Academia.eduAcademia.edu

BİR İFADE ARACI OLARAK SANAT

2013, İletişim Sempozyumu, İzmir

İnsan ilişkilerinin temelini oluşturan iletişim bir alıcı ve vericinin söz konusu olduğu sosyal bir olgudur. Alıcı-verici arasında yazılı, sözlü ya da görsel bir yolla gerçekleşen ifade ise iletişimin en önemli unsurlardan biridir. Tarih boyunca insanın kendini ifade etmede kullandığı en güçlü ve en özel araç sanat olmuştur. Sanat aracılığıyla duygu ve düşüncelerini, hayallerini dışa vurarak forma dönüştüren insan bu yolla bir göstergeler dizgesi oluşturur. İletişimin var olabilmesi için gerekli olan göstergeler; işaretler, semboller, sesler, beden hareketleri vb. sanatsal ifadenin temel elemanlarıdır. Bu bağlamda sanatın bir iletişim aracı olarak ele alınması ve sağlıklı nesiller yetiştirilmesinde eğitim amaçlı kullanılması önemli bir gereklilik olarak karşımıza çıkar.

İletişim ve İfade

İletişim iki ya da fazla kişi arasında oluşan duygu ve düşünce iletimi yoluyla oluşan süreçtir. İletişimde sözlü ve sözsüz iletişim olarak gruplanan ifade yolları vardır. Sözlü iletişim dil üzerinden kurulan açık ya da örtük anlamlar içeren bir iletişim tarzıdır. İnsan konuşan bir varlıktır, ancak konuşmadan önce resim yapmıştır. Bir iletişim aracı olarak resim yapmak, dilden daha eskidir. Resim yapmak gibi ses ve beden de sözsüz iletişim tarzı olarak dilden daha eskidir. Bu tür iletişim gerçeğe daha yakın olduğundan daha etkilidir. Ancak belirsizidir ve yoruma açıktır. Kişiler arası iletişimde çekingen, saldırgan, girişken gibi negatif ve pozitif tutumlar ortaya çıkar. Oysa kendini ifade etme ve sağlıklı iletişim kurabilme insanı diğerlerinden ayıran kişisel bir niteliktir. Düşünmek insanoğluna verilmiş önemli bir yetidir ancak düşünceyi ifade edebilmek, doğru bir şekilde aktarmak eğitim ve kültür işidir. Bir çok insan kendini ifade edememmekten yakınır ve bunun için bir çok yollara baş vurur. Aslında ifade sorunları çocuk yaşta başlar ve yaşam boyu bir sorun olarak devam eder. Sağlıklı iletişimin amacı kendini, bildiklerini, duygu ve düşüncelerini, hislerini ifade etmek olduğundan öncelikle kişinin kendini tanıma sürecinden geçmiş olması gerekir. Bu nedenle çocuk yaşlarda başlayacak olan konuşma -yazma gibi ifade yolları yanında sanatsal ifade alanlarının da eğitim amaçlı kullanılması ve ağırlık kazanması sağlıklı bireylerin yetiştirilmesinde önemli katkı sağlayacaktır.

Sanatsal İfadenin Temel Unsurları

İnsanın iç dünyasının oluşumuna baktığımızda duyum, algı, imge, sembol gibi unsurların girift bir bütünlüğü olarak gözlemleyebiliriz. Sanatsal çalışmalarda ortaya çıkan bu girift yapı bize bir ayrışma olarak yansır ve anlama -anlatma konularına olanak sağlar.

Duyum

Çevremizi algılamak için önce olanları duyumsamamız gerekir. Duyu organları aracılığıyla oluşan duyum dışarıdan gelen uyaranların doğrudan beynimiz tarafından alınır. Özetle açıklamak gerekirse; duyumsama şu şekilde gerçekleşir; duyu organlarımızda alıcı adı verilen (reseptör) hücreler vardır. Bu hücreler bağlı oldukları nöronlara ( sinir hücreleri), nöronlarda bağlı oldukları beynin bölgesine uyarıları aktarırlar. Beyin bu iletileri anlamlı bir hale getirir ve algı olayı gerçekleşir. 1 Bir çiçeği görüp kokusunu dıuyarız, elimize diken battığını ya da bir suyun sesini işitiriz. Duyum olmadan bu dünyayı algılayamayız. Sanatsal eylemde de duyumsama ilk adımdır. Bir manzara karşısındaki estetik haz biyolojik duyumsanın yani manzarayı seyretmemiz görme duyusuna, manzara karşısında aldığımız estetik haz psikolojik bir duyuma dayanır. 2 Psikolojik duyumsamalar sanatsal çalışmaların oluşmasının kaynağıdırlar.

