belirsizlik ve istikrarsızlıklar kısa zaman
içerisinde bölgesel çekişmelere dönüşmüştür. Kökten dinci ve mikro milliyetçi
akımlarla ortaya çıkan ulus-devlet dışı oluşumlar ile bölgesel nitelikten küresel
niteliğe bürünen terörizm siyasi ve askeri birer tehdit olarak NATO’nun karşısına
çıkmıştır.168
19-21 Kasım 1990 tarihlerinde otuz dört ülkenin -Almanya’nın birleşmesi ile
otuz beş olan ülke sayısı otuz dörde düşmüştür, Arnavutluk gözlemci statüsü ile
iştirak etmiştir- devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla AGİK Paris Zirvesi
gerçekleştirilmiştir. 1975 yılında, Helsinki Nihai Senedi’nin imzalanmasından sonra
bu düzeydeki ilk toplantı olan Paris Zirvesi ile Avrupa’nın bölünme ve çarpışma
dönemi kapanmış ve yeni bir Avrupa için karşılıklı saygı ve işbirliğine dayalı yeni
bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemin başlangıcında üç faktör etkili olmuştur.
Baskın Oran, “Türk Dış Politikası: Temel İlkeleri ve Soğuk Savaş Ertesindeki Durumu Üzerine
Notlar”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, AÜSBF Yayınları, Cilt:51, Sayı:1,
AÜSBF, Ankara, 1997, s. 357.
168
A. Bilgin Varlık; “Geleceğin Güvenlik Ortamında NATO’nun Konumu Nasıl Şekillenecektir?”
Silahlı Kuvvetler Dergisi, Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Sayı: 384, Ankara, Nisan 2005, s. 32.
167
85
Birincisi AGİK süreci, ikincisi Orta ve Doğu Avrupa’da demokratikleşme
sürecinin başlaması ve Almanya’nın birleşmesi, üçüncü ise 6 Mart 1989’da
Viyana’da başlayan ve Paris Zirvesi’nden iki gün önce tamamlanan AKKUM
sürecidir.169
Bilindiği gibi AKKA’nın imzalandığı tarihteki temel mantığı, iki kutuplu
sistemin devamlılığı üstüne oturtulmuştur. Bu nedenle de antlaşma kapsamına dahil
edilecek silah sistemleri ve bunlarda yapılacak bazı indirimler ve sınırlamalar
yoluyla NATO ve VP arasında konvansiyonel kuvvetler dengesinin kurulması
amaçlanmıştır. AKKA uygulama alanı olarak belirlenmiş Atlas Okyanusu’ndan Ural
Dağları’na kadar uzanan bölgedeki antlaşmaya taraf ülkelerin 17 Kasım 1995 tarihi
itibariyle ellerinde bulundurabilecekleri toplam azami konvansiyonel silah ve
teçhizat miktarları 20.000 tank, 30.000 zırhlı savaş aracı, 20.000 topçu silahı, 6.800
savaş uçağı ve 2.000 saldırı helikopteri olarak belirlenmiştir.170
AKKA rejimi, antlaşma kapsamına dâhil edilen silah sistemlerinin ittifaklar
içinde dağılımında önceliği ülkelerden çok bölgelere vermiştir. Temmuz 1992
yılında yürürlüğe giren AKKA’da saptanmış bu genel sınırlamaların yanı sıra,
bölgesel düzeyde de sınırlamalara gidilmiştir. Buna göre antlaşma ülke grupları için
belirlenen azami silah miktarlarının herhangi bir bölgede istikrarsızlık yaratmayacak
şekilde yoğunlaşmasını engellemek amacıyla, uygulama alanı içindeki ülkeleri ve
eski Sovyetler Birliği’nin askeri bölgelerini iç içe geçmiş halkalardan oluşan dört
coğrafi alt bölgeye ayırmıştır. Alt bölgeler, tüm uygulama alanından başlayarak
giderek küçülmekte ve en küçük bölge olan Orta Avrupa Bölgesi’nde son
bulmaktadır. İç içe geçmiş coğrafi bölgeler ile her bölge için belirlenen alt
tavanlardan oluşan bölgesel düzenleme, bir yandan Orta Avrupa’daki kuvvet
yoğunlaşmasının sayısal sınırlamalar yoluyla dışarı doğru dağılmasını sağlarken,
diğer yandan da Türkiye’nin içinde bulunduğu kanatlar bölgesi için öngörülen
sınırlamalar ile kuvvetlerin bu bölgelerde yoğunlaşmasının önüne geçilmiş ve
Nurettin Türsan (Der.), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), Harp Akademileri
Basımevi, İstanbul, 1993, s. 34.
170
Burak Akçapar, The International Law of Conventional Arms Control in Europe, Nomos
Verlagsgesellschaft Baden-Baden, Munich, 1996, s. 128-129.
169
86
böylece antlaşmaya taraf hiçbir ülkenin güvenliğinin olumsuz şekilde etkilenmemesi
hedeflenmiştir.171
4.1 AKKA’nın NATO ve VP Açısından Sonuçları
Silahsızlanma tarihinin en kapsamlı antlaşması olarak kabul edilen AKKA;
tarafların savunma bakanları tarafından açıklanan AKKA uygulama alanı
içerisindeki toplamda 300.000’in üzerinde konvansiyonel silah ve silah sisteminin
imha, dönüşüm ve transferi işlemlerinin masaya yatırıldığı AKKUM sürecini
müteakip NATO ve VP üyesi yirmi iki ülkenin devlet ve hükümet başkanlarınca
imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. AKKUM öncesi VP’nin tahmini; 23.000 savaş uçağı
ve helikopter, 90.000’den fazla tank, 117.000’den fazla ZMA ve 128.000’den fazla
topçu sistemi iken, NATO’nun tahmini; 26.000’den fazla savaş uçağı ve helikopter,
80.000’den fazla tank, 144.000’den fazla ZMA ve 64.000’den fazla topçu sistemi
şeklinde olmuştur.172
AKKA ile toplamda yaklaşık olarak 100.000 parça silah ve silah sistemi
(tank, top, zırhlı araçlar, uçak ve helikopter) üç yıl içerisinde parçalanmaya ve tahrip
edilmeye mahkûm edilmiştir. Batı basını bunu “Avrupa’nın yeni düzeni büyük bir
tahrip harekâtı olacaktır.” şeklinde yorumlamıştır. Böylece VP’nin NATO üzerindeki
ezici konvansiyonel kuvvet üstünlüğü ve Orta Avrupa’daki eski Demir Perde
Ülkelerinde konuşlu bulunan Kızılordu’nun baskısı sona ermiş, yaklaşık yarım
yüzyıl boyunca süregelen ideolojik bölünme ile geniş çaplı bir konvansiyonel harp
ihtimali de ortadan kalkmıştır.
Antlaşma esaslarına göre Doğu Bloğu üyeleri, Batı Bloğu üyelerine nazaran
yaklaşık dokuz kat fazla silahı tahrip etmekle mükellef kılınmıştır. Antlaşma ile
SSCB -dağılmasından sonra RF- konvansiyonel üstünlüğünü yitirmiş fakat nükleer
gücünden hiçbir şey kaybetmemiştir. Ayrıca antlaşmanın denetim hükümleri
171
Nurşin Ateşoğlu Güney, “AKKA’nın Yeni Koşullara Uyarlanması ve Türkiye’nin Güvenliği”,
En Uzun On Yıl, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 173.
172
Jürgen Altmann & Peter Deak & Vadim I. Makerevsky & Catherine Kelleher, “Verification and
Conventional Arms Reductions”, Verification Monitoring Disarmament, Westview Press, Boulder,
1991, s. 165.
87
gereğince topraklarında hemen hemen her gün bir Batılı Denetim Ekibi’ni
karşılamak ve refakat etmek zorunda kalmıştır.
AKKA, yaklaşık yirmi aylık çetin bir müzakere sürecinden sonra
imzalanması sebebiyle tüm taraflarca teknik bir başarı kabul edilmiştir. AKKUM
boyunca birçok teknik ve bölgesel problemler yoğun çabalar sonucunda çözüme
kavuşturulmuştur. Bir tank ya da zırhlı aracın tanımı için yaklaşık bir yıl
tartışılmıştır. Yunanistan; Mersin krizini173 yaratmış ve Gözne’den denize ifadesini,
Türkiye’nin Mersin Limanı’nı da uygulama alanı dışına dâhil edebileceğini öne
sürerek Gözne’den Erdemli’ye olarak değiştirmesini istemiştir. Türkiye; SSCB’nin
Kafkasya’daki yarı askeri kuvvetlerine (YAK) itiraz etmiş ve AKKA rejimine dâhil
edilmesini talep etmiştir. Bu iki bölgesel kriz de talep edenlerin lehine tüm taraflarca
mutabık kalınmak suretiyle çözümlenmiştir. Ayrıca ABD’nin Avrupa topraklarındaki
askeri yığınakları, depolardaki silahları ve fabrikalarda imal aşamasında olan
silahları üzerinde aylar süren tartışmalar yaşanmış, Batı Avrupalı silah üreticileri ile
ABD’li silah üreticileri, ABD’li silah fabrikalarının antlaşma kapsamı dışında
tutulması ile adeta birbirlerine girmişlerdir.174
Tarafların AKKUM başlangıcındaki tutumları, yaklaşık iki yıl süren
müzakereler sürecinde yaşanan siyasi gelişmeler sonucunda değişime uğramış ve
antlaşmasının imza aşamasının öncesinde yaşanan siyasi gelişmelerin de etkisiyle,
nihai kararlar müzakerelerin başlangıcında saptanan hedeflerden bazı farklılıklarla
kabul edilmiştir. Fakat bu husus, AKKA’nın Görev Yönergesi amaçlarından
uzaklaştığı veya NATO’nun istikrarlı bir güvenlik dengesi için önceden saptamış
olduğu amaçlarından vazgeçtiği anlamına gelmemektedir. Aksine AKKA rejimi,
yaklaşık yarım asır süren Soğuk Savaş Dönemi’nin kendine özgü koşullarıyla
173
Yunanistan, Türkiye’nin Kıbrıs’a kuvvet kullanımına imkân vereceği gerekçesiyle, Mersin’in
AKKA uygulama alanı dışında bırakılmasına itiraz etmiştir. Bu itirazda Atina Hükümeti’nin asıl
amacı Kıbrıs’a kuvvet kaydırımlarını AKKA rejimi vasıtasıyla denetim altına almaktı. Bu hususta,
müzakerelere Türk delegasyonunun askeri kanadında iştirak eden Tümamiral Güven Erkaya’nın
önerisiyle; Mersin Limanı dışarıda kalacak şekilde limanın batısındaki deniz feneri nirengi noktası
olarak kabul edilmiş ve fenerin doğusu uygulama alanı dışında bırakılmıştır. Bu sayede limandan
yapılacak askeri ve lojistik sevkiyatlar bildirim hükümlerinden muaf tutulmuştur. Bkz.: Taner Baytok,
Bir Asker Bir Diplomat, Doğan Kitapçılık AŞ, İstanbul, 2001, s. 86.
174
Nurettin Türsan (Der.), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), Harp Akademileri
Basımevi, İstanbul, 1993, s. 39.
88
biçimlenmiş, Avrupa siyasi ve güvenlik yapılarının çözüldüğü ve yerini henüz kaba
hatlarıyla ortaya çıkan yeni bir güvenlik düzenine bıraktığı bir dönemde, yirmi iki
ülkenin
her
birinin
uzlaşı
ve
fedakârlıkları
sayesinde
kabul
edilmiştir.
Silahsızlanmaya ilişkin bu karmaşık hukuki düzenlemenin çok geniş bir coğrafyada
ve katılımla kabul edilmesi, bu hukuki düzenlemeyi iyi niyetle ayakta tutmaya
çalışmak için gerekli siyasi iradenin, tüm taraflarda mevcut olduğunu göstermiştir.175
AKKA rejimi, daha düşük düzeylerde kurduğu kuvvet dengeleriyle ve
kapsamlı denetim mekanizmasıyla, Avrupa’nın siyasi ve askeri yeni düzeninin temel
taşlarından biri olmuş, Doğu Avrupa ülkeleri ile Rusya Federasyonu’nun (RF) Batı
Avrupa’ya uyum sürecine, bölgeye askeri açıdan istikrar ve güven getirerek çok
önemli katkılar sağlamıştır. SSS dönemde alt-bölgesel sorunların çözümünde de
model olarak kabul edilen AKKA, 1995 yılında imzalanan ve Balkanlar’daki etnik
çatışmaları sonlandıran Dayton Barış Antlaşması’nın silahların denetimi, alt
bölgelerin
ve
ASSA’ların
tespiti
gibi
hükümleri
AKKA
örnek
alınarak
hazırlanmıştır.176
Fransa Harp Akademisi ve Yüksek Askeri Öğretim Direktörü Korgeneral
Mıchel Guıgnon’un 27 Kasım 1991’de İstanbul Harp Akademileri’nde verdiği “XXI.
yüzyılda Avrupa’nın Güvenliği” konulu konferansta; “Sovyet kuvvetlerinin Doğu
Almanya ve Çekoslavakya’dan çekilmesi bizim için önemli bir olaydır. 200 yıldan
beri ilk defa Fransa, sınırlarının hemen yakınında bir askeri tehditle karşı karşıya
bulunmamaktadır. Fransa halkı, savunması için önemli fedakârlıklarda bulunma
gereğini, geçmişe oranla artık o kadar açık bir şekilde görmemektedir. Bunun
sonucunda askeri bütçelerin yeniden gözden geçirilerek azaltılması yolunda bir
eğilim mevcuttur ve bu eğilim sadece Fransa’ya özgü değildir. Hatta Fransa’da
diğer Batı Avrupa ülkelerinde olduğu kadar belirgin değildir.” diyerek AKKA rejimi
ile Avrupa Kıtası’na gelen askeri istikrar ve güveni açık bir şekilde ifade etmiştir.177
175
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması, Ankara,
1991, s. 48.
176
John E. Peters, Cfe and Military Stability In Europe, Rand, Washington, 1997, s. xii-xiii.
177
Mıchel Guıgnon, “21 nci Yüzyılda Avrupa’nın Güvenliği Konferansı”, 27 Kasım 1991, İstanbul,
Harp Akademileri, s. 3.
89
Birçok dış politika çevresi 1990’da Berlin duvarının yıkılması ve VP’nin
dağılmasıyla NATO’nun işlevsiz ve düşmansız kaldığını belirterek onun da kendini
ilga etmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. Avrupalı ittifak üyeleri savunma bütçelerini
revize ederek ciddi boyutlarda azaltmış ve kaynaklarını ekonomik ve sosyal
gelişimlerine aktarmıştır. SSS dönemde ittifak üyelerinin savunma harcamaları
%4,5’den %2,5’e, hatta %2’nin altına düşmüştür.178
AKKA’nın ekonomik sonuçları kapsamında taraf ülkelerin milli savunma
harcamalarına olumlu yönde sağladığı katkılara Joshua M. Epstein tarafından 1990
yılında ABD’nin saygın araştırma kurumlarından, “The Brooking Institution”da
yapılan araştırmada; AKKA’nın daha fazla silah indirimine tabii tutulması ve
içyapısının yeniden düzenlenmesi ile milli savunma harcamalarında ciddi düşüşler
görüleceği çeşitli faraziyeler ve sayısal veriler ile açıklanmıştır. Ayrıca çalışmada
Kongre ve Milli Savunma Bakanlığı bütçe tahminlerine göre 1990 yılı koşullarında
AKKA indirimlerinin yalnızca ABD Kara Kuvvetleri savunma harcamalarında yıllık
bazda yalaşık 1,8 milyar dolarlık bir azalmaya neden olduğu, buna Hava
Kuvvetlerinin de dâhil edilmesiyle, bu rakamın iki milyar doları geçtiği tespit
edilmiştir. 1990 yılı itibariyle öngörülen bu rakamların antlaşmaya taraf ülke
ekonomileri için nedenli ciddi miktarlar olduğu görülmektedir.179
AKKA’nın yürürlüğe girmesini müteakip akit ülkelerin, kırk ay sonra
ulaşması gereken tavanlar ve bu tavanlara ulaşabilmek için mensup oldukları gruplar
içindeki diğer ülkelerle istişareler yoluyla belirleyip, antlaşmanın imza tarihinde
beyan ettikleri azami silah düzeyleri ile yine imza tarihinde bildirdikleri
konvansiyonel silah mevcutlarının mukayesesinden aşağıdaki sonuçlar ortaya
çıkmıştır.180
Gerçek anlamda indirimler SSCB ve diğer Pakt ülkeleri tarafından
yapılmıştır. NATO tarafında sadece FAC, Almanya’nın birleşmesi sonucu devraldığı
Erdoğan Öznal, “NATO’nun Geleceği”, Ulusal strateji, Sayı: 35, İstanbul, Mayıs 2003, s. 50-51.
Joshua M. Epstein, Conventional Force Reductions, The Brookings Institution, Washington,
s. 48-49.
180
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması, Ankara,
1991, s. 49-50.
178
179
90
Doğu Alman silahlı kuvvetlerinin fazla silah ve teçhizatını da tasfiye zorunda kalmış
ve önemli miktarlarda indirimler yapmıştır. En büyük imha ve indirimler Sovyetler
Birliği -dağılmasından sonra Rusya Federasyonu- tarafından yapılmıştır. Urallar’ın
batısında konuşlu AKKA rejimine tabi konvansiyonel silah ve silah sistemlerinin bir
kısmı yerinde indirime tabi tutulmuş; bir kısmı ise alan dışı bölge olan Urallar’ın
doğusuna kaydırılmıştır. RF’nin indirimler sonrası uygulama alanı içinde, AKKA
öncesindeki miktarların birkaç misli altında silah ve silah sistemi kalmıştır.
ABD basını AKKA’nın imzalanmasıyla NATO’nun konvansiyonel anlamda
uzun yıllardır içinde bulunduğu askeri tehdidin bertaraf edildiğini ilan ederken,
SSCB Hükümeti’nin özellikle AKKUM boyunca ve 1990 Kasım’ından sonra
Uralların batısındaki sayısı 17.000’i bulan tank, zırhlı muharebe aracı ve topçu
sistemlerinden müteşekkil indirim kapsamına giren birçok silah ve siah sistemini
Ural Dağları’nın doğusuna nakletmesi hususunun altını çizerek batı kamuoyunun
dikkatini çekmiştir.181 Bu gelişme Batılı devletleri, antlaşmanın bekası konusunda
ciddi bir biçimde rahatsız etmiştir. 1991 yılı Haziran ayında Fransa’nın182 talebi ve
antlaşmanın
XXI.
Maddesi
uyarınca
Oslo’da
olağanüstü
bir
konferans
düzenlenmiştir. Moskova Hükümeti 14 Haziran 1991 tarihli, hukuki bağlayıcılığı
bulunan bu belge ile AKKA’nın onay ve uygulama sürecini teminen ek
yükümlülükler üstlenmiş ve bir nevi ortaya çıkan güven bunalımının önüne
geçmiştir.183
Dönemin Sovyet Dışişleri Bakanı Edvard Schwardnadze, Batı’nın ısrarlı
girişimleri karşısında bu konu ile ilgili olarak ABD, İngiltere ve Fransa’da çeşitli
181
Jessica Lee, “Military threat lifts, but caution remains; President’s Schedule for today in Paris”
USA TODAY, 20 Kasım 1990, s. 9.
182
AKKUM boyunca Fransa ve İngiltere antlaşma kapsamına kaçamak yolları tıkayıcı bir madde
eklenmesini istemişlerdir. Fakat ABD bu tip bir hükmün antlaşma kapsamına deniz kuvvetleri ile
ABD topraklarını da dâhil edilebileceğini ve de bu tip bir maddenin taraflarca çok tartışılacağını öne
sürerek karşı çıkmıştır. Fransa ayrıca antlaşmaya “herhangi bir taraf ülke, dış çevresinde; bölgesindeki
konvansiyonel dengeyi tehdit eden askeri bir yığınaklanma” tespit etmesi ve bu tespitin ODG’da
kabul edilmesi durumunda tespitte bulunan ülke AKKA rejminden tek taraflı olarak çıkabilir.”
şeklinde bir hüküm koydurmuştur. Bkz.: Nurettin Türsan (Der.), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Konferansı (AGİK), Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1993, s. 42-43. Fransa’yı (Oslo
Konferansı Paris Hükümeti tarafından talep edilmiştir.) doksanların başında bu denli rahatsız eden,
telaşa kapılmasına ve bu tip bir hüküm koydurmasına neden olan asıl gelişme Almanya’nın birleşmesi
olarak gösterilebilir.
183
EK-III: 14 Haziran 1991 Tarihli Oslo Konferansı Nihai Belgesi.
91
açıklamarda bulunmuş ve Batı kamuoyunu ikna etmeye çalışmıştır. Yapılan
açıklamalarda uyulama alanı dışına çekilen silahların uzak doğuda konuşlu bulunan
Sovyet birliklerinin modernizasyonunda kullanılacağı ve geri kalan kısmının da sivil
amaçlı olarak kullanılmak üzere dönüşüme tabi tutulacağı ya da imha edileceği
belirtilmiştir.
Fakat Moskova yönetimi, 1993 yılından sonra bu konudaki belirsizlikleri
gidermekten uzak kalmıştır. Antlaşmanın imza gününden sonra indirime tabi
tutulacak silahların satışı mümkün olmadığından ve bu nedenle imha ya da
dönüştürme işlemlerine maruz kalacaklarından dolayı SSCB durumu önceden
farketmiş ve Doğu Avrupa’daki silahlarının yarısına yakın bir kısmını Urallar’ın
doğusuna nakletmiştir.184
Yunanistan’ın da AKKA’nın imzalanması müteakip hiç vakit kaybetmeden
1990 Aralık ayında imha etmek durumunda kaldığı silah ve teçhizatlarını -Fransız
yapımı AMX-30 ana savaş tankları ve çok sayıda 155 mm.lik toplar- Selanik Deniz
Üssü’nden feribotlar ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne gönderdiği şeklinde Türk
basınında haberler çıkmış, fakat daha önce de bazı NATO menşeili silah ve silah
sistemlerini Güney Kıbrıs Yönetimi’ne veren Atina’ya Ankara’dan bu konuda bir
tepki ve ikaz gösterilmemiştir.185
Antlaşmanın SSCB açısından diğer artı bir tarafı da hava kuvvetlerinde
olmuştur. Batı ittifakı bu konuda AKKUM başlangıcında ki hedefine ulaşamamıştır.
Çünkü SSCB Almanya’nın birleşmesi ve batı bloğunda yer bulmasının kendileri
açısından menfi bir durum yarattığını ve bu durumun telafisi için bir ödün verilmesi
hususunda müzakerelerin sonuna dek inatla direnmiş; AKKUM başlangıcında sadece
avcı bombardıman uçaklarının kapsam dahilinde yer alması hususunda ısrar eden
Sovyet delegeler müzakerelerin 7. Döneminde; yine bir Sovyet delege olan
Oleg Grinevsky’in 3. Dönemde önerdiği dörtlü uçak tasnifine giren tüm
kategorilerdeki uçakların -savaş, hava keşif, hava savunma ve avcı bombardımanNurettin Türsan (Der.), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), Harp Akademileri
Basımevi, İstanbul, 1993, s. 42.
185
Ankara Özel, “Atina’dan Rumlara silah”, Milliyet, 15 Aralık 1990, s. 16.
184
92
AKKA kapsamına dâhil edilmesini kabul etmiştir. İngiliz ve Alman delegelerle
anlaşma sağlanmasını müteakip, dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker ile
SSCB Dışişleri Bakanı Eduard Shevardnadze SSCB’nin savaş uçağı ülkesel limitini
5.150 olarak belirlemiştir. Böylece Tablo-V de görüldüğü üzere, Moskova yönetimi
savaş uçağı başlığında, yeterlik kuralı olan üçte bir kuralını uygulamaya
koydurmamayı başarmıştır. 3 Kasım 1990’da Pakt üyeleri arasında imzalanan
Budapeşte Anlaşması’na göre; NATO’nun o dönemde elinde 6.100 savaş uçağı
mevcutken, SSCB tek başına 5.150 savaş uçağına sahip olma hakkını elde etmiştir.186
Tablo V: Budapeşte Anlaşması Uyarınca VP Üyelerinin AKKA Limitleri187
VP
Tank
ZMA
*
ZPMA
**
ASMA
***
ZAMK
Top
Savaş
Taarruz
Uçağı
Helikopteri
Bulgaristan
1.475
2.000
1.100
100
79
1.750
235
67
Çekoslovakya
1.435
2.050
1.430
103
50
1.150
345
75
Macaristan
835
1.700
1.020
85
29
840
180
108
Polonya
1.730
2.150
1.700
107
60
1.610
460
130
Romanya
1.375
2.100
500
105
60
1.475
430
120
SSCB
13.150
20.000
12.250
1.000
462
13.175
5.150
1.500
VP
20.000
30.000
18.000
1.500
740
20.000
6.800
2.000
*ZPMA: Zırhlı Personel Muharebe Aracı
**ASMA: Ağır Silahlı Muharebe Aracı
***ZAMK: Zırhlı Araca Monteli Köprüler
186
Jane M. O. Sharp, Striving For Military Stability In Europe Negotiation, implementation and
adaptation of the CFE Treaty, Routledge, New York, 2006, s. 49-52.
187
Kaynak: Stockholm International Peace and Research Institude, SIPRI Yearbook 1992: World
Armaments and Disarmament, Oxford University Press, Oxford, 1992, s. 470.
93
Diğer Doğu Avrupa ülkelerinin AKKA öncesi ve sonrası silah düzeylerine
göre yapacakları indirim yüzdeleri, her beş kategorinin ortalaması itibarıyla,
Çekoslovakya %62, Romanya %44, Bulgaristan %34, Polonya %28 ve Macaristan
%21 olarak belirlenmiştir. Bu veriler, SSCB dışındaki Pakt üyelerinin, AKKA
öncesinde sahip oldukları silah düzeyleri itibarıyla güç sıralamasını da değiştirmiştir.
Buna gore AKKA öncesi Çekoslovakya, Romanya, Polonya, Bulgaristan, Macaristan
şeklinde olan konvansiyonel güç sıralaması, AKKA tavanlarına ulaşılmasından sonra
Polonya, Romanya, Bulgaristan, Çekoslovakya ve Macaristan olarak değişmiştir.
(Bkz.: Tablo-V)
AKKA rejimi askeri olduğu kadar, siyasi açıdan da önemli sonuçlar
doğurmuştur. SSCB, Doğu Avrupa’daki birliklerini çekerek, Urallar’ın batısındaki
topraklarını, o bölgedeki mevcut NATO kuvvetlerine denk miktarda ki kuvvetlerle
savunmayı kabul etmiş ve “savunma yeterliliği” tezini uygulamaya koymuştur.
Böylece bölgede ezici bir üstünlük arayışı ile Orta ve Batı Avrupa’ya büyük çaplı ani
taarruz imkân ve kabiliyetlerinden vazgeçmiştir. Bunun yanı sıra antlaşmanın
kapsamına girmeyen kuvvetler, konuşlandırma avantajları, kısa zamanda kuvvet
kaydırma olanakları ve Urallar’ın doğusuna kaydırılan kuvvetler de hesaba
katıldığında, RF, topraklarının savunması bakımından, savunma yeteneklerinde
büyük bir fedakârlık yapmamıştır. Ancak tarihi süreç ve II. Dünya Savaşı
sonrasındaki durum göz önüne alınarak değerlendirildiğinde, AKKA rejimi getirdiği
statüko ile gerek askeri, gerek siyasi açıdan bir dönüm noktası teşkil etmiş ve
etmektedir.188
4.2 AKKA’nın Türkiye’ye Etkileri
AKKA’nın imzalandığı 1990 yılı koşullarında, Türkiye AKKA rejiminin
getirdiği bölgesel düzeydeki sınırlamalardan en fazla fayda sağlayan ülkelerden biri
olmuştur. NATO ile VP arasındaki konvansiyonel kuvvetler dengesini sağlayacak
olan AKKA için imzalandığı tarihte, Lozan ve Montrö Antlaşmaları’ndan sonra
Cumhuriyet tarihinin en önemli antlaşması olduğu yorumları yapılmış, Türk ve
188
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması, Ankara,
1991, s. 50.
