Bu calismada, Avrupa Birligi’nin en onemli uyelerinden biri olan Almanya ile bu birlige katilmak ... more Bu calismada, Avrupa Birligi’nin en onemli uyelerinden biri olan Almanya ile bu birlige katilmak isteyen Turkiye’nin yerel yonetimleri incelenmektedir. Calismanin amaci bu iki ulkenin yerel yonetimlerini karsilastirmaktir. Secilen onemli karsilastirma kriterleri ile bu iki ulkenin yerel yonetim yapilari ortaya konulmaktadir. Yerel yonetimlerin gelecek yuzyilin en onemli kamu orgutleri olacagi kabul edilmektedir. Yeterli ve etkin bir yerel yonetim yapisina sahip olan ulkelerin bircok yonetim sorununu daha kolaylikla cozebilecegi varsayilmaktadir
Siyaset Ekonomi Ve Yonetim Arastırmaları Dergisi, Oct 24, 2014
Sivil toplum kuruluşlarının artan rekabet ve mücadele ortamında Devlet örgütü dışında siyasal, kü... more Sivil toplum kuruluşlarının artan rekabet ve mücadele ortamında Devlet örgütü dışında siyasal, kültürel, ekonomik ve sosyal faaliyetlerini yürütmeleri beklenirken, kimi zaman iktidarlar ile güç paylaşan rollere soyunarak; siyasal ve ekonomik iktidarları belirleyecek ve hatta onların devamlılığı için gerekli olacak konumlara yükseldikleri gözlemlenmektedir. Bunu ilk olarak Devlet erkindeki bazı yetkilerin sivil toplum yetkililerine bilinçli veya bilinçsiz devredilmesi ve özellikle kamu yararına çalışan sivil toplum kuruluşu statüsü alanların Devlet ile aşırı yakınlaşması sonrasında Devletin vesayetine girmesinde ve Devlet ideolojisinin gönüllü temsilcisine dönüşmesinde belirlemek mümkündür. Sivil toplum kuruluşları, üstlendikleri görevler itibarıyla uluslararası zemin dâhil çeşitli güç biçimleri içinde veya onların kesişim hattında hayat alanlarını sürekli genişletmektedir. Toplumdaki gönüllü faaliyet ve kaynaklardan beslenen, devlet iktidarının alanı dışında, özerk örgütlenmelerin alanını belirten sivil toplum; faaliyet ve uygulamaları ile artık nereye kadar sivil kalabilecek veya Devlet alanı ile kapsamının dışında durabilecektir? Her konu ve hizmetin daha da kamulaştığı bir dönemde sivil toplum Devletin vesayetinden kaçabilecek mi? Onunla ortaklaşacak mı yoksa Devletten ayrışması mı gerekecektir? Bu çalışmada yukarıda belirtilen yaklaşım çerçevesinde, sivil topluma ilişkin yaklaşımlar incelenerek bu kuruluşların vesayetle olan ilişkisi değerlendirilmektedir.
In this study, reflections of four major political developments on the Czech national press, whic... more In this study, reflections of four major political developments on the Czech national press, which took place between the years of 2014-2018 in Turkey and considered to have significantly changed the political landscape of the country are examined comparatively through four important Czech national newspapers namely Mladá
ANKARA BAROSU XII. ULUSLARARASI HUKUK KURULTAYI, 2022
Terörizm, terör örgütüne üyelik ve terör faaliyetlerinde bulunmaya ilişkin açıkça "Mültecilerin H... more Terörizm, terör örgütüne üyelik ve terör faaliyetlerinde bulunmaya ilişkin açıkça "Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin" 28 Temmuz 1951 tarihinde imzalanan ve 22 Nisan 1954 yılında yürürlüğe giren Sözleşmede herhangi bir hüküm yer almadığı halde bu sözleşmenin m. 1 F'de yer alan; "(a) barışa karşı suç, savaş suçu veya insanlığa karşı suç gibi suçlar için hükümler koyan uluslararası belgelerde tanımlanan bir suç işlediğine;
ULUSLARARASI NECMETTİN ERBAKAN HUKUK KONGRESİ, 2023
The provisions of Article 148 et seq. of the Constitution on constitutional jurisdiction, which i... more The provisions of Article 148 et seq. of the Constitution on constitutional jurisdiction, which is the main jurisdiction of the Constitutional Court, and the old Law No. 2949 regulating the establishment and judicial procedures of the Constitutional Court do not explicitly regulate the power of the Constitutional Court to "stay the execution". Nevertheless, in 1993, the Constitutional Court changed its jurisprudence and stated for the first time in the annulment case filed for the unconstitutionality of the "Decree Law on the Establishment of Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi" numbered 509, that as a court authorized to resolve the merits of the case, it could take interim measures until the final decision, that there was a legal gap for the stay of execution and that the judge had the authority to fill the gap through jurisprudence in accordance with Article 1 of the Civil Code. In accordance with Article 1 of the Civil Code, the judge has the authority to fill the gap through jurisprudence, and after the subsequent change of jurisprudence in 1993, the Constitutional Court maintained its position that it has the authority to grant stay of execution and has decided on stay of execution in approximately 150 cases until today. Article 49/5 of the new Law No. 6216 on the Establishment and Trial Procedures of the Constitutional Court regulates the issue of "provisional measures" in a way to enable the Constitutional Court to take various interim decisions, including "stay of execution" as a provisional measure in its proceedings regarding individual applications since 2012: "At the merits examination stage, the Sections may decide ex officio or upon the request of the applicant on the measures they deem necessary for the protection of the fundamental rights of the
ULUSLARARASI HUKUK PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKADAKİ SORUNLARI, 2023
breakthrough in foreign policy, will help Turkey to gain a mediator role especially in regional c... more breakthrough in foreign policy, will help Turkey to gain a mediator role especially in regional conflicts, to gain the ability to be the manager of peace negotiations and to gain the quality of international authority on human rights, which is the root problem of many problems.
Bir devletin geçirdiği çalkantılı siyasi dönemlerin daha iyi anlaşılmasını sağlayan ve iktidar çe... more Bir devletin geçirdiği çalkantılı siyasi dönemlerin daha iyi anlaşılmasını sağlayan ve iktidar çekişmelerinin sonucunda çoğunlukla ortaya çıkan "siyasi suçlar", tarih boyunca iktidarlar tarafından topluma karşı işlenen adi suçlardan daha tehlikeli ve daha vahim olarak kabul edilmiş ve suçlananların hem cezalandırılmaları ve hem de affedilmeleri çoğu zaman siyasi otoritenin tercihine bırakılmıştır. Klasik Osmanlı döneminde "afv-ı şahane", "afvı umumi", "afv-ı âli" isimleri altında çeşitli aflarla siyasi suçluların cezası kaldırılırken Cumhuriyetle birlikte af yetkisinin kullanılmasına dair 1924 Anayasası'nın 26. maddesindeki "genel ve özel af ilan etmek, cezaları hafifletmek ve değiştirmek… gibi görevleri Büyük Millet Meclisi ancak kendisi yapar" hükmü gereğince bu yetkiyi TBMM üstlenmiştir. Osmanlı sonrası genç Cumhuriyet`in kuruluşunun 10`uncu yıldönümü dolayısıyla tüm ülkede yapılacak kutlamalar yanında 26 Ekim 1933 tarihinde siyasi suçluları da kapsayan yeni bir genel af yasası çıkarılmıştır. Atatürk döneminin en kapsamlı genel af yasası olan 2330 sayılı bu yasa, Resmî Gazete'nin 28.10.1933 tarih ve 2540 sayılı nüshasında yayınlanmıştır. Cumhuriyetin ilk baştaki siyasi muhaliflerinin etkisinin azaldığı, devlet ideolojisinin sağlam temellere oturduğunun gösterilmesi düşüncesi ile bu yasanın çıkarılmasında Atatürk'ün talebi öne çıkmıştır. Meclisteki yasa görüşmelerinde siyasi suçluların affına karşı olan milletvekillerine hitaben İç işleri bakanı Şükrü Kaya, bu yasanın çıkarılmasını bizzat Atatürk'ün hükümetten istediğini açıklamıştır. Cumhuriyetin ilanı sonrası siyasi suçlulara yönelik bu ilk af yasasının özellikle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensupları ile Atatürk'e suikast girişiminde bulunan İzmir Suikastı mahkûmlarının affını sağlaması nedeniyle kamuoyunda önemli bir yankı bulmuştur. Bu çalışmada, siyasi suçlulara af getiren bu ilk yasanın etkileri, kapsamı ve sonuçlarının Atatürk'ün bu yasanın çıkarılmasındaki talebi çerçevesinde incelenerek o döneme ait siyasi suçluların affedilmesinin daha sonraki siyasi dönemlerde siyasi kültür ve siyaset anlayışına nasıl yansıdığı açıklanacaktır. Atatürk'ün siyasi suçlulara bakış açısını da anlamayı amaçlayan bu çalışmada yöntem olarak konunun niteliği gereği iç hukuktaki kanuni düzenlemeler ile dönemin arşiv belgeleri, meclis tutanakları, gazeteleri ve siyasi kişiliklerin hatıraları taranarak karşılaştırmalı olarak incelenecektir.
TÜRKİYE'DE GIDA GÜVENLİĞİ VE GIDA SEKTÖRÜNÜN REGÜLASYONU SEMPOZYUMU, 2023
This study will provide information on how the "precautionary principle" is explained and accepte... more This study will provide information on how the "precautionary principle" is explained and accepted in the administrative judiciary in Turkey, especially in the decisions of the Council of State, and how effective it is in the regulation of the food sector in the light of these judicial decisions.
