Books by Mustafa Çağhan Keskin
ISI Papers by Mustafa Çağhan Keskin
Sanat Tarihi Dergisi, 2024
XVII. yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı gömüt mimarisinde kubbe ile örtülü geleneksel türbeler... more XVII. yüzyıl ortalarından itibaren Osmanlı gömüt mimarisinde kubbe ile örtülü geleneksel türbeler terk edilirken, kubbenin yerini demir kafesler, hatta türbelerin yerini doğrudan kafes içine alınmış kabirler, diğer bir deyişle kafes türbeler almaya başlamıştır. Özünde, ölüye kutsiyet atayarak kültleştiren anıtsal mezar yapılarının İslam anlayışına uygun olmadığı yönündeki görüşler çerçevesinde tercih edilen söz konusu türbeler görünüş itibariyle devasa kuş kafeslerini andırmakta, tasarım ilhamını doğrudan kuş kafeslerinden almaktadır. Nitekim, Ahmed Hamdi Tanpınar, romantik bir tavırla kaleme aldığı Beş Şehir adlı gezi dizisinde demir kafesle örtülü açık türbelerin en nitelikli örneği olan Üsküdar’da bulunan Gülnuş Emetullah Valide Sultan Türbesi’ni devasa bir kuş kafesi olarak tanımlar. Tasarımın sembolik dayanağı, Türk ve İslam kültüründe mitoloji, tasavvuf ve edebiyatta çeşitli referansları bulunan, halk arasında popülerliğini hiç kaybetmeyen bedenin bir kafes, ruhun ise kuş olarak imgeleştirildiği, ölümün kuşun yani ruhun bedeni yani kafesi terk edişi olarak yorumlayan geleneksel ölüm metaforudur. Bu çalışma, ruhu kuş, bedeni ise kafes tanımlayarak ölümü kuşun kafesi terk etmesi şeklinde somutlayan geleneksel metaforun türbe mimarisinde temsilini tartışmayı amaçlar.
Türkiyat Mecmuası / Journal of Turkology, 2024
Tarihî kaynaklar mimar, usta ve yapı esnafına sıklıkla yer vermez. Özellikle yapının kendisi ve o... more Tarihî kaynaklar mimar, usta ve yapı esnafına sıklıkla yer vermez. Özellikle yapının kendisi ve onu inşa ettirene, diğer bir deyişle baniye odaklanan yazılı metinler, çoğunlukla inşa edene ya hiç değinmez ya da mimar, usta, kalfa gibi anonim mesleki sıfatlarla anmakla yetinir. Mimarın adı oldukça nadir zikredilir iken Osmanlı mimarlığının en tanınmış aktörü olan Mimar Sinan gibi efsaneleşmiş kimi üretken mimarlara dair dahi oldukça sınırlı bilgi verilir. Öyle ki Sinan, otobiyografilerini; zaman içinde unutulmamak, hayırla yad edilmek için teşkil ettiğini bildirir. Sözlü gelenek ise mimar ve yapı esnafının tarihî kaynaklara çoğunlukla yansımayan gündelik hayatı, başarıları, mesleki sıkıntıları ve hatta dini-mitolojik unsurlar ile ilişkilerini konu eder. Sözlü geleneğe yansıyan kimi kurgusal anlatılar, çoğu zaman, yazılı kaynaklara nadiren yansıyan gerçek olaylara dayanır, adı sanı bilinen mimarlar ile anonim yapı esnafı ile anlatılarından beslenir ve yarı-kurgusal, hatta bazen stilize bir mimar ya da yapı ustası karakterize eder. Yapının dekor ve hatta anlatının doğrudan kaynağı olduğu sözlü gelenek bir bakıma mimar ve yapı esnafının tarihî kaynaklara yansımayan eksiklerini tamamlar. Bu metin, Türk kültüründe sözlü geleneğe yansıyan ve temelde on dört farklı motif ekseninde şekillenen mimar, usta ve yapı esnafı anlatılarının derlemesi, sınıflandırılması, yazılı kaynaklar üzerinden köken araştırması ve farklı kültürle karşılaştırılması üzerine odaklanıyor, Türk mimarlık tarihinin kurgusal bir portresini çizmeyi amaçlıyor.
METU Journal of Faculty of Architecture, Dec 21, 2022
XVth century sources and his epitaph inform that Atik Sinan, the architect
of Fatih Mosque, was b... more XVth century sources and his epitaph inform that Atik Sinan, the architect
of Fatih Mosque, was beaten to death in the dungeon he was prisoned
after the completion of the construction. The narratives regarding to
the tragedy of Atik Sinan, who shared the same fate with Sinimmar, the
legendary architect of the Islamic mythology, who rewarded with death,
were flavored with various imaginative details in the company of several
tales over time and his fate was consciously or unconsciously distorted, the attention was diverted to other subjects and sometimes directly rejected or even censored. Blended with legends, the popular culture creation Aitk Sinan, has thus replaced the Atik Sinan based on academic researches. This study aims to discuss the tragedy of an Ottoman architect, Atik Sinan, with facts and manipulative myths and to sort out the narratives of popular culture and primary sources based on eyewitness accounts.
Dönem kaynakları ve kabir kitabesi Fatih Camii’nin mimarı Atik
Sinan’ın, caminin inşası sonrasında hapsedildiği zindanda dövülerek
öldürüldüğünü söylüyor. İslam mitologyasının ölümle ödüllendirilen
efsanevi mimarı Sinimmar ile aynı kaderi paylaşan Atik Sinan’ın trajedisine
ilişkin anlatılar zaman içinde muhtelif rivayetler eşliğinde çeşitlenmiş,
hayal ürünü detaylarla çeşnilendirilmiş, akıbeti bilinçli ya da bilinçsiz
şekilde çarpıtılmış, dikkat başka konulara çekilerek dağıtılmış, kimi zaman
da doğrudan reddedilmiş, hatta sansürlenmiştir. Efsaneler ile harmanlanan
popüler kültür yaratımı Atik Sinan, böylece, akademik araştırmalara
dayanan gerçek Atik Sinan’ın yerini almıştır. Bu çalışma, bir Osmanlı
mimarı olan Atik Sinan’ın trajedisini gerçekler ve manipiülatif söylenceler
eşliğinde tartışmayı, popüler kültürde yer bulan anlatılar ile görgü
tanıklıklarına dayanan birincil kaynakları ayıklamayı amaçlar.
Belleten, 2020
As being the dynastic residence and seat of government, Bursa Palace, that had been the first ful... more As being the dynastic residence and seat of government, Bursa Palace, that had been the first full-fledged Ottoman Palace since the beginnig of the 14th century, had lost its importance after the conquest of Edirne and Istanbul. The palace, had been abandoned by the dynasty, was ruined in time and dissappeared ruins. Today, structuring on the area that Bursa Palace was located does not let the archeologic surveys. Therefore, limited number of studies on the palace is based on the written sources.
According to the 17th century records and statement of eyewitnesses, Mehmed IV who visited Bursa for two months in 1659, did not stay in the old palace of his ancestors but built a new palace located on the North-West side of the Hisar (Bursa Castle) Zone. Palace of Mehmed IV have not been mentioned in studies on Bursa Palace in detail, this architectural activity usually was discussed as a renovation or enlargement and never mentioned as an independent structure. This study aims to reveal an Ottoman Palace that had not been studied and taken part in literature.
XIV. yüzyıl ilk yarısından itibaren hanedan konutu ve devlet yönetim merkezi olması bakımından tam teşekküllü ilk Osmanlı sarayı olan Bursa Sarayı önce Edirne, ardından İstanbul’un başkent seçilmesiyle önemini yitirmiştir. Hanedan üyeleri tarafından terk edilen saray, zaman içinde harap olmuş ve birkaç kalıntı dışında tümüyle ortadan kalkmıştır. Günümüzde, Bursa Sarayı’nın yerleştiği alanda bulunan yapılaşma, burada arkeolojik bir çalışma yapılmasını engellemektedir. Bu durum, saray hakkında yapılan az sayıdaki araştırmanın büyük ölçüde yazılı kaynaklara dayanmasına neden olmuştur. XVII. yüzyıla ait kayıtlar ve görgü tanıklarının ifadeleri, terk edilmesinden yaklaşık iki yüzyıl sonra, 1659 yılında Bursa’ya gelen ve iki ay kadar kentte kalan IV. Mehmed’in,
ilk Osmanlı sultanlarının konutu olan Bursa Sarayı’nda konaklamadığını, ancak Hisar bölgesinde kendisi için yeni bir saray inşa ettirdiğine işaret etmektedir. Bursa Sarayı’na ilişkin araştırmalar, IV. Mehmed döneminde inşa edilen saraya dair detaylı bilgi ortaya koymamış, bu faaliyeti çoğu kez bir onarım, genişletme olarak değerlendirmiş ve ayrı bir saray olarak ele almamıştır. Diğer bir deyişle, IV. Mehmed tarafından inşa ettirilen Yeni Saray hakkında bir monografi bulunmamaktadır. Bu çalışma, literatürde
müstakil şekilde yer almamış bir Osmanlı sarayına ilişkin yazılı kaynakları ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Journal of Ottoman Studies / Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 55, 2020
Ottoman tradition of domed tomb architecture disappears dramatically in the mid-seventeenth centu... more Ottoman tradition of domed tomb architecture disappears dramatically in the mid-seventeenth century. There is no example of a domed tomb built in this period, which lasted nearly a century. The domed tombs are replaced by uncovered tombs or hazires. The first example of the new fashion is the Köprülü Mehmed Paşa Tomb. According to Wheler and Spon who were in Istanbul around 1675-1676, Mehmed Paşa who haunted both Fazıl Ahmed Paşa [son of him] and Sultan Meh-med IV’s dreams, begs for water to be relieved, saying that in the tomb he is lit in fla-mes. Telling their dreams to each other, the vizier and sultan consulted the müfti who recommends demolishing the dome to allow rain water to fill up the grave to refresh Paşa’s body. Then, the dome of the tomb was demolished and an uncover tomb was arranged. In this fantastic narrative, the müfti who suggested the demolition of the dome was probably Vanî Efendi, a follower of the ideas of Kadızâdeliler that was a religious movement against tombs, who influenced both sultan and vizier with his sermons. Even though, Vanî Efendi lost his favour after the defeat in siege of Vienna in 1683, Feyzullah Efendi, a student and son in law of him, gained prestige in the eye of Ottoman dynasty and Köprülü Family. Being Şeyhülislam, Feyzullah Efendi was very influential during the reign of Mustafa II. Two of his sons became Şeyhülislam during the reign of Mahmud I, however, the influence of the family came to end with the enthronement of Osman III. The new tomb tradition, the first example of that was the Tomb of Köprülü Mehmed Paşa, started with the arrival of Vanî Efendi in İstanbul with Fazıl Ahmed Paşa’s invitation, ended when Feyzullah Efendi’s son, Murtaza Efendi was dismissed by Osman III in 1755. In 1756, the first domed tomb constructed after about a century. The last example of the uncovered tomb tradition/taste became the Râgıb Paşa Tomb built in 1763. The aim of this paper to discuss the religious motivations behind building uncovered tombs with a focus on the religious tendency of Vanî Efendi, Feyzullah Efendi and his family.
Journal of Ottoman Studies / Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 53, 2019
The waqf inscription located at the mosque that was built by Umur Bey, is one of the earliest ser... more The waqf inscription located at the mosque that was built by Umur Bey, is one of the earliest serious attempts in Ottoman cultural world, representing daily Turkish spoken by common people have been transferred from paper to public space. Umur Bey was influenced and inspired by the commisioner of the Turkish waqf inscription in Kütahya, Germiyanoğlu II. Yakup, an intellectual member of governor elite, whom he knew for several years. Umur Bey's preference of Turkish language, whom was a part of the Turkish elite that lost its prestige among Ottoman bureaucracy , does not only show the significance he gives to his mother tongue but also points out the fact that he was worried that the majority of the public was unable to understand Arabic and that the text could be easily understood. Announcement of the waqfiya [the deed of the endowment] in the public space, coincides with the land reform of Sultan Mehmed II, anticipating nationalization of the landed properties, that are foundations' main sources of income. This gives an impression that Umur Bey gives a reaction to this land reform, by proclaiming his devoted territory.
Journal of Ottoman Studies / Osmanlı Araştırmaları Dergisi, 48, 2016
One of the most influential figures of Ottoman World during Interregnum Period following the Anka... more One of the most influential figures of Ottoman World during Interregnum Period following the Ankara Battle, Bayezid Pasha stands out not only with his political career but also his enthusiasm of art patronage. Settling in Amasya with Çelebi Mehmed after the battle, Bayezid Pasha assisted him to achieve victory against the other Ottoman Princes. By commissioning architectural activities in Amasya and Bursa, he contributed to the reconstruction of the Ottoman State in the postwar period. Artist inscriptions on the Zawiya in Amasya commissioned by Bayezid Pasha indicate that some of the architects whom took part in the construction were slaves under his order. He, besides, was an intellectualist interested in literature and supported poets. Among the poets supported by him, ‘Abdü’lvâsi’ Çelebi’, wrote a Turkish biography of prophet Abraham, Halîlnâme. According to the chapters of Halîlnâme in which Bayezid Pasha is praised by the author, is stated that he organized royal amusements that poets and musicians performed. His tendency of architectural patronage and to support poets and musicians associates with the early 15th century Germiyanid and Timurid elites. Being an exceptional figure in Çelebi Sultan Mehmed’s reign, he was a priori the example for the Ottoman ruler elite of the classical period.