94
dünya basınında “Yüzyılın Antlaşması İmzalandı.” manşetleriyle kamuoyuna
duyrulmuştur.189 Antlaşma, Doğu Bloğunda ise, özellikle SSCB’nin üst düzey askeri
ve sivil yöneticileriyle bazı kesimler arasında hoşnutsuzluk yaratmıştır. Sovyetlerin
silah fabrikalarının bir önemli bir kısmının kapatılması ya da üretim bantlarının sivil
ürünlere yönelik olarak değiştirilmesi (Kiev’deki tank fabrikasının traktör fabrikasına
dönüştürülmesi, SS–20 füzelerine ait üretim tesislerinin bulaşık makinesi üretimine
geçmesi gibi) Sovyet generalleri ve Sovyet savunma sanayi üst düzey yöneticilerinin
canını bir hayli sıkmış, Gorbachev’in açıklık ve yeniden yapılanma politikalarının
ciddi anlamda eleştirilmesine neden olmuştur.190
Türkiye’de kamuoyunda esen bayram havası 18 Haziran 1992’de AKKA’nın
TBMM çatısı altında onaylanması görüşmeleri esnasında hâsıl olmamıştır.191 T.C.
adına dönemin Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL ve 47. Hükümet Başbakanı Yıldırım
AKBULUT tarafından akdolunan AKKA, 49. Hükümet döneminde TBMM
onayından geçmiştir. Meclis çatısı altında özellikle ANAP gurubu adına 19. Dönem
Ankara milletvekillerinden M. Vehbi DİNÇERLER’in sert muhalefetine RP
gurubunun da yer yer destek verdiği TBMM zabıt ceridelerinden anlaşılmaktadır.192
Dönemin iktidarı; DYP-SHP koalisyon hükümetinin ise Devlet Bakanı Akın
GÖNEN ile muhalefet partilerine tatmin edici cevaplar verdiği ve sonuçta genel
kurulda kullanılan 173’e karşı 25 (2 çekimser, 1 geçersiz) oyla kanunlaşarak
TBMM’den geçmiştir.193
189
Dış Haberler, Cumhuriyet, 20 Kasım 1990, s. 12.
“All Unhappy On The Eastern Front”, Newsweek, 4 Ağustos 1991. Newsweek’in bu haberinde
1989’da SSCB’nin Uralların Batısında konuşlu bulunan tümen sayısının 115 iken, AKKA ile bu
sayının 57’ye düşeceği ve 1995 yılı sonu itibariyle Kızıl Ordu mevcudunun 4,2 milyondan 2 milyona
ineceği belirtilmiştir.
191
Mecliste yapılan görüşmelerde muhalefetin özellikle üzerinde durduğu konu; antlaşmanın yaklaşık
iki yıl önce SSCB tarafından imzalandığı fakat TBMM çatısı altında görüşülürken SSCB’nin dağılmış
olmasından ötürü; TBMM’nin o an itibariyle var olmayan bir devletin taraf olduğu bir antlaşmayı
kabul etmesinin hukuk dışı olduğu ve de antlaşmanın hukuki ve pratik olarak herhangi bir değerinin
kalmadığı yönünde iken hükümet kanadı muhalefetin bu tezini Oslo ve Taşkent Antlaşmaları’nı
gerekçe göstererek çürütmüştür denilebilir.
192
EK-IV: TBMM, XIX. Dönem, I. Yasama Yılı, Tutanak Dergisi, Cilt XII, Birleşim: 85, Genel
Kurul Görüşme Tutanakları.
193
EK-V: 18.06.1992 Tarih ve 3818 Sayılı, “AKKA’nın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair
Kanun”
190
95
1991 yılında, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonucu başlayan Soğuk Savaş
Sonrası (SSS) dönemde Ankara, RF’den kendisine yönelik doğrudan askeri bir
saldırı olasılığını düşük seviyelerde kabullenmiştir. AKKA rejiminin V. Maddesi ile
antlaşmanın özü olan kuvvet dengesini koruyacak şekilde RF’nin diğer askeri
bölgelerinde kuvvet tasarrufuna giderek kanatlarda yığınak yapmasının önüne
geçilmiş, bu suretle Kafkasya Bölgesi’nde güvenli ve istikrarlı bir ortam sağlanmaya
çalışılmıştır.
Kanatlarla ilgili V. Madde uyarınca Türkiye, Norveç, İzlanda ve Yunanistan
ile Romanya, Bulgaristan ve Sovyetler Birliği’nin Leningrad, Odessa, Kuzey ve
Trans-Kafkasya askeri bölgelerinin yer aldığı kanatlar bölgesinde her ülke grubunun
en fazla 4.700 tank, 5.900 zırhlı savaş aracı ve 6.000 top bulundurabileceği hükme
bağlanmıştır. AKKUM sırasında, kanatlarla ilgili V. Maddenin kabul ettirilmesi
aşamasında, AKKA’ya taraf diğer ülkelere kıyasla, Türkiye ve Norveç çok hassas
davranmış ve yoğun bir gayret sarf etmiştir. 1990–1993 yılları arası dönemde,
AKKA’nın Türkiye’ye yönelik etkileri müteakip maddelerde belirtilmiştir.194
Esas itibarıyla Suriye, İran, Irak sınırlarına bitişik bölgeleri kapsayan ve
yaklaşık Türk topraklarının ¼’üne tekabül eden bu bölgedeki özel durum müzakere
sürecinde NATO ve VP üyelerine açıklanmış ve Türkiye Mersin’den başlayarak
Kars’ın güneyine kadar uzanan geniş bir bölgede hiçbir suretle AKKA hükümlerine
bağımlı kılınmamıştır. AKKA uygulama alanı Avrupa güvenliğini ilgilendiren
bölgelerden müteşekkil olduğu için SSCB’nin Ural Dağları’nın doğusundaki
toprakları gibi Türkiye’nin bu tanıma uyan Doğu ve Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’ndeki Türk topraklarının kapsam dışı tutulmasına Moskova tarafından
herhangi bir itiraz gelmemiştir. Batılı müttefiklerin bu bölgedeki çıkarları da
NATO’nun sadık ve güvenilir bir müttefiki olan Ankara’ya ait istisnai bir bölgenin
kabul edilmesinde etkili olmuştur.195
194
Nurşin Ateşoğlu Güney, “AKKA’nın Yeni Koşullara Uyarlanması ve Türkiye’nin Güvenliği”, En
Uzun On Yıl, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 174.
195
Taner Baytok, Bir Asker Bir Diplomat Güven Erkaya-Taner Baytok Söyleşi, Doğan Kitapçılık
AŞ, İstanbul, 2001, s. 84-86.
96
Türkiye’nin doğu ve güney komşularının herhangi bir pakta üye olmamaları,
uluslararası hukukun ve antlaşmaların men ettiği bazı kimyasal silahlara sahip
olmaları, yoğun bir şekilde silahlamaya kaynak aktarmaları Türkiye’nin her üç sınır
komşusu ile ikili problemlerinin mevcut olması ve tehdit algılamaları hissetmesi ve
de yine her üç komşu devletten de destek alarak bölgede tırmanan terörizm ve
ayrılıkçı hareketlerden dolayı, Doğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmı ile Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nin tümü alan dışı uygulamasına tabi tutulmuştur.
Türkiye, AKKA’nın imza tarihinde halen çatışmaların sürdüğü Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nin uygulama alanı dışında tutulması ile bölgede devam eden
asimetrik savaşta kullanılmak üzere modern silah ve teçhizat alımına ihtiyaç
duymuştur. Özellikle helikopter ve zırhlı araç kategorilerinde ihtiyaç duyulan bu
silahların herhangi bir bölgesel kısıtlama olmaksızın Rusya’dan tedarik edilmesi
olasılığını gündeme getirmiştir.196 Çünkü o dönemde bazı batılı silah üreticileri
sattıkları silahların kullanımında bölgesel kısıtlamalar -Almanya, Leopar II
tanklarının satışında Türkiye’ye Güneydoğu Bölgesi’nde kullanım şerhi koymuşturkoymuşlardır.197
Antlaşmanın öngördüğü indirim süresi -yürürlüğe girmesinden itibaren kırk
ay- sonunda, antlaşma öncesindeki SSCB ve Bulgaristan’ın Türkiye’ye doğrudan
tehdit oluşturabilecek silahlarının sayısı büyük bir ölçüde azalmıştır. Bulgaristan
Hükümeti tank sayısını 2.200’den, onayı takip eden 3 yıl içinde 1475’e, SSCB ise
Türkiye’ye yakın bölgelerinde (Odessa, Kuzey Kafkasya ve Trans Kafkasya)
konuşlandırmış olduğu yaklaşık 5500 tankını yaklaşık olarak 1650’ye düşürmek
zorunda kalmıştır.198
196
Ankara PKK ile mücadelede kullanılmak üzere 1993–1995 yılları arasında Rusya’dan BTR
tekerlekli zırhlı araçlar ve Mİ–8 ile Mİ–17 genel maksat helikopterleri almıştır. Bu kapsamda 1994
yılında taraflar arasında “Askeri Teknoloji İşbirliği Anlaşması” imzalanmış ve 114 milyon dolarlık 70
adet BTR–80 ile 19 adet Mİ-17’nin transferi gerçekleştirilmiştir. Bkz.: Serdar Erdurmaz, Soğuk
Savaş Sonrası Silahlanma, Berikan Yayınları, Ankara, 2010, s. 140-141.
197
Faruk Sönmezoğlu (Der.), Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, İstanbul, 1994, s. 202.
198
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması, Ankara, 1991,
s. 51.
97
1923 yılından sonra Bulgaristan ile Türkiye arasında askeri alanda ilk temas
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle 1991 Şubat’ında General Mehmet Önder’in
Bulgaristan ziyareti ile gerçekleşmiştir. Aynı yıl Aralık ayı içerisinde dönemin Genel
Kurmay Başkanı Doğan Güreş ile Bulgaristan Genel Kurmay Başkanı L. Petrov
Sofya’da görüşmelerde bulunmuştur. Yapılan ikili görüşmeler neticesinde Türkiye
ile Bulgaristan arasında güven ve güvenlik artırıcı önlemlerin arttırılması ile
karşılıklı askeri işbirliğinin geliştirilmesi hususlarını içeren “Sofya Belgesi”
imzalanmıştır. 12 Kasım 1992’de ise hükümetler Edirne’de bir araya gelmiş ve
AGİK sürecine vurgu yaparak, dostluk, iyi komşuluk, işbirliği ve güvenlik
konularında tarafları siyasal olarak bağlayan “Edirne Belgesi”ni kabul etmişlerdir.
Bu sürecin ilk somut adımını Türkiye atmış ve Temmuz 1992’de Türk-Bulgar
hududunda konuşlu bulunan birliklerinin bir kısmını Edirne’den Lüleburgaz’a, bir
kısmını ise Kırklareli’nden İstanbul’a çekmiştir.199 Askeri alanda yaşanan bu
yakınlaşma ile iki ülke arasındaki karşılıklı güven tazelenmiş olup Bulgar
Cumhurbaşkanı J. Jelev’in Şubat 1995’te “1885’ten sonra Bulgaristan’a saldırmayan
tek devlet Türkiye’dir.” şeklindeki ifadesi de bu yakınlaşmayı açıkça ortaya
koymuştur.200
AKKA rejiminin getirdiği kanatlar kuralı ile yıllardır SSCB’nin nefesini
ensesinde hisseden Türkiye rahat bir nefes almış ve doğu sınırlarındaki tehdit
algılamasının boyutları minimum seviyeye inmiştir. Nitekim Sovyetler Birliği’nin
Orta Avrupa’dan konvansiyonel kuvvetlerini çekmesi ve bunu tek yanlı olarak
yapması sonucunda Sovyet tehdidi küresel olarak azalmış, bu gelişmeden Türkiye de
bir NATO üyesi olarak istifade etmiştir. 1988–1990 sonu arasındaki kısa sürede
SSCB tarafından yapılan ortalama %50’lik bir silah indirimi Tablo-VI’da
görülmektedir. Ancak kanatlar kuralının mevcut olmadığı bir AKKA rejiminde,
SSCB’nin -dağılması ile RF’nin ki dağılması sonucunda Moskova güney kanadında
ortaya çıkan bölgesel etnik çatışmaları gerekçe göstererek kanatlar kuralını ihlal
etmiş ve bu durum Türkiye’nin büyük tepkiler vermesine neden olmuştur- Orta
Avrupa’dan çektiği kuvvetlerini doğruca güney kanadına konuşlandırması mümkün
Lütfü Karakaş, “Dost Olmak Güzel Şey…”, Hürriyet, 5 Temmuz 1992, s. 21.
Faruk Sönmezoğlu, Uluslararası Politika ve Dış Politika Analizi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000,
s. 644.
199
200
98
olabilecek, bunun sonucunda Batı Avrupa ülkelerinin tehdit algılamaları azalırken,
Türkiye’nin tehdit algılaması hat safhaya ulaşmış olacaktır. Antlaşma, bu sakıncaları
ortadan kaldırmış ve çok önemli bir husus olarak, Türk-Sovyet ilişkilerinde
hedeflenen karşılıklı güven ve istikrara katkıda bulunmuştur.201
Tablo VI: Orta ve Doğu Avrupa’da AKKA ile Sınırlanan Teçhizat202
KATEGORİ
1988 ORTALARI
1990 SONU
AKKA LİMİTLERİ
URALLAR’IN
DOĞUSUNA
TAŞINANLAR
ANA SAVAŞ TANKI
41.500
21.000
20.000
20.500
ZIRHLI MUHAREBE
ARACI
45.000
29.600
30.000
19.300
TOP/TOPÇU
SİSTEMLERİ
50.300
14.000
20.000
28.400
SAVAŞ UÇAĞI
11.000
5.150
6.800
5.850
TAARRUZ
HELİKOPTERİ
2.900
1.500
2.000
400
TOPLAM
150.700
71.250
78.8000
74.450
AKKA’nın Türkiye’ye sağladığı diğer olumlu bir katkı ise, NATO’nun grup
ülkeler olarak imha etmek zorunda olduğu, askeri yönden modern ve etkin silahların
bir bölümünün “cascading” -harmonizasyon- uygulaması çerçevesinde, bunlara
gereksinim duyan diğer bazı müttefiklere -Portekiz, İspanya, Danimarka,
Yunanistan, Norveç- hibe edilmesi uygulaması olmuştur.203 (Bkz.: Tablo-VII)
Türkiye bu uygulamanın fikir babalığını üstlenerek müzakerelerde aktif rol oynamış
ve en fazla yardımı alan NATO üyesi olmuştur.204
201
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Avrupa Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması, Ankara, 1991, s. 51.
Kaynak: Faruk Sönmezğlu (Der.), Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, 1994, s. 154.
Asıl Kaynak: Marshal D.T. Yazov, Vysokri Rubezh Istarii, 1990, s. 3.
203
Silah bazında detaylı bilgi için bkz.: T.C. Genelkurmay Başkanlığı; Silahsızlanma ve Silahların
Kontrolü İle Güven ve Güvenlik Artırıcı Önlemler Kapsamındaki Antlaşma, Sözleşme ve
Belgelerle İlgili TSK’da Uygulama ve Sorumluluklar, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001, s. 7.
204
O dönemde Genelkurmay Başkanlığı Genel Plan Prensipler Daire Başkanı sıfatıyla müzakere
sürecinde Türk delegasyonunda görev yapan Emekli Oramiral Güven Erkaya; ABD, İngiliz ve
Fransızlara ait tavan limitleri üzerinde kalan modern tank, top ve ZMA’ların imha edilmesi yerine,
Türkiye’nin elinde bulunan ve limit dışı kalmayan eski nesil tankların imha edilerek Orta Avrupa’da
imha edilecek tankların Türkiye’ye verilmesini içeren bir teklifi NATO yetkililerine iletmiştir. Teklif,
NATO tarafından tüm ittifak üyelerinin yararına olacağı değerlendirilerek kabul edilmiş ve bu sayede
Türkiye’ye bir milyar doların üzerinde modern tank ve ZMA’lar hibe edilmiştir. Bkz.: Taner Baytok,
Bir Asker Bir Diplomat, Doğan Kitapçılık AŞ, İstanbul, 2001, s. 80-81.
202
99
Tablo VII: AKKA Kapsamındaki Harmonizasyon Uygulaması (1990–1993)205
TANK
ZMA
TOP
Alınan
Verilen
Alınan
Verilen
Alınan
Verilen
Almanya
0
719
0
562
0
200
ABD
0
1601
0
339
0
636
Danimarka
140
0
12
0
0
0
Hollanda
0
170
0
171
0
128
İspanya
420
0
83
0
100
0
İtalya
0
0
0
0
0
100
Norveç
92
0
0
0
136
0
Portekiz
0
0
0
0
128
0
Türkiye
922
0
634
0
350
0
Yunanistan
916
0
343
0
350
0
Bu uygulama sayesinde Türkiye özellikle kara kuvvetlerini kapsayacak
şekilde ciddi bir modernleşme sürecine girmiştir. 1990 yılı verilerine göre, AKKA
hükümleri gereğince tank sayısında yirmi sekiz adetlik bir indirime gitmesi gereken
Türkiye, kendisine hibe edilen 1.050 tank ile beraber yapmakla mükellef bulunduğu
indirim miktarını 1.078 tanka çıkmıştır. Fakat sahip olduğu mevcut 1.050 tankı
indirime tabi tuturak 1.050 yeni tanka sahip olmuş ve gerçek anlamda tank indirim
miktarı yirmi sekiz adette kalmıştır.206
AKKA
uygulama
alanı
içinde
yarı
askeri
kuvvetlerin
(YAK)207
kuruluşlarında bulunan silah ve teçhizatların, antlaşma ile sınırlanmış silah ve
teçhizat kategorisine giren unsurları sınırlandırılmaya tabi tutulmuştur. Buna göre;
YAK’da bulunabilecek ZPMA’lardan 1.000 adedin üzerindeki miktar ulusal tavan
sınırlamasına dahil edilmiş ve tarafların kanatlar bölgesinde 600’den fazla
205
Kaynak: Jane M. O. Sharp, Striving For Military Stability In Europe Negotiation,
implementation and adaptation of the CFE Treaty, Routledge, New York, 2006, s. 133. Asıl
Kaynak: Falkenrath, R.A., Shaping Europe’s Military Order: The Origins and Consequences of
the CFE Treaty, Harvard Universty Press, Cambridge, 1995, s. 283.
206
Faruk Sönmezğlu, Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, 1994, s. 153-154.
207
Kanunla kurulmuş, barış zamanında jandarma gibi iç güvenlik ve polis görevleri icra eden, savaş
zamanında konvansiyonel kuvvetleri destekleyebilecek olan silahlı ve üniformalı askeri teşkilatlardır.
100
ZPMA’nın bulundurmaması hükme bağlanmıştır.208 Ayrıca tüm taraf ülkeler, YAK
kuruluşlarında mevcut bulunan tanklar, topçu silahları, savaş uçakları, özel taarruz
helikopterleri ve ZPMA’larını konvansiyonel kuvvetlerinde olduğu gibi, ZMA,
ASMA ve ÇMTH’leri ise her ülkenin idari yapısına göre toplu olarak bildirmekle
yükümlü kılınmıştır.209
YAK ile ilgili hükümler, Türkiye’ye kendi jandarma kuvvetlerinde
antlaşmayla sınırlı teçhizat bulundurmaması ve başta Sovyetler Birliği olmak üzere,
komşuları ile sağlanan dengeler yönünden önemli bir güvence sağlamıştır. YAK
sorununu müzakereler esnasında gündeme Türkiye getirmiş ve antlaşmanın dolaylı
ihlal olasılığını bertaraf eden bu sorunu olumlu sonuca bağlamayı başarmıştır.210
AKKA’nın en önemli etkilerinden birisi de taraf ülkelerin askeri
harcamalarında ve dolayısıyla milli savunma bütçelerinde ciddi indirimlere imkan
tanımış olmasıdır. Bu etki, özellikle önemli miktarlarda indirim yapacak SSCB, ABD
ve FAC gibi ülkelerde görülmüştür. Fakat bu durum Türkiye’nin içinde bulunduğu
bölgeden ve yakın çevresinde soğuk savaşın sona ermesiyle baş gösteren bölgesel
karışıklık ve çatışmalardan211 dolayı mümkün olmamıştır.
Bloklar döneminin sona ermesinin ardından Türkiye’nin ortasında yer aldığı
Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Doğu üçgeninin, din ve etnik temelli çatışmalara gebe,
bölgesel ve küresel istikrarı tehdit eden belirsizliklerin mevcut olduğu bir bölge
olarak ortaya çıkması, SSS dönemde Ankara’nın savunma harcamalarını azaltmasına
imkân tanımamıştır. Ayrıca zengin ham petrol rezervlerine sahip Orta Doğu’nun yanı
sıra petrol, doğalgaz ve diğer önemli yeraltı kaynaklarına sahip Kafkaslar ve Orta
208
T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Silahsızlanma ve Silahların Kontrolü Alanındaki Gelişmeler,
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1991, s. 11.
209
Jenonne Walker, Security and Arms Control in Post-Confrontation Europe, Oxford University
Press, New York, 1994, s. 92-93.
210
Dış Haberler, “Moskova’dan Ankara’ya olumlu sinyaller”, Cumhuriyet, 13 Kasım 1990, s. 3.
211
SSS dönemde Türk-Yunan husumeti iyice su üstüne çıkmıştır. Balkanlarda yaşanan ve 1995’te
imzalanan “Dayton Barış Antlaşması” ile giderilen bunalım, SSS dönemde tekrar gündeme gelen
azınlık problemleri, süregelen Türk-Yunan gerginliğini tırmandırmış, 1996’daki Kardak Krizi
nedeniyle iki taraf savaşın eşiğinden dönmüştür. Her iki ülkenin de NATO üyesi ve AKKA’ya taraf
ülkeler olmasına rağmen SSS dönemde münferit olarak aşırı bir silahlanma sürecine girmesindeki
temel neden karşılıklı güven bunalımı ve tarihi çekişmeleridir. Bkz.: Mustafa Türkeş, “Doksanlı
yıllarda NATO’nun Öncelikleri ve Türkiye”, En Uzun On Yıl, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 207.
101
Asya bölgeleri batılı güçler için yeni enerji merkezleri haline gelmiştir. Soğuk Savaş
Dönemi’nde kanat ülkesi rolünde olan Türkiye, SSS dönemde ise merkezi bir
konuma gelmiştir.212
Türkiye, “2,5 savaş stratejisi”213 gereği ve bölgesel güç konumunu kazanmak
için özellikle 1990’lı yıllarda yoğun bir şekilde silahlanarak Avrasya Bölgesi’nin
merkezi konumunda bulunmanın gerektirdiği ulusal güvenliğini sağlamış bir
caydırıcı güç olmayı hedeflemiştir. Ankara, hedefe giden yolda AKKA rejimini
ulusal güvenliği sağlamak için sahiplenirken, yoğun bir şekilde silahlanmayı ise,
caydırıcı bir bölgesel güç olma hedefi için benimsemiş ve uygulamıştır.214
Özellikle doksanlı yılların başlarında, Ankara’nın TSK’yı modernize etmek
istemesinin en büyük nedenlerinden birisi215; Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte
özellikle NATO’nun Batı Avrupalı üyelerinin, Türkiye’nin bulunduğu bölgede Batılı
müttefikleri için eski önemini yitirdiğini ve artık NATO’nun Türkiye’ye değil
Türkiye’nin NATO’ya ihtiyacı olduğu şeklindeki ortak kanaatleri olmuştur. Bu
durum Ankara’yı; yalnızlığa itileceği korkusuyla kendi içine dönerek TSK
konusunda stratejik kararlar almasına neden olmuş ve Türkiye yenidünya düzeninin
merkezi sayılan Avrasya Bölgesi için kilit bir konumda olması nedeniyle; yeni rolüne
uygun modern, kendi kendine yeterli ve etkili, tamamen ABD/NATO güdümünde
olmayan fakat NATO ile uyumlu bir silahlı kuvvetler oluşturma çabası içine
girmiştir.216
212
Hasret Çomak, “Genişleyen NATO’nun Güvenlik Yaklaşımı ve Büyük Orta Doğu Projesi”,
Stratejik Öngörü, Tasam Yayınları, Sayı: 2, İstanbul, 2004, s. 28.
213
Eş zamanlı olarak batıda Yunanistan, güneyde Suriye ve yurt içerisinde bölücü PKK terör örgütü
ile mücadele edilmesi konsepti.
214
İlhan Uzgel, “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Cilt II: 1980–2001, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2001, s. 319.
215
Bu konudaki diğer temel neden ise; Türkiye’nin geçmişte maruz kaldığı ve ağır bedeller ödediği
silah ambargolarıdır. ABD, Ankara Hükümeti’nin 1964 Haziranında Kıbrıs’a çıkarma yapacağını
açıkalaması üzerine Başkan Johnson’un mektubu ile 1974 Harekâtı sonrasında ise Kongre kararıyla
1975 Şubatından itibaren Türkiye’deki ABD menşeili silahlarının kullanımına ambargo koymuştur.
Ayrıca bu ambargo uygulamalarının tarihsel boyutuna girildiğinde yine Birleşik Devletler tarafından
Osmanlı Devletine Trablusgarp Savaşında, Türkiye Devletine ise Türk Kurtuluş Savaşında tarafsızlığı
ihmal gibi yüzeysel sebeplerle silah ambargosu uygulandığı görülmektedir. Bkz.: Oral Sander,
Kurthan Fişek, ABD Dışişleri Belgeriyle Türk-ABD Silah Ticaretinin İlk Yüzyılı (1829-1929)
Çağdaş Yayınları, 1977, İstanbul, s. 5-47.
216
A. Serdar Erdurmaz, Soğuk Savaş Sonrası Silahlanma, Berikan Yayınevi, Ankara, 2010, s. 138.
102
Bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), 1990 yılında başlattığı yeni
kuvvet yapısı çalışmalarını başta AKKA rejiminin getirdiği sınırlamalar,
Avrupa’daki siyasi ve askeri gelişmeler, Türkiye’nin soğuk savaş sonrası yeni tehdit
algılamaları ve özellikle Türk Kara Kuvvetleri’nin hassasiyet alanlarını dikkate
alarak; geleceğin muharebe ortamına entegre olabilecek, hareket kabiliyeti ve ateş
gücü yüksek, savunmayı taarruzi şekilde gece ve gündüz icra edebilecek manevra
birliklerine sahip, kara/hava muharebesi icra edebilen, sevk ve idaresi kolay, mevcut
yapıya kıyasla personel tasarrufuna imkân sağlayan ve etkin bir seferberlik sistemi
getiren, bölgeler arasında süratle kuvvet kaydırabilen caydırıcı özelliklere sahip
tabur, tugay, kolordu ve ordu kuruluşlarını esas alan bir kuvvet yapısına geçilmesi
yönünde yoğunlaştırmış ve 1992 yılı itibariyle tamamlamıştır.217
Soğuk savaş sonrası dönemin başlangıcı itibariyle, savaş uçağı, genel maksat
ve taarruz helikopteri ile zırhlı savaş araçları kategorilerinde önemli eksikliklere
sahip, diğer kategorilerde ise modernizasyona gitme zorunluluğunda olan
Türkiye’nin, 1990’lı yılların beraberinde getirdiği küreselleşme ve barış içerisinde
birarada yaşama olgularına rağmen milli güvenlik ihtiyaçlarında soğuk savaş
dönemine oranla önemli bir artış kaydedilmiştir. Ankara’yı SSS dönemde artan bir
şekilde silahlanmaya iten iki temel neden vardır: Birincisi; Atina’nın Soğuk Savaş
süresince hasıraltı ettiği ve SSS dönemde tekrar gündemine aldığı Türk düşmanlığı
ve buna bağlı olarak Ankara’ya karşı sistematik olarak silahlanmaya başlaması218,
ikinci neden ise; bölücü PKK terör örgütüne karşı yürütülen ve doksanlı yılların
başında artan terör eylemlerini bertaraf etmek amacıyla sürdürülen İç Güvenlik
Harekâtı ve bu kapsamda ihtiyaç duyulan silah sistemleridir. Fakat 1992 Nevruz
kutlamalarında başlayan ve aynı yıl Ağustos ayında Şırnak ve Cizre kent
merkezlerinde yaşanan şiddetli çatışmalarda kullanıldığı ileri sürülerek Almanya
tarafından tek taraflı olarak askıya alınan Leopar tanklarının satışı koyulan şerh219 ve
1996 yılında ABD’nin aynı gerekçe ile -Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde
217
T.C. Genelkurmay Başkanlığı, Cumhuriyetin 70 inci Yıldönümünde Türk Silahlı Kuvvetleri
(1923–1993), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1994, s. 11.
218
Dış Haberler, “Yunanistan Silahlanıyor”, YeniYüzyıl, 6 Kasım 1998, s. 15.
219
Şehmus Çakan, “İngiliz Heyeti de Şırnak’ı Kaşıyor”, Milliyet, 7 Eylül 1992, s. 17.
Dış Haberler, “Berlin’de Tank Savaşı” Milliyet, 10.10.1999, s. 18.
103
Ankara’nın insan hakları ihlalleri yapması-Süpercobra taarruz helikopterlerinin
satışını durdurulmuştur.220
Buna paralel olarak da Türkiye, NATO üyesi ülkeler arasında dışarıya en
fazla savunma sanayi projesi ihale eden ülke olmuştur. ABD ve Kanada dışındaki
NATO üyesi ülkelerin doksanlı yılların ikinci yarısında aldığı yaklaşık beş milyar
dolarlık savunma sanayi ihalesinin %25’lik bölümü Türkiye tarafından verilmiştir.
