Academia.eduAcademia.edu

İZMİR ARAŞTIRMALARI DERGİSİ 14. SAYI

2021, İzmir Araştırmaları Dergisi

Yazılarda ileri sürülen görüşlerden yazarı / yazarları sorumludur.

ISSN: 2149-1097 İZMİR ARAŞTIRMALARI DERGİSİ 14 İZMİR 2021 ISSN: 2149-1097 İZMİR ARAŞTIRMALARI DERGİSİ JOURNAL OF IZMIR STUDIES 14 İzmir-2021 İZMİR ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Yıl 7, Sayı: 14, 2021 SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: Doç. Dr. Olcay Pullukçuoğlu Yapucu EDİTÖRLER: Doç. Dr. Haluk SAĞLAMTİMUR İDARE MERKEZİ/CORRESPONDENCE: Gençlik Caddesi No: 21 Pembe Köşk 35100 Bornova-İZMİR YAYIN KURULU/ EDITORIAL BOARD Doç. Dr. Olcay PULLUKÇUOĞLU YAPUCU Doç. Dr. Cihan ÖZGÜN Doç. Dr. Aylin Ümit ERDEM OTMAN Doç. Dr. Atilla BATMAZ HAKEM KURULU/ REFEREE BOARD Prof. Dr. Kemal ARI, Dokuz Eylül Üniversitesi. Prof.Dr. Mahir AYDIN, İstanbul Üniversitesi Prof. Dr. Yusuf AYÖNÜ, Ege Üniversitesi. Prof. Dr. Evangelia BALTA, National Hellenic Research Foundation. Prof. Dr. Xaris EXERTZOGLOU, University of Aegean. Prof. Dr. Mehmet ERSAN, Ege Üniversitesi. Prof.Dr. Frank GÖTTMANN, Paderborn Üniversitesi. Prof. Dr. Ruth HAGENGRUBER, Paderborn Üniversitesi Prof. Dr. Necdet HAYTA, Gazi Üniversitesi. Prof. Dr. Cüneyt KANAT, Ege Üniversitesi. Prof. Dr. Ayşe KAYAPINAR, Milli Savunma Üniversitesi. Prof.Dr. Levent KAYAPINAR, Ankara Üniversitesi. Prof. Dr. Mustafa KAYMAKÇI, Emekli Öğretim Üyesi. Prof. Dr. İnci KUYULU ERSOY, Ege Üniversitesi. Prof. Dr. Hasan MERT, Ege Üniversitesi. Prof. Dr. Herkül MİLLAS, Emekli Öğretim Üyesi. Prof. Dr. Besim ÖZCAN, Atatürk Üniversitesi. Prof.Dr. Eva Maria SENG, Paderborn Üniversitesi. Prof. Dr. Spiridon SFETAS, Aristotle University of Theassaloniki. Prof. Dr. Hatice ŞİRİN, Ege Üniversitesi. Prof. Dr. Ahmet TALİMCİLER, Bakırçay Üniversitesi. Prof. Dr. Zuhal ÖZEL SAĞLAMTİMUR, Ege Üniversitesi. Doç. Dr. Yücel AKSAN, Ege Üniversitesi. Emekli Öğretim Üyesi. Doç. Dr. Atilla BATMAZ, Ege Üniversitesi. Doç. Dr. Fevzi ÇAKMAK, Dokuz Eylül Üniversitesi. Doç. Dr. Mehmet Emin ELMACI, Dokuz Eylül Üniversitesi. Doç. Dr. Aylin Ümit ERDEM OTMAN, Ege Üniversitesi. Doç. Dr. Nuri KARAKAŞ, Ege Üniversitesi. Doç. Dr. Cihan ÖZGÜN, Ege Üniversitesi. Doç. Dr. Olcay PULLUKÇUOĞLU YAPUCU, Ege Üniversitesi. Doç. Dr. Haluk SAĞLAMTİMUR, Ege Üniversitesi. Doç. Dr. Aysun SARIBEY HAYKIRAN, Adnan Menderes Üniversitesi. Doç. Dr. Tuncay Ercan SEPETÇİOĞLU, Adnan Menderes Üniversitesi. Doç. Dr. Serpil ÖZMIHÇI, Dokuz Eylül Üniversitesi. Doç. Dr. Hasan UÇAR, Ege Üniversitesi. Dr. Öğr. Üyesi Mehmet BAŞARAN, Adnan Menderes Üniversitesi. Dr. Öğr. Üyesi Günver GÜNEŞ, Adnan Menderes Üniversitesi. Dr. Öğr. Üyesi Kemal HAYKIRAN, Adnan Menderes Üniversitesi. Dr. Gregory STOURNARAS, Aristotle University of Theassaloniki. Dr. Siren BORA, Araştırmacı Tarihçi. İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (XXXX), 2021 SEKRETERYA Yasin ÖZDEMİR YAYININ TÜRÜ: Uluslararası, Hakemli. KISALTMASI: IAD E-POSTA: izmiraum.ege.edu.tr / izmiraum@gmail.com TLF: 0232 342 72 24 BASIM YERİ/ PRESS: Ege Üniversitesi Basımevi, Bornova, İzmir Yazılarda ileri sürülen görüşlerden yazarı / yazarları sorumludur. Yayın Tarihi: 30.12.2021 Yazılarda ileri sürülen görüşlerden yazarı / yazarları sorumludur. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 18679 İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 5 (195-200), 2017 İÇİNDEKİLER / CONTENTS ARAŞTIRMA MAKALELERİ/ ARTICLES Ece SEZGİN, Nil Dilara ÇOLAK, Gizem AKCAN Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular .......................... 1 Yeşim BATMAZ Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler............................................................................................. 29 Murat ALANDAĞLI XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) ............................................................................................................. 51 Mustafa KAYMAKÇI, Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları ............................................... 95 İNCELEME YAZILARI Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ, Akdeniz’e Farklı Bakmak ............................................................................................... 127 KİTABİYAT /BOOKS Yasin ÖZDEMİR Birinci Juderia İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi, Dr. Siren Bora, ........................ 133 İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (1-27), 2021 KARABURUN ARKEOLOJİK YÜZEY ARAŞTIRMASI: ÖNE ÇIKAN BULGULAR Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN  Makale Geliş Tarihi: Kasım 2021 Öz Makale Kabul Tarihi: Aralık 2021 Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması (KAYA), İzmir’in Karaburun İlçesinde 2015 yılından itibaren yürütülmektedir. Peyzaj arkeolojisinin kuramsal yaklaşımıyla yaygın yaya yüzey araştırması yöntemini uygulayan proje, Karaburun Yarımadası’nda, yedi yılda toplam 181 arkeolojik alan kayıt altına almıştır. Buluntular, Alt Paleolitik Dönem’den Erken Cumhuriyet Dönemi’ne dek uzanmaktadır. Okumakta olduğunuz çalışma, başlangıcından günümüze Karaburun’da gerçekleştirmiş olduğumuz çalışmaların bir özeti niteliğindedir. Anahtar Kelimeler: Karaburun, yüzey araştırması, Ege prehistoryası, Paleolitik, Neolitik, Tunç Çağı, Batı Anadolu. The Surface Explorations of Karaburun: Some Prominent Findings Abstract Karaburun Archaeological Survey Project (KASP) has been carried out in the Karaburun District of Izmir since 2015. Embracing the theoretical approach of landscape archaeology and pedestrian survey methods, the project has identified 181 sites in the Karaburun Peninsula in seven seasons. The findspots cover a wide chronological range from the Lower Paleolithic Age to the foundation of the Turkish Republic. This paper is a summary of our research carried out in Karaburun Peninsula so far. Key Words: Karaburun, survey, Aegean prehistory, Bronze Age, Iron Age, Antiquity, Ottoman period, western Anatolia. GİRİŞ Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması, çağlar boyunca yarımadadaki yerleşim sıklığını, tiplerini, modellerini ve boyutlarını ortaya koyabilmek amacıyla, Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden Çiler  Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Arkeoloji Bölümü 48000 Kötekli/MUĞLA. E-Posta: ecesezginece@gmail.com Orcid No: 0000-0002-8090-0791. Hacettepe Üniversitesi, Antropoloji Bölümü 06800 Çankaya/ANKARA. E-Posta: nildilaracolak@gmail.com Orcid No: 0000-0002-7098-7010. Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü 35080 Bornova/İZMİR. E-Posta: gizemakcan2016@gmail.com Orcid No: 0000-0003-1501-3018. 2 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN Çilingiroğlu yürütücülüğünde 2015 yılında başlatılmıştır. Peyzaj arkeolojisinin kuramsal yaklaşımıyla yaygın yaya ve yoğun taramalı yüzey araştırması yöntemlerini kullanan proje, dönem ayırt etmeksizin Karaburun’daki tüm tarihi ve arkeolojik alanları belgelemektedir. Çalışmanın hedefi, Karaburun peyzajının derin tarihini anlamak, yarımadadaki tarihsel değişim ve dönüşümleri tespit etmek, Ege arkeolojisi bağlamında Karaburun Yarımadası’nın yerini değerlendirmek ve bir arkeolojik envanter oluşturarak yarımadadaki kültür varlıklarının korunmasına katkı sunmaktır. Literatüre bakıldığında Karaburun Yarımadası’nda; keşif gezileri, kısa süreli kazı ve araştırmaların gerçekleşmiş olduğu görülmektedir1. 2015 yılında Karaburun’un ilk sistematik arkeolojik araştırması ekibimiz tarafından başlatılmıştır. İlk sistemli kazılar 2018 yılında Kömür Burnu Geç Tunç Çağı mezarlık alanında başlamıştır2. Yüzey araştırmasının temel yöntemi olarak, Cherry vd., AlcockCherry ve Bevan-Conolly3 tarafından geliştirilmiş olan “yaygın yaya yüzey araştırması” şeklinde adlandırılan yöntem benimsenmiştir. Diyakronik bir yaklaşıma sahip olan projede her dönemin ayrı uzmanı yer almış ve ekip buna göre şekillenmiştir. 2017 yılından itibaren ekibe Koç Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nden uzmanlar eklenerek sualtında kalan kültürel varlıklar belgelenmeye başlanmıştır. Kara çalışmalarında, belirli aralıklarla dizilmiş olan araştırma üyeleri birbirlerine paralel olarak yürüyerek alanı taramakta, yüzeyde görünür arkeolojik buluntuları, mimari kalıntıları, doğal ve çevresel özellikleri projenin ürettiği standart veri formlarına işlemektedir. Taranan alanlar (SU=Survey Unit) ve tespit edilen arkeolojik kalıntılar (POI=Point of interest) iki farklı veri formu kapsamında ünik numaralar alarak kayıt edilir. Arazide gezilen rotalar ve UTM koordinatları GPS cihazlarıyla gerçek zamanlı olarak kaydedilir. Sonrasında tüm veriler MS Access ve CBS tabanlı veritabanına işlenir, sayısal haritalar oluşturulur, çizimler ve fotoğraflamalar tamamlanır. Gerekirse malzeme üzerinde ileri analiz ve çalışmalar gerçekleştirilir. 1 Keil 1910; Bittel 1939-1941; Akurgal 1945; Koşay ve Gültekin 1949; Işık 2002; Pınarcık 2005; Uhri vd. 2010. 2 http://ankusam.ankara.edu.tr/komur-burnu/ 3 Cherry vd. 1991; Alcock ve Cherry 2004; Bevan ve Conolly 2013. Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 3 Bu makale, 2015-2021 sezonlarında projenin ulaştığı öne çıkan bulguların bir özeti niteliğindedir (Harita 1). Paleolitik Dönem Karaburun Yüzey Araştırmasına başlarken amaçlarımızdan biri, prehistorik dönem araştırma boşluğunu doldurarak yarımadayı çevre bölgelerle karşılaştırmalı olarak incelemeyi mümkün kılmaktı. 2015 yılında araştırmalarımıza başlayana dek yarımadanın en erken buluntularının Neolitik Dönem’e tarihlendiği bilinmekteydi4. Bu tarihe kadar İzmir ili Paleolitik Dönem buluntuları tekil halde bulunan iki el baltasıyla5 sınırlıydı; fakat buluntu yerleri tam olarak belirlenemediği için Paleolitik Dönem ile ilgili tam bir değerlendirme yapmak pek de mümkün değildi. Bu nedenle projenin Kömür Burnu’nda yaptığı keşifler İzmir’in ve Batı Anadolu’nun Paleolitik Dönemlerini aydınlatması açısından önemli bir noktadadır. Kömür Burnu, İzmir’de Paleolitik buluntuların in situ olarak tespit edildiği ilk arkeolojik alan olma özelliğine sahiptir. Alan 2015-2017 çalışma sezonları içerisinde ziyaret edilmiştir. Kömür Burnunda iki önemli Paleolitik buluntu alanı bulunmaktadır. Bunlardan ilkinde (26 no.lu alanda) yapılan çalışmalarda toplamda 50 adet Paleolitik yontmataş tespit edilmiştir. Bu buluntuların; 29 tanesi yonga, bir tanesi düzeltili doğal parça, üç tanesi kazıyıcı, üç tanesi düzeltili yonga, altı tanesi dilgi, bir tanesi iki yüzeyli el baltası, dört tanesi çekirdek, bir tanesi satır, bir tanesi vurgaçtır. Kömür Burnu’ndaki ikinci Paleolitik buluntu alanı ise bazalt ana kayanın en belirgin olduğu ve aynı zamanda buruna adını veren bölümdür6 (28 no.lu alan). Bu alanda yaptığımız çalışmalarda yüzeyde koyu renkli bazalttan üretilmiş iki yüzeyli el baltası tespit edilmiştir. Alt Paleolitik Dönem’e tarihlenen bu buluntular bölgede yerel olarak bulunan bazalttan üretilmiştir7. Yarımadanın bir diğer Paleolitik buluntusu, Bozköy’de buluntu alanlarında tespit edilmiştir. Burada Alt ve Orta Paleolitik Dönem özellikleri gösteren bazalttan üretilmiş yontmataşlar bulunmuştur. Bu alanda bazalt dışında çakmaktaşının da hammadde olarak kullanıldığı 4 Uhri vd. 2010. Kansu 1963, 1969. 6 Çilingiroğlu vd. 2018a, 66. 7 Çilingiroğlu vd. 2017, 165; Çilingiroğlu vd. 2018a, 69. 5 4 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN anlaşılmaktadır8. Yontmataş endüstrisinin büyük bir yongalar, yonga aletler ve çekirdekler oluşturmaktadır. çoğunluğunu Karaburun Paleolitik Dönem buluntuları genellikle Alt ve Orta Paleolitik Dönem’e tarihlendirilmektedir9 ve üretimlerde yerel bazalt taşların hammadde olarak tercih edildiği görülmektedir. Bu noktada Tepeboz’da tespit edilen iki buluntu alanı (88 ve 147 no.lu alanlar) diğer Paleolitik alanlarından ayrılmaktadır. Her iki alanda yoğun miktarda kızılkahverengi çakmaktaşından üretilmiş yontmataş aletler tespit edilmiştir. Buluntular diagnostik özellik göstermediği için net tarihlemesi yapılamamıştır; fakat üretiminde metal vurgaç kullanılmamış olması ve ürünlerin niteliği prehistorik dönemlere ait olduğunu göstermektedir. Yapılan tipolojik ve teknolojik analizler ve karşılaştırmalar bu alanların Üst Paleolitik Dönem’e ait olabileceğini gösterir10. Alanlardan birinde (88 no.lu alan) yontmaş endüstrisinin genel niteliği, bu alanın bir üretim atölyesinden ziyade kamp veya av alanı olabileceğini düşündürtmektedir11 Epipaleolitik Dönem Araştırmanın ilk yıllarından itibaren yarımadanın Epipaleolitik ve Mezolitik Dönemleriyle ilgili önemli veriler elde edilmiştir. Kocaman Mevkiinde bulunan Epipaleolitik Dönem buluntu alanında toplamda 299 adet yontmataş toplanmıştır. Tipolojik özellikleri ele alındığında endüstri içinde; dilgicik çekirdekleri, yonga çekirdekleri, düzeltili yongalar, kalem, çentikli, önkazıyıcılar, düzeltili dilgiler ve yarımaylar olduğu tespit edilmiştir. Kocaman mevkii buluntularında dilgilerin oranına ve geometrik parçaların varlığına bakıldığında Güneybatı Asya, Kuzey Ege ve Anadolu’nun Akdeniz kıyılarından bilinen Geç Epipaleolitik Dönem yontmataş endüstrileri ile benzerlikler görülür12 (Fig. 1). Ayrıca, Hasseki köyü Yumrutepe (SU.18.55) ve İnecik köyü Değirmentepe (SU.18.56) 8 Çilingiroğlu vd. 2019a. 2019-2021 yıllarında tespit edilen; POI.19.110 (Karatepe, Çatalkaya), POI.19.111 (Karatepe Sahil, Çatalkaya), POI.19.128 (Tepe, Bozköy), POI.20.134 (Kumburnu), POI.20.137 (Kumburnu), POI.20.138 (Kumburnu), POI.20.142 (Karşıyaka, Tepeboz), POI.20.143 (Çakmakçık, Tepeboz), POI.20.147 (Yeni Liman Köyü girişi), POI.21.159 (İskele, Azmak), POI.21.167 (Eğlenhoca, Kemer Dağı) Paleolitik buluntu alanları üzerine çalışmalar sürmektedir. 10 Çilingiroğlu vd. 2019b; Çilingiroğlu-Dinçer 2021. 11 Çilingiroğlu vd. 2019b, 380; Çilingiroğlu-Dinçer 2021. 12 Çilingiroğlu vd. 2018b; 2018c; 2020. 9 Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 5 mevkilerinde tespit edilen yontmataş buluntuları tipolojik olarak Kocaman mevkii ile benzer olduğundan dolayı Epipaleolitik Dönem’e (Geç Holosen) tarihlendirilmiştir13. Mezolitik Dönem Karaburun Yarımadası’nın Mezolitik Dönem’ini (MÖ yaklaşık 96007000) ortaya koyan önemli yerleşimlerden biri Kayadibi Mevkii’ndeki buluntu alanıdır. 0.3 hektarlık bu alanda toplamda 139 adet yontmataş tespit edilmiştir. Kahverengi ve siyah çakmaktaşından üretilen endüstri tamamen beyaz patinalı bir özellik gösterir. Çok sayıda düzeltisiz yonganın görüldüğü endüstri içinde yonga çekirdekleri ve yonga aletler önemli bir yer tutmaktadır14. Yontmataş malzemeler, özellikle Kythnos, Ikaria, Naksos ve Youra gibi Ege adalarındaki alanlara olan benzerliği nedeniyle, Mezolitik Dönem’e tarihlendirilmiş ve Holosen başı avcı-toplayıcılarına atfedilmiştir15 (Fig. 2). Araştırma sırasında olasılıkla Mezolitik Dönem’e ait yontmataş buluntulara Mordoğan Kayalık Mevkii’inde, Dolungaz Koyu ve İnecik Dereağzı alanlarında da rastlanmıştır. Neolitik Dönem Karaburun Yarımadası’nda Neolitik Dönem, Kömür Burnu, Kanlıkaya Tepesi ve Bozköy, Örenyeri arkeolojik alanlarından elde edilen buluntular ile bilinmektedir. Karaburun Neolitiği ile ilgili en detaylı bilgileri aldığımız alan Kömür Burnu’dur. Toplam 3.5 hektarlık bir alana yayılmış olan Kömür Burnu Paleolitik Dönem, Neolitik Dönem, Kalkolitik Dönem, Tunç Çağ ve Roma Dönemlerine ait buluntuların bulunduğu prehistorik bir sit alanı olma özelliği taşımaktadır16. Kömür Burnu’nda bulunan kırk adet Neolitik Dönem çanak çömlek parçası detaylı olarak incelenmiştir ve buluntuların morfolojik, hamur ve yüzey özellikleri açısından tipik Batı Anadolu Neolitik Dönem özellikleri taşıdığı tespit edilmiştir (Fig. 3). Batı Anadolu Neolitik Dönem çanak çömleklerinin ortak özelliği olan ince cidarlı ve kırmızı-kızıl kahve astarlı üretim Kömür Burnu toplumu içinde geçerli olmuştur17. Kömür Burnu 13 Çilingiroğlu vd. 2019b, 381-382. Çilingiroğlu vd. 2017, 163. 15 Çilingiroğlu vd. 2020; Turan 2019. 16 Çilingiroğlu vd. 2018a, 74; Çilingiroğlu - Dinçer 2018, 32. 17 Çilingiroğlu vd. 2018a, 74. 14 6 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN çanak çömleğinin teknolojik olarak en dikkat çekebileceği özelliği yoğun saman katkılı olmasıdır. Bir diğer özelliği ise Batı Anadolu Neolitik çanak çömleğinin kaliteli açkılı ve parlak yüzeyli üretimine karşı Kömür Burnu toplumu mat yüzeyli çanak çömlek18 üretmeyi tercih etmesidir. Pişmiş toprak kap grupları çoğunlukla kırmızı astarlı ve kaba mallardan oluşur. Bu alanda çanak çömlek dışında Neolitik Dönem’e tarihlendirilen yontmataş aletler, üç adet obsidyen, üç adet yassı balta, bir adet havaneli parçası, bir adet taş kap parçası tespit edilmiştir. Obsidyenler (Fig. 4) üzerinde Rana Özbal tarafından Koç Üniversitesi Arkeometri Laboratuvar’ında yapılan P-XRF analizleri bu parçaların iki farklı jeolojik kaynaktan geldiğini göstermiştir19. Obsidyenlerin iki tanesi Orta Anadolu (Göllüdağ) kökenli diğeri ise Melos kökenlidir. Karaburun’da Göllüdağ ve Melos obsidyenlerinin varlığı, Karaburun Neolitik toplumlarının bölgesel ve bölgelerarası takas ağlarına katıldığını göstermektedir. Kömür Burnu Neolitik toplumunun materyal kültürü ve çanak çömlek teknolojisi Batı Anadolu’nun MÖ. 7. binyıl sonuna tarihlenen diğer yerleşmeleriyle benzerlik göstermektedir. Bu bağlamda Kömür Burnu Neolitik toplumunun izole bir yaşam sürmediği, ekonomik, kültürel ve sosyal ağlar içerisinde yer aldığını söylemek mümkündür20. Kalkolitik Dönem Kalkolitik Dönem kültürleri, Batı Anadolu’da Anadolu’nun diğer bölgelerinden daha ayrıksı olmak üzere, daha çok Ege Dünyası ile ilişkili görünmektedir. Bu bağlamda yavaş değişim gösteren kültürel özelliklere sahip olduğu anlaşılmaktadır21. Batı Anadolu tarih öncesi araştırmaları kapsamında Kalkolitik Dönem üzerine bilgiler oldukça kısıtlıdır. Arkeolojik tabakaların kötü korunmuş olması, kalıntıları anlamayı güçleştirmektedir. Bu nedenle genel olarak bakıldığında çoğunlukla çanak çömlek kalıntıları ile tanımlanmaktadır. Bu türden bir tanımlama, toplumların yaşam biçimlerini, ekonomilerini ve beslenme stratejilerini anlama yönünde pek 18 Çilingiroğlu vd. 2018a, 75. Çilingiroğlu ve Dinçer 2018, 34. 20 Çilingiroğlu vd. 2018a, 81. 21 Çilingiroğlu 2020, 9. 19 Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 7 fayda sağlamamakta ancak göreli kronolojilerin oluşturulmasına imkân vermektedir22. Araştırma tarihçesine bakıldığında, Karaburun’da Kalkolitik Dönem ile ilişkili ilk verilere 1949 yılında Koşay ve Gültekin tarafından yürütülen Çakmaktepe kazılarında rastlandığı görülmektedir23. Manastır mevkiindeki cıva madeninde gerçekleştirdikleri çalışmalarda el yapımı ve kaba görünümlü çanak çömlek parçaları ile çok sayıda kemik alet, sürtmetaş alet, yontmataş alet ve taş çekiçler buldukları anlaşılmaktadır. Malzemelerin ele geçtiği ifade edilen galerileri günümüzde lokalize etmek mümkün değildir24. Ekibimiz tarafından yürütülen araştırmalarda ise Karaburun Yarımadası’nda yukarıda da değinilen Çakmaktepe, Peynirini Mağarası, Kömür Burnu ve Kababurun olmak üzere Kalkolitik Dönem ile ilişkili toplamda dört alan tespit edilmiştir25. Bu alanlar arasında 2016 yılı çalışmalarında keşfedilmiş olan Kababurun, sunduğu zengin veriler açısından öne çıkmaktadır. Alan, Ambarseki Mahallesi Burunüstü mevkiinde bulunan kalker bir kayalığın üzerinde yer almaktadır26 (Harita 2). Toplanan arkeolojik ve zooarkeolojik malzemenin Ege ve Groningen Üniversitelerinde incelenmesi topluluğun materyal kültürü, teknolojisi, beslenme stratejisi, hammadde kaynaklarına erişimi ve takas ağlarına katılımı konusunda bilgiler sağlamıştır27. Yaklaşık 1.1 hektarlık bir alanda, 1 metreye kadar yükselen kültür dolgusu içerisinde arkeolojik malzeme korunmuştur. Zaman içinde denize akmış olduğunu gözlemlenen arkeolojik dolgudan geriye anakaya yüzeyi üzerinde dağılmış olarak çok sayıda kalıntı kalmıştır28. Sistematik veri toplama sonucunda çanak çömlek grubu çoğunlukta olmak üzere yontmataş aletler, sürtmetaş aletler, taş ve pişmiş toprak objelerle topluluğun beslenme ekonomisi ile ilgili bilgi verebilecek nitelikte hayvan 22 Çilingiroğlu 2020, 9. Koşay ve Güntekin, 1949. 24 Çilingiroğlu vd. 2017, 161. 25 Çilingiroğlu vd. 2017; 2018b; 2019a; 2019b. 26 Çilingiroğlu 2020, 10. 27 Çilingiroğlu 2020, 31; Çilingiroğlu vd. baskıda. 28 Çilingiroğlu vd. 2018b, 322. 23 8 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN kemikleri ve yumuşakça kavkıları ele geçmiştir29. Bunun yanında mimari unsur olarak tek sıralı taş temellerin olduğu saptanmıştır. Çanak çömleklerin tamamı el yapımı olup ortak özellikler göstermektedir. Yoğun miktarda mineral ve saman katkısı gösteren ortakaba yapım malların çoğunluğu kahve, kızıl-kahve ve gri tonlarındadır. Form bakımından makara kulplar, dikey kulplar, omurgalı kaseler, delikli kaseler ve memecikli çömlekler öne çıkmaktadır30. Kababurun’dan ele geçen az sayıdaki küçük buluntu arasında delikli taş obje grubu dikkat çekmektedir. Bu gruba giren dört obje, doğal çakıllaşmış küçük kalker taşlar üzerine yuvarlak formlu küçük delikler (7 mm çapında) açılmak suretiyle oluşturulmuştur. (Fig.5, Fig.6) Bu objelerin işlevleri bilinmemektedir. Benzer nesnelerin görüldüğü kanıtlara bakarak, bunları bir çeşit ağırlık olarak kullanıldığını öneriyoruz. Özellikle yerleşmenin deniz kıyısında yer alması ve topluluğun deniz ürünlerini tüketmiş olması göz önüne alındığında, bu delikli taşların balık ağlarına takılan ağırlıklar olduğu düşünülebilir31. Kababurun’un tarihlendirilmesi hususunda karşılaştırmalı kronolojiye bakıldığında, ağız kenarı üzerine yatay olarak yerleştirilmiş makara kulpların Ege dünyasında MÖ 5. binyıldan 3. binyılın başına kadar varlık gösterdiği bilinmektedir. Delikli kaplar ise yine Ege dünyasında “peynir kabı” olarak bilinen formlarla benzerlik göstermekte olup özellikle 5.-4. binyıl yerleşmelerinden tanınmaktadır32. Radyokarbon yaşlandırmaları ve çanak çömlek üzerinde yapılan analizler ise Kababurun’un kesin olarak Geç Kalkolitik Dönemin sonuyla Erken Tunç Çağının başına ait olduğuna işaret eder33. Buluntular üzerinden yapılan zooarkeolojik değerlendirmeler, bölgede yaşayan Kalkolitik Dönem sakinlerinin domestik ağırlıklı bir tüketimin yanında yabanıl kara hayvanlarını ve deniz ürünlerini tükettiğine, dolayısıyla karma bir geçim ekonomisine sahip olduğuna işaret etmektedir. İlgili zooarkeolojik veriler arasında koyun, keçi, sığır ve alageyik kemiği ile özellikle Çin şapkası olarak adlandırılan Patella sp.’nin 29 Çilingiroğlu 2020, 11. Çilingiroğlu vd. 2018b, 322. 31 Çilingiroğlu 2020, 26; Çilingiroğlu vd. baskıda. 32 Schoop 2005. 33 Çilingiroğlu 2020, 6. 30 Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 9 ön planda olduğu denizel yumuşakça kavkılarıdır34. Bu bağlamda değerlendirildiğinde yerleşmenin tam kıyı üzerinde yer alması geçim ekonomisi açısından bir tesadüf olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindeyiz35. Tunç Çağlar Karaburun yarımadasında yürüttüğümüz çalışmalarda keşfettiğimiz Tunç Çağ yerleşmeleri, yarımadanın ilgili süreç boyunca görüp geçirdiği yerleşmelerin yapısını, bölge içinde dağılımını ve çevre yerleşimlerle geliştirdiği ekonomik ve sosyal ilişkilerin anlaşılmasına katkıda bulunacak niteliktedir36. Bu bağlamda Karaburun’da ağırlıklı olarak Tunç Çağlar ile temsil edilen alanlar Manal Koyu, Limancık, Mordoğan Höyüğü ve Kömür Burnu’dur37 (Harita 2). Akçakilise Mevkii’nde de özellikle bölgenin yerel MÖ 2. binyıl çanak çömleklerine mal grubu ve biçim özellikleri bakımından benzeyen çok sayıda çanak çömlek parçası bulunmuştur38. Manal Koyu’nda denize doğru uzanan eğimli bir arazide bulunmuş olan arsenikli bakırdan hançer, Karaburun’un Tunç Çağı buluntuları arasında dikkat çekmektedir (Fig 7)39. Söz konusu hançerin bulunduğu alan içerisinden çanak çömlek ve yontmataş aletlere ait buluntu grupları da ele geçmiştir. Çanak çömlekler ağırlıklı olarak kızıl-kahverengi mal grubundandır ki, bu da göreli olarak ETÇ II ya da ETÇ III dönemine ait olabileceklerine işaret etmektedir. Yontmataş bulgular arasında Melos obsidyeninin bulunması ise denizel etkileşimler hususunda ETÇ takas ağlarının Karaburun’u içine alan bir alan üzerinde yayılımına işaret etmesi açısından önem taşımaktadır. Hançer tipolojik olarak değerlendirildiğinde, Batı ve Orta Anadolu ETÇ dönemi hançerleriyle benzerlik gösterdiği anlaşılmaktadır. Mevcut uzunluğu 9.1, kalınlığı 0.2 ve genişliği 2 cm olarak ölçülmüştür. Tek perçin 34 Çilingiroğlu vd. baskıda. Schwall 2018. 36 Ünlüsoy 2018, 221. 37 Ünlüsoy 2018, 222-223. 38 Çilingiroğlu vd. 2017, 418. 39 Zimmermann ve Zararsız 2020. 35 10 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN delikli sapının eğik biçimde korunmuş olduğu görülmektedir40. Manal hançeri, Karaburun arkeolojik araştırmalarında ele geçen Tunç Çağlara ait ilk ve tek madeni buluntudur. Bu dönemin bölgeler arası ticaret ilişkileri bakımından yoğun ve güçlü bir profil sergilediği açıktır. Söz konusu hançer, Karaburun’un bu ticaret ilişkilerine ne ölçüde katılım gösterdiği sorusuna öneri getirme potansiyeline sahip olması bakımından da değerli bir buluntuyu teşkil etmektedir. Şimdiye kadarki çalışmalarımızda Karaburun bölgesinde maden yatakları tespit edilmemiştir. Buna göre ilgili hammaddelerin olasılıkla ticaret yolu ile elde edildiği önerilebilir. Bu öneri alandaki Melos obsidyeni ile birlikte değerlendirildiğinde Karaburun ETÇ toplumlarının bölgedeki ticaret ağına denizel yollarla dahil olmuş olabileceğine dair bir kanı oluşturmaktadır. Bölgeye ulaşımın uzun çağlar boyunca karasal yollar ile kısıtlı olması da bu kanıyı destekler niteliktedir41. Bölgenin Tunç Çağlarına dair değerli veriler sunan bir diğer alan ise Kömür Burnu’dur. Burada; yamaç, kaya mezarları ve burnun üstü olmak üzere üç farklı noktada MÖ 2. binyıl ile ilişkili buluntu grupları ele geçmiştir. Kaya mezarların bulunduğu alanın çevresinde az sayıda Miken kültürü ile ilişkili boya bezeli çanak çömlekler gözlemlenmiştir. Ele geçen parçalardan bir tanesi Penelope Mountjoy tarafından Geç Hellas IIIA2’ye ait bir kylix parçası olarak tanımlanmıştır42. Bu küçük veri, bölgenin Geç Tunç Çağı aktiviteleri hakkında fikir verme potansiyeli bakımından önemlidir. Burun üstünden ele geçen çanak çömlek kalıntıları da Geç Tunç Çağına tarihlendirilmektedir. Bu parçalar gri astarlı mallar, kızıl-kahve orta yapım mallar ve açık kahve orta yapım mallar olarak sınıflandırılmışlardır. Gri astarlı parçalar, “Anadolu Gri Malı” olarak bilinen Batı Anadolu sahil kesiminin tipik özelliklerini taşımaktadır43. Kömür Burnu Tunç Çağ buluntuları, sergiledikleri özelliklere bakılırsa Karaburun yarımadasının Ege dünyası ile ilişkisine dair ipuçları vermesi bakımından dikkat çeken buluntular olarak görülmektedir. Demir Çağı 40 Ünlüsoy 2018, 224. Ünlüsoy 2018, 226-227. 42 Çilingiroğlu vd. 2018a, 79, dipnot 63. 43 Çilingiroğlu vd. 2018a, 78-81. 41 Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 11 Bölgenin şimdiye kadar en az bilinen ve hakkında en az bilgiye sahip olduğumuz dönemidir. Şimdiye kadar taradığımız tüm alanlarda çok cılız olarak temsil edilen Demir Çağı’na ilişkin araştırmamız devam etmektedir. Bu bağlamda, günümüzde tamamen tahrip edilmiş olan Mordoğan Höyüğü’nde 2015 yılında tespit ettiğimiz, MÖ 850 yıllarına ait (Geometrik Dönem) az sayıda çanak çömleğe değinmek isteriz44. Antik Dönem Antik Kaynaklarda Karaburun Yarımadası ile ilgili bilgiler oldukça sınırlıdır. Strabon’un aktarımına göre Karaburun’da, Antik adıyla Mimas’ta, Erythrai’lılar yaşamaktadır45 ve Mimas, av hayvanları konusunda zengin, ormanlarla kaplı yüksekçe bir dağ olarak tanımlanmaktadır46. Thukydides ise Mimas Dağı eteklerinde Phonicus adlı bir liman olduğundan söz eder47. Titus Livius, Phoenicum limanın Erythrai topraklarının ait olduğunu belirtir48. Cramer ise metinlerdeki bu limanın günümüzdeki Eğriliman olduğunu önermektedir49. Yarımadanın doğal çevresi ve yerleşim alanları konusunda Antik Dönem metinlerine yansıyan yüzü bu kadarla sınırlıdır. Arazi çalışmalarımız sırasında Antik Dönem’e tarihlenen toplam 57 tane arkeolojik buluntu alanı tespit edilmiştir. Arkaik ve Klasik Dönem’e ait buluntular ise ağırlıklı olarak Mordoğan Höyüğü ve Karareis Mazlumtepesi Mevkii’nde saptanmıştır. Hellenistik Dönem’e ait buluntu alanları ise altı tanedir. Bunlar; Karaburun Merkez, Denizgiren, Mordoğan Höyüğü ve Kumburnu’nda bulunan üç farklı alandır. Roma Dönemi’ne gelindiğinde buluntu tipi ve sayısında artış görülür. Araştırma kapsamında toplam 53 alanda Roma Dönemi’ne ait arkeolojik bulgu tespit edilmiştir. Bu alanlar içerisinde düz yerleşme ve dağınık buluntu alanlarının yanı sıra; işlik alanları ve liman gibi farklı niteliklerde alanlar bulunmaktadır. Ulucabük, Engicili Burnu ve Boyabağ yerleşimlerinin Roma Dönemi kıyı yerleşmeleri olduğu önerilebilir50. 44 Çilingiroğlu vd. 2017, 156, Resim 2. Strab. XIII. 1. 64. 46 Stab. XIV. 1. 33. 47 Th. VIII. 1. 34. 48 Liv. XXXVI. 45. 7. 49 Cramer 1832, 347; Işık 2002, 9-10. 50 Çilingiroğlu vd. 2019a, 411; 2019b, 385-386. 45 12 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN Küçükbahçe Kocadere’de ise olasılıkla Roma Dönemi’ne ait bir dalgakıran tespit edilmiştir. İlginç buluntu alanlarından biri Anberseki Mahallesi Ekşiyer Mevkii’nde bulunmaktadır. Burada Geç Roma – Bizans Dönemi’ne tarihlenen bir taş ocağı tespit edilmiştir51. Bağımsız görünen bu atölyenin yakınında herhangi bir dönem yerleşmesi tespit edilmemiştir. İşlik alanları ise yerleşimlerin bünyesinde bulunmaktadır. Örneğin, Boyabağ ve Ulucabük’teki kıyı yerleşimlerinde zeytinyağı üretimine ilişkin kanıtlar saptanmıştır. Sıcabük’teki Roma Dönemi yerleşiminde ise seramik fırını ve cüruflar tespit edilmiştir52. Roma yerleşimlerindeki çanak çömlekler değerlendirildiğinde yarımadanın Erken Roma Dönemi’nden itibaren yerleşim gördüğü, ancak özellikle M.S. 5-7. yüzyıllarda iskân faaliyetlerinin artış gösterdiği anlaşılmaktadır53. Sikkeler ve cam eserlerin54 yanı sıra, döneme ait dikkat çekici buluntu grubu olarak epigrafik eserlerden söz edilebilir. Roma Dönemine tarihlenen dört tane epigrafik parça kayıt altına alınmıştır. Bunlardan Boyabağ Mevkii’nde bulunan yazıtlı sunak, literatürde hali hazırda bilinmektedir55. Sunak üzerindeki ifade “Ioulios Ephebikos Brakhyleitai Birliği'ne bu renkli sunağı yemin ederek adadı” şeklinde tercüme edilmektedir56. Bir diğer yazıt Bozköy’de bir evin duvarında devşirme malzeme olarak kullanıldığı tespit edilen taşınabilir sunaktır. Sunak üzerinde Antik Yunanca olarak “kurtarıcı ve kurucu İmparator Hadrianus Olympios’a” ifadesi bulunmaktadır57. Hadrianus’un Olympios ünvanını M.S. 128/129 yıllarından itibaren aldığı bilinmektedir58. Bu nedenle sunağın bu tarihten sonra yani Hadrianus’un ikinci Doğu seferi vesilesiyle yapılmış olduğu önerilebilir. 51 Çilingiroğlu vd. 2019b, Şekil 2. Çilingiroğlu vd. 2019b, 385-386. 53 Aktaş vd. 2019. 54 Çilingiroğlu vd. 2018b. 55 Keil 1910, Fig. 11. 56 Çilingiroğlu vd. 2018b, 321. 57 Çilingiroğlu vd. 2018b, 419. 58 Kienast 2004, 128-133. 52 Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 13 Ambarseki köyündeki Küp Pınarı çeşmesinde Antik Yunanca yazıtlı devşirme malzeme kullanıldığı saptanmıştır. Kırık durumdaki parça üzerinde “MNEMEIA” ifadesi okunmaktadır59. Devşirme parçanın nereden alınmış olduğu bilinmese de üzerindeki ifadenin “Anısına” anlamına geldiği ve genellikle mezar yazıtlarında kullanıldığı bilinmektedir. Bizans, Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemleri Bizans ve Osmanlı Dönemlerine gelindiğinde buluntu alanlarının sayısında ve çeşitliliğinde ciddi bir artış görülmektedir. İlgili dönemlere ait; liman, kilise, cami, namazgâh, çeşme, yel değirmeni, sarnıç, mezarlık, hazire, bağ evi, teras duvarları, zeytinyağı işliği, taş işliği gibi farklı türlerde tam 124 alan kayıt altına alınmıştır. Bizans’tan Erken Cumhuriyet Dönemlerine kadar, Mordoğan ve Yukarı Boyabağ gibi korunaklı kıyıların aktif olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kıyılarda anakaya üzerindeki halat izleri, anakayaya açılmış kaya oyukları tespit edilmiştir60. Bu mağaraların duvarlarında kimi zaman nişler, kimi zaman tekne halatı bağlamak için anakaya oyuntuları kimi zamansa kazıma ile yapılmış gemi, balık gibi motifler bulunmaktadır. Bu mağaraların küçük teknelerin sığınması için yapıldığı anlaşılmaktadır. Deniz kıyısında bulunan çeşme yapılarının denizcilerin kullanımı için inşa edildiği de düşünülürse kıyıların yoğun kullanımı olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca yine bu alanlarda, deniz kıyısında çeşitli oluklar ve kaya oyukları saptanmıştır61. Kaya oyuklarının sığ olanlarında tuz üretiminin yapıldığı, belirgin biçimde daha derin olanlarda belki de deniz ürünlerinin muhafaza edildiği önerilebilir (Fig. 8). Osmanlı/Erken Cumhuriyet Dönemlerine tarihlenen önemli buluntu gruplarından biri çeşmelerdir. Yarımadada 60’a yakın çeşme yapısı kayıt altına alınmış olup bu sayının 100’ün üzerinde olduğu bildirilmektedir62. Tipik olarak çeşmelerin yanında çeşmeyle aynı yaşta bir çınar ağacı bulunmaktadır. İnşa kitabelerine dayanarak Karaburun’daki en erken 59 Çilingiroğlu vd. 2018b, 323-324. Çilingiroğlu vd. 2017; 2019a. 61 Çilingiroğlu vd. 2017. 