Academia.eduAcademia.edu

Kitâb-ı Cihannüma

2010, Kitab-ı Cihannuma

Postmodern bir tıpkıbasım... TSMK Revan Koleksiyonu'nda bulunan Osmanlıca Cihânnümâ tıpkıbasımı, Fuat Sezgin'in Kâtip Çelebi'yi ve eserini değerlendirdiği İngilizce-Türkçe önsözle başlıyor. Günümüz bilgileriyle bir başka başyapıta dönüşen post-modern Cihânnümâ ise o günün tarihini daha iyi anlamak için adeta ışık tutuyor. Bu eşsiz eserlerin orijinal kopyalarından bazıları Sotheby's müzayedelerinde 2013 yılında 120 bin sterlin'e alıcı buldu... Doğu biliminin Batı bilimiyle sentezini yapmaya cesaret eden ilk Türk bilim adamlarından biri Kâtip Çelebi. Tarihten tıbba, coğrafyadan astronomiye kadar geniş bir ilgi alanıyla, XVII. yüzyılda tarihin en önemli coğrafya eserlerinden birini ortaya koydu. Kâtip Çelebi'nin 1648'de yazmaya başladığı ve 1654'te eklemeler yaptığı Kitâb-ı Cihânnümâ'yı 78 yıl sonra 1732'de İbrahim Müteferrika Matbaa-i Amire'de bastı. Kutu Ebat/ Size: y 350 mm x g 350 mm x d 60 mm Türkçe/İngilizce

KÂTİP ÇELEBİ KİTÂB-I CİHÂNNÜM THE BOOK of CIHANNUMA İbrahim Müteferrika Matbaa Baskısı / Presshouse Print EDİTÖR BÜLENT ÖZÜKAN BOYUT PUBLISHING GROUP ORHAN KOLOĞLU ✷ MUSTAFA KAÇAR BÜLENT ÖZÜKAN ✷ MURAT ÖNEŞ THE BOOK of CIHANNUMA Müellif Author 1654 (el yazması) Katip Çelebi ya da Hacı Halife Mustafa bin Abdullah (Abdullah’ın oğlu Mustafa) Batı literatüründeki adıyla Haccî Halîfa First Publisher İlk Yayıncı 1732 İbrahim Müteferrika ya da Basmacı İbrahim Efendi Abraham (Müslüman olmadan önceki adı) First Publication İlk Baskı 1732 Matbaa-ı Amire (Kostantiniye) Postmodern Edition Publisher/Editor Postmodern Edisyon Yayıncı/Editör 2008 Bülent Özükan Art Director Sanat Yönetmeni Murat Öneş Texts Metinler Orhan Koloğlu Maps Transcriptions Harita Metinleri Mustafa Kaçar English Translation İngilizce Çeviri Füsun Savcı Graphic Grafik İbrahim C. Yılgaz Publication Assistant Yayın Asistanı Mısra Erkaya Boyut Yayıncılık AŞ, 2020 Üçüncü baskı, Karakter Color Matbaasında HUV teknolojisiyle gerçekleştirilmiştir. CİHÂNNÜMÂ’NIN YARATICILARI / The Contrıbutors to CIHANNUMA KÂTİP ÇELEBİ ORHAN KOLOĞLU BÜLENT ÖZÜKAN 1609, İstanbul / 1657, İstanbul 1929, Konya 1954, İzmir Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Yüksekokulu’ndan mezun oldu. 1947’de gazeteciliğe başladı. Strasbourg Üniversitesi’nde tarih doktorası yaptı. Çeşitli üniversitelerde tarih ve gazetecilik dersleri verdi. Libya El Fateh Üniversitesi’nde “Doçent” olarak çalıştı. 1964’ten sonra Türkiye’nin basın ataşeliklerinde bulundu. 1974 ve 1978-79’da Basın-Yayın Genel Müdürlüğü yaptı. 1975-77’de CHP’nin uluslararası ilişkilerini yürüttü. Türkçe ve Osmanlıcanın dışında beş dil bilen ve bütün Avrupa ve Arap arşivlerinde çalışmış olan Koloğlu’nun tarih ve sosyal yapı konularında yayınlanmış 63 kitabı ki, bunların on kadarı Boyut Yayın Grubu’ndandır ve yüzden fazla bilimsel makalesi bulunmaktadır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde lisans, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans eğitimi aldı. Gazetelerde muhabirlikten ve yazıişleri yönetmenliğine kadar çeşitli görevlerde bulundu. Kısa sürelerde TRT’de redaktörlük ve parlamento muhabirliklerinde bulundu. 1979 yılında Ankara Belediyesi’nde yürüttüğü Bir Milyon Çocuk kitabı projesiyle UNESCO başarı ödülü dahil birçok ödül kazandı. İletişim yayınlarının kurucuları arasında yer aldı. 1985 yılında kurduğu Boyut Yayın Grubu’nun Genel Yönetmeni olarak çalışmalarını sürdürüyor. IV. Murad döneminde çıkılan Doğu Seferi’ne katip olarak katıldı. On yıl boyunca çeşitli seferlere katıldıktan sonra İstanbul’a yerleşti ve yazarak yaşadı. Tarih, coğrafya, bibliyografya, tıp, sosyoloji, tıp konularında pek çok eser kaleme aldı. Keşfü'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüb vel-Fünûn, Kanunname ve Cihannüma’nın da aralarında yer aldığı 20 kadar esere imza attı. He joined the Eastern Campaign during the reign of Murad IV as a clerk. After 10 years of taking part in various campaigns he settled in Istanbul and earned his living as a writer. He wrote many books on history, geography, bibliography, medicine, and sociology. He wrote about 20 books among which are Keşfü'zZünûn an Esâmi'l-Kütüb vel-Fünûn, Kanunname, and Cihannüma. Graduated from Ankara University Faculty of Political Science, and received his M.A. from Istanbul University Institute of Social Sciences. Worked for newspapers in a variety of jobs, as reporter and editor-in-chief. He worked as editor in TRT and as reporter in the Parliament for short terms. He received the UNESCO award of merit and other awards for the One Million Children book project he conducted for the Municipality of Ankara in 1979. He was among the founders of Iletişim publishing house. He is the General Manager of Boyut Publication Group, which he founded in 1985. İbrahİm Müteferrİka MUSTAFA KAÇAR, Prof. Dr. Murat Öneş 1674; (veya 1670) Romanya / Rumania (bugünkü) /Erdel/Kolojvar/1745 1960, Hatay 1967, Eskişehir Osmanlı Dönemi, Türkiye’de Bilim ve Teknoloji Tarihi, Modern Teknik Eğitimin Türkiye’ye Girişi, Bilim Aletleri Tarihi, Osmanlı’da Ecnebi Uzmanlar ve Modern Bilimlerin Türkiye’ye Girişi üzerine çalışmaları var. Osmanlıca okuryazarlığına sahip. Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, Bilim Tarihi Bölüm Başkanlığı görevini yapmaktadır. Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Ana Sanat dalında eğitim aldı. Yüksek lisansını Gravür, Baskı bölümünde tamamlayıp yazılı medyada sanat yönetmenliği ve yöneticilik yaptı. İllüstrasyon, afiş dallarında birçok ödül aldı. Boyut Yayın Grubu’nun Genel Sanat Yönetmeni olarak çalışmalarını sürdürüyor. Among his works are; The Ottoman Period, History of Science and Technology in Turkey, Introduction of Modern Technical Education to Turkey, History of Scientific Tools, Foreign Experts in the Ottoman Empire and Introduction of modern sciences to Turkey. He reads and writes Ottoman Turkish. He received his BA education at Graphic Arts Department, Faculty of Fine Arts, Mimar Sinan University, Following his MA at the Department of Engraving and Lithography, he worked as art director and manager in the printed media. He received a number of awards in the fields of illustration and posters. He is the General Art Director at Boyut Publication Group. Macar asıllı. II. Viyana Kuşatması’ndan sonra Osmanlılara esir düştü. 1692’den itibaren devlet hizmetinde çalıştığı biliniyor. Devletin çeşitli kademelerinde görev yaptı. Türkçeyle birlikte kanunları da öğrendi ve ‘müteferrika’ oldu. İlgi alanına giren tarih, astronomi, coğrafya ve dil konuları daha sonra basacağı kitapların da habercisiydi. Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin oğlu Said Bey’le birlikte, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın da desteğiyle ilk ve devlete ait öncü matbaayı İstanbul’da kurdular. Bu alanda pek çok kişiyi biraraya getirerek bir ekip kurdular ve bugünkü yayınevlerinin de temelini atmış oldular. İlk eser: Vankulu Lugatı (Arapça-Türkçe sözlük). Bunlardan biri de orijinali Müteferrika’nın matbaası Matbaa-ı Amire’de basılan ve onun büyük katkılarını içeren Kitab-ı Cihannüma’dır. Of Hungarian origin. He was enslaved by the Ottomans after the 2nd siege of Vienna. He worked in the government service from 1692. He was employed in a variety of posts. He learned Turkish as well as the laws and became a 'müteferrika'. His first work was The Message of Islam. His interest in history, astronomy, geography and languages prepared him for the books he would publish. He established the first printing house in Istanbul, together with Said Bey, the son of Yirmisekiz Mehmed Çelebi. It was owned by the State and aided by the Grand Vizier Nevşehirli İbrahim Pasha. They organized a group of craftsmen and laid down the foundations of modern publishing. Primary work: The Vankulu Dictionary (Arabic-Turkish). He attached supplements to every book he printed, 17 in all. One of these is Cihannuma, to which he contributed vastly. The original was printed in Müteferrika’s Imperial Printing House. 4 Graduated from Galatasaray Lisesi and Istanbul University Department of Journalism. Began working as a journalist in 1947. Received his doctorate degree in history from Strasbourg University. Gave lectures on history and journalism in various universities. Taught at Libya El Fateh University as associate professor. He was appointed Turkish press attaché from 1964. In 1974 and in 1978-79 was the Director General of Press and Broadcasting. During 1975-77 he carried out the international relations of CHP. He is fluent in six languages as well as in Ottoman Turkish. He has worked in all European and Arab archives. Koloğlu has 63 books, 10 of which have been published by Boyut Publishing Group. He has more than 100 scientific papers. FÜSUN SAVCI 1950, İstanbul Hacettepe Üniversitesi Ingiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı bölümden Bilim Uzmanlığı derecesi aldı. Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda Öğretim Görevlisi olarak görev yapıyor. Graduated from Hacettepe Univerity Department of English Language and Literature (MA). Teaches at Boğaziçi University School of Foreign Languages. KRONOLOJİSİ ile POSTMODERN CİHÂNNÜM / Chronologıcal Hıstory of Postmodern CIHANNUMA Kİtab-ı CİhÂnnümÂ’nın dördüncü yorumu, ya da 1732 1648 T ≈ arihten tıbba, coğrafyadan astronomiye kadar geniş bir ilgi alanı olan Kâtip Çelebi'nin (16091657) telif ve çeviri olarak yirmiyi aşkın kitabı bulunuyor. Kâtip Çelebi Kitab-ı Cihannüma'yı yazmaya 1648 yılında başladı. İslam coğrafya anlayışı ile ele aldığı eserini tamamlamadan Gerardus Mercator'un Atlas Minor'u ile karşılaştı. Oldukça etkilendiği bu eseri Mehmed İhlasi adlı bir Fransız devşirmeye çevirtti. Kâtip Çelebi (1609-1657) wrote and translated more than twenty books within his vast fields of interest covering history, medicine, geography and astronomy. Kâtip Çelebi began to write Kitab-ı Cihannüma in 1648. Before he completed his work, which he approached with the Islamic understanding of geography, he came across Atlas Minor by Gerardus Mercator. Influenced by this book, he had it translated by Mehmed Ihlasi, a French recruit. 1654 ≈ âtip Çelebi Cihannüma'yı 1654’te yeniden yazmaya başladı. Çevirttiği Mercator'un Atlas Minör'ünden birçok bilgiyi kitabına ekledi. Kaynakların çoğunda iki ayrı Cihannüma'dan ya da Cihannüma'nın iki ayrı bölümünden bahsedilmektedir. Birincisinde Osmanlı Avrupası; Anadolu ve İspanya ile Kuzey Afrika anlatılırken, ikincisinde Japonya'dan başlıyarak Asya ülkelerinin tanıtıldığı ve Van vilayetine kadar derlenmiş gözlem ve bilgilerin derlendiği belirtilmektedir. K Kâtip Çelebi began re-writing Cihannuma in 1654. He expanded his book with information from the translated version of Mercator’s Atlas Minor. Sources refer to two different Cihannumas or to two different sections of Cihannuma. The first section covers the Ottoman Europe, Anatolia, Spain and North Africa while the second section reveals information based on observations and facts ranging from Japan to Asian countries to the province of Van. O POSTMODERN CİHÂNNÜM The Fourth Interpretatıon of the Book of CIHANNUMA or a Postmodern CIHANNUMA ≈ smanlı Matbaacılığı’nın öncüsü kabul edilen İbrahim Müteferrika Kâtib Çelebi'nin eserine, ikinci defa yazılımından 78 yıl sonra, eserin neredeyse kendisi kadar ekler yaparak ve haritalar ekleyerek, hatta içindeki bilgileri Kâtip Çelebi'nin yaşadığı dönemde yazması mümkün olmayan bilgilerle güncelleyerek yeniden yayımlar. İbrahim Müteferrika Matbaası’nda basılan Kitab-ı Cihannüma, yazarı Kâtip Çelebi kadar naşiri (yayıncısı) İbrahim Müteferrika'nın da eseri sayılmalıdır. 698 sayfa olarak basılan eserin 325 sayfasının, İbrahim Müteferrika'nın ilave metinlerinden oluştuğu anlaşılmaktadır. Kendi ifadesine göre Van vilayetine ve İstanbul'a kadar bilgiler (kaynaklarda Üsküdar sahillerine kadar ifadesi yer alıyor..) eklemiş ve güncellemiştir. Söylence-bilgilere göre İbrahim Müteferrika kendisine Şeyhülislam Ahmed Efendi tarafından yayınlaması için verilen ve maddi olarak desteklenen el yazması Cihannüma'yı, uzun yıllar süren basım aşamasında kaybetmiştir. Ancak araştırmacılar, matbaada basılan Cihannüma'nın Topkapı Sarayı Müzesi Kitaplığı 1624/1'de kayıtlı Revan Koleksiyonu nüshasının neşre esas alındığı konusunda birleşmektedirler. Ibrahim Müteferrika, the pioneer in Ottoman printing, published Katip Celebi’s Cihannuma 78 years after it was re-written, adding to it maps and supplements almost as long as the book itself and even updating it with information that could never have been possible to obtain in the era that Kâtip Çelebi lived in. Kitab-ı Cihannüma, published by Ibrahim Müteferrika’s printing house should be regarded as the work of its publisher Müteferrika as well as its writer Kâtip Çelebi. It is clear that 325 pages of the 689 paged printed book consist of texts added by Ibrahim Müteferrika. Müteferrika states that he added and updated the information from the province of Van to Istanbul (sources have it as the shores of Scutari). According to hearsay-information, during its long printing history, Ibrahim Müteferrika lost the hand written Cihannuma presented to him for publication by Sheikul Islam Ahmed Efendi, who also granted financial support. However, researchers agree on the fact that the printed Cihannuma is based on the copy recorded under number 1624/1 in the Topkapi Palace Library Revan Collection. atip Çelebi adıyla tanıdığımız Mustafa bin Abdullah ya da batıda bilinen adıyla Haccî Halîfa, hiç şüphesiz Osmanlı entellektüel insanlarının en ünlülerinden biridir. K ustafa bin Abdullah, whom we know of as Kâtip Çelebi, and whom the West knows of as Haccî Halîfa, is without a doubt one of the most celebrated of Ottoman intellectuals. 1648’de yazmaya başladığı Kitab-ı Cihannüma’yı Sultan IV. Mehmet’e ithaf eder. Katip Çelebi, Cihannüma’nın ilk yorumunda, o dönemde Endülüs’ten başlayan İslam coğrafyasını, kuzey Afrika ve Osmanlı topraklarını tanıtmakla başlar. Bu arada İstanbul, Edirne ve Bursa hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Eline geçen Atlas-i Minor’un haritalarının bazılarını Türkçe’ye çevirir. He dedicated the Book of Cihannüma, which he began writing in 1648 CE, to Sultan Mehmed IV. In his initial version of Cihannüma, he begins by describing the Islamic World, starting in Andalucía, North Africa, and the Ottoman territories. He provides detailed information about the cities of Istanbul, Edirne, and Bursa. He translates several maps from a copy of Atlas Minor that he had obtained into Turkish. Katip Çelebi Cihannüma’nın 1652’de tamamladığı ikinci yorumunda Balkanlar’a, Gelibolu’ya, Anadolu ile birlikte Suriye, Irak ve İran şehirlerinden bazılarına yer verir. Cihannüma elyazmalarının bazılarında Çelebi’nin basit çizimleriyle 100’e yakın harita yer alır. M In his second version of Cihannüma, finished 1652, Kâtip Çelebi adds the Balkans, Galipoli, Anatolia, and certain cities in Syria, Iraq, and Iran. A number of Cihannüma’s hand-written manuscripts feature close to one hundred rudimentary maps, drawn by Çelebi himself. İbrahim Müteferrika, diğer bilinen adıyla Basmacı İbrahim Efendi (1674-1745), Katip Çelebi’nin Cihannüma kitabının matbaa baskısını 1732’de gerçekleştirir. Cihannüma kitabına yeni yorumlar getirerek Çelebi zamanında bilinmeyen bilgileri ve yeni yapılan haritaları da ekler. Bu, Kitab-ı Cihannüma’nın üçüncü yorumudur. Ibrahim Müteferrika (1674 – 1745), known also as both Ibrahim Efendi the Colourist, had incorporated new commentaries into Kâtip Çelebi’s Cihannüma upon printing its 1734 edition, adding knowledge not known during Çelebi’s time as well as newly minted maps, and thereby constituting the Book of Cihannüma’s third version. Elinizdeki kitaba dördüncü yorum denebilir... Elyazması ve Müteferrika baskısının önemli sayfalarını içeriyor. Türk tarihinin en önemli kitaplarından Katip Çelebi’nin Kitab-ı Cihannüma metinlerini günümüz Türkçesiyle okumak da anlamak da çok zor. Metinleri uzun ve cazip olmayan bilgilerle yayınlamak yerine herkesin kolayca okuyup keyif alabilecekleri popüler yaklaşımla hazırlanmış sayfalarla aktarmaya çalıştık. Müteferrika baskısındaki önemli haritaları günümüz Türkçesi izdüşümleriyle birlikte yayınladık. Postmodern bir Cihannüma oldu. Kitabın son bölümünde Koleksiyonumuzdaki Cihannüma’nın “tıpkıbasım” sayfalarını da sizlerle paylaşıyoruz. The book in front of you could be considered its fourth version… It contains key pages from both the original manuscript and Mütefferika editions. One of history’s most important of books, the Book of Cihannüma’s many texts, even in Modern Turkish translation, are difficult to read and comprehend. Therefore, rather than publishing long-winded, dull texts, we instead have attempted to present only those pages that adopt a more populist approach for the reader’s comfort and enjoyment. Likewise, we have published the key maps found in the Müteferrika edition alongside their Modern Turkish projections. The result is a postModern Cihannüma. In the final chapter of the book, we have shared with you the “facsimile” pages of Cihannüma from our Collection as well. 5 Matbaa-i Amire Dârüttıbâa Müteferrika Matbaası Muteferrika Presshouse 6 KÂTİP ÇELEBİ’den Günümüze From KÂTİP ÇELEBİ into the Present Bülent Özükan itab-ı Cihannüma’nın masalsı bir öyküsü var. El yazması bir kitap… Hattatlarca ve nakkaşlarca kaç kopya çoğaltıldığı bilinmiyor. Kitab-ı cihannüma üzerine bir kitap olarak ilk baskısını gerçekleştirdiğimiz 2008 yılında öyküsü 360 yıllıktı ve beklentilerimizin ötesinde büyük ilgi gördü. Kitabın ilk tanıtımını Frankfurt Kitap Fuarında yapmıştık. Aradan geçen yıllarda Kitab-ı Cihannüma’nın masalsı gücü ve morali ile benzer 40’dan fazla yeni kitap daha hazırladık. K Kitab-ı Cihannümanın ilk yazımına başlandığı yıl 1648. Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselme Dönemi. Coğrafya ve astronomi bilgisi yeni keşifler için çok önemli. Pirî Reis’in haritalarında (1517) Amerika kıtasının doğu kıyıları görünse de Yeni Dünya Amerika’nın varlığından Osmanlı coğrafyası neredeyse haberdar bile değil. Amerika’nın ulaşılan doğu kıyılarından sonra batı kıyılarından başlayan ve dünyanın üçte birini oluşturan su dünyasının Japonya ve Çin sahillerine kadarki bölümü de Batı’da bilinmiyor. Yolu Yeni Zelanda’dan geçen gemi olmadığı için varlığı henüz keşfedilmemiş… Oysa denizci Avrupa ülkeleri için coğrafi her bilgi çok önemli. Zenginliklerini; gemilerle keşfedilecek yeni topraklarda arıyorlar. Osmanlı ise, zenginliğini ve coğrafya bilgisini fetihlerle geliştirmeye çalışıyor. İşte bu fetih seferlerinden birine, Cihannüma kitabının yazarı, katip sıfatıyla katılıyor. Ve Sultan IV. Murad’ın Doğu Seferleri’nden çok sayıda kitapla döner (1635). Devlet hizmetindeki 12. yılı ve yaşı henüz 26. Fetihlerle büyüyen Osmanlı Sarayı’na bilgi üretiyor. Tabii bedeli karşılığında. 20’yi aşkın kitap yazıyor. Tarih alanındaki önemli eserlerinden Arapça Fezleke’yi 1642’de tamamladıktan sonra Türkçe Fezleke’de 1591-1654 arasındaki Osmanlı Tarihi’ni ayrıntılarıyla anlatıyor. 1591 yılı önemli. Nobel Edebiyat Ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı adlı romanı 1591 yılında geçer. Roman kahramanı Şeküre’den, babasının evlerine çağırttığı saray nakkaşlarını ve nakkaşlık sanatının öyküsünü dinleriz. itab-ı Cihannüma has got a fantastic story. It is a manuscript... It is not known how many copies had been reproduced by calligraphers and engravers. The story of Kitab-ı Cihannüma was 360 years old when we first published it as a book in year 2008 and we came upon a huge interest which was beyond our expectations. We had launched the book in Frankfurt Book Fair for the first time. Just after years, with the fantastic power of Kitab-ı Cihannüma and with its morality we have prepared more than 40 new similar books for our readers. K The story of Kitab-ı Cihannüma whose first act of writing was in year 1648. Knowledge of geography and astronomy were essential for new discoveries. Although the east coasts of the New World are depicted in maps by Piri Reis, the Ottoman world was mostly unaware of the existence of a new continent. The eastern coasts were accessible but the great body of water between the western coasts of America and Japan was unknown. No ship sailed past New Zealand to place it on the map… Geographical information was very important for the mariner Europeans. They sought riches in lands discovered by sea voyages. The Ottomans on the other hand, were seeking riches and knowledge of geography through conquest of new lands. It was for one these campaigns that the writer of Cihannuma was appointed as clerk. Thus he returned with many books from the Eastern Campaign of Sultan Murat IV (1635). He was 26 years old but already in the government service for 12 years. He imparted knowledge upon the Ottoman Palace which was growing with the conquests. He was paid for the books he wrote. After he completed his book on history, Fezleke in Arabic in 1642, he wrote the Turkish Fezleke in the years between 1591 and 1654 where he recounts Ottoman history in detail. 1591 is an important year.The Prof. Dr. Fuat Sezgin Nobel Prize winner Turkish author Orhan Pamuk set his novel My Name is Red Esas Cihannüma, Boyut Yayıncılık in the same year. We learn through the heroine Şekure the stories of palace miniaturists who were summoned to their house by her father, and about their art. Sarayın nakkaşları olduğu gibi yazarları, hattatları, mimarları ve zanaatkarları da vardır. Doğu seferi dönüşünde görevi ile anılmaya başlayan Mustafa Çelebi, artık Kâtip Çelebi adıyla sarayın yazarlarındandır. Kitaplarını nakkaşlar resimlendirir ve hattatlar çoğaltır. 