Aynı dönemde; ABD’nin ittifak üyesi ülkelere yaptığı 3.9 milyar dolar tutarındaki
askeri ihracatının %29’luk kısmını oluşturan 1.1 milyar dolarlık bölümü Türkiye’ye
yapılmıştır.221
TABLO-VIII: Türkiye’nin Savunma Harcamaları (1990–1999)222
1990
1991
1992
5.5
5.6
5.9
Savunma Harcamaları (Milyar dolar olarak)
1993
1994
1995
1996
1997
6.5
6.4
6.6
7.3
1998
1999
7.7
8.0
9.5
Savunma Harcamalarının GSMH’ye Oranı
1990
1991
1992
1993
1994
1995
1996
1997
1998
1999
3.5
3.7
3.7
3.8
4.1
3.9
4.1
4.1
4.4
5.6
Türkiye Tablo-VIII’de açıkça görülebileceği gibi doksanlı yıllar süresince
sürekli artan bir şekilde, yıllık ortalama 6,9 milyar dolarlık bir savunma harcaması
yapmış ve bu harcamaların yaklaşık beş milyar dolarlık bölümünü genel bütçeden
tahsis edilen kaynaklardan, ABD ve Almanya tarafından verilen savunma
yardımlarından, “Güney Kanat Yasası”ndan, Savunma Sanayii Destekleme Fonu ile
Türk
Savunma
kaynaklarından
Fonundan,
ve
de
Türk
AKKA
Silahlı
rejimi
Kuvvetlerini
çerçevesindeki
Güçlendirme
çağlayan
Vakfı
etkisinden
sağlamıştır.223
SSCB’nin konvansiyonel kuvvet indirimlerini ve kısıtlamalarını kabul etmesi,
Batı ittifakının diğer üyeleri için genel anlamda fayda sağlarken, Türkiye için ise
220
Fuat Kozluklu, “Clinton’a Kobra Baskısı”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 1996 s. 10.
Osman Metin Öztürk, Dış Politika ve Silahlı Kuvvetler, Tutibay Yayınları, Ankara, 1999, s. 84.
222
Kaynak: Baskın Oran (Ed.), Türk Dış Politikası C.II., 1980-2001, İletişim Yayınları, 2001, s. 320.
223
Harp Akademileri Yayınları, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Savunma Sanayi Yoluyla Ülke
Gelişimine Katkısı, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1998, s. 70.
221
104
doğrudan faydası olmuştur. Sovyetler Birliği, AKKA ile Kafkasya bölgesindeki
konvansiyonel kuvvetlerini indirime ve sınırlamaya tabi tutmayı kabul ederek
Türkiye’ye karşı iyi niyetini de göstermiştir. Fakat, Türkiye’nin, YAK’ın elindeki
silah ve teçhizata sınırlama getirilmesi konusundaki ısrarı, zaman zaman Sovyetlerce
yanlış algılanmıştır. Özellikle sonraki dönemde Kafkasya Bölgesi’nde meydana
gelen gelişmeler karşısında Türkiye’nin, SSCB -dağılmasından sonra RF- açısından
bölgede güvenlik zaafiyeti yaratmak gibi bir niyeti olduğu izlenimi ortaya çıkmış
fakat Türkiye’nin asıl amacının antlaşmanın dolaylı olarak ihlal edilmesinin önüne
geçmek olduğu anlaşılmıştır.
SSCB’nin indirimler sonrasındaki konvansiyonel güç potansiyeli, diğer ittifak
üyeleri için olduğu gibi, Türkiye için de, NATO güvencesinin yeni siyasi
konjonktürde de devam ettirilmesinin askeri gerekçesini oluşturmuştur. Askeri
açıdan bakıldığında Soğuk Savaş dönemine ait konvansiyonel harp planlarında ani
bir Sovyet taarruzu için, SSCB’nin yalnızca birkaç günlük bir hazırlık süresine
ihtiyacı varken; SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkan ve RF ile Türkiye arasında
tampon bir bölge oluşturan Transkafkasya Devletleri ile yaklaşık dört yüzyıllık TürkRus ortak sınırı ortadan kalkmış, bu da olası bir sürpriz Rus taarruzu için asgari
hazırlık süresini arttırırken imkân ve kabiliyetlerini azaltmıştır. Bu durum Ankara
açısından konvansiyonel anlamda ciddi bir rahatlama sağlamıştır. Ayrıca bu
rahatlama ile doğu sınırından problemli olan güneydoğu sınırına birlik kaydırma
imkânı ortaya çıkmıştır.224
4.3 AKKA’da Kanatlar Sorunu ve Türkiye’nin Tutumu
1990–1993 yılı arası dönemde, AKKA rejimine taraf batılı güçler kendi
stratejik çıkarlarını göz önünde bulundurarak, AKKA’nın bütünlüğünü koruyacak
tedbirlerde ısrarlı bir tutum sergilemişlerdir. Fakat bu tutum, özellikle 1991 yılı
ortalarından itibaren uluslararası konjonktürde meydana gelen önemli değişiklikler
ve ABD liderliğindeki NATO’nun, SSCB de dâhil olmak üzere eski Doğu Bloğu
224
Mustafa Kibaroğlu, “Rusya’nın Yeni Güvenlik Konsepti ve Askeri Doktrini” Avrasya DosyasıRusya Özel Sayısı, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi, ASAM Yayınları,
Cilt: 6, Sayı:4, Ankara, 2001, s. 106.
105
ülkelerini hedefleyen doğuya doğru genişleme stratejisi nedenleriyle uzun
sürmemiştir.225
Siyasi açıdan incelendiğinde ise jeopolitik konumları ve tarihi geçmişleri ile
Türk-Rus ilişkileri yukarıda da değindiğim gibi zamana ve konjonktüre bağlı olarak
her ne kadar çatışma ve uzlaşma karşıtlığında bir hareket eğilimi gösterse de Türkiye,
SSCB’nin dağılmasıyla RF ile arasına giren Transkafkasya Bölgesi -Gürcistan,
Azerbaycan, Ermenistan- ve AKKA ile eski SSCB sınırını konvansiyonel olarak
güvence altına almış, bu da Kafkaslarda ve Orta Asya’da 1990’ların başından
itibaren bir liderlik rolü üstlenmesine sebebiyet vermiştir. Fakat bu rolün gereklerini
tam olarak yerine getirememesi, mavi akım ve doğal gaz boru hattı projeleri, birçok
sektörde gelişen Türk-Rus ekonomik işbirliği -enerji, Türk işadamlarının Rusya’daki
yatırımları, müteahhitlik faaliyetleri, bavul ticareti ve turizm yatırımları- gibi siyasi
ve ekonomik nedenlerle, Türkiye geri adım atmak zorunda kalmış, ayrıca dağılma ve
kaos sürecini çabuk atlatıp toparlanmaya başlayan Moskova ile arasındaki işbirliğine
zarar verecek girişimlerden uzak durmaya çalışmıştır.226
31 Mart 1991’de VP’nin, aynı yılın sonunda ise SSCB’nin dağılması ile
AKKA rejiminin V. Maddesi ile sağlanan kanatlar dengesi bozulmuştur. AKKA
bloklar limitlerinin %25’ine tekâmül eden kanatlar bölgesi limitleri SSCB’nin
dağılmasından önce tarafların ihtiyaçlarına cevap verirken dağılma sonrasında
değişen siyasi ve askeri denge tarafların özellikle de RF’nin ihtiyaçlarını
karşılamakta yetersiz kalmıştır. Yapılan mülakatlar sonucunda RF’nin kanatlar
bölgesinde -Leningrad ve Kuzey Kafkasya Askeri Bölgeleri- 1300 tank, 1380 ZMA
ve 1680 top bulundurmasına imkân tanınmıştır. Bu RF’nin Avrupa Kıtası’nda kalan
topraklarının yaklaşık olarak %50’lik bir bölümünü, kendi ülkesel limitlerinin
%10’luk bir kısmı ile muhafaza etmek durumunda bırakmıştır. SSCB’nin
dağılmasından sonra Rus topraklarının en hilaflı bölgelerini mevcut kuvvetlerinin
%10’luk bir kısmı ile muhafaza etmek durumunda kalan Moskova yönetimi
Savunma Bakanı Pavel Graçhev’in açıklamalarıyla, KKAB’ye yönelik AKKA kanat
Şerif Sayın, “NATO, Doğu’ya açılıyor”, Hürriyet, 3 Haziran 1991, s. 14.
Esra Hatipoğlu, “Avrupa Birliği Bağlamında Türkiye-Rusya İlişkilerinin Geleceği”, Stratejik
Öngörü, Tasam Yayınları, İstanbul, 1998, s. 141.
225
226
106
limitlerine yüksek sesle itiraz etmeye başlamıştır. Başta Türkiye ve Norveç gibi
konuyla direkt olarak ilgisi bulunan kanat ülkeleri olmak üzere, AKKA’ya taraf tüm
NATO müttefikleri, Moskova yönetiminin, AKKA rejiminin değiştirilmesine yol
açacak bu girişimlerine karşı çıkmışlardır. Fakat RF bu konudaki kararlı tutumunu
sürdürmüş, 17 Eylül 1993 tarihinde, Devlet Başkanı Boris Yeltsin imzalı bir
diplomatik mektup, tüm akit devletlere gönderilmiştir. Moskova, bu diplomatik
mektupta; askeri, sosyal ve ekonomik nedenlerini sıralayarak, kanatlar rejiminin
getirdiği sıkıntıları taraf ülkelerin dikkatine sunmuş ve AKKA’nın kanat
sınırlamalarına riayet etmeyeceklerini bildirmiştir.227
Kanatlar Bölgesi’ndeki kazanımlarını 1993 yılından sonra muhafaza etmekte
zorlanan Ankara, RF’nin AKKA’nın rejiminde herhangi bir değişime kesinlikle karşı
olduğunu bildirmiş, dönemin Cumhuraşkanı Süleyman Demirel tarafından Rusya
Devlet Başkanı imzalı mektuba olumsuz yanıt verilmiştir. O dönemde Türkiye
RF’deki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Devlet başkanlığı seçimlerinde liberal
politikalar izleyen Yeltsin’in koltuğunu korumasını isteyen Ankara çevreleri diğer
yandan Yeltsin’in AKKA bağlamındaki Kafkasya politikalarını da kaygı ile takip
etmiştir.228
RF tüm bu girişimlerinin yanı sıra, 28 Eylül 1993 tarihinde AKKA’nın
yürüme organı olan Ortak Danışma Grubu’na (ODG) başvurmuş ve kanatlar
bölgesindeki “Anlaşma ile Sınırlandırılmış Silah ve Araç” (ASSA) miktarlarının
milli güvenlik ihtiyaçlarını karşılamadığını beyan etmiştir. RF’nin AKKA’nın
V. Maddesinin değiştirilmesini veya askıya alınmasını içeren bu başvurusu ile
kanatlar sorunu resmiyet kazanmıştır. RF, bu gelişmeler ışığında amacına
ulaşabilmek için konuyu uluslararası basın ve kamuoyu dâhil, ikili ya da çok taraflı
siyasi ve askeri her türlü platformda gündeme getirmiş, ayrıca antlaşmanın diğer
maddelerinin de değiştirilmesine ilişkin alternatif önerilerde bulunmaya başlamıştır.
Hatta daha da ileri giderek AKKA’nın esnekliklerinden de yararlanma yolunu seçmiş
ve yapılan değişiklik tekliflerinin karşılanmaması halinde, zaman zaman antlaşmayı
TÜSİAD, Türkiye–Rusya İlişkilerindeki Yapısal Sorunlar ve Çözüm Önerileri, TÜSİAD
Yayınları No: T/99–264, İstanbul, 1999, s. 19-20.
228
Nur Batur, “İki Kötüden Birini Tercih” Milliyet, 23 Eylül 1993, s. 15.
227
107
ihlal etmek zorunda kalacağını belirtmiş ve bu konuda tarafların müsamaha
göstermesinin gerektiğini ifade etmiştir. Tüm bunların yanı sıra Moskova’nın imha
işlemlerinde bilinçli olarak yavaş davrandığı, bu yıl temmuz ayında Ankara’nın
yaptığı denetimlerde tespit edilmiş ve konu hakkında tüm akit ülkeler Türk Dışişleri
yetkililerince ciddi bir biçimde ikaz edilmiştir.229
Kanatlar sorunu olarak ortaya çıkan bu problem, sadece AKKA rejiminin
geleceğini değil, aynı zamanda Türkiye’nin doğu sınırlarının güvenliğini de çok
yakından ilgilendiren bir boyut kazanmıştır. RF yetkilileri, teklifin yapıldığı andan
itibaren çeşitli yasal platformlarda yaptıkları açıklamalar ve verdikleri demeçlerle
aşağıda belirtilen tez ve gerekçeleri öne sürmüşlerdir.230
I.
Avrupa’da meydana gelen siyasi ve askeri değişiklikler:
Soğuk savaşın sona ermesi ve SSCB’nin dağılması ile Orta ve Doğu
Avrupa’da askeri ve siyasi alanda meydana gelen radikal değişiklikler AKKA siyasi
haritasını değiştirmiştir. RF eski SSCB değildir, fakat SSCB’nin dağılmasıyla ortaya
çıkan birçok sorun RF’yi etkilemektedir.
II. Kafkaslarda meydana gelen değişimler:
SSCB’nin konvansiyonel gücü hedef alınarak düzenlenen kanatlar rejiminin
varlık nedeni, Kafkasya bölgesinde yeni bağımsız devletlerin kurulmasıyla ortadan
kalkmış, RF’nin Kuzey Kafkasya Askeri Bölgesi (KKAB) kanat bölgesi olmaktan
çıkmıştır.
AKKA ve V. Maddesi gereğince düzenlenen kanatlar kuralı, siyasi istikrarın
mevcut olduğu şartlara göre hazırlanmıştır. Fakat SSCB’nin dağılması ve BDT’nin
ortaya çıkmasıyla RF’nin güney sınırları boyunca Azeri-Ermeni, Gürcü-Oset, GürcüAbhaz gibi bölgesel çatışmalar ortaya çıkmıştır. Bu bölgesel çatışmalar, RF’nin milli
güvenliğini tehdit etmektedir. Rusya topraklarında da Çeçen, İnguş ve Osetler etnik
229
Barçın Yinanç, “Rusya, AKKA Talebini Resmileştirdi.” Milliyet, 02 Ekim 1993, s. 15.
Harp Akademileri Yayınları, Geçmişten Günümüze Yakın Çevredeki Sorunlar ve Türkiye,
Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995, s. 213-215.
230
108
ayrımcılık eylemleriyle, mevcut tehdidi tırmandırmaktadır. KKAB’de devam eden iç
ve dış istikrarsızlıkları önlemek ve Kuzey Osetya, İnguş ve Çeçenistan bölgelerinde
bulunan yaklaşık olarak, 30.000 ila 33.000 kişilik yasa dışı silahlı grupların etkisiz
hale getirilebilmesi amacıyla RF bölgede önemli miktarda konvansiyonel güce
ihtiyaç duymaktadır.231
Yaklaşık olarak Türkiye’nin AKKA uygulama alanına denk KKAB’nin
ASSA limitleri, RF’nin bölgedeki milli güvenlik ihtiyaçlarını karşılamamaktadır.
KKAB, RF’nin güney sınırını oluşturmakta ve doğrudan doğruya ihtilaflar ve
çatışma bölgelerine komşu bulunmaktadır. Bu bölge için belirlenmiş ASSA limitleri
yaklaşık 1.000 km. uzunluğundaki bu sınırların güvenliği için yeterli değildir.
RF hükümeti, silahlı çatışmaların topraklarına sıçramasından, ekonomik
zorluklar yaşanan bir ortamda, etnik çatışmaların şiddetlenmesinden endişe
duymaktadır. RF’nin milli güvenlik ilkelerinden ve toprak bütünlüğünden feragat
edilemez. Ayrıca Kafkasya’daki gelişmeler, Türkiye’nin de çıkarlarına ters
düşmektedir. Bölgede istikrarın sağlanması için diplomatik girişimlere ek olarak,
konvansiyonel kuvvetlere de ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca, Transkafkasya’da insani
yardım faaliyetleri için Zırhlı Personel Taşıyıcı (ZPT) kullanmak zaruridir. RF’nin,
Kafkasya’daki meşru milli güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için bir çözüm
arayışında olmasına taraf ülkelerce anlayış gösterilmelidir.
231
Rusya için tarih boyunca güneye çıkan en kestirme yol Kafkaslar Bölgesi olmuştur. St.
Petersburg’un Rusya’nın Avrupa’ya açılan kapısı olduğu kabul edilirse, Kafkasya’da güneydeki
ticaret yollarına ve üç denize birden çıkış imkânı sağlaması bakımından Moskova için hayati öneme
sahip bir kapı niteliğindedir. Lokal gerginlik ve çatışmaların her daim yaşandığı bu bölgede SSCB’nin
dağılması ile Osetya-İnguş Cumhuriyeti sınırı, Osetya ve Abhazya ile Gürcistan sınırı ve Çeçenistan
bölgeleri yeni çatışma ve kaos bölgeleri olarak ortaya çıkmıştır. Kafkasya Bölgesi’ndeki sorunların
çözümünde kilit noktanın o dönem için Çeçenistan meselesi olduğu kabul görmüştür. Moskova’nın bir
“iç mesele” olarak kabul ettiği Çeçen direnişi, 1990’lı yıllar boyunca Azerbaycan ve Gürcistan
politikasına da doğrudan yön vermiştir. Moskova yönetimi bu nedenle Sovyetler Birliğinin
dağılmasından itibaren kendisi için olmazsa olmaz bir nitelik taşıyan Kafkasya’daki çıkarlarının
bekasını sağlamak maksadıyla; en başta iç sorunu saydığı “Çeçen direnişi” olmak üzere diğer bölgesel
çatışmaları öne sürerek AKKA kanat rejimi hilafında hareket etmiş ve batılı güçlerin tüm
müsamahasına rağmen kanat limitlerine riayet etmemiştir. Bu noktada SSCB’nin dağılmasına ve
AKKA’ya rağmen yanıbaşına yerleşen Rus birlikleri; Ankara’nın o dönemde bir hayli tedirgin
olmasına ve ayağa kalkmasına neden olmuştur. Bkz.: Fırat Karabayram, Rusya Federasyonu’nun
Güney Kafkasya Politikası, Lalezar Kitabevi, Ankara, 2007, s. 165.
109
III. Kuvvet konuşlandırma:
İki
kutupluluğa
dayanan
ve
Soğuk
Savaş
Dönemi’nin
Doğu-Batı
istikametindeki kuvvet konuşlandırılmasına uygun olarak kabul edilen kanatlar
kuralı, bugünün askeri ve siyasi gerçekleri ile bağdaşmamaktadır. Kanatlar
Bölgesi’ndeki birliklerin mevcudiyetine yönelik olarak algılanan tehditlere rağmen
AKKA rejiminin V. Maddesi, bu birliklerin yeniden tertiplenmesine imkân
vermemektedir. RF’nin Avrupa’da kalan topraklarının %50’sini oluşturan Leningrad
Askeri Bölgesi ve KKAB olan kanatlar bölgesinde RF; ulusal tavan limitleri
dâhilinde ki toplam tanklarının %20’sini, ZMA’larının %12’sini, topçu silahlarının
ise %26’sını konuşlandırabilmektedir. AKKA’ya taraf ülkeler arasında sadece RF ve
Ukrayna’yı bağlayıcı nitelikte; ülke genelindeki uygulama alanları içerisinde serbest
kuvvet konuşlandırılmasının sınırlandırılması hükmü, ulusal egemenlik ilkelerine ve
AKKA rejiminin eşitlik ilkesine aykırı olup, bu durum RF için askeri, siyasi, sosyal
ve ekonomik problemler yaratmaktadır.
IV. Sosyal ve insani boyut:
SSCB’nin dağılma sürecinde -AKKA hükümleri gereği Orta Avrupa’dan geri
çekilen Rus birliklerinin de bu sorunda büyük bir etkisi olmuştur- yaklaşık iki milyon
insanın göçmen durumuna düşmüş olması sosyal ve insani bir sorun teşkil
etmektedir. Avrupa’dan çekilen kuvvetlerin iskânı için sosyal ve askeri tesisler,
altyapı, ekonomi ve iklim açısından en elverişli bölge Kuzey Kafkasya
Bölgesi’dir.232 Ayrıca bölgede asker aileleri ile emekli subaylara iş imkânları da
bulunmaktadır. Bu kapsamda sadece Kuzey Kafkasya yerel makamları, bölgedeki
istikrarsızlığı gerekçe göstererek asker yerleştirilmesini kabul etmişlerdir. Bunun
üzerine, Kuzey Kafkasya’daki konut inşaatları Almanya’nın sağladığı kredi ve yerel
232
SSCB’nin dağılma sürecinde yüzbinlerce insanın yerinden olduğu ve etnik çatışmalarda on
binlerce insanın öldüğü doğrudur. Ancak o dönemde Rus kamuoyu etnik açıdan daha homojen olan
Güney Kafkasya’daki üç yeni devletin bağımsızlığını desteklerken, etnik olarak heterojen karaktere
sahip KKAB’de bulunan birçok özerk cumhuriyetin Moskova’ya bağlı kalması yönünde bir tutum
sergilemiştir. Bkz.: Fırat Karabayram, Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya Politikası, Lalezar
Kitabevi, Ankara, 2007, s. 165.
Moskova’nın o dönemde soyal ve insani boyut kisvesi altında Orta Avrupa’dan çekmek zorunda
kaldığı en seçkin kara ve hava birliklerini KKAB ve ikili antlaşmalarla Transkafkasya bölgesinde elde
ettiği askeri üs ve merkezlere konuşlandırdığı bugün tüm politik çevrelerce bilinen bir gerçektir.
Ankara 1990’lı yılların ilk yarısında yaşanan bu süreçte Moskova’nın AKKA’nın kanatlardaki
revizyonu için öne sürdüğü bu tip gerekçelere mesafeli durmuş ve taleplerin samimiyetten uzak
olduğu hususunu uluslararası camiada sık sık dile getirmiştir.
110
yönetimlerin talebiyle bölgenin iklim koşulları da dikkate alınarak halkın arzusu
üzerine başlatılmıştır. KKAB’de inşa edilen toplu konutların kullanılması, ancak
kanat sınırlamalarının değiştirilmesiyle mümkündür.
V. RF Askeri Doktrini
RF’nin yeni askeri doktrinine233 göre; KKAB’de konuşlu bulunan birliklerin
kuruluşları ve tertiplenme düzenleri savunma harekâtına yöneliktir. KKAB’deki RF
için gerekli konvansiyonel kuvvet miktarı; hiçbir komşu devlet, özellikle de Türkiye
için askeri bir tehdit oluşturmamaktadır.
Rusya Batılı güçlere göre Kafkasya’daki karışık ve gergin durumu kendi milli
güvenliği için bir tehlike olarak algılayarak, AKKA limitlerini aşmış ve yaratmak
istediği
fiili
durumu
yaratmıştır.
1993–1996
yılları
arasında,
NATO’nun
genişlemesiyle doğrudan bağlantılı olarak ortaya çıkmış olan AKKA’nın kanatlar
sorununu Türkiye’nin güvenliği bakımından önemli bir sorun olmuştur. Bu sorunun
temeli RF’nin, NATO’nun genişlemesine karşı doksanlı yıllarda AKKA’yı NATO
müttefiklerine, özellikle de ABD’ye karşı bir pazarlık konusu olarak kullanmasından
kaynaklanmıştır. RF, bu dönemde NATO’nun genişlemesi ile ilgili çekincelerinin
göz ardı edilmesi durumunda AKKA’yı askıya alabileceğini sıklıkla ifade etmiştir.234
Ayrıca Rusya Kafkasya’daki eski SSCB üyeleriyle askeri anlaşmalar
imzalamıştır. Bu kapsamda, 1994 yılı Şubat ayı başında, RF Savunma Bakanı
233
Moskova’nın, SSCB’nin dağılmasından sonra doksanlı yılların ortasında kabul ettiği yeni askeri
doktrini; konvansiyonel silahlarla savaş için hazırlıklara öncelikler tayin etmekte olup nitelikli,
teknolojik gücü ve muharebe etkinliği yüksek bir silahlı kuvvetler anlayışına geçişinin çarpıcı
değişikliğini içermektedir. Yeni Rus askeri doktrini; nükleer silah kullanma senaryolarını da içermekte
ve SSCB’nin nükleer silahları ilk kullanan taraf olmama yükümlülüğünü terk etmektedir. Ayrıca yeni
doktrin Rus konvansiyonel kuvvetlerindeki olası bir geçici zafiyetin nükleer caydırıcılık
giderilmesinin önünü açmakta ve silahlı kuvvetlere iç istikrarı sağlama yetkisi vermektedir. Bu
doktrin ile eski SSCB toprakları tek bir stratejik alan olarak kabul edilmiş ve ülke sınırlarının ileriden
savunması ile gerektiğinde bu bölgelere askeri müdahalelerde bulunulması politikaları için yasal
dayanak oluşturulmuştur. Kısaca Moskova bu yeni doktrinle eski SSCB topraklarının ilgi hatta etki
alanı içerisine girdiğini tüm dünyaya ilan etmiş özellikle Türkiye başta olamak üzere Batı dünyasına
BDT ile olan ilişkilerinde gözdağı vermiştir. Yeni enerji merkezi ve koridoru olan Transkafkasya
Bölgesi bağlamında Ankara’ya net bir mesaj niteliğindedir. Bkz.: Harp Akademileri Yayınları,
“SSCB’nin Dağılmasından Sonra Rus Ordusu ve Geleceği” Harp Akademisi Basımevi, İstanbul,
1995, s. 16-18.
234
Nurşin Ateşoğlu Güney, “AKKA’nın Yeni Koşullara Uyarlanması ve Türkiye’nin Güvenliği”,
En Uzun On Yıl, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 1998, s 176.
111
Pavel Graçhov Rusya’nın, Kafkasya Bölgesi’nde kurulan yeni, üç bağımsız ülkede
(Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan) 23.000 kadar askerini konuşlandırmak ve
Azerbaycan ve Ermenistan’da birer, Gürcistan’da ise üç olmak üzere; beş askeri üs
bulundurmak istediğini açıklamıştır.235 Aynı yıl Haziran ayında ise Azerbaycan
Devlet Başkanı Haydar Aliyev’le görüşen RF Savunma Bakanı Pavel Graçov
Azerbaycan’ın Glaba bölgesinde olası bir füze saldırısına karşı Rus erken uyarı
istasyonu kurulmasının kabul edildiğini açıklamıştır. Aliyev kurulacak olan erken
uyarı istasyonunun sadece Azerbaycan ve Rusya’nın değil, tüm BDT ülkelerinin
güvenliğini sağlayacağını belirtmiştir.236 Rusya, 1994 Ekim ayının sonunda
Ermenistan’la ortak savunma anlaşması imzalayarak, bu ülkenin kara sınırından
sonra hava sahasını da korumaya başlamıştır. Bu savunma antlaşması ile Türkiye
Ermenistan sınırında, Rus birliklerinin yanı sıra Rus savaş uçakları da görev
yapmaya başlamıştır.237
Tüm bu gelişmelere ek olarak “AKKA’nın Yeniden Gözden Geçirilmesi
Konferansı”nın son günlerinde Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Vadim Kuznetsov;
AKKA’nın, SSCB’nin devamı olarak gördüğü RF’nin talepleri doğrultusunda
değiştirileceğinin altını çizerek belirtmiş, Türk-İsrail askeri anlaşmasına gönderme
yaparak Rusya ile Kafkas Cumhuriyetleri arasında imzalanan askeri antlaşmaları da
aynı çerçevede değerlendirmek gerektiğini ifade etmiştir.238 Moskova yönetiminin bu
dönemde attığı her adımda, Kafkaslar’da yaptığı limit aşımlarını meşrulaştırmaya ve
yaptığı ikili anlaşmaların ise AKKA ve AGİK sürecine paralel bir ortak savunma
teşebbüsü olduğunu Türk ve dünya kamuoyuna gösterme çabası açıkça
görülmektedir.
NATO ittifakı, başlangıçta RF’nin ileri sürdüğü gerekçeleri, Kanatlar
Bölgesi’nde kuvvet dengesini bozarak yeni bir silahlanma yarışına neden olacağı ve
Avrupa’nın güvenliğini tehlikeye düşüreceği nedenleriyle inandırıcı bulmamış ve
AKKA’nın sağladığı statükonun devamı şeklindeki tutumunu sürdürmüştür. Fakat
Sami Kohen, “Kafkasya’da Oynanan Oyun” Milliyet, 5 Şubat 1994, s. 22.
Dış Haberler Servisi, “Aliyev Rusya’ya Askeri Üs Verdi” Milliyet, 12 Haziran 1994, s. 16.
237
Dış Haberler Servisi, “Sınırda Rus Askeri” Milliyet, 23 Ekim 1994, s. 13.
238
Lale Sarıibrahimoğlu, “AKKA değiştirilecek”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 1996, s. 11.
