KÂTİP ÇELEBİ
KİTÂB-I
CİHÂNNÜMÂ
THE BOOK of
CIHANNUMA
İbrahim Müteferrika
Matbaa Baskısı / Presshouse Print
EDİTÖR
BÜLENT ÖZÜKAN
BOYUT PUBLISHING GROUP
ORHAN KOLOĞLU ✷ MUSTAFA KAÇAR
BÜLENT ÖZÜKAN ✷ MURAT ÖNEŞ
THE BOOK of CIHANNUMA
Müellif
Author
1654
(el yazması)
Katip Çelebi ya da
Hacı Halife Mustafa bin Abdullah
(Abdullah’ın oğlu Mustafa)
Batı literatüründeki adıyla Haccî Halîfa
First Publisher
İlk Yayıncı
1732
İbrahim Müteferrika ya da
Basmacı İbrahim Efendi
Abraham (Müslüman olmadan önceki adı)
First Publication
İlk Baskı
1732
Matbaa-ı Amire (Kostantiniye)
Postmodern Edition
Publisher/Editor
Postmodern Edisyon
Yayıncı/Editör
2008
Bülent Özükan
Art Director
Sanat Yönetmeni
Murat Öneş
Texts
Metinler
Orhan Koloğlu
Maps Transcriptions
Harita Metinleri
Mustafa Kaçar
English Translation
İngilizce Çeviri
Füsun Savcı
Graphic
Grafik
İbrahim C. Yılgaz
Publication Assistant
Yayın Asistanı
Mısra Erkaya
Boyut Yayıncılık AŞ, 2020 Üçüncü baskı, Karakter Color Matbaasında HUV teknolojisiyle gerçekleştirilmiştir.
CİHÂNNÜMÂ’NIN YARATICILARI / The Contrıbutors to CIHANNUMA
KÂTİP ÇELEBİ
ORHAN KOLOĞLU
BÜLENT ÖZÜKAN
1609, İstanbul / 1657, İstanbul
1929, Konya
1954, İzmir
Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Yüksekokulu’ndan mezun
oldu. 1947’de gazeteciliğe başladı. Strasbourg Üniversitesi’nde tarih doktorası yaptı.
Çeşitli üniversitelerde tarih ve gazetecilik dersleri verdi. Libya El Fateh Üniversitesi’nde “Doçent” olarak çalıştı. 1964’ten sonra Türkiye’nin basın ataşeliklerinde bulundu. 1974 ve 1978-79’da Basın-Yayın Genel Müdürlüğü yaptı. 1975-77’de CHP’nin
uluslararası ilişkilerini yürüttü. Türkçe ve Osmanlıcanın dışında beş dil bilen ve
bütün Avrupa ve Arap arşivlerinde çalışmış olan Koloğlu’nun tarih ve sosyal yapı
konularında yayınlanmış 63 kitabı ki, bunların on kadarı Boyut Yayın Grubu’ndandır
ve yüzden fazla bilimsel makalesi bulunmaktadır.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde lisans, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisans eğitimi aldı. Gazetelerde muhabirlikten ve yazıişleri yönetmenliğine kadar çeşitli görevlerde bulundu. Kısa sürelerde
TRT’de redaktörlük ve parlamento muhabirliklerinde bulundu. 1979 yılında Ankara
Belediyesi’nde yürüttüğü Bir Milyon Çocuk kitabı projesiyle UNESCO başarı ödülü
dahil birçok ödül kazandı. İletişim yayınlarının kurucuları arasında yer aldı. 1985
yılında kurduğu Boyut Yayın Grubu’nun Genel Yönetmeni olarak çalışmalarını
sürdürüyor.
IV. Murad döneminde çıkılan Doğu Seferi’ne katip olarak katıldı. On yıl boyunca
çeşitli seferlere katıldıktan sonra İstanbul’a yerleşti ve yazarak yaşadı. Tarih,
coğrafya, bibliyografya, tıp, sosyoloji, tıp konularında pek çok eser kaleme aldı.
Keşfü'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüb vel-Fünûn, Kanunname ve Cihannüma’nın da
aralarında yer aldığı 20 kadar esere imza attı.
He joined the Eastern Campaign during the reign of Murad IV as a clerk. After 10
years of taking part in various campaigns he settled in Istanbul and earned his
living as a writer. He wrote many books on history, geography, bibliography,
medicine, and sociology. He wrote about 20 books among which are Keşfü'zZünûn an Esâmi'l-Kütüb vel-Fünûn, Kanunname, and Cihannüma.
Graduated from Ankara University Faculty of Political Science, and received his
M.A. from Istanbul University Institute of Social Sciences. Worked for newspapers
in a variety of jobs, as reporter and editor-in-chief. He worked as editor in TRT
and as reporter in the Parliament for short terms. He received the UNESCO award
of merit and other awards for the One Million Children book project he conducted
for the Municipality of Ankara in 1979. He was among the founders of Iletişim
publishing house. He is the General Manager of Boyut Publication Group, which
he founded in 1985.
İbrahİm Müteferrİka
MUSTAFA KAÇAR, Prof. Dr.
Murat Öneş
1674; (veya 1670) Romanya /
Rumania (bugünkü) /Erdel/Kolojvar/1745
1960, Hatay
1967, Eskişehir
Osmanlı Dönemi, Türkiye’de Bilim ve Teknoloji Tarihi, Modern Teknik Eğitimin
Türkiye’ye Girişi, Bilim Aletleri Tarihi, Osmanlı’da Ecnebi Uzmanlar ve Modern
Bilimlerin Türkiye’ye Girişi üzerine çalışmaları var. Osmanlıca okuryazarlığına sahip. Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, Bilim Tarihi Bölüm
Başkanlığı görevini yapmaktadır.
Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Ana Sanat dalında eğitim
aldı. Yüksek lisansını Gravür, Baskı bölümünde tamamlayıp yazılı medyada sanat
yönetmenliği ve yöneticilik yaptı. İllüstrasyon, afiş dallarında birçok ödül aldı. Boyut
Yayın Grubu’nun Genel Sanat Yönetmeni olarak çalışmalarını sürdürüyor.
Among his works are; The Ottoman Period, History of Science and Technology
in Turkey, Introduction of Modern Technical Education to Turkey, History of
Scientific Tools, Foreign Experts in the Ottoman Empire and Introduction of
modern sciences to Turkey. He reads and writes Ottoman Turkish.
He received his BA education at Graphic Arts Department, Faculty of Fine Arts,
Mimar Sinan University, Following his MA at the Department of Engraving and Lithography, he worked as art director and manager in the printed media. He received a number of awards in the fields of illustration and posters. He is the
General Art Director at Boyut Publication Group.
Macar asıllı. II. Viyana Kuşatması’ndan sonra Osmanlılara esir düştü. 1692’den itibaren devlet hizmetinde çalıştığı biliniyor. Devletin çeşitli kademelerinde görev
yaptı. Türkçeyle birlikte kanunları da öğrendi ve ‘müteferrika’ oldu. İlgi alanına
giren tarih, astronomi, coğrafya ve dil konuları daha sonra basacağı kitapların da
habercisiydi. Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin oğlu Said Bey’le birlikte, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’nın da desteğiyle ilk ve devlete ait öncü matbaayı İstanbul’da
kurdular. Bu alanda pek çok kişiyi biraraya getirerek bir ekip kurdular ve bugünkü
yayınevlerinin de temelini atmış oldular. İlk eser: Vankulu Lugatı (Arapça-Türkçe
sözlük). Bunlardan biri de orijinali Müteferrika’nın matbaası Matbaa-ı Amire’de basılan ve onun büyük katkılarını içeren Kitab-ı Cihannüma’dır.
Of Hungarian origin. He was enslaved by the Ottomans after the 2nd siege of Vienna. He worked in the government service from 1692. He was employed in a variety of posts. He learned Turkish as well as the laws and became a 'müteferrika'.
His first work was The Message of Islam. His interest in history, astronomy, geography and languages prepared him for the books he would publish. He established
the first printing house in Istanbul, together with Said Bey, the son of Yirmisekiz
Mehmed Çelebi. It was owned by the State and aided by the Grand Vizier Nevşehirli
İbrahim Pasha. They organized a group of craftsmen and laid down the foundations
of modern publishing. Primary work: The Vankulu Dictionary (Arabic-Turkish). He
attached supplements to every book he printed, 17 in all. One of these is Cihannuma,
to which he contributed vastly. The original was printed in Müteferrika’s Imperial
Printing House.
4
Graduated from Galatasaray Lisesi and Istanbul University Department of Journalism. Began working as a journalist in 1947. Received his doctorate degree in
history from Strasbourg University. Gave lectures on history and journalism in
various universities. Taught at Libya El Fateh University as associate professor.
He was appointed Turkish press attaché from 1964. In 1974 and in 1978-79 was
the Director General of Press and Broadcasting. During 1975-77 he carried out
the international relations of CHP. He is fluent in six languages as well as in Ottoman Turkish. He has worked in all European and Arab archives. Koloğlu has
63 books, 10 of which have been published by Boyut Publishing Group. He has
more than 100 scientific papers.
FÜSUN SAVCI
1950, İstanbul
Hacettepe Üniversitesi Ingiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı bölümden
Bilim Uzmanlığı derecesi aldı. Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda Öğretim Görevlisi olarak görev yapıyor.
Graduated from Hacettepe Univerity Department of English Language and Literature (MA). Teaches at Boğaziçi University School of Foreign Languages.
KRONOLOJİSİ ile POSTMODERN CİHÂNNÜMÂ / Chronologıcal Hıstory of Postmodern CIHANNUMA
Kİtab-ı CİhÂnnümÂ’nın
dördüncü yorumu, ya da
1732
1648
T
≈
arihten tıbba, coğrafyadan astronomiye kadar
geniş bir ilgi alanı olan Kâtip Çelebi'nin (16091657) telif ve çeviri olarak yirmiyi aşkın kitabı
bulunuyor.
Kâtip Çelebi Kitab-ı Cihannüma'yı yazmaya 1648
yılında başladı. İslam coğrafya anlayışı ile ele aldığı
eserini tamamlamadan Gerardus Mercator'un Atlas
Minor'u ile karşılaştı. Oldukça etkilendiği bu eseri
Mehmed İhlasi adlı bir Fransız devşirmeye çevirtti.
Kâtip Çelebi (1609-1657) wrote and translated more than
twenty books within his vast fields of interest covering
history, medicine, geography and astronomy. Kâtip Çelebi
began to write Kitab-ı Cihannüma in 1648. Before he
completed his work, which he approached with the Islamic
understanding of geography, he came across Atlas Minor
by Gerardus Mercator. Influenced by this book, he had
it translated by Mehmed Ihlasi, a French recruit.
1654
≈
âtip Çelebi Cihannüma'yı 1654’te yeniden
yazmaya başladı. Çevirttiği Mercator'un Atlas
Minör'ünden birçok bilgiyi kitabına ekledi.
Kaynakların çoğunda iki ayrı Cihannüma'dan ya da
Cihannüma'nın iki ayrı bölümünden
bahsedilmektedir. Birincisinde Osmanlı Avrupası;
Anadolu ve İspanya ile Kuzey Afrika anlatılırken,
ikincisinde Japonya'dan başlıyarak Asya ülkelerinin
tanıtıldığı ve Van vilayetine kadar derlenmiş
gözlem ve bilgilerin derlendiği belirtilmektedir.
K
Kâtip Çelebi began re-writing Cihannuma in 1654.
He expanded his book with information from the
translated version of Mercator’s Atlas Minor. Sources
refer to two different Cihannumas or to two different
sections of Cihannuma. The first section covers the
Ottoman Europe, Anatolia, Spain and North Africa
while the second section reveals information based on
observations and facts ranging from Japan to Asian
countries to the province of Van.
O
POSTMODERN CİHÂNNÜMÂ
The Fourth Interpretatıon of the Book of
CIHANNUMA or a Postmodern CIHANNUMA
≈
smanlı Matbaacılığı’nın öncüsü kabul edilen
İbrahim Müteferrika Kâtib Çelebi'nin eserine,
ikinci defa yazılımından 78 yıl sonra, eserin
neredeyse kendisi kadar ekler yaparak ve haritalar
ekleyerek, hatta içindeki bilgileri Kâtip Çelebi'nin
yaşadığı dönemde yazması mümkün olmayan
bilgilerle güncelleyerek yeniden yayımlar. İbrahim
Müteferrika Matbaası’nda basılan Kitab-ı
Cihannüma, yazarı Kâtip Çelebi kadar naşiri
(yayıncısı) İbrahim Müteferrika'nın da eseri
sayılmalıdır. 698 sayfa olarak basılan eserin 325
sayfasının, İbrahim Müteferrika'nın ilave
metinlerinden oluştuğu anlaşılmaktadır.
Kendi ifadesine göre Van vilayetine ve İstanbul'a
kadar bilgiler (kaynaklarda Üsküdar sahillerine
kadar ifadesi yer alıyor..) eklemiş ve güncellemiştir.
Söylence-bilgilere göre İbrahim Müteferrika
kendisine Şeyhülislam Ahmed Efendi tarafından
yayınlaması için verilen ve maddi olarak desteklenen
el yazması Cihannüma'yı, uzun yıllar süren basım
aşamasında kaybetmiştir. Ancak araştırmacılar,
matbaada basılan Cihannüma'nın Topkapı Sarayı
Müzesi Kitaplığı 1624/1'de kayıtlı
Revan Koleksiyonu nüshasının neşre esas alındığı
konusunda birleşmektedirler.
Ibrahim Müteferrika, the pioneer in Ottoman printing,
published Katip Celebi’s Cihannuma 78 years after it
was re-written, adding to it maps and supplements
almost as long as the book itself and even updating it
with information that could never have been possible to
obtain in the era that Kâtip Çelebi lived in.
Kitab-ı Cihannüma, published by Ibrahim Müteferrika’s
printing house should be regarded as the work of its
publisher Müteferrika as well as its writer Kâtip Çelebi.
It is clear that 325 pages of the 689 paged printed book
consist of texts added by Ibrahim Müteferrika.
Müteferrika states that he added and updated the
information from the province of Van to Istanbul
(sources have it as the shores of Scutari). According to
hearsay-information, during its long printing history,
Ibrahim Müteferrika lost the hand written Cihannuma
presented to him for publication by Sheikul Islam Ahmed
Efendi, who also granted financial support. However,
researchers agree on the fact that the printed Cihannuma
is based on the copy recorded under number 1624/1 in
the Topkapi Palace Library Revan Collection.
atip Çelebi adıyla tanıdığımız Mustafa bin
Abdullah ya da batıda bilinen adıyla Haccî
Halîfa, hiç şüphesiz Osmanlı entellektüel
insanlarının en ünlülerinden biridir.
K
ustafa bin Abdullah, whom we know of as
Kâtip Çelebi, and whom the West knows of as
Haccî Halîfa, is without a doubt one of the
most celebrated of Ottoman intellectuals.
1648’de yazmaya başladığı Kitab-ı Cihannüma’yı
Sultan IV. Mehmet’e ithaf eder. Katip Çelebi,
Cihannüma’nın ilk yorumunda, o dönemde
Endülüs’ten başlayan İslam coğrafyasını, kuzey
Afrika ve Osmanlı topraklarını tanıtmakla başlar.
Bu arada İstanbul, Edirne ve Bursa hakkında
ayrıntılı bilgiler verir. Eline geçen Atlas-i Minor’un
haritalarının bazılarını Türkçe’ye çevirir.
He dedicated the Book of Cihannüma, which he
began writing in 1648 CE, to Sultan Mehmed IV. In
his initial version of Cihannüma, he begins by
describing the Islamic World, starting in Andalucía,
North Africa, and the Ottoman territories. He
provides detailed information about the cities of
Istanbul, Edirne, and Bursa. He translates several
maps from a copy of Atlas Minor that he had
obtained into Turkish.
Katip Çelebi Cihannüma’nın 1652’de
tamamladığı ikinci yorumunda Balkanlar’a,
Gelibolu’ya, Anadolu ile birlikte Suriye, Irak ve
İran şehirlerinden bazılarına yer verir.
Cihannüma elyazmalarının bazılarında Çelebi’nin
basit çizimleriyle 100’e yakın harita yer alır.
M
In his second version of Cihannüma, finished 1652,
Kâtip Çelebi adds the Balkans, Galipoli, Anatolia,
and certain cities in Syria, Iraq, and Iran.
A number of Cihannüma’s hand-written manuscripts
feature close to one hundred rudimentary maps, drawn
by Çelebi himself.
İbrahim Müteferrika, diğer bilinen adıyla Basmacı
İbrahim Efendi (1674-1745), Katip Çelebi’nin
Cihannüma kitabının matbaa baskısını 1732’de
gerçekleştirir. Cihannüma kitabına yeni yorumlar
getirerek Çelebi zamanında bilinmeyen bilgileri ve
yeni yapılan haritaları da ekler. Bu, Kitab-ı
Cihannüma’nın üçüncü yorumudur.
Ibrahim Müteferrika (1674 – 1745), known also as
both Ibrahim Efendi the Colourist, had incorporated
new commentaries into Kâtip Çelebi’s Cihannüma
upon printing its 1734 edition, adding knowledge not
known during Çelebi’s time as well as newly minted
maps, and thereby constituting the Book of
Cihannüma’s third version.
Elinizdeki kitaba dördüncü yorum denebilir...
Elyazması ve Müteferrika baskısının önemli
sayfalarını içeriyor. Türk tarihinin en önemli
kitaplarından Katip Çelebi’nin Kitab-ı
Cihannüma metinlerini günümüz Türkçesiyle
okumak da anlamak da çok zor. Metinleri uzun ve
cazip olmayan bilgilerle yayınlamak yerine
herkesin kolayca okuyup keyif alabilecekleri
popüler yaklaşımla hazırlanmış sayfalarla
aktarmaya çalıştık. Müteferrika baskısındaki
önemli haritaları günümüz Türkçesi
izdüşümleriyle birlikte yayınladık. Postmodern bir
Cihannüma oldu. Kitabın son bölümünde
Koleksiyonumuzdaki Cihannüma’nın
“tıpkıbasım” sayfalarını da sizlerle paylaşıyoruz.
The book in front of you could be considered its fourth
version… It contains key pages from both the original
manuscript and Mütefferika editions. One of history’s
most important of books, the Book of Cihannüma’s
many texts, even in Modern Turkish translation, are
difficult to read and comprehend. Therefore, rather
than publishing long-winded, dull texts, we instead
have attempted to present only those pages that adopt
a more populist approach for the reader’s comfort and
enjoyment. Likewise, we have published the key maps
found in the Müteferrika edition alongside their
Modern Turkish projections. The result is a postModern Cihannüma. In the final chapter of the book,
we have shared with you the “facsimile” pages of
Cihannüma from our Collection as well.
5
Matbaa-i Amire
Dârüttıbâa
Müteferrika Matbaası
Muteferrika Presshouse
6
KÂTİP ÇELEBİ’den Günümüze
From
KÂTİP ÇELEBİ
into the Present
Bülent Özükan
itab-ı Cihannüma’nın masalsı bir öyküsü var. El yazması bir kitap… Hattatlarca ve
nakkaşlarca kaç kopya çoğaltıldığı bilinmiyor. Kitab-ı cihannüma üzerine bir kitap
olarak ilk baskısını gerçekleştirdiğimiz 2008 yılında öyküsü 360 yıllıktı ve
beklentilerimizin ötesinde büyük ilgi gördü. Kitabın ilk tanıtımını Frankfurt Kitap
Fuarında yapmıştık. Aradan geçen yıllarda Kitab-ı Cihannüma’nın masalsı gücü ve
morali ile benzer 40’dan fazla yeni kitap daha hazırladık.
K
Kitab-ı Cihannümanın ilk yazımına başlandığı yıl 1648. Osmanlı İmparatorluğu’nun
Yükselme Dönemi. Coğrafya ve astronomi bilgisi yeni keşifler için çok önemli.
Pirî Reis’in haritalarında (1517) Amerika kıtasının doğu kıyıları görünse de Yeni Dünya
Amerika’nın varlığından Osmanlı coğrafyası neredeyse haberdar bile değil.
Amerika’nın ulaşılan doğu kıyılarından sonra batı kıyılarından başlayan ve dünyanın üçte
birini oluşturan su dünyasının Japonya ve Çin sahillerine kadarki bölümü de Batı’da
bilinmiyor. Yolu Yeni Zelanda’dan geçen gemi olmadığı için varlığı henüz keşfedilmemiş…
Oysa denizci Avrupa ülkeleri için coğrafi her bilgi çok önemli.
Zenginliklerini; gemilerle keşfedilecek yeni topraklarda arıyorlar. Osmanlı
ise, zenginliğini ve coğrafya bilgisini fetihlerle geliştirmeye çalışıyor. İşte bu
fetih seferlerinden birine, Cihannüma kitabının yazarı, katip sıfatıyla
katılıyor. Ve Sultan IV. Murad’ın Doğu Seferleri’nden çok sayıda kitapla
döner (1635). Devlet hizmetindeki 12. yılı ve yaşı henüz 26. Fetihlerle
büyüyen Osmanlı Sarayı’na bilgi üretiyor. Tabii bedeli karşılığında. 20’yi
aşkın kitap yazıyor. Tarih alanındaki önemli eserlerinden Arapça
Fezleke’yi 1642’de tamamladıktan sonra Türkçe Fezleke’de 1591-1654
arasındaki Osmanlı Tarihi’ni ayrıntılarıyla anlatıyor. 1591 yılı önemli.
Nobel Edebiyat Ödüllü yazarımız Orhan Pamuk’un Benim Adım
Kırmızı adlı romanı 1591 yılında geçer. Roman kahramanı Şeküre’den,
babasının evlerine çağırttığı saray nakkaşlarını ve nakkaşlık sanatının öyküsünü dinleriz.
itab-ı Cihannüma has got a fantastic story. It is a manuscript... It is not known how many
copies had been reproduced by calligraphers and engravers. The story of Kitab-ı Cihannüma
was 360 years old when we first published it as a book in year 2008 and we came upon a
huge interest which was beyond our expectations. We had launched the book in
Frankfurt Book Fair for the first time. Just after years, with the fantastic power of
Kitab-ı Cihannüma and with its morality we have prepared more than 40 new similar books for
our readers.
K
The story of Kitab-ı Cihannüma whose first act of writing was in year 1648. Knowledge of
geography and astronomy were essential for new discoveries. Although the east coasts of the New
World are depicted in maps by Piri Reis, the Ottoman world was mostly unaware of the existence of a
new continent.
The eastern coasts were accessible but the great body of water between the western coasts of
America and Japan was unknown. No ship sailed past New Zealand to place it on the map…
Geographical information was very important for the mariner Europeans.
They sought riches in lands discovered by sea voyages. The Ottomans on the other hand,
were seeking riches and knowledge of geography through conquest of new lands. It was
for one these campaigns that the writer of Cihannuma was appointed as clerk. Thus he
returned with many books from the Eastern Campaign of Sultan Murat IV (1635).
He was 26 years old but already in the government service for 12 years. He
imparted knowledge upon the Ottoman Palace which was growing with the conquests.
He was paid for the books he wrote. After he completed his book on history, Fezleke
in Arabic in 1642, he wrote the Turkish Fezleke in the years between 1591 and
1654 where he recounts Ottoman history in detail. 1591 is an important year.The
Prof. Dr. Fuat Sezgin
Nobel Prize winner Turkish author Orhan Pamuk set his novel My Name is Red
Esas Cihannüma,
Boyut Yayıncılık
in the same year. We learn through the heroine Şekure the stories of palace
miniaturists who were summoned to their house by her father, and about their art.
Sarayın nakkaşları olduğu gibi yazarları, hattatları, mimarları ve zanaatkarları da vardır.
Doğu seferi dönüşünde görevi ile anılmaya başlayan Mustafa Çelebi, artık
Kâtip Çelebi adıyla sarayın yazarlarındandır. Kitaplarını nakkaşlar resimlendirir ve hattatlar
çoğaltır. 20’den fazla kitabının arasında en bilineni Kâtip Çelebi li-Kitab’ı Cihannüma’dır.
The Palace housed miniaturists as well as writers, calligraphers, architects and craftsmen.
Following his mission in the Eastern campaign, Mustafa Çelebi was recognized by his job as clerkKatip and became a writer in the Palace. His books were illustrated by miniaturists and copied by
calligraphers. The most famous among his 20 or more books is Cihannuma by Kâtip Çelebi.
O hattatlar ki, nam salmışlardır İslam coğrafyasında. Güzel yazı yazma sanatı
imparatorluğun payîtahtında doruğa ulaşmıştır. “Kur’an Hicaz’da indirilmiş,
İskenderiye’de okunmuş, İstanbul’da yazılmıştır” sözü, en güzel el yazması Kur’anların
İstanbul’da yazılmış olduğunu anlatmaktadır. Güzel yazıyı öğrenen çıraklar, kalfalık ve ustalık
aşamalarında El Yazması Kopyalaması’ndan Hat Sanatı’na yönelerek kalem ve mürekkeple
“resim dışında” yaratılabilecek en güzel eserleri vermişlerdir. Taa ki 1928 yılına kadar… Esin
kaynağı Arapça harflerin Allah sevgisi ile şekillendirilmesi olan Hat Sanatı 1928’de yeni
harflerin kabulü ile kendini yenileyemez.
These illustrators were famous in the Islamic world. The art of calligraphy reached its peak in the
seat of the Empire. The fact that the most beautiful manuscripts of the Quran were written in
Istanbul is expressed effectively by these words: “The Quran was delivered in Hidjaz, recited in
Alexandria and written in Istanbul.”
Piri Reis
Kitâb-ı Bahriye
Piri Reis
1513 Dünya Haritası
Tabula
Peutingeriana
Klaudios
Ptolemaios
The apprentices of fine writing would then become assistants in manuscript copying, and later
masters of the art to produce the most perfect works of calligraphy that could be possible with ink and
pen. In 1928 the Arabic script was replaced with new letters causing a decline in the art which shaped
spiritual love with inspirational Arabic letters.
Tarihte
Türkiye Haritaları
Tarihte
İstanbul Haritaları
İslam Uygarlığı
İslam Uygarlığı
Mimari, Geometri,
Fizik, Kimya, Tıp
Astronomi,
Coğrafya ve Denizcilik
7
KÂTİP ÇELEBİ’DEN GÜNÜMÜZE
Cihannüma Kitabı’nın öyküsü, bilginin yayılma hızına yetişebilme öyküsüdür de
denilebilir. Kâtip Çelebi yeniden yazmaya başladığı Cihannüma’yı 1654 yılında
tamamlar. Geçen altı yılda, okuduğu kitaplardaki yeni bilgileri kitabına ekler. Din dışı
pozitif bilgiler Kâtip Çelebi’yi çok etkiler. En çok da Gerardus Mercator’un önce
Atlas’ından sonra da Atlas Minör’ünden etkilenir. Mehmet Ihlasî adını alan Fransız
devşirmeye Latince’den Türkçe’ye çevirtir ve kitabını bu yeni bilgilerle zenginleştirir.
Coğrafya ve astronomi üzerine Batılı kaynaklardaki bilgileri Cihannüma’da buluşturur.
The story of Cihannuma can be considered as an effort to keep up with the speed that knowledge
spread around the world at a time when literacy was highly limited. Kâtip Çelebi began to rewrite
Cihannuma in 1654. During the next six years, he added to his books the knowledge he gained from
the books he read. Kâtip Çelebi was vastly influenced by non religious positive knowledge, especially
by the Atlas and later the Atlas Minor of Gerardus Mercator. He had the book translated from
Latin to Turkish by a French recruit and enriched his own book with the new information. He
brought together in Cihannuma the knowledge of geography and astronomy existing in Western
sources.