Keywords: Bayezid Pasha, Mehmed I, Ottoman History, Ottoman Architecture, Ottoman Literature, Ottoman Art, Amasya
Bilig , 2017
Öz
Knez Lazar'ın kızı olarak dünyaya gelen, babasının ölüm emrini veren Yıldırım Bayezid ile ev... more Öz
Knez Lazar'ın kızı olarak dünyaya gelen, babasının ölüm emrini veren Yıldırım Bayezid ile evlenerek Osmanlı sa-rayına giren, Ankara Savaşı'nın ardından Timur'a esir düşen ve daha sonra serbest kalarak memleketine dönen Olivera'nın hayatı travma ve trajediler ile örülmüş roman-tik bir serüveni andırmaktır. Sırplara göre kendisini ülkesi için feda eden bir kahraman, Osmanlılara göre Bayezid'i içki ve eğlenceye alıştıran kötü kadın, Avrupa kökenli oryantalist mitlere göre eline esir düştüğü barbarlar tara-fından hakarete uğramış bir prensestir. Bu araştırma, temelde Osmanlı hanedanının bir üyesi ol-masına rağmen Türkiye'de üzerine herhangi bir monogra-fi yapılmamış olan Olivera'nın hayat hikâyesine odaklan-makla birlikte, çağdaş Osmanlı, Bizans, Sırp, Timurlu ve Avrupa kaynak, anlatı ve sanat eserlerine yansıyan Olivera imgesini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Abstract
Born as the daughter of the serbian Knez Lazar, taken
into the Ottoman palace, marrying Bayezid I (The Thunderbolt),
who gave her father’s execution order, became
the slave of Timur (Tamerlane) after the Battle of Ankara
and when set free, turning back to her country, Olivera,
had a life full of trauma and tragedies, resembling a
romantic adventure According to the serbian, she was
a hero who sacrificed herself for her country, according
to the Ottomans, she was a bad woman who adapted
Bayezid to alcohol and entertainment, according to European
orientalist myths, she was a princess who was despised
by barbarians to whom was taken captive.
This study aims to reveal the image of Olivera ,reflected
in the works of contemporary Ottoman, Byzantine, Serbian,
Timurid and European sources, narratives and arts,
with a focus on the life story of Olivera, who, although
was essentially a member of the Ottoman dynasty, did
not have any monographs about her in Turkey.
Аннотация
Жизнь Оливеры напоминает романтическое приключение, полное травм и трагедий: появившись насвет в семье сербского правителя Лазаря, она стала женой султана Йылдырыма Баязида, отдавшего приказ об убийстве ее отца, а после Ангорской
(Анкарской) битвы оказалась в плену у Тимура и
впоследствии была освобождена и возвратилась
на родину. Для сербов она стала героиней, пожертвовавшей собой ради родины, в представлении же
османцев Оливера – женщина, которая приучила
Баязида к питью и развлечениям; в историях европейских ориенталистов с ней связан образ принцессы, попавшей в плен к варварам.
Данная работа впервые исследует жизнь Оливеры
Деспины, которая была членом семьи османских
правителей; вместе с тем анализируются османские, византийские, сербские, тимуридские и евро-
пейские источники, легенды и произведения искус-
ства, в которых нашел отражение образ Оливеры.
Milli Folklor, 2022
ÖZ Edirne'de iki bin yılı aşkın tarihi olan bir tümülüsün üzerinde Hıristiyanlık döneminde gelişe... more ÖZ Edirne'de iki bin yılı aşkın tarihi olan bir tümülüsün üzerinde Hıristiyanlık döneminde gelişen Aya Yorgos/Aziz Georgios kültü, Osmanlı hâkimiyeti sonrasında Hızır-İlyas inanışı ile özleşerek yerini bu külte bırakmıştır. Bu yükselti, Hızır'ın üzerinde belirdiği, ibadet ettiği ve onunla ilgili motifler barından çeşitli kerametlere sahne olduğuna inanıldığı için Hızır Makamı/Hıdırlık adını almıştır. Bu sinkretik kültün oluşumuna ilişkin zaman içinde çeşitlenen fantastik rivayetler ortaya çıkmıştır. Halk arasında dillendirilen rivayetler ve tarihi kaynaklar, Hıdırlık kült merkezindeki yoğunluklu Osmanlı yapılaşmasının özellikle XV. yüzyılın ilk yarısında gerçekleştiğine işaret eder. XVI. yüzyılda gelişimini sürdüren kült merkezinin tekkeler, türbeler ve müştemilattan oluştuğu; kalabalık bir Bektaşî derviş nüfusunu barındırdığı anlaşılmaktadır. Dönem kaynakları, Hıdırlık'ın XVII. yüzyılda iki kez yıkıma uğradığını söylemektedir. İlk yıkım, burada işlenen kötülüklere ilişkin şikâyetler üzerine 1642 yılında Sultan I. İbrahim döneminde; diğeri ise, yıkımdan sonra bir kısmı atıl durumda kaldığı anlaşılan bu ferah yükselti üzerine bir kasır inşa edilmesine karar verildiğinde 1660lı yıllarda, Sultan IV. Mehmed döneminde gerçekleşmiştir. Kısmi olduğu anlaşılan ilk yıkımda burada ikamet eden dervişlerin çoğu Hıdırlık'ı terk etmiş, kült merkezi eski yoğunluğunu yitirmiştir. İkinci yıkımda, ayakta kalmış olduğu anlaşılan türbe ve kabirler dümdüz edilmiş, buraya XIX. yüzyıla kadar varlığını sürdüren geniş bahçeli bir kasır inşa edilmiştir. Kasrın inşasıyla birlikte, Hıdırlık'ta yalnızca Hızır Makamı'nı barındıran bir tekke ile iki türbe ayakta kalmıştır. Kasrın inşası, kült merkezini devlet denetimine sokarken, varlığını sürdürebilen tek tekke XVIII. yüzyılın ilk yarısında ortadan kalkmıştır. XIX. yüzyıl sonlarında, Edirne'yi savunmak üzere inşa edilen tabyalardan en büyüğü olan Hıdırlık Tabyası'nın inşa edilmesiyle birlikte kült merkezinden geriye Hıdır Dede Türbesi dışında hiçbir iz kalmamıştır. Türbe, Balkan Savaşları sırasında Edirneli Rumlar eliyle yıkılmış, günümüze yalnızca Hıdır Dede'nin kabri ulaşabilmiştir. Kült merkezinin ortadan kalkması, XVII. yüzyılın ilk yarısından itibaren saray çevrelerinde taraftar bulan bir fakihler oluşumu olarak tasavvufi yaklaşımlara tümüyle karşı çıkan Kadızâdeliler hareketi ile ilişkili görünmektedir. Tekkelerin yıkılmasını, türbe ve kabir ziyaretlerinin yasaklanmasını isteyen, hatta çeşitli tekke ve türbelerin ortadan kaldırılmasına neden olan Kadızâdeliler hareketinin tasavvuf ehliyle çeliştiği temel konulardan biri de Hızır'ın doğası ile ilgilidir. Kadızâdeliler, Hızır'ın ölmüş olduğunu savunurken, tasavvuf ehli Hızır'ın hayatta olduğuna inanır. Hızır kültü çevresinde meydana gelen Hıdırlık, Hızır'ın hayatta olduğuna inanılan bir oluşum olması bakımından teorik, tekke ritüelleri ve türbe/kabir ziyaretlerine sahne olması bakımından ise pratik anlamda Kadızâdeliler'in tüm görüşlerine aykırı bir yapılanmadır. XVII. yüzyılda Hıdırlık'ta gerçekleşen ve kült merkezinin zamanla ortadan kalkmasına neden olan yıkımların sebebi Kadızâdelilerin telkin ve tazyikidir. Bu makale, Edirne'de duaların kabul olduğu dört kutsal alandan biri olduğuna inanılan Hıdırlık'ın bir kült merkezi olarak şekillenmesine ve ortadan kalkmasına ilişkin bir tarih okuması yapmayı hedefler.
A|Z ITU Journal of the Faculty of Architecture, Jul 2015
Observation of Ottoman architectural activities, in the first half of the fifteenth century in Am... more Observation of Ottoman architectural activities, in the first half of the fifteenth century in Amasya and its surroundings, traces of Syrian-origin architects are found. The inscriptions dated 1414, in the Bayezid Paşa Zawiya in Amasya and in the Çelebi Sultan Mehmed Madrasa in Merzifon, a town located near Amasya, concludes that the architect of these structures is Abu Bakr ibn Muhammed, son of whom known as Ibn al-Mushaimish ad Dimishqi, who has a Damascus origin. The inscriptions of the zawiya built in Ankara by Karacabey in the following ten years, conclude that the architect of this structure is Abu Bakr’s son, Ahmed. These facts, give the idea of the family being active in the architectural activities in the area, in the early fifteenth century. Among the monumental structures built in the surroundings, like the Haliliye Madrasa in Gümüş, the Yörgüç Pasha Zawiya in Amasya, the Mustafa Bey Imaret in Havza and the Koca Mehmed Pasha Zawiya in Osmancık, several details are found that exist only in Abu Bakr’s structures. These traces infer that Abu Bakr and Ahmed had a role in the construction of these structures.
This research, observing the architectural activities in Amasya and surroundings in the fifteenth century, aims to trace of Abu Bakr, his son Ahmed and the masters accompanying them.
Sanat Tarihi Yıllığı, 2023
Modern dönem öncesinde, mimar ve sanatçılar teoriden ziyade pratik uygulamalara dayanan bir deney... more Modern dönem öncesinde, mimar ve sanatçılar teoriden ziyade pratik uygulamalara dayanan bir deneyimleme süreci ile yetişmekteydi; 'baba mesleği' tercihten ziyade çoğu zaman zorunluluktu. Yardımcı iş gücü olarak görülen erkek çocuklar, baba tarafından usta-çırak ilişkisi çerçevesine yetiştirilmekte, mesleki birikim nesilden nesile miras bırakılmaktaydı. Günümüze ulaşan kitabeler ışığında XIV. yüzyıldan itibaren en az üç nesil boyunca Anadolu'nun farklı kentlerinde çeşitli yapıların inşasını üstlenen Suriye kökenli Müşeymeş ailesi fertleri Ali, yeğeni Ebu Bekir ile oğlu Ahmed'in Hassa Mimarlar Ocağı gibi kurumsal bir yapıya bağlı olmaksızın Osmanlı bâniler hizmetinde bulundukları izlenir. XV. yüzyıl sonunda, devlete bağlı kurumsal mimarlık örgütlenmesi altında istihdam edilen mimarlar arasında da Murad Halife ile oğulları Hayreddin, Hızır Bâlî ve İbrahim, Yâkub Şah ile oğlu Hüdâverdi ve Alâüddin Ali [Acem Ali] ile oğlu Hamza gibi baba-oğullar yer alır. II. Bayezid döneminde, devlet eliyle sürdürülen mimarlık faaliyetlerinin Murad Halife ve oğulları ile Yâkub Şah, oğlu ve mesleğinin ilk yıllarında onun ekibinde yer aldığı anlaşılan Alâüddin Ali'den müteşekkil iki temel ekip arasında paylaşıldığı anlaşılır. Bu çalışma, Sinan öncesi Osmanlı mimarlığında, mimarlık pratiğine yön veren babalar ve oğullar, diğer bir deyişle mimar ailelere yönelik bir bakıştır.
BELLETEN LXXVII v.279 pp. 445-465, Aug 2013
""Bursa, Edirne, Kütahya ve Larende’de, on beşinci yüzyılın ilk yarısında uygulanan bir grup çini... more ""Bursa, Edirne, Kütahya ve Larende’de, on beşinci yüzyılın ilk yarısında uygulanan bir grup çini, teknik ve üslup bakımından birbirlerinin tekrarı niteliğindedir. Çiniler arasındaki yakınlık, bütün bu uygulamaların Bursa Yeşil Külliye’de çalıştıkları sanatçı kitabesi ile kesinleşen “Tebrizli Ustalar”ın işi olduğunu düşündürmektedir. Yapılar arasındaki kronolojik ilişki, Tebrizli ustaların bu kentlerde bulunmuş olabileceklerini gösteren anlamlı bir tablo ortaya çıkarmaktadır. Çini örnekleri üzerinden yapılan okumalar, siyasi tarih araştırmalarına dayalı sosyo-kültürel bir arka-plan ile desteklenebilmektedir. Bu çalışma, Tebrizli ustaların kariyeri üzerine, sanat ürünleri ve tarih verileri ışığında bir önermede bulunmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Mimarisi, Yeşil Külliye, Çini, Tebrizli Ustalar
***
Journey of Tile Masters of Tabriz in Anatolia Within the Political and Cultural Relations (1419-1433) (pp. 445-465)
A group of tiles, belonging to the first half of 15th century, in Bursa, Edirne, Kütahya and Larende, represent technical and stylistic resemblance. Similarity between these tiles indicates the Masters of Tabriz who worked in Bursa Yeşil (Green) Complex. The chronological relations between them, reveal a significant route about the journey of Masters of Tabriz. Survey about the tile revetments, can be supported by socio-cultural background based on history sources. This study suggests a proposal about career of the Masters of Tabriz by using art objects and history data.
Key words: Ottoman Architecture, Yeşil Complex, Tile Revetments, Masters of Tabriz.