Algı

Algıyı duyumların beyin tarafından yorumlanması, anlamlandırılması olarak tanımlayabiliriz. Diğer bir deyişle duyumlar algılarımızın hammaddeleridir. 3 Duyumların beyin tarafından yorumlanmasıyla oluşan algılama imgeleri meydana getirir. Böylece dış dünyadan kaynaklanan algı beyinde kavramsala dönüşür. Bir resme baktığımızda o resme konan ögelerin sanatçının kafasındaki imgelerin bir ürünü olduğunu anlarız. Bu da sadece görsel bir algı sonucu oluşmaz, aynı zamanda kişinin geçmiş yaşantılarının izlerini barındırır. Nesneleri algılarken çevresinden bağımsız olarak algılanmaz, kendisi kadar çevresi de algıda belirleyici rol oynar. Ayrıca kişnin sosyo-kültürel durumu da algıyı belirleyen bir faktördür. Bazen de algımızda yanılgılar gerçekleşebilir. Bir şeyi olduğundan farklı algılamak algılama sistemimizin bozuk olduğunun bir işareti olabilir. Fiziksel etkenler dışındaki örneğin suya sokulan sopanın suya değdiği noktada kırık gibi görmemiz dışındaki yanılsamalar psikolojinin ilgilendiği algı bozukluklarıdır.

Yetenek ve Yaratıcılık

Yaratıcılığı duyumsama ve düşünme sistemleri ile çeşitli malzemelerin kullanımıyla gerçekleştirilen yeni bir ürün ortaya çıkarma olarak tanımlayabiliriz. Üreten kişi için yetenek önemli bir yeti olmakla beraber, yaratım içsel durumların bir dışa vurumu, bir ifadesi niteliği taşır. Bu süreçte kişi hayal gücününde yönlendirmeleriyle araştırma, bulma, keşfetme gibi evrelerden geçerek uyumlu bir form geliştirir. Bu nokta da doğuştan gelen yetilerin kullanımı yaratma sürecini olumlu etkileyen bir faktördür. Bu anlamda yaratma bir bileşim işidir. Doğanın gereçlerini kendi dağarcığıyla besleyerek özgün bir biçim yaratmaktır. Bu anlamlı biçim bizi insanlığımızla ilgili derinliklere taşır, bir bakış açısı ve bir dünya oluşturur. Varoluşumuzun aynası olan bu üretim pür ve tek olduğu oranda bizi gerçeğe ulaştırır.

İlham

Sanatsal üretimde nereden başlanacağı sorun teşkil eden bir konudur. Çalışmaya sebep olan ilham perisinin kaynağı dışsal bir etki olabileceği gibi içsel kaynaklara da bağlıdır. Hayal kurma, zihinde canlandırma gibi içsel yaşantılar yaratmanın asıl kökenini oluşturur. Özne ile nesnenin bütünleştiği, tüm duygusal ve düşünsel kaynaklardan yararlanan bir çeşit duygu taşkınlığı olarak da görülebilir. 4 Ya da içsel ihtiyaçlarla ortaya çıkan bir itilimdir denebilir.

Kişilik

Özcan Köknel kişiliği " bir insanı diğerlerinden ayıran duygu, düşünce, tutum ve davranış özelliklerinin tümü" olarak tanımlar. İnsanın kişiliği olgunlaşma ve öğrenmeyle beraber bireyleşme -sosyalleşme gibi süreçlerin birbiriyle etkileşimi sonucu gelişen bir yapıdır. Kişilik gelişiminin başladığı ergenlik çağında gençleri yönlendirici, eğitici ve kendilerini ifade edebilecekleri alanların yaratılması onların kişsel gelişimleri açısından önem taşımaktadır. Gelişim çağına kadar baskı görerek yetişmiş, sınırlanmış ve de korkularla donatılmış bir çocuk ergenlik çağına geldiğinde sağlıklı bir kişisel gelişim göstermede sorunlarla karşılaşacak ve belki de tüm yaşamı boyunca bu sorunlarla yaşamak zorunda kalacaktır. Bu nedenle çocukluk çağından başlamak üzere sanat ve spor faliyetleriyle donatılmış bir eğitim süreci ile kişlik gelişiminin önü açılmalıdır. Özellikle bu dönemde gençlerin iç dünyalarını yansıtmalarında, duygu ve düşüncelerini ifade etmelerinde destek olmak ve içsel sıkıntılarını, sorunlarını tespit edebilmek açısından sanatsal çalışmalara yer verilmesi büyük önem taşımaktadır. Genellikle içe dönük kişilik özelliği gösteren çocuklarda fazlaca önem kazanan sanatsal faliyetler kişiliğin potansiyelini ortaya çıkarmasını ve kendini kazanmasını sağlar.

