Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
AP
KAPİTALİZM, KRİZ VE SALGIN: COVID-19 SONRASI
DÖNEM SAĞLIK HAKKINI YENİDEN DÜŞÜNMEK
CAPITALISM, CRISIS AND EPIDEMIC: RETHINKING
THE RIGHT TO HEALTH IN THE POST-COVID-19 ERA
Başak ERGÜDER*
ÖZ
Dünya salgın tarihinde ekonomik sistemlerde önemli
değişimlere yol açan Kara Veba ve İspanyol Gribi, toplumsal
ve ekonomik yapıda uzun vadeli etkiler yaratmıştır. Salgın
sonrası dönemlerde tıpkı kriz sonrası dönemlerde olduğu gibi
uzun vadeli, yapısal değişimler yaşanmaktadır. Salgınlar da
tıpkı ekonomik krizler gibi ekonomi politikada yaratıcı yıkım
potansiyeline sahiptir. COVID-19 pandemisi sırasında
yaşanan gelişmeler, COVID-19 sonrası dönemde dünya
ekonomisinde yeni bir işbölümü yaratma potansiyeline
sahiptir. Pandemi sonrası dönem, salgın hastalıkların yarattığı
tahribatın bir sonucu olarak, sağlık hizmetlerine erişimde
eşitliğin sağlanması sorununun yeniden gündeme gelmesi
mümkündür. Bu çalışma salgınla mücadelenin ekonomi
politikasını tartışmayı hedeflemektedir. Çalışmada, farklı
ülkelerin ekonomi politikaları, sağlık hizmetlerine eşit erişim,
işsizlik ve yoksulluğun önlenmesi de dahil olmak üzere sağlık
hakkı bağlamında analiz edilmektedir. Bu bağlamda, salgınla
mücadelede farklı ülkelerin ekonomik tedbirler paketleri ve
sağlık hizmetleri irdelenmektedir. Bu çalışmada, COVID-19
Doç. Dr., İstanbul Üniv., İktisat Fakültesi, Maliye Bölümü, berguder@istanbul.edu.tr, ORCID
ID: https://orcid.org/0000-0003-0804-4254
*
* Makale Geliş Tarihi /Article Received: 29.06.2021
Makale Kabul Tarihi /Article Accepted: 17.09.2021
629
AP
Başak ERGÜDER
pandemisi karşısında ülkelerin sağlık hakkına ilişkin toplumsal
talepleri ne ölçüde karşıladığı analiz edilmektedir.
Anahtar Kelimeler: COVID-19, Kara Veba, Sağlık Hakkı,
Kriz, Ekonomik Tedbirler Paketi.
ABSTRACT
The Black Death and Spanish Flu, which led to significant
changes in economic systems in the world history of epidemics,
has made long-term effects on social and economic structure.
Long-term structural changes are occurred in the postepidemic periods just as happened in the post-crisis periods.
Epidemics have the potential of creative destruction just as
economic crisis. The developments that have taken place
during the COVID-19 pandemic have the potential to create a
new division of labor in World economy in the post-COVID19 era. In the post-COVID-19 era, it is possible that the
problem of providing the equal access to health care as a result
of the destruction ensued by pandemic comes to the agenda
again. This study aims to discuss the political economy of the
combating the pandemic. In the study, the economic policies
in different countries are analyzed in the context of the right to
health including equal access to health care services,
prevention of unemployment and poverty. In this context,
packages of economic measures implemented in different
countries and, healthcare systems in these countries are
examined in the combat the pandemic. In this study, it is
analyzed that what extent countries meet social requests
regarding the right to health in the face of the COVID-19
pandemic.
Keywords: COVID-19 Pandemic, Black Death, Right to
Health, Crisis, Package of Economic Measures.
GİRİŞ
Salgın karşısında devletlerin izlediği iki temel stratejiden biri vaka sayılarını
en düşük seviyeye indirmek için sıkı önlemler ile aşı ve ilaç seçeneğinin
kullanıldığı bastırma, diğeri ise sağlık hizmetlerinin kapasitesinin aşılmaması için
risk gruplarının sıkı önlemlerle korunduğu ve çoğu zaman sürü bağışıklığının
630
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
hedeflendiği hafifletmedir (Yavuz, 2021: 45). Bastırma stratejisini uygulayan
ülkeler, ilaç ve aşı programlarına yönelik kamu harcamalarına ağırlık vermekte,
hafifletme stratejisini uygulayanlar ise yoğun bakım ve yatak kapasitesine yönelik
iyileştirmeleri ön plana alan harcamalara ağırlık vermektedir. Ülkelerin
uyguladıkları sağlık hizmetleri politikası, ekonomi politikadaki tercihlerinde
belirleyici olmakta, insan yaşamını ön plana alan sağlık hakkı odaklı yaklaşım ile
ekonomik büyümeyi önceleyen yaklaşım arasındaki tercihlerde sağlık politikası
etkili olmaktadır. Salgınların dünya ekonomisine etkileri, krizlerin ekonomi
üzerinde yarattığı etki ile benzer özelliklere sahiptir. Kriz dönemlerinde ekonomik
göstergelerde yaşanan gerileme sonucu işsizliğin artışı ve reel ücretlerin
aşınmasının emekçi sınıflar üzerindeki etkileri diğer toplumsal sınıflara oranla çok
daha yıkıcı olmaktadır. Mesleklerin kaybolması, işsizlik ve yoksulluğun artması
ve çalışma yaşamında güvencesizliğin yaygınlaşması, salgının ekonomi
üzerindeki ve toplumsal sınıfların iktisadi yaşamlarında yarattığı kısa ve orta
vadeli etkilerdir.
Salgınlar dünya ekonomisinde iktisadi krizlerle benzer etkiler
yaratmaktadır. Salgınların ekonomi üzerinde yarattığı uzun vadeli etkiler ise 50100 yıl boyunca toplumsal, iktisadi, siyasi, kültürel ve düşünsel alanda gerçekleşen
yapısal değişimlerdir. Dünya salgın tarihinde veba, kolera gibi bulaşıcı
hastalıkların pandemiye dönüşmesinin yarattığı en önemli etki, erken yaşta
ölümlerdir. 14. yüzyılda kayıtlara geçen Kara Vebadan 19. yüzyıl boyunca etkili
olan bulaşıcı hastalıklara kadar, insan yaşam süresi bulaşıcı hastalıklar karşısında
erken ölümlerle kısalmış, bu durum 20. yüzyılın başında epidemiyolojik
dönüşüme neden olan ölüm oranı devrimi ile tersine çevrilmiştir (Leys, 2014).
Salgınların iktisadi yaşama etkileri erken ölüm ve buna bağlı olarak üretim ve
istihdamda yaşanan etkiler ile sınırlı değildir. Salgın, uzun vadede sermaye
birikimi üzerinde de etkiler yaratmaktadır.
Dünya salgın tarihinde, salgın dönemi sonrası yaşanan dönüşümlerde
krizlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Ekonomik buhranlar, kapitalist üretim
tarzında yeni sermaye birikim rejimleri ile aşılmaktadır. 1918-1920 yılları arasında
İspanyol Gribinin yaşanması sonrasında Dünya ekonomisi bir uzun dalga krizi
olan Büyük Buhrana sürüklenmiştir. 1929’da üretim krizine yol açan, Birinci
Dünya Savaşı sonrası dünya ekonomisinde oluşan temel dengesizlikler ve yanlış
iktisat politikalarının ardından (Pamuk, 2014: 185), kapitalizmi yeniden
yapılandıracak yeni ekonomi politikalar uygulanmıştır. Keynesyen ekonomi
politikaların kapitalizmi iyileştirici düzenlemeleri sonucunda yeni sermaye
birikim rejimine geçildi. Keynesyen ekolün maliye politikaların etkinliği kabul
ederek efektif talebi düzenleyici olarak devletin ekonomiye müdahale olanaklarını
631
AP
Başak ERGÜDER
talep yönlü politikalarla genişletme önerisi, yeni bir sermaye birikim rejimine
geçişe neden oldu.
COVID-19 pandemi krizi, 1929 krizinden farklı olarak üretim alanında değil
kapitalizmin yeniden üretimde sağlık, ekoloji, ekonomi ve siyasi alanda yaşanan
krizlerle birlikte gerçekleşmektedir (Yalman, 2021). Bu nedenle pandemi sonrası
dönem açısından, sağlık politikalarının insan sağlığı ile sınırlı kalamayacağı
açıktır. İnsan, çevre ve hayvan hakları ile birlikte ele alınacak tek sağlık
anlayışının, tüm türlerin yaşam hakkının sürdürülebilirliğini inşa edecek yeni bir
ekonomik sistem için de bir çıkış anlamına geleceği gerçeği, yaşamsal önemdedir.
Salgınlar, kısa ve orta vadede ekonomik krizlere neden olmakta, ekonomik kriz
sonrası dönem kapitalist üretim tarzında yapısal değişimler yaşanmaktadır. Bu
bağlamda çalışmada salgınların dünya ekonomisine etkileri, uzun vadeli yapısal
dönüşümler ve bu dönüşümlere eşlik eden epidemiyolojik dönüşümler açısından
değerlendirilecektir. COVID-19 pandemisinin etkileri salgınla mücadelede ülke
ekonomilerinde ele alınan tedbir paketlerinin toplumsal yapı üzerinde yarattığı
değişimler açısından değerlendirilirken, kaynakların nasıl ve hangi toplumsal
kesimlere yönelik olarak tahsis edildiği analiz edilecektir. Çalışmanın son
bölümünde ise insanlık için tehdit oluşturan ve küresel ortak mal özelliği taşıyan
salgınlarla mücadelede herkes için sağlık hakkının sağlık politikalarıyla nasıl tesis
edileceği tartışılacaktır. Bu bağlamda, sağlık hakkına dayalı sağlık hizmetlerinin
dünya genelinde geçerli olma potansiyeli ülke örneklerinde yaşanan gelişmeler
açısından değerlendirilecektir.
1. SALGINLARIN DÜNYA EKONOMİSİ VE TOPLUMSAL YAŞAMA
ETKİLERİ
Pandemi kelimesi, Yunanca pandemos; yani herkes anlamına gelen pan ve
insan anlamına gelen demos’tan türetilmiştir. Pandemos, sağlık krizi olmanın
ötesinde iktisadi, siyasi, toplumsal alanda yarattığı krizler ile tüm insanlığı
etkilemiştir. Her salgın dönemi, sağlık krizinin ötesinde toplumsal ve iktisadi
krizlerle birlikte yeni bir felaket rejimine yol açar. Felaket rejimlerinin toplumlar
açısından etkileri yaşam, çalışma ve düşün dünyalarının doğrudan
değişmesine/dönüşmesine yol açmaları ve yüzyıllar boyunca devam eden yapı ve
sistemleri ortadan kaldırmalarıdır (Varlık, 2020: 181). Snowden’a göre salgın
dönemleri toplumsal ve siyasi bir krizle birlikte tarihsel gelişime/değişime neden
olmakta, nedenleri konusunda çok farklı spekülasyonlar oluşsa da toplumsal
yaşam açısından büyük resmin önemli bir parçasını oluşturmaktadır (Rose,2020).
Kara Veba Ortaçağın sona ermesine ve yeni bir tarihsel dönemin başlamasına yol
açarken, tıpkı savaşlar ve devrimler gibi güçlü bir toplumsal değişime neden
olmuştur. Buna karşın, salgınla mücadelede herkes aynı gemide değildir,
632
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
toplumsal değişimin etkisi de kısa ve uzun vadede bu farklılıklar tarafından
belirlenmektedir (Rose, 2020: 479).
