Yüksek Ve Düşük Düzeyde Hayir Diyebilme Becerisine Sahip Olan Öğrencilerin Sosyal Anksiyete Ve Bilgisayar Oyun Bağimliliği Açisindan İncelenmesi
Yüksek Ve Düşük Düzeyde Hayir Diyebilme Becerisine Sahip Olan Öğrencilerin Sosyal Anksiyete Ve Bilgisayar Oyun Bağimliliği Açisindan İncelenmesi
Yüksek Ve Düşük Düzeyde Hayir Diyebilme Becerisine Sahip Olan Öğrencilerin Sosyal Anksiyete Ve Bilgisayar Oyun Bağimliliği Açisindan İncelenmesi
Büşra ÇELİK
İstanbul
Temmuz-2021
T.C.
İSTANBUL SABAHATTİN ZAİM ÜNİVERSİTESİ
LİSANSÜSTÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ
EĞİTİM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK BİLİM DALI
Büşra ÇELİK
Tez Danışmanı
İstanbul
Temmuz-2021
TEZ ONAYI
Onay
İmza
Enstitü Müdürü
i
BİLİMSEL ETİK BİLDİRİMİ
Yüksek lisans tezi olarak hazırladığım “Yüksek ve Düşük Düzeyde Hayır Diyebilme
Becerisine Sahip Olan Öğrencilerin Sosyal Anksiyete ve Bilgisayar Oyun
Bağımlılığı Açısından İncelenmesi” adlı çalışmanın öneri aşamasından sonuçlandığı
aşamaya kadar geçen süreçte bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle uyduğumu,
tez içindeki tüm bilgileri bilimsel ahlak ve gelenek çerçevesinde elde ettiğimi, tez
yazım kurallarına uygun olarak hazırladığımı, bu çalışmamda doğrudan veya dolaylı
olarak yaptığım her alıntıya kaynak gösterdiğimi ve yararlandığım eserlerin
kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu beyan ederim.
İmza
Büşra ÇELİK
ii
ÖN SÖZ
1
Jiddu Krishnamurti, Life in Freedom, (The Star Publishing Trust, 1928), Chapter: The Search
2
Sigmund Freud, Psikanalize Giriş Seminerleri (Erişim 28 Mayıs 2020)
3
Haim Ginott, Anne Baba ve Çocuk Arasında (İstanbul: Okuyanus Yayınları, 2008)
4
Anna Freud, Ben ve Savunma Mekanizmaları (İstanbul: Metis Yayınları, 2011), 97
iii
iki dönem içinde kritik olan becerilerin sosyal beceriler olduğu görülmektedir. Bu
sebeple ilgili araştırmada bireylerin psikososyal gelişimlerini etkileyeceği düşünülen
hayır diyebilme becerisi, sosyal becerilerin kullanımını zorlaştıran sosyal anksiyete ve
akran ilişkilerini etkileyebilen bağımlılık türlerinden biri olan bilgisayar oyun
bağımlılığı ele alınacaktır.
iv
Yüksek lisans eğitimimi değerli kılan, bireylere ve çocuklara ilişkin farklı bir bakış
açısı kazanmamı sağlayan, fikrine başvurduğum zaman sabırla vakit ayıran,
birikimlerinden yararlanma şansı yakalamış olduğum kıymetli hocam ve tez
danışmanım Prof. Dr. Ali ERYILMAZ’a, çalışmamı titizlikle inceleyen Dr. Besra
TAŞ’a ve Dr. Esra TÖRE’ye sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Büşra ÇELİK
İstanbul-2021
v
ÖZET
YÜKSEK VE DÜŞÜK DÜZEYDE HAYIR DİYEBİLME
BECERİSİNE SAHİP OLAN ÖĞRENCİLERİN SOSYAL
ANKSİYETE VE BİLGİSAYAR OYUN BAĞIMLILIĞI
AÇISINDAN İNCELENMESİ
Büşra ÇELİK
Araştırma bulgularına göre çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin analiz
bulgularında hayır diyebilme becerisi ve cinsiyet arasında anlamlı farklılık
bulunmuştur. Bu farklılık kız öğrencilerin lehinedir. Kız öğrencilerin sosyal anksiyete
puan ortalaması erkek öğrencilerden düşüktür ve bu fark anlamlı bulunmamıştır.
Bilgisayar oyun bağımlılığında kız öğrencilerin sıra ortalaması ile erkek öğrencilerin
sıra ortalaması arasındaki fark anlamlı bulunmuştur. Bu fark erkeklerin lehinedir. Tüm
öğrenciler için yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine göre hayır
diyebilme becerisi, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı bulguları
vi
incelendiğinde düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin hayır diyebilme puan
ortalaması yüksek düzeyde hayır diyebilen öğrenci grubundan düşük, sosyal anksiyete
ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalamaları ise yüksektir. Bulunan farklar anlamlıdır.
Öğrencilerin sınıf düzeyine göre hayır diyebilme, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
bağımlılıkları anlamlı farklılık göstermemektedir.
vii
ABSTRACT
EXAMINATION OF STUDENTS WITH HIGH AND LOW
LEVEL OF SAYING “NO” SKILL: FROM THE PERSPECTIVES
OF SOCIAL ANXIETY AND COMPUTER GAMING
ADDICTION
Büşra ÇELİK
Findings by the analysis all the student groups showed a significant correlationbetween
the ability to say no and gender. This difference is in favor of female students. The
mean social anxiety score of female students was lower than that of male students, and
this difference was not significant. The difference between the mean rank of female
students and the mean rank of male students in computer game addiction was found to
be significant. This difference is in favor of men. When the findings of saying no,
social anxiety and computer game addiction for all student groups with the ability to
say no at a high or low level are examined, the mean score of saying no at low level is
lower than the mean score of saying no at a low level, and the mean of social anxiety
viii
and computer game addiction is higher than the group of students who had saying no
at a high level. The differences found are significant. Students’ ability to say no
according to their grade level, social anxiety and computer game addictions do not
differ significantly.
When the findings of the students who had saying no at a low level are examined, the
mean score of saying no and social anxiety of female students is higher than the
average of male students. However, this difference was not significant. A significant
difference was found in computer game addiction. This difference is in favor of men.
While there is a positive and significant relationship between students’ social anxiety
and computer game addictions, the relationship between computer game addiction and
being able to say no is positive but not significant. Social anxiety and computer game
addiction cannot significantly explain the ability of students to say no.
When the findings of the students who had saying no at a high level are examined, the
mean score of saying no of female students is lower than that of male students, and the
mean score of social anxiety is higher in females than males students. However, these
differences were found not to be significant. A significant difference found in
computer game addiction is in favor of men. A negative and significant relationship
was found between students’ ability to say no and their social anxiety. It was concluded
that social anxiety, the effect of which was examined on the ability to say no, explained
the ability to say no in a negative way and significantly.
ix
İÇİNDEKİLER
ÖZET.......................................................................................................................... vi
İÇİNDEKİLER .......................................................................................................... x
TABLOLAR LİSTESİ…………………………………………………………....xiii
KISALTMALAR………………………………………………………………..…xv
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
İKİNCİ BÖLÜM
x
2.2. Sosyal Anksiyete……………………………………………………… ............. 38
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ARAŞTIRMA YÖNTEMİ……………………………………………………...…86
xi
3.3. Veri Toplama Araçları ........................................................................................ 89
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BEŞİNCİ BÖLÜM
ÖZ GEÇMİŞ………………………………………………………………………172
xii
TABLOLAR LİSTESİ
Tablo 4.3: Tüm Öğrencilerin Betimsel İstatistik ve Hayır Diyebilme, Sosyal Anksiyete
Puanlarına İlişkin Bağımsız örneklemler Cinsiyet-T Testi Sonuçları
Tablo 4.5: Yüksek ve Düşük Düzeyde Hayır Diyebilme Becerisine Sahip Tüm
Öğrencilerin Hayır Diyebilme, Sosyal Anksiyete ve Bilgisayar Oyun Bağımlılığına
İlişkin Betimsel İstatistik Sonuçları
Tablo 4.6: Yüksek ve Düşük Düzeyde Hayır Diyebilme Becerisine Sahip Tüm
Öğrencilerin Hayır Diyebilme, Sosyal Anksiyete ve Bilgisyar Oyun Bağımlılığı Puan
Ortalamalarına İlişkin Bağımsız Örneklemler T-testi Sonuçları
Tablo 4.7: Tüm Öğrencilerin Sınıf Düzeyine Göre Hayır Diyebilme, Sosyal Anksiyete
ve Bilgisayar Oyun Bağımlılıklarına İlişkin Betimsel İstatistikler ve Bağımsız
Örnekler T Testi Sonuçları
Tablo 4.9: Düşük Düzeyde Hayır Diyebilen Öğrencilerin Betimsel İstatistik ve Hayır
Diyebilme, Sosyal Anksiyete Puanlarına İlişkin Bağımsız Örneklemler Cinsiyet-T
Testi Sonuçları
Tablo 4.11: Düşük Düzeyde Hayır Diyebilen Öğrencilerin Hayır Diyebilme, Sosyal
Anksiyete ve Bilgisayar Oyun Bağımlılığı Değişkenlerine İlişkin Pearson Korelasyon
Analizi Sonuçları
xiii
Tablo 4.12: Düşük Düzeyde Hayır Diyebilen Öğrencilerin Hayır Diyebilme, Sosyal
Anksiyete ve Bilgisayar Oyun Bağımlılığına İlişkin Betimsel İstatistik Sonuçları
Tablo 4.17: Yüksek Düzeyde Hayır Diyebilen Öğrencilerin Hayır Diyebilme ve Sosyal
Anksiyete Değişkenlerine İlişkin Pearson Korelasyon Analizi Sonuçları
Tablo 4.18: Yüksek Düzeyde Hayır Diyebilme Becerisine Sahip Öğrencilerin Sosyal
Anksiyete ve Düzeylerinin Hayır Diyebilme Becerilerini Yordamasına İlişkin Basit
Regresyon Analizi Sonuçları
xiv
KISALTMALAR
𝑋 ̅ : Ortalama
xv
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ
Teknolojinin hızla gelişmesi ve bilgiye kolay bir şekilde ulaşabilme ile dünya üzerinde
birçok şey değişime uğramaktadır. Bu gelişimin getirdiği ve gerektirdiği değişim
hayatın pek çok alanını etkilemektedir. Toplumlar içerisinde yaşanan değişimler
bireyleri, ebeveynleri ve nihayetinde ailelerinden etkilenen çocukların gelişimini
etkilemektedir (Goodwin, 2018: 10). Gelişim bütüncül olarak ele alındığında
bireylerin doğduğu andan itibaren fiziksel, biyolojik, sosyal, zihinsel başta olmak
üzere gelişimlerini sağlıklı bir şekilde devam ettirebilmesi için birtakım haklara sahip
olduğu görülür (Yörükoğlu, 2002: 29). Bireyler yaşadıkları dünyada ihtiyaçlarını
karşılamayı sağlayan temel haklara ve özgürlüklere sahiptir. Bireyler özgürlüğü elde
edebilmek, haklarını ve sınırlarını korumak, çevresindeki insanlara durmaları gereken
sınırları öğretmek, kendi değerlerini ortaya koymak için “hayır” diyebilmeye ihtiyaç
duyarlar (Kemp, 2006). Hayır diyebilme hem bireyin hakkı hem de bireye çocukluk
çağlarından itibaren kazandırılması gereken bir beceri olarak tanımlanmıştır
(Herrmann ve McWhirter, 1997: 177). Alan yazın incelendiğinde hayır diyebilmenin
sosyal beceri, kişisel hak, atılganlık, güvengenlik gibi kavramların içerisinde yer aldığı
görülmektedir (Turhan, 2003; Pfeiffer, 2010; Aslan ve Özcebe, 2008).
Birey atılganlık haklarını kullanarak kişiler arası ilişkilerinde eşitliğe önem veren ve
güç dengesi sağlayabilen, baskı ve korkuları dışarıda bırakabilen, hayat kalitesini
yükseltecek seçimleri yapabilen ve hayatına dair hedef koyabilen, haksızlıklara karşı
uygun savunma tepkisi gösterebilen aynı zamanda sınırlarını koruyabilen ve hayır
1
diyebilen özelliklere sahip olur. Atılgan davranış başka insanların haklarını göz ardı
etmeden duygu ve düşünceleri uygun şekilde ifade edebilmeyi, doğal ve samimi
davranabilmeyi ve diğer insanların haklarına da saygı duyarak kendi hakkımızı
savunabilmeyi sağlar (Turhan, 2003: 2-3). Atılgan davranış Turhan’a (2003) göre dört
ayrı ve özgün tepki örüntüsüne ayrılmaktadır. “1. Hayır diyebilme yeteneği, 2. Bir
istekte bulunabilme yeteneği, 3. Olumlu ya da olumsuz duyguları ifade edebilme
yeteneği, 4. Genel tartışmaları başlatabilme, sürdürebilme ve sonuçlandırabilme
yeteneğidir”. Bu tanıma göre atılganlık, insanların kendini uygun şekilde ifade edip
gerektiği zaman hayır diyebilme becerisine sahip olabilmesi şeklinde tanımlanabilir.
Hayır diyebilmek bir hak, reddetme tepkisi, güvengenlik özelliği olduğu gibi aynı
zamanda bir beceri olarak ele alınabilir. Hayır diyebilmenin ilişkili olduğu bir diğer
kavram ise güvengenlik kavramıdır.
2
denileceğini öğretmek çocuk istismarını ve ihmalini önleyici uygulamalar
çerçevesinde ele alınmalıdır (Ögel, Tarı ve Eke, 2006: 39).
Mevcut çalışmada hayır diyebilme becerisi öğrencilerin kişisel hak ve sınırlarının ihlal
edilmesi ya da ihlalin ihtimali durumunda kendilerine yöneltilen zararlı davranış ve
faaliyetlere yönelik hayır diyebilmeleri şeklinde ele alınmaktadır. Gerekli gördüğü
durumlarda hayır diyebilen çocukların bilinç düzeyi yüksek, kendi hak ve
sorumluluklarını bilen ve başkalarının hakkını gözeten, sınırlarını koruyan, öz güveni
yüksek yetişkinler olacağı düşünülmektedir.
Benlik saygısının gelişimi için ise sağlıklı kimlik kazanımının sosyal etkileşimlerle
yakından ilgili olduğu okul çağı (6-12 yaş) döneminde öğrenciler için akran ve
öğretmenlerinin görüşleri oldukça önemlidir (Yavuzer, 2016: 12). Sosyal etkileşimleri
ve sosyal ortamlarda performansı etkileyen durumlardan biri de sosyal anksiyetedir.
Sosyal anksiyete; başkaları tarafından değerlendirilmeye ilişkin aşırı düzeyde verilen
önemi, utanç duymayı ve rezil olmak gibi birçok durumdan abartılı bir şekilde
korkmayı içerir (Dilbaz, 2007: 325-336). Sosyal anksiyete bireyin sosyal
etkileşimlerinde küçük düşeceğinden ve olumsuz değerlendirileceğinden aşırı şekilde
korkmasıdır. Korku yaşandığında bireyin dikkati kendisine yönelmiştir (Dilbaz, 1997:
18). Genel olarak bireyde kalp çarpıntısı, terleme, yüzün kızarması, titreme şeklinde
fiziksel belirtiler görülür. Olumsuz değerlendirme ve eleştirilere karşı aşırı duyarlı
olma hali, düşük benlik saygısı, sosyal etkileşim kurma becerilerinde yetersizlik,
girişken olmayı gerektiren durumlarda güçlük yaşamak sosyal anksiyetenin
belirtilerindendir (Dilbaz, 1997: 18). Sosyal anksiyete bireyin toplumsal ilişkilerinin
bozulmasına sebep olan, sosyal işlevselliğini ve yaşam kalitesini düşüren, kronikleşme
eğiliminde olan ciddi bir sorundur (Dilbaz, 2000: 3-4).
Sosyal anksiyete ile ilgili yapılan görülme sıklığını ifade eden epidemiyolojik
çalışmalar, bu bozukluğun çocuk, ergen ve yetişkinlerde oldukça yaygın olduğunu
belirtmektedir (Beidel, 1991: 545). Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde izlerine
rastlanan sosyal anksiyetenin nedenleri arasında bireylerin olumlu rol modele sahip
olmamaları, sahip oldukları ailenin sosyal ilişkilerinin zayıf olması ile sağlıklı sosyal
beceriler geliştirebilecekleri uygun ortamı bulamamış olmaları gösterilmiştir
(Kearney, 2008: 266). Sosyal anksiyete belirtilerinin, erken çocukluk çağında
gözlenebilmesi mümkündür ancak çocukluk çağında çocuğun uslu, sakin, sessiz,
çekingen, uyumlu olması gibi etiketlerle aile, okul ve çevre tarafından pekiştirilmesi
3
sebebiyle bozukluğun bireylerin çocukluk döneminden çok ergenlik döneminde
görüldüğü kanısı kabul görmüştür (Demir, vd., 2000: 43).
Sosyal etkileşimden rezil olma korkusuyla kaçınan çocuk, ergen ve yetişkin bireyler
sosyal medyayı sosyalleşmek ve çevrim içi etkileşimler kurmak için kullanarak dijital
oyunlara yönelebilirler. Dijital dünya ile sağlanan sosyal etkileşime zarar vermemek
ve akran onayını almak için öğrencilerin akran gruplarına hayır diyemeyeceği olasıdır
(Davis, 2001: 187-195). Akran gruplarıyla kurulan zararlı etkileşimler oyun ve madde
bağımlılıkları, zaman yönetimini sağlayamama gibi olumsuz durumlara neden olabilir.
Çocukların ve bireylerin “hayır” diyebilme becerisine sahip olması kadar önemli olan
başka bir konu, zarar görebilecekleri durum ve kişilere karşı hangi durumlarda hayır
diyecekleridir (Yılmaz, 2018: 61). Hayır diyebilme becerisinin kullanılması gereken
durumlardan bir diğeri bağımlılık yapan durumlar ve maddelere karşı direnebilmektir.
Çocukluk çağında bağımlılık yapıcı madde kullanımını deneme döneminde ve bu
maddeye bağımlılık sürecinin başlangıcında “hayır” diyememenin etkisi
bulunmaktadır (Kamışlı, vd., 2008: 7).
Çocuklar dâhil olmak üzere tüm bireyler “hayır” diyebilme becerisi sayesinde
bağımlılık süreçlerinden, istenmeyen durum ve davranışlara özgü teklif ve çağrılardan
kendilerini koruyabilmektedirler (Karlıkaya ve Özkan, 2011: 251). Çocukluk çağında
yaşanabilecek bağımlılıklar düşünüldüğünde teknolojik gelişmelerin etkisiyle
bireylerin ve çocukların en önemli eğlence, boş zamanlarını değerlendirme ve
bağımlılık araçlarından birinin bilgisayar oyunları olduğu görülür (Kars, 2010: 27).
Bilgisayar oyun bağımlılığı; oyunu bırakmak istese de bırakamama, kendisine sunulan
oyun tekliflerine hayır diyememe, sürekli oyun oynamayı düşünme, oyun oynamadığı
zaman mutsuz olma gibi alt boyutları içerir (Horzum, Ayas ve Balta: 2008). Horzum
(2011: 58) bilgisayar oyun bağımlılığını; oyuncunun bir oyunu devamlı bir şekilde
düşünmesi, sürekli oyunla ilgilenmesi ve oyunu bırakamaması olarak tanımlamıştır.
4
kullanımı ile ruh sağlığı problemlerinin ilişkisi incelendiğinde sosyal fobinin bu
patolojilerden biri olduğu görülür (Kamışlı, vd., 2008: 8).
Genel olarak dijital oyunlar içerisinde yer alan bilgisayar oyunlarına aşırı bir şekilde
zaman ayırma bireylerin sosyal etkileşimlerinin zarar görmesine, öğrenciler için okul
yaşamında yetişkin bireyler için iş yaşamında uyumsuzluklara ve bağımlılık sürecine
sebep olabilmektedir (Strittmatter vd., 2015: 6). Bu gerekçelerden hareketle bu
çalışmada hayır diyebilme becerisi, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
bağımlılığından büyük oranda etkileneceği düşünülen ilköğretim 4. ve 5.sınıf
öğrencileri ele alınmıştır. Alan yazında Türkiye’de ilkokul öğrencilerine ve çocukluk
çağına ilişkin hayır diyebilme becerisinin yer aldığı çalışmalar oldukça sınırlı
olduğundan ilgili bilgi ve bulgular da az sayıdadır (Yılmaz, 2018; Bozkurt, 2020). Bu
sebeple ilköğretim öğrencilerine ve çocuklara yönelik direkt olarak hayır diyebilme
becerisinin ele alındığı araştırmalara gereksinim duyulmaktadır. İlgili alan yazın
incelendiğinde hayır diyebilme becerisi ile ilgili yapılan çalışmalarda hayır diyebilme
bir beceri olarak değil genel olarak atılganlık hakkı ve reddetme davranışlarından biri
olarak ele alınmıştır (Turhan, 2003: 3).
5
Bu bilgilerden hareketle bireylerin hayır diyebilme becerilerinin yüksek ve düşük
düzey şeklinde ayrılması durumunda öğrencilerin sosyal anksiyetelerinin, bilgisayar
oyun bağımlılıklarının değişkenlik gösterebileceği ve yapılan araştırmanın sonucunun
da etkilenebileceği düşünülmektedir. Bu bölümde; problem, araştırmanın amacı,
araştırmanın önemi, varsayımlar, sınırlılıklar ve tanımlar bölümlerine yer verilmiştir.
1.1. Problem
Hayır denilmesi gereken durum ve kişilere uygun bir şekilde hayır diyebilmek
bireylerin hayatlarını toplumun yargılarına bakmaksızın kendi seçimleriyle
şekillendirmesini sağlayan, dolayısıyla birçok kavram ve durumla ilişkili bir
durumdur. Hayır diyebilme becerisi, sosyal beceriler kapsamında atılgan davranışlara
yol açan bireylerin yaşamlarını etken hale getiren bir beceridir (Yılmaz, 2018: 56).
Cloud ve Townsend (1997: 27) söz konusu beceriyi bireylerin haklarının ve
sınırlarının ihlal edildiği veya ihlal edilebilme ihtimali söz konusu olduğunda
kendisine sunulan istek, beklenti ve davranışları reddetmesi, kendisine zarar verecek
talep ve davranışları geri çevirmesi şeklinde tanımlamıştır. Ancak bireylerin çeşitli
sebeplerle kendisine sunulan tekliflere, koşullara, kişilere hayır diyebilmesi her zaman
mümkün olmamaktadır. Hayır diyebilmenin önündeki engeller olarak çevremizdeki
özellikle değer verdiğimiz kişileri reddetmenin ve onlar tarafından reddedilmenin
güçlüğü, sevdiğimiz kişileri duygusal olarak hayal kırıklığına uğratma ve bu kişilerin
zihinlerindeki görüntümüzün bozulabilmesi belirtilmektedir (Haddou, 2018: 7).
Sosyal ilişkilerde olumsuz değerlendirilme korkusu nedeniyle hayır diyememenin ve
sosyal anksiyete yaşayan insanlarda var olan belirtilerden sosyal ortamlarda olumsuz
değerlendirilip utandırılmaya, aşağılanmaya dair aşırı korku duyma durumunun ortak
olduğu görülmektedir (Dilbaz, 2000: 3). Walters ve Inderbitzen (1998) olumsuz
değerlendirilme korkusuyla başa çıkamayan bireylerin hayır demek istedikleri
durumlara boyun eğebileceğini belirtmişlerdir (Akt., Sübaşı, 2010: 55).
6
bireylerin korku ve kaygı gibi olumsuz duygular yaşamasına sebep olurken bazı
bireyler istenmeyen duygularından kaçınma yolu olarak bağımlılıklara yönelebilirler
(Arabacı, Dağlı ve Taş: 2018: 10-11). Teknolojinin gelişmesi ile ön plana çıkan
bağımlılıklardan biri olarak oyun bağımlılığı örnek verilebilir (Çavuş, Ayhan ve
Tuncer: 2016: 266).
Tüm bu durumlardan etkilenen çocukların atılganlık becerileri içerisinde yer alan hayır
diyebilme becerisi, sosyal etkileşimlerini etkileyen sosyal anksiyete düzeyi ve
bilgisayar oyun bağımlılıklarının değişebileceği düşünülmektedir. Bireyler bu gelişim
ve değişimlerin gerektirdiği olumlu deneyimlere açık olup koşulların değişiminin
kendi zararlarına neden olacak kısımlarına hayır diyebilmeli, kendilerini geliştirecek
ve iyi yetişmelerini sağlayabilecek seçimlere yönelmelidirler. Bu bağlamda kişinin
kendisinin en iyi hali olabilmesi için sosyal anksiyetenin temel belirtisi olan
başkalarının kendi hakkında ne düşüneceğini aşırı bir biçimde dikkate alma durumuna
engel olup kendine zarar verecek davranış, teklif ve davetlere karşı “hayır” diyebilme
becerisine sahip olması önemlidir. Ek olarak hayır diyebilme becerisi bağımlılığa
götürecek şekilde teknoloji ve dijital oyunlarla bireylerin zamanını boşa harcamasına
engel olabilmesi açısından önem taşımaktadır.
1.2. Amaç
Çalışmanın temel amacı yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip
olan 4. ve 5.sınıfa devam eden öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
bağımlılığı açısından incelenmesidir. Bu bağlamda araştırmanın alt amaçları ve
araştırma soruları şu şekildedir.
Alt Amaç: Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme becerisi,
sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları arasındaki ilişkilerin
incelenmesidir.
1. Araştırma Sorusu: Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme
becerisi, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları cinsiyet
açısından farklılaşmakta mıdır?
2. Araştırma Sorusu: Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme
becerisi, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları düşük ve
7
yüksek düzeyde hayır diyebilmeye bağlı olarak anlamlı bir şekilde farklılaşmakta
mıdır?
3. Araştırma Sorusu: Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin sınıf düzeylerine
göre hayır diyebilme becerisi, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıkları
farklılaşmakta mıdır?
Alt Amaç: Çalışma grubunda yer alan düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip
öğrencilerin, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı puanları arasındaki
ilişkilerin incelenmesidir.
5. Araştırma Sorusu: Çalışma grubunda yer alan düşük düzeyde hayır diyebilen
öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları
arasındaki ilişki anlamlı mıdır?
Alt Amaç: Çalışma grubunda yer alan yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine
sahip öğrencilerin, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı puanları arasındaki
ilişkilerin incelenmesidir.
7. Araştırma Sorusu: Yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip bireylerin hayır
diyebilme, bilgisayar oyun bağımlılığı ve sosyal anksiyete ortalama puanları cinsiyete
göre anlamlı bir şekilde farklılaşmakta mıdır?
8. Araştırma Sorusu: Çalışma grubunda yer alan yüksek düzeyde hayır diyebilen
öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları
arasındaki ilişki anlamlı mıdır?
8
1.3. Araştırmanın Önemi
9
olamadığında teknolojik oyunlarla bu açığı kapatmak isteyebilir. Sosyal iletişimin
sınırlı olduğu, değerlendirilme ve etiketleme kaygısının olmadığı teknolojik cihazlarla
oynanılan oyun çocuğun yaşayabileceği pek çok durumdan kaçınmasını sağlayacaktır
(Yıldırım, 2018: 65). Gelişen teknoloji, oyun alanlarının azlığı ve daha pek çok sebeple
geleneksel oyundan ziyade teknolojik oyunlara yönelen çocuk zamanı yönetemediği
takdirde bu durumun oyun bağımlılığına dönüşmesi kaçınılmaz olacaktır (Çavuş,
Ayhan ve Tuncer: 2016: 266). Bu bağlamda ilkokul ve ortaokula devam eden okul
çağı çocuğu ve ön ergenlik dönemi özellikleri gösteren öğrencilerin oluşturduğu
örneklemde hayır diyebilme düzeyini tespit etmek önemlidir. Bu nedenle çocuklar için
hayır diyebilme becerisi araştırma yapılması gereken alanlar arasında yer almaktadır.
Türkiye’de hayır diyebilme becerisine ait araştırma sayısı sınırlıdır (Yılmaz, 2018).
Bilgisayar oyun bağımlılığı ve sosyal anksiyete üzerine yapılan araştırmalar
incelendiğinde ise bu araştırmaların da sınırlı sayıda olduğu görülmektedir. Bu
araştırmalar daha çok ergenler ve yetişkinler üzerinedir (Caplan, 2006: 234-242; Cole
ve Hooley, 2013: 424-436; Dalbudak ve Evren, 2014: 497-503; Huan, Ang ve Chye:
2014: 539-551).
Yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı açısından incelenmesini amaçlayan bu
10
araştırma, hayır diyebilme becerisinin çeşitli değişkenlerle incelenmesi bakımından
“ilk” ve “özgün” bir değere sahiptir. Bu sebepten yapılan çalışmanın literatüre katkı
sağlayacağı düşünülmektedir.
1.4. Varsayımlar
Yapılan çalışmada araştırılan sorulara bağlı olarak geliştirilen iki temel varsayım
bulunmaktadır.
1.5. Sınırlılıklar
Yapılan araştırma;
11
1.6. Tanımlar
Hayır Diyebilme Becerisi: Aslan ve Özcebe’ye (2008: 10) göre “hayır” diyebilme
becerisi, riskli davranışların öz irade ve seçimler yoluyla reddedilebilmesine yönelik
kapasitenin oluşturulması sürecini ifade etmektedir.
Oyun: Alan yazında pek çok tanımı yapılan oyun, çocuğun sonucunu düşünmeden ve
eğlenmek için yaptığı hareketler şeklinde tanımlanmaktadır. Oyun çevredeki kimsenin
çocuğa öğretemeyeceği konuları çocuğun kendi kendine deneyimleyerek öğrenme
sürecidir (Yörükoğlu, 2002: 65).