Sanat ve Psikoloji

Sanat kendini ifade yöntemlerinden biri olarak sanatçılara atfedilen bir olgu olmuştur. Oysa ilk insanların yazıdan önce kullandığı bir iletişim aracı olan sanat insanın davranışsal özelliklerinden biridir ve psikolojiyle doğrudan bağlantılıdır. Nitekim mağara duvarlarını resimleyen ilkel insanın sanat yapma kaygısı yoktu, o sadaece avlamak istediği hayvandan korkuyordu ve güç kazanma kaygısıyla o hayvanı çizerek korkusunu duygu ve düşüncesini dışa vuruyordu. Bir sanat dalı ile kendini ifade etme yolunu seçen kilşiler kendilerini özgür ve hafiflemiş hissederler. Çünkü ifade insanın temel ihtiyacıdır ve grift bir yapıda olan insan zihni bunu her zaman kolayca başaramaz. İşte bu noktada psikoloji ve sanat ilişkisi doğar. İnsanı anlamaya çalışan psikoloji bilimi, sanatı insana dair en üst noktada yer alan bir ihtiyaç olarak ele alırken artık insanı anlama yolunda bir araç olarak kullanmaktadır. Bu bağlamda duyum ve algı gibi insanın iç dünyasını oluşturan yapılar ve oluşumlar için sanattan faydalanır. Bu nedenle sanat eğitimi insanın psikolojik gelişimi için gereklidir. "...yalnızca bakmak değil, görmek, yalnızca duymak değil, işitmek, yanlızca ellerle yoklamak değil, dokunuşları duyumsamak yaratıcılık için ilk aşamadır.." 5 . Kişi kendini, çevresini ve içinde bulunduğu dünyayı algıladığı ölçüde tamamlanır. 6 Bu anlamda insan davranışlarını inceleyen psikolojinin, insanın dünyayı algılayışını ya da kendini ifadesinin bir yolu olan sanata olan katkıları tartışılamaz.

Psikanaliz ve Dışavurum

Freud'un geliştirdiği psikanaliz kuramı, bir arkeoloğun çalışmasına benzetilebilir. Katmanlar halinde ilerleyen arkeolojik çalışmada her an yeni bir bilgiye ulaşılır. Her katman bir döneme ait bilgi vermektedir. Psikanaliz de insan ruhunu derinlemesine inceleyen bir arkeoloji çalışmasıdır. Detaylı bakıldığında psikanaliz içinde felsefe, edebiyat, sanat tarihi ve sosyolojinin yansımalarının bulunduğu geniş kapsamlı bir alandır. Psikanaliz ve sanatın bağlantısını anlamak için öncelikle psikanalizin temel kavramlarına göz atmak gerekir. Bunu iki başlıkta toplayabiliriz: Birincisi; kişiliğin katmanları üzerine kurulu Yapısal Kişilik Kuramı, ikincisi; insanın gelişim dönemlerini anlatan Psikoseksüel Gelişim Kuramı. Yapısal kişilik kuramında temel kavramlar İd, Ego ve Süperegodur.

Bir buz dağına benzetilen Yapısal kişilik kuramı bu üç yapının etkileşiminden söz eder. İd; buz dağının görünmeyen kısmıdır. İnsanın karanlık tarafı, en ilkel dürtülerinin bulunduğu alandır. Bu alan cinsellik, saldırganlık gibi dürtüleri içerir ve hazza yöneliktir. Ego; id'i dizginleyen bir mekanizmayla çalışır, gerçek dünyada savunma mekanizmaları kullanarak İd'i dönüştürür. Süper ego ve İd arasındaki sağlıklı alandır. Süperego İd'i bastırmaya çalışan içimizdeki anne-baba gibidir. Bir özdenetim mekanizmasıdır. Örneğin Vicdan ögesi bu mekanizmanın içinde yer alır. Psikoseksüel gelişim kuramı ise insanın cinsel kimlik gelişiminin açıklandığı kuramdır. Bu kuramda Freud insanın cinsel kimlik gelişimini beş dönemde açıklar ve yetişkinlikte var olan nevrotik yapıların ve kişilk bozukluklarının çocuklukta çözülmemiş cinsel çatışmalardan kaynaklandığını savunur.