İkinci Veba pandemisi olan Kara Vebanın (1346-1353) Avrupa ekonomisini
yüksek büyüme oranları patikasına taşıyan ve etkileri 17. yüzyılın başına kadar
devam eden ekonomik ve toplumsal yapıda yarattığı değişim ‘yaratıcı yıkım’
olarak görülmektedir. Kara Vebanın demografik yapıdaki şok etkisiyle reel ücret
ve gelirlerde yarattığı etki, reel ücret verilerini analiz eden çalışmalarda
vurgulanmaktadır (Pamuk, 2007). Ölümlerin hızla artması nüfus yoğunluğunu
aşağıya çekerken, ilkel birikim sürecinin devam ettiği sanayileşme öncesi dünya
ekonomisinde salgın, reel ücret ve gelirlerde pozitif bir etki yaratmıştır. 1800’li
yıllara gelindiğinde Avrupa kıtasında ülkeler arasındaki ekonomik büyüme ve
gelişmişlik farkı, salgının yarattığı demografik değişimin ücret düzeyleri ve
tarımsal ürün fiyatlarındaki etkileri ile tersine dönmüş, İngiltere ve Hollanda
ticaret ve imalat sanayinin merkezi haline gelmiştir (Pamuk, 2007: 290). Pamuk
(2007), Kara Vebayı erken modern dönem Avrupa kıtasında sanayileşme sürecini
tetikleyen ve yaratıcı yıkıma yol açan dışsal faktörlerden biri olarak ele almakta,
demografik etkilerin istihdam ve ücret düzeylerini belirleyerek sanayileşme
sürecini hızlandırdığını tespit etmektedir. Kara Veba, erken modern dönemde
(1300-1600) reel ücret ve gelirlerdeki düşüşü tersine çevirerek, Batı Avrupa’nın
sanayileşme sürecini başlatan yaratıcı yıkıma neden olan dışsal bir faktör olarak
ele alınmaktadır.
Buna karşın modern Avrupa’nın oluşumda Kara Vebanın etkisinin Avrupa
merkezli tarihsel yaklaşımın abartılı varsayımı olduğuna dikkat çeken çalışmalara
da rastlamaktayız (Varlık,2020). Kara Vebanın etkileri Batı Avrupa kıtası ile
sınırlı olmayan, Afrika ve Orta Asya’daki bazı coğrafyalarda belirli dönemlerde
yeniden ortaya çıkan bir hastalıktır. Aynı zamanda, salgınların belirli bir coğrafi
bölge ya da toplumla sınırlı olmayan, dünya genelinde ve yüzyıllar boyu süren
biyolojik, toplumsal, siyasi etkilerinden bahsedebiliriz (Varlık, 2020: 180).
Dünya salgın tarihi açısından bir diğer önemli pandemi, 19. yüzyıla
gelindiğinde Avrupa kıtasında kolera epidemisinin pandemiye dönüşmesi ile
yaşanmıştır. İlk kolera pandemisi 1823’te ortaya çıkmış, 1829-1851 yılları arasında
ikinci kolera pandemisi yaşanmıştır (Yıldırım, 2020: 62). İlk kolera pandemisi
dünyada milyonlarca insanın ölümüne neden olurken, Hindistan’dan dünyaya
yayıldığı bilinmektedir (Yıldırım, 2020: 68). Kolera pandemisi aynı zamanda
toplumsal sınıflar arasındaki beslenme, çalışma ve barınma standartları
bakımından oluşan gelir eşitsizliklerini daha keskin hale getirmiştir. Kent
yoksullarının salgınla mücadele gücünün gittikçe azalması, salgın karşısında
çaresiz kalan toplumsal sınıflara yönelik dışlayıcı tutumla birleşince, artan ölüm
633
AP
Başak ERGÜDER
sayıları hakkında farklı söylenti ve inanışlar ortaya çıkmaktaydı. Kolera salgının
kentlerde yaşayan orta ve üst sınıflarca, varoşlarda şişen nüfusu yok etmek
amacıyla çıkarıldığı yönündeki söylentiler, özellikle Almanya’da doktorların
koleradan ölen her hasta için devletten para aldığı düşüncesi halk arasında
yaygınlaşmaktaydı (Yaşayanlar, 2020: 71). Pandemi ile mücadelede, toplumsal
sınıflar arasında gerçek-dışı söylentilerin yayılmasında, salgından en çok etkilenen
yoksulların ölüm oranlarının muazzam artışı etkiliydi. Bu dönemde sağlıklı yaşam
süresi günümüze kıyasla oldukça kısaydı. 1820 yılında ortalama yaşam süresi 26
yıl, 1890’da ise 30 yıldı (Coburn, 2014: 54). Salgın dönemlerinde emekçilerin kötü
yaşam koşulları ve zorunlu önlemler alınmaksızın çalıştırılmaları, erken yaşta
ölümlerin artmasına neden olmaktaydı. 1842 bunalımı sonrası humma salgınına
yakalananların altıda biri yoksuldur ve hızla yayılan salgından nüfusun orta ve üst
sınıfları etkilenmemiştir. Kalabalık evlerde hastaların sağlıklı insanlarla birlikte
yaşamaları ve yetersiz sağlık hizmeti almaları işçi sınıfında salgın vakalarının
artmasında son derece etkili oldu (Engels, 2010: 150). Engels’e göre (2010: 151),
İrlanda ve İskoçya’da tifüs salgınlarının nedenlerinden biri de yoksunluk
dönemleridir, bu dönemler ticari bunalım ya da kötü hasadın sonucunda açığa
çıkmaktadır.
Dünya tarihinde meydana gelen salgınların ortak özelliği, salgınların kriz
dönemlerinde ortaya çıkması ve doğanın sermaye tarafından tahrip edilmesi
sonucunda yerinden edilen hayvanlardan insanlara bulaşan virüslerin hızla
yayılım göstermesidir. 1918-1920 yılında yaklaşık 50 ile 100 milyon insanın ölümü
ile sonuçlanan İspanyol gribinin, kanatlı hayvanların ve nüfus yoğunluğunun
yüksek olduğu Çin’den yayılmaya başlaması, Fransa’da hayvan çiftliklerinin
Annam zatürresine neden olması, H1N1 virüsünün ABD’de Camp Funston
kışlasında Haskell Country’deki domuz ve kümes hayvan çiftlikleri ve kötü
çalışma koşullarına sahip Çinli işçilerin yoğunlaşması ile ortaya çıkışı ve kışlada
yaygınlaşması (Yolun, 2020: 75-76) bu durumu destekleyen verilerdir. Dünya
tarihinde salgınların ortaya çıktığı bölgeler incelendiğinde salgın coğrafyası,
ormansızlaştırılan Çin, Hindistan, Latin Amerika ve Afrika’nın belirli bölgeleridir
ve bu bölgeler gelecekte yeni salgınların çıkma ihtimalinin en yüksek olduğu
coğrafyalardır (Birdal, 2020).
İspanyol Gribine yol açan virüsün hayvan kaynaklı olduğu, insanlara geçişi
sonrasında yayılımında yaşam ve çalışma koşullarında sağlık ile hijyen şartlarının
etkili olduğu bilinmektedir. Buna karşın tek başına bireylerin tedbir ya da
tedbirsizlikleri ile açıklanamayacak bir boyuttan bahsetmek mümkün: Virüslerin
yayılımının hızlanmasında savaş ve krizler etkilidir. Birinci Dünya Savaşı
döneminde İspanyol Gribi’nin hızla yayılmasında 2 milyon askerin ABD’den
Avrupa’ya gönderilmesi önemli rol oynadı. Avrupa kıtasına ABD’den gelen virüs,
634
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
hastalığın medya sansürüne uğramasıyla İspanya’ya gelene kadar gizlenmiş ve
salgının İspanyol medyasından öğrenilmesi ile salgın, İspanyol Gribi olarak
anılmıştır (Yolun, 2020: 76). American Medical Association’a göre Dünya
genelinde 21 milyon can kaybına yol açan İspanyol Gribi, bazı tarihçilere göre 50
milyon, John Barry’e göre ise 100 milyon can kaybı ile sonlanmıştır (Yolun, 2020:
80). Sömürgeciliğin can kaybı üzerinde doğrudan etkisi olduğu düşünülmekte,
sömürgelerde yaşanan yüksek can kayıpları bu yaklaşımı destekleyen veriler
sunmaktadır. İspanyol Gribi nedeniyle en yüksek can kaybının yaşandığı ülke, 250
bin can kaybı ile nüfusunun yaklaşık yarısını kaybeden Kamerun’dur. Salgından
en çok etkilenen Afrika kıtası, genel olarak ölüm ve vaka sayıları bakımından en
üst sıralarda yer almıştır (Yolun, 2020: 80). İstanbul’da 5 bin 500 insanın hayatını
kaybettiği İspanyol Gribi, Avrupa kıtasında İspanya, Macaristan ve İtalya’da bin
vakada 10-12 can kaybına, ABD’de ise bin vakada 6.5 can kaybına neden
olmuştur (Yolun, 2020: 80).
Hayvanlardan geçen bulaşıcı hastalıkların ana ölüm nedeni olduğu ilkel
birikim döneminden kapitalizme geçiş sürecinde, yerleşik tarıma geçişe neden
olan çitleme hareketiyle tarımsal arazide özel mülkiyetin oluşması, pek çok
hayvanın yerinden edilmesine ve bulaşıcı hastalıkların insanlar arasında
yaygınlaşmasına neden oldu. 19. yüzyılda dünya ekonomisinde kapitalizme geçiş
sürecinin hızlanması, özellikle tarımsal üretimin metalaşması sürecinde doğa
üzerinde kurulan hegemonya, hayvanların yaşam alanlarında yarattığı tahribatla
birlikte, hayvanlardan geçen bulaşıcı hastalıkların artması sonucunu doğurdu. Bu
durum kapitalizm açısından bir sağlık krizinden çıkış için epidemiyolojik
dönüşümü zorunlu kıldı. Sanayi devrimi ile birlikte Batı Avrupa’da hayvanlardan
geçen bulaşıcı hastalıkların ana ölüm nedeni olduğu bir çağın yaşandığı bu
dönemin ardından, 1871- 1940 yılları arasında İngiltere ve Galler’de bir yılda
meydana gelen ölümlerde bulaşıcı hastalıkların oranının %31’den %10’a
geriletilmesiyle sona erdiği bilinmektedir (Leys, 2014: 18).
19. yüzyılda, sağlık hizmetleri ve kamusal hizmetlerde yaşanan gelişme
sonucunda ölüm oranı devrimi ile yaşam süresi uzamıştır (Leys, 2014). Ölüm
oranı devrimiyle insanların yaşam süresinin uzamasına neden olan pek çok
yapısal etken, kapitalizmin gelişimi ile doğrudan bağlantılıdır. Kapitalizme
geçişte, tarım devrimi, tarımsal ürünlerin metalaşması ve tarımda özel mülkiyet
ilişkilerin doğuşu, yoksullaşmayla birlikte sağlık krizine de yol açmaktaydı. 15.
yüzyıl sonundan 16. yüzyılın ilk yarısına kadar ortak kullanımı olan ekilebilir
toprakların yasalarla özel mülkiyete çevrilmesi, 18. yüzyılda sermaye çiftlikleri ve
tüccar çiftliklerin oluşumu ile sanayi kapitalizmine öncülük eden gelişmeler
yaşanmıştır (Marks, 2000: 688-89). Bu gelişmeler kapitalist üretim ilişkileri ile
tarım arazilerinde büyük çiftliklerin kurulmasıyla ormansızlaşan arazilerde kent
635
AP
Başak ERGÜDER
sanayilerinin kurulmasına yol açmaktaydı. Vahşi ormanların büyük sermayeli
şirketler tarafından ele geçirilmesi ile salgın coğrafyaları genişlemektedir (Birdal,
2020). Bu süreç ortak toprakların çitlenmesiyle başlamıştır:
İlkel birikim yöntemleriyle ortak toprakların çalınması…
kapitalist tarım için gerekli alan ele geçirilmiş; toprak,
sermayenin bir parçası haline getirilmiş ve kent sanayileri için
gerekli, ‘özgür’ ve yasadışı [yersiz-yurtsuz] proletarya
sağlanmıştır (Marks, 2000: 696-97).