12
İKİNCİ BÖLÜM
HAYIR DİYEBİLME BECERİSİ, SOSYAL ANKSİYETE VE
BİLGİSAYAR OYUN BAĞIMLILIĞI
Uygun zaman içerisinde gereken kişiye nasıl “hayır” diyebileceğini bilmek bireyi
hayatta çeşitli alanlarda güçlü ve hayata hazır kılar (Turhan, 2003: 4-5). Bireyler hem
kendileriyle ilgili hem de toplum tarafından olumsuz değerlendirilme başta olmak
üzere toplumla ilgili sebeplerden dolayı hayır sözcüğünü kullanmaları gereken
zamanlarda kullanamayabilirler. Tarih boyunca hayır sözcüğünü kullanmamak uyum
ve itaat belirtisi olarak görülmüş, hayır demek ise uyumsuzluk, isyan, itaatsizlikle ifade
edilmiştir. Toplumların ve birçok dini öğretinin itaati vurgulaması, itaatsizliğin toplum
tarafından onaylanmayan bir günah olarak tanımlanmasının bu durum üzerinde rolü
olduğu düşünülmektedir (Froom, 1987: 13). Hayır diyebilmenin, reddetme ve direnme
13
tepkilerini göstermenin zor olmasının bir başka sebebi ise insanlık tarihinde azınlığın
çoğunluğu yönetmesi ve yönlendirmesidir. Bu sistem, hayatta var olan iyi şeylerin
yalnızca küçük/azınlık kısım için yeterli olması ve azınlığın elde ettiği iyi şeylerden
kalanların çoğunluğun payına düşmesi ile devam etmektedir (Froom, 1987: 13). Bu
sistem içerisinde insanlar kendisine dayatılan güce karşı direnip hayır demeyi
öğrenerek ve itaatsiz davranarak özgür olabilirler. Özgür olabilmek için sadece
itaatsizlik kapasitesi gerekli değildir. İtaatsizlik için de özgür olabilmek ön koşul
haline gelmektedir. İnsanlar özgürlüğe cesaret etmiyor ve korkuyorlarsa ne hayır
diyebilmeye ne de itaatsiz davranmaya cüret edebilirler (Froom, 1987: 13).
14
başkalarının haklarına ve kendi haklarına saygı duymasına yardımcı olmaktadır
(Turhan, 2003: 4-5).
Hayır diyebilme becerisinin ve hayır sözcüğünün önem kazandığı başka bir alanda
ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkidir (Brenner, 2003: 9). Hayır sözcüğünü istenmedik
bir durum ortaya çıktığında daha az kullanıp çocuğun kişiliğine ve karakterine
saldırmamak, merakını ve ilgisini yok etmemek, kontrolcü bir tutumla hayır demeyip
sorun ile ilgili açıklama yapmak doğru bir yaklaşımdır (Brenner, 2003: 56).
Ebeveynlerin hayır diyebilmekle ilgili görevleri çocuklarının hayır diyebilmelerini
sağlayacak şekilde kendilerini güvende hissetmelerine ve ilişkilerinde sınırlarını
belirlemesine yardımcı olmaktır. Çocuğun her istediği yapılmadığında bilgili
ebeveynler dirençle ya da davranış problemleri ile karşılaştığında öfkelenmeden
durumu kontrol edebileceklerdir (Cloud ve Townsed, 1997: 67-68). Ebeveynlerin
diğer görevi ise çocuklarına diğer insanların sınırlarına saygı duyabilmeyi öğretmektir.
Ebeveynler çocuklarına hayır diyebilmeyi öğrettiğinde çocukların kendisine hayır
denilmesine ilişkin toleransı gelişecek ve çocuklar diğer insanların kendisine hayır
diyebilmesini kabullenebilecektir (Cloud ve Townsed, 1997: 67-68). Ebeveynler
öfkeli oldukları zamanlarda veya hayır dediklerinde ise çocuklarına karşı sevgilerini
çekmemelidir. Aksi takdirde çocuk, ebeveyni kendini çekerse iyi davranırsam
sevilirim, kötü davranırsam sevilmem şeklinde koşullu sevgi içeren mesajlara maruz
kalmaktadır. Doğru disiplin ve sınır koyma sevgiyi geri çekmek değil ilgili davranışın
sonuçlarını kullanarak öz denetimi öğretmektir (Cloud ve Townsed, 1997: 71-73).
15
Beyin gücünü kullanma, düşünerek fikri üretim sağlama hayır diyebilmeyi şart kılar.
Toplumu oluşturan bireylerin “hayır” diyebilme becerisine sahip olmamaları başta
fikri üretimin ve diğer üretimlerin, yeniliklerin, buluşların sonu olacaktır (Yeniçeri,
2011: 70).
Alan yazın incelendiğinde hayır diyebilme becerisinin kişiye ait bir hak, yetenek,
özellik, beceri olarak ele alındığı ve ilgili beceriyi uygun zaman ve şekillerde gereken
tepkiyi gösterme adına kullanmanın elzem olduğu görülmektedir.
Hayır sözcüğü ve hayır diyebilme becerisi pek çok kavramı içermesi ve pek çok
kavrama dâhil olması bakımından birbiriyle ilişkili ve ilişkili olmayan atılganlık,
bağımlılık, boyun eğme, istismar ve riskli davranışlar, güvengenlik, varoluşsal
seçimler yapma ve sorumluluk alma, potansiyel kullanımı ve zaman yönetimi gibi
çeşitli alanları etkileyebilmektedir (Terakye, 1994: 128; Kamışlı, vd., 2008: 23;
Gilbert ve Allan, 1994: 295; Özcebe, 2007: 25; Alberti ve Emmons, 2017: 20-21;
Camus, 1985: 11; Yeniçeri, 2011: 70-71; Fidan, 2011: 52).
16
1. Sınır Oluşturma ve Atılgan Davranış Açısından Hayır Diyebilme Becerisinin
Önemi
Hayır diyebilme bizi kuşatan, hayatımızı anlamlı yaşamamıza katkı sağlayan bir
beceridir. Hayır diyebilme becerisi bireyin hayatında, sosyal ilişkilerinde, iş/okul
hayatında sınırlarını korumasına yardımcı olmaktadır. Sınırlar konusunda
tutarsızlıklar yaşamak yoğun kaygı ve suçluluk hisleri, depresyon ve panik hali, tepki
bozuklukları, bağımlılıklar ve yeme bozuklukları, evlilik ve çift sorunları gibi pek çok
klinik sorunların semptomlarının kökenini oluşturmaktadır (Cloud ve Townsend,
1997: 19).
Hayır diyebilme becerisi, ilk olarak bireylerin kişisel haklarından biri olarak ele
alındığında Alberti ve Emmons (2002) “hayır” diyebilme becerisini atılgan davranışın
sözlü ögelerinden biri olarak ifade etmişlerdir (Akt., Bozkurt, 2020: 24). Atılgan
davranış ve bu davranış yetilerinden biri olan hayır diyebilme becerisi kişiler arası
ilişkilerde bireyin önceliğinin kendi faydası olmasını, özgürce seçimler yapmasını ve
kendi kararlarını almasını sağlar. Kişinin kendini olduğu gibi karşı tarafa
yansıtabilmesi, istek/arzu ve hedeflerini belirtmeyi ve başkalarının haklarına saygı
duyarak kendi haklarını savunabilmeyi sağlaması bakımından önemlidir (Alberti ve
Emmons, 2002: 5-6). Liberman (1970) atılganlık kavramını “Kendini ifade etme
yeteneği” şeklinde ifade etmiştir (Akt., Polat, 2013: 28). Lazarus (1975: 168) ise
“Duygusal özgürlük alışkanlığı” olarak tanımlamıştır. Atılgan davranışın boyutları
incelendiğinde hayır diyebilme becerisinin bu davranışı oluşturan dört temel tepki
yetisinden biri olduğu görülür (Lazarus, 1973: 697).
Atılganlık, bireyin kendini olduğu gibi saydam bir şekilde ifade etmesini sağlarken
başka bireylerin haklarını çiğnemeden kendi haklarını savunmasını sağlamaktadır
(Terakye, 1994: 129). Terakye (1994: 128) insan davranışlarının iki uç noktası
olduğunu ve bu uç noktaların pasif (çekingen)/agresif (saldırgan) davranışlar olduğunu
belirtmiştir. Atılgan davranışların ise girişimci bir davranış olduğunu ve iki uç nokta
arasında yer aldığını belirtmiştir. Atılgan/girişimci davranış insan haklarını temel
almakta olup insan haklarının içerisinde hayır diyebilme hakkı, kendi kararlarını
verme hakkı gibi maddeler yer almakta ve bu maddelerin hayır diyebilme becerisinin
alt boyutları olduğu görülmektedir.
17
Bu tanımlardan yola çıkarak atılganlık kavramını bireylerin duygu, düşünce, talep,
şikâyetlerini demokratik bir tutum sergileyerek dile getirmeleri ve gereken durumda
hayır diyebilme becerisini göstermeleri şeklinde tanımlamak mümkündür. İlgili
literatür incelendiğinde atılgan davranış kazandırma konusunda hayır diyebilme
becerisinin de kazandırılmasının önemi işaret edilmektedir. Hayır diyebilme
becerisinin önem kazandığı alanlardan biri de bağımlılıklardır. Özellikle kişiler arası
ilişkilerde bireylerin çeşitli nedenlerle hayır diyememelerinin sonucu olarak bağımlılık
süreci başlayabilmekte ya da bağımlılık düzeyleri artabilmektedir.
Sigara ile tanışma yaşı incelendiğinde sigaraya başlama yaşının 7-12 yaş aralığında
olduğu görülmektedir (Özer, 2003: 1). Sigaraya bu yaşlarda başlama nedenleri
arasında ebeveyn veya kardeşin sigara içiyor olmaları, gençlerin özenmeleri ve merak
duymaları gelmektedir (Sezer, 1992: 5-7). Genç bireylerin sigara içme nedenlerinin
kendilerini rahatlamış hissetmek istemeleri, daha rahat ve başarılı iletişim kurma
isteği, arkadaşlarının etkisi ve baskısı olduğu görülmüştür. Kişilerin sigara içen
18
arkadaşlarından geri bir seviyede kalmamak istemeleri, arkadaşlarıyla zevk ve değer
paylaşımında bulunma, can sıkıntısı ve yorgunluğu azaltma, kendini çevresine
kanıtlama gibi sebeplerle sigara kullandıkları görülmüştür (Sezer, 1992: 5-7).
19
ergen bireylerin bulundukları çevreyi etkileme ve çevrelerinden etkilenme durumu
düşünüldüğünde bağımlılık sürecinde ‘‘hayır’’ diyebilmenin önemli bir yere sahip
olduğu görülmektedir.
Hayır diyebilme becerisinin önem kazandığı başka bir alan ise bireylerin hayır
diyemeyip kendilerini çeşitli nedenlerden dolayı boyun eğmek zorunda hissettikleri
durumlardır. Tiedens ve Fragale’e (2003: 558) göre onay alma, takdir edilme ve kabul
edilme konusunda endişeli bireyler boyun eğmeye yatkın davranışlar sergilemektedir.
Bireylerin boyun eğmelerinin yanında gözlenen duygu genel olarak korku duygusudur
(Allen ve Gilbert, 1997: 468). Korku duygusunun sosyal ilişkilerde alıcı ve gönderici
arasındaki ilişkide kullanılması; egemenlik ve iktidar eksenli davranışlar, baskın
konum elde etmek, güç alanı oluşturmak ve egemenlik kurmak için olmaktadır
(Gifford, 1991: 284-285). Bir başkasının üzerinde egemenlik sağlamak; rakipleri
engellemek, karşı tarafın üzerinde baskı kurmak, gözdağı ile korkutmak, tehdit ve
saldırı yoluyla kontrolü ele alarak sağlanmaktadır (Archer ve Coyne, 2005: 212-215).
Baskı, tehdit, gözdağı ile korku duygusu harekete geçen ve korku duygusu ile sağlıklı
bir şekilde baş edemeyen bireyin istemediği durumlara karşı çıkamayıp istemsiz boyun
eğmesi olasıdır.
20
uyumluluk, yatıştırma davranışları içerirken bireylerde hâkimiyet alanında düşüklük
ve atılganlıkla ilgili sosyal beceri eksikliği şeklinde görülebilmektedir (Allan ve
Gilbert, 1997: 472). Literatürde boyun eğme ile ilişkilendirilen bir diğer ruh sağlığı
problemi olan sosyal anksiyete ele alındığında ise bireylerin sosyal anksiyetenin temel
belirtilerini işaret eden sosyal zorluklar karşısında kaçındıkları ve boyun eğici
davranışlar sergileyebildikleri görülmüştür (Allan ve Gilbert (1997: 472). Sturman’da
(2011: 268) istemsiz boyun eğmenin sosyal anksiyeteyi önemli ölçüde yordadığı
sonucuna ulaşmıştır.
Sosyal anksiyete yaşayan insanlar ait oldukları gruptan dışlanmamak için grubun
isteklerine olması gerekenden fazla uyma davranışı gösterip çoğu şeyi alttan alarak
özür dilemeye kendilerini mecbur hissedebilirler (Gilbert ve Allan, 1994: 295). Boyun
eğme davranışını aynı şekilde sosyal anksiyetenin de içinde yer aldığı ruh sağlığı
problemleri ile ilişkilendiren başka çalışmalarda ise Gilbert ve Irons (2004) boyun
eğmeyi bireyin kendini olumsuz bir şekilde değerlendirmesi, düşük kendilik algısı ve
düşük benlik saygısına sahip olması şeklinde ifade etmişlerdir. Boyun eğme davranışı
kendini eleştirme, geri planda kalmayı isteme, utangaçlık ve sosyal anksiyete belirtileri
ile ilişkilendirilmiştir (Akt., Berber Çelik ve Odacı, 2011: 1389).
Birey boyun eğmeye yatkın davranışlar sergilediğinde itaat etmeye de yatkın bir tutum
sergilemektedir. İtaat etme tutumunda birey zararlı çıkacağı durumdan kazançlı
çıkabilirken, gönülsüz bir itaatin sürekli devam etmesi durumunda ise ruh sağlığı
problemleri görülebilmektedir (Sturman, 2011: 266). Boyun eğici tutuma sahip olma
ve boyun eğici davranış gösterme bireyin iyilik halini ve iyi oluşunu olumsuz olarak
etkilemektedir (Türküm, 2005: 625).
Alan yazın incelendiğinde bireylerin boyun eğici davranışları ile benlik saygısı
arasında negatif yönde bir ilişki olduğu belirtilmiştir. Özkan ve Özen (2008: 55),
itaatkâr davranışların benlik saygısı ile negatif bir ilişkiye sahip olduğunu
belirtmişlerdir. Boyun eğici davranışlar bireylerin benlik saygılarını etkilerken
(Sturman, 2011: 269), bireyi derin düşünce tekrarlarına (ruminasyona) itmekte ve
utanç duygusu hissetmesine neden olmaktadır (Gilbert, vd., 2003: 113). Boyun eğme
davranışı gösteren bireyler incelendiğinde bu bireylerin kendi istek/arzu ve
ihtiyaçlarını karşılama adına çaba göstermedikleri görülmüştür. Bu durumun nedenleri
ise diğer insanların güçleri, otoriter tutumları karşısında bireyin kendini arka planda
tutmak istemesi şeklinde ifade edilmiştir (Deulty, 1979: 1062). Boyun eğen bireyler
21
kendi isteklerini değersizleştirerek ve kendilerini geri planda tutarak kendilerini de
değersizleştiren bir eğilim içerisindedirler. Bu bireyler kendilerine güvenmedikleri
için hayatlarına dair sorumluluk almayarak ve sorumluluklardan kaçınarak liderlik
vasıflarını taşıyamamaktadırlar (Çelik ve Odacı, 2011: 1390). Gilbert ve diğerlerine
(2003: 113) göre çocuklukta itaatkâr ve boyun eğici davranışlara ihtiyaç duymak
başkalarının düşüncelerine önem vermeyle birlikte gelen dış utanç ile büyük ölçüde
ilişkilidir. Bu araştırmaya göre bireyin boyun eğmediğinde karşılaştığı reddedilme
faktörü depresyon, sosyal karşılaştırma ve dış utanç ile yüksek korelasyona sahiptir.
Benlik saygısı düşük bir kişi başta ebeveynleri olmak üzere onun için önem arz eden
kişilerin kendisini sevmediğine, değer vermediğine inanmaktadır. Sürekli etkileşim
kurma çabasıyla birey kendisini diğerinin gözüyle görmeye çalışmaktadır (Yörükoğlu,
2002: 107). İlgili tanımdan hareketle boyun eğen ve benlik saygısı düşük düzeyde
seyreden kişinin sosyal etkileşim ile değer görme isteğini telafi etmek isteyebileceği
anlaşılmaktadır.
Okul çağı çocuğunda çocuğun yaşamına heyecan ve yön veren olgulardan biri yeni
arkadaşlıklar kurmaktır. Çocuklukta boyun eğme davranışı düşünüldüğünde ise çocuk
arkadaşları tarafından sevilmek, oyun ve etkinliklere kabul edilmek ve değer görmek
istemektedir. Arkadaş beğenisinin önem kazandığı son çocukluk dönemi (8-12 yaş)
gruplaşma döneminin ön hazırlayıcısıdır. Çocuk için takıma bağlılık ve takımla iş
birliği, bireysellik ve bireysel yarışlardan üstün gelmektedir (Yavuzer, 2016: 25).
Ergenlik döneminde boyun eğici davranışlara iten faktörler düşünüldüğünde benzer
şekilde bu gelişim döneminde de ergenin sevdiği arkadaşları ile zaman geçirmeye ve
onlardan ilgi görmeye verdiği önem sebebiyle boyun eğdiği belirtilmiştir. Ergen aynı
zamanda bireysel olarak kimlik arayışı, arkadaş grubuna ait olma, toplumsal statü elde
etme ve statüsünü koruma ile ön plana çıkmak isteyebilmektedir (Santrock, 2014: 140-
141). Zor arkadaş edinen ya da gruplara kabul edilmede zorluk çeken ergen bireyler
22
ise arkadaşlığı sürdürmek için kabullenici davranışlar gösterebilmektedir (Semerci,
2016: 131; Yörükoğlu, 2002: 73). Boyun eğici davranışlar sergileyen ergenler, arkadaş
çevresine uyma ve itaat etme eğilimi sergilerler (Yörükoğlu, 2002: 74). Boyun eğme
tutum ve davranışları aynı zamanda okul sürecinde akademik başarının olumsuz
etkilenmesine sebep olmaktadır (Yıldırım ve Ergene, 2003: 231). Boyun eğen okul
çağı çocuğunun ya da ergen bireyin kendisine sunulan tekliflere hayır diyemeyerek
akademik başarıyı arka plana atabileceği düşünülmektedir.
Hayır diyebilme becerisinin önem kazandığı başka bir alan ise sağlığın korunması,
istismar ve ihmalin önlenmesi durumudur.
Son çocukluk ve ergenlik başlarına denk gelen dönemde bireyler fiziksel, bilişsel,
sosyal, duygusal, cinsel yönden değişimler yaşar (WHO, 1999: 1). Çocukluk
döneminde (latent-gizil dönemde) ön planda sosyal gelişim (Bee ve Boyd, 2020: 621-
624) ve bilişsel gelişim (Bee ve Boyd, 2020: 338-344) bulunurken son çocukluk ve
ergenlik döneminin başlarında bireylerin cinsel gelişim ve değişimlerinin (Bee ve
Boyd, 2020: 633-634) ön plana çıktığı görülmektedir. Çocuk ve ergen bireylerin
gelişimleri düşünüldüğünde bu konuya eğilim göstermek gerektiği açıktır. Değişen
dünyada sayıları artan çocuk ve ergen bireylerin en önemli sağlık problemleri arasında
cinsel yolla bulaşan hastalıklar, istenmeyen gebelikler, cinsellikle ilgili yanlış tutuma
23
sahip olmayla birlikte gelen hayır diyememe, riskli davranışlar bulunmaktadır (Vakfı,
İ. K. G., 2000: 109-111).
Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ne göre dünyada bulunan 1-14 yaş grubunda 40 milyon
çocuk ve ergen istismar ve ihmale uğramaktadır. Bu yaş grubunun tıbbi ve sosyal
desteğe ihtiyacı bulunmaktadır (Akt., Johnson, 2003:122-129). DSÖ, çocuk istismarını
yetişkin kişi tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılan, çocukların sağlığını fiziksel,
psikososyal, ruhsal açıdan olumsuz şekilde etkileyen davranışlar şeklinde
tanımlamaktadır (Akt., Kara, Biçer ve Gökalp: 2004: 140). İstismar ve ihmale uğrama
konusunda okul çağı çocuğunun ve ergen bireylerin öncelikle ebeveyni daha sonra
toplum tarafından korunması gerekmektedir. Ergenlik (adolesan) dönemi çocukluktan
erişkinliğe geçiş dönemi olarak bilinmekle beraber bulunduğu yaş aralığı dolayısıyla
bir bölümü çocukluk döneminin içerisinde yer almaktadır. Ergenlik döneminin
başlangıç zamanı, sürecin ilerleyişi ve devamı temel olarak benzer olsa da cinsiyetler,
bireyler, kültür ve toplumlar açısından farklılıklar gösterebilmektedir (WHO, 1999: 1).
İstismar ve ihmal durumu Türkiye açısından ele alındığında ise TÜİK (2018) verilerine
göre genç insanların Türkiye’nin yaklaşık olarak dörtte birini (%28) oluşturduğu
görülmektedir. Genç insanları istismarı önlemeye yönelik eğitmek ve geleceğe
hazırlamak önem arz etmektedir.
Araştırmada yer alan öğrencilerin yaş aralığı (9-15), okul çağı dönemi (6-12) ile erken
ergenlik (10-15) dönemi arasındadır. Erken ergenlik (10-14 yaş) döneminde fiziksel
açıdan büyüme hızlıdır ve fiziksel gelişime ilişkin büyüme atağı yaşanır. Büyüme atağı
ile cinsel organların gelişimi ve cinsiyet özelliklerinin gelişimi başlamaktadır.
Yaşanan bu değişimler bireyde öfke, kaygı, heyecan gibi duyguların oluşmasına sebep
olmaktadır (Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı, 2011: 32). Erken ergenlik
döneminde olan bireyin yaşadığı hormonel, fiziksel, cinsel, sosyal ve duygusal
değişimlerden dolayı çeşitli davranış ve ruh sağlığı problemleri yaşayabileceği ön
görülebilmektedir. Gelişim döneminin getirdiği değişikliklere uyum sağlamanın
zorlaşmasıyla ergen birey duygusal dalgalanmalar yaşayabilmektedir. Bu nedenle
erken ergenlik döneminde yaşanan gelişim ve değişimlerle ilgili bireylere eğitim
verilmeli ve bireyler psikososyal açıdan desteklenmelidir (WHO, 1999: 1). Bireylerin
cinsel gelişimlerini destekleyici ve istismarı önleyici çalışmalar yapma adına
verilebilecek eğitimlerden biri cinsel sağlık eğitimleridir. Ergen bireyler bu eğitimi
aldıklarında dönemlerinin özelliklerine uygun bir şekilde doğru, bilimsel, kendi
24
toplum ve kültürlerini temel alan bilgiler edinebilecek ve ergenin çevresinden özellikle
akranlarından öğrendiği yanlış bilgilerin önüne geçilmesi sağlanacaktır (WHO, 1999:
1).
25
itibaren vücutlarının kendisine ait olduğunu, özel bölgelerin varlığını ve özel bölgelere
kötü biçimde dokunulduğunda “hayır” diyebilmelerini öğretmek oldukça önemlidir
(Polat, vd., 2015: 24). Hem çocukluk hem de ergenlik döneminde önemli olan
arkadaşlık ilişkileri ve gruba ait olma isteği (Bee ve Boyd, 2020: 622), ergenlik
döneminde yaşanan romantik ilişkiler akran baskılarına ya da çeşitli istismar ve
zorbalık yaşamaya bireyleri açık hale getirir (Bee ve Boyd, 2020: 628-630). Bu sebeple
çocuk ve ergen bireylere istismar ve zorbalıklara karşı çıkabilme becerisi ve “hayır”
diyebilmelerinin kazanımları ile ilgili bilgilendirici çalışmalar yapılması
gerekmektedir (Bozkurt, 2020: 9-10). Bireylerin cinsel bilgileri öncelikle arkadaş
çevresinden, akranlarından daha sonra ise sosyal medyadan edindikleri görülmüştür
(Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği, 2006: 26). Bleakley ve arkadaşları (2009:
44) tarafından yapılan araştırmalarda bireylerin cinsellikle ilgili güvenilir kişilerden
doğru bilgi edinmesiyle cinsel deneyimi erteleme düşüncesi arasında ilişki
bulunurken, bireylerin cinsel gelişim bilgilerini akran ve arkadaşlarından, sosyal
medyadan öğreniminin erken cinsel deneyimde bulunma olasılığını arttırdığı sonucuna
ulaşılmıştır. Öğrencilerin ebeveynlerinden ve öğretmenlerinden başta olmak üzere
doğru bilgiler edinmeleri sağlıklı bakış açısı oluşturmalarına, riskli davranışlardan
kaçınmalarına yardımcı olabilir. Santrock (2014: 188) ergenlikte ebeveynle kurulan
iyi ilişkinin, cinsel ilişkinin ertelenmesi, partner sayısının az olması, daha az sıklıkta
cinsel ilişkide bulunma ile ilişkili olduğunu ifade etmiştir.
Alan yazında yer alan bilgiler ışığında cinsel eğitim programlarının cinsel gelişim
bilgilerinin yanında “hayır” diyebilme, seçim yapma ve karar verme, romantik
ilişkiler, cinsel istismar ve korunma yolları, cinsiyet rolleri ve cinselliğe ilişkin yanlış
inanışları içermesi gerektiği görülmektedir. Hayır demesi gereken durumları belirleyip
26
hayır diyebilme becerisini uygun şekilde kullanan, kendisinin ve başkalarının
sınırlarını koruyan, hakkını savunabilen çocukların toplumun sağlıklı bireyleri olacağı
düşünülmektedir.
Hayır diyebilme becerisinin önem kazandığı başka bir durum ise güvengenlik
konusudur. Bireylerin sağlıklı sosyal ilişkilere sahip olmasını kolaylaştıran etkenler
arasında yaşam becerileri ve sosyal beceriler bulunmaktadır. Şahinöz, Şahinöz ve
Kıvanç (2017: 306-308) yaşam becerileri kazandırmanın okul sağlığı açısından
öğrencilere kazandırılması gereken önemli kazanımlardan biri olduğunu örnekle
açıklamışlardır. Örnek olarak yaşam becerileri ve sosyal beceriler kapsamında yer alan
“hayır” diyebilme ile ilgili problem çözme becerisi, öfke kontrolü, saldırgan
davranışlara karşı kendini koruyabilme konuları düşünüldüğünde bu becerileri
kazanamamış ve kullanmayı bilmeyen öğrencinin madde kullanabileceği, okuldan
kaçan arkadaşlarının ısrarlı zorbalık içeren tekliflerine “hayır” demeyi başaramayacağı
düşünülmektedir. Yaşam becerilerini ve sosyal becerileri uygun şekilde kullanabilen
bireyin kendine ve başkalarına zarar verecek durumlara karşı güvende olacağı
düşünülebilir. Yaşam becerileri ve sosyal becerilerin kavramlarından biri olan
güvengenlik başka bireylerin hakkını gözeterek kendi hakkını koruyabilmeyi içerir.
Alberti ve Emmons’a (2017: 32-33) göre güvengenlik kişiler arası ilişkilerde bireyin
faydalı durumları savunabilmesini, dürüst ve özgür biçimde duygu ve düşüncelerini
ifade edebilmesini, kendi hakkını ve başka bireylerin haklarını ihlal etmeden
savunabilmesini sağlayan iddiali davranışları içermektedir. Alberti ve Emmons (2017:
20-21) güvengenliği başka bir tanımda bireylerin kendi duygu ve düşüncelerini
doğrudan bir şekilde karşı tarafa anlatabilmesi, kendi ilkelerine uymayan istekleri ve
teklifleri reddederek “hayır” diyebilmesi, kendi isteklerini iletebilmesi, kendi haklarını
ve diğer bireylerin haklarını gözetebilmesi şeklinde ifade etmiştir. Lorr ve More (1980:
127) ise güvengenliği sosyal ilişkilerde aktif olma, insiyatif alıp bağımsız hareket
edebilme, yönlendirici olma, hakkını savunabilme şeklinde ifade etmektedir.
Güvengenlik temelde sosyal ilişkilerde öncü durumları işaret ederek iletişim başlatma,
sürdürme ve sonlandırmayı içerir. Güvengenlikte problem çözümü ve bireyin
ihtiyaçlarını ifade etme davranışları bulunmaktadır. Voltan’a (1980) göre güvengen
bireyler, sosyal ilişkilerinde saldırgan ve çekingen bir tutuma sahip değildir. Bu
bireyler etkili iletişim kurabilen ve gelişmiş sosyal becerileri ile hedefledikleri şeylere
27
hızlı bir şekilde ulaşabilen, önüne çıkan fırsatları iyi kullanan, çevresine uyum
sağlayabilen kişilerdir. Güvengen özellikler bireylerin sosyal yaşamında etkin ve
başarılı olmasını, iyi düzeyde iletişim kurabilmelerini sağlar (Akt., Voltan-Acar, vd.,
2008: 343). Güvengenlik ile ilgili tanımlar incelendiğinde güvengenliğin diğer
bireylerin duygu ve düşüncelerine saygı duyarak kendi duygu ve düşüncelerini de
sağlıklı bir şekilde ifade edebilmek olduğu görülmektedir.
Düşük düzeyde güvengenlik düzeyine sahip bireylerin ise reddedilmeye karşı duyarlı,
utangaçlık yaşayabilen, düşük öz yeterlilik hisseden, beklentili bireyler olduğu ifade
edilmiştir (Hill, 1989: 887). Düşük düzeyde güvengenlik özelliğine sahip bireylerin
özellikleri ile ilgili yapılan araştırmalar bu bireylerin bağımlı ilişki kurabileceklerini
(Bruch, vd., 1999: 374), olumlu düşünce ve bilişlere her zaman sahip olamadıklarını,
nedensellik ve sorumluluk konularında olumsuz kalıpları sık kullandıklarını
göstermektedir (Bruch ve Belkin, 2001: 248). Bu bireyler kişiler arası ilişkilerinde,
çatışma yaşantılarında pasif, içe dönük, kaçınan, itaatkâr, boyun eğici davranış ve
tepkilerini sık gösterebilmektedirler (Walsh, 2002: 138). Yüksek düzeyde güvengenlik
özelliğine sahip bireylerin özellikleri incelendiğinde bu kişilerin duygu ve
düşüncelerini rahat bir şekilde ifade edebildikleri, reddetme ve direnme gereken
durumlarda “hayır” diyebildikleri, kişiler arası ilişkilerinde iletişim başlatma ve
sonlandırmayı etkin şekilde yapabildikleri görülür (Acar, N. V., vd., 2008: 343).