Masalsı Öykü Devam Ediyor…
Kâtip Çelebi’nin Sultan IV. Mehmet’e ithaf ettiği elyazması Cihannüma’yı, saraya
teslim ettikten sonra kimler okudu, nasıl etkilendiler bilemiyoruz. Ancak sarayda iz
bırakmış olmalı ki 75 yıl sonra bir kopyası Şeyhülislam Abdürrahim Efendi tarafından
Osmanlı’da sarayın izni ve himayesi ile matbaayı ilk kuran İbrahim Müteferrika’ya verilir.
İbrahim Müteferrika tarafından Matbaa-ı Amire’de basılan Kitab-ı Cihannüma artık
tek başına Kâtip Çelebi’nin kitabı sayılamaz. Biraz da Müteferrika’nın Cihannüması’dır.
Basmacı İbrahim Efendi, nam-ı diğer Müteferrika 3 yıl süren kitabın basımı süresince
Kâtip Çelebi’nin yazdığı kadar yeni sayfalar ve yeni bilgiler ekler. Öyle ki, kaynaklar
Müteferrika tarafından basıldığında, numaralandırılmış 698 sayfalık kitabın 325
sayfasının Müteferrika tarafından eklendiğini yazmaktadır. Müteferrika hem matbaacı,
hem naşir (yayıncı)dir. Kâtip Çelebi’nin kitabına, yaşadığı dönemde bilmesi mümkün
olmayan bilgileri de ekler… Zaten kitabın baskısı tamamlandığında, Müteferrika
kendisine teslim edilen Cihannüma’nın
el yazması kopyalarını kaybetmiştir… Gerardus Mercator’un kitabından
kopyaladığı ve Osmanlıca harfli yer isimleriyle levhalara nakşettirdiği
haritalarla Cihannüma’yı artık yeni bir kitap olarak kabul etmek gerekir…
Haritaların Gizemi…
Cihannüma Kitabı’nda 13 levha ve 27 adet harita bulunuyor. Mercator haritaları
taşıdıkları özellikler nedeniyle ayırt edilebiliyor. Ancak İstanbul, Anadolu, Kafkaslar ve
Doğu’ya ilişkin öyle haritalar varki ya başka kaynaklardan alınmışlar, ya da görece daha az
detaylı olanları İslam coğrafyacılarınca yapılmış olmalı...
Haritacılık ya da kartografyacılık, bilim gerektiren ayrı bir iş. Oysa çizilmiş bir haritayı
matbaa için levha haline getirmek zanaatkarlık işi. O günün teknolojisi ile oldukça zor ve
meşakkatli bir işlem.
Yeni yeni başlayan ve Batı’da büyük ilgi gören seyahat kitaplarında, gezdiği gördüğü
yerleri anlatan seyyahın yarattığı hayallerini bir sanatçı resmeder, bir zanaatkâr da bakır
levha üzerine işleyerek matbaa basımını sağlar. Thomas Allom’un, Antoine Ignace
Melling’in İstanbul’u ve Osmanlı’yı da anlatan gravürlü kitapları da
böyle meşakkatli yayınlardır.
Öykümüze dönecek olursak; Kitab-ı Cihannüma’nın haritalarının yapımı sırasında
Ahmed El Kırımî ve Galatalı Mıgırdıç imzalarından bahsediyor kaynaklar. Haritaların bir
köşesinde bu isimler yer alıyor. Bir de Tophaneli İbrahim ismine rastlanıyor.
Araştırmacılar bu sonuncusunun İbrahim Müteferrika’nın kendisi olduğunda
birleşiyorlar. Belki de kitabın baskısını hızlandırmak istemişti…
8
The story continues...
We do not know who read Kâtip Çelebi’s Cihannüma after the manuscript was presented to the
Palace, to Sultan Mehmet the 4th, or how they were influenced by it. It must have made an
impression though, because 75 years later a copy was handed to Ibrahim Müteferrika, the founder of
the first printing house in the country, by Şeyhülislam Abdürrahim Efendi with the permission and
auspices of the Palace.
The book was printed by Ibrahim Müteferrika in the Imperial Printing House. It can no longer be
considered as Kâtip Çelebi’s Cihannüma – it also belongs to Müteferrika. Basmacı İbrahim Efendi,
known as Müteferrika added as many pages as the original and as much information during the
three years of its printing. Sources indicate that 325 pages of the numbered 698 pages were added by
Müteferrika. He was both a writer and a publisher. He added to the book information that could
never have been possible to obtain in the era that Kâtip Çelebi lived in. When the printing
was completed, Müteferrika had already lost the manuscripts of Cihannüma that were
handed to him. We have to regard Cihannüma as a different book with place names in
Ottoman Turkish he had engraved onto Gerardus Mercator’s maps.
The Mystery of the Maps…
Cihannüma has 13 charts and 27 maps. Mercator’s maps are distinguished by their distinct
properties. However, there are such maps which depict Istanbul, Anatolia, the Caucasus and the
Orient that have to have been borrowed from other sources and there are those with relatively less
detail that might have been prepared by Muslim geographers.
Map making or cartography requires scientific knowledge. On the other hand, having an already
drawn map engraved on a metal sheet for printing requires craftsmanship. It must have been an
arduous process given the techniques of the time. Travel books were a novelty at the time and were
regarded with interest in the West. The writers would talk about the places they visited, and the
images they created would be depicted by an artist while a craftsman would engrave it on a copper
sheet for printing. Books with engravings by Thomas Allom, and Meling that describe Istanbul and
Ottoman lifestyle are such arduous publications.
Back to our story… Sources cite Ahmed El Kırımî and Galatalı Mıgırdıç as mapmakers for
Cihannüma. Their names are placed on the maps. Another name that is mentioned is Tophaneli
Ibrahim. Researchers agree on the fact that he is Ibrahim Müteferrika. Perhaps he wished to hasten
the printing of the book. Perhaps he enjoyed making this contribution to a book he half owned.
There is one map in Cihannüma which definitely does not belong to Mercator. Nor is there any
information that it was originally charted by Müteferrika’s team. Historians state that
the ‘invertedness’ can be found in other maps made by Muslim cartographers. Since it is a map of
Turkey, the difference can easily be perceived.
FROM KATIP CELEBI into the PRESENT
The Mediterranean coasts of Turkey are at the top of the map while the Black Sea coasts are at
the bottom. The compass on the map correctly indicates the North. The map seems to be inverted but
it is not considered scientifically wrong to draw maps in this fashion.
In Ottoman architecture Cihannuma refers to structures on top of buildings that provide a
panoramic view. The word is also used for world maps or atlases.
Cihannüma Mansion, an important section of Edirne Palace which was completed
by Fatih Sultan Mehmet (1451) is claimed to have been seven stories high, with an octagonal room
on its top floor, housing a centrally located fountain.
When Hakkı Devrim, our renowned compiler of encyclopedias, named his newspaper column
“cihannüma” in the 2000s, he presumably preferred it to imply “an observatory”.
Belki de artık neredeyse yarı yarıya müellifi olduğu kitabına bu katkıyı da yapmaktan
ayrı bir keyif almaktaydı.
Kitab-ı Cihannüma’da bir harita var ki, Mercator’a ait olmadığı kesin. Müteferrika
ekibince özgün olarak haritalaştırıldığına ilişkin bilgi de yok. Tarihçiler bu haritada
“terslik” gibi görünen farklılığın başka İslam haritalarında da görülebildiğini söylüyorlar.
Farkı algılamak çok kolay. Türkiye’nin Akdeniz sahilleri haritanın üst kısmında.
Karadeniz sahilleri ise altta. Haritaya yerleştirilen pusulanın gösterdiği kuzey yönü doğru.
Ters gibi duruyor ama bilimsel olarak böyle çizilmesi de hata değil…
Cihannüma, Osmanlı Mimarisi’nde “her tarafı görmeye elverişli camlı çatı katı,
taraça ya da kule” anlamlarında da kullanılıyor. Dünya haritası, atlas anlamlarında
kullanıldığına da rastlanıyor. Fatih Sultan Mehmed’in yapımını tamamlattığı (1451)
Edirne Sarayı’nın önemli bölümlerinden olan Cihannüma Kasrı’nın yedi katlı olduğu ve
en üst katta sekiz köşeli bir oda ve ortasında bir havuzun bulunduğu yazılmaktadır.
2000’li yıllarda değerli ansiklopedicilerimizden Hakkı Devrim, gazetedeki köşesine
“cihannüma” adını verirken herhalde “gözlem yapılan yer” anlamını tercih etmiş olmalı.
Bir müzayede firmasından edindiğimiz İbrahim Müteferrika baskısı Kâtip Çelebi’nin
Cihannüma’sı yayınevimizin koleksiyonunu süslüyordu. Tüm kaynaklarda “çok önemli
bir eser” olduğunda hemfikir olunan Cihannüma hakkında coğrafyadan bahsetmesinin
ötesinde yeterli bilgi bulunmaması, bakmaktan büyük keyif aldığımız Cihannüma
hakkında meraklarımızı harekete geçirdi.
İlk amacımız açıklayıcı bir tanıtım yazısı ile az sayıda nüshası bulunan bu eserin
tıpkıbasımını yaparak tarih araştırmacılarının istifadesine sunmaktı.
A copy of Kâtip Çelebi’s Cihannüma printed by İbrahim Müteferrika, which we acquired at an
auction house, has been a precious item in the collection of our publishing house. All sources refer to
Cihannüma as a “very important piece of work”, and the lack of sufficient information other than its
being a book on geography prompted our curiosity.
Cihannüma’nın
aslına uygun çevirisini
anlayabilmek bugün
için neredeyse
imkansız.
Tarih Kurumu
baskısının
844 sayfasının tamamı
örnek sayfa
anlaşılırlığında.
It is almost impossible
today to understand
an original translation
of Cihannüma.
The edition printed by
the Turkish Historical
Society can only be
perceived as
exemplary pages.
Prova amaçlı tek nüsha olarak çoğalttığımız tıpkıbasım Cihannüma bizi hayal
kırıklığına uğrattı. Haritaları hariç giriş ve içindekiler bölümleriyle 724 sayfayı bulan
Osmanlıca Cihannüma’nın birbirinin aynısı hissini veren sayfaları biraraya geldiğinde
heyecansız bir kitap ortaya çıktı.
Our initial objective was to present to researchers an exact copy of this rare piece of work with
an explanatory text. We duplicated a single exact copy of Cihannüma which led to a
disappointment on our part. With its introduction and contents pages, excluding the maps, the 724page-long Cihannüma, written in Ottoman Turkish, produced an uninspiring book with its almost
identical pages.
Yayınevimiz yazarlarından araştırmacı-tarihçi ve yazar Orhan Koloğlu dostumuz,
sohbetlerimizde “bu sayfada ne demek isteniyor?” şeklinde başlayan sorularımızın sayısı
artınca bir gün; hazırda beklettiğimiz sayfa kopyaları üzerinden yeni Türkçeye çeviri
yapma arzusunu bildirdiğinde beni ne kadar mutlu edeceğini biliyordu…
Historian-researcher Orhan Koloğlu, an author of our publishing house and a friend, knew how
happy I would be when he offered to translate the pending book into modern
Turkish; because during our chats, the number of our questions like
“what does it say on this page?” were gradually increasing.
9
KÂTİP ÇELEBİ’DEN GÜNÜMÜZE
Matbaanın icadı Batı’da da sancılı olmuş. Matbaa’da İncil çok
sayıda basılınca yalnızca Paris’te 8.000’in üzerince kitap kopyacısı
isyan ederek toplu yürüyüşe geçmişler… Osmanlı’da kimsenin
tepkisi olmamış. Matbaanın ilk etkisi ne okumayı tahmin edildiği
kadar artırmış, ne de kitap kopyacılarını işsiz bırakmış. Kitap
kopyacıları sessizce hattat olmanın yollarını aramışlar. Çoğaltılan
kitapların yarıya yakını ise İbrahim Müteferrika’nın ölümüne
kadar depoda alıcı beklemiş.
Latin harfli Türkçe’ye çevirileri okuduğumuzda da
hayalkırıklığı yaşadık. Osmanlıcanın kuralsız yazımı, noktanın
kullanılmayışı okuyanın anlamasını daha da zorlaştırıyordu. Zaten
bazı bölümlerde, geçerliliği olmayan ayrıntılara da uzun uzun yer
veriliyordu. Sayfaların mealen çevirisinde karar kıldık.
Cihannüma’nın her üç sayfası için, neden bahsedildiğini içeren
çeviriler kitaba renk katmaya başladı.
Cihannüma’yı değerli kılan, içerdiği bilgilerin yanısıra çoğu
İbrahim Müteferrika tarafından eklenen harita ve levhalardı.
Çalışmalarına tükenmek bilmeyen enerjisi ile devam eden
Koloğlu, haritalar ve levhaların yorumlanması, bilgilerin
değerlendirilmesi için bize Mustafa Kaçar’ı tanıştırdı. Osmanlı
tarihi üzerine çok değerli araştırmaları bulunan Prof. Dr. Mustafa
Kaçar’ın haritalar ve levhalar üzerine isteklerimizi ve sorularımızı
yanıtlaması, çeşitli aralarla 3 yıl sürdü.
Sona yaklaştığımızda kendimi biraz Müteferrika gibi hissettim.
Boyut Yayınları’na şeklini veren tasarımcı arkadaşım Murat
Öneş’in yeni bir form arayışı sürecindeki tartışmalarımızın
Ahmed El Kırımî ile İbrahim Müteferrika’nınkilere benzediğini
hayal ettim. Bu kitaptan keyif aldıysanız bunda yazarları kadar
tasarımcısı Murat Öneş’in büyük katkıları olduğunu bilmenizi
istedim. Füsun Savcı’nın yıllar süren İngilizceye çevirileri,
Cihannümaya evrensel bir kimlik kazandırdı.
Bu kısa önsözü kaynak bilgilerle boğmak istemedim. İbrahim
Müteferrika baskısı Cihannüma'nın orijinal kopyasına
dokunduğum andan itibaren masalsı bir öyküye sahip bu kitabın
editörlüğünü yöneterek keyifli bir yayına dönüştürmekten
mutluyum.
Orhan Koloğlu
Mustafa Kaçar
Bülent Özükan
Murat Öneş
The invention of the printing house in the West was painstaking.
When the number of Bibles printed at the printing houses increased, over
8000 book copiers revolted in Paris and initiated a public procession. No
one reacted in the Ottoman lands. The initial effect of the printing house
neither increased readership as anticipated, nor forced the book copiers out
of employ. The book copiers quietly sought to become calligraphers. Almost
half of the printed books waited for buyers in warehouses until the death of
Ibrahim Müteferrika.
Translation into modern Turkish was also disappointing. The
irregularities of written Ottoman Turkish were making it difficult for the
reader. In some sections there was detailed and irrelevant information. We
decided on an interpretative translation. Summaries of three pages at a time
started to add color to the book.
What made Cihannüma valuable was not only the information
it held, but also the maps and charts mostly added by Ibrahim Müteferrika.
Continuing work with his never ending energy, Koloğlu introduced us to
Prof. Dr. Mustafa Kaçar to interpret the maps and charts. It took Prof. Dr.
Mustafa Kaçar three years, in intervals, to answer our questions and needs
concerning the maps and charts.
As we reached the end I started feeling somewhat like Müteferrika.
I imagined that the discussions I had with my friend, graphic designer
Murat Öneş, while searching for new forms, were perhaps similar to those
that took place between Ahmed El Kırımi and Ibrahim Müteferrika.
Contributions of Murat Öneş add to the enjoyment of this book as much as
its writers. The translation into English by Füsun Savcı, over an extensive
period of time, has complemented the universal character of Cihannüma. I
have to add that it took me months of reading to write this short
introduction. Instead of overwhelming the reader with details of a
meticulous researcher, I wished it to be read in an easy manner, like a story.
I, on my part, feel gratified to have turned a conceptual project into a
pleasurable publication project from the moment I was able to touch the
original copy of Cihannuma.
Bülent Özükan
10
FROM KATIP CELEBI into the PRESENT
11
İbrahim Müteferrika
12
TÜRK MATBAACILIĞININ
PİRİ OLARAK
İBRAHİM MÜTEFERRİKA
A PIONEER in
TURKISH PRINTING
Orhan Koloğlu
rancis Bacon (1561-1626) “Modern çağları açan üç öge basımevi, barut ve
pusuladır” diyor. Basımevini ilk sırada belirtmesi rastlantı değildir. Barut,
insanlığın başından beri süregelen savaşlarda başarı için yeni bir araçtı.
Pusula, artık açık denizlere yönelmiş bulunan seferlerin hedefe ulaşmasını
sağlayan bir aygıttı. Üretim ve kullanımları da nispeten dar çerçeveli
kesimlere bağlıydı. Basımevi ise, o zamana kadar yalnız gayet sınırlı sayıdaki
seçilmişlere tanınan bilgi edinme ve haberleşme hakkının, toplumun
tabanına sınırsız şekilde mal edilmesinin aracı olmuştur. 15. yüzyılın ortasından
başlayarak Orta Avrupa’dan çevreye yayılan bu teknoloji, böylelikle Ortaçağ’dan
kopuşun, modern dünyaya damgasını vuran Rönesans’ın ve Reform’un en önde gelen
aracı oldu.
Başta Osmanlı olmak üzere bütün Doğu toplumlarının bu devrimci teknolojiden
ancak birkaç yüzyıl sonra yararlanmaya başlamaları ise, çağdaşlaşmalarının
gecikmesinde başlıca rolü oynamıştır. Oysa her üçünün de Asya’nın, açıkçası Çin’in
ürünü olduğu bilinir. Konumuzu oluşturan basımevi bu ülkede M.S. 2. yüzyıldan beri
biliniyordu. Komşuları olan Japonya, Kore ve Uygur Türklerince de kullanılmıştı. Taş
ve tahta kalıplara kazınan metinlerin baskıyla çok sayıda kopyasının çıkarılması
yöntemi ile ilk haber yaprağı (gazetenin öncüsü) Avrupa’dan yedi yüzyıl kadar önce
basılmıştı. Hatta bu metotla basılmış Budizm kitabı bile bulunmuştur.
Böyle bir öncülüğe rağmen baskıcılık tekniğinin toplumun tabanına mal
olmamasının sebebini, Doğu toplumlarındaki yönetim sistemi ve ekonomi anlayışında
aramak gerekiyor. Çin’de yayımlanan haber yaprakları, devlet memurlarına
İmparator’un öğrenmelerini istediği bilgilerin ulaştırılması amacıyla sınırlıydılar. Halk
kütlelerinin yönetime doğrudan katılmadığı bir sistemde yayınların sadece seçilmişlere
ulaştırılmasıyla yetinilmesi doğaldı. Aslında Avrupa’da da feodal yapı egemendi ve o
da tabanın, üzerinde yargı yapmalarına izin verilmeyen bilgilere ulaşmasına karşıydı.
Bu kısıtlamayı bertaraf eden, ekonomide serbest piyasa düzeninin kökleşmesi oldu.
Burjuva sınıfı böylece belirdi ve aristokrasi ile kiliseye karşı en büyük silah olarak
basımevinin ürünlerini kullandı. 1500 yılına varıldığında Avrupa’nın 300 kentinde
1700’den fazla birimin çalıştığı ve o güne kadar 40 bin başlık altında 15-20 milyon
adet kitabın satışa çıkarıldığı hesaplanmıştır. Öncelikle kitap üretimine ağırlık verildiği
ve toplumda “kitaba dayalı kültür”ün geliştirildiği farkedilir. Böylece okuryazarlığın
sadece aristokratlar ve din adamlarıyla sınırlı kaldığı ortamdan çıkılmış, her birey
kendi evinde okuyup değerlendirme yapabilecek imkâna kavuşmuştu. Ünlü Fransız
hümanist yazar Rabelais daha 1530’da değişikliği şöyle saptamıştı:
F
“Artık okumayan kalmadı. Hırsızlar, cellatlar, meyhaneciler, seyisler ve halkın aşağı
tabakası bile eskinin doktor ve âlimlerinden daha bilgili, kadınlar ve çocuklar bile okuyor.”
KİTÂB-I CİHÂNNÜMÂ
-
‘
enaissance Man’ Francis Bacon (1561-1626) states that it was the printing
machine along with gunpowder and the compass that started the modern ages. It
is not accidental that he gives priority to the printing machine. Gunpowder was a
new means for victory in wars that always existed among the human race. The
compass was a new tool for successful voyages on open seas. The production and
usage of these tools were relatively limited. The printing machine on the other
hand, was a means of unlimited transference to the public the right to have an
access to information, which until then had only belonged to a privileged few. In the mid 15th
century, this new technology spread from central Europe, bringing the Middle Ages to a halt
and initiating the Age of Renaissance and Reformation.
All Eastern societies and especially the Ottomans adopted this revolutionary technology a
couple of centuries later, causing the delay in their modernization. The printing machine, as
well as gunpowder and the compass were all Chinese inventions.
The printing machine was in use in China since the 2nd century AD. The neighbouring
nations of Japan, Korea and Uyghur Turks were also well acquainted with this device.
Engraving the texts onto stone and wooden moulds and producing multiple copies of the first
news leaflet (pioneer of the newspaper) was made possible seven hundred years earlier than
in Europe. A book on Buddhism was also printed then in the same manner.
In spite of such an early start, the reason why printing techniques did not reach the public
in the Eastern societies should be sought in their administrative systems and their economic
perceptions. The news leaflets in China were limited to the government officials, with the aim
of communicating to them what the Emperor wished them to know.
In societies where the public has no direct involvement in the administration, it was
natural to suffice with these publications that reached only a handful of privileged
persons. Actually in Europe also, the feudal structure was dominant and it too was
against the public having an access to information, which they were not allowed in any
way to pass judgement on.
What ended this limitation was the strengthening of a free-market economy; thus creating
a bourgeoisie class armed with the printing machine against the Church and the aristocracy.
In 1500 it was estimated that in 300 European cities there were more than 1700 workers in
printing houses and that 15 to 20 million books had been published under 40 thousand titles.
The emphasis was on producing books and developing a ‘culture based on books’. As a
result, literacy was not limited to the aristocracy and the clergy anymore: every individual
had the opportunity to read in his own house and make his own evaluations.
R
Leading French humanist and writer Rabelais talks about the change in 1530:
“Everybody reads. Thieves, hangmen, tavern owners, stablemen; even the lower classes are
better informed than the doctors and scholars of old times. Even women and children read.”
THE BOOK OF CİHANNÜMA
13
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
Kitap ve haber yaprakları yayınıyla başlayan baskıcılık, 17. yüzyılın ilk yıllarında
süreli gazetenin ve de 1660’ta günlük gazetenin belirmesiyle tam egemenliğini kurmuş
oldu. Artık, uzun süre yaşarlılığa sahip olan “kitap kültürü”nün yanısıra bir de
“gazete kültürü” oluşuyordu. Bu gündelik haberlere dayalı ve
daha çabuk değişen bir bilgi akımını sağlıyordu.
18. yüzyılın ortalarına yaklaşırken, 300 yıllık bir sürecin sonunda Avrupa’da
1,5 milyon başlık altında 1,4 milyar adet kitap yayımlanmıştı. 1711 yılında
sadece Londra’da yayımlanan 10 gazetenin yıllık toplam tirajları ise 2,5 milyon
nüshaya yaklaşıyordu ki bu günde 7 bin gazete satıldığı anlamına gelir.
İlk Arap Harfli Matbu Kitaplar Avrupa’dan
14
Publishing which began by printing news leaflets and books, established its hegemony in the
beginning of the 17th century, with the publication of periodical newspapers, and in 1660 the
publication of daily papers. In addition to a “book culture” there now existed a “newspaper
culture”. This enabled a quick-changing information flow based on daily news. By mid 18th
century, after a period of 300 years, 1.4 billion books had been printed under 1.5 million
titles in Europe. In 1711, the yearly ratings of 10 newspapers printed in London alone
reached 2.5 million, which indicated a daily sales figure of 7 thousand newspapers.
First Printed Books in Arab Charecters
Arrive From Europe
Osmanlı ülkesi ilk matbaayı daha 1490’larda, İspanya’dan göçe zorlanmış olan
Yahudilerin getirdikleri tesislerle tanıdı. Daha sonra, 1567’de Ermeniler, 1610’da
Lübnan’da Maruniler, 1627’de Rumlar basımevlerine sahip oldular. Ancak bunların
din adamlarının kontrolü dışına çıkamaması –yani büyük yoğunlukla dinî yayınlar
yapmaları– kadar, ülkede egemen olan serbest piyasa anlayışı karşıtı ekonomik düzen
de, kendi cemaatlerinin tabanına bile büyük etki yapmalarına izin vermedi. Bilindiği
üzere, bütün İslam toplumlarında olduğu gibi Osmanlı’da da ekonomi devletin ve
loncaların kontrolü altındaydı ve narh yani fiyatları devletin belirlemesi sistemi
geçerliydi. Dolayısıyla burjuvanın oluşmasına zemin hazırlayan özel girişim
gelişemiyordu. Nitekim matbaalar Avrupa’da kitaptan sonra haber yaprakları ve
nihayet gazeteyi topluma sundukları halde, Osmanlı’daki gayrimüslimlerin matbaaları
–hem de aralarında ticaret işleriyle yoğun şekilde ilgili olan Yahudiler çoklukta
olduğu halde– bu haberleşme araçlarını üretememişlerdir.
The Ottoman lands were first introduced to the printing machine in 1493 when the Jews
who were forced out of Spain brought the machines with them. Later in 1576, Armenians;
in 1610, Maroonies in Lebanon; and in 1627 Greeks owned their printing houses.
However, because they were under the strict control of their clergies, which meant only
religious publication, and because the dominant economic structure of the country was
against free-market practices, they were unable to make an impact on their own
communities. In all Islamic countries as well as in the Ottoman lands, economy was
controlled by the State and the guilds, and the narh system (fixed prices put on essential
commodities by governmental authority) was in application. Therefore, the private enterprise
that provides the basis for bourgeoisie could not find the means to develop. While printing
houses in Europe offered their public books, news pamphlets and finally the newspaper, the
Ottoman non-Muslim printing houses -despite the majority of Jews closely involved in tradewere unable to produce these means of communication.
Şunu da eklemeliyiz ki, Osmanlı düşünürlerinin matbaanın varlığından haberdar
olmadıkları söylenemez. Nitekim Peçevi ünlü tarihinde (1640’lar)
“Kâfirlerin basma hat ile kitap üretme icatları garip bir sanattır ve
hakkını vermeli özge icattır” der sonra da ekler: “Bu sanatta bin cildin üretimi bir
cildin hatla yazılması kadar zahmetli olmaz.”
It would be wrong to suggest that the Ottoman scholars were unaware of the existence of
the printing machine. As a mater of fact, Pechevi, in his famous History (1640) states
“The heretic invention of producing books by stamping letters is a strange art and rightfully
an original innovation. In the application of this art form, one thousand volumes are
produced with less trouble than one volume written by hand.”
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
İslam âleminin bu alanda harekete geçememesi karşısında, Arap harfleriyle basma
kitap alanında da öncülüğe Avrupa sahip oldu. Her ne kadar Maruniler bu alanda
ürün veriyor idiyseler de, çoğunlukla Hıristiyanlıkla ilgili olan yayınların
Avrupa’dakine benzer bir taban oluşturması bahis konusu değildi. Türkçe, Arapça,
Farsça yayın yapan Avrupa’daki basımevleri, 16. yüzyılda dört, 17’de onaltı ve 18’de
on ülkenin 25 kentinde faaliyetteydiler. Oryantalizmin ve oryantalistlerin büyük bir
ivme kazanması böylece başlar. Sadece Arapça olarak 16. yüzyılda onaltı, 17’de
doksandört, 18’de doksanbeş eser yayımlamışlardır. Bu arada Kur’an Meali
çevirilerinin çokluğu dikkatten kaçmaz. 16. yüzyılda altı, 17’de yirmibir ve 18’de
otuzaltı tanedir. Bir Fransızın (André du Ryer) çevirisinin 128 yılda (1647-1775)
yirmi yeni baskı yaptığı saptanmıştır. Bu yoğun çabaların ucuz Arapça Kur’an basıp
bol satışla yüksek kârı hedeflemesi doğaldı. Nitekim bir İngilizin 17. yüzyılda gemiyle
bu tür bir Kur’an baskısından bol sayıda getirdiği ve bunların –kutsal kitabın yanlış
dizilmiş olabileceği düşüncesiyle– Osmanlı yönetimince Marmara denizine atılarak yok
edildiği bilinmektedir. Fransızların kurdukları “Dil Oğlanları Mektebi” de
öğrencilerini İstanbul’a göndermiş, Doğu dillerini ve İslamın yapısını yerinde
öğrenmelerini sağlamayı hedef edinmişti.