20. yüzyıla doğru ekonomide kamusal mal ve hizmet üretimine geçiş, altyapı
hizmetlerinin iyileştirilmesiyle temiz suya erişim ve kanalizasyon sistemine ek
olarak bulaşıcı hastalıklardan korunmak için aşılamaya geçiş, devletin sağlık
hizmetlerinde düzenleyici ve denetleyici etkinliğinin artması (Leys, 2014: 19),
bulaşıcı hastalıkların ana ölüm nedeni olduğu dönemin sona ermesinde önemli rol
oynadı. İleri kapitalistleşmiş ülkelerde 1970’li yılların sonunda yoğun biçimde
tartışılmaya başlanan McKeown’un çalışmalarında, Sanayi Devrimi ile birlikte
ekonomik büyümenin beslenme alışkanlıkları ve yaşam standartlarını yükselterek
enfeksiyon hastalıklarına bağlı ölümlerin ve dolayısıyla erken ölümlerin hızla
düşmesine neden olduğu tezi öne sürülmektedir (Colgrove, 2002: 725-26).
McKeown, Sanayi Devrimi sonrasında Amerikan kentlerinde ölüm oranındaki
düşüşte ilaç endüstrisi ve halk sağlığı alanındaki gelişmelerin marjinal bir katkıya
sahip olduğunu vurgulamıştır (Colgrove, 2002: 728). Bu yaklaşıma yönelik
yapılan eleştiriler, bronşit, tüberküloz, sıtma gibi bulaşıcı hastalıklara bağlı
ölümlerin McKeown’un veri tabanında yeterince yer bulamamasının doğal bir
sonucu olarak ekonomik büyümenin olumsuz sonuçlarının göz ardı edildiği
yönündedir. McKeown’un tezine yönelik temel eleştiri, bulaşıcı hastalıkların
temiz suya erişememe, aşırı kalabalık çalışma ortamları, çarpık ve hızlı
kentleşmenin ölüm oranında artışa neden olduğu yönündedir ve bu bağlamda
kamu sağlığının geliştirilmesine yönelik sağlık politikalarının önemine vurgu
yapılmaktadırlar (Colgrove, 2002: 727). Ekonomik büyümenin insan yaşamı ve
sağlık politikaları üzerindeki etkileri, emekçi sınıfların çalışma koşulları ve sağlık
hizmetlerine
erişimde
karşılaştığı
eşitsizlikler
dikkate
alınmadan
değerlendirildiğinde, ekonomik büyümenin epidemiyolojik dönüşümün ana
belirleyeni olduğu tezi güçlenmektedir. Oysa ekonomik büyümenin yanı sıra
sağlık politikalarının toplumsal sınıflar üzerinde etkileri oldukça farklı olmaktadır.
Sağlık, proletaryanın/emekçinin yeniden üretimi açısından kilit rol
oynamaktadır. 20. yüzyıl kapitalizminde makbul birey; eğitimli, nitelikli ve
itaatkâr olduğu kadar sağlıklı da olmalıdır (Leys, 2014: 33). Keynesyen ekonomi
politikaların uygulanmaya başlamasıyla, sağlık politikasında tedavi devriminin
gerçekleşmesi sonucunda bulaşıcı hastalıkların ana ölüm nedeni olduğu çağ sona
636
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
ererken, bulaşıcı olmayan kronik hastalıkların ve yaşlılığın ölüm nedeni olduğu
bir çağa geçilmiştir (Leys, 2014: 16). 1950 yılına kadar ortalama yaşama süresi
70’e çıkarken, kronik hastalıklar, genellikle de yaşlılarda gelişerek başlıca ölüm
nedeni haline gelir (Leys, 2014: 16). İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde tedavi
devrimini başlatan esas gelişmeler, tıp alanındaki araştırmalar, devlet tarafından
finanse edilen üniversite laboratuvarları ve kâr amacı gütmeyen kurumlarca
desteklenen araştırma kuruluşları tarafından yürütülen çalışmalar sonucunda
sağlanmıştır. Bu gelişmeler diğer yandan aile firmalarının ilaç piyasasındaki
gücünün hızla arttırmasına yol açmaktaydı. 1930’lu yıllarda kronik hastalıklara
yönelik yeni ilaçların pazarda yaratacağı potansiyel talep açığa çıkınca, Hoffman
La Roche, Merck, Eli Lilly ve Glaxo Smith Kline çatısı altında birleşen firmalar
gibi günümüz ilaç endüstrisinde aile şirketlerinin pek çoğu ani bir büyüme hızına
ulaştı ve devlet tarafından finanse edilen laboratuvarlarda çalışan araştırma
ekiplerini bünyelerine katmaya, ilaçların deneme ve pazarlama faaliyetlerine
yatırım yapmaya başladılar (Leys, 2014: 28). İkinci Dünya Savaşı sonrası
epidemiyolojik dönüşümün sonuçları sağlık sisteminde salgın ve akut hastalıkların
yerini alan kanser ve kalp hastalığı gibi kronik hastalıklara yönelik sağlık
politikalarının güçlenmesiyle birlikte, sağlık harcamalarının bileşimi de değişir
(Ağartan, 2011: 45-46). Böylece salgınların hızla yayılmasının doğal biçimde
karşılanacağı, kronik hastalıklara odaklanan yeni bir reform sürecine girildi.
Sağlık Araştırmaları Küresel Forumu’na göre, dünya genelinde her yıl tıp
araştırmaları için harcanan 70 milyar doların yaklaşık %90’lık kısmı, küresel
hastalıkların toplamının %10’una yönelik araştırmalar için ayrılmaktadır (Leys,
2014: 31).
2. COVID-19 PANDEMİSİNDE KAYNAKLARIN YENİDEN TAHSİSİ
Uluslararası Para Fonu (IMF), dünya ekonomisinin bu yıl [2020]
%3 küçüleceğini tahmin ediyor. Bu, 1930'lara damga vuran
Büyük Buhrandan beri yaşanan en sert daralma olabilir (BBC
News, 2020a).
Büyük Buhran sonrasında etkili olan Keynesyen ekonomi politikada krizden
çıkış için maliye politikalarının etkinliği ve kamu harcamalarını arttırıcı talep
yönlü politikaların uygulanması, pandemi krizinden çıkış açısından günümüzde
yeniden tartışılmaktadır. Dünya finansal krizler tarihi incelendiğinde, 1929
krizinde devletin maliye politikaları ile ekonomiye müdahalesine benzer biçimde
2008 krizi sonrasında da kamu-özel sektör işbirlikleri, batan firmaların
kurtarılması ve zararların paylaşımında devletin piyasa ekonomisine müdahale
olanakları genişletilerek yeniden göreve çağrıldığı görülmektedir. 2008 krizi
sonrası dönemde finansal bağımlılığı yüksek olan Küresel Güney, siyasal
637
AP
Başak ERGÜDER
iktidarlar eliyle finans aktörlerinin neden olduğu finansal krizlerle birlikte yeni
krizlere açık hale geldi (Yalman, 2021: 102-103).
COVID-19 pandemisi, dünya ekonomisinde finansal veya üretken sermaye
birikimi süreçlerinde yaşanan krizlerden bağımsız olarak değerlendirilemez.
Sermayenin yeniden ilkel birikim yoluna başvurması ile doğaya yönelik ağır
saldırısı sonrası yaşanan pandemi, kapitalizmin derinleşen krizi ile doğrudan
bağlantılıdır (Gülalp, 2021: 12). Sermaye birikim rejimi tıpkı ilkel birikim
döneminde olduğu gibi zora dayalı biçimde sürdürülebilir kılınmakta, bu nedenle
kişisel iktidar mekanizmaları ve keyfi el koyma süreçleri otokratik yönetimlerce
desteklenmekte, kapitalizmin derinleşen krizlerine dünya çapında yaygınlaşan
otokratik yönetimler neden olmakta ve eşlik etmektedir (Gülalp, 2021: 20). Bu
yaklaşımın temel çıkarımlarından biri, COVID-19 pandemisinin kapitalizmin 40
yıl boyunca devam eden neoliberal döneminde yaşadığı krizi derinleştirdiği
oranda, kapitalizm sonrası dönemi başlatma potansiyelini barındırdığıdır.
Devlet kapitalizmi tezini benimseyen yazarlara göre COVID-19 krizi, kamu
kapasitesi özelleştirme politikalarıyla tahrip edilmiş ülkelerde devletin geri
dönüşünü meşrulaştıracak koşulları yaratır, ancak devletin geri dönüşü
sermayenin etki alanını sınırlamak yerine ona istikrar kazandırmayı amaçlar
(Büyükkarabacak, 2021: 111). Çin, Rusya ve Mısır’da daha otoriter, Brezilya ve
Endonezya’da ise daha demokratik özellikler sergileyen devlet kapitalizmine
dayalı sermaye birikim süreci, devletin ekonomide en etkin aktör haline geldiği
ve piyasaları siyasi kazanç elde etmek için değerlendirdiği, özel mülkiyet
statüsündeki dev ulusal şirketlerin zararlarının kamusallaştırıldığı bir sistem halini
alır (Büyükkarabacak, 2021: 120). Pandemi dönemi devletlerin ekonomiye
müdahalesinde özellikle kurtarma paketlerinde, şirketlere dönük kurtarma
operasyonlarının, işsizlik ve yoksullukla mücadelenin önüne geçmesi
(Büyükkarabacak, 2021: 122), devlet kapitalizminin politik refleksi hakkında daha
geniş bir fikir vermektedir. Her iki yaklaşım da pandemi krizini, kapitalizmin bir
krizi olarak görmekte, ilk yaklaşım yeniden üretim alanında yaşanan krizin sistem
içinde aşılayamayacak boyutlara ulaşması ihtimalinde kapitalizm sonrası bir
dönüşüme olanak sağlama olasılığına vurgu yaparken (Gülalp, 2021), ikinci
yaklaşım (Büyükkarabacak, 2021), kapitalizmin yeni evresi olan neo-merkantilist
aşamada, otoriter ve piyasacı özellikleriyle devlet kapitalizmi karşısında
güvencesizler hareketinin toplumsal taleplerinin dönüştürücü gücüne vurgu
yapmaktadır. Her iki yaklaşım da pandemi krizinin yarattığı tahribatı, 2008 krizi
ile derinleşen finansallaşma sürecinin bir sonucu olarak ele almaktadır. COVID19 krizini sosyal ve ekolojik sistemin krizi olarak ele alan analizlerde; finans,
ekonomi, çevre ve toplumsal sistemler arasındaki bağlantılar iyi kurulmadan
638
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
krizden çıkışın mümkün olmayacağı yaklaşımı benimsenmektedir (Hynes, 2021:
336).