----------------------
BELLETEN, 279, Cilt: LXXVII-Sayı: 279-Yıl: 2013 Ağustos
""
BELLETEN LXXVIII v.283 pp. 891-906, Dec 2014
Osmanlı siyasi tarihinin en önemli olaylarından biri olan Ankara Savaşı, hanedanın ilk resmi konu... more Osmanlı siyasi tarihinin en önemli olaylarından biri olan Ankara Savaşı, hanedanın ilk resmi konutu Bursa Sarayı için bir dönüm noktası olmuştur. Osmanlı ordusunun hezimeti ile sonuçlanan savaşın ardından Bursa’ya giren Muhammed Sultan komutasındaki Timurlular tarafından yağmalanan saray zarar görmüş, burada bulunan Osmanlı hazinesi ve saray mensupları Timurluların eline geçmiştir. Savaşı takip eden Fetret Döneminde kendi haline bırakılan saray bir daha eski günlerine kavuşamamıştır. Bu çalışma, çağdaş kaynaklarda, sarayın yağmalanması ve Timurluların eline geçen ganimet ve saraylıların izini sürmeyi amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Bursa Sarayı, Ankara Savaşı, Fetret Devri, Timur, Yıldırım Bayezid
***
The plundering of Bursa Palace After The Battle of Ankara in Contemporary Sources
Becoming one of the most important incidents of the Ottoman History, the Battle of Ankara, had been a turning point for the first residence of Ottoman Sultans, the Bursa Palace. After the defeat of Ottoman army, Timurid army under the control of Muhammed Sultan entered the capital city, Bursa. Plundered by Timurid army, the palace was damaged and the Ottoman treasure and the family members and courtiers inside were captured. The palace had been left during Interregnum period following the battle and had not been reverted back. This study aims to search the plunder and trace the loot, family members and courties with using contemporary Timurid, Ottoman and Greek sources.
Keywords: Bursa Palace, The Battle of Ankara, Ottoman Interregnum, Tamerlane, Bayezid I
---------------------
BELLETEN LXXVIII v.283 December 2014
Megaron , 2020
No monograph has been published on the ruins of a 22x10 meters-size Byzantine structure, located ... more No monograph has been published on the ruins of a 22x10 meters-size Byzantine structure, located along the current E5 Highway in the vicinity of Haramidere region on the route of ancient "Via Egnatia". In some scientific reports, it was suggested that the building could be ruins of a Byz-antine palace called Aretas as understood from literary sources, while in some others it was argued that the building was an Ottoman menzil, a caravanserai, on the old trade route. However, a re-examination of the available evidence allows for some tentative remarks to be made on the original function of this structure. These constitute the main subject of this article, including the discussion on the necessity of defining the building as a water reservoir. From the fifth and sixth centuries onwards, it is observed that many cisterns usually consisting of two or four rows of columns were built in İstanbul. These structures show similar characteristics in the terms of their construction techniques, commonly representing square or rectangular ground plans. The interiors of the cisterns were divided into naves and the vaulting of the cisterns were supported by rows of columns or in few examples by piers. In these cisterns, a traditional system was used consisting of monolithic columns with arches connecting them with each other and with the walls. The columns were usually topped by spolia capitals showing varying degrees of physical damage. Brick arches bridged the gap between columns and each of the square bays thus formed were canopied by brick vaults or in some examples by domes. It is noteworthy that the vaults were usually built without any wooden framework. Some vaults have openings to draw water from the cistern. The walls are plastered at the height of the spring of vaults by thick layer of waterproof hydraulic mortar, an indicator of maximum storage level. In some examples remnants of a staircase were attached to the wall as an original feature. To increase resistance to the water pressure, the corners between adjacent walls typically contain chamfered or curved reinforcement. Spring water was conveyed by the vaulted aqueduct channels that utilized different elevations to ensure distribution through the city. There were reservoirs and water distribution chambers (castella divisorum) to distribute the water across the city through inverted siphons to cross valleys. The water was delivered to public or private buildings through marble, terracotta or lead pipes. Limited information can be found in the literary sources regarding water distribution and supply for several public and private buildings. In contrast, surviving remains of barrel-vaulted channels and pipelines sometimes appear during the rescue excavations for construction activities. Some archaeological evidence confirms that the water channels were distributing the water within the city from main conduits. Especially during the middle and late Byzantine periods, along with the decline of the water supply system of the city, it seems that numerous cisterns were built in the monasteries and also various substructures were transformed into cisterns. In this respect, cisterns found in almost all of the churches in the Historical Peninsula of İstanbul were either originally built as such or were otherwise converted from underground chambers. Returning to the structural remain at Haramidere, the construction techniques including alternating courses of brick and stone, buttressed interior walls and angled corners, presence of the thick layer of hydraulic plaster on the interior walls, and vaulted water-supply channels unearthed around the site indicate that this partial subterranean structure was a covered cistern that once provided water to the related buildings of a complex or to a site nearby. Although the vaulting of the building has not survived, evidence suggests that the vaulting of the cistern was supported by single row of five columns. Only one fragment of a marble column remained from the cistern was discovered on site during previous excavations. The architectural features of the structure share similarities with the typical late Byzantine period buildings in the capital of Eastern Roman Empire. This paper aims to discuss various hypotheses regarding the identity of the building and to document the architectural features that demonstrate its original function.
Bu yazıda, İstanbul Haramidere civarında, E5 otoyolu kenarında bulunan bir yapı tanıtılmak istenmiştir. Çalışmanın amacı; yapının işlevine
ilişkin çeşitli hipotezleri tartışmak ve özgün işlevine işaret eden mimari verileri irdelemektir. Ölçüleri 22 x 10 metre olan yapı, Via Egnatia güzergahında bulunmaktadır ve hakkında daha önce yayınlanmış bir monografi yoktur. Yapı hakkında görüş bildiren çeşitli bilimsel raporlarda, yapının Aretas adlı bir Bizans Sarayı olduğu öne sürülmüş, bu görüşe katılmayan raporlarda ise yapının ana ticaret yolu üzerinde
bulunan bir menzil, diğer bir deyişle bir Osmanlı kervansarayı olduğu vurgulanmıştır. Taş-tuğla almaşık duvar örgülü, üst örtüsü ortadan kalkmış olan yapının duvarlarını içten destekleyen payandaları, pahlı köşeleri, iç yüzeylerinin tamamında kalın bir yalıtıcı sıva tabakasının varlığı ve yakınında ortaya çıkartılan tonozlu su kanalları, kısmen de olsa toprağa gömülü bu yeraltı yapısının kendine ait bir isale hattı bulunan, bir zamanlar ilintili bulunduğu yapılar ya da yakın çevresine su sağlayan bir kapalı sarnıç olduğunu ortaya koymaktadır. Örtü sistemi her ne kadar günümüze ulaşmamış olsa da mevcut deliller beş tekil taşıyıcılı iki sahınlı bir yapıya işaret eder. Alanda gerçekleştirilen kazılar sırasında ise sarnıcın taşıyıcılarına ait olduğu düşünülen yalnızca bir adet mermer sütun parçası tespit edilmiştir. Yapının mimari özellikleri Konstantinopolis’teki tipik Geç Bizans dönemi yapılarıyla benzerlik göstermektedir.
Mimarlık, 2021
A Structure at the Intersection of Architecture, Industrial and Graphic Design: The TEKEL Pavilio... more A Structure at the Intersection of Architecture, Industrial and Graphic Design: The TEKEL Pavilion at the Samsun Fair
The TEKEL Pavilion, designed within the scope of the Samsun Fair (which endeavored to introduce the tourism potential of the city to the whole world), is one of the best examples of pioneering post-modernism of its period. Addressing the building, which has an important place in the memory of the city, the writer draws attention to the fact that the pavilion is "a refined example in which all of the sub-branches of design come from a single source."
TOPLUMSAL TARİH 316, 2020
Sanat Tarihi Dergisi, 29/1, 2020
Abstract
The Haydarpaşa British Cemetery was first established in the Crimean War (1853-1856) fo... more Abstract
The Haydarpaşa British Cemetery was first established in the Crimean War (1853-1856) for the British soldiers who died during the war and from 1867 onwards opened to the burial of the British civilians. The layout of the cemetery matches the design of the Victorian cemeteries which became widespread during the period of the Queen Victoria’s reign (1837-1901). The main components building this layout in the Haydarpaşa British Cemetery are the location, the landscape arrangement, the Scutari Monument erected by the Queen Victoria and the design of the gravestones. In this paper first the origins and the components of the Victorian cemeteries will be examined in terms of their interaction with the classical and late Ottoman cemeteries. Afterwards the designs of the gravestones, which contribute significantly to the Victorian character of the Haydarpaşa British Cemetery will be investigated through their manufacturer sculptors and the identities of the people buried in these graves. The maker’s marks, which are today barely seen on the bases of these gravestones, indicate that they were mostly produced in Britain and brought to Istanbul on order. These marks, which could be easily overlooked were used by the Victorian artisans widely to show their names and addresses as trademark signs and were also adopted by the local gravestone sculptors in Istanbul. For the researchers studying the art and architecture of the late Ottoman cemeteries they offer a new methodology, enabling to reach the manufacturer’s other works via the contact information and provide the possibility of an analogy on the design analysis.
Öz
Haydarpaşa İngiliz Mezarlığı, Kırım Savaşı’nda (1853-1856) ölen Britanyalı askerlerin defnedilmesi için oluşturulmuş, 1867’den itibaren sivil Britanyalıların da defnine açılmıştır. Mezarlığın kurgusu, Kraliçe Viktorya döneminde (1837-1901) Britanya’da yaygınlaşan Viktoryen mezarlıkların tasarımı ile uyuşmaktadır. Bu kurguyu oluşturan başlıca öğeler, mezarlığın konumu, peyzaj düzenlemesi, Kraliçe Viktorya tarafından diktirilen Kırım Savaşı Anıtı ve de mezar taşlarının tasarımıdır. Bu makalede öncelikle Viktoryen mezarlık kavramının doğuşu ve bileşenleri, erken ve geç dönem Osmanlı mezarlıklarıyla olan etkileşimi üzerinden irdelenecek, ardından Haydarpaşa İngiliz Mezarlığı’na Viktoryen karakterini veren başlıca öğelerden mezar taşlarının tasarımı, taşa biçim veren heykeltıraş ve mezarda yatan şahısların kimliği ışığında incelenecektir. Mezar taşlarının kaide kısımlarında rastlanan ve günümüzde zorlukla okunabilen heykeltıraş damgaları, bu taşların büyük bir çoğunluğunun Britanya’daki atölyelerde imal edilip buraya getirildiğini göstermektedir. Bir kısım taş ise yerli heykeltıraş ustalar tarafından üretilmiştir. Alamet-i farika niteliği taşıyan bu damgalar, Viktorya Dönemi zanaatkarları tarafından yaygınca kullanılmakla beraber üretici kişi ya da firmanın ismini ve adresini göstermektedir. Bu damgaların, mezarlıkta yerli ustalar tarafından da kullanılmış olması, geç dönem Osmanlı mezarlıkları çalışan araştırmacılar için metodolojik açıdan yeni bir araştırma yöntemi sunmaktadır. Kolaylıkla gözden kaçabilecek bu damgalar, üretici bilgilerini içermesi sebebiyle üreticinin diğer işlerine de ulaşmayı sağlarken, tasarım analizinde bahsedilen işlerle analoji yapmayı olanaklı kılacaktır.
Sanat Tarihi Dergisi, 28/2, 2019, 473-481 https://dergipark.org.tr/tr/pub/std/issue/50125/597434, Oct 2019
Öz
On dört ve on beşinci yüzyıl Osmanlı mimarlığının aktörleri hakkındaki veriler son derece sın... more Öz
On dört ve on beşinci yüzyıl Osmanlı mimarlığının aktörleri hakkındaki veriler son derece sınırlıdır. Mimarın adını içeren sınırlı sayıda kitabe ve önemli bir sultan yapısının mimarını anan birkaç çağdaş yazma, bazı mimarların adının sanat ve mimarlık tarihi literatürüne geçmesini sağlamıştır. Ankara'da 1427 yılında Karaca Bey tarafından inşa edilen imaretin kitabesi, Ebu Bekir oğlu Ahmed adlı bir mimarın adını barındarması bakımından Osmanlı mimarlık tarihi açısından özellikle değerlidir. On beşinci yüzyılın ilk yarısında faaliyet gösterdiği anlaşılan bir Osmanlı mimarı olan Ahmed'e ilişkin tek kaynak Karacabey İmareti girişinde bulunan bu kitabedir. Karacabey İmareti'ni inşa edebilecek yetkinlikte bir mimar olan Ahmed, dönemi içinde başka yapılarda da görev almış olmalıdır. Bu çalışma, Ahmed'in Ankara ve Amasya gibi kentlerde gelişen muhtemel kariyerini, kendisi gibi mimar olan babası Ebu Bekir'e ilişkin veriler, tarihi kaynaklar ve dönemin mimarlık ürünleri üzerinden ortaya koymayı amaçlayan bir denemedir.
Abstract
The information about the 14th and early 15th century Ottoman architects is intensely inadequate. In fact, the only extant information on the architects of early Ottoman world is their names. Apart from several historical chronicles which somehow mention the name of the architect of a significant monument, the only sources regarding the names of Early Ottoman architects are the inscriptions, which took place in the art and architecture literature. The inscription of the imaret, built in 1427 by Karacabey in Ankara, giving the name of an architect, Ahmed ibn Abu Bakr (Ahmed the son of Abu Bakr) is very significant for History of Ottoman Architecture. This inscription is the only source on Ahmed who was in charge in the first half of the 15th century. Ahmed, who was an competent architect to build an imaret as Karacabey, should had taken in charge in several monuments, as well. This paper aims to reveal the possible career of Ahmed around Amasya and Ankara region with taking account of the data on his father Abu Bakr, who was an architect as well, historical sources and the contemporaneous architectural monuments nerby Ankara.
