Bugün 1 Ocak 2018. Geçtim bilgisayarın başına, elimde mis kokulu kahvem blog yazmaya başladım. Bu sefer uykusuzluktan içilen kahve değilde keyif kahvesi. Çok uzun zamandır ilk defa bir yere yetişme telaşım olmadan uyandım. Blogu uzun zamandır hatta çok uzun zamandır ihmal ettiğimin farkındayım ama geleneksel yıl sonu yazısını atlayacak değildim :)
2017 benim senemdi diyebilirim. Hemde hiç beklemediğim halde, bütün güzellikler önüme sunuldu. 2018'e dair umutlarım çok fazla, bu sene kesinlikle sağlam adımlar atacağım bir sene olacak buna yürekten inanıyorum. Birçok hedef koydum önüme, imkansız değiller ama biraz daha çabalamam gerekecek o aşamalara gelmek için. 2017 senesi benim için çok güzel bir 'yol arkadaşı' bulmak demekti. Onun için, anılarımız için ne kadar şükretsem az. Ve kesinlikle çok çalışmak. Hayatımda daha önce hiç bu kadar çalıştığımı,koşuşturduğumu hatırlamıyorum. Ve her şeyinde karşılığını fazlasıyla aldım. Amcamın vefatı dışında bizden bir şey götürmedi. Tam aksine çok şey kattı.
Çok koşuşturduğum dönemlerde ihmal ettiğim, atladığım şeyler muhakkak oldu. Açıkçası durup düşünmeye de pek vaktim olmadı hiç. 2017'nin en büyük eksiği soluklanamamak oldu benim için. Analiz yapamadığım içinde belkide hatalarımda ısrarcı oldum. 2018'den en büyük temennim tabi ki en önce sağlık ve huzur. Sonra güzel işler, güzel enerjiler diliyorum ve sevdiklerim yanımda olsun yeter. 2018'e dair plan programım çok ama onlar biraz daha kapı arkasında konuşulacak konular olduğu için buraya yazmıyorum. Bol düzenli, planlı programlı ve güzel anlar barındıran bir yıl olsun, gönlünüzden geçen her şey, fazlasıyla yaşayın :)
31 Aralık 2017 Pazar
12 Mart 2017 Pazar
0
Bir ben bileceğim oysa ne afat sevdim, bir de ağzı var dili yok Diyarbekir kalesi..
Bundan 11 ay önce Sur'da yasak kalktığı gün, haberi aldığımda sevinçten ağladığım zaman her şey çok güzel olacak, geçti, zor oldu hatta çok çok zor oldu ama geçti diye düşünürken gerçekten umut doluydum. Yasak varken, 3 ayrı kontrol noktasından geçip Sur'a, Ulu Camii'nin önüne gidip kurşun seslerini dinlediğim ve hiç tanımadığım kadınlara sarılıp ağladığım, ilk defa gördüğüm yaşlı amcaların çayını içtiğim zamanlar zerre umudum yoktu. Orada umutsuzluğumla oturup sadece beklerken evlerini bırakıp göç etmiş teyzeler beni teselli ederdi. Umut çok başka bir şey, tükendiği zaman hayatın da, değerlerinde gözünüzde bir anlamı kalmıyor. En zor anlarımda bile umut edecek bir şey bulurken, o zamanlar umut kırıntısı bile yoktu. Buda beni zaman zaman ilaçlara zaman zaman çok uyumaya zaman zamanda hiç uyumadan çalışmaya sürüklüyordu. Çünkü sadece o zamanlar biraz da olsa acımı unutabiliyordum.
Benim için hayatımın en büyük travması Sur'dur. Çok derin yaralar bıraktı, hala geceleri uykumdan sıçrayarak uyanırım, çünkü her gün sabah ezanıyla Sur bombalanırdı. Geçen gün büroya giderken bir ses duydum, ses çok mu fazlaydı yoksa ben dalgındım diye mi öyle geldi bilmiyorum ama tam 1 sene öncesine gittim. Kriz anında kilitlenir kalırım ben, o anda öylece yolun ortasında durup ağlamaya başladım. Çünkü bir sene önceki çaresizliğimi yeniden hissettim. Yara kabuk bağlar, kapandı sanırsınız ama en ufak bir temasta sızlar ya, benimki de öyle..
Şimdi dönüp baktığımda o süreçte beni yıpratan bir etmeninde insanlar olduğunu görüyorum. Sürekli eleştiri, sürekli bir yorum yapma hevesiyle yanıp tutuştu çevremdekiler. Sur sende takıntı oldu diyenler, artık yeter üzülme abartıyorsun diyenler, bilip bilmeden eleştirenler.. Acınla baş başa kalmana bile izin vermeyen bencil insanlar. Bu bölgede büyümüşseniz zaten yaşıtlarınız gibi şımarıklıklar yapmaya utanırsınız. Aşk acısı çekmeye, istediğin o ayakkabı tükendi diye naz yapmaya, saçın kötü kesildi diye kuaförüne trip atmaya utanırsın. O süreç zaten çok içe dönük geçti, kendi adıma. İnsanlardan soyutlandığım, gözümde hiçbir şeyin değerinin kalmadığı sancılı bir süreçti. İnsanları konuşturmamayı da o dönemde öğrendim zaten. Çünkü kendi kabuğuna çekilip acınla baş başa kalmak istiyorsun, ama sürekli dışardan dürtüklemeye çalışıyorlar.