2008 krizi sonrası dönemde devletin, piyasayı düzenleyen bir aktör olarak
yeniden gündeme gelmesi, istihdam olanaklarına yönelik kamu harcamalarına
yönelmesi, eğitim, sağlık ve çevreye yönelik çözüm önerilerinin sınırlı boyutta da
olsa tartışılması söz konusudur (Toprak, 2010: 90). 2008 krizi sonrasında olduğu
gibi COVID-19 pandemisi ile birlikte dünyada devletin piyasa ekonomisine
müdahalesinin artması yönündeki beklentinin arttığı görülmekte, devletin göreve
çağrılması, üretimde, tedarik zincirlerinde, gelir bölüşümünde, sağlık, eğitim ve
çevre alanlarında kamusal mal ve hizmet üretimin artması, özetle kamu kesiminin
ekonomideki ağırlığının artması yönündeki yaklaşımların daha fazla geçerlilik
kazandığı görülmektedir. Pandemi döneminde pek çok ülkede salgının yarattığı
iktisadi kayıplarla mücadele için açıklanan ekonomik tedbir paketleri bu açıdan
incelenmelidir. Acaba, devletler ekonomik tedbir paketleri ile kaynakları kim için
ve nasıl tahsis etmektedirler?
Dünya ekonomisini etkileyen salgın karşısında açıklanan ekonomik tedbir
paketlerinde ele alınan önlemler arasında küresel ekonomiye entegrasyonu
hızlandıran ulusal sektörlere yönelik destek ve teşvikler ile çalışan nüfusa yönelik
desteklerin yer aldığı görülmektedir. Salgın sonrası açıklanan ekonomik tedbir
paketleri incelendiğinde Fransa’da pandemi dönemi açıklanan tedbir paketleri ile
ülkeyi elektrikli araç üretiminin merkezi haline getirecek yatırımlar teşvik
edilirken, Çin’de ulaşım, inşaat ve imalat sektöründe katma değer vergisinde
indirime gidilmesi, Almanya’da iflasın eşiğinde olan havayolu şirketi
Lufthansa’nın %20'sinin kamulaştırılması ve şirketin zararlarının finansmanı için
büyük ölçekli bir ek destek paketi açıklanması, Japonya’da ise zor durumdaki
şirketlere mali yardım ve kira yardımının yapılması, uluslararası pazarlara açılan
ulusal sektörlere yönelik desteklerdir. Benzer biçimde Hindistan’da GSYH'nin
%10'una denk düşen tedbir paketinde yabancı şirketler için yatırımcıları özendirici
teşviklere yer verilmekteydi (BBC News, 2020b). Uluslararası sermaye birikim
sürecinde yer alan sektörler ve firmalar pandemi krizinden devlet eliyle
korunmakta ve zararları kamusallaştırılmaktadır. Pandemi krizi, servet
bölüşümünde büyük servet sahiplerinin servetlerini hızla arttıracağı bir sürece yol
açan bir gelişmeye neden olmuş, krizin yoksullaştırıcı etkisinin en yoğun
hissedildiği ilk aylarda, dünyanın önde gelen borsalarındaki hızlı yükselişler,
büyük sermaye gruplarının birikimlerini arttırmaya devam ettirdiğini
göstermektedir (Gülalp, 2021: 22).
COVID-19 pandemisi tıpkı yüzyıllar önce diğer salgınlarda yaşandığı gibi
eğitimden, sağlığa, toplumsal yaşamdan, siyasete pek çok alanda uzun vadeli
etkiler bırakma, kapitalizmin üretim ve yeniden üretim mekanizmalarında yeni
639
AP
Başak ERGÜDER
krizler yaratma potansiyelini barındırma olasılığına kuvvetle sahiptir. Bu noktada
sorulması gereken, pandemi sonrası dönem devletin ekonomideki ağırlığı ve
rolünün ne olacağı, kamu kesimi ile özel kesim arasındaki ilişkilerin nasıl
gelişeceğidir. Bu bağlamda, Dünya ekonomisinin salgınla karşı karşıya kaldığı
dönemin özellikleri oldukça dikkat çekicidir. Pandemi çıkmadan aylar öncesine
kadar, ekonomide krize müdahale araçlarının etkisizliğine yönelik tartışmalarda
kapsayıcı devlet müdahalesi seçeneği belirgin hale gelmekteydi. Yeni bir
toplumsal işbölümüne yönelik bu tartışmaların gittikçe gündemi daha fazla
meşgul ettiği bir dönemden sonra salgınla karşı karşıya kalındı. Bu noktada IMF
de dahil olmak üzere pek çok kurum, kamu maliyesi politikalarının öneminin
altını çizmekte, devlet-piyasa ilişkisinde devletin ağırlığının artmasına yönelik
yaklaşımlar öne çıkmaktadır (Yalman, 2021: 105).
Pandemi dönemi Türkiye ekonomisinde devletin piyasada talep yaratması,
piyasadaki son alıcının devlet olmasına yönelik öneriler tartışıldı. TEPAV
tarafından hazırlanan 2020 Mart ayı politika notunda pandeminin sektörel bazda
yaratacağı etkilere karşı devletin neler yapması gerektiği konusunda bir dizi
öneriler getirilmiştir. Devletin, pandemiden kaynaklı olarak talepte meydana
gelen düşüşünü engellemek için “son kertede alıcı olarak alım garantileri ile geçici
bir süre için devreye girmesi” (Özatay ve Sak, 2020: 3) yönündeki öneri, devletin
ekonomiye doğrudan müdahale etmesinin ve özellikle özel sektörün kârlılığını
devam ettirmek hedefine yönelik müdahale fikrinin benimsendiğini
göstermektedir. Bu yaklaşım, ekonomide talep yaratmak hedefiyle Keynesyen
telafi edici maliye politikalarının hane halklarına yönelik talep yaratma
dinamiğinden uzak olduğu oranda, özelleştirilmiş Keynesçilik uygulamalarının
devamı niteliğindedir. 1980 sonrası kamu harcamalarının azaltılması; özellikle
eğitim, sağlık gibi yeniden üretim alanlarında refah politikalarının terk edilmesi,
özelleştirmeler, kamu denetiminin azaltılmasıyla ekonomide devlet
müdahaleciliği ve devlet denetiminin azalması, özelleştirilmiş Keynesyen
uygulamalardı (Pamuk, 2014: 263). TEPAV Politika Notu’nda (Özatay ve Sak,
2020) pandemi döneminde Türkiye’de sektörel bazda ve değer zincirlerinin işler
tutulması amacıyla, ücret gelirlerine yönelik öneriler de sunulmaktadır:
Firmaların yükümlülüklerini sonu belirsiz bir dönem için tatil
etmelerini engellemek ve onları kendi değer zincirleri içinde işler
halde tutmak kamu müdahalesinin temel hedefi olmalıdır. …Bu
çerçevede, devletin, işsiz kalanların normal zamanlarda elde
ettikleri ücret gelirlerinin ve kapanan işyerlerinin sermaye
kazançlarının önemli bir kısmını üstlenmesi gerekebilecektir
(Özatay ve Sak, 2020: 6).
640
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
Salgınla mücadelede ekonomik tedbir paketlerindeki bazı önerilerin, 1929
krizi sonrası maliye politikalarının, özellikle telafi edici kamu harcamalarının
krizden çıkıştaki etkisini benimseyen Keynesyen ekonomi politika ile uyumlu
olduğu görülmektedir. Bu bağlamda, yatırımların sosyalleştirilmesi ve efektif
talebin yükseltilmesinde, devletin ekonomiye dolaysız müdahale olanakları
açısından maliye politikası kullanılmalıdır (Kazgan, 2004: 233). İkinci Dünya
Savaşı sonrası Keynesyen yaklaşımla çok da uyumlu olmayan Bretton Woods
sistemi, 20. yüzyılın sonunda küreselleşme süreci ile birlikte yeniden
yapılandırılarak pek çok ekonomik ve siyasi soruna neden oldu (Buğra vd., 2020:
159). Devletin göreve çağrılması ile piyasa ekonomisindeki etki alanını
genişletmesi, Keynesyen yaklaşımın geri dönüşü anlamına gelmemektedir. Aynı
zamanda salgınla mücadelede kaynakların yeniden tahsisinde kamu harcamaları
yoluyla hane halkının tüketim talebini arttıracak bir yaklaşım da izlenmemektedir.
Kaynakların yeniden tahsisinde erken ve geç kapitalistleşmiş ülkeler arasındaki
temel ayrım, ekonomik büyümenin sürdürülmesi ile can kaybının minimize
edilmesi arasındaki politik tercih ve bu tercihin hayata geçirilmesinde sağlık
hizmetlerinin kamusallaşmasının düzeyidir.
Küresel Kuzey, yeterli kaynaklara sahip olmasına karşın, bu kaynakları
insan yaşamını merkeze alan bir politika izleyerek kullanmamakta, eşgüdümsüz
ve yetersiz sağlık sistemini özelleştirmenin yarattığı sınırlar içinde ekonomik kayıp
ile can kaybını aynı terazide tartmaktadır (Doğru ve Karabıyıkoğlu, 2021: 94).
Küresel Kuzey açısından istisnai bir örnek olan Yeni Zelanda’da COVID-19
virüsünü yok etme politikası, yalıtılmış bir ada olmanın sağladığı avantajın doğru
politikalarla desteklenmesiyle başarıya ulaşmıştır (Doğru ve Karabıyıkoğlu, 2021:
91). İngiltere’de yaşlılar COVID-19 pandemisinden dolayı huzurevlerine
gönderilmiş, Ulusal Sağlık Sistemi kaynakları özel şirketlere ödenek olarak tahsis
edilmiştir (Doğru ve Karabıyıkoğlu, 2021: 95). Küresel Güney’de ise kaynak
yetersizliği politik tercihlerin uygulama alanı bulmasını sınırlamakta ancak
engellememektedir.
Pandemi ile mücadelede başarılı olan Vietnam, Etiyopya, Senegal, Gana ve
Küba’da merkezi hükümetlerin uyguladıkları politikaların rolü önemlidir (Doğru
ve Karabıyıkoğlu, 2021: 88-89). İngiltere, Almanya, ABD, İtalya ve İspanya’da
gayrisafi yurt içi hasıla kaybı konusundaki çekinceler, salgın karşısında kapanma
önlemlerinin alınmasını sınırladı. Ülke örnekleri incelendiğinde üretim kaybını
minimize etme ile salgını baskılama ve hafifletme arasında bir çelişkinin olmadığı
görülmektedir. Gayrisafi yurt içi hasıla kaybı ve can kaybının en fazla olduğu
ülkeler ABD, Brezilya ve İngiltere iken, bu ülkeleri Fransa, İtalya ve Almanya
izlemektedir. Buna karşın Güney Kore, Vietnam, Çin, Tayland gibi can kaybının
daha az olduğu ülkelerde gayri safi yurt içi hasıla kaybı eksiye düşmeyecektir
641
AP
Başak ERGÜDER
(Doğru ve Karabıyıkoğlu, 2021: 90). Küresel Kuzey’in yeterli kaynağa sahip
olmasına karşın başarısızlığının nedeni neoliberalizmin işlevsizliği ve sağlık
sisteminin özelleştirilerek çözülmesinden istifade eden neoliberal yöneticilerin
stratejilerinden kaynaklanmaktadır (Doğru ve Karabıyıkoğlu, 2021: 91).