235
236
112
1993 yılı sonlarından itibaren, bazı NATO üyelerinde Rus tarafının taleplerine cevap
verilmemesi halinde AKKA rejiminin RF tarafından Kanatlar Bölgesi’nde
delinebileceği endişesi ağırlık kazanmaya başlamıştır. Bazı ittifak üyeleri, RF
taleplerinin göz ardı edilmesinin uzun soluklu olmayacağı/olamayacağı görüşünü
savunurken, bir kısım ittifak üyeleri ise RF isteklerinin belli kıstaslar dâhilinde
karşılanması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.239
Bu gelişmeler, SSS dönemde doğrudan Türk milli güvenlik ve savunma
stratejisini etkilemiş, Türkiye soğuk savaşın bitiminin ardından kısa bir süre sonra
sınırlarında tekrar Rus tehdidini hissetmeye başlamıştır. O dönemde AKKA’nın V.
Maddesi ile hükme bağlanan Kanatlar Kuralı’nın, Türkiye açısından etkilerini şu
şekilde sıralayabiliriz:240
(a) Kanatlar Bölgesi’ne sabit tavanlar getirilmesi suretiyle; Orta ve Doğu
Avrupa’dan çekilen konvansiyonel kuvvetlerin Karadeniz’in kuzeyi ile Kafkaslar
Bölgesi’nde konuşlandırılması engellenmiştir.
(b) Kanatlar bölgesi’nde yapılacak bir limit artarımı, Orta Avrupa’dan
çekilen modern silah ve araçların bölgeye konuşlandırılmasına ve Kafkaslarda ki
sayısal dengenin bozulmasına neden olacaktır. Bunun sonucunda Türkiye’yi çok
yakından ilgilendiren Kafkasya Bölgesi’nde, konvansiyonel nicelik ve nitelik
açısından Ankara’nın aleyhine bir güç dengesi oluşacaktır.
(c) Antlaşmanın V. Maddesi gereği; Kanatlar Bölgesi tavanları yalnızca
tank, ZMA ve topçu silahı sistemlerini sınırlandırmaktadır. Taarruz helikopterleri ve
savaş uçakları için diğer alt bölgelerde olduğu gibi bölgesel bir tavan limiti mevcut
değildir. Bu durumda, KKAB ve Transkafkasya Askeri Bölgesi (TKAB) için
geliştirilen yeni Rus askeri doktrininde, kuvvetler arası denge kurulamayacak olması
Türkiye’nin milli güvenliğine pozitif yönde katkı sağlayacaktır.
(ç) Kanatlar Bölgesi tavanlarının değiştirilmesi, AKKA rejiminde köklü bir
değişikliğe neden olacağından diğer taraf ülkelerin olası benzer talepleri sonucunda,
239
Harp Akademileri Yayınları, Geçmişten Günümüze Yakın Çevredeki Sorunlar ve Türkiye,
Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995, s. 216-217.
240
Harp Akademileri Yayınları, a.g.e, s. 218.
113
başta Türk-Yunan ve Türk-Bulgar dengelerinin bozulması olmak üzere, AKKA’nın
getirdiği statüko bozulacak ve rejimin bekası ciddi boyutta tehlikeye girecektir.
(d) Kanatlar kuralındaki olası bir değişim ile Yunanistan, Mersin Liman
Bölgesi’nin uygulama alanına dâhil edilmesi için gayret gösterecek ve sonuçta,
Ankara’nın, çetin müzakereler sonucu diğer akit ülkelere kabul ettirdiği; alan dışı
bölge ile sağladığı kazanımlarının bazılarından vazgeçmek zorunda kalacaktır.
(e) AKKA kanat limitlerinin değiştirilmesi ile başlayacak ve rejiminin
bekasını olumsuz yönde etkileyebilecek bu gelişmeler, Türkiye’nin gelecekteki
silahsızlanma ve silahların denetimi faaliyetlerini de doğal olarak olumsuz yönde
etkileyecektir.
Türkiye, 1990 yılında AKKA imzalandığından itibaren, antlaşmanın
yükümlülüklerinin tam ve zamanında yerine getirilmesini savunmuş ve sadece
savunmakla kalmayıp yerine de getirmiştir. Ankara, AKKA limitlerine geçiş için son
tarih olan 17 Kasım 1995’e kadar, diğer NATO müttefiklerine oranla, RF’ye daha
ihtiyatlı ve şüpheci yaklaşmış, bu nedenle de yerinde denetimlerinin büyük bir
kısmını RF topraklarında yapmıştır.
TABLO-IX: AKKA Denetimleri241
DENETLEYEN ÜLKE / DENETLENEN ÜLKE
TÜRKİYE’DE İCRA EDİLEN DENETİM SAYISI
RUSYA FEDERASYONU
92
57
UKRAYNA
70
20
AZERBAYCAN
05
02
SLOVAKYA
02
ROMANYA
22
MACARİSTAN
02
ERMENİSTAN
03
15
19
ERMENİSTAN’DA KONUŞLU RUS BİRLİKLERİ
15
BULGARİSTAN
48
KAZAKİSTAN
01
21
MOLDOVA
01
GÜRCİSTAN
02
GÜRCİSTAN’DA KONUŞLU RUS BİRLİKLERİ
10
TOPLAM
241
TÜRKİYE TARAFINDAN YAPILAN DENETİM SAYISI
245
162
http://www.tsk.tr/ Erişim Tarihi: 10 Haziran 2011.
114
2007 Aralık ayı itibarıyla Türkiye’de gerçekleştirilen AKKA denetimleri ve
Türkiye tarafından denetime tabi tutulan ülkeler, denetim sayıları ile Tablo-IX’da
görülmektedir.
Tablo
dikkatle
incelendiğinde
2007
Aralık
ayı
itibariyle
(Moskova’nın AKKA’yı tek taraflı olarak askıya aldığını ilan ettiği dönemdir.)
Türkiye’de icra edilen AKKA denetimlerinin toplam sayısı 245, toplam denetçi ülke
sayısı ise dokuzdur. RF’nin bu süreçte -yaklaşık onbeş yıl- Türkiye’de
gerçekleştirdiği doksan iki denetim, toplam denetimlerin %38’lik bir bölümünü
kapsarken komşumuz Bulgaristan’da kırk sekiz denetim ile %20’lik bir paya sahip
olmuştur. Bu verilerden çıkan sonuç; Soğuk Savaş’ın izleri tamamen kaybolmamış,
etkileri atlatılamamıştır. Konvansiyonel bir dengeleme antlaşmasında dahi sadece iki
ülkenin yerinde denetimlerinin, toplam denetimlerin %58’ini oluşturmuş olması
tarafların birbirine duyduğu güven derecesini çok net olarak göstermektedir. Benzeri
bir durum da Türkiye için geçerli olmuştur. 2007 Aralık ayı itibariyle geride kalan on
beş yıllık zaman dilimi içerisinde Türk denetim timleri tarafından icra edilen toplam
162 yerinde denetimin elli yedisi RF’de, yirmi biri ise Bulgaristan’da yapılmıştır.
Türkiye, toplamda icra ettiği denetimlerinin %48’ini bu iki ülkede gerçekleştirmiştir.
Fakat Ankara’nın gerçekleştirdiği denetimlerde göze çarpan diğer bir husus da başta
Ermenistan ve Gürcistan’da 1999 Uyarlama Antlaşması hükümlerince ulusal kota
devrinden kaynaklanan haklarla konuşlanmış bulunan Rus birliklerinin denetimi
çalışmalarıdır. Onbeşi Ermeni topraklarında olmak üzere toplam yirmi beş denetim
Türkiye’nin doğu sınırlarına çok yakın bölgelerde -Ermeni hududunda ise bazı
bölgelerde sıfır noktasında Rus sınır birlikleri mevcuttur- icra edilmiştir. Bu veriler
de karşılıklı güvensizliğin açık birer göstergesidir. Ankara doğu sınırlarına çok yakın
bölgelerde konuşlu bu Rus birliklerinden-hava kuvvetleri de dâhil- bir tehdit
algılaması hissetmemektetir. Soğuk Savaş süresince nefesini sürekli ensesinde
hissettiği Kızıl Ordu’nun ardından, XXI. yüzyılda hala Rus birlikleri ile Türk hudut
birliklerinin karşılıklı olarak birbirlerinin etki alanında bulunması Ankara’yı rahatsız
etmektedir.
Doksanlı yılların ilk yarısında Türkiye, RF’nin Kafkasya politikalarının ve
bölge üzerindeki niyetlerinin sürekli olarak altını çizmiş, özellikle de AKKA
rejiminden Kafkaslar Bölgesi’ndeki kanat limitleri hususunda, RF’ye taviz
115
verilmemesini istemiştir. NATO bu süreçte, özellikle Uralların doğusuna nakledilen
ASSA’ların imhası için RF’yi sık sık ikaz etmiş, fakat Ankara’nın bu isteklerine
karşılık olarak, Mayıs 1996’daki “AKKA’nın yeniden Gözden Geçirilmesi
Konferansı”nda kanatlar limitlerinin yeniden değerlendirileceği gerekçesi ile
konferansa dek esnek bir tutum sergilemiştir. Bazı diplomatik kaynaklar bu tutumun
sebebini, RF’nin esasen AKKA rejiminden çıkmak istediğini fakat bunun mümkün
olmadığının bilicinde oldukları için, bu güne dek çeşitli mazeretlerle rejimi delme
gayretinde oldukları şeklinde açıklamışlardır. RF’nin AKKA’dan tek taraflı olarak
çekilmesinden de çekinen müttefiklerin söz konusu dönemde çıkarları -Orta
Avrupa’nın süratle silahsızlandırılarak olası bir konvansiyonel taarruz riskinin en
düşük seviyelere çekilmesi ve konvansiyonel dengenin sağlanması- Moskova’nın
dışında değil, içinde olduğu bir AKKA rejimi şeklinde olmuştur.242
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nicholas Burns, 17 Kasım 1995 tarihi
itibariyle yürürlüğe giren AKKA’da, RF’nin KKAB’de yapması gereken indirimleri
halen yapmamış olmamasına rağmen antlaşma yükümlülüklerinin öncelikli olanlarını
-Orta Avrupa bölgesindeki kuvvet indirimleri- yerine getirdiğini belirterek RF’nin
AKKA performansını olumlu olarak değerlendirmiştir.243
Bu tarihte, genelde Batılıları, özellikle de ABD’yi esas düşündüren konu,
Mayıs 1996 tarihine kadar, kanatlarda RF’ye bazı tavizler vererek, kanatlar dışındaki
bölgelerde indirimlerin tamamlanmasını sağlamaktır. NATO’nun bu tutumuna
paralel olarak RF, Kafkasya’daki kanat tavanlarını sağlamak maksadıyla yapması
gereken indirimleri gerçekleştirmeyeceği uyarısını yaptığı tarihlerde AKKA’nın Orta
ve Doğu Avrupa’daki diğer askeri bölgelerindeki indirimlerini 17 Kasım 1995’ten
önce tamamlamıştır.244 İşte bu süreçte, Türkiye hem AKKA’ya taraf hem de bir
kanat ülkesi olarak, RF ile Batılılar arasında Kafkasya’daki kanat limitleri ile ilgili
sürdürülmüş olan pazarlıklara seyirci kalmamış ve aktif bir dış politika izlemiştir.
242
Lale Sarıibrahimoğlu, “Genelkurmay, Kafkasya’yı Denetledi” Cumhuriyet, 10 Haziran 1995, s. 8.
Yasemin Çongar, “İhlale ABD Desteği” Milliyet, 18 Kasım 1995, s. 21.
244
Dünya, “Rus Çizmelerini Avrupa’dan Çekti” Tercüman, 1 Eylül 1994, s. 4.
243
116
Ankara, NATO nezdinde yaptığı girişimle, kanatlar sorununun AKKA
rejiminin bekası açısından ele alınması gerektiğini, ayrıca antlaşmaya taraf bazı
devletlerce
antlaşmada
belirlenen
imha
usulleri
dışında
imha
işlemleri
gerçekleştirmesi, ihraç maksadıyla bazı ASSA’ların indirime tabi tutulması gibi
rejime aykırı uygulamaların da dikkate alınmasıyla, asıl sorunun Kanatlar Sorunu
olmaktan çıkıp, AKKA’nın geleceği sorununa dönüştüğünü, bu nedenlerle yalnız
kanat limitlerinin değil, rejimle ilgili tüm meselelerin bir bütünlük halinde
görüşülmesi gerektiğini öne sürmüş, gündemin kanatlar sorunu olmaktan çıkıp,
AKKA’nın geleceği sorunu olduğunu kabul ettirmiştir.245
Ankara’nın
kanatlar
konusundaki
ciddi
itirazlarına
rağmen
NATO,
Moskova’nın Mayıs 1996’da Viyana’da gerçekleştirilen konferanstan önceki
önerisine yeşil ışık yakmıştır. Mayıs 1996 tarihine kadar süren bu pazarlık sürecinde,
Moskova yönetimi, Rus Savunma Bakanı Pavel Grachev’in Ekim 1995 tarihli
önerisiyle; Kuzey Kanat Bölgesi’nde yer alan Leningrad Askeri Bölgesi’ndeki
Leningrad idari birimin kanat bölgesinden çıkarılmasından vazgeçmiş ve
karşılığında; Azak Denizi’nin doğu kıyılarından başlayarak Abhazya’ya kadar
uzanan Karadeniz kıyı şeridini içerisine alan Krasnodar Bölgesi ile Volgograd ve
Stavropol Bölgeleri’nin AKKA’nın V. Maddesinde belirtilen kanat rejiminden
çıkarılmasını istemiştir. (Bkz.: Harita-VI) Ankara Hükümeti, Karadeniz’e kıyısı olan
Krasnodar idari biriminde, Rus konvansiyonel kuvvetlerinin (tanklar, ZMA’lar ve
topçu silah sistemleri) AKKA kanat limitlerinden muaf tutulması anlamına gelen
Moskova Hükümeti’nin önerisine özellikle deniz kuvvetlerinin de AKKA rejimi
dışarısında kaldığı düşünüldüğünde bölgede ortaya çıkan güç dengesizliğinden
dolayı ciddi bir muhalefette bulunmuştur.
Rusya’nın Kasım 1995 tarihli önerisinden hemen önce, kanatlar sorununun
ele alındığı NATO toplantısında Türkiye’nin de aktif bir katılım sergilediği ve
benimsediği orta yol çözüm önerisi sunulmuştur. 22 Eylül 1995 tarihli bu öneride
Hazar Denizi’ne kıyısı olan Astrakan ve Volgagard Bölgeleri; kanat bölgeleri için
hükme bağlanmış silah sınırlamaları dışında tutulmuştur (Bakınız: Harita-IV). O
245
Harp Akademileri Yayınları, Geçmişten Günümüze Yakın Çevredeki Sorunlar ve Türkiye,
Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995, s. 217.
117
tarihte Ankara, RF’ye verilen bu ödünün ötesinde, ileri bir tarihte başka bir karşı
öneriyi kabul etmeyeceğini açıklayarak tüm dikkatleri üzerine çekmiş, Washington
yönetimi ise Ankara’nın tepkisini “normal” olarak nitelendirirken, Moskova’ya
verilen tavizin ise “kaçınılmaz” olduğu şeklinde açıklamalarda bulunmuştur.246
Harita-VI
Kanatlar Sorununun Çözümüne Yönelik NATO ve RF Teklifleri247
RF’nun 1995 sonu itibariyle, KKAB’nde gerçekleştirmiş olduğu kuvvet
aşımlarının mevcudiyetine rağmen Türkiye kendisine yönelik bir taarruzi harekât
beklentisi içerisine girmemiştir. Fakat Rusya, AKKA indirimleri dışında kalan
246
247
Dünya, “NATO’dan Rusya’ya korkutan taviz…!”, Milliyet, 17 Eylül 1995, s. 18.
Kaynak: Sipri, SIPRI Yearbook 1996, Oxford Universty Press, Oxford, 1996, s. 722.
118
Karadeniz Donanması ve amfibi kuvvetleri ile AKKA hükümleri gereği
Kafkaslardaki kanat indirimlerine dâhil edilmeyen hava kuvvetleri de dikkate
alındığında, 1996 yılı itibariyle Türkiye’ye yönelik geniş çaplı bir taarruz harekâtına
geçme yeteneğine kavuşmuştur.248 Moskova, Ankara’ya karşı elde ettiği o dönemki
mevcut konvansiyonel üstünlüğünü askeri alandan öte, siyasi ve diplomatik alanda
kullanmış
ve
17
Kasım
1995’te
AKKA’nın
kanatlarla
ilgili
sınırlarını
uygulayamayacağını açıklamasından hemen sonra, Türkiye’nin boğazlarla ilgili geçiş
düzenlemeleri tüzüğünün kabul edilemez olduğunu vurgulayan resmi açıklamalarda
bulunmuştur.249
17 Kasım 1995 tarihinden Mayıs 1996’ya kadar RF ile ABD liderliğindeki
Batılı güçler arasında sıkı pazarlık süreci yaşanmış, bu süreçte ABD’nin “Russia
First” (Rusya’ya Öncelik)250 diye adlandırdığı politikası gereğince, NATO’nun
genişlemesi, Dayton Barış sürecinin devam ettirilmesi (29 Kasım 1995 tarihli
NATO-RF mutabakatı ile Bosna’da görev alacak barış gücü misyonuna Rus birlikleri
de dâhil edilmiş ve RF, barış gücü birliklerinin harekât planlarında karar
mekanizması içine alınmıştır.) ve START-II Antlaşması’nın bekası için, Moskova’ya
AKKA’dan birtakım tavizler verilmiştir.251
15–31 Mayıs 1996 tarihleri arasında Viyana’da gerçekleştirilen “AKKA’nın
Yeniden Gözden Geçirilmesi Konferansı”nda, başta RF’nin kanatlardaki kuvvet
aşımları ve bunlarla ilgili talepleri olmak üzere, AKKA’nın uygulanmasına ilişkin
sorunlar tüm taraf ülkelerin katılımıyla ele alınmıştır. Kanatlar sorununun çözümü
amacıyla toplanan konferans, ilk günlerinde RF’nin Türk-Amerikan ortak önerisine
Moskova’nın sıcak bakmasıyla olumlu bir havada başlamış ve müzakereler
sonucunda hukuki bağlayıcılığa sahip bir “Kanat Antlaşması” ile çözüme
Şükrü Elekdağ, “Sen de mi Brütüs?” Milliyet, 18 Kasım 1995, s. 21.
Cenk Başlamış, “Rusya’dan Boğaz Tehdidi” Milliyet, 24 Kasım 1995, s. 13.
250
Clinton yönetiminin “Önce Rusya” şeklinde adlandırdığı bir dış politika stratejisidir. Bu dış
politika stratejisinin temeli, önceliğin Rusya’ya verilmesi ve Moskova yönetiminin Batı dünyası ile
ilişkilerinde fazla gücendirilmemesi ilkesine dayandırılmıştır. Özellikle 1993–1996 arasını içeren
dönemde ABD-RF arasındaki stratejik ortaklığın sürdürülmesi hususu esas alınırken, asıl amaç ise
eskisi gibi süper güç olmasa da yakın çevresinde etkili bir RF’nin işbirliğine duyulan ihtiyaç olmuştur.
251
Gale A. Mattox & Arthur R. Rachwald (Eds.), Enlarging NATO, Lynne Rienner Publishers,
London, 2001, s. 263-264.
248
249
119
kavuşturulmuştur.252 Konferans sonucunda alınan kararlar ve çözüm, 1996 yılı
koşullarında, Türkiye açısından olumlu olarak nitelendirilmiş olup şu temel esaslara
dayandırılmıştır:253
Harita-VII
Kanat Anlaşmasıyla Kanat Bölgesinden Çıkarılan Rus İdari Bölümleri254
a. KKAB’de Volgagrad ile Astrakan idari bilimleri (oblast), Krasnodar idari
biriminin kuzeyinde bulunan Kuşevskaya ana tamir tesisi ve bu tesisin diğer iki idari
birim ile bağlantısını sağlayabilmek için Rostov idari biriminin doğusu kanat
bölgesinden çıkarılmıştır. Leningrad Askeri Bölgesi’nde Pskov idari birimi,
Ukrayna’da da Odessa Askeri Bölgesi’nde Odessa idari birimleri Kanatlar
Bölgesi’nden çıkarılarak kenar Avrupa Bölgesi’ne dâhil edilmiştir. (Bkz.: Harita-VII)
252
Dış Haberler, “AKKA sorununda umut verici gelişme”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 1996, s. 11.
EK-VII: AKKA Kanat Antlaşması.
254
Kaynak: Jane M. O. Sharp, Striving For Military Stability In Europe Negotiation,
implementation and adaptation of the CFE Treaty, Routledge, New York, 2006, s. 162. Asıl
Kaynak: Zidzislaw Lachowski, “Conventional Arms Kontrol” SIPRI Yearbook 1997.
253
120
b. RF’nun kanat bölgesinin mevcut sınırları içerisindeki konvansiyonel
güçlerini 31 Mayıs 1999 tarihine kadar 1800 tank, 3700 ZMA ve 2.400 top sistemi
seviyesine çekmesi ve mevcut güçlerinde artırıma gitmemesi kararlaştırılmıştır.
c. RF’nin açık müzakereler yolu ile ilgili taraf ülkelerin egemenliğine tam
saygı gösterilmesi suretiyle, antlaşmanın geçici konuşlandırma hükümlerinden azami
ölçüde faydalanabilmesi ve Taşkent Anlaşması’yla255 paylaşılan teçhizat kotalarının
(Bkz.: Tablo-X) bir kısmını devralabilmesi kararlaştırılmıştır.
TABLO-X: Taşkent Anlaşması İle SSCB’ye Ait AKKA Limitlerinin Paylaşımı256
SAVAŞ
HELİKOPTERLERİ
TOP/TOPÇU SİSTEMLERİ
TAARRUZ
ZIRHLI MUHAREBE ARAÇLARI (ZMA)
UÇAKLARI
ANA SAVAŞ TANKLARI
ALAN
TOPLAM
AKTİF
DEPO
TOPLAM
AKTİF
DEPO
ZPMA
ASMA
TOPLAM
AKTİF
DEPO
RUSYA FED.
6.400
4.975
1.425
11.480
10.525
955
7.030
574
6.415
5.015
1.310
3.450
UKRAYNA
4.080
3.130
950
5.050
4.350
700
3.095
253
4.040
3.240
800
1.090
330
10.300
8.650
1.650
17.400
16.120
1.280
-
-
9.500
8.050
1.450
-
-
RUSYA FED.
5.100
4.275
825
10.100
9.945
155
-
-
4.735
3.825
910
-
-
UKRAYNA
3.400
2.850
550
4.700
4.000
700
-
-
3.150
2.850
300
-
-
BELARUS
1.800
1.525
275
2.600
2.175
425
1.590
130
1.615
1.375
240
260
80
KANAT
2.850
1.850
1.000
2.600
1.800
800
-
-
3.675
2.775
900
-
-
RUSYA FED.
1.300
700
600
1.380
580
800
-
-
1.680
1.280
400
-
-
UKRAYNA
680
280
400
350
350
0
-
-
890
390
500
-
-
MOLDOVA
210
210
0
210
210
0
130
10
250
250
0
50
50
GÜRCİSTAN
220
220
0
220
220
0
135
11
285
285
0
100
50
ERMENİSTAN
220
220
0
220
220
0
135
11
285
285
0
100
50
AZERBAYCAN
220
220
0
220
220
0
135
11
285
285
0
100
50
TOPLAM
13.150
10.500
2.650
20.000
17.920
2.080
12.250
1.000
13.175
10.825
2.350
5.150
1.500
890
IV.2 NOLU
BÖLGE
TOPLAMI
BÖLGESİ
TOPLAMI
255
SSCB’nin dağılması ile birlikte bağımsızlığını kazanan devletler ve RF 12 Mayıs 1992 tarihli
Taşkent Antlaşması ile AKKA rejimine dâhil olmuşlardır. Bu anlaşma uyarınca Moskova
Hükümeti’nin kanat bölgeleri ile ATTU içindeki tüm ülke topraklarında bulundurması gereken beş
silah kategorisi azami tavanları ile ülke tavanları şöyledir: Tank: 700/6.400, ZMA: 580/11.480, Topçu
Silahları: 1.280/6.415. Kanat bölgelerinde helikopter ve uçakların limitleri yoktur. Ülkesel tavanlar
uyarınca, Savaş Uçağı: 3.450 ve Taarruz Helikopteri: 890 olarak sınırlandırılmıştır. Bkz.: Esra
Çayhan, Nurşin Ateşoğlu Güney, Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları NATO-AB-Türkiye, AFA
Yayıncılık, İstanbul, 1996, s. 66-67.
256
Kaynak: Stockholm International Peace and Research Institude, SIPRI Yearbook 1993: World
Armaments and Disarmament, Oxford University Press, Oxford, 1993, s. 597.
121
ç. RF’nin 1 Ocak 1996 tarihli bilgi değişim paketinde “kaldırılacak” (to be
removed) ibaresiyle beyan ettiği ZPT’lerin 31 Mayıs 1996 tarihinden itibaren tavan
limitlerine dahil edilmesi hükme bağlanmıştır.
d. RF’nin, Bildirim ve Bilgi Değişimi Protokolü’nde belirtilen usuller
çerçevesinde, mevcut “kanat” bölgesi için yılda iki kez; Kuşevskaya ana tamir tesisi
için ise yılda dört kez bilgi değişiminde bulunması ve bu bölge için on adet ilave
yerinde denetimi kabul etmesi kararlaştırılmıştır.
e. AKKA’nın depo hükümlerinin, depolarda bulunan teçhizatların aktif
birliklere devredilebilmesini sağlamak maksadıyla, 31 Mayıs 1999 tarihine kadar
gözden geçirilmesi hükme bağlanmıştır.
f. RF’nin, Bildirim ve Bilgi Değişimi Protokolü’nde belirtilen usuller
çerçevesinde, mevcut “kanat” bölgesi için yılda iki kez; Kuşevskaya ana tamir tesisi
için ise yılda dört kez bilgi değişiminde bulunması ve bu bölge için on adet ilave
yerinde denetimi kabul etmesi kararlaştırılmıştır.
g. AKKA’nın depo hükümlerinin, depolarda bulunan teçhizatların aktif
birliklere devredilebilmesini sağlamak maksadıyla, 31 Mayıs 1999 tarihine kadar
gözden geçirilmesi hükme bağlanmıştır.
Konferans sonucunda Kanat Antlaşması’nın tüm taraflarca 15 Aralık 1996
tarihine kadar onaylanması ve onay belgelerini AKKA saklayıcı ülkesi olan
Hollanda’ya göndermeleri karara bağlanmıştır. Fakat AKKA’ya taraf otuz ülkeden
yalnız on üç tanesi anılan tarihe kadar onay ve gönderim işlemlerini
tamamlamışlardır. Altı NATO üyesi (Belçika, Norveç, Portekiz, İspanya, ABD ve
Türkiye), üç Merkezi Doğu Avrupa ülkesi (Macaristan, Polonya, Romanya) ve sekiz
BDT ülkesi (Azerbaycan, Belarus, Ermenistan, Gürcistan, Kazakistan, Moldova,
Ukrayna ve RF) olmak üzere on yedi taraf ülke ise Antlaşma’nın parlemento onay
belgelerini tespit edilen tarihte saklayıcıya çeşitli nedenlerden dolayı gördermemiştir.
Batı yanlısı GUAM gurubu ülkelerin Moskova ile mevcut olan ikili problemleri,
122
Türkiye ve Norveç ise kanat ülkeleri olmaları nedeniyle en başından beri
kanatlardaki limit aşımlarına en sert tepkiyi veren taraflar olarak onaylamayı
geciktiren gurupta yer almışlardır. Antlaşmayı Birleşik Devletler Senato’sundan
geçirirken zorlanan Clinton yönetimi ise, Kafkasya’yı Polonya’nın NATO’ya dâhil
edilmesi karşılığında satıp satmadığı şeklinde ciddi soru ve eleştirilere maruz
kalmıştır. Kanat Anlaşması tüm tarafların resmi onayları ile 15 Mayıs 1997 tarihinde
yürürlüğe girmiş fakat Rusya’nın değişen Avrupa siyasi ve askeri dengelerini öne
sürerek AKKA rejiminin bütününde, özellikle de ASSA limitlerinde uyarlama
yapılması yönünde ki talepleri nedeniyle tam sonuçlanmamıştır.257
Viyana’da 15–31 Mayıs 1996 tarihinde yapılan “AKKA’nın Yeniden Gözden
Geçirilmesi Konferansı” sonucunda kabul edilen ve hukuki bağlayıcılığa sahip bu
belge, Türkiye açısından değerlendirildiğinde şu sonuçlar ortaya çıkmıştır:258
a. Bu konferansta alınan karar ile RF’nin kanatlar bölgesinde yaratmaya
çalıştığı fiili durumun önüne geçilmiş, AKKA rejiminde çözümün, ancak konuyla
ciddi olarak ilgilenen Türkiye ve tüm taraf devletlerin katılımıyla alınacak ortak
kararlarla sağlanabileceği kararlaştırılmıştır.
b. RF’nin antlaşmanın kanat limitlerine riayet etmediği koşullarda başlayan
ve devam eden müzakere süreci, V. Maddenin kalıcı geçerliliğinin teyit edildiği bir
anlaşma ile sonuçlanmış ve RF’nin, güney hududunu oluşturan KKAB’yi uygulama
alanı dışı ilan etme girişimlerinin önü alınmıştır.
c. Kanat Antlaşması ile RF bir yıllık süre içerisinde KKAB ve TKAB’deki
konvansiyonel kuvvet mevcutlarında önemli indirimler yapmak zorunda kalmıştır.
