Hatice Özdil
Dr. Öğr. Üyesi Hatice ÖZDİL
Bitlis Eren Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı
Phone: 0434 222 00 00 Dahili:2919
Address: Bitlis Eren Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Merkez-Bitlis-Türkiye
Bitlis Eren Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı
Phone: 0434 222 00 00 Dahili:2919
Address: Bitlis Eren Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Merkez-Bitlis-Türkiye
less
Related Authors
Hakan Yalap
Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi / Nigde Omer Halisdemir University
Rıdvan ALBAY
Tokat Gaziosmanpaşa Üniversity
Hasan Kaplan
Mustafa Kemal University
İlyas YAZAR
Dokuz Eylül University
Şevkiye Kazan Nas
Akdeniz University
Timuçin Göz
Giresun University
Uploads
Papers by Hatice Özdil
Klâsik Türk edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Bahâyî, 17. yüzyılın önde gelen şahsiyetlerindendir. Âlim ve şair bir zat olan Bahâyî’nin kaleme almış olduğu “neylersin” redifli şiir, gerek kendi döneminde gerekse kendinden sonraki dönemde pek çok şairi etkilemiştir. Bahâyî’nin “neylersin” redifli şiirine yazılan nazire ve tahmisler, şairin üslubunun beğenildiği ve takdir edildiği anlamına gelmektedir.
Çalışmamızda Bahâyî’nin (ö. 1654) oldukça meşhur olan “neylersin” redifli gazeline yazılmış olan nazire ve tahmislere yer verilmiştir. Söz konusu “neylersin” redifli şiire; Nâ’ilî-i Kadîm (ö. 1666), Güftî (ö. 1677), Haylî Ahmed Çelebi (ö. 1686), Nasûhî (ö. ?), Vahyî (ö. 1718), Nazîm (ö. 1727), Sebkatî (ö. 1754), Ferrî (ö. 1805) ve İlhâmî (ö. 1808) tarafından nazire, taştir ve tahmisler yazılmıştır. Yapılan bu çalışmayla Bahâyî’nin “neylersin” redifli şiiri merkeze alınmış ve bu şiirin, şairler üzerindeki etkisi gösterilmeye çalışılmıştır.
Bu yazıda Kadı Burhaneddin Divanının 2019 ve 2020 yıllarında Bitlis Eren Üniversitesi ve Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan tıpkıbasımları tanıtılacaktır.
18. yüzyılın usta şairlerinden Nedîm, İstanbul sevgisi ve övgüsü ile dolu nice şiirler kaleme almıştır. Şaire göre İstanbul, paha biçilemez bir kıymette; sadece bir taşına bütün Acem mülkünün feda edilebileceği değerde bir şehirdir. İki deniz arasında, bir sadef içerisinde iri bir inci tanesidir.
Lale Devri İstanbul’u denince akla ilk gelen yer Sādābād, ilk şair ise Nedîm’dir. Günümüzde Nedîm ile Sādābād neredeyse birlikte anılır olmuştur. Nedîm, yaşadığı devirde Sādābād’ı görmeyi, şiirlerinde işlemiş olmayı bir şans ve ayrıcalık addeder. İranlı, meşhur Şehnāme şairi Firdevsî’nin Sādābād gibi bir güzelliği görmediği için efsāneler anlattığını, Sādābād gibi bir gerçek güzellik görseydi onlar yerine Sādābād’ı anlatacağından bahseder.
Sādābād’ın güzelliklerinden, havasından, süslemelerinden, köşklerinden, havuzlarından ayrıntılarıyla bahsederken; okuyucu adeta bir cennet tasviri ile karşılaştığını düşünür. Şaire göre Sādābād ancak cennetle kıyaslanabilir, havuzları kevser havuzudur, gülleri cennette bile yoktur.