XXI. ASIRDA ÇEVRE MESELELERİNE HUKUKİ YAKLAŞIMLAR , 2023
İnsan merkezli ekolojik anlayışa karşı çıkarak hayatın içindeki tüm varlıkların hak sahibi oldukl... more İnsan merkezli ekolojik anlayışa karşı çıkarak hayatın içindeki tüm varlıkların hak sahibi olduklarını kabul ederek, cansız görülse dahi insanın hizmetinde, ikame edilebilir, ekonomik nedenlerle dönüşüme uğratılabilir varsayılan ekosistemlerin insan yararları dışında kendilerine ait özel değerlerinin bulunduğunu, dolayısıyla bu varlıkların hak sahibi özneler olarak korunabileceklerini kabul eden yaklaşıma "doğanın hakları" anlayışı denilmektedir. Doğal varlıkların veya bir bütün olarak doğanın, hukuk düzenlerinde çeşitli haklara sahip varlıklar olarak tanınmasının yolunu açan bu anlayışın sonucu olarak Ekvador ve Bolivya gibi bazı ülkelerde doğanın hakları ayrıca pozitif hukukta da yer bulmuştur. Sürdürülebilir bir gelecek adına doğayla uyumlu yaşam, doğanın kendi başına diğer canlılardan ayrı şekilde hak sahipliğini tanıyan hukuk sistemleri oluşturma amacı taşıyan, dünyanın birçok ülkesinde konuya ilgi duyan insanlar tarafından 2010 yılında kurulan "Doğanın Hakları için Küresel İttifak" adı altındaki sivil bir inisiyatif tarafından 2014 yılında "Doğanın Hakları Uluslararası Mahkemesi" oluşturulmuştur. 2010'da Bolivya Cochabamba'da gerçekleştirilen "İklim Değişikliği ve Doğa Ana Hakları Dünya
Devlet iktidarına bir sınırlama getirilmediğinde ve hikmetinden sual olmayan bir aygıta dönüştürü... more Devlet iktidarına bir sınırlama getirilmediğinde ve hikmetinden sual olmayan bir aygıta dönüştürüldüğünde zamanla uyruklarına yönelik hukuku siyasi aklıyla biçimlendirip yaratan ve bizzat üretilmiş bu hukukun sahibi olarak devletin, kendi iktidarını sınırlandırması ve kendini belirli ölçüde dizginlemesi beklenemez. Devleti sadece egemenlerin biçimlendireceğine ve diğerlerinin ise itaat etmek dışında bir görevi olmayacağına inananlar için hukuk her daim bir aparat olarak kalmaya devam edecektir. Bu şekilde düşünenler öteden beri çeşitli fikirlerle bu durumu savunmuşlardır. Örneğin hukukla devleti özdeşleştiren hukuki pozitivizmi savunan ve hak kavramını baştan reddeden doğal hukuk karşıtı Kelsen'e göre "devletin bir hukuki düzen olduğu kabul edildikten sonra, her devlet bir hukuk devletidir ve bu hukuk devleti deyimi artık fazlalıktır." Devleti verili kabul etmekle kalmayıp devleti hukukun ontolojik biçimi, hukukla özdeş hali ilan ederek, Alman kamu hukuku geleneğindeki devleti aşkınlaştırma çizgisine getiren bu Kelsenci yaklaşımın kökenleri, hukuku egemenin buyruğundan başka bir şey olmadığını kabul eden Thomas Hobbes'un fikirleriyle, ünlü Bavyeralı hukukçu Feydel'in "Devletin üstünde bir hukuk olmadığı, Devletle paralel bir hukuk olmadığı, hukukun Devlet tarafından tedvin edildiği" görüşü ile ve "devlet, hukuku yaratan aygıt olarak onun üzerindedir ve istisna durumunda onunla kayıtlı olmaması gerekir" diyen Carl Schmitt'in savunduklarıyla uyum içerisindedir. Devleti yönetenlerin kayıtsız ve şartsız itaati uyruklarından beklerken hukukun tek sahibi gibi davranarak bir yandan evrensel bir insan hakları söylemini retorik olarak kullanarak toplumda derinleşen eşitsizliklerden yayılan huzursuzlukları yatıştırmaya çalışmaları diğer yandan kültürel siyasi kodlarını tüm topluma dayatma niyetiyle her türlü kamusal ayrımcı uygulamaları ve normları normalmiş gibi sürdüren kişileri, grup ve anlayışları doğrudan desteklemeleri sıklıkla görülmektedir. Uyruklarını iktidar karşısında dost ve düşman şeklinde ikiye ayırarak
ULUSLARARASI AKDENİZ HUKUK KONGRESİ TAM METİN KİTABI, 2022
Hukuk devleti sayılmanın en önemli göstergelerinden biri de idarenin hukuka bağlılığı ilkesidir. ... more Hukuk devleti sayılmanın en önemli göstergelerinden biri de idarenin hukuka bağlılığı ilkesidir. Kamu gücünü kullanarak işlem ve eylemler tesis eden kamu idarelerinin, bu ilkenin sonucu olarak hukuka aykırı işlem veya eylemler icra ettiği düşünüldüğünde, kişiler tarafından açılacak iptal ve tam yargı davaları ile idari yargı denetimi yoluyla denetlenmesi mümkündür. Anayasa ve kanunlarda yer alan bu imkana rağmen son yıllarda idari yargı sisteminin olduğu birçok ülkede ve özellikle Türkiye’de gittikçe artan bir şekilde kamu idarelerince, aleyhe verilen idari yargı kararlarının hakkıyla uygulanmadığı, gereğinin gerçekte yerine getirilmediği, görüntüde yerine getirilmiş gibi gösterildiği, idari yargı kararını etkisizleştirecek şekilde tam aksi şekilde kararlar alındığı, idari yargı denetimini işlevsizleştirecek şekilde sürekli yeni işlemler tesis edildiği vb. birçok hukuka aykırı davranışın giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Bu şekildeki hukuksuzluğun artmasının en önemlisi sebebi idari yargı denetimi sonrası idari kurum ve kuruluşlara, aleyhlerine alınmış bir idari yargı kararını uygulatacak herhangi bir zorlayıcı merci, makam ve müessesenin çoğunlukla bulunmayışıdır. Örneğin Türk yargı düzeninde, idari yargı kararını uygulamayan, mahkeme kararlarına göre işlem tesis etmeyen veya eylemde bulunulmayan idare hakkında 2577 sayılı İdari yargılama Usulü Kanunu, md.28/3’de gösterildiği üzere tam yargı davası açılması dışında herhangi bir hukuki imkân da bulunmamaktadır. Bu şekildeki yine bir mahkeme kararı gerektiren bir yolun ise Türkiye’deki kamu idarelerince, aleyhe bir idari yargı kararını gerekirse parasını ödeyerek yine de yerine getirmeme hakkının var olduğuna inanılmaktadır. Etkin bir denetim olmadığından dolayı kendisini hukuka bağlı hissetmeyen kamu idarelerinin, özellikle aleyhlerine verilen idari yargı kararlarını yerine getirmemesi sorununa yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin farklı zamanlarda verdiği önemli kararları bulunmaktadır. İdari yargı kararlarının idare tarafından yerine getirilmemesini, adil yargılanma hakkının bir ihlali olarak değerlendiren AİHM, aynı zamanda adalete erişim hakkı açısından da konuyu detaylıca değerlendirmektedir. İdari yargılamayı geçersizleştirecek şekilde kamu idarelerinin aleyhe verilen kararları uygulamaması halinde AİHS md. 6’da yer alan tüm teminatların boşa çıkarılacağını açıklayan AİHM, idari yargı kararının uygulanmasının yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsur olduğunu ve bu kararların uygulanmadığında yargılamanın da bir anlamının olmayacağını (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40), idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün mutlak şart olduğunu (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32), kişilerin lehine verilen idari yargı kararlarının aynı zamanda kararın icrasına yönelik meşru bir beklenti oluşturduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54). Kamu idarelerince idari yargı kararlarının uygulanmamasının doğuracağı hukuki sorunları farklı ülkeler hakkında verilen AİHM kararları ışığında ele alan bu bildiride, değişik sebeplerden ötürü verilen bu yöndeki kararların ortak noktaları, kararlarda öne çıkan hususlar yanında özellikle Türk idari yargı sistemine olan muhtemel etkileri de tartışılacak ve sorunun çözümü adına idari yargı kararlarının tam olarak uygulanmasına ilişkin alınabilecek yeni yöntem ve öneriler de sunulacaktır.
1921 Anayasası’nın Kabul Edilişinin 100. Yılı Ulusal Sempozyumu-TBMM, 2022
Birinci Dünya Savaşı sonrasında çeşitli İmparatorluklar yıkılırken bunların yerine çoğu ulus-d... more Birinci Dünya Savaşı sonrasında çeşitli İmparatorluklar yıkılırken bunların yerine çoğu ulus-devlet niteliğinde yeni devletler bağımsızlığını kazandı. Savaş sona erse de devam eden yıkım ve işgallere karşı mücadele veren bu devletler; aynı zamanda modern hukuk anlayışını gözeten, halklara kendi geleceğini şekillendirme imkânı sunan ve eski monarşik düzen yerine cumhuriyeti ve Parlamenter sistemi öne çıkaran anayasalar oluşturmak istiyorlardı.1921 yılında yıkılan imparatorlukların yerine Polonya, Gürcistan ve Türkiye’de yeni devletler kurulurken bu devletlerin kurucu belgesi niteliğinde anayasa yapım çalışmaları öne çıkmıştır. Demokratik özellikler taşıyan bu anayasalar farklı coğrafyalarda toplumların ulus-devlet inşasındaki önceliklerini de açıklamaktadır. Her üç devletin de siyasi tarihinde iz bırakmış bu dönemdeki anayasaları daha sonraki anayasalarına temel oluşturmuştur. Bu çalışmada, uğradıkları işgaller sonrası 1921 yılında, yeni kurulmakta olan devletler tarafından kabul edilen anayasaların ortak özellikleri, benzer tarafları ve ana ilkeler açısından farklılıkları incelenecektir. 1921 yılında, dünyada anayasacılık açısından nasıl bir eğilimin öne çıktığı, anayasa yapım sürecinde ülkelerin birbirlerinden nasıl etkilendikleri de açıklanacaktır. Türkiye’de 1921 anayasası süreci diğer ülkeler ile karşılaştırmalı incelendiğinde, bu anayasanın değeri ve önemi hakkında yeni bilgiler elde edebilme imkânı sağlanacaktır. Çalışmada karşılaştırma için anayasa metinleri ilk olarak göz önünde tutulurken aynı zamanda dönemin siyasi gelişmeleri, siyasi aktörleri ve yeni devletlerin rejim arayışları da ortaya konulacaktır
In addition to being a just and honorable struggle of mutual powers, war is a phenomenon that inc... more In addition to being a just and honorable struggle of mutual powers, war is a phenomenon that includes other supporters and participants outside the war zone with various reasons and expectations, and provides them with a chaotic environment where new opportunities and opportunities can be gained. In this respect, mercenaries have always been seen as the most well-known opportunists in a war environment. It has been known that many mercenaries were used in wars since ancient times, even in ancient Chinese, Greek and Roman armies.