62 Gürbıyık 2020, 90-91. 60 14 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN çeşme yapılarının Kösedere (1660-61) ve Bozköy Mevkilerinde (1652-53) bulunduğu anlaşılmaktadır63. Eskiden yarımada halkı Ege’nin güçlü rüzgârlarından faydalanan çok sayıda yel değirmeni inşa etmişti. Günümüzde kullanım görmeyen bu yapıları belgelemek bölgenin geçmiş ekonomisini ve peyzajın gelişimini anlamak açısından önem taşımaktadır. Şimdiye dek dokuz tane yel değirmeni belgelenmiştir. Osmanlı Dönemi’nde inşa edilen ve Erken Cumhuriyet Dönemi’nde kullanımı devam eden mimari unsurlardan olan yel değirmenleri yerel taşlarla inşa edilmiş, dairesel planlı yapılardır. 2021 yılı araştırmalarında ise ilk defa bir su değirmeni yapısı kayıtlarımıza geçmiştir. Parlak köyünde, Sazadın Deresi Mevkii’nde bulunan bu değirmenin Geç Osmanlı – Erken Cumhuriyet Dönemlerinde kullanımda olduğu anlaşılmaktadır. Roma, Bizans ve Osmanlı Dönemlerine ait az sayıda nümismatik buluntu vardır. Aşınmış olan bu buluntuları tarihlemek mümkün olmamıştır. Diğer yandan, Kumburnu, Otlakiye Mevkii’ndeki yerleşim kalıntıları arasında tespit edilen gümüş Osmanlı parasının ön yüzünde tuğra betimi, arka yüzünde “duribe fi Konstantiniyye…” ifadesi bulunmaktadır. II. Süleyman Dönemi’ne ait mangırın 1100/1688-99 yıllarına tarihlendiği anlaşılmaktadır. SONUÇ Karaburun Yarımadası’nın Paleolitik Döneminden Erken Cumhuriyet Dönemine kadar uzun bir sürece yayılan verilerimiz, söz konusu bölgenin derin tarihi ve Ege Dünyası’ndaki yerine dair kültürel bağlamlara ışık tutar niteliktedir. 2015-2021 yılları arasında yürüttüğümüz çalışmanın sonuçları bütüncül olarak değerlendiğinde, Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması’nın, Ege ve Batı Anadolu araştırmalarındaki boşluklarının giderilmesi konusunda önemli veriler sağladığı görülmektedir. Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması’ndan önce, Karaburun Yarımadası’nın en erken buluntuları, Neolitik Dönem ile temsil edilirken, elde ettiğimiz yeni veriler bu tarihi Alt Paleolitik Döneme kadar geri çekmiştir. Batı Anadolu’nun tarih öncesine dair bilgilerin oldukça kısıtlı olduğu göz önüne alınırsa yarımadanın genelinde elde ettiğimiz Alt, Orta ve Üst Paleolitik Dönem bulguları öne çıkar. Epipaleolitik ve Mezolitik 63 Çilingiroğlu vd. 2019a, 419-420. Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 15 Dönemlere ilişkin bulgular ise şüphesiz tüm Batı Anadolu ve Ege prehistoryası açısından ufuk açıcı olmuştur. Neolitik ve Kalkolitik Dönem bulguları, bölgede izole olmayan, üretim halinde, karma ekonomilere sahip ve çeşitli uzmanlık gerektiren işlerle uğraşan toplumların varlığını göstermesi bakımından önemlidir. Kababurun bulgularıyla ilk defa olarak Geç Kalkolitik-Erken Tunç Çağı geçişine ait bir yerleşme mutlak olarak tarihlenmiş, toplumun besin ekonomisi ve çanak çömlek teknolojisi hakkında bilgiler üretilmiştir. Manal Koyu’nda tespit edilen Melos obsidyeni ve madeni hançer Karaburun ETÇ toplumlarının takas ağlarındaki varlığı ve denizel ilişkilerine dair fikir vermesinin yanında, Kömür Burnu ve Kanlıkaya bulgularıyla bir arada ele alındığında, Ege dünyasıyla ilişkilerin MÖ 2. binyılın sonuna kadar süren devamlılığını ortaya çıkarmıştır. Arkaik, Klasik ve Hellenistik Dönemlerde yoğun olmamakla birlikte yarımadada bir nüfus ve ekonomik etkinlik olduğu anlaşılmaktadır. Roma Dönemi’nde ise ani bir yükselişle yarımadada faaliyetler kıyılarda yoğunlaşarak artmıştır. Bulgularımız özellikle MS 5-7. yüzyıllarda iskân faaliyetlerinin artış gösterdiğine işaret eder. Roma özelinde bu yerleşimler daha çok mütevazı basit yerleşim niteliği taşımaktadır. Yarımadanın Antik Dönemleri hakkında yazılı kaynaklar ayrıntılı bilgiler sunmasalar da tespit edilen yazıt sayesinde, Hadrianus’a adak adayacak ölçüde bir siyasi yapılanmanın Roma Dönem’inde Karaburun’da var olduğu anlaşılmıştır. Bizans Dönemi yerleşmeleri sayı olarak çok yoğun değildir. Roma Dönemi sonrasında nüfusta ve bölgenin ekonomik arzında bir gerileme olmuş olabilir. Diğer yandan, Beylikler Dönemi ve Osmanlı’nın erken dönemleri yarımadada arkeolojik veriyle neredeyse hiç temsil edilmemektedir. Ancak özellikle 17. yüzyıldan Mübadele’ye kadar olan birkaç yüzyıl boyunca yarımadada gittikçe canlanan bir ekonomik ve toplumsal yaşam gözlenir. Sözgelimi camii ve çeşme yapıları yarımadaya yapılan kamu yatırımlarını ve kırsal nüfusun zenginleştiğini gösteren unsurlardır. Tüm bu verileri bir araya getirdiğimizde Karaburun Yarımadası’nın, Paleolitik Dönemden yakın dönemlere uzanan bir zamanda Ege Bölgesi’nin tarihsel serüvenini anlamamızda değerli bilgileri barındıran bir bölge olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. 16 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN TEŞEKKÜRLER Öncelikle verileri bizimle paylaşan ve yayınlamamıza izin veren sevgili hocamız Çiler Çilingiroğlu’na çok teşekkür ederiz. Yedi yılda, 12 üniversiteden toplam 13 araştırmacı ve 21 öğrenci ile çalıştık. 181 arkeolojik alanı kayıt altına aldık, pek çok alanın tescillenmesini sağladık, 14 makale yayınladık, 17 bilimsel konuşma yaptık, iki tane ulusal, bir tane uluslararası bilimsel araştırma projesine imza attık, bir yüksek lisans tezi tamamladık. Tüm bu çalışmalarda emeği geçenlere ve Karaburun’u adım adım yürüyen herkese çok teşekkür ederiz. Ayaklarınıza sağlık. KAYNAKÇA Aktaş vd 2019 Rabia Aktaş, Ece Sezgin ve Çiler Çilingiroğ lu “IzmirKaraburun Yüzey Araştırmasında Ele Geçen Roma Dönemi Seramikleri” OLBA Dergisi, XVII, 2019, 369412. Akurgal 1945 Ekrem Akurgal “İzmir dolaylarındaki eski eserler hakkında birkaç not” Arkeoloji Araştırmaları, 47, 1945, 1-40. Alcock – Cherry 2004 Susan E. Alcock ve John F. Cherry, Side-by-side survey. Comparative Regional studies in the Mediterranean World, Oxford; Oxbow Books, 2004. Bevan – Conolly 2013 Andrew Bevan ve James Conolly, Mediterranean Islands, Fragile Communities and Persistent Landscapes: Antikythera in Long-term Perspective, Cambridge; Cambridge University Press, 2013. Bittel vd 1939-1941 Kurt Bittel, James R. Stewart ve John Lawrence Angel “Ein Gräberfeld der Yortan-Kultur bei Babaköy” Archiv für Orientforschung, 13, 1939-1941, 1-31. Cherry vd 1991 John F. Cherry, Jack Davis ve Eleni Mantzourani, Landscape Archaeology as Long-Term History. Northern Keos in the Cycladic Islands from earliest settlement until modern times. Los Angeles. Monumenta Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 17 Archaeologica 16. Institute of Archaeology. UCLA, 1991. Cramer 1832 John Anthony Cramer, A Geographical and Historical Description of Asia Minor; With a Map.Vol.1, Oxford; The University Press, 1832. Çilingiroğlu 2020 Çiler Çilingiroğlu, “MÖ 5. Binyılda Kıyı Ege Toplumlarında Teknoloji, Ekonomi Ve Beslenme: Kababurun Örneği Kapanış Raporu” Uluslararası Araştırma İşbirliği Projesi, Proje No: 20124, Ege Üniversitesi, 2020. Çilingiroğlu vd. 2017 Çiler Çilingiroğlu, Ahmet Uhri, Berkay Dinçer, Cengiz Gürbıyık, Canan Çakırlar, Gözde Özçolak, Ece Sezgin "Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması (KAYA) 2015" Araştırma Sonuçları Toplantısı, 34.1, 2017, 151-174. Çilingiroğlu vd. 2018a Çiler Çilingiroğlu, Ahmet Uhri, Berkay Dinçer, İsmail Baykara, Canan Çakırlar, Didem Turan, Ece Dinçerler, Ece Sezgin “Kömür Burnu: İzmirKaraburun’da Çok Dönemli Bir Prehistorik Buluntu Alanı” Arkeoloji Dergisi XXIII, 2018, 65-90 Çilingiroğlu vd. 2018b Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer, İsmail Baykara, Ahmet Uhri, Cengiz Gürbıyık, Pınar Özlem Aytaçlar, Canan Çakırlar “Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması (KAYA) 2016” Araştırma Sonuçları Toplantısı, 35.1, 2018, 317-330. Çilingiroğlu vd. 2018c Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer, İsmail Baykara, Ahmet Uhri, Canan Çakırlar ‘’A Late Possible Late Pleistocene Forager Site from the Karaburun Peninsula Western Turkey’’ Antiquity 92.362, Project Gallery, 3-5 April 2018. Çilingiroğlu – Dinçer 2018 Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer ‘’Contextualizing Karaburun: A New Area for 18 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN Neolithic Research in Anatolia’’, Documenta Praehistorica 45: 30-35. Çilingiroğlu vd. 2019a Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer, Ahmet Uhri, Cengiz Gürbıyık, Pınar Özlem Aytaçlar, Canan Çakırlar “Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması (KAYA) 2017” Araştırma Sonuçları Toplantısı, 36.1, 2019a, 418-439. Çilingiroğlu vd. 2019b Çiler Çilingiroğlu, Cengiz Gürbıyık, Ahmet Uhri ve Berkay Dinçer “Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması 2018 Yılı Çalışmaları” Araştırma Sonuçları Toplantısı, 37.1, 2019b, 377-392. Çilingiroğlu vd. 2020 Çiler Çilingiroğlu, Malgorzata Kaczanowska, Janusz K. Kozlowski, Berkay Dinçer, Canan Çakırlar, Didem Turan ‘’Between Anatolia and the Aegean: Epipalaolithic and Mesolithic Foragers of the Karaburun Peninsula’’ Journal of Field Archaeology 45.7, 479-497. Çilingiroğlu – Dinçer 2021 Çiler Çilingiroğlu, Berkay Dinçer “Two Possible Upper Paleolithic Sites on the Karaburun Peninsula, Turkey.” Journal of Paleolithic Archaeology 4.12. https://doi.org/10.1007/s41982-021-00089-22020 Çilingiroğlu vd. Baskıda Çiler Çilingiroğlu, Christoph Schwall, Ece Sezgin, Canan Çakırlar “Kababurun: Investigations of an Eastern Aegean Village in the Late Chalcolithic to Early Bronze Age Transition” Anatolian Studies 2023. Gürbıyık 2020 Cengiz Gürbıyık “Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması 2018-2020 Osmanlı Dönemi İzleri” M. Şahin (ed.). Türkiye Yüzey Araştırmaları Webinarı I-II-III Batı Anadolu, Orta Anadolu ve Karadeniz, DoğuGüneydoğu Anadolu ve Doğu Akdeniz. Bildiri Özetleri Kitabı, Bursa, 2020, 90-91. Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 19 Işık 2002 Şevket Işık, Karaburun Yarımadası’nın Tarihsel Coğrafyası, İzmir; Ege Üniversitesi Basımevi, 2002. Keil 1910 Josef Keil “Forschungen in der Erythraia I: 1 Die Mimashalbinsel 2. Inschriften”. Jahreshefte des Österreichischen Archäologischen Institutes in Wien, 13, 1910, 5-74. Kienast 2004 Dietmar Kienast Römische Kaisertabelle: Grundzüge einer römischen Kaiserchronologie, Darmstadt; Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 2004. Koşay – Gültekin 1949 Hamit Koşay ve Hakkı Gültekin “Karaburun (İzmir) Çakmak Civa Madeninde Öntarih Buluntuları” Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi, V, 1949,1625. Pınarcık 2005 Pınar Pınarcık, Karaburun Yarımadası’nda Arkeolojik Kültür Envanteri, Dokuz Eylül Üniversitesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir; 2005. Schwall 2018 Christoph Schwall, Çukuriçi Höyük 2. Das 5. und 4. Jahrtausend v. Chr. in Westanatolien und der Ostagäis. OREA 7. Wien. Turan 2019 Didem Turan ‘’Ege Mezolitik Dönem Bulguları Bağlamında Kayadibi Yontmataş Aletlerinin Değerlendirilmesi’’ Ege Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2019. Uhri vd 2010 Ahmet Uhri, Ali Kazım Öz, A. K. ve Onur Gülbay “Karaburun/Mimas Yarımadası Araştırmaları” Ege Üniversitesi Arkeoloji Dergisi, XV, 2010, 15-20. Ünlüsoy 2018 Sinan Ünlüsoy, “ İzmir Karaburun’dan Tunç Bir Hançer Üzerine Değerlendirmeler”, Phaselis IV, 2018, 219229. Zimmermann, T., A. Zararsız. “The Missing Jigsaw Piece – pXRF Bulk Analysis of the Karaburun Dagger and Some General 20 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN ANTİK KAYNAKLAR Considerations on Metalwork in Early Bronze Age Western Anatolia” Cedrus VIII: 65–74. Liv. Livius, Ab Urbe Conditaa; Kullanılan Metin ve Çeviriler: History of Rome, Volume X: Books 35-37. Edited and translated by J. C. Yardley. 2018. (The Loeb Classical Library) Strab. Strabon, Geographika; Kullanılan Metin ve Çeviriler: The Geography of Strabo. With an English translation by H. L. Jones I-VIII. London, New York 1917-1932 (The Loeb Classical Library) Th. Thoukudides, Historiai; Kullanılan Metin ve Çeviriler: History of the Peloponnesian War Books VII and VIII. With an English translation by C. F. Smith, London, 1958 (The Loeb Classical Library) İNTERNET KAYNAKLARI “Kömürburnu”, <http://ankusam.ankara.edu.tr/komur-burnu/> (8 Aralık 2021 tarihinde erişildi.) FİGÜR LİSTESİ Figür 1. Kocaman Mevkii yontmataş aletleri (Çilingiroğlu vd. 2020, Fig. 6) Figür 2. Kayadibi yontmataş aletleri (Çilingiroğlu vd. 2020, Fig. 9) Figür 3. Kömürburnu Neolitik Dönem Çanak Çömleği (Çilingiroğlu ve Dinçer, 2018a, Fig. 4) Figür 4. Kömürburnu Göllüdağ ve Melos Obsidyenleri (Çilingiroğlu vd. 2018a, Fig.5) Figür 5. Balık ağlarında kullanılan ağırlık olduğu düşünülen taş obje (Çilingiroğlu 2020, Levha 10 f-g) Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 21 Figür 6.Balık ağlarında kullanılan ağırlık olduğu düşünülen taş obje (Çilingiroğlu 2020, Levha 10-h) Figür 7. Manal Koyu’nda bulunan madeni hançer (Ünlüsoy 2018, Fig. 8) Figür 8. POI.15.01 no.lu buluntu alanının genel görünümü (KAYA Araştırma Arşivi) HARİTA LİSTESİ Harita 1. Karaburun Yüzey Araştırması 2015-2020 yılları bulunan alanlar (KAYA Araştırma Arşivi) Harita 2. Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması sırasında bulunan Tunç Çağı alanları (KAYA Araştırma Arşivi) 22 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN Fig. 1: Kocaman Mevkii yontmataş buluntuları (Çilingiroğlu vd. 2020, fig. 6) Fig. 2: Kayadibi yontmataş buluntuları (Çilingiroğlu vd. 2020, fig. 9) Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 23 Fig. 3: Kömür Burnu Neolitik Dönem çanak çömleği (Çilingiroğlu ve Dinçer, 2018a, fig. 4) Fig. 4: Kömür Burnu Göllüdağ ve Melos obsidyenleri (Çilingiroğlu vd. 2018a, fig.5) 24 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN Fig. 5: Balık ağlarında kullanılan ağırlık olduğu düşünülen delikli taş objeler (Çilingiroğlu 2020, Levha 10 f-g) Fig. 6: Balık ağlarında ağırlık olarak kullanıldığı düşünülen delikli taş obje (Çilingiroğlu 2020, Levha 10-h) Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular Fig. 7: Manal Koyu’nda bulunan madeni hançer. (Ünlüsoy 2018, Fig. 8) Fig. 8: POI.15.01 no.lu buluntu alanının genel görünümü. (Proje Arşivi) 25 26 Ece SEZGİN- Nil Dilara ÇOLAK- Gizem AKCAN Harita 1: Karaburun Yüzey Araştırması 2015-2020 yıllarında bulunan arkeolojik alanlar (Proje Arşivi) Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular 27 Harita 2: Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması sırasında bulunan Tunç Çağı alanları (Proje Arşivi) İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (29-49), 2021 Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeleri Yeşim BATMAZ Makale Geliş Tarihi: Kasım 2021 Öz Makale Kabul Tarihi: Aralık 2021 Batı Anadolu'da Çanakkale Boğazı'nın kıyısında yer alan Çanakkale şehri 17. yüzyılın sonlarından 20. yüzyıl başlarına kadar önemli bir seramik üretim merkezi olmuştur. Çanakkale seramikleri bu dönemlerde daha çok halkın kullanımına yönelik olarak, yoğun bir şekilde üretilmiş olsalar da günümüzde az bulunan, koleksiyon veya müze eserleri durumundadır. Çanakkale seramiklerini yeniden üretmeye yönelik çalışmalar günümüzde bazı araştırma merkezleri ve kişisel çalışmalarla sürdürülmektedir. Bu sayede halk sanatı olarak anılan Çanakkale seramiklerinin yaşatılması amaçlanmaktadır. Bu çalışmada İzmir Agora kazılarında ele geçen Çanakkale seramiklerinden birkaç örnek tanıtılarak yeniden üretim denemeleri yapılmıştır. Agora kazılarında bulunan Çanakkale seramikleri çeşitli yönleriyle bazı yayınlara konu olmuştur. Ancak yeniden üretimlerine ilişkin bir çalışma yoktur. Bu sebeple çalışmamızda, döneminde muhtemelen bir ticaret ürünü olarak İzmir’e gelip, daha sonra zamanla toprak altında kalmış olan ve Agora kazılarıyla yeniden gün yüzüne çıkarılan Çanakkale seramiklerinin yeniden üretimini yaparak, sanatsal açıdan bir değerlendirme ortaya koymaya çalışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Çanakkale Seramikleri, Smyrna, Agora, Çini. Reproduction Experiments of Çanakkale Ceramics Found in Agora of Smyrna (İzmir) Abstract The city of Çanakkale, located on the shore of the Dardanelles in Western Anatolia, has been an important ceramic production centre from the end of the 17th century to the beginning of the 20th century. Çanakkale ceramics were produced mostly for the public. The studies to reproduce Çanakkale ceramics are carried out by some research centres and individual initiations. In this way, it is aimed to keep the Çanakkale ceramics alive. In this study, we introduced and reproduced a few examples of Çanakkale ceramics found in the Izmir Agora excavations. Çanakkale ceramics found in Agora  Yeşim Batmaz, Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Sanatta Yeterlilik Öğrencisi, Restoratör. E-posta: yesimzoroglu@gmail.com. ORCİD ID: 0000-0002-50491843. 30 Yeşim BATMAZ excavations have been the subject of some publications in various aspects. However, there is no study on their reproduction experiments. Accordingly, we tried to put forward an artistic evaluation by reproducing the Çanakkale ceramics, which were probably brought to Izmir as a trade product in the period and then remained underground over time. Key Words: Çanakkale Ceramics, Smyrna, Agora, Tile. GİRİŞ Geleneksel Çanakkale seramiklerinin üretimi, 17. yüzyılın sonlarında, döneminin ünlü bir seramik merkezi olan Çanakkale’de başlamıştır. Onun öncesinde Osmanlı döneminde üretilmiş olan diğer seramiklerden İznik çinileri 15. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar en parlak dönemini yaşamıştır. Daha çok Osmanlı sarayı için üretim yapmış olan İznik’in yanı sıra, Kütahya’da hem İznik üretimlerine destek olmuş hem de halkın ihtiyacını karşılayan üretimler için çalışmıştır. İznik seramiklerinin gerilemeye başladığı zamanlarda daha da değer kazanıp, 18. yüzyılda yıldızı parlayan Kütahya seramikleri aynı yüzyıl sonunda özellikleri ve kalitesinden değer kaybetmeye başlamıştır. Bu bölgelerde üretimin azaldığı dönemlerde Çanakkale’de seramik üretimi artış göstermiş, Çanakkale seramikleri halkın kullanımı için yoğun olarak üretilmeye başlanmıştır. Çanakkale’de 17. yüzyılın sonlarından 20. yüzyılın ilk yarısına kadar üretimi devam etmiş olan Çanakkale seramikleri geleneksel halk sanatının önemli örneklerindendir. Çanakkale seramikleri sahip oldukları form ve desen özelliklerinin yanı sıra üretim teknolojisi ile de günümüzde yeniden üretilmeye uygundur. Ancak orijinal hammaddeye ulaşımın günümüzde mümkün olmaması, seramik üretiminin ulaşılabilir hammaddeler ile gerçekleştirilmesini zorunlu kılar. Çalışmamıza konu olan İzmir Agora’sı MS 178 yılında İzmir’de gerçekleşen depremde büyük bir yıkıma uğrayan kentin, Roma İmparatoru Marcus Aurelius tarafından onartılması sırasında inşa edilmiştir.1 O zamandan Osmanlı Dönemi’ne uzun süre farklı amaçlarla kullanım görmüş olan Agora, günümüzde ise ziyarete açık arkeolojik bir alandır. İzmir Agora kazılarında yapılan çalışmalarla gün yüzüne çıkarılan Çanakkale seramiklerinin ticari amaçlarla İzmir’e geldiği düşünülmektedir. Çanakkale’den İzmir’e getirilen bu seramiklerin bir kısmı halkın kullanımı için şehirde satılırken, bir kısmı da başka ülkelere ihraç edilmiş olmalıdır. 1 Doğer 2006, 94-180. Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 31 Bu çalışmada İzmir Agora kazılarında2 ele geçen Çanakkale seramiklerinden bazıları tanıtılarak, yeniden üretimleri yapılmıştır.3 Çalışmamız İzmir Agorası’nda açığa çıkartılmış bu seramiklerin fiziksel özelliklerinden üretim aşamalarına kadar birçok yönünü incelemeyi hedeflemektedir. Ayrıca çalışmamızda geleneksel Çanakkale seramiğinin tanıtılması, kültürel altyapısı ile tarihsel çerçeve içindeki konumunun belirlenmesinden farklı olarak sanatsal bir bakış açısıyla ele alınması hedeflenmiştir. Tüm bunların gerçekleştirilebilmesi ürünlerin kontrollü bir şekilde yeniden üretilebilmesine ve bu üretim sırasında elde edilen bilgilerin ayrıntılı bir şekilde kayıtlanmasına bağlıdır. Çalışmamıza konu olan Çanakkale seramiklerinin yeniden üretiminde, orijinal hammaddeye ulaşılamadığı için4 kullanılacak astar, boya ve sır için denemeler yapılmıştır. Elde edilen en iyi sonuçlarla yeniden üretimler gerçekleştirilmiştir. Üretilen seramikler, kullanılan hammaddeler sebebiyle orijinal seramiklerden farklılık gösterir ancak, görsel olarak orijinal Çanakkale seramikleri ile yakın bir benzerlik içindedirler. Smyrna (İzmir) Agorası’ndaki kazı çalışmaları 2007 yılından beri Katip Çelebi Üniversitesi, Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi, İslam Arkeolojisi Bölümü Öğr Üyesi Doç. Dr. Akın Ersoy tarafından yürütülmektedir. Kendisine bu orijinal malzemeyle çalışmama imkan verdiği ve kazı arşivinden görselleri benimle paylaştığı için çok teşekkür ederim. Çalışmamızda yer alan Agora buluntusu Çanakkale seramiklerine ait fotoğrafların tamamı Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğr. Üyesi Doç. Dr. Sevinç Gök İpekçioğlu’nun arşivinden alınmıştır. Kendisine arşivini benimle cömertçe paylaştığı, bu malzemeyle çalışmama izin ve destek verdiği için çok teşekkür ederim. 3 Bu çalışma, 2019 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü, Geleneksel Türk Sanatları Anasanat Dalı’nda tamamlanmış olan “Smyrna Agora’sında Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Araştırılması ve Modern Tekniklerle Yeniden Üretilmesi” isimli Yüksek Lisans tezimden üretilmiştir. 4 Orijinal hammadde ile çalışılamamasının sebebi, geleneksel Çanakkale seramiklerinin yapımında kullanılan kırmızı ve beyaz killere günümüzde ulaşmanın mümkün olmamasıdır. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Çanakkale Seramikleri Araştırma Geliştirme ve Uygulama Merkezi (ÇASEM) yetkilisi Necati Işık ile yapılan görüşmede, günümüzde yerel kil ocaklarından ne yazık ki artık kil elde edilemediğini ifade etmiştir. Günümüzde Çanakkale’de yapılan üretimin, Eceabat’ın Milli Park olması, diğer kil yataklarının yerleşim bölgesi altında kalması sebebiyle orijinal Çanakkale seramiklerinde olduğu gibi yöre killeriyle değil, Menemen, Kınık, Karacasu, Avanos bölgelerinden satın alınan killer ile yapıldığını belirtmiştir. Orijinal seramiklerin astarlarında kullanılan killerin alındığı kil yatakları ise günümüzde baraj suları altında kalmıştır. Üretimi yapılan seramiklerin astarlanması da artık endüstriyel döküm çamurları ile yapılmaktadır. (Necati Işık ile kişisel görüşme. Mart 2018). 2 32 Yeşim BATMAZ Geleneksel Çanakkale Seramikleri Çanakkale seramikleri günümüzde tarihi bir değere sahip olduğu kadar, üretildiği dönemin sanat anlayışı ve kültürel düzeyini yansıtan bir akımı temsil etmesiyle de önemli bir yere sahiptir. Birkaç yüzyıl boyunca üretimi yapılmış olan bu eser grubu, daha çok kullanıma yönelik üretildiğinden oldukça fazla miktarda imal edilmiştir. Formlar genellikle seramik tornasında, kırmızı çömlekçi çamuru ile şekillendirilmiştir.5 Üretildiği dönemlere göre, Çanakkale seramiklerinin, 17. yüzyıl sonları- 18. yüzyıl örnekleri ile 19. ve 20. yüzyıl başına tarihlenen daha geç örnekleri arasında çok belirgin farklar vardır. İlk dönemde üretilmiş olan seramikler daha zarif ve özenli şekilde yapılmışken (Fotoğraf:1), geç dönem (19. yüzyıl ortasından itibaren) seramikleri olarak adlandırılan formlarda kalite düşmeye başlar (Fotoğraf:2). Bu dönemin seramikleri kaba olarak nitelendirilse de form çeşitliliği çok zengindir. 17-20. yüzyıl arasında üretilen ürünler çoğunlukla tabak, çanak, testi, küp, mangal, insan veya hayvan figürlü formlar, şekerlikler, halka gövdeli testiler, vazolar, sepet örgülü tabaklar gibi kullanıma yönelik objelerdir. Fotoğraf 1: Mimari bezemeli tabak Fotoğraf 2: Vazo 18.-19. yüzyıl. (Öney, 1998:268). 20. yüzyıl başı. (Öney, 1991:130) Dekor özellikleriyle de geleneksel Türk seramiğinde önemli bir yere sahip olan bu seramikler, biçimsel olarak da kendine has özellikler taşımaktadır. Genellikle incelikten yoksun hatta oldukça kaba görünümde olan örneklerin üretimlerinde kırmızı renkli bir çamur kullanılmıştır. Astarlı örneklerin çoğunlukta olduğu ve tüm eserlerin sırlandığı gözlenmektedir. Yeşil, kahverengi veya renksiz şeffaf sıraltına uygulanmış 5 Kayman 2008,91. Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 33 dekorun yanı sıra, bazı örneklerde sırüstü dekorlara da rastlanır. Kimi örneklerde sırın üstüne yaldız uygulaması da yapılmıştır. Geç dönem örneklerde alacalı, akıtma boya ve sır uygulaması yanında sgraffito6 ile barbutin7 tekniği de kullanılmıştır.8 Gönül Öney’in aktardığına göre9, geleneksel Çanakkale seramiklerinin yapılış aşamaları şu şekildedir: elle veya seramik tornasıyla şekillendirilen seramik eserin ilk pişirimi yapıldıktan sonra çoğunlukla beyaz astar kullanılarak astarlanır. Astar kuruduktan sonra ise üzerine desen boyanır. Boyalar kuruduktan sonra obje, renkli veya renksiz şeffaf sır ile sırlanarak tekrar fırınlanır. 19. yüzyıl ile 20. yüzyıl başında yapılmış geç dönem seramiklerde ise dekorlama işlemi daha çok sır üzerine yapılmıştır. Öney’e göre10, günümüzde Batı Anadolu’da, özellikle İzmir Agorası, İstanbul Saraçhane, Foça, Antalya Demre, Kıbrıs’ta gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda ele geçen çeşitli Çanakkale seramiği parçaları, bu seramiklerin Çanakkale’den deniz yolu kullanılarak ihraç edildiklerini ve gündelik olarak kullanıldığını gösterir. Smyrna (İzmir) Agorası İzmir, Neolitik dönemden günümüze kesintisiz olarak bir yaşam alanı olmuştur. Şehir bu özelliğini sahip olduğu verimli topraklar, maden yatakları, deniz ve kara ticaret yolları ile yerleşim koşullarının uygunluğuna borçludur. Kadifekale (Pagos) ile Kemeraltı arasında kalan tepe ile denize bakan yamaçlar İzmir’deki son yerleşim noktalarından birisi olmuştur. Bu alanda kurulmuş olan Smyrna, Helenistik, Roma ve Bizans dönemleri ile Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde de 2 bin yılı aşkın bir süreyle kesintisiz olarak iskân görmüştür11. Sgraffito, kelime anlamıyla kazımak, karalamak demektir. Desenlerin resim, seramik ya da cam üzerine kazınarak uygulanması işlemidir. Seramikte zemin önce farklı renk bir astarla kaplanır ve kazıma, kabın rengini çıkaracak biçimde kazınarak yapılır. (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997:1650). 7 Barbutin, seramikte yapılan bir bezeme çeşididir. Bu teknikte hazırlanan sulu seramik hamuru ince bir borudan kabın üzerine akıtılarak kabarık bantlar oluşturulur. Bazen de slip iri bir benek gibi akıtılıp, basma yöntemiyle üzerine rozet ya da kabaralar yapılır. (Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1997:193) 8 Altun 1996,6. 9 Öney 1991,105. 10 Öney 2007,369. 11 Gürler vd. 2016,13. 6 34 Yeşim BATMAZ Kallinos ve Strabon, “Smyrna” isminin kenti kurmuş olan bir Amazon kraliçesinin isminden geldiğinden bahsetmektedir. Helenistik ve Roma dönemlerinde kent ayrıca Zmyrna olarak da anılmaktaydı.12 MS 2. yüzyılda yaşamış olan Pausanias’a göre ise Smyrna’nın kuruluşuna Büyük İskender’in generalleri öncülük etmiştir.13 Smyrna MÖ 333’te Büyük İskender‟in emriyle Pagos Dağı’nın eteklerine taşınmış, MS 178 yılında gerçekleşen depremde büyük bir yıkıma uğramış ve bu tarihten sonra Roma İmparatoru Marcus Aurelius tarafından tekrar inşa ettirilmiştir. Bugünkü Smyrna Devlet Agorası da bu döneme aittir (Fotoğraf:3).14 Fotoğraf 3: Smyrna Agorası ve Akropol (Smyrna Kazı Arşivi) Smyrna'nın MS 7. yüzyıl boyunca işgal ve tehditlere maruz kalmasıyla kent ekonomik, sosyal ve siyasi konumunu yavaş yavaş kaybetmiştir. Kentin idari merkezi olan Agora ile çevresindeki yapıların işlevsiz hale gelmesiyle kent merkezi de hareketliliğini yitirmiştir.15 Agora’nın kullanım dışı kalmasıyla, avlu alanı zamanla -özellikle Orta ve Geç Bizans dönemlerinde- mezarlık olarak kullanılmaya başlamıştır. 15. yüzyılın başlarında İzmir, Türkler tarafından ele geçirilmiş, 16. yüzyıldan itibaren antik kent kalıntıları üzerine, onların temel izleri ve malzemeleri kullanılarak Osmanlı dönemi yapılaşması başlamıştır. Agora avlu alanındaki mezarlık alanı 19. yüzyılın sonlarına kadar da Türkler Doğer 2006, 64. Ersoy 2015, 81. 14 Doğer 2006, 94-180. 15 Ersoy 2012,60. 12 13 Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 35 tarafından aynı işlevle kullanılmıştır.16 Agora’daki kalıntılar, 20. yüzyılda alandaki mezarlıkların kaldırılması ve bu alanların park alanı haline getirilmesi esnasında ortaya çıkarılmıştır.17 Çalışmamıza konu olan İzmir Agorası’nda, uzun yıllardır devam eden arkeolojik kazılarda, 2007 yılından itibaren özellikle İkiçeşmelik Caddesi’ne bakan kısım ile Mozaikli Yapı’nın bir bölümündeki kazı çalışmalarına ağırlık verilerek Osmanlı Dönemi tabakaları kazılmıştır. Sevinç Gök’ün aktardığına göre, dükkânlar, kahvehaneler gibi yapıların bulunduğu düşünülen bu kısımda, birbirinden oldukça farklı seramik buluntular karışık şekilde bir arada ele geçmiştir. Kazılarda bulunan güveç, maltız (küçük ocak), tava, testi, küp, maşrapa, sürahi, tabak/çanak ve fincan gibi kullanım eşyaları, kullanılacağı yere göre kaba ya da ince işçilikle yapılmıştır. Ortaya çıkarılmış olan kullanım amacıyla üretilmiş sırlı ve sırsız seramiklerin sayısı sadece evlerde kullanılmış olamayacak kadar fazladır. Kazıda aynı kontekstten ele geçen seramikler arasında oldukça fazla miktarda sırlı seramik bulunmaktadır. Sırlı olan eserlerin çoğunluğu Kütahya, Çanakkale, İstanbul üretimi iken18, aynı yerde ayrıca iki küçük parça İznik seramiği ele geçmiştir.19 Smyrna Agorası’nda Ele Geçen Çanakkale Seramikleri İzmir Agora’sında yapılan kazılarda Çanakkale seramiklerinin oldukça fazla sayıda ele geçmiş olması, İzmir ve çevresinde bu seramiklere yoğun bir talep olduğunu düşündürmektedir. Çalışmamıza konu olan Çanakkale seramiklerine ait parçaların büyük çoğunluğu ilk olarak Batı Stoa ile Bazilika’da ele geçerken20, daha sonraki yıllarda Mozaikli Yapı ve Roma Hamamı’nda gerçekleştirilen kazılarda da bu seramiklere ait örneklere rastlanmıştır (Fotoğraf:4).21 Ersoy 2015, 87-88. Gök Gürhan 2012,430. 18 Gök Gürhan 2012,430. 19 Gök 2015, 64. 20 Doğer 2008, 25. 21 Gök 2017, 118. 16 17 36 Yeşim BATMAZ Fotoğraf 4: Smyrna Agorası. Osmanlı dönemi tabakası ve karışık halde ele geçen seramikler (Gök, 2011: 66) Agora kazılarında ortaya çıkarılan Çanakkale seramikleri, çoğunlukla farklı boyutlarda üretilmiş tabak formlarıdır. Lale Doğer’in aktardığına göre22, kazılarda ele geçen Çanakkale seramiklerine ait buluntular daha çok sıraltı oksit boyamalı, slip teknikli çukur tabak ve çanaklara ait dip ve gövde parçalarıdır. Kazılarda bulunan Çanakkale seramiklerinde bezemeler çoğunlukla astar üzerine serbest fırça darbeleri ile uygulanmış, yüzeyleri renksiz şeffaf sır ile sırlanmıştır. Ayrıca kazılarda daha geç tarihlere ait, akıtma astar dekorlu eserlerde ele geçmiştir. 23 Smyrna Agorası’ndaki kazı çalışmalarında ortaya çıkarılan Çanakkale tabaklarının ağız ve kaide çapları değişkenlik göstermektedir. Yaklaşık 26 cm. kadar olan ağız çapları mevcutken, kaide ölçüleri 5 cm. ile yaklaşık olarak 8 cm. arasında değişir. Tabakların yüksekliklerinde de ölçü farklılıkları görülür. Bazı eserler 4,5 cm. kadar yüksekliğe sahipken bazılarının yüksekliği 7 cm. kadar olabilmektedir. Agora’da ele geçen geleneksel Çanakkale seramiklerinin sınıflandırılması genellikle bezemeleri üzerinden yapılmaktadır. Seramiklerde görülen form çeşitliğinin sınırlı olması, zengin ve farklı yöntemlerle uygulanan bezeme unsurlarının sınıflandırmada tercih edilmesine sebep olmuştur. Formlar incelendiğinde 17. yüzyılın ikinci yarısı ile 18. yüzyıl içinde üretildiği düşünülen yayvan gövdeli, geniş kenarlı tabak buluntuları en fazla ele geçmiş örneklerdir. Gök’ün çalışmasında 22 23 Doğer 2009, 218. Gök Gürhan 2012, 430. Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 37 belirttiğine göre24, eserler üzerinde temelde iki bezeme grubundan söz etmek mümkündür. Bunlardan biri sıraltı tekniği, diğeri ise akıtma astar dekorudur. Sıraltı bezemeli tabak buluntularının merkezinde oluşturulan dekorlar çoğunlukla serbest fırça darbeleriyle uygulanmıştır. Çalışmamızda sıraltı tekniği ile üretilmiş bu tabaklardan, bilimsel yayınlara konu olmuş birkaç örneğe yer verilecektir. Bu çalışmada yer alan tabaklardan biri tüm, diğer ikisi parçalar halinde ele geçmiştir. Tabakların tamamı hemen hemen benzer bir form yapısı göstermektedirler. Yeniden Üretimi Yapılacak Eserler Çalışmamızda Agora Çanakkale seramiklerini temsil eden en belirgin üç örnek seçilmiştir. Seçilen seramiklerin hepsi tabak formudur ve bunların yeniden üretim denemeleri aşağıda ayrıntılı olarak sunulmuştur. Çalışmamıza konu olan ilk tabak tüm halde ele geçmiştir (Fotoğraf:5).25 Oldukça iyi durumda olan eser seramik çarkında şekillendirilmiş, kırmızı bünye üzerine beyaz/krem renkli astar ile astarlanmıştır. Astar üzerinde yer alan bezemeler koyu kahverengi kullanılarak, serbest fırça dekoru ile yapılmıştır. Eser üzerinde parlak şeffaf sır bulunmaktadır. Eser, form özellikleri ile geleneksel Çanakkale seramiklerinin tipik bir örneğidir. Yayvan bir yapıya ve geniş ağız kenarlarına sahip olan tabağın merkezinde servi ağaçlarından oluşturulmuş bir kompozisyon bulunur. Tabağın ağız kenarlarında damla motifi olarak tabir edilen fırça darbeleri ile oluşturulmuş bir bezeme yer alır. Fotoğraf 5: Servi ağaçlı tabak (Gök, 2015:66 tablo 1/1). 