Bildirimizde, Lale devri’nde İstanbul’un en meşhur mesire alanlarından Sādābād’ın Nedîm’in şiirlerinde nasıl işlendiğini göstermeye çalışacağız. Aynı zamanda birer tarih vesikası sayılan şiirlerin bir kez daha gündeme getirilip konuşulmasının önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Toprak, insanın ve dünyanın yaratılışının ana maddelerinden biri olarak kabul edilir. Dolayısıyla, toplumumuzda toprak kavramına birçok açıdan kutsiyet yüklenmiş ve toprak tevazu, bereket, teslimiyet, sadakat sembolü olarak kullanılmıştır. Kadı Burhaneddin Divanı'nda altı defa kullanılan hâksâr kelimesi, şairin şiirlerinde sevgilinin üstün güzelliği karşısında perişan olan, yüzünü gözünü toprağa süren, sevgilinin ayak toprağına kapanan zavallı, zelîl bir âşık manzarası çizer. Çalışmamızda Kadı Burhaneddin'in " hâksâr " ifadesini kullandığı şiirlerinde, âşığın sevgilinin güzelliği karşısında perişan bir durumda kendini toprakla bütünleştirmesi, kendini taşa toprağa vurması, yüzüne gözüne toprak bulaması sonucu oluşan bu acınacak tabloyu bir şair gözüyle nasıl ifade ettiği anlatılmaya çalışılacaktır.
ABSTRACT
Earth is regarded as one of the main subjects of man and the creation of the world. Therefore, in our society, the concept of earth has been used in many respects as a symbol of humility, abundance, surrender, loyalty. The word " hâksâr " , which is used six-times in the Divan of Kadı Burhaneddin, draws the sight of a misery and downsight lover who is miserable against the superior beauty of the beloved, whose face looks at the earth and who falls on the feet of his beloved. In this study where Kadi Burhaneddin uses the expression " hâksâr" in his poems, the lover integrates himself with the soil in a miserable situation because of the beauty of his beloved, abandons himself to the soil and stone and covers his face with soil. And we will try to explain how Kadı Burhaneddin expresses this poignant picture from the viewpoint of a poet.
19. yüzyıl mutasavvıflarından Mehmed Murad Nakşibendî, yaşadığı dönemde
İstanbul’daki en önemli Mesnevîhân’dır. Osmanlıda Nakşîlik ve Mevlevîlik
arasındaki yakınlaşmaya büyük ölçüde katkı sağlamış bir şahsiyettir. Kendi
zamanında, hem devlet adamları yanında hem de şeyh ve dervişler arasında
saygın bir yere sahiptir. Sultan Abdulmecid’in katılımıyla bir Dârü’l-Mesnevî
kurmuş, burada birçok ünlü Mesnevîhân’a icâzet vermiştir. Aynı zamanda
Murad Molla Tekkesi’nin şeyhi, Murad Molla Kütüphanesi’nin baş hafız-ı
kütübüdür.
Müderrisliğinin yanı sıra, birçok telif eseri bulunan Mehmed Murad Nakşibendî’nin
başyapıtı Hülâsatü’ş-Şürûh ismiyle Mesnevî’nin tamamına yazdığı
şerhtir. Türk edebiyatında Mesnevî’nin tamamına sadece yedi kişi tarafından
şerh yazılmıştır. Şârihlerden sadece Mehmed Murad, Nakşî’dir. 6 cilt, 1420
varaklık bu kapsamlı eser, Mesnevî’nin bir Nakşî mutasavvıf gözüyle yorumu
açısından diğer Mesnevî şerhleri arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Mehmed Murad Nakşibendî’nin, eserinin satır aralarında Nakşîlik ve Mevlevîliğe
ait birçok unsuru karşılaştırdığı görülmektedir. Özellikle Mevlevîlikteki
semâ âyinleri ile ilgili çarpıcı eleştiri ve yorumlarda bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler
Mehmed Murad Nakşibendî, Murad Molla, Mesnevî, Şerh, Dârü’l-Mesnevî,
Nakşîlik, Mevlevîlik, Hülâsatü’ş-Şürûh
Bâbürlü Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı Zahirüddin Muhammed Babür
tarafından yazılan hatırat, dünyanın en iyi otobiyografik eserlerinden biri olarak
tanınmaktadır. “Hâtırat”, diğer isimleriyle “Vekâyi”, “Bâbürnâme”, “Vâkıanâme”,
“Vâkıât-ı Bâbürî”, “Vekayi‘nâme-i Pâdişâhî”, “Bâbüriyye” ya da Farsça
tercümelerinde kullanılan adı ile “Tüzük-i Bâbürî” her açıdan incelenmesi gereken
önemli bir eserdir.