Freud'un kişilik üzerine geliştirdiği psikanaliz kuramı bu temel kavramlarla insanın kişiliğini, gelişimsel dönemlerini ve ruhsal bozukluklarını açıklamaya çalışır. Psikanaliz süreçte kişinin yaşam öyküsü sebest çağrışım yöntemi ile ortaya çıkarılmaya çalışılırken öykünün içindeki sembollere ve kişinin sorunlarına ulaşılır. Kişinin bilinçaltının serbest olduğu rüyalar da bu süreçte kullanılan bir alandır. Kişiliğin bilinçaltı çatışmalarının bilinç düzeyine çıkamadığı nevrotik durumlar; bilinç yüzeyine ancak savunma mekanizmaları olarak çıkarlar. Sanat, ahlak, din gibi olguların yapısında bu savunmanın bir çeşitleridirler. Bu konuyla ilgili Freud'un yaklaşımı şöyledir: Sanatsal etkinliğin ilk dışavurumlarını çocuklarda aramak gerekir. Oyun oynayan çocuk kendine özgü dünya yaratır, böylece bir sanatçı gibi davranır. Oyunsal dünyayı gerçek dünyadan ayıran çocuk, somut dünyanın nesnelerini hayal dünyasında yarattıklarına dayandırarark oyunu kurar. Bu süreçte bilinçaltı katmanlarında var olan şeyler ortaya çıkar.

Freud'un çağdaşlarından olan Winnicot'a göre insan için öznel gerçeklik ve nesnel gerçeklik uyuşmayan iki yapıdır. Ölümsüz olmak istenir ama gerçek ölümlü olduğumuzdur. Bu nedenle insan hayatı boyunca iç ve dış gerçekliği birbiriyle bağdaştırma geriliminden kurtulamaz. Ancak dışsal gerçekliği denetleyebilme çabasıyla bu gerilimi aşmaya çalışır. Dışsal gerçekliği denetleyebilmek ise bir geçiş alanını gerektirir. Bu alan gerilimden kurtulma imkanını sağlayan bir ara bölgedir. Winnocatt'a göre iç gerçekliğe mi, dış gerçekliğe mi ait olduğu sorgulanmayan bu ara bölge bir deneyim alanıdır. İnsanın dışarıda olup bitenleri deneyimlemesi için düşünmek ve yapmak zorundadır. Çocuk için oyun oynamak yapmaktır, yetişkin açısından bakıldığında sanat da yapmaktır. Çünkü sanat etkinliği Winnocat'ın söz ettiği geçiş alanının oluşmasına olanak sağlayan bir etkinliktir ve nesnel ve öznel gerçeklik arasında bir köprü sağlar. Sanat etkinliğinde bulunan kişi iç dünyasını artistik formlar yoluyla yansıtır ve paylaşır. Bu yansıtmalar yoluyla kişinin nesne ilişkileri düzenlenir ve onların ardındakiler görülebilir. Bu yolla, eğer benlik ortaya çıkan bu primitif materyali anlayabilir ve bunun üzerinde yeterlilik sağlayabilirse ikincil düşünce süreci gelişebilir.

Psikoloji Alanında Sanatsal İfadenin Kullanımı

Psikoloji alanında sanatsal ifade teknikleri akıl hastaları ile yapılan sanat aktiviteleriyle başlamıştır. Sanat terapi olarak adlandırılan bu aktiviteler duygusal ifadenin sanatsal yollarla dışa vurumu temeline dayanır. Yetkin bir terapist eşliğinde çeşitli malzemelerle gerçekleştirilen etkinliklerde duyguların yansıtılarak açığa çıkarılması esas amaçtır. Bu çalışmalarda sanat bilgisi ve deneyimi aranmaz, ancak sanatsal bir deneyim yaşanır. Kendini ifade edemeyen, iletişim güçlüğü çeken danışanlarda kolaylaştırıcı ve geliştirici etkisi vardır. Geniş bir yelpazeye sahip olan sanat terapisinin uygulama alanları kısaca sıralayabiliriz; Dubuffet'e göre "her türlü sanatın yaratılma sürecinde belirli ölçülerde patolojik gerilim, bilinçsizlik, hatta ruhsal gel-gitler yaşanmaktadır. Profesyonel sanatçıların tek farkı onların yaratma sürecinde önce kavramsal hedefler belirleme ve sonrasında da analitik gözlem yapma kabiliyetine sahip olmalarıdır." 7 Dubuffet bu keşiften sonra, kültürün, yaratıcılığı öldürdüğü fikrinin bir savunucusu olmuştur.