Antlaşmanın geçici konuşlandırma ve kota devri ile ilgili hükümlerinden RF’nin ne
ölçüde istifade edeceğine bağlı olarak, Türkiye sınırlarına yakın bölgelerden 1.000
257
Jane M. O. Sharp, Striving For Military Stability In Europe Negotiation, implementation and
adaptation of the CFE Treaty, Routledge, New York, 2006, s. 163-165.
258
Nurşin Ateşoğlu Güney, “AKKA’nın Yeni Koşullara Uyarlanması ve Türkiye’nin Güvenliği”,
En Uzun On Yıl, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 185-186.
123
ila 1.300 arasında -yaklaşık yirmi beş mekanize tabur- zırhlı aracını çekmesi
gerekmektedir.
ç. RF, kanatlar sorununu Moldova, Ermenistan ve Gürcistan’da geçici
kuvvet konuşlandırmak ve Erivan ile Tiflis yönetimlerinden kota devralarak bu
ülkelerin milli egemenliklerini baskı altına alacak şekilde çözmek hedefini
gütmüştür. Fakat kota devri ve geçici konuşlandırma hususlarının ilgili devletlerle
yapılacak serbest müzakereler ve adı geçen devletlerin egemenlik haklarına tam
saygı gösterilmesi suretiyle işlerlik kazanabileceği teyit edilmiştir. Azerbaycan’ın
geçici konuşlandırma ve kota devri gibi uygulamalara soğuk baktığını bildiren resmi
bir açıklama yapması Ankara açısından olumlu gelişmedir.259
d. RF’nin Başbakanlık seçimlerinin arifesinde olması, seçim sonrası
dönemin getireceği belirsizlikler ve muhtemel istikrarsızlıklar konferans sürecinde en
başından beri kanatlar sorunun asıl tarafları olarak öne çıkan iki ülkeden Türkiye’yi
olumlu; RF’yi ise olumsuz yönde etkilemiştir. Ankara Kanat Antlaşması ile bu süreci
kazançlı olarak tamamlamıştır.
e. Ankara’ya göre Kanat Antlaşması, rejime taraf olan tüm ülkelerin,
AKKA’nın değişen siyasi koşullara uyarlanmasının gerekliliği konusundaki
mutabakatının göstergesi olmuştur. 31 Mayıs 1996’dan itibaren başlaması
öngörülmüş, AKKA’nın uyarlanması sürecinde, rejimin bütünlüğünün ve esaslarının
korunması hususunun altının çizilmesi, gerek Avrupa’nın güvenlik ve istikrarı
açısından gerekse de Türkiye’nin milli güvenlik konularında 1990 yılında elde ettiği
kazanımların muhafazası açısından çok olumlu bir gelişme olarak kaydedilmiştir.
“AKKA’nın Yeniden Gözden Geçirilmesi Konferansı” sonucunda kabul
edilen ve yasal bağlayıcılığı bulunan Kanat Antlaşması ile Ankara 1990 yılında elde
ettiği kazanımlarını perçinlemiştir. Fakat kanatlar sorunun çözümü sürecinde,
NATO’nun RF’ye 22 Eylül 1995’te sunduğu orta yol önerisindeki koşullardan taviz
vermeyeceğini belirten Ankara, bu belgeyi kabul etmek suretiyle geri adım atarak,
259
Barçın Yiyanç, “Rusya’ya AKKA’da sıkı denetim” Milliyet, 03 Haziran 1996, s. 16.
124
RF’nin Pskov, Krasnodar ve Rostov bölgelerinin AKKA kanat limitleri dışında
kalması önerisini kabul etmek zorunda kalmıştır.
Kanat Antlaşması öncesinde Türkiye ve Norveç, kendi sınırlarına yakın
hassas bölgelerde RF’nin konvansiyonel kuvvet aşımına yol açabilecek her türlü
girişimini ciddi bir milli güvenlik meselesi olarak algılamış ve RF’nin limit
aşımlarına en sert tepkileri veren ülkeler olmuşlardır. Kanat Antlaşması’na giden
süreçte, ABD ve RF arasında kanatlar, NATO’nun Bosna’da kullanılması ve NATO
genişlemesi konularında sıkı pazarlıklar yapılmış, bu pazarlıklar sürecinde Türkiye
ve AKKA’ya taraf diğer ülkeler devre dışı bırakılmış fakat Kafkaslar’da yapılan
harita değişikliği sonucunda ortaya çıkan konvansiyonel güç tablosu, Türkiye’nin
askeri güvenliğine doğrudan bir tehdit oluşturmamıştır.260
“AKKA’nın Yeniden Gözden Geçirilmesi Konferansı” ile 27 Mayıs 1997
tarihli “NATO-RF Nihai Senedi”nin imzalanmasına kadar geçen bir yıllık süre
içerisinde, ABD liderliğindeki Batılı güçler, AKKA’nın bütünlüğünü korumak
suretiyle değişen siyasi koşullara uyarlanması karşılığında Moskova’dan, NATO’nun
genişlemesine karşı muhalif davranmamasını istemiş ve olası NATO genişlemesinin
Moskova’ya tehdit oluşturmayacağı -10 Aralık 1996’da ABD Dışişleri Bakanı
Warren Christopher, NATO’nun olası genişlemesi sonrasında Doğu Avrupa
ülkelerinde nükleer silahların konuşlandırılmayacağına dair teminat vermiştirkonusunda beyanatlar vermişlerdir.261
Görüldüğü üzere Pakt ve SSCB’nin ortadan kalkmasıyla yerine büyük ve
somut bir düşman konulamamasının sonucunda NATO ittifakı içerisinde üyeler arası
ilişkilerde bir esneklik ve kopukluk meydana gelmiştir. Bazı ittifak üyeleri örgütün
genel tutumundan farklı tutumlar sergilemeye başlamışlardır. İttifak içerisinde terk
edilme ya da yalnız bırakılma korkusu ile gereksiz çatışmalara girme endişesine
kapılan üyeler olmuştur. İttifak lideri tarafından yalnız bırakılma endişesinin en
somut örneklerinden biri AKKA’nın revizyonu ile ilgili müzakere sürecinde
260
Nurşin Ateşoğlu Güney, a.g.m, s. 187.
Gale A. Mattox & Arthur R. Rachwald (Eds.), Enlarging NATO, Lynne Rienner Publishers,
London, 2001, s. 264-265.
261
125
Türkiye’nin Transkafkasya Bölgesi’ndeki hassasiyetine ve ciddi tepkilerine rağmen
ABD’nin Türkiye’nin çıkarlarını bir kenara iterek RF’ye birtakım ödünler vermiş
olmasıdır.262
31 Mayıs 1996 tarihli Kanat Antlaşması’nı müteakip, Clinton ile Yeltsin
arasında 27 Mayıs 1997’de gerçekleştirilen Helsinki Zirvesi’nde Washington ile
Moskova arasında yapay bir yumuşama havası esmiş ve “NATO ve Rusya
Federasyonu Arasında Karşılıklı İşbirliği ve Güvenlik Ana Kuruluşu Sözleşmesi”
belgesi
imzalanmıştır.
Hemen
ardından
8–9
Temmuz
1997
tarihlerinde
gerçekleştirilen NATO Madrid Zirvesi sonucunda, üç Vişegrad ülkesinin -Çek
Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya- ittifaka adaylıkları kabul edilmiştir.263
Zirve sonrasında NATO genişlemesinin Rusya aleyhine olmadığını belirtmek
ve bu konuda Moskova yönetimine güvence vermek amacıyla St. Petersburg’a giden
ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright; NATO’nun kapısının eski SSCB’den
ayrılan Baltık ülkelerine açık olduğunu belirtmiş ve NATO’ya entegrasyon sürecinde
kendileri için asıl önemli olan kıstasın aday ülkelerin haritadaki yerleriyle, coğrafik
konumlarının değil, demokrasi ve liberal ekonominin uygulandığı yönetim sistemleri
olduğunu belirtmiştir.264
ABD ve Batı dünyasının NATO’nun doğuya doğru genişleme hedefinde ki
kararlı tutumu ve bu hedefe yönelik olarak 1996 Kanat Antlaşması ile Moskova’ya
verilen tavizler, AKKA rejiminin sadece kanatlar konusunda değil genel çerçevede
Avrupa’da şekillenen yeni siyasi konjönktüre göre uyarlanmasının önünü açmıştır.
Ankara doksanlı yıllarda AKKA rejimi gereklerini yerine getirmeye ve doğu
sınırlarında elde ettiği kazanımları muhafaza etmeye çalışırken, batısında ise
Atina’nın Kafkaslarda limit aşımları yapan Moskova yönetimine karşı sessiz kalması
ve SSS dönemde başlattığı silahlanma çalışmalarına -1996 Ocak ayında yaşanan
S. Gülden Ayman, Güç, Tehdit ve İttifaklar, Stratejik Araştırma ve Etütler Milli Komitesi,
(SAEMK), 7/2001, Ankara, 2001, s. 9.
263
Mehmet Saray, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi III. Cumhurbaşkanı
Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeleri, ATAM Yayınları, Ankara, 2000, s. 169-170.
264
Haber Turu, “NATO, Baltık ülkelerine açıktır”, Sabah, 14 Temmuz 1997, s. 16.
262
126
Kardak Krizi sonrasında daha da artmıştır- Ankara’nın ilgi ve enerjisini doğu
bölgesine yönelttiği bu dönemde hız vermiş ve bu durumu da üst düzey devlet
görevlileri vasıtasıyla açıklamaktan çekinmemiştir.265
4.4 Uyarlanmış AKKA’nın Türkiye Açısından Değerlendirilmesi
NATO’nun Temmuz 1997 Madrid Zirvesi’nde, eski Pakt üyesi üç devletin
ittifaka giriş protokollerinin imzalanmasıyla 1990 yılında AKKA rejimi ile
düzenlemiş olan konvansiyonel güç dengesinin RF aleyhine daha fazla bozulacağı
batılı devletlerce kabul edilmiş ve ortaya çıkan bu yeni sorunun çözümü amacıyla, 23
Temmuz 1997 tarihinde Viyana’da “AKKA’nın Değişen Koşullara Uyarlanması”
konulu bir gözden geçirme konferansı yapılmış ve rejime taraf ülkelerce aşağıda
sıralanan temel hususlarda mutabakata varılmıştır.266
a. AKKA’nın mevcut yapısının Avrupa’nın siyasi gerçeklerine uymadığı, bu
nedenle de, AKKA konvansiyonel dengelerinin bölgesel tavanlar yerine ulusal
tavanlara dayandırılması kararlaştırılmıştır.
b. Belirlenecek yeni ulusal tavan limitlerinde, taraf devletlerin meşru
güvenlik kaygılarının göz önünde bulundurulması kararlaştırılmıştır.
c. Akit
ülkelerin
uygulama
alanları
üzerinde
sınırlı
miktarda
bulundurabileceği toplam ulusal ve konuşlandırılmış kuvvetlerin dâhil edileceği
bölgesel tavanlar belirlenmesi karara bağlanmıştır.
ç. Orta ve Doğu Avrupa uygulama alanlarını kapsayacak şekilde,
konvansiyonel kuvvet yığılmalarından kaynaklanabilecek güvenlik problemlerinin
giderilmesine yönelik dengeleyici tedbirler alınmalıdır.
d. Tüm taraf devletlerce mutabık kalınarak ulusal ve bölgesel tavanların bir
anlaşma dâhilinde belirlenmesi ve belirlenen limitlerin 2001 yılında tekrar gözden
geçirilmesi kararlaştırılmıştır. Gözden geçirme işlemin her beş yılda bir
tekrarlanması prensip olarak kabul edilmiştir.
265
Dış Haberler, “Atina, Ege’yi kendi gölü sayıyor”, Cumhuriyet, 20 Mayıs 1996, s. 9.
Nurşin Ateşoğlu Güney, “AKKA’nın Yeni Koşullara Uyarlanması ve Türkiye’nin Güvenliği”,
En Uzun On Yıl, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 189.
266
127
e. Konuşlandırılmış konvansiyonel kuvvetler için, ek bilgi değişimi ve
şeffaflık ile ilgili hükümlerinin geliştirilmesine karar verilmiştir.
f. “Geçici kuvvet bulundurma” ilkesine ait kuralların netleştirilmesi kabul
edilmiştir.
g. ASSA’ların depolarda muhafazası ve stoklanmasını düzenleyen kuralların
netleştirilmesi karara bağlanmıştır.
h. Mevcut Kanatlar rejiminin mevcudiyetinin muhafaza edilmesi ve tüm
taraflarca kabul edilen genel çerçeveye sadık kalınmak üzere, rejime taraf ülkeler
1998 sonu ya da en geç Mayıs 1999 tarihinden önce, AKKA’nın değişen koşullara
uyarlanması
ile
ilgili
yükümlülüklerin
belirleneceği,
“AKKA’nın
Gözden
Geçirilmesi Konferansı”nın yapılmasını kararlaştırmışlardır.
1996 Helsinki Zirvesinde başlayan ve 23 Temmuz 1997 tarihli “AKKA’nın
Değişen Koşullara Uyarlanması” konferansında devam eden süreçte Moskova
yönetimi NATO’nun doğuya açılma politikasına daha fazla direnemeyeceğini
kabullenerek, karşılığında AKKA kartını tekrar oynamış ve 1998 yılında, Mayıs
1996 da kabul edilmiş ve hukuki bağlayıcılığı bulunan Kanat Antlaşması’nın terk
edilmesini, bunun yerine tek taraflı bildirimlere dayanan ve kuvvet planlamalarını
içeren siyasi nitelikli çözüm yollarının benimsenerek, kanat bölgelerindeki mevcut
belirsizlik ortamının önüne geçilmesini içeren bir çözüm önerisi sunmuştur.1997 ve
sonrasında devam eden uyarlama sürecinde AKKA’ya taraf ülkelerin çözümünde en
çok zorlandıkları konulardan biri, Ankara’yı doğrudan ilgilendiren kanatlar sorunu
olmuştur. Türkiye, Norveç ve GUAM gurubuna267 mensup ülkeler Moskova’nın
kanatlar konusundaki bu önerisini kesin ve net bir dille reddetmişlerdir.
1998 yılı itibariyle, NATO’nun ittifakının kanatlar konusu hakkındaki genel
görüşü; 31 Mayıs 1996 tarihli Kanatlar Anlaşması’nın muhafaza edilerek devamı
yönünde olmuştur. Fakat NATO Genel Sekreteri Solana’nın 14 Mart 1997 tarihli
açıklamaları ve 8 Aralık 1998 tarihli Kuzey Atlantik Konseyi bildirisi ile Batı ittifakı,
267
GUAM gurubu; Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova’nın katılımıyla ABD öncülüğünde
1996 yılında teşkilatlanmıştır. Kafkasya’da Rus nüfuzunu kırmak ve BDT’ye karşı ABD’nin yanında
saf tutan devletlerin çıkarlarını korumak maksadıyla kurulmuştur. Bkz.: Haktan Birsel, “Kafkaslar’da
Devam Eden Soğuk Savaş”, 2023 Dergisi, Atılım Yayıncılık, Sayı: 89, Ankara, Eylül 2008, s. 25.
128
Varşova Paktı’nın dağılması, SSCB’nin dağılmasıyla ortaya çıkan on beş yeni ülke,
bu ülkelerden üçünün NATO’ya kabulü gibi nedenler AKKA rejiminin sadece resmi
anlamda değil tüm Avrupa’nın ve taraf ülkelerin yeni güvelik gerekliliklerini
karşılayacak şekilde ciddi yapısal değişimlere ihtiyacı olduğunu kabul etmiştir. Bu
dönemde RF, NATO’ ya kabul edilen eski Pakt ülkelerinin ittifaka tam üye olarak
girişlerinden önce AKKA’nın revize edilmesini ya da AKKA rejimine özel statüde
dâhil edilmelerini istemiştir.268
Türkiye, RF’nin bu son önerisi ile “Kanatlar Anlaşması” ile çözüme
kavuştuğuna inandığı kanatlar probleminin kesin ve kalıcı olarak çözümlenmediğini
ve AKKA’nın uyarlanmasının önüne geçemeyeceğini görmüştür. Yaklaşık bir buçuk
yıl süren karşılıklı müzakereler ve sıkı pazarlıklar sonucunda, 19 Kasım 1999’da
AGİT İstanbul Zirvesi’nde AKKA’ya taraf devletlerce, karşılıklı bloklar düzenini
ortadan
kaldıran,
gereksinimlerini
jeopolitik
dikkate
alan
değişiklikleri
“AKKA
karşılayan
Uyarlama
ve
yeni
Antlaşması”
güvenlik
(UAKKA)
imzalanmıştır.269 Mevcut AKKA’nın değiştirilen hükümleri ve UAKKA’daki yeni
hükümler aşağıda sıralanmıştır.270
1. AKKA’daki bloklar arası yapı, bölgesel ve alt bölgesel sınırlamalar dâhil
olmak üzere terk edilmiş, her bir taraf ülke için ulusal ve ülkesel tavanlar tespit
edilmiştir. Bir ülkenin uygulama alanında bulundurabileceği toplam teçhizat seviyesi
“ulusal tavan” olarak belirlenmiştir. Bir ülke topraklarında diğer bir ülkenin
konuşlandırabileceği yabancı kuvvetleri de içermek üzere bulundurulabilecek azami
teçhizat seviyesi ise “ülkesel tavan” çerçevesinde sınırlandırılmıştır.
Tablo-XI’de görüldüğü gibi NATO’nun genişlemesiyle doğru orantılı olarak
1990’da AKKA ile bloklar arasında kurulan konvansiyonel kuvvet dengesi, üç eski
VP üyesi devletin -Çekoslavakya Macaristan, Polonya- NATO’ya üye olmaları ile
eski VP -Rusya Federasyonu- lehine bozulmuştur. Bu tablo Moskova yönetimini
268
Stockholm International Peace and Research Institude, SIPRI Yearbook 1998 Armaments,
Disarmament and International Security, Oxford University Press, Oxford, 2009, s. 246-247.
269
a.g.e, s. 442.
270
Genelkurmay Başkanlığı, Uyarlanmış Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA),
Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2007, s. 2-27.
129
UAKKA’nın imza süreci ve sonrasında son derece rahatsız etmiş ve bu nedenle
(Rusya’nın
NATO
-Batı-
tarafından
çevrelenme
korkusu)
“İstanbul
Yükümlülükleri”ni yerine getirmekte isteksiz davranmış, Moldova ve Trans
Kafkasya’da bulunan konvansiyonel güçlerini çeşitli nedenlerle çekmemiş, kuvvet
indiriminde bulunmamıştır.
TABLO-XI: AKKA ile UAKKA’nın ASSA Açısından Mukayesesi271
Devlet
NATO
VP
Eski VP
Toplam
Fark
Yıl
Tank
ZMA
Top
Uçak
Helikopter
1990
19.142
29.822
18.826
6.662
2.000
*
19.096
31.787
19.529
7.273
2.282
1990
20.000
30.000
20.000
6.800
2.000
16.478
24.783
16.783
5.930
1.712
1990
39.142
59.822
38.286
13.462
4.000
1999
35.574
56.570
36.312
13.203
3.994
-3.568
-3.252
-1.974
-259
-6
1999
1999
**
*Genişletilmiş NATO: (16+3)
**Eski VP: (7-3)
3: Vişegrad Ülkeleri: Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya.
2. Mevcut AKKA’da sadece kanat bölgesindeki ülkeler için öngörülen
geçici konuşlandırma hakkı (153 tank, 241 ZMA ve 140 topçu sistemi) tüm taraf
devletler için “Temel Geçici Konuşlandırma” olarak öngörülmüştür. Mevcut
AKKA’da bulunmayan “Olağanüstü Geçici Konuşlandırma” hakkı, kanat dışındaki
ülkeler için 459 tank, 723 ZMA ve 420 topçu sistemi (temel geçici konuşlandırmanın
üç katı) olarak belirlenmiştir.
3. Mevcut AKKA’da tavan değişimlerindeki temel kural alt bölgesel
sınırlamaların (iç içe geçen bölgeler) aşılmaması iken, Uyarlanmış AKKA’da bu
konuda her bir taraf devletin ulusal tavanını 40 tank, 60 ZMA ve 20 top miktarı
271
Kaynak: Stockholm International Peace and Research Institude, SIPRI Yearbook 2000
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press, Oxford, 2000, s.
592.
130
kadar veya 150 tank, 250 ZMA, 100 top miktarını geçmeyecek şekilde ulusal
tavanının %20’si oranında aşabileceği öngörülmüştür. Savaş uçağı ve taarruz
helikopteri kategorisinde ulusal tavan artış miktarları ise 30 savaş uçağı ve 25 taarruz
helikopteri olarak sınırlandırılmıştır. Anılan düzeylerin üzerinde “ulusal tavan”
edinebilme hakkı ise tüm taraf devletlerarasında mutabakat sağlanması şartına
bağlanmıştır. Ulusal tavanlardaki söz konusu artış miktarları iki gözden geçirme
konferansı arasındaki beş yıla tekabül eden zaman dilimleri için geçerli tutulmuştur.
4. Ülkesel tavan ve ülkesel alt tavanların geçici olarak ancak askeri
tatbikatlar veya geçici konuşlandırmalar ile aşılabileceği kabul edilmiştir. Söz
konusu tavanların tatbikat nedeniyle 42 günden daha fazla bir süre için aşılması
durumunda aşılan miktarın geçici konuşlandırma olarak değerlendirileceği hükme
bağlanmıştır.
5. Antlaşmaya taraf bir devletin, antlaşma ile belirlenmiş konvansiyonel
silah ve teçhizatını, diğer bir taraf devletin topraklarında konuşlandırması hususu
uluslararası hukuk kurallarına, ev sahibi ülkenin açık onayına ya da BM Güvenlik
Konseyi’nin ilgili kararlarına uygun olması hükmü getirilmiştir. Böylece yabancı
konvansiyonel kuvvetlerin konuşlandırılmasında antlaşmaya taraf ev sahibi ülkenin
onayı ilkesi güçlendirilmiştir.272
6. BM Güvenlik Konseyi veya AGİT’in bir kararı veya yönergesi ile “Barışı
Koruma ve Destekleme Harekâtı” kapsamında herhangi bir taraf devletin
272
UAKKA ile kabul edilen “Herhangi bir taraf ülkenin konvansiyonel kuvvet ve/veya ASSA’yı diğer
bir taraf ülkeye konuşlandırması ev sahibi ülkenin açık onayına bağlıdır.” hükmü sonrasında,
topraklarının ATTU alanına giren bölümündeki ABD’ye ait silah ve teçhizatların AKKA
hükümlerince denetimi ve bildirimini içeren Türkiye Cumhuriyeti topraklarında mevcut ABD’ye ait
konvansiyonel silah, teçhizat, donanım ve malzeme ile bu ülkenin kullanımı için tahsis edilen bina ve
arazilerin, AKKA Denetim Protokolü kapsamındaki denetimlerinde izlenecek usullerin
uygulanmasına dair ikili bir anlaşma 2005 yılı içerisinde Türkiye ile ABD arasında imzalanmıştır.
Bkz.: http://www.mfa.gov.tr/ Erişim Tarihi: 13. 07.2011. Bu hüküm ile Moskova’nın özellikle Tiflis
ve Bakü Hükümetlerine bu konuda yaptığı baskıların önüne geçmek hedefi gerçekleştirilmiştir.
Şevardnadze döneminde Rus birliklerini gönüllü olarak Gürcü topraklarında kabul eden ve üs veren
Tiflis yönetimi, Gül Devrimi’nden sonra Saakaşvili döneminde Rus birliklerinin üsleri boşaltmalarını
istemiş, fakat Moskova Hükümeti, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra imzalanan Rus-Gürcü
ikili anlaşmalarını öne sürerek Gürcü Hükümeti’nin bu isteğini geri çevirmiş ve konu ile ilgili
müzakere sürecini yavaşlatarak Gürcü topraklarındaki askeri mevcudiyetini sürdürmeyi hedeflemiştir.
131
topraklarında konuşlanan konvansiyonel kuvvetlere ait ASSA’ların o taraf devletin
ülkesel tavan limitlerine dâhil edilmeyeceği kuralı getirilmiştir.
7. Mevcut AKKA’da yarı askeri kuvvetlerin (YAK) teşkilat ve kadrolarında
bulunan ZMA sayısı herhangi bir sayısal sınırlamaya tabi olmamakla birlikte bu
teçhizatın üç alt sınıfından (ZPT, ZPSA, ASMA) birini oluşturan Zırhlı Piyade Savaş
Aracı (ZPSA) kategorisi her bir taraf devlet için 1.000 ZPSA ile sınırlandırılmıştır.
Ayrıca kanat bölgesinde, her taraf devletin söz konusu teçhizattan en fazla 600 adet
bulundurabileceği hükme bağlanmıştır. UAKKA’da her taraf devletin 100 adet veya
ulusal tavanlarının %5’i veya 19 Kasım 1990 tarihinde tespit edilen seviyelerden
büyük
olan
miktarda
anılan
kategoride
teçhizat
bulundurabilecekleri
öngörülmektedir.
8. Bilgi Değişimi: AKKA bilgi değişimi rejimi, mevcut bildirim format
sayısı kırk üç’ten doksan altı’ya çıkartılmak suretiyle detaylandırılmış ve
güçlendirilmiştir. Bu kapsamda beyan edilmiş mevkiler ve denetime tabi birimler,
birliklerin teçhizat miktarlarında meydana gelen değişiklikler, transit geçişler, ülke
topraklarında veya ülkesel alt tavan bölgesinde bulunan teçhizattaki değişiklikler,
hava kuvvetleri teçhizatı miktarındaki değişiklikler ve tavan devri gibi hususlarda
ayrıntılı bildirimler öngörülmüştür. Öte yandan yıllık bilgi değişimlerine ek olarak
üçer aylık dönemlerde de bilgi değişimi yapılması ve RF’nin “Alt Ülkesel Tavan”
bölgesi verilerini altı ayda bir yayımlamasına ilişkin uygulamanın devamına karar
verilmiştir.
9. Denetim: AKKA’da taraf ülkelerin denetime tabi birim sayılarının %15’i
olarak belirlenen pasif denetim kota sayısı AKKA ile %20’ye çıkarılmış, pasif
denetimlerin %25’inin paralı denetim olarak gerçekleştirilmesi öngörülmüştür. Öte
yandan, 1996 Kanat Anlaşması kapsamındaki ilave denetimler de denetim protokolü
kapsamına dâhil edilmiştir. (Kanat Anlaşmasıyla orijinal kanat bölgesinden çıkarılan
bölgeler -Pskov, Rostov, Astrakhan, Volgograd- için altı ve Ukrayna’nın Odesa
Askeri Bölgesi için ise ilave bir denetim yapılabilmesi öngörülmüştür.)
132
10. AKKA’ya katılımlar: Otuz üyeli AKKA rejimi yeni ülkelerin
katılımlarına açılmıştır. Bu çerçevede her bir ülke için “Katılım Anlaşması”
yapılacağı ve katılımın antlaşmaya taraf tüm devletlerin onayını saklayıcı ülkeye
bildirmesini müteakip gerçekleşeceği kabul edilmiştir.
11. Kanat Rejimi: AKKA’nın V. Maddesinde detaylı olarak düzenlenmiş olan
kanatlar rejimi UAKKA’nın yapısıyla uyumlu hale getirilerek, kanat bölgelerindeki
ülkeler için aşağıda sıralanan ek düzenlemeler getirilmiştir.
a) Kanat ülkelerinin ulusal ve ülkesel tavanları birbirine eşit ve mevcut
AKKA’da öngörülen seviyeler itibariyle belirlenmiştir.
b) Kanat bölgesinde bulunan ülkelerin tavan devrini sadece kendi aralarında
yapabileceği hükmü getirilmiş ve bu bölgedeki toplam teçhizat seviyesinde artış
olması ihtimali engellenmiştir.
c) Kanat bölgesindeki ülkeler için esasen var olan geçici konuşlandırma
hakkı Temel Geçici Konuşlandırma olarak mevcudiyetini devam ettirmiş ve bu
bölgedeki ülkelerde Olağanüstü Geçici Konuşlandırma yapılamayacağı kabul
edilmiştir.
ç) RF ve Ukrayna’nın kanat bölgesinde kalan bölümleri için “ülkesel alt
tavan” öngörülmüş ve anılan ülkelerin bu bölgedeki teçhizatının diğer kanat ülkeleri
için geçerli olan düzenlemeye tabi olmaları öngörülmüştür.
d) UAKKA ile kanat bölgesinde daha fazla ASSA bulundurma hakkı elde
eden RF’nin ülkesel alt tavanında 2140 olarak saptanan ZMA seviyesini geçici
konuşlandırma veya askeri tatbikat yoluyla aşamayacağı hükmü getirilmiştir.
e) Kanat bölgesinde depo mevcutlarının tamamının aktif birliklere
dönüştürülmesi kabul edilmiştir.