Eser, Bâbür’ün on iki yaşında Fergana tahtına çıkışı ile başlayıp ölümünden bir yıl
öncesine kadar yani 5 Ramazan 899 (9 Haziran 1494) ile 3 Muharrem 936 (7 Eylül
1529) arasını içine alan zaman içindeki Babür’ün hayat macerasını anlatmaktadır.
Vak‘aların geçtiği coğrafî sahalara göre eserde 1494-1503 (Fergana), 1504-1520
(Kâbil), 1525-1529 (Hindistan) yılları mevcuttur.
Babür, hatıralarını Çağatay Türkçesi ile kaleme almıştır. Bâbürnâme’nin XVI. asır
içinde Doğu’nun yaygın ve müşterek edebiyat dili olarak Farsça’ya tercümeleri
ortaya konulmuştur. Bunların en eskisi, 931’de (1524-25) yani Bâbür hayatta iken
tercüme edilmiştir. Farsça Bâbürnâme tercümesiyle beraber Bâbür etrafında saray ressamlarının
başlattıkları bir minyatür geleneği doğmuştur. Hemen hepsinde Bâbür’ün yüz
benzerliği muhafaza edilen bu minyatürler, tercümenin bazı nüshalarında zengin bir
koleksiyon teşkil edecek sayıdadır. Bunlardan tam olanlardan biri British Museum’da
içinde doksan altı minyatür bulunan nüsha, diğeri de Yeni Delhi müzesindeki 1598
tarihli nüshadır. Moskova Şark Halkları Müzesi nüshasında mevcut altmış dokuz minyatür S. Tyulayev tarafından bir albüm halinde yayımlanmıştır (Miniatiyuri
Rukopisi Baburnama/Miniatures of Babur-Name, Moskova 1960). British
Museum’daki otuz iki minyatür de Hâmid Süleyman tarafından bir albüm halinde
çıkarılmıştır (Bobırnoma Rasmları, Taşkent 1970).
Çalışmamızda tanıtmak istediğimiz minyatürlü nüsha ise, Amerika Birleşik
Devletleri, Maryland, Baltimore’daki The Walters Art Museum’da “Walters Ms.
W.596, Memoirs of Babur” adı ve numarası ile kayıtlıdır. İnceleyeceğimiz nüsha,
iki farklı müstensih tarafından nestalik yazı ile Farsça yazılmıştır. 16. yüzyılın
sonlarında yazıldığı tahmin edilen nüsha dağınık bir el yazmasıdır. Bulunan
yaprakların sıralanışı birbirini takip etmemektedir. Metin aniden başlar, sürekli
anlatım yoktur. Bir yaprak diğerine rastgele bağlanmıştır. Nüsha otuz adet tam
sayfalık nefis minyatürler içermektedir. Bu eserin elli yedi varak içeren bir başka
büyük bölümü Moskova Doğu Kültürleri Devlet Müzesinde bulunmaktadır.
Çalışmamızın konusu The Walters Art Museum’da bulunan minyatürlü Babürname
nüshasıdır. Nüshada mevcut otuz minyatür ve bu minyatürler üzerinde yer alan
Farsça ifadeler incelenerek nüshanın, ilim dünyasına tanıtılması amaçlanmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Babür, Hatırat, Babürname, Vekayi, Minyatür
Klâsik Türk edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Bahâyî, 17. yüzyılın önde gelen şahsiyetlerindendir. Âlim ve şair bir zat olan Bahâyî’nin kaleme almış olduğu “neylersin” redifli şiir, gerek kendi döneminde gerekse kendinden sonraki dönemde pek çok şairi etkilemiştir. Bahâyî’nin “neylersin” redifli şiirine yazılan nazire ve tahmisler, şairin üslubunun beğenildiği ve takdir edildiği anlamına gelmektedir.