20’den fazla kitabının arasında en bilineni Kâtip Çelebi li-Kitab’ı Cihannüma’dır. The Palace housed miniaturists as well as writers, calligraphers, architects and craftsmen. Following his mission in the Eastern campaign, Mustafa Çelebi was recognized by his job as clerkKatip and became a writer in the Palace. His books were illustrated by miniaturists and copied by calligraphers. The most famous among his 20 or more books is Cihannuma by Kâtip Çelebi. O hattatlar ki, nam salmışlardır İslam coğrafyasında. Güzel yazı yazma sanatı imparatorluğun payîtahtında doruğa ulaşmıştır. “Kur’an Hicaz’da indirilmiş, İskenderiye’de okunmuş, İstanbul’da yazılmıştır” sözü, en güzel el yazması Kur’anların İstanbul’da yazılmış olduğunu anlatmaktadır. Güzel yazıyı öğrenen çıraklar, kalfalık ve ustalık aşamalarında El Yazması Kopyalaması’ndan Hat Sanatı’na yönelerek kalem ve mürekkeple “resim dışında” yaratılabilecek en güzel eserleri vermişlerdir. Taa ki 1928 yılına kadar… Esin kaynağı Arapça harflerin Allah sevgisi ile şekillendirilmesi olan Hat Sanatı 1928’de yeni harflerin kabulü ile kendini yenileyemez. These illustrators were famous in the Islamic world. The art of calligraphy reached its peak in the seat of the Empire. The fact that the most beautiful manuscripts of the Quran were written in Istanbul is expressed effectively by these words: “The Quran was delivered in Hidjaz, recited in Alexandria and written in Istanbul.” Piri Reis Kitâb-ı Bahriye Piri Reis 1513 Dünya Haritası Tabula Peutingeriana Klaudios Ptolemaios The apprentices of fine writing would then become assistants in manuscript copying, and later masters of the art to produce the most perfect works of calligraphy that could be possible with ink and pen. In 1928 the Arabic script was replaced with new letters causing a decline in the art which shaped spiritual love with inspirational Arabic letters. Tarihte Türkiye Haritaları Tarihte İstanbul Haritaları İslam Uygarlığı İslam Uygarlığı Mimari, Geometri, Fizik, Kimya, Tıp Astronomi, Coğrafya ve Denizcilik 7 KÂTİP ÇELEBİ’DEN GÜNÜMÜZE Cihannüma Kitabı’nın öyküsü, bilginin yayılma hızına yetişebilme öyküsüdür de denilebilir. Kâtip Çelebi yeniden yazmaya başladığı Cihannüma’yı 1654 yılında tamamlar. Geçen altı yılda, okuduğu kitaplardaki yeni bilgileri kitabına ekler. Din dışı pozitif bilgiler Kâtip Çelebi’yi çok etkiler. En çok da Gerardus Mercator’un önce Atlas’ından sonra da Atlas Minör’ünden etkilenir. Mehmet Ihlasî adını alan Fransız devşirmeye Latince’den Türkçe’ye çevirtir ve kitabını bu yeni bilgilerle zenginleştirir. Coğrafya ve astronomi üzerine Batılı kaynaklardaki bilgileri Cihannüma’da buluşturur. The story of Cihannuma can be considered as an effort to keep up with the speed that knowledge spread around the world at a time when literacy was highly limited. Kâtip Çelebi began to rewrite Cihannuma in 1654. During the next six years, he added to his books the knowledge he gained from the books he read. Kâtip Çelebi was vastly influenced by non religious positive knowledge, especially by the Atlas and later the Atlas Minor of Gerardus Mercator. He had the book translated from Latin to Turkish by a French recruit and enriched his own book with the new information. He brought together in Cihannuma the knowledge of geography and astronomy existing in Western sources. Masalsı Öykü Devam Ediyor… Kâtip Çelebi’nin Sultan IV. Mehmet’e ithaf ettiği elyazması Cihannüma’yı, saraya teslim ettikten sonra kimler okudu, nasıl etkilendiler bilemiyoruz. Ancak sarayda iz bırakmış olmalı ki 75 yıl sonra bir kopyası Şeyhülislam Abdürrahim Efendi tarafından Osmanlı’da sarayın izni ve himayesi ile matbaayı ilk kuran İbrahim Müteferrika’ya verilir. İbrahim Müteferrika tarafından Matbaa-ı Amire’de basılan Kitab-ı Cihannüma artık tek başına Kâtip Çelebi’nin kitabı sayılamaz. Biraz da Müteferrika’nın Cihannüması’dır. Basmacı İbrahim Efendi, nam-ı diğer Müteferrika 3 yıl süren kitabın basımı süresince Kâtip Çelebi’nin yazdığı kadar yeni sayfalar ve yeni bilgiler ekler. Öyle ki, kaynaklar Müteferrika tarafından basıldığında, numaralandırılmış 698 sayfalık kitabın 325 sayfasının Müteferrika tarafından eklendiğini yazmaktadır. Müteferrika hem matbaacı, hem naşir (yayıncı)dir. Kâtip Çelebi’nin kitabına, yaşadığı dönemde bilmesi mümkün olmayan bilgileri de ekler… Zaten kitabın baskısı tamamlandığında, Müteferrika kendisine teslim edilen Cihannüma’nın el yazması kopyalarını kaybetmiştir… Gerardus Mercator’un kitabından kopyaladığı ve Osmanlıca harfli yer isimleriyle levhalara nakşettirdiği haritalarla Cihannüma’yı artık yeni bir kitap olarak kabul etmek gerekir… Haritaların Gizemi… Cihannüma Kitabı’nda 13 levha ve 27 adet harita bulunuyor. Mercator haritaları taşıdıkları özellikler nedeniyle ayırt edilebiliyor. Ancak İstanbul, Anadolu, Kafkaslar ve Doğu’ya ilişkin öyle haritalar varki ya başka kaynaklardan alınmışlar, ya da görece daha az detaylı olanları İslam coğrafyacılarınca yapılmış olmalı... Haritacılık ya da kartografyacılık, bilim gerektiren ayrı bir iş. Oysa çizilmiş bir haritayı matbaa için levha haline getirmek zanaatkarlık işi. O günün teknolojisi ile oldukça zor ve meşakkatli bir işlem. Yeni yeni başlayan ve Batı’da büyük ilgi gören seyahat kitaplarında, gezdiği gördüğü yerleri anlatan seyyahın yarattığı hayallerini bir sanatçı resmeder, bir zanaatkâr da bakır levha üzerine işleyerek matbaa basımını sağlar. Thomas Allom’un, Antoine Ignace Melling’in İstanbul’u ve Osmanlı’yı da anlatan gravürlü kitapları da böyle meşakkatli yayınlardır. Öykümüze dönecek olursak; Kitab-ı Cihannüma’nın haritalarının yapımı sırasında Ahmed El Kırımî ve Galatalı Mıgırdıç imzalarından bahsediyor kaynaklar. Haritaların bir köşesinde bu isimler yer alıyor. Bir de Tophaneli İbrahim ismine rastlanıyor. Araştırmacılar bu sonuncusunun İbrahim Müteferrika’nın kendisi olduğunda birleşiyorlar. Belki de kitabın baskısını hızlandırmak istemişti… 8 The story continues... We do not know who read Kâtip Çelebi’s Cihannüma after the manuscript was presented to the Palace, to Sultan Mehmet the 4th, or how they were influenced by it. It must have made an impression though, because 75 years later a copy was handed to Ibrahim Müteferrika, the founder of the first printing house in the country, by Şeyhülislam Abdürrahim Efendi with the permission and auspices of the Palace. The book was printed by Ibrahim Müteferrika in the Imperial Printing House. It can no longer be considered as Kâtip Çelebi’s Cihannüma – it also belongs to Müteferrika. Basmacı İbrahim Efendi, known as Müteferrika added as many pages as the original and as much information during the three years of its printing. Sources indicate that 325 pages of the numbered 698 pages were added by Müteferrika. He was both a writer and a publisher. He added to the book information that could never have been possible to obtain in the era that Kâtip Çelebi lived in. When the printing was completed, Müteferrika had already lost the manuscripts of Cihannüma that were handed to him. We have to regard Cihannüma as a different book with place names in Ottoman Turkish he had engraved onto Gerardus Mercator’s maps. The Mystery of the Maps… Cihannüma has 13 charts and 27 maps. Mercator’s maps are distinguished by their distinct properties. However, there are such maps which depict Istanbul, Anatolia, the Caucasus and the Orient that have to have been borrowed from other sources and there are those with relatively less detail that might have been prepared by Muslim geographers. Map making or cartography requires scientific knowledge. On the other hand, having an already drawn map engraved on a metal sheet for printing requires craftsmanship. It must have been an arduous process given the techniques of the time. Travel books were a novelty at the time and were regarded with interest in the West. The writers would talk about the places they visited, and the images they created would be depicted by an artist while a craftsman would engrave it on a copper sheet for printing. Books with engravings by Thomas Allom, and Meling that describe Istanbul and Ottoman lifestyle are such arduous publications. Back to our story… Sources cite Ahmed El Kırımî and Galatalı Mıgırdıç as mapmakers for Cihannüma. Their names are placed on the maps. Another name that is mentioned is Tophaneli Ibrahim. Researchers agree on the fact that he is Ibrahim Müteferrika. Perhaps he wished to hasten the printing of the book. Perhaps he enjoyed making this contribution to a book he half owned. There is one map in Cihannüma which definitely does not belong to Mercator. Nor is there any information that it was originally charted by Müteferrika’s team. Historians state that the ‘invertedness’ can be found in other maps made by Muslim cartographers. Since it is a map of Turkey, the difference can easily be perceived. FROM KATIP CELEBI into the PRESENT The Mediterranean coasts of Turkey are at the top of the map while the Black Sea coasts are at the bottom. The compass on the map correctly indicates the North. The map seems to be inverted but it is not considered scientifically wrong to draw maps in this fashion. In Ottoman architecture Cihannuma refers to structures on top of buildings that provide a panoramic view. The word is also used for world maps or atlases. Cihannüma Mansion, an important section of Edirne Palace which was completed by Fatih Sultan Mehmet (1451) is claimed to have been seven stories high, with an octagonal room on its top floor, housing a centrally located fountain. When Hakkı Devrim, our renowned compiler of encyclopedias, named his newspaper column “cihannüma” in the 2000s, he presumably preferred it to imply “an observatory”. Belki de artık neredeyse yarı yarıya müellifi olduğu kitabına bu katkıyı da yapmaktan ayrı bir keyif almaktaydı. Kitab-ı Cihannüma’da bir harita var ki, Mercator’a ait olmadığı kesin. Müteferrika ekibince özgün olarak haritalaştırıldığına ilişkin bilgi de yok. Tarihçiler bu haritada “terslik” gibi görünen farklılığın başka İslam haritalarında da görülebildiğini söylüyorlar. Farkı algılamak çok kolay. Türkiye’nin Akdeniz sahilleri haritanın üst kısmında. Karadeniz sahilleri ise altta. Haritaya yerleştirilen pusulanın gösterdiği kuzey yönü doğru. Ters gibi duruyor ama bilimsel olarak böyle çizilmesi de hata değil… Cihannüma, Osmanlı Mimarisi’nde “her tarafı görmeye elverişli camlı çatı katı, taraça ya da kule” anlamlarında da kullanılıyor. Dünya haritası, atlas anlamlarında kullanıldığına da rastlanıyor. Fatih Sultan Mehmed’in yapımını tamamlattığı (1451) Edirne Sarayı’nın önemli bölümlerinden olan Cihannüma Kasrı’nın yedi katlı olduğu ve en üst katta sekiz köşeli bir oda ve ortasında bir havuzun bulunduğu yazılmaktadır. 2000’li yıllarda değerli ansiklopedicilerimizden Hakkı Devrim, gazetedeki köşesine “cihannüma” adını verirken herhalde “gözlem yapılan yer” anlamını tercih etmiş olmalı. Bir müzayede firmasından edindiğimiz İbrahim Müteferrika baskısı Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sı yayınevimizin koleksiyonunu süslüyordu. Tüm kaynaklarda “çok önemli bir eser” olduğunda hemfikir olunan Cihannüma hakkında coğrafyadan bahsetmesinin ötesinde yeterli bilgi bulunmaması, bakmaktan büyük keyif aldığımız Cihannüma hakkında meraklarımızı harekete geçirdi. İlk amacımız açıklayıcı bir tanıtım yazısı ile az sayıda nüshası bulunan bu eserin tıpkıbasımını yaparak tarih araştırmacılarının istifadesine sunmaktı. A copy of Kâtip Çelebi’s Cihannüma printed by İbrahim Müteferrika, which we acquired at an auction house, has been a precious item in the collection of our publishing house. All sources refer to Cihannüma as a “very important piece of work”, and the lack of sufficient information other than its being a book on geography prompted our curiosity. Cihannüma’nın aslına uygun çevirisini anlayabilmek bugün için neredeyse imkansız. Tarih Kurumu baskısının 844 sayfasının tamamı örnek sayfa anlaşılırlığında. It is almost impossible today to understand an original translation of Cihannüma. The edition printed by the Turkish Historical Society can only be perceived as exemplary pages. Prova amaçlı tek nüsha olarak çoğalttığımız tıpkıbasım Cihannüma bizi hayal kırıklığına uğrattı. Haritaları hariç giriş ve içindekiler bölümleriyle 724 sayfayı bulan Osmanlıca Cihannüma’nın birbirinin aynısı hissini veren sayfaları biraraya geldiğinde heyecansız bir kitap ortaya çıktı. Our initial objective was to present to researchers an exact copy of this rare piece of work with an explanatory text. We duplicated a single exact copy of Cihannüma which led to a disappointment on our part. With its introduction and contents pages, excluding the maps, the 724page-long Cihannüma, written in Ottoman Turkish, produced an uninspiring book with its almost identical pages. Yayınevimiz yazarlarından araştırmacı-tarihçi ve yazar Orhan Koloğlu dostumuz, sohbetlerimizde “bu sayfada ne demek isteniyor?” şeklinde başlayan sorularımızın sayısı artınca bir gün; hazırda beklettiğimiz sayfa kopyaları üzerinden yeni Türkçeye çeviri yapma arzusunu bildirdiğinde beni ne kadar mutlu edeceğini biliyordu… Historian-researcher Orhan Koloğlu, an author of our publishing house and a friend, knew how happy I would be when he offered to translate the pending book into modern Turkish; because during our chats, the number of our questions like “what does it say on this page?” were gradually increasing. 9 KÂTİP ÇELEBİ’DEN GÜNÜMÜZE Matbaanın icadı Batı’da da sancılı olmuş. Matbaa’da İncil çok sayıda basılınca yalnızca Paris’te 8.000’in üzerince kitap kopyacısı isyan ederek toplu yürüyüşe geçmişler… Osmanlı’da kimsenin tepkisi olmamış. Matbaanın ilk etkisi ne okumayı tahmin edildiği kadar artırmış, ne de kitap kopyacılarını işsiz bırakmış. Kitap kopyacıları sessizce hattat olmanın yollarını aramışlar. Çoğaltılan kitapların yarıya yakını ise İbrahim Müteferrika’nın ölümüne kadar depoda alıcı beklemiş. Latin harfli Türkçe’ye çevirileri okuduğumuzda da hayalkırıklığı yaşadık. Osmanlıcanın kuralsız yazımı, noktanın kullanılmayışı okuyanın anlamasını daha da zorlaştırıyordu. Zaten bazı bölümlerde, geçerliliği olmayan ayrıntılara da uzun uzun yer veriliyordu. Sayfaların mealen çevirisinde karar kıldık. Cihannüma’nın her üç sayfası için, neden bahsedildiğini içeren çeviriler kitaba renk katmaya başladı. Cihannüma’yı değerli kılan, içerdiği bilgilerin yanısıra çoğu İbrahim Müteferrika tarafından eklenen harita ve levhalardı. Çalışmalarına tükenmek bilmeyen enerjisi ile devam eden Koloğlu, haritalar ve levhaların yorumlanması, bilgilerin değerlendirilmesi için bize Mustafa Kaçar’ı tanıştırdı. Osmanlı tarihi üzerine çok değerli araştırmaları bulunan Prof. Dr. Mustafa Kaçar’ın haritalar ve levhalar üzerine isteklerimizi ve sorularımızı yanıtlaması, çeşitli aralarla 3 yıl sürdü. Sona yaklaştığımızda kendimi biraz Müteferrika gibi hissettim. Boyut Yayınları’na şeklini veren tasarımcı arkadaşım Murat Öneş’in yeni bir form arayışı sürecindeki tartışmalarımızın Ahmed El Kırımî ile İbrahim Müteferrika’nınkilere benzediğini hayal ettim. Bu kitaptan keyif aldıysanız bunda yazarları kadar tasarımcısı Murat Öneş’in büyük katkıları olduğunu bilmenizi istedim. Füsun Savcı’nın yıllar süren İngilizceye çevirileri, Cihannümaya evrensel bir kimlik kazandırdı. Bu kısa önsözü kaynak bilgilerle boğmak istemedim. İbrahim Müteferrika baskısı Cihannüma'nın orijinal kopyasına dokunduğum andan itibaren masalsı bir öyküye sahip bu kitabın editörlüğünü yöneterek keyifli bir yayına dönüştürmekten mutluyum. Orhan Koloğlu Mustafa Kaçar Bülent Özükan Murat Öneş The invention of the printing house in the West was painstaking. When the number of Bibles printed at the printing houses increased, over 8000 book copiers revolted in Paris and initiated a public procession. No one reacted in the Ottoman lands. The initial effect of the printing house neither increased readership as anticipated, nor forced the book copiers out of employ. The book copiers quietly sought to become calligraphers. Almost half of the printed books waited for buyers in warehouses until the death of Ibrahim Müteferrika. Translation into modern Turkish was also disappointing. The irregularities of written Ottoman Turkish were making it difficult for the reader. In some sections there was detailed and irrelevant information. We decided on an interpretative translation. Summaries of three pages at a time started to add color to the book. What made Cihannüma valuable was not only the information it held, but also the maps and charts mostly added by Ibrahim Müteferrika. Continuing work with his never ending energy, Koloğlu introduced us to Prof. Dr. Mustafa Kaçar to interpret the maps and charts. It took Prof. Dr. Mustafa Kaçar three years, in intervals, to answer our questions and needs concerning the maps and charts. As we reached the end I started feeling somewhat like Müteferrika. I imagined that the discussions I had with my friend, graphic designer Murat Öneş, while searching for new forms, were perhaps similar to those that took place between Ahmed El Kırımi and Ibrahim Müteferrika. Contributions of Murat Öneş add to the enjoyment of this book as much as its writers. The translation into English by Füsun Savcı, over an extensive period of time, has complemented the universal character of Cihannüma. I have to add that it took me months of reading to write this short introduction. Instead of overwhelming the reader with details of a meticulous researcher, I wished it to be read in an easy manner, like a story. I, on my part, feel gratified to have turned a conceptual project into a pleasurable publication project from the moment I was able to touch the original copy of Cihannuma. Bülent Özükan 10 FROM KATIP CELEBI into the PRESENT 11 İbrahim Müteferrika 12 TÜRK MATBAACILIĞININ PİRİ OLARAK İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER in TURKISH PRINTING Orhan Koloğlu rancis Bacon (1561-1626) “Modern çağları açan üç öge basımevi, barut ve pusuladır” diyor. Basımevini ilk sırada belirtmesi rastlantı değildir. Barut, insanlığın başından beri süregelen savaşlarda başarı için yeni bir araçtı. Pusula, artık açık denizlere yönelmiş bulunan seferlerin hedefe ulaşmasını sağlayan bir aygıttı. Üretim ve kullanımları da nispeten dar çerçeveli kesimlere bağlıydı. Basımevi ise, o zamana kadar yalnız gayet sınırlı sayıdaki seçilmişlere tanınan bilgi edinme ve haberleşme hakkının, toplumun tabanına sınırsız şekilde mal edilmesinin aracı olmuştur. 15. yüzyılın ortasından başlayarak Orta Avrupa’dan çevreye yayılan bu teknoloji, böylelikle Ortaçağ’dan kopuşun, modern dünyaya damgasını vuran Rönesans’ın ve Reform’un en önde gelen aracı oldu. Başta Osmanlı olmak üzere bütün Doğu toplumlarının bu devrimci teknolojiden ancak birkaç yüzyıl sonra yararlanmaya başlamaları ise, çağdaşlaşmalarının gecikmesinde başlıca rolü oynamıştır. Oysa her üçünün de Asya’nın, açıkçası Çin’in ürünü olduğu bilinir. Konumuzu oluşturan basımevi bu ülkede M.S. 2. yüzyıldan beri biliniyordu. Komşuları olan Japonya, Kore ve Uygur Türklerince de kullanılmıştı. Taş ve tahta kalıplara kazınan metinlerin baskıyla çok sayıda kopyasının çıkarılması yöntemi ile ilk haber yaprağı (gazetenin öncüsü) Avrupa’dan yedi yüzyıl kadar önce basılmıştı. Hatta bu metotla basılmış Budizm kitabı bile bulunmuştur. Böyle bir öncülüğe rağmen baskıcılık tekniğinin toplumun tabanına mal olmamasının sebebini, Doğu toplumlarındaki yönetim sistemi ve ekonomi anlayışında aramak gerekiyor. Çin’de yayımlanan haber yaprakları, devlet memurlarına İmparator’un öğrenmelerini istediği bilgilerin ulaştırılması amacıyla sınırlıydılar. Halk kütlelerinin yönetime doğrudan katılmadığı bir sistemde yayınların sadece seçilmişlere ulaştırılmasıyla yetinilmesi doğaldı. Aslında Avrupa’da da feodal yapı egemendi ve o da tabanın, üzerinde yargı yapmalarına izin verilmeyen bilgilere ulaşmasına karşıydı. Bu kısıtlamayı bertaraf eden, ekonomide serbest piyasa düzeninin kökleşmesi oldu. Burjuva sınıfı böylece belirdi ve aristokrasi ile kiliseye karşı en büyük silah olarak basımevinin ürünlerini kullandı. 1500 yılına varıldığında Avrupa’nın 300 kentinde 1700’den fazla birimin çalıştığı ve o güne kadar 40 bin başlık altında 15-20 milyon adet kitabın satışa çıkarıldığı hesaplanmıştır. Öncelikle kitap üretimine ağırlık verildiği ve toplumda “kitaba dayalı kültür”ün geliştirildiği farkedilir. Böylece okuryazarlığın sadece aristokratlar ve din adamlarıyla sınırlı kaldığı ortamdan çıkılmış, her birey kendi evinde okuyup değerlendirme yapabilecek imkâna kavuşmuştu. Ünlü Fransız hümanist yazar Rabelais daha 1530’da değişikliği şöyle saptamıştı: F “Artık okumayan kalmadı. Hırsızlar, cellatlar, meyhaneciler, seyisler ve halkın aşağı tabakası bile eskinin doktor ve âlimlerinden daha bilgili, kadınlar ve çocuklar bile okuyor.” KİTÂB-I CİHÂNNÜM - ‘ enaissance Man’ Francis Bacon (1561-1626) states that it was the printing machine along with gunpowder and the compass that started the modern ages. It is not accidental that he gives priority to the printing machine. Gunpowder was a new means for victory in wars that always existed among the human race. The compass was a new tool for successful voyages on open seas. The production and usage of these tools were relatively limited. The printing machine on the other hand, was a means of unlimited transference to the public the right to have an access to information, which until then had only belonged to a privileged few. In the mid 15th century, this new technology spread from central Europe, bringing the Middle Ages to a halt and initiating the Age of Renaissance and Reformation. All Eastern societies and especially the Ottomans adopted this revolutionary technology a couple of centuries later, causing the delay in their modernization. The printing machine, as well as gunpowder and the compass were all Chinese inventions. The printing machine was in use in China since the 2nd century AD. The neighbouring nations of Japan, Korea and Uyghur Turks were also well acquainted with this device. Engraving the texts onto stone and wooden moulds and producing multiple copies of the first news leaflet (pioneer of the newspaper) was made possible seven hundred years earlier than in Europe. A book on Buddhism was also printed then in the same manner. In spite of such an early start, the reason why printing techniques did not reach the public in the Eastern societies should be sought in their administrative systems and their economic perceptions. The news leaflets in China were limited to the government officials, with the aim of communicating to them what the Emperor wished them to know. In societies where the public has no direct involvement in the administration, it was natural to suffice with these publications that reached only a handful of privileged persons. Actually in Europe also, the feudal structure was dominant and it too was against the public having an access to information, which they were not allowed in any way to pass judgement on. What ended this limitation was the strengthening of a free-market economy; thus creating a bourgeoisie class armed with the printing machine against the Church and the aristocracy. In 1500 it was estimated that in 300 European cities there were more than 1700 workers in printing houses and that 15 to 20 million books had been published under 40 thousand titles. The emphasis was on producing books and developing a ‘culture based on books’. As a result, literacy was not limited to the aristocracy and the clergy anymore: every individual had the opportunity to read in his own house and make his own evaluations. R Leading French humanist and writer Rabelais talks about the change in 1530: “Everybody reads. Thieves, hangmen, tavern owners, stablemen; even the lower classes are better informed than the doctors and scholars of old times. Even women and children read.” THE BOOK OF CİHANNÜMA 13 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika Kitap ve haber yaprakları yayınıyla başlayan baskıcılık, 17. yüzyılın ilk yıllarında süreli gazetenin ve de 1660’ta günlük gazetenin belirmesiyle tam egemenliğini kurmuş oldu. Artık, uzun süre yaşarlılığa sahip olan “kitap kültürü”nün yanısıra bir de “gazete kültürü” oluşuyordu. Bu gündelik haberlere dayalı ve daha çabuk değişen bir bilgi akımını sağlıyordu. 18. yüzyılın ortalarına yaklaşırken, 300 yıllık bir sürecin sonunda Avrupa’da 1,5 milyon başlık altında 1,4 milyar adet kitap yayımlanmıştı. 1711 yılında sadece Londra’da yayımlanan 10 gazetenin yıllık toplam tirajları ise 2,5 milyon nüshaya yaklaşıyordu ki bu günde 7 bin gazete satıldığı anlamına gelir. İlk Arap Harfli Matbu Kitaplar Avrupa’dan 14 Publishing which began by printing news leaflets and books, established its hegemony in the beginning of the 17th century, with the publication of periodical newspapers, and in 1660 the publication of daily papers. In addition to a “book culture” there now existed a “newspaper culture”. This enabled a quick-changing information flow based on daily news. By mid 18th century, after a period of 300 years, 1.4 billion books had been printed under 1.5 million titles in Europe. In 1711, the yearly ratings of 10 newspapers printed in London alone reached 2.5 million, which indicated a daily sales figure of 7 thousand newspapers. First Printed Books in Arab Charecters Arrive From Europe Osmanlı ülkesi ilk matbaayı daha 1490’larda, İspanya’dan göçe zorlanmış olan Yahudilerin getirdikleri tesislerle tanıdı. Daha sonra, 1567’de Ermeniler, 1610’da Lübnan’da Maruniler, 1627’de Rumlar basımevlerine sahip oldular. Ancak bunların din adamlarının kontrolü dışına çıkamaması –yani büyük yoğunlukla dinî yayınlar yapmaları– kadar, ülkede egemen olan serbest piyasa anlayışı karşıtı ekonomik düzen de, kendi cemaatlerinin tabanına bile büyük etki yapmalarına izin vermedi. Bilindiği üzere, bütün İslam toplumlarında olduğu gibi Osmanlı’da da ekonomi devletin ve loncaların kontrolü altındaydı ve narh yani fiyatları devletin belirlemesi sistemi geçerliydi. Dolayısıyla burjuvanın oluşmasına zemin hazırlayan özel girişim gelişemiyordu. Nitekim matbaalar Avrupa’da kitaptan sonra haber yaprakları ve nihayet gazeteyi topluma sundukları halde, Osmanlı’daki gayrimüslimlerin matbaaları –hem de aralarında ticaret işleriyle yoğun şekilde ilgili olan Yahudiler çoklukta olduğu halde– bu haberleşme araçlarını üretememişlerdir. The Ottoman lands were first introduced to the printing machine in 1493 when the Jews who were forced out of Spain brought the machines with them. Later in 1576, Armenians; in 1610, Maroonies in Lebanon; and in 1627 Greeks owned their printing houses. However, because they were under the strict control of their clergies, which meant only religious publication, and because the dominant economic structure of the country was against free-market practices, they were unable to make an impact on their own communities. In all Islamic countries as well as in the Ottoman lands, economy was controlled by the State and the guilds, and the narh system (fixed prices put on essential commodities by governmental authority) was in application. Therefore, the private enterprise that provides the basis for bourgeoisie could not find the means to develop. While printing houses in Europe offered their public books, news pamphlets and finally the newspaper, the Ottoman non-Muslim printing houses -despite the majority of Jews closely involved in tradewere unable to produce these means of communication. Şunu da eklemeliyiz ki, Osmanlı düşünürlerinin matbaanın varlığından haberdar olmadıkları söylenemez. Nitekim Peçevi ünlü tarihinde (1640’lar) “Kâfirlerin basma hat ile kitap üretme icatları garip bir sanattır ve hakkını vermeli özge icattır” der sonra da ekler: “Bu sanatta bin cildin üretimi bir cildin hatla yazılması kadar zahmetli olmaz.” It would be wrong to suggest that the Ottoman scholars were unaware of the existence of the printing machine. As a mater of fact, Pechevi, in his famous History (1640) states “The heretic invention of producing books by stamping letters is a strange art and rightfully an original innovation. In the application of this art form, one thousand volumes are produced with less trouble than one volume written by hand.” İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING İslam âleminin bu alanda harekete geçememesi karşısında, Arap harfleriyle basma kitap alanında da öncülüğe Avrupa sahip oldu. Her ne kadar Maruniler bu alanda ürün veriyor idiyseler de, çoğunlukla Hıristiyanlıkla ilgili olan yayınların Avrupa’dakine benzer bir taban oluşturması bahis konusu değildi. Türkçe, Arapça, Farsça yayın yapan Avrupa’daki basımevleri, 16. yüzyılda dört, 17’de onaltı ve 18’de on ülkenin 25 kentinde faaliyetteydiler. Oryantalizmin ve oryantalistlerin büyük bir ivme kazanması böylece başlar. Sadece Arapça olarak 16. yüzyılda onaltı, 17’de doksandört, 18’de doksanbeş eser yayımlamışlardır. Bu arada Kur’an Meali çevirilerinin çokluğu dikkatten kaçmaz. 