24 25 Gök 2015,65. Gök 2015,66. 38 Yeşim BATMAZ Çalışmamızda yer alan ikinci örnek parçalar halinde ele geçmiş, tam halde olmayan bir eserdir (Fotoğraf:6).26 Seramik çarkında kırmızı renkli bir çamur ile üretimi yapılmış olan eser, beyaz/krem renkli astarla astarlanmış, üzerinde yer alan bezeme koyu kahverengi kullanılarak oluşturulmuştur. Eser, parlak ve renksiz bir şeffaf sır ile sırlanmıştır. Tabağın orta kısmında serbest fırça darbeleri ile yapılmış çarkıfelek biçiminde bir bezeme yer alır. Ağız kenarına ise yine fırça darbeleri ile damla motifi işlenmiştir. Fotoğraf 6: Çarkıfelek bezemeli tabak (Gök, 2015:66 tablo 1/6). Çalışmamızda söz edeceğimiz üçüncü örnek ise tüme yakın bir haldedir (Fotoğraf:7).27 Seramik çarkında kırmızı renkli bir çamur ile üretilmiş olan eser, beyaz/krem renkli astarla astarlanarak, koyu mavi renk ile bezenmiştir. Eser, sonrasında parlak ve renksiz şeffaf sır ile sırlanmıştır. Tabağın orta kısmına, madalyon şeklinde bir bezeme ile bu bezeme içinde fırça darbeleri ile oluşturulmuş benek ve stilize yaprak bezemeleri uygulanmıştır. Eserin geniş ağız kenarında kafes motifi işlenmiştir. 1/7). 26 27 Fotoğraf 7: Ortası madalyon bezemeli tabak (Gök, 2015:66 tablo Gök 2015,66. Gök 2015,66. Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 39 Seramiklerin Yeniden Üretimi Çanakkale tabaklarının üretimine geçilmeden önce, Menemen çamurundan 5x5 cm. boyutlarında deneme plakaları hazırlanmıştır. Plakaların bir kısmı Kütahya astarı ile bir kısmı endüstriyel döküm çamurundan elde edilen astar ile astarlanarak iyice kurutulmuş ve 1000 ̊ C’de elektrikli fırında pişirilmiştir. Bir kısım plakanın astarlanmasında astarı renklendirmek ve astar-boya-sır uyumunu gözlemlemek amacıyla Kütahya astarı ile endüstriyel astar (Söğüt astarı) içine %5, %10 oranında kırmızı çamur katılmıştır. Deneme plakalarının üretimiyle eş zamanlı olarak bezemede kullanılacak boyalar için denemeler yapılmıştır. Agora buluntusu olan Çanakkale seramiklerinde yoğun olarak koyu kahverengi ve koyu mavi renk kullanılmıştır. Bu nedenle dekorlarda kullanılacak renkleri elde etmek için döküm çamuru ile astarlanmış olan 5x5 cm. ebatlarındaki deneme plakaları üzerinde demir oksit ve kobalt oksit ile hazırlanmış boyalarla denemeler yapılmıştır. Bu boyaları elde etmek için öncelikle endüstriyel döküm çamuru içine miktarı giderek arttırılan demir oksit ve kobalt oksit eklenmiştir. Oksit miktarının artması rengin koyulaşmasını sağlamıştır. Kahverengiyi elde etmek için küçük kavanozlara konulan döküm çamuru içine, ilk deneme için 4 gr, ikinci deneme için 6 gr, üçüncü deneme için 8 gr, dördüncü deneme için 10 gr. demir oksit eklenmiştir. Tüm denemeler için bu karışımlara ayrıca 2’şer gr mangan oksit (MnO) konmuştur. Koyu mavi rengi elde etmek için ise yine küçük kavanozlara hazırlanmış olan döküm çamuru içine ilk deneme için 1 gr, ikinci deneme için 1,5 gr, üçüncü deneme için 2 gr, dördüncü deneme için 2,5 gr. kobalt oksit (Co) eklenmiştir. Hazırlanan boyalar astarlı plakalar üzerine uygulanmış ve plakalar endüstriyel sır ile sırlanarak elektrikli fırında 1020 ̊C’ de pişirilmiştir. Kutahya astarı ile astarlanmış olan deneme plakaları ise astar boyalar ve çini boyaları ile dekorlanarak Kutahya sırı ile sırlanmış ve 940 ̊ C’ de pişirilmiştir. Fotoğraf 8: Kütahya astarlı plaka denemelerinden 1. ve 2. plaka astar boya ile 3. ve 4. plaka çini boyası ile boyanmıştır. 40 Yeşim BATMAZ Fotoğraf 9: %5 kırmızı çamur eklenmiş Kütahya astarlı plaka denemelerinden 1. ve 2. plaka astar boya ile 3. ve 4. plaka çini boyası ile boyanmıştır. Fotoğraf 10: %10 kırmızı çamur eklenmiş Kütahya astarlı plaka denemelerinden 1. ve 2. plaka astar boya ile 3. ve 4. plaka çini boyası ile boyanmıştır. Fotoğraf 11: Endüstriyel astarlı plaka denemeleri. Bu plakalarda da astardaki kırmızı çamur oranı giderek artmıştır. 5x5 cm. plakalar üzerinde yapılan denemelerden sonra astar, sır ve boya denemelerini daha büyük yüzeylerde görme gerekliliği hissedilmiştir. Ayrıca üzerinde dekor ve fırça çalışmaları gerçekleştirme düşüncesiyle Menemen çamurundan 10x10 cm. buyuklugunde plakalar hazırlanmıştır. (Fotograf 12-16). Plakalar astarlandıktan sonra kontrollu bir halde kurutulmuştur. Kuruduktan sonra ise elektrikli fırında 960 ̊ C’ de biskuvi pişirimleri gerçekleştirilmiştir. Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 41 Fotoğraf 12: Çamurun kasnak içine basılması Fotoğraf 13:Testere ile düzeltme Fotoğraf 14- 15: Sistre ile düzeltme Fotoğraf 16: Astarlama. Bisküvi pişirimi sonrasında dekorlanmaya hazır olan bu plakalar, daha önce 5x5 cm. deneme plakaları üzerinde iyi sonuç veren boyalar kullanılarak, geleneksel Çanakkale seramiklerinde yer alan bazı bezemeler ile dekorlanmıştır (Fotoğraf:17-19). 42 Yeşim BATMAZ Fotoğraf 17-18: Plakaların dekorlanması Fotoğraf 19: Deneme plakaları Plakaların dekorlanmasından sonra sıra sırlama işlemine gelmiştir. Farklı sırların astarlar üzerindeki etkisini görmek için, endüstriyel, Kütahya ve karışık astarlı ilk sütunda yer alan plakalar %50 endüstriyel sır+%50 Kütahya sır karışımı ile akıtma yontemi ile sırlanmış, sır pişirimleri 1000 ̊ C’ de gerçekleştirilmiştir. 2. sutunda yer alan plakalar Kutahya sırı ile akıtma teknigi ile sırlanarak 940 ̊ C’ de, 3. sutunda yer alanlar ise endustriyel sır ile sırlanarak 1020 ̊ C’ de pişirilmiştir (Fotoğraf 20-22). Fotoğraf 20: Sırasıyla %50 Söğüt sırı+%50 Kütahya sırı, Kütahya sırı ve endüstriyel sır ile sırlanıp pişirilmiş endüstriyel astarlı plakalar. Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 43 Fotoğraf 21: Sırasıyla %50 Söğüt sırı+%50 Kütahya sırı, Kütahya sırı ve endüstriyel sır ile sırlanıp pişirilmiş Kütahya astarlı plakalar. Fotoğraf 22: Sırasıyla %50 Söğüt sırı+%50 Kütahya sırı, Kütahya sırı, endüstriyel sır ile sırlanıp pişirilmiş %50 Söğüt astarı+%50 Kütahya astarı ile yapılan plakalar. Yapılan denemelerden sonra tabakların üretimine geçilmiştir. Tabakların üretiminde ilk olarak Menemen’den temin edilmiş kırmızı çamur yoğrularak içindeki havanın çıkması sağlanmıştır (Fotoğraf 23). Daha sonra seramik tornası üzerine konan çamur bir tabak şekli alacak biçimde şekillendirilmiştir (Fotoğraf 24). Şekillendirme işleminden sonra kontrollü halde kurumaya bırakılan tabaklar deri sertliği tabir edilen kıvama geldikten sonra çeşitli şekillendirme aletleri kullanılarak seramik tornası üzerinde rötuşlanmış ve kaide kısımları yapılmıştır (Fotoğraf 25). Fotoğraf 23: Çamurun yoğrulması Fotoğraf 24: Şekillendirme Fotoğraf 25: Rötuşlama Rotuş işleminden hemen sonra tabakların astarlanması işlemine geçilmiştir. Astarlama işleminde, bazı tabaklar sadece Kutahya astarı ve Sogut astarı ile fırça kullanılarak astarlanmıştır (Fotograf:26). Uretilen 44 Yeşim BATMAZ tabaklar tamamen kuruduktan sonra, 960 ̊ C’ de elektrikli fırında bisküvi pişirimleri gerçekleştirilmiştir. Fotoğraf 26: Tabakların astarlanması Fotoğraf 27: Bisküvi pişirimi sonrası Bisküvi pişirimi sonrasında tabaklar zımparalanarak yüzeyi düzeltilmiş ve nemli süngerle silinerek tozları alınmıştır. Bezeme işlemi için, daha önce yapılmış olan denemelerin sonuçlarına bakılarak, kullanılacak olan renkler aslına en uygun renkler içinden seçilmiştir. Bezeme işlemi için tabak, turnet veya seramik tornası üzerinde merkeze yerleştirilmiş, ağız kenar çizgisi bezemeye uygun renk boya ile yapılmıştır (Fotoğraf:28). Ağız çizgilerinin çekilmesinden sonra ilk olarak tabak yüzeyindeki bezemeler yapılmış, sonrasında ağız kenarında bulunan bezemeler uygulanmıştır. Fotoğraf 28: Ağız kenar çizgilerinin çekilmesi Bezeme işlemleri tamamlanan eserlerin sırlama işlemi için endüstriyel sır ile Kütahya sırı kullanılmıştır. Yeniden üretim için seçilen tabaklardan birisinde daha orijinal bir sonuç verdiği için endüstriyel sır, diğer iki tabakta ise Kütahya sırı tercih edilmiştir (Fotoğraf:29-30). Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 45 Fotoğraf 29 - 30: Sırlama işlemi Sırlama işleminin sonrasında elektrikli fırına yerleştirilen Kutahya sırlı tabaklar 940 ̊ C’ de pişirilmiştir (Fotograf:33-35). Endüstriyel sırla sırlanan tabağın pişirimi ise elektrikli fırında 1020 ̊ C’ de gerçekleştirilmiştir (Fotoğraf:31). Tabakların fırından alınması için fırının soğuması beklenmiştir. Sır pişiriminden sonra tabakların bezemesinde kullanılan boya renklerinde deneme plakalarındakilerden farklı bir renk gözlenmemiştir. Renklerde herhangi bir bozulma veya akma benzeri durum söz konusu olmadığı gibi tabakların sırlarında da herhangi bir problemle karşılaşılmamıştır. Fotoğraf 31: Yeniden üretim denemesi Fotoğraf 32: Orijinal tabak Astar: Söğüt astar+%10 kırmızı çamur Boya: Astar boya Sır: Endüstriyel sır 46 Yeşim BATMAZ Fotoğraf 33: Yeniden üretim denemesi Fotoğraf 34: Orijinal tabak Astar: Kütahya astarı Boya: Çini boyası Sır: Kütahya sırı Fotoğraf 35: Yeniden üretim denemesi Fotoğraf 36: Orijinal tabak Astar: Kütahya astarı+%10 kırmızı çamur Boya: Çini boyası Sır: Kütahya sırı Sonuç Sonuç olarak; elde edilen seramikler en başta, yapımında kullanılan hammaddeler sebebiyle orijinal seramiklerden farklıdır. Ancak görsel olarak orijinal Çanakkale seramikleri ile yaptığımız yeniden üretimler arasında bir benzerlik olduğu söylenebilir. Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler 47 Geleneksel Çanakkale seramikleri, şüphesiz ki Çanakkale’nin yerel kültürünün bir parçasıdır ve ne yazık ki bugün hak ettikleri yerde değillerdir. Bu sebeple bu özgün eserlere sahip çıkılmalı, tarihsel değeri yanında sanatsal değeri de göz önüne alınmalıdır. Çalışmamızda bu özgün eserlerin sanatsal değeri ile, yeniden üretilebilinirliği yansıtılmak istenmiştir. Geçmişimizi geleceğimize taşıyan bu eserler, günümüzde gerek özel atölyeler gerek araştırmacılar, gerekse Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi bünyesinde bulunan Çanakkale Seramikleri Araştırma Geliştirme ve Uygulama Merkezi (ÇASEM)’nde yapılan çalışmalarla yeniden hayat bulmaya başlamıştır. Ayrıca üniversitelerin lisans ve yüksek lisans programlarında yapılan çalışmalarla bu eserler hakkında bir bilinç oluşturulmaktadır. KAYNAKÇA Ara ALTUN Lale DOĞER Çanakkale Seramikleri, İstanbul: Vehbi Koç Vakfı Suna–İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü Yayınları:1, 1996. “İzmir Agorası Kazılarından Çanakkale Seramikleri ve Diğer Talep Noktaları” Çanakkale Seramikleri Kolokyumu Bildirileri, (ed. Kayhan Dörtlük, Remziye Boyraz), İstanbul: Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, ss.30-46, 2008. Lale DOĞER “İzmir Agorası Kazılarından Geç Osmanlı Dönemi ve Avrupa Seramik Buluntuları”, Thirteenth International Congress of Turkish Art. Proceedings, (ed. Geza David, Ibolya Gerelyes), Hungarian National Museum, ss.217-229, 2009. Ersin DOĞER İzmir’in Smyrna’sı Paleolitik Çağ’dan Türk Fethine Kadar, İstanbul: İletişim Yayıncılık, 2006. Akın ERSOY “Smyrna (İzmir)”, International Earth Science Colloquium on the Aegean Region, IESCA-20121-5 October 2012, Izmir, Turkey (ed. Akın Ersoy) ss.3565, 2012. 48 Yeşim BATMAZ Akın ERSOY Büyük İskender Sonrasında Antik Smyrna (İzmir), İzmir: İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi, 2015. Sevinç GÖK GÜRHAN “Smyrna (İzmir) Agorası Kazılarında Bulunan Osmanlı, Uzakdoğu ve Avrupa Seramikleri Üzerinden Osmanlı Ticaret Hayatı”, Uluslararası Katılımlı XV. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazıları ve Sanat Tarihi Araştırmaları Sempozyumu Anadolu Üniversitesi – Eskişehir 19-21 Ekim 2011 Cilt 1, ss.429-438, 2012. Sevinç GÖK Sevinç GÖK Binnur GÜRLER vd. M. Berrin KAYMAN Gönül ÖNEY “İzmir’in Ticari Yaşamında Osmanlı ve Avrupa Seramiklerinin Yeri”, Smyrna/İzmir Kazı ve Araştırmaları 1. Çalıştay Bildirileri (ed. Akın Ersoy, Gözde Şakar), İzmir: Ege Yayınları, ss.61-78, 2015. “Osmanlı ve Avrupa Seramikleri Üzerinden Bir Okuma: Smyrna (İzmir) Agorası’ndaki Osmanlı Yerleşiminden Mutfak Kapları ile Günlük Yaşam Objeleri”, Smyrna/İzmir Kazı ve Araştırmaları II. (ed. Burak Yolaçan, Gözde Şakar, Akın Ersoy), İzmir: Ege Yayınları, ss.117-150, 2017. İzmir’in Osmanlı Dönemi Tanıkları, İzmir: İzmir Büyükşehir Belediyesi Ahmet Piriştina Kent Arşivi ve Müzesi, 2016. “Akköy Yöresi Fırın Cürufları Üzerine Değerlendirme”, Çanakkale Seramikleri Kolokyumu Bildirileri, (ed. Kayhan Dörtlük, Remziye Boyraz), İstanbul: Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü, sy.91-98, 2008. Çanakkale Seramikleri, Sadberk Hanım Müzesi Türk Çini ve Seramikleri, (ed. belirtilmemiştir) İstanbul: Sadberk Hanım Müzesi, sy.103-143, 1991. Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler Gönül ÖNEY Gönül ÖNEY 49 Çanakkale Seramiklerinin Osmanlı Seramik Sanatındaki Yeri, Osmanlı’da Çini ve Seramik Öyküsü, (ed. Ara Altun) İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, sy.274, (1998). Çanakkale Seramikleri, Anadolu’da Türk Devri Çini ve Seramik Sanatı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, sy.365-370, 2007. Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 1. Cilt, İstanbul: Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, 1997. Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, 3. Cilt, İstanbul: Yapı Endüstri Merkezi Yayınları. 1997. İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (51-93), 2021 XVIII. YÜZYILIN İLK YARISINDAKİ TAHRİRLERE BİR ÖRNEK (1715 ÇUKA ADASI (ΚΥΘΗΡΑ) TAHRİRİ) Murat ALANDAĞLI  Makale Geliş Tarihi: Ekim 2021 Öz Makale Kabul Tarihi: Aralık 2021 Çuka adası Akdeniz’in kendine has özellikler barındıran yüzlerce adasından biridir. XIII. yüzyıl başlarında Venedik hâkimiyetinde olduğunu bildiğimiz ada, XVIII. yüzyılın ilk yarısında Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Akabinde yaklaşık üç yıl sonra yeniden Venedik idaresine geçmiştir. Osmanlı idaresi adanın ele geçirilmesini takiben tahrir yapmıştır. Bu tahrir vesilesiyle adanın demografik, sosyo-ekonomik, idarî ve malî yapısı hakkında önemli bilgilere erişebilmekteyiz. Öyle ki Çuka Adasının merkezi olan “Nefs-i Kal’a, Varoş’u Kal’a ile Livadi, Milopotamo, Kastrisiyanika ve Potamo isimli dört nahiyesinin bulunduğunu bu sayede öğrenebilmekteyiz. Ayrıca bu idarî birimlerde toplam 1.142 hane ve 1.660 neferin bulunduğunu söyleyebiliriz. Deniz ticaret ve savaş yolu güzergâhında önemli bir mıntıkada yer alan adada arpa, buğday, mahlut gibi tahıllar başta olmak üzere üzüm, pamuk, keten üretiminin yapıldığı görülmektedir. Ayrıca adada koyun ve arı yetiştiriciliğinin de oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır. İncelediğimiz tahrir defterleri hem adaya dair kıymetli bilgiler içermesi hem de XVIII. yüzyıla özgü tahrir örneği olmaları bakımından oldukça önemlidir. Bu çalışma vurgulanan iki hususun Türkçe literatürde görünür kılınması maksadını taşımaktadır. Anahtar Kelimeler: Çuka Adası, Lale Devri, Tahrir, Akdeniz An Example of Tax Registers in The Fırst Half of the 18th Century (Kythira (ΚΥΘΗΡΑ) Tax Register dated 1715) Abstract Çuka Island is one of the hundreds of islands of the Mediterranean with its own characteristics. XIII. The island, which was under the rule of Venice at the beginning of the 18th century, was captured by the Ottomans in the first half of the century. Then, three years later, it was again under the rule of Venice. After   Bu konu temelde Hacettepe Üniversitesi’nde almış olduğum doktora derslerim sırasında şekillenmiştir. Katkılarından dolayı başta Hocam Sayın Prof. Dr. Mehmet Öz ile Sayın Prof. Dr. Emine Erdoğan Özünlü’ye çok teşekkür ederim. Ayrıca çalışmayı tetkik ederek defterlerdeki iskân mahallerinin Yunanca karşılıklarını yazan Sayın Doç. Dr. Christos Teazıs çok teşekkür ederim. Öğretim Görevlisi Doktor, Hakkâri Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü, muratalandagli@hakkari.edu.tr. https://orcid.org/0000-0001-5136-4910. 52 Murat ALANDAĞLI entering the Ottoman administration, tax registers were prepared. These records contain important information about the demographic, socio-economic, administrative and financial structure of the island. Apart from Nefs (Nefs-i Kal'a with Varoş'u Kal'a), which is the center of the island, there are four sub-districts called Livadi, Milopotamo, Kastrisiyanika and Potamo. In addition, we can say that there are 1,142 households and 1,660 persons in total on the island. It is seen that grains such as barley, wheat, mixed grain, grapes, cotton and flax are produced in the island, which has an important place on the route of maritime trade and war route. In addition, it is understood that sheep breeding and beekeeping are quite common on the island. The tax registers examined are very important in that they contain valuable information about the island and are an example of tahrir specific to the 18th century. This study aims to make the two highlighted issues visible in the Turkish literature. Key Words: Kythira, Tulip Period, Ottoman Tax Registers, Mediterranean Sea. GİRİŞ Yunan mitolojisi ve yakın tarihindeki yeri başta olmak üzere Çuka Adasının ele alınmaya değer pek çok yönü bulunmaktadır. Theodoros Angelopoulos imzalı 1983 yapımı “Voyage to Cythera (Taxidi sta Kythira)” isimli film, 37. Cannes Film Festivalinde “En İyi Senaryo” ödülü almıştır. Türkçe’ye “Çuka’ya Yolculuk” şeklinde çevrilebilecek olan bu film ile Çuka Adası popüler kültürün de takibine girmiştir. Angelopoulos bu filminde, 1946-49 yıllarında yaşanmış Yunan İç Savaşı’ndan kaynaklı geçmişi adeta bir saplantı, travma olarak gören Yunan izleyicisine bu durumdan kurtulup bir an evvel gelecekle yüzleşmeyi önerir. Fakat geçmişten topyekûn sıyrılmak mümkün değildir, bu nedenle filmine yaşanılan döneme etki eden bir “dün” algısı yansımıştır.1 Onun elbette Cythera’yı seçmesinin haklı nedenleri vardı. Cythera, bir sürgün bölgesi olmasının yanı sıra Yvette Biro’nun da altını çizdiği üzere mutluluğun ve Grodent’in belirttiği gibi aşkın adası olarak bilinmekteydi.2 Osmanlı İmparatorluk idaresinin yeni fethettiği bölgelere bakışı nasıldı? Fethedilen bölgelerdeki idarî, malî, dinî ve sosyo-ekonomik yapıda değişimler olmuş mudur? Yeni ele geçirilen yöre halkı imparatorluk idaresine yönelik herhangi bir tepki göstermiş midir? Bu türden çoğaltılacak pek çok soru aslında bir dönem üzerinde hayli yoğun çalışmaların yapıldığı XVI. yüzyıl üzerine soruldu. Her ne kadar bazı 1 2 Homer 2019, 3-19. Biro 1997, 69; Grodent 2006, 59,60; Beyazıt 2010, 92. XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 53 eleştirilere3 hedef olsalar da bölge, sancak ve liva temelli uğraşlar tarih literatürüne bu çalışmalar sayesinde kazandırılmıştır. Fakat bizim üzerinde asıl durduğumuz konu, yukarıda sıraladığımız soruların müteakip dönemler için sorulmuş ya da sorulmamış olmasıdır. Bu önemli husus çalışmamızın ikinci dinamiğini oluşturmaktadır. Zira tahrir kayıtlarının XVI. yüzyılın sonlarına doğru son bulduğu, en azından eskisi gibi sıhhatli ve düzenli yapılmadığı, literatürde genel kabul gören bir bilgidir. Oysa ele aldığımız örnekte olduğu gibi imparatorluk idaresi XVIII. yüzyılın ilk yarısında bile ele geçirmiş olduğu bir adada klasik tahrir usulüne uygun bir kayıt metoduna başvurmuştur. Çalışmanın üçüncü temel dinamiği ise aslında Evengelia Balta’nın tabiriyle “Ege’nin Ada Dünyası”na4 dair bir bakış denemesi olmasıdır. Bu deneme ülkemizde tahrir uygulamasının ortadan kalktığı döneme dair de önemli ipuçları vermesinin yanı sıra imparatorluk idaresinin gayrimüslim tebaaya bakışı noktasında da çeşitli bilgi, bulgular ortaya koymamıza fırsat vermektedir. Ülkemiz ve dünyanın farklı ülkelerinde Ege ve Akdeniz adaları üzerine son dönemlerde giderek artan bir çalışma eğilimi vardır. Bunlardan özellikle Balta’nın Çuka adası tahrirlerini esas alan eseri5 ile Machiel Kiel’in çalışması oldukça önemlidir.6 Balta, aşağıda tetkik ettiğimiz iki defteri ayrı ayrı ele alarak transkripsiyonlarını nefs, mahalle, karye şeklinde meskûn yerler sıralamasıyla nefer adları, iktisadî uğraşları şeklinde defterin tutuluş özelliğiyle uyumlu bir metotla kaleme almıştır. Ayrıca bir başka çalışmasında Balta, bazı vergi tür ile miktarları ve haneler bağlamında Osmanlı ve Venedik kayıtlarının karşılaştırmalı bir şekilde ele almıştır.7 Bu çalışmasında Osmanlıların özellikle bazı vergi tür ve miktarlarında Venedik kayıtlarına bağlı kaldığını, koyun vergisi örneğinde olduğu gibi bazılarında ise ada halkının vergi yükünü azaltacak uygulamalara başvurduğunu ortaya koymuştur. Balta’nın bu çalışması özellikle Çuka adasındaki bazı “lider”, ünlü aile, hanelerin tespiti ve devamı noktasında önemli bir başvuru kaynağıdır. Yine Yasemin Demircan8, Yaşar Keskin9 ile Demircan, Levent ve Ayşe Kayapınar’ın10 çalışmaları şüphesiz bu hususta göz önünde Afyoncu 2003, 267-287. Balta 2006, 89-99. 5 Balta 2009, 11 vd. 6 Kiel 2007, 38. 7 Balta 2011, 103-135. 8 Demircan 2009, 671-681. 9 Keskin 2013, 21 vd. 10 Demircan vd. 2020, C.I. 3 4 54 Murat ALANDAĞLI bulundurulacak diğer önemli örnekler mahiyetindedir. Ezcümle temel maksadımız giderek yoğunlaşan ada dünyası çalışmalarına ilave olması maksadıyla, bir ada tahririnin daha derinlemesine bir bakış acısıyla ele alınması ve imparatorluk yönetiminin idarî, malî, sosyo-kültürel yöndeki refleksini ortaya koymaktır. Bu refleksin izlerine, adadaki idarî merkezler ile dönemin kendine has zorunluluklarının ortaya çıkardığı vergi muafiyetleri ve zaten alışık olduğumuz diğer bazı uygulamalarda tesadüf edilmektedir. Sonuç olarak bu çalışma, Yunan tarihi ve kültüründe haliyle de Akdeniz dünyasında, özellikle sosyo-kültürel bir yere ve öneme sahip Çuka Adasının XVIII. yüzyıl dünyasına, Osmanlı idaresinde kaldığı kısa bir döneme ait kaynaklardan hareketle, öncesinde farklı dillerde yazılmış benzer mahiyetteki çalışmalara ilave olarak XVIII. yüzyıl Osmanlı tahrir metodu, bunun bir ada üzerinde uygulanması ile adaya özel kimi zenginliklerin ülkemiz akademiyasına kazandırılmasını amaç edinmiştir. 1. ÇALIŞMAYA ESAS ARŞİV KAYNAKLARI Osmanlı İmparatorluğunda tahrir geleneğinin bilindiği üzere III. Murat (1574-1594) zamanından sonra tamamen olmasa da büyük ölçüde bırakılarak; daha ziyade dirlik tevcihlerini içeren tımar ruznamçe kayıtlarının oluşturulduğu bilinmektedir.11 Fakat imparatorluk idaresinin XVI. yüzyıldaki tahrir mantığına tam olarak benzememekle birlikte XVII. ve XVIII. yüzyılda da farklı amaçlarla tahrirler yaptırdığı anlaşılmaktadır. Örneğin III. Ahmet (1703-1730) tahta geçtikten sonra kendisinden önce yapılmış tahrirleri öncelikle kontrol ettirmiştir. Onun İmparatorluğun malî durumunun tetkikine dair bu adımını, vergilendirme ve maliyeye dönük birtakım başkaca değişiklikler izlemiştir.12 Fakat XVIII. yüzyıla ait tahrir defterleri, has ve vakıf gelirlerinin yeniden tespitini amaçladığı için hacim olarak hayli küçüktür. Çünkü bu dönem tahrirleri, esas olarak bir sancaktaki tüm gelir kaynaklarının tespiti ve yeniden sayımı maksadını taşımamaktaydı. Sadece bir sancaktaki hazineye ve mukataaya ait gelirlerin tespiti amaçlanmaktaydı.13 Bu işlemin merkezden gönderilen bir heyet yerine daha ziyade yereldeki bir görevli vesilesiyle gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır. Örneğin Çuka Adası tahririni yapan İbrahim Paşa, çalışkanlığı ve dürüstlüğü nedeniyle Edirne Vak’ası14 sonrasında tahta geçen III. Ahmed’in güvenini kazanmış bir idareci olarak ön plana çıkmıştır. Öz 1999, 5,6; Erdoğan Özünlü 2007, 81-93. Mantran 1999, 330,331. 13 Kurt 2019, 1224,1225. 14 Özcan 1994, 445-446. 11 12 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 55 İlk olarak 1715 yılında Mora Adası tahririni yapmakla vazifelendirilmiştir. Aynı yıl mevkûfatçılık görevi kendisinde olmakla birlikte ayrıca Çuka Adası tahririne de memur edilmiştir.15 Onun uğraşlarıyla tertip edilmiş bu yeni defterlerin alışkın olduğumuz kanunname ve mukaddime kısımları yoktu. Daha ziyade tahririn kim tarafından ve nasıl yapılacağına dair “Tahrir içün verilen fermân der-kenâr ola” bir fermanı içermekteydiler.16 Oluşturulan defterlerin bir kısmı sadrazam buyruldusu bir kısmı da padişah tuğrası ile defterhaneye sevk edilmiştir (Kurt 2019: 1221-1230). Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyud-ı Kadime Arşivinde tesadüf ettiğimiz “Defter-i Cezîre-i Ada-i Çuka” isimli “Tahrir-i Cedîd” kataloğunda yer alan defter, bu çalışmanın oluşmasında önemli rol oynamıştır.17 42 varaktan müteşekkil defter, aslında iki farklı tür olarak okunmalıdır. Zira deflerin 1 ila 27 varakları arası mufassal ve 28 ila 42 varaklar arası ise icmal mahiyettedir. Genellikle mufassal, icmal olarak iki ayrı şekilde tertip edilen tahrir kayıtlarının aksine elimizdeki bu defterin orijinal olup olmadığı bilinememektedir. Yani yazıldığı dönemde mufassal ve icmal kayıtlarını içeren tek defter mi tutuldu yoksa sonradan birleştirilen iki ayrı defter nüshası mı vardı? Her iki ihtimalin olasılığı bir tarafa Osmanlı tahrir metodu dahilinde bakıldığına öncesinde iki ayrı çalışmanın henüz baskısı yapılmadığı için çalışmalarını bizimle paylaşma teveccühünü gösteren Sayın Prof. Dr. Yılmaz Kurt’a çok teşekkür ederim. Gerek görülen yerlerde sunulan bildirideki sayfa numaraları verilmiştir, Kurt 2017, 1-9. 16“Ancak haraç arazilerıyla her bir hanelerinden yüz akçesi bir guruş hasabiyle maktûân üçer guruş nâm cizye olmak üzere hane tahrîr ve üç guruş teslim-i hazineye ve altmış akçesi maâş ve kalemîyye ve haraç-ı saîre içün ifrâz olunduktan sonra maâdası mirî’ içün teslim-i hazine olunmak üzere cizyeleri hane i’tibârıyle maktûân tahsil oluna geldüğün ihraç olunmağla zikr olunan cizyeler dahi hala meceddeden feth olunub ve henüz arazileri dahî tahrîr olunmayub keyfiyet halleri nâ ma’lûm olmağla kapudânun mîr-i mirân mumâileyhin arz ve iltimâsı üzere saîr cezire misüllü bunlara dahi nizâm-ı hâlleri ve terfiyyü’lahvâlleri içün merhâmeten evrak verülmeyüb sen ki mumâ-ileyhsin ma’rû’z-zikr Çuka Adalarının nahiye ve kurasında sakîn ve mütemekkin reâyayı haymâne ve gayr-ı haymâne ale’l-esâmi tahrîr ve tasarruflarında olan bağ veya bağçe ve hane ve değirmânı ve çiftlik ve tarla ve eşçâr-ı müsmire ve gayr-ı müsmireleri kemâl-i imtimâm ile tahrîr ve defter eylediğinde bunların dahî haneleri başka tahrîr-i defter edüb ne mikdâr reâye hanesi olunur ise her haneye iktizâ eden cizyeleri saîr cezîreler reâyaları gibi üçer guruş tâmm hasebiyle maktûân kapûdan paşalar tarafından cem’ ve tahsil olunmak üzere tahâmmüllerine göre hane ve maktû’ların tahrîr ve sebt-i defter ve vech-i meşrûh üzere cizyeleri dahî hane i’tibârıyla inşâ Allahû-tâala haraç-ı arazileriyle maân ba’de’t-tahrîr-i cem’ ve tahsil olunmak içün bi’l-fiîl baş defterdârım el-Hacc Mehmed i’lâm etmekle mucibince amel olunmak babında yazılmışdır. Fermân devletlü saâdetlü sultânım hazretlerinindir. Fî evâsıt-ı N. Sene 127(1127), TKG.KK.TTd. VCEDİD, 128, I/b. 17TKG.KK.TTd.VCEDİD, 128:2/a. 15Bu 56 Murat ALANDAĞLI defterin oluşturulduğu ve sonradan bunların birleştirilerek tek defter haline getirilmiş olabileceği düşünülebilir. Nitekim Başbakanlık Osmanlı Arşivinde tesadüf ettiğimiz Bâb-ı Defterî, Cizye Muhasebesi Kalemi Defteri isimli defter bu yöndeki yaklaşımımızı desteklemektedir. 8 varak ve 16 sayfadan oluşan bu icmal defteri18, Kuyud-u Kadime Arşivinde bulunan defterin ilgili bölümünü ile kıyaslandığında hemen hemen aynısı olduğu görülmektedir Dolayısıyla Kuyud-ı Kadime Arşivinde yer alan defterin aslında iki farklı maksatla vücuda getirilmiş ve sonradan birleştirilmiş olduğu düşünülebilir. O halde çalışmamızda her ne kadar bitişik olsalar da Kuyud-ı Kadime Arşivindeki Çuka Adası mufassal ve icmal defterleri ile Osmanlı Arşivinde tesadüf ettiğimiz cizye defteri esas alınacaktır. Burada Osmanlı Arşivinde rastladığımız defter hakkında ayrıca kısa bir bilgi vermeyi faydalı bulmaktayız. Bu defterin öncelikle aşağıda yer verileceği üzere adanın sosyo-iktisadi hayata dair teferruatlı bilgiler barındırmadığı açıktır. Nitekim “defter-i hane-i cizye-i cezire-i Çuka” başlığı altındaki adanın diğer adalara göre konumu, hane, nefer isimleri ve sayılarına dair hayli önemli bilgilere ulaşabilmekteyiz.19 2. ÇUKA ADASI Çuka Adası, Mora yarımadasının güneydoğusunda Lakonia Körfezi girişinde bulunmaktadır. Ada, eski Yunanca’da “Kytkera”, Latince’de “Cytera” ve İtalyanca’da ise “Cerigo” olarak isimlendirilmiştir.20 Ünlü denizci Pîrî Reis (ö.1553), adanın çevresel alanının yaklaşık altmış mil olduğunu ve Benefşeburnu’nun on beş mil güneybatısında yer aldığını belirtmiştir. Macheel Kiel ise adanın nispeten çok daha büyük olduğunu dile getirmiştir. Fakat yine de adanın konumuna dair belki de en açık tarifin Osmanlı kaynaklarında bulunduğunu ifade edebiliriz. Nitekim kaynaklarda sık sık belirtilen Mora, Girit, Menevşe/Benefşe adaları ile Venedik idaresi hududuna olan uzaklığı üzerinden adanın bulunduğu yeri tespit etmek oldukça kolay bir hal almaktadır.21 Siyasî ve idarî bakımdan tarihsel geçmişine dair edindiğimiz bilgilere göre adayı 1204 yılında Venedikliler ele geçirmiştir. Adanın idaresi 1363 “Çuka Adası cizye hanelerine aid icmal tahrir defteri sureti”, BOA. D.CMH.d.26721. BOA. D.CMH.26721:28/b. 20 Şakiroğlu 1993, 382-383. 21 “fetih ve teshir müyesser olan Mora Cezîresi kal’a(sı)ndan Menevşe Kal‘ası ile Moton Kal‘ası maa-beyninde Derya ile Menevşe Kal‘asına kırk mil ve bir taraftan Girid Ceziresine yüz mil ve bir taraftan karşı karşıya Mora Adasına yirmi mil ve… üç yüz mil mesafesi olup…”, BOA.D.CMH.d.26721,1. 18 19 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 57 yılında hükümetle sıkı temasları olan “Venier” adındaki sülaleye bırakılmıştır. Böylece adada Venier sülalesinin yaklaşık dört asır sürecek olan hükümranlık dönemi de başlamıştır.22 İlk dönemlerde adanın demografik yapısının yeryüzü, toprak yapısı vb. gibi olumsuzluklardan dolayı oldukça cılız olduğu söylenebilir. Nitekim Çuka adası gezgin ve seyyahlar tarafından taşlık, dağlık, verimsiz ve kurak bir bölge olarak tarif edilmiştir. Şüphesiz ada coğrafyasının bu durumu hem yaşam alanlarını ve hem de tarımsal faaliyet sahalarını kısıtlamıştır.23 Diğer taraftan deniz savaşları ve ticaret yolu güzergâhları bakımından Çuka adası, Akdeniz’in tarihsel olarak güvenli bir barınma ve sığınma sahalarından biri olarak ön plana çıkmaktadır. Kutsal Roma Cermen İmparatoru II. Rudolf’un (15761611) haracını Osmanlılara teslim etmek üzere 1587 yılında İstanbul’a gelen heyette yer alan Reinhold Lubenau’dan öğrendiğimiz kadarıyla, XVII. yüzyılda Venedik egemenliğinde bulunan Çuka Adası, Osmanlı Donanmasının Akdeniz’deki rotasında önemli bir konuma sahipti.24 Bu kadar önemli bir askeri, lojistik ve stratejik öneme haiz ada acaba neden Osmanlı donanmasınca çok daha önceleri ele geçirilmedi? İnalcık’ın “yeni fethedilecek olan bölgelerin tespitinde o yörenin vergi potansiyeli şüphesiz önemli bir etkendi”25 şeklindeki tespiti bu durumda etkili midir bilinmez. Fakat adanın Akdeniz hâkimiyeti bakımından Osmanlı-Venedik siyasî ilişkilerinde önemli bir rol oynadığı açıktır. Ticarî kazanımlar26 ve Rodos Bey’ine H.975 (M.1567-68) yılında yazılan hükümden de anlaşıldığı üzere askerî bakımdan iki idare arasında ilişkileri belirleyen önemli bir etken olmuştur.27 Venedik idaresi, stratejik öneme sahip bu adanın Osmanlıların eline geçmesini kesinlikle istememiş ve bu maksatla bazı adımlar atmıştır. İlk olarak adadaki varlıklarını perçinlemeyi düşünmüşlerdir. Bu maksatla XVI. yüzyılda başka bölgelerdeki kolonilerinden getirdikleri insanları adaya yerleştirmiştir. Böylece 1545’te 1.850 olan ada nüfusu, yaklaşık bir asır sonra sergilenen uğraşlar neticesinde 7.500’e yükselmiştir.28 Fakat Çuka Adası özelinde Osmanlı-Venedik ilişkilerinin seyrini belirleyen etkenler sadece savaş ve ticaret yolları bağlamındaki kazanımlar değildi. Osmanlı arşiv belgelerinde tesadüf edildiği üzere adanın söz Kiel 2007, 38. Kiel 2007, 39. 24 Gürkan 2014, 279,280. 25 İnalcık 2000, 175. 26 BOA. İE.HR.4/343, H.1101/M.1689-90. 27 BOA. A.DVNS.MHM.d.7/202, H.975/M.1567-68; Yıldırım vd.1998, XLVI, 107. 28 Kiel 2007, 35-54. 