Çalışmamızda Bahâyî’nin (ö. 1654) oldukça meşhur olan “neylersin” redifli gazeline yazılmış olan nazire ve tahmislere yer verilmiştir. Söz konusu “neylersin” redifli şiire; Nâ’ilî-i Kadîm (ö. 1666), Güftî (ö. 1677), Haylî Ahmed Çelebi (ö. 1686), Nasûhî (ö. ?), Vahyî (ö. 1718), Nazîm (ö. 1727), Sebkatî (ö. 1754), Ferrî (ö. 1805) ve İlhâmî (ö. 1808) tarafından nazire, taştir ve tahmisler yazılmıştır. Yapılan bu çalışmayla Bahâyî’nin “neylersin” redifli şiiri merkeze alınmış ve bu şiirin, şairler üzerindeki etkisi gösterilmeye çalışılmıştır.
Bu yazıda Kadı Burhaneddin Divanının 2019 ve 2020 yıllarında Bitlis Eren Üniversitesi ve Türk Dil Kurumu tarafından yayımlanan tıpkıbasımları tanıtılacaktır.
18. yüzyılın usta şairlerinden Nedîm, İstanbul sevgisi ve övgüsü ile dolu nice şiirler kaleme almıştır. Şaire göre İstanbul, paha biçilemez bir kıymette; sadece bir taşına bütün Acem mülkünün feda edilebileceği değerde bir şehirdir. İki deniz arasında, bir sadef içerisinde iri bir inci tanesidir.
Lale Devri İstanbul’u denince akla ilk gelen yer Sādābād, ilk şair ise Nedîm’dir. Günümüzde Nedîm ile Sādābād neredeyse birlikte anılır olmuştur. Nedîm, yaşadığı devirde Sādābād’ı görmeyi, şiirlerinde işlemiş olmayı bir şans ve ayrıcalık addeder. İranlı, meşhur Şehnāme şairi Firdevsî’nin Sādābād gibi bir güzelliği görmediği için efsāneler anlattığını, Sādābād gibi bir gerçek güzellik görseydi onlar yerine Sādābād’ı anlatacağından bahseder.
Sādābād’ın güzelliklerinden, havasından, süslemelerinden, köşklerinden, havuzlarından ayrıntılarıyla bahsederken; okuyucu adeta bir cennet tasviri ile karşılaştığını düşünür. Şaire göre Sādābād ancak cennetle kıyaslanabilir, havuzları kevser havuzudur, gülleri cennette bile yoktur.
Bildirimizde, Lale devri’nde İstanbul’un en meşhur mesire alanlarından Sādābād’ın Nedîm’in şiirlerinde nasıl işlendiğini göstermeye çalışacağız. Aynı zamanda birer tarih vesikası sayılan şiirlerin bir kez daha gündeme getirilip konuşulmasının önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Toprak, insanın ve dünyanın yaratılışının ana maddelerinden biri olarak kabul edilir. Dolayısıyla, toplumumuzda toprak kavramına birçok açıdan kutsiyet yüklenmiş ve toprak tevazu, bereket, teslimiyet, sadakat sembolü olarak kullanılmıştır. Kadı Burhaneddin Divanı'nda altı defa kullanılan hâksâr kelimesi, şairin şiirlerinde sevgilinin üstün güzelliği karşısında perişan olan, yüzünü gözünü toprağa süren, sevgilinin ayak toprağına kapanan zavallı, zelîl bir âşık manzarası çizer. Çalışmamızda Kadı Burhaneddin'in " hâksâr " ifadesini kullandığı şiirlerinde, âşığın sevgilinin güzelliği karşısında perişan bir durumda kendini toprakla bütünleştirmesi, kendini taşa toprağa vurması, yüzüne gözüne toprak bulaması sonucu oluşan bu acınacak tabloyu bir şair gözüyle nasıl ifade ettiği anlatılmaya çalışılacaktır.
