Süleyman Doğan
Professor Süleyman DOĞAN was born in Aksaray. He completed his primary, secondary and high school in his hometown. He graduated from Selcuk University, Faculty of Education (1988). In 1995, he won the British Culture scholarship and completed the Master's Program in Politics and International Relations at the University of Birmingham in England. He took the name Pedagogy with his studies in the field of pedagogy (1999). He is also an associate professor in the field of Educational Sociology with studies for child and family upbringing and family work (2012). Since 2009, he has been working as a lecturer at Yıldız Technical University, Faculty of Arts and Sciences, Department of Humanities and Social Sciences. Writer Doğan has worked as an editor and columnist in daily newspapers and magazines for many years. Moldova is the holder of the state medal awarded by the Assembly of the Gagauz Autonomous Republic (2001). Doğan is a member of the "Writers Union of Turkey" (1994-), the "Turkish Philosophy Association" (2008-) and the "Professional Union of Owners of Scientific and Literary Works of Turkey" (İLESAM, 2010-). He has more than 100 publications, 25 of which are international.
Supervisors: Prof. Dr. Şemistan Mikayilov, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan
Supervisors: Prof. Dr. Şemistan Mikayilov, Prof. Dr. Orhan Türkdoğan
less
Uploads
Papers by Süleyman Doğan
bakımından oldukça geniş bir konu olup dil, din, tarih, edebiyat, sanat,
müzik, folklor, mimari ve coğrafya gibi yelpazesi çok geniştir. Popüler
kültür ve kültür yabancılaşması; ortak kültür, medeniyet; yazılı kültür,
sözlü kültür, tüketim kültürü, gelenek ve görenekler, iyecek ve içecekler,
giyim-kuşam, hak/batıl inanışlar, maddi ve manevi kültür unsurları, mimari, halı, kilim gibi geniş bir kültür çemberi içinde düşünülebilir. Kültür endüstrisinin dayattığı tüketim toplumu olarak adlandırılan bu çağda
internetin de kullanıcı açısından kolay, zahmetsiz, pratik ve güvenilir bir
mecra olarak ortaya çıkmasıyla geleneksel tüketim kalıplarından çıkıldığı
ve postmodern yaşamla birlikte giderek bireylerin daha da fazla tüketim
odaklı yaşama yönlendirildikleri görülmektedir. Postmoden kültür ve kimlik, bütünlüğü olmayan, gelişigüzel bir araya getirilmiş parçalardan meydana gelmiş, bütün hiyerarşik düzenleri reddeden bir kültür ve kimlik olarak karşımıza çıkmaktadır. Postmodern toplumun, bireyin kendi içsel dinamikleriyle aşamayacağı sorunları karşısında sunabileceği bir çözüm önerisi ve aracı yoktur. Postmodernistlerin özgürlük ve yorum vurguları kültür, kimlik ve özgünlük alanında çözüm üretebilmekten uzak
görülmektedir
80'li yıllar boyunda kızıl emperyalizme çevrilen mücahid silahları zaferden sonra birbirine çevrildi. Afganistan'da hala silahlar susmuyor. Kardeş kanının akmadığı gün yok. Cihadda ittifak eden mücahid kardeşlerimiz, iktidarın koltuk paylaşımı döneminde ihtilafa düştüler. Netice itibariyle kazançlı çıkanlar yine şer güçler oldu. Elimizdeki kitap; Afganistan dramının ikinci safhası üzerine yazılmış bir çalışmanın ürünü olup, cihad yıllarından başlayarak günümüze kadar ve istikbale yönelik gelişmeler hakkında yazarının Afganistan'a giderek yerinde topladığı en son bilgi, tesbit, derleme ve gözlemlerden meydana gelmiştir.Bilindiği üzere Cezayir'de, Bosna-Hersek'te, Çeçenistan'da, Karabağ'da ve Tacikistan'daki islami kurtuluş hareketlerinin doğrudan veya detaylı olarak Afgan cihadıyla bağlantısı vardır. Keza Keşmir'li müslümanlar için de Afgan cihadı bir ışık olmuştur. Bu mütevazi eser; söz konusu bölgelerdeki cihad hareketlerinin muvaffakiyetinden sonra, ikinci bir Afgan sendromu yaşanmaması için dikkat çekici bir uyarı niteliğindedir. Marifet Yayınları olarak, elinizdeki eserle; hızla yükselen İslam davasına bir nebze de olsa katkıda bulunmanın ümidi içindeyiz.