Ayrıca Avrupa’dan gelen kitaplara karşıtlıkta Hıristiyanlar arası çekişmelerin rol
oynadığına da dikkati çekmek gerekiyor.
Genellikle Ortodoks olan Doğu Hıristiyanlarına yönelik Katolik ve Protestan
propaganda yayınları da –bu kilisenin ve Museviliğin de koruyucusu olduğu
bilinen– Bâbıâli tarafından engelleniyordu.
Avrupa’da üretilen Arap harfli kitapların İslam âleminde fazlasıyla ilgi
görmemesinin sebeplerinden biri de hat sanatı ile ilgilidir. Bilindiği gibi,
matbaanın yaygınlaşmasından önce bütün dünyada el yazması kitabı bir sanat eseri
haline dönüştürmek ilk hedefti. Batı dünyasında ressamlık, özellikle Rönesans ile
öylesine gelişmiş ve ustasına olanaklar sağlayan yaygın bir sanat haline gelmişti ki,
hat sanatına ilgi kendiliğinden kaybolmuştu. Buna karşılık, dini sebeplerle
Europe stepped in when the Islamic world failed to proceed with printing in Arabic letters.
The Maroonis were productive in this field, but because their publication was mainly related
to Christianity, establishing the ground similar to the one in Europe was hardly possible. The
European printing houses that published in Turkish, Arabic and Farsi were operational in
4 cities in the 16th century, 16 cities in the 17th century and 25 cities in the 18th century.
This occurrence led to the rise of Orientalism and the Orientalist. 16 books in Arabic were
published in the 16th century, 94 in the 17th and 95 in the 18th century. The number of
Quranic Interpretation is also noticeable, with 16 in the 16th century, 21 in the 17th, and
36 in the 18th century. Frenchman André du Ryer’s translation was published 20 times in
128 years (1647-1775). This attempt at printing Qurans in Arabic in large numbers
targeted high profit.
Incidentally, in the 17th century an Englishman is known to have brought a number of
such Qurans by boat but that they were thrown into the Sea of Marmara by the Ottoman
administration with the suspicion that the Holy Book might have been misprinted. The
French ‘Language School for Boys’ sent their students to Istanbul to enable them to learn in
situ the structure of Islam and the eastern languages.
There also happened to be rivalry among the Christians in opposition to books arriving
from Europe. Propaganda books aimed at eastern Christians, who were of the Orthodox
faith, were also obviated by the Sublime Port: the protector of these churches, and of
Judaism.
One reason why books printed in Europe were not favoured by the Islamic society is the
esteemed art of calligraphy. It is widely known that all over the world, before the
advancement of the printing machine, the ultimate object was to turn a manuscript into a
work of art. In the western world the art of painting improved owing to the Renaissance and
became a widespread art form providing the artist with financial means.
As a result, fine handwriting lost its ornamental allure. However, in the Islamic world,
where painting as an art form was not appreciated due to religious reasons, calligraphy was
improving remarkably. Printing techniques took away all the gloss, and the moulds used
in the European-printed books in Arabic were not at all pleasing.
15
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
resme fazla iltifat etmeyen İslam âleminde hat sanatı aksine büyük bir gelişme
içindeydi. Basma teknolojileri ise bu sanatı donduruyordu.
Üstelik Avrupa’da üretilen Arap harfli kitaplarda kullanılan kalıplar
hiç de zevkli şeyler değildi.
Din alanındaki hassaslığına karşılık Osmanlı yönetiminin din dışı yayınlara karşı
hiçbir önyargısı yoktu. III. Murad zamanında (1574-95) bir yabancı kişi
Türkçe kitap basmak ve gümrük resminden muaf tutulmak için izin istemiş ve
almıştır. 1588’de kitabını basıp fermanı da başına koymuştur.
1594’te Roma’da basılan Kitab-ı Tahriri Usul-ül Üklides’e eklenen bir fermana
göre III. Murad “Frengistan’dan ticaret için getirilen değerli Türkçe, Arapça ve
Farsça kitapların alım ve satımına engel koyanlara karşı, ticaretlerinde serbest
bırakılmalarını ve şer’i şerife ve ahitname-i hümayuna aykırı davranılmamasını”
emretmiştir.
Matbaanın yararlı olabileceği fikri, III. Ahmed’in saltanatı döneminde (17031730) büyük bir ivme kazanan ve “Lâle Devri” diye adlandırılan çağdaşlaşma
girişimiyle gündeme gelmiştir. 16. yüzyılda doruğa
yerleşen Osmanlı Devleti, 17’de yapısını düzeltme
ihtiyacını hissetmiş ve bunu doğal olarak geleneksel
kurallar çerçevesinde tashihler yapma yoluyla gerçekleştirmeye
çalışmıştı.
Bu çabaların arzulanan sonuçları vermemesi karşısında 18. yüzyılın
başından itibaren Avrupa modelinden yararlanma düşüncesi de gündeme
gelmeye başladı. 1727 yılında ulemanın da onayı ile matbaa teknolojisinin
resmen uygulanır hale gelmesi bu yeni anlayışın sonucudur. Bu girişimin, İslam
toplumlarında Rönesans’ı başlatan adım olduğunu tarihçi A. Demeerseman
şöyle anlatmaktadır:
16
Although sensitive in religious matters, the Ottoman rule was not biased against the
printing of non-religious books. During the reign of Murad III (1574-1595), a foreigner who
applied for a permission to print books in Turkish and also to be exempt from customs duty
was granted permission. He printed the book and included the firman (imperial edict) in the
editions. To the ‘Kitab-ı Tahriri Usul-ül Üklides’ (Book of Essays on Euclides’ Elements),
printed in Rome in 1594, a firman was added requiring “those who trade in valuable books
written in Turkish, Arabic and Farsi and printed in Frengistan (Europe) should not be
hindered in their trade as I declare in my ahitname-i hümayun (imperial decree) appropriate
with the şer-i şerif (canonical law of Islam) ”
The idea that printing machines would be expedient, gained impetus in the reign of Ahmed
III (1703-1730), also known as the ‘Tulip Age’, during which significant attempts were
made towards modernization. Reaching its height in the 16th century, the Ottoman State
needed to rectify its structure in the 17th century and tried, naturally, to achieve this within
the framework of traditional rules. When these measures fell short of the desired purpose, the
idea that the European model could be put to use gained support.
That the official use of printing technology was approved by the ulema (theological
scholars) in 1772, was the outcome of this new understanding. Historian A. Demeerseman
considers this as the first move that generated a ‘renaissance’ in Islamic societies:
“Printing of books does not only mark a major progress in Turkish history, but also marks
the beginning of a renaissance in the Islamic world. (…) The Islamic civilization was given the
command in Istanbul, to open up to a new world. (…) Thus, the concept of advancement,
which is a prominent feature of modern thinking and accepted by Muslims also, emanated in
18th century Turkey. And with this, the East-West dialogue did truly begin.”
The Arrival of Ibrahim Muteferrika
Ibrahim Muteferrika played the leading role in securing printing and publishing as
a vocation. His personality is of great importance. Information on his life previous to
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
“Kitap yayıncılığına başlamak sadece Türk tarihinin en önemli aşaması değil,
İslam dünyasındaki Rönesans’ın da başlangıcıdır. (...)
İslam uygarlığının yeni bir dünyaya açılma emri İstanbul’dan verilmiştir. (...)
Böylece modern düşüncede büyük bir yer tutan ve Müslümanların da benimsediği
ilerleme fikri 18. yüzyılda Türkiye’de belirmiştir. Bununla ilk kez tam
anlamıyla Doğu-Batı diyaloğu başlamış oluyordu.”
Müteferrika’nın Sahneye Çıkışı
Basımcılık ve yayımcılık mesleğinin başlamasında öncü bir rol oynayan İbrahim
Müteferrika’nın kimliği önem taşımaktadır. Müslüman olup 1692 yılından itibaren
Osmanlı Devleti hizmetinde görev almasından önceki dönem hakkındaki bilgiler
belgelere dayanmamaktadır.
Macaristan’ın Kolojvar kentinde doğduğu (tahminen 1674),
dinî eğitim gördüğü, Türklere esir olduğu biliniyor. Latince ve Macarca bilgilerine
Türkçe, Arapça ve Farsçayı katması, bilime yönelme açısından önemli
yeteneklere sahip olduğunu gösteriyor.
“Müteferrika” deyimi, devlet ve saray hizmetinde çeşitli görevlerde bulunanlara
verilen bir sıfattır. Nitekim üstlendiği görevler arasında diplomatlık, mihmandarlık,
tarihçilik, çevirmenlik vardır. Avusturya ile görüşmelerde, Osmanlıya sığınan Macar
prensi Rakoczi’nin tercümanlığında, Lehlilerle yapılan anlaşmada, Dağıstan’a mesaj
götürmede rol oynadığı biliniyor. Divan-ı Hümayun’da Hacegân (din ve bilim adamı)
sınıfına da dahil edilmiştir.
Ancak İbrahim’in Osmanlı tarihindeki asıl büyük rolü, basımevini kurmuş ve kendi
yaşamı boyunca muntazaman işletmiş olmasındadır. Ayrıca sadece basımevi işletmecisi
olarak kalmamış, kendisi de kitaplar yazdığı gibi, Cihannüma örneğinde olduğu şekilde
eski kitapları güncelleştirmede önemli katkıları olmuştur.
being employed by the Ottoman State, after becoming a Muslim in 1692, is not validated by
documents. He was born in the Hungarian city of Kolojvar (probably in 1674), received
religious training and was later enslaved by Turks.
He added Turkish, Arabic, and Farsi to his knowledge of Latin and Hungarian, which
indicates his aptitude for science. “Muteferrika” is a title given to those who are employed in
various services for the State and Court. He was employed as diplomat, dragoman and
historian. He acted as translator for the Hungarian Prince Rakoczi in the deliberations with
Austria; played an important role in the treaties with Lechistan (Poland) and carried
messages to Daghistan.
He was received into the Hacegan class (scholars of religion and science) of the Imperial
Court. Ibrahim’s most prominent accomplishment, however, was that he established a
printing house and managed it systematically for the rest of his life.
He not only stayed as a printing house manager but also authored books, and as in the
example of Cihannuma, he contributed to the updating of old books.
One should bear in mind that religious sentiment was still prevalent in the Ottoman
society when Ibrahim Muteferrika set his mind on printing books. In 1716, Vizier Ali Pasha
died on the battleground leaving a will in which he wished a foundation and library to be
established for his valuable books.
When Sheikulislam Ebu Ishak Ismail Effendi was informed, he immediately
commanded that, “Books on philosophy, astrology, and books filled with fictitious history and
erroneous poetry shall not be accommodated in such foundations.” Clearly all topics not
connected to religion were excluded. It was later understood that Muteferrika’s endeavour
employed tactics to seize the support of the ulema who had a permissive and tolerant outlook
towards science, against the ulema who exhibited such condemning attitude. In order to
overcome the opposition, specific conditions were required.
In Muteferrika’s case, two points have to be taken into consideration.
17
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
İbrahim Müteferrika’yı matbaacılığa yönelten ortamda Osmanlı toplumunda dinî
hassasiyetin devam etmekte olduğu unutulmamalıdır. 1716 yılında savaş alanında
şehit olan sadrazam Ali Paşa’nın vasiyeti üzerine değerli kitapları için bir vakıf ve
kütüphane kurulmasına girişildiğinde, Şeyhülislam Ebu İshak İsmail Efendi
hemen uyarmıştı: “Felsefe, astroloji, uydurmalarla dolu şiir ve tarihe ait olan
kitaplar o vakfa dahil edilemez.”
Açıkçası doğrudan dinle ilgisi olmayan konular tamamen dışlanıyordu.
Müteferrika’nın girişiminin, özellikle bu tür dışlayıcı anlayışı olan ulemaya karşı,
bilime hoşgörüyle bakan ulema kesiminin desteğini sağlama taktiğini izlediği
zamanla farkedilecektir. Böyle bir karşıtlığı aşmak için özel şartlar gerekliydi.
Müteferrika olayında iki hususu dikkate almak gerekiyor.
Birincisi, Avrupalı oryantalistlerin Ortadoğu ülkelerine yönelik ilgilerinin
artması; diğeri, kendisinin İslam ve Hıristiyanlık arasındaki ilişkiyi
değerlendirişidir. Kendi ülkelerinde Arap harfli kitap üretimini artırmakla
kalmayan Avrupalılar, İslama ait önemli el yazması kitapları da satın alıp kendi
kitaplıklarına götürüyorlardı. Bunların bulunamaz hale gelmekte olduğunu
farkeden yönetim, 1716 yılında yayımladığı bir emirname ile ülke dışına
çıkarılmalarına yasaklama getirdi.
Aynı sırada kitaplık kurma eğiliminin teşvik edildiği, Valide Sultan (1712),
Şehit Ali Paşa (1714), III. Ahmed (1719), Damat İbrahim Paşa (1719)
kitaplıklarının kurulması kapsamlı bir politikanın varlığını kanıtlıyor.
Müteferrika, işletmeye geçmesine izin verilmesi için 1727’de sunduğu dilekçede,
1719’dan itibaren matbaa tesisi için girişimlerini başlatmış olduğunu kaydetmiştir. Bu
da gösteriyor ki, yukarıda belirttiğimiz eğilimler bu alan için de uygun bir ortamı
doğurmuştu. Girişimin gerçekleşmesini kolaylaştıran gerekçelerin başında,
Müteferrika’nın 1710’da yazıp sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa’ya sunduğu Risale-i
18
The first point is that the Orientalists were increasingly enthralled with Middle Eastern
countries, and the second point is his own assessment of the relationship between Islam and
Christianity. The Europeans were not only printing more and more books in Arabic, but
were also buying important manuscripts on Islam and taking them away to their libraries.
In 1716, the Ottoman administration realized that these books were gradually becoming
unavailable, and issued a mandate prohibiting the removal of manuscripts from the country.
At the same time, libraries were encouraged. The Valide Sultan (1712), Shehit Ali Pasha
(1714), Sultan Ahmed III (1719), Dhamat Ibrahim Pasha (1719) libraries indicate a
strong policy for setting up libraries.
Muteferrika, in his 1727 petition requesting permission to operate his print shop,
states that his efforts for this particular venture began in 1719. This indicates that
a favourable background was provided for the printing milieu by the abovementioned inclinations.
In 1710, Muteferrika wrote ‘Risale-i Islam’ (The booklet on Islam)
and presented it to Grand Vizier Nevshehirli Ibrahim Pasha.
This is one of the major aspects that facilitated his undertaking.
The title of the book might suggest that it is a glorification of Islam when actually it is a
criticism of Christianity and Judaism. He contests the concept of
Teslis (Holy Trinity), referring to especially the Old Testament and the Bible, and with his
monotheistic acceptance he defends the uniqueness of God.
This particular approach led scholars to concede that because of his upbringing in the
Unitarian faith of Christianity, he had little difficulty in accepting Islam, which also adheres
to the same belief. The second aspect would be the return to Istanbul of Yirmisekiz
Çelebizade Said Effendi who had been employed in Paris with his Ambassador father,
Yirmisekiz Mehmed Çelebi. In 1725, Muteferrika and Said, with his experience abroad,
entered partnership in establishing a printing house. This association, with its close relation to
higher levels of administration, provided the opportunity to develop projects.
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
İslamiye’si vardır. İsmine bakılarak bu eserin İslamın yüceltilmesini hedeflediği
sanılabilir. Oysa aksine Hıristiyanlığın ve Museviliğin eleştirilerini içermektedir.
Özellikle Tevrat ve İncil’i ele alarak Teslis anlayışına karşı çıkmakta,
Tevhid yani Allah’ın birliği tezini savunmaktadır. Bu yaklaşımı ile
Hıristiyanlığın Unitarist inancından geldiği, dolayısıyla aynı tezi savunan İslamı
kabul etmekte zorluk çekmediği ileri sürülmüştür.
İkinci husus, Paris’e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin yanında
görevli olarak bulunan oğlu Yirmisekiz Çelebizade Said Efendi’nin yurda dönmesi
olmuştur. Orada gördüklerinden son derece etkilenen Said ile İbrahim 1725’ten
itibaren bir matbaa tesisi için ortaklık kurmuşlardır. Üst düzey yönetimle bu yakın
ilişki sayesinde proje gerçekleşme imkânını buldu.
Müteferrika’ya Göre Matbaanın Önemi
Importance of the Printing Machine
According to Muteferrika
The necessity for and the benefits of such an establishment is explained by Muteferrika in
his report entitled ‘‘Risaletu’l müsemmati bi vesiletü’t-tıbaa” (Necessity of Printing) which he
presented to Grand Vizier Ibrahim Pasha. The reason for the stagnation in Islamic societies,
as he mentioned in his petition to the Sultan and as he repeated in the preface of every book he
printed, he claims is the burning and throwing into rivers of scientific books during the
annihilation of Andalusia and the assaulting armies of Chengiz Khan and Hulagu. This report
is the first text in which he states the reasons for and the advantages of printing, in an orderly
way under ten headings. To summarize:
• Arabic is the primary source for all sciences. Therefore language books should be
produced and edited to improve the language. It will be a great public service if books on
history, philosophy and geography are printed in increasing numbers.
• Since the beginning of the Islamic State, books have been written by many scholars and
writers to improve the religion, government and social order, and for the benefit of humanity.
These books can be edited and reproduced and circulated among the Muslims. Thus the world
of religion will gain vitality, and old scholars and writers will be revived.
Böyle bir tesisin kurulmasını gerektiren sebepleri ve sağlayacağı yararları
Müteferrika, “Basmacılığın Gereği” diye çevirebileceğimiz Risaletü’l müsemmati bi
vesiletü’t-tıbaa adlı bir raporuyla Sadrazam İbrahim Paşa’ya sunmuştur. İslam
toplumlarında beliren duraklamayı, gerek padişahın izin belgesinde, gerekse
kendisinin her kitap önsözünde tekrarlanan, Cengiz Han ile Hulagû’nun saldırılarıyla
Endülüs’ün ortadan kaldırılması sırasında bilimsel eserlerin yakılıp nehirlere atılarak
yok edilmesine bağlamaktadır. Hem içerdiği gerekçeler, hem de basmacılık tekniğinin
sağladığı avantajlar ile ilgili ilk görüşleri içeren bu metin, gayet sistemli bir şekilde on
maddede faydaları sıralamıştır. Sadeleştirerek aktarıyoruz:
As a result, the talebe-i ulum (students of religious sciences) will rely on validity and not
lose time searching for plausibility. They will not need to look through different manuscripts
for sound evaluations. Science will be accessible. While ink used in manuscripts fade away
and disappear due to humidity, ink used in printing is indelible.
• Bütün ilim ve fenler için temel kaynak olan Arap dilinin gelişmesine yardımcı olmak
için dil kitaplarının çoğaltılıp düzeltilmesine ve tarih, astronomi, felsefe, ülkeler ve coğrafya
kitaplarının çoğalmasına çalışılırsa halka büyük hizmet edilmiş olur.
• Printing is a profitable venture because in the time one manuscript is prepared it is
possible to produce thousands of wholesome books. Thus, prices will fall, the rich and the poor
students of sciences will be able to own books and the weak and the feeble will have better
• Books produced by printing techniques have better writing quality and therefore are clear
of mistakes, have proper context, are better expressed and well organized.
19
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
• İslam devletinin başlamasından bu âna kadar, dini, devleti ve düzeni takviye ve
insanlığın hayrı için birçok müctehid (din bilgini) ve yazarın ürettikleri eserler
düzeltilip yeniden yayımlanmakla Müslümanlar arasında yayılmaları sağlanır.
Böylelikle din âlemi canlanır ve eski bilginler ve yazarlar gündeme gelir.
• Basma tekniğiyle ortaya çıkan kitaplar iyi yazıyla hazırlandığından
hatadan âri, doğru içerikli, iyi ifadeli, iyi düzenlenmiş olur. Talebe-i
ulum böylece hatadan emin ve yanlış arayıp vakit kaybetmekten
kurtulmuş olur. Sağlıklı değerlendirme için değişik el yazmalarını
aramalarına ihtiyaç kalmaz. İlme ulaşmada kolaylık sağlanır.
Özellikle, kalem ile yazılan kitapların mürekkebi rutubet yüzünden
eriyip yok olduğu halde, basma tekniğinde kullanılan mürekkep son derece
sabit olduğundan böyle bir tehlike yoktur.
• Basma fenni çok geçerli bir girişim olduğundan, bir cilt kitabın yazılması
zahmetine karşılık binlerce cilt, gerçek içerikli kitap meydana çıkar. Böylece kitap fiyatı
düşmekle talebe-i ulumun zengini ve fakiri kitap edinmeye imkân bulup, zayıflar ve
âcizler de kutsal ilimlerin ve rağbet edilen fenlerin öğrenilmesinde tam iktidar sahibi
olurlar. Birçok yetenekli kişi de temiz kitaplara sahip olmakla kısa zamanda olgunluğa
varır.
• Basma yönteminde kitapların fihristi kısa ve uzun iki yöntemle yazılır. Kısası
kitabın adının altına, ayrıntılısı kitabın sonuna yazılır. Önce yazı dizileri arasındaki
bağlantı Hint rakamları ile sağlanıp sayfaların numaraları da yerli yerine konur. Sonra
adına yazılan fihrist özeti vasıtasıyla başvuru gerektiren kısımlara sayılarına göre
bakılır.
Ayrıca, kitapta bulunan zor kelimeler ve önemli hususlar arandığında hemen
bulunabilmeleri için alfabenin harfleri sırasıyla bir fihrist düzenlenir ki, kitabın
sonuna konur. Bu sayede içeriğe ulaşmak kolaylaşır.
• Kitap fiyatının ucuzlamasıyla her kişinin alması kolaylaşır.
Böylece taşradaki kasaba ve köy halkı da bunlara erişerek cehaletten kurtulur.
20
knowledge of sacred sciences as well as highly favoured sciences. And many talented persons
will flourish rapidly by possessing these uncluttered books.
• In printed books, subject index is given in a short and a long fashion.
The short one appears below the title of the book, and the detailed one at the end of
the book.
Firstly, the connection between sections is given in Indian numbers, and the
pages are orderly numbered. Later, one can look up the required sections by
referring to the summary under the heading and the page number. In addition,
difficult words that appear in the text and items of importance are presented at the
end of the book in an alphabetical guide. This facilitates access.
• When books become inexpensive, people can buy them. Those who live in small towns
and villages can obtain them and be free of ignorance.
• Making multiple copies with the printing machine enables other regions attached to our
capital city to have more books on favoured sciences and religion, and to have libraries. By
encouraging madrasah students in those regions toward the sciences, every corner of the land
will be cultured.
• It is true that other Islamic countries do not depart from the binding duty of jihad.
However, they do not have cannons of lightening fire, destructive rifles, and as enemies
foreigners capable of war techniques, as does the Sublime Ottoman State; may God preserve
until the Judgement Day.
In giving orders for jihad, the Ottoman Sultans are above all Sultans. May they continue
to protect the honour of all Muslims and be their object of praise and may they direct their
glorious interest toward the process of printing.
• All Christian Kings know of the high value of books written in Arabic, Farsi, and
Turkish and are interested in having them printed. They are prepared to boast about this.
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
• Basma yoluyla çoğaltılan kitaplar sebebiyle başkentimize bağlı olan diğer
bölgelerde de dini ilim kitapları ve ilgi duyulan ilimlerin kitapları artmakla oralarda da
dolu kitaplıklar belirir. Böylece o diyarlardaki medrese öğrencileri de ilim tahsiline
yönelmekle ülkenin her tarafı bayındır olur.
• Gerçi diğer İslam ülkelerinde cihad farzının canlandırılmasından geri kalınmıyor.
Ancak, Kıyamet Günü’ne kadar devamına Allah izin versin, Yüce Osmanlı
Devleti’nde olduğu gibi, yıldırım ateşli topları, zarar verici tüfekleri ve diğer savaş
fenlerinin imalinde usta yabancılara benzer çok sayıda düşmanları bulunmuyor. Cihad
emrinde Osmanlı padişahları bütün padişahların baş tacıdır. İslam halklarının
namusunu canlı tutmaları ve övgü kaynakları olmalarıyla, kitapların çoğalmasına vesile
olacak basmacılık yöntemine de yüce ilgilerinin yönelmesi arzu edilir.
• Bütün Hıristiyan hükümdarlar Arapça, Farsça ve Türkçe ile yazılan bütün
kitapların kıymetlerinin yüksek olduğunu bilip bunların taraflarından basılmasıyla
ilgilenirler. Bununla övünmeye hazırdırlar. Kanun, Şifa, Nüzhetü’l Müştak, Öklidis ve
benzeri nice kitapları bastıkları malumdur. Bu üç dil üzere düzenlenen diğer kitapları
basma yoluyla üretmeye gayret ettikleri de biliniyor. Ancak, yazının güzelliğini,
harflerin özelliklerini ve birleştirilmelerini bilmedikleri ve hataları düzeltecek kimseleri
olmadığından, ellerindeki kitapların çoğu Magrib türü yazı ve de ona benzer taklitler
olmakla güzellikten uzak, yanlış ve hatalıdırlar. Bu yüzden İslamlar arasında o kadar
itibar ve ilgi görmemişlerdir. Ama çabaları ve ihtimamları uyarınca eğer ustalarını
bulup bu amaçlarını gerçekleştirme yoluna girerlerse İslam âleminde kitap alışverişiyle
pek çok kazancı toplarlar.
İslam halkları her hususta imansızlardan ileriye geçtikleri gibi
bu hususta da onları geride bırakmaları gerektiğinden bu konuda kaçınılmaz olarak
gereğini yapmanın yararlı olacağı bellidir.
• Bu yararlı teknik, daha önce de yüce devletin yöneticileri arasında defalarca
görüşülmüş ve yararlı bir güzel sanat olduğunda herkeste inanç belirmişti. Hatta
They have had books printed on Law, Remedy, Pleasures of Longing, Euclides, and many
similar titles. Their attempt at having other books printed in these three languages is certain.
However, since they do not know the beauty of the lettering or the properties of the letters
and have no one to correct their errors, the printed books are imitations of Maghribi or
similar forms of script, lack beauty and have flaws.
Thus they have not received appreciation or interest among Muslims.
But if these people make an effort to find the experts to realize their purpose, they can
make huge profits in the Islamic world. Since Muslims surpass in everyway the heretics and
since they have to excel in this matter also, it is inevitable to do what is necessary.
• This beneficial technique has been discussed many times among the administrators of
our Worthy State and has been accepted as a useful art form. In fact, the appointment of
many virtuous persons has been requested for its materialization.
However, because this technique is desirable but complicated and difficult to carry out,
permission was not granted and the matter lost its standing.
The Approval of Muslim Theologians
It is apparent that Muteferrika’s proposition was designed to deliver knowledge not only to
the European-influenced privileged persons but also to a broader public who could now buy
inexpensive books in place of the manuscripts they could not afford.
He also drew attention to the fact that Europeans could easily seize the book market in
Islamic countries and make huge profits.
He explained that the failure was due to their backwardness in the art of Islamic
calligraphy. Consequently, the assessment as to the ‘beginning of a Renaissance in the
Islamic world’ is plausible. Indeed, for this first phase to be put into practice in accordance
with Islamic rules, the Ottoman State needed to secure the approval of the religious
authorities.