Bireyler için uygun bir şekilde hayır diyebilmenin istenen bir durum olduğu göze
çarpan bir olgudur. Oysa insanlık tarihi boyunca dini ve mistik öğretilerde, kültürel
normlarda, kanunlarda “hayır” diyen, itaat dışına çıkan ve isyan eden insanlar kendi
toplumları ve kültürleri tarafından hoş karşılanmamıştır (Froom, 1987: 7). Kültürlerin
ve toplumların büyük çoğunluğu itaat etmeyi erdem, itaatsizliği ise bir günah olarak
tanımlamışlardır (Froom, 1987: 13). Tarihte varoluşçu felsefe akımını savunan ve bu
akımı eserlerinde, kuramlarında ele alan birçok yazar ve bazı toplum bilimciler
genellikle topluma aykırı, itiraz edebilen, özgürce seçim yapmayı savunan, ilkelerine
uymayan düşünceleri reddetme yetisine sahip ve hayır diyebilme becerisini cesurca
sergileyen kişiler olmuşlardır (Camus, 1985; Sartre, 1981).
28
Varoluşçu akımdan etkilenen ve kitleleri etkileyen 20. yüzyılın güçlü kalemlerinden
Fransız yazar ve düşünür Albert Camus isyan eden insanı “hayır diyendir” şeklinde
tanımlar. Camus “insan var olmak için başkaldırmak zorundadır” der ve
başkaldırmanın şartını haklı olma duygusunun uyanmasına bağlar. Her başkaldırma
bireyin haksızlığa karşı tiksinti duyması, insanın kendi benliğinden yana olması,
tehlike içinde değer yargısını sürdürebilmesı ile ilişkilendirilmektedir (Camus, 1985:
11).
Camus (1985: 11) başkaldıran insanı hayır diyebilme cesareti gösteren, inkâr etse de
vazgeçmeyen, aynı zamanda evet de diyebilen birey şeklinde tanımlamıştır. Hayır
diyebilmenin mahiyetini çizilen sınırın ötesine geçilmemesi, katlanılamaz haksızlığın
inkârı olarak göstermiştir. Bireyler için bu mahiyetin eylemlerine başkaldırarak hayır
diyebilme ve reddetme sonuçları itibariyle kolay bir eylem değildir. Bireyin bazı
bedeller ödemesini gerektirmekle beraber birey yaşamının sorumluluğunu bedel
ödeyerek eline almaktadır. Bunun mükâfatı ise özgürce seçimler yapabilmektir.
Scheler insanın her zaman evet diyen hayvanlarla karşılaştırıldığında hayır diyebilen,
kendisini çevreleyen gerçeklikle yetinmeyen, kendini çevreleyen gerçekliği ve kendini
aşmayı isteyen, kendi düşünce dünyasını kurabilen bir varlık olduğunu ifade eder.
İnsanın “hayır” diyebilme özelliği bireyi özgürleştirirken bağımlılıklardan kurtarır ve
kendini aşabildiği yeni bir varoluşa götürür (Yıldız, 2015: 99). Kendini aşabilen yeni
varoluşa doğru yol alan insan varolan gerçekliği aşabilme adına huzursuzluk hisleri
içerisindedir. Huzursuzluk hali ve hissi, insanı kendini aşmaya ve arayışlara sevk eden
itici bir güçtür. İnsan daimî olarak arayış hali içindedir ve arayış halindeki insan en
nihayetinde kendine sığınak ve dayanak olarak sonsuz varlığı bulacaktır (Scheler,
1998: 68-87).
29
Başkaldırma ve hayır diyebilme ile ilgili Camus ve Scheler’den farklı olarak başka bir
kültüre ait İranlı sosyolog ve çağdaş islam düşünürü Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı
adlı eserinde varoluş ölçütünün en üstünü olarak Albert Camus gibi “Başkaldırıyorum,
demek ki varım” düşüncesini vurgular (Şeriati, 1997: 21). Şeriati’ye (1997: 22) göre
kendi özünün bilincine ulaşan insanın cennete hatta Tanrı’nın iradesine başkaldırması,
aynı insanı kendi seçimiyle gönüllü, iradi, seçilmiş ibadet ve itaate yönlendirerek
kurtuluşa ermesini sağlayabilir. Başkaldırmadan önce bilinçsizce ibadet eden kul,
bilince ulaştıktan sonra iradi itaatle seçim yapabilir. Başkaldıran insan bir şeyi
reddedip yerine başka bir şeyi seçebilen bunun sonucunda da “var olan” insandır.
Düzgün’e (2015: 17) göre kendi aldığı kararlar sonucu hayır diyebilme cesaretini
göstererek Allah’a bağlanan bireyler bilinçli kul olma özelliği gösterirler. Hayır
diyebilme cesareti ile öz güven kazanan birey din içerisinde aktifliğini ve etkenliğini
sürdürecek, din adına reddedilmesi gereken durumları reddetme cesareti elde
edecektir.
30
Bu bağlamda insan isyan edip, hayır diyebilme becerisini kullandığında kendini aşarak
varlığında anlam bulacaktır. Başkaldırma, hayır diyebilme ve itaatsizliğin sağlıklı bir
şekilde ortaya çıkması ile birey bilinç düzeyine erişebilir. Birey eriştiği bilinç düzeyi
ile kendi hayatıyla ilgili sorumluluk alıp seçim yapabilmektedir. Çocukluk çağından
itibaren “hayır” diyebilme becerisinin kullanımı çocuğun bireyselleşmesi bakımından
önem taşımaktadır.
Hayır diyebilme becerisinin önem kazandığı bir başka alan ise bireylerin kendi
potansiyellerini kullanmaları gereken zamanlardır. Beyin potansiyelini kullanabilmek
bireylerin, toplumların ve örgütlerin başarılı olmaları ve kendini aşmaları için gerekli
bir unsurdur.
31
İtiraz etmeyen, var olanı kabul eden, teslimiyetçi, boyun eğen yaklaşımlar yenilenmeyi
ve dolayısıyla üretimi azaltır, var olanın tekrarına sebep olur. Değişmeyen ve
gelişmeyen bireylerin, kurumların ve toplumların çağı yakalamaları zorlaşır. Hâlbuki
gelişim, var olan iyi sınırının üzerine çıkma, üretim yapabilme itiraz ve hayret
edebilmekle beraber hayır diyerek başlamaktadır (Yeniçeri, 2011: 78).
Hayır diyebilmenin uygun şekilde kullanımının gerektiği bir başka konu ise örgütsel
alanlardır. Yeniçeri (2011: 86) çalışma alanlarında örgütlerin yönetiminde statü sahibi
olan kişilerin çevresindeki kişileri boyun eğen bireylerden seçmesinin ilgili yöneticiyi
başarısız kılacağını savunmuştur. Yeniçeri (2011: 81) yöneticilerin uygulamalarında
baskıcı olmalarının bir bakıma çalışanların kabulü nedeniyle olduğunu belirtir.
Gerekçesi açıklanmayan, mantığa aykırı, haksızlığa maruz bırakıcı uygulamalara itaat
etmek, hayır diyememek bireyin insani yönünü zedeleyen bir tutumdur.
32
Bireylerin, örgütlerin ve nihayetinde toplumların üretim süreçleri yüksek
potansiyellerin ve beyin gücünün doğru kullanımıyla ilgilidir. Beyin gücünün
kullanımı ise örgütler içerisindeki bireylerin “hayır” diyebilmeleri koşuluyla mümkün
olabilmektedir. Bu süreç aynı zamanda statü sahiplerinin eleştiriye ve yeniliğe açık
olmalarıyla mümkün olabilmektedir. Hayır diyebilme becerisini kullanan okul
çağındaki öğrencilerin toplumda yenileşmeye katkı sağlayabilen, eğitim süreçlerinde
öğrendiğini sorgulayabilen, zihni üretim içinde olan, potansiyelini açığa çıkaran bir
birey olmaları yüksek ihtimaldir.
Hayır diyebilmenin önem kazandığı başka bir alan ise sunulanlara, tekliflere ve
çevremize “hayır” diyerek zaman yönetimini sağlamaktır. İnsanların sahip oldukları
pek çok şeyin aksine zaman geri getirilemez, telafisi mümkün olmayan bir kaynaktır.
Büyük başarılara ulaşmış toplumun dışına çıkmış insanların biyografileri
incelendiğinde onları başarılı kılan en önemli etkenlerden birinin zaman yönetimi
olduğu görülmektedir. Erdem’e (1999: 27) göre zaman yönetimi bireyin yaşam
boyunca hedeflerini planlayabilmesi ve bu hedeflere ulaşabilmesi adına organize
olmasını ve kontrolü eline almasını sağlayan uygulamaların bütünüdür.
33
yönetimine önem vererek işlerini önemli olma durumlarına göre sıralayıp önemli
işlerine öncelik vermektedirler. Kahle (2013: 19) zaman yönetimini sağlayamama
durumunda kişinin işlerini tamamlayamacağını, plansız ve program dâhilinde olmayan
disiplinsiz çalışmalar yapacağını ya da gereksiz aşırı detaylara takılacağını ifade
etmiştir.
Zaman yönetimini sağlayabilmenin bir başka faydası ise bireylerin stres seviyesini
azaltmaya yardımcı olmaktır (Schuler, 1979: 851-854). Schuler (1979) zaman
yönetiminin stres seviyesini azaltırken kişiye üretkenlik, iyi oluş ve sağlık da
kazandırdığı görüşündedir (Akt., Macan, vd., 1990: 761). Zaman yönetiminin
kazanımlarından yararlanabilmek ise zamanı nasıl yönetebileceğimizi bilmekten
geçmektedir. Zamanı etkin şekilde yönetebilmek hedef ve önceliklerin belirlenmesini,
“hayır” diyebilmeyi öğrenmeyi, yapılması gerekenleri listelemeyi, düzenleme ve
planlama yapmayı, yetkilendirmeyi ve gerektiğinde ertelemeyi gerektirir (Macan, vd.,
1990: 761). Balcı (1990: 98-100) zaman yönetimini verimli bir şekilde yapabilme
adına “hayır” diyebilme becerisine sahip olmanın önemini vurgulamaktadır.
Çevremizden gelen, çalışmamızı baltalayan çağrılara hayır diyebilmek zaman
yönetimini sağlamaya yardımcı olmaktadır. Zaman yönetimi konusunda pek çok
araştırmacı tarafından “hayır” diyebilmek etkin stratejilerden biri olarak kabul
görmüştür (Akatay, 2003: 287–294; Eroğlu ve Bayrak, 2010: 262–264; Yılmaz ve
Aslan, 2002: 27–32). Zaman yönetimini nitelikli bir şekilde yapabilmek öğrencilerin
akademik başarısını olumlu olarak etkilemektedir (Macan, 1996: 233). Zaman
yönetimi yapamadığında ise öğrenciler stres ve kaygı yaşayabilmektedir. Öğrenci
sorumluluklarını yerine getiremediğinde ise başarı azalabilmektedir (Ajayi ve Osiki,
2008: 128–129; Erdul, 2005: 49). Zaman israfına sebep olacak çağrı ve teklifleri
reddedebilmek, bireyin geleceğini şekillendirmesi adına öğrencilik yıllarında başarılı
olmasında etkili bir faktördür. Nitekim Macan vd. (1990: 760) öğrencilerin stres
seviyelerinin, düşük akademik başarılarının ve zaman yönetimlerinin birbirleriyle
ilişkili olduğunu ifade etmişlerdir.
34
sunduklarını kabul etmek, önceliklere zaman ayıramamak ve hedeflerimize
ulaşamamakla sonuçlanabilmektedir (Bird, 2011: 86).
Alan yazından hareketle gelecek adına planlar yaparken gerekli görülen yer ve
zamanlarda “hayır” diyebilmenin öğrencilerin zamanı verimli kullanmalarına
yardımcı olabileceği düşünülmektedir.
Yaşamın ilk yıllarında sınırların doğru bir şekilde çizilmiş olması elzemdir. Çocuk
sağlıklı ve doğru sınırları erken öğrendiğinde bir sonraki gelişim dönemlerinin
çalkantılı geçme olasılığı azalmaktadır (Mackenzie, 2020: 17-19). Sağlıklı sınırların
gelişmesi ve duygusal olarak bağlanma ile birey ayrı kalma konusunda özgürlüğünü
kaybetmemekte, sevgi paylaşımı konusunda kaybetme korkusu olmadan hayır
diyebilmekte, başka insanların kendisine karşı kullandığı hayır cevabını kolaylıkla
kabullenmekte ve kendisine hayır denilmesi sebebiyle duygusal anlamda uzaklaşma
yaşamamaktadır (Cloud ve Townsed, 1997: 69).
35
sınırların tüm yaşam boyunca kendimizi güvende hissetmede ve disiplin kazanmada
gerekli olduğudur.
Froom’a (1987: 13) göre bireylerin özgür olması hayır diyebilmenin ön koşuludur.
Birey özgürlüğe dair korku duyuyorsa hayır diyebilmek için cesur davranamaz. Hayır
diyebilen bireylerin cesurca davranarak özgür bir biçimde bu beceriyi kullandığı
anlaşılmaktadır. Albert Camus (2019: 19-20) “Başkaldıran İnsan” adlı eserinde hayır
diyebilme becerisine sahip insanları isyan ederek varlığını ve benliğini ortaya
koyanlar, kendi fikrini savunanlar şeklinde betimlemektedir. Camus (2019: 21-24)
aynı zamanda hayır diyebilen kişilerin başkaldıran insanlar olduğunu söylemektedir.
Buyruk içeren ifadelere başkaldıran ve hayır diyebilen birey kendi köleliğini inkâr
eder. Bu inkâr sınırların geçildiğini işaret eden bir ikazdır ve birey bu inkâr ile
kendisine eş değerde davranılması isteğini dile getirmektedir.
36
Ebeveyn tutumlarını otoriter, aşırı koruyucu, ihmalkâr olarak algılayan öğrenciler ile
anne ve babasının tutumunu demokratik olarak algılayan öğrencilerin özellikleri
incelendiğinde demokratik ebeveyn tutumlarına göre diğer ebeveyn tutumlarını
algılayan öğrecilerin utangaçlık düzeyinin anlamlı düzeyde olduğu görülmüştür
(Gökmenoğlu, 2011: 44; Erol ve Temizer, 2015: 101). Ek olarak bireylerin sosyal
anksiyete düzeyinin anlamlı düzeyde yüksek olduğu (Erkan, 2002: 131), olumsuz öz
algılamalara (Adana ve Kutlu, 2009: 23) sahip oldukları görülmüştür. Saruhan (1996)
ve Tataker (2003) güvengenlik açısından alt ve üst sınırda olan bireylerin otoriter
ebeveynleri olduklarını ifade etmişlerdir (Akt., Voltan-Acar, vd., 2008: 344). Bu
bireylerin düşük düzeyde öznel iyi oluşa sahip (Çivitçi, 2009: 46), yüksek düzeyde
tükenmişlik yaşayabilen (Çapulcuoğlu ve Gündüz, 2013: 211), eleştirel düşünme
biçimi azalan (Tümkaya ve Aybek, 2008: 399) özellikler taşıdığına ilişkin bulgulara
ulaşılmıştır. Elde edilen bulgular ebeveyn iletişiminin bireyin kişiliğini ve sahip
olduğu özellikleri doğrudan etkilediğini göstermektedir. Bireyi/çocukları içerisinde
yer aldıkları toplumdan ve kültürden bağımsız ele almanın çevrenin etkisini göz ardı
etmeye sebep olabileceği düşünülmektedir. Hayır diyebilme becerisi ile ilişkilendirilen
güvengenlik, atılganlık gibi özelliklerin de kültürden etkilenebileceği ön
görülmektedir.
Furnham’a (1979: 522) göre hayır diyebilme becerisi ile ilişkilendirilen kavramlardan
biri olan atılganlığın kişide düşük seviyede olmasının sebebi bireydeki yetersizlik ve
kaygı hisleridir. Atılganlık, öğrenme yoluyla kazanılması bakımından toplum ve
kültüre bağlı bir özelliktir. Bu kavramın kültüre bağlı bir özellik olmasına örnek olarak
Kuzey Amerika verilebilmektedir. Kuzey Amerika ve Avrupa’nın bazı bölgelerinde
iddialı davranışlar kural gibi kabul görürken, birçok kültürde atılganlık özellikleri
pekiştirilmez, onaylanmaz, cesaretlendirilmez vaziyettedir. Özellikle kadınlar için
atılganlık, hayır diyebilme gibi iddialı davranışlar değil mütevazılık, fedakârlık ve
hoşgörü gibi tutumlar kabul görmektedir. Furnham (1979: 522) atılganlık özelliğinin
düşük düzeyde olmasının yetersizlik ve kaygı verici bir durum olmadığını ancak
bireyselliği savunan kültürlerde yetişen insanların, itaatı uyum olarak gören toplulukçu
kültürlerde yetişen insanlara göre güvengenlik düzeylerinin daha yüksek olduğunu
belirtmiştir.
37
Kültürlerin farklılığının etkisiyle ortaya çıkan sonuç bu toplumların kadınlık ve
erkeklik rollerine bakış açısından kaynaklanmakta, iki farklı kültür farklı davranış
biçimlerini onaylayıp pekiştirmektedir. Bir kişinin atılganlık davranışını veya
atılganlığa ait iddialı davranışları içeren becerilerini ölçerken kültürel konumunu,
kültürel kodlarını ve ait olduğu toplumun değerlerini göz ardı etmemek gerekmektedir
(Furnham, 1979: 525). İlgili bulgular incelendiğinde güvengen bireylerin
özelliklerinin “hayır” diyebilme becerisine sahip bireylerin özellikleriyle benzerlik
göstermesi muhtemeldir.
38
Sosyal Anksiyete Bozukluğu (SAB) yaşayan, bu bozukluğun belirtileri gözlenen
bireyler sosyal ilişki kurması gereken, performans göstermesi gereken ortam ve
durumlarda kendisine ilişkin olumsuz değerlendirilme, aşağılanma ve
küçümseneceğine ilişkin yoğun korku ve kaygı duymaktadırlar (Dilbaz, 2000: 3).
Sosyal anksiyete (kaygı) bozukluğu psikiyatrik bir problem olarak ilk kez 1966 yılında
Marks ve Gelder (1966: 218-221) tarafından tanımlanmıştır. Marks ve Gelder (1966:
218) sosyal anksiyete bozukluğunu yaşayan hastaların değişkenlik, utangaçlık, toplum
içerisinde kızarma, restorantlarda yemek yeme, yeni bireylerle tanışma, dans ve
partilere katılma, ilgi odağı olduklarında ve sokakta yürüdüğünde görünme gibi
durumlarda korku yaşamaları şeklinde tanımlamıştır. Diğer insanlar tarafından sokakta
yürürken görüneceğine ilişkin korku duyulması ve diğer insanların varlığı bu
bozukluğu tanımlarken diğer bir anksiyete bozukluğu olan agorafobiden ayırcı bir
unsur olmuştur.
Amies vd. (1983), Munback vd. (1987), Stein vd. (1989), Goldstein (1987) gibi çeşitli
araştırmacılar sosyal anksiyete ve diğer kaygı bozukluklarını karşılaştırdıklarında
özellikle sosyal anskiyetenin bireylerde görülmesinin başlangıç yaşı, cinsiyetlerde
oluşumu, bozukluğun seyri, tedavi süreci ve tedavi yanıtı gibi alanlarda agorafobili ve
agorafobi taşımayan başka bir anksiyete bozukluğu olan panik bozukluğundan farklı
olduğunu görmüşlerdir (Akt., Van Ameringen, vd., 1991: 93).
Sosyal anksiyete bozukluğunun klinik bir tablo ve problem olarak ele alınması ise
DSM-III’te (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders/Ruhsal
Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı) kabul görmesiyle (American
Psyciatric Association/APA 1980) mümkün olmuştur (Akt., Dilbaz, 2000: 3). Bu
tanının konulabilmesi için temel ölçütler; bireyin diğer bireyler tarafından
değerlendirilme ihtimalinden aşırı bir korku duyması, utanç duyması, küçümsenmesi,
alay edilmesi, rezil olacağına ilişkin aşırı bir korku duyması şeklinde ifade edilmiştir
(Dilbaz, 2000: 4).
39
1) SAB Yaygınlığı (Epidemiyoloji)
SAB ile ilgili epidemiyolojik çalışmalar üzerinden son 10 yılı inceleyen 2011 yılında
yapılmış bir çalışmanın sonucu ise SAB’nin yaygınlığınının batı ülkelerinde doğu
ülkelerinden daha yüksek düzeyde seyir izlediğini göstermektedir. Bu bulgular sosyal
anksiyete yaygınlığının Avrupa’da en yüksek, Asya’da ise daha düşük olduğunu ifade
etmektedir (Memik, vd., 2011: 7). Yapılan bu araştırmada SAB’si olan bireyler,
olmayan bireylerle karşılaştırıldığında SAB’si olanların daha çok kadın ve bekar
olduğu, bu bireylerin sosyoekonomik ve eğitim düzeyinin düşük olduğu sonucuna
ulaşılmıştır (Memik, vd., 2011: 5). SAB, cinsiyet dağılımına göre ele alındığında
yaygınlığın kadınlarda %1.3-17.2, erkeklerde ise %0.4-10.0 arasında değişebildiği
görülmektedir. Yapılan çalışmalar sosyal anksiyetenin kadınlarda erkeklerden daha sık
görüldüğünü göstermektedir (Magee, vd., 1996: 166). SAB’nin klinik örneklemde
erkekler ve kadınlar arasında nispeten dengeli bir dağılımı olduğu görülmektedir.
Sosyal anksiyeteyi ele alan epidemiyolojik çalışmalar bu bozukluğun sadece yetişkin
bireylerde değil çocuk ve ergenlerde de yaygınlık oranının yüksek olduğunu
göstermektedir (Kessler, vd., 2005: 593-602).
40
görülmüştür. Sosyal anksiyetenin yaygınlık durumu incelendiğinde en yüksek düzeyde
Avrupa kıtasında olması, Asya kıtasında ise yaygınlık oranlarının düşük olduğu dikkat
çeken bir durumdur. Topluluklar bazında değerlendirmeye alınan çalışmalardan 6
adeti Amerika, 8 adeti Avrupa, 2 çalışma Avustralya ve 3 adet çalışma Asya ve Güney
Amerika’da yapılmıştır (Furmark, 2002: 84-93). Topluluklar açısından sosyal
anksiyetenin yaygınlığını değerlendiren başka çalışmalarda ise doğu ülkelerinde
sosyal anksiyetenin batı ülkelerine göre daha düşük düzeyde seyir izlediği sonucuna
ulaşılmıştır (Mohammadi, vd., 2006: 405). İran’da yapılan sosyal anksiyete ile ilgili
çalışmada bu oranın diğer Asya ülkelerinden ve Batı ülkelerinden İran’da daha düşük
olduğu görülmüştür. İran toplumunda sosyal anksiyete kentsel bölgelerde, kadın,
bekâr, öğrenci ve başka bir anksiyete öyküsü bulunan bireylerde daha yaygın bir
şekilde görülmektedir. İlgili araştırmada eğitim düzeyi ile ilgili bir sonuca
ulaşılamamıştır (Mohammadi, vd., 2006: 405-410). Elde edilen bulgulara göre bir
başkasının varlığından etkilenen sosyal anksiyete bozukluğu bireyin kendi
performansı ile ilgili yoğun endişesi ile bireyin içinde bulunduğu toplumdan da
etkilenebilmektedir.
41
Sosyal anksiyetenin görülme sıklığının yaşın artmasıyla artış gösterdiği, 12-13 ve 14-
15 yaş aralıklarında sosyal anksiyetenin daha fazla görüldüğü sonucuna ulaşılmıştır
(Essau, vd., 1999: 835).
Sosyal anksiyete yaşayan bireylerde en sık görülen belirtiler ise topluluk önünde
eylemde bulunma ve diğer insanlarla sosyal olarak iletişim kurma korkusudur.
Çocukluk ve ergenlik dönemi içerisinde sosyal anksiyetenin en fazla 14-15 yaş
aralığında ve daha fazla olarak kız çocuklarında görüldüğü sonuçlarına ulaşılmıştır
(Beidel, vd., 2000: 75-87). Sosyal anksiyetenin de içinde yer aldığı anksiyete
bozukluklarının incelendiği bir araştırmada anksiyete bozukluklarının başlangıç
yaşının ortalama olarak 11 yaş civarı olduğu, sosyal anksiyetenin başlangıç yaşının ise
ortalama 13 yaş civarı olduğu ve dar popülasyonda ise bu bozukluğun başlangıç
yaşının 7 yaş olduğu sonucuna ulaşılmıştır (Magee, vd., 1996: 393). Başka bir
çalışmaya göre ise sosyal anksiyetenin başlangıç yaşının ortalama olarak 7 olduğu
saptanmıştır (Magee, vd., 1996: 393).
Sosyal anksiyete ile ilgili yapılan çok sayıda epidemiyolojik çalışmaya göre, sosyal
anksiyete sıklıkla ergenlik döneminde başlamakta ve yaşam boyu süren kronik bir
seyir izlemektedir (Wittchen, vd., 1992: 247). Genellikle yetişkin bireyler üzerinde
yapılan çalışmalarda yaşamın erken dönemlerinde başlayan sosyal anksiyetenin
bireyin okul performansında düşüklük, okulu bırakma, düşük iş performansı ve işsizlik
ile ilişkili olduğu görülmüştür. Başka bir araştırma sonuçlarına göre ise (Turner, Beidel
ve Epstein, 1991; Schneier, vd., 1992) sosyal anksiyetenin bireyde bulunmasına alkol
kullanım bozuklukları, majör depresyon, anksiyete bozuklukları ve sosyal etkileşimi
sınırlayan iş-okul hayatındaki bozulmalar eşlik etmektedir (Akt., Essau, Conradt ve
Petermann: 1999: 832).
Pediatristlerle çocuk ve ergen bireylerle ilgili yapılan çalışmalar özgül fobiden sonra
en yaygın olan anksiyete bozukluğunun sosyal anksiyete bozukluğu olduğunu
göstermektedir. Ek olarak bu duruma rağmen pediatristlerin sosyal anskiyete tanısını
nadiren koyduğu ve bu sebepten bireylerin sosyal anksiyete için terapi ve tedavi
desteği alamadıkları sonucuna ulaşılmıştır. Bir başka bulguya göre ise sosyal
anksiyetenin başlangıç yaşının 5 yaşlarına kadar inebildiği bildirilmiştir. Bu bireylerin
tedavi ve terapi desteğine başvurmaları ise çok daha geç yaşlarda olmaktadır (Chavira,
vd., 2004: 155-156). Gökalp vd. (2001: 117) sosyal anksiyete başlangıç yaşını
ortalama olarak 7 olduğunu belirtmekle beraber ortalama sosyal anksiyete süresini ise
42
8.5 yıl olarak ifade etmişlerdir. Ek olarak sosyal anksiyete nedeniyle alkol bağımlılığı
yaşayan ve intihar girişiminde bulunan bireylerin bulunduğu sonucuna ulaşmışlardır.
43
2) SAB Nedenleri (Etiyoloji)
Bilişsel Faktörler: Sosyal anksiyeteyi yaşayan bireyler içinde yer aldıkları sosyal
ortamlarda başkalarınca yargılanma, olumsuz değerlendirilme ve eleştirileceğine
ilişkin işlevsel olmayan düşünce ve olumsuz inançlara sahiptirler. SAB’yi bireyin
düşünce ve inanç perspektifinden ele alan Sungur (2000: 27) bu bireylerin işlevsel
olmayan inanç ve düşüncelerinin birey sosyal bir ortamda bulunduğu zaman eleştirilip
yargılanma durumuna ilişkin otomatik olarak düşüncelerini uyardığını ve bireyin bu
uyarı ile birlikte dikkatini kendine ve düşüncelerine odakladığını belirtmiştir.
Sosyal anksiyete bilişsel olarak ele alındığında Doğan ve Sapmaz (2008) sosyal
kaygıda yaşanan yoğun korku ve kaygının oluşmasının geri planında bireyin olumsuz
düşüncelerinin, inanç sistemlerinin ve işlevsel olmayan inançlarını oluşturan şemaların
olduğunu belirtmektedir. Birey sosyal ortamda ve topluluk içinde işlevsel olmayan
(söylediklerini unutup rezil olacağını düşünen, beceriksiz, yetersiz, sıkıcı olarak
kendini etiketleyen, yüzünün kızaracağını ve terleyeceğine ilişkin) düşüncelere
sahiptir ve bu düşünceler anksiyetesini pekiştirmekte, anksiyete düzeyinin artmasına
neden olmaktadır (Akt., Doğan ve Totan, 2010: 506).
Sosyal anksiyeteyi inanç sistemine göre ele alan Clark ve Wells (1995)’in bilişsel
modeline göre üç inanç (yüksek standartlar, koşula/performansa bağlı inançlar,
kendine ilişkin koşulsuz inançlar) anksiyetenin oluşumunu tetikleyerek bireyin sosyal
ortamda kendini risk altında hissetmesine neden olmaktadır. Bu olumsuz inançlarla
birlikte bireyin kaygısı artmakta, kendini tehlike ve risk altında hissetmesiyle
düşünceleri otomatik hale gelmektedir. Otomatik düşüncelerin ve kaygının artmasıyla
birlikte bireyde sosyal anksiyetenin görülmesi ve süreğen bir seyir izlemesi
gerçekleşmektedir. Birey sosyal ortamda bulunduğunda ortaya çıkan sosyal
anksiyetenin süreğenliğini etkileyen tehlike algısıyla somatik ve bilişsel belirtiler,
44
bireyin kendine dikkat kesilmesine, kaygıyı/tehlikeyi azaltan güvenlik sağlayıcı
davranışlarda bulunmasına neden olmaktadır (Akt., Wells, vd., 1995: 154).
2. Sosyal Değerlendirmeyle İlgili Koşula Bağlı İnançlar: Clark ve Wells (1995) ile
Doğan ve Sapmaz (2008) bireyin otomatik düşüncesinin oluşmadan önce bireyde
koşula bağlı sosyal değerlendirmeyle ilgili inançların yer aldığını belirtmişlerdir. Bu
koşullu inançlara “Hata yaparsam yetersiz, başarısız olduğumu düşünürler.”, “Eğer
uygun olmayan şekilde davranırsam rezil olurum, insanlar benimle dalga geçerler”
gibi cümleler örnek verilebilmektedir (Akt., Doğan ve Totan, 2010: 506).