ÖZ
II. Bayezid Dönemi'nin etkili siyasi figürlerinden biri olan Mehmed Paşa, Amasya ve çevresind... more ÖZ
II. Bayezid Dönemi'nin etkili siyasi figürlerinden biri olan Mehmed Paşa, Amasya ve çevresinde inşa ettirdiği yapılar ile önemli bir yerel bani olarak öne çıkar. Mehmed Paşa'nın baniliğinde gerçekleşen mimari üretimin meydana geldiği II. Bayezid döneminde, Amasya çevresindeki mimari etkinliğin yoğunluğu ve yetkinliği, bölgede etkinlik gösteren donanımlı bir mimar/usta topluluğunun varlığına işaret etmektedir. Mimari ve tarihi veriler, Mehmed Paşa'nın inşa faaliyetlerinde de aynı kişilerin görev aldığını düşündürmektedir. Bu araştırma, Mehmed Paşa'nın farklı kentlerde inşa ettirdiği yapılar ve inşa sürecinde görev almış mimari aktörleri incelemeyi amaçlamaktadır.
ABSTRACT
Mehmed Pasha, an influential political figure of Bayezid II's reign, was remarkable with his architectrual patronage around Amasya region. The quality and quantity of architectural production in Amasya during Bayezid II's reign refer to a group of competent architects/masters working around. Architectural and historical data indicate that these architects/masters have participated in the building processs of the monuments commissioned by Mehmed Pasha, as well. This research aims to analyze the architectural patronage of Mehmed Pasha with the architectural actors.
Uploads
Books by Mustafa Çağhan Keskin
ISI Papers by Mustafa Çağhan Keskin
of Fatih Mosque, was beaten to death in the dungeon he was prisoned
after the completion of the construction. The narratives regarding to
the tragedy of Atik Sinan, who shared the same fate with Sinimmar, the
legendary architect of the Islamic mythology, who rewarded with death,
were flavored with various imaginative details in the company of several
tales over time and his fate was consciously or unconsciously distorted, the attention was diverted to other subjects and sometimes directly rejected or even censored. Blended with legends, the popular culture creation Aitk Sinan, has thus replaced the Atik Sinan based on academic researches. This study aims to discuss the tragedy of an Ottoman architect, Atik Sinan, with facts and manipulative myths and to sort out the narratives of popular culture and primary sources based on eyewitness accounts.
Dönem kaynakları ve kabir kitabesi Fatih Camii’nin mimarı Atik
Sinan’ın, caminin inşası sonrasında hapsedildiği zindanda dövülerek
öldürüldüğünü söylüyor. İslam mitologyasının ölümle ödüllendirilen
efsanevi mimarı Sinimmar ile aynı kaderi paylaşan Atik Sinan’ın trajedisine
ilişkin anlatılar zaman içinde muhtelif rivayetler eşliğinde çeşitlenmiş,
hayal ürünü detaylarla çeşnilendirilmiş, akıbeti bilinçli ya da bilinçsiz
şekilde çarpıtılmış, dikkat başka konulara çekilerek dağıtılmış, kimi zaman
da doğrudan reddedilmiş, hatta sansürlenmiştir. Efsaneler ile harmanlanan
popüler kültür yaratımı Atik Sinan, böylece, akademik araştırmalara
dayanan gerçek Atik Sinan’ın yerini almıştır. Bu çalışma, bir Osmanlı
mimarı olan Atik Sinan’ın trajedisini gerçekler ve manipiülatif söylenceler
eşliğinde tartışmayı, popüler kültürde yer bulan anlatılar ile görgü
tanıklıklarına dayanan birincil kaynakları ayıklamayı amaçlar.
According to the 17th century records and statement of eyewitnesses, Mehmed IV who visited Bursa for two months in 1659, did not stay in the old palace of his ancestors but built a new palace located on the North-West side of the Hisar (Bursa Castle) Zone. Palace of Mehmed IV have not been mentioned in studies on Bursa Palace in detail, this architectural activity usually was discussed as a renovation or enlargement and never mentioned as an independent structure. This study aims to reveal an Ottoman Palace that had not been studied and taken part in literature.
XIV. yüzyıl ilk yarısından itibaren hanedan konutu ve devlet yönetim merkezi olması bakımından tam teşekküllü ilk Osmanlı sarayı olan Bursa Sarayı önce Edirne, ardından İstanbul’un başkent seçilmesiyle önemini yitirmiştir. Hanedan üyeleri tarafından terk edilen saray, zaman içinde harap olmuş ve birkaç kalıntı dışında tümüyle ortadan kalkmıştır. Günümüzde, Bursa Sarayı’nın yerleştiği alanda bulunan yapılaşma, burada arkeolojik bir çalışma yapılmasını engellemektedir. Bu durum, saray hakkında yapılan az sayıdaki araştırmanın büyük ölçüde yazılı kaynaklara dayanmasına neden olmuştur. XVII. yüzyıla ait kayıtlar ve görgü tanıklarının ifadeleri, terk edilmesinden yaklaşık iki yüzyıl sonra, 1659 yılında Bursa’ya gelen ve iki ay kadar kentte kalan IV. Mehmed’in,
ilk Osmanlı sultanlarının konutu olan Bursa Sarayı’nda konaklamadığını, ancak Hisar bölgesinde kendisi için yeni bir saray inşa ettirdiğine işaret etmektedir. Bursa Sarayı’na ilişkin araştırmalar, IV. Mehmed döneminde inşa edilen saraya dair detaylı bilgi ortaya koymamış, bu faaliyeti çoğu kez bir onarım, genişletme olarak değerlendirmiş ve ayrı bir saray olarak ele almamıştır. Diğer bir deyişle, IV. Mehmed tarafından inşa ettirilen Yeni Saray hakkında bir monografi bulunmamaktadır. Bu çalışma, literatürde
müstakil şekilde yer almamış bir Osmanlı sarayına ilişkin yazılı kaynakları ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Keywords: Bayezid Pasha, Mehmed I, Ottoman History, Ottoman Architecture, Ottoman Literature, Ottoman Art, Amasya
Knez Lazar'ın kızı olarak dünyaya gelen, babasının ölüm emrini veren Yıldırım Bayezid ile evlenerek Osmanlı sa-rayına giren, Ankara Savaşı'nın ardından Timur'a esir düşen ve daha sonra serbest kalarak memleketine dönen Olivera'nın hayatı travma ve trajediler ile örülmüş roman-tik bir serüveni andırmaktır. Sırplara göre kendisini ülkesi için feda eden bir kahraman, Osmanlılara göre Bayezid'i içki ve eğlenceye alıştıran kötü kadın, Avrupa kökenli oryantalist mitlere göre eline esir düştüğü barbarlar tara-fından hakarete uğramış bir prensestir. Bu araştırma, temelde Osmanlı hanedanının bir üyesi ol-masına rağmen Türkiye'de üzerine herhangi bir monogra-fi yapılmamış olan Olivera'nın hayat hikâyesine odaklan-makla birlikte, çağdaş Osmanlı, Bizans, Sırp, Timurlu ve Avrupa kaynak, anlatı ve sanat eserlerine yansıyan Olivera imgesini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Abstract
Born as the daughter of the serbian Knez Lazar, taken
into the Ottoman palace, marrying Bayezid I (The Thunderbolt),
who gave her father’s execution order, became
the slave of Timur (Tamerlane) after the Battle of Ankara
and when set free, turning back to her country, Olivera,
had a life full of trauma and tragedies, resembling a
romantic adventure According to the serbian, she was
a hero who sacrificed herself for her country, according
to the Ottomans, she was a bad woman who adapted
Bayezid to alcohol and entertainment, according to European
orientalist myths, she was a princess who was despised
by barbarians to whom was taken captive.
This study aims to reveal the image of Olivera ,reflected
in the works of contemporary Ottoman, Byzantine, Serbian,
Timurid and European sources, narratives and arts,
with a focus on the life story of Olivera, who, although
was essentially a member of the Ottoman dynasty, did
not have any monographs about her in Turkey.
Аннотация
Жизнь Оливеры напоминает романтическое приключение, полное травм и трагедий: появившись насвет в семье сербского правителя Лазаря, она стала женой султана Йылдырыма Баязида, отдавшего приказ об убийстве ее отца, а после Ангорской
(Анкарской) битвы оказалась в плену у Тимура и
впоследствии была освобождена и возвратилась
на родину. Для сербов она стала героиней, пожертвовавшей собой ради родины, в представлении же
османцев Оливера – женщина, которая приучила
Баязида к питью и развлечениям; в историях европейских ориенталистов с ней связан образ принцессы, попавшей в плен к варварам.
Данная работа впервые исследует жизнь Оливеры
Деспины, которая была членом семьи османских
правителей; вместе с тем анализируются османские, византийские, сербские, тимуридские и евро-
пейские источники, легенды и произведения искус-
ства, в которых нашел отражение образ Оливеры.
This research, observing the architectural activities in Amasya and surroundings in the fifteenth century, aims to trace of Abu Bakr, his son Ahmed and the masters accompanying them.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Mimarisi, Yeşil Külliye, Çini, Tebrizli Ustalar
***
Journey of Tile Masters of Tabriz in Anatolia Within the Political and Cultural Relations (1419-1433) (pp. 445-465)
A group of tiles, belonging to the first half of 15th century, in Bursa, Edirne, Kütahya and Larende, represent technical and stylistic resemblance. Similarity between these tiles indicates the Masters of Tabriz who worked in Bursa Yeşil (Green) Complex. The chronological relations between them, reveal a significant route about the journey of Masters of Tabriz. Survey about the tile revetments, can be supported by socio-cultural background based on history sources. This study suggests a proposal about career of the Masters of Tabriz by using art objects and history data.
Key words: Ottoman Architecture, Yeşil Complex, Tile Revetments, Masters of Tabriz.
----------------------
BELLETEN, 279, Cilt: LXXVII-Sayı: 279-Yıl: 2013 Ağustos
""
Anahtar Kelimeler: Bursa Sarayı, Ankara Savaşı, Fetret Devri, Timur, Yıldırım Bayezid
***
The plundering of Bursa Palace After The Battle of Ankara in Contemporary Sources
Becoming one of the most important incidents of the Ottoman History, the Battle of Ankara, had been a turning point for the first residence of Ottoman Sultans, the Bursa Palace. After the defeat of Ottoman army, Timurid army under the control of Muhammed Sultan entered the capital city, Bursa. Plundered by Timurid army, the palace was damaged and the Ottoman treasure and the family members and courtiers inside were captured. The palace had been left during Interregnum period following the battle and had not been reverted back. This study aims to search the plunder and trace the loot, family members and courties with using contemporary Timurid, Ottoman and Greek sources.
Keywords: Bursa Palace, The Battle of Ankara, Ottoman Interregnum, Tamerlane, Bayezid I
---------------------
BELLETEN LXXVIII v.283 December 2014
Bu yazıda, İstanbul Haramidere civarında, E5 otoyolu kenarında bulunan bir yapı tanıtılmak istenmiştir. Çalışmanın amacı; yapının işlevine
ilişkin çeşitli hipotezleri tartışmak ve özgün işlevine işaret eden mimari verileri irdelemektir. Ölçüleri 22 x 10 metre olan yapı, Via Egnatia güzergahında bulunmaktadır ve hakkında daha önce yayınlanmış bir monografi yoktur. Yapı hakkında görüş bildiren çeşitli bilimsel raporlarda, yapının Aretas adlı bir Bizans Sarayı olduğu öne sürülmüş, bu görüşe katılmayan raporlarda ise yapının ana ticaret yolu üzerinde
bulunan bir menzil, diğer bir deyişle bir Osmanlı kervansarayı olduğu vurgulanmıştır. Taş-tuğla almaşık duvar örgülü, üst örtüsü ortadan kalkmış olan yapının duvarlarını içten destekleyen payandaları, pahlı köşeleri, iç yüzeylerinin tamamında kalın bir yalıtıcı sıva tabakasının varlığı ve yakınında ortaya çıkartılan tonozlu su kanalları, kısmen de olsa toprağa gömülü bu yeraltı yapısının kendine ait bir isale hattı bulunan, bir zamanlar ilintili bulunduğu yapılar ya da yakın çevresine su sağlayan bir kapalı sarnıç olduğunu ortaya koymaktadır. Örtü sistemi her ne kadar günümüze ulaşmamış olsa da mevcut deliller beş tekil taşıyıcılı iki sahınlı bir yapıya işaret eder. Alanda gerçekleştirilen kazılar sırasında ise sarnıcın taşıyıcılarına ait olduğu düşünülen yalnızca bir adet mermer sütun parçası tespit edilmiştir. Yapının mimari özellikleri Konstantinopolis’teki tipik Geç Bizans dönemi yapılarıyla benzerlik göstermektedir.
The TEKEL Pavilion, designed within the scope of the Samsun Fair (which endeavored to introduce the tourism potential of the city to the whole world), is one of the best examples of pioneering post-modernism of its period. Addressing the building, which has an important place in the memory of the city, the writer draws attention to the fact that the pavilion is "a refined example in which all of the sub-branches of design come from a single source."