21
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
erdemli kişilerden bazılarının bu konunun gerçekleşmesi için atanması da istenmiştir.
Ancak, bu fennin aranılan özelliğiyle birlikte çok uğraştırıcı ve gerçekleştirilmesi güç
olmasından dolayı izin çıkamayıp gündem dışı kalmıştı.
Ulemanın Onayı
Müteferrika’nın önerisinin, Avrupa çizgisinde sadece seçilmişlere değil
daha geniş bir tabana bilgiyi ulaştırma hedefini güttüğü belliydi. Pahalılığı
sebebiyle satın alamadığı el yazması kitapları böylece herkes çok ucuza
elde edebilecekti. Ayrıca Avrupa’nın İslam âlemindeki kitap
piyasasını yakında ele geçirip buradan da büyük paralar
kazanabileceği hususu dikkatlere sunulmaktaydı. Bunun hemen
gerçekleşememesini henüz hat sanatında geri olmalarına
bağlıyordu.
Dolayısıyla “İslam âlemindeki Rönesans’ın başlangıcı”
değerlendirmesinde bir gerçeklik payı bulunduğu kabul
edilebilir. Tabii bu ilk adımın İslamın kurallarına uygun olarak
pratiğe konulabilmesi için, Osmanlı yönetiminin din
yetkililerinden onay almaya ihtiyacı vardı. Bu amaçla fetva
almak üzere Şeyhülislamlığa yöneltilen soruya Abdullah
Efendi’nin yanıtı tamamen olumluydu:
“Basma sanatında mahareti olan bir kimse, düzeltilmiş bir kitabın
harflerini ve kelimelerini bir kalıba doğru olarak nakşedip kâğıtlara basarak
az zamanda zahmet çekmeksizin birçok nüshalar elde ederse, kitap çokluğu ucuz
alınmalarına sebep olur. Bu suretle çok yararlı olacağı cihetle o kimseye izin verilip,
birkaç âlim kimse de nakş olacak kitabı düzeltmek için tayin buyurulur ise gayet iyi bir
iş yapılmış olur.” Şeyhülislamın sadece basma tekniği hususunu izne bağlayan
fetvasına dayanılarak çıkarılan Hattı Hümayun’da dünyevi ve uhrevi hizmetler için
22
Abdullah Effendi’s response to a request addressed to the Sheikhulislam’s office for a
fetwa in this matter was positive:
“If a person with talent in printing can engrave the letters and words of a revised book
accurately into moulds and print these on paper, and in a short time with less trouble process
numerous copies, books will become less expensive to buy. Considering the benefits, it is
advisable that this person be granted permission and several scholars appointed to emendate
the book to be printed. Thus, a good deed will be done.”
A Hatt-ı Hümayun (imperial decree) was issued, based on this fetwa, permitting only the
printing process. It stated that books of science were essential for worldly and spiritual duties,
and that they usually perished because of wars and neglect:
“In the present situation, in Islamic countries, because books such as Kamus-ı Cevheri
(the Cevheri Dictionary), Lisanü’l Arab (the Arabic Language), Lugat-ı Vankulu (the
Vankulu Dictionary) and also history books and books on Interpretation and Hadith possess
great volume and are rare, and writers and scribers lack either enthusiasm or effort and the
copies are not without mistakes, those who seek education and knowledge are distressed and
burdened. (…)
Books on Fıkıh, Tefsir, Hadis and Kelam, are disallowed; those on languages, history,
medicine, philosophy, astronomy, geography and lands can be printed.”
The Ottoman administration, while putting the matter to practice, was at the same time
setting limitations to Muteferrika’s intention of printing books on the interpretation of, and
the Quran itself. With this decree, four persons were to be appointed to supervise and rectify
linguistic and religious context.
Three of these appointees were previous Qadis of Istanbul, Galata and Selanik; the fourth
a Mevlevi Sheik. Furthermore, letters of confirmation and evaluation of sixteen dignitaries of
science were attached to the decree.
Religious subjects thus banned printing would still be in the monopoly of the scribers. The
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
bilimsel kitaplara gerek olduğu, savaşlar ve ihmaller yüzünden bunların ortadan yok
olduğu belirtiliyor: “Şimdiki halde İslam ülkelerinde Kamûs-ı Cevheri, Lisanü’l Arab,
Vankulu ve tarih kitaplarıyla tefsir ve hadis kitaplarından gerekli olanların hacmi
büyükleri nadir olup, yazarlar ve kopyacılar da gayret eksikliği ve tembellikleri
sebebiyle yazmaya ilgi göstermiyorlar ve yazdıkları nüshalar da hatadan âri olmamakla
eğitim ve fen arayanlar zorluk ve sıkıntı çekmektedirler. (...) Fıkıh, tefsir, hadis ve
kelam kitapları hariç dil, tarih, tıp, felsefe, astronomi ve ona tabi coğrafya ve ülkelere
ait kitaplar basılabilir.”
Böylece işi pratiğe geçirirken Osmanlı yönetimi, Müteferrika’nın, Kur’an olmasa da
dini yorumlayan kitapların da basılabilmesini tasarladığı uygulamaya bir sınırlama
getiriyordu. Bu hat ile dil kadar din açısından da kontrol yapacakları anlaşılan, tam
yetkili dört kişilik bir grup da düzeltmen sıfatıyla görevlendirilmiştir.
Bunların üçü eski kadılar (İstanbul, Galata ve Selanik), biri ise Mevlevi Şeyhi’dir.
Ayrıca, İstanbul’da bulunan 16 ünlü ilmiye ricalinin de değerlendirme yazıları ile
onayları bu izne eklendi. Matbaanın el atmaması istenen İslam dinine yönelik konular
doğal olarak yine hattatların tekelinde kalacaktı.
Bu sebepledir ki, Yazıcı Esnafı Loncası’ndan bu izne büyük bir tepki gelmemiştir,
zira en çok aranan kitapları yine eskisi gibi üretebileceklerdi. Matbaanın seçtiği alana
dahil olan bilim kitapları ise esasen çok sınırlı bir kesime hitap ediyorlardı. Matbaanın
dini kurallar çerçevesini aşmadan çalışacağı ilkesi öylesine kabul edilmişti ki,
1730 Patrona Halil Ayaklanması ile çağdaşlaşma girişimlerini başlatan Sultan
III. Ahmed tahttan indirildiği ve sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa idam edildiği
halde ne Müteferrika’ya ne de matbaasına dokunan çıkmadı. Daha da ilginci, 1730
olayından sonra ilk yayımlanan kitabın Müteferrika’nın kendi yazdığı Usul el-Hikem fi
Nizami el-Ümem (Milletlerin Düzeninde İlmî Usuller) isimli eserin olmasıdır.
Devletin geçirmekte olduğu bunalımda öncelikle ordudaki düzen bozukluğunun
rolünü ele alan eser bir bakıma yeni sultan I. Mahmud’a bu alanda Avrupa örneğini
Scriber’s Guild did not demonstrate strong reaction to this decree of consent because they
would still be scribing the most sought after books.
The scientific books selected by the printing house were of interest to a very limited group
of people. The principle that the printing house would operate within religious laws was so
strong that in 1730 when Sultan Ahmed III who had initiated the modernization movement,
was overthrown and his Grand Vizier Nevshehirli Ibrahim Pasha was killed during
the Patrona Halil revolt, Muteferrika and his printing house were left
untouched.
More importantly, after the 1730 incident, the first book printed
was Muteferrika’s own “Usul el-Hikem fi Nizami el Ümem”
(Scientific Methods in the Structure of Nations).
In this book he talks about the principle role disorder in a state’s
army plays during a time of crisis. He was in a way conveying to
Sultan Mahmud I that it was essential to follow the European
model. By stating that “1730 is the 444th year of the longstanding Ottoman State”, the book displays an openly critical
approach:
“This year, there have been many unhappy days. In this State
much dissension has taken place. When one thinks of the mysterious
reasons behind this deterioration and tries to see the reality, this feeble
mind is in pain and grief and bewildered.
The administrators of State, the dignitaries of the Court are erroneous in
their methods of politics. They are too relaxed for important duties. They are idle in
resolving indefinite contracts of the state; they do not find them significant.
Under every circumstance they need to be cautious and discerning, but we attribute their
disposition to their indulgence and heedlessness, and deeply regret it.”
Muteferrika makes no secret of gathering knowledge through talking to European officers.
23
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
izlemek gerektiğini anlatmaktadır. Hicri 1143’ün (Milâdî 1730) “Uzun ömürlü
Osmanlı Devleti’nin 444. yaşına ulaştığı yıl olduğu”nu kayıtla başlayan kitap açık bir
eleştiriye yönelmektedir:
“Bu tarihte hüzün dolu günler oldu. Devleti Aliye’de peyderpey fitneler vuku buldu.
Bu bozulma sebeplerinin gizli hikmetleri ve hakikatleri düşünüldüğünde, bu güçsüz
akıl; acı ve ızdırapla âciz kalıp hayrete düşer. Devletin vekilleri, divanın ileri gelen
erkânı, siyaset esaslarında kusurludur. Önemli işlere yöneltmekte gevşeklik
gösteriyorlar.
Memleketin müphem sözleşmelerinin hallinde tembellik gösterirler ve bunları
önemsemezler. Her durumda basiret ve ihtiyat gerekli olduğu halde, onların bu
hallerini müsamahalarına ve gafletlerine vererek can ve gönülden teessüf edilir.”
Özellikle ordu için Avrupa örneğini önerirken ileri sürdüğü bilgileri Avrupalı
subaylarla konuşarak elde ettiğini saklamaması, o çağın anlayışı içinde çok ileri bir
görüşe sahip olduğunu göstermektedir. Ancak, bu bilgilerin herkesin ulaşabileceği bir
kitap içinde yer alması kadar kendisine devlete bağlılığı açısından büyük bir güvenin
de var olduğunu kanıtlamaktadır. Bu çalışmalarında Said Efendi’nin katkısı hayli kısa
olmuş, 1745’teki ölümüne kadar Müteferrika çalışmaları şahsen yönetmiştir.
İlk 17 Basma Kitap
Yaşamı süresinde şahsi mülkü olan Matbaa-i Amire’de bastırdığı kitaplar
şunlardır:
l- Kitab-ı Lügat-ı Vankulu (Vankulu Lügatı): Ebu Nasr İsmail ibn Hammad elCevheri’nin Arapça sözlüğünün Mehmed ibn Mustafa el-Vani tarafından 16. yüzyılın
ikinci yarısında yapılmış Türkçe çevirisidir. İlk yayın olarak bu eserin tercihinde
hacminin büyüklüğü sebebiyle kopyacıların pek ilgilenmedikleri bir kitap olmasının
rol oynadığı anlaşılıyor. Toplam 1422 sayfa tutan kitap iki cilt halinde 31 Ocak
24
He recommends the European model especially for the Army, which indicates that he was a
visionary for his time. The fact that this information was presented in a book that many
could obtain, is evidential of the trust the State had placed on him.
The contribution of Said Effendi was short-lived and Muteferrika, until his death in 1745,
managed the enterprise alone.
The First 17 Books Printed
The books which he printed in his privately owned printing house,
Matbaa-ı Amire, are as follows:
1- Kitab-ı Lügat-ı Vankulu (The Vankulu Dictionary): Turkish translation of EbuNasr Ismail ibn Hammad el Cevheri’s Arabic dictionary by Mehmd ibn Mustafa el- Vani in
the second half of the 16th century.
This was the first book printed. The reason behind its selection could be the volume of the
work, which must not have been attractive to the scribes. It was printed in two volumes of
1422 pages in January 31, 1729. The issues without binding sold for 35 kurush and the
manuscript 350 kurush. 1000 copies were printed.
The book includes a foreword by Muteferrika, the Sultan’s firman, the letters of
evaluation by the sixteen scholars, Muteferrika’s Vesiletü’t-tıbaa, the biographies of the
author and the translator, and an index for the two volumes.
2- Tuhfet el-Kibar fi Efsar el- Bihar (Naval Wars): Written by Kâtip Çelebi in 1656,
the book is a history of the Ottoman State and its wars at sea. 1000 copies were printed in
May 1729, four months after the Vankulu Dictionary. Includes maps of the Mediterranean
Sea and itsislands, the Black Sea, and the bay of Venice.
3- Tarih-i Seyyah der Beyan-ı Zuhur-ı Agvaniyan ve Sebeb-i Indiham-ı Binayı
Devlet-i Şahan-ı Safaviyan (The Emergence of the Afghanis and the Reason why the State
Structure of the Safavi Kings Collapsed): Written by a Polish Jesuit missionary, Krozinski
who lived in Persia. Translated by Muteferrika from the Latin original.
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
1729’da basılmıştır. Ciltsiz olarak 35 kuruşa satılan kitabın yazma nüshasının fiyatı ise
350 kuruştu. Beşyüz nüsha olarak basılmıştır. Kitabın başında Müteferrika’nın
önsözü, padişahın fermanı, 16 âlimin değerlendirme yazıları, Müteferrika’nın
‘Vesiletü’t-tıbaa’sı, yazarın ve çevirmenin biyografileri ve her iki cildin fihristi vardır.
2- Tuhfet el-Kibâr fi Esfar el-Bihâr (Deniz Savaşları): Kâtip Çelebi’nin 1656’da
yazdığı Osmanlı Devleti’nin tarihi ve deniz savaşlarına ait bir eserdir. Vankulu
Lügatı’ndan dört ay sonra 1729 Mayıs’ında bin nüsha olarak basılmıştır. Akdeniz,
Karadeniz, Akdeniz adaları, Venedik Körfezi haritalarını da içermektedir.
3- Tarih-i Seyyah der Beyan-ı Zuhur-ı Agvaniyan ve Sebeb-i İnhidam-ı Binayı
Devlet-i Şahan-ı Safaviyan (Afganlıların Ortaya Çıkışı ve Safavi Şahlarının Devlet
Binasının Çöküş Sebebi Hakkındaki Seyyah Tarihi): İran’da yaşamış olan Polonyalı
Cizvit misyoneri Krozinski’nin Afganlarla yapılan savaşları anlatan Latince eserinin
Müteferrika tarafından Türkçeye çevrilmiş nüshası. 1729 Ağustos’unda 96 sayfa olarak
1200 nüsha basılmıştır.
4- Tarih-i Hind-i Garbi (Batı Hindistan Tarihi): Emir Mehmed ibn Emir Hasan
ibn Sinan ibn Ahmed el-Niksari el Su’udi’nin 1583’te yazıp Sultan III. Murad’a
sunduğu, Batı Hint Adaları niteliğiyle Amerika’nın keşfi ve İspanyolların ilk elli
yıldaki icraatlarını içeren kitap. İlk resim basan kitap niteliği taşımaktadır. Biri
Müteferrika’nın kendisi tarafından yapılmış dört harita vardır. 1730 Nisan’ında 500
adet basılmıştır.
5- Tarih-i Timur-u Gürgân (Timurlenk’in Tarihi): İbn Arabşah’ın 15. yüzyılın ilk
yarısında yazdığı ve 1699’da Türkçeye çevrilmiş olan bu eser, Sultan II. Beyazıd’ı
1402’de yenerek devleti bir çöküş sendromuna soktuğu için Osmanlılarca sevilmeyen
Timurlenk’in eleştirilmesi ve aşağılanması hedefini gütmektedir. 1730 Mayıs’ında 129
sayfa olarak 500 adet basılmıştır.
6- Tarih-i Mısr-i Kadim ve Mısr-i Cedid (Eski ve Yeni Mısır’ın Tarihi): Süheyli
Ahmed bin Hemdem Kethüda tarafından 1620’lerin sonunda yazılmıştır. Birinci
The book is about the Afghan Wars. 96 pages.
1200 copies were printed in 1729.
4- Tarih-i Hind-i Garbi (History of West India): Written by Emir Mehmed ibn Emir
Hasan ibn Sinan ibn Ahmed el-Niksari el Su’udi in 1538 and presented to Sultan Murad
III, is about the discovery of America through the West India islands and the first 50 years of
Spanish activities in the region.
This book is the first illustrated book printed by an Islamic people. Carries four maps, one
of which was drawn by Muteferrika. 500 copies were printed in 1730.
5- Tarih-i Timur-u Gürgan (History of Tamerlane): Written by Ibn Arabshah in the
first half of the 15th century and translated into Turkish in 1699, the book aims at criticizing
and disgracing Tamerlane who defeated Sultan Beyazıd II in 1403 causing the State to enter
a period of decline and who as a result was disliked by the Ottomans. 129 pages. 500 copies
were printed in 1730.
6- Tarih-i Mısr-i Kadim ve Mısr-i Cedid (History of Ancient and New Egypt):
Written by Süheyli Ahmed bin Hemdem Kethüda in the 1620’s, the first volume covers the
period from the Great Flood to the arrival of the Ottomans; the second volume is the history
of Egypt after Yavuz Selim’s conquest in 1516. 500 copies were printed in May 1730.
7- Gülşen-i Hulefa (History of the Caliphs): Written by Nazmizade Hüseyin Murteza
Effendi (died 1722) the book records the development of the Caliphate movement against the
Emevis after 738, the establishment of the Abbasi Caliphate, the conquest of Bagdat by the
Ottomans and the activities in the Islamic world until 1721. 130 pages. 500 copies were
printed in August 1730.
8- Grammaire Turque ou Méthode Courte et Facile pour Apprendre la Langue
Turque (Turkish Grammar or a Short and Easy Method to Learn the Turkish Language):
Written by Johann Baptist Holderman for the French arriving in the Ottoman lands and
especially for the students of the ‘School of Language for Boys’. Includes a foreword
25
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
cildinde Tufan’dan Osmanlıların gelişine kadarki, ikinci cildinde ise 1516’da
Yavuz Selim’in fethinden sonraki Mısır’ın tarihi anlatılmaktadır.
1730 Mayıs’ında 500 adet basılmıştır.
7- Gülşen-i Hulefa (Halifeler Tarihi): Nazmizade Hüseyin Murteza Efendi’nin
(ölümü 1722) yazdığı, eserde Hilafet için Emevilere karşı başlayan hareketin 738’den
itibaren gelişmesi, Abbasi Hilafeti’nin kuruluşu, Bağdad’ın Osmanlılarca zaptı ve
1721’e kadar İslam dünyasındaki olaylar ele alınmaktadır. 1730 Ağustos’unda 130
sayfa olarak 500 adet basılmıştır.
8- Grammaire Turque ou Méthode Courte et Facile pour Apprendre la Langue
Turque (Türk Dilbilgisi ya da Türk Dilini Öğrenmek İçin Kısa ve Kolay Metot):
Johann Baptist Holderman’ın bu eseri, Osmanlı ülkesine gelen Fransızlar ve özellikle
“Dil Oğlanları Mektebi” öğrencileri için yazılmıştır. Başlangıcında Fransız devlet nazırı
Kardinal de Fleury’e bir ithaf da vardır. 1730’da 194 sayfa olarak 1000 adet
basılmıştır.
9- Usul el-Hikem fi Nizâm el-Ümem (Milletlerin Düzeninde İlmî Usuller): İçeriği
hakkında yukarda bilgi verdiğimiz bu kitabın 1732 Şubat’ında basılmış olması, 1730
yılının Eylül-Ekim’indeki Patrona Halil Ayaklanması’ndan sonra basımevinin bir süre
durgunluk geçirmiş olduğunu düşündürüyor. İbrahim Müteferrika’nın kaleme aldığı
kitabın içeriği, çağdaşlaşmayı frenleyen girişimlere karşı daha kararlı hareket edilmesi
gerektiğini savunmaktadır. Bu eserde monarşi, aristokrasi ve halk idaresi yöntemlerini
tartışması, toplumsal olaylara ilginç bir bakışı bulunduğunu gösteriyor. 48 yaprak
olarak 500 adet basılmıştır.
10- Füyuzât-ı Mıknatısiye (Pusulanın Yararları): 1721’de Leipzig’de basılmış
pusulanın faydalarını ve nasıl kullanılacağını anlatan eser, İbrahim Müteferrika’nın
çevirisiyle 1732 yılı Şubat’ının sonunda 23 yaprak olarak 500 adet basılmıştır.
11- Cihannüma (‘Çatının üstünde her yanı gören yüksek taraça’ anlamına gelir):
26
dedicated to French Minister of State Cardinal de Fleury. 194 pages. 1000 copies were
printed in 1730.
9- Usul el-Hikem fi Nizam el-Ümem (Scientific Methods in the Structure of Nations):
This book, the context of which is referred to above, was printed in February 1732. This
indicates that the printing house went through a stagnant period after the Patrona Halil
uprising in the months of September and October of 1730.
Written by Muteferrika, the book advocates that it is important to act with determination
against events that hamper modernization. The discussion on monarchy, aristocracy and
public administration signifies his noteworthy outlook on social issues. 48 pages. 500 copies
were printed.
10- Füyuzat-i Mıknatısiye (Benefits of the Compass): Printed in Leipzig in 1721, the
book talks about the benefits of the compass and how to use it. Translated by Muteferrika.
23 pages. 500 copies were printed in February 1732.
11- Cihannuma (Universal Geography - lit. roof terrace with a wide view): This book
was written by Kâtip Çelebi in 1648. When Muteferrika petitioned Sultan Mahmud II with
his proposition to print this book, he also received a renewal permit for his printing house.
Muteferrika added to Kâtip Çelebi’s work new information in the fields of astronomy,
geography and history. For example, he included in this edition the Copernican universe
model. The book has 41 maps and charts prepared by Ahmed el-Kırımi, Galatalı Mıgırdıch
and Tophaneli Ibrahim working together with Muteferrika. 730 pages.
This book is important in the scientific fields of geography and astronomy but there is more
to its original 700 pages. 500 copies were printed in 1732. In addition to the latitude and the
longitude of cities, their distances to each other (given in hours or German miles or other),
the effect of winds on sea voyages, regional information relating to the produce, the
industries, the languages of the locals and their religious faiths and even their population is
specified.
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
Kâtip Çelebi’nin 1648’de yazdığı bu eseri yeniden basma önerisini İbrahim
Müteferrika Sultan I. Mahmud’a bildirince matbaa izni de yenilenmiştir. Astronomi
bilimi kadar, coğrafya konusunda da Kâtip Çelebi sonrasında yenilenen bilgileri
İbrahim Müteferrika esere katarak güncelleşmesini sağlamıştır.
Örneğin, öncekinde hiç bahsi geçmeyen Kopernik Sistemi’ni bu kitaba dahil
etmiştir. İçinde 41 harita ve kroki vardır. Bunları Müteferrika yada Tophaneli İbrahim
ile birlikte Ahmed el-Kırımî ve Galatalı Mıgırdıç hazırlamışlardır.
1732 Temmuz’unda 730 sayfa olarak 500 adet basılmıştır.
Bilim alanında coğrafya ve astronomi konularında önem taşımakla birlikte orijinal
metni 700 sayfa kadar tutan bu eserin sadece onlarla yüklü olduğu sanılmamalıdır.
Kentlerin enlem ve boylamları, birbirlerine uzaklıkları (bazan saat bazan Cermanya
mili bazan da başka ölçülerle) verilerek, rüzgârların deniz seferlerini etkileyişi ile
yetinilmemiştir. Bölgelerin ürünleri, sanayileri, halklarının dil ve dinleri hatta
nüfusları belirtilmektedir. Yönettiklerini hane hesabıyla değerlendiren Osmanlı
yönetiminin, sadece Mekke için, yapılacak yardımları iyi değerlendirebilmek amacıyla,
erkek, kadın ve çocuk sayısını saptatmış olduğu görülüyor.
Dolayısıyla sosyal bilimlere de yer verilmiş olmaktadır. Asıl büyük yer tutan ise
devlet ve şehirlerde hüküm sürmüş halifelerin, padişahların, kralların, yerel
yöneticilerin tam listelerinin verilmesidir. Zaman zaman isimlerin arasına “zalimdi” ya
da “hayırseverdi” türü değerlendirmelere de rastlanıyor. Ayrıca bazı önemli tarihî
olayların daha ayrıntılı anlatıldığı da dikkatlerden kaçmıyor.
Özellikle peygamberlerin işlevleri sık sık tekrarlanıyor. Bunlarda yeni bilgiler
vermekten çok, klasikleşmiş bilgilerin tekrarlandığı dikkatlerden kaçmıyor. Ancak
aralarında, Türk ve İslam okurlarının ilk kez rastlayacakları bilgilerin bulunması
dikkat çekicidir. Truva şehrine ait öykünün kitabın tam iki sayfasını doldurması bu
alanda en ilginç örneği oluşturuyor.
The Ottomans who always estimated the population of their lands through housing counts,
had for Mecca only, a population count of men, women and children to check the proper
distribution of aid planned for the city. Thus, also the field of social science seems to be
covered. What actually occupies a major portion of the book is a complete list of city and
state rulers: caliphs, sultans, kings, and local administrators. From time to time there are
entries beside the names such as “he was cruel” or “he was benevolent”. It is also significant
that certain historic events are given in detail. Especially the deeds of the Prophets are
mentioned frequently without the addition of new information; instead, the established
knowledge is repeated. However, there is also certain information that the Turkish and
Muslim readers are made aware of for the first time. An interesting example would be the
two pages allocated to the story of the city of Troy.
12- Takvim el-Tevarih (Chronological Tables): Written by Kâtip Çelebi, this book
presents in chronological order the events that took place from Adam to 1648. Bukhari Sheik
Mehmed Effendi made new additions to the book, carrying it to 1731. The book includes the
names of all Ottoman Sultans and important administrators. 259 pages. 500 copies were
printed in 1733.
13- Kitab Tarih-i Naima (History, Naima): Naima worked as vak’a-nüvis (official
historian) for the Ottoman State. His work records events which took place between the
years 1591 (1000 of Hijret) and 1659. He begins with the theories put forward on the birth,
rise and fall of states and points out that reading history books contributes to the development
of every class in the society. 1478 pages. 500 copies were printed in 1734.
14- Tarih-i Rashid (History, Rashid): Official historian Rashid Effendi recorded the events
in the Ottoman State between 1660 and 1721 to complement Naima’s History. The Paris
travels of Yirmisekiz Mehmed Çelebi were also added. It was printed in February 1741, which
indicates that books were not printed in the Matbaa-i Amire for almost seven years.
The reasons for this could be Mütteferika’s old age, his appointment away from Istanbul
for long periods, or the failure of printed books to fetch the desired income. 614 pages.
Printed as three volumes.
27
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
12- Takvim el-Tevarih (Kronoloji Cetvelleri): Kâtip Çelebi’nin yazdığı eser Âdem
Peygamber’den 1648’e kadar geçen olayları kronolojik bir sıra içinde sunmaktadır.
Buna Buhari Şeyhi Mehmed Efendi’nin yaptığı ek ile eser 1731 yılına kadar
getirilmiştir. Osmanlı sultanları ve bütün önemli yöneticilerinin isimlerini
içermektedir. 1733 Haziran’ında 259 sayfa olarak 500 adet basılmıştır.
13- Kitab Tarih-i Naimâ: Vak’a-nüvis yani devlet tarihçisi olarak çalışan
Naimâ’nın Osmanlı Devleti’nin 1591 (Hicri 1000 yılı) ile 1659 yılları arasındaki
olaylarını kaydeden eseri.
Devletlerin doğuşu, yükselişi ve düşüşü üzerine ileri sürülen tezlerden başlayarak,
tarih kitaplarının okunmasının her sınıf halkın fikirce yükselmesine katkısına işaret
edilmektedir. 1734 Ekim’inde iki ciltte toplam 1478 sayfa olarak 500 adet basılmıştır.
14- Tarih-i Râşid: Vak’a-nüvis Râşid Efendi’nin Naimâ’nın yukardaki kitabını
tamamlamak üzere 1660-1721 yılları arasındaki Osmanlı Devleti’ndeki olayları tespit
eden eseri. Yirmisekiz Mehmed Çelebi’nin Paris Seyahatnamesi de bu esere
eklenmiştir. Şubat 1741’de basıldığına göre, yedi yıla yakın bir süre Matbaa-i
Amire’nin eser üretmemiş olduğu anlaşılmaktadır.