Geçti demek zor, çünkü geçmedi. En azından hafifledi diyebiliyorum artık. Hala çok stresliyken ya da canım sıkkınken Sur'a kaçıp sığınmak istiyorum, o taşlar çok dinledi beni, o sokaklar sınav stresimi de, mezuniyet heyecanımı da paylaştı. En mutlu olduğum zaman da oraya koştum, en kötü zamanımda da oraya koştum ben. En sevdiğiniz, her şeyinizi bilen, her anınızı paylaşan dostunuz hastalanır ya, o size çok şey yapmıştır ama sizin ona yapacak bir şeyiniz yok diye çaresiz hissedersiniz. Yasak sürecinde öyleydi işte, benim dostum, hayat arkadaşım gözümün önünde hızla tükenirken benim ona yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Ben, Sur sürecinde çok umutsuz, çaresiz olduğumu düşündüm 1 senedir, ama hep şunu da sordum kendime insan hiç umudu yokken yaşayamaz, o süreci nasıl atlattım peki? Dün 1 sene önce yazdığım bir maili gördüm, şu cümleyi okuduğum an anladım ki aslında hala umudum varmış ki o diri tutmuş beni, o süreci atlatmak için psikologa gitmem bile umudumdan geliyormuş. '' ''Belki de surdaki yasak kalkarsa burada kalmaya devam ederim, oranın yeniden inşası için. Hiçbir şey bıraktığın gibi değil, ne bu şehir ne bu insanlar. Herkes öyle öfkeli ki. Yüzü gülen o amcalardan eser yok. Sokaklarda oynayan o çocuklardan eser yok. Umarım her şey bir an önce düzelir.''
Şimdi olduğum yere bakıyorum, tam da olmak istediğim yerdeyim. Hasta arkadaşımın yaralarını sarıyorum, kendi sıkıntılarımı anlatıp onu daha fazla yormak istemesem de o çok iyi bir dost, canımın sıkkın olduğunu anlayıp hemen ferahlatabiliyor içimi.
Küçükken ateşli olduğum zamanlarda geceleri hep aynı rüyayı görürdüm, kocaman, sınırsız bir dama deseni üzerinde ben ufacık bir böceğim ve geziyorum. İşte bu anı 2 gün önce yasaklı yerlere girdiğimde tekrar hissettim. Bir sokak vardı, (İç kurşunlu sokak) oranın dokusunu, renklerini çok seviyorum her gittiğimde de aynı yerden aynı açıyla fotoğrafını çektim, çekmeye de sonbaharda başladığım için, baharın gelmesiyle de orayı fotoğraflamak için gerçekten heyecanlıydım. Sokağa girdim, sanıyorum ki bıraktığım gibi, hatta yeşillenmiş, güneş batıyor diye daha güzel olmuş.. Ama bir baktım YOK. Önce inanamadım, hızlı hızlı düşünüyorum acaba burası mıydı diye, evet orası ama sokak yok. İşte tam o an, Suriçi o dama deseni, ben üzerinde ki o böceğim yani o koca desenin üzerinde bir hiçim aslında. Bunu öylesine hissettim ki, çaresizlik, umutsuzluk, n'olucak şimdi bakışı..
Bir şeyler yapmalıyım, en sevdiğim şey bu denli hızla tükenirken durup izleyemem. Her şey hızla yok oluyor ve en kötü yanı da 1 ay önce fotoğrafladığım sokağı ben bile unutuyorum. Hafızamdan siliniyor. Ama daha çocuklarıma, çocuklarınıza anlatacağım anılarım olacaktı oysa. O an tek düşündüğüm şey, artık olmayan o sokağın fotoğrafını nerede durup çekiyordum. Düşünüyorum düşünüyorum dümdüz olduğu için anımsayamıyorum. Anımsasam dostumun uzattığı o deniz simidine tutunacağım ve kafamdaki karışık cümlelerin içinde boğulmaktan kurtulacağım ama yok bir türlü aklıma gelmiyor. Aynı nokta olmasa da sokağı fotoğrafladım. Ve o an kendime bir söz verdim, 6 aydır fotoğrafladığım tüm fotoğrafları bilgisayar ortamında saklamak yerine, baskılarını alıp bazen küçük notlarla bazen de uzun yazılarımla arşivleyeceğim. Ben bile bu denli unuturken, kentin hafızasının yok oluşuna tanık olup başkalarına hiçbir iz bırakmamak bencillik olur. Bu yeni projem içinde kendime bol sabır diliyorum ve dostumunda daha dirençli olup en azından yıkım süresinin daha yavaş olmasını..