16. yüzyılda altı, 17’de yirmibir ve 18’de otuzaltı tanedir. Bir Fransızın (André du Ryer) çevirisinin 128 yılda (1647-1775) yirmi yeni baskı yaptığı saptanmıştır. Bu yoğun çabaların ucuz Arapça Kur’an basıp bol satışla yüksek kârı hedeflemesi doğaldı. Nitekim bir İngilizin 17. yüzyılda gemiyle bu tür bir Kur’an baskısından bol sayıda getirdiği ve bunların –kutsal kitabın yanlış dizilmiş olabileceği düşüncesiyle– Osmanlı yönetimince Marmara denizine atılarak yok edildiği bilinmektedir. Fransızların kurdukları “Dil Oğlanları Mektebi” de öğrencilerini İstanbul’a göndermiş, Doğu dillerini ve İslamın yapısını yerinde öğrenmelerini sağlamayı hedef edinmişti. Ayrıca Avrupa’dan gelen kitaplara karşıtlıkta Hıristiyanlar arası çekişmelerin rol oynadığına da dikkati çekmek gerekiyor. Genellikle Ortodoks olan Doğu Hıristiyanlarına yönelik Katolik ve Protestan propaganda yayınları da –bu kilisenin ve Museviliğin de koruyucusu olduğu bilinen– Bâbıâli tarafından engelleniyordu. Avrupa’da üretilen Arap harfli kitapların İslam âleminde fazlasıyla ilgi görmemesinin sebeplerinden biri de hat sanatı ile ilgilidir. Bilindiği gibi, matbaanın yaygınlaşmasından önce bütün dünyada el yazması kitabı bir sanat eseri haline dönüştürmek ilk hedefti. Batı dünyasında ressamlık, özellikle Rönesans ile öylesine gelişmiş ve ustasına olanaklar sağlayan yaygın bir sanat haline gelmişti ki, hat sanatına ilgi kendiliğinden kaybolmuştu. Buna karşılık, dini sebeplerle Europe stepped in when the Islamic world failed to proceed with printing in Arabic letters. The Maroonis were productive in this field, but because their publication was mainly related to Christianity, establishing the ground similar to the one in Europe was hardly possible. The European printing houses that published in Turkish, Arabic and Farsi were operational in 4 cities in the 16th century, 16 cities in the 17th century and 25 cities in the 18th century. This occurrence led to the rise of Orientalism and the Orientalist. 16 books in Arabic were published in the 16th century, 94 in the 17th and 95 in the 18th century. The number of Quranic Interpretation is also noticeable, with 16 in the 16th century, 21 in the 17th, and 36 in the 18th century. Frenchman André du Ryer’s translation was published 20 times in 128 years (1647-1775). This attempt at printing Qurans in Arabic in large numbers targeted high profit. Incidentally, in the 17th century an Englishman is known to have brought a number of such Qurans by boat but that they were thrown into the Sea of Marmara by the Ottoman administration with the suspicion that the Holy Book might have been misprinted. The French ‘Language School for Boys’ sent their students to Istanbul to enable them to learn in situ the structure of Islam and the eastern languages. There also happened to be rivalry among the Christians in opposition to books arriving from Europe. Propaganda books aimed at eastern Christians, who were of the Orthodox faith, were also obviated by the Sublime Port: the protector of these churches, and of Judaism. One reason why books printed in Europe were not favoured by the Islamic society is the esteemed art of calligraphy. It is widely known that all over the world, before the advancement of the printing machine, the ultimate object was to turn a manuscript into a work of art. In the western world the art of painting improved owing to the Renaissance and became a widespread art form providing the artist with financial means. As a result, fine handwriting lost its ornamental allure. However, in the Islamic world, where painting as an art form was not appreciated due to religious reasons, calligraphy was improving remarkably. Printing techniques took away all the gloss, and the moulds used in the European-printed books in Arabic were not at all pleasing. 15 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika resme fazla iltifat etmeyen İslam âleminde hat sanatı aksine büyük bir gelişme içindeydi. Basma teknolojileri ise bu sanatı donduruyordu. Üstelik Avrupa’da üretilen Arap harfli kitaplarda kullanılan kalıplar hiç de zevkli şeyler değildi. Din alanındaki hassaslığına karşılık Osmanlı yönetiminin din dışı yayınlara karşı hiçbir önyargısı yoktu. III. Murad zamanında (1574-95) bir yabancı kişi Türkçe kitap basmak ve gümrük resminden muaf tutulmak için izin istemiş ve almıştır. 1588’de kitabını basıp fermanı da başına koymuştur. 1594’te Roma’da basılan Kitab-ı Tahriri Usul-ül Üklides’e eklenen bir fermana göre III. Murad “Frengistan’dan ticaret için getirilen değerli Türkçe, Arapça ve Farsça kitapların alım ve satımına engel koyanlara karşı, ticaretlerinde serbest bırakılmalarını ve şer’i şerife ve ahitname-i hümayuna aykırı davranılmamasını” emretmiştir. Matbaanın yararlı olabileceği fikri, III. Ahmed’in saltanatı döneminde (17031730) büyük bir ivme kazanan ve “Lâle Devri” diye adlandırılan çağdaşlaşma girişimiyle gündeme gelmiştir. 16. yüzyılda doruğa yerleşen Osmanlı Devleti, 17’de yapısını düzeltme ihtiyacını hissetmiş ve bunu doğal olarak geleneksel kurallar çerçevesinde tashihler yapma yoluyla gerçekleştirmeye çalışmıştı. Bu çabaların arzulanan sonuçları vermemesi karşısında 18. yüzyılın başından itibaren Avrupa modelinden yararlanma düşüncesi de gündeme gelmeye başladı. 1727 yılında ulemanın da onayı ile matbaa teknolojisinin resmen uygulanır hale gelmesi bu yeni anlayışın sonucudur. Bu girişimin, İslam toplumlarında Rönesans’ı başlatan adım olduğunu tarihçi A. Demeerseman şöyle anlatmaktadır: 16 Although sensitive in religious matters, the Ottoman rule was not biased against the printing of non-religious books. During the reign of Murad III (1574-1595), a foreigner who applied for a permission to print books in Turkish and also to be exempt from customs duty was granted permission. He printed the book and included the firman (imperial edict) in the editions. To the ‘Kitab-ı Tahriri Usul-ül Üklides’ (Book of Essays on Euclides’ Elements), printed in Rome in 1594, a firman was added requiring “those who trade in valuable books written in Turkish, Arabic and Farsi and printed in Frengistan (Europe) should not be hindered in their trade as I declare in my ahitname-i hümayun (imperial decree) appropriate with the şer-i şerif (canonical law of Islam) ” The idea that printing machines would be expedient, gained impetus in the reign of Ahmed III (1703-1730), also known as the ‘Tulip Age’, during which significant attempts were made towards modernization. Reaching its height in the 16th century, the Ottoman State needed to rectify its structure in the 17th century and tried, naturally, to achieve this within the framework of traditional rules. When these measures fell short of the desired purpose, the idea that the European model could be put to use gained support. That the official use of printing technology was approved by the ulema (theological scholars) in 1772, was the outcome of this new understanding. Historian A. Demeerseman considers this as the first move that generated a ‘renaissance’ in Islamic societies: “Printing of books does not only mark a major progress in Turkish history, but also marks the beginning of a renaissance in the Islamic world. (…) The Islamic civilization was given the command in Istanbul, to open up to a new world. (…) Thus, the concept of advancement, which is a prominent feature of modern thinking and accepted by Muslims also, emanated in 18th century Turkey. And with this, the East-West dialogue did truly begin.” The Arrival of Ibrahim Muteferrika Ibrahim Muteferrika played the leading role in securing printing and publishing as a vocation. His personality is of great importance. Information on his life previous to İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING “Kitap yayıncılığına başlamak sadece Türk tarihinin en önemli aşaması değil, İslam dünyasındaki Rönesans’ın da başlangıcıdır. (...) İslam uygarlığının yeni bir dünyaya açılma emri İstanbul’dan verilmiştir. (...) Böylece modern düşüncede büyük bir yer tutan ve Müslümanların da benimsediği ilerleme fikri 18. yüzyılda Türkiye’de belirmiştir. Bununla ilk kez tam anlamıyla Doğu-Batı diyaloğu başlamış oluyordu.” Müteferrika’nın Sahneye Çıkışı Basımcılık ve yayımcılık mesleğinin başlamasında öncü bir rol oynayan İbrahim Müteferrika’nın kimliği önem taşımaktadır. Müslüman olup 1692 yılından itibaren Osmanlı Devleti hizmetinde görev almasından önceki dönem hakkındaki bilgiler belgelere dayanmamaktadır. Macaristan’ın Kolojvar kentinde doğduğu (tahminen 1674), dinî eğitim gördüğü, Türklere esir olduğu biliniyor. Latince ve Macarca bilgilerine Türkçe, Arapça ve Farsçayı katması, bilime yönelme açısından önemli yeteneklere sahip olduğunu gösteriyor. “Müteferrika” deyimi, devlet ve saray hizmetinde çeşitli görevlerde bulunanlara verilen bir sıfattır. Nitekim üstlendiği görevler arasında diplomatlık, mihmandarlık, tarihçilik, çevirmenlik vardır. Avusturya ile görüşmelerde, Osmanlıya sığınan Macar prensi Rakoczi’nin tercümanlığında, Lehlilerle yapılan anlaşmada, Dağıstan’a mesaj götürmede rol oynadığı biliniyor. Divan-ı Hümayun’da Hacegân (din ve bilim adamı) sınıfına da dahil edilmiştir. Ancak İbrahim’in Osmanlı tarihindeki asıl büyük rolü, basımevini kurmuş ve kendi yaşamı boyunca muntazaman işletmiş olmasındadır. Ayrıca sadece basımevi işletmecisi olarak kalmamış, kendisi de kitaplar yazdığı gibi, Cihannüma örneğinde olduğu şekilde eski kitapları güncelleştirmede önemli katkıları olmuştur. being employed by the Ottoman State, after becoming a Muslim in 1692, is not validated by documents. He was born in the Hungarian city of Kolojvar (probably in 1674), received religious training and was later enslaved by Turks. He added Turkish, Arabic, and Farsi to his knowledge of Latin and Hungarian, which indicates his aptitude for science. “Muteferrika” is a title given to those who are employed in various services for the State and Court. He was employed as diplomat, dragoman and historian. He acted as translator for the Hungarian Prince Rakoczi in the deliberations with Austria; played an important role in the treaties with Lechistan (Poland) and carried messages to Daghistan. He was received into the Hacegan class (scholars of religion and science) of the Imperial Court. Ibrahim’s most prominent accomplishment, however, was that he established a printing house and managed it systematically for the rest of his life. He not only stayed as a printing house manager but also authored books, and as in the example of Cihannuma, he contributed to the updating of old books. One should bear in mind that religious sentiment was still prevalent in the Ottoman society when Ibrahim Muteferrika set his mind on printing books. In 1716, Vizier Ali Pasha died on the battleground leaving a will in which he wished a foundation and library to be established for his valuable books. When Sheikulislam Ebu Ishak Ismail Effendi was informed, he immediately commanded that, “Books on philosophy, astrology, and books filled with fictitious history and erroneous poetry shall not be accommodated in such foundations.” Clearly all topics not connected to religion were excluded. It was later understood that Muteferrika’s endeavour employed tactics to seize the support of the ulema who had a permissive and tolerant outlook towards science, against the ulema who exhibited such condemning attitude. In order to overcome the opposition, specific conditions were required. In Muteferrika’s case, two points have to be taken into consideration. 17 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika İbrahim Müteferrika’yı matbaacılığa yönelten ortamda Osmanlı toplumunda dinî hassasiyetin devam etmekte olduğu unutulmamalıdır. 1716 yılında savaş alanında şehit olan sadrazam Ali Paşa’nın vasiyeti üzerine değerli kitapları için bir vakıf ve kütüphane kurulmasına girişildiğinde, Şeyhülislam Ebu İshak İsmail Efendi hemen uyarmıştı: “Felsefe, astroloji, uydurmalarla dolu şiir ve tarihe ait olan kitaplar o vakfa dahil edilemez.” Açıkçası doğrudan dinle ilgisi olmayan konular tamamen dışlanıyordu. Müteferrika’nın girişiminin, özellikle bu tür dışlayıcı anlayışı olan ulemaya karşı, bilime hoşgörüyle bakan ulema kesiminin desteğini sağlama taktiğini izlediği zamanla farkedilecektir. Böyle bir karşıtlığı aşmak için özel şartlar gerekliydi. Müteferrika olayında iki hususu dikkate almak gerekiyor. Birincisi, Avrupalı oryantalistlerin Ortadoğu ülkelerine yönelik ilgilerinin artması; diğeri, kendisinin İslam ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkiyi değerlendirişidir. Kendi ülkelerinde Arap harfli kitap üretimini artırmakla kalmayan Avrupalılar, İslama ait önemli el yazması kitapları da satın alıp kendi kitaplıklarına götürüyorlardı. Bunların bulunamaz hale gelmekte olduğunu farkeden yönetim, 1716 yılında yayımladığı bir emirname ile ülke dışına çıkarılmalarına yasaklama getirdi. Aynı sırada kitaplık kurma eğiliminin teşvik edildiği, Valide Sultan (1712), Şehit Ali Paşa (1714), III. Ahmed (1719), Damat İbrahim Paşa (1719) kitaplıklarının kurulması kapsamlı bir politikanın varlığını kanıtlıyor. Müteferrika, işletmeye geçmesine izin verilmesi için 1727’de sunduğu dilekçede, 1719’dan itibaren matbaa tesisi için girişimlerini başlatmış olduğunu kaydetmiştir. Bu da gösteriyor ki, yukarıda belirttiğimiz eğilimler bu alan için de uygun bir ortamı doğurmuştu. Girişimin gerçekleşmesini kolaylaştıran gerekçelerin başında, Müteferrika’nın 1710’da yazıp sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’ya sunduğu Risale-i 18 The first point is that the Orientalists were increasingly enthralled with Middle Eastern countries, and the second point is his own assessment of the relationship between Islam and Christianity. The Europeans were not only printing more and more books in Arabic, but were also buying important manuscripts on Islam and taking them away to their libraries. In 1716, the Ottoman administration realized that these books were gradually becoming unavailable, and issued a mandate prohibiting the removal of manuscripts from the country. At the same time, libraries were encouraged. The Valide Sultan (1712), Shehit Ali Pasha (1714), Sultan Ahmed III (1719), Dhamat Ibrahim Pasha (1719) libraries indicate a strong policy for setting up libraries. Muteferrika, in his 1727 petition requesting permission to operate his print shop, states that his efforts for this particular venture began in 1719. This indicates that a favourable background was provided for the printing milieu by the abovementioned inclinations. In 1710, Muteferrika wrote ‘Risale-i Islam’ (The booklet on Islam) and presented it to Grand Vizier Nevshehirli Ibrahim Pasha. This is one of the major aspects that facilitated his undertaking. The title of the book might suggest that it is a glorification of Islam when actually it is a criticism of Christianity and Judaism. He contests the concept of Teslis (Holy Trinity), referring to especially the Old Testament and the Bible, and with his monotheistic acceptance he defends the uniqueness of God. This particular approach led scholars to concede that because of his upbringing in the Unitarian faith of Christianity, he had little difficulty in accepting Islam, which also adheres to the same belief. The second aspect would be the return to Istanbul of Yirmisekiz Çelebizade Said Effendi who had been employed in Paris with his Ambassador father, Yirmisekiz Mehmed Çelebi. In 1725, Muteferrika and Said, with his experience abroad, entered partnership in establishing a printing house. This association, with its close relation to higher levels of administration, provided the opportunity to develop projects. İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING İslamiye’si vardır. İsmine bakılarak bu eserin İslamın yüceltilmesini hedeflediği sanılabilir. Oysa aksine Hıristiyanlığın ve Museviliğin eleştirilerini içermektedir. Özellikle Tevrat ve İncil’i ele alarak Teslis anlayışına karşı çıkmakta, Tevhid yani Allah’ın birliği tezini savunmaktadır. Bu yaklaşımı ile Hıristiyanlığın Unitarist inancından geldiği, dolayısıyla aynı tezi savunan İslamı kabul etmekte zorluk çekmediği ileri sürülmüştür. İkinci husus, Paris’e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin yanında görevli olarak bulunan oğlu Yirmisekiz Çelebizade Said Efendi’nin yurda dönmesi olmuştur. Orada gördüklerinden son derece etkilenen Said ile İbrahim 1725’ten itibaren bir matbaa tesisi için ortaklık kurmuşlardır. Üst düzey yönetimle bu yakın ilişki sayesinde proje gerçekleşme imkânını buldu. Müteferrika’ya Göre Matbaanın Önemi Importance of the Printing Machine According to Muteferrika The necessity for and the benefits of such an establishment is explained by Muteferrika in his report entitled ‘‘Risaletu’l müsemmati bi vesiletü’t-tıbaa” (Necessity of Printing) which he presented to Grand Vizier Ibrahim Pasha. The reason for the stagnation in Islamic societies, as he mentioned in his petition to the Sultan and as he repeated in the preface of every book he printed, he claims is the burning and throwing into rivers of scientific books during the annihilation of Andalusia and the assaulting armies of Chengiz Khan and Hulagu. This report is the first text in which he states the reasons for and the advantages of printing, in an orderly way under ten headings. To summarize: • Arabic is the primary source for all sciences. Therefore language books should be produced and edited to improve the language. It will be a great public service if books on history, philosophy and geography are printed in increasing numbers. • Since the beginning of the Islamic State, books have been written by many scholars and writers to improve the religion, government and social order, and for the benefit of humanity. These books can be edited and reproduced and circulated among the Muslims. Thus the world of religion will gain vitality, and old scholars and writers will be revived. Böyle bir tesisin kurulmasını gerektiren sebepleri ve sağlayacağı yararları Müteferrika, “Basmacılığın Gereği” diye çevirebileceğimiz Risaletü’l müsemmati bi vesiletü’t-tıbaa adlı bir raporuyla Sadrazam İbrahim Paşa’ya sunmuştur. İslam toplumlarında beliren duraklamayı, gerek padişahın izin belgesinde, gerekse kendisinin her kitap önsözünde tekrarlanan, Cengiz Han ile Hulagû’nun saldırılarıyla Endülüs’ün ortadan kaldırılması sırasında bilimsel eserlerin yakılıp nehirlere atılarak yok edilmesine bağlamaktadır. Hem içerdiği gerekçeler, hem de basmacılık tekniğinin sağladığı avantajlar ile ilgili ilk görüşleri içeren bu metin, gayet sistemli bir şekilde on maddede faydaları sıralamıştır. Sadeleştirerek aktarıyoruz: As a result, the talebe-i ulum (students of religious sciences) will rely on validity and not lose time searching for plausibility. They will not need to look through different manuscripts for sound evaluations. Science will be accessible. While ink used in manuscripts fade away and disappear due to humidity, ink used in printing is indelible. • Bütün ilim ve fenler için temel kaynak olan Arap dilinin gelişmesine yardımcı olmak için dil kitaplarının çoğaltılıp düzeltilmesine ve tarih, astronomi, felsefe, ülkeler ve coğrafya kitaplarının çoğalmasına çalışılırsa halka büyük hizmet edilmiş olur. • Printing is a profitable venture because in the time one manuscript is prepared it is possible to produce thousands of wholesome books. Thus, prices will fall, the rich and the poor students of sciences will be able to own books and the weak and the feeble will have better • Books produced by printing techniques have better writing quality and therefore are clear of mistakes, have proper context, are better expressed and well organized. 19 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika • İslam devletinin başlamasından bu âna kadar, dini, devleti ve düzeni takviye ve insanlığın hayrı için birçok müctehid (din bilgini) ve yazarın ürettikleri eserler düzeltilip yeniden yayımlanmakla Müslümanlar arasında yayılmaları sağlanır. Böylelikle din âlemi canlanır ve eski bilginler ve yazarlar gündeme gelir. • Basma tekniğiyle ortaya çıkan kitaplar iyi yazıyla hazırlandığından hatadan âri, doğru içerikli, iyi ifadeli, iyi düzenlenmiş olur. Talebe-i ulum böylece hatadan emin ve yanlış arayıp vakit kaybetmekten kurtulmuş olur. Sağlıklı değerlendirme için değişik el yazmalarını aramalarına ihtiyaç kalmaz. İlme ulaşmada kolaylık sağlanır. Özellikle, kalem ile yazılan kitapların mürekkebi rutubet yüzünden eriyip yok olduğu halde, basma tekniğinde kullanılan mürekkep son derece sabit olduğundan böyle bir tehlike yoktur. • Basma fenni çok geçerli bir girişim olduğundan, bir cilt kitabın yazılması zahmetine karşılık binlerce cilt, gerçek içerikli kitap meydana çıkar. Böylece kitap fiyatı düşmekle talebe-i ulumun zengini ve fakiri kitap edinmeye imkân bulup, zayıflar ve âcizler de kutsal ilimlerin ve rağbet edilen fenlerin öğrenilmesinde tam iktidar sahibi olurlar. Birçok yetenekli kişi de temiz kitaplara sahip olmakla kısa zamanda olgunluğa varır. • Basma yönteminde kitapların fihristi kısa ve uzun iki yöntemle yazılır. Kısası kitabın adının altına, ayrıntılısı kitabın sonuna yazılır. Önce yazı dizileri arasındaki bağlantı Hint rakamları ile sağlanıp sayfaların numaraları da yerli yerine konur. Sonra adına yazılan fihrist özeti vasıtasıyla başvuru gerektiren kısımlara sayılarına göre bakılır. Ayrıca, kitapta bulunan zor kelimeler ve önemli hususlar arandığında hemen bulunabilmeleri için alfabenin harfleri sırasıyla bir fihrist düzenlenir ki, kitabın sonuna konur. Bu sayede içeriğe ulaşmak kolaylaşır. • Kitap fiyatının ucuzlamasıyla her kişinin alması kolaylaşır. Böylece taşradaki kasaba ve köy halkı da bunlara erişerek cehaletten kurtulur. 