The Haydarpaşa British Cemetery was first established in the Crimean War (1853-1856) for the British soldiers who died during the war and from 1867 onwards opened to the burial of the British civilians. The layout of the cemetery matches the design of the Victorian cemeteries which became widespread during the period of the Queen Victoria’s reign (1837-1901). The main components building this layout in the Haydarpaşa British Cemetery are the location, the landscape arrangement, the Scutari Monument erected by the Queen Victoria and the design of the gravestones. In this paper first the origins and the components of the Victorian cemeteries will be examined in terms of their interaction with the classical and late Ottoman cemeteries. Afterwards the designs of the gravestones, which contribute significantly to the Victorian character of the Haydarpaşa British Cemetery will be investigated through their manufacturer sculptors and the identities of the people buried in these graves. The maker’s marks, which are today barely seen on the bases of these gravestones, indicate that they were mostly produced in Britain and brought to Istanbul on order. These marks, which could be easily overlooked were used by the Victorian artisans widely to show their names and addresses as trademark signs and were also adopted by the local gravestone sculptors in Istanbul. For the researchers studying the art and architecture of the late Ottoman cemeteries they offer a new methodology, enabling to reach the manufacturer’s other works via the contact information and provide the possibility of an analogy on the design analysis.
Öz
Haydarpaşa İngiliz Mezarlığı, Kırım Savaşı’nda (1853-1856) ölen Britanyalı askerlerin defnedilmesi için oluşturulmuş, 1867’den itibaren sivil Britanyalıların da defnine açılmıştır. Mezarlığın kurgusu, Kraliçe Viktorya döneminde (1837-1901) Britanya’da yaygınlaşan Viktoryen mezarlıkların tasarımı ile uyuşmaktadır. Bu kurguyu oluşturan başlıca öğeler, mezarlığın konumu, peyzaj düzenlemesi, Kraliçe Viktorya tarafından diktirilen Kırım Savaşı Anıtı ve de mezar taşlarının tasarımıdır. Bu makalede öncelikle Viktoryen mezarlık kavramının doğuşu ve bileşenleri, erken ve geç dönem Osmanlı mezarlıklarıyla olan etkileşimi üzerinden irdelenecek, ardından Haydarpaşa İngiliz Mezarlığı’na Viktoryen karakterini veren başlıca öğelerden mezar taşlarının tasarımı, taşa biçim veren heykeltıraş ve mezarda yatan şahısların kimliği ışığında incelenecektir. Mezar taşlarının kaide kısımlarında rastlanan ve günümüzde zorlukla okunabilen heykeltıraş damgaları, bu taşların büyük bir çoğunluğunun Britanya’daki atölyelerde imal edilip buraya getirildiğini göstermektedir. Bir kısım taş ise yerli heykeltıraş ustalar tarafından üretilmiştir. Alamet-i farika niteliği taşıyan bu damgalar, Viktorya Dönemi zanaatkarları tarafından yaygınca kullanılmakla beraber üretici kişi ya da firmanın ismini ve adresini göstermektedir. Bu damgaların, mezarlıkta yerli ustalar tarafından da kullanılmış olması, geç dönem Osmanlı mezarlıkları çalışan araştırmacılar için metodolojik açıdan yeni bir araştırma yöntemi sunmaktadır. Kolaylıkla gözden kaçabilecek bu damgalar, üretici bilgilerini içermesi sebebiyle üreticinin diğer işlerine de ulaşmayı sağlarken, tasarım analizinde bahsedilen işlerle analoji yapmayı olanaklı kılacaktır.
On dört ve on beşinci yüzyıl Osmanlı mimarlığının aktörleri hakkındaki veriler son derece sınırlıdır. Mimarın adını içeren sınırlı sayıda kitabe ve önemli bir sultan yapısının mimarını anan birkaç çağdaş yazma, bazı mimarların adının sanat ve mimarlık tarihi literatürüne geçmesini sağlamıştır. Ankara'da 1427 yılında Karaca Bey tarafından inşa edilen imaretin kitabesi, Ebu Bekir oğlu Ahmed adlı bir mimarın adını barındarması bakımından Osmanlı mimarlık tarihi açısından özellikle değerlidir. On beşinci yüzyılın ilk yarısında faaliyet gösterdiği anlaşılan bir Osmanlı mimarı olan Ahmed'e ilişkin tek kaynak Karacabey İmareti girişinde bulunan bu kitabedir. Karacabey İmareti'ni inşa edebilecek yetkinlikte bir mimar olan Ahmed, dönemi içinde başka yapılarda da görev almış olmalıdır. Bu çalışma, Ahmed'in Ankara ve Amasya gibi kentlerde gelişen muhtemel kariyerini, kendisi gibi mimar olan babası Ebu Bekir'e ilişkin veriler, tarihi kaynaklar ve dönemin mimarlık ürünleri üzerinden ortaya koymayı amaçlayan bir denemedir.
Abstract
The information about the 14th and early 15th century Ottoman architects is intensely inadequate. In fact, the only extant information on the architects of early Ottoman world is their names. Apart from several historical chronicles which somehow mention the name of the architect of a significant monument, the only sources regarding the names of Early Ottoman architects are the inscriptions, which took place in the art and architecture literature. The inscription of the imaret, built in 1427 by Karacabey in Ankara, giving the name of an architect, Ahmed ibn Abu Bakr (Ahmed the son of Abu Bakr) is very significant for History of Ottoman Architecture. This inscription is the only source on Ahmed who was in charge in the first half of the 15th century. Ahmed, who was an competent architect to build an imaret as Karacabey, should had taken in charge in several monuments, as well. This paper aims to reveal the possible career of Ahmed around Amasya and Ankara region with taking account of the data on his father Abu Bakr, who was an architect as well, historical sources and the contemporaneous architectural monuments nerby Ankara.
II. Bayezid Dönemi'nin etkili siyasi figürlerinden biri olan Mehmed Paşa, Amasya ve çevresinde inşa ettirdiği yapılar ile önemli bir yerel bani olarak öne çıkar. Mehmed Paşa'nın baniliğinde gerçekleşen mimari üretimin meydana geldiği II. Bayezid döneminde, Amasya çevresindeki mimari etkinliğin yoğunluğu ve yetkinliği, bölgede etkinlik gösteren donanımlı bir mimar/usta topluluğunun varlığına işaret etmektedir. Mimari ve tarihi veriler, Mehmed Paşa'nın inşa faaliyetlerinde de aynı kişilerin görev aldığını düşündürmektedir. Bu araştırma, Mehmed Paşa'nın farklı kentlerde inşa ettirdiği yapılar ve inşa sürecinde görev almış mimari aktörleri incelemeyi amaçlamaktadır.
ABSTRACT
Mehmed Pasha, an influential political figure of Bayezid II's reign, was remarkable with his architectrual patronage around Amasya region. The quality and quantity of architectural production in Amasya during Bayezid II's reign refer to a group of competent architects/masters working around. Architectural and historical data indicate that these architects/masters have participated in the building processs of the monuments commissioned by Mehmed Pasha, as well. This research aims to analyze the architectural patronage of Mehmed Pasha with the architectural actors.
of Fatih Mosque, was beaten to death in the dungeon he was prisoned
after the completion of the construction. The narratives regarding to
the tragedy of Atik Sinan, who shared the same fate with Sinimmar, the
legendary architect of the Islamic mythology, who rewarded with death,
were flavored with various imaginative details in the company of several
tales over time and his fate was consciously or unconsciously distorted, the attention was diverted to other subjects and sometimes directly rejected or even censored. Blended with legends, the popular culture creation Aitk Sinan, has thus replaced the Atik Sinan based on academic researches. This study aims to discuss the tragedy of an Ottoman architect, Atik Sinan, with facts and manipulative myths and to sort out the narratives of popular culture and primary sources based on eyewitness accounts.
Dönem kaynakları ve kabir kitabesi Fatih Camii’nin mimarı Atik
Sinan’ın, caminin inşası sonrasında hapsedildiği zindanda dövülerek
öldürüldüğünü söylüyor. İslam mitologyasının ölümle ödüllendirilen
efsanevi mimarı Sinimmar ile aynı kaderi paylaşan Atik Sinan’ın trajedisine
ilişkin anlatılar zaman içinde muhtelif rivayetler eşliğinde çeşitlenmiş,
hayal ürünü detaylarla çeşnilendirilmiş, akıbeti bilinçli ya da bilinçsiz
şekilde çarpıtılmış, dikkat başka konulara çekilerek dağıtılmış, kimi zaman
da doğrudan reddedilmiş, hatta sansürlenmiştir. Efsaneler ile harmanlanan
popüler kültür yaratımı Atik Sinan, böylece, akademik araştırmalara
dayanan gerçek Atik Sinan’ın yerini almıştır. Bu çalışma, bir Osmanlı
mimarı olan Atik Sinan’ın trajedisini gerçekler ve manipiülatif söylenceler
eşliğinde tartışmayı, popüler kültürde yer bulan anlatılar ile görgü
tanıklıklarına dayanan birincil kaynakları ayıklamayı amaçlar.
According to the 17th century records and statement of eyewitnesses, Mehmed IV who visited Bursa for two months in 1659, did not stay in the old palace of his ancestors but built a new palace located on the North-West side of the Hisar (Bursa Castle) Zone. Palace of Mehmed IV have not been mentioned in studies on Bursa Palace in detail, this architectural activity usually was discussed as a renovation or enlargement and never mentioned as an independent structure. This study aims to reveal an Ottoman Palace that had not been studied and taken part in literature.
XIV. yüzyıl ilk yarısından itibaren hanedan konutu ve devlet yönetim merkezi olması bakımından tam teşekküllü ilk Osmanlı sarayı olan Bursa Sarayı önce Edirne, ardından İstanbul’un başkent seçilmesiyle önemini yitirmiştir. Hanedan üyeleri tarafından terk edilen saray, zaman içinde harap olmuş ve birkaç kalıntı dışında tümüyle ortadan kalkmıştır. Günümüzde, Bursa Sarayı’nın yerleştiği alanda bulunan yapılaşma, burada arkeolojik bir çalışma yapılmasını engellemektedir. Bu durum, saray hakkında yapılan az sayıdaki araştırmanın büyük ölçüde yazılı kaynaklara dayanmasına neden olmuştur. XVII. yüzyıla ait kayıtlar ve görgü tanıklarının ifadeleri, terk edilmesinden yaklaşık iki yüzyıl sonra, 1659 yılında Bursa’ya gelen ve iki ay kadar kentte kalan IV. Mehmed’in,
ilk Osmanlı sultanlarının konutu olan Bursa Sarayı’nda konaklamadığını, ancak Hisar bölgesinde kendisi için yeni bir saray inşa ettirdiğine işaret etmektedir. Bursa Sarayı’na ilişkin araştırmalar, IV. Mehmed döneminde inşa edilen saraya dair detaylı bilgi ortaya koymamış, bu faaliyeti çoğu kez bir onarım, genişletme olarak değerlendirmiş ve ayrı bir saray olarak ele almamıştır. Diğer bir deyişle, IV. Mehmed tarafından inşa ettirilen Yeni Saray hakkında bir monografi bulunmamaktadır. Bu çalışma, literatürde
müstakil şekilde yer almamış bir Osmanlı sarayına ilişkin yazılı kaynakları ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Keywords: Bayezid Pasha, Mehmed I, Ottoman History, Ottoman Architecture, Ottoman Literature, Ottoman Art, Amasya
Knez Lazar'ın kızı olarak dünyaya gelen, babasının ölüm emrini veren Yıldırım Bayezid ile evlenerek Osmanlı sa-rayına giren, Ankara Savaşı'nın ardından Timur'a esir düşen ve daha sonra serbest kalarak memleketine dönen Olivera'nın hayatı travma ve trajediler ile örülmüş roman-tik bir serüveni andırmaktır. Sırplara göre kendisini ülkesi için feda eden bir kahraman, Osmanlılara göre Bayezid'i içki ve eğlenceye alıştıran kötü kadın, Avrupa kökenli oryantalist mitlere göre eline esir düştüğü barbarlar tara-fından hakarete uğramış bir prensestir. Bu araştırma, temelde Osmanlı hanedanının bir üyesi ol-masına rağmen Türkiye'de üzerine herhangi bir monogra-fi yapılmamış olan Olivera'nın hayat hikâyesine odaklan-makla birlikte, çağdaş Osmanlı, Bizans, Sırp, Timurlu ve Avrupa kaynak, anlatı ve sanat eserlerine yansıyan Olivera imgesini ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Abstract
Born as the daughter of the serbian Knez Lazar, taken
into the Ottoman palace, marrying Bayezid I (The Thunderbolt),
who gave her father’s execution order, became
the slave of Timur (Tamerlane) after the Battle of Ankara
and when set free, turning back to her country, Olivera,
had a life full of trauma and tragedies, resembling a
romantic adventure According to the serbian, she was
a hero who sacrificed herself for her country, according
to the Ottomans, she was a bad woman who adapted
Bayezid to alcohol and entertainment, according to European
orientalist myths, she was a princess who was despised
by barbarians to whom was taken captive.
This study aims to reveal the image of Olivera ,reflected
in the works of contemporary Ottoman, Byzantine, Serbian,
Timurid and European sources, narratives and arts,
with a focus on the life story of Olivera, who, although
was essentially a member of the Ottoman dynasty, did
not have any monographs about her in Turkey.
