Journal Articles by Atiye Gülfer Gundogdu
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, (34), 298-311., 2023
Bu çalışma, tarihsel gelişimi içinde gündelik hayat ve bilhassa edebi üretimin önemli nesn... more Bu çalışma, tarihsel gelişimi içinde gündelik hayat ve bilhassa edebi üretimin önemli nesnelerinden biri haline gelen mürekkep üzerinde durmayı amaçlar. Anlam arayışı ve yorumlama çabası içindeki okurun kendisi ile kurduğu zorunlu ilişki üzerinden mürekkebin kendi azalırken anlam çoğaltan dünyasını ele alır. Renkli ve gizemli terkibi ile nesneler tarihi arasında özel bir yer edinen mürekkebin hikâye kurucu bir nesne olarak etrafında oluşan çeşitli anlatılara yer verilirken tarih boyunca nasıl alımlandığının eleştirel bir analizi yapılır. Buna göre, sepyadan e-mürekkebe, kabuklu deniz hayvanlarından üretilen mürekkeplerden egzos dumanından üretilen çevreci mürekkeplere kadar mürekkebin zamanın ruhuna göre her dönemde bileşenlerini yenilemeye devam ettiği vurgulanır. Mürekkebin anlamının belli bir zamana ve mekana ait nostaljik bir nesne olarak sınırlandırılma sorunu üzerinde durulur. Yazı ayrıca, mürekkep tarihinde önemli bir yeri bulunan gizli (görünmez) mürekkeplerin, görünür mürekkeplerin metaforu olarak okunabileceği önerisini taşır. Behçet Necatigil’in “Filigran” şiiri üzerinden ele alınmaya çalışıldığı gibi, kendisine ancak ısı ve ışık yaklaşıldığında okunur hale gelen gizli/görünmeyen mürekkep gibi, okurun ışığı ve sıcaklığıyla buluşmayan diğer mürekkepler de görünmez kalır. Bununla birlikte mürekkebin kan, gözyaşı, süt (beyaz mürekkep) gibi başka sıvılarla ilişkilendirilmekten ziyade bizatihi mürekkep olarak onu yorumlayan okur için taşıdığı anlam ön plana çıkarılır. Ardında bir iz bırakan olarak mürekkebin yorumlanma hikâyesi, bir okur olarak insanın anlam arayış hikâyesi sürdüğü müddetçe devam eder.
Söylem Filoloji Dergisi SÖYLEM JOURNAL OF PHILOLOGY Yıl / Year 6 ∎ Genel sayı / Total issue 13 ∎ Aralık / December 2021 e-ISSN 2548-0502, 2021
Metin tahlili, Türk edebiyatı araştırmalarında kendisine sıklıkla başvurulan yöntemlerden biri ol... more Metin tahlili, Türk edebiyatı araştırmalarında kendisine sıklıkla başvurulan yöntemlerden biri olmasına rağmen, edebî metni anlamlandırma noktasında onun ne gibi imkân ve sınırlılıklara sahip olduğu, üzerinde yeterince durulmamış bir konudur. Bu çalışmada Yahya Kemal’in “Ufuklar” adlı şiirinin açtığı poetik mekândan da yararlanılarak yöntemin imkân ve sınırlılıkları edebî metnin bağlamsallığa ve nesneleştirilmeye direnci açısından ele alınır. Buna göre, Türk edebiyatında Mehmet Kaplan’ın çalışmalarıyla edebî düşünceye dâhil olan metin tahlil yöntemi, edebî metin ve ona yönelen özne arasına koyduğu eleştirel mesafe ile edebî metnin otonomisini teslim eden bir imkândır. Bu noktada tahlil yöntemi edebî metnin bağlamsallığa direncine önemli katkılarda bulunur. Diğer taraftan aynı eleştirel mesafe, edebî metnin kendisine yaklaşan özne karşısında analiz edilen bir nesne konumuna indirgenmesi tehlikesini oluşturur. Edebî metin bu defa tahlil yönteminin nesneleştirme talebine mukavemet gösterir. Bu doğrultuda bu çalışma, edebî eleştiriye en kalıcı etkilerini Yeni Eleştiri üzerinden bırakan tahlil yönteminin analiz ve yorum arasında nerede durduğu, edebî metnin doğasının buna uygun olup olmadığı, yöntemin talep ettiği şeylere edebî metnin direnç gösterip göstermediği gibi sorunları odağına taşır. Ayrıca çalışma, metin tahlili yaparken edebî metnin başına ne geldiği, dahası bunun metinle okur arasındaki ilişkiyi nasıl şekillendirdiğini şu soru eşliğinde düşünür: Edebî metin tahlil edilebilir bir şey midir? Doğa bilimlerinde ön plana çıkan yöntem fikrine öykünen tahlil yöntemi, bir laboratuvar metaforu olarak sosyal bilimlere taşınırken edebî metnin konumlandırılması noktasında ne gibi güçlükler üretir? Çalışmada nihayetinde, edebî metinlerin tahlil yöntemiyle tamamen bileşenlerine ayrılabilen, parçalanabilen bir şey olmaktan ziyade, kendisini dokuyan ipliklerinin tam olarak ortaya çıkmasına izin vermeyen, iç içe geçmiş bir dokuya (text) sahip olduğu ileri sürülür.
Karadeniz Araştırmaları Kış XVIII/72: 1069-1078., 2021
Walter Benjamin, “Hikâye Anlatıcısı” başlıklı ünlü çalışmasında, sözlü kültürün hikây... more Walter Benjamin, “Hikâye Anlatıcısı” başlıklı ünlü çalışmasında, sözlü kültürün hikâye anlatıcısının aradan çekilişi ile yazılı metinle karşı karşıya kalan okurun yaşamış olduğu krizi tartışır. Yazılı dünyada hikâye anlatıcısının beden ve sesinin silinmesiyle temelde okur ve metin başbaşa kalır. Bu başbaşalık, okuma tecrübesinin haz ve hüzün karşıtlığında açığa çıkan çift boyutlu anlam dünyasını açığa çıkarır. Hikâye anlatıcısının sesinin silinmesiyle metinle başbaşa kalan okurun metnin anlamını üretmede aktif ve özgür hâle gelmesi okumanın haz boyutunu oluşturur. Diğer taraftan, okurun hikâye anlatıcısının doğrudan aktardığı tecrübeden uzaklaşarak kendini yalnızca harflerle örülü kurgusal bir dünyada bulması okumanın hüzünlü boyutudur. Bu makale, Hasan Ali Toptaş’ın Harfler ve Notalar adlı eserindeki “Hikâye Anlatıcısına Ne Oldu?” ve “Okurun Okuru Olmak” adlı yazılarını, okuma tecrübesinin hüzünlü hazzı sorunu bağlamında analiz eder. Yazarın ünlü romanı Bin Hüzünlü Haz’a ismen atıfta bulunarak bu sorunun aşılabilmesinde okurun rolünü ön plana çıkarırken aynı zamanda tecrübe kavramını da göz ardı etmeyen bir okuma düşüncesine yer açmanın önemini vurgular. Bu amaç doğrultusunda çalışmada, Peter Brooks’un psikanaliz ile hikâye anlatıcılığı arasında kurduğu ilişki ve okur ile metin arasındaki diyalog ortamını öne çıkaran hermenötik düşünce eşliğinde, okuma pratiği içinde tecrübe alışverişinin nasıl yeniden canlandırılabileceği mütalaa edilir.