Temel hak ve özgürlükler ile kamu güvenliği arasındaki dengenin nasıl sağlanacağı konusu, insanlı... more Temel hak ve özgürlükler ile kamu güvenliği arasındaki dengenin nasıl sağlanacağı konusu, insanlığın toplum halinde yaşamaya başlamasından bu yana tartışılmaktadır. Temel hak ve özgürlüklerin, kamu güvenliğinin sağlanması için nereye kadar kısıtlanabileceğine yönelik çeşitli ilke ve yorumlar getirilmiş olsa da siyasi iktidarların kamu güvenliği anlayışı ve yaklaşımı daha çok önem kazanmaktadır. Kamu gücü kullanma tekeline sahip olan devletin, kamu güvenliğinden ilk derece sorumlu olması yanında, tedbir ve uygulamalar sonrası kamu özgürlükleri etkilendiğinde, "özgürlükgüvenlik gerilimi" hangi ilkesi ve yaklaşımlarla aşılabilecektir? Kamu güvenliği ilke veya ölçütü kapsamında, toplumun güvenliğini sağlamak için sürekli bir savaşma durumunda olan ve bu sebeple toprakları üzerinde yaşayan bireyleri dost ve düşman olarak ayıran ve düşman olan bireylerle bir mücadele yürüten bir devlet modeli mi? Yoksa kamu güvenliğinin bozulması sonucu artan anarşik ortamın özgürlükleri kullanılmaz hale getirmesini izleyen ortada kalmış bir devlet modeli mi? sorusunun cevabını ararken kamu güvenliğini "hukukun bir parçası olarak" kabul etmekle başlamak gerekecektir. Hukuka bağlı devlet anlayışı ne kadar esnetilir ve işlevsizleştirilirse, devlet; hukuku, her açıdan bir amaç değil kamusal bir araç diye görürse, hukuk üreten organlar; hukuka bağlılığı sağlamada öncü olmayı düşünmezlerse, aynı şekilde kamu güvenliği de kalıcı ve sürekli şekilde sağlanamayacağından hem özgürlüğünü ve hem de güvenliğini kaybeden bir toplumla karşılaşma ihtimali artacaktır. Sözü edilen gerekçelerle şekillenen bu çalışma, kamu güvenliği sorunu ileri sürülerek, kamu özgürlüklerinde yapılacak kısıtlamaların, devletin ancak adil bir hukuk düzeni ile bütünleşmesi ve işlerlik kazanması halinde meşru hale gelecekleri, bunun için de kamu güvenliği kavramı açısından "hukukiliğinin" ilk planda ele alınması gerektiği düşüncesini savlamaktadır. Çalışmada ayrıca kamu güvenliğinde hukukiliğin nasıl sağlanabileceğine yönelik uluslararası ve ulusal yöntem ve uygulama örnekleri verilmektedir.
Yoksulluk tum ulkelerin en cok zorlandigi konularin basinda yer almaktadir. Cunku yoksulluk sekil... more Yoksulluk tum ulkelerin en cok zorlandigi konularin basinda yer almaktadir. Cunku yoksulluk sekil ve tur degistirerek surekli yayilmaktadir. Ayrica yoksul olmanin kriterleri de degismektedir. Bu yuzden kamu yonetimleri icin yoksullukla mucadele gittikce daha zor sartlarda yurutulmektedir. Yoksullukla mucadelede kamu yonetimlerinin kullandigi politikalardan biri olan sosyal yardimlarla, yoksul kesimlerin bu durumdan kurtulmalari hedeflenmektedir. Ancak sosyal yardimlarin her gecen gun artan maliyetleri ve kapsami yaninda surekliligi ve surdurulebilirligi tartisma konusu olusturmaktadir. Sadece yoksullugu yonetmeyi amaclayan sosyal yardimlar surdurulebilir yardimlar olarak kabul edilmemekte ve uzun vadede yoksulluga cozum uretememektedir. Turkiye’de yoksulluk, oteden beri toplumun hayirseverlik anlayisi uzerinden anlasilmaya calisilmistir. Bu anlayisin bir geregi olarak devletin yoksullugu onleme politikalari kismi ve sureksizdir. Ayrica Turkiye’de yoksulluk ve sosyal yardimlarla ilgi...
Bu calismada, Avrupa Birligi’nin en onemli uyelerinden biri olan Almanya ile bu birlige katilmak ... more Bu calismada, Avrupa Birligi’nin en onemli uyelerinden biri olan Almanya ile bu birlige katilmak isteyen Turkiye’nin yerel yonetimleri incelenmektedir. Calismanin amaci bu iki ulkenin yerel yonetimlerini karsilastirmaktir. Secilen onemli karsilastirma kriterleri ile bu iki ulkenin yerel yonetim yapilari ortaya konulmaktadir. Yerel yonetimlerin gelecek yuzyilin en onemli kamu orgutleri olacagi kabul edilmektedir. Yeterli ve etkin bir yerel yonetim yapisina sahip olan ulkelerin bircok yonetim sorununu daha kolaylikla cozebilecegi varsayilmaktadir
Siyaset Ekonomi Ve Yonetim Arastırmaları Dergisi, Oct 24, 2014
Sivil toplum kuruluşlarının artan rekabet ve mücadele ortamında Devlet örgütü dışında siyasal, kü... more Sivil toplum kuruluşlarının artan rekabet ve mücadele ortamında Devlet örgütü dışında siyasal, kültürel, ekonomik ve sosyal faaliyetlerini yürütmeleri beklenirken, kimi zaman iktidarlar ile güç paylaşan rollere soyunarak; siyasal ve ekonomik iktidarları belirleyecek ve hatta onların devamlılığı için gerekli olacak konumlara yükseldikleri gözlemlenmektedir. Bunu ilk olarak Devlet erkindeki bazı yetkilerin sivil toplum yetkililerine bilinçli veya bilinçsiz devredilmesi ve özellikle kamu yararına çalışan sivil toplum kuruluşu statüsü alanların Devlet ile aşırı yakınlaşması sonrasında Devletin vesayetine girmesinde ve Devlet ideolojisinin gönüllü temsilcisine dönüşmesinde belirlemek mümkündür. Sivil toplum kuruluşları, üstlendikleri görevler itibarıyla uluslararası zemin dâhil çeşitli güç biçimleri içinde veya onların kesişim hattında hayat alanlarını sürekli genişletmektedir. Toplumdaki gönüllü faaliyet ve kaynaklardan beslenen, devlet iktidarının alanı dışında, özerk örgütlenmelerin alanını belirten sivil toplum; faaliyet ve uygulamaları ile artık nereye kadar sivil kalabilecek veya Devlet alanı ile kapsamının dışında durabilecektir? Her konu ve hizmetin daha da kamulaştığı bir dönemde sivil toplum Devletin vesayetinden kaçabilecek mi? Onunla ortaklaşacak mı yoksa Devletten ayrışması mı gerekecektir? Bu çalışmada yukarıda belirtilen yaklaşım çerçevesinde, sivil topluma ilişkin yaklaşımlar incelenerek bu kuruluşların vesayetle olan ilişkisi değerlendirilmektedir.
In this study, reflections of four major political developments on the Czech national press, whic... more In this study, reflections of four major political developments on the Czech national press, which took place between the years of 2014-2018 in Turkey and considered to have significantly changed the political landscape of the country are examined comparatively through four important Czech national newspapers namely Mladá
ANKARA BAROSU XII. ULUSLARARASI HUKUK KURULTAYI, 2022
Terörizm, terör örgütüne üyelik ve terör faaliyetlerinde bulunmaya ilişkin açıkça "Mültecilerin H... more Terörizm, terör örgütüne üyelik ve terör faaliyetlerinde bulunmaya ilişkin açıkça "Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin" 28 Temmuz 1951 tarihinde imzalanan ve 22 Nisan 1954 yılında yürürlüğe giren Sözleşmede herhangi bir hüküm yer almadığı halde bu sözleşmenin m. 1 F'de yer alan; "(a) barışa karşı suç, savaş suçu veya insanlığa karşı suç gibi suçlar için hükümler koyan uluslararası belgelerde tanımlanan bir suç işlediğine;
ULUSLARARASI NECMETTİN ERBAKAN HUKUK KONGRESİ, 2023
The provisions of Article 148 et seq. of the Constitution on constitutional jurisdiction, which i... more The provisions of Article 148 et seq. of the Constitution on constitutional jurisdiction, which is the main jurisdiction of the Constitutional Court, and the old Law No. 2949 regulating the establishment and judicial procedures of the Constitutional Court do not explicitly regulate the power of the Constitutional Court to "stay the execution". Nevertheless, in 1993, the Constitutional Court changed its jurisprudence and stated for the first time in the annulment case filed for the unconstitutionality of the "Decree Law on the Establishment of Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi" numbered 509, that as a court authorized to resolve the merits of the case, it could take interim measures until the final decision, that there was a legal gap for the stay of execution and that the judge had the authority to fill the gap through jurisprudence in accordance with Article 1 of the Civil Code. In accordance with Article 1 of the Civil Code, the judge has the authority to fill the gap through jurisprudence, and after the subsequent change of jurisprudence in 1993, the Constitutional Court maintained its position that it has the authority to grant stay of execution and has decided on stay of execution in approximately 150 cases until today. Article 49/5 of the new Law No. 6216 on the Establishment and Trial Procedures of the Constitutional Court regulates the issue of "provisional measures" in a way to enable the Constitutional Court to take various interim decisions, including "stay of execution" as a provisional measure in its proceedings regarding individual applications since 2012: "At the merits examination stage, the Sections may decide ex officio or upon the request of the applicant on the measures they deem necessary for the protection of the fundamental rights of the
ULUSLARARASI HUKUK PERSPEKTİFİNDEN TÜRKİYE'NİN DIŞ POLİTİKADAKİ SORUNLARI, 2023
breakthrough in foreign policy, will help Turkey to gain a mediator role especially in regional c... more breakthrough in foreign policy, will help Turkey to gain a mediator role especially in regional conflicts, to gain the ability to be the manager of peace negotiations and to gain the quality of international authority on human rights, which is the root problem of many problems.