Kendi iç savaşınızı sonlandırdığınız ve huzur bulduğunuz harika bir pazar olsun! :)
(SAVAŞTAN SONRA)
(YIKIMDAN SONRA)
Benim için hayatımın en büyük travması Sur'dur. Çok derin yaralar bıraktı, hala geceleri uykumdan sıçrayarak uyanırım, çünkü her gün sabah ezanıyla Sur bombalanırdı. Geçen gün büroya giderken bir ses duydum, ses çok mu fazlaydı yoksa ben dalgındım diye mi öyle geldi bilmiyorum ama tam 1 sene öncesine gittim. Kriz anında kilitlenir kalırım ben, o anda öylece yolun ortasında durup ağlamaya başladım. Çünkü bir sene önceki çaresizliğimi yeniden hissettim. Yara kabuk bağlar, kapandı sanırsınız ama en ufak bir temasta sızlar ya, benimki de öyle..
Şimdi dönüp baktığımda o süreçte beni yıpratan bir etmeninde insanlar olduğunu görüyorum. Sürekli eleştiri, sürekli bir yorum yapma hevesiyle yanıp tutuştu çevremdekiler. Sur sende takıntı oldu diyenler, artık yeter üzülme abartıyorsun diyenler, bilip bilmeden eleştirenler.. Acınla baş başa kalmana bile izin vermeyen bencil insanlar. Bu bölgede büyümüşseniz zaten yaşıtlarınız gibi şımarıklıklar yapmaya utanırsınız. Aşk acısı çekmeye, istediğin o ayakkabı tükendi diye naz yapmaya, saçın kötü kesildi diye kuaförüne trip atmaya utanırsın. O süreç zaten çok içe dönük geçti, kendi adıma. İnsanlardan soyutlandığım, gözümde hiçbir şeyin değerinin kalmadığı sancılı bir süreçti. İnsanları konuşturmamayı da o dönemde öğrendim zaten. Çünkü kendi kabuğuna çekilip acınla baş başa kalmak istiyorsun, ama sürekli dışardan dürtüklemeye çalışıyorlar.
Geçti demek zor, çünkü geçmedi. En azından hafifledi diyebiliyorum artık. Hala çok stresliyken ya da canım sıkkınken Sur'a kaçıp sığınmak istiyorum, o taşlar çok dinledi beni, o sokaklar sınav stresimi de, mezuniyet heyecanımı da paylaştı. En mutlu olduğum zaman da oraya koştum, en kötü zamanımda da oraya koştum ben. En sevdiğiniz, her şeyinizi bilen, her anınızı paylaşan dostunuz hastalanır ya, o size çok şey yapmıştır ama sizin ona yapacak bir şeyiniz yok diye çaresiz hissedersiniz. Yasak sürecinde öyleydi işte, benim dostum, hayat arkadaşım gözümün önünde hızla tükenirken benim ona yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Ben, Sur sürecinde çok umutsuz, çaresiz olduğumu düşündüm 1 senedir, ama hep şunu da sordum kendime insan hiç umudu yokken yaşayamaz, o süreci nasıl atlattım peki? Dün 1 sene önce yazdığım bir maili gördüm, şu cümleyi okuduğum an anladım ki aslında hala umudum varmış ki o diri tutmuş beni, o süreci atlatmak için psikologa gitmem bile umudumdan geliyormuş. '' ''Belki de surdaki yasak kalkarsa burada kalmaya devam ederim, oranın yeniden inşası için. Hiçbir şey bıraktığın gibi değil, ne bu şehir ne bu insanlar. Herkes öyle öfkeli ki. Yüzü gülen o amcalardan eser yok. Sokaklarda oynayan o çocuklardan eser yok. Umarım her şey bir an önce düzelir.''
Şimdi olduğum yere bakıyorum, tam da olmak istediğim yerdeyim. Hasta arkadaşımın yaralarını sarıyorum, kendi sıkıntılarımı anlatıp onu daha fazla yormak istemesem de o çok iyi bir dost, canımın sıkkın olduğunu anlayıp hemen ferahlatabiliyor içimi.
Küçükken ateşli olduğum zamanlarda geceleri hep aynı rüyayı görürdüm, kocaman, sınırsız bir dama deseni üzerinde ben ufacık bir böceğim ve geziyorum. İşte bu anı 2 gün önce yasaklı yerlere girdiğimde tekrar hissettim. Bir sokak vardı, (İç kurşunlu sokak) oranın dokusunu, renklerini çok seviyorum her gittiğimde de aynı yerden aynı açıyla fotoğrafını çektim, çekmeye de sonbaharda başladığım için, baharın gelmesiyle de orayı fotoğraflamak için gerçekten heyecanlıydım. Sokağa girdim, sanıyorum ki bıraktığım gibi, hatta yeşillenmiş, güneş batıyor diye daha güzel olmuş.. Ama bir baktım YOK. Önce inanamadım, hızlı hızlı düşünüyorum acaba burası mıydı diye, evet orası ama sokak yok. İşte tam o an, Suriçi o dama deseni, ben üzerinde ki o böceğim yani o koca desenin üzerinde bir hiçim aslında. Bunu öylesine hissettim ki, çaresizlik, umutsuzluk, n'olucak şimdi bakışı..