3. Kendine İlişkin Koşula Bağlı Olmayan İnançlar: Clark ve Wells (1995) ile Doğan
ve Sapmaz (2008) sosyal anksiyete yaşayan bireylerin kendilerine ve diğer insanlara
yönelik en temelde kök/temel inanç geliştirdiklerini belirtmişlerdir. Bireyler sosyal
ortamlarda kendilerine yönelik “sıkıcıym”, “yetersizim”, “hoşlanılmayan bir
insanım”, “kusurluyum”, “tuhafım”; diğer insanlara yönelik ise “dış dünya kötü ve
acımasız”, “insanlar kötü ve eleştirel” gibi işlevselliği sekteye uğratan uyum bozan
otomatik düşünceleri ve inançları geliştirebilmektedirler (Akt., Doğan ve Totan, 2010:
506).
45
akımı görülmüştür. SAB hastalarında yapılan manyetik rezonans görüntüleme (MRI)
çalışmalarında aşağılayıcı, korkutucu yüzler nötr yüz ifadeli yüzlere göre limbik
sistemle ilgili bölgelerde daha fazla aktivite artışına sebep olmuştur (Tükel ve Çakır,
2013: 26). Sosyal anksiyeteli bireylerle çalışan Furmark vd. (2002: 430-431) hastaların
beyinlerinin amigdala, hipokampüs ve prefrontal bölgelerinde serebral kan akışında
azalma olduğunu belirtmişlerdir.
46
çocuğun utanç ve yoğun kaygı duygusunu vurgulayan mesajlar alması ve aile içi
iletişim biçimleridir (Bruch ve Heimberg, 1994: 165). Bilgi transferi söz konusu
olduğunda yapılan araştırmalarda ebeveyn ve çocuk etkileşimlerine odaklanılmıştır
(Turner, vd., 2003: 541-554).
Özetle, SAB’nin yaşam dönemi fark etmeksizin genel olarak bireylerde ortaya çıkma
nedenleri çeşitli etkenlerle ilişkilendirilmiştir. SAB’nin ortaya çıkış nedenleri
çocukluk ve ergenlik çağına göre incelendiğinde:
Kaçınma tepkisiyle birlikte kendilerini sosyal olarak izole eden çocuklar iddialı
olmayan davranışlar ve stratejiler seçme eğiliminde olup ilişkilerinde akranlarından
daha az olumlu yanıt almaktadırlar. Sosyal olarak izole ve yalıtılmış çocuklar
yaşadıkları sosyal problemleri bilişsel olarak etkili şekilde çözmekte başarılı
olmuşlardır. Sosyal performans ve sosyal etkileşimlerde başarı eksikliği yaşayan
bireylerde ise olumsuz yönde bir öz imaj gelişmekte ve başarı beklentisi azalmaktadır
(Spence, Donovan ve Brechman-Toussaint, 1999: 219).
47
Mizaç ve Davranışsal İnhibisyon: SAB mizaç ve kişilik özellikleri ile ilişkilidir.
Kagan, Rezmick ve Snidman’ın (1987: 1471) yaptıkları çalışmada davranışsal
inhibisyonun/engellenmenin (korkutulma veya cezalandırma durumuna karşı tepki
biçiminde ortaya çıkan olumsuz duygular ve kaçınma davranışları) mizaç özelliği ile
ilişkisini incelemişlerdir.
48
Sosyal anksiyetenin genetik yatkınlığı incelendiğinde sosyal anksiyeteli ve fobik
bireylerin akrabalarında bu bozukluğun yaygınlığı (%6.6) olarak ifade edilmiştir.
Sosyal anksiyeteli bireylerin akrabalarının önemli şekilde majör depresyon düzeyi
yüksek bulunmuştur (Reich ve Yates, 1988: 73).
Sosyal Beceri ile İlgili Faktörler: Çocuk ve ergen bireylerde sosyal anksiyetenin
nedenleri incelendiğinde bilişsel etkilerden ziyade sosyal beceri eksikliklerinin dikkat
çektiği görülmektedir (Segrin ve Kinney, 1995: 4). Ergenlerle yapılan çalışmalar
sosyal ortamlarda kaygı yaşayan bireylerin sosyal becerilerinin zayıf olduğunu ve
bunun sonucunda ergenlerin kişiler arası ilişkilerinde reddedilme gibi zorluklarla
karşılaştıklarını göstermektedir (Segrin ve Kinney, 1995: 4). Sosyal ortamda kaygı
yaşayan bireylerin kişiler arası ilişkiler kurma ve sürdürmede sorun yaşayabileceği,
sosyal temasta az bir düzeyde bulunup yalnız kalmak istemesi olasıdır. Sosyal kaygı
ve utangaçlıkla ilgili yapılan araştırmalar depresyon, yalnızlık, utangaçlık ve sosyal
kaygının orta derecede birbirleriyle ilişkili olduğunu göstermiştir (Anderson ve
Harvey, 1988: 482).
Sosyal anksiyeteyi açıklayan ilk bilişsel model şema odaklı terapi Beck, Emery ve
Greenberg tarafından 1985 yılında geliştirilmiştir. Değerlendirilme korkusu ile
başlayan “değerlendirme anksiyetesi” adı verilen sosyal anksiyetenin oluşumuna üç
temel faktör sebep olmaktadır. Bunlar; “Performans gerektiren durumlarda yüksek
standartların beraberinde getirdiği başarısızlık korkusu”, “Diğer insanların onayını
alma ile ilgili aşırı hassasiyet ve duyarlı olma hali”, “Aşırı uyarılma hali ve kendine
dikkat” olarak belirtilebilir. Sosyal anksiyete yaşayan kişiler için, diğer insanların
onayını alma, fark edilme ve kabul edilme değerli olduklarının kanıtıdır.
Onaylanmama ve kabul edilmeme hali ise statü, güç veya kontrol kaybı olarak
algılanmaktadır (Akt., Clark ve Beck, 2010: 36).
49
tehlikenin değerlendirilmesidir. Kaygı, korku uyandırıldığında ortaya çıkan hoş
olmayan duygu durumudur.
Sosyal anksiyetenin bilişsel modellerini açıklayan Beck ve arkadaşları (1985) ile Clark
ve Wells (1995) işlevsel olmayan sosyal inançları; kaygı ile bireyin dikkatini kendine,
fizyolojik tepkilerine (kızarma gibi), sosyal ortamdaki olası tehditlere vermesiyle
birlikte kendi kendine olumsuz diyaloglar kurması şeklinde ifade etmiştir. Kurulan
olumsuz diyalogların bozukluğun süreğenliğinde rolü olduğunu belirtmişlerdir (Akt.,
Alden ve Wallace, 1995: 497). Sosyal anksiyetenin başka bir bilişsel modeli ise Clark
ve Wells (1995) tarafından Beck ve arkadaşlarınn (1985) şema odaklı bilişsel modeli
incelenerek oluşturulmuştur. Clark ve Wells’in modeline göre sosyal anksiyete
yaşayan bireyler sosyal öğrenme yoluyla kendilerine ve diğer insanlara yönelik
işlevsiz otomatik düşünceler ve hatalı inançlar geliştirmektedirler. Sosyal ortamlarda
utanç verici, korkutucu ve tehlikede olduğuna ilişkin inancın deneyimlerle pekişmesi
ile olumsuz düşünceler ve sosyal anksiyete birbirine yol açmaktadır (Akt., Hodson,
vd., 2008: 449).
Bireyin risk ve tehlikelerle ilgili olumsuz yorumları dört süreç ile korunur. İlk süreçte
birey diğer kişilerin gözlemlerine ve başkalarının tepkilerine bağlı olarak kendisine
odaklanmaktadır. İkinci süreçte ise birey kendisinin başkaları tarafından nasıl
göründüğü ile ilgili aşırı olumsuz yorumlarda bulunmak için kendisini yanıltan
bilgileri, hisleri ve öz imgeleri kullanabilir. Devam eden üçüncü süreçte birey başına
gelmesinden korktuğu felaketlerin başına gelmesini önlemeye yönelik güvenlik
50
sağlayıcı davranışları (kaçınma) kullanabilir. Olumsuz inançlar, korkulan durumların
gerçekleşmesine neden olabilmektedir. Sürecin sonunda ise bireyin düşünceleri büyük
oranda olumsuz biçimdedir (Hodson, vd., 2008: 450).
51
oluşabileceği düşünülmektedir (Özdel, 2015: 11). Klasik koşullanma ile yaşanan
deneyim genellenmekte, bireyin sosyal ortam içerisindeyken anksiyete belirtileri
yaşamasına neden olabilmektedir. Örnek olarak birey performans sergilerken
başkalarınca alay edilir ya da diğer insanları alay edilirken gözlemlerse gözlemlediği
ve yaşadığı durumları genellemesi, aynı sosyal ortamı ve performans durumunu
tehlike olarak algılaması kuvvetle muhtemeldir (Özdel, 2015: 14).
SAB’li birey sosyal ortamda ve performans göstermesi gereken bir durumda kendinde
somatik/bedensel tepkiler (kızarma, terleme gibi) ve anksiyeteye neden olan yoğun
duygu ve inançlar deneyimlemektedir. Ek olarak başkalarının kendi benliğine dair
incelemelerde bulunduğunu düşünmektedir. Bireyler deneyimledikleri duygu, inanç
ve yaşantılara ilişkin gözlemci bir bakış açısıyla kendi benlik bilincini içeren kişilik
bilincini oluşturmaktadırlar (Wells, 2004: 141-144). Sosyal anksiyete yaşayan
kişilerin gözlemci bakış açısıyla başkalarının bakışına dayanan görüntü benlikleri bu
perspektifle oluşmuştur.
52
4) Sosyal Anksiyetenin İzleyicilere/Diğer Bireylere İlişkin Yönü
Beck vd. (1985) sosyal anksiyeteli bireyin sosyal ortamda konuşma yapma, yemek
yeme gibi davranışlar sergilerken diğer insanlar tarafından izlendiğine ve
değerlendirildiğine ilişkin inancının olduğunu savunmaktadırlar. Bundan dolayı
yaşam sosyal anksiyeteli birey için devamlı yetenek ve başarılarının değerlendirildiği
bir sınav haline dönüşür. Sosyal ortamlarda performans gösterirken yapılan her hata
SAB’li birey için itibar kaybı, başkalarının gözünden düşme gibi başarısızlığı ifade
eden anlamlara sahiptir (Akt., Turk, Heimberg ve Magee, 2008: 124-128). Birey sosyal
anksiyete yaşadığında sadece olumsuz değerlendirilmeye ilişkin değil bu
değerlendirmeye ilişkin ihtimaller söz konusu olduğunda dahi korku ve kaygı
yaşamaktadır. Ek olarak bu duyguları yaşamak için diğer insanların geri bildirimine
gerek duymamaktadır (Ediger, 2005: 24).
SAB’nin aynı zamanda diğer kişilerin varlığı ve düşünceleri ile ilgili olması bu
bozukluğun kontrolünü zorlaştırabilmektedir. Sosyal anksiyetenin oluşumu için
bireyin değerlendirildiği bir duruma maruz kalması, maruz kalabilme ihtimali ya da
izleyicilere ilişkin tehdide dikkat kesilmesi gerekmektedir. SAB’li bireyin
sevilmediğini düşünmesi başkalarının sevgi ve onayını kazanmaya çalışmasına neden
olmaktadır. Bu durum bireyin eleştiriye karşı kaçınma davranışı geliştiren, olumlu
değerlendirilmeye ve onaylanmaya aşırı önem veren yapıda olmasına katkıda
bulunmaktadır (Rapee ve Heimberg, 1997: 742-743).
SAB’nin izleyicilere ilişkin yönünü ele alan Rapee ve Heimberg’in (1997: 743)
modelinde bireylerin başka insanların kendilerine belirledikleri başarı çıtasını
geçmelerinin gerekliliğine inandıkları görülür. Aynı zamanda SAB’li bireyler diğer
bireylere/izleyicilere dair beklentilerin tahmini ile izleyicilerin kafalarında oluşan
benlik görüntülerini ve kendilerini karşılaştırma yaparak düşünmektedirler.
53
2.2.3. SAB ile Başa Çıkma Stratejileri/Güvenlik Sağlayıcı Davranışlar
Güvenlik sağlayıcı davranışlar söz konusu olduğunda Andrews vd. (2003: 148) SAB’li
bireylerin hata yapmamak ve rezil olmamak için sosyal ortamlarda bulunmaktan
kaçındığını, kendini tanıtması gerekecek yeni ortamlarda bulunmak istemediğini,
iletişim başlatma ve sürdürme konusunda sessiz kalmayı seçebildiğini ifade
etmişlerdir. İfade edilen güvenlik sağlayıcı davranışlar bireyin kaygı duygusunu
diğerlerinin fark etmesi halinde yargılanacağına ilişkindir.
Güvenlik sağlayıcı bir davranış olan aynı zamanda sosyal anksiyetenin en belirgin
semptomu olan kaçınma davranışı SAB’li bireyin olumsuz sonuçlanacağından endişe
ettiği korkulan durumlarda kullandığı bir davranıştır (Andrews vd., 2003: 148).
54
stratejilerini kullanmadığında kendisinin olumsuz değerlendirilip yargılanacağına
ilişkin inanç ve olasılıkların güçlenmesine sebep olmaktadırlar (Wells, vd., 1995: 153-
154).
Başa çıkma davranışları ile ilgili Doğan ve Sapmaz (2008) bu davranışların ek olarak
bireyin kendine dair beklentilerini karşılamasına engel olması sebebiyle öz yeterliliği
ve öz güveni azalttığını belirtmişlerdir. Azalan öz güven ile birlikte sosyal anksiyeteyi
pekiştiren korku ve kaygı artmaktadır (Akt., Sapmaz, 2011: 5). Özet olarak; sosyal
anksiyete ile başa çıkmak için kullanılan üç davranış (kaçma, kaçınma ve güvenlik
davranışları) sosyal ortamların tehlike içerdiğine ilişkin fonksiyonel olmayan olumsuz
düşünceleri besleyip pekiştirmekte, anksiyete yaşayan bireyin toplumdan izole
olmasına, yalnızlaşmasına, öz güven eksikliği yaşamasına, mesleki ve öğrencilik
hayatında başarısız olmasına sebep olabilmektedir.
55
2.2.4. SAB Hazırlayıcı Etmenler/Risk Faktörleri
SAB ile ilgili hazırlayıcı etmenler incelendiğinde sosyal anksiyetenin yaşamın erken
döneminde yaşanan kırılganlıklarla birlikte ortaya çıktığı görülmüştür (Wittchen, Stein
ve Kessler: 1999: 319-321). Takako (1994) SAB’nin erken başlangıç evresinde (ön
ergenlik, son çocukluk evresi) bireylerin ebeveynlerinin kontrolcü, aşırı korumacı
yaklaşımlara maruz kalmaları ile psikolojik gelişimlerinin ve sosyal ilişkilerini
düzenlenmesinin etkilendiğini belirtmiştir (Akt., Erkan, 2002: 123).
Chartier, Walker ve Stein’in (2001: 311-315) yaşları 15 ile 64 yaş arasında değişen
sosyal anksiyete özellikleri gösteren bireylerle yaptıkları çalışmada risk faktörleri
olarak bir yetişkin ile yakın bir ilişki kuramama, sadece erkekler için ilk doğan
olmama, aile içerinde yaşanan anlaşmazlıklar, ebeveynin sosyal statüsü, ailenin
boşanmış olma durumu, ebeveyn ölümü, kırsal alanda yaşamak, ailenin zihinsel
bozukluk içeren geçmiş öyküsü, bir çocuk olarak üçten fazla göç hikayesi, çocuklukta
fiziksel ve cinsel istismara maruz kalma, çocuk mahkemelerinde yer alma ve çocuk
koruma programı altında olma, evden kaçma, sınıfta kalma, 9 yaşından önce özel
eğitim görme ve okuldan atılma bildirilmiştir.
Sosyal anksiyete bozukluğunda tedavi ve yardım arayışı içerisine girme süreci ile ilgili
Beidel, Turner ve Morris (1999: 648) bu bozukluğun bireye akademik başarısızlık,
depresyon gibi birçok problem ve bozukluk getirmesine rağmen kişinin çevresinin bu
bozukluğu çok geç fark ettiğini ve gerekli olan yardımın geç aldığını belirtmişlerdir.
56
SAB’nin risk faktörleri ile ilgili elde edilen bulgular incelendiğinde sosyal
anksiyetenin çok yönlü biçimde geliştiği görülmektedir. İlgili bozukluk ile ilgili risk
faktörlerini ve hazırlayıcı etmenleri bilmek önleyici ve sağaltıcı çalışmalar yapmak
için önem arz etmektedir.
Aynı zamanada SAB’li bireyler toplumdaki diğer insanlar üzerinde olumlu etki
bırakma kaygısı yaşamaları nedeniyle kaçınma davranışı sergilemekle beraber kimi
57
zaman yalnızlığı seçerek kendini izole edebilmektedirler. SAB’li birey özellikle karşı
cins karşısında veya otorite figürleri karşısında utangaç davranışlar sergileyebilir ve
iddialı davranış sergilemesi gereken görüşmelerde (iş mülakatı) yoğun kaygı
yaşayabilir (Cheek ve Briggs, 1990: 316). Sosyal anksiyete yaşayan yetişkinlerin iş
ortamı, çocuk ve ergenlerin ise okul ortamı gibi zorunlu kişiler arası ilişki gerektiren
durumlara maruz kalmalarının bireylerin hayatlarını zorlaştırabileceği
düşünülmektedir.
Çocuk ve ergen bireylerin öğrencilik hayatları ile sosyal etkileşim zamanları ele
alındığında ilgili bireylerin olumsuz düşüncelerinin olumlu düşüncelerden daha fazla
olması sebebiyle kötümser bakış açısına sahip olabilecekleri düşünülmektedir (Turner,
Beidel ve Larkin, 1986: 526). Glasgow ve Arkowitz (1975) yaptıkları biliş
değerlendirmelerinde ve sosyal anksiyete duyan bireylerin düşünce yapılarını
incelediklerinde bilişsel stilin değişebilirliğini görmüşlerdir. Uyumsuz bilişsel stile
sahip SAB’li birey anksiyete oluşturan durumu değerlendireceği sırada gerçeğe uygun
olmayan çarptırılmış görünümle olaylara bakabilir (Akt., Turner, Beidel ve Larkin,
1986: 526). Çocukların anksiyete yaşama durumlarına ilişkin yapılan başka bir
araştırmada ise bireylerin yüksek sesle sınıf ortamında okuma yapmalarının nabız
sayısını arttırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu durum SAB yaşayan çocukta olumsuz
düşüncelerin ve fizyolojik tepkilerin görülmesi ile paralel bir sonuç olarak ortaya
çıkmaktadır (Akt., Turner, Beidel ve Larkin, 1986: 525).
58
(ayrılma kaygısı, okul fobisi), yetişkin yaşamında sosyal fobi, agorafobi, panik
bozukluk gibi sık rastlanılan ruh sağlığı bozukluklarına dönüştüğü ya da bu
bozuklukların öncüsü olabileceği kanısına varılmıştır (Öztürk ve Uluşahin, 2011: 754-
756). Sosyal anksiyetenin ayırt edici bir özelliği olan sosyal etkileşimin sınırlanması
ile birey, olası bir karşılaşma olasılığından şüphelendiğinde yoğun beklenti kaygısı
yaşarken kaçınma mümkün olmadığı zaman da yüksek düzeyde kaygı hissetmektedir
(Clark ve Beck, 2010: 348).
SAB bireyi özellikle sosyal ortamlarda risk ve tehdit altında hissettirir, birey yaşadığı
olayları olumsuz ve yanlı olarak uyumsuz sosyal öz şema ile algılar. Bunun sonucunda
birey sosyal tehdite dair ipuçlarına otomatik bir şekilde dikkat etmekle birlikte yüksek
derecede ruminasyon (istemsiz biçimde ortaya çıkan, kişinin eylemlerini engelleyen,
kontrol edilmesi güç, bastırmak için yoğun efor sarf ettiren tekrarlayıcı düşünceler) ve
bilgi işleme yanlılığı yaşamaktadır (Clark ve Beck, 2010: 383). Sosyal anksiyeteli
bireyler kalabalık ortamlarda kusma korkusu, düşük benlik saygısı ve eleştirilme
korkuları yaşayabilirler. SAB bireyi yüzünün kızarması, el titremesi, sık idrara gitme,
terleme semptomları görülebilecek şekilde etkilemektedir. Bireyler iletişim sırasında
göz teması kurmaktan, alışveriş yaparken satıcının ilgisinden rahatsız olabilmekte
veya satıcının satma eğilimine karşı koymakta, satın aldıkları kusurlu bir nesneyi geri
götürmekte zorlanma yaşayabilmektedirler (Sungur, 1997: 7).
59
felaketleştirerek, en kötü sonucu bekler ve kendi baş etme becerileri hakkında olumsuz
düşüncelere kapılırlar. Çocukları bozukluğa ve etkilenmeye yatkın hale getiren
nedenler düşük düzeyde sosyoekonomik durum (yoksulluk), ebeveyn psikopatolojisi
(ruhsal bozukluk), travmatik deneyimlerle örselenme ve şiddete maruz kalma şeklinde
belirtilmiştir (Öztürk ve Uluşahin, 2011: 754-756). Anksiyete bozukluklarının etkileri
kalıtım ve çevre açısından ele alındığında anormal genlerin patolojik anskiyeteye
yatkınlık oluşturması yüksek bir ihtimalken, travmatik yaşam olaylarının ve yaşanan
stresin yatkınlık sebebi olarak daha çok önem arz ettiğine yönelik kesin bulgulara
rastlanmaktadır. Kısaca SAB ve diğer anksiyete bozuklukları genetik ve çevre
etkisiyle oluşmakta ve bireyi iki açıdan da etkilemektedir (Sadock, Sadock ve Ruiz,
2011: 387).
Nihai olarak, ilgili bilgiler ışığında sosyal anksiyete bozukluğu kişinin öğrencilik
hayatında ve arkadaşlık ilişkilerinde kaçınma davranışı gösteren, performans
sergileme durumunda kaygı ve korku yaşayan, arkadaşlık ilişkilerinde iletişim
başlatma ve sürdürme problemi yaşayan, hayır diyebilme becerisini kullanamayan
özellikler göstermesine sebep olabilir.
60
Leary ve Jongman-Sereno’nun (2014: 580) kendini sunma teorisine göre genel olarak
insanlar kendilerini diğer insanlara karşı olumlu, arzulanan görüntüye sahip olacak
şekilde iletirler. Kendini sunma teorisine göre Clark ve Wells (1995), Rapee ve
Heimberg (1997) sosyal anksiyete ile sosyal beceriler söz konusu olduğunda kişiler
arası becerilerde eksiklik yaşayacaklarına inanan kişilerin başka bireylerle
etkileşimlerinde istedikleri gibi olumlu bir izlenim bırakacaklarına ilişkin şüphe ve
endişe duyabileceğini belirtmişlerdir (Akt., Leary ve Jongman-Sereno, 2014: 581).
SAB’li bireylere daha yetkin biçimde iletişim kurmayı öğretmek, kişiler arası
etkileşimlerde kendini sunma kaygısını ve sosyal etkileşim sırasında duyulan kaygıyı
azaltacaktır (Leary ve Jongman-Sereno, 2014: 581).
Sosyal anksiyete ve sosyal beceri ile ilgili yapılan araştırmalarda Curran (1977), Greco
ve Morris (2005) bu iki durumun arasında ilişki olduğunu ve sosyal beceri eğitiminin
utangaçlığı ve sosyal anksiyeyeyi azalttığını ifade etmişlerdir (Akt., Leary ve
Jongman-Sereno, 2014: 581).
Sosyal anksiyete, sosyal beceri çerçevesinde bireylerin kendilerini sunma kaygısı ile
ilişkilendirilmiştir. SAB’li bireyin kendini ve kendi düşüncelerini ortaya koyup
sunabilmesi, sosyal ortamda iletişim becerilerini kullanabilmesi ve olumsuz
değerlendirilmeyi göze alarak istemediği durumlara karşı “hayır” diyerek
reddedebilmesi önemlidir. SAB’li bireylerin sosyal anksiyeteyi yüksek düzeyde
yaşamaları kendini ve başkalarını olumsuz değerlendirmesine, reddedilmeye ve
kendisine hayır denilmesine aşırı duyarlılık göstermesine, kendi hakkını savunurken
61
güçlük çekmesine, diğer bireylere “hayır” diyememesine, sosyal beceri eksiklikleri
yaşamasına neden olabilir. Tüm bu durumların sonucunda birey kişiler arası
etkileşimde sorun yaşayabilmektedir. Başkalarının kendisini onaylamasını isteyen
bireylerin sosyal anksiyete düzeyleri daha yüksek olurken toplumda olumlu izlenim
bırakmanın gayretinde ve gayesinde olmayan birey ise sosyal anksiyetenin en önemli
kaynaklarından birini yok edecektir.
Çocukluk çağı ve çocuk denilince akla ilk gelen ve çocuğun en çok zamanını alan
eylem olan oyun, çocuğun bütüncül olarak sağlıklı gelişimi için kritik bir öneme
sahiptir. Birçok faydasının yanı sıra oyunlar çocuk için süreğen, doğallığı yansıtan
aktivitelerdir. “Oyun, çocuğa hiç kimsenin öğretemeyeceği konuları, çocuğun kendi
deneyimleriyle öğrenmesi yöntemidir. Oyun, sonucu düşünülmeden, eğlenmek
amacıyla yapılan hareketlerdir” (Yavuzer, 2004).
Oyun insanlık tarihi boyunca çok çeşitli bakış açılarıyla filozoflar, araştırmacılar,
insanı konu alan çeşitli uzmanlar, eğitimciler başta olmak üzere ele alınmış ve ele
alınmaya devam edilen bir konudur. Eski Yunan filozoflarından bu zamana, oyun
küçük yaş grubunun karakter özelliği olarak ele alınmıştır. Bergen ve Fromberg (2009:
427-428) gibi araştırmacılar oyunu (çocukluğa ait doğallığın yansımasını içermesi
sebebiyle) çocukluk dönemi ile karakterize etmişlerdir. Oyuna ve oyunun çocuk
gelişimine olan katkılarına bakıldığında M.Ö. 370 yılında Antik Yunan filozofu Platon
(2013: 236) Devlet adlı kitabında kurallarla düzenlenmiş oyunun faydasından ve
oyunun çocuklar için bir yaşam provası olduğundan bahseder: “Çocuklarımızı daha
küçük yaştan itibaren kesin kurallarla düzenlenmiş bir oyun sanatına tabi kılmalıyız.
Çünkü oyunlar kuralsız olursa çocuklar da öyle olur. Aksi takdirde bu çocukların
devletine sadık, ciddi erkekler olarak yetişmeleri pek mümkün olmaz”.
62
kazandıran, iyi bir insan ve vatandaş yetiştirmeyi sağlayan, öğrenme tutkusunu arttıran
kazanımlarını vurgulamıştır. Daha yakın dönemde insanların gelişim dönemleriyle
ilgilenen, kuram geliştiren kişilerin ve araştırmacıların görüşlerine baktığımızda Piaget
(1962: 316-317) yetişkin bireylerin oyununun çocuğun gelişimine fayda sağladığına
ve yaşamı kolaylaştırdığına değinirken, Erickson (1963: 51) oyunu çocuğu geleceğe
hazırlayan bir prova şeklinde ifade etmiştir.
Gelişim psikolojisi ile ilgili çalışmalar yapan ve gelişim teorisi kavramını ortaya atan
Erik Erikson (1985: 261-262) oyunun çocuğun en evrensel faaliyeti olduğunu, bilişsel
ve duygusal gelişimine, problem çözme becerisine katkıda bulunduğunu belirtmiştir.
Çocukların oyunu savunma mekanizması olarak zaman geçirme, rahatlama ya da
stresten kaçma amacıyla da tercih edebildiği görülmüştür. David Elkind (2008 :4-5)
çocukların özgür olduğunu, kendi kendine başlayan ve kendiliğinden gelişen oyunların
çocuğu zihinsel, duygusal ve sosyal olarak daha sağlıklı kıldığını belirtmiştir. Aynı
zamanda çocuğun en temel hakkının ise eğlenceli bir çocukluk geçirmek olduğunun
altını çizmiştir.
63
yıllara gelindiğinde dünyada çocukların geleneksel oyunlardan çok dijital oyunları
tercih ettikleri görülmüştür. Dijital oyunlar ise masa üstü ve diz üstü bilgisayarlar,
mobil telefon, oyun konsolu, avuç içi cihazlar, video oyunları gibi elektronik cihazlarla
oynanan oyunlar şeklinde tanımlanmaktadır. Dijital oyunların artması ve bu konu ile
ilgili gelişen bir sektör olması sebebiyle oyun bağımlılıkları artmış, nihayetinde bu
durum teknolojik gelişmelerin içindeki çocukların çoğunun bilgisayar da oyun
oynamasına zemin hazırlamıştır (Whitton, 2010: 20).
Günümüzde her yaştan insanı etki altına alan bilgisayar kullanımının özellikle
çocukların yaşamlarına sunduğu yeniliklerden birisi “dijital oyun” kavramıdır. Dijital
oyunlar milyonlarca insanın içerisinde yer aldığı geniş ve seçenekli bir pazar olarak da
karşımızda çıkmaktadır (Entertainment Software Association 2013). Temel olarak
oyun kavramı; sosyoloji, psikoloji, antropoloji, felsefe ve eğitim bilimleri gibi
alanların ortak uğraşlarından birisidir. İnsanların neden oyun oynama ihtiyacı
hissettikleri ise üzerinde çalışmalar yapılan önemli bir konudur. Malone (1981: 334)
oyun araştırmaları için en temel noktalardan birisini oluşturan bilgisayarların
hayatımızda aktif bir şekilde yer almasıyla öğretime ve etkinliklere bilgisayar
oyunlarının dâhil olmasının öğrencilerin motive edilmesini sağlayabildiğini
vurgulamıştır. Kirriemuir (2002: 2) bilgisayar ve video oyunlarının genellikle
birbirlerinin yerine kullanıldıklarını ifade etmiştir. Ek olarak avuç içi bilgisayar oyunu
olan Game Boy’un 130.000.000’dan fazla satışının oyun endüstrisinin başarısına
örnek olmasını ve geride bırakılan 30 yılda bilgisayar oyunlarının yıllık yaklaşık
olarak 20 milyar dolar kazandırdığını belirterek sektörün gelişiminin altını çizmiştir.