Bir devletin geçirdiği çalkantılı siyasi dönemlerin daha iyi anlaşılmasını sağlayan ve iktidar çe... more Bir devletin geçirdiği çalkantılı siyasi dönemlerin daha iyi anlaşılmasını sağlayan ve iktidar çekişmelerinin sonucunda çoğunlukla ortaya çıkan "siyasi suçlar", tarih boyunca iktidarlar tarafından topluma karşı işlenen adi suçlardan daha tehlikeli ve daha vahim olarak kabul edilmiş ve suçlananların hem cezalandırılmaları ve hem de affedilmeleri çoğu zaman siyasi otoritenin tercihine bırakılmıştır. Klasik Osmanlı döneminde "afv-ı şahane", "afvı umumi", "afv-ı âli" isimleri altında çeşitli aflarla siyasi suçluların cezası kaldırılırken Cumhuriyetle birlikte af yetkisinin kullanılmasına dair 1924 Anayasası'nın 26. maddesindeki "genel ve özel af ilan etmek, cezaları hafifletmek ve değiştirmek… gibi görevleri Büyük Millet Meclisi ancak kendisi yapar" hükmü gereğince bu yetkiyi TBMM üstlenmiştir. Osmanlı sonrası genç Cumhuriyet`in kuruluşunun 10`uncu yıldönümü dolayısıyla tüm ülkede yapılacak kutlamalar yanında 26 Ekim 1933 tarihinde siyasi suçluları da kapsayan yeni bir genel af yasası çıkarılmıştır. Atatürk döneminin en kapsamlı genel af yasası olan 2330 sayılı bu yasa, Resmî Gazete'nin 28.10.1933 tarih ve 2540 sayılı nüshasında yayınlanmıştır. Cumhuriyetin ilk baştaki siyasi muhaliflerinin etkisinin azaldığı, devlet ideolojisinin sağlam temellere oturduğunun gösterilmesi düşüncesi ile bu yasanın çıkarılmasında Atatürk'ün talebi öne çıkmıştır. Meclisteki yasa görüşmelerinde siyasi suçluların affına karşı olan milletvekillerine hitaben İç işleri bakanı Şükrü Kaya, bu yasanın çıkarılmasını bizzat Atatürk'ün hükümetten istediğini açıklamıştır. Cumhuriyetin ilanı sonrası siyasi suçlulara yönelik bu ilk af yasasının özellikle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensupları ile Atatürk'e suikast girişiminde bulunan İzmir Suikastı mahkûmlarının affını sağlaması nedeniyle kamuoyunda önemli bir yankı bulmuştur. Bu çalışmada, siyasi suçlulara af getiren bu ilk yasanın etkileri, kapsamı ve sonuçlarının Atatürk'ün bu yasanın çıkarılmasındaki talebi çerçevesinde incelenerek o döneme ait siyasi suçluların affedilmesinin daha sonraki siyasi dönemlerde siyasi kültür ve siyaset anlayışına nasıl yansıdığı açıklanacaktır. Atatürk'ün siyasi suçlulara bakış açısını da anlamayı amaçlayan bu çalışmada yöntem olarak konunun niteliği gereği iç hukuktaki kanuni düzenlemeler ile dönemin arşiv belgeleri, meclis tutanakları, gazeteleri ve siyasi kişiliklerin hatıraları taranarak karşılaştırmalı olarak incelenecektir.
TÜRKİYE'DE GIDA GÜVENLİĞİ VE GIDA SEKTÖRÜNÜN REGÜLASYONU SEMPOZYUMU, 2023
This study will provide information on how the "precautionary principle" is explained and accepte... more This study will provide information on how the "precautionary principle" is explained and accepted in the administrative judiciary in Turkey, especially in the decisions of the Council of State, and how effective it is in the regulation of the food sector in the light of these judicial decisions.
XXI. ASIRDA ÇEVRE MESELELERİNE HUKUKİ YAKLAŞIMLAR , 2023
İnsan merkezli ekolojik anlayışa karşı çıkarak hayatın içindeki tüm varlıkların hak sahibi oldukl... more İnsan merkezli ekolojik anlayışa karşı çıkarak hayatın içindeki tüm varlıkların hak sahibi olduklarını kabul ederek, cansız görülse dahi insanın hizmetinde, ikame edilebilir, ekonomik nedenlerle dönüşüme uğratılabilir varsayılan ekosistemlerin insan yararları dışında kendilerine ait özel değerlerinin bulunduğunu, dolayısıyla bu varlıkların hak sahibi özneler olarak korunabileceklerini kabul eden yaklaşıma "doğanın hakları" anlayışı denilmektedir. Doğal varlıkların veya bir bütün olarak doğanın, hukuk düzenlerinde çeşitli haklara sahip varlıklar olarak tanınmasının yolunu açan bu anlayışın sonucu olarak Ekvador ve Bolivya gibi bazı ülkelerde doğanın hakları ayrıca pozitif hukukta da yer bulmuştur. Sürdürülebilir bir gelecek adına doğayla uyumlu yaşam, doğanın kendi başına diğer canlılardan ayrı şekilde hak sahipliğini tanıyan hukuk sistemleri oluşturma amacı taşıyan, dünyanın birçok ülkesinde konuya ilgi duyan insanlar tarafından 2010 yılında kurulan "Doğanın Hakları için Küresel İttifak" adı altındaki sivil bir inisiyatif tarafından 2014 yılında "Doğanın Hakları Uluslararası Mahkemesi" oluşturulmuştur. 2010'da Bolivya Cochabamba'da gerçekleştirilen "İklim Değişikliği ve Doğa Ana Hakları Dünya
Devlet iktidarına bir sınırlama getirilmediğinde ve hikmetinden sual olmayan bir aygıta dönüştürü... more Devlet iktidarına bir sınırlama getirilmediğinde ve hikmetinden sual olmayan bir aygıta dönüştürüldüğünde zamanla uyruklarına yönelik hukuku siyasi aklıyla biçimlendirip yaratan ve bizzat üretilmiş bu hukukun sahibi olarak devletin, kendi iktidarını sınırlandırması ve kendini belirli ölçüde dizginlemesi beklenemez. Devleti sadece egemenlerin biçimlendireceğine ve diğerlerinin ise itaat etmek dışında bir görevi olmayacağına inananlar için hukuk her daim bir aparat olarak kalmaya devam edecektir. Bu şekilde düşünenler öteden beri çeşitli fikirlerle bu durumu savunmuşlardır. Örneğin hukukla devleti özdeşleştiren hukuki pozitivizmi savunan ve hak kavramını baştan reddeden doğal hukuk karşıtı Kelsen'e göre "devletin bir hukuki düzen olduğu kabul edildikten sonra, her devlet bir hukuk devletidir ve bu hukuk devleti deyimi artık fazlalıktır." Devleti verili kabul etmekle kalmayıp devleti hukukun ontolojik biçimi, hukukla özdeş hali ilan ederek, Alman kamu hukuku geleneğindeki devleti aşkınlaştırma çizgisine getiren bu Kelsenci yaklaşımın kökenleri, hukuku egemenin buyruğundan başka bir şey olmadığını kabul eden Thomas Hobbes'un fikirleriyle, ünlü Bavyeralı hukukçu Feydel'in "Devletin üstünde bir hukuk olmadığı, Devletle paralel bir hukuk olmadığı, hukukun Devlet tarafından tedvin edildiği" görüşü ile ve "devlet, hukuku yaratan aygıt olarak onun üzerindedir ve istisna durumunda onunla kayıtlı olmaması gerekir" diyen Carl Schmitt'in savunduklarıyla uyum içerisindedir. Devleti yönetenlerin kayıtsız ve şartsız itaati uyruklarından beklerken hukukun tek sahibi gibi davranarak bir yandan evrensel bir insan hakları söylemini retorik olarak kullanarak toplumda derinleşen eşitsizliklerden yayılan huzursuzlukları yatıştırmaya çalışmaları diğer yandan kültürel siyasi kodlarını tüm topluma dayatma niyetiyle her türlü kamusal ayrımcı uygulamaları ve normları normalmiş gibi sürdüren kişileri, grup ve anlayışları doğrudan desteklemeleri sıklıkla görülmektedir. Uyruklarını iktidar karşısında dost ve düşman şeklinde ikiye ayırarak
ULUSLARARASI AKDENİZ HUKUK KONGRESİ TAM METİN KİTABI, 2022
Hukuk devleti sayılmanın en önemli göstergelerinden biri de idarenin hukuka bağlılığı ilkesidir. ... more Hukuk devleti sayılmanın en önemli göstergelerinden biri de idarenin hukuka bağlılığı ilkesidir. Kamu gücünü kullanarak işlem ve eylemler tesis eden kamu idarelerinin, bu ilkenin sonucu olarak hukuka aykırı işlem veya eylemler icra ettiği düşünüldüğünde, kişiler tarafından açılacak iptal ve tam yargı davaları ile idari yargı denetimi yoluyla denetlenmesi mümkündür. Anayasa ve kanunlarda yer alan bu imkana rağmen son yıllarda idari yargı sisteminin olduğu birçok ülkede ve özellikle Türkiye’de gittikçe artan bir şekilde kamu idarelerince, aleyhe verilen idari yargı kararlarının hakkıyla uygulanmadığı, gereğinin gerçekte yerine getirilmediği, görüntüde yerine getirilmiş gibi gösterildiği, idari yargı kararını etkisizleştirecek şekilde tam aksi şekilde kararlar alındığı, idari yargı denetimini işlevsizleştirecek şekilde sürekli yeni işlemler tesis edildiği vb. birçok hukuka aykırı davranışın giderek yaygınlaştığı görülmektedir. Bu şekildeki hukuksuzluğun artmasının en önemlisi sebebi idari yargı denetimi sonrası idari kurum ve kuruluşlara, aleyhlerine alınmış bir idari yargı kararını uygulatacak herhangi bir zorlayıcı merci, makam ve müessesenin çoğunlukla bulunmayışıdır. Örneğin Türk yargı düzeninde, idari yargı kararını uygulamayan, mahkeme kararlarına göre işlem tesis etmeyen veya eylemde bulunulmayan idare hakkında 2577 sayılı İdari yargılama Usulü Kanunu, md.28/3’de gösterildiği üzere tam yargı davası açılması dışında herhangi bir hukuki imkân da bulunmamaktadır. Bu şekildeki yine bir mahkeme kararı gerektiren bir yolun ise Türkiye’deki kamu idarelerince, aleyhe bir idari yargı kararını gerekirse parasını ödeyerek yine de yerine getirmeme hakkının var olduğuna inanılmaktadır. Etkin bir denetim olmadığından dolayı kendisini hukuka bağlı hissetmeyen kamu idarelerinin, özellikle aleyhlerine verilen idari yargı kararlarını yerine getirmemesi sorununa yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin farklı zamanlarda verdiği önemli kararları bulunmaktadır. İdari yargı kararlarının idare tarafından yerine getirilmemesini, adil yargılanma hakkının bir ihlali olarak değerlendiren AİHM, aynı zamanda adalete erişim hakkı açısından da konuyu detaylıca değerlendirmektedir. İdari yargılamayı geçersizleştirecek şekilde kamu idarelerinin aleyhe verilen kararları uygulamaması halinde AİHS md. 6’da yer alan tüm teminatların boşa çıkarılacağını açıklayan AİHM, idari yargı kararının uygulanmasının yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsur olduğunu ve bu kararların uygulanmadığında yargılamanın da bir anlamının olmayacağını (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40), idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün mutlak şart olduğunu (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32), kişilerin lehine verilen idari yargı kararlarının aynı zamanda kararın icrasına yönelik meşru bir beklenti oluşturduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54). Kamu idarelerince idari yargı kararlarının uygulanmamasının doğuracağı hukuki sorunları farklı ülkeler hakkında verilen AİHM kararları ışığında ele alan bu bildiride, değişik sebeplerden ötürü verilen bu yöndeki kararların ortak noktaları, kararlarda öne çıkan hususlar yanında özellikle Türk idari yargı sistemine olan muhtemel etkileri de tartışılacak ve sorunun çözümü adına idari yargı kararlarının tam olarak uygulanmasına ilişkin alınabilecek yeni yöntem ve öneriler de sunulacaktır.
