Bozkırda Vivaldi
Bozkırda Vivaldi
Bozkırda Vivaldi
Additionally, the license tied with this product prohibits commercial use of
any selected files or extracts from this product. Use by third parties,
including but not limited to publishers, private teachers, tutoring or study
services, preparatory schools, vendors operating curriculum mapping
services or teacher resource digital platforms and app developers, is not
permitted and is subject to the IB’s prior written consent via a license. More
information on how to request a license can be obtained from http://
www.ibo.org/contact-the-ib/media-inquiries/for-publishers/guidance-for-
third-party-publishers-and-providers/how-to-apply-for-a-license.
Instructions to candidates
yyDo not open this examination paper until instructed to do so.
yyWrite a guided literary analysis on one passage only. In your answer you must address both of
the guiding questions provided.
yyThe maximum mark for this examination paper is [20 marks].
2219 – 0211
4 pages/páginas © International Baccalaureate Organization 2019
–2– M19/1/AXTUR/SP1/TUR/TZ0/XX
Verilen pasajlardan biri hakkında yönlendirilmiş edebi analiz yazınız. Yanıtınız verilen iki yönlendirici
sorunun yanıtını da içermelidir.
1.
Bozkırda Vivaldi
Hep bir yapayalnızlık, hep bir ince üzgünlük duygusu taşırdı yüzü. Bedeni doğuştan değil
de sonradan emek çekile çekile işlenmiş, son biçimini almış gibi uyumluydu, ince dokunmuştu.
Şakakları çıkkın, saçları siyah, gürdü. Bulgur tenli yüzünde çizgileri ince, gizemli, erkeksi bir
tuhaftı; ağzı, sapı büyük bir ustalıkla oyulmuş, işlenmiş ince bir çömlek örneği.
5 Her gün aramızda olmasına karşın hiç aramızda olmayan, o ânı da yaşamayan,
kendini biz öğrencilerden sürekli kaçıran, uzak tutan biriydi o. Bulunduğu ortamlardan hoşnut
değilmiş gibi, hakkı olmayan bir yerde görevlendirilmiş ya da birtakım istekleri vardı da yerine
getirilmemiş gibiydi hep. Bir yalnızlık dokusuyla örülmüştü. Dersinde bile bizlerden uzakta
yapayalnız, sessiz, dingin bir düşü yaşar, uzun gece yolculuklarına çıkmış bir yolcu gibi
10 uzaklara bakardı hep. Biz öğrencilerinin kavrayamadığı bir yalnızlık türüydü bu. Yüzü acıları,
sevgileri yaşamış, tatmış bir insan yüzüydü. Derindi, soyluydu. Duyarlı, uzak, apayrı bir
anlatımda hep bir ince ezgiyi mırıldanırmış gibi, kulaklarıyla sürekli havayı dinler, emerdi. Öbür
öğretmenlerimizden çok farklıydı.
Müzik öğretmenimizdi, adı Mustafa Kurtdemir’di. Boyu uzun değil, ortadan az kısaydı. İnce
15 boğumlu parmakları bir orkestra şefinin çubuğu gibi kırılgandı, zarifti. Ayakları da küçücüktü.
Yürürken yola bir karaca ürkekliği ve inceliğiyle basardı. Öğretmenden çok bir müzisyene
benzerdi. Yüzüne ne zaman bakacak olsak, saygıyla karışık gizemli bir güven duygusu kaplardı
içimizi. Sesleri çirkin, güzel diye ayırmazdı hiç. Ona göre çirkin, güzel, kötü sesler yoktu doğada;
yerinde kullanılmayan sesler vardı yalnızca. Müzikhanede ders vereceği, konuşacağı zaman
20 sesini kaldırmazdı hiç. Kırılgan ince parmaklarını bir görevi yerine getirirlermiş gibi karnının
üstüne usulca bastırır, tatlı bir ezginin ilk seslerini vermeye hazır soluklanır, ince yumuşak bir
vurgulamayla konuşurdu sonra da. Böylesi durumlarda kıpırdanan yalnızca dudakları olmazdı,
eli, gözleri, parmakları da ağzından çıkan seslerin akışına eşlik ederdi. Koro yöneteceği zaman
yumuşacık bir duyguda gözlerini yumar, kulaklarıyla havayı dinler, yanlış çıkarılan ufacık
25 bir sesin kokusunu duyardı sanki. Seslerle yaşar, seslerle soluk alır verirdi. Baştan aşağı
musikiyle örülmüş, dokunmuştu. İyi keman, piyano çalardı. İnce boğumlu kırılgan parmakları,
piyanonun tuşları üstünde bir örümceğin ayakları gibi çoğalır, gezinirdi. Kemanın telleri üstünde
parmakları küçücük sıçramalar yapar, arı gibi kanatlanır, titreşirken ufacık dokunuşlarla tellerin
üstünü oyardı sanki. Büyülü bir havadaymış gibi yüzünü hafifçe kemana dayar, gözlerini yoğun
30 duyguda yumar, tanımadığımız, bilmediğimiz uzaklıkları yaşardı. Ya bizim anlayamadığımız
türden bir derdi vardı ya da sırılsıklam âşıktı. Kemanını çalarken yüzü o denli değişirdi ki, o an
o çaldığı sesler aracılığıyla başkasıyla buluşup beraber oluşunun anlatılmaz bileşimi vururdu
yüzüne.