Bozkurt ve Genç-Kumtepe (2014: 147) oyun kavramının değişmesiyle birlikte
bilgisayar, video, tablet gibi oyunların tümü için kullanılan dijital oyunların 80-90’lı
yıllardan sonra tercih edildiğini ve popüler hale geldiğini belirtmiştir. Dijital oyun
türleri arasında belirgin sınırlar bulunmamakla birlikte oyun oynama şekli ile bu
sınıflandırma kişilere göre farklılık gösterebilir. Örnek olarak Gross (2007: 26) dijital
oyunları aksiyon, dövüş ve saldırganlık içeren oyunlar, macera, rol yapılan oyunlar,
spor oyunları, stratejik oyunlar ve simülasyon oyunları şeklinde yedi başlığa
ayırmıştır.
Popüler oyunlarla ilgili dergi ve belgeleri Fencott vd. (2012) incelediğinde seksen
farklı oyun türü olacak şekilde bu oyunların derlendiğini belirtmişlerdir (Akt.,
Bayındır ve Mısırlı, 2017: 266). Dijital oyun türleri incelendiğinde yaygın çevre
64
tarafından kabul edilmiş oyun türleri ve oyun isimleri şunlardır (Bayındır ve Mısırlı,
2017: 261-277):
65
(Resident Evil, Tomb Raider), aynı şekilde %17.4’ü aksiyon ve macere
kategorisindeki Atari Oyunları (Pacman, Pinball), %15.6’sı Dövüş Oyunları (Mortal
Kombat, Takken), %13.8’i Spor ve Yarış Oyunları (NBA, FIFA), %10.9’unun ise
Quiz/Trivia Games (Jeopardy) Oyunları oynadıkları sonucuna ulaşılmıştır
(Kirriemuir, 2002: 1-4).
Oyun bağımlılığı, bireyin aşırı oyun oynama ile memnuniyet duyduğu oyun
oynamadığı durumda ise yoksunluk yaşadığı bir süreçtir. Horzum, Ayas ve Balta
(2008: 77) bilgisayar oyun bağımlılığını oyun oynarken yaşanan memnuniyet artışı ve
aşırı oyun oynama isteği ile karakterize edilen bir süreç şeklinde ifade etmişlerdir.
Oyun bağımlılığından söz edebilmek için Griffiths, Davies ve Chappell (2004a: 87-
96) kişinin oyun oynama isteğini kontrol edememesi ve bu durumun kişinin
duygularında, düşüncelerinde ve sosyal hayatında değişimlere neden olması
gerektiğini vurgulamışlardır. Teknoloji kullanımı söz konusu olduğunda bağımlılık
66
bakımından ruh sağlığı uzmanlarını alarma geçirecek olan şey internet ve oyun
oynamanın kişi üzerinde toplumsal, mesleki ve sosyal yıkımlara sebep olmasıdır
(Göka, 2017 : 159-160).
Ögel (2018: 327) ise kişinin oyun ve internet kullanımında kendini kontrol edememesi,
düşünce ve davranışlarını yönetememesi, oyun ve internet kullanımının olumsuz
değişimlere neden olması, oyun ve internet kullanımı imkânsız hale geldiğinde hoş
olmayan duygular hissetmesi, olumsuz duygulardan kaçmak için interneti kullanması
söz konusu olduğunda bağımlılıktan söz edilebileceğini vurgulamaktadır.
67
değil uzun süre oyunlarla geçirilen yoksunluk hisleri yaşatan, bireyin yaşantısını
sekteye uğratan kısmına değinilmiştir.
Bir başka görüşte ise çocuk ve ergen bireyler yeni beceriler ve fırsatların öncüsü
olmakla birlikte, aynı zamanda savunmasız ve potansiyel olarak risk altında olan
“dijital nesil” olarak görülürler (Livingstone ve Helsper, 2013: 2-3). Yavuzer (2004:
183-184) bilgisayar oyunlarına ilginin hızla arttığının ve bu ilginin giderek tehlikeli
boyutlara ulaşabileceğinin altını çizmiş, bilgisayar oyunlarını çocuğu dar bir alana
sıkıştıran oyunlar şeklinde ifade etmiştir.
68
Çevrim içi bilgisayar oyunlarını içeren yetişkin ve ergen oyuncu bireyler ile yapılan
araştırmada Griffiths, Davies ve Chappell (2004a: 95) ergen bireylerin zamanlarının
çoğunu yetişkin bireylere göre bilgisayar başında oyun oynayarak geçirdiği sonucuna
varmışlardır. Bu durum ergenlerin boş zamanlarının olmasıyla, daha az sorumluluk
sahibi olmalarıyla, haftalık programlarında daha esnek olmalarıyla ilgilidir.
Araştırmadan elde edilen diğer sonuçlarda haftalık oyun sıklığı göz önüne alındığında
yetişkinlerin sosyalliklerini feda etme durumunun daha yüksek olduğu, ergen
bireylerin ise eğitimlerini ve çalışmalarını yüksek oranda feda ettikleri görülmüştür.
Her iki gruptaki bireylerin neredeyse beşte biri bilgisayarda oyun oynamak için
uykularını feda ettiklerini ifade etmişlerdir.
Erken çocukluk çağlarından itibaren hatta kimi zaman yenidoğan bireylerin dahi
hayatlarında dijital oyunların yer aldığı ve en yaygın kullanılan oyun türünün
bilgisayar oyunları olduğu görülür. Avustralya İstatistik Bürosu/ABS (2006) 5-8 yaş
arası çocukların %88’inin bilgisayarı oyun oynama amaçlı kullandığını belirtmektedir
(Akt., Verenikina ve Kervin, 2011: 4). Çocukların çoğunun bilgisayara sahip olsa da
bilgisayarı öğrenme aracı olarak kavramsallaştırmadıkları görülmektedir. Downes
(1993: 17-18) genç bireylerin bilgisayar kullanımını oyun ile bağdaştırdığını bu
bireylerin oyun oynama ortamlarından kaynaklanan aşinalıkla birlikte ortamlarında
bilgisayarın “oyun oynama” etkinliği olarak kendilerine sunulduğunu belirtmiştir.
Huang vd. (2007: 808-809) benzer şekilde çocukların interneti cinsiyet fark etmeksizin
sık bir şekilde oyun oynamak için kullandıklarını belirtmişlerdir.
69
yaptıklarının kontrolü önem taşımaktadır. Bu kontrolü çocuğun tıpkı doğal oyunlarda
spontan bir şekilde yaptığı gibi dijital oyunlarda da yapabileceği ifade edilmiştir
(Verenikina ve Kervin, 2011: 10-11).
Çocukların dijital dünya ile vakit geçirmeleri ele alındığında çocukların %75’inin
televizyona, %32’sinin ise video ve DVD oyunlarına yaklaşık olarak 1 saat 20 dakika
gibi bir zaman ayırmakta oldukları görülmektedir (Vandewater, vd., 2007: 1006). Bu
veriler, 0-2 yaş grubundaki çok küçük çocukların dahi bir gün içinde ekrana ve
elektronik cihaza maruz kaldığı sonucunu vurgulamaktadır (Vandewater vd., 2007:
1015). İlgili araştırma çocukların teknolojik cihaz ve dijital oyunlarla zaman geçirirken
ebeveynlerinin etkin katılım sağlamalarının olumlu etkileri olduğunu göstermektedir.
70
araştırmada dikkat çeken bir konu olmuştur (Akçay ve Özcebe, 2012: 69-70).
Bilgisayar oyunlarını da kapsayan dijital oyunları düşündüğümüzde çocukların dijital
oyun dünyasından olumlu etkilendiğini vurgulayan Verenikina ve Kervin (2011: 11)
çocukların gelişimlerinin gerçek ve geleneksel oyunlarda olduğu gibi olumlu etkilenip
etkilenmediğini araştırmışlar, 3-5 yaş aralığındaki çocukların dijital ve hayali oyunlar
aracılığıyla olumlu deneyimler elde ettiğinin altını çizmişlerdir.
Ulusal Genç Çocuklar Eğitim Birliği/NAEYC (1996) dijital dünyanın erken çocukluk
döneminde öğrenmeyi kolaylaştırdığını dil, bilişsel ve sosyal alanda bireylerin
gelişimlerini olumlu yönde etkilediğini vurgulamıştır (Akt., Couse ve Chen, 2010: 75).
3-6 yaş arasındaki küçük çocukların daha çok tablet bilgisayarlarına yönelmesiyle bu
yaş grubunun bir saat veya daha az kullanımlarında tablette çizim yaptıkları
görülmüştür. Tablet bilgisayar kullanımı çocukların fikirlerini sunmalarını ve
yaptıkları çizimlerle rahatlatmalarını sağlayabilmektedir (Couse ve Chen, 2010: 93-
95).
Dijital oyunların olumlu etkileri arasında bazı oyunların fiziksel gelişimi ve motor
becerileri desteklemesi bulunmaktadır. Genç bireyler arasında basketbol, futbol, tenis
gibi spor simülasyonlarını içeren elektronik oyunların popülerliği Kim ve Hyungil
(2007) tarafından vurgulanmıştır. Fiziksel aktiviteyi içeren cihazlar bireylerin sağlıklı
yaşam tarzını benimsemelerini sağlayabilmektedir. Hareketsiz bir şekilde oynanan
oyunlar ise sağlıksız beslenmeyle birleştiğinde kilo artışına ve obezitenin oluşumuna
yol açabilmektedir (Akt., Papastergiou, 2009: 603-604).
Dijital oyunlarda şiddet içeriğine ve oyunlara fazla zaman ayırmaya yer veren başka
bir çalışmada ise çocukların bu oyunlarla çok zaman harcayarak dikkatlerinin
dağılabileceğine, karşı gelme ve saldırganlık davranışları ile aşırı uyarılma
yaşayabileceklerine değinilmiştir (Anderson, Gentile ve Buckley, 2007: 37). Kars
71
(2010: 5) şiddet içerikli dijital oyunların çocuklarda duyarsızlaşmayla birlikte empati
becerisinde düşüklüğe sebep olduğunu belirtmiştir.
Dijital dünya ve bilgisayar oyunları doğru ve bilinçli bir şekilde kullanıldığı zaman
çocuklara pek çok fayda sağlarken hatalı kullanımda ise bağımlılık başta olmak üzere
çocuklar ve bireyler üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. Alarmist ve kötümser bakış
açısıyla yaklaşılarak sadece risklere odaklanıldığında fırsatların kaçırılabileceği ön
görülmektedir. Bilgisayar oyun bağımlılığına dengeleyici bir perspektifle yaklaşmanın
çocuk ve ergen bireyler için daha yararlı olacağı düşünülmektedir.
72
oyun bağımlılığı üzerinde düşünülmesi gereken ve daha fazla araştırma yapılması
gereken bir konudur.
73
Çocuk ve ergenlerin bağımlılık süreçleri ve bilgisayar oyunlarını kullanmaları
düşünüldüğünde bilgi teknolojilerinin içinde doğmuş günümüz nesilleri teknolojiye
hâkim ve bağımlı özellikler göstermekle beraber Prensky (2001a) bu nesli “dijital
yerli/net nesli” olarak adlandırırken, Mc Neely (2005: 4.4) ise “Y nesli” olarak
tanımlamıştır. Ramaley ve Zia (2005: 82) bilgisayar oyunlarını en çok kullanan yaş
grubunun çocuk ve ergenler olduğunu belirtmişlerdir. Prensky (2001b: 21) net neslinin
ise internet kullanımını adeta bir oksijenmişçesine onsuz yaşanamayacak gibi
gördüğünü ifade etmiştir. Gee’nin görüşüne göre (2007: 17-26) dijital oyunlar oynayan
çocukların ebeveynleri, çocuklarının bilgisayar oyunlarına odaklanarak kendilerine
zarar verecek biçimde oynadıklarını düşünmektedirler. Aynı zamanda bilgisayar
oyunlarının içeriğinin entelektüel alanlara dayanmaması, oyuna bağımlılık yapacak
kadar fazla zaman ayrılması durumunda geçirilen zamanın anlamsız bir iş, oynanan
oyunun ise anlamsız bir oyun olacağı vurgulanmıştır.
Bilgisayar oyun bağımlılığı ile başa çıkabilmenin önemli olduğu konulardan bir diğeri
ise bu oyunların saldırganlık ve şiddet gibi temalara uzun süre maruz kalarak
çocukların davranışlarında saldırganlık ve şiddetin baş gösterebilme ihtimalini
arttırmasıdır (Anderson, vd., 2010: 151). Yapılan araştırmalar şiddet içeren video
oyunlarına maruz kalmanın artan saldırgan davranış, saldırgan biliş, saldırgan etki,
azalan empati ve sosyal davranış açısından risk faktörü olduğunu göstermektedir
(Anderson, vd., 2010: 151-152). Oyun bağımlılığını önlemenin önemli hedeflerinden
biri de çocukların oynadıkları oyunların karakterlerini kendileriyle özdeşleştirmesi ve
kendi benliklerini benimsedikleri benliklere göre algılamalarının oluşturabileceği
olumsuz sonuçlardır (Turkle, 2007: 507).
Bilgisayar oyun bağımlılığı ile başa çıkma becerileri gelişmediğinde veya uygun
stratejiye göre plan oluşturulamadığında yaşanamayan duygusal paylaşımların da
etkisiyle çocuk ve ergenlerin oynadıkları dijital bebek gibi eylemsiz ve ilişkisel
74
oyunlar özellikle 2000’li yıllarda ortaya çıkmıştır. Bu eserler insanları anımsatan
güven, sevecenlik, empati gibi duygular yaşanması sağlayabilen insansı robot olarak
ifade edilmiştir (Turkle, 2007: 504). İlgili çalışma sonucunda çocukların dijital bebek
gibi ilişki kurabilecekleri bilgisayar oyunlarına bağlanması ve duygusal ilişki
içerisinde olması durumunda nesnelerin canlılığı, nesnelerle bağlantı noktasında
oyunu ve oyuncağı kendisinden farklı görememe sorununu yaşayabilecekleri
düşünülmektedir. Ek olarak birey bu oyunları kendi iz düşümü olarak gördüğünde
dijital oyun nesnesine bağımlılığın gelişebileceği ön görülmektedir.
Griffiths ve Hunt’un (1998: 475-478) bilgisayar oyunlarına bağımlılık ile ilgili 12-16
yaş arasında 387 ergen bireyle yaptığı çalışmada erkek bireylerin kızlara göre daha
fazla “bağımlı” olarak nitelendirildiği, bireylerin bağımlı olacak şekilde bilgisayar
oyunu oynamalarının yaş ortalamasının yaklaşık olarak 7 olduğu vurgulanmıştır.
75
maddiyat, akran gruplarında egemenlik ve baskınlık kurma, rekabet, stres ve
sorumluluklardan kaçma amaçlı dikkat dağıtıcı öge olarak kullanma ile bağımlılık
süreçlerinin oluşabildiğini ifade etmişlerdir.
Tayvanlı öğrencilerle yapılan ergenlerin çevrim içi oyunlara bağımlılıkları ile ilgili
çalışmada Wan ve Chiou (2006: 762-764) bağımlılığın ergenlerin akademik
performanslarını olumsuz etkileyeceğini, öğrencinin kişiler arası ilişkilerinin
bozulacağını, ergen bireyi şiddet ve suça itebileceğini vurgulamışlardır. Ergen bireyi
bağımlılığa iten psikolojik ihtiyaç ve motivasyonların eğlence sağlama, yalnızlık,
kendini izole etme, can sıkıntısı, stres, öfke ve hayal kırıklıklarını yönetememe,
gerçeklikten kaçma, sosyal ilişki ihtiyacı, akran aidiyeti ve popülerlik ihtiyacı, heyecan
ve mücadele ihtiyacı, baskınlık ve güç/iktidar elde etme, kontrolü ve öz güveni
hissetme olduğu görülmüştür. Griffiths, Davies ve Chappell (2004b: 479-485)
oyuncuların bu oyunları tercih etme sebebinin baskılardan kaçınma, yaşadıkları stresi
hafifletme ve kendilerini işsiz olarak etiketleme olduğunu ifade etmişlerdir. Bu
araştırmanın sonuçlarına göre bireylerin psikolojik güçlüklerden kaçınma yolu olarak
bilgisayar oyunlarını görmesi ve oyun ile memnuniyet artışı yaşaması bağımlılık
kriterlerinden birinin karşılanması anlamına gelmektedir.
76
süreç bulunmakta ve bağlandıklarında bırakmaları zor olmaktadır (Akt., Walsh, vd.,
2006: 4). Geniş perspektifte teknolojinin gelişmesinin sosyolojik etkisi dar
perspektifte de çocukların oyun bağımlılığının çocukların sosyal becerilerine ve
ilişkilerine etkileri ele alındığında kendine güvenen, gerekli sosyal becerilere sahip ve
kendini yöneten bireylerin alanının teknoloji ile daraldığı görülmektedir. Teknoloji
insan ilişkilerinde yer alan akıl, duygu, ahlak, duyarlılık gibi kavramları benlik ve
kişiliğimizin dışında bırakarak, benliğimizi oluşturan zenginlikten parçalar
bırakmaktadır. Bireylerdeki bu değişim toplumda samimi insan ilişkilerinin erozyona
uğramasına sebep olabilmektedir (Cooper, 1995: 16). Bilgisayar kullanımı ve
bilgisayar oyun bağımlılığı süreçleri incelendiğinde ilgili çalışmaların pek çoğunda
bilgisayar oyunlarının özellikle öğrenme ve eğitimdeki yararlarına değinilirken Gee
(2003: 45-46) ve Prensky (2006) gibi araştırmacılar bilgisayar oyun bağımlılığının
tehlike ve risklerine de işaret etmektedir. Bu tehlikelere karşı bilgi verme amacıyla
“Beni Rahatsız Etme Anne, Bilgisayar ve Video Oyunları Çocuklarınızı 21. Yüzyıl
Başarısına Nasıl Hazırlıyor ve Nasıl Yardımcı Olabilirsiniz! Öğreniyorum” isimli
Prensky (2006: 1-20) tarafından hazırlanan kitap ile ebeveynlere ve öğretmenlere
oyunların eğitici yönü ve aynı zamanda çocukların sınırsızca saatlerini harcama
nedenleri hakkında bilgi verilmesinin önemi vurgulanmıştır. İlgili kitabın ve oyunların
okul ve öğrenme sürecine etkili, dengeli bir şekilde dahil edilmesinin öğrencilere fayda
sağlayacağı düşünülmektedir (Akt., Haniney, 2006: 494).
İfade edilen tüm bu gerekçelerden hareketle bilgisayar oyunları ile ilgili en önemli
nokta oyunları sağlıklı, dengeli ve sorumlu bir şekilde oynayabilmektir. Bilgisayar
oyunlarının öğrencilerin hayatını sekteye uğratmaması dikkat edilecek noktadır. Bu
oyunların eğitimsel değerinden faydalanarak, bilgisayar oyunlarının zararları
konusunda ebeveynlerin de bu süreçte bilgilendirme, denetleme ve bilinç kazandırma
yönünden çocuklarının yanında olmaları ve oyunlarına eşlik etmeleri gerekmektedir.
Çocukların bilgisayar oyunu bağımlılıklarının, sosyal anksiyete ve hayır diyebilme
becerilerinin araştırılması ve güncel sonuçlar elde etmek ilgili konuda alan yazına ve
çocuklara sağlayacağı katkılar dolayısıyla önem arz etmektedir.
77
2.3.6. Hayır Diyebilme Becerisi ve Bilgisayar Oyun Bağımlılığı
Hayır diyebilme ile ilgili literaür incelendiğinde bu becerinin tek başına bir beceri
olarak ele alınmaktan ziyade atılganlık hakkı, kişiye ait benlik haklarından biri olduğu
ve güvengenlik kavramlarıyla özdeşleşmekte olduğu görülür. Bu sebeple alan yazın
incelendiğinde çocukların hayır diyebilme becerileri ve bu becerileri etkileyen
unsurlarla ile ilgili doğrudan ve ayrıntılı çalışmalara rastlanmamaktadır. Hayır
diyebilme becerisini Durualp ve Aral (2010), Tuna Özcivanoğlu (2010) çalışmalarında
yetişkin bireylerin atılganlık hakkı olarak ele almışlardır. Hayır diyebilme becerisi ile
ilgili çocuk ve ergen bireylerle yapılan çalışmalar oldukça sınırlıdır. Ek olarak
78
Herrmann ve McWhirter’a göre (1997: 177) bu beceri yaşamın erken gelişim
dönemlerinde geliştirilmesi gereken bir beceridir. 1-3. sınıf düzeyleri, bu açıdan uygun
dönemler olarak kabul edilirken 4 ve 6. sınıflar, hayır diyebilme becerisinin
geliştirilmesi açısından daha fazla geç kalınmaması gereken dönemler olarak
belirtilmiştir. Elde edilen bu bulgu becerinin kazanımının önemini ve kritik zaman
aralığını açıkça ortaya koymaktadır.
Son çocukluk dönemine rastlayan 9-11 yaş aralığındaki ilkokul 3,4 ve 5. sınıf
öğrencileri ile çocuklarda hayır diyebilme ve atılganlık becerilerini inceleyen Bozkurt
(2020) her üç çocuktan birinin hayır diyebilme becerisinin düşük olduğunu
vurgulamıştır. Son çocukluk dönemindeki çocukların hayır diyebilmelerinin ve
atılganlık özelliklerinin yaşa ve cinsiyete göre farklılık gösterdiğini, bu becerilerin
sosyoekonomik düzeyden, ebeveyn yapılarından ve geçmişteki travmatik
deneyimlerden etkilendiğini belirtmiştir. Türkiye’de hayır diyebilmeyi ilkokul 4.sınıf
öğrencileri ile doğrudan beceri olarak inceleyen Yılmaz’ın (2018) araştırmasının
sonuçlarına göre “hayır” diyebilme becerisinin reddetme ve direnme alt boyutlarında
öğrencilerin cinsiyeti ve ebeveynlerinin hayatta olma durumu baz alındığında anlamlı
fark görülmemekle beraber sosyoekonomik düzey, anne ve babanın eğitim düzeyi ve
meslekleri, öğrencilerin kardeş sayıları ve doğum sıraları açısından ele alındığında
anlamlı fark bulunmuştur. Hayır diyebilmenin reddetme boyutunda ise ebeveynlerin
birliktelik durumunun etkisi görülmemektedir. Direnme boyutunda anlamlı sonuçlara
ulaşılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre 4.sınıf öğrencileri özel durumlar
karşısında “hayır” diyebilirken, hayır demeye ilişkin açıklama yapmak ve alternatif
davranışta bulunmayı çok fazla tercih etmemişlerdir. Öğrencilerin hayır diyebilmekte
en zorlandıkları kişiler ise çoktan aza doğru ebeveynleri, öğretmenleri, akrabaları,
kardeşleri, komşuları, arkadaşları ve yabancılardır. İlgili araştırmadan elde edilen
sonuçlara göre 4.sınıf öğrencilerinin hayır diyebilmeyi kendilerini koruma çabası
olarak algıladıkları, kendilerine yöneltilen talep ve tekliflere hayır diyememe
nedeninin ise kendi ahlaki yapıları, değerleri, duygu ve ilişkileri, inançları ve kültürel
kodları olduğu görülmüştür.
79
2.4.2. Sosyal Anksiyete ile İlgili Araştırmalar
Çocukluk döneminde başlayan ruh sağlığı problemleri bireyler daha sonraki gelişim
dönemlerine geldiğinde, yetişkinlik çağında işlevsellikte bozulmalara ve artan yıkıcı
etkilere sebep olabilmektedir. Türkiye’de çocuk ve ergen bireylerin psikiyatrik
rahatsızlıklarının çeşitli faktörlerle ele alındığı araştırma sayısının sınırlı olduğu
görülmektedir. Gelişmekte olan ülkeler arasında çocukluk çağı psikiyatrik
hastalıklarıyla ilgili çalışmaların yeterli olmadığı Eapen vd. (1998) tarafından
belirtilmiştir.
Şimşek vd. (2008) Türkiye’de 4-18 yaş arasındaki bireylerde psikiyatrik vaka görülme
oranını %11.3 şeklinde belirtmişlerdir. Heimberg vd. (1993) sosyal anksiyeteli
bireylerin daha düşük eğitim seviyesinde ve sosyoekonomik düzeyde olduklarını
belirtmiş, Erkan (2002) ise, bireylerin anne-babalarının eğitim ve sosyoekonomik
düzeyinin düşük olmasını sosyal anksiyete için risk faktörü olarak görmüştür.
Çocukluk çağı ve ön ergenlik dönemlerinde sosyal anksiyete ile ilgili La Greca ve
Lopez’in (1998) yaptıkları çalışmada kadınların erkeklerden daha yüksek düzeyde
anksiyete yaşadıkları ve olumsuz değerlendirilmekten korktukları belirtilmiştir. Bu
sonuç ile ergenlik döneminde kızların görünüşlerine ve başkalarının düşüncelerine
daha çok önem verdikleri düşünülebilir.
Gruber ve Heimberg (1997) yaptıkları araştırmada bireylerin kendi bedenleri ile ilgili
olumsuz inanışlarının sosyal durumlarda başarısızlık yaşamaya sevk edecek
düşünceleri desteklediğini ve böylece bireylerin kendilerini olumsuz algılamalarıyla
80
sosyal anksiyete düzeylerinin artabileceğini öne sürmüşlerdir. Ergen bireylerin sosyal
anksiyete ve algılanan anne-baba çocuk yetiştirme davranışları ile ilgili Akyıl’ın
(2000) çalışmasından elde edilen bulgulara göre sosyal anksiyeteye en fazla etki eden
faktör annenin aşırı korumacılığı ve babanının duygusal sıcaklığıdır. Annelerinin
tutumunu yüksek ilgi-düşük koruma olarak algılayan bireyler diğer katılımcılardan
daha az sosyal anksiyete duymaktadırlar. Bireylerin kaygılarını olumsuz etkileyen
tutumun ise annenin reddedici ve aşırı korumacı tutumu olduğu görülmüştür. Kız
ergenlerde yaş küçüldükçe sosyal anksiyete düzeyinin arttığı sonucuna ulaşılmıştır.
Sosyal ilişkileri ve kişiliği etkileyen bir faktör olarak çocukların ailelerinde dünyaya
geliş/doğum sırası ile ilgili yapılan çalışmalarda Kalkan ve Epli Koç (2008), Çakır ve
Şen (2012) doğum sırasının kişinin sosyal yaşamını ve sosyal anksiyete düzeyini
etkilediğini belirtmişlerdir. Gümüş’ün (1997) ergen bireylerle yaptığı çalışmadan elde
edilen sonuçlarda ergenlerin annelerinin eğitim seviyesi ile sosyal anksiyete
düzeylerinin negatif yönlü bir ilişki içerisinde olduğu, annenin eğitim düzeyinin
yüksek olmasının ise ergen bireyde sağlıklı beden algılarını geliştirmeyi yordadığı,
babanın eğitim seviyesi ve sosyal anksiyetesi ile ilgili anlamlı bir fark bulunmadığı
görülmüştür. Erkan (2002) babanın eğitim düzeyi ve ergenlerdeki kaygı arasındaki
ilişkiyi incelediğinde, babanın eğitim düzeyinin düşmesiyle kaygı seviyesinin
yükseldiğini bildirmiştir. Babanın eğitim düzeyinin düşmesiyle beraber iletişimin
zarar gördüğü, babanın sağlıklı ve demokratik bir tutum yerine otoriter/baskıcı tutumu
benimsemesi sonucunda ergen bireylerin kendine olan güvenlerinin de olumsuz
etkilendiği görülmüştür.
81
anksiyete düzeylerini incelediğinde bireylerin ilişkileri ile ergenlerin sosyal kaygıları
arasında ilişki olduğunu belirtmiştir.
Ortaokul son sınıf öğrencileri ile Zalım Başbekleyen (2018) tarafından yapılan
çalışmada ebeveyn ve çocuk arasındaki güvensiz bağlanma ile benlik algısı, sosyal
anksiyete ve depresif belirtiler arasındaki ilişki incelenmiş, bağlanma kaygısı ile sosyal
anksiyete arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu görülmüştür. Parçal’ın (2018)
11-14 yaş arası ergen bireylerle yaptığı çalışmada örneklemdeki ortaokul
öğrencilerinin öz güven ve anksiyete düzeyleri arasında ters yönlü anlamlı bir
korelasyon olduğu görülmüştür. Taşkıran (2018) obezite ile sosyal anksiyete ve benlik
saygısı arasındaki ilişkiyi araştırmıştır. Obez bireylerin sosyal anksiyete, depresyon ve
benlik saygılarında düşüş olduğunu ve sosyal hayatlarında uyum sorunları
yaşadıklarını belirtmiştir.
82
konsolları, video oyunları, akıllı telefon oyunları) bağımlılıklarını ve duyguları
ayarlayabilmeyi ele alan Ulum (2016) Türkiye’de yapılan çalışmada bağımlılık
düzeyinde bilgisayar oyunu oynayan çocukların duygusal açıdan başta olmak üzere
zihinsel ve fiziksel olarak olumsuz etkilendiği sonucuna ulaşmıştır. Aynı zamanda 6-
13 yaş arasındaki çocuklarda bilgisayar oyunlarına bağımlılığın sık rastlanılan bir
durum olduğu ve bağımlılığın cinsiyet, yaş, annenin eğitim düzeyine göre farklılık
gösterebildiği görülmüştür. İlgili çalışmada bilgisayar oyunlarına bağımlı olan
çocukların duygusal olarak tutarsızlıklar yaşadıkları ve duygularını kontrol etme
konusunda güçlükler yaşadıkları ifade edilmiştir.
83
araştırmalara rastlanmamakla beraber, yalnızca sosyal anksiyete ve bilgisayar
oyununu/internet bağımlılığını birlikte ele alan çalışmalara sınırlı bir şekilde
rastlanmaktadır.