Аннотация
Жизнь Оливеры напоминает романтическое приключение, полное травм и трагедий: появившись насвет в семье сербского правителя Лазаря, она стала женой султана Йылдырыма Баязида, отдавшего приказ об убийстве ее отца, а после Ангорской
(Анкарской) битвы оказалась в плену у Тимура и
впоследствии была освобождена и возвратилась
на родину. Для сербов она стала героиней, пожертвовавшей собой ради родины, в представлении же
османцев Оливера – женщина, которая приучила
Баязида к питью и развлечениям; в историях европейских ориенталистов с ней связан образ принцессы, попавшей в плен к варварам.
Данная работа впервые исследует жизнь Оливеры
Деспины, которая была членом семьи османских
правителей; вместе с тем анализируются османские, византийские, сербские, тимуридские и евро-
пейские источники, легенды и произведения искус-
ства, в которых нашел отражение образ Оливеры.
This research, observing the architectural activities in Amasya and surroundings in the fifteenth century, aims to trace of Abu Bakr, his son Ahmed and the masters accompanying them.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Mimarisi, Yeşil Külliye, Çini, Tebrizli Ustalar
***
Journey of Tile Masters of Tabriz in Anatolia Within the Political and Cultural Relations (1419-1433) (pp. 445-465)
A group of tiles, belonging to the first half of 15th century, in Bursa, Edirne, Kütahya and Larende, represent technical and stylistic resemblance. Similarity between these tiles indicates the Masters of Tabriz who worked in Bursa Yeşil (Green) Complex. The chronological relations between them, reveal a significant route about the journey of Masters of Tabriz. Survey about the tile revetments, can be supported by socio-cultural background based on history sources. This study suggests a proposal about career of the Masters of Tabriz by using art objects and history data.
Key words: Ottoman Architecture, Yeşil Complex, Tile Revetments, Masters of Tabriz.
----------------------
BELLETEN, 279, Cilt: LXXVII-Sayı: 279-Yıl: 2013 Ağustos
""
Anahtar Kelimeler: Bursa Sarayı, Ankara Savaşı, Fetret Devri, Timur, Yıldırım Bayezid
***
The plundering of Bursa Palace After The Battle of Ankara in Contemporary Sources
Becoming one of the most important incidents of the Ottoman History, the Battle of Ankara, had been a turning point for the first residence of Ottoman Sultans, the Bursa Palace. After the defeat of Ottoman army, Timurid army under the control of Muhammed Sultan entered the capital city, Bursa. Plundered by Timurid army, the palace was damaged and the Ottoman treasure and the family members and courtiers inside were captured. The palace had been left during Interregnum period following the battle and had not been reverted back. This study aims to search the plunder and trace the loot, family members and courties with using contemporary Timurid, Ottoman and Greek sources.
Keywords: Bursa Palace, The Battle of Ankara, Ottoman Interregnum, Tamerlane, Bayezid I
---------------------
BELLETEN LXXVIII v.283 December 2014
Bu yazıda, İstanbul Haramidere civarında, E5 otoyolu kenarında bulunan bir yapı tanıtılmak istenmiştir. Çalışmanın amacı; yapının işlevine
ilişkin çeşitli hipotezleri tartışmak ve özgün işlevine işaret eden mimari verileri irdelemektir. Ölçüleri 22 x 10 metre olan yapı, Via Egnatia güzergahında bulunmaktadır ve hakkında daha önce yayınlanmış bir monografi yoktur. Yapı hakkında görüş bildiren çeşitli bilimsel raporlarda, yapının Aretas adlı bir Bizans Sarayı olduğu öne sürülmüş, bu görüşe katılmayan raporlarda ise yapının ana ticaret yolu üzerinde
bulunan bir menzil, diğer bir deyişle bir Osmanlı kervansarayı olduğu vurgulanmıştır. Taş-tuğla almaşık duvar örgülü, üst örtüsü ortadan kalkmış olan yapının duvarlarını içten destekleyen payandaları, pahlı köşeleri, iç yüzeylerinin tamamında kalın bir yalıtıcı sıva tabakasının varlığı ve yakınında ortaya çıkartılan tonozlu su kanalları, kısmen de olsa toprağa gömülü bu yeraltı yapısının kendine ait bir isale hattı bulunan, bir zamanlar ilintili bulunduğu yapılar ya da yakın çevresine su sağlayan bir kapalı sarnıç olduğunu ortaya koymaktadır. Örtü sistemi her ne kadar günümüze ulaşmamış olsa da mevcut deliller beş tekil taşıyıcılı iki sahınlı bir yapıya işaret eder. Alanda gerçekleştirilen kazılar sırasında ise sarnıcın taşıyıcılarına ait olduğu düşünülen yalnızca bir adet mermer sütun parçası tespit edilmiştir. Yapının mimari özellikleri Konstantinopolis’teki tipik Geç Bizans dönemi yapılarıyla benzerlik göstermektedir.
The TEKEL Pavilion, designed within the scope of the Samsun Fair (which endeavored to introduce the tourism potential of the city to the whole world), is one of the best examples of pioneering post-modernism of its period. Addressing the building, which has an important place in the memory of the city, the writer draws attention to the fact that the pavilion is "a refined example in which all of the sub-branches of design come from a single source."
The Haydarpaşa British Cemetery was first established in the Crimean War (1853-1856) for the British soldiers who died during the war and from 1867 onwards opened to the burial of the British civilians. The layout of the cemetery matches the design of the Victorian cemeteries which became widespread during the period of the Queen Victoria’s reign (1837-1901). The main components building this layout in the Haydarpaşa British Cemetery are the location, the landscape arrangement, the Scutari Monument erected by the Queen Victoria and the design of the gravestones. In this paper first the origins and the components of the Victorian cemeteries will be examined in terms of their interaction with the classical and late Ottoman cemeteries. Afterwards the designs of the gravestones, which contribute significantly to the Victorian character of the Haydarpaşa British Cemetery will be investigated through their manufacturer sculptors and the identities of the people buried in these graves. The maker’s marks, which are today barely seen on the bases of these gravestones, indicate that they were mostly produced in Britain and brought to Istanbul on order. These marks, which could be easily overlooked were used by the Victorian artisans widely to show their names and addresses as trademark signs and were also adopted by the local gravestone sculptors in Istanbul. For the researchers studying the art and architecture of the late Ottoman cemeteries they offer a new methodology, enabling to reach the manufacturer’s other works via the contact information and provide the possibility of an analogy on the design analysis.
Öz
Haydarpaşa İngiliz Mezarlığı, Kırım Savaşı’nda (1853-1856) ölen Britanyalı askerlerin defnedilmesi için oluşturulmuş, 1867’den itibaren sivil Britanyalıların da defnine açılmıştır. Mezarlığın kurgusu, Kraliçe Viktorya döneminde (1837-1901) Britanya’da yaygınlaşan Viktoryen mezarlıkların tasarımı ile uyuşmaktadır. Bu kurguyu oluşturan başlıca öğeler, mezarlığın konumu, peyzaj düzenlemesi, Kraliçe Viktorya tarafından diktirilen Kırım Savaşı Anıtı ve de mezar taşlarının tasarımıdır. Bu makalede öncelikle Viktoryen mezarlık kavramının doğuşu ve bileşenleri, erken ve geç dönem Osmanlı mezarlıklarıyla olan etkileşimi üzerinden irdelenecek, ardından Haydarpaşa İngiliz Mezarlığı’na Viktoryen karakterini veren başlıca öğelerden mezar taşlarının tasarımı, taşa biçim veren heykeltıraş ve mezarda yatan şahısların kimliği ışığında incelenecektir. Mezar taşlarının kaide kısımlarında rastlanan ve günümüzde zorlukla okunabilen heykeltıraş damgaları, bu taşların büyük bir çoğunluğunun Britanya’daki atölyelerde imal edilip buraya getirildiğini göstermektedir. Bir kısım taş ise yerli heykeltıraş ustalar tarafından üretilmiştir. Alamet-i farika niteliği taşıyan bu damgalar, Viktorya Dönemi zanaatkarları tarafından yaygınca kullanılmakla beraber üretici kişi ya da firmanın ismini ve adresini göstermektedir. Bu damgaların, mezarlıkta yerli ustalar tarafından da kullanılmış olması, geç dönem Osmanlı mezarlıkları çalışan araştırmacılar için metodolojik açıdan yeni bir araştırma yöntemi sunmaktadır. Kolaylıkla gözden kaçabilecek bu damgalar, üretici bilgilerini içermesi sebebiyle üreticinin diğer işlerine de ulaşmayı sağlarken, tasarım analizinde bahsedilen işlerle analoji yapmayı olanaklı kılacaktır.
On dört ve on beşinci yüzyıl Osmanlı mimarlığının aktörleri hakkındaki veriler son derece sınırlıdır. Mimarın adını içeren sınırlı sayıda kitabe ve önemli bir sultan yapısının mimarını anan birkaç çağdaş yazma, bazı mimarların adının sanat ve mimarlık tarihi literatürüne geçmesini sağlamıştır. Ankara'da 1427 yılında Karaca Bey tarafından inşa edilen imaretin kitabesi, Ebu Bekir oğlu Ahmed adlı bir mimarın adını barındarması bakımından Osmanlı mimarlık tarihi açısından özellikle değerlidir. On beşinci yüzyılın ilk yarısında faaliyet gösterdiği anlaşılan bir Osmanlı mimarı olan Ahmed'e ilişkin tek kaynak Karacabey İmareti girişinde bulunan bu kitabedir. Karacabey İmareti'ni inşa edebilecek yetkinlikte bir mimar olan Ahmed, dönemi içinde başka yapılarda da görev almış olmalıdır. Bu çalışma, Ahmed'in Ankara ve Amasya gibi kentlerde gelişen muhtemel kariyerini, kendisi gibi mimar olan babası Ebu Bekir'e ilişkin veriler, tarihi kaynaklar ve dönemin mimarlık ürünleri üzerinden ortaya koymayı amaçlayan bir denemedir.
Abstract
The information about the 14th and early 15th century Ottoman architects is intensely inadequate. In fact, the only extant information on the architects of early Ottoman world is their names. Apart from several historical chronicles which somehow mention the name of the architect of a significant monument, the only sources regarding the names of Early Ottoman architects are the inscriptions, which took place in the art and architecture literature. The inscription of the imaret, built in 1427 by Karacabey in Ankara, giving the name of an architect, Ahmed ibn Abu Bakr (Ahmed the son of Abu Bakr) is very significant for History of Ottoman Architecture. This inscription is the only source on Ahmed who was in charge in the first half of the 15th century. Ahmed, who was an competent architect to build an imaret as Karacabey, should had taken in charge in several monuments, as well. This paper aims to reveal the possible career of Ahmed around Amasya and Ankara region with taking account of the data on his father Abu Bakr, who was an architect as well, historical sources and the contemporaneous architectural monuments nerby Ankara.
II. Bayezid Dönemi'nin etkili siyasi figürlerinden biri olan Mehmed Paşa, Amasya ve çevresinde inşa ettirdiği yapılar ile önemli bir yerel bani olarak öne çıkar. Mehmed Paşa'nın baniliğinde gerçekleşen mimari üretimin meydana geldiği II. Bayezid döneminde, Amasya çevresindeki mimari etkinliğin yoğunluğu ve yetkinliği, bölgede etkinlik gösteren donanımlı bir mimar/usta topluluğunun varlığına işaret etmektedir. Mimari ve tarihi veriler, Mehmed Paşa'nın inşa faaliyetlerinde de aynı kişilerin görev aldığını düşündürmektedir. Bu araştırma, Mehmed Paşa'nın farklı kentlerde inşa ettirdiği yapılar ve inşa sürecinde görev almış mimari aktörleri incelemeyi amaçlamaktadır.
ABSTRACT
Mehmed Pasha, an influential political figure of Bayezid II's reign, was remarkable with his architectrual patronage around Amasya region. The quality and quantity of architectural production in Amasya during Bayezid II's reign refer to a group of competent architects/masters working around. Architectural and historical data indicate that these architects/masters have participated in the building processs of the monuments commissioned by Mehmed Pasha, as well. This research aims to analyze the architectural patronage of Mehmed Pasha with the architectural actors.
bulunan “Yörgüç Rüstem Paşa Camii 1426” ibaresi, Yörgüç Paşa ile Rüstem Paşa’yı özdeşleştirerek tarihte hiç var olmamış
bir figürü bani olarak ilan eder. Bu özdeşim, caminin oluşumundaki en önemli iki aktöre referans vermektedir; II. Murad’ın
vezirlerinden Yörgüç Paşa (ö.1442) ve Kanuni Sultan Süleyman’ın vezirlerinden Rüstem Paşa (ö.1561). Bani kimliğine
ilişkin karmaşa, yalnız yöredeki geleneksel özdeşim üzerinden değil, yapıya dair günümüze ulaşan yazılı kaynaklarda da
izlenebilir. Bu araştırma, caminin gerçek banisinin kim olduğunu veya Yörgüç Paşa ya da Rüstem Paşa’dan hangisinin
bu yapıya ismini vermeyi hak ettiğini ortaya koymayı amaçlamayan, ancak, yapısal veriler üzerinden bir mimarlık tarihi
okuması yaparak, hangi kısımların hangi döneme ait olabileceğini tartışmayı öngören bir denemedir.
Abstract
The mosque in Gümüş, a small town in the Amasya region, attracts attention because of the problem of identifying its
patron. The Turkish inscription written in the Latin Alphabet “Yörgüç Rüstem Paşa Camisi 1426” on the plate on the portal,
consubstantiating Yörgüç Paşa and Rüstem Paşa, identifies a historical figure who never existed as the patron of the
building. This consubstantiation refers to two important actors in the construction process of the mosque: Yörgüç Paşa
(d. 1442), the vizier of Murad II and Rüstem Paşa (d. 1561), the vizier of Süleyman I. This study does not aim to reveal
whether Yörgüç Paşa or Rüstem Paşa was the true patron who commissioned the building, rather it aims to examine the
building in detail to date its parts.