28
15- Tarih-i Asım (History, Asim): Official historian Çelebizade Asim Effendi’s
appendix to Rashid’s History. Includes events between 1721 and 1728. 311 pages. Printed
in February 1741.
16- Ahval-i Gazavat der Diyar-ı Bosna (The state of the Bosnian Wars): Based on the
notes of Omar Effendi the Bosnian, it was arranged into a book by Ibrahim Muteferrika.
Gives an account of the wars with Austria in the region of Bosnia. 62 pages. Printed in
March 1741.
17- Kitab Lisan el-Acem el Müsemma bi Ferhengi Şuuri (On the Farsi Language,
also known as the Book by Shuuri): A dictionary of 22550 entries compiled by Shuuri
Hasan Effendi. It is acclaimed as the most reliable dictionary.
Muteferrika, due to his old age, was not personally involved in the preparation of the
book, leaving it to one his helpers, Ibrahim. 909 pages. Printed as two volumes in October
1742. Muteferrika printed five more maps apart from those included in his books: the Sea of
Marmara, the Black Sea, Iran, Egypt and Asia Minor.
The Harbinger of Tanzimat
Bunun İbrahim Müteferrika’nın yaşlanması, uzun süren görevlerle İstanbul’dan
ayrılması, basılan kitapların beklenen geliri sağlamamış olması gibi sebeplerden ileri
geldiği düşünülebilir. Üç cilt olan eser, toplam 614 yapraktan oluşmaktadır.
Mecmua-i Heyet el Kadim vel Cedid (Ancient and New Books of Astronomy) by a
Dutchman Andreas Cellarus was translated by Muteferrika. This book did not get
published and remained as a manuscript.
15- Tarih-i Asım: Vak’a-nüvislik yapmış olan Çelebizade Asım Efendi’nin Râşid
Tarihi’ne ek olarak hazırladığı ve 1721-1728 arasındaki olayları içeren eseri. 1741
Şubat’ında basılmış olup 311 sayfadır.
The fact that he rearranged the pictures in the book according to Turkish taste and Islamic
style proves that instead of copying the European style, he chose to present it in a way which
would be appreciated in his country. Ekmeleddin Ihsanoglu states:
16- Ahval-i Gazavât der Diyar-ı Bosna (Bosna Diyarı Savaşlarının Durumu):
Bosnalı Ömer Efendi’nin yazdığı notları esas alarak, kitap haline gelmesi için İbrahim
Müteferrika tarafından düzenlenmiştir. Avusturyalılarla Bosna bölgesinde yapılan
savaşları içermektedir. 1741 Mart’ında 62 sayfa olarak basılmıştır.
“An important point is that the cautious approach in Cihannuma has been replaced by a
less cautious one. A possible reason for this change might be that in the year following the
printing of Cihannuma, Muteferrika did not encounter the opposition he dreaded from the
religious and official circles, as was the case in Europe.
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
17- Kitab Lisan el-Acem el Müsemmâ bi Ferhengi Şuuri (Şuuri’nin
kitabı olarak tanınan Farsça dili kitabı): Şuuri Hasan Efendi tarafından
yazılmış olan sözlük 22.550 kelimeyi ihtiva etmektedir. En güvenilir Farsça
sözlük olarak kabul edilmektedir.
Kitabın yayına hazırlanmasıyla artık yaşlanmış olan Müteferrika’nın şahsen
uğraşamamış olduğu, bu görevi yetiştirdiklerinden bir İbrahim’in üstlendiği
bilinmektedir. 1742 Ekim’inde iki cilt halinde toplam 909 yaprak olarak basılmıştır.
Kitaplarında bulunan haritalar dışında Müteferrika’nın beş harita daha yayımladığı
biliniyor: Marmara Denizi, Karadeniz, İran, Mısır, Ön Asya.
Tanzimat’ın Habercisi
Basılmamış, el yazması olarak kalmış, Hollandalı Andreas Cellarius’tan çevirdiği
bir kitabı da vardır: Mecmua-i Heyet el Kadim vel Cedid (Eski ve Yeni Astronomi
Kitabı). Bu eserdeki resimleri yeniden Türk resim zevkine ve “İslam tarzı”na göre
düzenlemiş olması, Avrupa’yı aynen kopya etme yanlısı olmadığını, kendi ülkesinde
beğenilecek üslubu tercih ettiğini kanıtlamaktadır. Bu çeviriyi değerlendirirken E.
İhsanoğlu şu yargıda bulunuyor:
“Dikkati çeken bir husus, Cihannüma’daki çok ihtiyatlı tavrın yerini daha az ihtiyatlı
bir tavrın almasıdır. Bu tavır değişikliğinin muhtemel sebebi, Müteferrika’nın
Cihannüma’nın basılmasından sonra geçen bir yıl içerisinde, korktuğu gibi, kitabı
okuyan din ve devlet adamlarından Avrupa’dakine benzer bir muhalefetin gelmediğini
görmesidir. Müteferrika, konunun din ile alakasını, her ne kadar daha önce kullandığı
sözler veya ibareler ile ifade ediyor ise de, bunları aynı sıklıkla tekrar etmemekte ve
kendisine güven geldiğini hissettirmektedir.”
Ayrıca, bütün Batı ve Doğu dillerini içeren bir sözlüğü tasarladığı fakat ölümünün
gerçekleşmesini engellediği biliniyor.
Although he uses the same expressions when he mentions the relation of the
subject to religion, he does not repeat them often and gives us the sense that he
has gained self confidence.”
Muteferrika also had plans to prepare a dictionary comprising all eastern and
western languages but it did not materialize, due to his death.
These facts prove that Muteferrika should be considered a scholar and a thinker. His
efforts in the selection, writing, translation and revising of the books, and his effectiveness in
the forewords he wrote for books not his own show that he had a rather progressive
personality for the age he lived in. He considered History ‘a subject full of admonition for the
whole world’ and saw it as a directive extending beyond writings of praise or legend.
However, he was not satisfied with being a thinker or a writer; he was also interested in
map making. In one of his comments in Cihannuma the importance he places on the matter
is clear: “Some ignorants have treated maps as pictures and left them out after scribing the
book. Even if they repent, it is of no use. May God punish them and shorten their lives”.
He also participated in the technical areas of his profession. He not only had material
brought from Europe for his printing house, but he made use of materials and technicians of
the existing presses owned by non-Muslims in Istanbul. There is a strong possibility that the
characters were cast locally.
In their article titled ‘From inscribing to printing’, E. Ihsanoglu and H. Aynur study the
transformation in the design of books with the advent of this technology. They state “Similar
to the first printed books in Europe called incunabula (cradle, referring to the infancy period
of printing), the books printed in the Ottoman State were also given their last shape by hand.
Presently, the Süleymaniye Library houses 13 copies of Cihannuma printed by Muteferrika.
Under close study, each book has a different hand-drawn title and margin lines. The
drawings and figures were hand painted in different colours and shades. Each copy has a
29
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
Bu bilgiler Müteferrika’yı bir bilim adamı, bir düşünür olarak kabul etmemiz
gerektiğini kanıtlamaktadır. Kitaplarını seçmede, yazmada, çeviriler yapıp eklemedeki
çabalarına ek olarak kendisinin olmayan eserlerde bile önsözlerdeki etkenliği, çağının
en ilerisinde bir kişiliği bulunduğunu göstermektedir.
different number of drawings and figures. Among the Cihannuma editions there are only
three whose margins and titles have not been drawn, the drawings and figures not painted
and still in the printing stage. These 13 copies also have different bindings. One copy, which
is especially interesting, is a hand-scripted copy of Cihannuma.
Tarih bilimini “cihana ibret olacak yüce değerli” bir konu sayması, öykü ya da övgü
hedefleyen yazımların dışında yönlendirici bir alan olarak kabul ettiğinin işaretidir.
Ancak, sadece düşünür ve yazar olmakla yetinmediğini, matbaacılık sanatında fiilen rol
oynadığını da biliyoruz. Haritalar çiziyordu.
The whole printed book was copied by hand from the first page, with the title decorated in
colour, to the last page including the printing information, to resemble a printed copy.”
Cihannüma’daki bir kaydında “haritayı boşuna resim yapmak sanan cahiller kitabı
yazıp şeklini kısmışlardır, ah ederlerse de ne çare hak belâ vere, ömrü kısala” diyecek
kadar bu hususa önem verir. Mesleğin teknik alanlarında da görev alıyordu.
Matbaası için Avrupa’dan malzeme getirtmekle yetinmemiş, İstanbul’da mevcut
olan gayrimüslimlere ait matbaaların malzemeleri ve teknisyenlerinden de
yararlanmıştır. Harflerin İstanbul’da dökülmüş olması ihtimalinin kuvvetli olduğu ileri
sürülmüştür.
E. İhsanoğlu - H. Aynur’un “Yazmadan Basmaya Geçiş” konusunu işleyen
makalesi, bu teknolojinin gelişiyle kitabı biçimlendirme yöntemindeki değişikliği
incelediği için konumuz açısından önem taşıyor. İlgili kısmını aynen aktarıyoruz:
“Avrupa’nın incunabula denilen ilk baskı kitaplarında (Beşik kitaplar) olduğu gibi
ilk Osmanlı basmalarında da kitaba son şekil elle verilmektedir. Müteferrika baskısı
olan Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sının Süleymaniye kitaplığında bulunan 13
nüshasının incelenmesi sonucu her birinin ilk sayfaları ile baskıdan sonra elle çizilen
serlevha ve cetvelleri farklılık gösterdiği gibi, nüsha içinde bulunan şekillerin de farklı
renk ve tonlarda elle renklendirildiği anlaşılmaktadır.
Mevcut nüshaların her birinde resim ve şekil sayısı birbirinden farklıdır. Cihannüma
nüshaları arasında çerçevesi yapılmamış, serlevhası, şekil ve resimleri boyanmamış, yani
30
The authors also point out that old and new techniques were used in presenting the name
of the author, the place and the date of printing. The ‘nesih’ style of Arabic script was
preferred, indicating that there was no departure from the style of writing. The advent of the
printing press did not cause a rapid transformation in the Ottoman society, but contributed in
a manner suitable to the properties of its structure. In the Islamic communities of the period,
communication was in the form of letter writing, especially between merchants. However,
this provided a communication of information limited to only a few people. The importance
of the European enterprise was that along with the printing of books, news leaflets (later
newspapers) were presented to the public. Since everyone could buy them, now all
individuals had access to news.
This improvement enabled the Protestant movement in Christianity to gain impetus and
also strengthened the bourgeoisie. Muteferrika’s target from the beginning was the higher
scientific minds. As previously mentioned, the Ottomans had a state-controlled economic
structure – as in the ancient societies of the East – making it difficult to address the general
public and making a bourgeoisie non-existent.
Therefore it is clear that Muteferrika was wise in his decision. He knew that first of all a
certain degree of awareness had to be built among the high-ranking
officials of the State. His endeavour would have been to
introduce the printing press to the public
without a problem.
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
matbaada basıldığı gibi olan nüsha sayısının ise az olması –13’ten sadece 3’ü– dikkat
çekicidir. Bu 13 nüshanın her birinin ciltleri de birbirinden farklıdır.
Özellikle dikkati çeken bir nüsha ise, Cihannüma’nın matbu nüshaya benzetilerek
elle yapılmış olanıdır. Zira bu nüsha basılı bir nüshadan olduğu gibi, diğer bir deyişle
baştan en sonuna kadar son sayfada yer alan baskı kaydı dahil olmak üzere istinsah
edilmiş ve giriş sayfasının serlevhası renkli olarak süslenmiştir.”
Kolofon, yani kitabın yazarı, basıldığı yer, tarih gibi bilgileri içeren kısımda da eski
ve yeni yöntemler birlikte kullanıldığı gibi, nesih yazı türünün tercih edilmesini de
yazma üslubunun tam terkedilmemesi olarak değerlendirmektedirler.
However, it would take another hundred years to establish it as an effective social tool.
The imperial printing house and the books Muteferrika published had an impact on the
cultural life of the Ottomans.
Matbaasını, toplumu etkileyişi açısından ele alırsak, ani ve hızlı bir değişme
getirmediği, Osmanlı yapısının özelliğine uygun bir katkıda bulunduğu farkedilir. O
çağın İslam toplumlarında da, kişiler özellikle tüccarlar arası mektuplaşmalarla
haberleşmenin var olduğu bilinmektedir. Tabii ki bunlar iki veya birkaç kişi arasında
kalacak bilgilerin aktarılmasından fazlasını sağlamamaktaydı.
Orlin Sabev’s latest study sheds light on this matter. During his research on
Tereke Defterleri (Inventory of a deceased person’s estate) he came across records
belonging to Muteferrika which include interesting detail:
Avrupa’daki girişimin özelliğini ise, kitap yayınının yanısıra haber yapraklarının da
–ki daha sonra gündelik gazeteye dönüşecektir– piyasaya çıkması oluşturur. Bunları
her isteyen alabildiği için bilgi ve haber her bireye ulaşabilmekteydi. Gutenberg’den
yarım yüzyıl sonra Hıristiyanlıktaki Protestan din akımının büyük bir ivme
kazanmasında, burjuva sınıfının güçlenmesinde bu yaygınlaşma başlıca etken
olmuştur. Müteferrika’nın girişimi ise daha başlangıçta en üst düzey bilim alanını
hedef almıştı. Evvelce de bahsettiğimiz gibi devlet kontrollü bir ekonomik yapıya sahip
olan Osmanlı’da –daha önceki Doğu toplumlarında olduğu gibi– toplumun tabanına
yönelmek için henüz ortam oluşmamıştı.
Burjuva sınıfı yoktu. Dolayısıyla Müteferrika’nın bilinçli bir tercih yaptığını
söyleyebiliriz. Öncelikle devletin en üst düzey kademelerindeki kadroların
bilinçlendirilmesi gerektiğini farketmişti. Dolayısıyla rolü, matbaayı sorunsuz bir
On his death, his collection housed about 100 books in Arabic, Farsi and Turkish along
with 36 map books written in Latin.The bulk of his wealth was made up of remainder books
from his press. The sales records of these books are important in depicting the interest the
public had for art and scientific books. Only one copy remained of the 500 copies of Vankulu
Dictionary printed in two volumes.
Of the following five books (Tuhfet el-Kibar, Tarih-i Seyyah, Tarih-i Hind-i Garbi,
Tarih-i Timur, Tarih-i Mısr) 3700 copies were printed and 1114 remained unsold. The
stocks had 235 of the 500 copies of Gülshen-i Hulefa, and 84 copies of Grammaire Turque,
of which 1000 copies were printed. Hence, during the most productive period of the first
19 months 6200 books were printed and 4766 copies were sold,
indicating that 77% had captured people’s interest.
Approximately 251 books were sold each month, which clearly shows the dynamism
attained in view of the conditions of the period. One should bear in mind that in the
beginning this market existed only in Istanbul, and the system for distribution to other
31
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
şekilde topluma kabul ettirmek olarak belirtilebilir. Bunun etkili bir toplumsal araç
haline gelmesi için yüz yıl daha beklemek gerekecektir. Matbaa-i Amire’nin,
Müteferrika’nın yaşamı süresinde ürettiği kitapların Osmanlı kültür yaşamında nasıl
bir etki doğurduğunu göstermek için, bu konuda en son yayımlanan ve en yeni bilgiler
veren Orlin Sabev’in çalışmasından yararlanacağız.
Tereke Defterleri üzerinde yaptığı araştırma sırasında bulduğu Müteferrika’ya ait
kayıtlar önemli bilgiler içermektedir: Ölümünde, evindeki kolleksiyonunda Arapça,
Farsça ve Türkçe olarak, çoğu siyaset, tarih, coğrafya, astronomi ile ilgili yüz kadar
kitap bulunmuştur. Ayrıca çoğu harita mecmualarından oluşan 36 Latince kitap
çıkmıştır. Servetinin asıl büyük kısmını kendi bastığı kitaplardan kalmış olanlar
oluşturuyordu. Bunların satış sayıları, toplum tarafından yeni sanata ve yayımladığı
bilim eserlerine ilginin derecesini göstermek açısından önemlidir. İki cilt halinde 500
adet basılan Vankulu Lügati’nden elde sadece bir nüsha kalmış. Onun arkasından
basılan 3700 adet beş kitaptan (Tuhfet el- Kibar, Tarih-i Seyyah, Tarih-i Hind-i Garbi,
Tarih-i Timur, Tarih-i Mısr) satılamamış olanlar 1114’tür. 500 adet basılan Gülşen-i
Hulefa’nın 235’i ve bin adet basılan Grammaire Turque’ün 84’ü depoda kalmış.
Böylece, matbaanın en canlı dönemi olan ilk 19 aylık sürede basılan 6200 kitaptan
4766’sının yani yüzde 77’sinin ilgi görmüş olduğu anlaşılıyor. Yuvarlak hesapla her ay
251 kitabın satıldığı söylenebilir ki, o dönemin koşullarında büyük bir dinamizme
ulaşıldığı kesindir. Unutmamak gerekir ki bu piyasa başlangıçta sadece İstanbul’da
vardı ve henüz imparatorluğun çeşitli eyaletlerine dağıtım mekanizması kurulmamıştı.
Bu arada en çok satılmış olanların iki dil kitabı, Vankulu ve Türkçe Gramer olması da
dikkati çekicidir. Patrona ayaklanması sebebiyle geçirilen durgunluktan sonra 1732 ile
32
provinces had not yet been established. It is also interesting that the books that sold the most
were two language books: The Vankulu Dictionary and Turkish Grammar. After the
stagnant period following the Patrona Revolt, during the years between 1732 and 1742, the
list of the books printed and the number of unsold books are given as:
Usul el-Hikem + Füyuzat + Ahval-i Gazavat
1500
240
Cihannuma
500
249
Naima History
500
112
1000
335
500
409
Rashid History+Çelebizade History
On Farsi Language
The important fact is that although the sales were lower than the previous period, still a
rate of 67% was possible. But comparing the two periods, in the last ten years only 22 books
were sold per month. Because of his old age and his appointments abroad, Muteferrika might
not have had enough time and energy to handle the matters. In essence, during his final
years, printing went through a period of inactivity. It would be in the 1820’s that it could
actually serve the general public.
Ibrahim Muteferrika’s endeavour received acclaim not only within the country but also
abroad. Professor Holderman of Collége de France wrote an article in 1730 on the
establishing of the printing press. A Latin manuscript of 11 pages dated 1733-1734 was
found by Machiel Kiel in the Dutch State Archives, which gives interesting detail on the first
books printed. Kiel states that the style of the text brings to mind that Muteferrika could have
written it.
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
1742’deki sonuncu arasındaki on yılda yayımlanan kitapların baskı sayıları ve
satılamayan adetlerinin listesi şöyledir:
Usul el-Hikem + Füyuzat + Ahval-i Gazavat 1500
240
Cihannüma
500
249
Naimâ Tarihi
500
112
1000
335
500
409
Raşit Tarihi + Çelebizade Tarihi
Kitab Lisan el-Acem
Burada dikkati çeken kitapların öncekinden az da olsa yüzde 67’lik bir satışa
ulaşmış olmasıdır. Demek ki hâlâ rağbet görüyorlardı.
Buna karşılık on yıllık süre içinde ay başına düşen miktar hesaplanırsa,
öncekinden on defa daha az sadece 22 kitabın satıldığı ortaya çıkar.
Bu sonuçta Müteferrika’nın yaşlanmış olması ve zaman zaman yurtdışı
görevlere gitmesi sebebiyle yeterince ilgilenememiş olmasının rolü bulunduğu
söylenebilir. Esasen onun son yıllarında büyük duraksama geçiren matbaacılığın bütün
topluma hizmet verebilmesi için 1820’leri beklemek gerektiği biliniyor.
What is more interesting is that his book titled ‘Scientific Methods in the Structure of
Nations’ was translated into French and published in 1796 by Baron Reviczki under the
title of ‘Traité de la Tactique ou Méthode Artificielle pour Ordonnance des Temps’ (Book
on tactical or technical methods for the structure of Armies).
Muteferrika is known to have died in 1745, but on his tombstone the date appears as
1747. Some suggest that this could be due to a delay in the erecting of the stone.
The engraved epitaph is a section from a long elegy written for him by Nevres the poet. In
this poem, he is depicted as a brave young man who spent his time gathering knowledge and
wisdom, reviving sciences, and eliminating doubts, who was fluent in Islamic languages, and
who knew everything.
It is also mentions that he printed more than 100 books, and in this way influenced the
public with the art that he successfully carried out all by himself. We join Demeerseman in
stating that he took his rightful place in history by pronouncing the necessity of Tanzimat one
hundred years earlier.
He was buried first at the Aynalıkavak Cemetary of Okmeydanı in Istanbul; his tomb was
transferred to the Galata Mevlevihane graveyard in 1942.
İbrahim Müteferrika’nın çabaları sadece ülke içinde değil ülke dışında da ilgi
görmüştür. Matbaanın kuruluşu hakkında Collége de France’ın profesörlerinden
Holderman 1730’da yazı yazmıştır. Machiel Kiel’in Lahey’deki Hollanda Devlet
Arşivi’nde bulduğu 11 sayfalık 1146 tarihli (1733-1734) Latince bir yazma da ilk
yayımlanan kitaplar hakkında ilginç bilgiler vermektedir. Kiel, yazının üslûbuna
bakarak metnin Müteferrika tarafından yazılmış olabileceğini belirtmektedir.
Asıl ilginci, Milletlerin Düzeninde İlmî Usuller isimli kitabının 1769 yılında Baron
Reviczki tarafından Fransızca’ya çevrilip Traité de la Tactique ou Méthode Artificielle
pour Ordonnance des Temps (Orduların Düzenlenmesi İçin Taktik ya da
Teknik Yöntem Kitabı) adıyla yayımlamış olmasıdır.
Müteferrika’nın 1158 (1745)’de öldüğü bilinmesine karşılık, mezar taşında 1160
(1747) kaydı vardır. Bunun taşın sonradan konmuş olmasından ileri geldiği ileri
sürülmüştür. Kitabeye, şair Nevres’in onun hakkında yazdığı uzun mersiyenin bir
kısmı hakkedilmiştir.Bu şiirde, vaktini fenler ve hikmetler toplamaya harcayan, ilimleri
yeniden canlandıran, tereddütleri dağıtan, İslam dillerini bülbül gibi bilen,
bilmediği şey olmayan bir yiğit olarak tanımlanır.
Yüzden fazla basılmış kitabı bulunduğu bile ileri sürülmektedir. Anlaşılıyor ki,
tek başına gerçekleştirmeyi başardığı sanat ile toplumu son derece etkilemiştir.
Bu niteliğiyle, Demeerseman’ın fikrine katılarak, Tanzimat’ın gerekliliğini
yüz yıl önce haber veren kişi olarak tarihte yerini almış olduğunu söyleyebiliriz.
Önce İstanbul’un Okmeydanı’nda, Aynalıkavak kabristanına defnedilen İbrahim
Müteferrika’nın kabri 1942 yılında Galata Mevlevihanesi haziresine nakledilmiştir.
33
türk matbaacılığının piri olarak ibrahim müteferrika
İbrahİm müteferrİka
bİblİyografİsİ
Abdurrahman,
“Türkiye’de İlk Harita Basımı ve İlk Asrî
Matbaa”, Haritacılar Mecmuası,
no. 1-4, 1933-34.
Adıvar, Adnan,
Osmanlı Türklerinde İlim,
Maarif Matbaası, İstanbul, 1943.
Afyoncu, E.,
“İbrahim Müteferrika”,
İslam Ansiklopedisi, Diyanet Vakfı,
İstanbul.
Papiererzeugung im Osmanischen Reiche,
Reichsdruckerei,
Berlin, 1931.
______, Müteferrika ve Osmanlı Matbaası
(Stambuler Buchwesen im 18.
Jahrhundert), çev. ve yay.haz. Nedret
Kuran Burcoğlu, Tarih Vakfı Yurt Yay.,
İstanbul, 2004.
Basım ve Yayıncılığımızın 250. Yılı
Bilimsel Toplantısı, 10-11 Aralık 1979,
Türk Kütüphaneciler Derneği, Ankara.
Afyoncu, E.,
“İlk Türk Matbaasının Kurucusu
Hakkında Yeni Bilgiler”,
Belleten, 2001, c. LXV, no. 243,
ss. 607-622.
Baysal, Jale,
Müteferrika’dan
Birinci Meşrutiyet’e kadar Osmanlı
Türklerinin Bastıkları Kitaplar, İstanbul,
1968.
Ahmed Refik,
“Onikinci Asrı Hicri’de İlk Osmanlı
Matbaası”, İkdam, no. 7216, 7236, 7250,
1917.
______, “II. Rakoczi Ferenc’in çevirmeni
Müteferrika İbrahim ve Osmanlı
Türklerinin ilk bastıkları kitaplar”, TürkMacar Kültür münasebetleri ışığı altında
II. Rakoczi Ferenc ve Macar Mültecileri
Sempozyumu,
İÜ Edebiyat Fakültesi,
1976, ss. 217-225.
______, “İstanbul’da ilk matbaa”,
İkdam, no. 8924, 18 Ocak 1922.
Akbayar, Nuri,
“Osmanlı Yayıncılığı”,
Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye
Ansiklopedisi, 1985.
Akyüz, Yahya,
İlk Türk Matbaası
ve Eğitim Tarihimizdeki Yeri,
Milli Eğitim, 1988, sayı 76.
Armağan, Mustafa,
“Ah Bir Matbaa Erken Gelseydi”, Tarih ve
Düşünce, 2003 Haziran/Temmuz, ss. 1223.
Asım, N.,
“Türk Matbaacılığı”,
Türk Tarih Encümeni Mecmuası, no. 2,
1929, ss. 46-48.
Aygün, Abdürrahman,
“Türkiye’de İlk Harita Basımı ve
İlk Asri Matbaa”, Haritacılar
Mecmuası, c. IV, ss. 83-88.
Babinger, Franz,
“Stambuler Buchwesen Im 18.
Jahrhundert”, Deutscher Verein für
Buchwesen und Schrifttum, Leipzig, 1919.
______, Zur Geschichte der
34
BIBLIOGRAPHY of
IBRAHIM MUTEFERRIKA
______, Cennetlik İbrahim Efendi (İbrahim
Müteferrika oyunu),
Cem Yay., İstanbul, 1992.
Berkes, Niyazi,
“İlk Türk Matbaası Kurucusunun
Dini ve Fikri Kimliği”, TTK Belleten, c.
XXVI,
no. 104, Ankara, 1962.
______, “Bir Not”,
TTK Belleten, no. 109,
Ankara, 1964.
______, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ankara,
1973.
______, “Unitarianizm ve Matbaa”,
Felsefe ve Toplumbilim Yazıları, Adam,
İstanbul,
1985, ss. 85-103.
Binark, İsmet,
Eski Kitapçılık Sanatlarımız,
Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1975.
______, “Türkiye’ye Matbaanın Geç
Girişinin İçtima-i Ruhi Sebepleri”, VII.
Türk Tarih Kongresi, c. 2 , Ankara, 1981.
Birge, J.K.,
“The Printing of Books in Turkey in the
Eighteenth Century”,
Moslem World, c. XXXIII,
1943, ss. 292-294.
Bodrumlu, A.Galanti,
Türkler ve Yahudiler, İstanbul, 1928.
Carleson, Edward,
İbrahim Müteferrika Basımevi ve Bastığı İlk
Eserler, yay.haz.
Mustafa Akbulut, TDK,
Ankara, 1979.
Celcius, Magnus Ol,
Historia Bibliothecae Stockholmensis,
Holmiac 1751, ss. 195-205 (Babinger
kaynağı).
Chauvin, Victor,
“Notes pour l’Histoire de l’Imprimerie à
Constantinople”
(Babinger kaynağı).