Bir şeyler yapmalıyım, en sevdiğim şey bu denli hızla tükenirken durup izleyemem. Her şey hızla yok oluyor ve en kötü yanı da 1 ay önce fotoğrafladığım sokağı ben bile unutuyorum. Hafızamdan siliniyor. Ama daha çocuklarıma, çocuklarınıza anlatacağım anılarım olacaktı oysa. O an tek düşündüğüm şey, artık olmayan o sokağın fotoğrafını nerede durup çekiyordum. Düşünüyorum düşünüyorum dümdüz olduğu için anımsayamıyorum. Anımsasam dostumun uzattığı o deniz simidine tutunacağım ve kafamdaki karışık cümlelerin içinde boğulmaktan kurtulacağım ama yok bir türlü aklıma gelmiyor. Aynı nokta olmasa da sokağı fotoğrafladım. Ve o an kendime bir söz verdim, 6 aydır fotoğrafladığım tüm fotoğrafları bilgisayar ortamında saklamak yerine, baskılarını alıp bazen küçük notlarla bazen de uzun yazılarımla arşivleyeceğim. Ben bile bu denli unuturken, kentin hafızasının yok oluşuna tanık olup başkalarına hiçbir iz bırakmamak bencillik olur. Bu yeni projem içinde kendime bol sabır diliyorum ve dostumunda daha dirençli olup en azından yıkım süresinin daha yavaş olmasını..
Kendi iç savaşınızı sonlandırdığınız ve huzur bulduğunuz harika bir pazar olsun! :)
(SAVAŞTAN SONRA)
(YIKIMDAN SONRA)
11 Aralık 2016 Pazar
0
Babalar ve kızları..
Baba.. Kız çocuklarının hayatlarını kuran, kişiliklerinin şekillenmesinde en etkin rolü olan insan.
Babam.. Attığım adımın arkasında hep o ve ondan izler oldu. Her zaman ikili ilişkiler konusunda güçlü oldum, bir karar aldım ve önüme baktım, pişman olsam bile geri dönmedim dönemedim çünkü böyle yetiştirildim. Başıma buyruk, bazen babamı bile karşıma alırken yeri geldi toplumu ve kurallarını karşıma aldım, yine güçlü durdum çünkü öyle yetiştirildim. Hayatımı alt üst edebilecek güçte bir kararı alırken bile dönüp ona sorduğumda 'Ne yaparsan yap, arkandayım' dedi, hep. Düştüm, kalktım arkamı döndüm yine oradaydı. Hatalar yaptım, çok zor zamanlar geçirdim yanlışıma yanlış dedi ama yinede kararı bana bıraktı hep. İstanbul'da oku dedi, okumadım. Diyarbakır'da kaldığım için pişmanım dedim, böyle olacağını biliyordum ama olsun mutlusun dedi. Okulu bitirdiğim ilk ay iş ararken ve bulamazken onunla ağladım. Beni karşısına alıp 'eğer içinde tıp okuma isteği kaldıysa yeniden hazırlan 6 yıl daha öğrenci olabilirsin, baban arkanda yeter ki sevdiğin mesleği yap.' dedi. Kalp krizi geçirdiği o gece onu yoğun bakıma götürdüklerdinde sedyeye kapanıp ağladığım zaman 'Sorun yok, turp gibiyim ben' dedi gülümserken. Fotoğraf makinesi alacağım ve herkes bir hevestir geçer dediği zamanlarda bile o paramın eksik kalanını tamamlayıp makinemi aldı, fotoğrafçılığa başladığımda her kafadan bir ses çıkarken o 'mutluysan yap, sorun yok' dedi. Tüm dünya karşımda dururken o yanımda durdu. Çatışmaların arasında Sur'a gittiğim zamanlarda çok endişelendiğini ve 'lütfen gitme' dediğini hatırlıyorum. Tabiki yine de gittim. Geçen gün bomba patladıktan sonra tekrar uykularımdan sıçramaya başlayınca 'sana demiştim ama yinede bildiğini okudun, umarım artık biraz beni dinlersin' dedi, dinlemeyeceğimi bile bile :)
Korku filmleri izleyip uyuyamadığım gecelerde benimle beraber sabahladı, ergenlik dönemimde ki diz ağrılarımdan sabahlara kadar otururken başımda dizlerimi ovuşturdu. Bizim evde kadın erkek ayrımı olmadı hiç, babam bir gün bile elini kaldırmadı. Hatta kardeşim ergenlik dönemlerinde giydiklerime ya da seyahatlerime müdahale ettiği zamanlarda bile beni savundu, böylelikle özgür, daha girişken, tecrübeli ve kendi kararlarını kendi verebilen, hayatını şekillendirebilen bir kız çocuğu yetiştirdi.