Otoriterleşen yönetimler, salgınla mücadelede toplumsal sınıflar arasında
eşitsizlikleri hesaba katmaksızın, neoliberal politikaların sürdürülebilirliğine
odaklandılar. Böylece COVID-19 virüsü, toplumsal ve bölgesel eşitsizlikleri
arttıracak bir eşitsizlik virüsü haline geldi. Dünya genelinde iktisatçıların %87’si
pandeminin gelir eşitsizliğini arttıracağını, üçte ikisi ise hükümetlerin eşitsizlikle
mücadele planı olmadığını düşünmektedir (OXFAM, 2021: 8).
Küresel Kuzey ülkeleri açısından salgınla mücadele döneminde hazırlanan
ekonomik tedbir paketleri, kamusal kaynakların güçlendirilmesi yerine ekonomik
büyüme ve bu hedefe yönelik olarak özel sektörün salgın nedeniyle oluşan
zararlarının devlet tarafından karşılanması olarak özetlenebilir. ABD Hazine
Bakanlığı, Merkez Bankası (FED) ve Kongre’nin kurtarma operasyonu ile Mart
ve Haziran 2020’de yaklaşık 500 milyar dolar tutarında iki farklı kurtarma paketi
büyük şirketlerin kullanımına sunulurken, şirketlerin kaynak kullanımında
tamamen serbest bırakılması, şirketlerin üretken sermaye birikimi ile kazançları
arasındaki bağın daha da zayıflamasına yol açmıştı (Gülalp, 2021: 23).
Finansallaşma ile üretken olmayan sermaye birikiminde yaşanan gelişmeler,
pandemi döneminde daha görünür hale gelmiştir. G-20 ülkelerinde pandemiye
yönelik harcamalar toplamı olan 3,49 trilyon dolar, dünya zenginlerin MartAralık 2020 dönemindeki servet artışına eşittir (OXFAM, 2021: 11).
Finansallaşma dönemi boyunca bir eğilim olarak devam eden üretken
sermaye birikim hızının yavaşlaması, aynı zamanda kamusal sağlık hizmetlerine
ulaşım hakkının sınırlanması ile birlikte salgının olumsuz etkilerini hızlandırdı:
Artan işsizlik, ölümler ve yoksulluk. Salgın güvencesiz çalışmanın
yaygınlaşmasına neden olarak toplumsal eşitsizlikleri keskinleştirmekte, pek çok
insan için evde kalmak, gelirsiz kalma ve çalışıp enfekte olma arasında yapacakları
zor bir seçim haline gelmektedir (Buğra vd., 2020: 142). Dünya Bankası’nın
tahminlerine göre dünyadaki tüm hükümetler pandeminin yarattığı gelir kaybı ve
işsizliği ortadan kaldırmak için harekete geçerse, yoksulluğun pandemi öncesi
seviyesine dönmesi en az üç yılı alacaktır (OXFAM, 2021: 8).
Finansallaşmanın hane halkları üzerindeki doğrudan etkileri, sağlık
hizmetlerinden yararlanmada eşitsizlikler yaratmaktadır. Artan borçluluğun
kişisel gelir düzeyi üzerindeki etkileri, sosyal güvenlik sistemlerinin
finansallaşmasıyla gelir güvencesinin azalması, finansallaşma eğilimiyle kamusal
sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ile sağlık hizmetlerinden yararlanmada
642
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
eşitsizlik eğilimi güçlenmektedir (Gouzoulis ve Galanis, 2021: 4-5). ABD’de 2008
krizi döneminde Amerikan isçilerinin %60’ı, işyeri sağlık sigortası kapsamındaydı.
Sağlık sigortasına sahip olan çalışanlar açısından ise sağlık katkı payları,
kesintileri, nakit sağlık harcamaları ve sigorta prim tutarları arttırıldı ve işverenler
maliyetlerini işçilerin omuzlarına yüklediler (Gottschalk, 2014: 138). Amerika,
sağlık hakkının özel sigorta şirketleri tarafından düzenlendiği, Dünya’da tüm
vatandaşlarına tıbbi tedavi sağlayamayan tek gelişmiş ülkedir (Özden, 2006: 29).
Sağlık hizmetlerinin piyasalaşmasının yarattığı en önemli sonuç, halkın önemli bir
kesiminin sağlık hizmetlerine erişimde yaşandığı sıkıntılardır. Sosyal refah devleti
modelinin 1929 krizi sonrası uygulama alanı bulması, günümüzde pandemi krizi
yeniden üretim krizini aşmak için sağlık ve eğitimde refah devleti modelinin
uygulanmasına yönelik talepleri ortaya çıkarmaktadır. Keynesyen politikaların,
krizden çıkışı talep yönlü politika ile düzenlemesi, kamu harcamalarının
artmasının, milli gelir düzeyinde kamu harcamalarının çok da üzerinde bir artış
yaratacak olan çarpan etkisi varsayımına dayanmaktadır. Bu bağlamda politika
yapıcılar, hane halklarının istihdam ve ücretlerine odaklanmalıdır. ABD’de 2021
yılında açıklanan İstihdam ve Aile planları bu amaca yönelik refah dönemini
hatırlatacak bazı unsurlara sahiptir:
Analistlere göre bu [yeni istihdam planı], 1960'lardan beri
ABD’de sosyal hizmetlere yapılan en büyük yatırım olacak.
...Biden’ın açıkladığı iki plan bulunuyor. Bunlardan biri
Amerikan İstihdam Planı, diğeri ise Amerikan Aile Planı. Biden
bu planların kurumlar vergisi ve en zenginlere uygulanan
vergilerdeki artışla karşılanacağını söyledi. …İstihdam planının
mavi yakalıların ABD'yi yeniden inşa planı olduğunu belirten
Biden, bunun yüksek hızlı internet, köprü ve yol gibi bağlantıları
artıracağını söyledi. …Amerikan işçilerinin elektrikli araç ve
batarya üretiminde dünyaya liderlik etmemesi için hiçbir neden
yok. …Planda 3-4 yaşındaki tüm çocuklara ücretsiz kreş, ücretli
izin, hastalık izni, sağlık sigortası sübvansiyonu, ücretsiz kolej
eğitimi ve pandemi nedeniyle getirilen vergi istisnasının
uzaltılması yer alıyor (BBC News, 2021).
ABD’de uygulanacak tedbir önlemleri kapsamında istihdam ve aile
planları, sermaye birikim sürecinde uluslararası rekabete açık sektörlerin
çalışanlarının emek-gücünün yeniden üretim sürecini düzenlemekle sınırlı kalma
potansiyeline sahiptir. Bu haliyle planlar, emekçilerin işsizlik ve yoksulluk
sorunlarından çok, tedarik zincirlerinin ve sermaye birikiminin kesintiye
uğramamasına, ekonomik büyüme hedefine yöneliktirler.
643
AP
Başak ERGÜDER
3. SAĞLIK HİZMETLERİNİN
SAĞLIK HAKKI
ÖZELLEŞTİRİLMESİ
SÜRECİNDE
Salgın sonrası uzun vadeli dönüşüm yaşanacak alanlardan biri krizin
gerçekleştiği sağlık politikalarıdır. 21. yüzyıla gelindiğinde ekonomik büyümenin
yaşam süresini uzattığı yönündeki tez ve sağlık sisteminde talebin sınırsız olduğu
yönündeki yaklaşım, sağlık hizmetlerinin hızla özelleştirilmesine neden oldu.
Sağlık hizmetlerinin finansmanında esas sorun sağlığa ayrılan kamu
kaynaklarının GSMH içindeki payı ne olmalı sorusundan oldukça farklıydı,
harcamaların vergilerle nasıl karşılandığı sorusu önem kazandı (Leys, 2014: 34).
Tersine hizmet yasasının geçerli olduğu sağlık alanında, sunulan sağlık hizmeti ile
ihtiyaç arasında ters orantılı ilişki olduğu varsayılmaktadır. İhtiyaçların artması,
sağlık hizmetlerinin arzını arttırmamakta, bu ise sağlık hizmetlerin
piyasalaşmasında yoksul kesimlerin sağlık sorunlarının hızla dışlanmasına neden
olmaktadır. Yeni ve pahalı ilaçların tüketim pazarını oluşturacak kronik
rahatsızlıklara yönelik bir patent koruması zırhına bürünmüş sağlık hizmetleri,
sağlığın piyasalaşmasına yol açtı. Kolera, verem, tüberküloz ve AIDS gibi bulaşıcı
hastalıklar sağlık piyasasında hedef hizmetler olmaktan çıkarıldı (Applbaum,
2014: 105).
21. yüzyılda ulusal sağlık hizmetlerinin COVID-19 pandemisine hazırlıksız
yakalanmasına yol açan ise sağlık reformlarında devletin rolünün asgari düzeye
çekilmesine yol açan piyasacı yaklaşımdır. Bu durum gelişmiş ülkelerde refah
devleti politikalarından vazgeçilmesi ile yaşanan dibe doğru yarış çerçevesindeki
küçülme eğiliminin (Ağartan, 2011: 52), gelişmekte olan ülkeler tarafından da
izlenmesinin doğal sonucu olarak görülmelidir. Ancak, gelişmekte olan ülkelerde
sağlık bütçeleri iki boyutlu bir mücadeleyle karşı karşıya kalıyor. Yoksullar
bulaşıcı hastalık ve ishalle, yetersiz beslenme ve benzeri sorunlarla boğuşurken,
daha varlıklı kesimlerde kalp-damar hastalıkları, kanser, alerjiler, depresyon ve
diğer “zengin hastalıkları” ile uğraşmaktadır. Sağlık endüstrisinde “zengin
hastalıkları” olarak adlandırılan pek çok hastalık hem görülme hem de teşhis
edilme sıklıklarının ekonomik olanaklarla doğru orantılı olduğu yeni bir sağlık
politikasına yol açar. Sağlığın metalaşmasıyla, piyasada sunulan diğer özel mal ve
hizmetlerde yaşanan, hedefi zengin müşteriler olan pazarlama süreci işlemektedir
ancak bir farkla, kamu sağlık hizmetleri talebine yönelik harcamalar bütçede
ayrılan ödeneklerde bekletilirken, zenginlerin sağlık hizmeti talepleri, yoksulların
ihtiyaçları karşısında daima önceliklidir (Applbaum, 2014: 105).
Küresel ekonomide yaygınlaşan bir eğilim olarak “tüm kamu hizmetlerinin
uluslararası hizmet sağlayıcıların rekabetine açılması” (Leys, 2011: 96) sonucunda
oluşan dev sağlık endüstrisi piyasa ekonomisinin ayrılmaz bir parçası/sektörü
644
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
haline geldikçe, devlet hizmet sunucusu olmak yerine, hizmeti finanse eden
kurum/aktör haline gelmektedir (Leys, 2011: 95).
Sağlık hizmetlerinde dönüşüm açısından sosyal refah dönemi politikalarına
en yakın uygulamaların ele alınması açısından Avrupa ülkeleri, Çin, Hindistan ve
Küba’ya bakmakta fayda var. Avrupa ülkelerinde son yıllarda sağlık hizmetlerin
piyasacı bir anlayışla sunulmasıyla bağlantılı değişimler yaşanmakta ve sağlık
harcamalarının finansmanında kamu harcamaları hızla azalmaktadır. Sağlık
hizmetlerinin kamusal niteliği hızla aşınırken, sağlıkta metalaşmayı hızlandıran
özel sigorta sistemine geçişin ardından farklı sigorta ve sosyal güvenlik sistemleri
arasındaki rekabet, sağlık hizmetlerine erişimde eşitsizlik yaratmaktadır.