19 Kasım 1999 tarihinde İstanbul’da yapılan AGİT Zirvesinde, AKKA’ya
taraf otuz ülke tarafından imzalanan UAKKA’ya ek olarak taraf devletlerden; Çek
Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Slovak Cumhuriyeti, RF, Belarus, FAC, Ukrayna
ve Moldova’nın tek taraflı; Rusya ile Gürcistan’ın ise çift taraflı olarak üstlendikleri
133
ve siyasi bağlayıcılığı bulunan yükümlülüklerin belirtildiği bir “Final Act” (Nihai
Senet) belgesi AKKA rejimine taraf tüm ülkelerce imzalanarak kabul edilmiştir.273
RF Devlet Başkanı Boris Yeltsin, konferans süresince ADB başkanı Clinton
başta olmak üzere batılı liderlerin Moskova’nın Çeçenistan’da yürüttüğü
operasyonları sert bir şekilde eleştirmesinden dolayı, “Nihai Senet”in imza tarihinden
bir gün önce İstanbul’u terk etmiş ve “Nihai Senet” RF adına Dışişleri Bakanı Igor
Ivanov tarafından imzalanmıştır. RF, “Nihai Senet” ile kanat bölgesindeki ASSA
miktarlarını belirlenmiş seviyelere indirmeyi ve Moldova’da konuşlu birlikleri ile
ilgili olarak 2002 yılı sonuna dek tüm birliklerini geri çekeceğini, Gürcistan
topraklarında konuşlu bulunan kuvvetleri ile ilgili olarak ise 31 Aralık 2000 tarihine
kadar 153 tank, 241 ZMA ve 140 top seviyesine indireceğini, Vaziani ve Gudauta
askeri üsleri ile Tiflis’te bulunan bakım onarım fabrikasında bulunan kuvvetlerini ise
1 Temmuz 2001 tarihine kadar geri çekeceğini taahüt etmiştir. Konferansın kapanış
bölümünde batılı liderler, RF’nin toprak bütünlüğüne duyulan saygıyı belirtmiş fakat
Çeçen halkı üzerinde yoğunlaşan Rus taarruzlarının durdurulması yönünde ikazlarda
bulunmuşlardır.274
Yaklaşık üç yıllık bir çalışma sonucunda ortaya çıkan ve İstanbul AGİT
Zirvesi’nde imzalanan UAKKA, Rus-Çeçen çatışmalarının gölgesinde kalmış ve bir
anlamda ölü olarak doğmuştur.275 Çünkü RF, Çeçenistan operasyonunu öne sürerek
KKAB’deki AKKA limitlerini delmiştir. Moskova Hükümeti ise Çeçenistan'daki
operasyonun tamamlanmasını müteakip birliklerini çekeceğini ve AKKA limitlerine
ineceğini beyan etmiştir. ABD Başkanı Clinton zirve sona erer ermez konuyla ilgili
olarak tavrını ortaya koymuş ve RF’nin, Çeçenistan'daki konvansiyonel güçlerini
AKKA limitlerine indirgemediği takdirde, UAKKA’nın ABD Senatosundan
geçmeyeceğini belirtmiştir. Clinton'ın bu demecine, Almanya Başbakanı Schröder ve
diğer batılı liderler de katılmıştır.276
273
http://www.osce.org/mc/43197, Erişim Tarihi: 09. 06. 2011.
Stephen Kinzer, “On the Road, Clinton Still a Politician”, International Herald Tribune, 20-21
Kasım 1999, s. 2.
275
Dış Haberler, “Yeni AKKA ölü doğdu”, Radikal, 20 Kasım 1999, s. 10.
276
Dış Haberler, “Silahsızlanma mı? Hak getire”, Radikal, 22 Kasım 1999, s. 10.
274
134
1999 sonbaharından 2001 sonlarına dek RF’nin Çeçenistan’da bulundurduğu
ASSA miktarları 31 Mayıs 1996 tarihli Kanat Antlaşması’nda saptanan limitlerin
üzerinde seyretmiştir. Fakat RF, 18 Aralık 2001’de kanat bölgesinde -KKABbulundurduğu ASSA miktarlarını UAKKA’da belirtilen seviyelere indirdiğini resmi
olarak açıklamıştır. NATO üyeleri bu açıklamadan duydukları memnuniyeti belirtmiş
ve RF’de 2002’nin ilk altı ayında bilgi doğrulaması için yirmi yerinde denetim icra
etmişlerdir.277
“İstanbul Yükümlülükleri” olarak adlandırılan RF’ye ait yükümlüklere ilişkin
gelişmeler ve Türkiye’nin konu ile ilgili izlediği strateji aşağıda şu şekilde
gelişmiştir.
1995 yılında RF ve Gürcistan arasında yapılan bir anlaşma gereğince; RF,
Gürcistan’daki SSCB döneminden kalma dört askeri üssün278 yasal kullanım
haklarını 2020 yılına kadar elde etmiştir. Fakat ilerleyen zaman içerisinde Tiflis
yönetimi anlaşmada birtakım değişiklikler isteyerek Rus üslerinin kapatılmasını talep
etmiştir. 1999 İstanbul Zirvesi’nde RF, Türkiye’nin de içinde bulunduğu bazı NATO
müttefiklerinin yoğun baskılarına dayanamayarak 1 Temmuz 2001 tarihi itibarıyla
Vaziani
ve
Gudauta
askeri
üslerini
kapatmayı
kabul
etmiştir.
İstanbul
Yükümlülükleri gereğince 2003–2004 yıllarında da Batum ve Ahılkelek’deki üslerin
de kapatılması için gerekli görüşmelerin taraflarca başlatılması öngörülmüştür. RF
Vaziani ve Gudauta üslerinden 2000 yılı sonlarında çekilmesine rağmen,
Gürcistan’ın içerisinde bulunduğu istikrarsız ortamı ve ülkede bulunan Rus askeri
üslerinin bir istikrar unsuru olduğunu öne sürerek, diğer iki üssün kapatılması ile
ilgili müzakereleri 2003 yılı içerisinde kesmiştir. RF’nin bu kararında NATO’nun bu
277
Stockholm International Peace and Research Institude, SIPRI Yearbook 2003 Armaments,
Disarmament and International Security, Oxford University Press, Oxford, 2003, s. 695.
278
Moskova Hükümeti tarafından Gürcistan’da elde edilen hava üslerinin üçü -Batum, Ahılkelek ve
Vaziani- Türk sınırına 15 ila 25 km. uzaklıktadırlar. Bununla beraber Rusların Ermenistan’dan
kullanım haklarını devraldıkları askeri üsler ise Erivan ve Gümrü’de bulunmaktadır. Bkz.: The
International Institude for Strategic Studies, The Military Balance 1994-1995, Pergaman-Brassey’s
International Defence Publishers, Inc., London, 1994, s. 71.
135
iki üssü elde etmek istemesi -o dönemde ABD ve Türkiye279 Vaziani askeri üssünü
modernize etmeye başlamışlardır- esas etken olarak yorumlanmıştır.280
30 Mayıs 2005 tarihinde iki ülkenin Dışişleri Bakanları hukuken bağlayıcılığı
bulunmayan ortak bir bildiri imzalamıştır. Bu bildiri gereğince RF, Gürcistan’daki
askeri üslerini ve tesislerini kapatmayı ve halen Gürcü topraklarında bulunan askeri
personel, silah, teçhizat ve mühimmatı geri çekmeyi taahhüt etmiştir.281 Ankara’nın
bu dönemdeki Gürcü politikası; RF ile arasında coğrafi olarak tek ve vazgeçilmez
tampon bölge olan Gürcistan’ı kendisine çekerek Moskova’nın güdümüne girmesini
engellemek yönünde olmuştur.
“AKKA III. Gözden Geçirme Konferansı” 29 Mayıs-2 Haziran 2006 tarihleri
arasında Viyana’da yapılmıştır. Konferansta Antlaşmanın geçen beş yıldaki işleyişi
ve uygulaması değerlendirilmiştir. Bununla birlikte, antlaşmanın uygulanması ve
İstanbul Yükümlülükleri’nin ifası konuları üzerinde RF ile NATO arasında
mutabakata varılamaması neticesinde konferanstan nihai bildiri çıkmamıştır.282
Doğu ve Kuzey Avrupa’daki “NATO Genişlemesi”ne dayalı siyasi gelişmeler
ve Rus tarafının bu gelişmelere verdiği sert tepki ve uygulamaları -AKKA
hükümlerine ve İstanbul Yükümlülükleri’ne rağmen Moldova’da konvansiyonel güç
bulundurmaya devam etmesi, Baltık ülkelerinin NATO’ya girişine şiddetle karşı
çıkması- bir kenara bırakacak olursak, Avrupa-Atlantik dünyası -AB ve NATOdağılan VP’nin Avrupalı üyelerini batıdan doğuya doğru parçalar halinde bünyesine
alması -Batı Karadeniz’de Bulgaristan ve Romanya- eski SSCB topraklarında sıranın
Doğu Karadeniz’e -Transkafkasya- gelmiş olması Moskova’nın çevrelenme
kaygılarının ciddi bir biçimde artmasına neden olmuştur. Batı ittifakının Avrupa’nın
279
Tiflis ile ilişkilerine bağımsızlığını kazandığı günden itibaren özel önem gösteren Ankara, özellikle
doksanlı yılların ikinci yarısında askeri ve ekonomik yardımlar başta olmak üzere ticaret, eğitim ve
alt-yapı konularında Tiflis Hükümetine destek sağlamıştır. Bkz.: Haber Turu “8 Anlaşma imzalandı”,
Sabah, 15 Temmuz 1997, s. 21.
280
Oktay Tanrısever, “Rusya-Gürcistan İlişkilerindeki Artan Gerilim: Bir Sağırlar Diyaloğu Mu?”,
Stradigma.com Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi, FORSNET Bilgi Teknolojileri ve Yayıncılık,
Sayı: 7, Ankara, Ağustos 2003.
281
Stockholm International Peace and Research Institude, SIPRI Yearbook 2006 Armaments,
Disarmament and International Security, Oxford University Press, Oxford, 2006, s. 759.
282
http://www.nato.int/cps/en/natolive/official texts 55904, Erişimi Tarihi: 8.06.2011.
136
Çarlık Rusyası ve sonrasında Sovyetler Birliği’nin nüfuz alanı içinde yer alan Doğu
Avrupa, Güneydoğu Avrupa (Balkanlar), Karadeniz ve Transkafkasya gibi bölgeleri
RF yeniden toparlanıp etkisi altına almadan kendi nüfuzu altına almak istediği
böylece Napolyon’dan Hitler’e kadar Batılı liderlerin “Batı Avrupa’nın Doğu
Avrupa’yı ele geçirmesi” hedefi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.283
RF Devlet Başkanı Putin, 26 Nisan 2007 tarihli parlamento açılış
konuşmasında; ABD’nin, Rusya sınırlarında radar üsler inşa ettiğini, Çek
Cumhuriyeti ve Polonya'ya füze kalkanı sistemi yerleştirmeyi planladığını belirtmiş
ve Rusya’nın AKKA’ya ilişkin yükümlülüklerini askıya alabileceklerini ifade
etmiştir.284
Moskova Hükümeti’nin talebiyle 11–15 Haziran 2007 tarihleri arasında
Viyana’da toplanan “AKKA Olağanüstü Konferansı”nda NATO üyeleri adına söz
alan İtalyan delegasyonu, AKKA’nın Avrupa güvenliğindeki önemini yinelemiş,
RF’nin kaygılarını saygı ile karşıladıklarını ve diyaloga açık olduklarını belirtmiştir.
Fakat UAKKA’dan kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmeden kanatlar
bölgesinde revizyona gidilemeyeceğinin altını çizmiştir. Konferansın sonuçları, RF
tarafından
tatminkâr
varamamıştır.
bulunmamış
ve
taraflar
herhangi
bir
mutabakata
285
Putin, AKKA’nın askıya alınması kararı ile ilgili olarak; Rusya'nın buna tek
taraflı olarak uymayacağını bunun gerekli ve mecburi bir önlem olduğunu belirtmiş,
NATO üyesi akit devletlerin UAKKA’yı parlamento onaylarından geçirip
yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmeleri durumunda, Rusya’nın da
yükümlülüklerini yerine getirme konusunu ele alacağını ifade etmiştir.286
Bu gelişme üzerine RF, güvenlikle ilgili endişelerine gerekli anlayışın
gösterilmediği gerekçesiyle 12 Aralık 2007 tarihi itibariyle antlaşma’dan doğan
Hasan Kanbolat, “Gürcistan, Rusya İle Gerilimini NATO’ya Taşımak İstiyor”, Stratejik Analiz,
ASAM Yayınları, Sayı: 80, Ankara, Aralık 2006, s. 17.
284
Dünya Haberleri, “Vladimir, Relax” The Times, 27 Nisan 2007.
285
http://www.nato.int/cps/en/SIDAEA8A1B9599B5030/natolive/news 7746, Erişim Tarihi: 02.05.2011.
286
Dünya Haberleri, “Putin meydan okudu” Hürriyet, 20 Kasım 2007.
283
137
yükümlülüklerini “askıya aldığını” açıklamıştır.287 Bunun üzerine NATO ve Türkiye
açıklamalar yapmış; Ankara Hükümeti ayrıca, AKKA’nın saklayıcısı olan
Hollanda’ya bir nota göndererek, RF’nin askıya alma kararına ilişkin tutumunun
saklı olduğunu bildirmiştir.288
Rusya kendi topraklarında kalan Kuzey Kafkasya Bölgesi’nde barış ve huzur
ortamını sağlamaya çalışırken, Transkafkasya Bölgesi’nde ise askeri varlığının
devamı ile küçük ve orta çaplı müdahaleler için huzursuzluk ve kaosun sürmesinden
yanadır. Moskova’nın bu bölgedeki huzursuzluk ve kaos ortamından beklentisi
bölgesel çaplı olmayan, dar boyutlu çatışmalardır. Büyük çaplı bir çatışma bölgede
“domino etkisi” yaratabileceğinden bölgenin diğer iki büyük gücü Ankara ve
Tahran’ın duruma müdahale edeceğinden Moskova yönetiminin kuşkusu yoktur.289
Konu ile ilgili bazı uzmanların yorumlarına göre 2008 Ağustosundaki GürcüRus çatışması; AGİT ve AKKA rejimlerinin tüm taraf ülkelerin herhangi bir
bağımsız ülkenin toprak bütünlüğüne ya da politik bağımsızlığına karşı güç
kullanımına başvurulmaması ilkesini, barış amaçlı işbirliği ve Avrupa Kıtası’ndaki
her türlü askeri çatışmanın önlenmesi kaidelerini çiğnemiştir. RF’nin Gürcistan’a
bağlı ayrılıkçı Abhazya ve Güney Osetya bölgesel yönetimlerini bağımsız birer
devlet olarak tanıdığını açıklaması ve bu iki bölgedeki askeri birliklerini takviye
etmesi -çatışmalardan sonra mevcut toplam Rus askeri sayısı ikiye katlanmış ve
yaklaşık olarak 6.000 ila 7.000 civarına ulaşmıştır- devam eden AKKA krizinin
çözümüne dair olan umutları azaltmıştır. Bazı uzmanlar ise Gürcü-Rus çatışması ile
AKKA’nın kesinlikle sona erdiğini belirtmişlerdir.290
287
Dünya Haberleri, “Rusya AKKA’dan çekildi” Hürriyet, 12 Aralık 2007.
AKKA’nın Avrupa-Atlantik güvenlik yapısının köşetaşı olması niteliğinden kaynaklanan stratejik
öneminin AKKA sınırlamalarının uygulama alanı içerisindeki hilaflı bölgelerde olası çatışmaların
önüne geçtiğinin altı çizilmiştir. Ankara Hükümeti AKKA’nın ruhuna uygun olarak RF’nin taleplerine
cevap verecek nitelikte hazırlanan ve tüm taraf ülkelerce kabul edilen UAKKA’nın buna rağmen
askıya alınmış olmasının düşündürücü olduğunu belirterek Moskova’nın özellikle Kafkaslar’daki
uygulama ve taleplerinde samimi olmadığını açıkça belirtmiştir. Bkz.: http://www.mfa.gov.tr
289
Gamze Güngörmüş Kona, “Kafkasya’da Yeni Gelişmeler ve Türkiye”, Politika Dergisi, Sayı:8,
Ankara, 2008, s. 21.
290
Stockholm International Peace and Research Institude, SIPRI Yearbook 2009 Armaments,
Disarmament and International Security, Oxford University Press, Oxford, 2009, s. 448.
288
138
Bu arada, RF’nin 2008 yılında Gürcistan’a müdahalesi ve Abhazya ile Güney
Osetya’nın bağımsızlıklarını tanıması, AKKA’ya ilişkin sorunun çözümünü daha da
güçleştirmiştir. 2008 yılı Kasım ayında Rusya Savunma Bakanlığı’ndan üst düzey bir
yetkili İnterfax ajansına sert bir açıklama yaparak, Ukrayna ile Gürcistan’ın
NATO’ya kabul edilmesi durumunda Moskova’nın 2007 yılında askıya aldığı
AKKA’dan tamamen çekileceğini duyurmuştur.291
RF’nin gündeme getirdiği sorunlar, 2008 yılından itibaren ABD tarafından
hazırlanan ve diğer NATO Müttefiklerinin destek verdiği “Paralel Eylem Planı”
(PEP) çerçevesinde Washington-Moskova arasında ikili düzeyde ele alınmaya
başlamıştır. Moskova yönetimi PEP ile ilgili görüşlerini 2009 Mayıs ayında bir
“aide-memorie” ile açıklamıştır. Türkiye’nin ise RF’nin AKKA konusunda ki
uzlaşmaz tutumuna ilişkin temel itirazı; Moskova’nın güney kanat bölgesinde
yapabileceği birlik ve silah konuşlandırmalarına kısıtlamalar getiren AKKA kanat
rejiminin tekrar düzenlenmesi ya da kaldırılması yolunda kararlar alınarak daha
sonrasında UAKKA’ya yansıtılması şeklindeki ısrarlı talebidir. Ankara, Moskova ile
yaptığı ikili görüşmelerde kanat rejiminin ilga edilmesi ile ilgili bir karar alınması
halinde UAKKA’nın TBMM onayından geçmesinin daha da zorlaşacağını,
UAKKA’nın tüm akid devlerlerce onaylanıp yürürlüğe girmesini müteakip kanat
düzenlemeleri de dâhil olmak üzere tüm problem ve teklifleri görüşmeye hazır
olduğunu belirtmiştir.292
AKKA ile ilgili olarak ABD-RF ikili görüşmeleri önce ABD başkanlık
seçimleri, ardından START Anlaşması müzakereleri nedeniyle geri planda kalmıştır.
2010 yılı Şubat ayında Washington yönetimi, eski NATO Daimi Temsilcisi Victoria
Nuland’ı AKKA Özel Temsilcisi olarak görevlendirmiştir. Nuland’ın gerçekleştirdiği
gayri resmi ikili görüşmeler ve 14 Nisan 2010 tarihinde NATO’da yapılan gayrı
resmi konsey toplantısı sonucunda PEP’in ömrünü doldurduğu ve yaklaşık üç yıldır
süren askıya alma eyleminin AKKA rejimini sarstığı saptanmıştır. Konsey
291
Dünya Haberleri, “Ukrayna ile Gürcistan’ı NATO’ya alırsanız AKKA’dan çıkarız”, Hürriyet,
15 Kasım 2008.
292
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Silahsızlanma ve Silahların Kontrolü Dairesi, “Silahsızlanma, Silahların
Kontrolü ve GGAÖ Faaliyetleri” başlıklı bilgi notu.
139
toplantısında ittifak üyelerine sunulan “non-paper”293 19 ve 26 Mayıs 2010
tarihlerinde iki kez gözden geçirilmiş ve 8 Haziran 2010 tarihi itibariyle “Uzlaşılmış
NATO Belgesi” olarak ittifak üyelerince kabul edilmiştir.
Türk Dışişleri yetkililerinin ABD’nin bu çabalarına yönelik tutumu, PEP
sürecinin henüz miadını doldurmadığı, kanat rejiminin korunmasının yalnızca
Türkiye için değil, AKKA’nın ayrılmaz bir parçası olarak tüm taraf ülkeler için de
önemli olduğu, bu nedenle de kanat rejiminin yerini alıcak siyasi bağlayıcılığa sahip
yeni birtakım düzenlemelerin kabul edilmesinin mümkün olmadığı şeklinde
olmuştur. Ayrıca rejimin bekası için sürdürülen bu tip çabaların ODG protokolü
esaslarınca yürütülmesinin yerinde olacağı ve AKKA’ya taraf olmayan AGİT
ülkelerinin bu süreçte yer almamalarının gerektiği Türk yetkililerce belirtilmiştir.294
30 ülke tarafından imzalanan UAKKA, halen yalnızca Belarus, Kazakistan,
RF ve Ukrayna tarafından onaylanmıştır. AKKA’ya taraf NATO üyesi ve diğer
ülkeler RF’nin, 1999 İstanbul Zirvesi’nde, Nihai Senet kapsamında üstlendiği
yükümlülükleri -İstanbul Yükümlülükleri- yerine getirmeden AKKA Uyarlama
Antlaşması’nı onaylamayacaklarını beyan etmişlerdir. Bu nedenle UAKKA henüz
yürürlüğe girmemiştir.295
Müttefikler ise, tüm bu gelişmelere rağmen, RF’nin Gürcistan ve Moldova’ya
ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmeden veya yerine getirmeye yönelik somut
adımlar atmadan UAKKA’nın onay sürecini başlatmama yolundaki tutumlarını
muhafaza etmektedirler. Türkiye de bu tutuma bağlı bulunmaktadır.
Ankara, en başından itibaren, Avrupa güvenliğinde çok önemli bir yere sahip
olduğunu düşündüğü AKKA’nın, Kafkaslar ve Karadeniz Bölgeleri’nde istikrar ve
güvenliğin sağlanmasında önemli katkısı bulunan “kanat rejimi” ile birlikte bekasını
sağlamak şeklinde bir strateji benimsemiş ve savunmuştur. Bu kapsamda, yürütülen
293
Uluslararası diplomaside sıklıkla kullanılan ve resmi bir nitelik taşımayan yazı/not vb. çalışmalar.
T.C. Dışişleri Bakanlığı, Silahsızlanma ve Silahların Kontrolü Dairesi, “Silahsızlanma, Silahların
Kontrolü ve GGAÖ Faaliyetleri” başlıklı bilgi notu.
295
Stockholm International Peace and Research Institude, SIPRI Yearbook 2009 Armaments,
Disarmament and International Security, Oxford University Press, Oxford, 2009, s. 443.
294
140
tüm temaslarda, akdedilecek yeni konvansiyonel silahların kontrolü rejiminin mevcut
“kanat düzenlemeleri” dışında olamayacağı, çünkü mevcut düzenlemelerin
Karadeniz ve Kafkasların güvenlik ve istikrarının temelini teşkil ettiği yönünde
olmuştur.
Bu bağlamda AKKA rejimini en başından beri her yönüyle sahiplenen ve
AKKA’nın birinci derecede ilgilendirdiği ülkelerin başında gelen Türkiye, ATTU
bölgesinde vuku bulacak her yeni düzenlemenin içinde geride kalan yirmi yıllık
süreçte (1990–2010) olduğu gibi yer almaya devam etmeli ve olası düzenlemelerin
muhtemel sonuçlarına kısa sürede cevap verebilecek siyasi ve askeri politikalar
üretmelidir. Türkiye, NATO’nun en büyük ve en etkin konvansiyonel kuvvetlerinden
birisine sahip olmanın verdiği özgüven ve güç ile AKKA uygulama alanı içerisinde
bulunan ve tarihi bağları nedeniyle ilgi alanına giren Balkanlar ve Kafkasya ve diğer
bölgelerdeki milli güvenlik çıkarlarını etkin olarak korumaya devam etmeli,
oldubittilerle ortaya çıkabilecek olan de facto durumlara karşı siyasi ve askeri
anlamda her an hazırlıklı olmalıdır.296
296
Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 245-246.
141
SONUÇ
II. Dünya Savaşı sonrasında kapitalist ABD ile komunist SSCB arasında
başlayan ve Birleşik Devletler liderliğindeki NATO ile Sovyet Rusya önderliğindeki
VP blokları ile siyasi, askeri ve sosyo-kültürel alanlarda tüm dünyayı iki kutba ayıran
Soğuk Savaş, bu savaşın simgesi haline gelmiş Berlin Duvarı’nın 1989’da
yıkılmasıyla sosyo-kültürel olarak, 1990’da AKKA’nın imzalanması ile askeri olarak
ve 1991’de SSCB’nin dağılması ile de siyasi olarak sona ermiştir.
Soğuk Savaş süresince bir kanat ve ileri uç ülkesi rolündeki Türkiye, Soğuk
Savaş’ın sona ermesiyle merkezi bir konuma gelmiştir. Türkiye’nin merkezinde
bulunduğu Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu üçgeni ise SSS dönemin istikrarsız
bölgeleri olarak ortaya çıkmıştır. Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’daki çatışma
bölgelerinden yaklaşık bir asır önce, büyük bedeller ödeyerek vazgeçmek zorunda
kalan Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti ister
istemez her üç bölgedeki çekişmelere gerek iç gerekse de dış dinamikler sonucu,
müdahil olmak zorunda kalmış ve BM/NATO şemsiyesi altında gerçekleştirilen
müdahalelere aktif olarak katılmıştır.
Ankara’nın SSS dönemde izlediği aktif dış politikanın aslında AKKA ile
daha doğrusu AKKUM sürecinde başladığını söyleyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti,
tarihinde ilk defa bir uluslararası silahsızlanma/silahların denetimi antlaşmasının
tarafı ve müzakere sürecinin aktif bir oyuncusu olmuştur. AKKA’nın sürekli bir bilgi
akışı içeren ve güncellenen bir rejim olması, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde 1990’lı
yılların başlarında silahsızlanma dairesinin kurulmasına ve bu konuda bakanlıkta
çalışacak uzman personel ihtiyacına neden olmuştur.297 Soğuk Savaş süresince
genelde uluslararası caimada nükleer çerçevede sürdürülen silahsızlanma ve
silahların denetimi çalışmaları, nükleer silahlara ve teknolojiye sahip olmayan bir
NATO üyesi konumunda olan Türkiye’yi pasifize ederken, 1980’lerin ikinci
297
1990’lı yılların ilk yarısında, özellikle de başlarında, AKKA’nın imza tarihini müteakiben Dışişleri
Bakanlığınca ulusal gazetelere verilen “Bakanlığımız kadrolarında silahsızlanma ve silahların
denetimi konularında çalışmak üzere yabancı dil bilgisine sahip personel alınacaktır.” şeklindeki
ilanlar dikkat çekici olup Ankara’nın anılan dönemde bu konuda ki yetersizliğini açıkça
göstermektedir.
142
yarısından itibaren hız kazanan konvansiyonel silahsızlanma çalışmalarında ise
NATO’nun asker sayısı olarak en güçlü Avrupalı üyesi olarak ön plana çıkarmıştır.
Özellikle AKKUM sürecinde Ankara’nın alan dışı bölgede takındığı ısrarcı tutum ve
harmonizasyon uygulamasına fikir babalığı yapması üstlenilen aktif rolün en güzel
örnekleridir.
İşte bu noktada Türkiye’nin silahsızlanma ve silahların denetimi kavramları
ile tam manasıyla AKKA vasıtasıyla tanıştığını, AKKA ile bu konuda çalışmalar
yapmaya ve elde ettiği kazanımlarını sürdürmek üzere politikalar üretmeye
başladığını söyleyebilir, bu tespitimizi bir adım öteye taşıyarak; AKKA öncesi ve
sonrası dönemi tersten okuduğumuzda, Ankara’nın sistematik olarak, ne istediğini ve
neden istediğini bilen bir kararlılık içerisinde silahlanmaya başladığını söyleyebiliriz.
Çalışmamızın konusu her ne kadar dünya silahsızlanma tarihinin en kapsamlı
ve başarılı konvansiyonel silahsızlanma/silahların denetimi antlaşması ve bu
antlaşma rejiminin geride bıraktığımız yirmi yıllık (1990–2010) süreçte Türkiye
üzerindeki etkileri olsa da, Türkiye silahsızlanmak bir yana; NATO’nun Orta Doğu
bölgesindeki tek müttefiki olarak, SSS dönemin belirsiz tehditlerine karşı 1980’lerin
sonundan itibaren artan bir ivme ile silahlanmaya girmiştir. Fakat diğer bir yandan da
SSS dönemin temel yapı taşlarından olan ve Soğuk Savaş’ın askeri boyutunu
sonlandıran AKKA ve AKKA rejimini tamamlayıcı mahiyetteki; AKKA-1/A, AGİT,
ASA ve BLACKSEAFOR298 gibi siyasi bağlayıcılığa sahip küresel ve bölgesel
oluşumların hükümleri gereğince, yurt topraklarının -deniz ve hava sahası dâhilbüyük bir bölümünü tüm taraf ülkelerin gözlem ve denetimine açmıştır.
“Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu”; Türkiye’nin insiyatifiyle, Bulgaristan, Gürcistan,
Romanya, RF ve Ukrayna arasında 2 Nisan 2001 tarihinde İstanbul’da imzalanan “BLACKSEAFOR
Kurucu Anlaşması” ile kurulmuş ve 2 Kasım 2003’te yürürlüğe girmiştir. BLACKSEAFOR; deniz
kuvvetlerinin -karada konuşlu karargâh unsurları hariç- kapsam dışı bırakıldığı AKKA rejiminin
Karadeniz sularındaki tamamlayıcısı mahiyetinde olup konvansiyonel istikrara katkıda bulunmaktadır.
Ankara’nın Karadeniz Bölgesi’nde bu tip bir oluşuma gitmesinin en büyük nedeni deniz kuvvetlerinin
AKKA rejimi dışında tutulmuş olması ve bu nedenle, Rusya’nın Karadeniz donanmasının -SSCB’nin
dağılması ile Ukrayna da Karadeniz’de güçlü bir donanmaya sahip olmuştur- kontrol ve denetim
altına alınamamasından dolayı duyduğu güvenlik kaygısıdır.
298
143
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle Yunanistan299 ve Suriye ile mevcut olan
sorunlar günyüzüne çıkmış ve geride kalan yirmi yıllık süre içerisinde özellikle
doksanlı yılların ikinci yarısında olmak üzere iki ülke ile sıcak temasın kıyısından
dönülmüştür. Ankara Hükümeti bu süreçte iki buçuk cephede eş zamanlı olarak
savaşma stratejisini benimsemiş, TSK’yı da bu stratejiye yönelik olarak modernize
etme gayretine girmiş ve hazır tutmaya çalışmıştır. Diğer bir ifadeyle Ankara için
AKKA’dan sonra tehdit algılaması Rusya ve Bulgaristan’dan sonra, Yunanistan,
Suriye ve belirsizlikten nemalanan PKK terör örgütüne kaymıştır. Diğer bir ifadeyle;
Türkiye Soğuk Savaş dönemi tehditlerinin bertaraf olmasıyla bir yandan AKKA ile
silahsızlanırken, diğer yandan ise SSS dönemin yeni tehdit algılamaları nedeniyle
konvansiyonel olarak sistematik bir silahlanma ve modernizasyon sürecine girmiş
ve/veya girmek zorunda kalmıştır denilebilir.
İlk bakışta birbiri ile taban tabana zıt görünen bu iki amaç aslında birbirini
büyük bir kuvvetle çekmiş ve bu nedenle bir bütünün yani nihai hedefin kuvvetle
bütünleşmiş iki yarısını teşkil etmiştir. Türkiye’nin, silahsızlanma ve silahlanma
faaliyetlerinin bütünleşmesiyle ortaya çıkan, daha açık bir ifadeyle; barış ve karşılıklı
güven temelleri üzerine inşa edilmiş bir milli güvenlik algısına ve caydırıcı bir
bölgesel güç olma yolunda dinamik-güçlü bir konvansiyonel orduya sahip olma
amaçları, temel milli hedefini meydana getirmiştir. Birbirlerini sönümleyen ya da
tetikleyen bu iki olguyu AKKA rejimi kapsamında ayrı ayrı ele alacak olursak;
Türkiye, AKKA rejimi ile XVIII. yüzyılın başından itibaren yaklaşık üç
yüzyıl boyuca sürekli savaştığı ve istisnai kısa geçiş ve dönüşüm süreçleri haricinde
sürekli olarak husumet içerisinde olduğu Rusya ile mütekabiliyet esasına dayalı bir
statüko elde etmiş, uzun yıllar boyunca doğu sınırlarında maruz kaldığı Rus
(Osmanlı döneminde Çarlık Rusyası ve Cumhuriyet döneminde Sovyet Rusya)
temelli tehdit algılamasını tarihinin en düşük seviyelerine çekmiştir.
299
Bu noktada Ankara Hükümeti’nin Yunanistan bağlamında, AKKA’nın TBMM onayı ve
kanunlaşması sürecinde ehemmiyetli davrandığının altını çizmek gerekir. Şöyle ki; EK-V’de sunulan
AKKA’nın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun’un II. Maddesinde, Ankara Hükümeti
Doğu Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statülerine atıf yaparak Atina Hükümeti’nin adalarda
yaratmak isteyebileceği olası bir de facto durumun önüne geçmeyi amaçlamıştır.
144
AKKA rejiminin getirdiği konvansiyonel istikrar ve SSCB’nin resmen
dağılması ile Kafkasya ve Orta Asya’da liderlik rolüne soyunan Ankara’nın bölgede
geri adım atmasının bir nedeni de RF’nin kısa sürede askeri, siyasi ve ekonomik
yönden toparlanarak SSCB’nin eski nüfuz bölgelerini tekrar etkisi altına almak
istemesi olmuştur. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in, “NATO genişlemesini veto
edebiliriz!” çıkışı; o dönemde NATO genişlemesine paralel olarak Türkiye’nin
stratejik öneminin -Karadeniz’deki tek ve Ortadoğu’ya en yakın ittifak üyesi olmasıve NATO’dan alacağı mali/askeri yardım/hibe’lerin azalacağı, tüm bunlara ek olarak
ittifaka katılan yeni üyelere sağlanacak desteğe katkı sağlamak zorunda kalacağı gibi
görünür nedenlerden öte RF’nin NATO genişlemesine karşı AKKA kartını
oynamasını (özellikle birinci derecede Ankara’yı etkileyecek Kafkasya Bölgesi’nde
limit aşımlarına gitmesi hatta tek taraflı olarak AKKA’dan geri çekilmesi) önlemek
amacıyla yapılmış o döneme has bir dış politika manevrası olarak yorumlanabilir.
Soğuk Savaş döneminin SSCB’deki en aktif siyasi gazetelerinden “Sovyet
Rusya”da 1996–1998 döneminde yayınlanan karikatürlerde Moskova’nın 1996
yılında Kanat Antlaşması ve aynı yılın sonlarında başlayan suni yumuşama sürecini,
1997 ve 1998 yıllarında ise “yakın çevre” politikasıyla taban tabana zıt düşen NATO
genişlemesi kapsamında hissettiği ciddi güvenlik kaygılarına karşılık olarak
Washington’nın Moskova’ya verdiği AKKA’nın uyarlanması da dâhil güvenlik
garantileri açıkça görülmektedir.
RF kendisi için hayati önemi olan Transkafkasya Bölgesi’ni etkisi altına
almak amacıyla bölge ülkelerindeki yerel çatışmaları -Gürcistan’da ki ayrılıkçı
Abhaz ve Oset azınlıklarının bağımsızlık mücadeleleri- ve kendi içindeki -Kuzey
Kafkasya’da ki Çeçen direnişi- karışıklıkları öne sürerek AKKA limitlerini delmiş,
bununla da kalmayarak bölge ülkeleri ile ikili askeri ve güvenlik anlaşmaları
imzalayarak askeri üsler elde etmiştir.
Ankara’nın, Moskova tarafından AKKA hükümlerine riayet edilmemesi ve
İstanbul Yükümlülükleri’nin yerine getirilmemesine karşı tepkisi sert olmuştur.
Çünkü Rus birliklerinin tekrar Türk doğu sınırlarına yerleşmesi Türkiye’yi Soğuk
145
Savaş Dönemi’ndeki boyutuyla tehdit etmese de bölge üzerindeki politikalarını
olumsuz yönde etkilemiş, ekonomik ve siyasi anlamda çöküntü içerisinde olan
Ermenistan’a, Dağlık Karabağ’ın işgali ve Türkiye ile olan siyasi ilişkilerinde güven
kazandırmıştır.
1990’lı yılların özellikle ikinci yarısında değişen Avrupa siyasi haritası ve
genişleyen NATO şemsiyesi ile Türkiye SSS döneminde askeri alanda ulusal
güvenliğini sağlayan en temel yapı taşlarından birisi olan AKKA rejiminin
uyarlanmasının önüne geçememiş, 1990’lı yılların başında elde ettiği kazanımlarının
bir kısmından vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Diğer bir yandan Ankara, SSS döneminde ulusal güvenliği için en başından
beri dört elle sarıldığı AKKA rejiminde Doğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmı ile tüm
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni yoğun diplomatik çabalar sonucu uygulama alanı
dışında tutmayı başarmış, bu sayede uzun yıllardır hissettiği tehdit algılamasını
büyük ölçüde bertaraf ederken ulusal güvenliğini de ipotek altına aldırmamıştır.
Güneyindeki prematüre devletler300 Irak ve Suriye ile uzun yıllar süren husumetleri
ve kendisi gibi köklü bir geçmişe ve kültüre sahip doğusundaki ikinci güçlü komşusu
-SSCB’nin dağılmasından sonra en güçlü komşusu- İran’la yaklaşık beş asırdır
süregelen mezhep kökenli husumeti ve de Ankara’nın üç komşusunun da doğu ve
batı paktlarına üye olmaması Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunu kapsayacak
şekilde yaklaşık %25’lik bölümünü uygulama alanı dışında bıraktırmasına neden
olmuştur.
Yine “Düşmanımın düşmanı dostumdur.” prensibiyle hareket eden bu üç
komşunun PKK terörüne verdiği destek ile artan kargaşa ve iç çatışmalar tez
çalışmamızın zaman tahditleri içinde kalan son yirmi yılda Türkiye’nin kanayan en
büyük yarası olmuştur. Çatışmaların şiddetli olarak yaşandığı Güneydoğu Anadolu
Bölgesi AKKA rejimi dışında bulunması nedeniyle, AKKA sınırlamalarından
300
Prematüre devlet “premature state” erken doğan devlet anlamında kullanılan bir terim olup Nijerya,
Suriye, Irak ve diğer bazı Afrika ve Orta Doğu ülkelerini tanımlamak amacıyla kullanılır. Büyük
devletlerin güdümünde ve çıkarları doğrultusunda uluslararası arenaya çıkan, ulus kimliğinden ve
kültüründen uzak, vaktinden önce siyasi, ekonomik ve kültürel amaçlarla dış güçler yardımı ile vücut
bulan devletleri ifade etmek için kullanılır.
146
etkilenmemiş, aksine bölgede yıllardır devam eden İç Güvenlik Harekâtı (İGH)
Ankara’nın silahlanma faaliyetlerine yön vermiştir.
Ankara doksanlı yılların ortasında Moskova ile uluslararası arenada kanatlar
rejimi konusunda ciddi bir siyasi çekişme içerisine girmişken Batılı müttefiklerinin
sözde insan hakları ihlalleri nedeniyle helikopter, tank ve zırhlı araç gibi
konvansiyonel silah sistemlerinin satışlarına şerh koyması ya da askıya alması
nedenlerinden ötürü bölücü PKK terör örgütü ile mücadelede kullanılmak üzere
Moskova’dan hatırı sayılır miktarlarda helikopter, zırhlı araç ve çeşitli ağır/hafif
silahların alımı yapılmıştır. NATO menşeili olmamasına rağmen Ankara’nın
Moskova’dan ısrarla bu silahları istemesinin nedeni AKKA uygulama alanı dışındaki
bu bölgede artan çatışmalar ve alınan silah sistemlerinin İGH ile olan
uyumluluğudur. O dönemde RF’nin Avrasya ve özellikle Kafkasya’daki en ciddi
siyasi ve askeri rakibi olan Türkiye’ye silah satışı yapmasının en büyük nedeni ise
içinde bulunduğu ekonomik dar boğaz ve yine AKKA sebebiyle limit fazlası kalan
silah sistemleridir.
Ankara’nın AKKA uygulama alanı dışında kalan bu bölgeye istediği miktarda
ve çeşitte AKKA rejiminde belirlenmiş bu tipteki ASSA’ları konuşlandırabileceği
düşünüldüğünde, Yunanistan ve Ermenistan lobilerinin Ankara’nın, bölücü PKK
terör örgütü ile mücadelesinde insan hakları ihlalleri işlediği yönündeki lobi
faaliyetlerinin gerçek nedeni anlaşılmaktadır.
Türkiye’nin AKKA’nın ruhuna aykırı olacak şekilde 1990’lı yıllarda yoğun
bir silahlanma, modernizasyon ve milli silah üretimi çabasına girmesinin temel
nedenlerinden birisi de başta 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı olmak üzere geçmişten
çıkardığı diğer silah ambargosu dersleri olmuştur. Ankara bu nedenle milli savunma
ve silah sanayine çok büyük yatırımlar yapmış, ulusal düzeyde arge çalışmalarına
özellikle son on yılda olmak üzere ağırlık vermiştir.
Soğuk Savaş ve bloklar düzeninin yıkılma sinyalleri verdiği 1980’lerin ikinci
yarısından itibaren Türkiye radikal kararlar almıştır. Türkiye, AKKA rejimi dâhilinde
147
“çağlayan etkisi” ile NATO’nun batılı üyelerinden limit fazlası modern silah ve
teçhizat almış, elinde bulunan II. Dünya Savaşı’ndan kalma eski silah ve teçhizatın
çok büyük bir kısmını imha etmiştir. Bu eski nesil silah ve teçhizatın bir kısım ise
çeşitli müzelere silahsız olarak sergilenmesi amacıyla envanterden çıkarılmıştır.301
AKKA rejiminin sağladığı “çağlayan etkisi”, Türkiye’nin alt yapısını
1980’lerin sonlarında oluşturduğu TSK’nın modernizasyonu programına büyük bir
katkı sağlayarak ivme kazandırmıştır.
Türkiye’nin batısındaki diğer komşusu Bulgaristan ise Soğuk Savaş
mağluplarından biri olarak kendi kabuğuna çekilmiş ve diğer mağlup ortakları gibi iç
meseleleriyle birlikte yüzünü batıya döndürme gayretine girmiştir. Sovyet Rusya
nüfuzundan çıkan ve AKKA ile eski konvansiyonel gücünü kaybeden Bulgaristan 2004’te NATO üyesi olmuştur- geçen yirmi yıllık süreçte (1990–2010) zaman zaman
Türkiye’den askeri ve güvenlik alanlarında çekindiğini de açıkça belirtmekten geri
kalmamıştır. Türk ve Bulgar askeri yetkililerince AKKA’yı tamamlayıcı mahiyetteki
GGAÖ kapsamında imzalanan “Sofya Belgesi” 01 Ocak 1992 yılında yürürlüğe
girmiş, bazı hususların tadil edilmesi ile 12 Kasım 1992’de “Edirne Belgesi” adını
almıştır. Taraflara ait hudut boyunca on beş km.lik bir şerit hemen hemen silah ve
personel olarak silahsızlandırılmıştır. Bu ikili uygulamanın hayata geçmesinde,
AKKA rejiminin sağladığı konvansiyonel silah indirimleri, karşılıklı bilgi değişimi
ve güven çok önemli rol oynamıştır.
Sonuç olarak AKKA; 1996 ve 1999 yıllarında iki defa Türkiye aleyhine
revize edilmesine rağmen her yönü ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne olumlu
manada sonuçları olmuş bir konvansiyonel silahsızlanma antlaşmasıdır. Bu katkılar
Ankara’nın bizzat sorumlu olduğu kendi AKKA uygulama alanı dışında etki ve ilgi
301
1990 yılların başlarından itibaren dikkat edilirse il ve ilçe merkezlerinde bulunan büyüklü küçüklü
birçok kışlanın nizamiye ve girişlerine eski nesil tank, top, helikopter, uçak ve zırhlı araçların
konulduğu, bazı büyük şehirlerimizde ise çeşitli müze projelerinin hayata geçirilerek eski nesil bu
konvansiyonel silahların sergilenmeye başlandığı görülmektedir. AKKA’nın VII. Maddesinde detaylı
olarak belirtilen hususlara binaen teşkil edilen ve kotayı eski nesil ASSA’larla doldurmamak amacıyla
ortaya çıkan bu tablo bir tesadüf değildir. Bu tip ASSA’lar AKKA sınırlama hükümlerine dâhil
değildir.
148
alanına302 siyasi, askeri ve ekonomik olarak olumlu katkılar sağlamıştır. Bu hususta
AKKA’nın özellikle XXI. yüzyılın ilk on yıllık döneminde ekonomik, siyasi ve
askeri manada bölgesinde cumhuriyet tarihinin en etkin aktif dış politikasını izleyen
Ankara’nın uluslararası arenada özgüvenini artıran, gölgede kalmış nedenlerden
birisi olmuştur.
Geride kalan yirmi yıllık süreçte Rusya’nın AKKA’yı her fırsatta delmeye
çalıştığı, ortaya koyduğu nedenlerin ise inandırıcılıktan uzak olduğu aşikârdır. Buna
rağmen elde ettiği tavizlerle yetinmeyerek, 2007 Aralık’ında antlaşmadan tek taraflı
olarak çekildiğini açıklamasıyla beraber Türkiye’nin Kafkaslar bölgesine olan ilgi ve
dikkati özellikle askeri manada artmıştır.
Bazı batılı silahsızlanma ve stratejik araştırama kurum ve kuruluşları, RF’nin
AKKA’yı askıya alma kararından sonra 2008 Ağustos’unda yaşanan Rus-Gürcü
Savaşı
ile
AKKA’nın
gayriresmi
olarak
bittiğini
belirten
açıklamalarda
bulunmuşlardır. Bunu şu şekilde değerlendirmek doğru olacaktır: AKKA, RF
açısından bitmiştir ve AKKA rejiminin başrol oyuncusu -ABD’nin ATTU bölgesinde
toprağı bulunmadığı için bu noktada tasnif dışı tutulmuştur-oyundan çıkmıştır. Fakat
oyun devam etmekte, kurulan sahne ve dekor olduğu gibi yerinde durmaktadır.
AKKA’nın batılı üyeleri ve Türkiye’nin AKKA ile Avrupa Kıtası’na gelen
konvansiyonel dengeyi muhafaza etmek yönündeki tutum ve kararlılıkları sürmekle
beraber, Rusya’nın 2007 yılında sözlü, 2008 yılında ise fiili olarak AKKA
rejiminden iyiden iyiye uzaklaşması rejimi tamamlayıcı ve destekleyici ASA,
AKKA-1/A ve AGİT gibi uluslararası oluşumların mevcudiyetini ortadan
kaldırmamıştır.
Türkiye geleneksel dış politikası gereği çeşitli ve birçok uluslararası
silahsızlanma antlaşma ve protokollerine taraf olduğu gibi Avrupa güvenliğinin
köşetaşı olarak kabul edilen AKKA rejiminin de bir üyesi olarak, kesin ve net
302
Ankara’nın etki alanı direkt olarak müdahele edebileceği hudut bölgesi ve komşuları iken ilgi alanı
ise siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel nedenlerden ötürü kayıtsız kalamayacağı, iç ve dış dinamikleri
gereği dolaylı olarak müdahelede bulunabileceği bölge ve bölgeleri ifade etmektedir. Balkanlar,
Filistin, Kafkasya ve Orta Asya Türk Cumhuriyetleri bölgeleri Ankara’nın ilgi alanı olarak
gösterilebilir.
149
hükümlerle siyasi ve hukuki bağlayıcılığı bulunan silahsızlanma ve silahların
denetimi hükümlerine tabidir. Fakat içinde bulunduğu coğrafya, tarihi ve sosyokültürel nedenlerle her daim çağın gereklerine uygun modern, harbe hazır ve milli
güvenliğinin bekasını sağlayacak güçte ve büyüklükte bir silahlı kuvvetlere ihtiyaç
duymaktadır. Bu ihtiyacın ise daim olacağı aşikârdır.
Çünkü tam manasıyla gerçek bir silahsızlanmaya tarihin hiçbir devresinde
ulaşılamadığı gibi, gelecekte de ulaşılamayacak ve bu hedef bir ütopyadan öteye
geçmeyecektir. Bu temel nedenden ötürü, Türkiye mensubu olduğu bölgesel ve
küresel yapılanmalarda müttefikleriyle mütekebiliyet esasına dayalı mutabakatı
sürdürmeli bunun yanında konvansiyonel anlamda bölgesindeki insiyatifi her daim
elinde tutacak silahlanma ve modernizasyon faaliyetlerinden de uzak durmamalıdır.
Zaten tarih bizlere şu hususu açıkça göstermiştir: Silahsızlanma ya da aşrı silahlanma
hususlarında uç noktalara giden milletler kayetmeye hatta yok olmaya mahkûmdur.
Türkiye’nin NATO’ya giriş sebebinin temel nedeni SSCB ve doğusundaki
Rus tehdidi olduğu düşünülürse, AKKA ile doğu hududunu konvansiyonel anlamda
güvence altına alan Türkiye’nin AKKA’yı Kafkaslar’da çeşitli nedenlerle delmeye
çalışan ve yok saymaya çalışan RF’ye sert tepkiler vermesinin ve bölgede atılan her
adımı dikkat ve ehemniyetle takip etmesinin ne kadar tabi ve olası olduğu
anlaşılmaktadır.
150
KAYNAKÇA
İSTİFADE EDİLEN ARŞİV ve RESMİ KURUMLAR
T.C. TBMM Arşivi ve Kütüphanesi
T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri
T.C. Genelkurmay Başkanlığı ATASE Arşivi
T.C. Dışişleri Bakanlığı Silahsızlanma ve Silahların Kontrolü Genel Müdürlüğü
ARŞİV BELGELERİ
Genelkurmay ATASE Başkanlığı Arşivi
İSH, K.38,G.36,B.36–1
İSH, K.38,G.36,B.36–2
İSH, K.38,G.36,B.36–3
İSH, K.38,G.36,B.36–4
İSH, K.38,G.36,B.36–5
İSH, K.38,G.36,B.36–6
İSH, K.124,G.88,B.88–1, 1335
İSH, K.124,G.88,B.88–1A, 1335
İSH, K.124,G.88,B.88–2, 1335
İSH, K.124,G.88,B.88–2A, 1335
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi
030.18/11.12.77.15.1
030.18/11.12.77.15.2
030.18/12.31.66.18
030.10/228.532.31.1
030.10/228.532.31.2
030.10/228.532.31.3
030.10/228.532.31.4
151
TBMM Arşivi
Türkiye Büyük Millet Meclisi 19. Dönem, 1. Yasama Yılı, Tutanak Dergisi Cilt 13,
Birleşim: 85,Genel Kurul Görüşme Tutanakları.
Avrupa'da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Hakkında Antlaşmanın Onaylanmasının
Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısına ilişkin “Dışişleri Komisyonu Raporu”
18.Haziran.1992, Erişim Tarihi: 16.06.2011
http://www.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/TBMM/d19/c013/tbmm19013085.pdf
Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü.
6. 07. 1992 Tarihli 1. Mükerrer Resmi Gazete, Yürütme ve İdare Bölümü Sayfa: 1
Milletlerarası Andlaşma Onayı Erişim Tarihi: 12.05.2011
http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/
arsiv/21276_1.pdf&main=http://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/21276_1.pdf
KİTAPLAR
Akçapar, Burak; The International Law of Conventional Arms Control in
Europe, Nomos Verlagsgesellschaft Baden-Baden, Munich, 1996.
Aslan, Z. Mesud; Silahsızlanma Problemi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları
No:29/11, Ankara, 1953.
Aslan, Z. Mesud; Yeni Devletler Hukuku, C.II, AÜHF Yayınları, Ankara, 1951.
Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi; Barış Çalışmaları ve Çatışmaların
Çözümü, Ankara, 2001.
Atatürk’ün Bütün Eserleri Danışma Kurulu, Atatürk’ün Bütün Eserleri, C:15
(23 Ocak–30 Haziran 1923), Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005.
Ayman, S. Gülden; Güç, Tehdit ve İttifaklar, Stratejik Araştırma ve Etütler Milli
Komitesi, Ankara, 2001.
Ayman, S. Gülden; Konvansiyonel Kuvvetlerin Denetimi, Alfa Basım Yayım
Dağıtım, İstanbul, 1994.
Baker, P. J. Noel; Disarmament, Kennikat Press, New York, 1970.
Bilsel, M. Cemil; Lozan, Sosyal yayınlar, İstanbul, 1998.
Blacker, Coit D. & Duffy, Gloria (Eds); International Arms Control İssues and
Agreements, Stanford University Press, Stanford, California, 1987.
Bröckling,Ulrich; Disiplin, Çev.: Veysel Atayman, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2008.
Carr, Edward Hallet; Tarih Nedir? , İletişim Yayınları, İstanbul, 2009.
152
Caşın, M. Hakkı; Çağdaş Dünyada Uluslararası Güvenlik Stratejileri ve
Silahsızlanma, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1995.
Clausewitz, Carl Von; Savaş Üzerine, Doruk Yayımcılık, İstanbul, 2008.
Çayhan Esra, Ateşoğlu Güney Nurşin; Avrupa’da Yeni Güvenlik Arayışları
NATO-AB-Türkiye, AFA Yayıncılık, İstanbul, 1996.
Davies, Norman; Avrupa Tarihi, İmge Kitabevi, Ankara, 2006.
Davutoğlu, Ahmet; Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, İstanbul, 2001.
Department of Political and Security Council Affairs, The United Nations and
Disarmament 1945–1970, United Nations Publication, New York, 1974.
Epstein, Joshua M.; Conventional Force Reductions, The Brookings Institution,
Washington, 1990.
Erdoğdu, Hikmet; Avrupa’nın Geleceğinde Türkiye’nin önemi ve NATO İttifakı,
IQ Kültür sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Erdurmaz, Serdar; Soğık Savaş Sonrası Silahlanma, Berikan Yayınları, Ankara,
2010.
Erendil, Muzaffer; İkinci Dünya Harbi’nden Sonra Oluşan Silah Sistemlerinin
Taktik ve Stratejiye Etkileri, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1994.
Gaddis, John Lewis; Soğuk Savaş-Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul, 2008.
Gallagher, Nancy W.(Ed.); Arms Control New Approaches to Theory and Policy,
Frank Cass Publishers, London, 1998.
Goldblat, Jozef; Arms Control a Guide to Negotiations and Agreements, Sage
Publications, London, 1994.
Goodwin, Godfrey; Yeniçeriler, Çev. Derin Türkömer, Doğan Kitap, İstanbul, 2004.
Gray, Wood & Hofstadter, Richard; Amerikan Tarihinin Ana Hatları, Amerikan
Basın ve Kültür Merkezi, Ankara, Tarihsiz.
Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı; NATO Soğuk Savaştan
Barış İçin Ortaklığa, İzmir, 1994.
Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları; Geçmişten Günümüze Yakın Çevredeki
Sorunlar ve Türkiye, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995.
153
Harp Akademileri Yayınları (Beyaz Kitaplar Serisi); Dünyadaki Silahsızlanma
Çalışmaları ve Türkiye, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995.
Harp Akademileri Komutanlığı Yayınları; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Savunma
Sanayii Yoluyla Ülke Gelişimine Katkısı, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul,
1998.
Harp Akademileri Yayınları; Devletler Hukuku, Harp Akademileri Basımevi,
İstanbul, 2006.
Harp Akademisi Yayınlarından; “SSCB’nin Dağılmasından Sonra Rus Ordusu ve
Geleceği” Harp Akademisi Basımevi, İstanbul, 1995.
Hart, Liddell; II. Dünya Savaşı Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.
Huntington, Samuel P.; Asker ve Devlet, Salyangoz Yayınları, İstanbul, 2006.
Huntington Samuel P.; Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara, 2006.
İnalcık, Halil; Doğu Batı Makaleler II, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2009.
Karabayram, Fırat; Rusya Federasyonu’nun Güney Kafkasya Politikası, Lalezar
Kitabevi, Ankara, 2007.
Karluk, Rıdvan; Küreselleşen Dünyada Uluslararası Kuruluşlar, Beta Yayıncılık,
İstanbul, 2007.
Kennedy, Paul; Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul, 2009.
Koulik, Sergey & Kokoski, Richard; Conventional Arms Control, Sipri Oxford
Universty Press, New York, 1994.
Kissinger, Henry; Diplomasi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002.
Kemal, Atatürk; Nutuk (1919–1927), Günümüz Türkçesi ile yayına hazırlayan;
Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2007.
Kolasa, Jan; Disarmament and Arms Control Agreements: A Study on
Procedural and Institutional Law, Universitatsverlag Brockmeyer, Bochum, 1995.
Krause, Joachim; Prospects for Conventional Arms Control in Europe, New
York, Institude for East-West Security Company, 1988.
Kütükoğlu, Mübahat S.; Tarih Araştırmalarında Usul, Elif Kitabevi, İstanbul,
2007.
154
Leithauser, J. G.; Dünyamızın Fatihleri, Çev.: Derin Türkömer, Milliyet Yayınları,
İstanbul, 1971.
Mahaney, W.L.; The Soviet Union The League of Nations and Disarmament 19171935, Philedelphia, 1940.
Mattox, Gale A. & Rachwald, Arthur R.; (Eds.), Enlarging NATO, Lynne Rienner
Publishers, London, 2001.
Oakeshott, Ewart; The Archaeology Of Weapons, The Boydell Press, New York,
1994.
Office of Information and Press; NATO El Kitabı, NATO, Brussels, 2001.
Office of Information and Press; NATO Handbook-Chronology; NATO, Brussels,
1998.