Clogg, Richard,
An Attempt to Revive Turkish Printing in
Istanbul in 1779, IJMES, no. 10, 1979.
Coşan, M.Esad,
“Matbaacı İbrahim Müteferrika ve Sema
Hareketleri”, Coğrafi Araştırmalar, c. II,
İstanbul, 1958.
Darkot, B.,
“Kâtip Çelebi İbrahim Müteferrika ve
Sema Hareketleri”, Coğrafi Araştırmalar, c.
II, İstanbul, 1958.
Demeerseman, A.,
“Les Tous Premiers Débuts du Modernisme
en Islam”, IBLA (Institut des Belles Lettres
Arabes), c. 17, 1954, ss. 328-335.
______, “Une étape décisive de la culture et de
la psychologie islamique: les données de la
controverse autour du problème de
l’imprimerie”, IBLA, c. 17, 1954, ss. 1-48, 113140.
Demirel, Şahap,
“İbrahim Müteferrika’nın Füyuzat-ı
Miknatisiye adlı Kitabı”, AÜ DTCF
Atatürk’ün 100. Doğum Yıldönümüne
Armağan Sayısı, Ankara, 1982.
Duverdier, Gerald,
“İlk Türk Basımevinin Kuruluşunda İki
Kültür Elçisi: Savary de Brèves ile İbrahim
Müteferrika”, çev. Türker Acaroğlu,
Belleten, c. 56, no. 215, 1992.
Efdalettin,
“Memaliki Osmaniye’de
Tıbaatın Kadimi”, Tarihi Osmani
Encümeni Mecmuası, cüz 40, 1918, ss.
242-248.
Ehrensvard,U.–Abrahamovitz, Z., “Two
Maps Printed by Ibrahim Müteferrika in
1724-1725 and 1729-1730”, Svenska
Forskningsinstitutet i İstanbul Meddelahden,
no. 15, 1990,
ss. 46-66.
Ergürbüz, Şefik,
Matbaacılık Tarihi,
Işıl Kitabevi, İzmit, 1947.
Ernesti, J.H.G.,
Die wohleingerichtete Buchdruckerey,
Nürenberg, 1735; aynı makalenin yeniden
basımı: “Der Erste Türkische
Buchdrucker”, Europa, 1878, no. 25, s.
775-782 (Babinger kaynağı).
Ersoy, Osman,
Türkiye’ye Matbaanın Girişi ve İlk Basılan
Eserler, AÜ DTCF, 1959.
______, “İlk Türk
Basımevinde Basılan
Kitapların Fiyatları”,
Basım ve Yayıncılığımızn 250. Yılı
Toplantısı, Ankara, 1980.
Ertuğ, H.R.,
“Arap Harfleriyle İlk Basımlar”, Basım ve
Yayıncılığımızın
250. Yılı Toplantısı, ss. 9-14.
Fekete,
“Osmanlı Türkleri ve Macarlar”,
TTK Belleten, c. XIII, no. 52, 1949.
Gdoura, W.,
Le Début de L’imprimerie
Arabe à Istanbul et en Syrie
(1706-1787), Institut
Supérieur de Documentation, Tunus,
1985.
Eserin Kaynaklarıyla İlgili Bir Araştırma”,
çev. H.G. Yurdaydın,
Belleten, c. XLIX, no. 195,
1985, ss. 667-691.
Gökbilgin,
“Müteferrika”,
İslam Ansiklopedisi, l860.
Gündüz, Mahmut,
“Matbaanın Tarihçesi ve
İlk Kur’anı Kerim Basmaları”, Vakıflar
Dergisi, XII.
İbrahim Müteferrika,
Milletlerin Düzeninde İlmi Usuller,
sadeleştiren Ömer Okutan,
MEB, İstanbul, 1990.
İhsanoğlu, Ekmeleddin,
Büyük Cihad’dan
Frenk Fodulluğuna, İstanbul, İletişim,
1996.
İhsanoğlu, Ekmeleddin –
Aynur, Hatice,
“Yazmadan Basmaya Geçiş: Osmanlı
Basma Kitap
Geleneğinin Doğuşu 1729-1848”, Osmanlı
Araştırmaları,
XXII, İstanbul, 2003, ss. 219-255.
İnuğur, M.N.,
Basın ve Yayın Tarihi,
İstanbul, 1982.
İskit, Server,
Türkiye’de Neşriyat Hareketleri Tarihine
Bir Bakış, İstanbul, 1939.
Jeltyakov,
Türkiye’nin Sosyo-Politik ve
Kültürel Hayatında Basın 1729-1908,
Basın Yayın Genel Müdürlüğü, Ankara,
1979.
Kabacalı, Alpay,
Türk Kitap Tarihi,
İstanbul, 1989.
______, Başlangıçtan
Günümüze Türkiye’de Matbaa, İstanbul,
2000.
Gerçek, Selim Nüzhet,
Türk Matbaacılığı
İbrahim Müteferrika Matbaası, Devlet
Basımevi, İstanbul, 1939.
Kaçalin, Mustafa S.,
“İmre Karacson, Müteferrika İbrahim”,
Müteferrika, no. 4, İstanbul, 1994.
Goodrich, T.D.,
“XVI. Yüzyıla ait Tarih-i Hind-i Garbi adlı
Kaldy Nagy, Gy.,
“Beginnings of the
İBRAHİM MÜTEFERRİKA A PIONEER IN TURKISH PRINTING
Arabic Letter Printing in the Muslim
World”,
The Muslim East Studies in Honour of
Julius Germenn, Lorand Eötuös, ed.
Kaldy Nagy, Budapeşte Üniversitesi,
1974.
Kaplan, Yusuf,
“Osmanlılarda Matbaa:
Bir Medeniyet Krizi Sorunu”,
Osmanlı, ed.
Gül Eren,
c. 7, Ankara, 2000.
Karacson, İmre,
“İbrahim Müteferrika”,
TOEM, cüz 1, İstanbul,
1326 (1908).
Dini Araştırmalar,
c. 2, no. 5, 1999.
Kun, Halasi,
“İbrahim Müteferrika”,
İslam Ansiklopedisi.
Kurtoğlu, Feyzi,
“Türkiye’de Matbaacılığın
Nasıl Başladığını
Gösteren Bir Vesika”,
Resimli Şark, Haziran 1936,
s. 14.
L., C., “Die Erste Türkische
Buchdruckerei”, Frankfurter Zeitung,
Morgenblatt, 5 ve 7 Şubat 1878
(Babinger kaynağı),
Karal, Enver Ziya,
“Ahmed III”,
İslam Ansiklopedisi.
Maden, Sait,
“Başlangıçtan Bugüne Türk Grafik Sanatı:
Müteferrika Dönemi”, Mimarlık ve Görsel
Sanatlar Dergisi, no. 1, İstanbul, 1979.
Karamanlıoğlu, A.F.,
“Kültür Tarihimizde
Matbanın Yeri”, Türk Kültürü, c. 9, no.
100, 1971, ss. 311-313.
______, “İbrahim Müteferrika İçin
Yeniden Değerlendirme Çalışması”,
Milliyet Sanat, Şubat 1980.
Kazancıgil, Aykut,
“Lale Devrinde Bilim Hayatı”, İstanbul
Armağanı,
c. 4, İstanbul, 2000.
Keskioğlu, O.,
“Türkiye’de matbaa tesisi
ve Mushaf Basımı”,
AÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi,
c. 15, 1967, ss. 121-139.
Kiel, Machiel,
“Osmanlı Matbaasının
Kuruluşu ve Başlangıcı”,
Müteferrika ve Osmanlı Matbaası,
ss. 63-88 ve 93-103.
Kirchner, Joachim,
“Türkischer Buchdruck”,
Lexikon des Buchwesens, II, 1953, s.
801.
Koloğlu, Orhan,
Basımevi ve Basının Gecikme Sebepleri ve
Sonuçları, Gazeteciler Cemiyeti Yay.,
İstanbul, 1987.
Korkmaz, Şerif,
“İbrahim Müteferrika ve
İlk Türk Matbaası”,
Mordtmann, J.H.,
“İbrahim Müteferrika”, The
Encyclopaedia of Islam, 1927.
______, “Stambuler Buchwesen im 18.
Jahrhundert”, Der Islam, II, l927, s.
439.
Mystakidis, B.A.,
“Hükümeti Osmaniye Tarafından İlk
Tesis Olunan Matbaa ve Bunun
Neşriyatı”, TOEM, cüz 5, 1910, s. 325.
Necatioğlu, Halil,
Matbaacı İbrahim-i Müteferrika ve
Risale-i İslamiye, Ankara, 1982.
Necip Asım,
“Türk Matbaacılığı”, Türk Tarihi
Encümeni Mecmuası, I, 1929, s. 47.
Nuhoğlu, Hidayet,
“Müteferrika Matbaasının Kurulması
İçin Verilen Fetva Üzerine”, Bildiri
Basım ve
Yayıncılığımızın 250. Yılı Toplantısı,
Ankara, 1979.
______, “Müteferrika Matbaası ve Bazı
Mülahazalar”, İstanbul Armağanı, c. 4,
İstanbul, 2000.
Omont, Henri,
“Documents sur l’Imprimerie à
Constantinople au XVIIIe Siecle”,
Revue des Bibliotheques, Paris , 1895, ss.
185-200 ve 228-236 (Babinger kaynağı).
______, “Nouveaux documents sur
l’imprimerie à Constantinople au
XVIIIs siècle, Revue des Bibliothèques, c.
XXXIII, 1926, ss. 1-10
Osmanlı Coğrafya Literatürü Tarihi, ed.
Ekmeleddin İhsanoğlu, IRCİCA,
İstanbul, 2000.
Reichmuth, S.,
“Islamic Reformist Discource in the
Tulip Period (1718-30) Ibrahim
Müteferrika and his arguments for
printing”,
IRCICA Osmanlı Kongresi
12-15 1999, 2001,
ss. 149-161.
Reinaud, Joseph Touss,
”Notice des Ouvrages Arabes, Persans
Turcs et Français imprimés à
Constantinople”, Bulletin Universel des
Sciences, c. XIX, Paris, 1831, ss. 271288.
Sabev, Orlin,
Parvoto Osmansko Pateshestvie v Sveta
na Pechatnata Kniga
1726-1746 (Matbu kitap dünyasına ilk
Osmanlı Seyahati), Avangard Prima,
Sofya, 2004.
Sarıcaoğlu, Fikret,
“Cihannüma ve Ebubekir b. Behram edDımeşki - İbrahim Müteferrika”,
Bekir Kütükoğlu’na Armağan,
İstanbul, 1991.
Schmidt, E.-Weissenfels, Zwölf Buchdrucke, 1878, “Der Erste Türkische
Buchdrucker”, ss. 48-62 (Babinger
kaynağı).
Schnurrer, Christoph
Friedrich von,
De Typographia Turcica
Constantinopolitano Oratio Decani,
Tübingen, 1788 (Babinger kaynağı).
Shamseddin al-Rıfai,
Tarikh al Sahafa al Suriyya, Dar al
Maarif bi Mısr, 1969.
Seyler, Georg Daniel,
“De Fatis Artis Typographicaein
Turcia”, Oratio ocularis, Elbing, 1740
(Babinger kaynağı).
Simonffy, Aladar von,
İbrahim Müteferrika Türkiye’de
Matbaacılığın Banisi, çev. Faruk Yener,
Başvekalet Matbaası, Ankara, 1945.
Strübe, Rudolf,
“Die Einführungs des Buchdruckeins
der Türkei”, Zeitschrift des Deutschen
Vereins für Buchwesen und Schrifttum, c.
I, ss. 9-10, Leipzig, 1918 (Babinger
kaynağı).
Sungu, İhsan,
“İlk Türk Matbaasına Dair Yeni
Vesikalar”, Hayat Mecmuası,
no. 73, 1938, ss. 9-15.
Şen, Adil,
İbrahim Müteferrika ve
Usulü’l Hikem fi Nizamü’l-Ümem,
Diyanet Vakfı, Ankara, 1995.
Temir, Rana,
“İlk Türk Matbaasının Kurucusu
İbrahim Müteferrika Üzerine Yeni
Bilgiler”, Türk Kültürü,
no. 321, Ankara, 1990.
Toderini, Giambatista,
İbrahim Müteferrika Matbaası ve Türk
Matbaacılığı, çev. Rikkat Kunt, İstanbul,
1990.
Tonta, Yaşar,
“Ahmet Rasim’in İbrahim
Müteferrika ve Matbaacılık Üzerine
Yazdıklarının İncelenmesi”,
Hacettepe Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Dergisi, c. 3,
no. 1, Ankara, 1985.
Topdemir, H.G.,
İbrahim Müteferrika ve Türk
Matbaacılığı, Kültür Bakanlığı, Ankara,
2002.
Unat, Faik Reşit,
“İlk Türk Matbaası”,
Radyo Dergisi, II, 1943.
Usta, Ahmet,
“İbrahim Müteferrika’nın
Risalei İslamiyesi,
Eserin Dindar Tarih Açısından Tahlili
ve Günümüz Türkçesine Çevirisi”
(yayımlanmamış doktora tezi),
19 Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Samsun, 1991.
Ünver, Süheyl,
“İbrahim Müteferrika’nın
Bilimsel Yönüyle Yayınlarındaki
Özellikler”, Basım ve Yayıncılığın
250. Yıl Kongresi, Ankara, 1979.
______, “Bilimsel Yönüyle İlk Türk
Matbaasının Kurucusu
İbrahim Müteferrika Üzerine
Yeni Bilgiler”,
Türk Kültürü, no. 321,
Ankara, 1990.
Wahid Gdoura,
Le Début de L’imprimerie Arabe à
Istanbul et en Syrie 1706-1787, Institut
Superieur de Documentation, Tunis,
1985.
Watson, W.J.,
“Ibrahim Müteferrika and Turkish
Incunabula”, Journal of the American
Oriental Society, c. 88, 1968, ss. 435441.
Weil, Gotthold,
“Die ersten Drucke der Türken”,
Zentralblattfür Bibliothekwesen, Leipzig,
1907, s. 49-61 (Babinger kaynağı).
Yazmadan Basmaya, Müteferrika,
Mühendishane, Üsküdar, yay.haz. Turgut
Kut - Fatma Türe, YKY, İstanbul, 1996.
Yediyıldız Mustafa Asım, “İbrahim
Müteferrika”, Vakıflar Dergisi, Ankara,
1991.
Yılmaz, Coşkun,
“Hezarfen bir Şahsiyet: İbrahim
Müteferrika ve Siyaset
Felsefesi”, İstanbul Armağanı,
c. 4, İstanbul, 2000.
______, “İbrahim Müteferrika”,
Tarih ve Düşünce,
Haziran/Temmuz 2003, s. 24-30.
35
Zâtü’l-kürsü
Kürsülü Alet
Instrument with pedestal
36
OSMANLI COĞRAFYA v e
ASTRONOMİ TARİHİNDE
CİHÂNNÜMÂ
IN THE HISTORY of ottoman
geography and ASTRONOMY
Mu s ta fa Ka ç a r
rtaçağ İslam coğrafyacılığı, matematik tabanlı olmayıp daha çok anlatıma
dayalıdır. İslam dünyası coğrafyasını, konularına göre sınıflandıracak olursak,
başta kozmolojiyi içinde ele alınan suret-i arz (yeryüzü şekilleri) ve iklimlerden
bahseden eserleri zikretmek gerekir. Ancak asıl yoğunluk, bölgesel coğrafya
konusunda olup, komşu ülkeler ve şehirlerin nesir, bazen de nazım şeklinde
anlatıldığı ülkeler (belde) coğrafyası ile şehirlerin birbirine uzaklıklarını gösteren
askerî maksatlı veya daha çok Hac için hazırlanmış olan “menzil” coğrafyacılığı,
esas yoğunluğu oluşturur.
O
Elbette, seyahatnameleri de verdikleri coğrafî bilgilerden dolayı bu tür eserler arasında
saymak gerekir. Buna mukabil İslam dünyasında coğrafya alnında fizikî coğrafya ve
kartografya dalları daha az ilgi görmüştür. Bunlar dışında Acayibü’l-Mahlûkat tarzı
kozmoloji, zooloji, botanik ve coğrafya karışımı eserler de İslam dünyasında sıkça kaleme
alınmıştır.
Batlamyus coğrafyasını baştan beri bilen Müslüman coğrafyacılar, haritacılık
konusunda uzun süre Eski Yunan geleneğinin etkisinde kalmışlardır. Ancak
özellikle onuncu asırdan itibaren el-İstahrî, İbn-i Havkal ve el-Makdisî gibi
Müslüman coğrafyacıları, bütün İslam dünyasını dolaşarak çok sayıda kıymetli
coğrafya kitabı ve harita hazırlamışlardır. İslam ülkeleri dışında kalan bölgelere pek
itibar göstermeyen bu âlimlerden sonra gelen, el-İdrisî (1100-1165), el-Mağribî (öl.
1406) (12-15. yüzyıllar) eserlerinde o zaman bilinen Dünya’nın tamamından
bahsederler. Osmanlıların miras olarak aldığı geleneksel İslamî coğrafya ekolü,
onyedinci asra kadar köklü bir değişikliğe uğramadan devam etmiştir. Ancak 16.
yüzyıldan itibaren Akdeniz’in hemen hemen bir Osmanlı iç denizi haline gelmesi ile,
Osmanlılarda denizcilik ve deniz coğrafyacılığı konusuna yönelmişlerdir. Bu gelişmelerin
en önemlisi, geleneksel İslam haritacılığı ile Batı’da gelişen portulan tipi yeni tarz
haritacılığın özelliklerini birarada sunan Osmanlı haritacılığı olmuştur. Bu ekolün diğer
bir ifade ile Osmanlılarda Batı tarzı coğrafyacılığın öncüsü, Pirî Reis’tir (1470 civarı1554). Onun Kitâb-ı Bahriye (1526) adlı deniz coğrafyası ile ilgili kitabı, özellikle
Akdeniz bölgesi için döneminin en önemli eserlerinden biridir.
Denizcilere hitap eden, sade ve anlaşılır dili, kıyı, liman ve şehirlerin detaylı çizimleri,
denizcilik kavramlarını, temel yöntemlerini, yön ve zaman tespiti için temel aletleri ve
kullanımlarını basitçe anlatması, eserin özellikle denizciler tarafından çok rağbet
görmesine vesile olmuştur. Pirî Reis’in ilki 1517’de I. Sultan Selim’e sunduğu dünya
haritası ile 1528’de Kanunî Sultan Süleyman’a takdim ettiği ikinci Dünya haritası,
coğrafya ve kartografiya bilimi için önemli çalışmalardır. Ayrıca Yeni Dünya’dan
bahseden bu ilk eserler, Amerika Kıtası’nın keşfini Osmanlılara duyurması yanında
bizzat keşif seferlerine katılanlardan elde ettiği haritalardaki bilgileri de ihtiva etmesi onu
dünya haritacılık tarihi açısından da kıymetlendirmektedir.
KİTÂB-I CİHÂNNÜMÂ
-
I
n the Middle Ages, Islam geography was based on narration rather than
mathematics. When classified according to topic, works on geography in the Islamic
world dealt with the surface of the Earth within the context of cosmology, and the
climates. However, focus was mainly on regional geography with details on
neighbouring countries and cities, presented in the form of poetry or prose.
Also ‘routes and provinces’ geography prepared for military purposes or largely to
assist pilgrims on their way to Haj, gave information on the distances between cities.
Indeed, travelogues should also be considered among such works because of the geographical
information they carry. Physical geography and cartography received less attention. The
Islamic world frequently produced books such as Acayibü’l-Mahlukat, Wonders of
Creatures a mixture of cosmology, zoology, botany and geography.
Muslim geographers were familiar with Ptolemy’s Geography from the beginning and
remained within the ancient Greek tradition of mapmaking. However, especially in the
10th century Muslim geographers travelled throughout the Islamic world and prepared
invaluable volumes of geography and also maps. Scholars who were not interested in
regions outside the Islamic countries were succeeded in the 12th and 15th centuries by
writers such as el-Idrisi (1100-1165), el-Maghribi (d. 1406), who wrote of the known
world of their day.
The traditional school of Islamic geography inherited by the Ottomans continued into the
17th century without radical change. However, because the Ottomans had become the
foremost naval power in the Mediterranean in the 16th century, much improvement was
needed in naval and nautical geography. One of the most significant of these developments
was the new Ottoman mapmaking, which combined the characteristic Islamic tradition with
the evolving western style of map making – portolan.
The pioneer in this western style Ottoman mapmaking was Piri Reis (c. 1470 -1554). His
Kitab-ı Bahriye, The Book of Maritime Matters is based on naval geography and was one of the
most important books of its time, especially for the Mediterranean region. Its lucidity appealed to
the mariners. Detailed charts of harbours and cities; navigational terminology and basic
techniques; elementary instruments to determine direction and time along with instructions for
their use was given in simple terms, thus making the book highly demandable.
Piri Reis presented Sultan Selim (reign 1512-1520) his first map of the world in 1517, and
Sultan Süleyman the Magnificent (reign 1520-1566) his second map in 1528, both of
which are significant works in the field of cartography and geography. These earliest books
which make mention of the New World, not only informed the Ottomans of the discovery
of the new continent but also included first-hand knowledge and charts from those who took
part in the expeditions. Thus, they are invaluable in the world history of cartography.
THE BOOK OF CİHANNÜMA
37
OSMANLI COĞRAFYA ve ASTRONOMİ TARİHİNDE CİHÂNNÜMÂ
Pirî Reis’in temellerini attığı yeni Osmanlı haritacılık ekolü, takipçileri tarafından
devam ettirilmiştir. Her ne kadar, coğrafî keşifler hakkında İtalyanca, Portekizce ve
İspanyolca çok sayıda ilmî eser yayımlanmış ise de bu dönemde Osmanlılar daha çok
popüler coğrafya kitaplarını tercüme etmeyi tercih etmişlerdir. Bu tercihin nedenlerini
tespit etmek pek kolay değildir. Ancak Avrupa’nın askerî teknolojilerde olduğu gibi,
sıkı ambargonun haritacılık ve coğrafya konusunda da uygulandığı ve Osmanlıların
ancak ele geçirebildikleri eserleri tercüme ettikleri bir iddia olarak ileri sürülebilir.
His followers pursued the new Ottoman school of making maps and charts, initiated by Piri
Reis. Although many scholarly books were published in Italian, Portuguese and Spanish,
the Ottomans chose to translate popular geography books. It is not easy to determine the
reasons for this preference.
İslam Dünyasında Yeni Bir Ekol
A New School in the Islamic World
Pirî Reis’ten sonra yazılan en önemli coğrafya kitabı Cihannüma olmuştur. 17. yüzyıl
Osmanlı aydınlarından Kâtip Çelebi’nin (1609-1657), birçok Batı coğrafya kitabından
istifade ile hazırlamış olduğu Cihannüma, Osmanlı kültür hayatında yeni bir ufuk açmıştır.
Cihannüma, İslam coğrafya geleneği üzerine kurulu Osmanlı klasik coğrafya ekolünü
değiştirerek, yeni bir ekolün yerleşmesini sağlamıştır. Kâtip Çelebi, Keşfü’z-zünun’da,
Cihannüma’nın iki bölümü bulunduğunu, birincisinin yalnız denizlerden, nehirlerden,
adalardan ve ikinci bölümünde karalardan, alfabe sırasıyla, şehirlerden ve hicretin VII.
(Milâdî 15. yy) yüzyılından sonra keşfolunan memleketlerden bahsettiğini yazar.
The most important book written following Piri Reis was Cihannuma, compiled by 17th
century Ottoman scholar Kâtip Çelebi (d. 1655) from numerous western books on
geography. Cihannuma opened new horizons in Ottoman culture and established a new
school of thought in the field of geography, different from the classic Ottoman method based
on Islamic tradition.
Yazılmasına 1648 yılında başlanılan Cihannüma’nın genel bir coğrafya kitabı olacağı
mukaddimesinde belirtilmesine rağmen eser, kısa bir girişle Asya kıtasında
Türkiye’nin doğu sınırlarına (kuzeyde Erzurum vilayeti, güneyde Irak-Mezopotamya)
kadar olan bölgeler ile sınırlı kalmış olduğu görülmektedir. Doğu ve Batı’yı her
yönüyle içine alan bir coğrafya kitabı hazırlamayı hedefleyen Kâtip Çelebi,
elindeki kaynakların yetersizliği karşısında önceleri ümidini kaybetmiştir.
Dolayısıyla Cihannüma’nın bu ilk sürümü sınırlı bir bölgeye ilişkin kalmıştır.
Kâtip Çelebi began writing Cihannuma in 1648. It is stated in the preface that it would be
a book on general geography, but it remains limited to regions in Asia to the east of Turkey
(Erzurum province in the north and Iraq-Mesopotamia in the south).
Şeyh Mehmed Efendi İhlasî adlı Latince bilen Fransız asıllı coğrafyacı bir
mühtediden yardım alarak 1654’te Levâmiü’n-nûr fi Zulumeti Atlas Minör adlı
eserini hazırlar. Bu sırada, Abraham Ortelius’un Theatrum Orbis Terrarum ve
Mercator’un atlasını inceleme fırsatını bulunca bu eserlerden ve haritalarından istifade
ile Cihannüma’yı yeniden yazmaya başlar. Bu yeni Cihannüma’yı hazırlarken ayrıca Ph.
Cluverius’un Introductio geographica vetera quam nova ve G. Lorenzo’nun L’univesale
fabrica del mondo overo cosmografia (Venedik, 1582) adlı eserlerinden de faydalanır.
Bugün dünyanın çeşitli kütüphanelerinde bulunan çok sayıdaki Cihannüma nüshaları,
daha sonra coğrafya heveslisi müstensihlerin eklemeleriyle genişletilmiştir. Bazen eksik
bırakılan nüshalar olduğu gibi aşırı derecede ilavelerin yapıldığı kopyalar da vardır. Öyle ki
artık bu eserler, Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sından çok, aynı üslupta hazırlanmış yeni
birer “Cihannüma” halini almıştır. 19. yüzyılda modern Batı coğrafyacılığının girdiği ve
eğitim kurumlarında okutulmaya başlandığı dönemlere kadar bu gelenek devam etmiştir.
Kendini coğrafyacı olarak takdim eden Müteferrika İbrahim Efendi’nin Kitâb-ı
Cihannüma lî-Kâtip Çelebi adıyla 1732 yılında Matbaa-ı Amire’de basmış olduğu,
elinizdeki bu kitapta sunulan eser dahi yukarıda bahsettiğimiz ikinci Cihannüma
sunumu esas alınarak hazırlanmıştır. Bu nüsha, basan ve yayımlayan İbrahim
Müteferrika tarafından “tezyil-i tâbi” (yayımlayanın ilavesi) başlığı altında coğrafya ile
ilgili çağdaşı bilgilerle süslenmiş, bazen de Kâtip Çelebi zamanına ait olmayan yeni
bilgiler, işaret edilmeksizin kitaba eklenmiştir. Kısaca Cihannüma
İbrahim Müteferrika’nın elinde yepyeni bir coğrafya kitabı haline gelmiştir.
38
Nevertheless, an assertion would be that, as with the military technologies of Europe, a
strict embargo might have been applied to mapmaking and geography, and that the
Ottomans were able to translate only those that came into their possession.
Kâtip Çelebi states in his bibliography, Kashf al-Zunun that Cihannuma has two sections
and that the first talks about the seas, rivers and islands, and the second section gives in
alphabetical order names of cities and lands discovered after the 15th century.
At first, Kâtip Çelebi intended to write a geography that would encompass the east
and the west, but he lost all hope because of the insufficient resources at hand.
Therefore the first edition of Cihannuma remains restricted to a certain area.
In 1654, he sought the help of Sheik Mehmed Efendi Ihlasi, a convert of
French descent who knew Latin, and was a geographer. Together they prepared
Levamiü’n-nûr fi Zulumeti Atlas Minor, Rays of light in the darkness of Atlas
Minor. At the same time he had the chance to study Abraham Ortelius’ Theatrum
orbis Terrarum, Theatre of the World, and Mercator’s Atlas Minor.