Klasik Batı müziğine düşkündü. Biz öğrencileriyse Doğu ve Güneydoğu’dan toplama
35 yoksul köylü çocuklarıydık. Sesimiz bakışımız gibi garipti, öksüzdü, çoraktı. Güneşle
damarlanmış yüzlerimiz ufacık birer bozkırdı sanki. Şark çıbanı izleri çoğu arkadaşlarımızın
yüzünde etten birer yama gibiydi. Müzik beğenimiz ise birkaç uzun hoyratla türküden öteye
geçmezdi. Buna karşın hocamız korolar kurar, çoksesli okul şarkıları öğretmeye çalışırdı bizlere.
Bazen de plaklar koyar, tanımadığımız, bilmediğimiz parçalar dinletirdi; Brahms’tan, Mozart’tan,
40 Çaykovski’den… En çok da Vivaldi’nin Mevsimler’iyle, Johann Strauss’un Mavi Tuna’sını, bir
de Beethoven’in Beşinci Senfoni’sini dinletirdi bizlere. Mavi Tuna’yı dinlerken kendini müziğin
ritmine iyice kaptıran hocamız, “İyi kulak verin! Saksağan seslerini duyuyor musunuz?” diye
sorarak bizleri müziğin havasına katmaya çalışırdı. Beşinci Senfoni’nin bitiminde de orkestra
sazlarının tümünün müziğe katılışını vurgularken coşkuya kapılır, “Dinleyin! Bakın sazlar
45 müziği orada bırakmak istemiyorlar. Ayağa kalkıyorlar sanki,” diyerek müziğin gizemli havasına
sokmaya çalışırdı bizleri. Yüzümüzde müziği anladığımıza dair belirgin bir titreşim göremeyince
–3– M19/1/AXTUR/SP1/TUR/TZ0/XX
üzülür, “Biliyorum. Şimdi bu tür müziklerden hoşlanmıyorsunuz ama ilerde seveceksiniz. Bundan
eminim,” derdi.
Okulumuza atanalı birkaç ay olmasına karşın hocamızın geçmişi, kişiliği hakkında en
50 ufak ayrıntı öğrenebilmiş değildik. Yatılı okul koşulları içinde, nöbette, derslikte, yemekhanede,
törende çoğu öğretmenlerimiz bizlerle oturur, kaynaşır, top oynarlarken, müzik hocamız aramıza
katışmaz, ders dışında ortalıkta görünmezdi pek. Tek odalı bekâr öğretmen evine çekilir, bütün
gün kemanıyla konçertolar çalar, müzikle notayla doyar ısınırdı sanki. Ara sıra tek başına
bozkırda yürüyüşe çıktığı, okulumuza birkaç dakika uzaklıktaki ıssız Ergani tren istasyonuna
55 gidip geldiği, uzun uzun gelip geçen trenlere baktığı olurdu. O trenlerden birine binip gideceği
günleri düşünürdü belki de.
2.
Anı
İlk olarak Papirüs Dergisinde yayımlanan, daha sonra Zuhal Tekkanat tarafından derlenen
Papirüs Şiirleri Antolojisi adlı kitapta yayımlanmış olan Mehmet H.Doğan’ın ANI adlı şiiri.