Avrupa’da sağlık hizmetinin pazarlanabilir ve piyasada alınıp satılabilir bir meta
haline gelmesinde farklı mekanizmalar birlikte önemli rol oynar. “Sağlık
hizmetlerinin finansmanı ile sunumu arasındaki bağın kopartılması; sağlık
hizmeti tedarikçilerine özerklik tanınması, kamu hastanelerinin özel yatırımcılara
satılması ve yeni özel hastanelerin inşası; sektörün kendi içinde piyasalara
ayrılması, taşeronlaştırma, kamu-özel sektör ortaklıkları ve özel finans
teşebbüsleri” (Hermann, 2014: 160), sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinde etkili
olan mekanizmalardır.
Avrupa ülkelerinde kamu harcamaları içindeki sağlık harcamaları payının
azaltılmasına neden olan gelişme, sağlık giderlerindeki artışı, bütçeden
karşılanmadığı sürece kabul edilebilir gören ulusal sağlık politikalarıdır
(Hermann, 2014: 161). Almanya’da hastane başına düşen yatak ve hasta başına
düşen personel sayılarının özellikle özel hastanelerde hızla düşmesinin doğal
sonucu hastanelerdeki iş yükünün artmasıdır. Sağlık hizmetlerinde verimlilik ve
etkinlik kıstaslarına dayalı olarak gerçekleşen özelleştirmeler, hastanelerin idari
birimleri hariç, sağlık hizmetlerinin verimliliğini arttırmamaktadır. İngiltere’de
ulusal sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin yarattığı maliyet artışını gidermek
için, sağlık personelinin sayısının azaltılması yoluna başvurulmamakta,
hastanelerdeki yatak sayılarının azaltılması tercih edilmektedir (Hermann, 2014:
162). Almanya’da sağlık personeli sayısının azaltılması, İngiltere’de ise
hastanelerdeki yatak sayısının azaltılması ile sonuçlanan özelleştirme süreci,
COVID-19 döneminde pek çok hastanın, hastanede yatak bulamaması ve tedavi
olamamasına neden olmuştur.
Sağlık ve eğitimde başarılı bir sosyal refah devleti uygulaması olan
Finlandiya’da ise sağlık hizmetlerinin sunumunda devlet ve belediyeler işbirliği
içindedir. Sağlık hizmetlerin özelleştirilmesi sürecine karşıt bir eğilim olarak
Finlandiya’da sağlık sistemi ağırlıkla kamu kesimi tarafından finanse edilir.
1999’da kamu sağlık sektörü aktivitelerinin %43’ü belediyeler tarafından, %18’i
645
AP
Başak ERGÜDER
merkezi hükümet tarafından, %15’i sosyal güvenlik kurumu tarafından –kamu
sigorta sistemiyle–, %24’ü ise özel sektör tarafından finanse ediliyordu (Özden,
2006: 32). Salgın döneminde Finlandiya’da yaşanan başarının ardında sağlık
hizmetlerinin kamusal niteliğinin korunması ve herkes için sağlık hizmetlerinin
erişebilir olması önemli rol oynamıştır.
Sağlık hizmetlerinin ulusal düzeyde kamusal hizmet olarak sunulduğu Küba
ambargo sonrası dönem 1993 yılında meydana gelen optik nöropati salgınının
ardından, erken uyarı sistemi oluşturmak üzere epidemiyolojik takip alanında bir
dizi reforma giderken, sağlık hizmetlerinin temel bir insan olarak herkese ücretsiz
sunulması ilkesini takip etti (Feinsilver, 2014: 245). Küba’da 1959 devriminden
itibaren sağlık politikalarını belirleyen beş temel ilke; sağlık hizmetlerine erişimin
herkes için hak olarak tanımlanması, bu nedenle sağlık hizmetlerinin ücretsiz
olması, kamusal sağlığın hükümetin sorumluluğunda olması, bakım hizmetlerinin
hastalıklara karşı koruyucu, önleyici ve bilgilendirici olması, halkın ve taban
örgütlerinin kamu sağlık sisteminde yer alması ve sağlık hizmetlerinin sosyoekonomik gelişmeye yönelik olarak geliştirilmesidir (Özden, 2006: 30). Sağlık
hizmetlerinin sunumunda tedavi edici tıp yerine önleyici tıbba öncelik tanınması
ile birinci basamak sağlık kuruşlarının sayısında artış yakalanırken, hastane sayısı
azaltıldı, pek çok poliklinik ise doğumevi ve yaşlılar evi olarak yeniden düzenlendi
(Feinsilver, 2014: 248). Küba’nın salgın döneminde elde ettiği başarıda, önleyici
tıbba verilen önem ve sağlık hizmetlerine erişimin herkes için hak olarak
tanımlanması, tıp araştırmalarının merkezi hükümet tarafından desteklenmesi
önemli rol oynamıştır.
Çin’de yaşanan gelişmeler ise, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi sürecinin
oldukça farklı yaşandığı bir süreçtir. 1990’lı yıllarda Neoliberal trickling-down
kuramını benimseyen Çin’de, ekonomik büyüme sonucunda herkesin kendi
olanakları ile sağlık hizmetlerini piyasadan karşılayacağı yönündeki beklenti
sonucunda işçi ailelerinin, serbest sektör çalışanlarının ve göçmenlerin sağlık
sigortası dışında kalması ile sonuçlanan bir süreç yaşanmaktaydı (Wang, 2014:
268-67). Sağlık hizmetleri sunumunda devletin payı hızla azaldı ve 2001 yılında
devletçe tahsis edilen kaynakların payı yaklaşık %16, sosyal sigortalıların payı ise
%24’te kaldı (Wang, 2014: 273). 2008 yılında nüfusun yaklaşık %88’inin sigorta
kapsamına alınması, 2009 sağlık reformunda 2020 yılında herkes için uygun fiyatlı
ve etkin sağlık hizmeti sunulmasına yönelik hedefin belirlenmesiyle, sağlık
hizmetlerinde özelleştirme süreci terk edilmiş, sağlık hizmetlerinin
kamusallaştırıldığı bir süreç başlamıştır (Wang, 2014: 283).
Hindistan’da ise sağlık hizmetlerinin kamusal hizmet olmaktan
uzaklaşması, yoksulluğun artmasına yol açmaktadır. 2004 yılında kırsal kesimin
646
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
%59’u, kentsel kesimin ise %62’si özel hastanelerde, kişisel gelirleri yetmediği için
daha fazla borçlanarak tedavi olmaya çalışıyordu (Rao, 2014: 297). Sağlık
harcamalarının orta sınıflar için bile oldukça zorlayıcı olmaya başlamasının yanı
sıra, sağlık hizmetleri açısından zenginler ve yoksulları birbirinden ayıran sınırlar
belirginleşmektedir. Hindistan’da sağlık hizmetlerin %83’ü işçilerin özel
harcamaları ile karşılanırken, hiçbir sağlık hizmeti almayan insanların sayısı hızla
artmaktadır (Rao, 2014: 298). Sağlık hizmetlerinin sunumunda ise özelleştirme
eğiliminin artması, devletin, temel sağlık hizmetlerinde kamu yatırımlarını
azaltması; ayakta ve yatarak tedavide özel kuruluşların kullanımının
yaygınlaşması sonucunda kamu tarafından finanse edilen sağlık hizmetlerinden
vazgeçilmekte, yoksulların dışlanmasına dönük politikalar güç kazanmaktadır
(Rao, 2014: 300). Hindistan, Çin’in aksine yeni salgın dalgaları karşısında son
derece korumasız hale gelmekte ve salgınlar çok ciddi can kayıpları ile
sonuçlanmaktadır.
Sağlık hizmetlerinde sosyal politikaların etkisiyle kamu sağlık sistemlerinin
güçlendirilmesi, gelir adaleti konusunda olumlu etkiler yaratmaktadır. Sosyal
demokrasi ile neoliberalizm arasındaki fark, adalet ve yoksulluk ile birlikte genel
sağlık politikalarından da izlenebilir. Neoliberal politikaların etkili olmaya
başladığı 1990’lı yıllarda ekonomik krizlerin ardından Dünya Bankası’nın
programını uygulayarak kamu harcamalarını azaltmayı tercih eden Endonezya ve
Tayland’da sağlık düzeyi gerilerken, bağımsız politikalar izleyen Malezya’da
ekonomik krizin sağlık sistemi üzerindeki etkisinin sınırlı kalması, sosyal güvenlik
sisteminin kamusal yapısı ve kamu harcamalarının sonucudur (Coburn, 2014: 6869). Sağlık politikalarında kamu harcamalarının ve sosyal güvenlik sisteminde
kamusallaştırma ile herkes için sağlık hakkı hayata geçirilmektedir. Kamu sağlık
sisteminin geliştirilmesi ile sağlık hizmetlerine erişimde zenginler ve yoksullar
arasındaki denge sağlanmakta ve tüm gelir grupları sağlık hizmetlerinden eşit
derecede yararlanma hakkına sahip olmaktadır. Sağlık hizmetleri piyasa
ekonomisine terk edildikçe, yoksullar sağlık hakkına erişemiyor. 21 ülkede 2003
yılında yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre en üst %20 gelir diliminde yer
alan nüfusun sağlık harcamaları yoluyla devlet yardımından aldığı ortalama pay
%26’yı geçerken, en düşük %20’lik gelir dilimi %16 ile yetinmekteydi (Coburn,
2014: 71).
1978 yılında Alma Ata’da “Temel Sağlık Hizmetleri Uluslarararası
Konferansı”, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) temel sağlık hizmetleri
konusundaki yaklaşıma eleştirel bir tavırla, herkes için sağlık hedefine eşitlikçi bir
kalkınma hedefi ile ulaşılabileceği yaklaşımı ile toplandığında (Rao, 2014: 28788), sağlık hakkı kavramının dünya genelinde bir programla uygulama alanı
bulma şansı ortaya çıkmıştı. Alma Ata yaklaşımını benimseyen uluslararası
647
AP
Başak ERGÜDER
kurumlar, neoliberal politikaların etkisiyle sağlık hizmetlerinde özelleştirme
sürecine destek vermeye başladı. “Herkes için sağlık” sözü UNICEF ve
WHO’nun Alma Ata yaklaşımını benimsemeyi bırakmasıyla birlikte seçmeli
temel sağlık hizmetleri olarak adlandırılabilecek, temel sağlık hizmetlerinin
ücretsiz sunumunu dışlayan bir tutuma yerini bıraktı. 1987 tarihinde Dünya
Bankası’nın yayınladığı “Az Gelişmiş Ülkelerde Sağlık Hizmetlerinin
Finansmanı: Reform İçin” kılavuzunda, Alma Ata’nın sağlık hizmetlerini
vatandaşlık hakkı olarak ücretsiz sunma yaklaşımının başarısız olduğu, bu
bağlamda devletin sağlık hizmetlerinde sadece düzenleyici bir rol oynaması
gerektiği vurgulanır. Dünya genelinde sağlık politikalarında WHO’nun yanı sıra
etkili olan bir diğer kurum Dünya Bankası’dır. WHO, dünya genelinde kamu
sağlığına yönelik sağlık standartlarını ve rehber çalışmalarını 8 bin uzmanı ile
birlikte yaparken (Özden, 2006: 35), karşılaştırılamayacak büyüklükte kaynakları
ile dünya genelinde sağlık politikalarında belirleyici olan Dünya Bankası’nın
bütçesine oranla oldukça sınır bir bütçeye sahiptir (Rao, 2006: 288).