1921 Anayasası’nın Kabul Edilişinin 100. Yılı Ulusal Sempozyumu-TBMM, 2022
Birinci Dünya Savaşı sonrasında çeşitli İmparatorluklar yıkılırken bunların yerine çoğu ulus-d... more Birinci Dünya Savaşı sonrasında çeşitli İmparatorluklar yıkılırken bunların yerine çoğu ulus-devlet niteliğinde yeni devletler bağımsızlığını kazandı. Savaş sona erse de devam eden yıkım ve işgallere karşı mücadele veren bu devletler; aynı zamanda modern hukuk anlayışını gözeten, halklara kendi geleceğini şekillendirme imkânı sunan ve eski monarşik düzen yerine cumhuriyeti ve Parlamenter sistemi öne çıkaran anayasalar oluşturmak istiyorlardı.1921 yılında yıkılan imparatorlukların yerine Polonya, Gürcistan ve Türkiye’de yeni devletler kurulurken bu devletlerin kurucu belgesi niteliğinde anayasa yapım çalışmaları öne çıkmıştır. Demokratik özellikler taşıyan bu anayasalar farklı coğrafyalarda toplumların ulus-devlet inşasındaki önceliklerini de açıklamaktadır. Her üç devletin de siyasi tarihinde iz bırakmış bu dönemdeki anayasaları daha sonraki anayasalarına temel oluşturmuştur. Bu çalışmada, uğradıkları işgaller sonrası 1921 yılında, yeni kurulmakta olan devletler tarafından kabul edilen anayasaların ortak özellikleri, benzer tarafları ve ana ilkeler açısından farklılıkları incelenecektir. 1921 yılında, dünyada anayasacılık açısından nasıl bir eğilimin öne çıktığı, anayasa yapım sürecinde ülkelerin birbirlerinden nasıl etkilendikleri de açıklanacaktır. Türkiye’de 1921 anayasası süreci diğer ülkeler ile karşılaştırmalı incelendiğinde, bu anayasanın değeri ve önemi hakkında yeni bilgiler elde edebilme imkânı sağlanacaktır. Çalışmada karşılaştırma için anayasa metinleri ilk olarak göz önünde tutulurken aynı zamanda dönemin siyasi gelişmeleri, siyasi aktörleri ve yeni devletlerin rejim arayışları da ortaya konulacaktır
In addition to being a just and honorable struggle of mutual powers, war is a phenomenon that inc... more In addition to being a just and honorable struggle of mutual powers, war is a phenomenon that includes other supporters and participants outside the war zone with various reasons and expectations, and provides them with a chaotic environment where new opportunities and opportunities can be gained. In this respect, mercenaries have always been seen as the most well-known opportunists in a war environment. It has been known that many mercenaries were used in wars since ancient times, even in ancient Chinese, Greek and Roman armies.
Temel hak ve özgürlükler ile kamu güvenliği arasındaki dengenin nasıl sağlanacağı konusu, insanlı... more Temel hak ve özgürlükler ile kamu güvenliği arasındaki dengenin nasıl sağlanacağı konusu, insanlığın toplum halinde yaşamaya başlamasından bu yana tartışılmaktadır. Temel hak ve özgürlüklerin, kamu güvenliğinin sağlanması için nereye kadar kısıtlanabileceğine yönelik çeşitli ilke ve yorumlar getirilmiş olsa da siyasi iktidarların kamu güvenliği anlayışı ve yaklaşımı daha çok önem kazanmaktadır. Kamu gücü kullanma tekeline sahip olan devletin, kamu güvenliğinden ilk derece sorumlu olması yanında, tedbir ve uygulamalar sonrası kamu özgürlükleri etkilendiğinde, "özgürlükgüvenlik gerilimi" hangi ilkesi ve yaklaşımlarla aşılabilecektir? Kamu güvenliği ilke veya ölçütü kapsamında, toplumun güvenliğini sağlamak için sürekli bir savaşma durumunda olan ve bu sebeple toprakları üzerinde yaşayan bireyleri dost ve düşman olarak ayıran ve düşman olan bireylerle bir mücadele yürüten bir devlet modeli mi? Yoksa kamu güvenliğinin bozulması sonucu artan anarşik ortamın özgürlükleri kullanılmaz hale getirmesini izleyen ortada kalmış bir devlet modeli mi? sorusunun cevabını ararken kamu güvenliğini "hukukun bir parçası olarak" kabul etmekle başlamak gerekecektir. Hukuka bağlı devlet anlayışı ne kadar esnetilir ve işlevsizleştirilirse, devlet; hukuku, her açıdan bir amaç değil kamusal bir araç diye görürse, hukuk üreten organlar; hukuka bağlılığı sağlamada öncü olmayı düşünmezlerse, aynı şekilde kamu güvenliği de kalıcı ve sürekli şekilde sağlanamayacağından hem özgürlüğünü ve hem de güvenliğini kaybeden bir toplumla karşılaşma ihtimali artacaktır. Sözü edilen gerekçelerle şekillenen bu çalışma, kamu güvenliği sorunu ileri sürülerek, kamu özgürlüklerinde yapılacak kısıtlamaların, devletin ancak adil bir hukuk düzeni ile bütünleşmesi ve işlerlik kazanması halinde meşru hale gelecekleri, bunun için de kamu güvenliği kavramı açısından "hukukiliğinin" ilk planda ele alınması gerektiği düşüncesini savlamaktadır. Çalışmada ayrıca kamu güvenliğinde hukukiliğin nasıl sağlanabileceğine yönelik uluslararası ve ulusal yöntem ve uygulama örnekleri verilmektedir.
Yoksulluk tum ulkelerin en cok zorlandigi konularin basinda yer almaktadir. Cunku yoksulluk sekil... more Yoksulluk tum ulkelerin en cok zorlandigi konularin basinda yer almaktadir. Cunku yoksulluk sekil ve tur degistirerek surekli yayilmaktadir. Ayrica yoksul olmanin kriterleri de degismektedir. Bu yuzden kamu yonetimleri icin yoksullukla mucadele gittikce daha zor sartlarda yurutulmektedir. Yoksullukla mucadelede kamu yonetimlerinin kullandigi politikalardan biri olan sosyal yardimlarla, yoksul kesimlerin bu durumdan kurtulmalari hedeflenmektedir. Ancak sosyal yardimlarin her gecen gun artan maliyetleri ve kapsami yaninda surekliligi ve surdurulebilirligi tartisma konusu olusturmaktadir. Sadece yoksullugu yonetmeyi amaclayan sosyal yardimlar surdurulebilir yardimlar olarak kabul edilmemekte ve uzun vadede yoksulluga cozum uretememektedir. Turkiye’de yoksulluk, oteden beri toplumun hayirseverlik anlayisi uzerinden anlasilmaya calisilmistir. Bu anlayisin bir geregi olarak devletin yoksullugu onleme politikalari kismi ve sureksizdir. Ayrica Turkiye’de yoksulluk ve sosyal yardimlarla ilgi...