Ben büyük bir işçiyim. Kendime ve dünyaya hizmet için varım.
Düşüncelerimi söyleyerek ruhumu, hareket ederek de vücudumu dinlendiriyorum.
Hayalim: Bir güneş olmak, aydınlatıp ısıtmak.
Yazı yazmak, özellikle de mektup yazmak, duyguların dışavurumunda önemli etkinliklerdendir. 21. Yüzyılın en büyük salgını olan Koronavirüs günlerinde meydana gelen bu eser, insanların aslında ortak bir duyguya sahip olduğunu açıkça bizlere gösteriyor. Her şeye rağmen içinde güzel ümitler besleyen gençlerle bir araya gelmemizi, hepimizin aynı gemide olduğumuzu hissetmemizi sağlıyor.
Zor zamanlarda herkesin eşit ve ölümlü olduğunu, doğanın insanların davranışlarına âdil bir şekilde karşılık verdiğini, maddiyatın yetersiz kaldığını, uzayda bile hayatın bir yolculuk olduğunu yeniden kavrıyoruz. Okuduğum mektuplarda olaylar, kişiler, zamanlar mektupların sayısı kadar farklıydı, fakat özüne baktığımda aslında ortak kaygının ölüm korkusu olduğu görülüyor.
İnsan, evrenin içinde bir mucize, evren de insanın içinde bir mucizedir. Covid-19 süreci ister istemez bizlere kendi evrenlerimize giriş yapma imkânı sundu, ancak kimimiz bu fırsatı değerlendirerek kendi iç dünyasına yöneldi, kimimiz ise kendine yabancılaşmanın getirdiği uzaklığı devam ettirdi..
Bazılarında sevdiklerini kaybetme, bazılarında ise şahsi kaygılar vardı.
İnsan psikolojisi gereği, insanoğlu ölüm üzerine hiç düşünmemiş olsa dahi içgüdüsel olarak yaşlı bireylerin ölümünü daha normal karşılayabiliyor. Bu salgın, genelde yaşı fazla olan bireyleri etkilediğinden, başlangıçta ölümlere daha doğal yaklaşsak da, ölüm meselesini, hayatın ayrışmaz bir parçası olarak kavramamızda önemli bir etkide bulundu.
Salgının kaynağı ve hakikati konusunda hâlâ kesin bilgiler elde edilemese de, sürekli bahsi edilen yeni dünya düzenine geçiş aşamasında belki de zayıf olanın dışlanması amacı söz konusuydu. Bu nedenle global bir salgın olması ya da kaynağının hayvanlara bağlanması, insan eli ile yapılma ve korkunç amaçlar taşıdığı ihtimallerinden daha kabullenilir oldu.
Acının da sevincin de hayatın içinde olduğunu biliyoruz.
Bu salgın, yenidünya düzenine geçmeden önce belki de kendi içimize bir yolculuk yapmak, kendimizi gözden geçirmek ya da kendimizle tanışmak için bir fırsat olarak sunuldu.
Dünyada ilk değil, son da olmayacak.
Aslında her gün açlıktan, kanserden veya trafik kazasından ölen binlerce insan var. Belki günlük olarak açlıktan ölen insanların her gün vaka sayılarını izlemek zorunda bırakılsaydık kısmen açlık sorunu çözülebilirdik.
İnsan çocukluk çağında, kültür mirası olan büyüklerinin sözlerini çok iyi anlamıyor. Bu süreçte “Allah sıralı ölüm versin” duasını idrak ediyoruz belki de…
“Koronaya 100 Mektup” ile tarihe bir not düşülmesi ve insanın yaşadıklarının mektupla kaleme dökülmesi açısından çalışmanın önemli olduğuna inanıyorum. Bu kitabın, hepinizin güzel yüreklerine dokunabilmesini diliyorum.