Abdurrahman Hibrî’ye göre, Kanber Baba, cinnî neslinden bir çocuğun hayatını kurtarır, onu ödüllendirmek isteyen cin uluları kendilerinden bir isteği bulunup bulunmadığını sorar. Kanber Baba, kendi için bir dileği olmadığını, ancak cinlerin gazabına uğrayarak çarpılan, bedeni istila edilen insanlardan, hayatında ya da ölümünden sonra ziyaretine gelenlerin şifa bulmasını rica eder ve isteği kabul olur. Kanber Baba’nın şifa dağıttına inanılan ziyareti, her Cuma gecesi, Edirne ve çevre yerleşimlerden şifa bulmak üzere gelen yüzlerce insanı ağırlar, kurbanlar kesilen, adaklar adanan, taşı toprağı öpülen türbe dönemin popüler inanç merkezlerinden biri haline gelir.
1648 yılında mesih olduğunu duyuran İzmir Musevilerinden Sabatay Sevi, Eylül 1666’da Edirne’ye getirilmiş sultanın huzurunda sözde İslam’a ihtida ederek tüm iddialarından vazgeçmiştir. Bu dönemde ortodoks İslam otoritesine karşı bir muhalefet odağı olan tekkeler, Sevi için cazibe merkezi haline gelmiş; aynı yıl içinde yine sultanın emriyle yıktırılan Hıdırlık kült merkezini sıklıkla ziyaret etmiştir. Heterodoks İslam çevreleri, Sevi ve sözde müslüman olmuş takipçileri için daha rahat hareket alanı açmış, bir nevi kamuflaj sağlamıştır.
Rivayete göre, mesihliğin Sevi’ye nasip olmasının nedeni çocukluğundan itibaren kendisine musallat olan cinlere/şeytanlara karşı yürüttüğü amansız mücadele ve bu sırada çektiği büyük acılardır. Sevi’nin Edirne’de bulunduğu dönemlerde, ağırlıklı olarak kendi cemaatinden olmak üzere yüzlerce kişi benzer paranormal deneyimler yaşar ve sözde mesih, bedeni dünya dışı varlıklar tarafından istila edilmiş onlarca kişiyi kurtararak, bir nevi cin/şeytan çıkarma ritüeli [exorcism] uygulayarak insanlara şifa dağıtarak mucizeler ortaya koyar. Hali hazırda dünya dışı varlıkların musallat olduğu insanlar tarafından ziyaret edilen Kanber Baba kültü çevresinde gerçekleşen bu inanç sistemi, Sevi’nin paranormal mucizelerini gerçekleştimesi için oldukça uygun bir zemin oluşturmaktadır.
25 Eylül 1667 günü Sabatay Sevi’nin büyük bir mucize ortaya koyacağına inanan binlerce kişi Edirne civarında toplanır. Türbenin yıkılmasından bir hafta önce gerçekleşen cin çıkarma ve şifa dağıtma mucizesinin Edirne dışında gözlerden uzak bir ziyaret olan Kanber Baba Türbesi’nde gerçekleşmiş olabileceğini ve türbenin yıkımına neden olduğunu düşündürmektedir. Bu çalışma, Hasköy’ün yaklaşık 20 km doğusunda günümüzde Kırklareli’ne bağlı İnece Beldesi’ne bağlı önceleri Kanber Köyü, Kanber Şeyhli Köyü ve Tekkeşeyhler adını taşıyan Ulukonak köyünde bulunan Kanber Baba Türbesi’nin yıkılmasını dönemin olayları ışığında tartışır.
During the course of the nineteenth century, Ottoman buildings were principally designed with European stylistic elements and interpretations, whereas already existing "classical" buildings also underwent renovations with the same approach. A particular decorative style with neo-classical features including baroque and rococo, applied in black and gray on white background is seen in some of the new interiors and in renovated buildings. It suggests the existence of a certain group of artists that was employed in these nineteenth century designs.
Structures of the time such as the Beyazıt Fire Tower and the Cedid Havatin Tomb are among the examples in which neo-classical decoration with black-gray color shades and wall paintings are applied together in interior decoration. The eighteenth century mosques of Fatih, Laleli and Hekimoğlu Ali Paşa were also re-designed with the same approach. In addition, even earlier sixteenth century ıstanbul buildings such as the sultan Bayezid II Tomb, the Şehzadeler Tomb in the Hagia Sophia Complex and the Şehzade Abdullah Tomb in the Yavuz Sultan Selim Complex were similarly re-decorated in the nineteenth century. This style can also be found in sixteenth century Bursa structures such as the Şehzade Ahmed and Mahmud Tombs in the Muradiye Complex which were both repaired after the earthquake in 1855.
The documantation and stylistic analysis of this decorative application gains particular importance since it has been removed for the most part in modern restorations in order to reach the original layers. However, the black and gray paintings of which the application was surely more reasonable compared to other lavish decorations of the time, represent a special artistic preference of the late Ottoman period"
pp. 37-58
Kuveyt Türk Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2014
pp. 267-304
Commissioned by: Sinan Paşa
Destruction date: 1871
Cause of destruction: railway construction
Location: Sarayburnu
İncili Köşk (1589-91) was a belvedere meant for resting and entertaining of the sultans, enjoying the view over the sea. Its name (lit. the pavilion with pearls) is derived from the row of pearls once hanging down at its domed ceiling. The pavilion was built by the grand vizier Sinan Paşa, the conqueror of Yemen, during the reign of the Sultan Murat III on the sea walls of the Topkapı Palace. It consisted of a centrally located throne hall, resting and service spaces. Precious carpets, Iznik tiles, silver and porcelain objects were listed among the rich furnishings of the major room which had a pool at the center. It is known that banquets with musicians and regattas were organized on the occasion of the opening festivities of the pavilion accompanied by riding events and fireworks. The celebrations of local Greeks at the hagiasma here, on the other hand, had always been a center of attraction; the pavilion itself was after all elevated on a vaulted substructure to protect this holy place. The pavilion which was gradually abandoned in the nineteenth century was finally demolished during the construction works of the Yedikule-Sirkeci railway with the exception of its vaulted base.
/
Yapılış tarihi: 16. yy
Yaptıran: Sinan Paşa
Yıkım tarihi: 1871
Yıkım nedeni: Trenyolu inşaatı
Yer: Sarayburnu
İncili Köşk (1589-91), padişahların dinlenmek ve güzel vakit geçirmek için kullandıkları, deniz manzaralı bir seyir yapısıdır. Adını kubbesine asılı inci dizisinden almaktadır. III. Murat’ın hükümdarlığında, Topkapı Sarayı’nın deniz surları üzerine Yemen Fatihi Koca Sinan Paşa tarafından inşa edilmiştir. Merkezi bir taht odası ile dinlenme ve hizmet mekanlarından oluşmaktadır. Değerli halılar, İznik çinileri, gümüş ve porselen eşyalar, ortası havuzlu ana mekanı zenginleştiren öğeler arasında sayılmaktadır. Köşkün açılış şenliklerinde müzikli ziyafetlerin ve kayık yarışlarının düzenlendiği bilinmektedir; atlı oyunlar ve havai fişek gösterileri de bunlara eşlik etmiştir. Diğer taraftan, Rumların burada bulunan ayazmada düzenlediği törenler de her zaman ilgi çekmiştir; köşk zaten bu kutsal mekanın zarar görmemesi için tonozlu bir altyapıyla yükseltilmiştir. 19. yüzyılda yavaş yavaş terk edilen köşk, nihayet Yedikule-Sirkeci demiryolu hattının inşaatı sırasında kaide kısmı dışında yıkılmıştır.
to situate it within chronology of the tower-kiosks that we note in the late Byzantine palaces in Constantinople and Nymphaion, the Seljuk kiosks in Antalya and Konya and the principality-period kiosks from Ayasoluk and Manisa with that of the Tower of Justice (Adalet Kasrı) constructed within the Topkapı Palace proper. Within this framework of inquiry, through a nuanced re-reading of the archival, architectural and archaeological evidence, we will present the Cihannüma Tower in Edirne as both the residence of the ruler and as an emblem shaped by many local forms and incoming multi-cultural details. Secondly, we aim to discuss the longevity of this form in the vocabulary of the Ottoman palatial idioms discussing the reasons for its reanimations appearing in western Anatolia in the 18th and 19th century.
Evliya Çelebi, XVII. yüzyılda kaleme aldığı Seyahatname’nin Fatih Camii bahsinde Fatih Sultan Mehmed’in, inşası için büyük zahmetlerle getirttiği sütunları kısaltarak kendi adını taşıyacak camiyi Ayasofya’dan alçak kılmakla suçladığı mimarın ellerini bileklerinden kestirdiğini, bunun üzerine mimarın sultanı dava ettiğini ve kadının mimarı haklı bularak kısasa, diğer bir deyişle sultanın ellerinin kesilmesine hükmettiği yönündeki bir söylence dillendirir. Mimar ile sultan arasındaki dava, sultanın suçunu kabullenerek kendisine tazminat ödemeye mahkum edilmesiyle sonlanır. Söylence, sultan ile kadı arasında geçen ve sultanın kadıyı kendisini hükümdar olduğu için kayırmadığı, kadının da sultanı hukukun üstünlüğünü kabul ettiği için takdir ettiği diyalog ile sürer. Günümüzde oldukça popüler olan bu anakronik söylence, kabir kitabesi ve dönemin görgü tanıklarının sultan ile yaşadığı anlaşmazlık sonucu hayatından olduğunu söylediği mimar Atik Sinan’ın akıbetine değinmeyerek konuyu çarpıtır, olayı manipüle ederek dikkati kadı ile sultan arasında geçen diyaloğa çeker.
Evliya Çelebi’nin dillendirdiği bu mahkeme söylencesini Osmanlı’nın adaletine bir örnek olarak gördüğünü belirten, aslen bir hukukçu olan hakim Sırrı Uzunalioğlu, 1953 yılında Fatih Sultan Mehmed ile ismi verilmeden “gavur mimar” şeklinde andığı Atik Sinan arasındaki davayı adalet temasıyla ele alan dört perdelik bir piyes kaleme alır. Bu çalışma, trajedi ile sonlanan nahoş bir mimarlık söylencesini Osmanlı adalet sistemi ve sultanın hakkaniyetini yücelten hoş bir kıssaya dönüştüren “Fatih Devrinde Adalet” adlı piyesi eleştirel bir gözle sahnelemeyi amaçlar.
FROM AN UNPLEASANT ARCHITECTURAL NARRATIVE TO A PLEASANT TALE OF JUSTICE: A DRAMA ON ATİK SİNAN
While reffering the Fatih Mosque, Evliya Çelebi, in his travelogue, Seyahatname, that he wrote in the XVIIth century, tells a narrative about Sultan Mehmed the Conquerer and his architect. Sultan Mehmed, accusing the architect of making his mosque that will immortalize his name lower than Hagia Sophia by shortening the columns he had brought for its construction with great struggle, had cut the hands of the architect off from his wrists. Then the architect sued the sultan; kadi, the judge, found the sultan guilty and ordered the hands of sultan to be cut off. The case between the sultan and the architect ends with the sultan’s acknowledgment of his guilt and being sentenced to pay compensation to complainant. The narrative continues with the dialogue between the sultan and the kadi that sultan appreciated the kadi who did not favored him because he was a ruler and the kadi thanked to sultan for accepting the rule of law. This anachronistic narrative, which is very popular today, distorts the subject by not mentioning the fate of the architect, Atik Sinan, whose tomb inscription and the eyewhitnesses of the period say he died as a result of the disagreement with the sultan, manipulates the event and draws attention to the dialogue between the sultan and the kadi.
Sırrı Uzunalioğlu, who was an originally legist, a judge, stated that he approved this court narrative voiced by Evliya Çelebi as an example of Ottoman justice, wrote out a four acts drama with the theme of justice in 1953 dealing with the case between the sultan and Atik Sinan, whom he referred as “the infidel architect” without being named. This study aims to critically represent the drama called “Fatih Devrinde Adalet/Justice in the Age of Conqueror”, that transforms an unpleasant architectural narrative ended with a tragedy into a pleasant tale that glorifies the Ottoman justice.
Son Germiyanoğlu idarecisi II. Yakup Bey’in türbesi, Germiyanoğlu mimarisinde örneğine rastlanmayan çini dekorasyonu ile dikkat çekmektedir. Kütahya’da kendi adını taşıyan imarette bulunan türbedeki çiniler Bursa ve Edirne’de Tebrizli Ustalar tarafından yapılanlar ile teknik ve üslup açısından paralellik göstermektedir. Özellikle, türbe zeminindeki renkli sır tekniğindeki çini bordürler, Yeşil Külliye, Muradiye Külliyesi ve Şah Melek Mescidi gibi çağdaş Osmanlı yapılarındaki örneklerin çeşitlemeleri niteliğindedir.
Komşu beylikler olan Germiyanoğulları ve Osmanlılar arasındaki ilişkilerin özellikle II. Yakup Bey zamanında geliştiği görülmektedir. II. Yakup Bey İmareti’nin girişinde bulunan Türkçe taş vakfiyede yapılan göndermeler, Germiyanoğlu Beyliği’nin bu dönemde Osmanlı hakimiyetini kabul ettiğini göstermektedir. Osmanlı hakimiyetini kabul eden II. Yakup Bey, 1428 yılında Bursa ve Edirne’yi ziyaret ederek II. Murad ile görüşmüş ve bu ziyaretin ardından ülkesini kendisi öldükten sonra idare etmesi için Osmanlı sultanına vasiyet etmiştir.