Osmanlı mparatorlu unun son döneminde yeti en ço u genç ya taki subayların birçok önemli olayda y... more Osmanlı mparatorlu unun son döneminde yeti en ço u genç ya taki subayların birçok önemli olayda yer aldıkları bilinmektedir. Ya anan bu olaylardaki rollerini
Özellikle Ortadoğu"da olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde çeşitli silahlı çatışmalar yaşanmakt... more Özellikle Ortadoğu"da olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde çeşitli silahlı çatışmalar yaşanmaktadır. Uzun yıllardır devam eden bu çatışmalar, sivil halklardan binlerce insanın ölümüne yol açmıştır. Ancak bu silahlı çatışmalarda ayrıca savaşan tarafların sivil ve silahlı savaşan kişileri ayırt etmeksizin birçok kişiyi savaş esiri olarak alıkoydukları ve çatışmanın seyrine göre bu kişileri karşı tarafla takas etme anlaşmaları yaptıkları görülmektedir. Savaş esirleriyle ilgili uygulanacak uluslararası hukuk kuralları Türkiye"nin de taraf olduğu 21 Ekim 1950 tarihinde yürürlüğe giren "Harp esirleri hakkında tatbik edilecek muameleye" dair 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesidir. Sözleşme"nin 4.maddesinde savaş esiri olarak kabul edilenler hüküm altına alınmıştır. Bu sözleşmede savaş esirlerinin hakları düzenleme altına alınmıştır. Aynı sözleşmede ise savaşan tarafların esir yerine "rehine" alamayacakları da düzenlenmiştir. Oysa bu sözleşmenin yapılmasının ardından ilerleyen dönemlerde özellikle bölgesel çatışmalarda, silahlı güçlerin "rehine" şeklinde savaş esiri adı altında kişileri alıkoydukları ve çatışmanın sonraki safhalarında çoğunluğu sivillerden oluşan kişileri takas ederek "savaş esiri" değişimi yapmak istedikleri görülmektedir. Yakın zamanda Yemen"de İran destekli Husiler ile Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçlerinin desteklediği Hükümet arasında, İsrail devleti ile Gazze şeridini kontrol eden Filistinli Hamas arasında, İsrail ile Suriye arasında, Ukrayna hükümeti ile Rusya yanlısı ayrılıkçı isyancılar arasında, Karabağ'daki çatışmaların ardından, Moskova'nın arabuluculuğunda Azerbaycan ile Ermenistan arasında, Suriye"de muhalif güçler ile Suriye Merkezi hükümeti arasında "esir takası antlaşmalarının" bu şekilde yapıldığı görülmektedir. Bu çalışmada, bölgesel çatışmalarda son yıllarda tarafların savaş esiri olarak alıkoyduğu kişiler üzerinden yaptıkları değişim antlaşmalarının farklı özellikleri açıklanacaktır. Ayrıca bu tür antlaşmaların uluslararası hukuk açısından geçerliliği de incelenecek ve 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesine uygunluğu tartışılacaktır.
Diplomatic apology is the expression of regret and regret between states or other international l... more Diplomatic apology is the expression of regret and regret between states or other international law persons through diplomatic bodies and representatives, verbally, in writing or both, in order to compensate for the damage of an act contrary to international law. In this way, in addition to reconciliation by apologizing for the unlawful action in the past, it also contributes to the prevention of vengeful attacks and the reconstruction of the historical memory between states. One of the characteristics of diplomatic apologies is to ensure that the rules of international law are complied with and respected, while at the same time contributing to the preservation of international order and stability. For example, Germany, which is known for war crimes in the international arena and many of its citizens are on trial, signed the Luxembourg Treaty with Israel in 1952 as an indication that it would stick to the compensation it would pay after apologizing to Israel. States use diplomatic apology as a means of legitimation to avoid this responsibility after committing an act that constitutes an international war crime. For example, after Japan sank the USS Panay ship in 1937, it apologized and paid 2 million dollars in compensation. In addition, after the end of the Second World War, although Japan issued many official statements of remorse for the international war crimes committed before and during the war, China and Korea, the aggrieved parties, did not accept these apologies. More recently, Israel apologized diplomatically for its war crimes against civilians, mostly Turkish passengers, named Mavi Marmara on the open sea, and accepted 20 million dollars compensation to be paid to the relatives of those who lost their lives in the armed raid. In this study, the legal content of the diplomatic apologies of the states that committed war crimes will be examined. Legal aspects of diplomatic apologies will be determined rather than political aspects and their equivalents in international law will be revealed. In this way, it will be discussed whether diplomatic apologies can be an alternative solution to the prosecution of war crimes.
There has been a remarkable rise in authoritarian regimes in the last ten years. These regimes ar... more There has been a remarkable rise in authoritarian regimes in the last ten years. These regimes are opposed to freedom and the used of political power unilaterally with oppressive methods contrary to participatory democracy. The number of such authoritarian regimes is increasing each day in the world that is not limited to certain geographies and regions. Democratic politics and governments which have slowed down since the 1990s have been replaced by authoritarian use of power. While there were fewer examples of such regimes in Far Asia, the Middle East, Africa, the Balkans, Eastern Europe, and South America, these types are more common today. The authoritarian regimes are classified by their distinctive features which are limited pluralism, non-free elections, controlled opposition, extreme nationalism, etc in their countries. Also, populist leaders and such regimes continue to gather supporters in countries where noninstitutionalized political order is dominant. It is valuable to investigate the reasons for the rise of authoritarian regimes in a way that will affect regional stability and order outside their own countries. Although international law mostly includes a legal system that regulates the relations between states, it does not contain a regulation regarding the political regime preferences and non-democratic practices of the states. However, this situation gives an unfair advantage to the states that try to adapt international law to their own political methods and transform authoritarian regime practices into an international advantage. Therefore, it has been claimed that international law has recently become authoritarian due to the generalization of such regimes.
Temel hak ve özgürlüklerin, kamu gücü kullanma tekeline sahip olan devletin, başta kendi güvenliğ... more Temel hak ve özgürlüklerin, kamu gücü kullanma tekeline sahip olan devletin, başta kendi güvenliği olmak üzere kamu güvenliğinin temini için nereye kadar daraltılıp kısıtlanabileceğine yönelik çeşitli ilke ve yorumlar getirilmiş olsa da siyasi iktidarların adalet, kamu güvenliği anlayışı ve yaklaşımı bu konuda daha çok belirleyici olmaktadır. Devletin güvenliğini doğrudan ilgilendiren kamu güvenliği, sadece asayişle ve inzibati tedbirlerle sınırlı değildir. Kamu güvenliği, kamusal alanda bireyin ve toplumun sahip olduğu hakları kullanabilmesinin bir imkânı iken bu güvenlikten farklı olarak bu çalışmada ele alınan devletin güvenliği yaklaşımı ise sahip olunan birey ve toplum haklarını harekete geçirebilmenin, yazılı ve yazısız nitelikteki tüm insan haklarının teminatı olabilmenin, devletin bekası olarak da ifade edilebilecek nitelikte hukuk devleti kalabilmenin bir gereğidir. Kısaca devletin güvenliği, sahip olunan insan unsuruna vaat edilen hakların temini ve insan haklarının her ne pahasına olursa olsun korunmasının tam karşılığıdır. Devletin güvenliği; toprakları üzerinde yaşayan bireyleri dost ve düşman olarak ayıran ve düşman saydıkları ile sürekli bir mücadele yürüten, özgürlük güvenlik geriliminde daima güvenliği önceleyerek özgürlüklerin kullanılmaz hale getirmesini izleyen, hukuku devlet güvenliğinin edilgen ve müdahale edilebilir bir alt unsuru gören, olağanüstü dönem ve uygulamaları sıradanlaştırarak toplumun güvenliğini sağlamak için sürekli bir savaşma durumunun gerektiğini ileri süren bir anlayışa dayandığında bu sahte güvenlik algısı kalıcı olmayacağı gibi tam aksine kısa sürede işlevsizleşecektir. Bu çalışmada insan haklarının korunmasının devletin güvenliğine olan etkisi ve devletin beka ve varlık sebebinin aslında bireylerin haklarının temini ve korunması ile doğrudan ilişkili olduğu, insan haklarını yaşatamayan bir devletin kendi güvenliğinden bahsedilemeyeceği vurgulanarak güvenlik, özgürlük ve hak kullanımı çerçevesinde devletin kendi güvenliği için çeşitli güç unsurlarını biriktirmek yerine insan hakları açısından neler yapması gerektiği uluslararası insan hakları temel metinleri ve uluslararası yargı kararları gözetilerek çeşitli ülkelerdeki uygulamalar ile açıklanacaktır.
Özet
Küreselleşmenin dayattığı zorlu üretim ve paylaşım sorunlarıyla baş etmede artık tüm organi... more Özet Küreselleşmenin dayattığı zorlu üretim ve paylaşım sorunlarıyla baş etmede artık tüm organizyonların ön planda dikkatini çeken konu, artan bir ilgi ile paylaşılan sosyal girişimciliktir. Sosyal girişimcilik en temel anlamda sosyal değişimin desteklenmesi ve sosyal problemlerin azaltılmasını çıkış noktası kabul ederek ekonomik ve sosyal değer oluşturmaktır. Aynı zamanda devletin ve özel sektörün ulaşamadığı, ihmal edilmiş, toplumdan dışlanmış, dezavantajlı durumdaki grupların sorunlarına yenilikçi çözümler bulunması ve bunun sürdürülebilirliğini sağlayacak mekanizmaların geliştirilmesidir. Avrupa'da kooperatifler başta olmak üzere gelişen sosyal girişimci yapıları birleştirmek, aralarında sosyal ekonomi bağları tesis etmek, sosyal ekonomik ağlar üzerinden ekonomik gelişimi artıracak imkânlar sunmak üzere kurulan Enterprise Europe Network (Avrupa Girişimcilik Ağı) 60'dan fazla ülkede 600 üye kurumda çalışan 3000'in üzerinde uzmanıyla uluslararası iş birlikleri kurmak isteyen özellikle KOBİ'lere, ayrıca büyük firmalara ve araştırmacılara hizmet eden dünyanın en büyük ağıdır. Bu çalışmada gelecekte kooperatifçiliğin gelişen yüzü olarak sosyal girişimci kooperatifçiliğin özellikleri ve farklılıkları yanında sosyal ekonomi bağları içinde dünyanın en büyük girişimci ağı kabul edilen Enterprise Europe Network (Avrupa Girişimcilik Ağı)nın faaliyet ve çalışmaları hakkında değerlendirmeler yapılarak sosyal girişimci kooperatifçiliğin sosyal sorunların çözümündeki rolü açıklanacaktır.