Batı dünyası onun dikkafalı bir ırkçı kibirli bir Yahudi düşmanı olduğunu söyledi. Gelişmekte olan ülkeler ise Malezya Başbakanı Tun Dr. Mahathir Muhammed'i ileri görüşlü bir deha üçüncü dünyada yaşayan herkese dik durabilmeleri için bir neden veren eşine az rastlanır bir lider olarak görüyor. En sert kalemler bile her şeyin ötesinde dünyanın en çok göz ardı edilmiş ülkelerine daha umutlu gelecekleri göstererek cesaret verdiğini yadsıyamıyor. Ülkeyi yönettiği yirmi iki yıla diktatörce olmakla birlikte esin verici yönetimiyle damgasını vurdu. Az sayıda lider bütün bir ülkenin ağırlıklı olarak tarıma dayanan ekonomisini bir endüstri gücüne dönüştürebilir ve bunu yirmi iki yıl gibi kısa bir sürede başarabilen liderlerin sayısı ise daha da azdır. Dr. Mahathir bu kitapta incelikli bir tarihi bir cerrah hassasiyetiyle ele alıyor ve modern Malezya'nın şekillenmesinde kendi oynadığı rolü irdeliyor.
Dr. Mahathir Muhammed Malezya'nın başbakanlığını yaptığı yirmi iki yıl içerisinde ülkesini tarım ekonomisinin durgunluğundan alıp endüstriyel bir güce dönüştürerek dünyanın ticaret hacmi en büyük on yedinci ülkesi haline getirdi. Öte yandan bu büyük başarı tartışmalardan da muaf değildi. Dr. Mahathir olağanüstü ileri görüşlü olmasının yanı sıra katı yönetimiyle hem Malezya'da hem de diğer ülkelerde coşkulu hayranlarla birlikte düşmanlar da edinmişti. Hem despot bir diktatör istenmeyen adam hem de bir esin kaynağı ezilenlerin üçüncü dünyanın ve ılımlı İslam'ın cesur ve sözünü esirgemeyen savunucusu olarak tanımlanması çelişkili olmakla birlikte tipik bir durumdur. Dr. Mahathir hemen her seferinde kuralları baştan yazmıştır. Bu özyaşam öyküsü II. Dünya Savaşı'ndan MacMichael antlaşmalarına bağımsızlıktan endüstrileşmeye ve modern Malezya'nın kuruluşuna nihayetinde de 1990'ların sonlarındaki siyasi ve iktisadi krizlerle birlikte yeni binyılın getirdiği zorluklara dek Malezya tarihindeki tüm önemli gelişmelere tanıklık eden bu sıra dışı zekânın işleyişini ortaya koyuyor. Bu kitap mahremiyetine son derece düşkün olduğu kadar kamuoyu karşısında gözü pek davranabilen bu devlet adamının bugüne dek bilinmeyen yönlerini anlatıyor. Ayrıca modern Malezya'nın siyasi tarihi bu tarihe şekil veren en önemli isimlerden birinin açık ve ilginç anlatımıyla ele alınıyor. Bu bir özür ya da savunma değil Dr. Mahathir'in kısa sürede gerçekleştirdiklerini nasıl ve neden yaptığını anlatan sürükleyici ve pek çok yerde heyecan verici bir öykü.
Geleceğin Büyük Türkiyesi’nin hayaliyle…
Müzik, çocuğun kendini ifade etme becerisini, yaratıcılık zevkin ve estetik duygusunu geliştirir; ses ve dil gelişimi ile bilişsel gelişim ve soyut düşünmeye katkıda bulunduğu bilimsel
veriler ortaya koymaktadır. Bazı araştırmacılara göre; çocukların şarkı ve mırıldanmalarını dinleyerek, müziğe karşı doğuştan duyarlı olduklarını gözleyebiliriz. Bu doğal yetenek evrenseldir ve her toplumun üyesi olan çocukta doğuştan vardır. Araştırmalar göstermektedir ki, bebekler, sesleri algılamada ve müzikal bir uyarana dikkat göstermede, şaşırtıcı bir şekilde yetişkinlerinkine benzer yeteneklere sahip olduğu ortaya konmuştur.