ABSTRACT
Earth is regarded as one of the main subjects of man and the creation of the world. Therefore, in our society, the concept of earth has been used in many respects as a symbol of humility, abundance, surrender, loyalty. The word " hâksâr " , which is used six-times in the Divan of Kadı Burhaneddin, draws the sight of a misery and downsight lover who is miserable against the superior beauty of the beloved, whose face looks at the earth and who falls on the feet of his beloved. In this study where Kadi Burhaneddin uses the expression " hâksâr" in his poems, the lover integrates himself with the soil in a miserable situation because of the beauty of his beloved, abandons himself to the soil and stone and covers his face with soil. And we will try to explain how Kadı Burhaneddin expresses this poignant picture from the viewpoint of a poet.
19. yüzyıl mutasavvıflarından Mehmed Murad Nakşibendî, yaşadığı dönemde
İstanbul’daki en önemli Mesnevîhân’dır. Osmanlıda Nakşîlik ve Mevlevîlik
arasındaki yakınlaşmaya büyük ölçüde katkı sağlamış bir şahsiyettir. Kendi
zamanında, hem devlet adamları yanında hem de şeyh ve dervişler arasında
saygın bir yere sahiptir. Sultan Abdulmecid’in katılımıyla bir Dârü’l-Mesnevî
kurmuş, burada birçok ünlü Mesnevîhân’a icâzet vermiştir. Aynı zamanda
Murad Molla Tekkesi’nin şeyhi, Murad Molla Kütüphanesi’nin baş hafız-ı
kütübüdür.
Müderrisliğinin yanı sıra, birçok telif eseri bulunan Mehmed Murad Nakşibendî’nin
başyapıtı Hülâsatü’ş-Şürûh ismiyle Mesnevî’nin tamamına yazdığı
şerhtir. Türk edebiyatında Mesnevî’nin tamamına sadece yedi kişi tarafından
şerh yazılmıştır. Şârihlerden sadece Mehmed Murad, Nakşî’dir. 6 cilt, 1420
varaklık bu kapsamlı eser, Mesnevî’nin bir Nakşî mutasavvıf gözüyle yorumu
açısından diğer Mesnevî şerhleri arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir.
Mehmed Murad Nakşibendî’nin, eserinin satır aralarında Nakşîlik ve Mevlevîliğe
ait birçok unsuru karşılaştırdığı görülmektedir. Özellikle Mevlevîlikteki
semâ âyinleri ile ilgili çarpıcı eleştiri ve yorumlarda bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler
Mehmed Murad Nakşibendî, Murad Molla, Mesnevî, Şerh, Dârü’l-Mesnevî,
Nakşîlik, Mevlevîlik, Hülâsatü’ş-Şürûh
Bâbürlü Devleti’nin kurucusu ve ilk hükümdarı Zahirüddin Muhammed Babür
tarafından yazılan hatırat, dünyanın en iyi otobiyografik eserlerinden biri olarak
tanınmaktadır. “Hâtırat”, diğer isimleriyle “Vekâyi”, “Bâbürnâme”, “Vâkıanâme”,
“Vâkıât-ı Bâbürî”, “Vekayi‘nâme-i Pâdişâhî”, “Bâbüriyye” ya da Farsça
tercümelerinde kullanılan adı ile “Tüzük-i Bâbürî” her açıdan incelenmesi gereken
önemli bir eserdir.
Eser, Bâbür’ün on iki yaşında Fergana tahtına çıkışı ile başlayıp ölümünden bir yıl
öncesine kadar yani 5 Ramazan 899 (9 Haziran 1494) ile 3 Muharrem 936 (7 Eylül
1529) arasını içine alan zaman içindeki Babür’ün hayat macerasını anlatmaktadır.