84
sosyal anksiyetenin tanı kriterlerinden olan sosyal ortamlarda endişe ve tedirginlik
yaşama arasında anlamlı bir ilişki olduğu ifade edilmiştir. İnternet bağımlılığı farklı
düzeylerde olan ergen bireyleri inceleyen Canoğulları ve Güçray (2014) cinsiyetlerine
göre bireylerin sosyal anksiyete düzeylerini incelediklerinde her iki cinsiyetteki
ergenlerin bağımlılık düzeyinin yüksek olduğu, bağımlılık düzeyi yüksek olduğunda
ise bireylerin daha yüksek düzeyde sosyal anksiyete yaşadıkları sonucuna
ulaşmışlardır. Akbulut’un (2013) ifadesiyle oyun bağımlılığı, internet bağımlılığı,
bilgisayar oyunları bağımlılığı, video oyunları bağımlılığı gibi farklı şekillerde
tanımlanan oyun bağımlılığı tanımının ve sınırlarının net olmayışı, ilgili örneklemlerin
yeterince temsil edici olmayışı, çocuk ve ergen bireylerde yapılan çalışmaların az
sayıda olması gibi nedenlerle Türkiye’deki bireylerin bu durumdan çeşitli olgulara
göre etkilenmeleri konusunda sağlıklı bilgiye ulaşmak güçtür. Bu durum ilgili konuda
çalışmalar yapmanın gerekli olduğunu göstermektedir.
Yapılan çalışmada alan yazın bölümünden elde edilen bulgular dikkate alınarak çocuk
ve ergen bireylerin hayır diyebilme becerisi, sosyal anksiyete, bilgisayar oyun
bağımlılığı değişkenleri incelenmiş ve bu değişkenlerin arasında ilişki olup olmadığı
sorularına yanıt aranmıştır.
85
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YÖNTEM
Yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı açısından incelenmesini 4. ve 5.sınıf
öğrencileri ele alan bu araştırmada hayır diyebilme becerisi, sosyal anksiyete ve
bilgisayar oyun bağımlılığı arasındaki ilişki ilişkisel tarama modeli kullanılarak
incelemiştir. İlişkisel tarama modeli iki ya da daha fazla değişken arasında
değişkenlerin değişimlerini ve değişimlerinin düzeylerini araştıran tarama modelidir
(Karasar, 1998: 81). Ayrıca hayır diyebilme becerisinin, sosyal anksiyete ve bilgisayar
oyun bağımlılığının cinsiyet, sınıf düzeyi değişkenlerine göre istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık gösterip göstermedikleri incelenmiştir.
Çalışma grubunu Küçükçekmece İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı resmi ve özel
okulda 4. ve 5.sınıf düzeyinde öğrenime devam eden (bir özel, iki devlet ilkokul ve
ortaokul) kolayda örnekleme yöntemiyle seçilen 309 öğrenci oluşturmaktadır.
Belirlenen ilçenin büyüklüğü, 309 öğrenciye aile onayı ile ulaşmanın zorluğu ve
zaman güçlüğü göz önünde bulundurularak çalışma grubu 309 öğrenci ile sınırlı
tutulmuştur. İlişkisel tarama modelinin tercih edildiği bu çalışma yüksek ve düşük
düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip 309 öğrencinin sosyal anksiyete ve
bilgisayar oyun bağımlılığı düzeylerini çeşitli değişkenler açısından incelemek ve
değişkenlerin arasındaki ilişkiyi saptamak amacıyla yapılmıştır.
86
Çalışma grubu ortalamanın yaklaşık bir standart sapma altındakiler ve üstündekiler
şeklinde yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilen öğrenciler olarak ele alınmıştır.
Genel öğrenciler arasında yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilenler olarak çalışma
grubu ikiye ayrılmıştır. İkiye ayrılmada ölçüt olarak ortalamanın yaklaşık bir standart
sapma altındakiler ve yaklaşık bir standart sapma üstündekiler kabul edilmiştir.
Yüksek düzeyde hayır diyebilen yaklaşık bir standart sapma üstünde yer alan 152
öğrencinin 96’sı kadın, 56’sı erkektir.
Düşük düzeyde hayır diyebilen yaklaşık bir standart sapma altında yer alan 157
öğrencinin 72’si kadın, 85’i erkektir.
Demografik Bilgiler
Okul Türü
Sınıf Düzeyi
Yaş
8 yaş 3 1.0
9 yaş 75 24.3
10 yaş 157 50.8
87
11 yaş 70 22.7
12 yaş 4 1.3
Gelir Durumu
Düşük 8 2.6
Orta 229 74.1
Yüksek 72 23.3
Baba Yaş
20-30 1 3
30-40 76 24.6
40-50 202 65.4
50-60 27 8.7
60+ 3 1.0
Anne Eğitim Düzeyi
Okuma Yazma Bilmiyor 1 0.3
İlkokul 28 9.1
Ortaokul 34 11.0
Lise 66 21.4
Lisans 179 57.9
Lisansüstü 16 3.4
Baba Eğitim Düzeyi
Okuma Yazma Bilmiyor 1 0.3
İlkokul 20 6.5
Ortaokul 37 12.0
Lise 86 27.8
Lisans 163 52.8
Lisansüstü 2 0.6
Tablo 4.1’de görüldüğü üzere çalışma grubunu oluşturan 309 öğrencinin 241’i (%
45.6) erkek, 168’i (%54.4) kadındır. 84’ü (%27.2) özel okula, 225’i (%72.8) devlet
okuluna devam etmektedir. 150’si (%48.5) 4.sınıf, 159’u (%51.5) 5.sınıf öğrencisidir.
3’ü (%1.0) 8, 75’i (%24.3) 9, 157’si (%50.8) 10, 70’i (%22.7) 11, 4’ü (%1.3) 12
yaşındadır. 8’i (%2.6) düşük, 229’u (%74.1) orta, 72’si (%23.3) yüksek gelir
durumuna sahiptir. Babaların 1’i (%3) 20-30 yaş arasında, 76’sı (%24.6) 30-40 yaş
arası, 202’si (%65.4) 40-50 yaş arası, 27’si (%8.7) 50-60 yaş arası, 3’ü (%1.0) 60 yaş
ve üzeridir. Annelerin 1’i (%0.3) okuma yazma bilmiyorken, 28’i (%9.1) ilkokul, 34’ü
(%11.0) ortaokul, 66’sı (%21.4) lise, 179’u (%57.9) lisans, 16’sı (%3.4) lisansüstü
eğitim düzeyindedir. Babaların 1’i (%0.3) okuma yazma bilmiyorken, 20’si (%6.5)
ilkokul, 37’si (%12.0) ortaokul, 86’sı (%27.8) lise, 163’ü (%52.8) lisans, 2’si (%0.6)
lisansüstü eğitim düzeyindedir.
88
3.3. Veri Toplama Araçları
Çocuklar İçin Hayır Diyebilme Becerisi Ölçeği ilkokul 4.sınıf öğrencilerinin hayır
diyebilme becerilerini ölçmeye yönelik öz bildirimli bir ölçektir. Ölçeğin alt boyutları
reddetme ve direnme boyutlarından oluşmaktadır. Reddetme ve direnme boyutları
6’şar madde içermektedir. Ölçek 5’li Likert (1=Hiçbir Zaman, 5=Her Zaman) tipinde,
12 maddeden oluşan bir ölçektir (EK-5). Ölçeğin Cronbach alpha güvenirlik kat sayısı
α=.74, reddetme boyutu için α=.75, direnme boyutu için ise α=.69 bulunmuştur.
89
boyutu için yapılan kodlamalar ise ters puanlanmaktadır. Ölçeğe dair elde edilen
bulgular, bu ölçeğin ilkokul 4.sınıf öğrencilerinin “hayır” diyebilme becerilerini
ölçmek için geçerli bir ölçme aracı olduğunu göstermektedir (Yılmaz ve Sözer, 2018).
90
puan ise bilgisayar oyunu bağımlısı olarak değerlendirilir (Horzum, Ayas ve Balta,
2008: 76-83). Ölçeğin Cronbach alpha güvenirlik katsayısı α=.90 olarak bulunmuştur.
Elde edilen sonuçlara göre bilgisayar oyun bağımlılığı ölçeğinin çocukların oyun
bağımlılığını ortaya koyan geçerlik ve güvenilirliği olan bir ölçek olduğu
görülmektedir.
91
Araştırmada nicel araştırma modellerinden korelasyon ve regresyon teknikleri esas
alınmıştır. Korelasyon tekniği, iki ya da daha çok değişken arasındaki ilişkinin
herhangi bir şekilde bu değişkenlere müdahale edilmeden incelenmesidir
(Büyüköztürk, vd. 2016). Regresyon tekniği ise değişkenlerin birbirini yordama
durumunu tespit etmek için kullanılmaktadır.
Çalışmanın analizinde öncelikle tüm grup için yapılan analiz bulgularına yer
verilmiştir. Analizlere başlamadan önce Levene testi ile varyansların homojenliği
koşulu incelenmiş ve buna göre analizler şekillenmiştir. Burada cinsiyet ve hayır
diyebilme düzeyi grupları açısından T testi yapılmıştır. Oyun bağımlılığı açısından
homojen dağılım sağlanmadığı için non parametrik test olan Mann Whitmey U testi
tercih edilmiştir.
Ardından çalışmada kullanılan değişkenler sınıf düzeyi değişkenine göre T testi ile
incelenmiştir. Grupların kendi içlerinde değişkenler açısından ne gibi ilişkiler
gösterdikleri araştırma sorularından bazılarını oluşturmaktadır. Gruplar burada düşük
ve yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine göre ayrılmışlardır. Bu bölümdeki
analiz düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerle başlamaktadır. Ardından yüksek
düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin analizi gelmektedir. Her iki grupta da oyun
bağımlılığı değişkeni homojen dağılmadığı için bu bölüm Mann Whitney U testi ile
analiz edilmiştir. Bu gruplarda sırasıyla T testi, Mann Whitney U testi, Korelasyon ve
Regresyon analizleri yapılmıştır. Yapılan regresyon analizlerinde homojenlik
varsayımı taşımayan değişkenler analize alınmamıştır. Regresyon ve korelasyon
analizleri sadece homojenlik koşulunu sağlayan değişkenlerle yapılmıştır.
92
Tablo 3.1: Çarpıklık ve Basıklık Değerleri
93
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ARAŞTIRMA BULGULARI
“Yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar
oyun bağımlılığı açısından incelenmesine yönelik bulgular, a) cinsiyet, b) sınıf, c) yüksek ve düşük hayır
diyebilme, d) hayır diyebilme, e) sosyal anksiyete, f) bilgisayar oyun bağımlılığı, g) korelasyon, h) regresyon
şeklinde aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.
DEĞİŞKENL t- test
ER
Yüksek ve Bilgisaya
ÖĞRENCİLE Hayır
Cinsiy Sını Düşük Sosyal r Oyun Korelasy
RE AİT Diyebilm Regresyon
et f Hayır Anksiyete Bağımlılı on
BULGULAR e Becerisi
Diyebilme ğı
HAYIR
Kız
DİYEBİL
Erkeklerd Erkek
ME öğrenciler
Tüm YO e yüksek öğrenciler
VAR BECERİSİ
Öğrenciler K de yüksek anlamlı de yüksek
VAR
değil anlamlı
SAB VAR anlamlı
BOB VAR
SAB ve
BOB
pozitif
Regresyon
yönde
Düşük Kız Kız anlamlı SAB
Erkek anlamlı
Düzeyde öğencilerd öğrenciler ve BOB Hayır
öğrenciler Hayır
Hayır VAR e yüksek de yüksek Diyebilmeyi
de yüksek diyebilme
Diyebilen anlamlı anlamlı anlamlı
anlamlı ve BOB
Öğrenciler değil değil açıklamamakta
pozitif
dır
yönde
anlamlı
değil
Regresyon
anlamlı SAB
Hayır
Yüksek Kız Kız Hayır
Erkek Diyebilm
Düzeyde öğrenciler öğrenciler
öğrenciler e ve SAB Diyebilmeyi
Hayır VAR de düşük de yüksek
de yüksek negatif
Diyebilen anlamlı anlamlı negatif yönde
anlamlı yönde
Öğrenciler değil değil
anlamlı anlamlı
açıklamaktadır
94
4.2. Bütün Öğrencilere Yönelik Bulgular
Çalışmada yer alan bütün öğrencilere yönelik olarak öncelikle cinsiyet değişkeni
açısından hayır diyebilme becerisi, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıkları
incelenmiştir. Düşük ve yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine göre çalışma
grubunda yer alan bütün öğrencilerin hayır diyebilme becerileri, sosyal anksiyete ve
bilgisayar oyun bağımlılıkları incelenmiştir. Bütün öğrencilerin sınıf düzeylerine göre
hayır diyebilme becerilerine, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıklarına
yönelik bulgular verilmiştir.
1) Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme becerisi, sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları cinsiyet açısından
farklılaşmakta mıdır? Alt Amaca İlişkin Bulgular
Çalışmada yer alan bütün öğrencilerin cinsiyetlerine göre hayır diyebilme, sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıklarının farklılaşmadığını belirlemek için
Bağımsız Gruplar t-Testi uygulanmış ve sonuçlar tablo 4.2’de verilmiştir.
Değişkenler N Ort Ss
Hayır Diyebilme Becerisi 309 46.77 6.19
Sosyal Anksiyete 309 46.87 14.41
Bilgisayar Oyun Bağımlılığı 309 40.42 15.39
Değişkenler
Cinsiyet n Ort t df p
Hayır Diyebilme Kız 168 47.56 2.476 307 .014*
Becerisi Erkek 141 45.82 297.440
Sosyal Anksiyete Kız 168 46.83 -.053 307 .958
Erkek 141 46.91 298.344
*p<.05
95
Tablo 4.3’te örnekleme alınan kız ve erkek öğrencilerin hayır diyebilme ve sosyal
anksiyete değişkenlerinden elde edilen puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan
anlamlı bir fark olup olmadığını belirlemek için bağımsız örneklemler T-testi
kullanılmıştır. Kız öğrencilerin hayır diyebilme testi puan ortalaması (ort=47.56) erkek
öğrencilerin puan ortalamasından (ort=45.82) daha yüksektir. Bu fark istatistiksel
açıdan anlamlı bulunmuştur (t(307)=2.476, p<.05).
Kız öğrencilerin sosyal anksiyete testi puan ortalaması (ort=46.83) erkek öğrencilerin
puan ortalamasından (ort=46.91) daha düşüktür. Ancak bu fark istatistiksel açıdan
anlamlı bulunmamıştır (t(307)=.-053, p>.05).
Sıra
Değişken Cinsiyet N Ort. Ss Ortalaması U Z
Bilgisayar Oyun Kız
168 35.10 11.53 124.96
Bağımlılığı 6797.00 -6.45*
Erkek 141 46.77 16.97 190.79
* p <.01
96
Çalışmada Yer Alan Bütün Öğrencilerin Yüksek ve Düşük Düzeyde Hayır
Diyebilme Becerisine Göre Hayır Diyebilme Becerilerinin, Sosyal Anksiyete ve
Bilgisayar Oyun Bağımlılıklarının İncelenmesi
2) Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme becerisi, sosyal
anksiyete ve bilgisyar oyun bağımlılığı ortalama puanları düşük ve yüksek
düzeyde hayır diyebilmeye bağlı olarak anlamlı bir şekilde farklılaşmakta mıdır?
Alt Amaca İlişkin Bulgular
Çalışmada yer alan bütün öğrencilerin yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilme
becerisine göre hayır diyebilme becerilerinin, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
bağımlılıklarının betimsel istatistikleri tablo 4.5’te verilmiştir.
Değişkenler n Ort Ss
Hayır Diyebilme Becerisi 309 46.77 6.19
Sosyal Anksiyete 309 46.87 14.41
Bilgisayar Oyun Bağımlılığı 309 40.42 15.39
Tablo 4.6’da düşük ve yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip öğrencilerin
hayır diyebilme, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı değişkenlerinden elde
edilen puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark olup olmadığını
belirlemek için bağımsız örneklemler T-testi kullanılmıştır. Buna göre;
97
Düşük hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci grubunun hayır diyebilme testi puan
ortalaması (ort=41.83) yüksek hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci grubundan
(ort=51.86) daha düşüktür. Bu fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (t(307)=-
24.476, p<.01).
Düşük hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci grubunun sosyal anksiyete testi puan
ortalaması (ort=49.18) yüksek hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci grubundan
(ort=44.47) daha yüksektir. Bu fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur
(t(307)=2.906, p<.01).
Düşük hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci grubunun hayır diyebilme testi puan
ortalaması (ort=43.08) yüksek hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci grubundan
(ort=37.67) daha yüksektir. Bu fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur
(t(307)=3.133, p<.01).
Çalışmada Yer Alan Bütün Öğrencilerin Sınıf Düzeylerine Göre Hayır Diyebilme
Becerilerinin, Sosyal Anksiyete ve Bilgisayar Oyun Bağımlılıklarının İncelenmesi
3) Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin sınıf düzeylerine göre hayır
diyebilme, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıkları farklılaşmakta
mıdır? Alt Amaca İlişkin Bulgular
Sınıf
Değişkenler Düzeyi n Ort t df p
Hayır Diyebilme 4.sınıf 150 46.32 -1.233 307 .218
5.sınıf 159 47.19 305.746
98
Tabloda sınıf düzeyine göre hayır diyebilme, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
bağımlılığı değişkenlerinden elde edilen puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan
anlamlı bir fark olup olmadığını belirlemek için bağımsız örneklemler t-testi
kullanılmıştır. Buna göre;
Çalışmada yer alan düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilere yönelik olarak öncelikle
öğrencilerin cinsiyet değişkeni açısından hayır diyebilme, sosyal anksiyete ve
bilgisayar oyun bağımlılıkları karşılaştırılmıştır. Düşük düzeyde hayır diyebilen
öğrencilerin hayır diyebilme, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıkları
arasındaki ilişkiler incelenmiş, öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
bağımlılığı düzeylerinin hayır diyebilme becerisini yordamasına yönelik bulgular
verilmiştir.
Çalışmada yer alan düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin cinsiyetlerine göre
hayır diyebilme ve sosyal anksiyeteleri tablo 4.8’de verilmiştir.
99
Tablo 4.8: Betimsel İstatistikler
Değişkenler n Ort Ss Skewness Kurtosis
Hayır Diyebilme 157 41.83 3.58 -.863 .298
Sosyal Anksiyete 157 49.18 14.13 .196 -.392
Bilgisayar Oyun
157 43.08 15.25 .843 .486
Bağımlılığı
Kız öğrencilerin hayır diyebilme testi puan ortalaması (ort=41.89) erkek öğrencilerin
puan ortalamasından (ort=41.79) daha yüksektir. Ancak bu fark istatistiksel açıdan
anlamlı bulunmamıştır (t(155)=.175, p>.05). Kız öğrencilerin sosyal anksiyete testi puan
ortalaması (ort=49.81) erkek öğrencilerin puan ortalamasından (ort=48.66) daha
yüksektir. Ancak bu fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (t(155)=.505, p>.05).
Sıra
Değişken Cinsiyet N Ort. Ss Ortalaması U Z
* p < .01
100
Tablo 4.10’da görüldüğü gibi bilgisayar oyun bağımlılığı testinden alınan toplam
puanların katılımcıların cinsiyetlerine göre anlamlı bir farklılık gösterip
göstermediğini incelemek amacıyla Mann-Whitney U testi uygulanmıştır.
Sonuçlara göre bilgisayar oyun bağımlılığı boyutunda; kız öğrencilerin sıra ortalaması
ile (ort=60.86) erkek öğrencilerin sıra ortalaması (ort=94.36) arasındaki fark anlamlı
bulunmuştur (U=1754.00, Z=-4.60, p<.01).
5) Çalışma grubunda yer alan düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları arasındaki ilişki
anlamlı mıdır? Alt Amaca İlişkin Bulgular
Değişkenler 1 2 3
101
diyebilme arasındadır (r=0.109, p>.05). Bu ilişki ise pozitif yönlü ancak anlamlı
değildir.
Değişkenler n Ort Ss
Hayır Diyebilme Becerisi 157 41.83 3.58
Bilgisayar Oyun Bağımlılığı 157 43.08 15.25
102
elde edilen regresyon katsayısı anlamlı bulunmuştur (R=0.16; R2=0.026; F=2.060;
p<.01). Ancak hayır diyebilme becerisine etkisi incelenen değişkenler olan sosyal
anksiyetenin (β= .12; p>.01) ve bilgisayar oyun bağımlılığının (β= .06; p>.01)
öğrencilerin hayır diyebilme becerisini anlamlı olarak açıklayamadığı sonucuna
ulaşılmıştır.
Çalışmada yer alan yüksek düzeyde hayır diyebilen öğrencilere yönelik olarak
öncelikle öğrencilerin cinsiyet değişkeni açısından hayır diyebilme, sosyal anksiyete
ve bilgisayar oyun bağımlılıkları karşılaştırılmıştır. Yüksek düzeyde hayır diyebilen
öğrencilerin hayır diyebilme, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıkları
arasındaki ilişkileri incelenmiş, öğrencilerin sosyal anksiyete ve düzeylerinin hayır
diyebilme özelliklerini yordamasına yönelik bulgular verilmiştir.
Çalışmada yer alan yüksek düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin cinsiyetlerine göre
hayır diyebilme ve sosyal anksiyeteleri tablo 4.15’te verilmiştir.
103
Tablo 4.15’te yüksek düzeyde hayır diyebilen kız ve erkek öğrencilerin hayır
diyebilme ve sosyal anksiyete değişkenlerinden elde edilen puan ortalamaları arasında
istatistiksel açıdan anlamlı bir fark olup olmadığını belirlemek için bağımsız
örneklemler T-testi kullanılmıştır.
Kız öğrencilerin hayır diyebilme testi puan ortalaması (ort=51.85) erkek öğrencilerin
puan ortalamasından (ort=51.95) daha düşüktür. Ancak istatistiksel açıdan anlamlı
fark yoktur (t(150)=.-216, p>.05).
Kız öğrencilerin sosyal anksiyete testi puan ortalaması (ort=44.59) erkek öğrencilerin
puan ortalamasından (ort=44.27) daha yüksektir. Ancak bu fark istatistiksel açıdan
anlamlı bulunmamıştır (t(150)=.135, p>.05).
Sıra
Değişken Cinsiyet N Ort. Ss Ortalaması U Z
Tablo 4.16’da görüldüğü gibi bilgisayar oyun bağımlılığı testinden alınan toplam
puanların katılımcıların cinsiyetlerine göre anlamlı bir farklılık gösterip
göstermediğini incelemek amacıyla Mann-Whitney U testi uygulanmıştır.
Sonuçlara göre bilgisayar oyun bağımlılığı boyutunda; kız öğrencilerin sıra ortalaması
ile (ort=66.12) erkek öğrencilerin sıra ortalaması (ort=94.29) arasındaki fark anlamlı
bulunmuştur (U=1691.50, Z=-3.81p<.01).
104
Yüksek Düzeyde Hayır Diyebilen Öğrencilerin Hayır Diyebilme, Sosyal
Anksiyete ve Bilgisayar Oyun Bağımlılıkları Arasındaki İlişkilerin İncelenmesi
8) Çalışma grubunda yer alan yüksek düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları arasındaki ilişki
anlamlı mıdır? Alt Amaca İlişkin Bulgular
Değişkenler 1 2
1.Hayır Diyebilme Becerisi 1
**p< .01
105
Tablo 4.18: Yüksek Düzeyde Hayır Diyebilme Becerisine Sahip Öğrencilerin
Sosyal Anksiyete Düzeylerinin Hayır Diyebilme Becerisini Yordamasına İlişkin
Basit Regresyon Analizi Sonuçları
106
BEŞİNCİ BÖLÜM
DEĞERLENDİRME VE TARTIŞMA
5.1.1. Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme becerisi,
sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıklarının cinsiyet açısından anlamlı
bir şekilde farklılaşıp farklılaşmadığına ilişkin değerlendirme ve tartışma
“Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme becerisi, sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları cinsiyet açısından anlamlı
bir şekilde farklılaşmakta mıdır?” alt problemi incelenmiş, öğrencilerin sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanlarının cinsiyet açısından
anlamlı bir şekilde farklılaştığı görülmüştür.
Bulgulara göre kız öğrencilerin hayır diyebilme testi puan ortalaması erkek
öğrencilerin puan ortalamasından daha yüksektir. Bu fark istatistiksel açıdan anlamlı
bulunmuştur. Bu araştırmadan elde edilen sonuçlara göre kız öğrencilerin hayır
diyebilme becerilerinin erkek öğrencilerden fazla olduğu söylenebilir.
107
araştırmanın yapılmasının literatüre katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Ele alınan
çalışmalar araştırmadaki değişkenleri ayrı bir şekilde ya da iki değişkeni konu alacak
şekildedir. Türkiye’de hayır diyebilme becerisini doğrudan ele alan çalışmalar Yılmaz
ve Sözer (2008), Bozkurt (2020) sınırlı sayıdadır. Hayır diyebilme becerisi ile ilgili
yapılan araştırmalar incelendiğinde hayır diyebilme becerisinin atılganlık,
güvengenlik, sosyal beceri, kişisel haklar, zaman yönetimi gibi kavramların
kapsamında ele alındığı ve doğrudan hayır diyebilme becerisini ele alan oldukça sınırlı
sayıda araştırma olduğu görülmektedir.
Araştırma sonuçlarına benzer şekilde hayır diyebilme becerisini doğrudan bir özellik
ve beceri olarak ele alan Bozkurt’un (2020: 59) çalışmasında hayır diyebilme ve hayır
diyebilmenin alt boyutlarının toplam puanları cinsiyet değişkeni açısından anlamlı bir
farklılık göstermektedir. İlgili araştırma sonuçlarına göre kızların reddetme ve direnme
alt boyutları, atılganlık puanları erkeklere göre daha yüksektir. Hayır diyebilme
kavramının atılganlık içerisinde yer aldığı Onyeizugbo’nun (2003: 12-15) yılında
yaptığı araştırmada kızların erkeklere göre daha atılgan olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Hayır diyebilme becerisini sosyal beceri kapsamında ele alan Eslami ve diğerlerinin
(2014: 97-102) araştırmalarında kızların sosyal becerilerde erkeklerden toplamda daha
yüksek puanlar aldıkları görülmektedir. Literatürdeki bu bilgiler araştırma sonucunu
destekler niteliktedir. Hayır diyebilme becerisinin kız öğrencilerde yüksek düzeyde
çıkması kız öğrencilerin duygu, düşünce ve isteklerini onaylama ve reddetme şeklinde
daha rahat ifade edebilmeleri ile açıklanabilir.
Bu sonuçtan farklı olarak hayır diyebilme becerisini atılganlık kavramı olarak ele alan
Arı’nın üniversite öğrencileri ile (1989: 136-137) yaptığı çalışmada erkek öğrencilerin
kadın öğrencilerden daha atılgan olduğu görülmüştür. Erkek öğrencilerin atılganlık
düzeyinin yüksek olması üniversite döneminde erkek öğrencilerin daha çok sosyal
ilişki kurmaya başlamaları ile açıklanabilir. Yine bu sonuçtan farklı olarak Yılmaz’ın
(2018: 136) 4.sınıf öğrencileri ile yaptığı çalışmada cinsiyet açısından kız ve erkek
öğrenciler arasında hayır diyebilme becerisi ve düzeyi için anlamlı bir farklılık
bulunmadığı görülmüştür. Demiray’ın (2015: 66) ortaöğretim düzeyinde öğrenime
devam eden öğrencilerle yaptığı çalışmada hayır diyebilme becerisi atılganlık
içerisinde yer almıştır. Benzer şekilde öğrencilerin cinsiyeti ile atılganlık puanı
arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır.
108
Türkiye’de yapılan çalışmalarda da hayır diyebilme becerisi atılganlık becerisi
kapsamında ele alınıp incelendiğinde benzer şekilde atılganlık becerilerinin cinsiyete
göre farklılaşmadığı görülmüştür (Demiray, 2015: 66; Deryahanoğlu, 2014: 48;
Akıncı, 2006: 96; Kılınç, 2011: 91; Pamuk, 2013: 48; Kılıç, 2005: 79). Polat’ın (2013:
45) hemşirelerin problem çözme ve atılganlık becerileri ile ilgili yaptığı çalışmada
cinsiyet değişkenine göre anlamlı fark bulunamamıştır. Benzer sonuçlara ek olarak
araştırmadan elde edilen sonuca benzer şekilde ortaokul öğrencilerinin atılganlık
düzeyleri ile akran baskısı arasındaki ilişkiyi inceleyen Pamuk (2013: 49) öğrencilerin
atılganlık düzeyleri ile cinsiyet değişkeni arasında anlamlı farklılık olmadığı sonucuna
ulaşmıştır. Hayır diyebilme becerisi, zaman yönetimi içerisinde ele alındığında
Varışoğlu, Şeref ve Yılmaz’ın (2012: 82) yaptıkları çalışmada hayır diyebilme becerisi
ile zaman yönetimi açısından cinsiyet değişkeni arasında anlamlı bir fark
görülmemiştir. Alan yazında atılganlık kavramının içinde yer alan hayır diyebilme
becerisi ile cinsiyet arasında anlamlı farklılık ortaya çıkmama durumu kadın ve erkek
öğrencilerin cinsiyet ayrımı olmaksızın sosyal hayatları ve akran ilişkilerine dayanan
yaşam tecrübeleri ile ilgili olabilir. Bireylerin demokratik ebeveyn tutumlarının
olması, duygu ve düşüncelerini ifade etmesine izin verilen bir çevrede bulunması
atılganlık düzeyini ve hayır diyebilme becerilerini etkilemiş olabilir.
“Hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin sosyal anksiyete ortalama puanları
cinsiyet değişkenine göre anlamlı bir şekilde farklılaşmakta mıdır?” alt problemi
incelenmiş, sosyal anksiyetenin cinsiyet değişkenine göre anlamlı bir şekilde
farklılaştığı görülmüştür.
Elde edilen bulgulara göre kız öğrencilerin sosyal anksiyete puan ortalamaları erkek
öğrencilerin puan ortalamalarından daha düşüktür. Ancak bu fark istatistiksel açıdan
anlamlı bulunmamıştır. Başka bir deyişle erkek öğrencilerin sosyal anksiyete düzeyleri
kız öğrencilerden yüksek bulunmuştur. Alan yazında doğrudan hayır diyebilme
becerisini sosyal anksiyete ile ele alan çalışmalara rastlanmamaktadır. Sosyal
anksiyete tek başına ya da hayır diyebilme ile kullanılan atılganlık ve boyun eğme
kavramları ile incelenmiştir.
Bu sonuca benzer şekilde Erdoğan ve Uçukoğlu’nun (2011: 64) ilkokul öğrencileri ile
yaptıkları çalışmada atılganlık puanı ile bireylerin olumsuz değerlendirilmekten
korkma puanları arasında negatif korelasyon olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Öğrencilerin atılganlık düzeyi arttıkça olumsuz değerlendirilmekten daha az
109
korktukları görülmüştür. Atılganlık kavramının hayır diyebilme, olumsuz
değerlendirilmekten korkmanın ise sosyal anksiyete kavramı ile örtüşmesi hayır
diyebilme becerisine sahip öğrencilerin daha az sosyal anksiyete yaşadıklarını
düşündürmektedir.