Dünya’da sağlık hakkı yaklaşımının güçlü biçimde savunulmasına yönelik
olarak çalışan uzmanlar, sadece insanlar için değil tüm türlerin sağlıklı bir çevrede
yaşaması bağlamında tek sağlık anlayışını daha çok sahiplenmeye
yönelmektedirler. Sağlık hakkının piyasa aktörlerine bırakılması kadar salgın
döneminde sadece insan sağlığına odaklanan bir sağlık politikası da salgınla
mücadelede yetersiz olacaktır. Enfeksiyon hastalıklarının üçte ikisinin zoonotik
kökenli (hayvan kaynaklı) olması, SARS’ta misk kedileri yoluyla, MERS’te
develer yoluyla virüsün insanlara bulaşması, COVID-19’un yarasa kaynaklı
olması, pandeminin insan-hayvan-çevre sağlığını içeren tek sağlık yaklaşımı ile ele
alınmasını gerektirir (Kurt-Azap, 2021: 37). Aynı zamanda salgınla mücadelede,
altyapı eksikliği, kötü çalışma ve yaşam koşullarını düzeltilmeden temel sağlık
hizmetlerinin kapsayıcılığı olmadan başarılı olma şansının olmadığı
görülmektedir. Tek sağlık anlayışı, salgınlar karşısında insanlığın mücadelesinde
en önemli adımlardan biridir.
Sağlık hakkı, bireylerin fiziksel, mental ve sosyal olarak iyi olma, hasta
olmamasının sağlanmasıdır ve her bireyin en yüksek sağlık standardını sürdürmesi
bağlamında ırk, siyasi görüş, ekonomik ve toplumsal statüye bakılmaksızın
bireylerin sahip olduğu en temel insan haklarından biridir (Özden, 2006: 5).
Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Konusunda Uluslararası Anlaşma’ya göre
(CESCR) sağlık hakkı her bireyin itibarlı bir yaşam sürmesini sağlayacak sağlık
standardına sahip olabilmesidir. Sağlık hakkı, bireylerin sağlıklı yaşam ve
güvenceli çalışma koşullarına sahip olmalarını, gıda, barınma, sosyal güvenlik
hizmetlerine ulaşmalarını da içeren (Özden, 2006: 5-6) bir sosyal haktır.
648
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
Bölgesel düzeyde sağlık hakkı farklı anlaşmalarla tanımlanmıştır. Özellikle
temel sağlık hizmetlerine erişimde sorunlar yaşanan Afrika’da, African Charter on
Human and Peoples’ Rights, Avrupa kıtasında European Social Charter ve Amerika
kıtasında ise Protocol of San Salvador bu anlamda önemli belgeler olarak
sıralanabilir (Özden, 2006: 8). Sağlık hakkı ile aynı zamanda sağlık alanındaki tüm
verilerin şeffaf biçimde kamuoyu ile paylaşılması, böylece sağlık hizmetlerinden
yararlanma konusundaki eşitsizliklerin giderilmesi hedeflenir. Buna karşın sağlık
hakkı konusunda 194 ülkede yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre 88 ülkede
anne ölümlerinin sayısı hakkında kamuoyunu bilgilendirecek sayısal verilere
ulaşılamaması, WHO’nun anne ve çocuk sağlığı konusundaki vaatlerini boş bir
söylem haline getirmektedir (Backman vd., 2008: 2071).
Herkes için sağlık hakkının sağlanması, patent ve ilaçların fikri mülkiyet
haklarının korunmasını sağlayan patent hakkı ile çelişebilmektedir. Salgın
tedavisine yönelik olarak yapılan çalışmalarda geliştirilen ilaç ve aşıların
patentlerinin ticarileştirilmesi, sağlık hakkının herkes için sağlanmasını
zorlaştırmaktadır. Edebiyat ve Sanat Eserlerinin Korunmasına İlişkin Bern
Sözleşmesi’ne göre patent hakkının korunması ile sanat ve bilimsel alandaki
mucitlerin aktif olarak desteklenmesi, toplumun ilerlemesine/gelişmesine katkıda
bulunacaktır (Özden, 2006: 14). Salgınla mücadelede toplumsal fayda sağlayan
ilaç ve aşıların patent hakkının düzenlenmesi, sağlık hakkının da korunmasını
amaçlamalıdır. Çokuluslu şirketlerin kâr amaçlı bilimsel üretim ve pazarlama
faaliyetleri, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından desteklenmektedir. Yeni
esnek sermaye birikim sürecinde patent hakkının kâr amaçlı kullanılması
mümkün hale gelmiştir: WTO anlaşması uyarınca patent hakları ile herhangi bir
bilimsel ürünün, 20 yıl boyunca sahibi olan çokuluslu şirkete tekel hakkı sağlaması
(Özden, 2006: 14), bilimsel çalışmaların kamusal faydasını azaltmaktadır. Bu
süreç tekelleşen firmaların toplum sağlığına karşın kârlılığını arttırmasını garanti
altına almaktadır. Süreç, bazı bilim insanlarının inisiyatifi ile engellenebilmiştir.
1955 yılında çocuk felci aşısını bulan Dr. Jonas Salk’a aşının patenti kime ait diye
sorulduğunda, Dr. Salk, tüm insanlara diye yanıtlamış. Aşının patenti kimseye ait
değil, Güneşin patenti olabilir mi diye eklemiştir (Özden, 2006: 14).
Uluslararası Ticaret Anlaşması’nın pek çok maddesinde, patent hakları
tanımlamaktadır. 1995 yılında yürürlüğe giren Ticaret Bağlantılı Fikri Mülkiyet
Hakları Anlaşması (TRIPS), doğası gereği, sağlık hakkı da dahil olmak üzere,
insan haklarına aykırı olarak bireylerin bilimsel gelişmelerin yaratacağı faydadan
eşit biçimde yararlanmalarını engelleyen birçok maddeye sahiptir, bu yönüyle de
uluslararası insan hakları hukuku ile de çelişmektedir (Özden, 2006: 15). COVID19’la mücadelede gerekli tıbbi teknolojiye ulaşımı engelleyici yapısıyla TRIPS,
bireysel çıkarları kamu çıkarlarının önüne geçirmektedir. Pandemi döneminde
649
AP
Başak ERGÜDER
uluslararası şirketlere yönelik BM öncülüğünde insan haklarını gözeten bağlayıcı
anlaşmalara duyulan ihtiyaç artmıştır (Paremoer vd., 2021: 3). Sağlık alanındaki
bilimsel çalışmaların patent hakkının korunması, sağlık hizmetlerinin
kamusallaştırılması ile sağlanırsa, sağlık hakkı başta olmak üzere pek çok sosyal
hakkın korunması da mümkün olabilecektir.
BM bünyesindeki Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi taraf olan
tüm ülkelere kamusal sağlık stratejisi eylem planı hazırlama zorunluluğu
getirmekte ve epidemiyolojik gelişmeler karşısında sağlık önlemlerini izlemekte ve
yönetmektedir. Komite, sağlık hakkını tesis edecek bir yaklaşımla, eylem planı
dahilinde özellikle marjinal grupları gözeten bir yaklaşıma sahiptir (Özden, 2006:
28). Avrupa Birliği, UNICEF ve WHO’nun anlaşmalarında sağlık hakkı ve
salgınla mücadelede halkın sağlığına yönelik tedbirler neoliberal dönemde sağlık
hizmetlerinin özelleştirilmesi karşısında yazılı metinler olarak uygulama alanı
sınırlı bir yaklaşım/niyet beyanı haline gelmektedir. Yasal düzenlemeler, yapısal
değişim yaratmamakta, mülkiyet hakları, patentler, kamusal hizmetlerin
özelleştirilmesi ve tekelleşen ilaç sanayi karşısında sağlık hizmetlerinde piyasa
ekonomisi kuralları belirleyici olmaktadır. Özellikle herkes için eşit derecede
tehlikeli olan salgınla mücadelede küresel fayda yaratan sağlık hizmetlerine
erişimde fiyatlandırma veya özelleştirme yerine ortak malların sürdürülebilirliği
yaklaşımı izlenmelidir. Salgınla mücadelenin ortak mal olarak ele alınması ile
sağlık hakkı sorunu sadece yasal düzenlemeler sınırından çıkarılıp, yapısal bir
değişime yol açacaktır. Eğer sağlık, eğitim ve çevre alanlarındaki ortak mallar
devletler tarafından tanınırsa, sağlık hizmetlerine erişme ve sağlıklı bir çevrede
yaşama hakları, hegemonik sermaye birikimi yasaları tarafından değil, yaşam
kanunlarınca belirlenecek ve ortak mallara ulaşım hakkı herkes için eşit biçimde
gerçekleşebilecektir (Johnston, 2008: 18).
4. SONUÇ
Salgınlar tarih boyunca toplumların çalışma, ekonomi ve düşün
dünyalarında radikal değişimlere yol açan gelişmelere neden olmuştur. Her salgın
aynı zamanda toplumsal ve iktisadi yaşamda bir krize neden olmakta, sağlık krizi
üretimden, eğitime, siyasetten, çevreye pek çok alanda kriz dinamiği yaratacak
gelişmelere yol açmaktadır. Krizler yapısal dönüşüme yol açan bir kırılma noktası
olarak ele alındığında, salgın krizi sonrası dönemin toplumsal yaşamda,
ekonomide ve çalışma yaşamında etkisi yüzyıllar boyunca devam edecek bir
dönüşüme yol açtığı görülmektedir.
Salgınlara neden olan virüslerin hayvan kaynaklı olması yeni çitleme
hareketiyle neoliberal dönemde ormansızlaştırılan bölgelerde yerinden edilen
650
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
türlerden insanlara taşınan virüsler yoluyla yeni salgınların yaşanacağı bir döneme
kapı aralamaktadır. Afrika, Latin Amerika, Hindistan ve Çin,
mülksüzleştirici/yerinden edici sermaye yatırımları sonucunda salgın
coğrafyasına dönmüştür. COVID-19 pandemisi, dünya ekonomisinde gelir
bölüşümünde yarattığı etkiler ile gelir dağılımı adaletsizliğini derinleştiren
eşitsizlik virüsünün yayılımını hızlandırmıştır. COVID-19 pandemisi sonrası
dönem yeni sağlık, iklim, ekonomi ve siyaset krizleri ile karşı karşıya kalacak olan
insanlık çok daha ağır bir fatura ödemek zorunda kalabilir. Neoliberal politikalar
ve otokratik yönetimlerin sağlık hizmetleri ve iktisadi önlem paketleri ile krize
karşı nasıl bir çözüm getirdiği bu bağlamda yaşamsal önemdedir.
Küresel Kuzey’de sağlık krizini aşmak için ele alınan tedbirler, can kaybını
en düşük seviyede tutma hedefi yerine ekonomik büyümenin sürdürülmesi
hedefine yönelmeyi tercih ederek çok da iyi bir sınav vermemektedir. Sosyal refah
devleti modelini devam ettiren İskandinav ülkeleri salgınla mücadelede diğer
Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya kıyasla daha iyi bir sınav verirken; kaynakları
yetersiz olan Küresel Güney’de sağlık hizmetlerinde kamusal hizmetlere ağırlık
veren bazı ülkeler, salgın karşısında kendisinden beklenenden daha iyi bir sınav
vermektedir. Buna karşın sağlık hizmetlerinin özelleştirildiği ülkelerde, salgın
krizinin eşitsizlikleri arttırıcı sonuçları daha derinden hissedilmektedir. Sağlık
hizmetlerinin neoliberal politikalar sonucunda özelleştirilmesiyle yoksulların
sağlık sistemi dışına atıldığı gerçeği, pandemi krizi ile görünür hale gelmektedir.