Vak‘aların geçtiği coğrafî sahalara göre eserde 1494-1503 (Fergana), 1504-1520
(Kâbil), 1525-1529 (Hindistan) yılları mevcuttur.
Babür, hatıralarını Çağatay Türkçesi ile kaleme almıştır. Bâbürnâme’nin XVI. asır
içinde Doğu’nun yaygın ve müşterek edebiyat dili olarak Farsça’ya tercümeleri
ortaya konulmuştur. Bunların en eskisi, 931’de (1524-25) yani Bâbür hayatta iken
tercüme edilmiştir. Farsça Bâbürnâme tercümesiyle beraber Bâbür etrafında saray ressamlarının
başlattıkları bir minyatür geleneği doğmuştur. Hemen hepsinde Bâbür’ün yüz
benzerliği muhafaza edilen bu minyatürler, tercümenin bazı nüshalarında zengin bir
koleksiyon teşkil edecek sayıdadır. Bunlardan tam olanlardan biri British Museum’da
içinde doksan altı minyatür bulunan nüsha, diğeri de Yeni Delhi müzesindeki 1598
tarihli nüshadır. Moskova Şark Halkları Müzesi nüshasında mevcut altmış dokuz minyatür S. Tyulayev tarafından bir albüm halinde yayımlanmıştır (Miniatiyuri
Rukopisi Baburnama/Miniatures of Babur-Name, Moskova 1960). British
Museum’daki otuz iki minyatür de Hâmid Süleyman tarafından bir albüm halinde
çıkarılmıştır (Bobırnoma Rasmları, Taşkent 1970).
Çalışmamızda tanıtmak istediğimiz minyatürlü nüsha ise, Amerika Birleşik
Devletleri, Maryland, Baltimore’daki The Walters Art Museum’da “Walters Ms.
W.596, Memoirs of Babur” adı ve numarası ile kayıtlıdır. İnceleyeceğimiz nüsha,
iki farklı müstensih tarafından nestalik yazı ile Farsça yazılmıştır. 16. yüzyılın
sonlarında yazıldığı tahmin edilen nüsha dağınık bir el yazmasıdır. Bulunan
yaprakların sıralanışı birbirini takip etmemektedir. Metin aniden başlar, sürekli
anlatım yoktur. Bir yaprak diğerine rastgele bağlanmıştır. Nüsha otuz adet tam
sayfalık nefis minyatürler içermektedir. Bu eserin elli yedi varak içeren bir başka
büyük bölümü Moskova Doğu Kültürleri Devlet Müzesinde bulunmaktadır.
Çalışmamızın konusu The Walters Art Museum’da bulunan minyatürlü Babürname
nüshasıdır. Nüshada mevcut otuz minyatür ve bu minyatürler üzerinde yer alan
Farsça ifadeler incelenerek nüshanın, ilim dünyasına tanıtılması amaçlanmaktadır.
Anahtar Sözcükler: Babür, Hatırat, Babürname, Vekayi, Minyatür
istibdat döneminde muhalif kişiliği nedeniyle hayatının çoğu hapiste ve
sürgünde geçmiş; şiirleri ve gazete yazıları ile öne çıkmış önemli bir
şahsiyettir. Konya’nın önemli gazetecilerinden Afif Evren (1910-1977)
ile Ermenekli Hasan Rüştü’yü buluşturan ortak nokta ise Konya’da
çıkan Babalık gazetesidir. Bu gazetede birçok yazısı çıkan Hasan Rüştü
ile gazeteyi yöneten Afif Evren arasında bir dostluk oluşmuştur.