22 23 58 Murat ALANDAĞLI konusu ilişkileri etkileyen başkaca özellikleri de vardı. Bir kere tenha bir bölge olması nedeniyle bazı esirler düzensiz ve habersiz bir şekilde adaya aktarılmıştır. Ayrıca zaman zaman usulsüzlük yapmış veya zimmetine para geçirmiş kişilerin kaçıp sığındıkları doğal bir güvenli bölge olduğu da söylenebilir. Neticede arşivde adanın Osmanlı idaresine geçtiği 1715 yılına kadarki durumu, konumu ve Osmanlı-Venedik ilişkilerine tesiri şeklinde sıralanabilecek oldukça az ve sınırlı sayıda belgenin bulunduğunu söyleyebiliriz.29 Harita 1: Çuka Adası Haritası30 2.1. Çuka Adasının Osmanlı İdaresine Geçişi Yukarı da temas edildiği üzere Osmanlı donanmasının Akdeniz’deki hareketinde Çuka Adasının konumu gerek korunma ve gerekse de zahire tedariki gibi iki önemli hususta ön plana çıkmaktadır.31 Barbaros Hayrettin Paşa belki de adanın bu korumu nedeniyle Modon’u aldıktan sonra güneye doğru inerek Çuka Adası üzerine dümeni çevirmiştir. Fakat hayrettin Paşa, adada pek çok ganimet ve esir ele geçirerek tekrar kuzeye doğru yol almıştır.32 Bu nedenle adayı ele geçirmeye dönük ilk sistemli Osmanlı akınları 1580 tarihinde Kılıç Ali Paşa tarafından yapılmış. Bu dönemden sonra Girit Savaşı (1654-69) sırasında da adayı fethetmeye yönelik akınlar düzenlenmiştir. Neticede Canım Hoca Hacı Mehmed Paşa’nın idaresindeki 29BOA. A.DVNS.MHM.d.19/724,725, H.980/M.1572-73; BOA. A.DVNS.MHM.d.46/738, H.990/M.1582-83; BOA. A.DVNS.MHM.d.47/235, H.990/M.1582-83. 30 Pîrî Reis’in Kitâb-ı Bahriyye adlı eserinde Çuka adasını gösteren harita Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya, nr. 2612, vr. 146, Şakiroğlu 1993, 382,383. 31 Pul 2004, 7/a-b,30/b,33/a,36/b,169/b. 32 Güler 2016. XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 59 Osmanlı donanması, Mora’yı yeniden aldıktan sonra önce Aigine ve Tonis (İstendil) adalarını akabinde de 1715 yılında Çuka Adasını ele geçirmiştir.33 Akabinde ise adeta fethin tamamlayıcı veya resmi prosedürü olarak görülebilecek olan tahrir yapılmaya başlanmıştır.34 Fârisî’nin “Pasṭavına baḳmayup ṭopuyla tâlân ḳıldılar. Ḳırdılar endâzeyi Çuḳa aṭasın aldılar”35 şeklindeki dizlerle ele geçirilişini ifade ettiği Çuka Adası, yaklaşık üç yıl sonraki Pasarofça Antlaşması’nın (21 Temmuz 1718) üçüncü maddesi gereğince tekrar Venedik idaresine iade edilmiştir.36 Bu antlaşmadan yaklaşık seksen yıl sonra Venedik Cumhuriyeti’nin yıkılmasından sonra bir müddet sahipsiz kalan ada, sonradan yedi adalar statüsünde Yunanistan’a devredilmiştir.37 2.2. İdari Bakımdan Çuka Adası Tahrir defterinden Çuka Adası’nın “Nefs-i Kal’a, Varoş’u Kal’a ile Livadi, Milopotamo, Kastrisiyanika, Potamo isimli dört nahiyeden ibarette olduğu anlaşılmaktadır. Bu idarî taksimata bakıldığında ilk olarak bir yönetim ve güvenlik merkezi olarak “kale” ön plana çıkmaktadır. İnsanoğlu tarihin ilk dönemlerinden itibaren kendisi ve kıymet verdiklerini korumayı amaç edinmiştir. Yapımında kullanılan maddeler döneme göre farklılık gösterse de kale, yerleşim yerini çevreleyen duvarlı yapılar, her zaman var olmuştur.38 Nüfusun artması, tehdit unsurunun ortadan kalkması, kırsaldan merkeze doğru seyreden nüfus hareketleri gibi etkenler kale’den dışarıya doğru bir yerleşimi şart kılmıştır. Böylece kale civarında “varoş” olarak tabir olunan yerleşim yerleri ortaya çıkmıştır. Defterlerde tesadüf ettiğimiz 33Mora’nın Venediklilerin elinden geri alınması için yapılan bu seferde, denizden Osmanlı ordusuna destek veren Canım Hoca sırasıyla, İstendil adası, Anapoli kalesi, İğne (Niyo) adası, Modon kalesi ve Çuka (Serigo) adalarını ele geçirerek, Mora kıyılarından Venedik’in uzaklaştırılmasını ve bu bölgelerde tekrar Osmanlı hâkimiyetinin kurulmasını sağlamış oldu. Ayrıca Girit’teki Suda ve İsperlonga kalelerini de ele geçirerek Girit’in fethini tamamladı, …Modon’un fethinden sonra Mora yarımadasının güneydoğusunda bulunan Menekşe kalesinin zaptı için Anadolu Beylerbeyi Türk Ahmed Paşa kuvvetleri ile karadan ilerlerken Canım Hoca da orduya denizden destek vermek üzere Modon limanından ayrıldı. Yol üzerinde bulunan Çuka (Serigo) adaları 1 Ramazan 1127 / 31 Ağustos 1715’te Osmanlı hâkimiyeti altına alındı, Râşid Mehmed Efendi 2013, 943; Kiel 2007, 38; Aydın 2016, 34. 34 Öz 2010, 425-429. 35 Şahin 2020, 428. 36 Özcan 2007, 179; Kurtaran 2018, 290. 37 Şakiroğlu 1993, 382,383. 38 Eyice 1974, 147. 60 Murat ALANDAĞLI iki varoş, Çuka Adasında XVIII. yüzyılda belirgin bir nüfus artışının yaşandığının işareti olabilir. Harita 2: Çuka Adası Haritası (Map of the İonian İslands Malta, Compiled From Survey and Original Documents, İn the Colonial Office, the Ordnance Department, By JohnArrowsmith)39 Bu haritada Çuka adası, Cerigotti, Poro, Poretto, Dragoneres, Servi ve Koron’un diğer başkaca adalarıyla komşu olarak belirtilmiştir, https://www.davidrumsey.com/luna/servlet/detail/RUMSEY~8~1~2767~270040?qvq= q%3Acerigo%3Bsort%3Apub_list_no_initialsort%2Cpub_date%2Cpub_list_no%2Cseries_n o%3Blc%3ARUMSEY~8~1&mi=19&trs=20 (ErişimTarihi:01.08.2021) 39 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 61 İdarî fonksiyonu ön planda olan “Kale” ve “Varoş” mahallerini diğer dört nahiye izlemektedir. Bu nahiyeler, adanın Harita II’de de görüldüğü üzere kuzeyden güney’e dorğu Potamo, Kastrisiyanika, Milopotamo ve Livadi şekilde sıralanabilir. Çuka Adası’nın nefs ve nahiyelerindeki yerleşim birimlerinin yer adları Tablo I’de olduğu gibi gösterilebilir. Tahrir kayıtlarından hareketle hazırlanmış olan tablodan görüldüğü üzere Livadi nahiyesinin 28, Milopotamo’nun ise nefs ve altı mahalle ile 9 karyeden oluştuğu görülmektedir. Ayrıca Kastrisiyanika nahiyesinin nefs ve 11 karyesi, Potamo’nun ise nefs ve 6 mahalle ile 7 karyesinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda Livadi hariç diğer tüm nahiyelerin nefs, yani merkez birimlerinin bulunduğu görülmektedir. Nefs’ler nahiye40 veya nahiyelere bağlı köylerde41 bulunanlar şeklinde iki ayrı kategoride ele alınabilir. Her iki durum da adadaki demografik bir hareketliliğin işareti olarak görülebilir. Tablo 1: İdarî Bakımdan Çuka Adası Sıra Nefs Nahiye-i Livadi 1 2 3 Nefs-i Kal'a-i ata-i mezbûr derVaroş-u Kal'a-i mezbûr Nahiye-i Milopotamo Nahiye-i Kastrisiyanika Nahiyei Potamo Facadıka ΦΑΤΣΑΔΙΚΑ Nefs-i Kastel-i Nefs-i Kastrisiyanika Nefs-i Mylopotamus ΚΑΣΤΡΙΣΙΑΝΙΚΑ Potamos/Potam ΜΥΛΟΠΟΤΑΜΟΣ o ΠΟΤΑΜΟΣ Maryiani/Mayerya nika ΜΑΡΓΙΑΝΝΗ Mahalle-i Marko Mu'afân Kocalyanka/Kaçuly Mahalle-i baMihali anika buyruldui kapudân paşa Papa Yodgadika Mahalle-i Kardolyankai/Fardulyanika-i Kebîr Papa Yaya Karadika/Baba Mahalle-i Karadika Kardolyanka-i/ Fardulyanika-i Sağir Nefs dahilindeki mahalleler; Nahiye-i Milopotamo, Nefs-i Kastel-i Mylopotamus ΜΥΛΟΠΟΤΑΜΟΣ, Mahalle-i Papa Marko ve Mahalle-i Papa Mihali; Nahiye-i Potamo, Nefs-i Potamos/Potamo ΠΟΤΑΜΟΣ, Mahalle-i Kardolyanka-i/Fardulyanika-i Kebîr, Mahalle-i Kardolyanka-i/Fardulyanika-i Sağir, Mahalle-i Koronyanika, Mahalle-i Gelmetaryanika/Klimatanaryanika ve Mahalle-i İske Ganika/İsgeganika şeklinde sıralanabilir. 41 Karyelere bağlı olanlar ise Nahiye-i Milopotamo Mahalle-i Ayo Yandis/Ayo Pantes der Karye-i Karavas/Fraca, Mahalle-i Lened Daganka/Len Darakanika der Karye-i Karavas/Fraca, Mahalle-i Lened Dunyanka/Len Drotyanika der Karye-i Karavas/Fraca, Mahalle-i Dayeşyanka/Rayişyanika der Karye-i Karavas/Fraca; Nahiye-i Potamo, Mahalle-i Komtiyanka/Komniyanika olarak tespit edilmiştir. 40 62 4 Murat ALANDAĞLI Çamyanka/Çanetik a Dirmunadyi/Drimo nari ΔΡΥΜΩΝΑΣ Kebriyi/Kiperi Mahalle-i Koronyanika 5 İsteyanka/İstayani ka 6 Çarkadika/Hargâdi Predika/Yaradika ka 7 Samyadika/Samiya Kalokerines/Kaloge renes dika ΚΑΛΟΚΑΙΡΙΝΕΣ Praçetyanka /Yeracityanika Karavehuryo/Kara vohoryo Aragos/Aregus Dutyadika/Ronyadi ka Maveryanka/Ma vriyanika 9 Mazadaganka/Maz araganika Pisiyukadi/Pisyopig adi Hristokoryanka/ Hristoforyanika 10 Likoda/Likuvara Vrisi/Rizes ΒΡΥΣΗ Mitata ΜΗΤΑΤΑ Varilyanka/Varlyani ka Gorya/Gurya 11 Manitohori nâm-ı Agios Sostis/Ayo Pirinyanka/Prinyadi Meleşyanika/Me Sosti ΑΓΙΟΣ ΣΩΣΤΗΣ ka lityanika Çıkalari ΜΑΝΙΤΟΧΩΡΙ 8 12 İstrapodi/Israbudi Zukati/Dokana Karavas/Fraca ΚΑΡΑΒΑΣ 13 Katuni ΚΑΤΟΥΝΙ 14 Portalamiatika Mahalle-i Lened Daganka/Len Darakanika der Karye-i Karavas/Fraca 15 Praçeyanka/Pracy anika Mahalle-i Lened Dunyanka/Len Drotyanika der Karye-i Karavas/Fraca 16 Aleksandrades ΑΛΕΞΑΝΔΡΑΔΕΣ Mahalle-i Dayeşyanka/Rayişy anika der Karye-i Karavas/Fraca 17 Kiryakadika Mahalle-i Ayo Yandis/Ayo Pantes der Karye-i Karavas/Fraca Elvizyanka/Alonizya Mahalle-i nika Gelmetaryanika /Klimatanaryani ka Picinades ΠΙΤΣΙΝΑΔΕΣ Zaglanganka/Zaglan iganika Mahalle-i İske Ganika/İsgegani ka Bugostiyanika/L ogosetiyanika Trifilianika/Trifi lyanika ΤΡΙΦΙΛΙΑΝΙΚΑ Kometyanka/Ko mnyanika Mahalle-i Komtiyanka/Ko mniyanika XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 63 Ayo İlya 18 Pitsinianika/Picina nika ΠΙΤΣΙΝΙΑΝΙΚΑ 19 20 İstetyanka/İstatya nika 21 Kartaryanika 22 2 23 24 25 26 27 28 Kuremata/Keramo ta ΚΟΥΡΕΜΑΤΑ Purko/Burko ΠΟΥΡΚΟ Karvunades/Kargo nades ΚΑΡΒΟΥΝΑΔΕΣ Kondolianika/Kon dolyanika ΚΟΝΤΟΛΙΑΝΙΚΑ Drimonas/Drimon a ΔΡΥΜΩΝΑΣ İskorpoyanka/İsko rpoyanika Buradyanka/Lurad iyanika Defterdeki bilgiler dahilinde kale’de bulunan bazı konsoloslar ile voyvodalara ait bilgilere de tesadüf edilmektedir. Bu kişilerin mu’af sınıfında olmaları defterdeki kayıtlara da yansımıştır. Nitekim Nikola Dimitri’nin “ada voyvodası” olduğunu bu sayede öğrenmiş bulunmaktayız. O’nun Çorci, Nikola ve Yanni adındaki üç oğlunu Çorci Dimitri isimli Fransız ve Despodi Venari isimli İngiliz konsolosları takip etmektedir. İngiltere ve Fransa konsoloslarına ait tahrir kayıtlarına yansımış bu bilgiler, Çuka Adası’ndaki ticarî ve diplomatik faaliyetlerinin bir göstergesi olabilir. Muhtemelen adanın Osmanlı hâkimiyetine geçmesinden çok önce buraya yerleşen bu konsoloslar askerî, malî ve askerî bakımdan ülkelerinin ve vatandaşlarının hak ve kazançlarını korumakla vazifeliydiler. Yeniçağ’da özellikle önemli kıyı liman kentleri ele geçiren imparatorluk idaresi buralardaki Avrupalı konsoloslarla karşılaştı, temas kurdu.42 42 Savaş 2002,178-180. 64 Murat ALANDAĞLI Tablo 2: Çuka Adasında Vergiden Muaf Olanlar (BOA. D.CMH. d.26721, vr.30/b) No Ünvanı 1 Voyvoda-i Çuka 2 3 ada-i Nikola Dimitri Konsolos-ı Fransız Yakınlığı Oğludur Yani Nikola Oğludur Çorçi Dimitri Açıklama Kendisi Çorçi Nikola Nikola Nikola 4 5 Adı Oğludur Kendisi Yani Dimitri Karındaşıdır 6 7 Agonosni Dimitri Desponi Diyadi Karındaşıdır 8 Konsolos-ı İngiltere 9 Karye-i Aragos Todori tabî’-i Andoni Milatutamu Kendisi 10 Varoş-ı Kal’a Kendisi Yorgi Kalyo Kendisi Pîr-i fâni ve amâlmânde olmağla cizyeden maâda … üzeredir Yek ayağı tutmaz sakâttır XVI. yüzyılda klasik tımar düzeni dahilinde hazırlanmış pek çok defterde rastladığımız mu’af grupların Tablo II’de görüldüğü üzere XVIII. yüzyıl tahririnde de yer alması oldukça önemlidir. Nitekim önceleri daha ziyade “medenî halleri” ve “fizikî yapıları”43 vergi vermeye kadir olmayan kişilerin oluşturduğu mu’af grubuna XVIII. yüzyılda siyasî ve ekonomik nüfuz sahibi bir başka sınıfın da dahil olduğunu söyleyebiliriz. 2.3. Demografik Bakımdan Çuka Adası Tahrir defterlerinin en önemli özelliklerinden biri Osmanlı İmparatorluğunun özellikle XVI. yüzyıldaki nüfusuna dair bilgiler içermesidir.44 Sonraki döneme ait avarız ve cizye kayıtları45 istisna tutulur Öz 2010, 427. Barkan 1940, 20-59; 1941, 214-247. 45 Özel 2001, 35-50. 43 44 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 65 ise XIX. yüzyıla kadar bu mahiyette bir kaynak türüne tesadüf edilememiştir. Fakat tahrir defterlerinin hazırlanış amacı bir nüfus sayımından çok vergilendirilebilir nüfus sayımıdır.46 Bu gerçek dahilinde tahrir defterlerinden hareketle tahmini bir nüfusun elde edilip edilemeyeceği meselesi kadar, nasıl bir yol, metod izleneceği de tartışılmıştır.47 Tahrir verilerinden tahminin bir nüfus hesaplama yollarından biri (Hane X 5 + Mücerred) şeklindeki yaklaşımdır.48 Ayrıca on iki yaş üstü tüm mükelleflerin vergilendirilmiş olmasından hareketle toplam, nüfusun vergilendirilmiş nüfusun üç katı olacağına dair bir başka yaklaşım da bulunmaktadır.49 Bu ikisi başta olmak üzere başvurulacak başkaca yolların hiçbiri tahririn yapıldığı dönemin gerçek nüfusunu vermeyeceği aşikârdır. Dolayısıyla hangisinin doğru veya hatalı olduğundan çok incelediğimiz defterlerdeki veriler esas alınarak Çuka Adasının XVIII. yüzyıldaki nüfusuna dair tahminin bir sonuç elde edebiliriz. Defterlerde her ne kadar hane sayıları aşağıdaki tablolarda görüleceği üzere verilmişse de mücerred sayıları belirtilmemiştir. Bu nedenle ilk yaklaşımdan hareketle bir sonuca gidilmesi mümkün olmamaktadır. Çuka’nın nesf ve nahiyelerine ait nefer sayılarının verilmiş olmasından dolayı (Nefer X 3) şeklindeki ikinci yaklaşım metodunun kullanılması daha uygun görülmüştür. Tahrir kaydının tetkiki ile Çuka Kalesinde 60 hane ve 91 nefer, Varoş’u Kal’a da ise 161 hane ve 247 nefer kaydının bulunduğunu anlaşılmaktadır. O halde siyasi ve idari fonksiyonun ifa edildiği kal’a ve varoş’u kal’a bölgesinde 221 hanede toplam 338 neferin bulunduğu söylenebilir. Bunlara elbette muaf grubunda yer alan Kale Voyvodası ile Fransız ve İngiliz konsoloslarının, 3 hane ve 8 neferin de ilave edilmesi gerekmektedir. Bu durumda Tablo III’de görüldüğü üzere 224 hane ve 346 neferin yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu verilerden hareketle Nefs dahilinde yaklaşık olarak 1038 kişinin bulunduğu düşünülebilir. Çuka Adasının nefs’ (kal’a ve varoş) mahalleri ile mu’af gruplarının demografik durumuna dair bu izahtan sonra artık nahiyelerindeki duruma bakabiliriz. Öz 1999, 42,43. Öz 1991, 436,438. 48 Barkan 1953,11-13. 49 Russel 1960, 265,266. 46 47 66 Murat ALANDAĞLI Tablo 3: Çuka Adasının Nefs-i (Kal’a ve Varoş-ı Kal’a) ile mu’af Hane ve Nefer Sayıları ve Tahmini Nüfusları Defter-i hanehâ-i cizye-i ata-i Çuka Mahal adı Hane Nefer Nefer X3 Nefs-i Kal'a-i ata-i 60 91 273 mezbûr der-Varoş-u Kal'a-i 161 247 741 mezbûr Mu'afân ba-buyruldu-i 3 8 24 kapudân paşa Toplam 224 346 1.038 Açıklama Nikola İstenalu, a'mâ50 Livadi Nahiyesi’nde 273 hane ve 397 nefer kaydı bulunmaktadır. Nahiyeye ait bir mahalle kaydına tesadüf edilmemesi de oldukça ilginçtir. Daha önce de ifade edildiği üzere dağlık ve taşlık sahaların yoğun olduğu ada coğrafyası, tarımsal faaliyetlere çok fazla imkân vermemiştir. Haliyle adadaki yaşam alanları, tarımsal veya ticarî faaliyetlerin yoğun olarak yapıldığı mahallerle paralellik izlemiştir. Oldukça kıt ve sınırlı üretim faaliyetleri, ada sakinlerini avarız ve nüzul gibi vergi muafiyetlerini kazanmaya dönük uğraşa sevk etmiştir. Ali Efendi, belki de bu türden uğraşların bir sonucu olarak ada halkının vergi miktarını düşük göstermiştir. Kiel ise onun olması gerekenin altında bir vergi miktarı belirleyerek aslında bir bakıma “istimalet politikası” gütmüş olabileceğini ileri sürmüştür.51 Tablo 4: Livadi Nahiyesi İskân Birimleri Adı ve Hane Nefer Sayıları Mahal adı Facadıka ΦΑΤΣΑΔΙΚΑ Maryiani/Mayeryanika ΜΑΡΓΙΑΝΝΗ Kocalyanka/Kaçulyanika Çamyanka/Çanetika İsteyanka/İstayanika Çarkadika/Hargâdika Samyadika/Samiyadika 50TKG. 51 KK. TTd. VCEDİD 128/2, 29/a. Kiel 2007, 39,41. Hane Nefer Nefer Açıklama X3 8 10 30 10 13 39 4 10 5 5 13 7 15 13 6 18 21 45 39 18 54 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 67 Karavehuryo/Karavohoryo Mazadaganka/Mazaraganika Likoda/Likuvara Manitohori nâm-ı Çıkalari ΜΑΝΙΤΟΧΩΡΙ İstrapodi/Israbudi 7 5 4 23 12 6 4 16 36 18 12 48 19 57 Katuni ΚΑΤΟΥΝΙ Portalam Yatika Praçeyanka/Pracyanika Aleksandrades ΑΛΕΞΑΝΔΡΑΔΕΣ Kiryakadika Ayo İlya Pitsinianika/Picinanika ΠΙΤΣΙΝΙΑΝΙΚΑ 12 14 18 17 19 19 23 26 57 57 69 78 5 10 6 7 12 9 21 36 27 Her iki karyenin nefer ve hane sayıları birlikte hesaplanmıştır Hane birleştirme vardır. İstetyanka/İstatyanika 14 18 54 Kartaryanika 3 3 9 Kuremata/Keramota 20 26 78 ΚΟΥΡΕΜΑΤΑ Purko/Burko ΠΟΥΡΚΟ 6 11 33 Karvunades/Kargonades 18 26 78 ΚΑΡΒΟΥΝΑΔΕΣ Kondolianika/Kondolyanika 12 24 72 ΚΟΝΤΟΛΙΑΝΙΚΑ Drimonas/Drimona 17 25 75 ΔΡΥΜΩΝΑΣ İskorpoyanka/İskorpoyanika 5 8 24 Buradyanka/Luradiyanika 2 2 6 Toplam 273 397 1.191 Livadi Nahiyesi’nin iskân mahalleri ve hane, nefer sayılarını içeren Tablo IV’e bakıldığında hane-nefer sayıları arasında doğrusal bir bağın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Zira sadece 6 hanenin bulunduğu Purko/Burko köyünde 11 nefer bulunmaktadır. Diğer taraftan 20 hane kaydının yer aldığı Kuremata/Keramota köyünde ise 26 nefer kaydı vardır. Bu durum hane sayıları arttıkça nefer sayılarının da artacağı yönündeki 68 Murat ALANDAĞLI beklentilerimizi boşa çıkarmaktadır. Zaman zaman Osmanlı tahrir kayıtları hakkında ileri sürülen “tahrirden kaçmak” gibi bir durum söz konusu değil ise hane-nefer sayıları arasındaki bu dağılım adadaki genel nüfus veya hanelerin aile politikalarına bağlı olabilir. Livadi nahiyesinin bazı köylerinde ise nüfusun oldukça seyrek olduğu söylenebilir. Bu durum acaba vergi miktarı veya ödenmesine dair bir sonucu ortaya çıkarmış mıdır? Bazen belirlenen vergiyi ödeyemeyecek durumdaki hane veya köylerin birleştirilerek yazıldığını biliyoruz. Çuka tahririnde tesadüf ettiğimiz Manitohori nâm-ı Çıkalari ve İstrapodi/Israbudi köylerinde hanenefer sayılarının birlikte yazılması, Pitsinianika/Picinanika köyündeki hane birleştirilmesi şeklindeki örnekler, bu yönde atılmış adımlar olarak yorumlanabilir.52 Mylopotamus/Milopotamo Nahiyesi’nde ise 197 hane ve 269 nefere tesadüf edilmektedir. Nahiyeye bağlı bikisi merkez olmak üzere toplam altı mahalle bulunmaktadır. Tablo V’e bakıldığında “Karavas/Fraca ΚΑΡΑΒΑΣ” köyünün nahiyedeki nüfus ve iskâna en müsait saha olduğu düşünülmektedir. Zira köye bağlı dört mahalle kaydı bulunmaktadır. Köyün büyüklüğünün en açık göstergelerinden biri nahiyeye ait toplam hane ve nefer sayılarının yaklaşık üçte birinin burada yer almasıdır. Nahiyede bir pir-i fani ve amalmande53 olarak kaydedilmiş hane bulunmaktadır. Ayrıca sehven ikinci kez yazılmış olması muhtemel bir mükerrer hane yadı bulunmaktadır.54 Tablo 5: Mylopotamus/Milopotamo Nahiyesi İskân Birimleri Adı ve Hane Nefer Sayıları Köy Adı Hane Neferan Nefer Açıklama X3 Kastel-i 18 26 78 Nefs-i Mylopotamus ΜΥΛΟΠΟΤΑΜΟΣ Mahalle-i Papa Marko Mahalle-i Papa Mihali Karye-i Dirmunadyi/Drimonari ΔΡΥΜΩΝΑΣ 13 21 3 15 29 5 45 87 15 Hane-i Mane Maniya Biçeni ma'a hane-i Yorgi Biçeni, TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 33/a. TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 35/b. 54 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 36/a. 52 53 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 69 Karye-i Zukati/Dokana Karye-i Predika/Yaradika Karye-i Kalokerines/Kalogerenes ΚΑΛΟΚΑΙΡΙΝΕΣ Karye-i Aragos/Aregus 3 21 5 30 15 90 12 16 48 12 17 51 Karye-i Pisiyukadi/Pisyopigadi Karye-i Vrisi/Rizes ΒΡΥΣΗ Karye-i Agios Sostis/Ayo Sosti ΑΓΙΟΣ ΣΩΣΤΗΣ Karye-i Karavas/Fraca ΚΑΡΑΒΑΣ Mahalle-i Ayo Yandis/Ayo Pantes der Karye-i Karavas/Fraca Mahalle-i Lened Daganka/Len Darakanika der Karye-i Karavas/Fraca Mahalle-i Lened Dunyanka/Len Drotyanika der Karye-i Karavas/Fraca Mahalle-i Dayeşyanka/Rayişyanika der Karye-i Karavas/Fraca Toplam 5 6 18 5 9 27 13 17 51 35 44 132 5 6 18 9 12 36 15 22 66 7 10 30 197 269 807 Todori Andoni pir-i fâni ve amalma'ande olduğundan nefer sayısı 16 olarak alınmıştır. Mihal Dimitri, mükerrerdir. 70 Murat ALANDAĞLI Mylopotamus/Milopotamo Nahiyesi’nin nefer sayısı 10’un altında olan beş köyü bulunmaktadır. Diğer taraftan 20’den fazla neferi olan köy sayısı da beştir. Köy ve mahalle olarak toplam on altı yerleşim birimi bulunan nahiyenin nüfusu tahminen 807 olarak hesaplanmıştır. Merkez mahalle ve on bir tane de köyden oluşan Kastrisiyanika Nahiyesi’nin tablo VI’da da görüldüğü üzere 169 hane ve 232 nefer kaydı bulunmaktadır. “Mitata ΜΗΤΑΤΑ” en çok hane ve nefere sayısı bulunan köydür. Onu sırasıyla Dutyadika/Ronyadika, Elvizyanka/Alonizyanika ve Kebriyi/Kiperi köyleri takip etmektedir. Tablo 6: Kastrisiyanika Nahiyesi İskân Birimleri Adı ve Hane Nefer Sayıları Köy Adı Hane Neferan Nefer Açıklama X3 Kastrisiyanika 23 31 93 Nefs-i ΚΑΣΤΡΙΣΙΑΝΙΚΑ Karye-i Yodgadika 7 8 24 Karye-i Yaya Karadika/Baba 6 8 24 Karadika Karye-i Kebriyi/Kiperi 17 22 66 Karye-i 17 23 69 Elvizyanka/Alonizyanika Karye-i Picinades ΠΙΤΣΙΝΑΔΕΣ 13 14 42 Karye-i Praçetyanka 14 21 63 /Yeracityanika Karye-i Dutyadika/Ronyadika 20 24 72 Karye-i Mitata ΜΗΤΑΤΑ 44 62 186 Karye-i Varilyanka/Varlyanika 1 2 6 Karye-i Pirinyanka/Prinyadika 2 4 12 Karye-i 5 13 39 Zaglanganka/Zaglaniganika Toplam 169 232 696 Kastrisiyanika Nahiyesi’nin nefer sayısı 10’un altında olan dört, 20’den fazla olan altı yerleşim birimi bulunmaktadır. Tablo VI’daki veriler çerçevesinde nahiyenin tahmini olarak nüfusu 696 olarak hesaplanmıştır. Son olarak Potamos/Potamo Nahiyesi’nin ise biri merkez olmak üzere toplam altı mahallesi ve yedi tane de köyü bulunmaktadır. Ayrıca bu nahiyedeki Kometyanka köyünün de bir mahallesi vardır. Potamos XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 71 Nahiyesi’nde 279 hanede 426 nefer tespiti yapılmıştır. Nahiye’nin dikkatlerden kaçmayan bir başka özelliği ise diğer nahiyelere göre nüfus dağılımının köylere oranla mahallelerde yoğunlaşmış olmasıdır. Nitekim 35 hanesi bulunan Koronyanika mahallesinin 57 ve 47 hanesi bulunan İske Ganika mahallesinin ise 73 neferinin bulunması bu durumun en açık göstergesidir. Bu durumun nedeni tam olarak tespit edilmiş değildir. Fakat nahiyedeki yaşam şartları, güvenlik endişesinden veya yeryüzü şekillerinden kaynaklı bir durum olabileceği söylenebilir. Hane-nefer sayıları bakımından diğer idarî birimlerin çok çok üzerinde bir görüntü veren Potamos/Potamo’da bir tane amalmande kaydı yer almaktadır.55 Tablo 7: Potamos/Potamo Nahiyesi İskân Birimleri Adı ve Hane Nefer Sayıları Köy Adı Han e Potamos/Potamo 9 Nefs-i ΠΟΤΑΜΟΣ Mahalle-i Kardolyankai/Fardulyanika-i Kebîr Mahalle-i Kardolyanka-i/ Fardulyanika-i Sağir Mahalle-i Koronyanika Mahalle-i Gelmetaryanika/Klimatanaryani ka Mahalle-i İske Ganika/İsgeganika Karye-i Bugostiyanika/Logosetiyanika Karye-i Maveryanka/Mavriyanika Karye-i Hristokoryanka/Hristoforyanika Karye-i Gorya/Gurya Karye-i Meleşyanika/Melityanika Karye-i Trifilianika/Trifilyanika ΤΡΙΦΙΛΙΑΝΙΚΑ 55 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 41/a. Nefera n 15 Nefe rX3 45 14 22 66 13 25 75 35 16 58 23 174 69 47 35 73 59 219 177 29 33 99 24 36 108 17 9 14 21 10 23 63 30 69 Açıklama mesfûr Papa Yani mefluç ve amalma'andedü 72 Murat ALANDAĞLI Karye-i Kometyanka/Komnyanika Mahalle-i Komtiyanka/Komniyanika Toplam 7 14 42 10 15 45 279 427 r bu nedenle 23 olan nefer sayısından amalmande çıkarılmış ve 22 olarak hesaplanmıştır 1.28 1 Potamos/Potamo Nahiyesi Çuka Adasının diğer nahiyelerine göre iskân mahalli oldukça az olmasına rağmen hane-nefer sayısı bakımından ilk sırada yer almaktadır. Ada’nın kuzey ucuna konumlanmış nahiyedeki irili ufaklı nehirler bu durumun oluşmasa etki etmiş olabilir. Toplam on dört yerleşim birimi bulunan nahiyenin nefer sayısı 10’un altında olan yerleşim yeri bulunmamaktadır. Nahiyedeki 10 iskân mahallinin nefer sayısı 20’nün üzerindedir. Tablo VII’deki bilgiler dahilinde Potamos/Potamo Nahiyesi’nin tahmini nüfusu 1.281 olarak hesaplanmıştır. Yukarıda nefs ve nahiyeler bakımından ayrı ayrı olarak ele aldığımız Çuka Adası’nın demografik durumunu hazırlamış olduğumuz bir tablo vesilesiyle bütüncül olarak görmek de mümkündür. Tablo VIII’de görüleceği üzere Potamo nahiyesi hane ve nefer sayısı bakımından ilk sırada yer almaktadır. Patamo’yu sırasıyla Livadi, Nefs-i Kal’a ve Varoş, Milopotamo ile Kastrisiyanika nahiyeleri takip etmektedir. Tablo 8: Çuka Adası Nahiyeleri ve Hane, Nefer Toplamları Mahal adı Hane Nefer Nefer Açıklama X3 Kal'a, Varoş ve 224 346 1.038 Mu'af Nahiye-i Livadi 273 397 1.191 Nahiye-i 197 269 807 Milopotamo Nahiye-i 169 232 696 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 73 Kastrisiyanika Nahiye-i Potamo Toplam 279 427 1.281 Defterde nefer sayısı 1.660 olarak yer almaktadır. Defterde yazılı 1.139 1.652 4.956 gayr-i ez muaf olan Tablo VIII’de görüldüğü üzere elde ettiğimiz sonuçlar ile defterdeki sayının farklı olması şüphesiz muaf gurubunun sayıma esas alınmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bunların da ilavesiyle Çuka adasının hane sayısı 1.142 ve nefer sayısı ise 1.660 olarak hesaplanabilir. Bu durumda defterde yazılı olan ile hesapladığımız arasında hane sayısı bakımından 3 ve nefer sayısı bakımından ise 11 fark görülmektedir. Adadaki tahmini nüfusa dair de bir rakama ulaşmak mümkündür. Nitekim nahiyelere ait nüfus hesaplamalarımızın toplamıyla adanın 1715 yılı nüfusu tahmini olarak 5.013 olarak hesaplanabilir. Sonrası hakkında detaylı bilgilere sahip olmasak da Ahmet Rıfat Efendi sayesinde 1881 yılında adanın nüfusunun 19.000 olduğunu öğrenmekteyiz.56 1.142 1.671 5.013 2.4. Dini Yapı Ele aldığımız kaynaklarda adadaki cizye mükelleflerinin inançlarına dair kayıtlara maalesef tesadüf edilememiştir. Genellikle Katolik (Efrenç, Frenk veya Latin), Ortodoks (Rûmiyân) olarak isimlendirilmiş bu guruba dair atıflara başvuru kaynağımızda rastlanılamamıştır.57 Tahrir kaydında “dini lider, önderlerin” mu’af tutulması ihtimalinden hareketle adadaki nahiye ve köylerde bulunan mu’afla dikkatle tetkik edilmiştir. O halde 1715 yılı tahriri bilgileri dahilinde Çuka Adasındaki nüfusun dinî yapısını temsilen din adamlarının bulunmadığı söylenebilir mi? Elimizdeki bilgiler net olarak belirtmese de elbette bu minvalde kesin bir düşünceye varılamaz. Dinî kişi ve önderler bir şekilde kayda girmemiş olabilir. Temel amacı cizye vergisi üzerinden adadaki ekonomik ve siyasî kazanımlarını korumak olan Osmanlı idaresinin dinî yapı ve yürütücüleriyle pek ilgilenmediği düşüncesi de ihtimal dâhilindedir. Yunanca’da güzellik anlamına gelen “kalos” ile yaşlılık anlamındaki “geraios” kelimelerinden türeyen Kalogerno/Kalogerono kelimesi bu 56 57 Ahmet Rıfat Efendi 1299, 30. Demircan vd.2020, 47. 74 Murat ALANDAĞLI konuda bir işaret olur mu bilinmez? Nitekim Latincesi “Calogerus” olan bu kelimenin Bizans’ta VII. ve VIII. yüzyıllarda “rahip” anlamına geldiği bilinmektedir.58 Defterde tesadüf ettiğimiz toplam üç kayıtta vergi mükelleflerinin “ikinci ve üçüncü isim” olarak “Kalekerno/Kalogero”yu kullandıkları görülmektedir. Bu durumda çok net olmamakla birlikte şayet kelimenin ifade ettiği anlam XVIII. yüzyılda değişmemiş ise üç rahip kaydının varlığı düşünülebilir.59 Ayrıca bazı köylerde “aziz” anlamına gelen “Aya/Ayo” isimli mükelleflerin olması buralarda bir kilisenin olup olmayacağı ihtimalini akıllara getirmektedir? Aya/Ayo İlya-Elya60, Aya/Ayo Pantes61 ve Aya/Ayo Susti62 köyleri bu husustaki örnekler olarak ön plana çıkmaktadır. Fakat defterde bir kilise ya da manastır kaydına dair daha sarih bilgilere rastlayamayışımız bu türden yaklaşımlarımızı askıda bırakmıştır. 3. ÇUKA ADASININ SOSYO-İKTİSADÎ HAYATI 3.1. Cizye/İspenç Vergisi Çuka adasının incelememize esas oluşturan tahrir defterindeki bilgilere göre tamamının gayrimüslim reayadan oluşması nedeniyle bu bölümde öncelikle Osmanlı’daki cizye/ispenç vergisi hakkında kısa bir malumat vermeyi faydalı bulmaktayız. Kökeni Yahudi, Roma, Bizans ve Sasani hukukuna kadar geriye giden cizye/ispenç vergisine benzer bir uygulamanın Osmanlıların bölgeye hakimiyetinden önce Sırbistan’da rastlanılmaktadır. Burada her bir fertten yılda bir “hyperper (Bizans altın parası)” alındığı anlaşılmaktadır. Cizye kelimesinin sözlük anlamı “kâfi gelmek, karşılığını vermek ve ödemek”; terim anlamı ise “İslamî bir vergi olup, İslam devletlerinde zimmet hukuku çerçevesinde gayrimüslim halktan toplanan” vergi şeklindedir.63 İslam hukuku zimmîlere tanınan haklara mukabil olarak yılda kişi başına belirli miktarda “cizye” vergisi alınmasını şart kılmıştır.64 XVII. yüzyıla ait bir kanunda “ru’us-ı kefere emr-i şerif ile ispençe vaz’ olunmuştur” ve “zimmîden alınan baş resmine ispençe derler” şeklinde ifadeler bu durumun teyidi mahiyetindedir.65 Kısaca gayrimüslim Demircan vd.2020, 94. TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 33/a. 60 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 10/a, 33/a. 61 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 16/b, 36/b. 62 TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 15/b, 36/a. 63 Erkal 1993, 42; Özel 2001, 35. 64 Eryılmaz 1996, 23. 65 İnalcık 1959, 602-604. 58 59 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 75 taifesinden olup 14-75 yaş arasında bulunanlar ve mu’af olmaya sebep olacak herhangi bir mazereti olmayanlar bu vergiye tabiydi.66 İnalcık defter tabiriyle aslında, tahrir sonucu oluşan bir bölgenin ve toplumunun hukukî durumunu içeren ana kütüğün kastedildiğinin altını çizmektedir.67 Kuruluşun ilk yıllarına kadar geriye giden defter tutma becerisi, gayrimüslim halkın ödediği cizye vergisi noktasında da devam etmiştir.68 Nitekim Defterdarlığa bağlı cizye muhasebe kaleminin kurulması da bu duruma dair önemli bir işarettir.69 İmparatorluk bir bölgeye veya şahsa cizye, haraç tayin edeceği zaman ferman, berat, hüküm, nişan ve benzeri belgelerle meselenin aslının İslam hukukundan geldiğini ve İslam’ın ilk yıllarında nasıl uygulandığını, ne miktar alındığını belirtmek suretiyle yapmış olduğu işlemin meşruluğunu göstermeye çalışmıştır. Ayrıca cizyenin tayini ve kimler tarafından nasıl toplanacağına dair de teferruatlı bilgilere bu belgelerde yer verilmiştir.70 Cizye/İspenç vergisi ilk başlarda “harâci”, “cizyedâr” veya “haraccı” olarak bilinen ve Sultana bağlı kişiler tarafından toplanmaktaydı. Fakat II. Mehmet (1451-1481) ya da I. Süleyman (1520-1566) dönemlerinden sonra iltizam’a verilme başlandığı anlaşılmaktadır. II. Mustafa (1695-1703) zamanında ise malikâne usulüyle toplanmış ise de III. Ahmet (1703-1730) döneminde tekrar Sultanın görevlendirdiği kişilerce toplanmaya başlanmıştır.71 Adıyeke’nin cizye tarh ve tahsili konusunda imparatorluğun adeta bir laboratuvarı olarak işaret ettiği Girit’teki uygulamalar gerçekten bu hususta oldukça önemlidir.72 Fakat maalesef imparatorluk idaresinin Çuka’da neden böyle bir faaliyeti ifa etmediği sorusu halen zihinleri kurcalayan önemli bir meseledir. Bu bilinmezliğe rağmen imparatorluk idaresi şüphesiz adada mükellef sayısını belirtirken Girit örneğinde olduğu gibi Venedik döneminden kalma kayıtları göz ardı etmediği düşünülebilir. Adaya ait ikinci bir tahrir defterinin olmayışı, başta tarımsal üretim politikası, değişkenliği, ürün çeşitliliği vb. pek çok noktadan yaklaşımımıza maalesef imkân tanımamaktadır. Büyük ölçüde XVI. yüzyıl tahrir usulüne göre tertip edilmiş olan incelediğimiz defterin ispenç vergisi verenler ve bunların nahiyelere göre hane-nefer sayıları bakımından dağılımına dair Ercan 1991, 371; İnalcık 1993, 45. İnalcık 1965, 53. 68 Kurt 1991, 151. 69 Ercan 1991, 380. 70 Ercan 1991, 372, 375, 382. 71 İnalcık 1994, 45-48; Kütükoğlu 1994, 533,534. 72 Adıyeke 2017, 139. 66 67 76 Murat ALANDAĞLI bilgileri barındırması oldukça önemlidir. Nitekim bu yönüyle hem arazi tahriri ve hem de vergiyi esas alan ilk örneklerinden olduğu söylenebilir. Bu durum arazi tahririnden yavaş yavaş bir kopuşun da işareti olarak görülebilir. Nakdî olarak alınacak cizye/ispenç vergisine doğru bir kayış söz konusudur. Bu durum Gülsoy’un tabiriyle “tahrir geleneğinde bir değişim” olarak gösterilebilir.73 Defterlerdeki kayıtlarda Müslüman kayıtlara rastlanılamaması Çuka adasının Osmanlı hâkimiyetinde çok kısa bir süre kalmış olmasının ortaya çıkardığı doğal bir sonuç olabilir. Nitekim Girit örneğinde bakıldığında sık sık rastlanılan ve hatta kitlesel olarak İslamlaşma süreci adanın demografik yapısında hayati değişimlere yol açmışa benziyor.74 Ayrıca 1645-69 yılları arasında Andra ve Nakşa Adalarında yer yer görülen Müslüman nüfus da bu hususta iyi bir örnek olabilir. İmparatorluğun bu dönemde Venediklilerle savaş halinde olması nedeniyle Müslümanlar bu adalarda iskân olmamış, göçer bir halde hayatlarını sürdürmüşlerdir. Slot, oldukça önemli eserinde bu adalardaki Müslümanların korsanlardan çekindikleri için mallarını Yunanlılara satarak ayrıldıklarını ifade etmektedir.75 O halde Müsliman-Türklerin adalara genellikle ticarî maksatlarla geldikleri ve uygun bir zemin bulmadıkları ya da ticarî kazanımlarının zarar gördüğü bir durumda ayrıldıkları anlaşılmaktadır. Yukarıda yer yer ifade edildiği üzer Çuka adası sık sık Osmanlı-Venedik çekişmelerine sahne olan bir alan olduğundan Müslüman-Türklerce iskân sahası olarak tercih edilmemiş olabilir. Neticede nefer başına 25 akçe hesabıyla Livadi Nahiyesi’nde 397 gayrimüslim’in 9.925, Milopotamo’da 270 gayrimüslimin 6.750, Kastrisiyanika’daki 232 gayrimüslimin 5.800 ve son olarak da Potamo nahiyesindeki 426 gayrimüslimin ise 10.650 akçelik cizye vergisi ödedikleri söylenebilir. Bu veriler çerçevesinde Çuka adasında toplam 1.325 gayrimüslimin 33.125 akçelik ispenç/cizye vergisi ödedikleri söylenebilir.76 Ancak bu meblağın hemen toplandığı söylenemez. Bir kere Egine Adası’nın fethinde de tesadüf edildiği üzere Çuka reayası, savaşmadan teslim olmayı kabul ettiğinden iki sene boyunca cizye ve arazî vergilerden mu’af tutulmuşlardır. Vergi muafiyetinin uygulanacağı 1127 ve Gülsoy 2001, 194,195. Adıyeke 2006, 557-568. 