Yine benzer şekilde Sarıyar’ın (2015: 95) çalışmasında lise öğrencisi olan ergenlerde
atılganlık, sosyal fobi ve boyun eğici davranışlar incelenmiş, atılganlık düzeyi
yükseldikçe boyun eğici davranışların azaldığı görülmüştür. Boyun eğici davranış
gösteren öğrencilerin ise sosyal kaygı düzeylerinin yüksek seviyede olduğu sonucuna
ulaşılmıştır. İlköğretim 7. ve 8.sınıf öğrencilerinin atılganlık düzeylerini sosyal kaygı
açısından inceleyen Kılıç (2005: 84-85) çalışmasında yer alan öğrencilerin yaşlarında
sosyal kaygının önem taşıdığını ve sosyal kaygının atılganlıkla yüksek düzeyde bir
ilişkisi olduğunu ifade etmiştir.
Bu sonuçtan farklı olarak sosyal fobiyi ele alan Dalbudak ve diğerlerinin (2014: 577-
582) çalışmasında üniversite öğrencilerinin sosyal kaygı düzeyleri ile kaygı ve
kaçınma alt boyutlarında cinsiyete göre anlamlı farklılık görülmemiştir.
12-16 yaş ergen işitme engelli sporcuların sosyal kaygı düzeylerini inceleyen Yıldız
ve arkadaşlarının (2012) çalışmasında erkek işitme engelli sporcuların olumsuz
110
değerlendirilme korkularının kadın işitme engelli sporculardan yüksek düzeyde
olduğu görülürken sosyal kaçınma boyutunun cinsiyete göre anlamlı farklılık
göstermediği tespit edilmiştir. Eriş ve İkiz’in (2013: 184-185) ergen bireylerle
yaptıkları çalışmada ergenlerin sosyal kaygı düzeylerinin ve benlik saygılarının
cinsiyete göre farklılık göstermediği görülmüştür.
111
oyunu oynama eğiliminde oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Bilgisayar oyunu oynama
eğiliminin cinsiyet değişkenine göre incelendiği çalışmalarda da erkeklerin bilgisayar
oyunu oynamaya daha çok zaman ayırdıkları görülmektedir (Alantar, 1996: 113).
Karasu, Bayır ve Çam’ın (2017: 385) yaptıkları bir araştırmada üniversite
öğrencilerinin internet bağımlılığı düzeyleri ile cinsiyetleri arasındaki ilişki
incelenmiş, erkeklerin kızlardan daha fazla internet kullandıkları bulunmuştur. Yine
Akdağ ve diğerlerinin (2014: 91), Baysan-Arslan ve diğerlerinin (2016: 111) internet
bağımlılığı ile ilgili üniversite öğrencileri üzerinde yaptıkları araştırmalarda, internet
bağımlılığının cinsiyete göre farklılaştığı, bağımlılık düzeyinin erkeklerde kızlara göre
daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Horzum’un (2011: 62) araştırmasında bilgisayar
oyun bağımlılığı cinsiyet değişkenine göre farklılık göstermiştir. Erkeklerin kızlara
göre bilgisayar oyun bağımlılığı düzeylerinin daha yüksek olduğu tespit edilmiştir.
Elde edilen sonuçlara benzer olarak Erboy ve Vural’ın (2010: 46) araştırmasında
bilgisayar oyun bağımlılığı ile ölçeğin faktörleri olan oyun oynamayı bırakamama ve
engellendiğinde rahatsızlık hissi yaşama durumu cinsiyete göre anlamlı farklılık
göstermiştir. Erkeklerin bilgisayar oyun bağımlılığının düzeyi daha yüksek
bulunmuştur.
112
geçirebileceklerini düşündürmektedir. Literatürden elde edilen bulgular araştırma
sonuçlarını destekler niteliktedir.
Genel olarak oyun bağımlılığı özel olarak ise bilgisayar oyun bağımlılığı
düşünüldüğünde ortaokul öğrencilerinin bilgisayar oyun bağımlılık düzeylerini ve
iletişim becerilerini inceleyen Bilgin (2015: 65) erkek öğrencilerin kız öğrencilere
göre oyun bağımlılıklarının yüksek olduğu sonucuna ulaşmıştır. İlköğretim
öğrencilerinin bilgisayar oyunu bağımlılık düzeylerini çeşitli değişkenlere göre
inceleyen Horzum (2011: 62) da benzer sonuçlara ulaşmıştır. Araştırma sonucunda
erkek öğrencilerin bilgisayar oyun bağımlılığı düzeyleri kız öğrencilerin oyun
bağımlılığından yüksek düzeydedir. Ergen bireylerde bilgisayar oyun bağımlılığını
araştıran Griffiths ve Hunt (1995: 189-193) da benzer sonuçlara ulaşmışlardır.
Öğretmenlerin bilgisayar oyun bağımlılığını inceleyen Aydın ve Horzum (2015: 60)
erkek öğretmenlerin oyun bağımlılıklarının daha yüksek düzeyde olduğunu tespit
etmişlerdir. Literatürden elde edilen bulgular araştırmanın sonucunu destekler
niteliktedir. Cinsiyet değişkenine göre farklılık gösteren, kadın ve erkek bireyler için
ortalama puanların genel olarak birbirine yakın olması bilgisayar oyun bağımlılığının
günümüz çocuk ve ergen bireylerinin sağlıklı gelişimleri için risk unsuru olduğunu
göstermektedir. İçinde yaşadığımız toplum ve aile tutumlarının etkisiyle kadınların ve
erkeklerin onay verilen davranışları farklılık gösterebilmektedir. Erkeklerin bağımlılık
sürecini hızlandıran bilgisayar başında fazla zaman harcamaları, yoksunluk hisleri
yaşamaları, savaş/dövüş oyunlarını tercih etmeleri ebeveynlerin ve toplumların
erkeklere hoşgörü ile yaklaşma eğiliminde olması ile açıklanabilir. Aynı zamanda
erkeklerin teknoloji ve teknoloji aracılığıyla ilgilerini devam ettirmeleri, kadınların
teknolojinin dâhil olmadığı sosyallik ve ilgi alanlarına eğilimini düşündürmektedir.
113
Bağımlılık ve sosyal anksiyete değişkenleri beraber incelendiğinde internet bağımlılığı
farklı düzeylerde olan ergen bireyleri inceleyen Canoğulları ve Güçray (2014 :49)
cinsiyetlerine göre bireylerin sosyal anksiyete düzeylerini incelediklerinde her iki
cinsiyetteki ergen bireylerin bağımlılık düzeyinin yüksek olduğu, bağımlılık düzeyi
yüksek olduğunda ise bireylerin anksiyetelerinin daha yüksek düzeyde seyir izlediği
sonucuna ulaşmışlardır. Ancak internet bağımlılık düzeyleri cinsiyet değişkenine göre
sosyal anksiyete düzeyi ile anlamlı bir şekilde farklılaşmamaktadır. Bu sonuçtan farklı
olarak Taş’ın (2018: 37) ergenlerin internet bağımlılığı düzeyleri ile psikolojik
belirtileri arasındaki ilişkiyi incelediği bir araştırmada ise cinsiyet ile internet
bağımlılığı arasında anlamlı bir ilişki görülmemiştir. Taş, Eker ve Anlı (2014: 52)
tarafından ortaöğretime devam eden 268 öğrenci üzerinde yapılan başka bir çalışmada
öğrencilerin internet ve oyun bağımlıklıkları düzeyi incelenmiş, cinsiyet açısından
oyun bağımlılığının kız ve erkek olma durumuna göre anlamlı bir farklılık
göstermediği sonucuna ulaşılmıştır. Balcı ve Gülnar (2009), Pektaş ve Mayda (2018:
60), Filiz ve diğerleri (2014: 27-28), Sağır ve Doğruluk (2018: 1052) tarafından
üniversite öğrencileri üzerinde gerçekleştirilen çalışmalarda öğrencilerin internet
bağımlılık düzeylerinin cinsiyete göre farklılaşmadığı bulunmuştur.
114
5.1.2. Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme, sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıklarının düşük ve yüksek düzeyde hayır
diyebilmeye bağlı olarak anlamlı bir şekilde farklılaşıp farklılaşmadığına ilişkin
değerlendirme ve tartışma
“Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme becerisi, sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlıığı ortalama puanları düşük ve yüksek düzeyde
hayır diyebilmeye bağlı olarak anlamlı bir şekilde farklılaşmakta mıdır?” alt problemi
incelenmiştir. Yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip öğrencilerin
hayır diyebilme, sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı değişkenlerinden elde
edilen puan ortalamaları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark olduğu
görülmüştür. Araştırmadan elde edilen bulgular incelendiğinde düşük hayır diyebilme
becerisine sahip öğrenci grubunun hayır diyebilme testi puan ortalamasının yüksek
hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci grubundan daha düşük olduğu görülmüştür.
Bu fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur. Bu durum düşük düzeyde hayır
diyebilme becerisine sahip öğrencilerin yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine
sahip öğrencilerden daha az hayır diyebilme becerisini kullandığını göstermektedir.
Alan yazın incelendiğinde yüksek ve düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip
olan öğrencilerin hayır diyebilme düzeylerini ele alan çalışmalara literatürde
rastlanmamaktadır. Ancak düşük ve yüksek düzeyde gruplara ayrılmaksızın hayır
diyebilme becerisini öğrenciler açısından ele alan araştırmalara rastlanmaktadır.
Yılmaz’ın (2018: 218) yaptığı çalışmada hayır diyebilme düzeyi düşük olan ve hayır
diyemeyen öğrenciler bu durumun gerekçesi olarak sahip oldukları sosyal ilişkilerin
kendileri için önemli olmasını ve ilişki kurdukları kişi ile samimiyet derecesinin
önemini belirtmişlerdir. Hayır diyebilme becerisini atılganlık becerisi olarak ele alan
Anastácio (2016: 320) hayır diyebilme becerisinin öz saygıyı ve benlik saygısını düşük
düzeyde etkileyebildiğini ifade etmiştir. Elde edilen bu bulgular araştırmanın
sonucunu destekler niteliktedir.
Düşük düzeyde hayır diyebilme becerisi ile hayır diyebilme arasında anlamlı bir
ilişkinin çıkmasının nedeni olarak öğrencilerin akran etkileşimlerine önem vermesi,
gruba ait olmak istemeleri dolayısıyla düşük düzeyde hayır diyebilmeleri
düşünülebilir. Düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci grubunun
sosyal anksiyete düzeyleri yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci
grubundan daha yüksek bulunmuştur. Bu fark istatistiksel açıdan anlamlıdır. Elde
115
edilen bu sonuca göre düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip öğrencilerin
yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip öğrencilerden sosyal anksiyeteyi
daha fazla yaşadığı, daha zor bir şekilde sosyal anksiyete ile başa çıkabildiği
söylenebilir. Alan yazın incelendiğinde sosyal anksiyete açısından yüksek ve düşük
düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin sosyal anksiyete
düzeylerini ele alan çalışmalara literatürde rastlanmamaktadır. Ancak düşük ve yüksek
düzeyde gruplara ayrılmaksızın hayır diyebilme becerisini, sosyal anksiyete ve
bilgisayar oyun bağımlılığı açısından ele alan araştırmalara rastlanmaktadır. Bu
sonuca benzer olarak hayır diyebilme becerilerini geliştirmeyi sosyal beceri
programının 9.oturumu kapsamında ele alan Kınık ve Odacı (2019: 291-292)
tarafından yapılan çalışmada sosyal beceri psikoeğitim programının bireylerin hayır
diyemediği ve boyun eğici davranışlar gösterdiği durumların azaltılmasında etkili
olduğu görülmüştür. Psikoeğitim uygulamalarında son test puanlarında anlamlı
farklılıklar olduğu saptanmıştır. Bu durum hayır diyebilme becerisine sahip olan
öğrencilerin sosyal becerilerinin gelişmesiyle anksiyetelerini yönetebileceklerini ve
boyun eğme davranışını azaltabileceklerini düşündürmektedir.
Yapılan farklı çalışmalarda da hayır diyebilme becerisinin içerisinde yer aldığı sosyal
beceri programlarının sosyal fobi, benlik saygısı gibi değişkenler konusunda etkili
olduğu görülmüştür (Craig Brown, Uprigt ve DeRosier, 2016: 959–968). Kişilik
özelliği olan ve sosyal anksiyete ile karıştırılan utangaçlığın ele alındığı araştırmada
bu sonuca benzer şekilde utangaçlığın hayır diyebilmenin önünde yer alan duygusal
bir engel olduğu görülmüştür (Butler, Doherty ve Potter, 2007: 1379). Bu durum
yüksek utangaçlık ve yüksek anksiyete seviyelerinin hayır diyebilme becerisinin düşük
olmasına neden olabileceğini düşündürebilir. Bu bulgu araştırma sonucunu destekler
niteliktedir.
Düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci grubunun bilgisayar oyun
bağımlılığı testi puan ortalamasının yüksek hayır diyebilme becerisine sahip öğrenci
grubundan daha yüksek olduğu görülmüştür. Bu fark istatistiksel açıdan anlamlı
bulunmuştur. Başka bir ifade ile düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip olan
öğrencilerde bilgisayar oyun bağımlılığı ve belirtilerinin görülmesinin yüksek düzeyde
hayır diyebilme becerisine sahip öğrencilerden daha yüksek olduğu söylenebilir. Alan
yazın incelendiğinde bilgisayar oyun bağımlılığı açısından yüksek ve düşük düzeyde
hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin bilgisayar oyun bağımlılığını ele
116
alan çalışmalara literatürde rastlanmamaktadır. Ancak düşük ve yüksek düzeyde
gruplara ayrılmaksızın hayır diyebilme becerisini, oyun bağımlılığı açısından ele alan
araştırmalara rastlanmaktadır. Bu sonuca benzer olarak Lermi ve Afat’ın çalışmasında
(2020: 130-131) erkeklerin bilgisayar oyun bağımlılığı düzeyleri kadınlardan yüksek
olarak ifade edilirken aynı zamanda ebeveynlerin rehberlik ve denetimi olmadığında
çocukların risklerden korunmaları adına hayır diyebilme becerilerini kullanmaları
gerektiği vurgulanmıştır.
5.1.3. Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme, sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıklarının sınıf düzeyi açısından anlamlı bir
şekilde farklılaşıp farklılaşmadığına ilişkin değerlendirme ve tartışma
“Çalışma grubunda yer alan tüm öğrencilerin hayır diyebilme, sosyal anksiyete ve
bilgisayar oyun bağımlılığı ortalama puanları sınıf düzeyi açısından anlamlı bir şekilde
farklılaşmakta mıdır?” alt problemi incelenmiştir. Öğrencilerin hayır diyebilme,
sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıkları sınıf düzeyi açısından ele
alındığında gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır.
Bulgular incelendiğinde öğrencilerin hayır diyebilme, sosyal anksiyete ve bilgisayar
oyun bağımlılıklarının sınıf düzeyine göre farklılaşmadığı görülmüştür. Bu durum
öğrencilerin 4.sınıf ya da 5.sınıf düzeyinde olmalarının ilgili özellikleri etkilemediği
sonucunu göstermektedir.
117
Literatür taraması yapıldığında hayır diyebilme becerisi ve sınıf düzeyi değişkeni
arasındaki ilişkiyi inceleyen çok az sayıda araştırmaya rastlanmıştır. Elde edilen
sonuçlardan farklı olarak Bozkurt (2020: 53-60) tarafından yapılan çalışmada hayır
diyebilme toplam puanları ile sınıf düzeyini işaret eden yaş değişkeni için istatistiksel
olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Bu çalışmada yaşın artmasıyla hayır diyebilme
düzeyinin düştüğü görülmüştür.
“Hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin sosyal anksiyete ortalama puanları
sınıf düzeyi değişkenine göre anlamlı bir şekilde farklılaşmakta mıdır?” alt problemi
incelenmiş, sosyal anksiyetenin sınıf düzeyine göre farklılaşmadığı görülmüştür. Test
sonucunda hayır diyebilme becerisine sahip öğrencilerin sosyal anksiyete puan
118
ortalamalarında sınıf düzeyi değişkeninin anlamlı bir farklılık oluşturmadığı sonucuna
ulaşılmıştır. Literatürde hayır diyebilme becerisinin yer aldığı araştırmaların oldukça
sınırlı olması sebebiyle hayır diyebilme becerisinin boyun eğici davranış karşıtı bir
kavram olarak ele alındığı araştırmalar incelenmiştir. Eren (2019: 8) boyun eğici
davranış sergileyen bireylerin özelliklerinden biri olarak sosyal ilişkilerinde “hayır”
demekte zorluk yaşamayı göstermiştir. Bu sonuca benzer şekilde Eren’in (2019: 34)
çalışmasında boyun eğici davranış ile sınıf düzeyi arasında anlamlı farklılık olmadığı
sonucuna ulaşılmıştır. Katılımcıların boyun eğici davranışları sınıf düzeylerinden
etkilenmemiştir.
Bu sonuçtan farklı olarak ise lise öğrencilerinde hayır diyebilme becerisini içeren
atılganlık özelliğini, sosyal fobi ve boyun eğici davranışları inceleyen Sarıyar (2015:
96-97) boyun eğici davranışlar ve sosyal fobi arasında pozitif yönde düşük ilişki
olduğu sonucuna ulaşmıştır. Erkek öğrencilerin boyun eğici davranış puanlarını kız
öğrencilere göre daha yüksek bulmuştur. Sınıf düzeyi ile ilgili bulgular incelendiğinde
ise 12.sınıfa giden öğrencilerin sosyal fobi düzeyleri 9. ve 10. sınıfa giden öğrencilerin
düzeyinden daha düşük bulunmuştur.
119
5.1.4. Çalışma grubunda yer alan düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine
sahip öğrencilerin hayır diyebilme, bilgisayar oyun bağımlılığı ve sosyal
anksiyetelerinin cinsiyet açısından anlamlı bir şekilde farklılaşıp
farklılaşmadığına ilişkin değerlendirme ve tartışma
“Çalışma grubunda yer alan düşük düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip
öğrencilerin hayır diyebilme, bilgisayar oyun bağımlılığı ve sosyal anksiyete ortalama
puanları cinsiyete göre farklılaşmakta mıdır?” alt problemi incelenmiştir. Düşük
düzeyde hayır diyebilen kız öğrencilerin hayır diyebilme ortalama puanları erkek
öğrencilerin puan ortalamasından daha yüksektir. Ancak bu farklılık anlamlı
bulunmamıştır. Düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin oyun bağımlılıkları ise
anlamlı farklılık göstermektedir.
5.1.5. Çalışma grubunda yer alan düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin
sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıkları arasındaki ilişkiye ilişkin
değerlendirme ve tartışma
Çalışma grubunda yer alan düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılıkları arasındaki ilişki incelenmiştir. Düşük
düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip öğrencilerin hayır diyebilme, sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı değişkenleri arasındaki ilişki incelendiğinde
en güçlü ilişkinin sosyal anksiyete ile bilgisayar oyun bağımlılığı arasında olduğu
görülmüştür. İki değişken arasında pozitif yönde ve anlamlı bir ilişki ortaya çıkmıştır.
En düşük ilişki ise bilgisayar oyun bağımlılığı ile hayır diyebilme arasındadır. Bu ilişki
ise pozitif yönlü ancak anlamlı değildir. Literatür incelendiğinde düşük düzeyde hayır
diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
bağımlılığı arasındaki ilişkileri inceleyen çalışmalara rastlanmamıştır. Ancak sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı arasındaki ilişkiyi inceleyen ve hayır
diyebilmeyi sosyal beceri kapsamında ele alan çalışmalara rastlanmaktadır. Bununla
120
birlikte literatürde bilgisayar oyun bağımlılığı ve sosyal anksiyeteyi birlikte ele alan
çalışmalar oldukça sınırlıdır.
Lemmens, Valkenburg ve Peter (2009: 89) ergen bireylerle yaptıkları çalışmada oyun
bağımlılığı ile yaşam doyumu, yalnızlık, sosyal yeterlilik arasında ilişki olduğu
sonucuna ulaşmışlardır. Festl, Scharkow ve Ouandt (2013: 597) ve arkadaşlarının
ergen bireyler ile yaptıkları çalışmada da bilgisayar oyun bağımlılığı ile sosyalliğin
düşük seviyelerinin ilişkili olduğu sonucuna varmışlardır. Oyun oynamayı sorun
olacak/bağımlı şekilde oynama ergen bireylerde düşük sosyallik ve sosyal destek
eksikliği ile ilişkilendirilmiştir.
121
(Hetzel-Riggin ve Pritchard, 2011: 522). Bozkurt vd. (2013: 356-357) 10-18 yaş
aralığında ergen bireylerle yaptıkları çalışmada bireylerin internet kullanımının sorun
haline gelmesine sık bir şekilde eşlik eden bozukluklardan birisinin anksiyete
bozuklukları olduğunu ikinci durum olarak bildirmişlerdir. En yaygın durum ise
yaygın anksiyete bozukluğu olmuştur. Güney’in (2018: 67-66) araştırmasında ise
katılımcıların dışa dönüklük özelliği ile sosyal kaygı düzeyi arasında yüksek düzeyde
anlamlı bir ilişki olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
5.1.6. Çalışma grubunda yer alan düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin,
hayır diyebilme becerilerinin sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı
açısından yordanmasına ilişkin değerlendirme ve tartışma
“Çalışma grubunda yer alan düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin, hayır
diyebilme becerilerini sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı anlamlı bir
şekilde yordamakta mıdır?” alt problemi incelenmiştir. Düşük düzeyde hayır
diyebilme becerisine sahip öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı
düzeylerinin hayır diyebilme becerisini yordayıp yordamadığını belirlemek amacıyla
çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Yapılan analiz sonucunda regresyon katsayısı
anlamlı bulunmuştur. Ancak bulgulara göre hayır diyebilme becerisine etkisi
incelenen değişkenler olan sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığının
öğrencilerin hayır diyebilme becerilerini anlamlı olarak açıklayamadığı sonucuna
ulaşılmıştır. Literatür incelendiğinde düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin,
hayır deme eğilimlerinin ve bilgisayar oyun bağımlılıklarının anlamlı bir şekilde
açıklama durumunu inceleyen bir araştırmaya rastlanmamıştır. Taş ve Güneş’in (2019:
88-89) çalışmasında sosyal anksiyetinin bilgisayar oyun bağımlılığını yordadığı
sonucuna ulaşılmıştır.
Düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin hayır deme eğilimlerine, sosyal anksiyete
ve bilgisayar oyun bağımlılığının etkisinin olmaması öğrencilerin hayır diyebilme
becerisine sahip olmamaları ya da var olan becerileri sınırlı bir şekilde kullanmaları
ile açıklanabilir. Ek olarak öğrenciler sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun bağımılılığı
yaşamalarına sebep olacak yaşantıları uyumlu görünme çabası ile reddetmeyebilirler.
Yaşanan olaylar karşısında hayır demeden, sürekli onay arayan ve uyumu seçen
bireyler sosyal kaygı yaşayamayabilirler, bilgisayar oyun bağımlılığında ise birey
122
hayır diyemediğinde sınırlandırıcı ebeveyn gibi başka faktörler devreye girebilir. Bu
sebeple bağımlılık sürecinde bireye diğer kişilerin hayır diyebilmeleri düşünülebilir.
Bilgisayar oyun bağımlılığında ise kız öğrencilerin sıra ortalaması ile erkek
öğrencilerin sıra ortalaması arasındaki farkın anlamlı olduğu görülmüştür. Alan yazın
incelendiğinde yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin
hayır diyebilme, bilgisayar oyun bağımlılığı ve sosyal anksiyetelerini cinsiyete göre
inceleyen çalışmalara rastlanmamaktadır.
Yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin hayır diyebilmeleri
ve sosyal anksiyeteleri arasındaki ilişki incelendiğinde iki değişken arasında negatif
yönde ve anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür. Bu sonuca göre yüksek düzeyde hayır
diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin sosyal anksiyetelerinin arttıkça bilgisayar
oyun bağımlılıklarının azaldığı söylenebilir. Literatür incelendiğinde yüksek düzeyde
hayır diyebilme becerisine sahip olan öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
123
bağımlılığı arasındaki ilişkileri inceleyen çalışmalara rastlanmamıştır. Ancak sosyal
anksiyete ve bilgisayar oyun bağımlılığı arasındaki ilişkiyi inceleyen bulgulara
rastlanmaktadır. Alan yazında bilgisayar oyun bağımlılığı ve sosyal anksiyeteyi
birlikte ele alan çalışmalar sınırlıdır.
124
5.1.9. Çalışma grubunda yer alan yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine
sahip öğrencilerin, hayır diyebilme becerilerinin sosyal anksiyete ve bilgisayar
oyun bağımlılığı açısından yordanmasına ilişkin değerlendirme ve tartışma
“Çalışma grubunda yer alan yüksek düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip
öğrencilerin, hayır diyebilme becerilerini sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
bağımlılığı anlamlı bir şekilde yordamakta mıdır?” alt problemi incelenmiş, yüksek
düzeyde hayır diyebilme becerisine sahip öğrencilerin sosyal anksiyete düzeylerinin
hayır diyebilme becerilerini yordayıp yordamadığını belirlemek amacıyla basit
regresyon analizi yapılmıştır. Analiz sonucu regresyon katsayısı anlamlı bulunmuştur.
Bulgulara göre hayır diyebilme becerisine etkisi incelenen sosyal anksiyetenin
öğrencilerin hayır diyebilme becerilerini negatif yönde anlamlı olarak açıkladığı
sonucuna ulaşılmıştır. Literatür incelendiğinde yüksek düzeyde hayır diyebilen
öğrencilerin, hayır deme eğilimlerini sosyal anksiyetenin anlamlı bir şekilde açıklama
durumunu inceleyen bir araştırmaya rastlanmamıştır. Yüksek düzeyde hayır diyebilen
öğrencilerin, hayır deme eğilimlerinin sosyal anksiyeteden negatif yönde etkilenmesi
sonucunda yaşanılan anksiyete ile hayır deme eğilimi göstermeyip aksine boyun eğen,
onay ve kabul arayan pasif davranışlar göstermesi muhtemeldir.
5.2. Öneriler
125
hayır diyebilme becerisini artırıcı, sosyal anksiyetelerini kontrol altına almayı
sağlayan ve bilgisayar oyun bağımlılığını önleyici çalışmalar yapılabilir.
4. Düşük düzeyde hayır diyebilen kız öğrencilerin hayır diyebilme ve sosyal
anksiyeteleri erkeklerden yüksektir. Bilgisayar oyun bağımlılığı ise erkek
öğrencilerde kız öğrencilerden yüksektir. Bu sebepten öğrencilerin sosyal
anksiyete kontrolünü sağlamak için cinsiyet dikkate alınarak hayır diyebilme
becerisini güçlendirici çalışmalar yapılabilir.
5. Düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar
oyun bağımlılıkları arasında pozitif yönde ilişki bulunmaktadır. Bu sebepten
sosyal anksiyete düzeyi dikkate alınarak bilgisayar oyun bağımlılığını önleyici
çalışmalar yapılabilir.
6. Düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin sosyal anksiyete ve bilgisayar
oyun bağımlılıkları hayır diyebilme becerisini yordamaktadır. Bu sebepten
düşük düzeyde hayır diyebilen öğrencilere sosyal anksiyete ve bilgisayar oyun
bağımlılığı konulu çalışmalar yapılabilir.
7. Yüksek düzeyde hayır diyebilen kız öğrencilerin hayır diyebilme becerileri ve
bilgisayar oyun bağımlılıkları erkek öğrencilerden düşüktür. Bu sebepten hayır
diyebilme düzeyi ve cinsiyet dikkate alınarak hayır diyebilme becerisini
geliştiren, bilgisayar oyun bağımlılığını azaltan çalışmalar yapılabilir.
8. Yüksek düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin hayır diyebilme becerileri ve
sosyal anksiyeteleri arasında negatif yönde ilişki bulunmaktadır. Bu sebepten
öğrencilerin sosyal anksiyete düzeylerini kontrol etmesini sağlamak için hayır
diyebilme becerilerini geliştirecek çalışmalar yapılabilir.
9. Yüksek düzeyde hayır diyebilen öğrencilerin sosyal anksiyetelerinin hayır
diyebilme becerilerini negatif yönde açıkladığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu
sebepten öğrencilerin hayır diyebilme becerileri arttırmak için sosyal anksiyete
düzeylerini azaltan çalışmalar yapılabilir.
126
KAYNAKÇA
127
Alagöz, P. A. (2019). 14-18 yaş arasındaki ergenlerin bağlanma stilleri ile sosyal
anksiyete düzeyleri arasındaki ilişki (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
İstanbul Gelişim Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Alberti, R. & Emmons, M. (2002). Atılganlık Hakkınızı Kullanın. (S. Katlan, Çev.).
Ankara: Hekimler Yayın Birliği.
Alberti, R. & Emmons, M. (2017). Your Perfect Right: Assertiveness and Equality in
your Life and Relationships, (10th ed.). New Harbinger: Publications.
Alden, L. E. & Wallace, S. T. (1995). Social Phobia and Social Appraisal in Successful
and Unsuccessful Social Interactions. Behaviour Research and
Therapy, 33(5): 497-505.
128
Anderson, C. A., vd. (2010). Violent Video Game Effects on Aggression, Empathy
and Prosocial Behavior in Eastern and Western Countries: A Meta-Analytic
Review, Psychol Bull, 136(2): 151-173.
Andrews, G., vd. (2003). The Treatment of Anxiety Disorders: Clinican Guides and
Patient Manuals, (2nd ed.). Port Melbourne: Cambridge University Press.
Arı, R. (1989). Üniversite öğrencilerinin baskın ben durumları ile bazı özlük
niteliklerinin ben durumlarına, atılganlık ve uyum düzeylerine etkisi
(Yayınlanmamış Doktora Tezi). Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara.
Balcı, A. (1990). Zaman Yönetimi. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 23(11): 95-102.