Çalışmamızın konusu, Ermenekli Hasan Rüştü’nün hayat hikâyesini
konu alan, Afif Evren tarafından kaleme alınmış ancak neşredilmemiş
bir makaledir. Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu’nda 06
Mil Yz B 22 yer numarası ve “Ermenekli Hasan Rüşdü” adıyla kayıtlı
bir eser mevcuttur. Bu eser, 4 yapraklık kısa bir makale veya gazete
yazısı görünümündedir ve rik’a yazı ile Afif Evren tarafından
yazılmıştır. Kapağındaki bilgi notunda, “hiçbir yerde neşredilmemiştir”
ifadesi yer almaktadır. Çalışmamızda Ermenekli Şair Hasan Rüştü ile
Gazeteci Afif Evren’in hayat hikâyelerine değinilmiş; Milli
Kütüphane’de bulunan bahsi geçen makale hakkında bilgi verildikten
sonra da makalenin Latin harflerine aktarılmış hali ve orijinal
görüntülerine yer verilmiştir. Bu çalışma, önemli şairlerimizden biri
olan Ermenekli Hasan Rüştü hakkında bilinenlere bir katkı sunmuş
olacaktır.
Bitlis Eren Üniversitesi Yayınları arasından çıkan bu kitap çalışmasında, Kadı Burhaneddin Divanı’nın yegane nüshasının, günümüz teknolojisi ile hazırlanmış yeni tıpkıbasımı yer almaktadır. Bu kıymetli eserin yeni tıpkıbasımı “Bitlis Eren Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri / Kültür-Sanat Projesi” kapsamında desteklenmiştir. Eserin ilim dünyasına hayırlı olması en büyük temennimizdir.
İDRİS KÖŞKÜ MESİRE ALANI
Dr. Öğr. Üyesi Hatice ÖZDİL
Bitlis Eren Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, hozdil@beu.edu.tr, ozdilhatice85@gmail.com
Giriş
Bugün yerli ve yabancı turistlerin İstanbul’da mutlaka uğradıkları bir mekan haline gelen Haliç’e
nâzır Eyüp’teki Pierre Loti tepesi ve çevresi, daha önceki ismiyle İdris Köşkü’dür. İdris-i Bitlisî’den
gelen bu isim birçok eski kaynak kitapta, belgede ve yaşayan hafızalarda İdris Köşkü şeklinde yer
almaktadır. 2012 yılında Bitlis Milletvekili Vahit Kiler, basına verdiği demeçte tepenin ismini Pierre
Loti’den İdris-i Bitlisî tepesine çevirmek için İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne teklif vereceklerini
söylemiştir.[1] Bu habere kamuoyundan gelen tepkiler incelendiğinde görülecektir ki günümüzde
Pierre Loti ismi çok yerleşmiştir ve İdris-i Bitlisî ile tepenin ilgisini kuramayanlar çoğunluktadır.
Yapılan tartışmalarda “İdris-i Bitlisî’nin burayla ne alakası var hâlbuki burada Pierre Loti’nin sık
sık uğradığı kahve var” gibi düşüncelerin halk tarafından dile getirildiği görülmüştür.[2] İstanbul’da
yaşayan insanların çoğunun bile haberinin olmadığı şey; o bölgeye eskiden İdris Köşkü dendiği ve
bunun sebebinin de İdris-i Bitlisî’nin uzun süre orada yaptırdığı köşkünde yaşadığı, kendi yaptırdığı
Sıbyan Mektebi’nin, çeşmesinin, hanımı Zeynep Hâtun’un yaptırdığı cami gibi hayır kurumlarının
hala ayakta olduğudur. Ayrıca İdris-i Bitlisî’nin ve eşinin mezarı da buradadır. Yani İdris-i Bitlisî, o
bölge ile yakından ilgili bir kişidir. Çalışmamızın amacı bahsi geçen yerin eskiden İdris Köşkü adıyla
anılırken ne zamandan beri Pierre Loti ile ismi ile anılmaya başlandığını göstermektir. İki isimle
de ilgili bulduğumuz arşiv belgeleri ve eski kaynak kitaplardan yola çıkarak isimlendirmenin nasıl
değiştiği ve tarihçesi ortaya konmaya çalışılacaktır.