Dil ve Edebiyat Araştırmaları (DEA), Sonbahar; (24) 37-64 ISSN: 1308-5069 - E-ISSN: 2149-0651, 2021
Türk edebiyatı ve Türk tababetinin modernleşme sürecindeki inkişafının önemli kesişmeler y... more Türk edebiyatı ve Türk tababetinin modernleşme sürecindeki inkişafının önemli kesişmeler yaşadığı görülür. Tanzimat sonrasında her iki alanda da oluşan eski edebiyat-yeni edebiyat, eski tababet-yeni tababet şeklindeki dikotomik ayrıştırmalar bunun kuvvetli tezahürleridir. Bu yönüyle bu yazı temelde, edebiyatımızın modernleşmesinin bir boyutunun da onun tıp disipliniyle arasındaki bu karşılaştırmalı ilişki üzerinden okunabileceği iddiasını taşır. Eski edebiyat-yeni edebiyat, eski tababet-yeni tababet ayrıştırmalarının gerçeklere dayalı olma, bilimsellik düşüncesi, rasyonalite, hakikat arayışı, tabiilik etrafında şekillenmesi, tıp ve edebiyat arasındaki ilişkiyi birlikte anlamaya imkân sağlar. Kocakarı masalları ve kocakarı ilaçları bu disiplinlerin karşılaştırılmasına katkı sağlayacak iki kritik adlandırmadır. Bu çalışmada, tıp ve edebiyat arasındaki ilişkisellik, yeni edebiyatla bilhassa roman türüyle karşıtlaştırılan kocakarı masalları ve modern tıpla karşıtlaştırılan kocakarı ilaçları üzerinden kurulur ve Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Ömer Seyfettin’in bu husustaki düşünceleri analiz edilir. Ayrıca kocakarı masallarının yeni edebiyat içerisinde roman türü, kocakarı ilaçlarının ise yeni tababet içinde modern tıpla karşıtlaştırılmasının, onları eski edebiyat ve eski tababeti temsil eden ve benzer olumsuzlamalara maruz bırakan iki metafor hâline getirdiği ön plana çıkarılır. Yazının bir diğer tartışma alanı ise, Tanzimat sonrası bilimselci düşüncenin eski ve yeni şeklinde kurduğu dikotomik ayrımların bilhassa salgın hastalıklar gibi acziyet ve aciliyet zamanlarında okur ve hastalar nezdinde geçerliliğini sürdüremediğidir. Çalışmada ayrıca, tıp ve edebiyat arasında kurulan bir diğer bağ, her iki disiplinin sağaltıcı etkisi üzerinedir. Edebî tecrübe, eski edebiyat-yeni edebiyat şeklinde belli bir ayrıma tabi tutulmadan bir bütün olarak okurlarını dünyayı başka türlü görmeye davet ederek, onları iyileştirir. Edebî tecrübenin sunmuş olduğu bu katharsis boyut, okur ve hastalarına ferahlık buldururacağı bir tebdîl-i mekân tecrübesi yaşatır.
RumeliDE DİL VE EDEBİYAT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ JOURNAL OF LANGUAGE AND LITERATURE STUDIES Ö8/S8 (Kasım/November), 2020
Balzac’ın Sarrasine adlı metninin gösterilenlerine ulaşacak olan beş büyük kodu çözdüğünü iddia e... more Balzac’ın Sarrasine adlı metninin gösterilenlerine ulaşacak olan beş büyük kodu çözdüğünü iddia ettiği yapısökümcü S/Z okumasında Barthes’ın, metnin çoğulluğunu ortaya koymak için başvurduğu kodlardan birisi de hermenötik koddur. Buna göre hermenötik kod, edebî metnin muhtevasıyla ilgili olarak odağına bir muammanın (enigma) yerleştirildiği, geciktirildiği ve nihayetinde çözümlendiği okuma düzlemi olarak tanımlanır. Burada dikkat çeken Barthes’ın edebî metin okumasına dair bir çoğulluk oluşturma çabası içine girerken hermenötik kavramını metnin muhtevasında yer alan enigmayı açığa çıkaracak, çözecek netlikte bir kod olarak sınırlamasıdır. Türk edebiyatında, daha başlığından itibaren kendisini belli bir gizemle açan, çeşitli aldatmacalarla ilerleyen ve başlığındaki gizem nihayetinde çözülen metinlerden birisi Sâmipaşazâde Sezâi’nin Bu Büyük Adam Kimdir? adlı hikâyesidir. Sarrasine’de La Zambinella’nın cinsiyetinin aslında ne olduğu muammasının “kadın rolünün o dönemde kadınlar tarafından sahnelenmeyişi gerçeğiyle çözülmesi gibi (La Zambinella, Zambinella’ya dönüşür, üstelik hadım edilmiştir), Bu Büyük Adam Kimdir?’de de metin boyunca büyük bir adam olduğu öngörülen (bir “Victor Hugo mu? yoksa Jean Jacques Rousseau mu?” olduğu düşünülen) kişinin okumasını yazmasını dahi bilmeyen bir câhil olduğu (büyük adam, okumasını yazmasını bilmeyen bir adama dönüşür) açığa çıkar. Bu çalışmada bir taraftan hermenötik kod düzleminde gerçekleştirilen okumaların, edebî metinlerin özgünlüğünü yitirmesine etki edip etmediği sorusu etrafında Sâmipaşazâde Sezâi’nin Bu Büyük Adam Kimdir? adlı hikâyesi Sarrasine ile birlikte okunmaya çalışılacaktır. Bir taraftansa edebî metinlerin yorumlanmasında gerek hermenötiğin gerekse onunla ilişkili olarak muamma (enigma) kavramının hermenötik kod içerisinde kendisine biçilen sınırlarının dışına taşan anlam dünyasına temas edilerek Barthes’ın S/Z’de öne çıkan çoğulluk oluşturma çabasına ve çağrısına farklı bir açıdan katkıda bulunulmaya çalışılacaktır.