129
Bayındır, D. ve Mısırlı, A. Z. (2017). Dijital Oyunlar. A. Önder ve H. Arslan Çiftçi
(Der.), Erken Çocuklukta Oyun ve Oyun Yoluyla Öğrenme, Ankara: Nobel
Akademik Yayıncılık, 261-277.
Bayraktar, F. & Gün, Z. (2006). Incidence and Correlates of Internet Usage Among
Adolescents in North Cyprus. CyberPsychology & Behavior, 10(2): 191-
197.
Beck, A. T., Emery, G. & Greenberg, R. L. (1985). Anxiety Disorders and Phobias. A
Cognitive Perspective. New York: Basic Books.
Beck, J. S. & Beck, A. T. (1995). Cognitive Therapy: Basics and beyond. New York:
Guilford Press.
Bee, H. & Boyd, D. (2020). Çocuk Gelişim Psikolojisi. (O. Gündüz, Çev.). İstanbul:
Kaknüs Yayınları.
130
Beidel, D. C., Turner, S. M. & Morris, T. L. (2000). Behavioral Treatment of
Childhood Social Phobia. Journal of Consulting and Clinical
Psychology, 68(6): 1072-1080.
Beidel, D. C., vd. (2000). The Social Phobia and Anxiety Inventory for Children
(SPAI-C): External and Discriminative Validity. Behavior Therapy, 31(1):
75-87.
Bird, P. (2011). Herkes İçin Zaman Yönetimi (İ. Şener, Çev.). İstanbul: Optimist
Yayıncılık.
Bleakley, A., vd. (2009). How Sources of Sexual Information Relate to Adolescents
Beliefs About Sex, American Journal of Health Behavior, 33(1): 37-48.
Bozkurt, H., vd. (2013). Prevalence and Patterns of Psychiatric Disorders in Referred
Adolescents with Internet Addiction. Psychiatry and Clinical
Neurosciences, 67(5): 352-359.
131
Bozkurt, H., Şahin, S. ve Zoroğlu, S. (2016). İnternet Bağımlılığı: Güncel Bir Gözden
Geçirme. Journal Of Contemporary Medicine, 6(3): 235-247.
Bozkurt, S. (2020). Son çocukluk çağındaki (9-11 yaş) çocuklarda hayır diyebilme ve
atılganlık beceri sıklığı ve kullanılan ölçeklerin tanımlama yeterliliği
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Çağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Mersin.
Brenner, L. (2003). Çocuğa Hayır Demek Çözüm Değil (R. Demir, Çev.). İstanbul:
Hayat.
Bruch, M. A., vd. (1999). Shyness and Sociotropy Additive and Interactive Relations
in Predicting Interpersonal Concerns. Journal of Personality, 67(2): 373-
406.
Camus, A. (1985). Başkaldıran İnsan. (T. Yücel, Çev.). Ankara: Kuzey Yayınları.
Camus, A. (2019). Başkaldıran İnsan. (T. Yücel, Çev.). Ankara: Kuzey Yayınları.
132
Canan, F., vd. (2012). The Association Between Internet Addiction and Dissociation
Among Turkish College Students. Comprehensive Psychiatry, 53(5): 422-
426.
Chartier, M. J., Walker, J. R. & Stein, M. B. (2001). Social Phobia and Potential
Childhood Risk Factors in a Community Sample. Psychological
Medicine, 31(2): 307-315.
Chavira, D. A., vd. (2004). Child Anxiety in Primary Care: Prevalent but Untreated.
Depression and Anxiety, 20(4): 155-164.
Cheek, J.M. & Briggs, S.R. (1990). Shyness as a Personality Trait. In W.R. Crozier
(Eds.), Shyness And Embarrassment, Perspectives From Social Psychology,
Cambridge: Cambridge University Press, 315−337.
Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği. (2006). Cinsel Sağlık ve Üreme Sağlığı
Araştırması. İstanbul.
133
Colwell, J. & Kato, M. (2003). Investigation of the Relationship Between Social
Isolation, Self‐Esteem, Aggression and Computer Game Play in Japanese
Adolescents. Asian Journal of Social Psychology, 6(2): 149-158.
Couse, L. J. & Chen, D. W. (2010). A Tablet Computer for Young Children? Exploring
its Viability for Early Childhood Education. Journal of Research on
Technology in Education, 43(1): 75-96.
Craig, A. B., Brown, vd. (2016). Enhancing Children’s Social Emotional Functioning
Through Virtual Game-Based Delivery of Social Skills Training. Journal of
Child and Family Studies, 25(3): 959-968.
Çağlar, S. & Savaşer, S. (2010). Internet and Child Pornography. Journal of Human
Sciences, 7(1): 1001-1008.
Çamur, D., vd. (2007). Bir Üniversitenin Bazı Fakülte ve Yüksek Okullarında Okuyan
Gençlerde Bazı Risk Alma Davranışları. Toplum Hekimliği Bülteni, 26(3):
32-38.
134
Çapulcuoğlu, U. ve Gündüz, B. (2013). Öğrenci Tükenmişliğini Yordamada Stresle
Başaçıkma, Sınav Kaygısı, Akademik Yetkinlik ve Anne-Baba Tutumları.
Eğitim Bilimleri Araştırmaları Dergisi, 3(1): 201-218.
Çelik, I., Şahin, İ. & Eren, F. (2014). Metaphorical Perceptions of Middle School
Students Regarding Computer Games. International Journal of Social,
Education, Economics and Management Engineering, 8(8): 2544-2549.
Dalbudak, E. & Evren, C. (2014). The Relationship of Internet Addiction Severity with
Attention Deficit Hyperactivity Disorder Symptoms in Turkish University
Students; Impact of Personality Traits, Depression and
Anxiety. Comprehensive Psychiatry, 55(3): 497-503.
Dalbudak, E., vd. (2014). The Severity of Internet Addiction Risk and its Relationship
with the Severity of Borderline Personality Features, Childhood Traumas,
Dissociative experiences, depression and anxiety symptoms among Turkish
university students. Psychiatry Research, 219(3): 577-582.
De Aguilera, M. & Mendiz, A. (2003). Video Games and Education: (Education in the
Face of a “Parallel School”). Computers in Entertainment (CIE), 1(1): 1-10.
135
Deluty, R. H. (1979). Children’s Action Tendency Scale: A Self-Report Measure of
Aggressiveness, Assertiveness, and Submissiveness in Children. Journal of
Consulting and Clinical Psychology, 47(6): 1061-1071.
Demir, T., vd. (2000). Çocuklar İçin Sosyal Anksiyete Ölçeğinin Geçerlilik ve
Güvenilirliği. Düşünen Adam, 13(1): 42-48.
Demiray, P. (2015). Cinsiyete göre gerçek doğum sırasının atılganlık düzeyine etkisi
(Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Beykent Üniversitesi, Ankara.
Dilbaz, N. (2007). Sosyal Anksiyete Bozukluğu. Psikiyatri Temel Kitabı, (2. Baskı).
Hekimler Yayın Birliği: Ankara.
Düzgün, Ş. (2015). Çağın Meydan Okumaları Karşısında Genç Zihinler ve İnanç Krizi.
Kader Kelam Araştırmaları Dergisi, 13(1): 13-22.
Doğan, T. & Totan, T. (2010). A New Inventory for Assessing Cognitions in Social
Phobia: The Validity and Reliability Study of the Turkish Version of the
Social Thoughts and Beliefs Scale. Journal of Human Sciences, 7(1): 504-
520.
136
Eapen, V., vd. (1998). Mental Health Problems Among Schoolchildren in United Arab
Emirates: Prevalence and Risk Factors. Journal of the American Academy
of Child & Adolescent Psychiatry, 37(8): 880-886.
Elkind, D. (2008). The Power of Play: Learning What Comes Naturally. American
Journal of Play, 1(1): 1-6.
Erdem, R. (1999). Yöneticiler İçin Zaman Yönetimi. Modern Hastane Yönetimi, 3(7):
26-31.
Erdoğan, N. I. (2019). Dijital Oyun Popüler Mi? Ebeveynlerin Çocukları İçin Oyun
Tercihlerinin İncelenmesi. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, 46(46): 1-17.
Eren, M. (2019). Üniversite öğrencilerinin boyun eğici davranışı ile sosyal anksiyete
ve yalnızlık düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi (Doktora Tezi).
Trabzon Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Trabzon.
Erikson, E. H. (1963). Childhood and Society, (2nd ed.). WW Norton & Company.
137
Eriş, Y. ve İkiz, F. E. (2013). Ergenlerin Benlik Saygısı ve Sosyal Kaygı Düzeyleri
Arasındaki İlişki ve Kişisel Değişkenlerin Etkileri. Turkish Studies, 8(6):
179-193.
Erkan, Z. (2002). Sosyal Kaygı Düzeyi Yüksek ve Düşük Ergenlerin Ana Baba
Tutumlarına İlişkin Nitel Bir Çalışma. Çukurova Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10(10): 120-133.
Eslami, A. A., vd. (2014). Farsi Version of Social Skills Rating System-Secondary
Student Form: Cultural Adaptation, Reliability and Construct Validity.
Iranian Journal of Psychiatry and Behavioral Sciences, 8(2): 97-104.
Facer, K., vd. (2001). What’s the Point of Using Computers? The Development of
Young People’s Computer Expertise in the Home. New Media &
Society, 3(2): 199-219.
Festl, R., Scharkow, M. & Quandt, T. (2013). Problematic Computer Game Use
Among Adolescents, Younger and Older Adults. Addiction, 108(3): 592-
599.
138
Fidan, Y. (2011). Özel Sektör Yöneticilerinin ve Kamu Yöneticilerinin Zaman
Yönetimi Davranışlarının Karşılaştırılması. Adıyaman Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4(6): 47-74.
Field, A. (2013). Discovering Statistics Using IBM SPSS Statistics, (4th ed.). London:
EC.
Filiz, O., vd. (2014). BÖTE Bölümü Öğrencilerinin Sosyal Ağ Siteleri Kullanım
Amaçları ile İnternet Bağımlılıkları Arasındaki İlişkinin İncelenmesi.
Journal of Instructional Technologies & Teacher Education, 3(2): 26-28.
Forsyth, P. (2019). Successful Time Management, (5th ed.). New York: Kogan Page
Publishers.
Freud, A. (2011). Ben ve Savunma Mekanizmaları. (Y. Erim, Çev.). İstanbul: Metis
Yayınları.
Freud, S. (1994). Psikanaliz Üzerine. (A. Avni Öneş, Çev.) İstanbul: Say
Yayınları.
Fromm, E. (1987). İtaatsizlik Üzerine Denemeler (A. Sayın, Çev.). İstanbul: Yaprak.
Gazelle, H. & Ladd, G. W. (2003). Anxious Solitude and Peer Exclusion: A Diathesis–
Stress Model of Internalizing Trajectories in Childhood. Child
development, 74(1): 257-278.
Gee, J. P. (2003). What Video Games have to Teach us About Learning and Literacy,
(1st ed.). New York, NY: Palgrave Macmillan.
139
Gee, J. P. (2007). Good Video Games+ Good Learning: Collected Essays on Video
Games, Learning and Literacy, (1st ed.). New York: Peter Lang.
Ginott, H. G. (2008). Anne Baba ve Çocuk Arasında. (A. Tüfekçi, Çev.). İstanbul:
Okuyanus Yayınları.
Goodwin, K. (2018). Digital Dünyada Çocuk Büyütmek. (T. Er, Çev.). İstanbul:
Aganta Kitap.
Gökalp, P. G., vd. (2001). Clinical Features and Comorbidity of Social Phobics in
Turkey. European Psychiatry, 16(2): 115-121.
140
Griffiths, M. D., Davies, M. N. and Chappell, D. (2004a). Online Computer Gaming:
A Comparison of Adolescent and Adult Gamers. Journal of Adolescence,
27(1): 87-96.
Gümüş, A. E. (2006). Sosyal Kaygı ile Başa Çıkma, (1.Baskı). Nobel Yayın Dağıtım.
Güney, C. (2018). 15-18 yaş arası ergenlerde beden imgesi ile sosyal anksiyete
arasındaki ilişkide kişilik özelliklerinin aracı etkisinin incelenmesi (Yüksek
Lisans Tezi). Işık Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
141
Haddon, L. & Stald, G. (2009). A Comparative Analysis of European Press Coverage
of Children and the Internet. Journal of Children and Media, 3(4): 379-393.
Haddou, M. (2018). Hayır Demeyi Bilmek (M. Selen, Çev.). İstanbul: İletişim.
Hainey, T. (2006). Don’t Bother Me, Mom—I’m Learning: How Computer and Video
Games are Preparing Your Kids for 21st Century Success and How You
Can Help! Reviews. International Journal of Information
Management, 26(6): 494-495.
Harman, J. P., vd. (2005). Liar, Liar: Internet Faking but not Frequency of Use Affects
Social Skills, Self-esteem, Social Anxiety, and Aggression.
CyberPsychology & Behavior, 8(1): 1-6.
Hassanzabeh, R. & Ebadi, A. G. (2007). Measure the Share of the Effective Factors
and Time Management. World Applied Sciences Journal, 2(3): 168-174.
Hazar, Z. ve Hazar, M. (2017). Digital Game Addiction Scale for Children Çocuklar
İçin Dijital Oyun Bağımlılığı Ölçeği. Journal of Human Sciences, 14(1):
203-216.
Heimberg, R. G., vd. (1993). Cognitive Behavioral Group Treatment for Social
Phobia: Effectiveness at Five-Year Followup. Cognitive Therapy and
Research, 17(4): 325-339.
142
Herrmann, D. S. & McWhirter, J. J. (1997). Refusal and Resistance Skills for Children
and Adolescents: A selected Review. Journal of Counseling and
Development JCD, 75(3): 177-187.
Hettema, J. M., vd. (2006). Association Between Glutamic Acid Decarboxylase Genes
and Anxiety Disorders, Major Depression, and Neuroticism. Molecular
Psychiatry, 11(8): 752-762.
Hirshfeld, D. R., vd. (1992). Stable Behavioral Inhibition and its Association with
Anxiety Disorder. Journal of the American Academy of Child & Adolescent
Psychiatry, 31(1): 103-111.
Hodson, K. J. vd. (2008). Can Clark and Wells'(1995) Cognitive Model of Social
Phobia Be Applied to Young People?, Behavioural and Cognitive
Psychotherapy, 36(4): 449-461.
Huan, V. S., Ang, R. P. & Chye, S. (2014). Loneliness and Shyness in Adolescent
Problematic Internet Ssers: The Role of Social Anxiety. In Child & Youth
Care Forum, 43(5): 539-551.
143
Huang, Z., vd. (2007). Chinese Internet Addiction Inventory: Developing a Measure
of Problematic Internet Use for Chinese College Students. Cyberpsychology
& Behavior, 10(6): 805-812.
İzzetbegoviç, A. (2011). Doğu Batı Arasında İslâm. (S. Şaban, Çev.). İstanbul: Yarın
Yayınları.
Kagan, J., Reznick, J. S. & Snidman, N. (1987). The Physiology and Psychology of
Behavioral Inhibition in Children. Child Development, 58(6): 1459-1473.
Kamışlı, S., vd. (2008). Sigaranın Ruh Sağlığı Üzerindeki Etkileri, (1. Baskı). Ankara:
Klasmat Matbaacılık, 7-8.
Karaca, S., vd. (2016). Ortaokul Öğrencilerinde Bilgisayar Oyun Bağımlılığı ve Sosyal
Anksiyetenin İncelenmesi. Clinical and Experimental Health
Sciences, 6(1): 14-19.
144
Karacan, E., Şenol, S. ve Şener, Ş. (1996). Çocukluk ve Ergenlik Çağında Sosyal Fobi.
3P Dergisi, 4(1): 28-34.
Karasar, N. (1998). Bilimsel Araştırma Yöntemleri, (8. Baskı). Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım.
Karasu, F., Bayır, B. & Çam, H. H. (2017). Examination of the Relationship Between
the Internet Addiction of University Students and The Social Support. J Soc
Sci, 7(14): 374-388.
Kemp, J. (2006). Hayır: Basit bir cümle hayatınızı ne kadar değiştirir? (H. Güner,
Çev.). İstanbul: GOA.
145
Keser, H. & Ezgi, N. (2012). An Analysis of Self-Perceptions of Elementary School
Students in Terms of Computer Game Addiction. Procedia-Social and
Behavioral Sciences, 46(2012): 247-251.
Kınık, Ö., & Odacı, H. (2019). Sosyal Beceri Eğitiminin Ortaokul Öğrencilerinin
Boyun Eğici Davranışları Üzerine Etkisi. İlköğretim Online, 18(1): 285-
295.
146
La Greca, A. M., vd. (1988). Development of the Social Anxiety Scale for Children:
Reliability and Concurrent Validity. Journal of Clinical Child
Psychology, 17(1): 84-91.
Lazarus, A.A. (1973). On Assertive Behavior: A Brief Note. Behavior Therapy, 4(5):
697-699.
Lemmens, J. S., Valkenburg, P. M., & Peter, J. (2009). Development and Validation
of a Game Addiction Scale for Adolescents. Media Psychology, 12(1): 77-
95.
147
Lermı̇ , U. ve Afat, N. (2020). Ortaokul Öğrencilerinde Bilgisayar Oyun Bağımlılığının
Ebeveyn Davranışları Açısından İncelenmesi. İZÜ Eğitim Dergisi, 2(3):
122-136.
Macan, T. H., vd. (1990). College Students' Time Management: Correlations With
Academic Performance and Stress. Journal of Educational
Psychology, 82(4): 760-768.
Magee, W. J., vd. (1996). Agoraphobia, Simple Phobia and Social Phobia in the
National Comorbidity Survey. Archives of General Psychiatry, 53(2): 159-
168.
Marks, I. M. (1987). Fears, Phobias, and Rituals: Panic, Anxiety, and their Disorders.
New York: Oxford University Press.
148
Masia, C. L. & Morris, T. L. (1998). Parental Factors Associated with Social Anxiety:
Methodological Limitations and Suggestions for Integrated Behavioral
Research. Clinical Psychology: Science and Practice, 5(2): 211-228.
Mate, G. (2016). Vücudunuz Hayır Diyorsa- Duygusal Stresin Bedelleri (D. Orhun,
Çev.). İstanbul: İletişim.
Matsushima, R. & Shiomi, K. (2001). The Effect of Hesitancy Toward and the
Motivation for Self-Disclosure on Loneliness Among Japanese Junior High
School Students. Social Behavior and Personality: An International
Journal, 29(7): 661-670.
McNeely, B. (2005). Using Technology as a Learning Tool, not Just the Cool New
Thing. In D. Oblinger, J. L. Oblinger (Eds.), Educating the Net Generation,
Boulder, Colo: Educase, 4.1-4.10.
Memik, N. Ç., vd. (2011). Sosyal Fobinin Yaygınlığı: Bir Gözden Geçirme. Archives
of Neuropsychiatry/Nöropsikiyatri Arşivi, 48(1): 4-10.
Mohammadi, M. R., vd. (2006). Prevalence of Social Phobia and its Comorbidity with
Psychiatric Disorders in Iran. Depression and Anxiety, 23(7): 405-411.
NIMF. (2006). 11th Annual Video Game Report Card. National Institute on Media
and the Family, Computer and Video Game Addiction.
http://www.mediafamily.org/facts/facts_gameaddiction.shtml [13 Kasım].
149
Ögel, K. (2018). Bağımlılık ve Tedavisi Temel Kitabı, (2. baskı). İstanbul: IQ Kültür
Sanat Yayıncılık.
Ögel, K., Tarı, I. ve Eke, C. Y. (2006). Okullarda Suç ve Şiddeti Önleme. İstanbul:
Yeniden Yayınları, 17.
Özcebe, H. (2007, Ekim). Adolesanlarda Risk Alma Davranışları. XI. Ulusal Halk
Sağlığı Kongresi. Pamukkale Üniversitesi, Denizli.
Pala, F. K. ve Erdem, M. (2011). Dijital Oyun Tercihi ve Oyun Tercih Nedeni ile
Cinsiyet, Sınıf Düzeyi ve Öğrenme Stili Arasındaki İlişkiler Üzerine Bir
Çalışma. Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 12(2): 53-71.
Papastergiou, M. (2009). Exploring the Potential of Computer and Video Games for
Health and Physical Education: A Literature Review. Computers &
Education, 53(3): 603-622.
150
Parçal, K. F. (2018). Ergenlerin sosyal anksiyete düzeyleri ile özgüven algıları
arasındaki ilişkinin incelenmesi (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
Haliç Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Pfeiffer, H. (2010). Relationships: Assertiveness Skills, (1st ed.). Sedona, AZ: Growth.
Piaget, J. (1962). Play, Dreams and Imitation in Childhood, (Reprint ed..). New York,
NY: W. W. Norton.
Platon (2013). Devlet. (C. Saraçoğlu & V. Atayman, Çev.). İstanbul: Bordo Siyah
Yayınevi.
Polat, B., vd. (2015). Çocukta Genital Siğil: Cinsel İstismarın Habercisi Olabilir mi?.
New Symposium Journal, 53(1): 23-26.
Prensky, M. (2001a). Digital Natives, Digital Immigrants. On the Horizon, 9(5): 1-6.
Prensky, M. (2001b). The Games Generations: How Learners have Changed. Digital
Game-Based Learning, 1(1): 1-26.
Prensky, M. (2006). Don't bother me, Mom, I'm learning!: How computer and video
games are preparing your kids for 21st century success and how you can
help!, (1st ed. ). St. Paul: Paragon house.
Ramaley, J. & Zia, L. (2005). The Real Versus the Possible: Closing the Gaps in
Engagement and Learning. In D.G. Oblinger, J.L. Oblinger (Eds.),
Educating the Net Generation, Educause: Boulder, 8.1-8.21.
151
Roesch, R. (2007). Yoğun İnsanlar İçin Zaman Yönetimi, (1.Baskı) (S. Yeniçeri, Çev.),
İstanbul: Beyaz Yayınları.
Ryan, T. (2018). Yeni Nesil Çocuk (L. Göktem, Çev.). İstanbul: Optimist.
Sadock, B. J., Sadock, V. A., & Ruiz, Z. E. (Eds.). (2011). Kaplan and Sadock's Study
Guide and Self-Examination Review in Psychiatry, Lippincott Williams &
Wilkins.
Sadock, B. J., Sadock, V. A. ve Ruiz, P. (2016). Kaplan & Sadock Psikiyatri Davranış
Bilimleri/Klinik Psikiyatri (A. Bozkurt, Çev.). Ankara: Güneş Tıp Kitapevi.
Sarıyar, B. (2015). Lise öğrencisi ergenlerde atılganlık, sosyal fobi ve boyun eğici
davranışları arasındaki ilişki (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Adnan
Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Aydın.
Scheler, M. (1998). İnsanın Kosmostaki Yeri. (H. Tepe, Çev.). Ankara: Ayraç
Yayınevi.
152
Scheler, M. (2018). Die Stellung des menschen im Kosmos, (Vol. 672). Felix Meiner
Verlag.
Segrin, C. & Kinney, T. (1995). Social Skills Deficits Among the Socially Anxious:
Rejection from Others and Loneliness. Motivation and Emotion, 19(1): 1-
24.
Semerci, B. (2016). Artık Büyüdüm Ergen Ruh Sağlığı, (5. Baskı). İstanbul: Alfa Basın
Yayın Dağıtım.
Sezer, E. (1992). Sigara da Alkol ve Eroin gibi Bağımlılık Yapıcı Bir Madde midir?.
Turkish Journal of Smoking and Health, 3: 5-7.
Sherry, J. L., vd. (2006). Video Game Uses and Gratifications as Predictors of Use and
Game Preference, Playing Video Games: Motives, Responses and
Consequences, 24(1): 213-224.
153
Stein, M. B. & Stein, D. J. (2008). Social anxiety disorder. The Lancet, 371: 1115-
1125.
Strittmatter, E., vd. (2015). Pathological Internet Use Among Adolescents: Comparing
Gamers and Non-Gamers. Psychiatry Research, 228(1): 128-135.
Şeriati, A. (1997). İnsanın Dört Zindanı. (H. Hatemi, Çev.). İstanbul: İşarat Yayınları.
Tang, J., vd. (2014). Prevalence of Internet Addiction and its Association with
Stressful Life Events and Psychological Symptoms Among Adolescent
Internet Users. Addictive Behaviors, 39(3): 744-747.
154
Taş, İ. (2018). Ergenlerde İnternet Bağımlılığı ve Psikolojik Belirtilerin Çeşitli
Değişkenler Açısından İncelenmesi. Anemon Muş Alparslan Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 6(1): 31-41.
Taş, İ. ve Güneş, Z. (2019). 8–12 Yaş Arası Çocuklarda Bilgisayar Oyun Bağımlılığı,
Aleksitimi, Sosyal Anksiyete, Yaş ve Cinsiyetin İncelenmesi. Klinik
Psikiyatri, 22(2019): 83-92.
Turhan, R. (2003). Temel Eğitimde Atılganlık Eğitimi. Empafi Dergisi, 3(11): 1-10.
155
Turk, C. L., Heimberg, R. G. & Magee, L. (2008). Social Anxiety Disorder. In D. H.
Barlow (Eds.), Clinical Handbook of Psychological Disorders: A Step-by-
Step Treatment Manual, New York, NY: Guilford Press, 123-163.
Turner, S. M., vd. (2003). Parenting Behaviors in Parents with Anxiety Disorders.
Behaviour Research and Therapy, 41(5): 541-554.
Tükel R. ve Çakır S. (2013). Psikiyatri: İstanbul Tıp Fakültesi 185. Yıl Ders Kitapları
Serisi, (1.Baskı). İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri.
Türk Dil Kurumu, TDK (2019). Türk Dil Kurumu Sözlükleri. https://sozluk.gov.tr/ [10
Haziran].
Türkiye Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı. (2011). Cinsellik ve Cinsel Eğitim. İstanbul.
156
Uğurlu, T. T., Şengül, C. B. ve Şengül, C. (2012). Bağımlılık Psikofarmakolojisi.
Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar, 4(1): 37-50.
Utku, A. (2016). Nurettin Topçu: İtaatkârlık ve İsyan Bir İnanç Psikolojisi Taslağı.
Temaşa Erciyes Üniversitesi Felsefe Bölümü Dergisi, (5): 33-48.
Walsh, D., Gentile, D. A., Walsh, E., & Bennett, N. (2006). National Institute on
Media and the Family. 11th Annual Video Game Report Card,
http://www.mediafamily.org/facts/facts_gameaddiction.shtml [7 Haziran].
Walsh, J. (2002). Shyness and Social Phobia. Healt and Social Work, 27(2): 137-144.
Wan, C. S. & Chiou, W. B. (2006). Why are Adolescents Addicted to Online Gaming?
An Interview Study in Taiwan. Cyberpsychology & Behavior, 9(6): 762-
766.
Wells, A., vd. (1995). Social Phobia: The Role of In-Situation Safety Behaviors in
Maintaining Anxiety and Negative Beliefs. Behavior Therapy, 26(1): 153-
161.
Wittchen, H. U., vd. (1992). Lifetime and Six-Month Prevalence of Mental Disorders
in the Munich Follow-Up Study. European Archives of Psychiatry and
Clinical Neuroscience, 241(4): 247-258.
157
Wittchen, H. U., Stein, M. B. & Kessler, R. C. (1999). Social Fears and Social Phobia
in a Community Sample of Adolescents and Young Adults: Prevalence,
Risk Factors and Comorbidity. Psychological Medicine, 29(2): 309-323.
Van Ameringen, M., vd. (1991). Relationship of Social Phobia with Other Psychiatric
Illness. Journal of Affective Disorders, 21(2): 93-99.
Vandewater, E. A., (2007). Digital Childhood: Electronic Media and Technology Use
Among Infants, Toddlers, and Preschoolers. Pediatrics, 119(5): e1006-
e1015.
Yavuzer, H. (2016). Okul Çağı Çocuğu, (19. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi.
158
Yıldırım, İ. ve Ergene, T. (2003). Lise Son Sınıf Öğrencilerinin Akademik
Başarılarının Yordayıcısı Olarak Sınav Kaygısı, Boyun Eğici Davranışlar
ve Sosyal Destek. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 25(25):
224-234.
Yıldız, A. (2015). Max Scheler'in İnsan ve Kişi Anlayışı. Bilimname, 29(2): 91-108.
Yıldız, K., vd. (2012). 12-16 Yaş Ergen İşitme Engelli Sporcuların Cinsiyet
Faktörlerine Göre Sosyal Kaygı Düzeylerinin İncelenmesi. Niğde
Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, 6(1): 56-61.
159
Zorbaz, O. (2013). Analysis of problematic internet use of high school students in
terms of social anxiety and peer relations (Unpublished Masters Thesis).
Hacettepe University, Ankara.
160
EKLER
161
EK-2: Etik Kurul Onay Formu
162
163
EK-3: Araştırma İzni
164
EK-4: Kişisel Bilgi Formu
Büşra ÇELİK
165
EK-5: Çocuklar İçin Hayır Diyebilme Becerisi Ölçeği (HDBÖ)
I.FORM
Hiçbir zaman
Sevgili öğrenciler,
Çoğu zaman
Her zaman
Nadiren
Bazen
1. Lütfen, aşağıdaki her cümleyi ayrı ayrı okuyun.
2. Sizin için hangi seçenek uygunsa onu işaretleyin.
3. Hiçbir maddeyi boş bırakmayın.
4. Her madde için sadece bir seçeneği işaretleyin.
166
EK-6: Çocuklar İçin Bilgisayar Oyun Bağımlılığı Ölçeği (BOB)
Değerli öğrenciler; elinizdeki form sizlerin bilgisayar oyunu oynama düzeyinizi
belirlemek üzere geliştirilmiştir. Bu formda sıralanan maddelere yönelik düşüncenize
“hiçbir zaman”, “nadiren”, “bazen”, “sık sık” ve “her zaman” olmak üzere yer alan
kutucuklardan uygun olanı (X) işareti ile belirtiniz. Tüm maddeleri cevaplamayı
unutmayınız. Verdiğiniz bilgiler kesinlikle saklı kalacak ve araştırmacılardan başka
kimse görmeyecektir.
Maddeler Hiçbir Nadiren Bazen Sık sık Her
Zaman Zaman
167
EK-7: Çocuklar İçin Sosyal Anksiyete Ölçeği-Yenilenmiş Biçim (ÇSAÖ-Y)
168
EK-8: Ölçek İzni
169
170
171
ÖZ GEÇMİŞ
Büşra Çelik
İletişim bilgileri
A. EĞİTİM
2017, Sakarya.
B. MESLEKİ DENEYİM
C. YAYINLARI
172