75 Slot 1982, 107,211 akt. Balta 2005, 52,vd. 76 Bu hesaplamaya adadaki 346 mu’af nüfus dahil edilmemiştir. 73 74 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 77 1128 senelerinin akabinde ada reayasının yıllık vergilerini ödemeleri uygun görülmüştür.77 Bakış 3.2. Çuka Adasının Nahiyeleri Bazında Sosyo-Ekonomik Hayata Tahrir kayıtları imparatorluğun ele geçirmiş olduğu bölgelerin iktisadî hayatına dair önemli bilgiler barındırmaktadır. Bu sayede tahririn yapıldığı sahanın coğrafî ve beşerî özellikleri, iklim bitki örtüsü, yetiştirilen tarımsal ve hayvansal ürünlere dair bilgilere erişebilmekteyiz. Dolayısıyla ada tahriri vesilesiyle bölgenin idarî ve sosyo-iktisadî özellikleri hakkında bilgilere erişmek mümkündür. Fakat tıpkı nüfusa dair kimi hesaplamalarda dile getirildiği gibi defterlerdeki iktisadî hayat ve vergiye yönelik rakamların da asla gerçekte toplanacak ya da toplanmış rakamlar olmadığını ifade etmemiz gerekmektedir. Bu veriler genellikle üç yıllık toplam hasadın ortalaması esas alınarak hesaplanmış tahmini rakamlardır. Ayrıca defterler sığır yetiştiriciliği ve bahçelerde reayanın ufak çaplı uğraşı sonucu elde ettiği ürünler örneğinde olduğu gibi bölgedeki tüm tarımsal, hayvansal iştigali de yansıtmaz.78 Ayrıca vergilendirilmiş ürünün miktarına dair çelişkilerde ortadadır. Daha ziyade kile ve akçe cinsinden alınan bu verginin elimizdeki örnekte görüleceği üzere bölgeden bölgeye farklılık gösterdiği anlaşılmaktadır. Nitekim Çuka tahririnde bölgedeki arpa, buğday, mahlut79 ve bakla gibi tarımsal üretime has ürünlerin vergi miktarının tespitinde “muzur”80 ölçü biriminin kullanıldığı görülmektedir. Yine şıra için “hıml”81 ve zeytinyağı TKG.KK.TT.d. VCEDİD 218, 41/b. Öz 1991, 434,435 79 Delilbaşı 1996, 10; İnalcık 1991, 38. 80 Yunanca’da ahşap, ya da kilden yapılmış derin tas, tabak veya çanak olarak adlandırılmış olan pinaki, Hububat ağırlık ölçü birimi olarak kullanılmıştır. Pinaki” ve muzur ölçü birimleri üzerinde burada kısaca durulmalıdır. Temelleri Roma dönemine kadar geriye giden pinaki genellikle alanı belli bir tarlaya atılacak tohumluk miktarının ifadesinde kullanılır ve yaklaşık 7 kg olduğu düşünülmektedir. İtalyanlardan Ege Adalarına miras kalmış muzur ölçü birimi ise buğday için 15 okka ve arpa için ise 13 okka olarak hesaplanmıştır. Genellikle 1,282 kg olan bir okka hesabıyla bakıldığında buğday için bir muzur (1,282X15:19,230 kg); arpa için ise (1,282X13:16,666 kg) şeklinde hesaplanabilir. Bu rakam da yine sınırları belli bir tarlaya saçılacak tohum miktarını işaret etmektedir. Araziden hasat edilen buğday miktarı bakımından ise bir muzur’un 28,204 kg olduğu söylenebilir. 81 Hıml, deve yükü olarak da isimlendirilir. Irak bölgesi için 243,75 kg olarak hesaplanmıştır. XVIII. yüzyılda Anadolu’nun dağlık bölgelerinde 390 kg, alçak bölgelerinde ise 735 kg olarak hesaplanmış deve yükünün genellikle 250 kg olduğu belirtilebilir, Hınz 1989, 16. 77 78 78 Murat ALANDAĞLI için de “kilinder”82 kullanılmıştır. Nihayet keten ve penbe için ise “lidre”83 ölçü birimi esas alınmıştır. Adanın “resm-i arûs, deşt-i bânî ve tapu-yı zemîn” şeklindeki arizî türü vergiler 130 akçe olarak hesaplanmıştır. 1715 yılında buğdayın tahrir kıymetinin 40, arpa ve mahlut’un ise 30 akçe olduğu söylenebilir. Bu temel bilgilerden sonra adaya ait iktisadî hayata dair bilgileri nahiyeler çerçevesinde ele alabiliriz. Burada özellikle adada tarımsal üretim ve vergilendirmeye esas ölçü, tartı birimi olarak “muzur” üzerinde biraz durmakta yarar vardır. Arpa, buğday ve mahlut ile bakla türünde ürüne esas olarak “muzur”un ölçü birimi, zirai faaliyetten elde edilen ürün miktarı ve de o ürünün ekildiği arazi miktarı şeklinde üç farklı anlamda kullanılmıştır. İncelediğimiz defterde elde edilen ürün miktarı olarak kullanıldığı düşünülmektedir. Fakat yine de alan ölçüsü veya ölçü birimi olarak da ele alınmış olabileceği akılda tutulmalıdır. Bu bakımdan öncelikle muzur’un sayısal değerinin ortaya konulması gerekmektedir. Bu husustaki çalışmalar bir muzur’un tarlaya atılan, saçılan tohumluk miktarı ifade ederken buğday için 19,230 kg ve arpa için ise 16,66 kg. ağırlığında olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer taraftan elde edilen vergiye esas ürün miktarı bağlamında ise %12,5 oranında İstanbul kilesinden daha büyük olmasından dolayı bir muzur’un 28,86 kg olduğu, olabileceği ileri sürülmüştür. Nihayet son olarak ekim faaliyetlerinin yapıldığı tarlanın alanının tespitin de ise bir muzur’un 1.033m² olduğu ifade edilmiştir. Muzur’un genellikle hem elde edilen ürün ve hem de alan ölçü miktarı olarak kullanıldığını ifade edebiliriz.84 Ele aldığımız defterde “Gendüm, muzur 37 kıymet 1.360”85 şeklinde kayıt esası alındığında muzur’un daha ziyade Çuka tahririnde ağırlık birimi olarak kullanıldığı düşünülebilir. Bu durumda bir muzur’un 37 akçeye denk geldiği söylenebilir. Bu rakam elbette nahiyelere göre farklılık gösterebilir. Balta ise muzur’a bir değer biçmenin hayli zor olduğunu belirtmektedir. O, tıpkı Osmanlı idaresinin XVI. yüzyıl tahrirlerinde alışkın olduğumuz üzere yaklaşık, ortalama bir miktar belirleme metodunun Venedikliler tarafından Yunanca “Kylindros” kelimesinden gelen Kilinder Osmanlı ölçü literatüründe genellikle kalay ya da tenekeden yapılmış bir kürek olup 2 okka yani 2,5656 kg eşitti, Hınz 1989, 52. 83 XVI. yüzyılda bir Lidre’nin 100 dirheme denk geldiğini bilmekteyiz. İpek ölçüsü olarak da 1 lidre 120 dirhem’e karşılık gelmektedir, İnalcık 1991, 32,35. 82 84 85 Demircan vd. 2020, 12,13,168. TKG. KK. TTd. VCEDİD 128/2, 8/b XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 79 da uygulandığını ve muzur’un bu şekilde ortaya çıktığını düşünmektedir.86 Balta ayrıca muzur’un genellikle ölçü değerinin defterlerde yer almadığını ve muhtemelen Girit’te kullanılan ölçü miktarıyla aynı olduğunu işaret etmektedir. Onu bu yönde düşünceye sevk eden en önemli etken ise Çuka Adası’nın gerek duyduğu buğdayı Girit’ten tedarik etmesidir. Haliyle ticarî alış-veriş kaideleri bağlamında adadaki vergi ve üretim literatürüne dahil olmuş olabilir. Şayet Balta’nın ileri sürdüğü bu fikir doğru ise bu sefer Girit’te bir muzur’un kaç kg veya okka olduğu meselesi ortaya çıkar. Bu konuda da N. S. Stavinidis’in bulguları önemlidir. Ona göre Girit’te bir muzur on altı okkaya eşittir.87 Yukarıdaki izah dahilinde muzur’un pek çok farklı anlam ve miktarı kapsayan bir terim olduğunu ortaya koymaktadır. Üstelik genellikle XVI. yüzyıl kayıtlarındaki muzur ifadesi üzerinden elde edilen bu değerleri iyi tetkik etmek gerekmektedir. Nitekim incelediğimiz defter XVIII. yüzyıla aittir ve söz konusu rakamlar pek çok şeyde yaşanılan değişimin etkisiyle farklılaşmış olabilir. Bu muamma nedeniyle ada tahririndeki verilerin kg türünden karşılıklarının veya m² cinsinden karşılığı hesaplamalarına gidilmemiştir. Sadece var olan rakamlar dahilinde değerlendirmeler yapılmıştır. İlk olarak Livadi Nahiyesi’nde öngörülen hasat miktarı 210 muzur gendüm (buğday), 128 muzur şair (arpa), 105 muzur mahlut ve nihayet 15 muzur bakla şeklindeki tahmini olarak belirlemiştir. Ada genelinde yaygın bir üretim potansiyelinin olduğu anlaşılan zeytin’den elde edilen yağ “revgân-ı zeytin” miktarı ise 184 kilinder olarak hesaplanmıştır. Nahiyedeki ziraî faaliyetlerden öne çıkan bir diğer iştigal ise bağcılık ve ona bağlı şıra üretimidir. Nitekim bu çerçevede nahiyede tahmini olarak 294 hıml şıra vergisi bulunmaktadır. Nihayet önemli bir tüketim maddesi olarak ön plana çıkan bal yetiştiriciliği bağlamında 18 adet “resm-i kovan” vergisine tesadüf edilmiştir. Bölgede kovan başına 25 akçelik bir vergilendirmeye gidildiği anlaşılmaktadır. Genellikle yerel ve merkezî birimlerin mutfaklarında görülen et gereksinimin tedariki için koyun yetiştiriciliği önemli bir faaliyet olarak ortaya çıkmıştır. “Adet-i ağnam” (koyun) vergisi hususuna dair defterde net bir ibare yoksa da Livadi’de 51 adet “resm-i otlak” kaydının bulunmasından haraketli buralarda koyun Evangelia Balta ile yapılan telefon görüşmesi (12 Eylül 2021). Çuka adasına dair hayli fazla ve farklı çalışmalarıyla bilim dünyasına katkı sunmuş Sayın Evangelia Balta’ya açıklayıcı, önemseyici yol gösterici ve anlayışlı tavrından dolayı ne kadar teşekkür etsem azdır. 87 Stavrinidis 1976, 253 akt. Balta 2011, 127. 86 80 Murat ALANDAĞLI yetiştirildiği düşünülmektedir. Her bir otlak kaydını tahrir kıymetini 60 akçe olarak hesaplandığı anlaşılmaktadır. Nahiyenin ayrıca 62 lidre keten ve 19 lidre de pembe(pamuk), 60 akçelik de piyaz vergisi vardır. Herhangi bir değirmen kaydına tesadüf edemediğimiz Livadi’de tahmini olarak toplam 45.420 akçelik bir vergi miktarının hesaplandığı anlaşılmaktadır. Nahiyedeki tarımsal iştigal ve ürün miktarına rağmen bir değirmen kaydının olmayışı temelde iki nedene bağlanabilir. Bunlardan ilki ve belki de en önemlisi nahiyede değirmeni işletecek potansiyel güç (su, yel, vs.) kaynağının olmayışıdır. İkincisi ise adada sınır olduğu nahiyelerdeki değirmenlerden bu ihtiyacın karşılanabilmesi olabilir. Yani idarî olarak başka nahiyelere bağlı olan ve fakat Livadi’ye yakın mahallerdeki değirmenlere gidilmesi ihtimalidir. Tahrir sırasına göre bakıldığında adanın ikinci nahiyesi olan Milapotamo’da 91 muzur buğday, 25 muzur arpa, 71 muzur mahlut ve 2 muzur bakla şeklinde bir vergilendirme ortaya çıkmaktadır. Bu sıralamayı 103 hıml şıra ve 63 kilinder zeytinyağı ile 8 kovan ve 90 akçelik piyaz vergisi izlemektedir. Nihayet nahiyenin 38 lidre keten, 2 lidre pamuk 37 adet “resm-i otlak” ile 2.080 akçelik arûs, deşt-i bânî ve tapu-yı zemîn vergisi bulunmaktadır. Buradaki veriler dahilinde öncelikli olarak Milapotamo Nahiyesi’ni Livadi’den farklı kılan iki farklı özellik ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki Milapotamo’nun tarımsal üretim miktarı ve haliyle bunun vergilendirmesi hususları bakımından Livadi’ye oranla oldukça düşük bir miktara sahip olmasıdır. Bu durum nahiyenin coğrafî şartları ile üretim organizasyonunun gerçekleştirileceği toprak miktarının azlığına bağlanabilir. İkincisi ise Livadi’de bulunmayan “asiyâb” (değirmen) kayıtlarına Milapotamu’da tesadüfe edilmesidir. Bu durum elbette bir rastlantı değildir. Harita II’de de görüleceği üzere nahiyenin iç kesimlerinden kıyıya doğru yol alan irili ufaklı dere, çaylar nefs yani merkezinde bulunan 15 adet değirmenin güç kaynağı olarak görülebilir. Biri harap olan bu değirmenlerin 5’i yılın yarısı ve 9 tanesi ise tüm yıl boyunca işlemektedir. Bu bilgiler söz konusu değirmenleri besleyen akarsuların debisinin de düzenli olduğunu ortaya koymaktadır. Fakat su kaynakları ve değirmenler noktasındaki bu yaklaşımımızın nahiyedeki zirai ürün çeşitliliğine pek yansımadığını belirtmemiz gerekmektedir. Öyle ki su kaynağının varlığı ve bolluğu söz konusu bölgede ziraî üretim ve çeşitliliğine de yansımış olmalıydı. Örneğin değirmen kayıtlarının bulunduğu nefs havalisinde belli bir dönem suya gereksinim duyan pamuk üretiminin hayli yüksek olması beklenir. Fakat aksine burada hiç pamuk üretimi yapılmamaktadır. Aksine suya pek gereksinim duymayan bağcılık XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 81 ve zeytin üretimi bağlamında bakıldığında ise bölgenin nahiyedeki diğer köyleri geride bırakacak bir üretim miktarına sahip olduğu görülmektedir. Nahiyedeki bu durum ise ürüne olan arz-talep veya ürünün ticarî potansiyelle açıklanabilir. Sonuç olarak Milopotamo Nahiyesi için tahmini olarak toplam 23.000 akçelik bir verginin öngörüldüğü söylenebilir. Çuka Adasının bir diğer nahiyesi olan Kastrisiyanika, ziraî üretim potansiyeli ve vergi miktarı bakımından Milopotamo nahiyesine benzerlik gösterir. Bu nahiyede tarımsal ürün olarak 46 muzur buğday, 60 muzur arpa, 26 muzur mahlut ve 3 muzur bakla vergisi ön plana çıkmaktadır. Nahiyenin ayrıca 68 hıml şıra, 40 kilinder zeytinyağı, 39 lidre keten ve 1 lidre pamuk ile 90 akçelik piyaz vergisi bulunmaktadır. Hayvansal iştigal bakımından ise 12 kovan ve 24 adet otlak resmi bulunmaktadır. Arûsiye, deşt-i bânî ve tapu-yı zemîn şeklindeki arizî vergiler ise 1.560 akçe olarak hesaplanmıştır. Nihayet tüm bu veriler dahilinde nahiyenin toplamda 20.137 akçelik tahmini bir vergi miktarının belirlendiği anlaşılmaktadır. Kastrisiyanika nahiyesinde de Livadi nahiyesinde olduğu gibi herhangi bir değirmen kaydına tesadüf edilememiştir. Nihayet tarımsal iştigal ve vergi miktarı bakımından Çuka Adası’nın en zengin nahiyesi olan Potamo’yu ele alınabilir. Gerek yukarıda ispenç vergisi kısmında altı çizilen demografik veri ve gerekse de aşağıda belirtilecek tarımsal, hayvansal ve işlenmiş, mamul ürünlerinin miktar ile vergilendirmeleri bağlamına düşünüldüğünde “en zengin, verimli” yakıştırmasının oldukça yerinde bir tarif olacağı söylenebilir. Potamo Nahiyesi’nde 82 muzur buğday, 90 muzur arpa, 208 muzur mahlut ve 13 muzur bakla vergisi tarımsal ürünün miktarının hayli yüksek olduğunun işareti olarak görülebilir. Ayrıca 175 hıml şıra ve 57 kilinder zeytinyağı da üzüm ve zeytin üretiminin hayli yüksek olduğunun göstergesidir. 131 lidre keten, 26 lidre pamuk ve 90 akçeklik piyaz vergisi örneklerinde görüldüğü üzere yetişme döneminde suya ihtiyaç duyan bazı ürünlere de bu nahiyede rastlanılmaktadır. Son olarak nahiyenin 19 adet kovan ve 78 adet otlak resmi ile 1.820 akçelik arizî vergi miktarı bulunmaktadır. Potamo Nahiyesi adada değirmen kayıtlarına rastladığımız ikinci bölge konumundadır. Nahiyenin nefs, mahalle-i İske Ganika/İsgeganika, Karye-i Gorya/Gurya’ya da birer ve Mahalle-i Komtiyanka/Komniyanika’da ise iki ve Karye-i Bugostiyanika/Logosetiyanika’da ise üç adet değirmen bulunmaktadır. Bu değirmenlerden sadece nefs’de bulunanı yılın tamamında işlemektedir. Diğerlerinin durumlarına dair herhangi bir işarete sahip değiliz. Sadece değirmen kayıtları esas alındığında adadaki Livadi ve Kastrisiyanika ile 82 Murat ALANDAĞLI Milopotamo ve Potamo nahiyelerinin benzer bazı özelliklere sahip oldukları söylenebilir. Nitekim ilk ikisinde herhangi bir değirmen kaydı yoktur. Diğer ikisinde ise değişik sayıda ve çalışma kapasitesine sahip değirmenler bulunmaktadır. Sonuç olarak Potamo Nahiyesi’nin toplamda 36.235 akçelik tahminin bir vergilendirmeye sahip olduğu söylenebilir. Ada’da sanayi ham maddesi olarak görülebilecek pamuk, keten, zeytin ve şarap üretiminin de yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Nahiye bazında bakıldığında Livadi, Potamus ve Milapotamo nahiyelerinde şarap üretiminin yaygın olduğu görülmektedir. Zeytin üretimi bakımından ise yine Livadi, Milapotamo ve Patamus nahiyeleri ön plana çıkmaktadır. Ege’deki zeytincilik faaliyetlerinin geçmişi aslında Atinalı Solon’a kadar geriye götürülebilir. Zira Solon, bu türün ağaçlarını korumak maksadıyla yılda sadece iki ağacının kesilebileceğini kanunlaştırmıştır. O, ayrıca sadece zeytinyağının ihraç edileceğini başka hiçbir tarımsal ürünün dışarıya pazarlanmayacağını da kanunla sabitlemiştir. Bu yöndeki kanunî düzenlemeler Atina ahalisini zeytin ziraatına yönelmiştir. Fakat bu durum bölgedeki arazinin verimsizleşmesine neden olmuştur.88 Sonuç olarak oldukça küçük ve arazisinin büyük kısmı kayalık olan Çuka Adası’nda üretilen zeytinin oldukça iyi ve lezzetli olduğu söylenebilir. Fakat adadaki zeytin miktarı asla pazara sürülecek kadar çok değildi, sadece ada halkının ihtiyacını karşılayabilecek miktardaydı.89 Adada küçükbaş hayvancılık oldukça yaygındır. Koyun yetiştiriciliği ve bal üretiminin Potamo, Livadi ve Milapotamo nahiyelerinde yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Ege Adalarında yer yer tesadüf ettiğimiz domuz ve balık yetiştiriciliğine dair herhangi bir kaydın defterde bulunmadığını da ifade etmemiz gerekmektedir. Genellikle “bid’at-ı hınzır ma bojik” olarak bilinen domuz yetiştiriciliği için domuz başına bir akçe alındığını bilmekteyiz.90 Bu durum adadaki coğrafî yapı ile iklimsel özelliklere bağlı olabileceği gibi ada halkının iktisadî faaliyet alışkanlıklarına da bağlı olabilir. Çuka adasında arpa, buğday üretiminin oldukça yaygın olmasının doğal bir sonucu olarak değirmenlere dair kayıtlara rastlanılmaktadır. Fakat incelediğimiz kaynaklarda “asiyâb-ı abî, badî ve revgân-ı zeyt” Demircan 2014, 229,230. Leontsinis 2006, 162 akt. Balta 2011, 126. 90 TKG.KK.TTd.4(495/121), 2/b. 88 89 XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 83 şeklinde su, yel-rüzgar ve zeytinyağı değirmeni ibarelerine tesadüf edilmemiştir. Defterdeki miktar Yekûn Asiyâb Resm-i arûs ve deştbâni ve tapu-yı zemin Aded/bab Adet-i agnâm maa resm-i otlak Resm-i Otlak Piyaz Penbe Lidre Keten Lidre Kıymet Resm-i Kovan Revgan-ı Zeytin Kilinder Şıra Hıml Bakla Muzur Mahlut Muzur Şa'ir Muzur Gendüm Muzur İspenç Neferan Nahîye Sıra Tablo IX: Çuka Adasındaki Nahiyelerin Nefer, İspenç, Tarımsal, işlenmiş mamul ve Hayvansal Ürün Türleri ile Vergi Miktarları (Muzur, Klinder, Hıml Ve Kuruş Olarak) 1 Nahiye-i Livadi 397 9925 210 8400 128 3840 105 3170 15 450 294 5940 184 5720 18 450 62 295 19 190 60 51 3060 3640 45420 2 Nahiye-i Milopotamo 270 6750 91 3640 25 750 71 2130 2 60 103 2060 63 1890 8 200 38 190 2 20 90 37 2220 2080 15 690 23000 3 Nahiye-i Kastrisiyanika 232 5800 49 1960 60 1800 26 780 3 90 68 1360 40 1200 12 300 39 195 1 20 90 24 1440 1560 20137 4 Nahiye-i Potamo 426 10650 82 3260 90 2700 208 6240 13 390 175 3500 57 1710 19 475 131 655 26 260 90 78 4680 1820 7 480 36235 5 Toplam 1325 33125 432 17260 303 9090 410 12320 33 990 640 12860 344 10520 57 1425 270 1335 48 490 330 190 11400 9100 22 1170 124792 159677 Fermân buyrulduğu üzere ada-ı mezburede olan nevahi ve kura ve derûn-i kal’a-i şehirde ve varoşunda sakin re’ayanın harâc-ı arâzi ve ispence ve rüsum-i saireleri mınval-i merkum üzere sebt defter olunmakla şerh verildi. Fi 27 N [Ramazan] 1127, Mühür, vr.27/a Telhîs mucebince defterhânede hıfz olunmak buyuruldu. Arz-i bendeleri budur ki. Avn-i Hak ile feth ve teshîri müyesser olan kıla‘dan Çuka adasında bulunan re‘âyanın mukaddema fermân olunduğu üzere hâneleri başka tahrîr olunmağla muharrir kullarının memhûr defteridir şurutu başka tahrîr olunan aşar ve rüsûmatı defterinde musarrah olmağla işbu defter dahi Defterhâne-i Âmire’de hıfz olunmak bâbında fermân devletlû saadetlû sultanım hazretlerinindir. vr. 27/a Tablo IX. Çuka Adasının nahiyelerini esas alarak ifade etmeye çalıştığımı iktisadî hayatını bütüncül bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bu adada toplam 432 muzur gendüm(buğday), 303 muzur şa’ir(arpa), 410 muzur mahlut (çavdar, karışık tahıl) ve 33 muzur bakla üretimin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu ürünlerin kıymetleri de tabloda yer almaktadır. Bu vesileyle sıralanan ürünlerin 1715 yılı tahrir kıymeti veya değerlerini tespit edebiliriz. Nitekim buğday’ın tahrir kıymetinin yaklaşık 40, arpa, mahlut ve bakla’nın ise 30 olduğu anlaşılmaktadır. Ada’da 640 hıml şıra, 344 kilinder revgan-ı zeytin, 270 lidre keten, 48 lidre penbe üretimi tahmini olarak hesaplanmıştır. Neticede öngörülen tahmini vergi miktarlarına fazla olanadan az olana doğru Livadi, Potamo, Milopotamo ve Kastrisiyanika şeklinde sıralanabilir. Dört nahiyenin toplam vergi miktarı ise 124.792 akçedir. Elde ettiğimi miktarın defterde yazılı olandan yekûn ile farklı olduğunu belirtmemiz gerekmektedir. 84 Murat ALANDAĞLI SONUÇ Çalışmanın başında ifade edilen temel arayışlar bağlamında Çuka adası tahrir defteri ilk olarak atama, yazım şekil ve usulleri gibi somut olarak görünen verilerle bizlere imparatorluk idaresinin XVIII. yüzyılda adeta özlemini çektiği bir sistemi ayakta tutma uğraşının resmini verir. Bu resim her ne kadar dar alanlar olsa da yer yer tahrir yapıldığının bir işaretidir. Ayrıca bu defter özelinde Osmanlı tahrir geleneğinin klasik dönemi andıran benzerliklerinin yanı sıra konsolos ve voyvodalar gibi dönemine has idarî, siyasî ve ticarî değişiklik çerçevesinde kendisini yenilediğini de ifade edebiliriz. Hatta XVIII. yüzyıl dünyasının ekonomik gereklerine uygun olacak şekilde “klasik arazi tahririnden” çok “kişi sayısı ve vergilendirilmesi” esaslı bir yönelim olduğu söylenebilir. Ele aldığımız defter bu yönelimin ilk örneklerinden biri olarak görülebilir. Tahrir vesilesiyle Çuka Adası’nın 1715 yılına dair genel bir fotoğrafı da netlik kazanır. 1715-18 yılları arasında Osmanlı hâkimiyetinde kalmış Çuka Adası’nın idarî olarak kale ve varoşu ile dört nahiyeden müteşekkil olduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı öncesi Venedik idarî yapılanmasına ait olması kuvvetle muhtemel bu idarî yapı tahrir kayıtlarına da yansımıştır. Söz konusu idarî birimlerde toplam 1.138 hane ve 1.663 nefer kaydı tespit edilmiştir. Ticarî potansiyeline dair verilere erişemediğimiz ada da yeryüzü şekillerinin elverdiği ölçüde tarımsal üretim faaliyetlerinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat ada da imparatorluğun en canlı gelir kaynağı ispenç/cizye vergisidir. Bu vergiyi sırasıyla buğday, arpa, şarap, zeytin, arpa ve mahlut’tan elde edilen gelirler izlemektedir. Ayrıca ada insanın temel besin gereksinimi olan et ve bal üretimine dair de kimi izlere rastlanılmıştır. Ezcümle 1715 yılı tahrir kayıtları, Osmanlı-Venedik ilişkilerinde zaman zaman gerginliklere yol açan askerî ve ticarî bakımdan oldukça önemli bir mıntıkada bulunan Çuka Adası sakinlerinin dönem dünyası insanlarının uğraş ve iştigallerine uygun bir şekilde hayatlarını idame etme gayretinde olduklarını göstermektedir. Bu uğraş ve iştigallerin en önemli sınırlılıklarından biri şüphesiz adanın sahip olduğu olumsuz beşerî özellikleriydi. Çorak ve taşlık alanların kapladığı ada karasının bu durumuna, deniz sefer güzergâhında olması hasebiyle tedirgin eden savaş, istila ve talan durumları da eklenince, düzenli bir nüfus ve iskân yapısının oluşması ve elbette gelişmesi mümkün olmamıştır. İmparatorluk idaresi askerî, malî ve ticarî potansiyeli nedeniyle ada sakinlerini sıkıntıya sokmayacak ölçüde, tahrir vesilesiyle köklü bir sahiplenme maksadı XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 85 gütmüşse de oluşan siyasî konjonktür nedeniyle sadece üç yıl bu gayeyi sürdürebilmiştir. Neticede Çuka Adası da Akdeniz ve Ege Denizi’nde Osmanlı izlerini barındıran ve fakat tarihin seyri neticesinde başka idarî yapıların denetimine gecen adalar arasında yerini almıştır. Bu çalışma vesilesiyle bir bakıma adadaki idarî, siyasî, askerî ve sosyo-iktisadî temelli Osmanlı izlerinin gün yüzüne çıkarılmıştır. KAYNAKÇA 1. Arşiv Kaynakları a-Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Kuyûd-ı Kadîme Arşivi TKG. KK. TTd. VCEDİD, 128/2. b-Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü BOA. D.CMH.d.26721. BOA.A.DVNS.MHM.d.19/724 ve 725, H.980. BOA.A.DVNS.MHM.d.46/738, H.990. BOA.A.DVNS.MHM.d.47/235, H.990. BOA.A.DVNS.MHM.d.7/202, H.975. BOA.İE.HR.4/343, H.1101. 2- Araştırma İnceleme Eserleri Adıyeke 2006 Adıyeke 2017 Ayşe Nükhet Adıyeke “17. Yüzyıl Girit (Resmo) Şerriye Sicillerine Göre İhtida Hareketleri ve Girit’te Etnik Dönüşüm”, XVII. Uluslararası Türk Tarih Kongresi, 9-13 Eylül 2002, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2006, s.557-568. Ayşe Nükhet Adıyeke (2017). “18. Yüzyılda Girit’te Cizye Uygulaması ve Toplumsal 86 Murat ALANDAĞLI Afyoncu 2003 Etkileri”, Belleten, LXXXI/290, Ankara, 2017, s.135-158. Erhan Afyoncu, “Türkiye’de Tahrir Defterlerine Dayalı Olarak Hazırlanmış Çalışmalar Hakkında Bazı Görüşler”, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, I/I, s.267286. Ahmet Rıfat Efendi 1299 Ahmet Rıfat Efendi Lügat-ı Tarihiyye ve Cofrafiyye, I-II, İstanbul, Mahmud Bey Matbaası, 1299. Aydın 2016 Balta 2005 Balta 2006 Balta 2009 Balta 2011 Meltem Aydın 6). “Kaptan-ı Derya Canım Hoca Mehmed Paşa”, Bilig, 77, 2016, s. 27-53. Evangelia Balta “The Ottoman Surveys of Siphnos (17th –18th Centuries) Siphnos Osmanlı Tahrirleri (17.-18. Yüzyıllar)”, OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi) 18/18, 2005, s. 51-69. Evangelia Balta “Ege’nin Ada Dünyası (15-19 Yüzyılar)”, Akdeniz Dünyası, Düşünce, Tarih, Görünüm (Ed. Eyüp Özveren-Oktay ÖzelKudret Emiroğlu), İletişim Yayınları, İstanbul, 2006, s. 89-99. Evangelia Balta ΗΟΘΩΜΑΝΙΚ ΗΑΠΟΓΡΑΦΗ ΤΩΝ ΚΥΘΗΡΩΝ 1715, ΑΘΗΝΑ, 2009. Evangelia Balta “Kythera Under the Ottomans (1715-1718), Yücel Dağlı Anısına, (Haz. Evangelia Balta, Yorgos Dedes, Emin Nedret İşli, M. Sabri Koz), Turkuaz Yayınları, İstanbul, 2011, s. 103135. XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 87 Barkan 1940 Barkan 1941 Barkan 1953 Beyazıt 2010 Biro 1997 Delilbaşı 1996 Ömer Lütfi Barkan “Arazi Tahrirleri” İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, II/I, İstanbul, 1940, s. 20-59. Ömer Lütfi Barkan, “Arazi Tahrirleri” İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, II/2, İstanbul, 1941, s. 214-247. Ömer Lütfi Barkan “Tarihî Demografî Araştırmaları ve Osmanlı Tarihi”, Türkiyat Mecmuasi, Cilt X, İstanbul, 1953, s.1-27. Ebru Beyazıt, 20. Yüzyıl Yunan Tarihindeki Politik Dönüşümler ve Bunun Theodoros Angelopoulos Sinemasındaki Temsili, Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sinema-TV Anasanat Dalı, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2010. Yvette Biro, “The empire of the journey in Voyage to Cythera”, The Last Modernist The Films of Theo Angelopoulos, (Der. Andrew Horton), Grenwood Yayıncılık, İngiltere, 1997, s. 69-78. Melek Delilbaşı “1564 Tarihli Mufassal Yanya Livası Tahrir Defterine Göre Yanya Kenti ve Köyleri”, Belgeler, XVII/21, 1996, s.1-40. Demircan 2009 Yasemin Demircan “1720 Tarihli Tahrir Defterine Göre Nakşa Adası’nda Yapılan Düzenlemeler ve Reâyanın Durumu”, Belleten, LXXII/268, Ankara, 2009, s. 671681. Demircan 2014 Yasemin Demircan Osmanlı İdaresinde Limni Adası, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2014. 88 Murat ALANDAĞLI Demircan vd. 2020 Ercan 1991 Yasemin Demircan-Levent Kayapınar-Ayşe Kayapınar, Osmanlı Dönemi Ege Adaları Tarihi Kikladlar, C.I ve II, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2020. Yavuz Ercan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimlerin Ödedikleri Vergiler ve Bu Vergilerin Doğurduğu Sosyal Sonuçlar”, Belleten, LV/213, Ankara, 1991, s. 371-392. Erdoğan Özünlü 2007 Emine Erdoğan Özünlü, “Timar Tevcihâtı ile ilgili Kaynaklarda Yer Alan Kayıtların Karşılaştırılmasına Dair Bir Deneme” OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi), 21/21, Ankara 2007, s.81-93. Erkal 1993 Eryılmaz 1996 Eyice 1974 Grodent 2006 Güler 2016 Gülsoy 2001 Mehmet Erkal, “Cizye”, DİA. C. 8, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1993, s. 4245. Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, İstanbul, Risale Yayınları, 1996. Semavi Eyice, “Kale” Türk Ansiklopedisi, XXI, 1974, s. 37-148. Michel Grodent, “Bir Kurumuş Elma: Kitera’ya Yolculuk”, Theo Angelopoulos, (Der. Dan Fainaru), (Çev: Mehmet Harmancı), Agora Kitaplığı, İstanbul, 2006, s.59-60. Turgut Güler, Demir Kuşaklı Cihangir, Süleymânâme, İstanbul, Ötüken Yayınları, 2016. Ersin Gülsoy, “Osmanlı Tahrir Geleneğinde Bir değişim Örneği: Girit Eyaleti’nin 1650 ve 1670 Tarihli Sayımları”, Pax Ottomana, XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 89 Gürkan 2014 Hınz 1989 Homer 2019 İnalcık 1959 İnalcık 1965 İnalcık 1991 İnalcık 1993 İnalcık 2000 Keskin 2013 Studies in Memoriam Prof. Dr. Nejat Göyünç, (Ed. Kemal Çiçek), Ankara, 2001, s.183-203. Emrah Safa Gürkan, “50 Günde Devr-i Bahr-ı Sefid: Königsbergli Lubenau’nun Kadırgayla İmtihanı”, Osmanlı Araştırmaları, XLIII, 2014, s.273-300. Walther Hınz, “İslâm’da Ölçü Sistemleri”, (Çev. Acar Sevim), Marmara Üniversitesi, FenEdebiyat Fakültesi Türklük Araştırmaları Dergisi, 15, İstanbul, 1989, s. 1-82. Sean Homer, “History as Trauma and the Possibility of the Future: Theo Angelopoulos Voyage to Cythera”, Journal of Greek Media&Culture, Vol.5, Num.1, April 2019, s.319. Halil İnalcık, “Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu”, Belleten, XXIII/92, Ankara, 1959, s.575-610. Halil İnalcık, “Adaletnameler”, Belgeler, II/34, Ankara, 1965, s.49-142. Halil İnalcık, “Osmanlı Metrolojisine Giriş” (Çev. Eşref B. Özbilen), Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,73, 1991, s.21-49. Halil İnalcık, “Cizye”, DİA, VIII, 1993, s.45-48. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi (1300-1600), (Çev. Halil Berktay), İstanbul, Eren Yayıncılık, 2000. Filiz Yaşar Keskin Bir Osmanlı Adasında Toplum ve Ekonomi (XVI Yüzyıldan XVIII. Yüzyıla Sakız), Doktora Tezi, Ankara 90 Murat ALANDAĞLI Kiel 2007 Hacettepe Üniversitesi, Enstitüsü, 2013. Sosyal Bilimler Machiel Kiel, “The Smallar Aegean İslands in the 16th-18th Centurıes According to Ottoman Administrative Documents”, Between Venice and İstanbul: Colonial Landscapes in Early Modern Greece, (Edt. Sırıol Davies and Jack L. Davis), The American School of Studies at Athens, 2007. Kurt 1991 Yılmaz Kurt, “Sis Sancağı (Kozan-Feke) Mufassal Tahrîr Defteri Tanıtımı ve Değerlendirilmesi”, OTAM (Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi) II, Ankara 1991, s.151-199. Kurt 2017 Yılmaz Kurt, “Damad İbrahim Paşa ve Fatma Sultan’ın Bayındır ve Civarındaki Vakıfları”, Uluslararası Lale Devri Osmanlı Devleti ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Sempozyumu, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, Nevşehir, 9-12 Kasım 2017. Kurt 2019 Kurtaran 2018 Yılmaz Kurt, “TKGM Arşiv Belgelerine Göre Lale Devri Tahrirleri”, 2. Uluslararası Osmanlı Coğrafyası Arşiv Kongresi Bildirileri, C.I, Ankara, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Arşiv Dairesi Başkanlığı Yayınları, 2019, s.1221-1230. Uğur Kurtaran, “Pasarofça Antlaşması’na Göre Yapılan Sınır Tahdit Çalışmaları ve Belirlenen Yeni Sınırlar”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 11/55, 2018, s.285-300. XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 91 Kütükoğlu 1994 Leontsinis 2006 Mantran 1999 Öz 1991 Öz 1999 Öz 1999 Öz 2010 Özcan 1994 Özcan 2007 Özel 2001 Mübahat Kütükoğlu, “Osmanlı İktisadî Yapısı”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İstanbul, IRCİCA Yayınları, 1994. G. Leontsinis, Zitimata tis Neoteris İstorias (Issues of Modern Greek History), Athens, 2006. Robert Mantran, “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti: Avrupa Baskısı”, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, C.I, (Çev. Server Tanilli), İstanbul, Cem Yayınları, 1999. Mehmet Öz, “Tahrir Defterlerinin Osmanlı Tarihi Araştırmalarında Kullanılması Hakkında Bazı Düşünceler”, Vakıflar Dergisi, XXII, Ankara, 1991, s.429-439. Mehmet Öz, XV – XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1999. Mehmet Öz, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1999. Mehmet Öz, “Tahrir”, DİA, C.39, İstanbul, 2010, s.425-429. Abdülkadir Özcan, “Edirne Vak’ası”, DİA, C.X, İstanbul, 1994, s.446-446. Abdülkadir Özcan, “Pasarofça Antlaşması”, C. 34, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2007, s.77-181. Oktay Özel, “Avarız ve Cizye Defterleri”, Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik, (Edt. Halil İnalcık-Şevket Pamuk), Devlet İstatistik Enstitüsü, Ankara, 2001, s. 35-50. 92 Murat ALANDAĞLI Pul 2004 Ayşe Pul, Girit Savaşı ile İlgili Bir Türk Kaynağının Tahlili (TTK Kütüphanesi’nde Bulunan Girid Fethi Tarihi Başlıklı Yazma), Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2004. Râşid Mehmed Efendi 2013 Râşid Mehmed Efendi, Tarih-i Râşid, II (Haz. Abdülkadir Özcan-Yunus Uğur), Klasik Yayınları, İstanbul, 2013. Russel 1960 J. Russel, “The Late Medieval Balkan and Asia Minor Population”, JESHO (Journal of the Economic and Social History of the Orient), Vol.III,1960, s.265-274. Savaş 2002 Ali İbrahim Savaş, “Konsolos”, DİA, C.26, Ankara, 2002, s.178-180. Slot 1982 B.J. Slot, Archipelagus Turbatus, Les Cyclades Entre Colonisation Latine et Occupation Ottomane, c.1500-1718, C.I, İstanbul, 1982. Stavrinidis 1976 N.S. Stavrinidis, Metafraseis tourkikon historikon eggrafon aforonton eis tin historian tis Kritis. Eggrafa tis priodou eton the History of Crete. Documents of the period 16711694/Hicri 1083-1105, vol. II, Herakleion Creta, 1976. Şahin 2020 Kürşat Şamil Şahin, “Fârisî’nin Ravza-i Alî Adlı Eserindeki Tarih Manzumeleri”, Rumeli’de Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 20, 2020, s.416-433. Şakiroğlu 1993 Mahmut H. Şakiroğlu, “Çuka Adası”, DİA., C. 8, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1993, s.382-383. Yıldırım vd. 1998 7 Numaralı Mühimme Defteri-(975976/1567-1569) Özet-Transkripsiyon XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) 93 İndeks I, Dîvân-ı Hümâyûn Sicilleri Dizisi: V, (Haz. Hacı Osman Yıldırım, Vahdettin Atik, Dr. Murat Cebecioğlu, Hasan Çağlar, Mustafa Serin, Osman Uslu, Numan Yekeler), Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Yayın No:37, Ankara, 1998. 