Aldatıldım, terk edildim yeri geldi terk ettim. İkili ilişkilerimde hata kabul etmeyen, olsa da olur olmasa da olur diyen taraf hep ben oldum çünkü hayatımdaki baba rolü kızına sahip çıkan ve arkasında duran bir babaydı. Evlilik çok istediğim bir şey olmadı hiç, hatta doğru olduğuna inandığım insanı bulmayana kadar evlilik gibi bir düşüncemde yok. Çünkü babam hayatımı yaşamam, kariyer yapmam ve gezmem gerektiğini söylüyor hep, ve sadece gerçekten istersem evlenmem gerektiğini. Toplumun tüm 'okul bitti, artık evlilik çağın geldi' dayatmalarına karşın o, evlenip mutsuz olacağıma evlenmemem taraftarı. Böylelikle erkek egemenliğine,bir erkeğin himayesi altında ki kadına ve ilişkiye karşı, yalnızlıktan korkmayan,güçlü bir kız çocuğu yetiştirdi.
Kız arkadaşlarımın ilişkilerini gözlemlediğimde erkeklere çok bağlanan, onlar olmadan asla yaşayamayan,terk edilmekten korkan, hiç yalnız kalamayan, en ufak bir işini bile erkek olmadan yapamayan bireyler görüyorum çoğunlukla. Bunu biraz irdeleyince de babalarıyla olan ilişkilerinde ki zayıflıkların veya sorunların onları buna ittiğini anlıyorum. Bazıları baba hissiyatının eksikliğini bir erkeğe kör kütük bağlanarak yaşarken, bazıları da ciddi güven sorunlarıyla hiç bağlanamıyorlar.
Ebeveyn olmak zor. eline bir hamur verip onu istediğin şekle sokmanı istiyorlar, bilerek ya da bilmeyerek. Geçen gün bir yazı okudum, bebek her ağladığında ona meme verirseniz büyüdüğünde de strese girdiğinde veya bir sorunla karşılaştığında yemek yeme ihtiyacı hissediyorlarmış, demek canım sıkkınken yemeğe sarmamın temelinde bu varmış. Birde anne babası tartışan çocuklar sevgi gösterme şeklinin tartışma odaklı olduğunu düşünürlermiş. İkili ilişkilerimde ki hoyratça tartışmalarımın altında da bu yatıyormuş demek. Dediğim gibi aslında attığımız tüm adımların arkasında çocukluğumuz, anne babamız ve toplumun dayattıkları var.
Bütün bunları geçen gün bir arkadaşımla konuşurken bana bir film tavsiye etti; 'Babalar ve kızları'. Bugün oturup izledim ve tek kelimeyle ba-yıl-dım! İlk fırsatta, hatta fırsatınız yoksa bile mutlaka bir araya sıkıştırıp izleyin derim. Beni çok etkiledi, hatta bayağıda ağlattı. Bir dahaki sefere de babamla izleyeceğim.
Başkalarının hayatlarında bıraktığınız izlerin farkında olarak ve huzurla kalın!
Babam.. Attığım adımın arkasında hep o ve ondan izler oldu. Her zaman ikili ilişkiler konusunda güçlü oldum, bir karar aldım ve önüme baktım, pişman olsam bile geri dönmedim dönemedim çünkü böyle yetiştirildim. Başıma buyruk, bazen babamı bile karşıma alırken yeri geldi toplumu ve kurallarını karşıma aldım, yine güçlü durdum çünkü öyle yetiştirildim. Hayatımı alt üst edebilecek güçte bir kararı alırken bile dönüp ona sorduğumda 'Ne yaparsan yap, arkandayım' dedi, hep. Düştüm, kalktım arkamı döndüm yine oradaydı. Hatalar yaptım, çok zor zamanlar geçirdim yanlışıma yanlış dedi ama yinede kararı bana bıraktı hep. İstanbul'da oku dedi, okumadım. Diyarbakır'da kaldığım için pişmanım dedim, böyle olacağını biliyordum ama olsun mutlusun dedi. Okulu bitirdiğim ilk ay iş ararken ve bulamazken onunla ağladım. Beni karşısına alıp 'eğer içinde tıp okuma isteği kaldıysa yeniden hazırlan 6 yıl daha öğrenci olabilirsin, baban arkanda yeter ki sevdiğin mesleği yap.' dedi. Kalp krizi geçirdiği o gece onu yoğun bakıma götürdüklerdinde sedyeye kapanıp ağladığım zaman 'Sorun yok, turp gibiyim ben' dedi gülümserken. Fotoğraf makinesi alacağım ve herkes bir hevestir geçer dediği zamanlarda bile o paramın eksik kalanını tamamlayıp makinemi aldı, fotoğrafçılığa başladığımda her kafadan bir ses çıkarken o 'mutluysan yap, sorun yok' dedi. Tüm dünya karşımda dururken o yanımda durdu. Çatışmaların arasında Sur'a gittiğim zamanlarda çok endişelendiğini ve 'lütfen gitme' dediğini hatırlıyorum. Tabiki yine de gittim. Geçen gün bomba patladıktan sonra tekrar uykularımdan sıçramaya başlayınca 'sana demiştim ama yinede bildiğini okudun, umarım artık biraz beni dinlersin' dedi, dinlemeyeceğimi bile bile :)
Korku filmleri izleyip uyuyamadığım gecelerde benimle beraber sabahladı, ergenlik dönemimde ki diz ağrılarımdan sabahlara kadar otururken başımda dizlerimi ovuşturdu. Bizim evde kadın erkek ayrımı olmadı hiç, babam bir gün bile elini kaldırmadı. Hatta kardeşim ergenlik dönemlerinde giydiklerime ya da seyahatlerime müdahale ettiği zamanlarda bile beni savundu, böylelikle özgür, daha girişken, tecrübeli ve kendi kararlarını kendi verebilen, hayatını şekillendirebilen bir kız çocuğu yetiştirdi.