Oran, Baskın (Ed.); Türk Dış Politikası, Cilt II: 1980–2001, İletişim Yayınları,
İstanbul, 2001.
Özkan, Ruşen; Ve İnsanoğlu…”Silah(sız)lanma Süreci” İ.H.H. Yayınları, İstanbul,
2003.
Öztürk, Osman Metin; Dış Politika ve Silahlı Kuvvetler, Tutibay Yayınları,
Ankara, 1999.
Peters, John E.; Cfe and Military Stability In Europe, Rand, 1997.
Sander, Oral & Fişek, Kurthan; ABD Dışişleri Belgeleriyle Türk-ABD Silah
Ticaretinin İlk Yüzyılı (1829–1929) Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977.
Saray, Mehmet; Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi III.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeleri, ATAM Yayınları,
Ankara, 2000.
Schelling, Thomas C. & Halperin, Morton H.; Strategy and Arms Control,
Pegamon Press, New York, 1985.
Sheean, Michael; Arms Control Theory and Practice, Basil Blackwell Inc., New
York.
TBMM AGİK Parlamenter Assamblesi Türk Grubu Başkanlığı; Yeni Bir Avrupa
İçin Paris Şartı (21 Kasım 1990), TBMM Basımevi Müdürlüğü, Ankara, 1992.
T.C. Dışişleri Bakanlığı; Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşması,
Ankara, 1991.
155
T.C. Genelkurmay Başkanlığı; Sovyet Askeri Doktrini ve Konvansiyonel
Silahların Kontrolü, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1989.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı; Cumhuriyetin 70 inci Yıldönümünde Türk Silahlı
Kuvvetleri (1923–1993), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1994.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı; Silahsızlanma ve Silahların Kontrolü Alanındaki
Gelişmeler, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1991.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı; Silahsızlanma ve Silahların Kontrolü İle Güven ve
Güvenlik Artırıcı Önlemler Kapsamındaki Antlaşma, Sözleşme ve Belgelerle
İlgili TSK’da Uygulama ve Sorumluluklar, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2001.
T.C. Genelkurmay Başkanlığı; Uyarlanmış Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler
Antlaşması (AKKA), Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2007.
Thee, Marek (Ed.), Armaments, Arms Control and Disarmament, Unesco, Paris,
1981.
Turan, İlter; NATO İttifakının Stratejik ve Siyasi Sorunları, İ.Ü İktisat Fakültesi
Yayınları, İstanbul, 1971.
Türk Dil Kurumu; Türkçe Sözlük, TDK, Ankara,2005.
Türsan, Nurettin (Der.); Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİK), Harp
Akademileri Basımevi, İstanbul, 1995.
Uçarol, Rifat; Siyasi Tarih (1789–2001), Der Yayınları, İstanbul, 2008.
Walker, Jenonne; Security and Arms Control in Post-Confrontation Europe,
Oxford University Press, New York, 1994.
Williams, J.S.; The Cenova Conference, London, 1922.
MAKALELER
Altmann, Jürgen & Deak, Peter & Makerevsky, Vadim I. & McArdle Kelleher,
Catherine; “Verification and Conventional Arms Reductions”, Verification
Monitoring Disarmament, Westview Press, Boulder, 1991.
Amirov, Oleg & Oznobicshev, Sergei; “From The Atlantic To The Urals:
Conventional Forces Reductions”, The Security Watershed Russian Debating
Defence and Foreign Policy After the Cold War, Gordon and Breach Science
Publishers, 1993.
Ateşoğlu Güney, Nurşin; “AKKA’nın Yeni Koşullara Uyarlanması ve Türkiye’nin
Güvenliği”, En Uzun On Yıl, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 1998.
156
Ayman, Gülden & Ateşoğlu Güney, Nurşin; “Değişen Koşullarda Strateji, Türkiye
ve Komşuları”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, İstanbul, 1994.
Berg, Meredith W.; “Protecting National İnterests by Treaty: The Second London
Naval Conference, 1934-1936”, Arms Limitation and Disarmament Restraints on
War, 1889-1939, Praeger, London, 1992.
Birsel, Haktan; “Kafkaslar’da Devam Eden Soğuk Savaş”, 2023 Dergisi, Atılım
Yayıncılık, Sayı: 89, Ankara, Eylül 2008.
Çomak, Hasret; “Genişleyen NATO’nun Güvenlik Yaklaşımı ve Büyük Orta Doğu
Projesi”, Stratejik Öngörü, Tasam Yayınları, Sayı: 2, İstanbul, 2004.
Farrel, Theo; “Global Norms and Military Effectiveness”, Creating Military Power
The Sources of Military Effectiveness, Standford Universty Press, Standford, 2007.
Freedman, Lawrence; “The End of Formal Arms Control”, The International
Practice of Arms Control, Johns Hopkins Universty Press, London, 1992.
Güngörmüş Kona, Gamze; “Kafkasya’da Yeni Gelişmeler ve Türkiye”, Politika
Dergisi, Sayı:8, Ankara, 2008.
Günlük Şenesen, Gülay; “Türk Silahlı Kuvvetlerinin Modernizasyon Programının Bir
Değerlendirmesi”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, İstanbul, 1994.
Hatipoğlu, Esra; “Avrupa Birliği Bağlamında Türkiye-Rusya İlişkilerinin Geleceği”,
Stratejik Öngörü, Tasam Yayınları, İstanbul, 1998.
Kaiser, Karl; “Conventional arms Control and NATO’s Future”, NATO in the
1990s, Pergaman-Brassey’s International Defence Publishers, Inc., London, 1989.
Kanbolat, Hasan; “Gürcistan, Rusya İle Gerilimini NATO’ya Taşımak İstiyor”,
Stratejik Analiz, ASAM Yayınları, Sayı: 80, Ankara, Aralık 2006.
Kantarcı, Hakan; “Türk Kültür Birliğinin Önemi ve Türk Dünyası Jeokültürüne
Yönelik Stratejik Öngörü”, 2023 Dergisi, Atılım Yayıncılık, Sayı: 102, Ankara,
Ekim 2009.
Kibaroğlu, Mustafa; “Rusya’nın Yeni Güvenlik Konsepti ve Askeri Doktrini”
Avrasya Dosyası-Rusya Özel Sayısı, Uluslararası İlişkiler ve Stratejik
Araştırmalar Dergisi, ASAM Yayınları, Cilt:6, Sayı:4, Ankara, 2001.
Macintosh, James; “Confidence-building processes-CSCE and MBFR: a review and
assessment”, East-West Arms Control: Challanges for the Western Allience,
Routledge, London, 1992.
157
McKercher, B.J.C.; “Of Horns and Teeth: The Preparatory Commissions and the
World Disarmament Conference, 1926-1934”, Arms Limitation and Disarmament
Restraints on War, 1889-1939, Praeger, London, 1992.
Okunt, Sezai; “Bekanın Yolları”, Silahsızlanma ve Barış Semineri, Siyasi ve Sosyal
Araştırmalar Vakfı, İstanbul, 1985.
Oran, Baskın; “Türk Dış Politikası: Temel İlkeleri ve Soğuk Savaş Ertesindeki
Durumu Üzerine Notlar”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,
AÜSBF Yayınları, Cilt:51, Sayı:1, AÜSBF, Ankara, 1997.
Öznal, Erdoğan; “NATO’nun Geleceği”, Ulusal strateji, Sayı: 35, İstanbul, Mayıs
2003.
Sidorowicz, Andre T.; “The British Government, The Hauge Peace Conference of
1907, and the Armaments Questions”, Arms Limitation and Disarmament
Restraints on War, 1889-1939, Praeger, London, 1992.
Staford Arms Control Group, “Modern disarmament efforts before the Second World
War”, Armaments, arms control and disarmament, Unesco Press, 1981.
Tanrısever, Oktay; “Rusya-Gürcistan İlişkilerindeki Artan Gerilim: Bir Sağırlar
Diyaloğu Mu?”, Stradigma.com Aylık Strateji ve Analiz e-Dergisi, FORSNET
Bilgi Teknolojileri ve Yayıncılık, Sayı: 7, Ankara, Ağustos 2003.
Toptaş, Ergüder; “Asimetrik Savaş–Yeni Bir Savaş Türü Mü?”, Kara Harp Okulu
Bilim Dergisi, Kara Harp Okulu Basımevi, Cilt:16, Sayı:1, Ankara, 2006.
Türkeş, Mustafa; “Doksanlı yıllarda NATO’nun Öncelikleri ve Türkiye”, En Uzun
On Yıl, Boyut Yayıncılık, İstanbul, 1998.
Uzgel, İlhan; “ABD ve NATO’yla İlişkiler”, Türk Dış Politikası, Cilt II: 1980–2001,
İletişim Yayınları, İstanbul, 2001.
Varlık, A. Bilgin; “Geleceğin Güvenlik Ortamında NATO’nun Konumu Nasıl
Şekillenecektir?”, Silahlı Kuvvetler Dergisi, Genelkurmay. ATASE Başkanlığı,
Sayı: 384, Ankara, Nisan 2005.
KONFERANS / SEMİNER METİNLERİ ve RAPORLAR
Guıgnon, Mıchel; “21 nci Yüzyılda Avrupa’nın Güvenliği Konferansı”, 27 Kasım
1991, İstanbul: Harp Akademileri.
Stockholm International Peace and Research Institude; SIPRI Yearbook 1990
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press,
Oxford, 1990.
158
Stockholm International Peace and Research Institude; SIPRI Yearbook 1992
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press,
Oxford, 19922.
Stockholm International Peace and Research Institude; SIPRI Yearbook 1993
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press,
Oxford, 1993.
Stockholm International Peace and Research Institude; SIPRI Yearbook 1996
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press,
Oxford, 1996.
Stockholm International Peace and Research
Armaments, Disarmament and International
Oxford, 1997.
Stockholm International Peace and Research
Armaments, Disarmament and International
Oxford, 1998.
Institude; SIPRI Yearbook 1997
Security, Oxford University Press,
Institude; SIPRI Yearbook 1998
Security, Oxford University Press,
Stockholm International Peace and Research Institude; SIPRI Yearbook 2000
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press,
Oxford, 2000.
Stockholm International Peace and Research Institude; SIPRI Yearbook 2002
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press,
Oxford, 2002.
Stockholm International Peace and Research Institude; SIPRI Yearbook 2003
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press,
Oxford, 2003.
Stockholm International Peace and Research Institude; SIPRI Yearbook 2006
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press,
Oxford, 2006.
Stockholm International Peace and Research Institude; SIPRI Yearbook 2009
Armaments, Disarmament and International Security, Oxford University Press,
Oxford, 2009.
Türkiye Barolar Birliği Proje Gurubu; Türkiye ve Terörizm, Türkiye Barolar
Birliği, Ankara, 2006.
SÜRELİ YAYINLAR
ASAM Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Dergisi
AÜSBF Dergisi
159
KHO Bilim Dergisi
Newsweek Dergisi
Politika Dergisi
Silahlı Kuvvetler Dergisi
Stradigma.com Aylık strateji ve Analiz e-Dergisi
Stratejik Analiz dergisi
Stratejik Öngörü Dergisi
Ulusal Strateji Dergisi
2023 Dergisi
GAZETELER
Cumhuriyet
Hürriyet
Milliyet
Radikal
Sabah
Tercüman
The International Herald Tribune
The Times
USA Today
YeniYüzyıl
İNTERNET SİTELERİ
http://www.castles.me.uk/
http://www.europarl.europa.eu/
160
http://www.fas.org/
http://www.mfa.gov.tr/
http://www.nato.int/
http://www.osce.org/
http://www.sipri.org/
http://www.stradigma.com/
http://www.tbmm.gov.tr/
http://www.tsk.tr/
http://www.un.org/disarmament/
EKLER
RESMİ BELGELER
EK-I:
AKKA Tam Metni* (Antlaşmaya ek olarak tüm akit devletlerce kabul
edilen ve bağlayıcılığı bulunan sekiz adet protokol konulmamıştır.)
EK-II:
AKKA Bildirim Formatları Listesi ve Örnek Bildirimler. (5 Nolu
Denetim ve Bilgi Değişimi Protokolü uyarınca kullanılan resmi bildirim ve bilgi
değişimi formatları)
EK-III:
14 Haziran 1991 Tarihli Oslo Konferansı Nihai Belgesi.*
EK-IV: Türkiye Büyük Millet Meclisi 19. Dönem, 1. Yasama Yılı, Tutanak
Dergisi Cilt 13, Birleşim: 85,Genel Kurul Görüşme Tutanakları.
EK-V:
18.06.1992 Tarih ve 3818 Sayılı, “AKKA’nın Onaylanmasının Uygun
Bulunduğuna Dair Kanun”.*
EK-VI:
06 Temmuz 1992 Tarihli 1.Mükerrer Resmi Gazete.
EK-VII: 31 Mayıs 1996 Tarihli AKKA Kanat Antlaşması Bakanlar Kurulu Onayı
ve Metni.*
*Belgeler T.C. Dışişleri Bakanlığı resmi internet sitesinden alınmıştır.
161
ARŞİV BELGELERİ
EK-VIII: İSH, K.38,G.36,B.36-1, 6, İtilaf devletlerine teslim edilen silah ve
mühimmatın cins ve miktarı. Mondros Mütarekesi’nin akdindeki ordu mevcudu,
terhis edilen er miktarı ve bakayadan celbedilen er miktarının bildirildiği.
EK-IX: İSH, K.124,G.88,B.88-1, 1A-2, 2a, 1335, Türkiye’nin kara deniz ve hava
kuvvetlerinin sınırlandırılmasıyla ilgili askeri şartların bildirildiği.
EK-X:
030.18/11.12.77.15.1, 2 Türkiye’nin silah ve harp malzemesi ticaretinin
denetimi ile ilgili Tahdidi Teshilat Konferansına katılmaması.
E-XI:
030.18/12.31.66.18.1 Silahlanmaya bir yıl ara verilmesine dair kararın
kabul edildiğinin Silahları Kaldırma Konferansı Reisliğine bildirilmesi.
EK-XII: 030.10/228.532.31.1, 4 The Near East gazetesinde yayınlanan Türkiye ve
Silahlanma başlıklı yazının tercümesi.
YERLİ ve YABANCI BASINDA AKKA
EK-XIII: Konuyla İlgili Haber ve Köşe Yazıları.
EK-XIV: Konuyla İlgili Karikatürler.
EK-XV:
AKKA Kronolojisi.
162
EK-I
AKKA Tam Metni s. 1
163
AKKA Tam Metni s. 2
164
AKKA Tam Metni s. 3
165
AKKA Tam Metni s. 4
166
AKKA Tam Metni s. 5
167
AKKA Tam Metni s. 6
168
AKKA Tam Metni s. 7
169
AKKA Tam Metni s. 8
170
AKKA Tam Metni s. 9
171
AKKA Tam Metni s. 10
172
AKKA Tam Metni s. 11
173
AKKA Tam Metni s. 12
174
AKKA Tam Metni s. 13
175
AKKA Tam Metni s. 14
176
AKKA Tam Metni s. 15
177
AKKA Tam Metni s. 16
178
AKKA Tam Metni s. 17
179
AKKA Tam Metni s. 18
180
AKKA Tam Metni s. 19
181
EK-II
AKKA Bildirim Formatları Listesi
182
F00 Numaralı Bidirim Formatı
183
F29 Numaralı Bildirim Formatı s. 1
184
F29 Numaralı Bildirim Formatı s. 2
185
F29 Numaralı Bildirim Formatı s. 3
186
F31 Numaralı Bildirim Formatı
187
EK-III
14 Haziran 1991 Tarihli Oslo Konferansı Nihai Belgesi s. 1
188
14 Haziran 1991 Tarihli Oslo Konferansı Nihai Belgesi s. 2
189
EK-IV
18 Haziran 1992 Tarihli TBMM Zabıt Cerideleri
190
18 Haziran 1992 Tarihli TBMM Zabıt Cerideleri
191
18 Haziran 1992 Tarihli TBMM Zabıt Cerideleri
192
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 1
193
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 2
194
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 3
195
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 4
196
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 5
197
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 6
198
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 7
199
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 8
200
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 9
201
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 10
202
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 11
203
AKKA’nın Onaylanmasına İlişkin Meclis Zabıt Ceridesi s. 12
204
EK-V
AKKA’nın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
205
EK-VI
06 Temmuz 1992 Tarihli 1. Mükerrer Resmi Gazete
206
EK-VII
31 Mayıs 1996 Tarihli AKKA Kanat Anlaşması Bakanlar Kurulu Onayı
207
31 Mayıs 1996 Tarihli AKKA Kanat Anlaşması s. 1
208
31 Mayıs 1996 Tarihli AKKA Kanat Anlaşması s. 2
209
31 Mayıs 1996 Tarihli AKKA Kanat Anlaşması s. 3
210
EK-VIII
Mondros Mütarekesi İle İtilaf Devletlerine Teslim Edilen Silah ve Mühimmatın
Cins ve Miktarı İle Terhis Edilen Er Miktarı s. 1
211
Mondros Mütarekesi İle İtilaf Devletlerine Teslim Edilen Silah ve Mühimmatın
Cins ve Miktarı İle Terhis Edilen Er Miktarı s. 2
212
Mondros Mütarekesi İle İtilaf Devletlerine Teslim Edilen Silah ve Mühimmatın
Cins ve Miktarı İle Terhis Edilen Er Miktarı s. 3
213
Mondros Mütarekesi İle İtilaf Devletlerine Teslim Edilen Silah ve Mühimmatın
Cins ve Miktarı İle Terhis Edilen Er Miktarı s. 4
214
Mondros Mütarekesi İle İtilaf Devletlerine Teslim Edilen Silah ve Mühimmatın
Cins ve Miktarı İle Terhis Edilen Er Miktarı s. 5
215
Mondros Mütarekesi İle İtilaf Devletlerine Teslim Edilen Silah ve Mühimmatın
Cins ve Miktarı İle Terhis Edilen Er Miktarı s. 6
216
EK-IX
Sevr Antlaşması’nın Türkiye’nin Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini
Sınırlandıran Askeri Hükümleri s. 1
217
Sevr Antlaşması’nın Türkiye’nin Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini
Sınırlandıran Askeri Hükümleri s. 2
218
Sevr Antlaşması’nın Türkiye’nin Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini
Sınırlandıran Askeri Hükümleri s. 3
219
Sevr Antlaşması’nın Türkiye’nin Kara, Deniz ve Hava Kuvvetlerini
Sınırlandıran Askeri Hükümleri s. 4
220
EK-X
T.C. Hükümeti’nin 2 Mayıs 1925 tarihinde Cenevre’de Düzenlenen
“Uluslararası Silah, Mühimmat ve Harp Malzemeleri Ticaretinin Denetimi” İle
İlgili Konfreansa Katılmayacağını Bildirir Bakanlar Kurulu Kararı s. 1
221
T.C. Hükümeti’nin 2 Mayıs 1925 tarihinde Cenevre’de Düzenlenen
“Uluslararası Silah, Mühimmat ve Harp Malzemeleri Ticaretinin Denetimi” İle
İlgili Konfreansa Katılmayacağını Bildirir Bakanlar Kurulu Kararı s. 2
222
EK-XI
Silahlanmaya Bir Yıl Ara Verilmesine Dair MC Kararının T.C. Hükümeti’nce
Kabul Edildiğinin Silahları Kaldırma Konferansı Reisliğine Bildirilmesi.
223
EK-XII
The Near East Gazetesinde Yayınlanan Türkiye ve Silahlanma Başlıklı Yazının
Tercümesi s. 1
224
The Near East Gazetesinde Yayınlanan Türkiye ve Silahlanma Başlıklı Yazının
Tercümesi s. 2
225
The Near East Gazetesinde Yayınlanan Türkiye ve Silahlanma Başlıklı Yazının
Tercümesi s. 3
226
The Near East Gazetesinde Yayınlanan Türkiye ve Silahlanma Başlıklı Yazının
Tercümesi s. 4
227
EK-XIII
19 Kasım 1990 Cumhuriyet Gazetesi s. 6
228
20 Kasım 1990 Cumhuriyet Gazetesi s. 12
229
05 Temmuz 1992 Hürriyet Gazetesi s. 21
230
02 Ekim 1993 Milliyet Gazetesi s. 15
231
01 Eylül 1994 Tercüman Gazetesi s. 4
232
10 Haziran 1995 Cumhuriyet Gazetesi s. 8
233
16 Mayıs 1996 Cumhuriyet Gazetesi s. 10
234
16 Mayıs 1996 Cumhuriyet Gazetesi s. 11
235
29 Mayıs 1996 Cumhuriyet Gazetesi s. 11
14 Temmuz 1997 Sabah Gazetesi s. 16
236
20 Kasım 1999 Radikal Gazetesi s. 10
237
20-21 Kasım 1999 International Herald Tribune s. 2
238
EK-XIV
08 Ekim 1996 Sovetskaia Rossiia Gazetesi
239
12 Ekim 1996 Sovetskaia Rossiia Gazetesi
06 Ocak 1997 Sovetskaia Rossiia Gazetesi
240
08 Temmuz 1997 Nezavisimaia Gazetesi
17 Temmuz 1997 Sovetskaia Rossiia Gazetesi
241
27 Eylül 1997 Sovetskaia Rossiia Gazetesi
07 Nisan 1998 Sovetskaia Rossiia Gazetesi
242
EK-XV
AKKA KRONOLOJİSİ
1.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı. [15 Ocak 1973-01 Ağustos 1975]
2.
Helsinki Nihai Senedi ve GGAÖ’nün kabulü. [01 Ağustos 1975]
3.
Avrupa Silahsızlanma Konferansı ve Stokholm Belgesinin kabulü.
[22 Eylül 1986]
4.
Karşılıklı ve Dengeli Kuvvet İndirimleri (KDKİ) Müzakereleri.
[30 Kasım 1973-02 Şubat 1989]
5.
NATO’nun HALİFAX Bildirisini Yayınlaması. [30 Mayıs 1986]
6.
Konvansiyonel İstikrar Görüşmeleri. [17 Şubat 1987-02 Şubat 1989]
7.
AKKUM Görev Yönergesinin imzalanması. [10 Ocak 1989]
8.
Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Müzakereleri (AKKUM).
[06 Mart 1989-16Kasım 1990]
9.
Almanya’nın birleşmesi. [03 Ekim 1990]
10.
AKKUM sonucunda Viyana’da Doğu-Batı blokları arasındaki ilk bilgi
değişimi. [18 Kasım 1990]
11.
AGİK Paris Zirvesi ve AKKA’nın imzalanması. [19 Kasım 1990]
12.
Paris Zirvesi’nde Viyana Belgesi (VB-90) ve Paris Şartı’nın kabulü.
[19 Kasım 1990]
13.
AKKA 1. Olağanüstü Konferansı ve Oslo Belgesinin kabülü.
[14 Haziran 1991]
14.
Varşova Paktı’nın resmen dağılması. [01 Temmuz 1991]
15.
AKKA 2. Olağanüstü Konferansı, Viyana. [18 Ekim 1991]
16.
Bağımsız Devletler Topluluğu’nun (BDT) kurulması. [08 Aralık 1991]
17.
SSCB’nin resmen dağılması. [25 Aralık 1991]
18.
AGİK Helsinki Zirvesi ve VB-92’nin kabulü. [09-10 Temmuz 1992]
19.
Açık Semalar Antlaşması’nın (ASA) imzalanması. [20 Mart 1992]
20.
BDT arasında, dağılan SSCB’nin AKKA limitlerinin paylaşımı sağlayan
Taşkent Anlaşması’nın imzalanması. [15 Mayıs 1992]
21.
AKKA 3. Olağanüstü Konferansı, Oslo. [05 Haziran 1992]
22.
AKKA 4. Olağanüstü Konferansı, Helsinki. [10 Temmuz 1992]
23.
AKKA-1/A’nın imzalanması. [10 Temmuz 1992]
243
24.
Türkiye ile Bulgaristan arasında GGAÖ kapsamında Edirne Belgesi’nin
imzalanması. [12 Kasım 1992]
25.
Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin tarafından Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel’e Rusya’nın AKKA kanat rejimi ile ilgili taleplerini içeren
diplomatik mektup göndermesi. [17 Eylül 1993]
26.
Rusya Federasyonu’nun kanatlar ile ilgili olarak ODG’ye başvurması.
[28 Eylül 1993]
27.
Rus Savunma Bakanı Vladimir Zhurbenko tarafından Moskova’nın kanat
limitlerinin revize edilmemesi durumunda Rusya’nın AKKA’dan çekilebileği
yönünde açıklama yapması. (Batı İttifakına karşı ilk tehdit) [05 Aralık 1994]
28.
AGİT Budapeşte Zirvesi ile VB-94 ve Davranış İlkeleri Rehberi’nin (DİR)
kabulü. [05-06 Aralık 1994]
29.
AGİT’in AGİK olarak isim değişikliğine gitmesi. [01 Ocak 1995]
30.
Türkiye ile Arnavutluk arasında GGAÖ kapsamında Tirana Belgesi’nin
imzalanması. [06 Şubat 1995]
31.
NATO’nun Rusya’ya kanat sorunun çözümüne yönelik orta yol önerisini
sunması. [22 Eylül 1995]
32.
Türkiye ile Makedonya arasında GGAÖ kapsamında Üsküp Belgesi’nin
imzalanması. [20 Temmuz 1995]
33.
AKKA’nın yürürlüğe giriş tarihi olan 17 Temmuz 1992 tarihinden itibaren
akid ülkelere tanınan 40 aylık silah indirimi süresinin sona ermesi.
[17 Kasım 1995]
34.
Dayton
Barış
Antlaşması’nın
imzalanması.
(Antlaşmanın
bölgesel
silahsızlanma ve silahların kontrolü kapsamındaki 5. Maddesi ve EK 1-A
bölümleri) [14 Aralık 1995]
35.
AKKA 1. Gözden geçirme Konferansı Viyana [15-31 Mayıs 1996]
36.
AKKA Kanat Anlaşması’nın imzalanması. [31 Mayıs 1996]
37.
NATO-RF Nihai Senedi’nin imzalanması. [27 Mayıs 1997]
38.
NATO Madrid Zirvesi ile üç Vişedgrad ülkesinin (Çek Cumhuriyeti,
Polonya, Macaristan) NATO’ya kabulü. [08-09 Temmuz 1997]
39.
“AKKA’nın Değişen Koşullara Uyarlanması” konulu Gözden Geçirme
Konferansı. [27 Temmuz 1997]
244
40.
Eski SSCB ülkelerinden Gürcistan, Ukayna, Azerbaycan ve Moldova
tarafından ABD destekli GUAM gurubunun kurulması. [10 Ekim 1997]
41.
AGİT İstanbul Zirvesi ve VB-99’un kabulü. [17-19 Kasım 1999]
42.
AGİT İstanbul Zirvesinde AKKA Uyarlama Antlaşmasının tüm taraf
devletlerce imzalanması. [19 Kasım 1999]
43.
AKKA 2. Gözden Geçirme Konferansı. [28 Mayıs-01 Haziran 2001]
44.
Rusya Federasyonu’nun Gürcistan’da bulunan Vaziani Üssünü kapatarak
Gürcistan’a devretmesi. [01 Temmuz 2001]
45.
NATO 2002 Prag Zirvesi’nde İttifak’ın ikinci genişleme kararını alması ve
üç Baltık ülkesi dâhil, yedi eski Doğu Bloğu ülkesinin NATO’ya kabulü.
(Bulgaristan, Estonya, Litvanya, Letonya, Romanya, Slovakya, Slovenya)
[21-22 Kasım 2002]
46.
Rus ve Gürcü Dışişleri Bakanlarınca; Rusya’nın Gürcü topraklarındaki askeri
birlik ve teçhizatlarının çekilmesi ile tesislerinin kapatılmasına yönelik
Mutabakat Zabtı’nın imzalanması. [30 Mayıs 2005]
47.
AKKA 3. Gözden Geçirme Konferansı [30 Mayıs-02 Haziran 2006]
48.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rusya’nın AKKA’dan tek taraflı
olarak çekilebileceğini açıklaması. [26 Nisan 2007]
49.
Rusya’nın talebiyle AKKA Olağanüstü Konferansının toplanması. Viyana
[11-15 Haziran 2007]
50.
Rusya Federasyonu’nun AKKA’yı geçici ve tek taraflı olarak askıya aldığını
ilan etmesi. [12 Aralık 2007]
51.
Türk
Dışişleri
Bakanlığı’nın
RF’nin
AKKA’dan
kaynaklanan
yükümlülüklerini askıya alması nedeniyle, saklayıca ülke olan Hollanda’ya
konuyla ilgili tutumunun saklı olduğuna dair Nota göndermesi.
[17 Aralık 2007]
52.
Rusya ile Gürcistan arasında yaşanan Güney Osetya Krizi ve Savaşı.
[08-16 Ağustos 2008]
53.
ABD’nin eski NATO daimi temsilcisi Victoria Nuland’ı AKKA özel
temsilcisi olarak görevlendirmesi. [Şubat 2010]
54.
NATO konseyinde RF’nin AKKA’yı askıya almasıyla başlayan problemin
çözümüne yönelik “Uzlaşılmış NATO Belgesi”nin kabulü. [08 Haziran 2010]
245