ÖZET Bilgi edinme ve yayma özgürlüğü olarak tanımlanabilen basın özgürlüğü ile toplumun doğrulara... more ÖZET Bilgi edinme ve yayma özgürlüğü olarak tanımlanabilen basın özgürlüğü ile toplumun doğrulara ve gerçeklere ulaşması sağlanır. Ancak basın özgürlüğü geliştikçe kişilik haklarının zarar görme olasılığı da artış göstermiş ve basın özgürlüğünün sınırını teşkil eden kişilik haklarının mutlaka korunması gündeme gelmiştir. Basın geçmişinde sıklıkla karşılaşılan bu soruna ilişkin kişilere kendileri hakkındaki haberlere karşı doğruları açıklama, yanlışları düzeltme ve doğru bilgilendirme yapma yani tekzip etme hakkı tanınmıştır. Türkiye'de ilk defa Fransız Basın Kanunu esas alınarak hazırlanan 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi'nin 8nci maddesinde yer verilen ve en son 1982 Anayasasında cevap ve düzeltme hakkı olarak düzenlenen " tekzip hakkı " yayınlanan bir haberin içeriğinin yalanlanması, bilgilerin düzeltmesi ve kamuoyunun doğru şekilde aydınlatılması amacına yönelik olarak Türk basın hayatında öteden beri yer almaktadır. Basının bilgiyi yayma, eleştirme ve yorumlama hakkının karşısında konumlanan tekzip hakkı, haber konusu edilen kişilere yönelik haksız ve yanlış içerikteki bilgilerin doğru şekilde düzeltilmesi için ayrıca bir fırsat ve imkân tanımaktadır. Bir yandan kişilik haklarını diğer yandan basın özgürlüğünü sağlayacak en önemli mekanizmalardan olan cevap ve düzeltme hakkı, basın özgürlüğünün açıkça kötüye kullanılmasına engel olmaktadır. Anayasal seviyede temel bir hak olarak ilk defa 1961 Anayasasının 27nci maddesi ile teminat altına alınan tekzip hakkı; bir nevi meşru müdafaa olarak yayımlanmış olan bir açıklamanın gerçek dışı olduğu hakkında kişiliğin yapılan saldırılara karşı savunulması ve korunmasıdır. Bu çalışmada Avrupa ülkelerinde kabul gördükten sonra tekzip hakkı olarak cevap ve düzeltme hakkının Osmanlı Devleti dönemi dâhil Cumhuriyet ve sonrasında Türkiye'de ne şekilde geliştiği ve Türk Basınının bu hakkın kullanımında nasıl bir yaklaşım sergilediği, bu hakka ne kadar uyulduğu veya bu konuda ne kadar duyarlı davranabildiğine ilişkin elde edilen bilgiler analiz edilerek çeşitli değerlendirme ve sonuçlar aktarılacaktır. ABSTRACT It is provided to the society to reach the rights and trues by freedom of press as known as getting information and information dissemination. But as press freedom evolves it tends to increase the possibility of damage to personal rights and it comes to protection of personality rights which boundaries of press freedom. Press occasionaly damage people's honour, or write or broadcast unreal news about people and their closer. After that to solve this problem it is provided to people to inform wrongs and correct about themselves against the news legally. Firstly in Turkey, the right to reply and rectification is legislated in Article 8 of the Regulation on printed documents Act in 1864 at Ottoman State. Right to reply and rectification is one of the most important mechanisms to ensure people's rights and press freedom. In short this right prevents abuse of press freedom. The right to reply and rectification has been laid down and guarateed by some international documents and 1982 Turkish Constitution (article 32). 1 1*Doçent Doktor, Ufuk Üniversitesi, mehmet.gunes@ufuk.edu.tr
ÖZET Devletin kurucu unsuru olarak bir ülkedeki vatandaşlar kadar geçici bir süreliğine ülkesinde... more ÖZET Devletin kurucu unsuru olarak bir ülkedeki vatandaşlar kadar geçici bir süreliğine ülkesinden kaçarak bir başka ülke veya devlete sığınan mültecilerin kamu yönetimindeki taleplerinin karşılanmasında sahip oldukları hak ve imkânların ne kadar ve ne şekilde karşılanabileceği günümüz yönetim anlayışlarının karşı karşıya olduğu sorunlardan biridir. Tüm dünyadaki mültecilerin onda birini tek başına misafir etmek durumunda kalan Türkiye için komşu ülkedeki iç savaştan kaçan milyonları aşan sayıdaki Suriyeliye sunulabilecek kamu hizmetleri ve aynı zamanda sınırlarının hemen yanında ve ülke içerisinde oluşabilecek güvenlik sorunlarının nasıl bir kamu yönetimi yaklaşımı ile çözülebileceği merak konusudur. Birkaç yıldır Türkiye'yi zorlayan mülteci akını karşısında Bakanlar Kurulu, " Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu " Madde 91 uyarınca 22 Ekim 2014'te kamu yönetimi açısından bir tedbir olarak geçici korumaya ilişkin bir yönetmelik yayımlamıştır. Yayımlanan " Geçici Koruma Yönetmeliği " geçici madde 1'e göre " geçici koruma " Suriyelilerin yanı sıra Suriye'den kaçan vatansız kişiler ve mülteciler için de uygulanacaktır. Geçici koruma yönetmeliği " geçici korumayı " ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak veya bu kitlesel akın döneminde bireysel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve uluslararası koruma talebi bireysel olarak değerlendirmeye alınamayan yabancılara sağlanan koruma olarak tanımlamaktadır. Geçici koruma rejimi, kimlik belgeleri olmayanlar dâhil uluslararası koruma ihtiyacı olan tüm Suriyelilere, vatansız kişilere ve Suriye'den gelen mültecilere uygulanacaktır. Kampların içinde veya dışında ikamet eden Suriyelilere uygulanabilir haklar arasında genel olarak sağlığa erişim, eğitime erişim, sosyal yardıma erişim ve iş piyasasına erişim öne çıkmaktadır. Bu çalışmada Türkiye'nin ülkesindeki mültecilere haklar sunan kamu yönetimi yaklaşımı olarak düzenlediği " Koruma Rejimi " nin içeriğine değinilerek, bu düzenlemenin mültecilerin beklediği kamu hizmetlerine etkisi ve Türkiye'nin geçici korumasını üstlendiği mültecilerin büyüyen sorunlarının yakın gelecekte Türk Kamu güvenliğine ne tür değişimlere yol açacağı diğer ülke örnekleri ile karşılaştırmalı incelenmektedir. Anahtar Kelimeler: Geçici Koruma Rejimi, Türk Kamu Yönetimi, Kamu Güvenliği, Suriyeli Mülteciler. GİRİŞ Kamu yönetiminde acil durum; toplumun tamamının veya belli kesimlerinin normal hayat ve faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan ve acil müdahaleyi gerektiren olaylar ve bu olayların oluşturduğu kriz halidir. Özellikle bu kriz hali, komşu bir ülkede yıllarca süren ve kısa zamanda sona ermesi beklenmeyen bir çatışmadan iç savaşa dönüşen olaylardan kaçan milyonlarca insanın sınırlardan içeriye girmek istemesi karşısında, kamu yöneticileri için yeni yöntem ve kurallarla yönetilmesi gereken bir kamu güvenliği sorunu olarak belirdiğinde acil ve kolay çözümlerin bulunma isteği daha çok ön plandadır. Komşu ülke Suriye'den kaynaklanan acil durum sebebiyle Türkiye için durum gittikçe daha karmaşıklaştığında alınacak tedbirlerin içeriği, zamanı ve sonuçları için kamu yönetiminin sorumluluğu daha da artmıştır. Bunun için 19 Şubat 2011 tarihli ve 27851 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren " Afet ve Acil Durum Yönetim Merkezleri Yönetmeliğine " göre iltica ve büyük nüfus hareketleri acil durumlar arasında değerlendirilmiş olup iltica ve büyük nüfus hareketleri karşısında yapılacak iş ve işlemlerin koordinasyon ve işbirliğini sağlamaktan Başbakanlık adına Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanı sorumlu kılınmıştır. Ülke vatandaşlarının ülke topraklarındaki toplu nüfus hareketlerini kamu adına yönetmek ile dil ve kültürleri farklı başka ülke halklarının bir ülkeye toplu hareketlerini yönetmenin aynı zorluk derecesi içermediği açık olmakla birlikte böyle bir hazırlık ve
