Academia.eduAcademia.edu

Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri

2016, Journal of Turkish Studies

Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016, p. 127-148 DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9393 ISSN: 1308-2140, ANKARA-TURKEY Article Info/Makale Bilgisi  Received/Geliş: 27.02.2016 Accepted/Kabul: 01.04.2016  Referees/Hakemler: Doç. Dr. Vahit GÖKTAŞ – Yrd. Doç. Dr. Adem ÇATAK This article was checked by iThenticate. HORASÂN TASAVVUF EKOLÜ VE ÖZELLİKLERİ Mustafa ALTUNKAYA* ÖZET Horasân, öteden beri şüttarî/sükrî tasavvufun gelişmesinde önemli bir muhittir. Horasân’da meşhur bir sûfînin olmadığı bir yerleşim yeri, bir köy neredeyse yoktur. Tasavvufun ünlü simaları, seçkin eserleriyle ve tarikat uygulamalarıyla buradadır. Horasân tasavvufu, Anadolu'nun İslâmlaşmasında da maya rolü oynamıştır. Moğol istilası sonrası Anadolu'ya gelerek inşa sürecinde zihin faaliyetlerine yön veren bu ekole bağlı âlim, ârif, sûfî, edîb ve hekîmler gerek eğitim-vakıf hizmetleriyle gerekse bıraktıkları eserlerle Anadolu’dan Avrupa içlerine kadar ilerleyen sûfî İslâm anlayışının yaygınlaşmasına vesile oldular. İslâm’ın yayılış hareketi Horasân karakteriyle Şark’tan Anadolu’ya yöneldi. Bu yayılış kuşkusuz Ahmed-i Yesevî (ö. 1166), Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ö. 1273) ve Ali Semerkandî (ö. 1456) gibi öne çıkan şahsiyetler eliyle gerçekleşti. Ekol, entelektüel anlamda Selçuklu medeniyet havzasını besledi. Osmanlının teşekkül sürecini başlattı ve Moğol işgalleri karşısında âlem-i İslâm'ın dağılan muhitini irfânî derinliğiyle yeniden kurdu. Kronolojik olarak İbrahim b. Ethem (ö. 777), Abdullah b. Mübârek (ö. 794), Fudayl b. İyâz (ö. 803), Şakîk-ı Belhî (ö. 809), Şiblî (ö. 861), Bâyezîd-i Bestâmî (ö. 875), Hakim-i Tirmizi (ö. 932), Abdulkerim Kuşeyrî (ö. 986), Ebû Nasr es-Serrâc (ö. 988), Sülemi (ö. 1021), Ebu’l-Hasan Harakani (ö. 1033), Ebû Saîd Ebu’l-Hayr (ö. 1049), İmam Muhammed Gazâlî (ö. 1111) Ebu’l-Mecd Mecdûd b. Âdem es-Senâî (ö. 1140), Hâce Abdullah Ensari (ö. 1185), Azizüddin Nesefi (ö. 1219), Şeyh Necmeddin-i Kübra (ö. 1221), Şeyh Feridüddin-i Attar (ö. 1221), Mevlânâ Celâleddin (ö. 1273), Muhammed Bahaüddin Nakşibendî (ö. 1389), Seyyid Muhammed Nurbahş (ö. 1393), Sainüddin İbn Türke (14.yy), Kasım Envâr (ö. 1434), Hüseyin Harizmî (ö. 1435), Zeyneddin Hafi (ö. 1435), Şeyh Ali b. Yahyâ es-Semerkandî (ö. 1456), Hâce Abdullah Ahrâr (ö. * Yrd. Doç. Dr. İnönü Üniversitesi mustafa.altunkaya@inonu.edu.tr İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Tasavvuf, El-mek: 128 Mustafa ALTUNKAYA 1490), Abdurrahmân-ı Câmî (ö. 1492) vb. ekol içinde temayüz etmiş Horasân’ın büyükleridir. Horasân tasavvufunun ilk göze çarpan yönü, kuşkusuz İslâm’ın ilk yüzyılından itibaren sahabe ve tabiîn nesli ile tanışmış olmasıdır. Nitekim Horasân bölgesindeki ilk ilmî faaliyetler; Büreyde b. Husayb (ö. 684), Ebû Berze el-Eslemî (ö. 684), Hakem b. Amr el-Gıfârî (ö. 669), Abdurrahman b. Semüre el-Abşemî (ö. 670), Kusem b. Abbas el-Hâşimî (ö. 676), Abdurrahman b. Ya‘mer ed-Dîlî (ö. 708) gibi fetihler sırasında bölgeye gelen veya daha sonra oraya yerleşen sahâbîler tarafından başlatılmıştır. Horasân Tasavvuf Ekolü’nün özelliklerini; sema’, hângâh âdâbı, ilm-i bâtın, şeyhin belirleyiciliği, cömertlik ve fütüvvet, şiir, Ehl-i Beyt muhabbeti, adâlet ve özgürlükçü tutum ile melâmetilik şeklinde sıralamak mümkündür. Bu ekol; bilimden estetiğe, teknikten sanat ve mimariye, medeniyetin bütün alanlarında kurucu yeteneği ile tanındı. Sûfî zihnin inşasında önemli mutasavvıfları istihdam eden bu okulun sırrını araştırmak gerekir. Bu okulda, Hz. Peygamber'in torunlarının katkısıyla Horasân'da gelişen ve Türkistan'da İslâmlaşmanın hızla yayılmasına vesile olan bir ruh vardır. Bu ruh ile yetişen Horasân Ricali, ayrımcılığın her türlüsünü reddedip insanlığı büyük bir aile olarak gördüler. Böylece Doğu Moğol–Batı Haçlı saldırıları arasında sıkışıp kalan İslâm Medeniyetine yeni bir mecra buldular. Böylece Anadolu Selçuklu Beylikler Dönemi, yüzyılların birikimi olan bu ekolün tasavvuf anlayışı ile şekillenip Osmanlı Medeniyeti’ne evrildi. Tasavvuf tarihinin en önemli kurumsal hareketi olan Horasân Ekolü; fütüvveti, şüttârî tasavvuf anlayışı, sema’ı, melâmetiliği, Hângâh kültürü, edebiyatı, şiiri, şariata bağlılığı ve zulme karşı duruşu ile bin yıllık