Milel ve Nihal: İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, 2019
Edebi eserin yirminci yüzyılın ilk yarısında Yeni Eleştiri içerisinde otonom ve kurgusal varlık k... more Edebi eserin yirminci yüzyılın ilk yarısında Yeni Eleştiri içerisinde otonom ve kurgusal varlık kazanma talebi, yorumlanması hususunda tarihsellikle bağını radikal biçimde koparır. Aynı yüzyılın ikinci yarısında ise “okurun tarihselliği”ne dikkat çeken Alımlama Estetiği ve “metnin tarihselliği, tarihin metinselliği” kavramlarıyla anılagelen Yeni Tarihselcilik, Yeni Eleştiri sonrası bastırılan tarihsel bilince dönüş çabaları arasında anlamlı bir noktada durur. Ancak her iki yaklaşımda da edebi metinleri anlamanın tarihselliğinin, okurun yahut metnin tarihselliği üzerinden şekillendirilmesinin ağır bastığı görülür. Bu yazıda, ortaya çıkan bu durumun, edebi metinleri anlamanın çift yönlü tarihselliğini iki karşı uçtan eksik bıraktığı iddia edilecektir. Diğer taraftan, yazı boyunca tarihselci edebiyat teorisi, Yeni Eleştiri, Alımlama Estetiği ve Yeni Tarihselcilik içinde edebiyatın tarihle kurduğu gerilimli ilişkisi noktasında temelde şu sorular üzerinde durulacaktır: Tarih, edebi metnin anlamının belirlenmesi için okurun üstüne çıkarak kendisine dönebileceği bir geçmiş midir? Edebiyatın tarihle, tarihsel olanla yegâne ilişkisi, tarihin edebi metnin muhtevasının kendisiyle örtüştürülmesi gereken zamansal-mekânsal bir alan olmaklığı üzerinden mi kurulmalıdır? Yoksa edebi metni yorumlama/anlama sürecinin bizatihi kendisi mi tarihseldir ve bu süreç tarihsel bir bilincin varlığını mı gerekli kılar? Bu yazıda ayrıca, edebi metnin okunmasının; okurun kendisini tarih içinde buluvermesi, tecrübenin zamansallığı, insanın ve edebi metnin tamamlanamazlığı gibi boyutlarıyla tarihsel olduğu iddia edilecektir. Edebi metnin kurgusal varlığı ve otonomisini incitmeksizin tarihle, tarihsel olanla anlamlı bir ilişki kurabilmesi ancak okumanın tarihselliği üzerinden gerçekleştirilebilir.
Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 12/22, p. 367-376, 2017
Tezer Özlü’nün Yaşamın Ucuna Yolculuk adlı eserinin ana karakteri olan yazar anlatıcı, aynı zaman... more Tezer Özlü’nün Yaşamın Ucuna Yolculuk adlı eserinin ana karakteri olan yazar anlatıcı, aynı zamanda eser içinde kurgulanan bir okur konumundadır. Bu okur, kendisini etkileyen ve yazarlık hayatı için özel bir yeri olan üç yazar; Franz Kafka, Italo Svevo ve Cesare Pavese’nin izini sürmek üzere bir yolcuğa çıkar. Edebi bir eserin yorumlanması noktasında bu okurun dikkat çeken tarafı, peşine düştüğü yazarların hayatları ile kurgusal eserleri arasında bir örtüştürme çabası içerisinde olmasıdır. Yaşam öyküsel eleştiri tarzını benimseyen okur, birbirlerini sürekli olarak onaylayacağını bekleyerek, bu yazarların kurgusal eserlerindeki, kişiler, roman karakterleri ve mekânlarla gerçek yolculuğu sırasında karşılaşmış olduğu kişiler ve mekanlar arasında bir bağ kurmaya çalışır. Diğer taraftan bilindiği gibi Özlü, Türk edebiyatında kurgu ve kurgu dışı eserlerinde yer alan benzer ifadeler nedeniyle, yaşamı ve eserleri arasındaki yakın ilişkiye en çok dikkat çekilen yazarlardan biridir. Bu makalede Özlü'nün Yaşamın Ucuna Yolculuk adlı eserini bizzat, yaşamöyküsel eleştiriyi benimseyen bir okur üzerinden kurgulayışı ön plana çıkarılarak kurgulanan okur ile Özlü’nün gerçek okurları arasındaki yaşamöyküsel eleştiriye yatkınlık noktasındaki etkileşime dikkat çekilecektir.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi Cilt 17 Sayı 2, 2017
Bu makalede, okurun edebi metnin sesine kulak vermesi yahut da bu sesi göz ardı etmesinin edebi m... more Bu makalede, okurun edebi metnin sesine kulak vermesi yahut da bu sesi göz ardı etmesinin edebi metnin anlamının oluşmasına nasıl etki ettiği ‘güven ve şüphe hermenötiği’ kavramları eşliğinde ele alınacaktır. Buna göre, bir metni gerçekten anlamaya çabalayan bir okurun samimi olarak üstlenmesi gereken rol, iyi niyetini elden bırakmadan metnin kendisine bir şeyler söylemesine izin vermektir. Okurun bu konumu, metnin kendisine bir şeyler söylemesine engel olan şüpheci bir tavrın uzağındadır. Ancak metnin dili ile okur arasındaki bu ilişki, körü körüne bir güvene dayanmaktan ziyade, ayrıca saf bir naifliğe de düşmeyen bir pozisyondur.