20 knowledge of sacred sciences as well as highly favoured sciences. And many talented persons will flourish rapidly by possessing these uncluttered books. • In printed books, subject index is given in a short and a long fashion. The short one appears below the title of the book, and the detailed one at the end of the book. Firstly, the connection between sections is given in Indian numbers, and the pages are orderly numbered. Later, one can look up the required sections by referring to the summary under the heading and the page number. In addition, difficult words that appear in the text and items of importance are presented at the end of the book in an alphabetical guide. This facilitates access. • When books become inexpensive, people can buy them. Those who live in small towns and villages can obtain them and be free of ignorance. • Making multiple copies with the printing machine enables other regions attached to our capital city to have more books on favoured sciences and religion, and to have libraries. By encouraging madrasah students in those regions toward the sciences, every corner of the land will be cultured. • It is true that other Islamic countries do not depart from the binding duty of jihad. However, they do not have cannons of lightening fire, destructive rifles, and as enemies foreigners capable of war techniques, as does the Sublime Ottoman State; may God preserve until the Judgement Day. In giving orders for jihad, the Ottoman Sultans are above all Sultans. May they continue to protect the honour of all Muslims and be their object of praise and may they direct their glorious interest toward the process of printing. • All Christian Kings know of the high value of books written in Arabic, Farsi, and Turkish and are interested in having them printed. They are prepared to boast about this. İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING • Basma yoluyla çoğaltılan kitaplar sebebiyle başkentimize bağlı olan diğer bölgelerde de dini ilim kitapları ve ilgi duyulan ilimlerin kitapları artmakla oralarda da dolu kitaplıklar belirir. Böylece o diyarlardaki medrese öğrencileri de ilim tahsiline yönelmekle ülkenin her tarafı bayındır olur. • Gerçi diğer İslam ülkelerinde cihad farzının canlandırılmasından geri kalınmıyor. Ancak, Kıyamet Günü’ne kadar devamına Allah izin versin, Yüce Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi, yıldırım ateşli topları, zarar verici tüfekleri ve diğer savaş fenlerinin imalinde usta yabancılara benzer çok sayıda düşmanları bulunmuyor. Cihad emrinde Osmanlı padişahları bütün padişahların baş tacıdır. İslam halklarının namusunu canlı tutmaları ve övgü kaynakları olmalarıyla, kitapların çoğalmasına vesile olacak basmacılık yöntemine de yüce ilgilerinin yönelmesi arzu edilir. • Bütün Hıristiyan hükümdarlar Arapça, Farsça ve Türkçe ile yazılan bütün kitapların kıymetlerinin yüksek olduğunu bilip bunların taraflarından basılmasıyla ilgilenirler. Bununla övünmeye hazırdırlar. Kanun, Şifa, Nüzhetü’l Müştak, Öklidis ve benzeri nice kitapları bastıkları malumdur. Bu üç dil üzere düzenlenen diğer kitapları basma yoluyla üretmeye gayret ettikleri de biliniyor. Ancak, yazının güzelliğini, harflerin özelliklerini ve birleştirilmelerini bilmedikleri ve hataları düzeltecek kimseleri olmadığından, ellerindeki kitapların çoğu Magrib türü yazı ve de ona benzer taklitler olmakla güzellikten uzak, yanlış ve hatalıdırlar. Bu yüzden İslamlar arasında o kadar itibar ve ilgi görmemişlerdir. Ama çabaları ve ihtimamları uyarınca eğer ustalarını bulup bu amaçlarını gerçekleştirme yoluna girerlerse İslam âleminde kitap alışverişiyle pek çok kazancı toplarlar. İslam halkları her hususta imansızlardan ileriye geçtikleri gibi bu hususta da onları geride bırakmaları gerektiğinden bu konuda kaçınılmaz olarak gereğini yapmanın yararlı olacağı bellidir. • Bu yararlı teknik, daha önce de yüce devletin yöneticileri arasında defalarca görüşülmüş ve yararlı bir güzel sanat olduğunda herkeste inanç belirmişti. Hatta They have had books printed on Law, Remedy, Pleasures of Longing, Euclides, and many similar titles. Their attempt at having other books printed in these three languages is certain. However, since they do not know the beauty of the lettering or the properties of the letters and have no one to correct their errors, the printed books are imitations of Maghribi or similar forms of script, lack beauty and have flaws. Thus they have not received appreciation or interest among Muslims. But if these people make an effort to find the experts to realize their purpose, they can make huge profits in the Islamic world. Since Muslims surpass in everyway the heretics and since they have to excel in this matter also, it is inevitable to do what is necessary. • This beneficial technique has been discussed many times among the administrators of our Worthy State and has been accepted as a useful art form. In fact, the appointment of many virtuous persons has been requested for its materialization. However, because this technique is desirable but complicated and difficult to carry out, permission was not granted and the matter lost its standing. The Approval of Muslim Theologians It is apparent that Muteferrika’s proposition was designed to deliver knowledge not only to the European-influenced privileged persons but also to a broader public who could now buy inexpensive books in place of the manuscripts they could not afford. He also drew attention to the fact that Europeans could easily seize the book market in Islamic countries and make huge profits. He explained that the failure was due to their backwardness in the art of Islamic calligraphy. Consequently, the assessment as to the ‘beginning of a Renaissance in the Islamic world’ is plausible. Indeed, for this first phase to be put into practice in accordance with Islamic rules, the Ottoman State needed to secure the approval of the religious authorities. 21 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika erdemli kişilerden bazılarının bu konunun gerçekleşmesi için atanması da istenmiştir. Ancak, bu fennin aranılan özelliğiyle birlikte çok uğraştırıcı ve gerçekleştirilmesi güç olmasından dolayı izin çıkamayıp gündem dışı kalmıştı. Ulemanın Onayı Müteferrika’nın önerisinin, Avrupa çizgisinde sadece seçilmişlere değil daha geniş bir tabana bilgiyi ulaştırma hedefini güttüğü belliydi. Pahalılığı sebebiyle satın alamadığı el yazması kitapları böylece herkes çok ucuza elde edebilecekti. Ayrıca Avrupa’nın İslam âlemindeki kitap piyasasını yakında ele geçirip buradan da büyük paralar kazanabileceği hususu dikkatlere sunulmaktaydı. Bunun hemen gerçekleşememesini henüz hat sanatında geri olmalarına bağlıyordu. Dolayısıyla “İslam âlemindeki Rönesans’ın başlangıcı” değerlendirmesinde bir gerçeklik payı bulunduğu kabul edilebilir. Tabii bu ilk adımın İslamın kurallarına uygun olarak pratiğe konulabilmesi için, Osmanlı yönetiminin din yetkililerinden onay almaya ihtiyacı vardı. Bu amaçla fetva almak üzere Şeyhülislamlığa yöneltilen soruya Abdullah Efendi’nin yanıtı tamamen olumluydu: “Basma sanatında mahareti olan bir kimse, düzeltilmiş bir kitabın harflerini ve kelimelerini bir kalıba doğru olarak nakşedip kâğıtlara basarak az zamanda zahmet çekmeksizin birçok nüshalar elde ederse, kitap çokluğu ucuz alınmalarına sebep olur. Bu suretle çok yararlı olacağı cihetle o kimseye izin verilip, birkaç âlim kimse de nakş olacak kitabı düzeltmek için tayin buyurulur ise gayet iyi bir iş yapılmış olur.” Şeyhülislamın sadece basma tekniği hususunu izne bağlayan fetvasına dayanılarak çıkarılan Hattı Hümayun’da dünyevi ve uhrevi hizmetler için 22 Abdullah Effendi’s response to a request addressed to the Sheikhulislam’s office for a fetwa in this matter was positive: “If a person with talent in printing can engrave the letters and words of a revised book accurately into moulds and print these on paper, and in a short time with less trouble process numerous copies, books will become less expensive to buy. Considering the benefits, it is advisable that this person be granted permission and several scholars appointed to emendate the book to be printed. Thus, a good deed will be done.” A Hatt-ı Hümayun (imperial decree) was issued, based on this fetwa, permitting only the printing process. It stated that books of science were essential for worldly and spiritual duties, and that they usually perished because of wars and neglect: “In the present situation, in Islamic countries, because books such as Kamus-ı Cevheri (the Cevheri Dictionary), Lisanü’l Arab (the Arabic Language), Lugat-ı Vankulu (the Vankulu Dictionary) and also history books and books on Interpretation and Hadith possess great volume and are rare, and writers and scribers lack either enthusiasm or effort and the copies are not without mistakes, those who seek education and knowledge are distressed and burdened. (…) Books on Fıkıh, Tefsir, Hadis and Kelam, are disallowed; those on languages, history, medicine, philosophy, astronomy, geography and lands can be printed.” The Ottoman administration, while putting the matter to practice, was at the same time setting limitations to Muteferrika’s intention of printing books on the interpretation of, and the Quran itself. With this decree, four persons were to be appointed to supervise and rectify linguistic and religious context. Three of these appointees were previous Qadis of Istanbul, Galata and Selanik; the fourth a Mevlevi Sheik. Furthermore, letters of confirmation and evaluation of sixteen dignitaries of science were attached to the decree. Religious subjects thus banned printing would still be in the monopoly of the scribers. The İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING bilimsel kitaplara gerek olduğu, savaşlar ve ihmaller yüzünden bunların ortadan yok olduğu belirtiliyor: “Şimdiki halde İslam ülkelerinde Kamûs-ı Cevheri, Lisanü’l Arab, Vankulu ve tarih kitaplarıyla tefsir ve hadis kitaplarından gerekli olanların hacmi büyükleri nadir olup, yazarlar ve kopyacılar da gayret eksikliği ve tembellikleri sebebiyle yazmaya ilgi göstermiyorlar ve yazdıkları nüshalar da hatadan âri olmamakla eğitim ve fen arayanlar zorluk ve sıkıntı çekmektedirler. (...) Fıkıh, tefsir, hadis ve kelam kitapları hariç dil, tarih, tıp, felsefe, astronomi ve ona tabi coğrafya ve ülkelere ait kitaplar basılabilir.” Böylece işi pratiğe geçirirken Osmanlı yönetimi, Müteferrika’nın, Kur’an olmasa da dini yorumlayan kitapların da basılabilmesini tasarladığı uygulamaya bir sınırlama getiriyordu. Bu hat ile dil kadar din açısından da kontrol yapacakları anlaşılan, tam yetkili dört kişilik bir grup da düzeltmen sıfatıyla görevlendirilmiştir. Bunların üçü eski kadılar (İstanbul, Galata ve Selanik), biri ise Mevlevi Şeyhi’dir. Ayrıca, İstanbul’da bulunan 16 ünlü ilmiye ricalinin de değerlendirme yazıları ile onayları bu izne eklendi. Matbaanın el atmaması istenen İslam dinine yönelik konular doğal olarak yine hattatların tekelinde kalacaktı. Bu sebepledir ki, Yazıcı Esnafı Loncası’ndan bu izne büyük bir tepki gelmemiştir, zira en çok aranan kitapları yine eskisi gibi üretebileceklerdi. Matbaanın seçtiği alana dahil olan bilim kitapları ise esasen çok sınırlı bir kesime hitap ediyorlardı. Matbaanın dini kurallar çerçevesini aşmadan çalışacağı ilkesi öylesine kabul edilmişti ki, 1730 Patrona Halil Ayaklanması ile çağdaşlaşma girişimlerini başlatan Sultan III. Ahmed tahttan indirildiği ve sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa idam edildiği halde ne Müteferrika’ya ne de matbaasına dokunan çıkmadı. Daha da ilginci, 1730 olayından sonra ilk yayımlanan kitabın Müteferrika’nın kendi yazdığı Usul el-Hikem fi Nizami el-Ümem (Milletlerin Düzeninde İlmî Usuller) isimli eserin olmasıdır. Devletin geçirmekte olduğu bunalımda öncelikle ordudaki düzen bozukluğunun rolünü ele alan eser bir bakıma yeni sultan I. Mahmud’a bu alanda Avrupa örneğini Scriber’s Guild did not demonstrate strong reaction to this decree of consent because they would still be scribing the most sought after books. The scientific books selected by the printing house were of interest to a very limited group of people. The principle that the printing house would operate within religious laws was so strong that in 1730 when Sultan Ahmed III who had initiated the modernization movement, was overthrown and his Grand Vizier Nevshehirli Ibrahim Pasha was killed during the Patrona Halil revolt, Muteferrika and his printing house were left untouched. More importantly, after the 1730 incident, the first book printed was Muteferrika’s own “Usul el-Hikem fi Nizami el Ümem” (Scientific Methods in the Structure of Nations). In this book he talks about the principle role disorder in a state’s army plays during a time of crisis. He was in a way conveying to Sultan Mahmud I that it was essential to follow the European model. By stating that “1730 is the 444th year of the longstanding Ottoman State”, the book displays an openly critical approach: “This year, there have been many unhappy days. In this State much dissension has taken place. When one thinks of the mysterious reasons behind this deterioration and tries to see the reality, this feeble mind is in pain and grief and bewildered. The administrators of State, the dignitaries of the Court are erroneous in their methods of politics. They are too relaxed for important duties. They are idle in resolving indefinite contracts of the state; they do not find them significant. Under every circumstance they need to be cautious and discerning, but we attribute their disposition to their indulgence and heedlessness, and deeply regret it.” Muteferrika makes no secret of gathering knowledge through talking to European officers. 23 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika izlemek gerektiğini anlatmaktadır. Hicri 1143’ün (Milâdî 1730) “Uzun ömürlü Osmanlı Devleti’nin 444. yaşına ulaştığı yıl olduğu”nu kayıtla başlayan kitap açık bir eleştiriye yönelmektedir: “Bu tarihte hüzün dolu günler oldu. Devleti Aliye’de peyderpey fitneler vuku buldu. Bu bozulma sebeplerinin gizli hikmetleri ve hakikatleri düşünüldüğünde, bu güçsüz akıl; acı ve ızdırapla âciz kalıp hayrete düşer. Devletin vekilleri, divanın ileri gelen erkânı, siyaset esaslarında kusurludur. Önemli işlere yöneltmekte gevşeklik gösteriyorlar. Memleketin müphem sözleşmelerinin hallinde tembellik gösterirler ve bunları önemsemezler. Her durumda basiret ve ihtiyat gerekli olduğu halde, onların bu hallerini müsamahalarına ve gafletlerine vererek can ve gönülden teessüf edilir.” Özellikle ordu için Avrupa örneğini önerirken ileri sürdüğü bilgileri Avrupalı subaylarla konuşarak elde ettiğini saklamaması, o çağın anlayışı içinde çok ileri bir görüşe sahip olduğunu göstermektedir. Ancak, bu bilgilerin herkesin ulaşabileceği bir kitap içinde yer alması kadar kendisine devlete bağlılığı açısından büyük bir güvenin de var olduğunu kanıtlamaktadır. Bu çalışmalarında Said Efendi’nin katkısı hayli kısa olmuş, 1745’teki ölümüne kadar Müteferrika çalışmaları şahsen yönetmiştir. İlk 17 Basma Kitap Yaşamı süresinde şahsi mülkü olan Matbaa-i Amire’de bastırdığı kitaplar şunlardır: l- Kitab-ı Lügat-ı Vankulu (Vankulu Lügatı): Ebu Nasr İsmail ibn Hammad elCevheri’nin Arapça sözlüğünün Mehmed ibn Mustafa el-Vani tarafından 16. yüzyılın ikinci yarısında yapılmış Türkçe çevirisidir. İlk yayın olarak bu eserin tercihinde hacminin büyüklüğü sebebiyle kopyacıların pek ilgilenmedikleri bir kitap olmasının rol oynadığı anlaşılıyor. Toplam 1422 sayfa tutan kitap iki cilt halinde 31 Ocak 24 He recommends the European model especially for the Army, which indicates that he was a visionary for his time. The fact that this information was presented in a book that many could obtain, is evidential of the trust the State had placed on him. The contribution of Said Effendi was short-lived and Muteferrika, until his death in 1745, managed the enterprise alone. The First 17 Books Printed The books which he printed in his privately owned printing house, Matbaa-ı Amire, are as follows: 1- Kitab-ı Lügat-ı Vankulu (The Vankulu Dictionary): Turkish translation of EbuNasr Ismail ibn Hammad el Cevheri’s Arabic dictionary by Mehmd ibn Mustafa el- Vani in the second half of the 16th century. This was the first book printed. The reason behind its selection could be the volume of the work, which must not have been attractive to the scribes. It was printed in two volumes of 1422 pages in January 31, 1729. The issues without binding sold for 35 kurush and the manuscript 350 kurush. 1000 copies were printed. The book includes a foreword by Muteferrika, the Sultan’s firman, the letters of evaluation by the sixteen scholars, Muteferrika’s Vesiletü’t-tıbaa, the biographies of the author and the translator, and an index for the two volumes. 2- Tuhfet el-Kibar fi Efsar el- Bihar (Naval Wars): Written by Kâtip Çelebi in 1656, the book is a history of the Ottoman State and its wars at sea. 1000 copies were printed in May 1729, four months after the Vankulu Dictionary. Includes maps of the Mediterranean Sea and itsislands, the Black Sea, and the bay of Venice. 3- Tarih-i Seyyah der Beyan-ı Zuhur-ı Agvaniyan ve Sebeb-i Indiham-ı Binayı Devlet-i Şahan-ı Safaviyan (The Emergence of the Afghanis and the Reason why the State Structure of the Safavi Kings Collapsed): Written by a Polish Jesuit missionary, Krozinski who lived in Persia. Translated by Muteferrika from the Latin original. İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING 1729’da basılmıştır. Ciltsiz olarak 35 kuruşa satılan kitabın yazma nüshasının fiyatı ise 350 kuruştu. Beşyüz nüsha olarak basılmıştır. Kitabın başında Müteferrika’nın önsözü, padişahın fermanı, 16 âlimin değerlendirme yazıları, Müteferrika’nın ‘Vesiletü’t-tıbaa’sı, yazarın ve çevirmenin biyografileri ve her iki cildin fihristi vardır. 2- Tuhfet el-Kibâr fi Esfar el-Bihâr (Deniz Savaşları): Kâtip Çelebi’nin 1656’da yazdığı Osmanlı Devleti’nin tarihi ve deniz savaşlarına ait bir eserdir. Vankulu Lügatı’ndan dört ay sonra 1729 Mayıs’ında bin nüsha olarak basılmıştır. Akdeniz, Karadeniz, Akdeniz adaları, Venedik Körfezi haritalarını da içermektedir. 3- Tarih-i Seyyah der Beyan-ı Zuhur-ı Agvaniyan ve Sebeb-i İnhidam-ı Binayı Devlet-i Şahan-ı Safaviyan (Afganlıların Ortaya Çıkışı ve Safavi Şahlarının Devlet Binasının Çöküş Sebebi Hakkındaki Seyyah Tarihi): İran’da yaşamış olan Polonyalı Cizvit misyoneri Krozinski’nin Afganlarla yapılan savaşları anlatan Latince eserinin Müteferrika tarafından Türkçeye çevrilmiş nüshası. 1729 Ağustos’unda 96 sayfa olarak 1200 nüsha basılmıştır. 4- Tarih-i Hind-i Garbi (Batı Hindistan Tarihi): Emir Mehmed ibn Emir Hasan ibn Sinan ibn Ahmed el-Niksari el Su’udi’nin 1583’te yazıp Sultan III. Murad’a sunduğu, Batı Hint Adaları niteliğiyle Amerika’nın keşfi ve İspanyolların ilk elli yıldaki icraatlarını içeren kitap. İlk resim basan kitap niteliği taşımaktadır. Biri Müteferrika’nın kendisi tarafından yapılmış dört harita vardır. 1730 Nisan’ında 500 adet basılmıştır. 5- Tarih-i Timur-u Gürgân (Timurlenk’in Tarihi): İbn Arabşah’ın 15. yüzyılın ilk yarısında yazdığı ve 1699’da Türkçeye çevrilmiş olan bu eser, Sultan II. Beyazıd’ı 1402’de yenerek devleti bir çöküş sendromuna soktuğu için Osmanlılarca sevilmeyen Timurlenk’in eleştirilmesi ve aşağılanması hedefini gütmektedir. 1730 Mayıs’ında 129 sayfa olarak 500 adet basılmıştır. 6- Tarih-i Mısr-i Kadim ve Mısr-i Cedid (Eski ve Yeni Mısır’ın Tarihi): Süheyli Ahmed bin Hemdem Kethüda tarafından 1620’lerin sonunda yazılmıştır. Birinci The book is about the Afghan Wars. 96 pages. 1200 copies were printed in 1729. 4- Tarih-i Hind-i Garbi (History of West India): Written by Emir Mehmed ibn Emir Hasan ibn Sinan ibn Ahmed el-Niksari el Su’udi in 1538 and presented to Sultan Murad III, is about the discovery of America through the West India islands and the first 50 years of Spanish activities in the region. This book is the first illustrated book printed by an Islamic people. Carries four maps, one of which was drawn by Muteferrika. 500 copies were printed in 1730. 5- Tarih-i Timur-u Gürgan (History of Tamerlane): Written by Ibn Arabshah in the first half of the 15th century and translated into Turkish in 1699, the book aims at criticizing and disgracing Tamerlane who defeated Sultan Beyazıd II in 1403 causing the State to enter a period of decline and who as a result was disliked by the Ottomans. 129 pages. 500 copies were printed in 1730. 6- Tarih-i Mısr-i Kadim ve Mısr-i Cedid (History of Ancient and New Egypt): Written by Süheyli Ahmed bin Hemdem Kethüda in the 1620’s, the first volume covers the period from the Great Flood to the arrival of the Ottomans; the second volume is the history of Egypt after Yavuz Selim’s conquest in 1516. 500 copies were printed in May 1730. 7- Gülşen-i Hulefa (History of the Caliphs): Written by Nazmizade Hüseyin Murteza Effendi (died 1722) the book records the development of the Caliphate movement against the Emevis after 738, the establishment of the Abbasi Caliphate, the conquest of Bagdat by the Ottomans and the activities in the Islamic world until 1721. 130 pages. 500 copies were printed in August 1730. 8- Grammaire Turque ou Méthode Courte et Facile pour Apprendre la Langue Turque (Turkish Grammar or a Short and Easy Method to Learn the Turkish Language): Written by Johann Baptist Holderman for the French arriving in the Ottoman lands and especially for the students of the ‘School of Language for Boys’. Includes a foreword 25 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika cildinde Tufan’dan Osmanlıların gelişine kadarki, ikinci cildinde ise 1516’da Yavuz Selim’in fethinden sonraki Mısır’ın tarihi anlatılmaktadır. 1730 Mayıs’ında 500 adet basılmıştır. 7- Gülşen-i Hulefa (Halifeler Tarihi): Nazmizade Hüseyin Murteza Efendi’nin (ölümü 1722) yazdığı, eserde Hilafet için Emevilere karşı başlayan hareketin 738’den itibaren gelişmesi, Abbasi Hilafeti’nin kuruluşu, Bağdad’ın Osmanlılarca zaptı ve 1721’e kadar İslam dünyasındaki olaylar ele alınmaktadır. 1730 Ağustos’unda 130 sayfa olarak 500 adet basılmıştır. 8- Grammaire Turque ou Méthode Courte et Facile pour Apprendre la Langue Turque (Türk Dilbilgisi ya da Türk Dilini Öğrenmek İçin Kısa ve Kolay Metot): Johann Baptist Holderman’ın bu eseri, Osmanlı ülkesine gelen Fransızlar ve özellikle “Dil Oğlanları Mektebi” öğrencileri için yazılmıştır. Başlangıcında Fransız devlet nazırı Kardinal de Fleury’e bir ithaf da vardır. 1730’da 194 sayfa olarak 1000 adet basılmıştır. 9- Usul el-Hikem fi Nizâm el-Ümem (Milletlerin Düzeninde İlmî Usuller): İçeriği hakkında yukarda bilgi verdiğimiz bu kitabın 1732 Şubat’ında basılmış olması, 1730 yılının Eylül-Ekim’indeki Patrona Halil Ayaklanması’ndan sonra basımevinin bir süre durgunluk geçirmiş olduğunu düşündürüyor. İbrahim Müteferrika’nın kaleme aldığı kitabın içeriği, çağdaşlaşmayı frenleyen girişimlere karşı daha kararlı hareket edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu eserde monarşi, aristokrasi ve halk idaresi yöntemlerini tartışması, toplumsal olaylara ilginç bir bakışı bulunduğunu gösteriyor. 48 yaprak olarak 500 adet basılmıştır. 10- Füyuzât-ı Mıknatısiye (Pusulanın Yararları): 1721’de Leipzig’de basılmış pusulanın faydalarını ve nasıl kullanılacağını anlatan eser, İbrahim Müteferrika’nın çevirisiyle 1732 yılı Şubat’ının sonunda 23 yaprak olarak 500 adet basılmıştır. 11- Cihannüma (‘Çatının üstünde her yanı gören yüksek taraça’ anlamına gelir): 26 dedicated to French Minister of State Cardinal de Fleury. 194 pages. 1000 copies were printed in 1730. 9- Usul el-Hikem fi Nizam el-Ümem (Scientific Methods in the Structure of Nations): This book, the context of which is referred to above, was printed in February 1732. This indicates that the printing house went through a stagnant period after the Patrona Halil uprising in the months of September and October of 1730. Written by Muteferrika, the book advocates that it is important to act with determination against events that hamper modernization. The discussion on monarchy, aristocracy and public administration signifies his noteworthy outlook on social issues. 48 pages. 500 copies were printed. 10- Füyuzat-i Mıknatısiye (Benefits of the Compass): Printed in Leipzig in 1721, the book talks about the benefits of the compass and how to use it. Translated by Muteferrika. 23 pages. 500 copies were printed in February 1732. 11- Cihannuma (Universal Geography - lit. roof terrace with a wide view): This book was written by Kâtip Çelebi in 1648. When Muteferrika petitioned Sultan Mahmud II with his proposition to print this book, he also received a renewal permit for his printing house. Muteferrika added to Kâtip Çelebi’s work new information in the fields of astronomy, geography and history. For example, he included in this edition the Copernican universe model. The book has 41 maps and charts prepared by Ahmed el-Kırımi, Galatalı Mıgırdıch and Tophaneli Ibrahim working together with Muteferrika. 730 pages. This book is important in the scientific fields of geography and astronomy but there is more to its original 700 pages. 500 copies were printed in 1732. In addition to the latitude and the longitude of cities, their distances to each other (given in hours or German miles or other), the effect of winds on sea voyages, regional information relating to the produce, the industries, the languages of the locals and their religious faiths and even their population is specified. İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING Kâtip Çelebi’nin 1648’de yazdığı bu eseri yeniden basma önerisini İbrahim Müteferrika Sultan I. Mahmud’a bildirince matbaa izni de yenilenmiştir. Astronomi bilimi kadar, coğrafya konusunda da Kâtip Çelebi sonrasında yenilenen bilgileri İbrahim Müteferrika esere katarak güncelleşmesini sağlamıştır. Örneğin, öncekinde hiç bahsi geçmeyen Kopernik Sistemi’ni bu kitaba dahil etmiştir. İçinde 41 harita ve kroki vardır. Bunları Müteferrika yada Tophaneli İbrahim ile birlikte Ahmed el-Kırımî ve Galatalı Mıgırdıç hazırlamışlardır. 1732 Temmuz’unda 730 sayfa olarak 500 adet basılmıştır. Bilim alanında coğrafya ve astronomi konularında önem taşımakla birlikte orijinal metni 700 sayfa kadar tutan bu eserin sadece onlarla yüklü olduğu sanılmamalıdır. Kentlerin enlem ve boylamları, birbirlerine uzaklıkları (bazan saat bazan Cermanya mili bazan da başka ölçülerle) verilerek, rüzgârların deniz seferlerini etkileyişi ile yetinilmemiştir. Bölgelerin ürünleri, sanayileri, halklarının dil ve dinleri hatta nüfusları belirtilmektedir. Yönettiklerini hane hesabıyla değerlendiren Osmanlı yönetiminin, sadece Mekke için, yapılacak yardımları iyi değerlendirebilmek amacıyla, erkek, kadın ve çocuk sayısını saptatmış olduğu görülüyor. Dolayısıyla sosyal bilimlere de yer verilmiş olmaktadır. Asıl büyük yer tutan ise devlet ve şehirlerde hüküm sürmüş halifelerin, padişahların, kralların, yerel yöneticilerin tam listelerinin verilmesidir. Zaman zaman isimlerin arasına “zalimdi” ya da “hayırseverdi” türü değerlendirmelere de rastlanıyor. Ayrıca bazı önemli tarihî olayların daha ayrıntılı anlatıldığı da dikkatlerden kaçmıyor. Özellikle peygamberlerin işlevleri sık sık tekrarlanıyor. Bunlarda yeni bilgiler vermekten çok, klasikleşmiş bilgilerin tekrarlandığı dikkatlerden kaçmıyor. Ancak aralarında, Türk ve İslam okurlarının ilk kez rastlayacakları bilgilerin bulunması dikkat çekicidir. Truva şehrine ait öykünün kitabın tam iki sayfasını doldurması bu alanda en ilginç örneği oluşturuyor. The Ottomans who always estimated the population of their lands through housing counts, had for Mecca only, a population count of men, women and children to check the proper distribution of aid planned for the city. Thus, also the field of social science seems to be covered. What actually occupies a major portion of the book is a complete list of city and state rulers: caliphs, sultans, kings, and local administrators. From time to time there are entries beside the names such as “he was cruel” or “he was benevolent”. It is also significant that certain historic events are given in detail. Especially the deeds of the Prophets are mentioned frequently without the addition of new information; instead, the established knowledge is repeated. However, there is also certain information that the Turkish and Muslim readers are made aware of for the first time. An interesting example would be the two pages allocated to the story of the city of Troy. 12- Takvim el-Tevarih (Chronological Tables): Written by Kâtip Çelebi, this book presents in chronological order the events that took place from Adam to 1648. Bukhari Sheik Mehmed Effendi made new additions to the book, carrying it to 1731. The book includes the names of all Ottoman Sultans and important administrators. 