Encouraged by these works and map books, he began the rewriting of Cihannuma. He also
benefited from books such as Ph. Cluverius’ Introductio Geographica veteran quam nova,
and G. Lorenzo’s L’universale fabrica del mondo overo cosmografia (Venice 1582).
Many editions of Cihannuma that exist in libraries around the world today have been
expanded by ardent transcribers. There are some copies without any addition, while some
with excessive information, turning them into new ‘cihannuma’s written in the style of
Kâtip Çelebi. This tradition continued until the 19th century when modern western
geography entered the scene and was inserted into the educational system.
Muteferrika Ibrahim Effendi, who introduces himself as a geographer, printed Kitab-ı
Cihannüma li Kâtib Çelebi in 1732 at the Imperial Press. We have based this book
likewise, on the second edition mentioned above.
This edition was printed by Muteferrika under the title of ‘tezyil-i tabi’, ‘printer’s appendix’
adorned with outdated information on geography; those that were not contemporaneous
with Kâtip Çelebi were also added to the book without further indication.
In short, we can suggest that Cihannuma was transformed into a new geography book by
Ibrahim Muteferrika.
IN THE HISTORY OF OTTOMAN GEOGRAPHY AND ASTRONOMY
Astronomiye Katkı
Contribution to Astronomy
Cihannüma, coğrafya konusunda olduğu kadar, yeni astronominin Osmanlı
dünyasında tanınması açısından da önemli bir eser olmuştur. Daha önce Kopernik ve
yeni astronomiden bahseden tercüme coğrafya ve astronomi eserleri de vardır. Ancak
Cihannüma, Yer merkezli evren modeli ile Güneş merkezli evren modelinin birarada
ele alındığı ve Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun ifadesi ile Osmanlı dünyasında ilk
defa polemik konusu yapıldığı eser olması bakımından önemlidir.
Konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamak için burada yer merkezli gezegenler kuramının
tarihî gelişiminden kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. Antik Dönem’den başlamak üzere
tüm Ortaçağ süresince, Güneş ve Ay’ın hareketi dâhil, geçerli gezegenler teorisi dünya
merkezli düzgün dairesel bir hareketi öngörmüştür. Milât’tan önce üçüncü ve ikinci
yüzyılda gezegenlerin hareketini açıklamak üzere iki model teklif edilmiştir.
Bu modellerden biri, merkezi bir dairenin çevresinde dönen bir küçük dairenin
üzerinde hareket eden dış tekerlemeli (episiklik) nokta, diğeri ise merkezi dünya
merkezinden kayık bir daire üzerinde hareket eden dış merkezli (eksantrik) nokta
şeklindedir. Bu iki model arasındaki seçim, matematiksel çözümün kolaylığına bağlı
olarak yapılmıştır.
Milât’tan sonra ikinci yüzyılda Batlamyus (Ptolemeos), gerçekle uyuşmayan sorunları
gidermek amacıyla, geçerli gezegen modellerinde çok sayıda değişiklik önermiştir.
Bunların içinde, bazı gezegenlerin sabit yıldızlara göre bir süre hareketsiz kaldığı ya da
aksi yönde doğudan batıya hareket ettiği türünden sorunlara da çözüm getirmeyi
amaçlamıştır. Batlamyus’un Almagest’te verdiği gezegenler modeli İslam dünyasını ve
Avrupa Ortaçağı’nı çok etkilemiştir. Ancak İbnü’l-Heysem (ölümü yaklaşık 1040)
döneminden sonra, Batlamyus’un gezegenleri düzgün dairesel bir hareketle
modellemeye çalışırken çok zorlandığı anlaşılmaya başlandı. İbnü’l-Heysem, Batlamyus
Modeli’ndeki düzgün gezegen hareketleri ile gerçek gezegen hareketleri arasındaki
sapmaları tespit etmiştir.
Batlamyus Sistemi’nin düzeltilmesi ile ilgili en genel önerileri Nasireddîn el-Tûsî (12011274) yapmıştır. Kâinatın genel yapısını konu edinen ünlü eseri Tezkire fi‘ilmi’l-hey’e
(Astronomi İncelemeleri) isimli kitabında, Batlamyus’un teorik yapısı ile gözlenen olaylar
arasındaki sapmaları gidermek için, Batlamyus’un Modeli’nde değişiklikler önermiştir.
Tûsî ve onun Meraga Astronomi Okulu mensubu takipçileri tarafından geliştirilen
genelde Kopernik’in daha sonraki çalışmaları göz önünde bulundurulduğunda,
Astronomi tarihiyle ilgili matematiksel iki temel teorem özellikle önem taşır. Birincisi
‘Tûsî çifti’ olarak adlandırılan teorem, ikincisi bir dış merkezli (eksantrik) modeli dış
tekerlemeli (episiklik) modele dönüştüren el-Urdî Teoremi’dir. Adı geçen bu teoremler
Kopernik’in güneş merkezli modeli için de geçerlidir. Kopernik Astronomisi’nde,
matematiksel modeldeki diğer elemanlar korunmak şartıyla, Güneş ile Dünya’yı
birleştiren vektörde dönüş yönünün gözleme uygun olarak değişebileceği gösterilebilir.
Diğer bir deyişle, Güneş merkezli Kopernik Modeli’nin, Meraga astronomlarının dünya
merkezli modeline eşdeğer oluşu bu teoremleri ilgi çekici kılar.
Cihannuma was critical in introducing geography and modern astronomy to the Ottoman
world. Although there were previous translations on Copernicus and modern astronomy and
geography, Cihannuma significantly brought together the earth-centred universe model and the
sun-centred universe model, making it the first book to create polemics in the Ottoman world.
Kopernik kendi modelini geliştirirken Meraga astronomlarına borçlu olduğu bu
teoremlerden yararlanmış ve onları Meraga astronomları gibi uygulamıştır. Bu durumda
cevaplanması gereken soru Kopernik’in bu teoremleri nasıl ve hangi kanallardan elde
ettiğidir. Doğrudan aktarımın tek kanıtı, Vatikan Koleksiyonları’nda yer alan ve İstanbul’un
1453’te alınışından kısa bir süre sonra buraya ulaşmış bulunan bir Bizans yazmasıdır.
To effectively clarify the subject, we have to glance at the historical background of the earthcentred universe theory. Beginning with the Age of Antiquity and continuing into the Middle
Ages, the adopted concept for the movement of the Earth and the Moon was a revolving
earth-centred planetary system. In the 3rd and 2nd centuries BC, two models were proposed in
regard to the rotation of planets. The first assumed that the planets move in a small circle,
called an epicycle, which in turn moves along a larger circle called a deferent; while the second
proposed a system where planets move around the Sun on elliptical orbits. One theory or the
other was adopted according to the simplicity of its mathematical solution. Ptolemy, in the 2nd
century AD, proposed numerous changes in the adopted models to eliminate problems that did
not concur with reality. He also tried to find solutions to intricacies such as the intervals of
immobility of some planets compared to stationary stars; or their movement in the opposite
direction, from east to west.
The planetary model Ptolemy presents in his Almagest, influenced to a great extent the Islamic
world as well as Medieval Europe. It was after the era of Ibnü’l-Heysem (d. circa 1040)
when it was conceived that Ptolemy actually had difficulties in shaping the concept that planets
moved in a uniform rotation. Ibnü’l-Heysem defined the divergence between the uniform
movement of the planets in Ptolemy’s model and the actual rotation of the planets.
Nasireddin al-Tusi (1201-1274) rendered general propositions to rectify Ptolemy’s model.
In his famous work Tezkire fi’ilmi’l-hey’e, Treatise on Astronomy he proposed changes in
Ptolemy’s system to overcome the differences between Ptolemy’s theoretical outlook and the
observed movement of the planets. Regarding the theories expanded by al-Tusi and the
followers of his Meragha astronomy school and the later studies of Copernicus, two basic
mathematical theories of utmost importance to the history of astronomy emerged. The first one
is known as the ‘Tusi couple’ and the second is the el-Urdi theory, which transformed the
‘elliptic model’ into the ‘epicyclic’ model. These theories are relevant to Copernicus’ suncentred system. Copernican astronomy determines that by keeping the other elements in the
mathematical model, direction of rotation can change on the vector that aligns the Sun and the
Earth. In other words, the heliocentric model of Copernicus is equivalent to the geocentric
model of the Meragha astronomers, making these theories intriguing. Copernicus expanded his
system based on the theories of the Meragha astronomers and applied it in a similar way. The
question is how and through which channels Copernicus acquired these theories. The evidence
for a direct transference is a Byzantine manuscript that arrived in the Vatican Collection
shortly after the conquest of Istanbul in 1453. The al-Tusi couple and the Moon system by
Ibn al-Shatir are explained in detail on the same page in the manuscript. On another page is a
design of the al-Tusi Moon model and an application of the al-Tusi couple on stationary
objects. It is important that this manuscript was accessible in Italy where Copernicus, who
could read Greek, stayed for a period of time. Ptolemy’s concept of an earth-centred universe
was effective from the ancient Greek civilization to the 16th century both in Latin Christian
and Islamic worlds. The basic differences in these two systems are that firstly, Ptolemy based
his earth-centred model on what the ancients called ‘heyet-i felekiye’, astronomy of revolving
heavenly bodies, according to which the universe operates based on observable movements of
the stars.
39
OSMANLI COĞRAFYA ve ASTRONOMİ TARİHİNDE CİHÂNNÜMÂ
Bu yazmanın bir sayfasında Tûsî ikilisi ile İbnü’ş-Şatır’ın Ay modeli açık bir şekilde
açıklanmaktadır. Başka bir sayfada Tûsî Ay modelinin bir şekli ile Tûsî Çifti’nin sabit
cisimlere uygulanışına ilişkin bir düzen görülmektedir. Bu sonuçların Yunanca
okuyabilen Kopernik’in de bir süre kaldığı İtalya’da erişilebilir olması anlamlıdır.
Batlamyus’un modeli olarak da adlandırılan yer merkezli evren anlayışı, Eski Yunan
medeniyetinden 16. yüzyıla kadar hem Latin Hıristiyan, hem de İslam dünyasında
genel geçerliliğini devam ettirmiştir.
Bu iki sistemin temel farklılığı, birincisi yani Batlamyus’un Yer merkezli evren modeli,
eskilerin “heyet-i felekiye” (felekler astronomisi) dedikleri, evrenin işleyişini fezadaki
cisimlerin görünür hareketleri üzerine temellendiren sistemdir. Felekler astronomisinde,
Yer sabittir ve bütün gök cisimleri, gök küre denilen düzlemde ve hep birlikte hareket
ettiği farz ve hayal edilir. Bu küre evrenin merkezi olan dünyanın merkezi etrafından
doğudan batıya 23 saat 56 dakika 4 saniyede düzgün bir hareket ile devrettiği kabul
edilmiştir.
İkincisi, yani Kopernik’in son şeklini verdiği, eskilerin “heyet-i şemsiye” (Güneş
astronomisi) dedikleri, bugün hâlâ geçerli olan güneş merkezli evren modelinde ise
gök cisimlerinin dolanımı, gerçek hareketleri esas alınarak hesaplanır.
Kopernik’in Yer’i
Nicolaus Kopernik (1473-1543), Polonya’da doğmuş ve Kraców Üniversitesi’nde
eğitim görmüştür. 1496’da İtalya’da kilise hukuku ve tıp tahsil etmiş, doktorasını
1503’te Ferrara Üniversitesi’nde kilise hukuku konusunda tamamlamış, bu süre
içinde ayrıca Yunanca öğrenmiş ve astronomi bilgisini artırmıştır.
Kayıtlı ilk gözlemini Mart 1497’de yapan Kopernik, memleketi Polonya’ya döndükten
sonra amcasının piskopos olduğu Frauenburg (Fromborg) katedraline ‘kanon’ olarak
tayin edilmiştir. Rahiplikle ilgisi olmayan bu görevde bir idareci ve özel gökbilimci
olarak çalışmaya başlamıştır.
1539’a kadarki çalışmaları hakkında fazla bilgi bulunmayan Kopernik’in
düşünceleriyle ilgili bir İlk Rapor’un eski öğrencisi Rheticus tarafından
yayımlanmasına izin verir ve rapor ertesi yıl ince bir cilt halinde yayımlanır. Şiddetli
bir tartışma oluşmaz ve buna dayanarak Rheticus Kopernik’i Gök Kürelerinin
Dönüşüyle İlgili düşüncelerinin tümünü Nürnberg’te yayımlamaya ikna olur. De
Revolutionibus olarak tanınan eser, yazarın öldüğü 1543 tarihinde yayımlanır.
Eser basılırken eğitim görevleri nedeniyle metni bizzat kendisi gözden geçirmek için
zaman bulamayan Rheticus, bu işi Lüteriyen din adamı Andreas Osiander’a (14981552) havale eder. Osiander eserin başına, yazarı olabilecek tartışmalardan korumak
gibi bir iyi niyetle, yazarın aslında Yer’in gerçekten Güneş’in etrafında döndüğüne
inanmadığını, ancak bu varsayımın gezegen hareketlerine ilişkin matematiksel modeli
daha kullanışlı kıldığını belirten bir not ekler ve bu not Kopernik tarafından yazılmış
gibi altını imzalar. Bu notun Kopernik’in mesajını gizlediğine şaşmamak gerekir.
Yazarın gerçek amacı eserin tamamını dikkatle okuyan birisi için açıktır, ancak
De Revolutionibus okuyucuları genellikle gezegen konumlarına ilişkin tabloları
gerçekleştiren ve bu konuda kendilerine yardımcı olabilecek yöntemlerin
peşinde olan bir tür teknik gökbilimcilerdi.
40
They assumed and imagined that the Earth was stationary and all the spheres moved
together on the flat surface of the sky. This spherical universe would rotate around the world
in 23 hours, 56 minutes and 4 seconds from the east to the west.
Secondly, in the sun-centred system to which Copernicus gave its final touches, and what the
ancients called ‘heyet-i şemsiye: Astronomy of the Sun’, the revolution of the
stars and planets are calculated according to their actual movement.
Copernicus’ Earth
Nicolaus Copernicus (1473-1543) was born in Thorn, Poland and studied at the
University of Krakow. In 1496 he began his studies on canon law and medicine. In 1503
he emerged with a doctorate degree in canon law from the University of Ferrara and
during this period he learned Greek and expanded his knowledge of astronomy.
He recorded his first observation in March 1497. Shortly afterwards, he returned to Poland
and through his uncle's influence was elected canon for the cathedral in Frauenberg.
This administrative position did not require him to perform clerical duties,
thus enabling him to continue his studies on astronomy.
In 1539 he allowed his student Rheticus to prepare for publishing the Commentariolus, a
brief on his arguments. It was published the following year. Eventually he permitted the
publication of his De revolutionibus orbium coelestium, On the Revolutions of the Heavenly
Spheres. It was published in Nuremberg, in 1543; the year he died.
Rheticus could not oversee the publication of the book due to his tutorial duties and left
Andreas Osiander in charge, who in turn added a preface explaining that the author did not
believe that the Earth revolved around the Sun and that the model described in the book was
intended as a mathematical device to simplify calculations involving
the movement of planets.
It does not come as a surprise that this preface obscures Copernicus’ message. Nevertheless,
the author himself makes it clear for those who carefully read his complete work.
The readers of De revolutionibus were technical astronomers who sought methods that
could assist them in preparing charts for planetary positions. For instance, in 1551, the
rector of Wittenberg University, Erasmus Reinhold based his Prutenic Tables totally on De
revoltionibus, and used Copernicus’ parameters with little change, but remained
uninterested in the validity of a sun-centred universe.
Copernicus’ book serves two purposes at once. In the first part of the book he discusses
the tempting consequences of the assumption that the Earth is an ordinary planet that
revolves around the Sun but he is unable to prove this theory, which he calls the ‘universe
idea’. However, he suggests that from the sun-centred geometric model valid planetary
charts can be prepared.
The book emphasizes the quantitative supremacy of the harmony between foresight and
observation rather than the actual and erratic qualities of the model.
Copernicus reduces the Earth to a planet revolving in an orbit around the Sun, thus
grouping the orbits of other planets as those below the Earth and those under the
Earth. As was known even before Ptolemy, Venus and Mercury can only be
seen at dawn and twilight whereas Mars, Jupiter and Saturn can be observed at
all hours at night.
IN THE HISTORY OF OTTOMAN GEOGRAPHY AND ASTRONOMY
Örneğin 1551’de Wittenberg Üniversitesi Rektörü Erasmus Reinhold (1511-1553)
kendi Prutenic Tabloları’nı tamamen De Revolutionibus’a dayandırır; yazar
Kopernik’in parametrelerini az değiştirerek kullanır, ancak buna karşılık uyguladığı
Güneş merkezli varsayımın doğruluğu konusunda tamamen ilgisiz kalmayı tercih eder.
Kopernik’in eseri aynı anda iki farklı amaca hizmet eder. Kitabın birinci kısmında Yer’in
Güneş’in etrafında dönen sıradan bir gezegen olduğu varsayımının çekici sonuçları tartışılır:
Ancak Kopernik ‘evrengörüşü’ olarak adlandırdığı varsayımını ispatlayamaz. Buna
karşılık Güneş merkezli geometrik modelden güvenilir gezegen tablolarının
hesaplanabileceği gösterilmeye çalışılır. Kitapta modelin gerçek ve hatalı niteliklerinden
çok, öngörü ile gözlem arasındaki uyuşumun nicel üstünlükleri vurgulanır.
Kopernik, Yer’i Güneş etrafında bir yörünge boyunca dönen bir gezegene indirger, böylece
diğer gezegenler yörüngeleri Yer’in altında ve üzerinde yer alan iki farklı gruba ayrılmış olur.
Batlamyus’dan çok önce bilindiği gibi Venüs ve Merkür sadece şafak ve alacakaranlıkta,
buna karşın Mars, Jüpiter ve Satürn ise gecenin her saatinde gözlenebilir. Ancak
Batlamyus modelinde çok esrarengiz görülen bu davranış şekli, Güneş merkezli
varsayımda doğal ve beklenir bir davranışa dönüşür.
De Revolutionibus’taki Güneş merkezli matematiksel astronomi, en az Batlamyus’un
Almagest’i kadar hassas veriler sağlamıştır. Batlamyus’un onüç yüzyıl süren geçerliliği
böylece aşılmış olur.
Kopernik’in, kolay elde ettiği sürece kendinden önceki astronomların
gözlemlerini sorgulamadan kullandığı, gerektiğinde de elinin
altındaki sıradan ölçü aletleri ile gözlemlerde bulunduğu bilinir.
16. yüzyılın ikinci yarısında Tycho Brahe (1546-1601),
gökbilimcilerin gözlem konusundaki yaklaşımlarında
bir devrim yaratır.
Tycho Brahe, 1576 ile 1597 yılları arasında, kendisine tahsis edilen bu adada,
Uraniborg (Gök Kalesi) adını verdiği ve bir gözlemcinin ihtiyaç duyabileceği her şeyi
kapsayan büyük bir gözlemevi inşa etmiştir. Uraniborg’taki geniş imkânlar yetersiz
kalmaya başlayınca, Tycho yaklaşık 1584’te eskisinin yakınına
Stjerneborg (Yıldız Kalesi) adını verdiği bir gözlemevi daha inşa ettirir.
Tycho’nun evren modelinde Yer merkezdedir ve hareket etmez. Yer’in etrafında
Ay ve Güneş döner. Diğer beş gezegen Güneş’in uydusudur ve Güneş tarafından
Yer’in etrafında çekilerek çevrilir. Gezegenlerin erişebileceği en uzak noktanın hemen
arkasında, merkezi Yer’in merkeziyle çakışan ve üzerinde yıldızların yer aldığı ince küresel
bir gök kabuğu bulunur. Tycho’nun evreni güven verici bir yoğunluktaydı ve çapı yaklaşık
14.000 Yer yarıçapına eşitti. Batlamyus evreninde bile yarıçap bunun iki katı kadardı.
Tycho’nun ‘Gök Kalesi’, soylu hamisi II. Frederik’in cömert himayelerine bağlıydı. II.
Frederik 1588 tarihinde öldüğünde, hanedan kısmen Tycho ailesi ve arkadaşları
tarafından hükmedildiğinden ani bir değişim gözlenmedi.
Ancak yıllar geçtikçe ve genç IV. Christian gün geçtikçe devlet idaresinde daha önemli
roller üstlenmeye başlayınca, Hven Adası’nda bereketli günlerin geride kaldığı
anlaşılmaya başlandı. Tycho 1597’de, iki zor yılın ertesinde gücenerek Uraniborg’u
terk etti ve Avrupa’yı çapraz geçerek, daha kıymet bilir bir hamiye hizmet sunmak
üzere, Prag’da İmparator II. Rudolf’un yanına gitti.
This behaviour was found mysterious by the Ptolemian view but in the sun-centred system
this is natural and expected. The mathematical astronomy of De revolutionibus provided as
much sensitive data as did Ptolemy’s Almagest.
Thus ended thirteen centuries of Ptolemian authority. Copernicus is known to have employed
the observations of previous astronomers without questioning them and that he made his own
observations, when necessary, with run-of-the-mill apparatus at hand. In the second half of
the 16th century, Tycho Brahe (1546-1601) revolutionized observational practice.
Tycho received an island from King Frederik II of Denmark in 1576 and here he built an
observatory, which he called Uraniborg ‘Heavenly Castle’, replenished with all the
instruments an observer would need. Later in 1584, when facilities were no longer
sufficient, he built Stjerneborg ‘Starry Castle’ observatory nearby.
The Earth in Tycho’s model of the universe was fixed in the centre with the Moon and the
Sun revolving around it. The other five planets were satellites of the Sun and the thin global
shell of the fixed stars was centred on the Earth.
Thyco’s universe was closely secured: its diameter was a multiple of approximately 14000
Earth radii; even Ptolemy’s universe had twice the radius. Tycho’s ‘Sky Castle’ was largely
dependant on the generosity of Frederik II. When the King died in
1588, an immediate change did not occur because the dynasty was
partially made up of Tycho’s family and friends. However, the
erosion of Tycho's funding and standing following King Christian
IV's attainment of more power caused the astronomer to leave
Uraniborg in 1597 after two years of hardship.
He crossed Europe to settle near Prague, to be in the service of a more
appreciative patron, Emperor Rudolph II.
King Rudolf was genuinely open-handed but Tycho had lost his zeal for observation.
Four of his measurement devices were on Hven Island and a massive one was
in storage in Magdeburg.
He spent most of his days putting together his studies for printing. He invited Johannes
Kepler (1571-1630) to be his assistant and Kepler accepted. Tycho died the following year.
A Commentary by Ali Kuscu
It is relevant at this point to look at the reflections these briefly mentioned developments in
astronomy in Europe had on the Ottoman world.
A prominent personality of the classical Islam astronomy and one of the last representatives
of the Astronomy schools of Meragha and Semerkant, Ali Kuscu arrived in Istanbul in
1471. His treatise on astronomy, Al-Fathiyye, which he revised in Arabic, had an impact
on the Ottoman world. Although this work was based on the earth-centred universe system,
it embodies the late phases of the epicyclic model that inspired Copernicus.
During the 15th century, his work spread extensively in the Ottoman land through
commentaries and explanations by his followers. In the 16th century, Takiyeddin el-Rasid’s
works on astronomy based on observation shaped the ultimate maturity of the classic
Ottoman tradition of science. Takiyeddin el-Rasid was born in Damascus to a Turkish
family. He was educated in Syria and Egypt. He arrived in Istanbul in 1570 from Egypt
and was appointed as chief astrologer to Sultan Selim II (reign 1566-1574).
41
OSMANLI COĞRAFYA ve ASTRONOMİ TARİHİNDE CİHÂNNÜMÂ
Rudolf elinden geldiğince cömert davransa da Tycho artık gözlem hevesini tamamen
kaybetmiştir. Ölçü aletlerinden dördü Hven Adası’ndadır ve geriye kalan en büyüğü
ise Magdeburg’ta bir depoda beklemektedir. Meşguliyetinin büyük bir kısmını
geçmişteki incelemelerini yayımlamaya yöneltir. Tycho’nun yaşamında aylarla
ölçülebilecek kadar kısa bir zaman kalmıştır, bu süre içinde daha önce yapmış olduğu
bir daveti tekrarlayarak Johannes Kepler’den (1571-1630) gelmesini ve kendisine
asistanlık etmesini ister, Kepler bu sefer davetini kabul eder.
Ali Kuşçu ile Gelen Açılış
Müteferrrika’ya kadar Avrupa’da gökbilim alanındaki gelişmeleri genel hatlarıyla
özetledikten, sonra bu gelişmelerin Osmanlı dünyasındaki yansımaları hakkında da
kısa bilgiler vermek yerinde olacaktır.
Meraga ve Semerkant astronomi okulunun son temsilcilerinden kabul edilen, Klasik
İslam astronomisinin önemli simalarından Ali Kuşçu, 1471’de İstanbul’a gelmiştir.
El-Fethiye adı ile Arapça olarak yeniden kaleme aldığı astronomi risalesi, Osmanlı
dünyasında astronomi konusunda, geniş bir yankı uyandırmıştır. Bu eser, yer merkezli
evren modeline göre hazırlanmış olmasına rağmen, Kopernik’e ilham veren dış
tekerlemeli (episiklik) modelin en son merhalelerini ihtiva etmiştir.
15. yüzyılda Ali Kuşçu’nun teorik astronomi konusundaki bu eseri, takipçileri
tarafından şerh ve haşiyelerle Osmanlı dünyasında geniş bir çevreye yayılmıştır. 16.
yüzyılda ise Takiyeddin el-Rasıd’ın gözleme dayalı astronomi çalışmaları, Osmanlı
klasik bilim geleneğinin doruk noktasını teşkil etmiştir.
Türk asıllı bir ailenin çocuğu olarak Şam’da dünyaya gelen, Suriye ve Mısır’da
eğitim gören Takiyeddin el-Rasıd, 1570 yılında Mısır’dan İstanbul’a gelmiş ve
Sultan II. Selim tarafından müneccimbaşılığa tayin edilmiştir. Takiyeddin, kısa
bir zaman sonra Osmanlı tahtına geçen III. Murad’ın emriyle İstanbul’da bir
rasathane inşasına başlamıştır. Rasathane, astronomların barınma, çalışma
mekânları ve bir kütüphane ihtiva eden çok iyi tasarlanmış bir bina idi. İslam
dünyasının en büyük rasathanesi olarak planlanan bu müessese aynı zamanda
zamanının en gelişmiş astronomi cihazları ile donatılmıştır. Takiyeddin’in Rasathane’si
çağdaşı Tycho Brahe’nin 1576’da Uraniborg rasathanesi ile benzer özelliklere sahiptir,
hatta kullanılan alet ve cihazlar bakımından bu ikisinin büyük bir benzerlik arz ettiği
göze çarpmaktadır. Takiyeddin Sidrâtü Muntehe’l-Efkâr adlı Zic’inde İstanbul’daki rasat
faaliyetlerine onbeş yardımcısı ile birlikte 1573 yılında başladığını belirtmektedir. Buna
göre Rasathane çalışmaları başladığı 1573 yılından, yıkılış tarihi olarak herkesçe kabul
edilen 4 Zilhicce 987/22 Ocak 1580 tarihine kadar rasat faaliyetlerini sürdürmüştür.
İstanbul Rasathanesi’ndeki çalışmalarıyla Güneş parametrelerinin hesaplanması için
yeni bir metot geliştiren Takiyeddin, sabit yıldızların enlem ve boylamlarının
tespitinde ise Venüs gezegeni, Aldebaran ve Spica Virginis adlı iki yıldızı kullanmıştır.