Conference Presentations by Atiye Gülfer Gundogdu
A CONCEPTUAL APPROACH TO THE LATE OTTOMAN-TURKISH LITERARY FIELD, Geç Osmanlı Edebi Alanına Kavramsal Yaklaşımlar, University of Bologna, Italy, February 29- March 1, 2024
Tahrîb-i Harâbât ve Ta‘kîb, Türk edebiyatında tezkire geleneğinden ayrılarak bir metni merkeze al... more Tahrîb-i Harâbât ve Ta‘kîb, Türk edebiyatında tezkire geleneğinden ayrılarak bir metni merkeze alan ilk eleştiri metinlerinden addedilmelerine rağmen, Tanpınar’ın bizde tenkidin ilk görünüşü olarak konumlandırdığı Nâmık Kemâl’in bu metinleriyle edebî eleştiri içinde nerede durduğu üzerinde yeterince durulmamıştır. Her iki metin kendini bir muâheze olarak sunmasının yanı sıra, eleştiri ve eleştirinin Türk edebiyatındaki erken teâmülleri olan tenkit ve muâheze türü arasında yaşadığı çeşitli geçişkenliklerle dikkat çeker. Kemâl bir taraftan eleştiriyi bir eserin noksanlarının ifadesi, kusurlarının tanzimi olarak görerek ve zaman zaman metinden ziyâde yazarı hedef alan yönleriyle muâheze türüne yaklaşır. Bir taraftansa kendisini şiirin kalbini halisinden ayıran bir nakkâd olarak konumlandırarak tenkidin etimolojik kökeni ile uyumlu hareket eder. Ziyâ Paşa’nın Harâbât antolojisine dâhil ettiği eserlerin değerini kendisinin belirlediği çeşitli kriterler açısından ölçer. Harâbât’ın kapısında bekleyerek hangi edebiyat eserlerinin bu edebî toplanma mekânına girip giremeyeceğine karar veren bir otorite, iktidâr haline gelir. Elindeki mihek taşı ile sahte (kalp) olan şiirleri eler ve hakîkî olana bastığı sahîh damgası ile Harâbât meclisine dahil eder. Her iki metnin yaşamış olduğu bu geçişkenlik onların eleştiri kavramının tarihsel süreci göz önünde bulundurularak değerlendirilmesini gerekli kılar. Kemâl’in söz konusu metinler ile eleştirinin kavramsal tarihinde yer alan kusurlar eleştirisi, hata bulma, yetkili yargı, kalbi sahihten ayırma, eleme, sınırların ötesine uzanma gibi görevlerinden hangilerini ne derecede gerçekleştirdiği bir eleştirmen olarak sahip olduğu kabiliyet ve zaaflar üzerinden ele alınır. Çalışma ayrıca, yazarın bu metinlerde edeb dâiresinden dışarı çıkma, edeb dâiresine rücû etme, saded edebiyatta iken hetk-i perde-i esrâr etme, kusurların tanzimi, nakkâdâne bir tavır, imâleyi nigâh etmek, divanları serâpâ tetkik etmek gibi edebî eleştiri üzerine ördüğü kelime kadrosunu açığa çıkararak Türk edebiyatında ilk eleştiri metinlerinin izindeki edebî eleştiri mirasını devralmayı amaçlar.
Geç Osmanlı’dan Erken Cumhuriyet’e Gezi Metinlerinde Batı’yla Karşılaşmalar Paneli, TURKOLOGENTAG, Viyana, 21-23 Eylül , 2023
Kendilik ve ötekilik bağlamında Ziya Paşa ve Namık Kemal arasındaki ilişki, Türk edebiyatında ... more Kendilik ve ötekilik bağlamında Ziya Paşa ve Namık Kemal arasındaki ilişki, Türk edebiyatında Avrupa ile karşılaşma tecrübelerinin kendileri olmaksızın eksik kalacağı bir boyutunu oluşturur. Bu durum ikisinin bir kısmını birlikte geçirdikleri bir Avrupa gezi tecrübesine sahip olmalarına rağmen zamanla edebiyat kavramına bakışlarında görülen farklılaşmadan ileri gelir. Aralarındaki bu gelgitli ilişki yazarların Avrupa refâkati ve bunun edebi anlayışlarına yansıması noktasında bir karşılaşma ve karşılaştırma imkanı üretir. Bu iki ismin edebiyat inşalarındaki yol ayrımının belirginleştiği noktalarda aralarındaki hukûk-ı ülfet ve Avrupa refâkatine dair ayrıntıların görünürlük kazanması dikkat çeker. Edebiyatı kavrayışlarındaki düştükleri yol ayrımından sonra Namık Kemal, Ziya Paşayla Avrupa refâkatine geri dönerek eleştirel bir refleksiyon yapma ihtiyacı hisseder.
Bu çalışmada iki yazarın, Ziya Paşa’nın bir mukaddime eşliğinde sunduğu Harabat Antolojisi ve ardı sıra oluşturdukları edebi üretim ve etrafındaki mektuplaşmalarda açığa çıkan dalgalanmalar içinde yeniden görünürlük kazanmaya başlayan Avrupa gezi tecrübelerine odaklanılacak ve bunun sahip oldukları edebiyat kavramlarını nasıl şekillendirdiği üzerinde durulacaktır.
Samsun Üniversitesi Yayınları, ISBN 978-605-74086-0-0, 2021
İnşâ ve Meşrûiyet: İstiklal Marşı’nın Tarihsel Kompozisyonu Özetler Kitapçığı, Samsun Üniv... more İnşâ ve Meşrûiyet: İstiklal Marşı’nın Tarihsel Kompozisyonu Özetler Kitapçığı, Samsun Üniversitesi, 21 Nisan 2021.