259 pages. 500 copies were printed in 1733. 13- Kitab Tarih-i Naima (History, Naima): Naima worked as vak’a-nüvis (official historian) for the Ottoman State. His work records events which took place between the years 1591 (1000 of Hijret) and 1659. He begins with the theories put forward on the birth, rise and fall of states and points out that reading history books contributes to the development of every class in the society. 1478 pages. 500 copies were printed in 1734. 14- Tarih-i Rashid (History, Rashid): Official historian Rashid Effendi recorded the events in the Ottoman State between 1660 and 1721 to complement Naima’s History. The Paris travels of Yirmisekiz Mehmed Çelebi were also added. It was printed in February 1741, which indicates that books were not printed in the Matbaa-i Amire for almost seven years. The reasons for this could be Mütteferika’s old age, his appointment away from Istanbul for long periods, or the failure of printed books to fetch the desired income. 614 pages. Printed as three volumes. 27 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika 12- Takvim el-Tevarih (Kronoloji Cetvelleri): Kâtip Çelebi’nin yazdığı eser Âdem Peygamber’den 1648’e kadar geçen olayları kronolojik bir sıra içinde sunmaktadır. Buna Buhari Şeyhi Mehmed Efendi’nin yaptığı ek ile eser 1731 yılına kadar getirilmiştir. Osmanlı sultanları ve bütün önemli yöneticilerinin isimlerini içermektedir. 1733 Haziran’ında 259 sayfa olarak 500 adet basılmıştır. 13- Kitab Tarih-i Naimâ: Vak’a-nüvis yani devlet tarihçisi olarak çalışan Naimâ’nın Osmanlı Devleti’nin 1591 (Hicri 1000 yılı) ile 1659 yılları arasındaki olaylarını kaydeden eseri. Devletlerin doğuşu, yükselişi ve düşüşü üzerine ileri sürülen tezlerden başlayarak, tarih kitaplarının okunmasının her sınıf halkın fikirce yükselmesine katkısına işaret edilmektedir. 1734 Ekim’inde iki ciltte toplam 1478 sayfa olarak 500 adet basılmıştır. 14- Tarih-i Râşid: Vak’a-nüvis Râşid Efendi’nin Naimâ’nın yukardaki kitabını tamamlamak üzere 1660-1721 yılları arasındaki Osmanlı Devleti’ndeki olayları tespit eden eseri. Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Paris Seyahatnamesi de bu esere eklenmiştir. Şubat 1741’de basıldığına göre, yedi yıla yakın bir süre Matbaa-i Amire’nin eser üretmemiş olduğu anlaşılmaktadır. 28 15- Tarih-i Asım (History, Asim): Official historian Çelebizade Asim Effendi’s appendix to Rashid’s History. Includes events between 1721 and 1728. 311 pages. Printed in February 1741. 16- Ahval-i Gazavat der Diyar-ı Bosna (The state of the Bosnian Wars): Based on the notes of Omar Effendi the Bosnian, it was arranged into a book by Ibrahim Muteferrika. Gives an account of the wars with Austria in the region of Bosnia. 62 pages. Printed in March 1741. 17- Kitab Lisan el-Acem el Müsemma bi Ferhengi Şuuri (On the Farsi Language, also known as the Book by Shuuri): A dictionary of 22550 entries compiled by Shuuri Hasan Effendi. It is acclaimed as the most reliable dictionary. Muteferrika, due to his old age, was not personally involved in the preparation of the book, leaving it to one his helpers, Ibrahim. 909 pages. Printed as two volumes in October 1742. Muteferrika printed five more maps apart from those included in his books: the Sea of Marmara, the Black Sea, Iran, Egypt and Asia Minor. The Harbinger of Tanzimat Bunun İbrahim Müteferrika’nın yaşlanması, uzun süren görevlerle İstanbul’dan ayrılması, basılan kitapların beklenen geliri sağlamamış olması gibi sebeplerden ileri geldiği düşünülebilir. Üç cilt olan eser, toplam 614 yapraktan oluşmaktadır. Mecmua-i Heyet el Kadim vel Cedid (Ancient and New Books of Astronomy) by a Dutchman Andreas Cellarus was translated by Muteferrika. This book did not get published and remained as a manuscript. 15- Tarih-i Asım: Vak’a-nüvislik yapmış olan Çelebizade Asım Efendi’nin Râşid Tarihi’ne ek olarak hazırladığı ve 1721-1728 arasındaki olayları içeren eseri. 1741 Şubat’ında basılmış olup 311 sayfadır. The fact that he rearranged the pictures in the book according to Turkish taste and Islamic style proves that instead of copying the European style, he chose to present it in a way which would be appreciated in his country. Ekmeleddin Ihsanoglu states: 16- Ahval-i Gazavât der Diyar-ı Bosna (Bosna Diyarı Savaşlarının Durumu): Bosnalı Ömer Efendi’nin yazdığı notları esas alarak, kitap haline gelmesi için İbrahim Müteferrika tarafından düzenlenmiştir. Avusturyalılarla Bosna bölgesinde yapılan savaşları içermektedir. 1741 Mart’ında 62 sayfa olarak basılmıştır. “An important point is that the cautious approach in Cihannuma has been replaced by a less cautious one. A possible reason for this change might be that in the year following the printing of Cihannuma, Muteferrika did not encounter the opposition he dreaded from the religious and official circles, as was the case in Europe. İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING 17- Kitab Lisan el-Acem el Müsemmâ bi Ferhengi Şuuri (Şuuri’nin kitabı olarak tanınan Farsça dili kitabı): Şuuri Hasan Efendi tarafından yazılmış olan sözlük 22.550 kelimeyi ihtiva etmektedir. En güvenilir Farsça sözlük olarak kabul edilmektedir. Kitabın yayına hazırlanmasıyla artık yaşlanmış olan Müteferrika’nın şahsen uğraşamamış olduğu, bu görevi yetiştirdiklerinden bir İbrahim’in üstlendiği bilinmektedir. 1742 Ekim’inde iki cilt halinde toplam 909 yaprak olarak basılmıştır. Kitaplarında bulunan haritalar dışında Müteferrika’nın beş harita daha yayımladığı biliniyor: Marmara Denizi, Karadeniz, İran, Mısır, Ön Asya. Tanzimat’ın Habercisi Basılmamış, el yazması olarak kalmış, Hollandalı Andreas Cellarius’tan çevirdiği bir kitabı da vardır: Mecmua-i Heyet el Kadim vel Cedid (Eski ve Yeni Astronomi Kitabı). Bu eserdeki resimleri yeniden Türk resim zevkine ve “İslam tarzı”na göre düzenlemiş olması, Avrupa’yı aynen kopya etme yanlısı olmadığını, kendi ülkesinde beğenilecek üslubu tercih ettiğini kanıtlamaktadır. Bu çeviriyi değerlendirirken E. İhsanoğlu şu yargıda bulunuyor: “Dikkati çeken bir husus, Cihannüma’daki çok ihtiyatlı tavrın yerini daha az ihtiyatlı bir tavrın almasıdır. Bu tavır değişikliğinin muhtemel sebebi, Müteferrika’nın Cihannüma’nın basılmasından sonra geçen bir yıl içerisinde, korktuğu gibi, kitabı okuyan din ve devlet adamlarından Avrupa’dakine benzer bir muhalefetin gelmediğini görmesidir. Müteferrika, konunun din ile alakasını, her ne kadar daha önce kullandığı sözler veya ibareler ile ifade ediyor ise de, bunları aynı sıklıkla tekrar etmemekte ve kendisine güven geldiğini hissettirmektedir.” Ayrıca, bütün Batı ve Doğu dillerini içeren bir sözlüğü tasarladığı fakat ölümünün gerçekleşmesini engellediği biliniyor. Although he uses the same expressions when he mentions the relation of the subject to religion, he does not repeat them often and gives us the sense that he has gained self confidence.” Muteferrika also had plans to prepare a dictionary comprising all eastern and western languages but it did not materialize, due to his death. These facts prove that Muteferrika should be considered a scholar and a thinker. His efforts in the selection, writing, translation and revising of the books, and his effectiveness in the forewords he wrote for books not his own show that he had a rather progressive personality for the age he lived in. He considered History ‘a subject full of admonition for the whole world’ and saw it as a directive extending beyond writings of praise or legend. However, he was not satisfied with being a thinker or a writer; he was also interested in map making. In one of his comments in Cihannuma the importance he places on the matter is clear: “Some ignorants have treated maps as pictures and left them out after scribing the book. Even if they repent, it is of no use. May God punish them and shorten their lives”. He also participated in the technical areas of his profession. He not only had material brought from Europe for his printing house, but he made use of materials and technicians of the existing presses owned by non-Muslims in Istanbul. There is a strong possibility that the characters were cast locally. In their article titled ‘From inscribing to printing’, E. Ihsanoglu and H. Aynur study the transformation in the design of books with the advent of this technology. They state “Similar to the first printed books in Europe called incunabula (cradle, referring to the infancy period of printing), the books printed in the Ottoman State were also given their last shape by hand. Presently, the Süleymaniye Library houses 13 copies of Cihannuma printed by Muteferrika. Under close study, each book has a different hand-drawn title and margin lines. The drawings and figures were hand painted in different colours and shades. Each copy has a 29 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika Bu bilgiler Müteferrika’yı bir bilim adamı, bir düşünür olarak kabul etmemiz gerektiğini kanıtlamaktadır. Kitaplarını seçmede, yazmada, çeviriler yapıp eklemedeki çabalarına ek olarak kendisinin olmayan eserlerde bile önsözlerdeki etkenliği, çağının en ilerisinde bir kişiliği bulunduğunu göstermektedir. different number of drawings and figures. Among the Cihannuma editions there are only three whose margins and titles have not been drawn, the drawings and figures not painted and still in the printing stage. These 13 copies also have different bindings. One copy, which is especially interesting, is a hand-scripted copy of Cihannuma. Tarih bilimini “cihana ibret olacak yüce değerli” bir konu sayması, öykü ya da övgü hedefleyen yazımların dışında yönlendirici bir alan olarak kabul ettiğinin işaretidir. Ancak, sadece düşünür ve yazar olmakla yetinmediğini, matbaacılık sanatında fiilen rol oynadığını da biliyoruz. Haritalar çiziyordu. The whole printed book was copied by hand from the first page, with the title decorated in colour, to the last page including the printing information, to resemble a printed copy.” Cihannüma’daki bir kaydında “haritayı boşuna resim yapmak sanan cahiller kitabı yazıp şeklini kısmışlardır, ah ederlerse de ne çare hak belâ vere, ömrü kısala” diyecek kadar bu hususa önem verir. Mesleğin teknik alanlarında da görev alıyordu. Matbaası için Avrupa’dan malzeme getirtmekle yetinmemiş, İstanbul’da mevcut olan gayrimüslimlere ait matbaaların malzemeleri ve teknisyenlerinden de yararlanmıştır. Harflerin İstanbul’da dökülmüş olması ihtimalinin kuvvetli olduğu ileri sürülmüştür. E. İhsanoğlu - H. Aynur’un “Yazmadan Basmaya Geçiş” konusunu işleyen makalesi, bu teknolojinin gelişiyle kitabı biçimlendirme yöntemindeki değişikliği incelediği için konumuz açısından önem taşıyor. İlgili kısmını aynen aktarıyoruz: “Avrupa’nın incunabula denilen ilk baskı kitaplarında (Beşik kitaplar) olduğu gibi ilk Osmanlı basmalarında da kitaba son şekil elle verilmektedir. Müteferrika baskısı olan Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sının Süleymaniye kitaplığında bulunan 13 nüshasının incelenmesi sonucu her birinin ilk sayfaları ile baskıdan sonra elle çizilen serlevha ve cetvelleri farklılık gösterdiği gibi, nüsha içinde bulunan şekillerin de farklı renk ve tonlarda elle renklendirildiği anlaşılmaktadır. Mevcut nüshaların her birinde resim ve şekil sayısı birbirinden farklıdır. Cihannüma nüshaları arasında çerçevesi yapılmamış, serlevhası, şekil ve resimleri boyanmamış, yani 30 The authors also point out that old and new techniques were used in presenting the name of the author, the place and the date of printing. The ‘nesih’ style of Arabic script was preferred, indicating that there was no departure from the style of writing. The advent of the printing press did not cause a rapid transformation in the Ottoman society, but contributed in a manner suitable to the properties of its structure. In the Islamic communities of the period, communication was in the form of letter writing, especially between merchants. However, this provided a communication of information limited to only a few people. The importance of the European enterprise was that along with the printing of books, news leaflets (later newspapers) were presented to the public. Since everyone could buy them, now all individuals had access to news. This improvement enabled the Protestant movement in Christianity to gain impetus and also strengthened the bourgeoisie. Muteferrika’s target from the beginning was the higher scientific minds. As previously mentioned, the Ottomans had a state-controlled economic structure – as in the ancient societies of the East – making it difficult to address the general public and making a bourgeoisie non-existent. Therefore it is clear that Muteferrika was wise in his decision. He knew that first of all a certain degree of awareness had to be built among the high-ranking officials of the State. His endeavour would have been to introduce the printing press to the public without a problem. İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING matbaada basıldığı gibi olan nüsha sayısının ise az olması –13’ten sadece 3’ü– dikkat çekicidir. Bu 13 nüshanın her birinin ciltleri de birbirinden farklıdır. Özellikle dikkati çeken bir nüsha ise, Cihannüma’nın matbu nüshaya benzetilerek elle yapılmış olanıdır. Zira bu nüsha basılı bir nüshadan olduğu gibi, diğer bir deyişle baştan en sonuna kadar son sayfada yer alan baskı kaydı dahil olmak üzere istinsah edilmiş ve giriş sayfasının serlevhası renkli olarak süslenmiştir.” Kolofon, yani kitabın yazarı, basıldığı yer, tarih gibi bilgileri içeren kısımda da eski ve yeni yöntemler birlikte kullanıldığı gibi, nesih yazı türünün tercih edilmesini de yazma üslubunun tam terkedilmemesi olarak değerlendirmektedirler. However, it would take another hundred years to establish it as an effective social tool. The imperial printing house and the books Muteferrika published had an impact on the cultural life of the Ottomans. Matbaasını, toplumu etkileyişi açısından ele alırsak, ani ve hızlı bir değişme getirmediği, Osmanlı yapısının özelliğine uygun bir katkıda bulunduğu farkedilir. O çağın İslam toplumlarında da, kişiler özellikle tüccarlar arası mektuplaşmalarla haberleşmenin var olduğu bilinmektedir. Tabii ki bunlar iki veya birkaç kişi arasında kalacak bilgilerin aktarılmasından fazlasını sağlamamaktaydı. Orlin Sabev’s latest study sheds light on this matter. During his research on Tereke Defterleri (Inventory of a deceased person’s estate) he came across records belonging to Muteferrika which include interesting detail: Avrupa’daki girişimin özelliğini ise, kitap yayınının yanısıra haber yapraklarının da –ki daha sonra gündelik gazeteye dönüşecektir– piyasaya çıkması oluşturur. Bunları her isteyen alabildiği için bilgi ve haber her bireye ulaşabilmekteydi. Gutenberg’den yarım yüzyıl sonra Hıristiyanlıktaki Protestan din akımının büyük bir ivme kazanmasında, burjuva sınıfının güçlenmesinde bu yaygınlaşma başlıca etken olmuştur. Müteferrika’nın girişimi ise daha başlangıçta en üst düzey bilim alanını hedef almıştı. Evvelce de bahsettiğimiz gibi devlet kontrollü bir ekonomik yapıya sahip olan Osmanlı’da –daha önceki Doğu toplumlarında olduğu gibi– toplumun tabanına yönelmek için henüz ortam oluşmamıştı. Burjuva sınıfı yoktu. Dolayısıyla Müteferrika’nın bilinçli bir tercih yaptığını söyleyebiliriz. Öncelikle devletin en üst düzey kademelerindeki kadroların bilinçlendirilmesi gerektiğini farketmişti. Dolayısıyla rolü, matbaayı sorunsuz bir On his death, his collection housed about 100 books in Arabic, Farsi and Turkish along with 36 map books written in Latin.The bulk of his wealth was made up of remainder books from his press. The sales records of these books are important in depicting the interest the public had for art and scientific books. Only one copy remained of the 500 copies of Vankulu Dictionary printed in two volumes. Of the following five books (Tuhfet el-Kibar, Tarih-i Seyyah, Tarih-i Hind-i Garbi, Tarih-i Timur, Tarih-i Mısr) 3700 copies were printed and 1114 remained unsold. The stocks had 235 of the 500 copies of Gülshen-i Hulefa, and 84 copies of Grammaire Turque, of which 1000 copies were printed. Hence, during the most productive period of the first 19 months 6200 books were printed and 4766 copies were sold, indicating that 77% had captured people’s interest. Approximately 251 books were sold each month, which clearly shows the dynamism attained in view of the conditions of the period. One should bear in mind that in the beginning this market existed only in Istanbul, and the system for distribution to other 31 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika şekilde topluma kabul ettirmek olarak belirtilebilir. Bunun etkili bir toplumsal araç haline gelmesi için yüz yıl daha beklemek gerekecektir. Matbaa-i Amire’nin, Müteferrika’nın yaşamı süresinde ürettiği kitapların Osmanlı kültür yaşamında nasıl bir etki doğurduğunu göstermek için, bu konuda en son yayımlanan ve en yeni bilgiler veren Orlin Sabev’in çalışmasından yararlanacağız. Tereke Defterleri üzerinde yaptığı araştırma sırasında bulduğu Müteferrika’ya ait kayıtlar önemli bilgiler içermektedir: Ölümünde, evindeki kolleksiyonunda Arapça, Farsça ve Türkçe olarak, çoğu siyaset, tarih, coğrafya, astronomi ile ilgili yüz kadar kitap bulunmuştur. Ayrıca çoğu harita mecmualarından oluşan 36 Latince kitap çıkmıştır. Servetinin asıl büyük kısmını kendi bastığı kitaplardan kalmış olanlar oluşturuyordu. Bunların satış sayıları, toplum tarafından yeni sanata ve yayımladığı bilim eserlerine ilginin derecesini göstermek açısından önemlidir. İki cilt halinde 500 adet basılan Vankulu Lügati’nden elde sadece bir nüsha kalmış. Onun arkasından basılan 3700 adet beş kitaptan (Tuhfet el- Kibar, Tarih-i Seyyah, Tarih-i Hind-i Garbi, Tarih-i Timur, Tarih-i Mısr) satılamamış olanlar 1114’tür. 500 adet basılan Gülşen-i Hulefa’nın 235’i ve bin adet basılan Grammaire Turque’ün 84’ü depoda kalmış. Böylece, matbaanın en canlı dönemi olan ilk 19 aylık sürede basılan 6200 kitaptan 4766’sının yani yüzde 77’sinin ilgi görmüş olduğu anlaşılıyor. Yuvarlak hesapla her ay 251 kitabın satıldığı söylenebilir ki, o dönemin koşullarında büyük bir dinamizme ulaşıldığı kesindir. Unutmamak gerekir ki bu piyasa başlangıçta sadece İstanbul’da vardı ve henüz imparatorluğun çeşitli eyaletlerine dağıtım mekanizması kurulmamıştı. Bu arada en çok satılmış olanların iki dil kitabı, Vankulu ve Türkçe Gramer olması da dikkati çekicidir. Patrona ayaklanması sebebiyle geçirilen durgunluktan sonra 1732 ile 32 provinces had not yet been established. It is also interesting that the books that sold the most were two language books: The Vankulu Dictionary and Turkish Grammar. After the stagnant period following the Patrona Revolt, during the years between 1732 and 1742, the list of the books printed and the number of unsold books are given as: Usul el-Hikem + Füyuzat + Ahval-i Gazavat 1500 240 Cihannuma 500 249 Naima History 500 112 1000 335 500 409 Rashid History+Çelebizade History On Farsi Language The important fact is that although the sales were lower than the previous period, still a rate of 67% was possible. But comparing the two periods, in the last ten years only 22 books were sold per month. Because of his old age and his appointments abroad, Muteferrika might not have had enough time and energy to handle the matters. In essence, during his final years, printing went through a period of inactivity. It would be in the 1820’s that it could actually serve the general public. Ibrahim Muteferrika’s endeavour received acclaim not only within the country but also abroad. Professor Holderman of Collége de France wrote an article in 1730 on the establishing of the printing press. A Latin manuscript of 11 pages dated 1733-1734 was found by Machiel Kiel in the Dutch State Archives, which gives interesting detail on the first books printed. Kiel states that the style of the text brings to mind that Muteferrika could have written it. İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING 1742’deki sonuncu arasındaki on yılda yayımlanan kitapların baskı sayıları ve satılamayan adetlerinin listesi şöyledir: Usul el-Hikem + Füyuzat + Ahval-i Gazavat 1500 240 Cihannüma 500 249 Naimâ Tarihi 500 112 1000 335 500 409 Raşit Tarihi + Çelebizade Tarihi Kitab Lisan el-Acem Burada dikkati çeken kitapların öncekinden az da olsa yüzde 67’lik bir satışa ulaşmış olmasıdır. Demek ki hâlâ rağbet görüyorlardı. Buna karşılık on yıllık süre içinde ay başına düşen miktar hesaplanırsa, öncekinden on defa daha az sadece 22 kitabın satıldığı ortaya çıkar. Bu sonuçta Müteferrika’nın yaşlanmış olması ve zaman zaman yurtdışı görevlere gitmesi sebebiyle yeterince ilgilenememiş olmasının rolü bulunduğu söylenebilir. Esasen onun son yıllarında büyük duraksama geçiren matbaacılığın bütün topluma hizmet verebilmesi için 1820’leri beklemek gerektiği biliniyor. What is more interesting is that his book titled ‘Scientific Methods in the Structure of Nations’ was translated into French and published in 1796 by Baron Reviczki under the title of ‘Traité de la Tactique ou Méthode Artificielle pour Ordonnance des Temps’ (Book on tactical or technical methods for the structure of Armies). Muteferrika is known to have died in 1745, but on his tombstone the date appears as 1747. Some suggest that this could be due to a delay in the erecting of the stone. The engraved epitaph is a section from a long elegy written for him by Nevres the poet. In this poem, he is depicted as a brave young man who spent his time gathering knowledge and wisdom, reviving sciences, and eliminating doubts, who was fluent in Islamic languages, and who knew everything. It is also mentions that he printed more than 100 books, and in this way influenced the public with the art that he successfully carried out all by himself. We join Demeerseman in stating that he took his rightful place in history by pronouncing the necessity of Tanzimat one hundred years earlier. He was buried first at the Aynalıkavak Cemetary of Okmeydanı in Istanbul; his tomb was transferred to the Galata Mevlevihane graveyard in 1942. İbrahim Müteferrika’nın çabaları sadece ülke içinde değil ülke dışında da ilgi görmüştür. Matbaanın kuruluşu hakkında Collége de France’ın profesörlerinden Holderman 1730’da yazı yazmıştır. Machiel Kiel’in Lahey’deki Hollanda Devlet Arşivi’nde bulduğu 11 sayfalık 1146 tarihli (1733-1734) Latince bir yazma da ilk yayımlanan kitaplar hakkında ilginç bilgiler vermektedir. Kiel, yazının üslûbuna bakarak metnin Müteferrika tarafından yazılmış olabileceğini belirtmektedir. Asıl ilginci, Milletlerin Düzeninde İlmî Usuller isimli kitabının 1769 yılında Baron Reviczki tarafından Fransızca’ya çevrilip Traité de la Tactique ou Méthode Artificielle pour Ordonnance des Temps (Orduların Düzenlenmesi İçin Taktik ya da Teknik Yöntem Kitabı) adıyla yayımlamış olmasıdır. Müteferrika’nın 1158 (1745)’de öldüğü bilinmesine karşılık, mezar taşında 1160 (1747) kaydı vardır. Bunun taşın sonradan konmuş olmasından ileri geldiği ileri sürülmüştür. Kitabeye, şair Nevres’in onun hakkında yazdığı uzun mersiyenin bir kısmı hakkedilmiştir.Bu şiirde, vaktini fenler ve hikmetler toplamaya harcayan, ilimleri yeniden canlandıran, tereddütleri dağıtan, İslam dillerini bülbül gibi bilen, bilmediği şey olmayan bir yiğit olarak tanımlanır. Yüzden fazla basılmış kitabı bulunduğu bile ileri sürülmektedir. Anlaşılıyor ki, tek başına gerçekleştirmeyi başardığı sanat ile toplumu son derece etkilemiştir. Bu niteliğiyle, Demeerseman’ın fikrine katılarak, Tanzimat’ın gerekliliğini yüz yıl önce haber veren kişi olarak tarihte yerini almış olduğunu söyleyebiliriz. Önce İstanbul’un Okmeydanı’nda, Aynalıkavak kabristanına defnedilen İbrahim Müteferrika’nın kabri 1942 yılında Galata Mevlevihanesi haziresine nakledilmiştir. 