ÖZET Dünyanın petrol kaynaklarının %40'ının tükendiği ve Uluslararası Enerji Ajansına göre, 2030 ... more ÖZET Dünyanın petrol kaynaklarının %40'ının tükendiği ve Uluslararası Enerji Ajansına göre, 2030 yılından itibaren petroldeki arzın talebi karşılayamayacağı bir döneme yaklaşılırken hâlen enerji ihtiyacının yarısını ithalat yoluyla karşılayan, dünyanın en büyük enerji ithalatçısı olan Avrupa Birliği, tahminlere göre 2030 yılından itibaren enerji ihtiyacının %70'ini kendi bölgesi dışından temin edecektir. Avrupa Birliği enerji ihtiyacı olarak petrolünün % 82'sini, doğal gazının da % 57'sini ithal etmek durumunda iken bu durumu onu ciddi bir enerji krizi ile karşı karşıya bırakabilecektir. Avrupa Birliği için yakın dönemde Doğu Akdeniz'de çıkarılan gazın ihtiyaçlarının giderilmesi için büyük bir imkân oluşturabileceği görülmektedir. Bu sebeple Avrupa Birliğinin, Doğu Akdeniz bölgesi dahil çeşitli bölgelere yönelik enerji politikasına çevre faktörünü entegre ederek hem enerji etkinliğinin hem de yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik etmesi gerekecektir. AB'nin benimsediği ortak enerji politikasında, enerji tedarik edilen kaynakların ve sevkiyat yollarının çeşitlendirilmesi, deniz çevresi ile uyumlu politikalar ile AB sınırları içinde üretilen yenilenebilir enerji kaynaklarından daha fazla yararlanılması öne çıkmaktadır. AB, uzun süredir hem ulaşım hem de enerji için Avrupa genelinde mevzuatın ve fonların bulunmasına rağmen, kapsamlı bir " Avrupa Enerji Politikası " oluşturulmasını ilk defa Ekim 2005'de, Londra'daki AB Konseyi'nde onaylamıştır. Komisyon Mart 2006'da " Sürdürülebilir, Rekabetçi ve Güvenli Enerji için Avrupa Stratejisi " başlıklı bir 'Yeşil Kitap' yayınlamıştır. Aynı dönemde 7 Haziran 2006 tarihinde içeriğinde " Deniz kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı için deniz çevresinin güvenliği ve önemi " gibi önemli başlıkların yer aldığı diğer bir Yeşil Kitabı daha Avrupa Komisyonu olarak " Birliğin Gelecek Denizcilik Politikasına Doğru: Okyanus ve Denizler için Avrupa Vizyonu " adıyla kabul etmiştir. Avrupa Birliği Komisyonu tarafından belli bir konuyu Avrupa Birliği ülkeleri düzeyinde tartışmaya açmak ve bütün tarafların fikir üretmelerini sağlayarak konuyu olgunlaştırmak amacıyla hazırlanan temel yazılar olarak bilinen Yeşil Kitaplar aslında Avrupa Birliği Komisyonu'nun bir "niyet göstergesi" olup mevcut politikalar açısından uyulması zorunlu bir belge olmamakla birlikte birçoğu daha sonra "Beyaz Kitap" haline dönüşmesi durumunda bağlayıcı olabilmektedir. Bu çalışmada Avrupa Birliğinin enerjiye olan bağımlılığı sebebiyle bir alternatif enerji üretim bölgesi olarak önemi gittikçe artan Kıbrıs adası çevresi ve Doğu Akdeniz bölgesindeki gazın denizden çıkarılarak Avrupa'ya taşınması ile oluşabilecek denizlerdeki muhtemel tehdit ve sorunların çözümünde AB'nin enerji ve çevre politikalarına dayanılarak çevresel koruma ve güvenlik tedbirleri yeni imkânlarla birlikte değerlendirilmektedir. Anahtar Sözcükler: Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Avrupa Birliği, Denizlerde Enerji Taşımacılığı, Çevresel Etki GİRİŞ Kadim medeniyetlerin hayat alanı Akdeniz, yakın tarihte Ortadoğu petrolünü Avrupa'yla buluşturan, Hint Okyanusu'ndaki taşımacılığı dünyanın farklı noktalarıyla bir araya getiren, Karadeniz'deki çeşitli limanlarından yüklenen ekonomik değerleri dünyanın farklı noktalarına
Uploads
Papers by Mehmet GÜNEŞ
Etkin bir denetim olmadığından dolayı kendisini hukuka bağlı hissetmeyen kamu idarelerinin, özellikle aleyhlerine verilen idari yargı kararlarını yerine getirmemesi sorununa yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin farklı zamanlarda verdiği önemli kararları bulunmaktadır. İdari yargı kararlarının idare tarafından yerine getirilmemesini, adil yargılanma hakkının bir ihlali olarak değerlendiren AİHM, aynı zamanda adalete erişim hakkı açısından da konuyu detaylıca değerlendirmektedir. İdari yargılamayı geçersizleştirecek şekilde kamu idarelerinin aleyhe verilen kararları uygulamaması halinde AİHS md. 6’da yer alan tüm teminatların boşa çıkarılacağını açıklayan AİHM, idari yargı kararının uygulanmasının yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsur olduğunu ve bu kararların uygulanmadığında yargılamanın da bir anlamının olmayacağını (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40), idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün mutlak şart olduğunu (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32), kişilerin lehine verilen idari yargı kararlarının aynı zamanda kararın icrasına yönelik meşru bir beklenti oluşturduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).
Kamu idarelerince idari yargı kararlarının uygulanmamasının doğuracağı hukuki sorunları farklı ülkeler hakkında verilen AİHM kararları ışığında ele alan bu bildiride, değişik sebeplerden ötürü verilen bu yöndeki kararların ortak noktaları, kararlarda öne çıkan hususlar yanında özellikle Türk idari yargı sistemine olan muhtemel etkileri de tartışılacak ve sorunun çözümü adına idari yargı kararlarının tam olarak uygulanmasına ilişkin alınabilecek yeni yöntem ve öneriler de sunulacaktır.
Etkin bir denetim olmadığından dolayı kendisini hukuka bağlı hissetmeyen kamu idarelerinin, özellikle aleyhlerine verilen idari yargı kararlarını yerine getirmemesi sorununa yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin farklı zamanlarda verdiği önemli kararları bulunmaktadır. İdari yargı kararlarının idare tarafından yerine getirilmemesini, adil yargılanma hakkının bir ihlali olarak değerlendiren AİHM, aynı zamanda adalete erişim hakkı açısından da konuyu detaylıca değerlendirmektedir. İdari yargılamayı geçersizleştirecek şekilde kamu idarelerinin aleyhe verilen kararları uygulamaması halinde AİHS md. 6’da yer alan tüm teminatların boşa çıkarılacağını açıklayan AİHM, idari yargı kararının uygulanmasının yargılama sürecini tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsur olduğunu ve bu kararların uygulanmadığında yargılamanın da bir anlamının olmayacağını (Hornsby/Yunanistan, B. No: 18357/91, 19/3/1997, § 40), idari makamların kararı icra etme yükümlülüğünün mutlak şart olduğunu (Hornsby/Yunanistan, § 41; Kyrtatos/Yunanistan, B. No: 41666/98, 22/5/2003, §§ 31, 32), kişilerin lehine verilen idari yargı kararlarının aynı zamanda kararın icrasına yönelik meşru bir beklenti oluşturduğunu kabul etmiştir (Apostol/Gürcistan, B. No: 40765/02, 28/2/2007, § 54).
Kamu idarelerince idari yargı kararlarının uygulanmamasının doğuracağı hukuki sorunları farklı ülkeler hakkında verilen AİHM kararları ışığında ele alan bu bildiride, değişik sebeplerden ötürü verilen bu yöndeki kararların ortak noktaları, kararlarda öne çıkan hususlar yanında özellikle Türk idari yargı sistemine olan muhtemel etkileri de tartışılacak ve sorunun çözümü adına idari yargı kararlarının tam olarak uygulanmasına ilişkin alınabilecek yeni yöntem ve öneriler de sunulacaktır.
Devletin güvenliği; toprakları üzerinde yaşayan bireyleri dost ve düşman olarak ayıran ve düşman saydıkları ile sürekli bir mücadele yürüten, özgürlük güvenlik geriliminde daima güvenliği önceleyerek özgürlüklerin kullanılmaz hale getirmesini izleyen, hukuku devlet güvenliğinin edilgen ve müdahale edilebilir bir alt unsuru gören, olağanüstü dönem ve uygulamaları sıradanlaştırarak toplumun güvenliğini sağlamak için sürekli bir savaşma durumunun gerektiğini ileri süren bir anlayışa dayandığında bu sahte güvenlik algısı kalıcı olmayacağı gibi tam aksine kısa sürede işlevsizleşecektir.
Bu çalışmada insan haklarının korunmasının devletin güvenliğine olan etkisi ve devletin beka ve varlık sebebinin aslında bireylerin haklarının temini ve korunması ile doğrudan ilişkili olduğu, insan haklarını yaşatamayan bir devletin kendi güvenliğinden bahsedilemeyeceği vurgulanarak güvenlik, özgürlük ve hak kullanımı çerçevesinde devletin kendi güvenliği için çeşitli güç unsurlarını biriktirmek yerine insan hakları açısından neler yapması gerektiği uluslararası insan hakları temel metinleri ve uluslararası yargı kararları gözetilerek çeşitli ülkelerdeki uygulamalar ile açıklanacaktır.
Küreselleşmenin dayattığı zorlu üretim ve paylaşım sorunlarıyla baş etmede artık tüm organizyonların ön planda dikkatini çeken konu, artan bir ilgi ile paylaşılan sosyal girişimciliktir. Sosyal girişimcilik en temel anlamda sosyal değişimin desteklenmesi ve sosyal problemlerin azaltılmasını çıkış noktası kabul ederek ekonomik ve sosyal değer oluşturmaktır. Aynı zamanda devletin ve özel sektörün ulaşamadığı, ihmal edilmiş, toplumdan dışlanmış, dezavantajlı durumdaki grupların sorunlarına yenilikçi çözümler bulunması ve bunun sürdürülebilirliğini sağlayacak mekanizmaların geliştirilmesidir. Avrupa'da kooperatifler başta olmak üzere gelişen sosyal girişimci yapıları birleştirmek, aralarında sosyal ekonomi bağları tesis etmek, sosyal ekonomik ağlar üzerinden ekonomik gelişimi artıracak imkânlar sunmak üzere kurulan Enterprise Europe Network (Avrupa Girişimcilik Ağı) 60'dan fazla ülkede 600 üye kurumda çalışan 3000'in üzerinde uzmanıyla uluslararası iş birlikleri kurmak isteyen özellikle KOBİ'lere, ayrıca büyük firmalara ve araştırmacılara hizmet eden dünyanın en büyük ağıdır. Bu çalışmada gelecekte kooperatifçiliğin gelişen yüzü olarak sosyal girişimci kooperatifçiliğin özellikleri ve farklılıkları yanında sosyal ekonomi bağları içinde dünyanın en büyük girişimci ağı kabul edilen Enterprise Europe Network (Avrupa Girişimcilik Ağı)nın faaliyet ve çalışmaları hakkında değerlendirmeler yapılarak sosyal girişimci kooperatifçiliğin sosyal sorunların çözümündeki rolü açıklanacaktır.