Halk Kültüründe Oyun, Müzik, Dans Sempozyumu: Bildiriler, 2020
Osmanlı şiirinin yüzyıllardır bir “oyun” olarak dille kurduğu yakın ilişki, Tanzimat'la birlikte,... more Osmanlı şiirinin yüzyıllardır bir “oyun” olarak dille kurduğu yakın ilişki, Tanzimat'la birlikte, edebiyatın gerçekliğe dokunmasının önünü aldığı iddiasıyla olumsuz bir noktaya taşınır. Tanpınar’ın, “yeni edebiyat”ın, eski şiirin “zihni bir oyun” olmasının ötesine uzanmasıyla açığa çıktığını vurgulaması bu noktada dikkat çeker. Diğer taraftan yirminci yüzyılda öne çıkan oyun düşüncesi edebiyat teorilerini de etkiler ve eski şiir bağlamında eleştirilen ve mesafeyle yaklaşılan oyun/edebiyat ilişkisi kritik bir anlam iyileşmesi yaşar. Okuma denilen şey haz alınan, çözülmesi gereken yaratıcı ve zihinsel bir etkinlik haline gelir. Bu çalışmada, bir taraftan edebiyatın zihinsel oyun olarak konumlandırılmasının yaşamış olduğu bu dönüşüme odaklanılacak bir taraftansa her iki perspektifte de oyunun, insan öznesinin bir eylem alanı olarak tasarlanması yönündeki benzerliğe dikkat çekilecektir. Sadece insan öznesi olarak okuru ve onun zihinsel etkinliklerini ön plana çıkaran bu oyun algısının, oyun-edebiyat arasında kurulacak anlamlı ilişkiyi tesis edemeyeceği vurgulanacaktır. Oyun, ancak insan öznesinin bir eylemi olarak görülmekten vazgeçilip aynı zamanda yaptığı hamlelerle özneyi yönlendiren tabiatı vurgulandığında edebi tecrübenin varlık tarzına dair anlamlı şeyler söyleyebilir. Okurunu şekillendiren, etkileyen boyutuyla oyun olarak edebiyat, sadece zihinsel alanda vuku bulan bir etkinlik olmanın sınırlarını aşarak okurlarının hayatlarına dokunan, tecrübelerine yön veren ontolojik bir anlama bürünür.
International Symposium on Mythology: Proceedings Book, 2019
Bugün edebiyat ve mitoloji arasındaki ilişkinin belirgin olarak karşımıza çıkan biçimi, mitlerin ... more Bugün edebiyat ve mitoloji arasındaki ilişkinin belirgin olarak karşımıza çıkan biçimi, mitlerin edebi eserleri şekillendiren bir yapı ve muhteva unsuru olarak kullanımıdır. Diğer taraftan, özellikle postmodern edebi teorik düşüncede, “Hermes”, “Narcissus”, “Oedipus”, “Orpheus” gibi çeşitli mitik karakterlerin metaforik kullanımı dikkat çeker. Bu bildiride, öncelikle edebi bir metnin okunması bağlamında kullanılan bu mitik metaforlar incelenecek, ardından okuma ve mitoloji arasında metaforik olarak kurulan bu ilişkinin farklı bir boyutu ele alınmaya çalışılacaktır. Bu noktada, okuma ve mitoloji arasında “zamandan çıkış” (Eliade) ve “fiili dünyadan mümkün dünyalara açılma” (Ricoeur) bağlamındaki kesişmelere dikkat çekilecektir. Nihayetinde okumanın, birbirinden farklı iki dünya (metin/okur, geçmiş/şimdi,) arasında büyüsel bir ilişkinin kurulduğu mitolojik bir eylem olduğu ileri sürülecektir. Mitolojinin günümüz edebi düşüncesini etkileyen sürekliliği sadece edebi metnin yapı ve muhtevasında değil, aynı zamanda onun okunma tecrübesinde de açığa çıkmaktadır.
MAGAZINE ARTICLES by Atiye Gülfer Gundogdu
Üsküdar Kültür, Sanat ve Medeniyet Dergisi Sayı:7, 2018
Books by Atiye Gülfer Gundogdu
Pegem Akademi, 2023
Tanpınar, Nâmık Kemâl’in Harâbât antolojisi sonrasında yazdığı Tahrîb-i Harâbât ve Ta’kî... more Tanpınar, Nâmık Kemâl’in Harâbât antolojisi sonrasında yazdığı Tahrîb-i Harâbât ve Ta’kîb’in, Ziyâ Paşa’ya hitaben “eskiyi hortlatıyorsun, onu beraber gömmeye azmetmiştik!” şeklinde hülâsa edilerek anlaşılma lüzumundan bahseder. Analizde söz konusu olan gömme, ihyâ, dirilme, hortlama gibi kelimeler etrafında beliren çağrışımlar, gömülen ve bir şekilde geri dönme çabası içine giren, insan hayatına tasallud eden metinleri anlamlandırma söz konusu olduğunda Lacan’ın ünlü cümlelerini biraz değiştirerek tartışmaya davet eder: “Ölü metinler neden geriye döner?” Cevap açıktır, “Usûlünce defnedilemedikleri için.”
Gömülü Metinler Neden Döner?: Edebî Mülksüzleşme Bağlamında Harâbât Mukaddimesi, Tahrîb-i Harâbât ve Ta‘kîb, Osmanlı-Türk edebiyatının eski olandan ayrıştırılarak yeni bir edebiyat olarak konumlandırılması ve edebî metinlerden ziyâde siyasî/ideolojik yönelimlerle adlandırılmasında, edebî metinlerin usûlüyle gömülememesi ve mülksüzleştirilmesinden teşekkül eden bir dilin etkisini soruşturuyor.
Nâmık Kemâl ve Ziyâ Paşa’nın birbirlerini tahrik, takip, tahrip ve tamir eden bu metinlerine; aktif unutma, hafıza, bastırma, susarak yokluğa mahkum etme, görünmez kılma, mülksüzleştirme, inşâ etme ve oturma gibi kavramlar açısından bakarak, edebî metinlerin ihmal edilmiş varlığına dönebilme farkındalığını oluşturmayı amaçlıyor. Türk edebiyatında edebiyat metinleriyle kurduğumuz ilişkinin tarihini yeniden tartışmaya açıyor.
Vakıfbank Kültür Yayınları, 2023
Mehmed Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl” makalesi, yayımlandığı tarihten itibaren ... more Mehmed Fuad Köprülü’nün “Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl” makalesi, yayımlandığı tarihten itibaren Türk edebiyatı çalışmaları için vazgeçilmez kaynaklardan biri olmuştur. Türk edebiyatının kurucu metinlerinden biri olan bu makale, edebiyat tarihi yazımında usûl fikrinin neye tekabül ettiğini sistematikleştirerek ele alması yönüyle öne çıkar. Bu kitapta yer alan metinler Türk edebiyatı araştırmacıları için kolektif bir tartışma zemini sağlayarak ulus, dil ve edebiyat ilişkisini, metinlerarasılığın yarattığı imkânları ve açmazları, edebiyat tarihinde usûlü belirleyen ölçütlerin neler olduğunu değerlendirme fırsatı sunuyor. Edebî eserle usûl arasındaki ilişkilerin daha görünür olmasını sağlarken müstakil bir bilim dalı olarak edebiyatın ölçütlerini konumlandırmayı ve bunu yaparken de Köprülü’nün beslendiği kaynakları daha iyi anlamamızı sağlıyor. Bir asır önce yazılmış bir makalenin etrafında dolaşan, güncel izleklerin ve tartışmaların da yer aldığı bu kitap; makalenin orijinalini ve çeviriyazısını, 1913’teki eski harfli Türkçe basımı ile 1966’daki Latin harfli Türkçe basımı arasındaki farkları ve makalenin günümüz okurları için sadeleştirilmiş bir versiyonunu da içeriyor. Türkoloji çalışmalarındaki yeri ve önemi birçok kez vurgulanmış olsa da “Usûl” makalesi, günümüz okur ve araştırmacıları için yeni perspektifler sunmasının yanı sıra sağladığı olanaklar ve taşıdığı sınırlılıkları da ortaya koyarak tarihsel ve eleştirel bir tartışma imkânını kolaylaştırıyor.