II. Yakup Bey, Bursa ve Edirne ziyareti sırasında, Tebrizli Ustalar’ın çini uygulamalarını görme fırsatı bulmuştur. Tebrizli Ustalar’ın, bu ziyaret sırasında Edirne’de bulunuyor olması, Yakup Bey ile karşılaştıklarını düşündürmektedir. Germiyanoğulları ve Osmanlılar arasındaki ilişki, birçok kültür ve sanat insanının bu beylikler arasında gidip gelişine olanak sağlamıştır. Osmanlı tarihleri ve şair tezkireleri, Germiyanoğlu kültür çevresinden bir çok kişinin, sultanların daveti üzerine Osmanlıların hizmetine girdiklerini kaydeder. II. Yakup Bey de, çini uygulamalarını beğenmiş olduğu Tebrizli Ustaları kendi türbesini dekore etmek amacıyla Kütahya’ya davet etmiş olabilir.
On beşinci yüzyılın ilk yarısında, Anadolu’da Tebrizli Ustalar’ın ayırt edici özelliği olan renkli sır tekniği üzerinden yapılan okumalar, onların Yakup Bey’in ziyaretini takip eden dönemde Edirne’yi terk ettiğini göstermektedir. 1429 yılında Edirne’deki son işlerini yapan Tebrizli Ustalar, 1433 yılında Larende’de Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti’nin çini mihrabını meydana getirmiş ve memleketlerine dönmüştür. Bu durum, Tebrizli Ustalar’ın 1429-1433 yılları arasında Kütahya’ya giderek II. Yakup Bey Türbesi’nin çini dekorasyonunu üstlendiklerini göstermektedir.
ABSTRACT:
The mausoleum of Yakup Bey II, the last ruler of Germiyanoğlu Emirate, draws attention with it’s unique ceramic decoration among Germiyanid architecture. The ceramics that are found in Kütahya, in the mausoleum in the imaret that carries his name, are fairly similar to those which were done by the ceramic masters from Tabriz in Bursa and Edirne considering their technical and stylistic values. Especially, the colored glazed ceramic borders used on the floor of the mausoleum are like different examples of contemporary Ottoman architecture like Yeşil (Green) Complex, Muradiye Complex and Şah Melek Masjid.
It’s seen that the relations between neighbour states Ottoman and Germiyanids had developed in the time of Yakup Bey II. The references that exist on the Turkish stone endowment found in the entrance of the Imaret built by Yakup Bey II claims that Germiyanoğlu Emirate accepts Ottoman dominance in that era. Yakup Bey II, who accepted Ottoman’s dominance, had been to Bursa and Edirne in year 1428 and had a meeting with Murad II and after this visit, he devised his country to the Ottoman Sultan following his death.
During his trip to Bursa and Edirne, Yakup Bey II, had a chance to see the ceramic practices of the Masters of Tabriz. Considering the fact that the Masters of Tabriz were in Edirne during Yakup Bey II’s visit, makes think they met. The relations between Germiyanids and Ottomans, gave chance to many people dealing with culture and art visit both states. Ottoman chronicles and poet anthologies state that many people from Germiyanid culture society served Ottomans following sultans’ call. Yakup Bey II, might have invited the Masters of Tabriz, whose ceramic applications he fancied, to Kütahya to decorate his own shrine.
The readings that were done on the colored glazed ceramics, which were the distinctive features of the Masters of Tabriz in Anatolia, in the first half of fifteenth century, states that they left Edirne following the era of Yakup Bey II’s visit. The Masters of Tabriz who completed their final works in Edirne in 1429, completed the ceramic mihrab of Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti and the went back to their country. This situation makes think, the Masters of Tabriz had been to Kütahya between years 1429-1433 and worked on the ceramic decoration of Yakup Bey II’s shrine.""
The organizations, incomes and expenditures of these charity foundations, that had been served free of charge, were clearly specified by the waqfiyas (endowments) formed by the Yörgüç Pasha family members who had commissioned them. The sources of income of these foundations were the tax percents of several villages which the family had privilege on and the revenue-generating structures commissioned by the family and endowed to them. According to the waqfiyas, they commissioned four hans (caravanserais) one bedesten (covered bazaar), several shops, six mills and eleven hammams around Amasya to fund the foundations. Yörgüç Pasha commissioned a han, seventeen shops and a hammam in Amasya, a han and hammam in Tokat and hamams in Gümüş and İskilip; Mustafa Bey commissioned a hammam in Amasya, a hammam and a han in Havza; Hızır Pasha commissioned a hammam in Amasya, a mill in Ladik; Mehmed Pasha commissioned a hammam and a han in Samsun, a hammam and a mill in Tokat, two hammams in Niksar, four mills in Amasya and a bedesten in Tosya. This study aims to reveal the relations between the charity foundations and endowed properties of Yörgüç Pasha family based on the waqfiyas.
Söz konusu dönemde imar edilen semtlerden biri de Üsküdar’dır. Semt, III. Ahmed’in, annesi Gülnuş Emetullah Valide adına yaptırdığı cami ve türbenin yanı sıra inşa edilen çok sayıda çeşme ile adeta yeniden şekillenmiştir. III. Ahmed ve Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın yaptırdığı suyolları üzerinde hanedan üyeleri, saraylılar ve devlet ileri gelenleri tarafından inşa ettirilen çeşmeler sayesinde Üsküdar’ın birçok mahallesindeki su sorununu ortadan kaldırılmıştır. Üsküdar’daki bu yoğun faaliyet, hakkında çok az şey bilinen Üsküdarlı şair Nurî Mehmed Efendi’nin, “ez kaside-i tarih-i çeşmeler”, adlı manzum tarihine konu edilmiştir. Nurî Mehmed Efendi, isim vermeden bu suyolları üzerine inşa edilen çeşmelerden bahsederek bulundukları yerleri belirtmiş ve eserinin sonunda tarihlendirme yapmıştır. Nurî Mehmed Efendi’nin manzum tarihi, Üsküdar’daki yoğun imar faaliyetini dönemin edebi diliyle anlatmasının yanı sıra Üsküdarlı bir entelektüelin bu faaliyetlere bakış açısını yansıtması bakımından da değerli bir örnektir. Bununla birlikte, manzum tarihin, özellikle birçoğu günümüze ulaşamayan çeşmeler hakkında önemli bir kaynak olduğu görülmektedir. Bu çalışma kapsamında beyitler arasında işaret edilen çeşmeler tespit edilerek, söz konusu eserin mimarlık ve sanat tarihi açısından kaynak değerinin ortaya konması amaçlanmaktadır.
"
The first, who came to Anatolia, were a group of Tabrizian artists, with Nakkaş Ali, who was taken away from Bursa to Semerkand and set free to return after the death of Timur. Masters of Tabriz, who were thought to work in Timurid structures in Samarkand, undertook the tile decoration of Yeşil Complex (1419-1424), which was the first significant architectural activity after the Ankara Battle. Masters of Tabriz implemented the cuerda seca technique and some other Timurid tile tradition, as an innovation for Anatolia in Yeşil Complex. Just after completing their work in Yeşil Complex, they continued to work in Muradiye Complex (1424-1426). Then, they moved to Edirne with the order of sultan, to decorate Muradiye Mevlevihanesi (1427). After Edirne, they appear in Kütahya, capital of the Germiyanoğlu Principality, decorating the tomb of Yakup Beg II (1429), who had political and relative connections with the Ottoman dynasty. Tomb of Yakup Beg II had been the last work of Masters of Tabriz in Bursa-Edirne-Kütahya triangle. Probably, they left this region to return their homeland, Tabriz, afterwards. However, the cuerda seca tiles in İbrahim Beg II İmaret in Karaman (1432) suggests that, Masters of Tabriz should work there as well. The journey of a fifteenth century artist group will be traced with historical and architectural references based on a chronologic survey on the tiles of the buildings.
Osmanlı mimarlığının klasik dönemi örneklerinden biri olan Sultan II. Bayezid Külliyesi de on dokuzuncu yüzyılda onarım gören yapılardandır. Bu onarım etkinliği sırasında Bayezid Türbesi de köklü bir dönüşüme uğramış, iç mekan dekorasyonu tümüyle değiştirilmiştir. Gerek iç dekorasyon teknik ve desenleri, gerekse manzara resimleri ile Sultan Bayezid Türbesi, on dokuzuncu yüzyıl Osmanlı iç mekan tasarım anlayışının üzerinde fazla durulmamış örneklerinden biridir. Türbeden bahseden çalışmalarda iç mekan dekorasyonuna çoğunlukla değinilmemiş, ya da beğenilmediğini ima eden öznel gözlemler aktarılmıştır. Göz ardı edilmiş bu iç mekan düzenlemesi, dönemin tasarım anlayışı açısından nesnel bir biçimde ele alınmayı beklemektedir.
Esasta sekizgen planı, kubbe örtüsü ve pencere dizilişiyle tipik klasik şemayı tekrarlayan yapı, İstanbul'da çok büyük yıkıma yol açan 1894 depreminde hasar görmüştür. İç mekanda alt sıra pencerelerin bitimine kadar mermer izlenimi veren renkli alçı kaplama uygulanmış, mekanın geri kalanı beyaz badana ile sıvanmıştır. Beyaz zemin, neobarok çeşitlemeler gösteren, siyah ve gri renkler taşıyan kalemişleriyle dekore edilmiştir. Korint başlıklı sütunlar, konsol ve korniş gibi klasik yapı elemanları, oval yazı kartuşları, bitkisel motifler, çiçek sepetleri, perde ve kumaş kıvrımları ile girland motifleri kompozisyonun temel bileşenleridir. Bezeme programı alt sıra pencerelerin üzerinde bulunan kartuşlar içindeki hayali manzara resimleri ile tamamlanmıştır. Böylece iç mekanda, on altı adet sütun tarafından taşınan bir kubbe ile örtülmüş baldaken imgesi yaratılmıştır. Bu imge bir yandan açık türbe geleneğine bağlanan bir tutumu çağrıştırırken, diğer yandan dekorasyonun tutarlı üslup ve uygulama özellikleri, o yıllarda etkinlikte bulunan kendine özgü bir atölyenin varlığına işsaret etmektedir."
Amasya, Tokat, Samsun, Havza, Vezirköprü, yakınlarındaki İshakalanı Köyü, Ladik, Kavak, Niksar, İskilip, Tosya, Sonisa/Uluköy, Gümüş, İznik ve Akhisar/Pamukova yerleşimlerine dağılan mimari üretim ve bu yerleşimleri çevreleyen vakıf arazileri ailenin siyasi ve sosyal etkinliğinin gerçekleştiği bölgeyi tariflemektedir.
Aile bireylerinin himayesinde ortaya konulan farklı fonksiyonlara sahip mimarlık ürünleri, Bursa-Edirne çevresinde gelişmekte olan Osmanlı mimarlık program ve dilini taşrada temsil ederek, Vilayet-i Rum'un 'Osmanlılaşma'sındaki temel unsurlardan olmuştur.
Nowadays, more than 30 years after the publication of his book it is worthly to revisit and widen its topic in time, with the organization of an international conference on Travelers in the Byzantine and Ottoman Empires (12th-16th c.) dedicated to his work and loving memory. The Conference will be hybrid (in Venice and virtually via zoom), from 15 to 17 December 2023.
The proposed scholarly meeting seeks to illuminate not only the topic of Travelers and their writings, but also to offer an interdisciplinary forum for a selection of papers that may touch upon some of the following aspects:
Travelers to Byzantium
Travelers to Greece and Asia Minor
Travelers to Constantinople
Travelers to Cyprus
Travelers to Istanbul
Travelers in the Balkans
Travelers in Anatolia
Arab travelers to Byzantium
Western Travelers to Byzantium
Jewish Travelers to Byzantium
Russian travelers to Byzantium
Byzantine travelers to the East
Byzantine travelers to the West
Silk routes travelers
Ibn Battutta
Western travelers to the Ottoman Empire
Ottoman travelers in the Ottoman Empire
Ottoman travelers to the West
Monuments through travelers’ chronicles
Objects of minor arts through travelers’ chronicles
Merchants and their travels
Ambassadors and travels
Travels and ports
Travels and accommodation (inns, hans)
Travels by sea
Isolarii
Maps and mapmaking
Portolans
Languages of Conference: English, French, Italian, Greek.
The Proceedings of the Conference will be published by the Hellenic Institute of Venice.
- Single (free)- standing towers
- Monastic Towers
- Towers in maritime forts, harbors and arsenals
- Towers in Palaces
- Donjons
- Towers with gates
- Byzantine Towers in Asia Minor (Anatolia)
- Towers of the Frankish, Venetian and Genoese rulers
- Towers of the Order of St. John
- Genoese Towers in Turkey
- Seljuk Towers
- Ottoman Towers
- Post-Byzantine Towers
- Towers with canons
- Tower Houses of the Byzantine, Frankish, Venetian and
early Ottoman Period
- Inscriptions on Towers
- Heraldry in Towers
- Buttressed Towers
more than half a century later, it is worthy to revisit the topic with the organization of an international conference in orde r to trace the current condition of fields such as the research and conservation of Ottoman architecture , urban formation, the history of the city, as well as both Ottoman and Christian art with a focus in Greece