Aldatıldım, terk edildim yeri geldi terk ettim. İkili ilişkilerimde hata kabul etmeyen, olsa da olur olmasa da olur diyen taraf hep ben oldum çünkü hayatımdaki baba rolü kızına sahip çıkan ve arkasında duran bir babaydı. Evlilik çok istediğim bir şey olmadı hiç, hatta doğru olduğuna inandığım insanı bulmayana kadar evlilik gibi bir düşüncemde yok. Çünkü babam hayatımı yaşamam, kariyer yapmam ve gezmem gerektiğini söylüyor hep, ve sadece gerçekten istersem evlenmem gerektiğini. Toplumun tüm 'okul bitti, artık evlilik çağın geldi' dayatmalarına karşın o, evlenip mutsuz olacağıma evlenmemem taraftarı. Böylelikle erkek egemenliğine,bir erkeğin himayesi altında ki kadına ve ilişkiye karşı, yalnızlıktan korkmayan,güçlü bir kız çocuğu yetiştirdi.
Kız arkadaşlarımın ilişkilerini gözlemlediğimde erkeklere çok bağlanan, onlar olmadan asla yaşayamayan,terk edilmekten korkan, hiç yalnız kalamayan, en ufak bir işini bile erkek olmadan yapamayan bireyler görüyorum çoğunlukla. Bunu biraz irdeleyince de babalarıyla olan ilişkilerinde ki zayıflıkların veya sorunların onları buna ittiğini anlıyorum. Bazıları baba hissiyatının eksikliğini bir erkeğe kör kütük bağlanarak yaşarken, bazıları da ciddi güven sorunlarıyla hiç bağlanamıyorlar.
Ebeveyn olmak zor. eline bir hamur verip onu istediğin şekle sokmanı istiyorlar, bilerek ya da bilmeyerek. Geçen gün bir yazı okudum, bebek her ağladığında ona meme verirseniz büyüdüğünde de strese girdiğinde veya bir sorunla karşılaştığında yemek yeme ihtiyacı hissediyorlarmış, demek canım sıkkınken yemeğe sarmamın temelinde bu varmış. Birde anne babası tartışan çocuklar sevgi gösterme şeklinin tartışma odaklı olduğunu düşünürlermiş. İkili ilişkilerimde ki hoyratça tartışmalarımın altında da bu yatıyormuş demek. Dediğim gibi aslında attığımız tüm adımların arkasında çocukluğumuz, anne babamız ve toplumun dayattıkları var.
Bütün bunları geçen gün bir arkadaşımla konuşurken bana bir film tavsiye etti; 'Babalar ve kızları'. Bugün oturup izledim ve tek kelimeyle ba-yıl-dım! İlk fırsatta, hatta fırsatınız yoksa bile mutlaka bir araya sıkıştırıp izleyin derim. Beni çok etkiledi, hatta bayağıda ağlattı. Bir dahaki sefere de babamla izleyeceğim.
Başkalarının hayatlarında bıraktığınız izlerin farkında olarak ve huzurla kalın!
25 Ekim 2016 Salı
1
Zemheride uzadıkça uzadı..
İnsan, yaşamı boyunca unutamadıklarının listesini yapsa? Kimi sevgilisinin elvedası, kimi annesi, babası, dostu, belki kardeşi der. Benim 23 yılıma sığdırdığım, unutamadığım ve asla unutamayacağım o bakışlar..