Hece Yayınları, 2021
Sözlü iletişim ortamında vukû bulan dinleme alışkanlıklarından okuma pratiğine geçerken, b... more Sözlü iletişim ortamında vukû bulan dinleme alışkanlıklarından okuma pratiğine geçerken, bir dinleyiciden okura evrilen her okur, Kafka’nın ünlü hikâyesinin adı değiştirilerek söylenecek olursa artık yazının önündedir. Okuma tecrübesi içinde okur, başkası değil yalnızca kendisi için açılacak bir kapının önünde durur. Yine de okurun yazı önünde olmaklığı vurgusu, bir metni anlama ve yorumlama tarihinde Platon’dan Derrida’ya değin süregelen yazı/ses karşıtlığında yazıyı merkeze alan bir tavır olarak görülmemelidir. Okurun anlam üretmesinde yazının açmış olduğu imkân alanı kadar, tamamen yazı içine hapsolarak metnin söyleyen, konuşan dünyasından uzaklaşmanın yol açacağı sorunlar mevcuttur. Okurun edebî metin karşısında anlam üretmesi yazı önünde, ancak metnin söyleyen dünyası eşliğinde gerçekleşebilir.
Yazının Önünde: Edebî Metnin Anlamının Teşekkülünde Okurun Rolü, sahip olduğu hermenötik perspektif eşliğinde, okurun yazı önündeki anlam arayışını, Batılı teorik tartışmaları dışarıda bırakmadan ve son dönem Osmanlı edebiyatında dönüşen okuma ve anlama ortamını dikkate alarak irdeliyor. Çalışmada, yazılı kültüre aşina okurun inşasında Ahmet Mithat Efendi metinlerinin üstlenmiş olduğu role, Halit Ziya Uşaklıgil ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın okurluk tarihinde söz konusu olan dönüşüm üzerinden yer açılırken, Türk Edebiyatında modern okur sorunu Ahmet Mithat Efendi okumalarında görülen fenomenolojik boyut üzerinden tartışılıyor.
İnsan Sanat, 2019
O Eserin her hal<l<r mahfuzdur. Bu eserin aynen ya da ozet olaral< higbir bolrlmLl, telif hal<l<t... more O Eserin her hal<l<r mahfuzdur. Bu eserin aynen ya da ozet olaral< higbir bolrlmLl, telif hal<l<t sahibinin yazrlr izni olmal<srzrn l<ullanrlamaz.
Book Chapters by Atiye Gülfer Gundogdu
İnşâ ve Meşrûiyet: İstiklâl Marşı'nın Tarihsel Kompozisyonu, Editörler:Servet Gündoğdu-Büşra Nur Topal, Pegem Akademik Yayıncılık, Ankara, 2023
Konuşma/hitabet havasında şekillenişi, daha ilk kelimesi ile doğrudan bir Sen'e seslenişi istikla... more Konuşma/hitabet havasında şekillenişi, daha ilk kelimesi ile doğrudan bir Sen'e seslenişi istiklal Marşı yorumlamalarında yazar ve muhatap ilişkisini ön plana çıkarır. Bu yorumlamalarda temelde, Ben-Sen karşıtlığında yazar ve muhatabın ayrıştırılması sorunu dikkat çeker. Metnin yazarının İstiklal Şairi olarak Ben'leştirilmesi, muhatabının Türk milleti ve bayrak şeklinde Sen'leştirilmesi suretiyle Ben-Sen arasındaki sınırlar belirginleştirilir. Eğitim hayatımız boyunca İstiklâl Marşı tahlillerinin vazgeçilmez bir parçası olarak karşımıza çıkan "şair burada kime seslenmektedir?" sorusu bu ayrıştırmanın yerleşmiş bir söylemini oluşturur. Diğer taraftan İstiklâl Marşı, bir çağrıya verilen cevap-ses (antiphone) anlamındaki marş (anthem) kelimesinin etimolojisiyle, daha bütünleşik bir Ben-Sen ilişkisi bağlamında ele alınmayla uyum gösteren bir dünyaya sahiptir. Bu yazıda filozof Martin Buber'in samimi ve otantik bir diyalog ortamını açığa çıkardığını öne sürdüğü Ben ve Sen kavramlarına yer açılarak, İstiklâl Marşı'nın bir çağrıya verilen cevap ses olma yolunda birbirine eklemlenmiş bir Ben-Sen ilişkisini ortaya çıkardığı iddia edilecektir. İstiklâl Marşı'nda Ben ve Sen'in seslerinin birbiriyle karıştığı, net bir biçimde ayrıştırılamadığı gerek İstiklal Marşı'nın bizatihi kendisi gerekse marşın inşa ediliş ve alımlanış sürecinde oluşan çeşitli anlatılar üzerinden ele alınacaktır. Yazar ve muhatabın sınırlarının silikleşerek iç içe geçtiği, birbirine karıştığı bu yerlerde kimin metnin yazarı kimin muhatabı olduğu sorusuna kesin bir cevap vermenin güçleştiği ortaya konacaktır. Mehmet Akif'in bu metnin yazarını kendisi değil millet olarak görmesi gerekçesiyle Safahat'ına dahil etmeyişi marşın yazarının belirsizleştirilmesi noktasında dikkat çeker. Böylesi bir Ben-Sen ilişkisi içinde İstiklâl Marşı, yalnızca şairine ait olmaktan uzaklaşarak metnin muhataplarının bizzat metnin yazarına dönüştüğü bir metin haline gelir. Yine marşta 'Korkma' diye seslenen sesin hem belirsiz bir muhataba hem de bizatihi kendi metinselliğine seslenmesi metnin muhatabının kim olduğu sorusunu muğlaklaştırır. Şiirde hitap eden ses, aynı zamanda kendisine hitap edilen haline gelir. Bir marş olarak istiklal Marşı çoğul (ezelî, şimdi, ebedî) bir dünyaya seslenen semantik meşruiyetini, seslenen ses ve muhatabın sesinin birbirine karıştığı bir Ben-Sen ilişkisi üzerine inşa edilmesi sayesinde kazanır. Metnin semantik derinliği, marşın anlamlandırılma sürecine dâhil olan yazar, anlatıcı, muhatap, okur gibi katılımcıların bir çağrıya cevap-ses olma (anthem) konusundaki iç içe geçmişliği ile temin edilir.