Günümüzde 61 derece olarak hesaplanmış olan Güneş’in apojesini, Takiyeddin 63
derece olarak hesaplamıştır. Bu, Kopernik’inki (24 derece) ve Tycho Brahe’nin (45
derece) değerleriyle mukayese edildiğinde gerçeğe en yakın değerdir.
Batı dünyası, MS. 2. yüzyılda Batlamyus’dan 16. yüzyılda Kopernik’e kadar, açıların
ölçülmesinde kirişleri kullanmıştır. Bu sebeple 1°’lik kirişin hesaplanması
astronomların önemli meselelerinden biri olmuştur. Kopernik bunun için 2°’lik
kirişin hesabına dayalı olan ve yaklaşık bir değer veren yöntemi kullanırken
42
Shortly afterwards, on the orders of the new Sultan Selim II, Takiyeddin began the
construction of an observatory in Istanbul. The building was well planned to accommodate the
astronomers, their study areas and a library. It was designed as the largest observatory in the
Islamic world and was equipped with the most developed instruments of its time.
Takiyeddin’s observatory had similar qualities to his contemporary Tycho Brahe’s observatory
of 1576 in Uraniborg. The instruments used in both conservatories were of close resemblance.
Takiyeddin states in his Zic (book of astronomical tables) titled Sidratü Müntehe’l-Efkar,
Limits of Celestial Knowledge that he began observations in 1573 with his fifteen assistants.
This indicates that the observatory was operational from 1573 to the universally
verified date of January 22, 1580.
Takiyeddin developed a new method in his observatory for the evaluation of the Sun’s
parameters. He used two stars, Aldebaran and Spica Virginis, and planet Venus in
determining the latitude and the longitude of stars. In present day calculations what appears as
61° for the apogee of the Sun, Takiyeddin estimated 63°. When compared to Copernicus’
24° and Tycho Brahe’s 45°, his is the closest to actuality.
The Western world, from Ptolemy in 2nd century AD to Copernicus in the 16th century used
the chords of a circle to calculate the sine of an angle. Thus, it was always a problem for
astronomers to calculate the 1° chord. Copernicus used the method based on the calculations
of 2° chord, which gave an approximate value, and Takiyeddin, inspired by Ulugh Bey,
developed a different method to calculate the 1° sine.
Instead of using the Base 60 (sexagecimal) numbering system, Takiyeddin applied to
trigonometry and astrology the decimal fraction method previously developed by
Euclides and Islamic mathematicians like Giyaseddin Cemshid el-Kashi (died 1429),
and prepared functional sine and tangent tables. Takiyeddin, with his inventions,
added new observational instruments to those previously used in the Islamic world.
Some of the instruments he used in his observatory are:
Ptolemy’s design armillary sphere, Ptolemy’s ruler and astrolabe; instruments previously
used in the Islamic world such as azimuth and semi circle quadrants, triquetrum, wooden
quadrants, dipotras, and sextants. The sextant invented by Takiyeddin is very similar to the
one designed by Tycho Brahe. In his observations Takiyeddin used a masonry quadrant he
constructed in the observatory. He also devised a mechanical clock which he describes as:
“We have constructed a mechanical clock with a quadrant that shows hours, minutes and
seconds, and we divided each minute into five-second segments.” Since this clock was more
precise than the previous ones, it is considered as one of the major inventions of the 16th
century. Takiyeddin compiled a book of astronomical tables titled Zic-i Shehinshahi and
dedicated it to Sultan Murad III. This zic includes rulers for the Sun but it is incomplete.
He also prepared observation registers for the Moon, which included his Moon tables.
Takiyeddin carefully studied the manuscripts written by Islamic scholars and entered in his
books along with his new findings, a critique of these works by previous astronomers.
Undoubtedly his work was the pinnacle of Ottoman science and under his leadership Istanbul
Observatory reached the heights of the Islamic tradition of astronomy.
The disheartening way the observatory met its destruction, caused by rivalry and envy among
state administrators but disguised in religious pretext, was a precursor of the stagnancy in the
Ottoman scientific tradition. In Europe, following Galileo and his theories, Copernican suncentred universe model received wide acclaim and was named ‘New Astronomy’.
IN THE HISTORY OF OTTOMAN GEOGRAPHY AND ASTRONOMY
Takiyeddin, Uluğ Bey’den esinlenerek sinüs 1°’yi hesaplamak için farklı bir yöntem
geliştirmiştir. Diğer taraftan Takiyeddin’in astronomi gözlemlerindeki dakikliği ve
hesaplamalarında altmış tabanlı sayı sistemi yerine daha önce el-Öklidisi ve
Gıyaseddin Cemşid el-Kâşi (ö. 1429) gibi İslam matematikçileri tarafından geliştirilen
ondalık kesirleri trigonometriye ve astronomiye uygulamış, buna uygun sinüs ve
tanjant tabloları hazırlamıştır. Diğer taraftan Takiyeddin icatlarıyla, daha önce İslam
dünyasında kullanılan rasat aletlerine yeni aletler ilave etmiştir. Takiyeddin’in
rasathanede kullanmış olduğu aletlerin bazıları: Ptolomeos tarafından icad olunmuş
zatu’l-halak, paralaktik cetvel ve usturlab, bazıları daha önce İslam dünyasında
kullanılan kadran, zatu’s-semt ve’l-irtifa, zatuş-şubeteyn, rub’u mıstar, zatus-sukbeteyn,
zatul- evtar gibi aletlerdir.
Ayrıca Takiyeddin tarafından icad edilmiş olan “muşebbehe bi’l- menatık” adlı sextant
aleti Tycho Brahe’nin icat ettiğine çok benzemektedir. Takiyeddin rasatlarında
rasathanede kurmuş olduğu ahşap duvar kadranı ve “saatleri, dakikaları ve saniyeleri
gösteren kadranlı bir mekanik saat inşa ettik, her dakikayı beşer saniyeye böldük” diye
tarif ettiği kendi yapmış olduğu mekanik gözlem saati kullanmıştır. Bu, daha evvel
kullanılan saatlerden daha dakik olduğu için uygulamalı astronomi konusunda onaltıncı
asrın önemli icatlarından birisi olarak kabul edilmiştir. Takiyeddin Rasathane’deki
gözlemlerine dayanarak, Sidratü Muntehe’l-Efkâr fî Melekûti’l-Feleki’l-Devvar veya Zic-i
Şehinşahî adlı bir Zic hazırlamış ve Sultan III. Murad’a ithaf etmiştir. Bu zic, Güneş
cetvellerini ihtiva etmektedir, ancak tamamlanmamıştır. Ceridetü’l-Dürer ve Haridetü’lFiker ise Ay cetvellerini ihtiva etmektedir. Takiyeddin, çalışmalarında İslam bilim
adamlarının yazılarını incelemiş ve eserindeki yeni unsurlara daha önceki astronomi
eserlerinin bir kritiğini ilave etmiştir. Şüphesiz onun çalışmaları Osmanlı biliminin
zirvesini oluşturmuştur ve İstanbul Rasathanesi’nin kuruluşundan sonraki faaliyetleri
İslam astronomi geleneğindeki en ileri gelişmeyi sağlamıştır. Rasathanenin devlet
adamları arasındaki rekabet ve kıskançlık yüzünden dinî bahaneler ileri sürülerek hazin
bir şekilde yıkılması, klasik Osmanlı ilim geleneğinin duraklamasının da başlangıcı
olmuştur. Avrupa’da Galileo’dan (1564-1642) sonra daha geniş bir şekilde kabul gören
Kopernik’in güneş merkezli evren modeli “Yeni Astronomi” olarak adlandırılmıştır.
Yeni astronomiye dayalı olarak gerçekleştirilen astronomi cetvellerinin ilk örnekleri,
Osmanlı dünyasında ancak 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tercüme edilerek
kullanılmaya başlanmıştır. E. İhsanoğlu’nun tespitlerine göre, Osmanlı’da Kopernik
güneş merkezli evren modelinden ilk bahseden kitap, 1660’lı yıllarda Belgrad Tercümanı
Zigetvarlı Tezkereci Köse İbrahim Efendi adlı bir Osmanlı bürokratıdır. Fransa Kraliyet
astronomlarından Natalis Duret’nin (öl. 1650 civarı) yer merkezli sisteme göre
hazırlanmış astronomi cetvellerini ihtiva eden eserini tercüme eden Köse İbrahim
Efendi, eserinin giriş kısmında Ptolemous, Kopernik ve Tycho Brahe’nin evren
modellerini tasvir eden diyagramlara yer vermiştir. 17. yüzyılda Ebubekir el-Dımaşki
tarafından Latinceden tercüme edilen Atlas Mayor adlı 8 ciltlik coğrafya eserinde de
Batlamyus, Kopernik, Tycho Brahe’nin evren modelinden ayrı ayrı bahisler
bulunmaktadır.
Cihannüma’da Yeni Astronomi
Yeni astronomi kavram ve prensiplerini değişik şekilde fakat genellikle çok kısa ve
detaylı yoldan ilk defa tanıtan, 17. yüzyıla ait bu iki eserden sonra, 18. yüzyılın ilk
yarısında konu ile ilgili daha geniş bilgi veren bir metinle karşılaşıyoruz.
The first examples of astronomical tables based on this concept were translated and put to
practice in the Ottoman world only in the second half of the 17th century. In the 1660’s,
an Ottoman bureaucrat, Belgrade dragoman Köse Ibrahim Efendi of Szigetwar, wrote
the first book that mentions the sun-centred universe model of Copernicus.
He translated the French Royal astronomer Natalis Duret’s work involving astronomical
tables based on the earth-centred universe model and added in the introduction diagrams
depicting universe models by Ptolemy, Copernicus and Tycho Brahe. In the 17th century,
Ebubekir el-Dimaski translated from Latin the eight-volume Atlas Major, which also
includes models of the universe as suggested by Ptolemy, Copernicus, and Tycho Brahe.
New Astronomy in Cihannuma
The new astronomical concepts and principles were presented in a short but detailed form
for the first time by the above mentioned two books. In the second half of the 18th century,
a text encompassing more detail was printed. Ibrahim Muteferrika (d. 1745) contributed
highly to the Turkish and Islamic intellectual and cultural life by printing in 1732, this wellknown work by Kâtip Çelebi titled Cihannuma (Mirror of the World / Universal
Geography). During the printing phase, Müteferika included a section of Tezyil el-tabi,
printer’s appendix.
This appendix gives a comprehensive explanation on universe models and the new
astronomy. Muteferrika states that all astronomers agreed on the concept that the universe
was composed of concentric spheres but that these astronomers differed in their
approach to its constitution and its particulars. He classifies the outlook of the
astronomers into three sections, mezahib-i selase. The first contribution
belongs to Aristotle and Ptolemy; the second, to Pythagoras, Plato and
Copernicus; and the third to Tycho Brahe.
He also denotes that European scholars regard the first approach as “old
astronomy” and the second and the third views as “new astronomy”. Before he
proceeds with the details, Muteferrika refers to the relationship between these
concepts and religion. He sees it as a religious duty to believe that the universe
is the creation of God and that once a person acknowledges this, adopting one
of the views relating to the constitution or shape of the universe is independent of religion.
Muteferrika states that in this respect religion is neutral, and whichever view is adopted, the
religious aspect is solely subject to the issue of the existence of the creator of the universe.
However, he exhibits a hesitant and prudent attitude by stating, “the first view is accepted
and held superior by everyone while the other two views are disapproved and rejected.”
Nevertheless, he finds it useful to define these three concepts and considers it appropriate to
append this to a major work like Cihannuma.
At the same time, he states that he will explain these views for those who wish to learn what
the whole world knows, and that for those who seek knowledge he has included the diagrams
and illustrations which he believes “will make it easier to imagine what the universe and the
world look like”.
These prudent statements aside, Müteferreika proceeds to explain each view. As he defines
the earth-centred universe model as “the system adopted by Aristotle, Ptolemy and their
followers”, he especially points out that Islamic philosophers approve this view. Among the
three models, the sun-centred model is assigned the longest explanation and discussion.
Here again, Muteferrika manifests his cautious disposition.
43
OSMANLI COĞRAFYA ve ASTRONOMİ TARİHİNDE CİHÂNNÜMÂ
Bu metin, matbaayı kurarak Türk ve İslam kültür ve entelektüel hayatına önemli bir
katkı da İbrahim Müteferrika’nın (ölm. 1158/1745), 1732’de bastığı, Kâtip Çelebi’nin
tanınmış eseri Cihannüma’nın baskı safhasında (“tezyil el-tâbi” = yayımlayanın
ilaveleri) şeklinde eklenen bölümlerde yer almaktadır. Evren sistemleri ve yeni
astronomi hakkında etraflı açıklamalar ihtiva eden Cihannüma ekinde,
Müteferrika önce bütün astronomi bilginlerinin, âlemin içiçe olan aynı
merkezli kürelerden meydana geldiği hususunda hemfikir olduklarını
ancak bunun terkip ve detayında farklı yaklaşımları olduğunu kaydettikten
sonra felsefe ve astronomi âlimlerinin kâinatın yapısı hakkındaki
görüşlerini üçe (mezâhib-i selâse) ayırır. Birinci görüşün Aristotales ve
Batlamyus’a, ikincisinin Pisagor, Platon ve Kopernik’e; üçüncüsünün ise
Tycho Brahe’ye ait olduğunu belirterek, Avrupalı bilginlerin ilk görüşü “eski
astronomi”, ikinci ve üçüncü görüşleri ise “yeni astronomi” olarak
nitelendirdiklerini kaydeder. Müteferrika, bu üç görüşü açıklamaya geçmeden önce
görüşlerin din ve inanç meseleleriyle olan ilişkisine işaret eder. Ona göre kâinatın yüce
yaratıcının eseri olduğuna inanmak dinin gereğidir. Bunu kabul ettikten sonra
kâinatın şekli, tertibi, düzenine ait görüşler arasında herhangi birinin benimsenmesi
dine bağımlı değildir. Müteferrika, bir taraftan dinin bu konudaki tutumunun tarafsız
olacağını ve bu üç görüşten hangisine inanılırsa inanılsın, konunun dinî yönünün
ancak evreni yaratanın varlığı meselesi ile ilgili olduğunu açıkça ifade eder. Bunu
yaparken, diğer taraftan “birinci görüşün herkes tarafından makbul ve üstün
tutulduğunu, ikinci ve üçüncü görüşlere itibar edilmediğini ve reddedildiğini” ifade
ederek tereddütlü ve aşırı ihtiyatkâr bir tavır ortaya koyar. Ancak, her şeye rağmen bu
üç görüşün açıklanmasının faydalı olacağı, Cihannüma gibi bir esere böyle bir
eklemenin yapılmasının uygun düşeceğini kaydeder. Aynı zamanda, cihanda herkesin
bildiğini, gördüğünü bilmek ve işitmek isteyenlere ve bilgi peşinde olanlara gerekli
gördüğü için üç görüşü de açıklayacağını ve bunlara bağlı olarak kitaba “ahvâl-i cihan
tasvirini ve küre-i âlem tahayyülünü” kolaylaştıracak şekil ve suretleri de eklediğini
belirtir. Müteferrika, değişik evren görüşleri üzerindeki bu ihtiyatlı ifadelerinden sonra
her bir görüşü teker teker ele alır. “Aristotalestales, Batlamyus ve bunlara tâbi
olanların mezhebi” olarak adlandırdığı Yer merkezli görüşü açıklarken, bunun İslam
filozofları tarafından kabul gördüğünü bilhassa kaydeder. Üç evren görüşü arasında en
fazla Güneş merkezli sistemin açıklanmasına ve tartışılmasına yer ayrılmıştır ve burada
da Müteferrika'nın ihtiyatkâr tutumu kendini gösterir. Müteferrika, Aristotales’in
isabetli ve sağlam olarak nitelendirdiği görüşüne bir atıf yaptıktan sonra bu yeni
görüşü talihsiz ve âtıl olarak tavsif eder. Bunun dinî inançlarla ilgili olmadığını burada
tekrar ifade etmekten kendisini alamaz. Aynı zamanda bir istekte bulunarak ilim
erbabının cesurlarını bu yeni görüşü tenkit etmeye ve bu husustaki karşı delillerini
ileri sürerek Aristotales’in görüşünü desteklemeye davet etmektedir. Bu şekilde onların
bu katkılarının eserini süsleyeceğini belirtmektedir. Çelişkili ifadelerini devam ettiren
Müteferrika, Müslüman bilginlerin dahi bu görüşe vaktiyle itirazda bulunduklarını
söylemekte fakat bu itirazın ne olduğunu ve itirazda bulunan bu hükemâ-yı
İslamiye’nin kimler olduğunu açıkça belirtmemektedir. Bu görüş her ne kadar ‘âtıl ve
bâtıl’ ise de eskilerin görüşü olduğu için her çağ ve zamanda taraftarı bulunduğunu ve
bu konuda çok eser yazıldığını belirtmekten geri kalmaz. Ancak burada müphem ve
uzun ifadelerle ileri sürdüğü kendi kanaatini açıklamaktan uzak kalır.
Müteferrika daha sonra yeni teorinin esaslarını ve şekillerini sunar. Yer ve Güneş
merkezli görüşlerin bir karşılaştırmasını yapar ve yeni sisteme karşı ileri sürülen üç
klasik tenkidi ele alır. Birinci tenkit, bu yeni görüşün kutsal kitaplardaki ifadelere
muhalif olduğudur ve Müteferrika burada Yer'in hareketi meselesini ele alır.
44
He makes a reference to Aristotle’s view evincing that it is valid and sound, but his
description of the sun-centred model is unfortunate and unfounded.
He is urged to repeat once more that this is not at all pertinent to religion. At the
same time, he appeals to undaunted scholars to criticize this new view and to
present opposing evidence in support of the Aristotelian model.
He notes that their contribution will further enhance his book. Muteferrika
continues to make contradictory statements referring to an opposition view
Muslim scholars once held, but does not clearly state who these wise men
were. However ‘null and void’ this view may be, he claims that since it is of
long-standing it was honoured and adhered to at all times and that many books
were written on the subject.
He does not impart his own opinion, disguising it in long and ambiguous remarks.
Muteferrika presents the principles of the new theory with diagrams, compares the
geocentric model with the heliocentric model and analyzes three typical criticisms of the new
outlook. The first criticism is that this new view opposes the divine decree attested in the
holy books. Here, Muteferrika refers to the movement of the Earth and states that the Earth
could only move in the way the Copernican system suggests.
He puts forward Descartes’ philosophical evidence and suggests that although the Bible
declares that the Earth is stationary, the actual meaning attributed to the word is
‘appeasing’. He analyzes the second criticism which claims that the position of the stars do
not change according to the movement of the Earth and moves on to the third criticism
based on the effect the Earth’s movement has on objects and he answers it by proposing
Galilean physics in place of Aristotelian physics.
Muteferrika quotes Edmond Pourchot on the historical development of the heliocentric
system. He also summarizes the theories of Pythogoras and Aristarcos on their concept of
the Earth rotating in an orbit while revolving around a central point.
He states that these views were contrary to Christian faith and worship, they conflicted with
the inclination of the ignorant people and that Latin poets had criticised them intensely.
However, he also reports that with the development in observational instruments and the
new observations made, this new outlook gained favourable regard to some extent and that
even the renowned Christian scholar Cardinal Cusanus displayed a predilection, and that
later a Polish cleric named Copernicus, with his observations between 1500 and 1530,
achieved to establish this view which is still referred to as the ‘Copernican astronomy’.
Muteferrika renders as the third view, the universe model by Tycho Brahe. But he shows
little interest in it stating that this view was prompted to attain reconciliation between the
two former views. The most striking matter in the appendix for Cihannuma is the prudence
with which Muteferrika approaches the sun-centered system.
The reason could be that he was expecting a strong reaction to the Copernican theory from
the Islamic world, similar to that witnessed in the Christian world. Himself a Unitarian
priest who converted to Islam, Muteferrika was well aware of this reaction. Regarding the
Aristotelian concept as right-minded, he repeats his appeal to valiant scholars to criticize the
new view, but at the same time argues that the acceptance of this view does not conflict with
religion. This prudent attitude changed to a great degree when one year later Muteferrika
translated from Latin the Atlas Coelistis.
IN THE HISTORY OF OTTOMAN GEOGRAPHY AND ASTRONOMY
Yer'in sırf Kopernik sisteminin icabı olarak hareket etmesinin gerektiğini söyler. Bu
hususta Descartes'ın felsefî delillerini ileri sürer ve Kitâb-ı Mukaddes’te Yer'in daima
sakin olduğu yazılı ise de orada kastedilen mananın hareketsizlik olmayıp, daimî varlık
olduğunu belirtir. Gök kubbede görülen yıldızların konumlarının Yer’e göre
değişmediği şeklindeki ikinci tenkidi ele aldıktan sonra, Yer'in hareketli olmasının
yeryüzündeki cisimler üzerindeki etkisini üçüncü tenkit olarak ileri sürer ve cevaplar.
Bu üçüncü tenkidi cevaplarken de Aristotales fiziğine karşı Galileo fiziğini anlatır.
Müteferrika diğer taraftan helyosantrik sistemin tarihî gelişimini Edmond
Pourchot’nun kitabından aktarır. Eski Yunan filozoflarından, Yer'in kendi ekseni ve
ayrıca bir merkez etrafında hareket ettiğine inananlardan örnekler vererek, bu konuda
Pisagorcular'ın ve Aristarkos'un görüşlerini özetler. Bu görüşlerin Hıristiyanlık din ve
ayinine muhalif olduğu gibi, cahil halkın anlayışına ters düştüğünü ve Latin şairlerinin
bu görüşleri tenkit ettiğini kaydeder. Ancak, rasat aletlerindeki gelişmeler ve yeni
rasatlar neticesinde bu yeni görüşün bir mertebe revaç bulduğunu, meşhur Hıristiyan
âlimi Kardinal Nicolaus Cusanus’un bile ona meylettiğini; daha sonra Kopernik adlı
Polonyalı rahibin 1500-1530 yılları arasındaki rasatları ile bu görüşün yerleşmesine
gayret sarfettiğini ve o günden bugüne bu görüşün onun adıyla “Kopernik
astronomisi” olarak şöhret bulduğunu aktarır. Bu görüşü daha sonra kabul eden
Avrupalı ilim adamları arasında Descartes’ın da bulunduğunu ve onun yeni geliştirdiği
felsefesiyle bu görüşün desteklendiğini belirtir.
Müteferrika güneş merkezli görüşten sonra, üçüncü görüş olarak Tycho Brahe’nin
kâinat modelini ele alır. Ancak bu görüşe fazla ilgi göstermez ve bunun daha önce
anlatılan iki görüş arasında bir uzlaşmaya varmak için ortaya atıldığını belirtir.
Müteferrika’nın Cihannüma ekinde en dikkat çekici husus, Güneş merkezli
sistemi açıklarken sergilediği ihtiyatkâr tavırdır. Bu tutumun sebebi,
Müteferrika'nın İslam dünyasında Kopernik sistemine karşı Hıristiyan dünyasında
olduğu gibi şiddetli bir reaksiyon beklemesi idi. Mühtedi bir papaz olan
Müteferrika, Hıristiyan dünyasındaki bu reaksiyonu çok iyi biliyordu.
Güneş merkezli sistemi tanıttığı sayfalarda, Aristotales’in isabetli ve sağlam olarak
vasıflandırdığı görüşüne atıf yaparak, bu yeni görüşü kabul etmenin dinî inançla
bir ilgisi olmadığını tekrar ifade etmekle birlikte, cesur bilim adamlarını bu yeni
görüşü tenkit etmeye ve Aristotales’in görüşünü desteklemeye davet eder.
Müteferrika’nın Güneş merkezli sistem konusundaki bu ihtiyatkâr tavrı,
Cihannüma’nın yayımlanmasından bir sene sonra, Latinceden yaptığı Atlas
Coelestis tercümesinde büyük ölçüde değişecektir.
Cihannüma, yukarıda görüldüğü gibi coğrafya kitabı olma özelliği yanında, oldukça
geniş bir şekilde astronomi konusunu da işlemiştir. Tercümeye esas teşkil eden
Latince kitap, yermerkezli evren modeline göre hazırlanmış olmasından dolayı,
eski astronomiyi anlatmakta ise de, bilhassa Müteferrika’nın ilave ettiği
açıklamalarla Cihannüma’da geleneksel Osmanlı ve Avrupa astronomi teori ve
uygulamalarının bir sentezi tereddütlü bir şekilde yapılmaya çalışılmıştır. Ancak
18. yüzyılda Avrupa’da geçerli olan yeni astronomi konuları, sadece teknik detay
ölçüsünde ele alınmış ve okuyucuya sunulmuştur. Çok geçmeden Müteferrika’nın
ve yeni astronomiden bahseden tercümesi, onun bu konudaki esas görüşünün
farklı olduğunu yansıtmaktadır. Cihannüma’nın coğrafya konusunda getirdiği
yenilik ise geleneksel İslam coğrafya geleneği yerine Avrupa coğrafya anlayış ve
tekniklerinin yerleşmesini sağlamasındadır.
As mentioned above, Cihannüma is not only a geography book but extends over to the field
of astronomy. The original book in Latin was structured on the earth-centred universe
model and describes old astronomy, whereas with additional information by Muteferrika,
Cihannüma is a synthesis, however hesitantly, of traditional Ottoman and European
theories and applications of astronomy. New astronomy topics relevant in 18th century
Europe are presented to the reader as mere technical details. The ensuing translation of new
astronomy by Muteferrika, however, reveals that his true opinion of the matter is different.
The novelty Cihannuma presents in terms of geography is that it helped establish the
European approach and techniques in place of the traditional Islamic outlook.
KAYNAKÇA
RESOURCES
Ekmeleddin İhsanoğlu,
‘Introduction to the Ottoman
Geography Literature’,
Osmanlı Coğrafya Literatürü Tarihi, Ramazan
Şeşen, Serdar Bekar,
Gülcan Gündüz ed.
E.İhsanoğlu, IRCICA, Istanbul 2000.
Atilla Bir,
‘Zamanı Belirlemeye
Yarayan Aletler’,
Osmanlı İmparatorluğunun Doruğu,
16. Yüzyıl Teknolojisi,
ed. Kazım Çeçen, ISKI Pub. İstanbul 1999, pp. 231273
Pirî Reis,
Kitab-ı Bahriye, Faksimile,
Haydar Alpagut, Fevzi Kurtoğlu,
Fehmi Pekol, TTK, İstanbul 1935.
Doğan Uçar,
‘XVI. Yüzyıl Haritacılığı’,
Osmanlı İmparatorluğunun Doruğu , 16. Yüzyıl
Teknolojisi, ed.
Kazım Çeçen , ISKI Pub.
Istanbul 1999, pp. 275-3113.
Mercator’s famous work
Atlas Minor, with 40 maps.
Ekmeleddin İhsanoğlu,
2000, p. 86.
Adnan Adıvar,
Osmanlı Türklerinde İlim
(Science in Ottoman Turks)
İstanbul 1970, pp. 124-125
Ekmeleddin İhsanoğlu,
‘The Introduction of Western Science to the
Ottoman World: A Case Study of Modern
Astronomy (1660-1860)’,
article II in Ekmeleddin İhsanoğlu, Science,
Technology and Learning in the Ottoman Empire,
Ashgate – Variorum collected studies serries, 2004
Michael Hoskin,
‘Astronomy in Antiquity’,
The Cambridge Concise History of Astronomy,
ed.Michael Hoskin, Cambridge 2003.
The History of Cartography, Cartographyin the
Traditional
Islamic and south Asian Socities,
vol. 2. Book 1,
J. B. Harley & Dawid Woodward,
The University of Chicago press,
Chicago-London 2001.
E. İhsanoğlu, Mustafa Kaçar,
‘The Sourcers and Early Works of Ottoman
Science’, The Turks, v.3 (Ottomans), ed. H. Celal
Güzel C.
Cem Oğuz & Osman Karatay,
Yeni Türkiye Pub., Ankara 2002,
pp. 756-775
45