33 türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika İbrahİm müteferrİka bİblİyografİsİ Abdurrahman, “Türkiye’de İlk Harita Basımı ve İlk Asrî Matbaa”, Haritacılar Mecmuası, no. 1-4, 1933-34. Adıvar, Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, Maarif Matbaası, İstanbul, 1943. Afyoncu, E., “İbrahim Müteferrika”, İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı, İstanbul. Papiererzeugung im Osmanischen Reiche, Reichsdruckerei, Berlin, 1931. ______, Müteferrika ve Osmanlı Matbaası (Stambuler Buchwesen im 18. Jahrhundert), çev. ve yay.haz. Nedret Kuran Burcoğlu, Tarih Vakfı Yurt Yay., İstanbul, 2004. Basım ve Yayıncılığımızın 250. Yılı Bilimsel Toplantısı, 10-11 Aralık 1979, Türk Kütüphaneciler Derneği, Ankara. Afyoncu, E., “İlk Türk Matbaasının Kurucusu Hakkında Yeni Bilgiler”, Belleten, 2001, c. LXV, no. 243, ss. 607-622. Baysal, Jale, Müteferrika’dan Birinci Meşrutiyet’e kadar Osmanlı Türklerinin Bastıkları Kitaplar, İstanbul, 1968. Ahmed Refik, “Onikinci Asrı Hicri’de İlk Osmanlı Matbaası”, İkdam, no. 7216, 7236, 7250, 1917. ______, “II. Rakoczi Ferenc’in çevirmeni Müteferrika İbrahim ve Osmanlı Türklerinin ilk bastıkları kitaplar”, TürkMacar Kültür münasebetleri ışığı altında II. Rakoczi Ferenc ve Macar Mültecileri Sempozyumu, İÜ Edebiyat Fakültesi, 1976, ss. 217-225. ______, “İstanbul’da ilk matbaa”, İkdam, no. 8924, 18 Ocak 1922. Akbayar, Nuri, “Osmanlı Yayıncılığı”, Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, 1985. Akyüz, Yahya, İlk Türk Matbaası ve Eğitim Tarihimizdeki Yeri, Milli Eğitim, 1988, sayı 76. Armağan, Mustafa, “Ah Bir Matbaa Erken Gelseydi”, Tarih ve Düşünce, 2003 Haziran/Temmuz, ss. 1223. Asım, N., “Türk Matbaacılığı”, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, no. 2, 1929, ss. 46-48. Aygün, Abdürrahman, “Türkiye’de İlk Harita Basımı ve İlk Asri Matbaa”, Haritacılar Mecmuası, c. IV, ss. 83-88. Babinger, Franz, “Stambuler Buchwesen Im 18. Jahrhundert”, Deutscher Verein für Buchwesen und Schrifttum, Leipzig, 1919. ______, Zur Geschichte der 34 BIBLIOGRAPHY of IBRAHIM MUTEFERRIKA ______, Cennetlik İbrahim Efendi (İbrahim Müteferrika oyunu), Cem Yay., İstanbul, 1992. Berkes, Niyazi, “İlk Türk Matbaası Kurucusunun Dini ve Fikri Kimliği”, TTK Belleten, c. XXVI, no. 104, Ankara, 1962. ______, “Bir Not”, TTK Belleten, no. 109, Ankara, 1964. ______, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara, 1973. ______, “Unitarianizm ve Matbaa”, Felsefe ve Toplumbilim Yazıları, Adam, İstanbul, 1985, ss. 85-103. Binark, İsmet, Eski Kitapçılık Sanatlarımız, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1975. ______, “Türkiye’ye Matbaanın Geç Girişinin İçtima-i Ruhi Sebepleri”, VII. Türk Tarih Kongresi, c. 2 , Ankara, 1981. Birge, J.K., “The Printing of Books in Turkey in the Eighteenth Century”, Moslem World, c. XXXIII, 1943, ss. 292-294. Bodrumlu, A.Galanti, Türkler ve Yahudiler, İstanbul, 1928. Carleson, Edward, İbrahim Müteferrika Basımevi ve Bastığı İlk Eserler, yay.haz. Mustafa Akbulut, TDK, Ankara, 1979. Celcius, Magnus Ol, Historia Bibliothecae Stockholmensis, Holmiac 1751, ss. 195-205 (Babinger kaynağı). Chauvin, Victor, “Notes pour l’Histoire de l’Imprimerie à Constantinople” (Babinger kaynağı). Clogg, Richard, An Attempt to Revive Turkish Printing in Istanbul in 1779, IJMES, no. 10, 1979. Coşan, M.Esad, “Matbaacı İbrahim Müteferrika ve Sema Hareketleri”, Coğrafi Araştırmalar, c. II, İstanbul, 1958. Darkot, B., “Kâtip Çelebi İbrahim Müteferrika ve Sema Hareketleri”, Coğrafi Araştırmalar, c. II, İstanbul, 1958. Demeerseman, A., “Les Tous Premiers Débuts du Modernisme en Islam”, IBLA (Institut des Belles Lettres Arabes), c. 17, 1954, ss. 328-335. ______, “Une étape décisive de la culture et de la psychologie islamique: les données de la controverse autour du problème de l’imprimerie”, IBLA, c. 17, 1954, ss. 1-48, 113140. Demirel, Şahap, “İbrahim Müteferrika’nın Füyuzat-ı Miknatisiye adlı Kitabı”, AÜ DTCF Atatürk’ün 100. Doğum Yıldönümüne Armağan Sayısı, Ankara, 1982. Duverdier, Gerald, “İlk Türk Basımevinin Kuruluşunda İki Kültür Elçisi: Savary de Brèves ile İbrahim Müteferrika”, çev. Türker Acaroğlu, Belleten, c. 56, no. 215, 1992. Efdalettin, “Memaliki Osmaniye’de Tıbaatın Kadimi”, Tarihi Osmani Encümeni Mecmuası, cüz 40, 1918, ss. 242-248. Ehrensvard,U.–Abrahamovitz, Z., “Two Maps Printed by Ibrahim Müteferrika in 1724-1725 and 1729-1730”, Svenska Forskningsinstitutet i İstanbul Meddelahden, no. 15, 1990, ss. 46-66. Ergürbüz, Şefik, Matbaacılık Tarihi, Işıl Kitabevi, İzmit, 1947. Ernesti, J.H.G., Die wohleingerichtete Buchdruckerey, Nürenberg, 1735; aynı makalenin yeniden basımı: “Der Erste Türkische Buchdrucker”, Europa, 1878, no. 25, s. 775-782 (Babinger kaynağı). Ersoy, Osman, Türkiye’ye Matbaanın Girişi ve İlk Basılan Eserler, AÜ DTCF, 1959. ______, “İlk Türk Basımevinde Basılan Kitapların Fiyatları”, Basım ve Yayıncılığımızn 250. Yılı Toplantısı, Ankara, 1980. Ertuğ, H.R., “Arap Harfleriyle İlk Basımlar”, Basım ve Yayıncılığımızın 250. Yılı Toplantısı, ss. 9-14. Fekete, “Osmanlı Türkleri ve Macarlar”, TTK Belleten, c. XIII, no. 52, 1949. Gdoura, W., Le Début de L’imprimerie Arabe à Istanbul et en Syrie (1706-1787), Institut Supérieur de Documentation, Tunus, 1985. Eserin Kaynaklarıyla İlgili Bir Araştırma”, çev. H.G. Yurdaydın, Belleten, c. XLIX, no. 195, 1985, ss. 667-691. Gökbilgin, “Müteferrika”, İslam Ansiklopedisi, l860. Gündüz, Mahmut, “Matbaanın Tarihçesi ve İlk Kur’anı Kerim Basmaları”, Vakıflar Dergisi, XII. İbrahim Müteferrika, Milletlerin Düzeninde İlmi Usuller, sadeleştiren Ömer Okutan, MEB, İstanbul, 1990. İhsanoğlu, Ekmeleddin, Büyük Cihad’dan Frenk Fodulluğuna, İstanbul, İletişim, 1996. İhsanoğlu, Ekmeleddin – Aynur, Hatice, “Yazmadan Basmaya Geçiş: Osmanlı Basma Kitap Geleneğinin Doğuşu 1729-1848”, Osmanlı Araştırmaları, XXII, İstanbul, 2003, ss. 219-255. İnuğur, M.N., Basın ve Yayın Tarihi, İstanbul, 1982. İskit, Server, Türkiye’de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bir Bakış, İstanbul, 1939. Jeltyakov, Türkiye’nin Sosyo-Politik ve Kültürel Hayatında Basın 1729-1908, Basın Yayın Genel Müdürlüğü, Ankara, 1979. Kabacalı, Alpay, Türk Kitap Tarihi, İstanbul, 1989. ______, Başlangıçtan Günümüze Türkiye’de Matbaa, İstanbul, 2000. Gerçek, Selim Nüzhet, Türk Matbaacılığı İbrahim Müteferrika Matbaası, Devlet Basımevi, İstanbul, 1939. Kaçalin, Mustafa S., “İmre Karacson, Müteferrika İbrahim”, Müteferrika, no. 4, İstanbul, 1994. Goodrich, T.D., “XVI. Yüzyıla ait Tarih-i Hind-i Garbi adlı Kaldy Nagy, Gy., “Beginnings of the İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING Arabic Letter Printing in the Muslim World”, The Muslim East Studies in Honour of Julius Germenn, Lorand Eötuös, ed. Kaldy Nagy, Budapeşte Üniversitesi, 1974. Kaplan, Yusuf, “Osmanlılarda Matbaa: Bir Medeniyet Krizi Sorunu”, Osmanlı, ed. Gül Eren, c. 7, Ankara, 2000. Karacson, İmre, “İbrahim Müteferrika”, TOEM, cüz 1, İstanbul, 1326 (1908). Dini Araştırmalar, c. 2, no. 5, 1999. Kun, Halasi, “İbrahim Müteferrika”, İslam Ansiklopedisi. Kurtoğlu, Feyzi, “Türkiye’de Matbaacılığın Nasıl Başladığını Gösteren Bir Vesika”, Resimli Şark, Haziran 1936, s. 14. L., C., “Die Erste Türkische Buchdruckerei”, Frankfurter Zeitung, Morgenblatt, 5 ve 7 Şubat 1878 (Babinger kaynağı), Karal, Enver Ziya, “Ahmed III”, İslam Ansiklopedisi. Maden, Sait, “Başlangıçtan Bugüne Türk Grafik Sanatı: Müteferrika Dönemi”, Mimarlık ve Görsel Sanatlar Dergisi, no. 1, İstanbul, 1979. Karamanlıoğlu, A.F., “Kültür Tarihimizde Matbanın Yeri”, Türk Kültürü, c. 9, no. 100, 1971, ss. 311-313. ______, “İbrahim Müteferrika İçin Yeniden Değerlendirme Çalışması”, Milliyet Sanat, Şubat 1980. Kazancıgil, Aykut, “Lale Devrinde Bilim Hayatı”, İstanbul Armağanı, c. 4, İstanbul, 2000. Keskioğlu, O., “Türkiye’de matbaa tesisi ve Mushaf Basımı”, AÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 15, 1967, ss. 121-139. Kiel, Machiel, “Osmanlı Matbaasının Kuruluşu ve Başlangıcı”, Müteferrika ve Osmanlı Matbaası, ss. 63-88 ve 93-103. Kirchner, Joachim, “Türkischer Buchdruck”, Lexikon des Buchwesens, II, 1953, s. 801. Koloğlu, Orhan, Basımevi ve Basının Gecikme Sebepleri ve Sonuçları, Gazeteciler Cemiyeti Yay., İstanbul, 1987. Korkmaz, Şerif, “İbrahim Müteferrika ve İlk Türk Matbaası”, Mordtmann, J.H., “İbrahim Müteferrika”, The Encyclopaedia of Islam, 1927. ______, “Stambuler Buchwesen im 18. Jahrhundert”, Der Islam, II, l927, s. 439. Mystakidis, B.A., “Hükümeti Osmaniye Tarafından İlk Tesis Olunan Matbaa ve Bunun Neşriyatı”, TOEM, cüz 5, 1910, s. 325. Necatioğlu, Halil, Matbaacı İbrahim-i Müteferrika ve Risale-i İslamiye, Ankara, 1982. Necip Asım, “Türk Matbaacılığı”, Türk Tarihi Encümeni Mecmuası, I, 1929, s. 47. Nuhoğlu, Hidayet, “Müteferrika Matbaasının Kurulması İçin Verilen Fetva Üzerine”, Bildiri Basım ve Yayıncılığımızın 250. Yılı Toplantısı, Ankara, 1979. ______, “Müteferrika Matbaası ve Bazı Mülahazalar”, İstanbul Armağanı, c. 4, İstanbul, 2000. Omont, Henri, “Documents sur l’Imprimerie à Constantinople au XVIIIe Siecle”, Revue des Bibliotheques, Paris , 1895, ss. 185-200 ve 228-236 (Babinger kaynağı). ______, “Nouveaux documents sur l’imprimerie à Constantinople au XVIIIs siècle, Revue des Bibliothèques, c. XXXIII, 1926, ss. 1-10 Osmanlı Coğrafya Literatürü Tarihi, ed. Ekmeleddin İhsanoğlu, IRCİCA, İstanbul, 2000. Reichmuth, S., “Islamic Reformist Discource in the Tulip Period (1718-30) Ibrahim Müteferrika and his arguments for printing”, IRCICA Osmanlı Kongresi 12-15 1999, 2001, ss. 149-161. Reinaud, Joseph Touss, ”Notice des Ouvrages Arabes, Persans Turcs et Français imprimés à Constantinople”, Bulletin Universel des Sciences, c. XIX, Paris, 1831, ss. 271288. Sabev, Orlin, Parvoto Osmansko Pateshestvie v Sveta na Pechatnata Kniga 1726-1746 (Matbu kitap dünyasına ilk Osmanlı Seyahati), Avangard Prima, Sofya, 2004. Sarıcaoğlu, Fikret, “Cihannüma ve Ebubekir b. Behram edDımeşki - İbrahim Müteferrika”, Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul, 1991. Schmidt, E.-Weissenfels, Zwölf Buchdrucke, 1878, “Der Erste Türkische Buchdrucker”, ss. 48-62 (Babinger kaynağı). Schnurrer, Christoph Friedrich von, De Typographia Turcica Constantinopolitano Oratio Decani, Tübingen, 1788 (Babinger kaynağı). Shamseddin al-Rıfai, Tarikh al Sahafa al Suriyya, Dar al Maarif bi Mısr, 1969. Seyler, Georg Daniel, “De Fatis Artis Typographicaein Turcia”, Oratio ocularis, Elbing, 1740 (Babinger kaynağı). Simonffy, Aladar von, İbrahim Müteferrika Türkiye’de Matbaacılığın Banisi, çev. Faruk Yener, Başvekalet Matbaası, Ankara, 1945. Strübe, Rudolf, “Die Einführungs des Buchdruckeins der Türkei”, Zeitschrift des Deutschen Vereins für Buchwesen und Schrifttum, c. I, ss. 9-10, Leipzig, 1918 (Babinger kaynağı). Sungu, İhsan, “İlk Türk Matbaasına Dair Yeni Vesikalar”, Hayat Mecmuası, no. 73, 1938, ss. 9-15. Şen, Adil, İbrahim Müteferrika ve Usulü’l Hikem fi Nizamü’l-Ümem, Diyanet Vakfı, Ankara, 1995. Temir, Rana, “İlk Türk Matbaasının Kurucusu İbrahim Müteferrika Üzerine Yeni Bilgiler”, Türk Kültürü, no. 321, Ankara, 1990. Toderini, Giambatista, İbrahim Müteferrika Matbaası ve Türk Matbaacılığı, çev. Rikkat Kunt, İstanbul, 1990. Tonta, Yaşar, “Ahmet Rasim’in İbrahim Müteferrika ve Matbaacılık Üzerine Yazdıklarının İncelenmesi”, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, c. 3, no. 1, Ankara, 1985. Topdemir, H.G., İbrahim Müteferrika ve Türk Matbaacılığı, Kültür Bakanlığı, Ankara, 2002. Unat, Faik Reşit, “İlk Türk Matbaası”, Radyo Dergisi, II, 1943. Usta, Ahmet, “İbrahim Müteferrika’nın Risalei İslamiyesi, Eserin Dindar Tarih Açısından Tahlili ve Günümüz Türkçesine Çevirisi” (yayımlanmamış doktora tezi), 19 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 1991. Ünver, Süheyl, “İbrahim Müteferrika’nın Bilimsel Yönüyle Yayınlarındaki Özellikler”, Basım ve Yayıncılığın 250. Yıl Kongresi, Ankara, 1979. ______, “Bilimsel Yönüyle İlk Türk Matbaasının Kurucusu İbrahim Müteferrika Üzerine Yeni Bilgiler”, Türk Kültürü, no. 321, Ankara, 1990. Wahid Gdoura, Le Début de L’imprimerie Arabe à Istanbul et en Syrie 1706-1787, Institut Superieur de Documentation, Tunis, 1985. Watson, W.J., “Ibrahim Müteferrika and Turkish Incunabula”, Journal of the American Oriental Society, c. 88, 1968, ss. 435441. Weil, Gotthold, “Die ersten Drucke der Türken”, Zentralblattfür Bibliothekwesen, Leipzig, 1907, s. 49-61 (Babinger kaynağı). Yazmadan Basmaya, Müteferrika, Mühendishane, Üsküdar, yay.haz. Turgut Kut - Fatma Türe, YKY, İstanbul, 1996. Yediyıldız Mustafa Asım, “İbrahim Müteferrika”, Vakıflar Dergisi, Ankara, 1991. Yılmaz, Coşkun, “Hezarfen bir Şahsiyet: İbrahim Müteferrika ve Siyaset Felsefesi”, İstanbul Armağanı, c. 4, İstanbul, 2000. ______, “İbrahim Müteferrika”, Tarih ve Düşünce, Haziran/Temmuz 2003, s. 24-30. 35 Zâtü’l-kürsü Kürsülü Alet Instrument with pedestal 36 OSMANLI COĞRAFYA v e ASTRONOMİ TARİHİNDE CİHÂNNÜM IN THE HISTORY of ottoman geography and ASTRONOMY Mu s ta fa Ka ç a r rtaçağ İslam coğrafyacılığı, matematik tabanlı olmayıp daha çok anlatıma dayalıdır. İslam dünyası coğrafyasını, konularına göre sınıflandıracak olursak, başta kozmolojiyi içinde ele alınan suret-i arz (yeryüzü şekilleri) ve iklimlerden bahseden eserleri zikretmek gerekir. Ancak asıl yoğunluk, bölgesel coğrafya konusunda olup, komşu ülkeler ve şehirlerin nesir, bazen de nazım şeklinde anlatıldığı ülkeler (belde) coğrafyası ile şehirlerin birbirine uzaklıklarını gösteren askerî maksatlı veya daha çok Hac için hazırlanmış olan “menzil” coğrafyacılığı, esas yoğunluğu oluşturur. O Elbette, seyahatnameleri de verdikleri coğrafî bilgilerden dolayı bu tür eserler arasında saymak gerekir. Buna mukabil İslam dünyasında coğrafya alnında fizikî coğrafya ve kartografya dalları daha az ilgi görmüştür. Bunlar dışında Acayibü’l-Mahlûkat tarzı kozmoloji, zooloji, botanik ve coğrafya karışımı eserler de İslam dünyasında sıkça kaleme alınmıştır. Batlamyus coğrafyasını baştan beri bilen Müslüman coğrafyacılar, haritacılık konusunda uzun süre Eski Yunan geleneğinin etkisinde kalmışlardır. Ancak özellikle onuncu asırdan itibaren el-İstahrî, İbn-i Havkal ve el-Makdisî gibi Müslüman coğrafyacıları, bütün İslam dünyasını dolaşarak çok sayıda kıymetli coğrafya kitabı ve harita hazırlamışlardır. İslam ülkeleri dışında kalan bölgelere pek itibar göstermeyen bu âlimlerden sonra gelen, el-İdrisî (1100-1165), el-Mağribî (öl. 1406) (12-15. yüzyıllar) eserlerinde o zaman bilinen Dünya’nın tamamından bahsederler. Osmanlıların miras olarak aldığı geleneksel İslamî coğrafya ekolü, onyedinci asra kadar köklü bir değişikliğe uğramadan devam etmiştir. Ancak 16. yüzyıldan itibaren Akdeniz’in hemen hemen bir Osmanlı iç denizi haline gelmesi ile, Osmanlılarda denizcilik ve deniz coğrafyacılığı konusuna yönelmişlerdir. Bu gelişmelerin en önemlisi, geleneksel İslam haritacılığı ile Batı’da gelişen portulan tipi yeni tarz haritacılığın özelliklerini birarada sunan Osmanlı haritacılığı olmuştur. Bu ekolün diğer bir ifade ile Osmanlılarda Batı tarzı coğrafyacılığın öncüsü, Pirî Reis’tir (1470 civarı1554). Onun Kitâb-ı Bahriye (1526) adlı deniz coğrafyası ile ilgili kitabı, özellikle Akdeniz bölgesi için döneminin en önemli eserlerinden biridir. Denizcilere hitap eden, sade ve anlaşılır dili, kıyı, liman ve şehirlerin detaylı çizimleri, denizcilik kavramlarını, temel yöntemlerini, yön ve zaman tespiti için temel aletleri ve kullanımlarını basitçe anlatması, eserin özellikle denizciler tarafından çok rağbet görmesine vesile olmuştur. Pirî Reis’in ilki 1517’de I. Sultan Selim’e sunduğu dünya haritası ile 1528’de Kanunî Sultan Süleyman’a takdim ettiği ikinci Dünya haritası, coğrafya ve kartografiya bilimi için önemli çalışmalardır. Ayrıca Yeni Dünya’dan bahseden bu ilk eserler, Amerika Kıtası’nın keşfini Osmanlılara duyurması yanında bizzat keşif seferlerine katılanlardan elde ettiği haritalardaki bilgileri de ihtiva etmesi onu dünya haritacılık tarihi açısından da kıymetlendirmektedir. KİTÂB-I CİHÂNNÜM - I n the Middle Ages, Islam geography was based on narration rather than mathematics. When classified according to topic, works on geography in the Islamic world dealt with the surface of the Earth within the context of cosmology, and the climates. However, focus was mainly on regional geography with details on neighbouring countries and cities, presented in the form of poetry or prose. Also ‘routes and provinces’ geography prepared for military purposes or largely to assist pilgrims on their way to Haj, gave information on the distances between cities. Indeed, travelogues should also be considered among such works because of the geographical information they carry. Physical geography and cartography received less attention. The Islamic world frequently produced books such as Acayibü’l-Mahlukat, Wonders of Creatures a mixture of cosmology, zoology, botany and geography. Muslim geographers were familiar with Ptolemy’s Geography from the beginning and remained within the ancient Greek tradition of mapmaking. However, especially in the 10th century Muslim geographers travelled throughout the Islamic world and prepared invaluable volumes of geography and also maps. Scholars who were not interested in regions outside the Islamic countries were succeeded in the 12th and 15th centuries by writers such as el-Idrisi (1100-1165), el-Maghribi (d. 1406), who wrote of the known world of their day. The traditional school of Islamic geography inherited by the Ottomans continued into the 17th century without radical change. However, because the Ottomans had become the foremost naval power in the Mediterranean in the 16th century, much improvement was needed in naval and nautical geography. One of the most significant of these developments was the new Ottoman mapmaking, which combined the characteristic Islamic tradition with the evolving western style of map making – portolan. The pioneer in this western style Ottoman mapmaking was Piri Reis (c. 1470 -1554). His Kitab-ı Bahriye, The Book of Maritime Matters is based on naval geography and was one of the most important books of its time, especially for the Mediterranean region. Its lucidity appealed to the mariners. Detailed charts of harbours and cities; navigational terminology and basic techniques; elementary instruments to determine direction and time along with instructions for their use was given in simple terms, thus making the book highly demandable. Piri Reis presented Sultan Selim (reign 1512-1520) his first map of the world in 1517, and Sultan Süleyman the Magnificent (reign 1520-1566) his second map in 1528, both of which are significant works in the field of cartography and geography. These earliest books which make mention of the New World, not only informed the Ottomans of the discovery of the new continent but also included first-hand knowledge and charts from those who took part in the expeditions. Thus, they are invaluable in the world history of cartography. THE BOOK OF CİHANNÜMA 37 OSMANLI COĞRAFYA ve ASTRONOMİ TARİHİNDE CİHÂNNÜM Pirî Reis’in temellerini attığı yeni Osmanlı haritacılık ekolü, takipçileri tarafından devam ettirilmiştir. Her ne kadar, coğrafî keşifler hakkında İtalyanca, Portekizce ve İspanyolca çok sayıda ilmî eser yayımlanmış ise de bu dönemde Osmanlılar daha çok popüler coğrafya kitaplarını tercüme etmeyi tercih etmişlerdir. Bu tercihin nedenlerini tespit etmek pek kolay değildir. Ancak Avrupa’nın askerî teknolojilerde olduğu gibi, sıkı ambargonun haritacılık ve coğrafya konusunda da uygulandığı ve Osmanlıların ancak ele geçirebildikleri eserleri tercüme ettikleri bir iddia olarak ileri sürülebilir. His followers pursued the new Ottoman school of making maps and charts, initiated by Piri Reis. Although many scholarly books were published in Italian, Portuguese and Spanish, the Ottomans chose to translate popular geography books. It is not easy to determine the reasons for this preference. İslam Dünyasında Yeni Bir Ekol A New School in the Islamic World Pirî Reis’ten sonra yazılan en önemli coğrafya kitabı Cihannüma olmuştur. 17. yüzyıl Osmanlı aydınlarından Kâtip Çelebi’nin (1609-1657), birçok Batı coğrafya kitabından istifade ile hazırlamış olduğu Cihannüma, Osmanlı kültür hayatında yeni bir ufuk açmıştır. Cihannüma, İslam coğrafya geleneği üzerine kurulu Osmanlı klasik coğrafya ekolünü değiştirerek, yeni bir ekolün yerleşmesini sağlamıştır. Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zünun’da, Cihannüma’nın iki bölümü bulunduğunu, birincisinin yalnız denizlerden, nehirlerden, adalardan ve ikinci bölümünde karalardan, alfabe sırasıyla, şehirlerden ve hicretin VII. (Milâdî 15. yy) yüzyılından sonra keşfolunan memleketlerden bahsettiğini yazar. The most important book written following Piri Reis was Cihannuma, compiled by 17th century Ottoman scholar Kâtip Çelebi (d. 1655) from numerous western books on geography. Cihannuma opened new horizons in Ottoman culture and established a new school of thought in the field of geography, different from the classic Ottoman method based on Islamic tradition. Yazılmasına 1648 yılında başlanılan Cihannüma’nın genel bir coğrafya kitabı olacağı mukaddimesinde belirtilmesine rağmen eser, kısa bir girişle Asya kıtasında Türkiye’nin doğu sınırlarına (kuzeyde Erzurum vilayeti, güneyde Irak-Mezopotamya) kadar olan bölgeler ile sınırlı kalmış olduğu görülmektedir. Doğu ve Batı’yı her yönüyle içine alan bir coğrafya kitabı hazırlamayı hedefleyen Kâtip Çelebi, elindeki kaynakların yetersizliği karşısında önceleri ümidini kaybetmiştir. Dolayısıyla Cihannüma’nın bu ilk sürümü sınırlı bir bölgeye ilişkin kalmıştır. Kâtip Çelebi began writing Cihannuma in 1648. It is stated in the preface that it would be a book on general geography, but it remains limited to regions in Asia to the east of Turkey (Erzurum province in the north and Iraq-Mesopotamia in the south). Şeyh Mehmed Efendi İhlasî adlı Latince bilen Fransız asıllı coğrafyacı bir mühtediden yardım alarak 1654’te Levâmiü’n-nûr fi Zulumeti Atlas Minör adlı eserini hazırlar. Bu sırada, Abraham Ortelius’un Theatrum Orbis Terrarum ve Mercator’un atlasını inceleme fırsatını bulunca bu eserlerden ve haritalarından istifade ile Cihannüma’yı yeniden yazmaya başlar. Bu yeni Cihannüma’yı hazırlarken ayrıca Ph. Cluverius’un Introductio geographica vetera quam nova ve G. Lorenzo’nun L’univesale fabrica del mondo overo cosmografia (Venedik, 1582) adlı eserlerinden de faydalanır. Bugün dünyanın çeşitli kütüphanelerinde bulunan çok sayıdaki Cihannüma nüshaları, daha sonra coğrafya heveslisi müstensihlerin eklemeleriyle genişletilmiştir. Bazen eksik bırakılan nüshalar olduğu gibi aşırı derecede ilavelerin yapıldığı kopyalar da vardır. Öyle ki artık bu eserler, Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sından çok, aynı üslupta hazırlanmış yeni birer “Cihannüma” halini almıştır. 19. yüzyılda modern Batı coğrafyacılığının girdiği ve eğitim kurumlarında okutulmaya başlandığı dönemlere kadar bu gelenek devam etmiştir. Kendini coğrafyacı olarak takdim eden Müteferrika İbrahim Efendi’nin Kitâb-ı Cihannüma lî-Kâtip Çelebi adıyla 1732 yılında Matbaa-ı Amire’de basmış olduğu, elinizdeki bu kitapta sunulan eser dahi yukarıda bahsettiğimiz ikinci Cihannüma sunumu esas alınarak hazırlanmıştır. Bu nüsha, basan ve yayımlayan İbrahim Müteferrika tarafından “tezyil-i tâbi” (yayımlayanın ilavesi) başlığı altında coğrafya ile ilgili çağdaşı bilgilerle süslenmiş, bazen de Kâtip Çelebi zamanına ait olmayan yeni bilgiler, işaret edilmeksizin kitaba eklenmiştir. Kısaca Cihannüma İbrahim Müteferrika’nın elinde yepyeni bir coğrafya kitabı haline gelmiştir. 