“Köprülü’nün Usûl Makalesini Tanımak: Usûl’ün İlk Basımı ile Yeni Harfli Basımı Üzerine Bir Karşılaştırma”, Usulden Yönteme: Mehmed Fuad Köprülü'nün Edebiyat Tarihçiliği, Ed. Servet Gündoğdu-Kaan Kurt, İstanbul: Vakıf Bank Kültür Yayınları, 307-334. ISBN 978-625-6385-06-1, 2023
Bu çalışmada, Köprülü’nün “Usûl” makalesinde öne sürdüğü çeşitli filolojik önerilerin izinde, mak... more Bu çalışmada, Köprülü’nün “Usûl” makalesinde öne sürdüğü çeşitli filolojik önerilerin izinde, makalenin iki basımı arasındaki fark ve ilişki ele alınır. “Usûl”ün tahsisindeki mâhiyet ve niyet, ıstılah ve me’haz sorunu üzerinde duran yazıda ayrıca, Edebiyat Araştırmaları’nın Köprülü imzasıyla sunulan önsözünde söz konusu olan bazı tarih sürçmelerinden (makalenin 1923 tarihli sunuluşu) hareketle ve çeşitli mektup, günlük, önsözler arasında yapılan gelgitli okumalarla, Mehmet Fuad Köprülü ve Fevziye Abdullah Tansel’in “Usûl”ü tashih çalışmalarının arkasındaki hüzünlü hikâye de açığa çıkıyor.
Uploads
Journal Articles by Atiye Gülfer Gundogdu
Conference Presentations by Atiye Gülfer Gundogdu
Bu çalışmada iki yazarın, Ziya Paşa’nın bir mukaddime eşliğinde sunduğu Harabat Antolojisi ve ardı sıra oluşturdukları edebi üretim ve etrafındaki mektuplaşmalarda açığa çıkan dalgalanmalar içinde yeniden görünürlük kazanmaya başlayan Avrupa gezi tecrübelerine odaklanılacak ve bunun sahip oldukları edebiyat kavramlarını nasıl şekillendirdiği üzerinde durulacaktır.
MAGAZINE ARTICLES by Atiye Gülfer Gundogdu
Books by Atiye Gülfer Gundogdu
Gömülü Metinler Neden Döner?: Edebî Mülksüzleşme Bağlamında Harâbât Mukaddimesi, Tahrîb-i Harâbât ve Ta‘kîb, Osmanlı-Türk edebiyatının eski olandan ayrıştırılarak yeni bir edebiyat olarak konumlandırılması ve edebî metinlerden ziyâde siyasî/ideolojik yönelimlerle adlandırılmasında, edebî metinlerin usûlüyle gömülememesi ve mülksüzleştirilmesinden teşekkül eden bir dilin etkisini soruşturuyor.
Nâmık Kemâl ve Ziyâ Paşa’nın birbirlerini tahrik, takip, tahrip ve tamir eden bu metinlerine; aktif unutma, hafıza, bastırma, susarak yokluğa mahkum etme, görünmez kılma, mülksüzleştirme, inşâ etme ve oturma gibi kavramlar açısından bakarak, edebî metinlerin ihmal edilmiş varlığına dönebilme farkındalığını oluşturmayı amaçlıyor. Türk edebiyatında edebiyat metinleriyle kurduğumuz ilişkinin tarihini yeniden tartışmaya açıyor.
Yazının Önünde: Edebî Metnin Anlamının Teşekkülünde Okurun Rolü, sahip olduğu hermenötik perspektif eşliğinde, okurun yazı önündeki anlam arayışını, Batılı teorik tartışmaları dışarıda bırakmadan ve son dönem Osmanlı edebiyatında dönüşen okuma ve anlama ortamını dikkate alarak irdeliyor. Çalışmada, yazılı kültüre aşina okurun inşasında Ahmet Mithat Efendi metinlerinin üstlenmiş olduğu role, Halit Ziya Uşaklıgil ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın okurluk tarihinde söz konusu olan dönüşüm üzerinden yer açılırken, Türk Edebiyatında modern okur sorunu Ahmet Mithat Efendi okumalarında görülen fenomenolojik boyut üzerinden tartışılıyor.
Book Chapters by Atiye Gülfer Gundogdu
Bu çalışmada iki yazarın, Ziya Paşa’nın bir mukaddime eşliğinde sunduğu Harabat Antolojisi ve ardı sıra oluşturdukları edebi üretim ve etrafındaki mektuplaşmalarda açığa çıkan dalgalanmalar içinde yeniden görünürlük kazanmaya başlayan Avrupa gezi tecrübelerine odaklanılacak ve bunun sahip oldukları edebiyat kavramlarını nasıl şekillendirdiği üzerinde durulacaktır.
Gömülü Metinler Neden Döner?: Edebî Mülksüzleşme Bağlamında Harâbât Mukaddimesi, Tahrîb-i Harâbât ve Ta‘kîb, Osmanlı-Türk edebiyatının eski olandan ayrıştırılarak yeni bir edebiyat olarak konumlandırılması ve edebî metinlerden ziyâde siyasî/ideolojik yönelimlerle adlandırılmasında, edebî metinlerin usûlüyle gömülememesi ve mülksüzleştirilmesinden teşekkül eden bir dilin etkisini soruşturuyor.
Nâmık Kemâl ve Ziyâ Paşa’nın birbirlerini tahrik, takip, tahrip ve tamir eden bu metinlerine; aktif unutma, hafıza, bastırma, susarak yokluğa mahkum etme, görünmez kılma, mülksüzleştirme, inşâ etme ve oturma gibi kavramlar açısından bakarak, edebî metinlerin ihmal edilmiş varlığına dönebilme farkındalığını oluşturmayı amaçlıyor. Türk edebiyatında edebiyat metinleriyle kurduğumuz ilişkinin tarihini yeniden tartışmaya açıyor.