3- İnternet Kaynakları https://www.davidrumsey.com/luna/servlet/detail/RUMS EY~8~1~2767~270040?qvq=q%3Acerigo%3Bsort%3Apub_list_n o_initialsort%2Cpub_date%2Cpub_list_no%2Cseries_no%3Blc%3A RUMSEY~8~1&mi=19&trs=20, (Map of the İonian İslands Malta, Compiled From Survey and Original Documents, İn the Colonial Office, the Ordnance Department, By John Arrowsmith), (ErişimTarihi:01.08.2021). İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (95-126), 2021 RODOS VE İSTANKÖY TÜRKLÜĞÜNÜN GÜNCEL SORUNLARI Mustafa KAYMAKÇI Makale Geliş Tarihi: Kasım 2021 Öz Makale Kabul Tarihi: Aralık 2021 1947’den itibaren Yunanistan’da bulunan Rodos ve İstanköy başta olmak üzere Onikiada’da yaşayan Türklerin, Türk kimliği inkâr edilmekte ve onlara “Yunan Müslümanı” denilmektedir. Bu çalışmada bu bölgede yaşayan Türklerin, vatandaşlık, kültürel soykırım, din ve ibadet, örgütlenme, kültürel mirasın korunması, vakıflar, nefret-baskı vb. konularda ne gibi sorunlar ile karşılaştıkları ve bu sorunların çözüme ulaştırılacağı konusunda bilgi verilmiştir. Anahtar Kelimeler: Rodos, İstanköy, Onikiada, Türkiye, Yunanistan. CURRENT ISSUES OF RHODES AND KOS TURKİSH Abstract Since 1947, the Turkish identity of the Turks living in the Dodecanese, especially in Rhodes and Kos in Greece, is denied and they are called "Greek Muslims". In this study, the Turks living in this region, citizenship, cultural genocide, religion and worship, organization, protection of cultural heritage, foundations, hatred-oppression, etc. They were informed about the problems they encountered and how these problems could be solved. Key Words: Rhodes, Kos, Dodekanisi, Turkey, Greece. Giriş Dünya kamuoyunda Yunanistan’daki Türk Varlığının Batı Trakya’yla sınırlı olarak bilmesine karşılık, Rodos ve İstanköy’de olmak üzere Onikiada’da yaşayan ve sayıları 9.000 civarında bir Türk nüfus da bulunmaktadır1.  Prof. Dr. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği. E. Posta: mustafa.kaymakci68@gmail.com. 1 Rodos ve İstanköy’de resmi olmayan tespitlere göre 2019 yılı başlarında toplam 9000 civarında bir Türk nüfusunun olduğu bildirilmektedir. Daha önceki bildirişlerde bu rakamın 6000 dolayında olduğu varsayılmaktadır. Rodos ve İstanköy’deki Türkler, 1522 yılında Rodos’un fethinden sonra başta Karaman Beyliği olmak üzere diğer beyliklerden yerleştirilen Türkler ile 1897’de Girit’ten göç etmek zorunda bırakılan Türklerden oluşmaktadır. 96 Mustafa KAYMAKÇI Bununla birlikte Yunanistan, anılan adalarda Türk kimliğini inkâr etmekte, onları “Yunan Müslümanı” olarak kabul etmektedir. Bunun sonucu olarak Türk kimliğini yok etmek için Avrupa Standartları’nın tam aksine,kültürel soykırım için her türlü uygulamayı sürdürmektedir. Yunanistan’ın Rodos ve İstanköy’de uygulamakta olduğu kültürel soykırım politikasını, Türk-Yunan İlişkilerinin bir parçası olarak değerlendirilmesi zorunluğu vardır. Bilindiği üzere, Türk-Yunan İlişkileri, 1830 yılından itibaren Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne karşı başlattığı bağımsızlık savaşı ile başlamıştır. Bunu sırasıyla;Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kurulması, Balkan Savaşları, Birinci Paylaşım(Dünya) Savaşı , Sevr Antlaşması’nın imzalanması ile Megali İdea’yı gerçekleştirmek amacıyla Yunanistan’ın, 1919 yılında Anadolu’ya ayak basması ve bozgunu, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile Lozan Barış Görüşmeleri, Lozan’da durumları belirlenen Batı Trakya Türk Azınlığı ve İstanbul’da yaşayan Rum azınlığının durumları,Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi ve yakın dönemlerde Kıbrıs Sorunu ile Ege Denizi Jeopolitiği Açısından kaynaklanan sorunlar izlemektedir. Bu sorunlara, Yunanistan görmemeğe çalışsa bile Onikiadalarda yaşamakta olan kadim Rodos ve İstanköy Türklerinin sorunları da eklenmektedir. Türkiye açısından Rodos ve İstanköy’ün başlıca dört yönden önemi olduğu söylenebilir. Birincisi; adalarının, Yunanistan tarafından 1947 Paris Barış Antlaşması hükümlerine uyulmayarak Türkiye’ye karşı silahlandırılmış olmalarıdır. Bu durum, Türkiye açısından önemli düzeyde bir güvenlik konusudur. İkincisi, Rodos ve Onikiadaların konum olarak çok önemli bir yerde olmalarıdır. Bu adalara sahip olanların Doğu Akdeniz’de olduğu kadar, Ege Denizi, Boğazlar ve Karadeniz’de deniz trafiğini denetleme olanağına sahip olabilecekleri gözlemlenmektedir. Üçüncüsü; günümüzde özellikle Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarının sahiplendirilmesi ve denetiminin giderek önemli duruma gelmeleridir. Dördüncüsü ise neredeyse bin yıldır adaların kadim halklarından biri olan Türklerin Özgün, C.,2014. Social, Economic and Cultural Life in Rhodes and Kos Turks, Turkısh Identıty in Rhodes and Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün, Meta Basım Matbaacılık, İzmir, pp.176- 179. Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 97 kültürel kimliğinin korunması konusudur. Rodos ve İstanköy Türklerinin kültürel kimliklerinin korunmasına, Türkiye’nin uzak kalması olası değildir. Kaldı ki bu konu,aynı zamanda evrensel insan haklarının da bir konusudur. Yunanistan döneminde Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türklerin, kültürel kimliği ve haklarının korunması doğrultusunda giderek artan sorunları vardır. Ortaya çıkan sorunların temelinde ise, öncelikle Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türklerin uluslararası antlaşmalardan doğan haklarını Yunanistan’ın uygulamamasından kaynaklanmaktadır. Yunanistan, Onikiadalar (Menteşe Adaları)’dan olan Türklerin haklarının yalnızca 1947 Paris Anlaşmasıyla düzenlendiğini, diğer yandan ileride de belirtileceği üzere 1923 Lozan Antlaşması imzalandığında adaların İtalyan yönetiminde bulunmasından hareketle hükümlerinin Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türkleri bağlamadığını belirtmektedir. Ancak bu tez, Yunanistan’ın imzalamış olduğu “1913 Atina Antlaşmasına bağlı 3 numaralı protokol”,” 10 Ağustos 1920 Yunan Sevr Antlaşması”, “30 Ocak 1923 Mübadele Sözleşmesi, Lozan Antlaşmasının 3745 maddeleri, 1926 Atina ve 1930 ve 1933 Ankara Antlaşmaları”, “1947 Paris Antlaşması” uluslararası diğer antlaşmalar ile de çelişmektedir. Yunanistan, imzaladığı uluslararası antlaşmalarının yanı sıra taraf olduğu Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Birleşmiş Milletler’ce ve de Yunanistan Anayasası’nda güvence altına alınmış insan hakları ile ilgili hükümlerini de uygulamaktan uzak bir yaklaşım içindedir. Başlıca güncel sorunları şöyle sıralanabilir2. Vatandaşlık Sorunu Günümüzde, Yunan makamları, değinildiği üzere 1923 yılında Lozan Antlaşması imzalandığında Onikiada’nın İtalyan yönetimi altında bulunduğu gerekçesiyle, Rodos ve İstanköy Adaları’nda yaşayan Kaymakçı, M., 2013. The Religious Problems of The Turks Living in Rhodes, Kos and The Dodecanese. 26-27 Kasım 2013 Birleşmiş Milletler Azınlık Sorunları Forumu.Cenevre.; Kaymakçı, M., C. Özgün, 2015. Rodos ve İstanköy Türklerinin Yakın Tarihi: Ege Denizi’nde Yükselen Sessiz Çığlık. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları. ,s. 73-97 2 98 Mustafa KAYMAKÇI soydaşlarımıza azınlık statüsü tanımamakta ve soydaşlarımızı değinildiği üzere ‘Yunan Müslüman’ olarak tanımlamaktadır. Bu kapsamda “Türk” ya da “Azınlık” nitelendirmesini içeren dernekleri tescil edilmemektedir. Yunanistan ülkesindeki Türk azınlığı asimile etmek amacıyla ülke dışına seyahat amacıyla giden Türkleri çeşitli bahanelerle yurttaşlıktan çıkarmıştır. Bu uygulamada hukukî dayanak olarak, “Grek etnik kökenli olmayan bir kimse, geri dönmemek niyetiyle Yunanistan’ı terk ettiği takdirde, Yunan yurttaşlığını kaybetmiş ilân olunabilir. Bu aynı zamanda yurtdışında doğan ve ikamet eden Grek etnik kökenli olmayan bir kimse için de geçerlidir. İçişleri Bakam, Millî Konsey’in mutabakatı ile bu konularda karar verir” tarzındaki-şimdi yürürlükten kaldırılan- Yurttaşlık Kanunu’nun 19. maddesi kullanmıştı. Bu maddeye dayanılarak Yunan makamlarınca vatandaşlıktan çıkarılan Türklerin sayısı gizli tutulmakla birlikte yaklaşık 60 bin Türkün yurttaşlıktan çıkarıldığı tahmin edilmektedir. Yurttaşlıktan çıkarılanlardan çoğu Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya’ya öğrenim görmek üzere giden öğrencilerdir3. Bu konuda Rodos’tan göç etmek zorunda kalan bir Türk4; “Rodos’daki Türklere, üniversite eğitimi yapsa bile yüksek makamlarda iş vermezler. Askerlikte yedek subay olamazlar. Askerde Katırcı denilen bir görev vardır, onu yaptırırlar. Şimdi yürürlükte kaldırılan 19. Maddeye göre Rodos’tan ayrılıp da Türkiye ya da başka ülkelere giden vatandaşlar bir yıl içinde geri dönmedikleri zaman Yunan vatandaşlığından siliniyordu. Bu durumdan nasibini alanlardan biri de ben oldum. Ancak sıkıntılar Kıbrıs harekâtından sonra fazlalaştı. Benim göç etme sebeplerimden birisi de budur.” diyor. Geçen süreç içinde Türklerin pek çoğu, kültürel kimliklerinin kabul görmemesi, şiddet ve nefret ortamını yaratılması, yakın dönemlere değin iş kurma ve gayrimenkul satın almalarına izin verilmemesi gibi nedenlerle Türkiye’ye göç etmiş ve Yunan Vatandaşlık Kanunu’nun eski 19.Maddesi’ne göre vatandaşlıkları sona erdirilmiştir5.Rodos ve İstanköy’de de yaklaşık Kaymakçı, M., C. Özgün, 2015. Rodos ve İstanköy Türklerinin Yakın Tarihi: Ege Denizi’nde Yükselen Sessiz Çığlık. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları.,s. 83- 84 4 Macit Külür ile yapılan sözlü görüşme. 5 Fautre, W.,2017. Greece: Ethnic Turks In Rhodes And Kos. Copyright Federal Union of European Nationalities and Rhodes, Kos and the Dodecanese Turks Culture and Solidarity Association. All Rights Reserved. Brussels, December 2017.s.34 3 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 99 4000 Müslüman Türkün bu şekilde Yunan vatandaşlıklarını kaybettiği, kimilerin vatansız kaldığı tahmin edilmektedir6. Kültürel Soykırım Sorunu7 Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türk halkının kültürel soykırımı, İtalya’nın Rodos ve İstanköy’ü işgalinden sonra orada egemen olan Türklerin, İtalyan ve Rumların yanında azınlık muamelesi görmesiyle başlamıştı. Kültürel soykırımın, adalardaki İtalyan döneminin krallık ve faşist dönemi olmak üzere iki ayrı dönem olarak irdelenebilir. Kral Viktoria Manuel döneminde İtalyan yönetiminin daha hoşgörülü olduğu, ancak resmi dilin İtalyanca olması, basın ve konuşma özgürlüğünün kısıtlanması gibi uygulamalar, adalardaki Türk halkının asimile edilme sürecinin dikkat çekici uygulamaları arasında yer almaktadır. 1925 yılında koşullar daha da ağırlaştırılmıştır. Daha sonraları Onikiada’da oturanlara İtalyan vatandaşlığına geçme konusunda zorlama yapılmaya başlanmış, İtalyan yönetimi, 1925 yılında bir vatandaşlık kanununu çıkararak Türklere Ciddadini Turchia (Türk vatandaşı), Ciddadini Ege (Ege vatandaşı) ve Ciddadini İtaliani (İtalyan vatandaşı) olmak üzere üç türlü vatandaşlık hakkı tanımıştır. Ciddadini Ege (Ege vatandaşı) ve Ciddadini İtaliani (İtalyan vatandaşı) olanlar mal alabiliyor, iş yeri açabiliyor ve devlet memuru olabiliyordu. Türkler arasında İtalyan vatandaşı olanlar ise İtalyan ordusunda polislik ve emniyette çalışmışlar, öğretmen de olmuşlardır8. Günümüz koşullarında, yazının diğer kısımlarında anlatılacağı üzere Yunanistan tarafından çift dillilik temelinde eğitim ve Türkçe öğrenme hakkının ortadan kaldırılması, din ve ibadet hakları ile örgütlenme haklarına getirilen sınırlamalar ve vakıf mallarının haraç-mezat Kaurinkoski, K., 2012. The Muslim Communities in Kos and Rhodes: Reflections on Social Organization and Collective Identities in Contemporary Greece.Slavica Helsingiensia Ed: By Jouko Lindstedt anda Max Wahlstrom.Balkan Encounters-Old and New Identities In Southeastern Europe Helsinki.s.56 7 Rodos ve İstanköy Türklerine karşı uygulan kültürel asimilasyon, son yıllarda giderek hızlanmış, Türk olarak bilinen insanlar adalarda hiç yaşamamış olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bu nedenle ilgili yayınlarda “Kültürel Soykırım “teriminin daha doğru olacağı düşünülmüştür. 8 Özgün, C.,2019. Avrupa Ve Osmanlıların Akdenız Sıyasetı: “Ege Adaları Ve Işgaller (1912), Ege Adalarının Unutulan Halkı: Rodos Ve İstanköy Türkleri, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün, Eğitim Kitabevi, Konya, s.223-234. Ve ayrıca lütfen bkz. Kaymakçı, M., C. Özgün,2020. Rhodes and Kos Turks: Contributions to the Turkish War of Independence and Current Problems, Eğitim yay., Konya, s. 18-19 6 100 Mustafa KAYMAKÇI satılmasıyla kimlik-mekân arasındaki bağların ortadan yok edilmesiyle kültürel soykırım hızlanmıştır. Kültürel soykırım öyle bir aşamaya gelmiştir ki, Yunan yetkilileri kaleme almış oldukları yazılarda “Onikiadalarda Türk Yoktur.” söylemini rahatça yapabilmektedirler. Rodos ve İstanköy Türklerinin Türkiye’deki temsilcisi olan Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği (ROİSDER), bu konudaki tepkilerini, ilgili bakana bir mektup yazarak göstermek zorunda kalmış ve ayrıca bir basın açıklaması yapmışdır9. Eğitim ve Türkçe Öğrenme Hakkı Sorunları10 Rodos ve İstanköy’de Yunanistan öncesi On Türk Okulu öğrenim yapmakta ve Türk Okullar Birliği adı altında örgütlenme vardı. Adaların önce İtalyan, ardından İkinci Paylaşım Savaşı yıllarında Alman ve Britanya, son olarak da 1947 yılından sonra Yunan işgal ve egemenliğine girmesiyle adalar yaşayan Türklerin Türk dilini öğrenmelerine engel olunmaya başlanmıştır. Özellikle de yirminci yüzyılın son çeyrek diliminden itibaren Rodos ve İstanköy Türkleri, yaşanan siyasal sürecin etkisi ve Yunan devletinin kültürel soykırım odaklı yönetim uygulaması sonucu Türk dilini öğrenmek konusunda büyük sorunlarla karşı karşıya bırakılmıştır. Yaşanan sorunlar, sadece Türkçe öğrenme/ anadilde eğitim sorunu değildir, söz konusu sorun Türk dilinin adalar Türkleri içinde bir “tarihsel bellek” asimilasyonuna da kapsamaktadır. Yunan devletinin adalar Türkleri üzerinde kurduğu otorite ya da yönetim biçemi, Türk azınlığın denetim ve takip altında tutulmasından öte bir kültürel soykırımı işaret etmektedir. Bu soykırım Rodos ve İstanköy Türklerinin Türk dilini öğrenmelerine engel olunarak iyice ortaya çıkmaktadır11. Adaların 1947 yılında Yunanistan’a verilmesi ile Türk Okulları’nda Yunanca öğrenim de başlamıştır. Bu tarihten 1972 yılına değin Rodos ve Kaymakçı, M.,2020. Yunanistan Onikidalar Parlamentosu Turizm Bakan Yardımcısı Emmanoul Konsolas’in “Onikiadalarda Türk Olmadığı”na haberine ilişkin olarak ilgili bakana gönderilen ROİSDER mektubu. 10Kaymakçı, M.,2017. Rodos ve İstanköy Türklüğü Ansiklopedisi. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları s.90-94 11 Özgün,C.,2020. The Problem of Memory and Turkish Language Learning in Rhodes and Kos (İstanköy)Turks, Turkish Culture in Rhodes and Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün, Eğitim Pub., Konya, s. 79-80. 9 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 101 İstanköy’deki okullarda çift dillilik temelinde Türkçe eğitim-öğrenim yapılmıştı. Bu süreçte, Yunan idaresinin, anılan okullara verilen ödeneğin yavaş yavaş azalttığı gözlemlenmiştir. Yunan Hükümetinin mali sıkıntılar içinde bulunmasından dolayı Türk okullarına fazla yardım edemeyecekleri aktarılmıştı. Son olarak, Rodos’ta Türkçe öğrenim veren okullardan biri olan Süleymaniye Medresesi’nin adı, 1972 yılında Rodos 13. Şehir İlkokulu olarak değiştirilmiş ve o tarihten itibaren ise Türkçe öğrenme tamamen yasaklanmıştır. Günümüzde Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türkler, Yunan devlet okullarına gidiyor, ancak din derslerinden muaf tutuluyorlar. Devlet okullarında eğitim gören Türk çocukları, bugün Türkçeyi çok az derecede konuşabiliyorlar. Bu okullardan mezun olan çocukların adalarda mesleklerini yerine getirme konusunda da geçmişte uzunca bir süre belirsizlik yaşanmıştı. Diğer yandan Yunan okullarında Türk çocuklarına karşı olumsuz eylem ve tavırların sergilendiği de bilinmektedir. Bütün bu gelişmeler bir arada değerlendirildiğinde, adalarda Türklerin kültürlerini ifade etme aracı olan “Türk Dili” ve buna bağlı eğitim ile din gibi kültürel aktarım araçlarının da Yunanistan’ın uyguladığı kültürel arınma politikası karşısında büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğu gözlemlenmektedir. Adalar Türklerinin kimliklerini korumak konusunda en çok yakındıkları nokta, Türkçenin Rodos ve İstanköy Türkleri arasında bir iletişim dili ya da kültürel aktarım aracı olarak eski önemini yitirmesidir. Rodos1944 doğumlu bir kaynak kişinin “…Türkçe bitti. Evlerde Türkçe konuşulmuyor. Bizim zamanımızda hep Türkçe konuşuyorduk. Şimdi büyükler evin içinde Türkçe konuşuyorlar ama çocuklar Yunanca konuşuyorlar. Yani Türkçe’yi silmişler defterden…”12 sözleri sorunu özetler niteliktedir. Daha da endişe verici olan 1950 doğumlu olan ve Rodos’ta yaşayan bir kadın görüşmecinin “İki kızım var, Onlar Yunan’da okudular. Türkçe bilmiyorlar” şeklindeki ifadesidir13. Adalar Türklüğüne ilişkin yapılan sözlü tarih projesi kapsamında görüşülen kaynak kişilerden elde edilen bilgiler, Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türkler arasında bu sorunun yaygın durumda olduğunu ortaya koymaktadır. 12 13 Yılmaz Demirci ile yapılan sözlü görüşme Adı saklı 102 Mustafa KAYMAKÇI 1953 doğumlu bir başka kaynak kişi de benzer bilgileri aktarmaktadır: “…Din dersinde sure öğreniyorduk, Yunanca da okuma yazmayı öğrendik, Yunanların o vakit istediği kitaplardan basılmış olanlardan Tarih öğrendik… Benim çocuklarım da Rodos’ta olan okullarda okudular fakat hiçbiri Türkçe okumadı. Dersleri Yunanca idi, bu yüzden yaz dönemlerinde çocuklarımı o vakitler Mustafa öğretmene gönderdim, özel ders aldırdırm. Bastiyalı isminde bir hoca daha vardı, onlara göndermiştim yaz döneminde, Türkçe ders alsınlar diye, orda biraz Türkçe alfabeyi öğrendiler. Türkçe okumayı öyle öğrendiler…”14 Rodoslu Türklerden birisi bu konuda şunları söylüyor15: “Türk okulları kapatıldığı için çocuklar Türkçeyi unutmaya başladılar. Bir nedeni de şu: Bazı Türk evlerinde çocuğum Yunanca derslerinde başarılı olsun, Yunanlılarla ilişkilerinde yabancılık çekmesinler diye Türkçe konuşulmuyor. Fakat öyle yapmayan aileler de var, evlerinde Türkçeyi çocuklarına öğretmeye çalışıyorlar. Aslında anne baba evde Türkçe konuşmuş olsalar, çocuklarını arada sırada Türkiye’ye götürseler, bunun önüne geçilebilir. Kimi aileler de var, hiç Türkçe bilmeseler bile, Ramazan’da mevlit okutuyorlar, hatim indiriyorlar.” Bir başkası ise görüşlerini şöyle dile getiriyor16: “Türkçe bitti. Evlerde Türkçe konuşulmuyor. Bizim zamanımızda hep Türkçe konuşuyorduk.Şimdi büyükler evin içinde Türkçe konuşuyorlar ama çocuklar Yunanca konuşuyorlar. Türkçeyi yüzde 90 silmişler defterden. Bu hadisede Türk okullarının kapatılması olumsuz rol oynadı. Ben akıllılık yapıp gelmişim buraya. Şimdi çocukların hepsi mecburen Yunanca okuyorlar. Benim yeğenim bana Yunanca sesleniyor. Beş sene sonra Türkçe bitecek.Bunu önlemek anadan babadan geçiyor.Rumca seslenen çocuklara Türkçe cevap verseler bu iş düzelir gibi geliyor bana.” Günümüzde çocuklar ve gençler arasında Türkçe konuşanlara rastlamak çok olası değildir. Konuşanların da kırık dökük Türkçeleri söz konusudur. Türkler bundan hoşnut olamadıklarını belirtmektedirler17.18 19:“Şimdi geldiğimiz noktada olağanüstü bir asimilasyon var. Evlilikler nedeniyle, çocukların eğitimi nedeniyle Rodos’taki Türk ve Müslümanlar Adı saklı Adı saklı 16 Yılmaz Demirci ile yapılan görüşme 17 Adı saklı 18 Adı saklı 19 Adı saklı 14 15 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 103 kimliklerini yavaş yavaş kaybediyorlar, unutuyorlar. Yunanca “Zaman hiç geç kalmaz” diye bir deyim vardır. Ama bizimki çok geç kaldı. Biz artık burada, sarma dibi derler, son kalıntıları kaldık. Ne başımız belli ne sonumuz belli, her gün bir Türk kızı Rum’la evleniyor diye duyuyoruz. Türkler düzgün Türkçe konuşamıyorlar. Türk’le Türk Rumca konuşuyorlar.” Rodos ve İstanköy’de Türkçe’nin öğretim ve eğitim dilinden dışlanması dışında göze çarpan en önemli sonuç, Türklerin giderek eğitim düzeylerinin düşmesidir20. Türkler, yukarıda da belirtildiği üzere ortaokul ve liselerden sınırlı şekilde yararlanabilmekte ve eğitim açısından, Yunanistan genelinin oldukça altına kalmaktadırlar. Çift dillilik temelinde Türkçe eğitim-öğrenim hakları adalarda yaşamakta olan Türklere verilmediği taktirde, orta gelecekte bir kadim kimlik olan Rodos ve İstanköy Türklüğü yok olacaktır. Din ve İbadet Sorunu Günümüzde, 1972 yılında adalardaki bütün Türk okullarının kapatılmasıyla birlikte din dersi de kaldırılmıştır. Yunanistan Devlet okullarına gidebilmekte olan soydaşlarımız, ortodoks din derslerinden muaf tutulmalarına karşın, “Müslüman Dini Eğitimi” haklarını da kullanamamaktadırlar. Günümüzde, Yunanistan Devlet okullarına gidebilmekte olan soydaşlarımız, din derslerinden muaf tutulmalarına karşın, dini eğitim haklarını da kullanamamaktadırlar. Yunan Hükümetleri, Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türkleri, Türk Kimlikleri ile değil, Müslüman olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte ortaya çıkan ikilem şudur: "Müslüman Yunanlı" olarak tanımlanan Rodos ve İstanköy Türkleri’nin Müslümanlıklarını da öğrenmeleri yasaktır21. Camilere gelinci durum şudur: 14 cami bulunan Rodos’ta ibadete açık tek cami olan İbrahim Paşa Camii sadece öğle ve cuma namazları için açıktır. Ancak küçük olması nedeniyle soydaşlarımıza hizmet vermekte yetersiz kalmaktadır. İstanköy'de ise sadece Germe Camii’nin avlusu ibadete açık durumdadır. İstanköy merkezde bulunan Defterdar İbrahim Rodos, İstanköy ve Onikiada Türklüğünün Yakın Tarihi Üzerine Sözlü Tarih Projesi Kesin Raporu 2014 21 Kaymakçı, M., C.Özgün, 2015., a.g.e,s. 134. 20 104 Mustafa KAYMAKÇI Paşa Camii de depremden sonra mimarisinin yıkılmasıyla ibadete kapanmıştır22. Bugün dini anlamda da adalardaki Türk azınlığı temsil edilmemektedir23. Benzer durum İstanköy’de de söz konusudur. Adada yaşayan Türklerin Yunan asıllı yurttaşlarla fırsat eşitliği açısından haksız bir durumda bulundukları önemle belirtilmelidir. Daima geride, baskı altında, ezik ve silik bir yaşantı sürdürmeye zorlanmışlardır ya da zorlanmaktadırlar. Cemaatin haklarını gözetecek ya da dini işleri yürütebilecek bir önder yokluğu, ada Türklerinin kimliksel varlıkları için büyük tehlike oluşturmaktadır. Örneğin günümüzdeki İstanköy Evkaf Başkanı’nın Türk olduğu halde Türklüğünün inkâr etmesi Türk toplumunun beyin takımından yoksun bulunduğu ve göçle parçalanmaya uygun bir konuma düştükleri kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Aslında 1938 yılına İstanköy’de var olan müftülük ise Onikiadanın İtalyan Valisi De Vecchi tarafından ortadan kaldırılmıştı. Ada, Yunanistan’a verildikten sonra da sorun üzerinde durulmadığı için yeni müftü tayin edilmemişti24. Din konusunda da ortaya çıkan bu durumun, Rodos ve İstanköy Türklerinin bilgisizlikten korkudan kaynaklanan yanının da olduğu gözlemlenmektedir. Adalardaki Müftülük kurumunun Yunanistan’ın taraf olduğu antlaşmalar doğrultusunda geçerli olması gerektiğini ifade eden çok az adalı Türk vardır,büyük bir çoğunluğu ise haklarını bilmemekte,bilseler bile ifade etmekten korkmaktadırlar.25.Aslında anılan konularda yayınları olan Cin26 bu görüşleri doğrulamaktadır. Yazar,“Yunanistan’da Rodos, İstanköy, Atina, Thiva, Ptolemayida ve Batı Trakya’da yaşamakta olan Müslüman Türk azınlığı hukuki statüsünün,1881 İstanbul Antlaşması,1913 Atina Antlaşması, 1920 tarihli Yunanistan’daki Azınlıkların Haklarına Dair Sevr Antlaşması ve 1923 Lozan Antlaşması ile belirlendiğini,bugün de yürürlükte bulunan bu antlaşmalar kapsamında Yunanistan’daki Türklerin Kırevliyası,A.,2019. Özel Notlar, İzmir Dilek,B.S.,2008. a.g.e., s.131 vd. 24 Çelikkol,Z., 1990.İstanköy’deki Türk Eserleri ve Tarihçe, TTK yay., Ankara, , s. 23. 25 Kırevliyası,A.,a.g.g ; Ahmet Nejat Kaymakçı ile yapılan sözlü görüşme; Saadet Sarı ile yapılan sözlü görüşme 26 Cin,T.,2003.Yunanistan'daki Müslüman Türk Azınlığın Din ve Vicdan Özgürlüğü (Başmüftülük ve Müftülükler Sorunu) Seçkin Yayınları, Ankara; Cin,T., 2009.Yunanistan'daki Türk Azınlığın Hukuki Özerkliği (Müftülük Meseleleriyle İlgili Yunan Yargıtay Kararları ve Diğer Belgeler), Orion Kitabevi, Ankara 22 23 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 105 hukuki,yönetsel ve eğitim ve öğretim özerkliğine sahip olması ve de bunlara bağlı olarak “Başmüftülük ve Müftülük” kurumları gibi kurumların varlığının sürdürülmesini gerektiğini” ifade etmektedir. Bilindiği üzere 1923 Lozan Antlaşması’nın "Siyasî Hükümler" adını taşıyan I. kısmının III.Faslı, "Azınlıkların Korunması" ile ilgili 37-44 maddeleri, Türkiye’deki Müslüman olmayan azınlıkların statüsünü belirleyen hükümlükleri kapsamaktadır27. Antlaşmanın bu maddelerinden sonra gelen 45.Maddesi’nde ise açık bir şekilde “Bu kesimdeki hükümlerle, Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanınmış olan haklar, Yunanistan’ca da kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır” denmektedir. Cin, Lozan Antlaşması’nın 44. Maddesi’nin Türkiye’ye yüklediği yükümlülükten yola çıkarak, “Yunanistan'ın yükümlendiği hükümler uluslararası nitelikte sayılarak Milletler Cemiyeti'nin güvencesi altına konmakta, Cemiyet Konseyi'nin çoğunluk kararı olmadan değiştirilememekte, Konsey üyelerinden herhangi biri bu hükümlere aykırı davranış gördüğü zaman bunu Konsey'in dikkatine sunabilmekte, Konsey de bu konuda gerekli göreceği yönergeleri verebilmektedir. Bir anlaşmazlık durumunda Uluslararası Daimî Adalet Divanı'na gidilecek ve Divan'ın hükmü kesin olacaktır.” şeklinde yorumlanması gerektiğini ifade etmektedir. Cin, vakıflar yönetimi ile eğitim ve öğretimin de aynı kapsamda ele alınmasını dile getirmektedir. Özetle, günümüzde Rodos ve İstanköy’de müftülük kurumu yoktur ve Türkleri bir arada tutacak güçlü bir otoritenin söz konusu boşluğu doldurması gerekmekte olduğu açıktır. Bütün bunlara karşın,ada Türklerinin dini gün ve bayramlarını kutlamak, mezarlıkları ziyaret etmek gibi pek çok eylemle din konusundaki duyarlıklarını sürdürmeye devam ettiği gözlemlenmektedir.Bu bağlamda sözlü tarih projesi kapsamında din konusunda kendilerine yöneltilen sorulara verilen cevaplar,adalarda yaşayan Türkler için “din”’in aidiyet duygularını güçlendiren önemli olgu olduğunu göstermektedir.Örneğin Rodos 1945 doğumlu kaynak bir kişi dinle ilgili özel günlere verilen önemi ve ayrıca mezarlık ziyaretleri yaparak din konusunda gösterilen özel ilgiyi şu cümlelerle aktarmıştır: “…Üç beş 27 http://www.abchukuk.com/arsiv/lausannne.html.Erişim 20 Aralık 2014 106 Mustafa KAYMAKÇI arkadaşımla birlikte sürekli kabristana giderdik, ölülerimizi ziyaret eder, dua ederdik. Her kurbanda da kuzu keserdik…”28. Diğer yandan bütün bunlara karşılık, Yunanistan Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı’nın 2019 yılında ibadethanelere gerçekleştirilen saldırılar ve dini topluluklara yönelik düzenlemelere ilişkin raporunun, Rodos ve İstanköy özelinde de objektiflikten uzak ve hatalı olduğu gözlemlenmektedir. ROİSDER, bu konuda kaleme almış olduğu bir mektubu ilgililere iletmiştir29. Örgütlenme Sorunu Batı Trakya’da olduğu üzere Rodos ve İstanköy Türklerinin, “Türk” olarak tanımlayan örgütler kurmaları olası değildir. Yunanistan, etnik azınlıkların yasal statüsünü tanımamakta ve onların kamu düzenini bozduklarını varsaymaktadır. Rodos ve İstanköy Türklerinin sivil toplum anlamında örgütlenmeler çok yeni sayılabilir. Rodos’ta Türkler, “Rodos Müslüman Kardeşler Derneği”’nde, İstanköy’de ise “İstanköy Müslüman Kardeşler Derneği”” adıyla örgütlenmişlerdir30.Onlar için kimliklerini korumak için tek çarenin kendilerini Müslüman olarak tanımlamak geçtiği söylenebilir. Rodos ve İstanköy’de örgütlenmenin geç kalmasının birçok nedenleri vardır. En önemli nedeni, uzunca bir süre İtalyan ve Alman işgali sırasında ve arkasından adaların Yunanistan’a verilmesiyle Türklere karşı uygulanan kimliklerinin yok edilmesine yönelik devlet uygulamalarının yarattığı korku olduğu söylenebilir. Bu korku beslenmektedir. Örneğin Rodos ve İstanköy’de dernekler kurulduğu zaman Türkiye’nin ajanı olarak suçlanmışlardır. Anılan devlet korkusu, Türkiye’ye göç eden birinci kuşağa da yansımıştır. Sivil toplum örgütlenmesi, devletle karşı karşıya kalmak gibi algılanmıştır. Diğer yandan adalarla ilişkilerini sürdüren göçmenler, Türkiye’deki örgütlenmeden Yunanistan’daki akrabalarının zarar göreceği algısına da sahiptiler. Bu nedenle birinci kuşak, sivil toplum örgütlenmesine karşı sürekli çekimser, hatta uzak kalmıştır. Örgütlenme Adı saklı Kaymakçı, M.,2021. Yunanistan Eğitim & Din İşleri Bakanlığı Din İşleri Genel Sekreterliği’ne Bakanlığı’nın 2019 yılında ibadethanelere gerçekleştirilen saldırılar ve dini topluluklara yönelik düzenlemelere ilişkin raporuna ilişkin ROİSDER mektubu. 30 Fautre, W.,2017.a.g.e.,,s.44-45 28 29 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 107 bilinci, Rodos ve İstanköy doğumlu, ancak Türkiye’ye göç ederek eğitim ve mesleklerine Anayurt’ta kavuşan ikinci kuşakta zamanla ortaya çıkmıştır31,32. Türkiye’de kalıcı bir örgütlenme, özellikle Rodos Göçmenlerinin ağırlıklı olarak yaşamakta olduğu Karşıyaka (İzmir)’da 1996 yılında Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı’nın önderliğinde bir araya gelmesiyle gerçekleştirilmiş ve Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği (ROİSDER) kurulmuş bulunmaktadır. Geçen süreç içinde başta Marmaris, Bodrum, Fethiye, Antalya, İstanbul olmak üzere Türkiye’nin kıyı kentlerinde yerleşmiş bulunan Rodos ve İstanköy doğumlu Türkler ve onların çocukları ile bağlantılar kurulmaya başlanıyor. Bu çalışmalar sonunda İstanbul ve Antalya’da Şubeler açılmış ve Ankara’da bir temsilcilik oluşturulmuştur. Derneğin en önemli amacı, Rodos ve İstanköy Türklerinin sorunları ve çözüm yolları konularında ulusal ve uluslararası farkındalığın oluşturulması doğrultusunda etkinlikler yapmaktır. Osmanlı Türklerinden Kalan Kültür Mirasının Korunması Sorunu Rodos ve İstanköy’de Osmanlı Türkleri’nden kalan kültür mirasın bakımı ve tamirlerine izin verilmemekte, tamirler ya da onarımlar göstermelik olmakta ve eserler zamanın tahribatına bırakılmaktadır33,34,35. Ortodoks mekanlar ayrıcalıklı tutulurken Türk-Müslüman camileri, görünmez, hatta minaresiz ve kubbesiz bir şekilde tanınmaz bir duruma Kaymakçı, Mustafa, 2014. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Kısa Tarihçesi. (Ed.,) Mustafa Kaymakçı, Cihan Özgün (İç.,) Rodos ve İstanköy Türklüğü. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları Bornova-İzmir,s.295-305 32 Kaymakçı, M., C.Özgün, 2015. Rodos ve İstanköy Türklerinin Yakın Tarihi: Ege Denizi’nde Yükselen Sessiz Çığlık.Rodos,İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları., Bornova-İzmir s. 101- 106. 33 Çelikkol, Z.,1990.İstanköy’deki Türk Eserleri ve Tarihçe. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 34 Çelikkol, Z.,1992.Rodos’taki Türk Eserleri ve Tarihçe. (Genişletilmiş mukayeseli 2.Baskı) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. 35 Konuk,N., 2008. Midilli, Rodos, Sakız ve İstanköy’de Osmanlı Mimarisi/Ottoman Architecture in Lesvos, Rhodes, Chios and Kos.Stratejik Araştırmalar Merkezi(SAM) Yayını, Ankara 31 108 Mustafa KAYMAKÇI getirilmiş, kimilerinde de göstermelik ve uzun süren onarımlar yapılarak göz boyanmak istenmektedir. Rodos’ta bulunan camiler tadilat gerekçesi ile kapatılmış bulunmaktadır. Bugün yalnızca İbrahim Paşa Camii ibadete açıktır. Süleymaniye Camii’nin açılması için yapılan müracaata camiinin Unesco tarafından tarihi eser olarak vasıflandırılması nedeni ile ibadete açılamayacağı cevabı verilmiştir. Daha sonra başlatılan onarım(restorasyon) çalışmaları onlarca yıl sürdürülmüş, çalışmalarında ise Osmanlı Desenleri değiştirilmiştir.2012 yılında onarım çalışmaları tamamlanan cami, ilk kez Kurban Bayramı’nda ibadete açılmıştır. Caminin müze olacağı bildirilmektedir. Zamanın tahribatına bırakılarak yok edilmesi istenen bir başka örnek Recep Paşa Camii’dir. Bu konuda Ahmet Kırevliyası36 şunları söylüyor; “Recep Paşa Camii, Rodos’un Osmanlı İmparatorluğu döneminden miras kalan tarihi eserlerinden biriydi. İçi İran seramikleri ile süslü Recep Paşa Camii’nin 2004 yılında müzeye dönüştürüleceği açıklanmış, ancak restorasyon başlatılmamıştı. Etrafı çevrilen, demir iskelelerin ayakta tuttuğu Recep Paşa Camii bir anlamda kaderine terkedildi. Recep Paşa Camii’nin bakımsızlık ve ilgisizlik nedeni ile yıkılmış olması çok üzücü. Restorasyon yapılarak müzeye dönüştürüleceği ifade edilen Recep Paşa Camii’ye zaman içerisinde herhangi bir çivi dahi çakılmadı. Bir anlamda kaderine terk edilerek yıkılması beklenen Recep Paşa Camii, sonunda yıkıldı. Bir kültür mirası daha yok oldu. “Kayıtlara göre, Recep Paşa Camii, 19 Aralık 2011 tarihinde yıkılmış bulunmaktadır37. Bir başka Rodoslu.Ali Yücesoy38da şu tespitleri yapıyor: “Benim bildiğim kadarıyla Rodos’ta yirminin üzerinde cami vardı, şimdi camilerden ikisi açık. Bir tanesinde dini nikah yapılıyor, bir tanesinde mevlid okunuyor ve namaz kılınıyor. Geri kalan camilerin hepsi yıkılmış, göçmüş vaziyette. Yunan hükümetine yıkılmak üzere bir cami için tamir edin şeklinde müracaat yapılınca hallederiz diyorlar, bir iskele kuruyorlar ve camiyi kapatıyorlar. Onarımı yapılacak diye bir levha asılıyor ve iskele ile yıkılıncaya kadar Kırevliyası,A., a.g.e Kaymakçı, M., 2011. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin 28 Aralık2011 tarihli “Yunanistan Hükümeti’ni Osmanlı Türkleri’nden Kalan Mimari Eserleri Bir İnsanlık Kültür Mirası Olarak Kabul Etmeleri Gerektiğini Hatırlatmak İstiyoruz.” başlıklı basın açıklaması 38 Yücesoy, A., a.g.g 36 37 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 109 bekletiliyor. Mesela, Murat Reis Türbesi var. Ben Türkiye’ye göç etmeden önce çok güzeldi, en son gidip gördüğümde ise yıkılmış vaziyette, içler acısıydı.” Ali Hilmi Paşa Camisi, restore edilip Kıbrıs Evi haline dönüştürülmüştür, Şehitlik Mescidi sağlık merkezi, Katavya Köyü Mescidi kafeterya olarak kullanılmaktadır. Gani Ahmet Semti Okul-Camisi, apartman haline getirilmiştir. Salakoz Köyü Cami yok edilmiştir. Rodos’un Osmanlı Türklerinden kalan önemli kültürel miraslarından biri de Murat Reis Türbesi ve Külliyesi’dir.İçinde camii de bulunan külliye binaları harap durumdadır ve ayakta zor durmaktadır. Külliye mezarlığının yarısı yok edilmiştir. Cami Külliyesi’nin daha önce “Müftü Evi” olarak kullanılan bölümü de konservatuvar haline getirilmek istenmişti. Listeyi uzatmak mümkündür. Restorasyon kapsamında minaresi ve camları yıkılan bir başka cami de Muradiye Camii idi. Bu camii,1970 yılına kadar Türk cemaatine aitti. Bu tarihten sonra Rodos Başmetropolitliği'ne bırakılan cami, 1990 yılına kadar ibadete açık kalmıştı. Daha sonra camide görevli olan imam ve müezzinin ölümü ile ibadethanenin kapısına kilit vurulmuştur. Günümüze kadar kapalı kalan cami, şimdi ise Avrupa Birliği tarafından sağlanan fon ile kiliseye dönüştürülmektedir. Aslında kültürel eserlerin zamanın tahribatına bırakılarak yok edilmesinin ardındaki gerçek, ada Türklerinin geçmişle bağının kopararak asimilasyonun bir parçası uygulamalarıdır. Dilek39 Murat Reis Türbesi ve Külliyesi bağlamında şunları söylüyor:” … Açık açık söylenmese de, Murat Reis Camii’nin kapatılmasında, türbesinin ve çevresindeki külliyenin kaderine terk edilmesindeki temel amaç, Türk cemaatinin bir araya geldiği, ortak kültürünün temsil ettiği, geçmişle bağını sürdürdüğü yerlerin işlevsiz bırakılmasıdır. Yunan derin devleti ince bir operasyonla bu politikasını sürdürür.” Dilek bu savını,30 Ocak 2005 tarihli Prodos gazetesi’nin “Murat Reis Mezarlığı’ndaki kitabeler Amerikalı bir araştırıcı tarafından inceleniyor” başlıklı bir habere dayandırmaktadır. İlgili haberde40 Dr. Barnes adlı araştırıcı’nın Murat Reis’in aslında bir Osmanlı Paşası değil, bir Arap denizcisi olduğu ileri sürülmekteydi. 39 40 Dilek.B.S.2008.a.g.e 30 Ocak 2005 tarihli Prodos Gazetesi. 110 Mustafa KAYMAKÇI Özetle, adalarda Osmanlı Türklerinden kalan mimari eserler talan edilmekte, elde kalanlar ise göstermelik olarak korunmaya alınmaya çalışılmaktadır. Vakıflar Sorunu41,42,43,44 Vakıf düşüncesinde bulunan “yardımlaşma”, “toplum menfaatinin gözetilmesi”, “özel mülkiyetin, toplum mülkiyetine dönüşmesi” gibi çok sayı da ayrıntı da, vakfın toplumsal kimlik, aidiyet ve yurt sevgisi gibi duyguları doğrudan besleyen çok önemli bir kurum olduğunu ortaya koyar45. İtalyan Yönetimi’nce, Vakıf (Evkaf)46’a ait malların bir komisyon tarafından idare edilmesi kararlaştırılmıştı. 1947 yılında adaların Yunanistan’a geçmesinin ardından baskı ve yok etme siyaseti uygulanmaya başlamış ve ilk olarak cemaat ve vakıf yönetimini denetlemek için hükümet murahhası atanmıştır. Yunanistan,1970 yılından ise Katalipsis olarak bilinen kanunla “On yıl içerisinde tapu dairesine bildirilmeyen taşınmaz mal ve mülkler hazineye intikal eder.” bir hüküm de getirmiştir. Bu hüküm gerekçe gösterilerek adalarda Türklere ait mallar gasp edilmiş ve Vakıflar sorunu çözülememiş bir sorun olarak bugüne dek gelmiştir. Günümüzde Vakıf İdaresi de Yunan Devleti’nin mutlak denetimi altında bulunmaktadır.1967 yılından itibaren cemaat ve vakıf idaresini denetlemek amacıyla Yunan makamlarınca Hükümet murahhası atanmaya başlanmıştır. Ayrıca, hukuki olarak vakıf mallarının satılmasının yasak olmasına karşın, birçok vakıf malı Yunan makamlarınca atanan vakıf Kaymakçı,M.,2017a.g.e..s.129-132 Erdoğru, M. A..,2016. Rodos’ta Türk-Müslüman Vakıflarının Durumu (İç.) Rodos ve İstanköy Türklüğü Genişletilmiş İkinci Baskı (Ed.) Kaymakçı, M. ve Özgün, C. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları s.195-219 43 Dilek, B. S., 2017. Ege’nin Unutulan Türkleri (Genişletilmiş İkinci Baskı) Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları.s.135-162 44 Günümüzde Rodos ve İstanköy Türk Vakıfları’na ait taşınmaz malların haraç-mezat elden çıkarılması hızlanmıştır. Vakıflara ait taşınmaz mallar nerdeyse kalmayacak duruma getirilmiştir.Bu konudaki son örneklerden birisi, İstanköy’de yapılması tasarlanan Hastane Binası için vakıfa ait arazinin elden çıkarılması ile Gurniati-SchınarI mevkiindeki 34120 metre karelik yine vakıfa ait bir arazinin 31 Ocak 2019 tarihinde müzayede ile satılacağı bildirilmiş ve Haziran 2019’da satılmıştır. 45 Geniş bilgi için bkz. Akbulut, İ., 2007. “Vakıf Kurumu, Mahiyeti ve Tarihi Gelişimi”, Vakıflar Dergisi, XXX. Sayı, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara, s 61-72. 46 Rodos ve İstanköy Türkleri’nce “Vakıf” sözcüğü yerine yaygın olarak “Efkaf” sözlüğü kullanılmıştır. 41 42 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 111 idarecileri tarafından bağışlanmış ya da değerlerinden daha düşük bir fiyata satılmıştır bu bağlamda soydaşlarımızın da vakıf mallarının satılması konusunda açılan ihalelere katılmaları yasaklanmıştır. Rodos ve İstanköy’de yaşayan Türklere ait vakıfların taşınmazlarından, ticari kuruluşlar ile aynı oranda emlak vergisi alınmaktadır. Diğer kısıtlara ek olarak getirilen ağır vergi borçları altına giren vakıfların, sahip oldukları mülkleri onarma olanağı da bu şekilde yok edilmiştir. Bu da uygulamanın ne kadar ayrımcı olduğunu göstermektedir. Diğer yandan Yunan hükümetleri, Vakıf Dairesi’ne sürekli masraflar yaptırarak elindeki arazileri ve malları sattırmakta, Vakıf Dairesi güçsüzleştirilmektedir. Yunan Hükümetleri bu uygulamayı, ne yazık ki bazen kendilerine verilen emanete ihanet eden kişileri Vakıf Yönetim kurullarına atama yaparak gerçekleştirmektedir.47 . Rodos ve İstanköy’deki Türk İslam vakıfları, adaların Yunan egemenliğine girmesine kadar, Türklerin hem kendilerini maddi kültür varlıkları üzerinden tanımlanmalarına, hem de ortak bir tarih içinde kendi kültürel kimliklerini korumalarına çok büyük katkı sağlamıştır. Adalardaki vakıflar, Osmanlıdan intikal eden Türk İslam mekânları üzerinden bir kimliğin inşasında da aracı rol üstlenmiştir. Vakıf kurumu adalardaki Türklerin, Türk İslam eserlerine yönelik sahiplenme, koruma ve aidiyet duygularını da pekiştirmiştir. Mekân ya da maddi kültür varlıklarının hatırlanan yerler arasında yer almaları genellikle dağınık insanlar ya topluluklar için sembolik bir birleştirici görevini görmektedir. Bu durumun nedeni ise okul, kütüphane, cami gibi kültürel yapıların yaşanılan yer ve mekânsal kimlikle eşbiçimli (izomorfik) bir ilişki içinde olmasından kaynaklanmaktadır. Vakıf kurumu, kültürel kimliğin derinlerinde yatan kök/aidiyet, toprak ve sınır imgelerini sürekli canlı tutar ve yer anlayışı, kültür ve kimlik bağıntısı arasında da güçlü bir köprü kurar. Rodos ve İstanköy adalarında “mekânsal kimliğin” yok olması, vakıf kurumunun zayıflatılması ya da işlerliğini yitirmesiyle daha da hızlanmıştır. Osmanlı egemenliğinden günümüze intikal eden adalardaki maddi Türk İslam kültür varlıklarının, Yunanistan hükümeti tarafından bakımı ve tamirlerine izin verilmemesi, tamirlerin göstermelik olması, vakıf kurumunun doğasına uygun bir şekilde işleyişinden mahrum bırakılması gibi politikalar, Rodos ve İstanköy’deki Türk eserlerinin hızla tahrip olmasına kapı aralamaktadır. Üstelik Yunan 47 Fautre,W.,2017.a.g.e.,s.17 112 Mustafa KAYMAKÇI hükümetlerinin adalardaki Türk İslam vakıflarını yavaş yavaş kamulaştırıp, ekonomisine kaynak olması amacıyla da vergilendirmesi, Yunanistan devletinin sözü geçen adalardaki Evkaf Dairesi’ne, sürekli masraflar yaptırarak elindeki arazileri ve malları sattırmaya çalışması, adalardaki Türklerin mekânsal kimliklerine doğrudan bağlı olan aidiyet duygularına da büyük zarar vermektedir. Bir başka deyimle, adalardaki Vakıflar sorunu Rodos ve İstanköy’deki Türk eserlerinin yok olmasından başka, bu eserlerden beslenen Türk kimlik ve aidiyet duygularını da tehlikeye sürüklemektedir. Dahası, vakıf malları üzerinde yaşanan sorunlar Rodos ve İstanköy Türklerinin eğitim ve ibadet özgürlüğüne de engel olacak türden sonuçlar ortaya çıkarmaktadır. Adalardaki Müslüman Türklerin eğitim, din ve ibadet özgürlüğünü yaşayabilmeleri vakfa ait malların korunmasına bağlıdır. Vakıflar sorununun çözülmesi hem adalardaki Türklerin kısıtlanmış durumdaki sivil ve sosyal özgürlüğünü sağlayacak ve hem de Türk kimliğinin korunması, mekânsal ve yurt aidiyetlerinin de güçlenmesine katkı sağlayacaktır48. Özete şu söylenebilir;değinildiği üzere adalardaki Türklerin mekânsal kimliklerine doğrudan bağlı olan aidiyet duygusunu ortadan kaldırmak için Rodos ve İstanköy adalarında vakıf mallarının haraç-mezat elden çıkarılması için Yunanistan yetkililerin her türlü girişimleri söz konusu olmaktadır.Bunun son örneklerinden birisi,Yunanistan Kültür ve Spor Bakanı Lina Mendoni’nin İstanköy’e gerçekleştirdiğiniz ziyarette, hasarlı camilerin bakım ve onarımının devletten beklenilmemesi ve vakıf mallarının satışıyla yapılması gerektiği konusundaki açıklamasıdır.Bu konu üzerinde yine ROİSDER,daha önceki anımsatmalarına koşut olarak ilgili bakana devlet olarak görevlerini anımsatan bir mektubu göndermek zorunda kalmıştır.49 Nefret ve Baskı Ortamı Sorunu50 Özgün, C., 2019. “Assessments On The Relatıonshıp Among Identity, Space and Foundatıons In Rhodes And Kos”, Turkısh Foundatıons İn Rhodes And Kos, Editors: Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı Assoc. Prof. Dr. Cihan Özgün Assoc. Prof. Dr. Fırat Yaldız, Konya, pp. 69-70 49 Kaymakçı, M., 2020. Rodos ve İstanköy Türk-Müslüman Vakıflarının korunması için Yunanistan Kültür ve Spor Bakanı Lina Mendoni’ye gönderilen 2 Kasım 2020 tarihli ROİSDER mektubu. 50 Rodos, İstanköy ve Onikiada Türklüğünün Yakın Tarihi Üzerine Sözlü Tarih Projesi Kesin Raporu.s.94-96 48 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 113 Türklere karşı nefretin temelleri arasında, Yunan algısında Batılılar tarafından yaratılan Türk imgesinin olumsuzluğu, Yunan ulusunun neredeyse 500 yıl Osmanlı-Türk egemenliğinde kalması yanında 9 Eylül 1922’de İzmir’de noktalanan ve adına Yunanlılar tarafından Küçük Asya Felaketi denilen yenilgi gibi olayların olduğu söylenebilir51. Bu kapsamda adalarda nefret ve baskı ortamının Yunanistan dönemiyle başladığı söylenebilir. Ahmet Kantarcı 52; “Ben çok iyi bir otomobil tamircisi idim, aynı zamanda otomobil topluyor, onarıyor ve satıyordum. Bana iş getirenlere baskı yapmaya başladılar. Senin yerin karşısı diye Türkiye’yi gösteriyordu. O yüzden göç ettim.” diyor. Nigar Barışçı53 ise göç nedenini şöyle açıklıyor; “Ben 24 yaşında Rodos’tan göç ettim. Nedeni şu; Eşimle kayınpederim kahvehane çalıştırıyorlardu. Rodos’taki kahvehanelerde hem meze, hem rakı hem kahve verilirdi. Ancak kahvehanenin adı Ankara kahvehanesiydi. Yunanlılar bunu hazmedemiyor, seneler sonra “Kahvehanenin adını değiştireceksin, Yunan yapacaksın”dediler. Kayınpederim gurur yapıyor, bunu değiştirmiyor. Yunan devletinden adını değiştireceksiniz diye resmi kağıtlar geldi. İkinci kağıt geldiğinde “Türkiye’ye gideceksiniz “dediler. Kayınvalidem ve kayınbabam bir valizle Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldılar.” Ali Yücesoy54 ve Hasan Hacımemni55 ise dinsel kimliklerinden dolayı horlandıkların anlatıyorlar ve “Türklere Rumların kimileri iyi, kimileri kötü bakardı. Bize “Siz sünnetlisiniz” anlamında “Kesiksiniz” diyerek alay geçerledi. “Türksün savaş olsa seni keseriz” derlerdi” demektedirler. Rafet Faralyalı 56da benzer şeyler söylüyor; “Bizimle sünnetli olduğumuz için alay ederlerdi. Kötü anlam ile el hareketleri yaparlardı ve 51Bakınız: Özgün, C.,2018“An Orientalist Disillusionment: Turkish Sovereignty in Rhodes and Kos”, The Forgotten Turkish Identity of the Agean Island: The Turkish Identity in Rhodes and Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün, Eğitim Yayınevi, Konya, pp. 266-278. Cihan Özgün, Socıety and Economy on The Island Of Rhodes In Western Travel Journals In The 19th Century, Tarih İncelemeleri Dergisi, cilt.34, 2019, ss.197-227. Özgün, C., İ. Hamaloğlu, 2020. “Occupatıon of Izmır And Its Echoesat Canadıan Press”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, cilt.20, s.65-84. 52 Ahmet Kantarcı ile yapılan görüşme 53 Nigar Barışcı ile yapılan görüşme 54 Ali Yücesoy a.g.g 55 Hasan Hacımemni ile yapılan görüşme 56 Rafet Faralyalı ile yapılan görüşme 114 Mustafa KAYMAKÇI küfürlü sözler kullanırlardı. Ayrıca bizim dini simgelerimiz ile de alay ederlerdi. Aslına bakarsanız bizde aşağı kalmıyorduk. Bizde onlara put işareti yapıyorduk”. Adını saklı tutulmasını isteyen bir Rodoslu Türk57 ise; “Akşam okulunda Türk olduğum için tatsız şakalarla karşılaşırdım. İlkokulda ise yunan bir öğretmenimiz her sabah “Altı parmaklı Konstantin İstanbul’a kaybetti,altıparmaklı Konstantin İstanbul’u alacak”diye bir yazıyı sınıfta okurdu.” Demir Kıbrıslı58; “Rodos’ta görünür şekilde nefretin Türkiye’deki 6-7 Eylül olayları ile başladığını söylüyorve “Bu olaylar sırasında Türklere zarar vermesinler diye Türk Mahallelerinin polisler tarafından korunduğunu biliyorum. Daha sonra Yorgo Papandreu’nun Karamanlis ile seçim mücadelesinde Papandreu’nun Yunan Vatandaşlarına “Beni Seçin İstanbul İle Kıbrıs’ı Alacağım” şeklinde vaatleri oldu. Sonra 1964’te Kıbrıs olaylarında Cengiz Topel olayları yaşandı. Ben o zaman Siroz adasında askerdim. Biz katırcılar-Yunanistan ordusunda askerlik yapan Türkler genel olarak katırcı olurdu- ile Yunan komünistlerini ayırdılar ve diğerlerini cepheye gönderdiler.” diyor. Rıfat Maşazade 59 aynı tespitte bulunuyor; “İstanbul’daki 6-7 Eylül olayları olduğu zaman Rodos’ta zor günler yaşadık. O günlerden birisinde ellerindeki sopalarla Palikaryalar “Türklere ölüm” bizim eve doğru geldiler. Komşumuz olan bir Yunanlı aile, burada ben oturuyorum diye bizi kurtarmıştı.” Diğer yandan ada Türklerin kimileri de birlikte yaşadıkları Yunanlardan fazla düşmanlık görmediklerini, Yunanistan karaadasından sonradan gelen Yunanların düşmanlığı körükledikleri söylemektedirler. Adı saklı bir Rodoslu Türk60“ Bana göre Atina’dan, Yunanistan’dan gelenler Türklere karşı daha düşmanca hareket ediyorlardı. Menfaatleri sebebiyle yaygaralık yapıyor, kendilerini üstün göstermek istiyorlardı. 1974’te ise ilişkiler daha da bozuldu. Yunan bir arkadaşım vardı, arabamla onu dükkana getirirdim,ancak hareketten sonra başkaları görür diye arabama binmek istemedi.” Adı saklı Demir Kıbrıslı ile yapılan sözlü görüşme 59 Rıfat Maşazade ile yapılan görüşme 60 Adı saklı 57 58 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 115 Yine adının vermekten sakınan Rodoslu bir Türk de 61 benzer söylemi şöyle dile getirmektedir; “Rodos’ta birlikte yaşadığımız Rumlar’da fazla düşmanlık görmedik diyebilirim. Ancak Yunanistan’ın bir yerinden gelenler Türklerle yaşamadıkları için onlarla birçok problem yaşadık. Ben size bir hikayemi anlatacağım. Birkaç yıl önce biz eşimle Atina’ya gitmiştim. Bir misafirlikte karşılaştığım Yunanlar bize çok yabancı davrandılar. Kapıyı ben açmıştım. Yunan kadın bana şöyle dik dik baktı. Ben de “Niye öyle bakıyorsunuz ne oldu, ben de sizin gibi insanım” dedim, O da “AA, siz Türksünüz tek gözlü bekliyordum” dedi. O anda ağzım açık kalakaldım. “Şimdi öyle insan var mı?” dediğim zaman, “Ben öyle okudum, öyle biliyordum” demesin mi? Şaka gibi. Bu olayı her vakit anarız.” Suna Hamid ise Yunanistan kara adasında Türklere karşı nefretin daha yüksek düzeyde olduğunu bir arkadaşının karşılaştığı davranışı örnek vererek anlatıyor62; “Türklerle Yunanlar Arasında şu anda dostluk olmaz. Yakın zamanda benim arkadaşlarımdan birisi Atina’ya turist olarak gitmiş. Bir lokantada girmişler. Lokantacı servis yaparken siz nerelisiniz demiş. Onlar Türküz cevabını verince servisi yapan kişi tabakları ters yüz edip bırakmış ve servis yapmamış. Yunanların kuyruk acıları mı var bilemiyorum ama böyle Türklere karşı bir yukarıdan bakma durumu var yani. Ben bundan dolayı dostluk olamayacağını düşünüyorum.” Ancak Türklere karşı Yunanlardan gelen daha yüksek düzeyde nefretin Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Hareketi ile ortaya çıktığı söylenebilir. Muhammet Ali Paşa; 63“1974 yılındaki Kıbrıs Hareketinden sonra bir kısım Yunanlar da Rodos’a Türk askerleri çıkarma yapacaklar diye çok korktular.” Yine adını saklı tutan Rodoslu bir Türk64 de şöyle diyor; “1974’te çok kişi eziyetten geçti. 200 kişinin işkenceden geçtiğini söyleyebilirim. Bunlardan ikisi çok kısa sürede, beşide zamanla vefat etti. Benim de dükkanımı, arabamı yaktılar. Üstelik yangın elektrik tesisatını tamir ettirmediğim, yangın bundan çıktı diye suçlayarak beni mahkemeye verdiler. Oysa ben kundaklanmış olduğunu biliyordum. Benim şahitim Pireka isminde Rum-İtalyan karışımı bir elektrikçi vardı. Pirika, “Tesisatta bir şey yoktu, dükkanı yaktılar” deyince , mahkemedekiler af edersiniz ho ho ho diye güldüler, dalga Adı saklı Suna Hamit ile yapılan görüşme 63 Muhammet Ali Paşa ile yapılan görüşme 64 Adı saklı 61 62 116 Mustafa KAYMAKÇI geçtiler.Mahkemeye beni çağırmadılar. Fakat dükkân yandığında ben emniyeti, itfaiyeyi, hem de elektirikçiyi çağırmıştım. Onlar, “Dükkânı yakmışlar, kundaklamışlar” demişti. Ancak bir tespit ve belge vermeden çıktılar ve gittiler” Demir Kıbrıslı 65da Türklere karşı asıl kırılmanın, Türkiye’nin 1974’te Kıbrıs’a yaptığı Barış Hareketi ile başladığını dile getiriyor ve “Çıkartma olduğu gün bizi hemen askerlik şubesine çağırdılar. Kaydımızı yaptılar. Yunanlı komşular bize bağırdılar, evimizi taşladılar. Şinasi öğretmenimizin casusluk yapıyor diye 23 ay içeri aldılar, dövdüler, dişlerini söktüler. Bundan Amerikan uyruklu bir Türk de nasibini aldı. Birçok kişi dayak yedi. Ben esnaf idim. Kestiğim faturaları adım Türk olrak geçtiği için maliye kabul etmemeye başladı. İşte o zaman ayrımcılığı hissettim. Artık buradan yiyecek başka ekmek yok dedik, göç ettik.” Rodoslu bir Türk Kıbrıs hareketinden sonra işinden olduğunu ve Amerikan yurttaşı bir Türkün bile işkenceden geçtiğini anlatıyor66; “1974 senesinde Kıbrıs meselesinden dolayı işime son verildi. Tabi çok tatsızlık oldu, birçok soydaşımız dayak yedi, hatta eşimin akrabası taksicilik yapıyordu, kendisi Amerikan yurttaşı idi, epeyce yıprandı, ayaklarından asmışlar onu. Olay şöyle olmuş: Taksiye binen müşteriler nedensiz şikâyette bulunmuşlar. Polisler, arabasını kaza süsü vermiş gibi bir yol kenarına koymuşlar, ayaklarından asmışlar ve dövmüşler, gece on ikide kapının önüne bırakmışlar. Gördüğümüzde yüzü gözü morarmıştı. 1974’ten sonra Türklerin bir kısmı artık adada kalmak istemedi. Aslında göç 1972 Türk okulunun kapatılmasıyla başlamıştı. Türkiye’de akrabası olanlar veya okuma çağında çocuğu olan aileler Türkiye’ye göç ettiler. 1974 senesinde de daha yoğun göç oldu. Uzgur köyü yüzde yüz Türk nüfusundan oluşuyordu, hemen hemen yarıdan fazlası göç etti, Kızıltepe yüzde yüzü Türk’tü oradan da göçtüler. Gani Ahmet’ten, Kandilli’den göç edenler oldu. Bütün bu saydığım yerler o tarihlere kadar yüzde yüz Türklerden oluşuyordu.” İstanköylü bir Türk ise 67; “Kıbrıs hadisesinden sonra bize ayrımcılık yapmaya başladılar. Ticari ilişkiler devam etti, ama komşuluk ilişkilerini zedeledi. Ben o sıralarda köyde çalışıyordum, şehirde toplanan Yunanlar bize bağırıyorlardı. Çocuklara evin kapısını kapatmayın dedim.Çünkü kapıyı Demir Kıbrıslı ile yapılan görüşme Adı saklı 67 Adı saklı 65 66 Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 117 kapatsan, gelecekler kapıyı kıracaklar. Onlara korkumuzu göstermedik. Kapıya oturdum. Çünkü korku gösterirsen dalacaklar evlere. Sonra kurtardık yakayı.” diyor. Adının verilmesini sakıncalı bulan bir Rodoslu68 da “1974 sırasında otellerde çalışan Türklerin işlerine son verilmesi için otel sahiplerine baskı yapıyorlardı. Türkleri işten kovmazsanız “Sizin otelinizi yakacağız, yıkacağız, ziyan edeceğiz “demişlerdi.Benim kocam da bir otelde çalışıyordu,ancak patronları onu sevdikleri için tehditler geçinceye değin 3-4 ay izin verdiler.”şeklindeki baskıyı anlatıyor. Kıbrıs olayları ile ortaya çıkan nefret ve baskı ortamının Türkiye’ye göçü hızlandırmış bulunmaktadır. Bu konuda Dürdane Kovacıoğlu 69; “Kıbrıs olaylarına kadar Yunanlar ile Türkler arasında bir önemli olay yoktu. Ancak Türkiye’nin Kıbrıs’a asker çıkarmasından sonra eski düşmanlıklar tazelendi. Düşmanlık belirtileri baş gösterdi. Türkçe konuşmaya bile korkuyorduk. Kocama Yunan arkadaşları bir süre görüşmeyelim dediler. İkinci hareketten sonra Türkiye’ye göç etmenin zamanı geldi dedik.” diye açıklama yapmaktadır. Türkiye’ye yerleştiği halde adını vermek istemeyen Rodoslu bir kadın ise şunları söylüyor 70; “1974 yılında en sevdiğim Yunan arkadaşım bile “sizi keseceğiz” dedi, şok olmuştum. Türkiye’ye kaçtım”. Bir başka Rodoslu Türk te 71aynı şeyi ifade ediyor; “1974’den sonra Türklerin göçü hızlandı. Mallarını, arazileri ucuza sattılar. Duyduğumuza göre, papazlar topraklarını satmak zorunda kalan Türklerin mallarını alanlara “Sakın peşin para vermeyin, taksitle alın, onlar Anadolu’da bizim bütün mallarımızı gasp ettiler” diye vaaz ediyorlarmış.” Sevim Halepli 72 de benzer bir değerlendirme yapıyor; Kıbrıs harbinde herkes korktu. Çoğu Türk topraklarını yok pahasına satarak Türkiye’ye göç ettiler.Adada az sayıda Türk kaldı.” Bir başka Rodoslu 73ise şaka niyetiyle söylediği bir sözden bile cezalandırılmış ve yalan söylemek zorunda kalmış; “Yunanlarla ilişkilerimiz Adı saklı Dürdane Kovacıoğlu ile yapılan görüşme 70 Adı saklı 71 Adı saklı 72 Sevim Halepli ile yapılan görüşme 73 Adı saklı 68 69 118 Mustafa KAYMAKÇI iyiydi. Ama Kıbrıs Hareketi ile aramız bozuldu. O günlerde Yunan arkadaşlarla şakalaşırken Türk gemileri gelecek Rodos’u bombalayacaklar demiştim. Şakamı sahi sandılar. Karakola götürdüler ve emniyetçilere ifade verdim. Karakol polislerinden birisi bana şu soruyu sordu;” Türk askerleri gelse sen kime silah sıkacaksın?” Ben de “Türklere sıkarım” demek zorunda kalmıştım.” Ahmet Kırevliyası74,Türklere karşı gerilimli günlerde nefret ve baskının fazlalaştığını, Türklerin Yunan resmi dairelerinde işleri güçlükle çözümlendiğini, babasının süt pazarlama izini alırken çok zorlandığını, Yunan çocuklarının Türk çocuklarıyla konuşurken aşağılatıcı terimler kullandığını,bunlarda birisi sünnet edilmiş ancak Kesik Türk anlamına gelen “Turko-Kommeno” diye hitap edildiğini ve tarih kitaplarında milliyet vermeksizin Türklere karşı düşmanlık ve hakaret dolu yaklaşımlar olduğunu söylüyor ve şu olayı anlatıyor; “Beş-altı yaşlarında idim. Galiba Türkiye’de 6-7 Eylül olaylarının yaşandığı günlerdi.Akşam üzeri babam şehirden gelince evin kapısını telaşla kilitledi.Av tüfeğini eline aldı.Fişekliği boynuna aştı. Sabaha kadar uyumamışdı. Olayları tam bilmediğim ve algılamadığım için merak ederek nedenini sordum. “Oğlum, Türkiye’de İstanbul’da bazı olaylar olmuş. Yunanlar bunun öcünü bizden çıkaracaklar diye duyum aldık.Bizi kesmeğe gelirlerse kendimizi korumak için silahlandım. En azından kendimizi koruruz. Kolay teslim olmayız.” demişti.” Geçmişten günümüze değin Rodos ve İstanköy’de Türklere karşı nefret ve baskı ortamı sürdürülmüştür. Türkiye Cumhuriyet tarafından 1947 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Hareketi sırasında birçok Türk’ün işkence gördüğü, bir Türk’ün de öldürüldüğü biliniyor. Bugün için nefret ve baskı ortamı azaltılmış gibi görünüyor. Bununla birlikte Rodos ve İstanköy’de baskı ortamı yerel basında yer alan haberler ile sürdürülüyor. Diğer yandan, Kıbrıs Barış Harekâtı ve sonuç olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulması Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesimi için tam bir travma olmuştu. Bu travma Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türklere de baskı olarak yansıtılmıştır. 74 Kırevliyası,A. a.g.e Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 119 Nefret ve baskıdan Türkiye’de örgütlenmiş olan Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği bile payını almaktadır 75,76. Özet ve Öneriler Rodos ve İstanköy’de Rum ve Türk toplumlarının aralarında zaman zaman ortaya çıkan sorunların temelinde sadece tarihsellik ya da yaşanmışlıklar değil aynı zamanda konuşulan farklı dillerin ve dinlerin etkisi olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle Türk kimliğini korumak için dil ve dinin birlikte ele alınması, adalar Türkleri arasında yaygın bir kanaattir. Rodos ve İstanköy’de Türkçe öğrenim veren 1972 yılından itibaren kapatılmıştır. Devlet okullarında eğitim gören Türk çocukları, bugün Türkçeyi çok az derecede konuşabilmektedir. Türk okullarının kapatılması, adalar Türklüğünü zor durumda bırakmıştır. Bu bağlamda adalarda Türklerin kültürlerini ifade etme aracı olan “Türk dili” ve buna bağlı eğitim, din gibi kültürel aktarım araçlarının, Yunanistan’ın uyguladığı kültürel arınma politikası karşısında büyük tehlikelerle karşı karşıya olduğu gözlemlenmektedir. Günümüzde, Yunanistan devlet okullarına gidebilmekte olan soydaşlarımız, din derslerinden muaf tutulmalarına karşın, dini eğitim haklarını da kullanamamaktadırlar. Yunan Hükümetleri, Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türkleri, Türk Kimlikleri ile değil, Müslüman olarak kabul etmektedir. “Türk” ya da ‘Azınlık’ nitelendirmesini içeren dernekleri tescil etmemektedir. Rodos ve İstanköy Türklerinin sivil toplum anlamında örgütlenmeler çok yenidir. Rodos ve İstanköy’de örgütlenmenin geç kalmasının birçok nedenleri vardır. En önemli nedeni, uzunca bir süre İtalyan ve Alman işgali sırasında ve arkasından adaların Yunanistan’a verilmesiyle Türklere karşı uygulanan kimliklerinin yok edilmesine yönelik devlet uygulamalarının yarattığı korku olduğu söylenebilir. Yukarıda da değinildiği üzere adalar Türklerinin, Türk kimliği ile örgütlenmesi olası değildir.Türkiye de bile ROİSDER olarak kalıcı örgütlenmenin geçmişi ancak 26 yıla dayanmaktadır. 75https://www.fuen.org/tr/haberler/single/article/fuen-condemns-arrest-of-mr- kaymakci-president-of-our-member- organisation-from-rhodes-and-kos/ Geneva, October 26, 2016. “The International Secretariat of the World Organisation Against Torture (OMCT) Greece: Acts of harassment against defenders working on the rights of minorities in Greece, including the arbitrary detention for a night and expulsion from Greece of Mr. Mustafa Kaymakçı”) 76 120 Mustafa KAYMAKÇI 1967 yılından itibaren cemaat ve vakıf idaresini denetlemek amacıyla Yunan makamlarınca Hükümet murahhası atanmaya başlanmıştır. Ayrıca, hukuki olarak vakıf mallarının satılmasının yasak olmasına karşın, birçok vakıf malı Yunan makamlarınca atanan vakıf idarecileri tarafından bağışlanmış ya da değerlerinden daha düşük bir fiyata satılmıştır. Bu bağlamda soydaşlarımızın da vakıf mallarının satılması konusunda açılan ihalelere katılmaları yasaklanmıştır. Günümüzde Yunan hükümetleri, Evkaf Dairesi’ne sürekli masraflar yaptırarak elindeki arazileri ve malları sattırmakta, Evkaf Dairesi güçsüzleştirilmektedir. Yunan Hükümetleri bu uygulamayı, ne yazık ki bazen kendilerine verilen emanete ihanet eden kişileri Vakıf Yönetim kurullarına atama yaparak gerçekleştirmektedir. Türklere karşı gerilimli günlerde nefret ve baskı fazlalaşmaktadır. Bugün için nefret ve baskı ortamı azaltılmış gibi görünmekle birlikte özellikle fanatik unsurlarda bu doğrultuda eylemler sürdürülmektedir. Adalarda Osmanlı Dönemi ile İtalyan döneminde ekonomiye Türklerin egemen idi. Rodos ve İstanköy adalarında yaşamakta olan Türklerin yakın dönemlere değin çokluk olarak tarımla uğraştığı, ancak sanayi, ticaret ve esnaflıkta da ağırlığı olduğu gözlenmekteydi. Ancak adaların Yunanistan’a verilmesiyle, Türklere ait topraklarının hızla elden çıkarıldığı gözlemlenmektedir. Özellikle 1970’li yıllardaki turizm patlamasından sonra toprağın çok değerlenmesi ile toprak sahipleri ayrıcalıklı bir duruma gelmişlerdi. Bu durumu, Yunanistan doğrudan ve dolaylı yönlendirmesiyle Rodos ve İstanköylü Türklerinin toprak satışına teşvik etmişti. Böylelikle Türklere ait topraklar Yunanlıların eline geçmiştir. Özet olarak şu söylenebilir; Rodos ve İstanköy’de Türklerin varlığı, fetih öncesine, 1483 yılına kadar uzanıyor. Ancak Yunanistan’a göre Türkler, yalnızca Müslüman Yunan vatandaşı olarak görülüyor. Türklere yönelik kültürel soykırım politikaları ne yazık ki devam ediyor. Bugün Türklerin dini, kültürel, ekonomik ve eğitim alanında yaşadığı sorunlar giderek çözümü zor bir boyut kazanmış durumdadır. “Rodos ve İstanköy Türklerinin Kültürel Hakları İçin Çözümler” aşağıda belirtilen maddeler halinde özetlenebilir: • Türk kimliklerinin kabul edilmeli ve kültürel kimlikleriyle örgütlenmelerini engelleyen yasa ve baskılara son verilmedir, Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 121 • Türk çocuklarına çift dillilik temelinde en azından ilköğretim düzeyinde Türkçe öğrenme hakkı, bir başka deyişle anadil eğitimi hakkının sağlanmalıdır, • Rodos ve İstanköy Türklerinin Müslümanlık eğitimi için önündeki engellerin kaldırılmalıdır, • Rodos, İstanköy ve Onikiadalardaki Osmanlı Türklerinden kalan kültürel eserlerin korunmasına, bakım ve onarımına Yunan hükümetlerinin özen göstermelidir, • Rodos ve İstanköy Vakıf Malları Yönetim Kurumu üyelerinin, Rodos ve İstanköy Türkleri arasında yapılacak özgür bir seçimle gelmeleri gerçekleştirilmelidir, • Yunan hükümetlerince kamulaştırılan vakıf eserlerinin amacına uygun olarak kullanılması için iadesi, örneğin Süleymaniye Medresesi’nin çift dillilik temelinde yeniden Türkçe öğrenim-eğitim yapan kuruma dönüştürülmesi sağlanmalıdır, • Türk-Müslüman mezarlarının, bu bağlamda Murat Reis Külliyesi mezar taşlarının vandalca yok edilmesi engellenmelidir, • Zaman zaman ortaya çıkan nefret ve baskı ortamının sona erdirilmelidir, • Yunan vatandaşlığından silinen Rodos ve İstanköy doğumlu Türklerin vatandaşlık hakları iade edilmelidir, • Yunanistan ders kitaplarında Türk düşmanlığını işleyen görüşler ortadan kaldırılmalıdır. Özetle; Rodos ve İstanköy Türklerinin sırasıyla Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Birleşmiş Milletler, Uluslararası Antlaşmalar ve de Yunanistan Anayasası’nda güvence altına alınmış sosyal ve kültürel haklarını Yunanistan’dan tarafından verilmelidir. KAYNAKÇA Cin, T., 2009 Yunanistan'daki Türk Azınlığın Hukuki Özerkliği (Müftülük Meseleleriyle İlgili 122 Mustafa KAYMAKÇI Cin, T., 2003 Çelikkol, Z., 1992 Çelikkol, Z., 1990 Dayıoğlu, Ali, 2013 Dilek, B. S., 2017 Dilek, B.S., 2008 Ersoy, M.A.,2006 Fautre, W., 2017 Yunan Yargıtay Kararları ve Diğer Belgeler), Orion Kitabevi, Ankara Yunanistan'daki Müslüman Türk Azınlığın Din ve Vicdan Özgürlüğü (Başmüftülük ve Müftülükler Sorunu) Seçkin Yayınları, Ankara Rodos’taki Türk Eserleri ve Tarihçe. (Genişletilmiş mukayeseli 2.Baskı) Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1992 İstanköy’deki Türk Eserleri ve Tarihçe, TTK yay., Ankara Yunanistan’la İlişkiler (İç.), Oran, Baskın (Editör), 2013 Türk Dış Politikası. Kurtuluş Savaşından Bugüne. Olgular, Belgeler, Yorumlar. Cilt III: 2001-2012 Ege’nin Unutulan Türkleri (Genişletilmiş İkinci Baskı) Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları Ege’nin Unutulan Yayınları Türkleri. Cumhuriyet Rodos’ta Türk-Müslüman Vakıfları (İç.) Rodos ve İstanköy Türklüğü Genişletilmiş İkinci Baskı (Ed.) Kaymakçı, M. ve Özgün, C. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları Greece: Ethnic Turks In Rhodes Copyright Federal Union of Nationalities and Rhodes, Kos Dodecanese Turks Culture and And Kos. European and the Solidarity Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 123 Association. All Rights Reserved. Brussels, December 2017. Geneva, October 26, 2016 “The International Secretariat of the World Organisation Against Torture (OMCT) Greece: Acts of harassment against defenders working on the rights of minorities in Greece, including the arbitrary detention for a night and expulsion from Greece of Mr. Mustafa Kaymakçı”. http://www.abchukuk.com/arsiv/lausannne.html.Erişim 20 Aralık 2014 https://www.fuen.org/tr/haberler/single/article/fuen-condemnsarrest-of-mr-kaymakci-president-of-ourmemberorganisation-from-rhodes-andkos/ İlhan A.,2007 “Vakıf Kurumu, Mahiyeti ve Tarihi Gelişimi”, Vakıflar Dergisi, XXX. Sayı, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara Kaurinkoski, K.,2012 The Muslim Communities in Kos and Rhodes: Reflections on Social Organization and Collective Identities in Contemporary Greece.Slavica Helsingiensia Ed: By Jouko Lindstedt anda Max Wahlstrom.Balkan Encounters-Old and New Identities In South Eastern Europe Helsinki 2012 Kaymakçı, Mustafa, 2014 Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Kısa Tarihçesi. (Ed.,) Mustafa Kaymakçı, Cihan Özgün (İç.,) Rodos ve İstanköy Türklüğü. Bornova-İzmir Kaymakçı, M., C. Özgün,2015 Rodos ve İstanköy Türklerinin Yakın Tarihi: Ege Denizi’nde Yükselen Sessiz Çığlık. 124 Mustafa KAYMAKÇI Kaymakçı, M.,2011 Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin 28 Aralık2011 tarihli “Yunanistan Hükümeti’ni Osmanlı Türkleri’nden Kalan Mimari Eserleri Bir İnsanlık Kültür Mirası Olarak Kabul Etmeleri Gerektiğini Hatırlatmak İstiyoruz.” başlıklı basın açıklaması Kaymakçı, M., 2013.The Religious Problems Of The Turks Living In Rhodes, Kos And The Dodecanese. 26-27 Kasım 2013 Birleşmiş Milletler Azınlık Sorunları Forumu.Cenevre Kaymakçı, M, C. Özgün, 2020 Rhodes and Kos Turks: Contributions to the Turkish War of Independence and Current Problems, Eğitim yay., Konya Kaymakçı, M.,2017 Kaymakçı, M.,2020 Kaymakçı, M. ,2021 Kaymakçı, M., 2020 Rodos ve İstanköy Türklüğü Ansiklopedisi. Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Yayınları. Yunanistan Onikidalar Parlamentosu Turizm Bakan Yardımcısı Emmanoul Konsolas’in “Onikiadalarda Türk Olmadığı”na haberine ilişkin olarak ilgili bakana gönderilen ROİSDER mektubu. Yunanistan Eğitim & Din İşleri Bakanlığı Din İşleri Genel Sekreterliği’ne Bakanlığı’nın 2019 yılında ibadethanelere gerçekleştirilen saldırılar ve dini topluluklara yönelik düzenlemelere ilişkin raporuna ilişkin ROİSDER mektubu. Rodos ve İstanköy Vakıflarının korunması Türk-Müslüman için Yunanistan Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları 125 Kültür ve Spor Bakanı Lina Mendoni’ye gönderilen 2 Kasım 2020 tarihli ROİSDER mektubu. Konuk, N.,2018 Özgün, C., 2014 Özgün, C.,2018 Özgün, C.,2019 Özgün, C., 2019 Özgün, C., 2019 Midilli, Rodos, Sakız ve İstanköy’de Osmanlı Mimarisi/Ottoman Architecture in Lesvos, Rhodes, Chios and Kos.Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM) Yayını, Ankara “Social, Economic and Cultural Life in Rhodes and Kos Turks”, Turkısh Identıty in Rhodes and Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün, Meta Basım Matbaacılık, İzmir “An Orientalist Disillusionment: Turkish Sovereignty in Rhodes an Kos”, The Forgotten Turkish Identity of the Agean Island: The Turkish Identity in Rhodes and Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün, Eğitim Yayınevi, Konya, 2018. “Assessments On The Relatıonshıp Among Identıty, Space and Foundatıons In Rhodes And Kos”, Turkısh Foundatıons İn Rhodes And Kos, Editors: Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı Assoc. Prof. Dr. Cihan Özgün Assoc. Prof. Dr. Fırat Yaldız, Konya “Avrupa ve Osmanlıların Akdenız Siyaseti: Ege Adaları ve İşgaller (1912)”, Ege Adalarının Unutulan Halkı: Rodos ve İstanköy Türkleri, Ed. Mustafa KaymakçıCihan Özgün, Eğitim Kitabevi, Konya “Socıety And Economy On The Island Of Rhodes In Western Travel Journals In The 19th Century”, Tarih İncelemeleri Dergisi, cilt.34, s.197- 227 126 Mustafa KAYMAKÇI Özgün, C.,2020 “The Problem of Memory and Turkish Language Learning in Rhodes and Kos (İstanköy)Turks”, Turkish Culture in Rhodes And Kos, Ed. Mustafa Kaymakçı- Cihan Özgün, Eğitim Pub., Konya Özgün, C., İ. Hamaloğlu, 2020 “Occupatıon of Izmır And Its Echoesat Canadıan Press”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, cilt.20, s.65-84 Prodos Gazetesi 30 Ocak 2005 Rodos, İstanköy ve Onikiada Türklüğünün Yakın Tarihi Üzerine Sözlü Tarih Projesi Kesin Raporu 2014. İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (127-131), 2021 AKDENİZ’E FARKLI BAKMAK Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ Tarihte, Akdeniz ve çevresinde farklı kültürlerin bir araya geldiği çatıştığı ve uzun süre bir arada yaşadığı iki farklı coğrafyadan söz edilebilir. Bunlardan biri Doğu-Batı ekseninde Anadolu diğeri de Kuzey-Güney ekseninde İber yarımadası yani günümüz İspanya ve Portekiz’idir. Biraz da göç yolları üzerinde olmanın etkisiyle her iki coğrafyada da üç tek tanrılı dinin ve farklı etnik kimliklere sahip insanların bir araya geldiği dönemler yaşanmıştır. Bu durum çoğu kez savaşlar ve çatışmalar doğururken zaman zaman toplumsal barışın korunabildiği de görülmüştür. Anadolu coğrafyası farklı kültürleri çatıştırmak yerine bir arada tutmayı onları birbirine karıştırıp dönüştürüp ayrılamaz hale getirmeyi İber yarımadasına göre daha fazla başarmış bu sayede toplumsal barışı sürdürebilmişken İber yarımadası tarih boyunca kültürler arası çatışmanın odağı olmuştur. Musevi ve Müslümanların yarımadadan kovulması ile başlayan kültürel saflaştırma, Hristiyanlaştırma süreci yüzyıllar boyunca süren savaşlar ve iç savaşlara yol açmıştır. Anadolu insanı ise farklı kültürleri içinde, özünde yaşantısında ve hatta genlerinde barındıran “her şeyden biraz” diye özetleyebileceğimiz karışım ile ortaya çıkarken İber coğrafyası güçlü olan kültürün diğerlerini yok ettiği veya kontrol altında tuttuğu savaşlar ve iç savaşlar coğrafyası olarak şekillenmiştir. İşte bu şekillenmeye çok farklı bir açıdan yeme-içme dünyası yani gastronomi üzerinden bakmaya çalışacağız bu yazıda. İnsanın gündelik yaşantısının ve bu yaşantının kültüre yansıdığı ancak çoğu zaman bu yansımanın çok da fark edilmediği ya da önemsenmediği de söylenebilir. Bununla birlikte simgesel bazı anlamlar yüklenen ve iki coğrafyayı da yani İber yarımadası ile Anadolu yarımadasını tanımlayabileceğini düşündüğümüz iki yemek üzerinden bazı çıkarsamalarda bulunmak istiyoruz. Anadolu’nun barışçıl, hoşgörülü, dönüştürücü yapısı ile İber coğrafyasının her daim çatışma ortamı günlük hayata ve yemek kültürüne kadar yansımıştır. Anadolu coğrafyasının her yerinde, her evde pişebilen, en bilinen yemek Aşure iken İber coğrafyasının ana yemeği Paelladır. Aşure, Anadolu insanı gibi birbirinden farklı hatta bazen birbirine zıt  Doç. Dr. Ahmet Uhri, Dokuz Eylül Üniversitesi. Dr. Mehmet Uhri. 128 Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ tatlardaki ürünlerin karıştırılarak pişirilmesi ile yapılır ve ortaya çıkan yeni ürün başlangıçta katılan ürünlere hemen hiç benzemez. Ayrıca, aşurenin başlangıçtaki bileşenlerini geri almak olası değildir. Aşure Anadolu insanın kültürel karışımının ve bu anlamda toplumsal hoşgörü ve barışının simgesidir. Burada hemen bir parantez açıp bu hoşgörü ve barış ortamına bir katkı olması amacıyla yazıldığını düşündüğüm, ancak son dönemlerde her zaman olduğu gibi yanlış anlaşılan Elif Şafak’ın Baba ve Piç adlı romanının kurgusunun aşure üzerinden yapıldığını da belirtmekte yarar var.1 Kitabın her bölümü aşurede bulunan bir gıda maddesi ya da baharat ile adlandırılırken, söz konusu madde o bölüm içinde belirleyici bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. İspanya’ya özgü paella ise özünde bir pirinç pilavıdır. Taze sebze ve yerine göre et veya deniz ürünlerinin karışımından oluşan geleneksel bir yemektir. Pirinç baskın egemen kültürün simgesi olarak kabul edildiğinde paeallaya katılan taze sebze, et ve balık azınlık kültürlerini simgeler. Ortaya çıkan yemekte ortak yeni bir tat oluşturma kaygısı da hissedilmez. Hepsinden önemlisi ise paellanın ayrıştırılabilir bir yemek olmasıdır. Aşureyi başlangıçtaki haline dönüştürmek mümkün olmazken paellanın bileşenleri istenirse yemeğin içinden aslına uygun olarak ayıklanabilir. Paella, kültürlerin birbirlerine karışmasına fırsat tanımayan, çatışmanın ve hep savaşların yaşandığı bir coğrafyanın, İber yarımadasının yemeğidir. Bu durumda ister istemez akla bir soru gelmekte; bu iki coğrafyanın farklılığı toplumu nasıl etkilemiş olabilir? Anadolu insanı için hayatın çatışmadan çok uzlaşma, hoşgörü ve denge arayışı üzerine kurulduğunu görürüz. Mevlâna gibi Yunus Emre gibi barış ve hoşgörünün simgesi yüreği geniş insanların bu topraklardan çıkması veya farklı mimari özellikleri bir kubbe altında olağanüstü güzellikte toplayabilen Mimar Sinan’ın Anadolu insanı olması rastlantı değildir. Onlar aşurenin simgelediği hoşgörü ve birleştiriciliğin yetiştirdiği yüreği geniş, yaratıcı Anadolu insanlarıdır. Ayrıca hemen eklemek gerekir ki Batı Anadolu Eski Yunan’dan başlayarak rasyonalitenin, bilginin ve aklın sistematik hale geldiği ve felsefenin doğduğu bir coğrafya olarak yukarıda belirtilen düşüncenin haklı olabileceğine katkı yapabilecek bir kanıttır. Burada bir parantez açarak Eski Yunanla tartışılmaz biçimde ilişkili olan bilgi kavramı üzerinde durmakta yarar var. Zira Yunan düşüncesiyle 1 E. Şafak, Baba ve Piç, Metis Yay., İstanbul-2006, 372-374. Akdeniz’e Farklı Bakmak 129 birlikte tarihte ilk kez akılcı düşüncenin, gerçek anlamda akılcı düşüncenin ortaya çıkışına tanık olunmaktadır. Bruno Snell, The Discovery of the Mind adlı yapıtında Yunan düşüncesinin insanlık tarihine en büyük katkısının “zihnin keşfedilişi” olduğunu söyler ki eserinin adında da zaten bu açık biçimde görülmektedir.2 Snell’in ifadesiyle Yunan’da akıl öncesi, efsanevi ya da mitik ve insan biçimci yani antropomorfik anlayışlarla; salt akılcı yani rasyonel bir dünya görüşü arasındaki ayrım ilk defa ortaya çıkmış ve insan düşüncesinin vazgeçilmez kazancı haline gelmiştir. Bu dünya görüşünün ortaya çıkmasına en büyük katkıyı da hiç şüphesiz Yunan felsefesi yapmıştır. Burada akla gelebilecek bazı noktaları açıklamak için konuya ara vererek, mit, antropomorfizm ve bilginin sistematizasyonu üzerinde duracağız. Aklınıza gelen ilk sorulardan biri Mezopotamya, Mısır ve Yunan’da tanrı ya da tanrılar yok muydu olabilir. Sorunun yanıtı açık, elbette var ama Yunan’da ve öncesinde anladığımız ve tanıdığımız anlamda bir iman kavramı yoktur. Tanrı ve tanrıçaların hepsi antropomorfik yani insan biçimli, kendilerine sunular yapıldığı sürece insanlarla iyi geçinen ve Musa’nın tek tanrısı gibi görünmeyen ama hissedilen ve dolayısıyla kalple iman edilen değil ete kemiğe bürünmüş tanrılardır. Bu tanrılarla yapılan da aslında doğayı, felsefe yapmayan ve bilgi üretmeyen halka anlatmak, doğada olan her şeyin nedenini mitik yani efsanevi biçimde açıklamaktan başka bir şey değildir. Bir diğer deyişle rüzgârı, gök gürültüsünü, yağmuru, doğanın klimatolojik döngüsü ve diğer her şeyi halka açıklamak için mitolojik varlıklar olan tanrılar ve onların tanrısal güçleri kullanılır. Bunun yanı sıra aynı Yunan özellikle de Ege dünyasının önemli kentleri olan Atina, Ephesos, Miletos ve diğerlerinde yaşayan, birlikte yaşadığı halktan kendini ayırmış yönetici, tüccar ya da aristokratik sınıf aracılığıyla bilgiyi sistematik hale getirerek felsefe yapmakta ve doğayı bütün kurallarıyla tanımlamaya ve anlamaya çalışmaktadır. Bir diğer deyişle evren ve insan hakkında akılsal bir açıklama vermeye uğraşmaktadır. Dolayısıyla da Antik Yunan kendinden önce varolmuş ve gündelik yaşamında bilgiyi pragmatik biçimde kullanan ancak sistematik hale getiremeyen Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarından ayrılır. Sadece verilebilecek iki örnek bile bu konuyu kanıtlamaya yeter. Her iki örnek de matematik ve geometriyle ilgilidir. Bunlardan biri Thales bağıntılarında karşılığını bulur diğeri de Pisagor teoreminde. Bu iki teorem esas olarak 2 B. Snell, Discovery of the Mind in Greek Philosophy and Literature, Dover Book, UK-1982, 43. 130 Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ gündelik yaşamın örneğin bir tarlanın miras hukuku çerçevesinde paylaşılması konusunda elbette Mezopotamya ve Mısır’da kullanılmakta ancak az önce söylediğim gibi sadece gündelik hayatın getirdiği bir zorluğu aşmak için uygulanmaktadır. Bunun en iyi kanıtı da hiçbir Mezopotamya veya Mısır metninde bu iki teoremin formüle edilmiş veya formül haline getirilebilecek nitelikteki bir açıklamasının bulunmuyor oluşudur. Ayrıca Antik Yunan bilgeleri de bu türden hemen her bilgilenimi Mısır ve Mezopotamya’dan aldıklarını zaman zaman öğünerek de belirtmektedirler. Bir diğer deyişle bu bağıntılar Antik Yunan’dan önce ne sesletilmiş ne de yazılı bağıntı haline getirilmiştir. Bunu daha birçok matematiksel işlem için de belirtmek olasıdır. Dolayısıyla bilginin sistematize hale gelmesi yani nesnel dünyanın yasalı ilişkilerinin düşünceyle yeniden üretimi ilk kez Antik Yunan’da gerçekleşmiştir. Bu uzun parantezi burada kapatarak konuya geri dönecek olursak rasyonel aklın ve bunun yanı sıra birlikte yaşamanın gereklerinin asgari derecede de olsa barışçıl olabilecek biçimde Anadolu’da geliştiğini belirtmek olasıdır. İber insanları için ise yaşanan çatışma ve savaşlar yüzünden, hayat gerçeklerden kaçma gerçeği kabullenebilir hale getirebilme veya dönüştürebilme çabasına dönüşmüştür. Egemen kültürün her seferinde kendi gerçeğini dayatıp diğerlerini ortadan kaldırma çabası, kanla yazılmış tarih ve bu acı gerçekle yüz yüze yaşıyor olma, gerçeküstücülüğün bu topraklarda filizlenmesine yol açmıştır. Dünya edebiyatında ilk roman örnekleri yazılırken 16. yüzyılda Cervantes Don Kişot adlı, dönemine göre sürrealist olan romanını İber yarımadasında kaleme almıştır veya Salvador Dali gibi gerçeküstücülerin piri kabul edilen ressamın Girona yakınlarında Figueras’ta doğup bu topraklarda yaşamış olması yine rastlantı değildir. 86 yıllık hayatına iki dünya savaşı ve bir iç savaş sığdırmış Dali’nin yapıtları yaşanan gerçeklerden bir kaçış ve kabullenememenin yansıması gibidir. Benzer olarak kübizmin öncülerinden Pablo Picasso da Malaga doğumlu bir İspanyoldur. Kübizm olaylara insanlara çıplak gözle bakmaktansa kırık ayna parçalarından veya bir prizmanın ardından bakarak olduğundan çok daha farklı yeni görüntüler resmedilmesi biçiminde ortaya koyar, kendini. Temelinde ise görünür gerçekten kaçma çabası yatar. Keza Juan Miro yine görsel sanatlardaki çığır açıcı eserleriyle bu coğrafyanın insanıdır. Müzikte Manuel de Falla’nın yapıtları bilinen klasik müzik türlerinden kaçışı, dönemin müzik gerçeğinden uzaklaşma çabasını düşündürür. Akdeniz’e Farklı Bakmak 131 Gerçeküstücülerin mimarideki örneği de yine İber yarımadasından çıkmıştır. Barcelona şehrine damgası vurmuş olan 19. yüzyılda yaşamış Antonio Gaudi’nin eserleri mimarinin gerçeküstücü tasarımları olarak tanımlanmaktadır. Yüreği geniş ve hoşgörülü bunun yanı sıra rasyonaliteden çok da kopmayan Anadolu insanı her şeyden çok hayat gerçeğini arama, anlama ve elinden geldiğince anlatma çabası içinde iken acımasız çatışmalar ve savaşlarla kavrulmuş İber coğrafyasında hayat, gerçeklerden kaçış veya dönüştürme sürecine dönüşmüştür. Yaşananların günlük hayata yansıması olduğu gibi yemek kültürüne de etkisi olmuş birleştirici ve dönüştürücü aşure, Anadolu coğrafyasının bilinen ana yemeği olurken paella İber coğrafyasının karışmadan, bulaşmadan bir arada duran, zaman zaman çatışan insanlarının simgesi olmuştur. İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: 14 (133-138), 2021 Kitabiyat Siren Bora, Birinci Juderia İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi, İstanbul: Gözlem Yayınları, 2021, 251 s., ISBN 978-605-2061-26-8. Yasin ÖZDEMİR Levant ticaretinin parlayan incisi olan İzmir kenti yüzyıllar boyunca çeşitli toplumları kendisine çekmiştir. Bu canlı ticari hayatının cazibesine katılarak kente gelen gruplardan biri de Yahudilerdir. İzmir’in Yahudi tarihi üzerine uzun yıllardır çalışmalar yapılmaktadır1. İzmir Yahudilerinin tarihi denilince akla gelen ilk isimlerden biri de kuşkusuz Dr. Siren Bora’dır. Çalışmalarında İzmir ve çevre bölgesindeki Yahudilerin tarihi ağırlık veren Bora’nın Gözlem yayınlarından çıkan son çalışması “Birinci Juderia” olarak adlandırdığı İzmir’in ilk Yahudi yerleşim bölgesi hakkındadır. Bora çalışmasında Yahudi mahallesinin konumu, mahalledeki kurumsal yapıları, mahallenin sınırları ve zaman içerisindeki değişimi üzerine odaklanmıştır. Osmanlı kentlerini oluşturan mahallelerin tarihi üzerine yapılan ilk değerli çalışma Cem Behar’ın İstanbul’daki Kasap İlyas mahallesini anlattığı “Bir Mahallenin Doğumu ve Ölümü” adlı eseridir2. Hasan Hüseyin Güneş’in Kudüs’teki Meğaribe mahallesi üzerine yapmış olduğu çalışma da mahalle tarihi konusundaki öncü çalışmalardan biridir3. İzmir’deki mahalleler üzerine ilk çalışan kişi ise Zeycan Gündoğdu olmuştur4. Gündoğdu, İzmir’in ticari bölgesinin büyük bir kısmının yer aldığı Kasap Hızır mahallesini incelemiştir. Bu mahalle İzmir’in ticari potansiyeli ile gelişen bir mahalle olduğu için Türklerin, Rumların ve Ermenilerin bir arada yaşadığı karma bir mahalledir. İzmir’deki mahalleler üzerine yapılan ikinci çalışma ise Bora’nın yapmış olduğu çalışmadır. Ancak bu çalışma Osmanlı’daki gayrimüslim mahalleleri hakkında yazılan ilk eserdir.  Ege Üniversitesi, Doktora Öğrencisi, ozdemiryasin91@gmail.com, ORCID ID: 0000-00034692-2097. 1 Avram Galate, Historie de Juifs d’Antolie- Les Juifs d’Izmir (Smyrne), İstanbul, 1936. Siren Bora, İzmir Yahudileri Tarihi 1908-1923, Gözlem, İstanbul, 1995.Henri Nahum, İzmir Yahudileri 19.-20. Yüzyıl, çev. Estreya Seval Vali, İletişim, İstanbul, 2000. Dina Danon, The Jews of Ottoman Izmir: A Modern History, Stanford University Press, 2020. 2 Cem Behar, Bir Mahallenin Doğumu ve Ölümü (1494-2008), YKY, İstanbul, 2014. 3 Hasan Hüseyin Güneş, Kudüs Mağâribe Mahallesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara, 2017. 4 Zeycan Gündoğdu, İzmir’de Kasap Hızır Mahallesi, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın, 2008. 134 Yasin ÖZDEMİR Siren Bora’nın çalışması toplam beş bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında kısa bir İzmir tarihinin ardından İzmir’de Antik dönemdeki ilk Yahudi yerleşiminden bahsetmektedir. İzmir’de Yahudilere ait ilk yazılı eserin bugün Oxford’da sergilenen ve M.S. 123-124 yıllarına tarihlenen bir yazıt olduğunu belirten Bora, arkeolojik veriler ışığında Yahudilerin İzmir’deki ilk yerleşim yerinin bugünkü Altınpark civarında olduğunu belirtmiştir. Doğu Roma (Bizans) döneminde İzmir’deki Yahudi varlığı konusunda iki farklı görüş vardır. Barnay ve Başan bu dönemde Yahudi varlığına ilişkin ciddi bir kanıt olmadığını belirtirken, Galante 1207’de Scalanova’da yaşayan Yahudilerin İzmir’e göç etmesini, Nahum’un ise 14. yüzyılda İzmir’e Batı ve Orta Avrupa’dan göçler olduğunu ileri sürerek kentte Yahudilerin yaşadığını vurgularlar. Bora’da geç Bizans döneminde İzmir’de bir Yahudi yerleşiminin olduğunu düşünmektedir. Kitabın birinci bölümünde İzmir Yahudi mahallesinin oluşumuna kadar geçen süre zarfında İzmir’deki Yahudiler hakkında bilgi vermiştir. Bora, çok önemli bir soru ile başlamaktadır; Türkler İzmir’e geldiklerinde İzmir’de Yahudiler var mıydı? İzmir’in önemli ticaret merkezlerinden biri olmasından dolayı Yahudilerin bu kentte varlığının her dönem olduğunu belirten Bora, 18. yüzyıla ait bir eserde Türklerin İzmir’e ilk geldiklerinde bir sinagogu camiye çevirdiklerine dair bir bilgi yer aldığını belirtmiştir. Bora, Osmanlı Arşivi’nde tespit ettiği 1849/50 tarihli bir belgede Yahudi cemaatine ait olan “Alaca Mescit’in” bu yapı olabileceğini düşünmektedir. Bu bilgilere rağmen ne İzmir’in günümüze ulaşan en eski vergi defteri olan 1528-1529 tahririnde ne de 1575-1576 tahrir kayıtlarında İzmir’de Yahudilerin varlığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak Bora, yapılan araştırmalarda İzmir’de 1540 ve 1565 tarihli iki Yahudi mezar taşının varlığından bahsedildiğini belirterek kayıtlarla uyuşmayan bu duruma dikkat çekmiştir. Bora, bu Yahudilerin kısa süreli ticaret yapmak için Tire ya da Manisa gibi İzmir’e yakın kentlerden gelen Yahudiler olduğunu düşünmektedir. Bu kısa süreli gelişler zamanla kalıcı hale gelmiş ve Aydın, Akhisar, Nazilli, Bergama, Urla Yahudileri İzmir’e yerleşmişlerdir. 19. yüzyılında İzmir hahambaşılığı yapmış olan Hayim Palaçi, İzmir Yahudi cemaatinin 1599’da kurulduğunu söylese de Bora, bu tarihten çok önce Tireli iki Yahudi aile olan Levi ve Yahuda ailesinin İzmir’de yaşamaya başladığını belirtmiştir. 1590 yılından itibaren ise İzmir’e Selanik ve Tsafet’ten Yahudi göçleri başlamıştır. Daha sonraki yıllarda da İzmir’e Orta Avrupa, Doğu Avrupa, İspanya, Portekiz ve Rusya’dan Yahudiler gelmiştir. Bu gelen nüfus Liman mahallesine yerleşmişlerdir. Bu alan ise günümüzde Eşrefpaşa Caddesi (İkiçeşmelik Caddesi) ile Anafartalar Caddesi (Kemeraltı Kitabiyat 135 Caddesi) arasında kalan bölgedir. İlk sinagog ise Tireliler tarafından kurulan Pinto (Pintas) sinagogudur. Kitabın ikinci bölümünde yazar 17. ve 18. yüzyılda Birinci Juderia mahallesinin geçirdiği dönüşümü anlatmaktadır. Öncelikle mahallesinin İzmir topografyasındaki yeri hakkında bilge veren yazar, Yahudi mahallesinin Türk mahallesi ile Ermeni mahallesinin arasında yer aldığını belirtmiştir. Ancak kuşkusuz Osmanlı idaresinin tanımladığı mahalle sistemi böyle değildir ve İzmir’de Yahudilerin oturduğu mahalleler de karışık etnik yapıdadır. Bundan dolayı yazar 19. yüzyılda Yukarı Aya Yanni Kilisesi mahallesinde Rum ve Yahudi ailelerin, Hurşidiye mahallesinde ise Müslüman ve Yahudi ailelerin bir arada yaşadıklarını belirtmiştir. Bora, ardından İzmir’deki Yahudi cemaatinin kuruluşundan bahsetmiştir. İzmir’in ilk hahamı olan Azarya Yaşua Aşkenazi, Sabetay Tsevi’nin hocası olan İtshak d’Alba gibi kişiler bu cemaatin kuruluşunda yer almaktadır. Cemaatin kurulmasının ardından şehre yönelik Yahudi göçleri artmış, Selanik’te yaşanan ekonomik kriz neticesinde bu sayı gün geçtikçe artmıştır. Hatta bu sayılar o kadar artmıştır ki Selanik’te yeniçeriler için çuha üretecek Yahudilerin azlığı şikâyet konusu olmuştur. İzmir Yahudi nüfusunu besleyen önemli merkezlerden biri de kuşkusuz Manisa’dır. 1621’de İzmir’e göç nedeniyle Manisa’da sadece birkaç Yahudi ailenin kaldığı yine kayıtlarda yer almaktadır. Bora, göçlerin başladığı 1590’dan Bakiş sinagogunun inşa edildiği 1617’ye kadar yani yaklaşık 25 yıl boyunca İzmir Yahudi cemaatinin organize olmaya çalıştığını belirtmiştir. Bora ayrıca 17. yüzyıla kadar Osmanlı Yahudilerinin bir nevi derebeylik sistemi olan Romaniot cemaat modeli benimsediğini ancak İber yarımadasından yoğun Sefarad göçleri ile daha esnek bir dinsel topluluk yapısına dönüştüğünü belirtmiştir. Böylece İzmir’e farklı bölgelerden gelen Yahudi cemaatleri İber modeli ile kendi geleneksel hayat tarzlarını sürdürmüşler ve asla bir bütünün parçası gibi hareket etmemişlerdir. Yıllar içinde İzmir’e gelen her grup kendi sinagoglarını inşa etmiştir. 1616-1617’de İzmir’de bir cemaat varken, 1631’de cemaat sayısı 6’ya yükselmiştir, iki haham cemaatleri eşit olarak bölüşmüşler ve aynı yıl oluşturulan Yahudi cemaati yasasını birlikte imzalamışlardır. Bora ardından İzmir’i ve dolayısıyla Yahudi mahallesini etkileyen 1688 depreminden bahsetmiştir. Depremin ardından gelen yangın bütün şehri etkilemiş özellikle Frenk, Ermeni, Yahudi mahallelerini etkilemiştir. Evlerin bitişik olması kuşkusuz yangının şiddetini arttırdığını belirten Bora, 136 Yasin ÖZDEMİR 20.000 kişinin öldüğü düşünülen bu depremin ardından birçok Yahudi’nin İzmir’i terk ederek civar kentlere göç ettiğini belirtmiştir. Ardından Bora, Cizye defterleri üzerinden İzmir Yahudileri hakkında bilgi vermiştir. İzmir Yahudilerine ilişkin en eski vergi kayıtlarının 1641/42 tarihli olduğunu ve toplam 92 vergi mükellefinin olduğunu belirten yazar, 1659/60 tarihli ikinci defterde ise bu sayının 271’e çıktığını vurgulamıştır. 1687/88 tarihli üçüncü cizye defterinde ise Yahudi vergi mükellefi sayısının 219’a düştüğü belirten yazar bunun üç nedenden kaynaklandığını ileri sürmüştür. İlk neden 1676’da Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın savaşlar için İzmir’in sermayesine ve insan gücüne el koymasıdır. İkincisi 1688 tarihli İzmir depremidir. Üçüncü neden ise Sabetay Tsevi olayıdır. 1626’da İzmir’de doğan Sabetay Tsevi, 1648’de uzun yıllardır beklenen Mesih olduğunu ilan etmiş ve büyük yankı uyandırmıştır. Tsevi’nin müritleri ilk başta onun peşine İzmir’e gelirken, Tsevi’nin Müslüman olması ve Selanik’e yerleşmesi üzerine şehirden ayrılmışlardır. 1775/76 tarihli bir diğer cizye defterinde ise vergi mükellefi Yahudilerin sayısı 1571’e çıkmıştır. Bu defterde Yahudi tüfekçi esnafının ayrı yazılması ise ilginç bir ayrıntıdır. Bora, nüfus bilgilerini verdikten sonra 16. ve 20. yüzyıl arasında İzmir topografyasında yaşanan dönüşümleri anlatmıştır. Yazar, İzmir iç limanının dolması, kordonun düzenlenip yeni alanların açılması, yeni hanların yapılışı, nüfusun artışı ile İzmir’in Punta, Göztepe, Karşıyaka gibi bölgelere doğru genişlediğinden bahsetmiştir. Ardından 17. ve 18. yüzyıllarda Birinci Juderia’nın cadde ve sokaklarından bahsetmiş ve mahallenin en eski sokağının Havra sokağı olduğunu belirtmiştir. Neve Şalom, Algazi, Giveret, Orehim sinagogları nedeniyle günümüzdeki 937 sokak hala Havra sokağı olarak anılmaktadır. Kitabın üçüncü bölümünde ise 19. ve 20. yüzyıllarda Birinci Juderia’da yaşanan dönüşümler anlatılmıştır. Yazar ilk olarak 19. yüzyıl boyunca yaşanan yangınların mahalle üzerinde nasıl bir etki yarattığı üzerinde durmuştur. Bu yangınlar içerisinde özellikle 1841 yangını Yahudi mahallesinin tamamını yakıp kül etmiştir. 1845 yangınında ise Ermeni mahallesi tamamen kül olmuş Yahudi mahallesinden sadece 5 konut sahibi 120 kiracı zarar görmüştür. Yazar ardından Osmanlı mahalli teşkilatın kurulması ve sonraki gelişmeleri anlatmış, 1885 muhtarlık teşkilatının oluşturulması ile İzmir 51 mahalleye bölündüğünü ve bunların içerisinde 7 tanesinin de Birinci Juderia alanında olduğunu belirtmiştir. Ardından yazar Kitabiyat 137 İzmir Şeriyye Sicilleri ile Askerlik Bedeli Cetvellerinde yer alan Birinci Juderia’ya ilişkin bilgileri aktarmıştır. Kitabın dördüncü bölümü ise Birinci Juderia’nın kurumsal yapılarına ayrılmıştır. Yazar mahallede yer alan sinagogların, okulların, hastanelerin, hamamların, yetimhanenin ve lazarettoların tarihlerini anlatmış ve ilginç bilgiler vermiştir. Kitabın beşinci bölümünde ise yazar, 17. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar İzmir ticari hayatını ve buradaki Yahudileri anlatmıştır. Yazar Yahudilerin İzmir’e gelişi ile kentin ticari hayatının canlanışının aynı dönemlere denk geldiğini belirtmiştir. Özellikle 17. Yüzyılda Yahudiler, vergi mültezimi, aracılık, tefecilik ve dragomanlık (tercümanlık) gibi ticari hayattaki önemli mesleklerin Yahudilerin tekelindedir. 17. yüzyılın sonlarında Yahudiler, Hollanda, İngiltere ve Fransa’nın Levant’taki ticari faaliyetlerine müdahale edecek kadar güçlenmişlerdir. Ancak bu güçleri zamanla Rumlara ve Ermenilere geçmiştir. Yazar bunun neticesi olarak 19. yüzyılda İzmirli Yahudilerin sadece bireysel çabalarıyla ön plana çıktıklarını belirtmiştir. Bora, Portekiz Yahudileri için ayrı bir bölüm açmış ve özellikle Hollanda ve Fransa’nın İzmir ticareti konusunda ne kadar önemli olduklarını vurgulamıştır. Bir sonraki kısımda ise yazar Yahudilerin 19. ve 20. yüzyıllardaki dahil oldukları meslek gruplarını anlatmıştır. Sonuç bölümünde yazar, başlangıçta Kadifekale eteklerinde kurulan Yahudi mahallesinin gelen göçlerle nüfusunun arttığını, önce İkiçeşmelik Caddesi’nin iki yönüne, daha sonra ise Kestelli’ye doğru yayıldığını belirmiştir. Ancak Müslüman ve Ermeni mahallelerinin arasında kalan Yahudi mahallesi zamanla tıkanmış ve şekilsiz bir yapılaşmaya meyletmiştir. 19. yüzyılda özellikle Teselya, Rusya ve Romanya kökenli Yahudilerin gelişi ile Yahudiler başka mahallelere yerleşmeye başlamıştır. Halil Rıfat Paşa döneminde açılan yolla Yahudilerin bir kısmı Karataş’a doğru göç ederek İkinci Juderia’yı kurmuşlardır. Birinci Juderia’ya önce Balkan Savaşları sırasında Balkanlardan, ardından işgal ile İzmir çevresinden fakir Yahudiler gelip yerleşmişlerdir. Birinci ve İkinci Juderia arasında zamanla çekişmelerin görüldüğünü belirten yazar, Birinci Juderia’daki Yahudilerin Siyonizm’i desteklerken, İkinci Juderia’daki Yahudilerin Siyonizm karşıtı olduklarını belirtmiştir. Cumhuriyetin kurulmasının ardından ise Yahudiler yavaş yavaş İsrail’e göç etmiştir. Yazar İsrail’e yapılan göçlerin ağırlıklı olarak Birinci Juderia’dan yapıldığını belirtmiş, boşalan yerlere ise Anadolu’dan gelen Müslüman Türk göçmenlerin yerleştiğini belirtmiştir. 138 Yasin ÖZDEMİR Siren Bora tarafından kaleme alınan ve hem İzmir’in hem de İzmir Yahudilerinin tarihine ışık tutan çalışması birçok konuda okuyucusunu derin bilgiler vermektedir. İzmir’in önemli kültür zenginliklerinden olan Yahudilerin tarihini aydınlatan bu çalışma Siren Bora’nın diğer eserleri gibi bu konuda çalışacak kişilere temel başvuru eseri olacaktır. Dergi Yayın İlkeleri Ege Üniversitesi İzmir Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin yayın organı olan İzmir Araştırmaları Dergisi, uluslararası hakemli, akademik bir dergidir. Yılda iki sayı yayımlanır. Dergimizde, özgün araştırma-inceleme makaleleri, çeviri, kitap tanıtma, kongre-sempozyum haberleri ve ölüm haberleri yayımlanır. Yazıların bilimsel araştırma ölçütlerine uyması, alana bir yenilik getirmesi ve başka bir yerde yayımlanmamış olması gerekir. Derginin dili Türkçedir. Gerektiğinde Batı dillerinde de makale yayımlanabilir. Makale ve çevirilerde, metinden bağımsız olarak 200 kelimeyi aşmayacak Türkçe ve İngilizce özet ile anahtar kelimeler konunun uzmanı bir hakemin değerlendirmesi ve Yayın Kurulu’nun nihai onayıyla basılır. Yayın Kurulu, gerektiğinde yazıların yazım şekli üzerinde küçük düzeltme ve değişikler yapabilir. Metne eklenmesi istenen resim, çizim, harita veya belgeler yüksek çözünürlükte (JPG), teslim edilmelidir. Resim ve belge türünden tüm materyaller numaralandırılmalı ve altına açıklamaları yazılmalıdır. Sayfa Düzeni: Üst: 3 cm, Sol: 2 cm Alt: 3 cm, Sağ: 2 cm Boyut: 16,5 X 24 cm Üstbilgi: 2 cm, Alt bilgi: 2 cm Makale başlığı: 16 cm Yazar adı: 12 punto Cambria Metin yazı tipi: Cambria, 11 punto Dipnotlar: 9 punto Atıfta bulunan metinlerin kısaltılmış kaynakçası dipnot olarak verilmelidir. Dipnotlar: Tek yazarlı kaynak 1940, 234 İki yazarlı kaynak İkiden fazlar yazarlı kaynak : Uzunçarşılı 1957, 23; Karal : Bilge ve Kaynak 2000, 11-12. : Hamilton vd. 1957, 345 vd. Birden fazla cildi olan kaynak res.23. Birden fazla baskısı olan kaynak Yazarın aynı yılda basılmış eserleri 1990b, 90. : Ünal 2002, I; 23-24, Lev.12. : Kınal 1982 (2. Baskı), 87, : Alkım 1990a, 45; Alkım Kaynakça oluştururken yazarın soyadlarına göre alfabetik olarak sıralanmalıdır. Kaynakça: Kitaplarda : Akdağ 1975 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası “Celalî İsyanları”, İstanbul; Bilgi Yayınevi,1975. Çeviri Eserlerde : Jorga 2005 Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, çev. Nilüfer Epçeli, İstanbul; Yeditepe, C.5, 2005. Makalelerde : İnalcık 1964 Halil İnalcık “Sened-i İttifak ve Gülhane-i Hatt-ı Hümâyûnu” BELLETEN, C.XXVIII, S.112, Ankara; TTK, 1964, 603-622. Tezlerde : Çınar 2000 Hüseyin Çınar, 18. Yüzyılın İlk Yarısında Ayıntab Şehri’nin Sosyal ve Ekonomik Durumu, İstanbul Üniversitesi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul; 2000. Tüm yazışmalar ve makaleler için adres: Ege Üniversitesi İzmir Araştırma ve Uygulama Merkezi Gençlik Caddesi No:19, Bornova İzmir Tlf: 0232-324-72-24 E-mail: izmiraum@mail.ege.edu.tr izmiraum@gmail.com İzmir Araştırmaları Dergisi, Sayı: İÇİNDEKİLER ARAŞTIRMA MAKALELERİ/ ARTICLES Ece SEZGİN, Nil Dilara ÇOLAK, Gizem AKCAN Karaburun Arkeolojik Yüzey Araştırması: Öne Çıkan Bulgular .......................... 1 Yeşim BATMAZ Smyrna (İzmir) Agorası’nda Bulunan Çanakkale Seramiklerinin Yeniden Üretim Denemeler............................................................................................. 29 Murat ALANDAĞLI XVIII. Yüzyılın İlk Yarısındaki Tahrirlere Bir Örnek (1715 Çuka Adası (ΚΥΘΗΡΑ) Tahriri) ............................................................................................................. 51 Mustafa KAYMAKÇI, Rodos ve İstanköy Türklüğünün Güncel Sorunları ............................................... 95 İNCELEME YAZILARI Ahmet UHRİ, Mehmet UHRİ, Akdeniz’e Farklı Bakmak ............................................................................................... 127 KİTABİYAT /BOOKS Yasin ÖZDEMİR Birinci Juderia İzmir’in Eski Yahudi Mahallesi, Dr. Siren Bora, ........................ 133 ISSN: 2149-1097 2149 1092