38 Nevertheless, an assertion would be that, as with the military technologies of Europe, a strict embargo might have been applied to mapmaking and geography, and that the Ottomans were able to translate only those that came into their possession. Kâtip Çelebi states in his bibliography, Kashf al-Zunun that Cihannuma has two sections and that the first talks about the seas, rivers and islands, and the second section gives in alphabetical order names of cities and lands discovered after the 15th century. At first, Kâtip Çelebi intended to write a geography that would encompass the east and the west, but he lost all hope because of the insufficient resources at hand. Therefore the first edition of Cihannuma remains restricted to a certain area. In 1654, he sought the help of Sheik Mehmed Efendi Ihlasi, a convert of French descent who knew Latin, and was a geographer. Together they prepared Levamiü’n-nûr fi Zulumeti Atlas Minor, Rays of light in the darkness of Atlas Minor. At the same time he had the chance to study Abraham Ortelius’ Theatrum orbis Terrarum, Theatre of the World, and Mercator’s Atlas Minor. Encouraged by these works and map books, he began the rewriting of Cihannuma. He also benefited from books such as Ph. Cluverius’ Introductio Geographica veteran quam nova, and G. Lorenzo’s L’universale fabrica del mondo overo cosmografia (Venice 1582). Many editions of Cihannuma that exist in libraries around the world today have been expanded by ardent transcribers. There are some copies without any addition, while some with excessive information, turning them into new ‘cihannuma’s written in the style of Kâtip Çelebi. This tradition continued until the 19th century when modern western geography entered the scene and was inserted into the educational system. Muteferrika Ibrahim Effendi, who introduces himself as a geographer, printed Kitab-ı Cihannüma li Kâtib Çelebi in 1732 at the Imperial Press. We have based this book likewise, on the second edition mentioned above. This edition was printed by Muteferrika under the title of ‘tezyil-i tabi’, ‘printer’s appendix’ adorned with outdated information on geography; those that were not contemporaneous with Kâtip Çelebi were also added to the book without further indication. In short, we can suggest that Cihannuma was transformed into a new geography book by Ibrahim Muteferrika. IN THE HISTORY OF OTTOMAN GEOGRAPHY AND ASTRONOMY Astronomiye Katkı Contribution to Astronomy Cihannüma, coğrafya konusunda olduğu kadar, yeni astronominin Osmanlı dünyasında tanınması açısından da önemli bir eser olmuştur. Daha önce Kopernik ve yeni astronomiden bahseden tercüme coğrafya ve astronomi eserleri de vardır. Ancak Cihannüma, Yer merkezli evren modeli ile Güneş merkezli evren modelinin birarada ele alındığı ve Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ifadesi ile Osmanlı dünyasında ilk defa polemik konusu yapıldığı eser olması bakımından önemlidir. Konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamak için burada yer merkezli gezegenler kuramının tarihî gelişiminden kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. Antik Dönem’den başlamak üzere tüm Ortaçağ süresince, Güneş ve Ay’ın hareketi dâhil, geçerli gezegenler teorisi dünya merkezli düzgün dairesel bir hareketi öngörmüştür. Milât’tan önce üçüncü ve ikinci yüzyılda gezegenlerin hareketini açıklamak üzere iki model teklif edilmiştir. Bu modellerden biri, merkezi bir dairenin çevresinde dönen bir küçük dairenin üzerinde hareket eden dış tekerlemeli (episiklik) nokta, diğeri ise merkezi dünya merkezinden kayık bir daire üzerinde hareket eden dış merkezli (eksantrik) nokta şeklindedir. Bu iki model arasındaki seçim, matematiksel çözümün kolaylığına bağlı olarak yapılmıştır. Milât’tan sonra ikinci yüzyılda Batlamyus (Ptolemeos), gerçekle uyuşmayan sorunları gidermek amacıyla, geçerli gezegen modellerinde çok sayıda değişiklik önermiştir. Bunların içinde, bazı gezegenlerin sabit yıldızlara göre bir süre hareketsiz kaldığı ya da aksi yönde doğudan batıya hareket ettiği türünden sorunlara da çözüm getirmeyi amaçlamıştır. Batlamyus’un Almagest’te verdiği gezegenler modeli İslam dünyasını ve Avrupa Ortaçağı’nı çok etkilemiştir. Ancak İbnü’l-Heysem (ölümü yaklaşık 1040) döneminden sonra, Batlamyus’un gezegenleri düzgün dairesel bir hareketle modellemeye çalışırken çok zorlandığı anlaşılmaya başlandı. İbnü’l-Heysem, Batlamyus Modeli’ndeki düzgün gezegen hareketleri ile gerçek gezegen hareketleri arasındaki sapmaları tespit etmiştir. Batlamyus Sistemi’nin düzeltilmesi ile ilgili en genel önerileri Nasireddîn el-Tûsî (12011274) yapmıştır. Kâinatın genel yapısını konu edinen ünlü eseri Tezkire fi‘ilmi’l-hey’e (Astronomi İncelemeleri) isimli kitabında, Batlamyus’un teorik yapısı ile gözlenen olaylar arasındaki sapmaları gidermek için, Batlamyus’un Modeli’nde değişiklikler önermiştir. Tûsî ve onun Meraga Astronomi Okulu mensubu takipçileri tarafından geliştirilen genelde Kopernik’in daha sonraki çalışmaları göz önünde bulundurulduğunda, Astronomi tarihiyle ilgili matematiksel iki temel teorem özellikle önem taşır. Birincisi ‘Tûsî çifti’ olarak adlandırılan teorem, ikincisi bir dış merkezli (eksantrik) modeli dış tekerlemeli (episiklik) modele dönüştüren el-Urdî Teoremi’dir. Adı geçen bu teoremler Kopernik’in güneş merkezli modeli için de geçerlidir. Kopernik Astronomisi’nde, matematiksel modeldeki diğer elemanlar korunmak şartıyla, Güneş ile Dünya’yı birleştiren vektörde dönüş yönünün gözleme uygun olarak değişebileceği gösterilebilir. Diğer bir deyişle, Güneş merkezli Kopernik Modeli’nin, Meraga astronomlarının dünya merkezli modeline eşdeğer oluşu bu teoremleri ilgi çekici kılar. Cihannuma was critical in introducing geography and modern astronomy to the Ottoman world. Although there were previous translations on Copernicus and modern astronomy and geography, Cihannuma significantly brought together the earth-centred universe model and the sun-centred universe model, making it the first book to create polemics in the Ottoman world. Kopernik kendi modelini geliştirirken Meraga astronomlarına borçlu olduğu bu teoremlerden yararlanmış ve onları Meraga astronomları gibi uygulamıştır. Bu durumda cevaplanması gereken soru Kopernik’in bu teoremleri nasıl ve hangi kanallardan elde ettiğidir. Doğrudan aktarımın tek kanıtı, Vatikan Koleksiyonları’nda yer alan ve İstanbul’un 1453’te alınışından kısa bir süre sonra buraya ulaşmış bulunan bir Bizans yazmasıdır. To effectively clarify the subject, we have to glance at the historical background of the earthcentred universe theory. Beginning with the Age of Antiquity and continuing into the Middle Ages, the adopted concept for the movement of the Earth and the Moon was a revolving earth-centred planetary system. In the 3rd and 2nd centuries BC, two models were proposed in regard to the rotation of planets. The first assumed that the planets move in a small circle, called an epicycle, which in turn moves along a larger circle called a deferent; while the second proposed a system where planets move around the Sun on elliptical orbits. One theory or the other was adopted according to the simplicity of its mathematical solution. Ptolemy, in the 2nd century AD, proposed numerous changes in the adopted models to eliminate problems that did not concur with reality. He also tried to find solutions to intricacies such as the intervals of immobility of some planets compared to stationary stars; or their movement in the opposite direction, from east to west. The planetary model Ptolemy presents in his Almagest, influenced to a great extent the Islamic world as well as Medieval Europe. It was after the era of Ibnü’l-Heysem (d. circa 1040) when it was conceived that Ptolemy actually had difficulties in shaping the concept that planets moved in a uniform rotation. Ibnü’l-Heysem defined the divergence between the uniform movement of the planets in Ptolemy’s model and the actual rotation of the planets. Nasireddin al-Tusi (1201-1274) rendered general propositions to rectify Ptolemy’s model. In his famous work Tezkire fi’ilmi’l-hey’e, Treatise on Astronomy he proposed changes in Ptolemy’s system to overcome the differences between Ptolemy’s theoretical outlook and the observed movement of the planets. Regarding the theories expanded by al-Tusi and the followers of his Meragha astronomy school and the later studies of Copernicus, two basic mathematical theories of utmost importance to the history of astronomy emerged. The first one is known as the ‘Tusi couple’ and the second is the el-Urdi theory, which transformed the ‘elliptic model’ into the ‘epicyclic’ model. These theories are relevant to Copernicus’ suncentred system. Copernican astronomy determines that by keeping the other elements in the mathematical model, direction of rotation can change on the vector that aligns the Sun and the Earth. In other words, the heliocentric model of Copernicus is equivalent to the geocentric model of the Meragha astronomers, making these theories intriguing. Copernicus expanded his system based on the theories of the Meragha astronomers and applied it in a similar way. The question is how and through which channels Copernicus acquired these theories. The evidence for a direct transference is a Byzantine manuscript that arrived in the Vatican Collection shortly after the conquest of Istanbul in 1453. The al-Tusi couple and the Moon system by Ibn al-Shatir are explained in detail on the same page in the manuscript. On another page is a design of the al-Tusi Moon model and an application of the al-Tusi couple on stationary objects. It is important that this manuscript was accessible in Italy where Copernicus, who could read Greek, stayed for a period of time. Ptolemy’s concept of an earth-centred universe was effective from the ancient Greek civilization to the 16th century both in Latin Christian and Islamic worlds. The basic differences in these two systems are that firstly, Ptolemy based his earth-centred model on what the ancients called ‘heyet-i felekiye’, astronomy of revolving heavenly bodies, according to which the universe operates based on observable movements of the stars. 39 OSMANLI COĞRAFYA ve ASTRONOMİ TARİHİNDE CİHÂNNÜM Bu yazmanın bir sayfasında Tûsî ikilisi ile İbnü’ş-Şatır’ın Ay modeli açık bir şekilde açıklanmaktadır. Başka bir sayfada Tûsî Ay modelinin bir şekli ile Tûsî Çifti’nin sabit cisimlere uygulanışına ilişkin bir düzen görülmektedir. Bu sonuçların Yunanca okuyabilen Kopernik’in de bir süre kaldığı İtalya’da erişilebilir olması anlamlıdır. Batlamyus’un modeli olarak da adlandırılan yer merkezli evren anlayışı, Eski Yunan medeniyetinden 16. yüzyıla kadar hem Latin Hıristiyan, hem de İslam dünyasında genel geçerliliğini devam ettirmiştir. Bu iki sistemin temel farklılığı, birincisi yani Batlamyus’un Yer merkezli evren modeli, eskilerin “heyet-i felekiye” (felekler astronomisi) dedikleri, evrenin işleyişini fezadaki cisimlerin görünür hareketleri üzerine temellendiren sistemdir. Felekler astronomisinde, Yer sabittir ve bütün gök cisimleri, gök küre denilen düzlemde ve hep birlikte hareket ettiği farz ve hayal edilir. Bu küre evrenin merkezi olan dünyanın merkezi etrafından doğudan batıya 23 saat 56 dakika 4 saniyede düzgün bir hareket ile devrettiği kabul edilmiştir. İkincisi, yani Kopernik’in son şeklini verdiği, eskilerin “heyet-i şemsiye” (Güneş astronomisi) dedikleri, bugün hâlâ geçerli olan güneş merkezli evren modelinde ise gök cisimlerinin dolanımı, gerçek hareketleri esas alınarak hesaplanır. Kopernik’in Yer’i Nicolaus Kopernik (1473-1543), Polonya’da doğmuş ve Kraców Üniversitesi’nde eğitim görmüştür. 1496’da İtalya’da kilise hukuku ve tıp tahsil etmiş, doktorasını 1503’te Ferrara Üniversitesi’nde kilise hukuku konusunda tamamlamış, bu süre içinde ayrıca Yunanca öğrenmiş ve astronomi bilgisini artırmıştır. Kayıtlı ilk gözlemini Mart 1497’de yapan Kopernik, memleketi Polonya’ya döndükten sonra amcasının piskopos olduğu Frauenburg (Fromborg) katedraline ‘kanon’ olarak tayin edilmiştir. Rahiplikle ilgisi olmayan bu görevde bir idareci ve özel gökbilimci olarak çalışmaya başlamıştır. 1539’a kadarki çalışmaları hakkında fazla bilgi bulunmayan Kopernik’in düşünceleriyle ilgili bir İlk Rapor’un eski öğrencisi Rheticus tarafından yayımlanmasına izin verir ve rapor ertesi yıl ince bir cilt halinde yayımlanır. Şiddetli bir tartışma oluşmaz ve buna dayanarak Rheticus Kopernik’i Gök Kürelerinin Dönüşüyle İlgili düşüncelerinin tümünü Nürnberg’te yayımlamaya ikna olur. De Revolutionibus olarak tanınan eser, yazarın öldüğü 1543 tarihinde yayımlanır. Eser basılırken eğitim görevleri nedeniyle metni bizzat kendisi gözden geçirmek için zaman bulamayan Rheticus, bu işi Lüteriyen din adamı Andreas Osiander’a (14981552) havale eder. Osiander eserin başına, yazarı olabilecek tartışmalardan korumak gibi bir iyi niyetle, yazarın aslında Yer’in gerçekten Güneş’in etrafında döndüğüne inanmadığını, ancak bu varsayımın gezegen hareketlerine ilişkin matematiksel modeli daha kullanışlı kıldığını belirten bir not ekler ve bu not Kopernik tarafından yazılmış gibi altını imzalar. Bu notun Kopernik’in mesajını gizlediğine şaşmamak gerekir. Yazarın gerçek amacı eserin tamamını dikkatle okuyan birisi için açıktır, ancak De Revolutionibus okuyucuları genellikle gezegen konumlarına ilişkin tabloları gerçekleştiren ve bu konuda kendilerine yardımcı olabilecek yöntemlerin peşinde olan bir tür teknik gökbilimcilerdi. 40 They assumed and imagined that the Earth was stationary and all the spheres moved together on the flat surface of the sky. This spherical universe would rotate around the world in 23 hours, 56 minutes and 4 seconds from the east to the west. Secondly, in the sun-centred system to which Copernicus gave its final touches, and what the ancients called ‘heyet-i şemsiye: Astronomy of the Sun’, the revolution of the stars and planets are calculated according to their actual movement. Copernicus’ Earth Nicolaus Copernicus (1473-1543) was born in Thorn, Poland and studied at the University of Krakow. In 1496 he began his studies on canon law and medicine. In 1503 he emerged with a doctorate degree in canon law from the University of Ferrara and during this period he learned Greek and expanded his knowledge of astronomy. He recorded his first observation in March 1497. Shortly afterwards, he returned to Poland and through his uncle's influence was elected canon for the cathedral in Frauenberg. This administrative position did not require him to perform clerical duties, thus enabling him to continue his studies on astronomy. In 1539 he allowed his student Rheticus to prepare for publishing the Commentariolus, a brief on his arguments. It was published the following year. Eventually he permitted the publication of his De revolutionibus orbium coelestium, On the Revolutions of the Heavenly Spheres. It was published in Nuremberg, in 1543; the year he died. Rheticus could not oversee the publication of the book due to his tutorial duties and left Andreas Osiander in charge, who in turn added a preface explaining that the author did not believe that the Earth revolved around the Sun and that the model described in the book was intended as a mathematical device to simplify calculations involving the movement of planets. It does not come as a surprise that this preface obscures Copernicus’ message. Nevertheless, the author himself makes it clear for those who carefully read his complete work. The readers of De revolutionibus were technical astronomers who sought methods that could assist them in preparing charts for planetary positions. For instance, in 1551, the rector of Wittenberg University, Erasmus Reinhold based his Prutenic Tables totally on De revoltionibus, and used Copernicus’ parameters with little change, but remained uninterested in the validity of a sun-centred universe. Copernicus’ book serves two purposes at once. In the first part of the book he discusses the tempting consequences of the assumption that the Earth is an ordinary planet that revolves around the Sun but he is unable to prove this theory, which he calls the ‘universe idea’. However, he suggests that from the sun-centred geometric model valid planetary charts can be prepared. The book emphasizes the quantitative supremacy of the harmony between foresight and observation rather than the actual and erratic qualities of the model. Copernicus reduces the Earth to a planet revolving in an orbit around the Sun, thus grouping the orbits of other planets as those below the Earth and those under the Earth. As was known even before Ptolemy, Venus and Mercury can only be seen at dawn and twilight whereas Mars, Jupiter and Saturn can be observed at all hours at night. IN THE HISTORY OF OTTOMAN GEOGRAPHY AND ASTRONOMY Örneğin 1551’de Wittenberg Üniversitesi Rektörü Erasmus Reinhold (1511-1553) kendi Prutenic Tabloları’nı tamamen De Revolutionibus’a dayandırır; yazar Kopernik’in parametrelerini az değiştirerek kullanır, ancak buna karşılık uyguladığı Güneş merkezli varsayımın doğruluğu konusunda tamamen ilgisiz kalmayı tercih eder. Kopernik’in eseri aynı anda iki farklı amaca hizmet eder. Kitabın birinci kısmında Yer’in Güneş’in etrafında dönen sıradan bir gezegen olduğu varsayımının çekici sonuçları tartışılır: Ancak Kopernik ‘evrengörüşü’ olarak adlandırdığı varsayımını ispatlayamaz. Buna karşılık Güneş merkezli geometrik modelden güvenilir gezegen tablolarının hesaplanabileceği gösterilmeye çalışılır. Kitapta modelin gerçek ve hatalı niteliklerinden çok, öngörü ile gözlem arasındaki uyuşumun nicel üstünlükleri vurgulanır. Kopernik, Yer’i Güneş etrafında bir yörünge boyunca dönen bir gezegene indirger, böylece diğer gezegenler yörüngeleri Yer’in altında ve üzerinde yer alan iki farklı gruba ayrılmış olur. Batlamyus’dan çok önce bilindiği gibi Venüs ve Merkür sadece şafak ve alacakaranlıkta, buna karşın Mars, Jüpiter ve Satürn ise gecenin her saatinde gözlenebilir. Ancak Batlamyus modelinde çok esrarengiz görülen bu davranış şekli, Güneş merkezli varsayımda doğal ve beklenir bir davranışa dönüşür. De Revolutionibus’taki Güneş merkezli matematiksel astronomi, en az Batlamyus’un Almagest’i kadar hassas veriler sağlamıştır. Batlamyus’un onüç yüzyıl süren geçerliliği böylece aşılmış olur. Kopernik’in, kolay elde ettiği sürece kendinden önceki astronomların gözlemlerini sorgulamadan kullandığı, gerektiğinde de elinin altındaki sıradan ölçü aletleri ile gözlemlerde bulunduğu bilinir. 16. yüzyılın ikinci yarısında Tycho Brahe (1546-1601), gökbilimcilerin gözlem konusundaki yaklaşımlarında bir devrim yaratır. Tycho Brahe, 1576 ile 1597 yılları arasında, kendisine tahsis edilen bu adada, Uraniborg (Gök Kalesi) adını verdiği ve bir gözlemcinin ihtiyaç duyabileceği her şeyi kapsayan büyük bir gözlemevi inşa etmiştir. Uraniborg’taki geniş imkânlar yetersiz kalmaya başlayınca, Tycho yaklaşık 1584’te eskisinin yakınına Stjerneborg (Yıldız Kalesi) adını verdiği bir gözlemevi daha inşa ettirir. Tycho’nun evren modelinde Yer merkezdedir ve hareket etmez. Yer’in etrafında Ay ve Güneş döner. Diğer beş gezegen Güneş’in uydusudur ve Güneş tarafından Yer’in etrafında çekilerek çevrilir. Gezegenlerin erişebileceği en uzak noktanın hemen arkasında, merkezi Yer’in merkeziyle çakışan ve üzerinde yıldızların yer aldığı ince küresel bir gök kabuğu bulunur. Tycho’nun evreni güven verici bir yoğunluktaydı ve çapı yaklaşık 14.000 Yer yarıçapına eşitti. Batlamyus evreninde bile yarıçap bunun iki katı kadardı. Tycho’nun ‘Gök Kalesi’, soylu hamisi II. Frederik’in cömert himayelerine bağlıydı. II. Frederik 1588 tarihinde öldüğünde, hanedan kısmen Tycho ailesi ve arkadaşları tarafından hükmedildiğinden ani bir değişim gözlenmedi. Ancak yıllar geçtikçe ve genç IV. Christian gün geçtikçe devlet idaresinde daha önemli roller üstlenmeye başlayınca, Hven Adası’nda bereketli günlerin geride kaldığı anlaşılmaya başlandı. Tycho 1597’de, iki zor yılın ertesinde gücenerek Uraniborg’u terk etti ve Avrupa’yı çapraz geçerek, daha kıymet bilir bir hamiye hizmet sunmak üzere, Prag’da İmparator II. Rudolf’un yanına gitti. This behaviour was found mysterious by the Ptolemian view but in the sun-centred system this is natural and expected. The mathematical astronomy of De revolutionibus provided as much sensitive data as did Ptolemy’s Almagest. Thus ended thirteen centuries of Ptolemian authority. Copernicus is known to have employed the observations of previous astronomers without questioning them and that he made his own observations, when necessary, with run-of-the-mill apparatus at hand. In the second half of the 16th century, Tycho Brahe (1546-1601) revolutionized observational practice. Tycho received an island from King Frederik II of Denmark in 1576 and here he built an observatory, which he called Uraniborg ‘Heavenly Castle’, replenished with all the instruments an observer would need. Later in 1584, when facilities were no longer sufficient, he built Stjerneborg ‘Starry Castle’ observatory nearby. The Earth in Tycho’s model of the universe was fixed in the centre with the Moon and the Sun revolving around it. The other five planets were satellites of the Sun and the thin global shell of the fixed stars was centred on the Earth. Thyco’s universe was closely secured: its diameter was a multiple of approximately 14000 Earth radii; even Ptolemy’s universe had twice the radius. Tycho’s ‘Sky Castle’ was largely dependant on the generosity of Frederik II. When the King died in 1588, an immediate change did not occur because the dynasty was partially made up of Tycho’s family and friends. However, the erosion of Tycho's funding and standing following King Christian IV's attainment of more power caused the astronomer to leave Uraniborg in 1597 after two years of hardship. He crossed Europe to settle near Prague, to be in the service of a more appreciative patron, Emperor Rudolph II. King Rudolf was genuinely open-handed but Tycho had lost his zeal for observation. Four of his measurement devices were on Hven Island and a massive one was in storage in Magdeburg. He spent most of his days putting together his studies for printing. He invited Johannes Kepler (1571-1630) to be his assistant and Kepler accepted. Tycho died the following year. A Commentary by Ali Kuscu It is relevant at this point to look at the reflections these briefly mentioned developments in astronomy in Europe had on the Ottoman world. A prominent personality of the classical Islam astronomy and one of the last representatives of the Astronomy schools of Meragha and Semerkant, Ali Kuscu arrived in Istanbul in 1471. His treatise on astronomy, Al-Fathiyye, which he revised in Arabic, had an impact on the Ottoman world. Although this work was based on the earth-centred universe system, it embodies the late phases of the epicyclic model that inspired Copernicus. During the 15th century, his work spread extensively in the Ottoman land through commentaries and explanations by his followers. In the 16th century, Takiyeddin el-Rasid’s works on astronomy based on observation shaped the ultimate maturity of the classic Ottoman tradition of science. Takiyeddin el-Rasid was born in Damascus to a Turkish family. He was educated in Syria and Egypt. He arrived in Istanbul in 1570 from Egypt and was appointed as chief astrologer to Sultan Selim II (reign 1566-1574). 41 OSMANLI COĞRAFYA ve ASTRONOMİ TARİHİNDE CİHÂNNÜM Rudolf elinden geldiğince cömert davransa da Tycho artık gözlem hevesini tamamen kaybetmiştir. Ölçü aletlerinden dördü Hven Adası’ndadır ve geriye kalan en büyüğü ise Magdeburg’ta bir depoda beklemektedir. Meşguliyetinin büyük bir kısmını geçmişteki incelemelerini yayımlamaya yöneltir. Tycho’nun yaşamında aylarla ölçülebilecek kadar kısa bir zaman kalmıştır, bu süre içinde daha önce yapmış olduğu bir daveti tekrarlayarak Johannes Kepler’den (1571-1630) gelmesini ve kendisine asistanlık etmesini ister, Kepler bu sefer davetini kabul eder. Ali Kuşçu ile Gelen Açılış Müteferrrika’ya kadar Avrupa’da gökbilim alanındaki gelişmeleri genel hatlarıyla özetledikten, sonra bu gelişmelerin Osmanlı dünyasındaki yansımaları hakkında da kısa bilgiler vermek yerinde olacaktır. Meraga ve Semerkant astronomi okulunun son temsilcilerinden kabul edilen, Klasik İslam astronomisinin önemli simalarından Ali Kuşçu, 1471’de İstanbul’a gelmiştir. El-Fethiye adı ile Arapça olarak yeniden kaleme aldığı astronomi risalesi, Osmanlı dünyasında astronomi konusunda, geniş bir yankı uyandırmıştır. Bu eser, yer merkezli evren modeline göre hazırlanmış olmasına rağmen, Kopernik’e ilham veren dış tekerlemeli (episiklik) modelin en son merhalelerini ihtiva etmiştir. 15. yüzyılda Ali Kuşçu’nun teorik astronomi konusundaki bu eseri, takipçileri tarafından şerh ve haşiyelerle Osmanlı dünyasında geniş bir çevreye yayılmıştır. 