2 yaş çocuğu, müziği dinlemeyi sever ve kendi hareketlerini müzikte var olan ritme uydurma çabasına gider. 3, 4, 5, yaşlarında çocukların, spontan hareketlerle tepki vermekten çok müziği, oturarak dinleme eğiliminde oldukları görülmektedir. Bu özellik, okulöncesi çocuğuna dinleme ve sessiz kalma alışkanlığını da kazandırır. Çocukların, müziğe verdikleri tepkileri artan bir şekilde içselleştirmeleri ve bunu yaratıcı oyun ve arkadaşlarıyla sosyal ilişkiler kurma şeklinde, geniş bir bağlamda kullanmalarıyla okulöncesi dönemde müzik etkinliği zenginlik kazanır. Okulöncesi dönem çocuğu için müzik, kendini ifade etme aracı olmanın ötesinde, onun sosyal gelişimi için de önemli bir etkinliktir. Çünkü çocuk, müzik eşliğinde arkadaşlarıyla daha kolay bir iletişim kurabilmektedir.
Bu çalışma da müzik eğitimin çocuk üzerinde etkisi araştırılmıştır. Müzik, zihinsel, motor, sosyal beceri ve yeteneklerin gelişimine katkıda bulunmaktadır. Yapılan araştırmalara göre, akademik yılın başında ve sonunda okuma testine tabi tutulan ilköğretim öğrencilerinden, müzik eğitimi alanların, almayanlara oranla daha iyi sonuçlar elde ettikleri görülmüştür. Yapılan pek çok testin sonucunda, notaları doğru seslendiren çocuklarda, harfleri doğru seslendirme
oranının daha yüksek olduğu görülmüştür. Müzik eğitiminin olumlu etkisi, okumanın yanı sıra, öğrenme ve yaratıcılıkta da kendini göstermektedir. Müzik eğitiminin, okuma, soyut düşünme yetenekleri ve yaratıcılığı kapsayan bilişsel becerilerin gelişmesini desteklediğini, araştırma bulgularına dayanarak söyleyebiliriz. Müzik eğitimi sayesinde çocukların kendi kabiliyetlerini ortaya koyma ve öne çıkarma becerisini gösterdikleri gözlenmiştir. Bu çalışmada ortaya çıkan bir bulgu da, anne-baba bir yandan model olmalı ve çocuğu müziğe özendirmeli, öte yandan da onu, ilgisi doğrultusunda yönlendirmeye çalışmalı ve ilgi duyduğu bir müzik aletini çalması yolunda ona yardımcı olmalarını sonucuna varılmıştır.
Insufficient planning and lack of infrastructure has brought about adverse consequences for Turkish education. These issues should be addressed for a better future for the children.
Hoca Ahmed Yesevî karmaşık ifadelerden, özellikle felsefî değerlendirme- lerden uzak durmaya çaba göstermiştir. Günümüz pedagojisinde önemli yer tu- tan yakından uzağa, bilinenden bilinmeyene ve basitten karmaşığa ilkelerini o dönemde en güzel şekilde uygulamıştır. Herkesin bildiği basit ve anlaşılır bil- gilerden yola çıkarak üst seviyeli kavram ve değerlere ulaşmak istemiştir. Eği- timde iki unsur önemlidir; eğitilen ve eğiten. Öğrencinin uygun bir tabiat, akıl, yetenek ve öğrenme ihtiyacının olması gerekir. Bu tebliğde büyük mutasavvıf Hoca Ahmed Yesevî’nin özellikle Divan-ı Hikmet adlı eserinden ve diğer yazılı mevcut kaynaklardan yola çıkarak örnekleriyle eğitim metodu incelenmiştir.
Mesnevi’ de insanı eğitmek için anlatılan metotlar kadar, iyi bir eğitimin, öğretmenin ve öğrencinin de sahip olması gereken özelliklere dair mesajlar sürekli olarak verilmektedir. Bu metotların ve mesajların modern psikoloji ve pedagoji bilimlerince de bugün kabul edilen çeşitli doğrularla çok sayıda kesişim içermesi Mevlana’nın insan doğasını ne kadar iyi kavradığını ve eserinin evrenselliğini göstermektedir.
Mesnevi’de mükemmel bir anlatım, kıvrak bir zekâ, sağlam bir inanç, sıcak bir sevgi vardır. Uzun yüzyıllar çeşitli kurumlarda binlerce kişiye sevgi yolunu, inanç yolunu, doğru yolu göstermiştir.
Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi (FEF), İnsan ve Toplum Bilimleri (Sosyoloji) Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Süleyman Doğan ile Kur’an şairi Mehmet Âkif Ersoy’un ümit ve ümitsizlik üzerine kaleme aldığı makale ve manzumelerini bugüne taşıdık.
Oğuz Çetinoğlu: Osmanlı Cihan Devleti hâkimi ve hâmisi olduğu bölgeyi huzur, barış ve refah gölü hâline getirdi. Günümüzde bu bölgede 44 a devlet* var. Bunların hemen hepsi âdeta kan gölü hâlinde. Can güvenliği yok, adâlet yok, refah yok, huzur yok… Siz nasıl değerlendiriyorsunuz
Prof. Dr. Süleyman Doğan: Osmanlı Devleti, Batılı güçler tarafından çeşitli oyunlarla Ortadoğu'dan zorla çıkartıldıktan sonra Balkanlar'da olduğu gibi bugün Afrika dâhil Arabistan bölgesi sulh ve huzura hasret kalmıştır.
Süleyman Doğan ülkemizin önde gelen akademisyenlerinden; ilim, fikir ve dava adamlarından biri… Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Süleyman Doğan binlerce köşe yazısı, yüzlerce makalesi, 174 yayını ve 20’nin üzerinde kitabıyla bu toprakların fikrî zeminini teşkil eden önemli bir entelektüel şahsiyet.
Prof. Dr. Süleyman Doğan ile insana, aileye, topluma, eğitime, hayata, hakikate, akademiye,üniversiteye bakışı üzerine bir mülakat gerçekleştirdik.
olarak kaleme aldığı, “Üniversite Felsefesi” ve
“Türkiye’nin Yükseköğretim Sorunu” isimli iki
bilimsel kitabı Büyüyenay Yayınları
tarafından neşredildi. Yazar Durmuş Günay’ı
biraz yakından tanıyalım. Günay, 1953'te
Isparta’nın Sütçüler ilçesinde doğdu. İstanbul
Teknik Teknik Üniversitesi’nden mezun oldu.
1976 yılında Makina Mühendisi oldu. 1987-
2000 yıllarında, Sakarya’da, İTÜ Sakarya
Mühendislik Fakültesi ve Sakarya
Üniversitesi’nde çalıştı. 1999 yılında
Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nde
profesör oldu. Öğretim üyeliğinin yanı sıra,
2003-2006 yıllarında Tarım ve Köyişleri
Bakanlığı’nda ve 2006-2008 yıllarında da
Ulaştırma Bakanlığı’nda Bakan Danışmanı
olarak çalışmıştır. 5 Şubat 2008 yılında YÖK
üyeliğine atanmıştır. 13 Mart 2008-2016
tarihleri arasında YÖK Yürütme Kurulu
üyeliği yapmıştır. Evli ve dört çocuk
babasıdır. Halen Maltepe Üniversitesi'nde
öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.
Yıldız Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Süleyman Doğan’ın kaleme aldığı, “100 Soru Cevapta Eğitim Felsefesi” kitabı Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık (KDY) tarafından neşredildi. Kitap hakkında bilgi veren Doç. Dr. Süleyman Doğan, felsefesiz eğitim olamayacağını ve Türkiye’nin eğitim alanı çözülmeyen bir muamma olduğunun belirtti.
“Karşılaştırmalı Arapça Türkçe Bağlaçlar” kitabı hiç şüphesiz bu alanda yapı lan en köklü çalışmalarından biridir. Müslüman milletler arasında Arapça’ya en önemli katkı sağlayan Türkler olduğu gibi yine Arapça’yla atbaşı yürüyen tek dil de Türkçe’dir. Bunu en güzel örnek olarak ilk Türkçe dil çalışması ka bul edilen, Kaşgarlı Mahmut’un Divânü Lugâti’tTürk’ünü Türkçe’nin de Arapça gibi büyük bir dil olduğunu göstermek amacıyla yazması ve daha sonra bu alanda yazılan pek çok Araplara Türkçe öğretim kitabının varlığı gösterilebilir. Bu nedenle Arapça ile Türkçe’nin yüzyıllardır süregelen birlik teliğin bir sonucu birbirinden küçümsenmeyecek bir ölçüde alışverişte bu lunmuş hatta bu konuda kaynaşmış denilebilecek kadar iç içe girmiş iki dil olduğu söylenebilir.