Salgın, dünyada temel sağlık hizmetlerine ulaşamayan milyarlarca insanın yaşam
mücadelesi anlamına gelmektedir. Bu krizi aşmak ve sağlık hizmetlerinde ortak
iyiye ulaşmak için “herkes için sağlık hakkını” konuşmaya başlamak hala
mümkündür. Güvencesiz çalışanlar, ayrımcılığa uğrayan etnik gruplar, göçmenler
ve kadınlar açısından sağlık hizmetlerine ulaşmanın yanı sıra, çalışma hayatında,
eğitimde, hukuk sisteminde ve kamusal hizmetlere erişimde eşitliğin sağlanması,
herkes için sağlık hakkının hayata geçirilmesi açısından elzemdir. Salgınla
mücadelede başarılı olmak için, tüm insanlığın ortak iyiye ulaşması politik bir
tercihin de ötesinde, bir zorunluluktur. Bütçe yetersizliği, sağlık hizmetleri
kapasitesinin düşüklüğü ve patent hakkının ticarileştirilmesi, geri döndürülemez
sonuçlara neden olmaktadır. Sağlık hizmetlerinin özelleştirildiği, kaynakları
yetersiz olan pek çok ülkede virüsün hızla yayılması salgının devam etmesine ve
ortak iyiden uzaklaşılmasına da neden olmaktadır. Salgınla mücadelede ülkeler
arası ve bölgesel işbirliklerinin ötesinde, dünya genelinde bireylerin sağlıklı olma
hakkının sürdürülebilirliğini gözeten “herkes için sağlık hakkı” talebinin
toplumsallaşması ve sağlık politikalarında başat rol oynaması sağlanmalıdır.
651
AP
Başak ERGÜDER
KAYNAKÇA
Ağartan, Tuba (2011), “Sağlıkta Reform Salgını”, Keyder, Çağlar, Nazan
Üstündağ, Tuba Ağartan ve Çağrı Yollar (Der.), Avrupa’da ve Türkiye’de Sağlık
Politikaları: Reformlar, Sorunlar, Tartışmalar (İstanbul: İletişim): 37-55.
Applbaum, Kalman (2014), “Sağlıkta Küresel Pazarlama: İlaç Entrikaları”, Leo
Panitch ve Colin Leys (Der.), Socialist Register 2010: Kapitalizmde Sağlık
(İstanbul: Yordam Kitap) (Çev. Umut Haskan): 99-119.
Backman, Gunilla, Paul Hunt, Rajat Khosla, Camila Jaramillo-Strouss, Belachew
Mekuria Fikre, Caroline Rumble, David Pevalin, David Acurio Páez, Mónica
Armijos Pineda, Ariel Frisancho, Duniska Tarco, Mitra Motlagh, Dana
Farcasanu and Cristian Vladescu (2008), “Health Systems and the Right to
Health: An Assessment of 194 Countries”, Right to Health, 347 (1): 2047-2085.
BBC News (2020a), “IMF: Dünya Ekonomisi Büyük Buhran’dan Beri Görülen
En Sert Daralmayı Yaşayabilir?”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya52287325 (14.04.2020).
BBC News (2020b), “Koronavirüs: Hangi Ülkelerde Ne Tür Ekonomik Destek
Paketleri Açıklandı?”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52828167
(28.05.2020).
BBC News (2021), “ Biden’ın İstihdam, Eğitim ve Sosyal Hizmetler İçin 4 Trilyon
Dolarlık Paket”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56927848 (
29.04.2021).
Birdal,
Sinan
(2020),
“Virüsün
Ekonomi
Politiği”,
https://www.evrensel.net/yazi/86064/virusun-ekonomi-politigi (04.04.2020).
Buğra, Ayşe, Refet Gürkaynak, Çağlar Keyder, Ravi Arvind Palat ve Şevket
Pamuk (2020), “New Perspectives on Turkey Roundtable on the COVID-19
Pandemic : Prospects for the International Political Economic Order in the Postpandemic World”, New Perspectives on Turkey, 63: 138-167.
Büyükkarabacak, Mert (2021), “Pandemi, Yeni(den) Devletçilik ve Sınıf
Hareketi”, Praksis Dergisi, 55 (1): 109-131.
Coburn, David (2014), “Eşitsizlik ve Sağlık”, Panitch, Leo ve Colin Leys (Der.),
Socialist Register 2010: Kapitalizmde Sağlık (İstanbul: Yordam Kitap) (Çev.
Umut Haskan): 54-74.
652
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
Colgrove James (2002), “The McKeown Thesis: A Historical Controversy and Its
Enduring Influence”, American Journal of Public Health, 92 (5): 725–729.
https://doi.org/10.2105/ajph.92.5.725
Doğru, Ezgi ve Mert Karabıyıkoğlu (2021), “Alfredo Saad-Filho ile Söyleşi:
Salgında En Fazla Can Kaybı Neo-Liberal Planın Öncü Ülkelerinde Yaşanıyor”,
Praksis Dergisi, 55 (1): 85-99.
Engels, Friedrich (2010), İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu (Ankara: Sol
Yayınları).
Feinsilver, Julie (2014), “Yurtiçinde ve Dışında Küba Sağlık Politikası”, Panitch,
Leo ve Colin Leys (Der.), Socialist Register 2010: Kapitalizmde Sağlık (İstanbul:
Yordam Kitap) (Çev. Umut Haskan): 237-262.
Gottschalk, Marie (2014), “Amerikan Sağlık Sendromu ve Stockholm
Sendromu”, Panitch, Leo ve Colin Leys (Der.), Socialist Register 2010:
Kapitalizmde Sağlık (İstanbul: Yordam Kitap) (Çev. Umut Haskan): 119-143.
Gouzoulis, Giorgos and Giorgos Galanis (2021), “The Impact of Financialisation
on Public Health in Times of COVID-19 and Beyond”, Sociology of Health &
Illness, https://doi.org/10.1111/1467-9566.13305 (01.06.2021).
Gülalp, Haldun (2021), “Kara Ölümden Covid-19’a, Kapitalizmin Yükselişi ve
Çöküşü”, Praksis Dergisi, 55 (1): 9-45.
Hermann, Christoph (2014), “Avrupa’da Sağlık Hizmetleri ve Piyasalaştırma
Süreci”, Panitch, Leo ve Colin Leys (Der.), Socialist Register 2010: Kapitalizmde
Sağlık (İstanbul: Yordam Kitap) (Çev. Umut Haskan): 143-163.
Hynes, William (2021), “A Systemic Socio-Ecological Recovery from Covid-19”,
Global Social Policy, 21 (2): 335–338.
Johnston, Josée (2003), “Who Cares about the Commons?”, Capitalism Nature
Socialism, 14 (4): 1-41.
Kazgan, Gülten (2004), İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi (İstanbul:
Remzi Kitabevi).
Kurt-Azap, Özlem (2021), “COVID-19”, Belek, Osman ve Kayhan Pala (Der.),
Pandeminin Düşürdüğü Maskeler: COVID-19 Salgınının Muhasebesi (İstanbul,
İletişim Yayınları): 15-43.
Leys, Colin (2011), “Piyasa ile Politika Arasında Sağlık Hizmetlerinin Konumu”
Keyder, Çağlar, Nazan Üstündağ, Tuba Ağartan ve Çağrı Yollar (Der.),
653
AP
Başak ERGÜDER
Avrupa’da ve Türkiye’de Sağlık Politikaları: Reformlar, Sorunlar, Tartışmalar
(İstanbul: İletişim): 95-111.
Leys, Colin (2014), “Sağlık ve Kapitalizm”, Panitch, Leo ve Colin Leys (Der.),
Socialist Register 2010: Kapitalizmde Sağlık (İstanbul: Yordam Kitap) (Çev.
Umut Haskan): 15-43.
Marks, Karl (2000), Kapital Birinci Cilt (Ankara: Sol Yayınları) (Çev. Alaattin
Bilgi).
OXFAM (2021), The Inequality Virus: Methodology Note, Ocak 2021,
www.oxfam.org
Özatay, Fatih ve Güven Sak (2020), “COVID-19’un Ekonomik Sonuçlarını
Yönetebilmek İçin Ne Yapılabilir?”, TEPAV Politika Notu, Mart 2020, N.202006.
Özden, Melik (2006), The Right to Health: A Fundamental Human Right
Affirmed by the United Nations and Recognized in Regional Treaties and
Numerous National Constitutions, Human Rights Programme of the EuropeThird World Centre, CETIM.
Pamuk, Şevket (2007), “The Black Death and the origins of the ‘Great Divergence’
across Europe, 1300-1600”, European Review of Economic History, 11 (3): 289317.
Pamuk, Şevket (2014), Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi (İstanbul: Türkiye İş
Bankası Yayınları).
Paremoer, Lauren, Sulakshana Nandi, Hani Serag ve Fran Baum (2021), “Covid19 Pandemic and the Social Determinants of Health”, The BMJ, 372 (129),
https://doi.org/10.1136/bmj.n129
Rao, Mohan (2014), “‘Herkes için Sağlık’ ve Neoliberal Küreselleşme: Bir Hint
İlüzyonu”, Panitch, Leo ve Colin Leys (Der.), Socialist Register 2010:
Kapitalizmde Sağlık (İstanbul: Yordam Kitap) (Çev. Umut Haskan): 285-302.
Rose, Peter (2020), “Frank Snowden, Epidemics and Society: From the Black
Death to the Present”, Society, 57: 478-480. https://doi.org/10.1007/s12115020-00517-z
Toprak, Zafer (2010), “Küreselleşme Evreleri ve Türkiye’de Finansal Yapının
Evrimi”, Keyder, Çağlar (Der.), Küreselleşen İstanbul’da Ekonomi (İstanbul:
Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi): 85-90.
654
Başak ERGÜDER
Alternatif Politika, 2021, 13 (3): 629-655
https://doi.org/10.53376/ap.2021.21
Varlık, Nükhet (2020), “The Plague that Never Left: Restoring the Second
Pandemic to Ottoman and Turkish History in the Time of COVID-19”, New
Perspectives on Turkey, 63 (1): 176–189.
Wang, Shaoguang (2014), “Çin Sağlık Hizmetlerinde İkili Hareket”, Panitch, Leo
ve Colin Leys (Der.), Socialist Register 2010: Kapitalizmde Sağlık (İstanbul:
Yordam Kitap) (Çev. Umut Haskan): 262-285.
Yalman, Galip (2021), “Kapitalizmin Krizleri Üzerinde Gözlemler”, Praksis
Dergisi, 55 (1): 99-109.
Yaşayanlar, İsmail (2020), “Salgınlar Çağında Osmanlı’da Hekim Olmak”,
Toplumsal Tarih Dergisi, 316: 68-74.
Yavuz, Cavit Işık (2021), “Maske ve Ötesi”, Belek, Osman ve Kayhan Pala (Der.),
Pandeminin Düşürdüğü Maskeler: COVID-19 Salgınının Muhasebesi (İstanbul,
İletişim Yayınları): 43-70.
Yıldırım, Nuran (2020), “İstanbul’un Kolera ile Tanışması: 1831 Salgını”,
Toplumsal Tarih Dergisi, 316: 62-68.
Yolun, Murat (2020), “İspanyol Gribinin Kısa Bir Öyküsü”, Toplumsal Tarih
Dergisi, 316: 74-80.
655