Yaklaşık bir sene önce Diyarbakır en sert kışlarından birini geçiriyor, hava buz, kar yağmış her yerde kar var, Sur'da çatışma.. Sokağa çıkma yasağına 1 günlük ara veriliyor insanlar evlerini boşaltabilsin diye. Bir kamyon, içinde eşyalar, eşyalar düşmesin diye tutan insanlar ve kamyonun arkasından bakan bir çift göz. Esmer küçük bir kız, kaşları, saçları, gözleri simsiyah. O simsiyah boncuk gözler tam karşımda bana bakıyor. Minicik elleri kamyonu tutmuş, gözleri bana odaklanmış öylece bakıyor. O soğuk havanın hissettirdikleri ve o bakışlar. Ömrüm boyunca unutamayacağım bir şey.
Bu sabah.. Hava soğuk, ben Sur'dayım, yasaklı yerden eşyasını almaya çalışan bir aile,kamyon ve küçük bir kız. Sarışın, gözleri ela. Bir an onunla göz göze geliyorum, tek bir an. Zaman duruyor, ben bir sene öncesine gidiyorum. Çaresizlik, mahcubiyet, umutsuzluk...
Bazen... Her şey çok güzel görünürken tek bir an sizi yıkıp geçebilir. Bazen.. Bazı acılar kaldıramayacağınız kadar ağır gelebilir. Oysa zaman.. Ne güze ilaç.
Ruhunuza iyi gelsin diye, beni acıtan size huzur versin diye.. İyi dinlemeler.
Yaklaşık bir sene önce Diyarbakır en sert kışlarından birini geçiriyor, hava buz, kar yağmış her yerde kar var, Sur'da çatışma.. Sokağa çıkma yasağına 1 günlük ara veriliyor insanlar evlerini boşaltabilsin diye. Bir kamyon, içinde eşyalar, eşyalar düşmesin diye tutan insanlar ve kamyonun arkasından bakan bir çift göz. Esmer küçük bir kız, kaşları, saçları, gözleri simsiyah. O simsiyah boncuk gözler tam karşımda bana bakıyor. Minicik elleri kamyonu tutmuş, gözleri bana odaklanmış öylece bakıyor. O soğuk havanın hissettirdikleri ve o bakışlar. Ömrüm boyunca unutamayacağım bir şey.
Bu sabah.. Hava soğuk, ben Sur'dayım, yasaklı yerden eşyasını almaya çalışan bir aile,kamyon ve küçük bir kız. Sarışın, gözleri ela. Bir an onunla göz göze geliyorum, tek bir an. Zaman duruyor, ben bir sene öncesine gidiyorum. Çaresizlik, mahcubiyet, umutsuzluk...
Bazen... Her şey çok güzel görünürken tek bir an sizi yıkıp geçebilir. Bazen.. Bazı acılar kaldıramayacağınız kadar ağır gelebilir. Oysa zaman.. Ne güze ilaç.
Ruhunuza iyi gelsin diye, beni acıtan size huzur versin diye.. İyi dinlemeler.
18 Nisan 2016 Pazartesi
0
Mardin Kadın Filmleri Festivali Ve 'BAK' Sergisi
Hafta sonu ne kadar yoğun geçtiyse Pazartesi sabahına tam tersi bir sakinlikle başladım. Odam mis gibi kahve kokuyor, daha sabahın yedisi ve ben geçtim bilgisayarın başına fonda Johannes Brahms-Waltz eşliğinde blog yazıyorum.
Cuma günü proje stresiydi, sunumdu, koşuşturmaydı, banka işleri ve akşamı da Sur izleme komisyonu toplantımız derken haftasonuna çok güzel planlarla girdim.
Cumartesi sabahı TMMOB kadın komisyonu olarak yani mimarlar, inşaat mühendisleri ve makine mühendisleri kadınları olarak Mardin'e Filmmor'un düzenlediği kadın filmleri festivaline gittik. Mardin'e en son gittiğimde Sur'da ki yasak kalkmamıştı, ben psikolojik olarak çöküş yaşıyordum ve Sur'a gidemeyip Mardin'e gittiğim için de burukluğum çok fazlaydı. Birde pazar günleri Mardin ölü şehir oluyor. Açık dükkan bulmak neredeyse imkansızlaşıyor, o yüzden cumartesi gitmek hatta imkan varsa hafta içi gitmek en güzeli. Kasımiye Medresesi'ni gezdikten sonra Sinemardin'e geçiyoruz. Filmlerin başlamasına daha var, birer çay içip Mardin'in pekmezli ekmeğinden ve simitlerinden yiyoruz. Bu arada Mardin'e yolunuz düşerse pekmezli ekmeği yemeden dönmeyin.
Film başlamadan önce Melek Özman bizimle çok samimi, çok güzel bir konuşma yapıyor. Gerçekten burada yaşadığımız acılarda, savaş psikolojisinin çöküntüsünde yalnız olmadığımızı bir kez daha en derinimde hissediyorum.