Yazının Önünde: Edebî Metnin Anlamının Teşekkülünde Okurun Rolü, sahip olduğu hermenötik perspektif eşliğinde, okurun yazı önündeki anlam arayışını, Batılı teorik tartışmaları dışarıda bırakmadan ve son dönem Osmanlı edebiyatında dönüşen okuma ve anlama ortamını dikkate alarak irdeliyor. Çalışmada, yazılı kültüre aşina okurun inşasında Ahmet Mithat Efendi metinlerinin üstlenmiş olduğu role, Halit Ziya Uşaklıgil ve Hüseyin Cahit Yalçın’ın okurluk tarihinde söz konusu olan dönüşüm üzerinden yer açılırken, Türk Edebiyatında modern okur sorunu Ahmet Mithat Efendi okumalarında görülen fenomenolojik boyut üzerinden tartışılıyor.
Bu çalışma, yazmış oldukları iki önemli makale “Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl” ve “Edebiyat Teorisine Meydan Okuma Olarak Edebiyat Tarihi” üzerinden Mehmet Fuad Köprülü ve Hans-Robert Jauss’un edebiyat tarihi yazımı yaklaşımlarına odaklanır. Edebiyatın kurumsallaşması ve yeniden biçimlendirilmesi noktasında edebiyat tarihine yönelmenin önemine dikkat çeken bu iki ismin, edebiyat tarihi çalışmalarının içine düştüğü bazı çıkmazlar üzerinde durmaları noktasındaki müşterekliğine işaret eder. Böylelikle, Köprülü’nün edebiyat tarihi usûlünü metin, üretildiği bağlam ve yazar arasındaki ilişkiler ağı kadar, metin ve okur arasındaki ilişkinin de biçimlendirdiği üzerinde durur.
Usûl makalesinin edebiyatın bir bilim olarak kurumsallaştığı erken yirminci yüzyılda gerçekleştirilen çalışmalar arasında sahip olduğu öncü rol ve kendinden evvelki nesir formundaki yazılara benzemeyen yazma tarzı, bizzat hangi kelimelerle örülerek şekillendiği konusuna dikkat çeker. Bu nedenle Usûl’ün genç araştırmacılarla daha doğrudan bir diyalog kurmasını sağlayacak dil içi çevirisi kadar bizzat aslına müracaat etmek de bir başlangıç metni için önem taşır. Köprülü Darülfünûn Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine atanmadan hemen evvel 1913 yılında bu metni yayımladığında en fazla dikkat çeken şeylerden birisi, henüz 23 yaşındaki bir araştırmacının edebiyata dair bu kadar çetrefilli ve güncel sorunu tartışıp sunarken ördüğü eleştirel ve kapsamlı dil olmuştur. Edebiyat düşüncesi ve tarih yazımının bugüne uzanan sayfaları arasında bir köprü kurarak diyalog ortamı oluşturabilmek edebiyat tarihçilerinin bu kelimeler üzerine düşünmeyi de sürdürmesiyle mümkün görünür. Usûl’ün inşa edildiği dil, elimizin altındaki gündelik dilin oluşturduğu çeşitli düşünme alışkanlıklarını kırarak edebiyatın sorunları hakkında Köprülü’nün edebî mirasını devralabileceğimiz bir söyleme gücüne sahiptir.
Anahtar Kelimeler: Hans-Georg Gadamer, edebî metin, poetik metin, metnin hakikati, muteber metin, nişan, metnin dokusu, iç içe geçmiş/sökülemez iplikler.
Mutebere dair: “Muteber” kelimesi, “itibar” köküyle ilişkili olarak hem “saygın, itibarlı, güvenilir, üstün, değerli, geçerli, önemli, kıymetli, dikkate alınan” hem de “gerçekte öyle olmadığı halde öyle sayılan, öyle farz edilen” anlamlarına aynı anda uzanması nedeniyle dikkate değerdir. Zira “eminent” takdiri ile Gadamer, bilimsel bilgiyle karşıtlığının vurgulanması amacıyla yalnızca “kurgu” olarak etiketlenerek hakikatle bütünüyle rabıtasızlaştırılan, değersizleştirilen, itibardan düşürülen edebî metinlere itibarını iade eder. Ancak bunu onların lingüistik sanat eserleri yani itibari (fictive) oluşlarını daima göz önünde bulundurarak yapar. Eminent metinlerin karşılanmasında itibara bağlı olarak “muteber” kelimesi kapsamında itibar sahibi ve itibari olanın birbirine karışmış ve birbirinden ayrılamazlığı gözetilmiştir. Ayrıca itibarın Arapça “geçmek, tecrübe etmek”le ilişkili sahip olduğu anlamsal dünya, edebî metinlerin muteberliğinin kaynağını görebilmek adına önemlidir. Arapça’da “bir ırmağın bir yakasından diğer yakasına geçmek veya ırmağı baştan sona dolaşmak” anlamına gelen itibar, bir şeyi başıyla sonuyla kolaçan etme, her yerini tecrübe ederek öğrenme, başıyla sonuyla bir şeyi kavramayı ifade eder. Muteberin Türkçe’deki güvenilir anlamı; “ne ise o şekliyle ortada olan, kendisini gizlemeyen, gizlisi saklısı olmayan, şüphe uyandırmayan” olarak daha ziyade bununla ilişkilidir: Bu yönüyle ve Gadamer’in “eminent” vurgusuyla edebî metinler, kendi gerisinde bir şey barındırmayan, ne ise o şekliyle ortada olan, bizi kendi dışına göndermeyen, kaynağından kopmuş bir şekilde kendi kıymetini savunan bir otorite olarak muteberdir.
Abstract
In a literary criticism environment where literary texts are labeled as inauthentic, fake, fictional, and their absolute lack of truth is expressed and are therefore suggested to be deconstructed just as they are constructed, eminent text is a badge of distinction, a badge of honor that Hans-Georg Gadamer bestows upon literary texts. Gadamer calls these texts, which he refers to as literary or poetic texts, eminent texts precisely because of the authentic of their texture, their interwoven threads.
Keywords: Hans-Georg Gadamer, literary text, truth of the text, eminent text, distinction, texture of the text, interwoven threads