16. yüzyılda ise Takiyeddin el-Rasıd’ın gözleme dayalı astronomi çalışmaları, Osmanlı klasik bilim geleneğinin doruk noktasını teşkil etmiştir. Türk asıllı bir ailenin çocuğu olarak Şam’da dünyaya gelen, Suriye ve Mısır’da eğitim gören Takiyeddin el-Rasıd, 1570 yılında Mısır’dan İstanbul’a gelmiş ve Sultan II. Selim tarafından müneccimbaşılığa tayin edilmiştir. Takiyeddin, kısa bir zaman sonra Osmanlı tahtına geçen III. Murad’ın emriyle İstanbul’da bir rasathane inşasına başlamıştır. Rasathane, astronomların barınma, çalışma mekânları ve bir kütüphane ihtiva eden çok iyi tasarlanmış bir bina idi. İslam dünyasının en büyük rasathanesi olarak planlanan bu müessese aynı zamanda zamanının en gelişmiş astronomi cihazları ile donatılmıştır. Takiyeddin’in Rasathane’si çağdaşı Tycho Brahe’nin 1576’da Uraniborg rasathanesi ile benzer özelliklere sahiptir, hatta kullanılan alet ve cihazlar bakımından bu ikisinin büyük bir benzerlik arz ettiği göze çarpmaktadır. Takiyeddin Sidrâtü Muntehe’l-Efkâr adlı Zic’inde İstanbul’daki rasat faaliyetlerine onbeş yardımcısı ile birlikte 1573 yılında başladığını belirtmektedir. Buna göre Rasathane çalışmaları başladığı 1573 yılından, yıkılış tarihi olarak herkesçe kabul edilen 4 Zilhicce 987/22 Ocak 1580 tarihine kadar rasat faaliyetlerini sürdürmüştür. İstanbul Rasathanesi’ndeki çalışmalarıyla Güneş parametrelerinin hesaplanması için yeni bir metot geliştiren Takiyeddin, sabit yıldızların enlem ve boylamlarının tespitinde ise Venüs gezegeni, Aldebaran ve Spica Virginis adlı iki yıldızı kullanmıştır. Günümüzde 61 derece olarak hesaplanmış olan Güneş’in apojesini, Takiyeddin 63 derece olarak hesaplamıştır. Bu, Kopernik’inki (24 derece) ve Tycho Brahe’nin (45 derece) değerleriyle mukayese edildiğinde gerçeğe en yakın değerdir. Batı dünyası, MS. 2. yüzyılda Batlamyus’dan 16. yüzyılda Kopernik’e kadar, açıların ölçülmesinde kirişleri kullanmıştır. Bu sebeple 1°’lik kirişin hesaplanması astronomların önemli meselelerinden biri olmuştur. Kopernik bunun için 2°’lik kirişin hesabına dayalı olan ve yaklaşık bir değer veren yöntemi kullanırken 42 Shortly afterwards, on the orders of the new Sultan Selim II, Takiyeddin began the construction of an observatory in Istanbul. The building was well planned to accommodate the astronomers, their study areas and a library. It was designed as the largest observatory in the Islamic world and was equipped with the most developed instruments of its time. Takiyeddin’s observatory had similar qualities to his contemporary Tycho Brahe’s observatory of 1576 in Uraniborg. The instruments used in both conservatories were of close resemblance. Takiyeddin states in his Zic (book of astronomical tables) titled Sidratü Müntehe’l-Efkar, Limits of Celestial Knowledge that he began observations in 1573 with his fifteen assistants. This indicates that the observatory was operational from 1573 to the universally verified date of January 22, 1580. Takiyeddin developed a new method in his observatory for the evaluation of the Sun’s parameters. He used two stars, Aldebaran and Spica Virginis, and planet Venus in determining the latitude and the longitude of stars. In present day calculations what appears as 61° for the apogee of the Sun, Takiyeddin estimated 63°. When compared to Copernicus’ 24° and Tycho Brahe’s 45°, his is the closest to actuality. The Western world, from Ptolemy in 2nd century AD to Copernicus in the 16th century used the chords of a circle to calculate the sine of an angle. Thus, it was always a problem for astronomers to calculate the 1° chord. Copernicus used the method based on the calculations of 2° chord, which gave an approximate value, and Takiyeddin, inspired by Ulugh Bey, developed a different method to calculate the 1° sine. Instead of using the Base 60 (sexagecimal) numbering system, Takiyeddin applied to trigonometry and astrology the decimal fraction method previously developed by Euclides and Islamic mathematicians like Giyaseddin Cemshid el-Kashi (died 1429), and prepared functional sine and tangent tables. Takiyeddin, with his inventions, added new observational instruments to those previously used in the Islamic world. Some of the instruments he used in his observatory are: Ptolemy’s design armillary sphere, Ptolemy’s ruler and astrolabe; instruments previously used in the Islamic world such as azimuth and semi circle quadrants, triquetrum, wooden quadrants, dipotras, and sextants. The sextant invented by Takiyeddin is very similar to the one designed by Tycho Brahe. In his observations Takiyeddin used a masonry quadrant he constructed in the observatory. He also devised a mechanical clock which he describes as: “We have constructed a mechanical clock with a quadrant that shows hours, minutes and seconds, and we divided each minute into five-second segments.” Since this clock was more precise than the previous ones, it is considered as one of the major inventions of the 16th century. Takiyeddin compiled a book of astronomical tables titled Zic-i Shehinshahi and dedicated it to Sultan Murad III. This zic includes rulers for the Sun but it is incomplete. He also prepared observation registers for the Moon, which included his Moon tables. Takiyeddin carefully studied the manuscripts written by Islamic scholars and entered in his books along with his new findings, a critique of these works by previous astronomers. Undoubtedly his work was the pinnacle of Ottoman science and under his leadership Istanbul Observatory reached the heights of the Islamic tradition of astronomy. The disheartening way the observatory met its destruction, caused by rivalry and envy among state administrators but disguised in religious pretext, was a precursor of the stagnancy in the Ottoman scientific tradition. In Europe, following Galileo and his theories, Copernican suncentred universe model received wide acclaim and was named ‘New Astronomy’. IN THE HISTORY OF OTTOMAN GEOGRAPHY AND ASTRONOMY Takiyeddin, Uluğ Bey’den esinlenerek sinüs 1°’yi hesaplamak için farklı bir yöntem geliştirmiştir. Diğer taraftan Takiyeddin’in astronomi gözlemlerindeki dakikliği ve hesaplamalarında altmış tabanlı sayı sistemi yerine daha önce el-Öklidisi ve Gıyaseddin Cemşid el-Kâşi (ö. 1429) gibi İslam matematikçileri tarafından geliştirilen ondalık kesirleri trigonometriye ve astronomiye uygulamış, buna uygun sinüs ve tanjant tabloları hazırlamıştır. Diğer taraftan Takiyeddin icatlarıyla, daha önce İslam dünyasında kullanılan rasat aletlerine yeni aletler ilave etmiştir. Takiyeddin’in rasathanede kullanmış olduğu aletlerin bazıları: Ptolomeos tarafından icad olunmuş zatu’l-halak, paralaktik cetvel ve usturlab, bazıları daha önce İslam dünyasında kullanılan kadran, zatu’s-semt ve’l-irtifa, zatuş-şubeteyn, rub’u mıstar, zatus-sukbeteyn, zatul- evtar gibi aletlerdir. Ayrıca Takiyeddin tarafından icad edilmiş olan “muşebbehe bi’l- menatık” adlı sextant aleti Tycho Brahe’nin icat ettiğine çok benzemektedir. Takiyeddin rasatlarında rasathanede kurmuş olduğu ahşap duvar kadranı ve “saatleri, dakikaları ve saniyeleri gösteren kadranlı bir mekanik saat inşa ettik, her dakikayı beşer saniyeye böldük” diye tarif ettiği kendi yapmış olduğu mekanik gözlem saati kullanmıştır. Bu, daha evvel kullanılan saatlerden daha dakik olduğu için uygulamalı astronomi konusunda onaltıncı asrın önemli icatlarından birisi olarak kabul edilmiştir. Takiyeddin Rasathane’deki gözlemlerine dayanarak, Sidratü Muntehe’l-Efkâr fî Melekûti’l-Feleki’l-Devvar veya Zic-i Şehinşahî adlı bir Zic hazırlamış ve Sultan III. Murad’a ithaf etmiştir. Bu zic, Güneş cetvellerini ihtiva etmektedir, ancak tamamlanmamıştır. Ceridetü’l-Dürer ve Haridetü’lFiker ise Ay cetvellerini ihtiva etmektedir. Takiyeddin, çalışmalarında İslam bilim adamlarının yazılarını incelemiş ve eserindeki yeni unsurlara daha önceki astronomi eserlerinin bir kritiğini ilave etmiştir. Şüphesiz onun çalışmaları Osmanlı biliminin zirvesini oluşturmuştur ve İstanbul Rasathanesi’nin kuruluşundan sonraki faaliyetleri İslam astronomi geleneğindeki en ileri gelişmeyi sağlamıştır. Rasathanenin devlet adamları arasındaki rekabet ve kıskançlık yüzünden dinî bahaneler ileri sürülerek hazin bir şekilde yıkılması, klasik Osmanlı ilim geleneğinin duraklamasının da başlangıcı olmuştur. Avrupa’da Galileo’dan (1564-1642) sonra daha geniş bir şekilde kabul gören Kopernik’in güneş merkezli evren modeli “Yeni Astronomi” olarak adlandırılmıştır. Yeni astronomiye dayalı olarak gerçekleştirilen astronomi cetvellerinin ilk örnekleri, Osmanlı dünyasında ancak 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tercüme edilerek kullanılmaya başlanmıştır. E. İhsanoğlu’nun tespitlerine göre, Osmanlı’da Kopernik güneş merkezli evren modelinden ilk bahseden kitap, 1660’lı yıllarda Belgrad Tercümanı Zigetvarlı Tezkereci Köse İbrahim Efendi adlı bir Osmanlı bürokratıdır. Fransa Kraliyet astronomlarından Natalis Duret’nin (öl. 1650 civarı) yer merkezli sisteme göre hazırlanmış astronomi cetvellerini ihtiva eden eserini tercüme eden Köse İbrahim Efendi, eserinin giriş kısmında Ptolemous, Kopernik ve Tycho Brahe’nin evren modellerini tasvir eden diyagramlara yer vermiştir. 17. yüzyılda Ebubekir el-Dımaşki tarafından Latinceden tercüme edilen Atlas Mayor adlı 8 ciltlik coğrafya eserinde de Batlamyus, Kopernik, Tycho Brahe’nin evren modelinden ayrı ayrı bahisler bulunmaktadır. Cihannüma’da Yeni Astronomi Yeni astronomi kavram ve prensiplerini değişik şekilde fakat genellikle çok kısa ve detaylı yoldan ilk defa tanıtan, 17. yüzyıla ait bu iki eserden sonra, 18. yüzyılın ilk yarısında konu ile ilgili daha geniş bilgi veren bir metinle karşılaşıyoruz. The first examples of astronomical tables based on this concept were translated and put to practice in the Ottoman world only in the second half of the 17th century. In the 1660’s, an Ottoman bureaucrat, Belgrade dragoman Köse Ibrahim Efendi of Szigetwar, wrote the first book that mentions the sun-centred universe model of Copernicus. He translated the French Royal astronomer Natalis Duret’s work involving astronomical tables based on the earth-centred universe model and added in the introduction diagrams depicting universe models by Ptolemy, Copernicus and Tycho Brahe. In the 17th century, Ebubekir el-Dimaski translated from Latin the eight-volume Atlas Major, which also includes models of the universe as suggested by Ptolemy, Copernicus, and Tycho Brahe. New Astronomy in Cihannuma The new astronomical concepts and principles were presented in a short but detailed form for the first time by the above mentioned two books. In the second half of the 18th century, a text encompassing more detail was printed. Ibrahim Muteferrika (d. 1745) contributed highly to the Turkish and Islamic intellectual and cultural life by printing in 1732, this wellknown work by Kâtip Çelebi titled Cihannuma (Mirror of the World / Universal Geography). During the printing phase, Müteferika included a section of Tezyil el-tabi, printer’s appendix. This appendix gives a comprehensive explanation on universe models and the new astronomy. Muteferrika states that all astronomers agreed on the concept that the universe was composed of concentric spheres but that these astronomers differed in their approach to its constitution and its particulars. He classifies the outlook of the astronomers into three sections, mezahib-i selase. The first contribution belongs to Aristotle and Ptolemy; the second, to Pythagoras, Plato and Copernicus; and the third to Tycho Brahe. He also denotes that European scholars regard the first approach as “old astronomy” and the second and the third views as “new astronomy”. Before he proceeds with the details, Muteferrika refers to the relationship between these concepts and religion. He sees it as a religious duty to believe that the universe is the creation of God and that once a person acknowledges this, adopting one of the views relating to the constitution or shape of the universe is independent of religion. Muteferrika states that in this respect religion is neutral, and whichever view is adopted, the religious aspect is solely subject to the issue of the existence of the creator of the universe. However, he exhibits a hesitant and prudent attitude by stating, “the first view is accepted and held superior by everyone while the other two views are disapproved and rejected.” Nevertheless, he finds it useful to define these three concepts and considers it appropriate to append this to a major work like Cihannuma. At the same time, he states that he will explain these views for those who wish to learn what the whole world knows, and that for those who seek knowledge he has included the diagrams and illustrations which he believes “will make it easier to imagine what the universe and the world look like”. These prudent statements aside, Müteferreika proceeds to explain each view. As he defines the earth-centred universe model as “the system adopted by Aristotle, Ptolemy and their followers”, he especially points out that Islamic philosophers approve this view. Among the three models, the sun-centred model is assigned the longest explanation and discussion. Here again, Muteferrika manifests his cautious disposition. 43 OSMANLI COĞRAFYA ve ASTRONOMİ TARİHİNDE CİHÂNNÜM Bu metin, matbaayı kurarak Türk ve İslam kültür ve entelektüel hayatına önemli bir katkı da İbrahim Müteferrika’nın (ölm. 1158/1745), 1732’de bastığı, Kâtip Çelebi’nin tanınmış eseri Cihannüma’nın baskı safhasında (“tezyil el-tâbi” = yayımlayanın ilaveleri) şeklinde eklenen bölümlerde yer almaktadır. Evren sistemleri ve yeni astronomi hakkında etraflı açıklamalar ihtiva eden Cihannüma ekinde, Müteferrika önce bütün astronomi bilginlerinin, âlemin içiçe olan aynı merkezli kürelerden meydana geldiği hususunda hemfikir olduklarını ancak bunun terkip ve detayında farklı yaklaşımları olduğunu kaydettikten sonra felsefe ve astronomi âlimlerinin kâinatın yapısı hakkındaki görüşlerini üçe (mezâhib-i selâse) ayırır. Birinci görüşün Aristotales ve Batlamyus’a, ikincisinin Pisagor, Platon ve Kopernik’e; üçüncüsünün ise Tycho Brahe’ye ait olduğunu belirterek, Avrupalı bilginlerin ilk görüşü “eski astronomi”, ikinci ve üçüncü görüşleri ise “yeni astronomi” olarak nitelendirdiklerini kaydeder. Müteferrika, bu üç görüşü açıklamaya geçmeden önce görüşlerin din ve inanç meseleleriyle olan ilişkisine işaret eder. Ona göre kâinatın yüce yaratıcının eseri olduğuna inanmak dinin gereğidir. Bunu kabul ettikten sonra kâinatın şekli, tertibi, düzenine ait görüşler arasında herhangi birinin benimsenmesi dine bağımlı değildir. Müteferrika, bir taraftan dinin bu konudaki tutumunun tarafsız olacağını ve bu üç görüşten hangisine inanılırsa inanılsın, konunun dinî yönünün ancak evreni yaratanın varlığı meselesi ile ilgili olduğunu açıkça ifade eder. Bunu yaparken, diğer taraftan “birinci görüşün herkes tarafından makbul ve üstün tutulduğunu, ikinci ve üçüncü görüşlere itibar edilmediğini ve reddedildiğini” ifade ederek tereddütlü ve aşırı ihtiyatkâr bir tavır ortaya koyar. Ancak, her şeye rağmen bu üç görüşün açıklanmasının faydalı olacağı, Cihannüma gibi bir esere böyle bir eklemenin yapılmasının uygun düşeceğini kaydeder. Aynı zamanda, cihanda herkesin bildiğini, gördüğünü bilmek ve işitmek isteyenlere ve bilgi peşinde olanlara gerekli gördüğü için üç görüşü de açıklayacağını ve bunlara bağlı olarak kitaba “ahvâl-i cihan tasvirini ve küre-i âlem tahayyülünü” kolaylaştıracak şekil ve suretleri de eklediğini belirtir. Müteferrika, değişik evren görüşleri üzerindeki bu ihtiyatlı ifadelerinden sonra her bir görüşü teker teker ele alır. “Aristotalestales, Batlamyus ve bunlara tâbi olanların mezhebi” olarak adlandırdığı Yer merkezli görüşü açıklarken, bunun İslam filozofları tarafından kabul gördüğünü bilhassa kaydeder. Üç evren görüşü arasında en fazla Güneş merkezli sistemin açıklanmasına ve tartışılmasına yer ayrılmıştır ve burada da Müteferrika'nın ihtiyatkâr tutumu kendini gösterir. Müteferrika, Aristotales’in isabetli ve sağlam olarak nitelendirdiği görüşüne bir atıf yaptıktan sonra bu yeni görüşü talihsiz ve âtıl olarak tavsif eder. Bunun dinî inançlarla ilgili olmadığını burada tekrar ifade etmekten kendisini alamaz. Aynı zamanda bir istekte bulunarak ilim erbabının cesurlarını bu yeni görüşü tenkit etmeye ve bu husustaki karşı delillerini ileri sürerek Aristotales’in görüşünü desteklemeye davet etmektedir. Bu şekilde onların bu katkılarının eserini süsleyeceğini belirtmektedir. Çelişkili ifadelerini devam ettiren Müteferrika, Müslüman bilginlerin dahi bu görüşe vaktiyle itirazda bulunduklarını söylemekte fakat bu itirazın ne olduğunu ve itirazda bulunan bu hükemâ-yı İslamiye’nin kimler olduğunu açıkça belirtmemektedir. Bu görüş her ne kadar ‘âtıl ve bâtıl’ ise de eskilerin görüşü olduğu için her çağ ve zamanda taraftarı bulunduğunu ve bu konuda çok eser yazıldığını belirtmekten geri kalmaz. Ancak burada müphem ve uzun ifadelerle ileri sürdüğü kendi kanaatini açıklamaktan uzak kalır. Müteferrika daha sonra yeni teorinin esaslarını ve şekillerini sunar. Yer ve Güneş merkezli görüşlerin bir karşılaştırmasını yapar ve yeni sisteme karşı ileri sürülen üç klasik tenkidi ele alır. Birinci tenkit, bu yeni görüşün kutsal kitaplardaki ifadelere muhalif olduğudur ve Müteferrika burada Yer'in hareketi meselesini ele alır. 44 He makes a reference to Aristotle’s view evincing that it is valid and sound, but his description of the sun-centred model is unfortunate and unfounded. He is urged to repeat once more that this is not at all pertinent to religion. At the same time, he appeals to undaunted scholars to criticize this new view and to present opposing evidence in support of the Aristotelian model. He notes that their contribution will further enhance his book. Muteferrika continues to make contradictory statements referring to an opposition view Muslim scholars once held, but does not clearly state who these wise men were. However ‘null and void’ this view may be, he claims that since it is of long-standing it was honoured and adhered to at all times and that many books were written on the subject. He does not impart his own opinion, disguising it in long and ambiguous remarks. Muteferrika presents the principles of the new theory with diagrams, compares the geocentric model with the heliocentric model and analyzes three typical criticisms of the new outlook. The first criticism is that this new view opposes the divine decree attested in the holy books. Here, Muteferrika refers to the movement of the Earth and states that the Earth could only move in the way the Copernican system suggests. He puts forward Descartes’ philosophical evidence and suggests that although the Bible declares that the Earth is stationary, the actual meaning attributed to the word is ‘appeasing’. He analyzes the second criticism which claims that the position of the stars do not change according to the movement of the Earth and moves on to the third criticism based on the effect the Earth’s movement has on objects and he answers it by proposing Galilean physics in place of Aristotelian physics. Muteferrika quotes Edmond Pourchot on the historical development of the heliocentric system. He also summarizes the theories of Pythogoras and Aristarcos on their concept of the Earth rotating in an orbit while revolving around a central point. He states that these views were contrary to Christian faith and worship, they conflicted with the inclination of the ignorant people and that Latin poets had criticised them intensely. However, he also reports that with the development in observational instruments and the new observations made, this new outlook gained favourable regard to some extent and that even the renowned Christian scholar Cardinal Cusanus displayed a predilection, and that later a Polish cleric named Copernicus, with his observations between 1500 and 1530, achieved to establish this view which is still referred to as the ‘Copernican astronomy’. Muteferrika renders as the third view, the universe model by Tycho Brahe. But he shows little interest in it stating that this view was prompted to attain reconciliation between the two former views. The most striking matter in the appendix for Cihannuma is the prudence with which Muteferrika approaches the sun-centered system. The reason could be that he was expecting a strong reaction to the Copernican theory from the Islamic world, similar to that witnessed in the Christian world. Himself a Unitarian priest who converted to Islam, Muteferrika was well aware of this reaction. Regarding the Aristotelian concept as right-minded, he repeats his appeal to valiant scholars to criticize the new view, but at the same time argues that the acceptance of this view does not conflict with religion. This prudent attitude changed to a great degree when one year later Muteferrika translated from Latin the Atlas Coelistis. IN THE HISTORY OF OTTOMAN GEOGRAPHY AND ASTRONOMY Yer'in sırf Kopernik sisteminin icabı olarak hareket etmesinin gerektiğini söyler. Bu hususta Descartes'ın felsefî delillerini ileri sürer ve Kitâb-ı Mukaddes’te Yer'in daima sakin olduğu yazılı ise de orada kastedilen mananın hareketsizlik olmayıp, daimî varlık olduğunu belirtir. Gök kubbede görülen yıldızların konumlarının Yer’e göre değişmediği şeklindeki ikinci tenkidi ele aldıktan sonra, Yer'in hareketli olmasının yeryüzündeki cisimler üzerindeki etkisini üçüncü tenkit olarak ileri sürer ve cevaplar. Bu üçüncü tenkidi cevaplarken de Aristotales fiziğine karşı Galileo fiziğini anlatır. Müteferrika diğer taraftan helyosantrik sistemin tarihî gelişimini Edmond Pourchot’nun kitabından aktarır. Eski Yunan filozoflarından, Yer'in kendi ekseni ve ayrıca bir merkez etrafında hareket ettiğine inananlardan örnekler vererek, bu konuda Pisagorcular'ın ve Aristarkos'un görüşlerini özetler. Bu görüşlerin Hıristiyanlık din ve ayinine muhalif olduğu gibi, cahil halkın anlayışına ters düştüğünü ve Latin şairlerinin bu görüşleri tenkit ettiğini kaydeder. Ancak, rasat aletlerindeki gelişmeler ve yeni rasatlar neticesinde bu yeni görüşün bir mertebe revaç bulduğunu, meşhur Hıristiyan âlimi Kardinal Nicolaus Cusanus’un bile ona meylettiğini; daha sonra Kopernik adlı Polonyalı rahibin 1500-1530 yılları arasındaki rasatları ile bu görüşün yerleşmesine gayret sarfettiğini ve o günden bugüne bu görüşün onun adıyla “Kopernik astronomisi” olarak şöhret bulduğunu aktarır. Bu görüşü daha sonra kabul eden Avrupalı ilim adamları arasında Descartes’ın da bulunduğunu ve onun yeni geliştirdiği felsefesiyle bu görüşün desteklendiğini belirtir. Müteferrika güneş merkezli görüşten sonra, üçüncü görüş olarak Tycho Brahe’nin kâinat modelini ele alır. Ancak bu görüşe fazla ilgi göstermez ve bunun daha önce anlatılan iki görüş arasında bir uzlaşmaya varmak için ortaya atıldığını belirtir. Müteferrika’nın Cihannüma ekinde en dikkat çekici husus, Güneş merkezli sistemi açıklarken sergilediği ihtiyatkâr tavırdır. Bu tutumun sebebi, Müteferrika'nın İslam dünyasında Kopernik sistemine karşı Hıristiyan dünyasında olduğu gibi şiddetli bir reaksiyon beklemesi idi. Mühtedi bir papaz olan Müteferrika, Hıristiyan dünyasındaki bu reaksiyonu çok iyi biliyordu. Güneş merkezli sistemi tanıttığı sayfalarda, Aristotales’in isabetli ve sağlam olarak vasıflandırdığı görüşüne atıf yaparak, bu yeni görüşü kabul etmenin dinî inançla bir ilgisi olmadığını tekrar ifade etmekle birlikte, cesur bilim adamlarını bu yeni görüşü tenkit etmeye ve Aristotales’in görüşünü desteklemeye davet eder. Müteferrika’nın Güneş merkezli sistem konusundaki bu ihtiyatkâr tavrı, Cihannüma’nın yayımlanmasından bir sene sonra, Latinceden yaptığı Atlas Coelestis tercümesinde büyük ölçüde değişecektir. Cihannüma, yukarıda görüldüğü gibi coğrafya kitabı olma özelliği yanında, oldukça geniş bir şekilde astronomi konusunu da işlemiştir. Tercümeye esas teşkil eden Latince kitap, yermerkezli evren modeline göre hazırlanmış olmasından dolayı, eski astronomiyi anlatmakta ise de, bilhassa Müteferrika’nın ilave ettiği açıklamalarla Cihannüma’da geleneksel Osmanlı ve Avrupa astronomi teori ve uygulamalarının bir sentezi tereddütlü bir şekilde yapılmaya çalışılmıştır. Ancak 18. yüzyılda Avrupa’da geçerli olan yeni astronomi konuları, sadece teknik detay ölçüsünde ele alınmış ve okuyucuya sunulmuştur. Çok geçmeden Müteferrika’nın ve yeni astronomiden bahseden tercümesi, onun bu konudaki esas görüşünün farklı olduğunu yansıtmaktadır. Cihannüma’nın coğrafya konusunda getirdiği yenilik ise geleneksel İslam coğrafya geleneği yerine Avrupa coğrafya anlayış ve tekniklerinin yerleşmesini sağlamasındadır. As mentioned above, Cihannüma is not only a geography book but extends over to the field of astronomy. The original book in Latin was structured on the earth-centred universe model and describes old astronomy, whereas with additional information by Muteferrika, Cihannüma is a synthesis, however hesitantly, of traditional Ottoman and European theories and applications of astronomy. New astronomy topics relevant in 18th century Europe are presented to the reader as mere technical details. The ensuing translation of new astronomy by Muteferrika, however, reveals that his true opinion of the matter is different. The novelty Cihannuma presents in terms of geography is that it helped establish the European approach and techniques in place of the traditional Islamic outlook. KAYNAKÇA RESOURCES Ekmeleddin İhsanoğlu, ‘Introduction to the Ottoman Geography Literature’, Osmanlı Coğrafya Literatürü Tarihi, Ramazan Şeşen, Serdar Bekar, Gülcan Gündüz ed. E.İhsanoğlu, IRCICA, Istanbul 2000. Atilla Bir, ‘Zamanı Belirlemeye Yarayan Aletler’, Osmanlı İmparatorluğunun Doruğu, 16. Yüzyıl Teknolojisi, ed. Kazım Çeçen, ISKI Pub. İstanbul 1999, pp. 231273 Pirî Reis, Kitab-ı Bahriye, Faksimile, Haydar Alpagut, Fevzi Kurtoğlu, Fehmi Pekol, TTK, İstanbul 1935. Doğan Uçar, ‘XVI. Yüzyıl Haritacılığı’, Osmanlı İmparatorluğunun Doruğu , 16. Yüzyıl Teknolojisi, ed. Kazım Çeçen , ISKI Pub. Istanbul 1999, pp. 275-3113. Mercator’s famous work Atlas Minor, with 40 maps. Ekmeleddin İhsanoğlu, 2000, p. 86. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim (Science in Ottoman Turks) İstanbul 1970, pp. 124-125 Ekmeleddin İhsanoğlu, ‘The Introduction of Western Science to the Ottoman World: A Case Study of Modern Astronomy (1660-1860)’, article II in Ekmeleddin İhsanoğlu, Science, Technology and Learning in the Ottoman Empire, Ashgate – Variorum collected studies serries, 2004 Michael Hoskin, ‘Astronomy in Antiquity’, The Cambridge Concise History of Astronomy, ed.Michael Hoskin, Cambridge 2003. The History of Cartography, Cartographyin the Traditional Islamic and south Asian Socities, vol. 2. Book 1, J. B. Harley & Dawid Woodward, The University of Chicago press, Chicago-London 2001. E. İhsanoğlu, Mustafa Kaçar, ‘The Sourcers and Early Works of Ottoman Science’, The Turks, v.3 (Ottomans), ed. H. Celal Güzel C. Cem Oğuz & Osman Karatay, Yeni Türkiye Pub., Ankara 2002, pp. 756-775 45