İlk film, Bilge ve Öğrencisi: Bir Reji Asistanının Günlüğü
Yönetmeni: Belmin Söylemez
Senaryo: Belmin Söylemez
Belmin Söylemez belgeselde, 1994'te aramızdan ayrılan sinemamızın en üretken yönetmenlerinden Bilge Olgaç'la geçirdiği iki yılın öyküsünü, ondan öğrendiklerini ve 80'lerin sonunda Türkiye'de bir filmin nasıl yapıldığına dair deneyimlerini anlatıyor.
Kadının 80'lerdeki yerini, toplumun bakış açısına rağmen başarısını çok güzel bir şekilde yansıtmışlar bence beyaz perdeye.
İkinci film, Sıcak Hava Dalgası
Yönetmeni: Lucia Valverde
Senaryo: Lucia Valverde
Gerçek bir olaydan uyarlanan filmde Lüksemburg'da yaşayan Cecilia ve Igno çiftinin hikayesi anlatılıyor. Bolca güldüğümüz, samimi bir filmdi.
Üçüncü film,Binlercesinden Biri
Yönetmeni: Baran M. Reihani
Senaryo:Baran M. Reihani
Asya köylerinde yoksul ailelerin kızları anneleri gibi halı dokurlar. Çocukluklarından başlayarak bir ömür halılara hayallerini de dokurlar. Film bu kız çocuklarından birini, kelebekler gibi özgürce hayallerinin peşinden gitmek isteyen dokumacı bir Kürt kızını anlatıyor.
Dördüncü film, Uzak mı..
Yönetmeni: Leyla Toprak
Senaryo: Leyla Toprak
Kobane'de ki gerilla kadınların binlerce yılın ataerkil baskısına başkaldırışının yanı sıra bölgede ki savaş sürecine dair tanıklıkları anlatıyor. Benim en en etkilendiğim kısa film kesinlikle buydu. Kobane'de savaşçı olan gerilla Hakkari'liymiş, çok güzel ve anlamlı mesajlar verdi kadına ve yaşama dair. 'Dünyayı kadınlar güzelleştirecek ve iyileştirecek' düşüncem bir kez daha umutla yeşerdi. Filmin sonunda yönetmeni Leyla Toprak bağlandı, bizimle sohbet etti. Salondaki herkes çok duygulanmıştı ve yönetmeninde aynı duygu yoğunluğuyla bizimle konuşması çok iyi geldi.
Aradan sonra izlediğimiz film uzun filmdi.
Filmin adı: Kadınların Adaleti
Yönetmeni: Deepa Dhanraj
Senaryo: Jabeen Merchant
Köyün ileri gelenleri.. Ya da ihtiyar heyeti.. Adına ne derseniz deyin karar vericiler hep bir grup erkektir. Hindistan'da bunu tersine çevirmeye çalışan bir grup müslüman kadın, kendi karar mekanizmalarını kurmak isterler. Girdikleri bu mücadelede yaşadıklarını aktarmışlar. Bir yerlerde böyle şeyler oluyorsa bizim içinde hala umut var demektir :)
Bahar demek, etkinlik demek, bir sürü güzel insan tanıyıp bir sürü güzel şey öğrenmek demek benim için. Mardin'de de tanıdığım ve yolumuzun böyle anlamlı bir etkinlikle kesiştiği insanlara teşekkür ederim. Hoşgeldin bahar ruhuma huzur ve mutluluk getirdin! :)
Pazar günüde sabah kahvaltı yapıp çıkıyorum evden, ilk önce geçen hafta çekimini yaptığım gelin-damadımla görüşüyorum ve fotoğraflarını teslim ediyorum. Sonra Mimarlar odasına gidiyorum. 'Sur ve kamulaştırma' paneli var, kafamdaki tüm soru işaretlerinin cevabını bulduğum, kamulaştırmaya dair birçok şey öğrendiğim bir panel oluyor. Bu konuyu ayrı bir postta çok daha detaylı bir şekilde yazacağım için şimdilik geçiyorum.
Panelden sonra 'Anlamak ve anlatmak için şehre BAK!' sergisine gittim. Bu sene ikincisi düzenlenen serginin çalışma aşamalarını sosyal medyadan takip ediyordum. Geçen seneki çok güzeldi, bu sene biraz daha az fotoğraf sergilemişlerdi. Oysa ne kadar çok çalıştıklarını gördüm. Aslında azlığın sebebi yani bana göre az gelmesinin sebebi fotoğraf olarak beklentimin çok yüksek olmasıydı, sergi de video ağırlıklıydı. BAK sergisi sizinde şehrinize geliyorsa veya Diyarbakır'daysanız mutlaka gidin, ruhunuzu okşayacak o fotoğraflara bakın derim. Benim bu sene ki favorim 'Tene Yazmak' köşesi oldu. Dövmeler ve hikayelerine bayıldım.
Güzelliklerle ve huzurla kalın! :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)