geçmişinde yeniden ele alınıp araştırılmalı, Türk dünyasındaki belirleyici vasıfları, bilinen-bilinmeyen bütün yönleriyle gün yüzüne çıkarılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, Horasân Ekolü, İnşa, Medeniyet, Tarikatlar KHORASAN MYSTIC SCHOOL ABSTRACT Khorasân mystics, also played a yeast part in Islamization of Anatolia. After the Mongol invasion, sûfî scholars who came to Anatolia, they have developed a new concept with their educational services and their books. Pervade of Islamic movement headed from East to Anatolia with the Khorasân character. No doubt this movement occured by the figures who are Akhmad Yassawi (d. 1166), Mavlana Jalaladdin-i Rumi (d. 1273) and Ali Samarkandi (d. 1456). This school intellectually supported the Seljuk civilization basin. It initiated the formation of the Ottoman civilization and restored the crumbled surroundings of İslâmic world. Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri The first striking aspect of Khorasan Sufism surely is have met sahaba and the dependant generation from the first century of Islam. Thus if we look through that area, the first scholarly activities had started by the sahabas like Büreyde b. Husayb (ö. 684), Ebû Berze el-Eslemî (ö. 684), Hakem b. Amr el-Gıfârî (ö. 669), Abdurrahman b. Semüre el-Abşemî (ö. 670), Kusem b. Abbas el-Hâşimî (ö. 676), Abdurrahman b. Ya‘mer edDîlî (ö. 708) who had come and located after conquests. This school was recognized with the talent of establishing the civilization from aesthetic to science and from technology to art and architecture. This school which employes impotant mystics in the formation of mystic mind necessitate to investigate the mystery of the school. There was a spirit in this school which conducived to Isliamification rapidly pervade by Prophets grandchilds. Khorasan Sufism is intertwined with futuvvat thought. Therefore, school has become widespread through fütüvvet organizations. Also poetry, aesthetics and brought a large complex of such activity also occurs in the art of Sufi literature. STRUCTURED ABSTRACT Khorasan is a historical land in the northeast of Iran. In early Islamic times, Khurassan have a much wider region, covering also parts of Central Asia and Afghanistan. Arab muslims first arrived to the southern Hindukush. When first called Khorasan it comes to mind samarqand, Balkh, Nesa, Nişâbûr, Termez, Bukhara, Bestam and Kharakân names. A scholarly theme has been the Khurasan as the centre of classical Islamic Sufism. The Khorasan associated with Baghdad school is regarded as a point of departure for Sufism. Everywhere and everyvillage in Khorasân there was a famous mystic. Famous figures of the Sûfîsm were here with the outstanding works and religious practices. Khorasân mystics, also played a yeast part in Islamization of Anatolia. After the Mongol invasion, sûfî scholars who came to Anatolia, they have developed a new concept with their educational services and their books. Pervade of Islamic movement headed from East to Anatolia with the Khorasân character. No doubt this movement occured by the figures who are Akhmad Yassawi (d. 1166), Mavlana Jalaladdin-i Rumi (d. 1273) and Ali Samarkandi (d. 1456). This school intellectually supported the Seljuk civilization basin. It initiated the formation of the Ottoman civilization and restored the crumbled surroundings of İslâmic world. The first striking aspect of Khorasan Sufism surely is have met sahaba and the dependant generation from the first century of Islam. Thus if we look through that area, the first scholarly activities had started by the sahabas like Büreyde b. Husayb (ö. 684), Ebû Berze el-Eslemî (ö. 684), Hakem b. Amr el-Gıfârî (ö. 669), Abdurrahman b. Semüre el-Abşemî Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 129 130 Mustafa ALTUNKAYA (ö. 670), Kusem b. Abbas el-Hâşimî (ö. 676), Abdurrahman b. Ya‘mer edDîlî (ö. 708) who had come and located after conquests. This school was recognized with the talent of establishing the civilization from aesthetic to science and from technology to art and architecture. This school which employes impotant mystics in the formation of mystic mind necessitate to investigate the mystery of the school. There was a spirit in this school which conducived to Isliamification rapidly pervade by Prophets grandchilds. Chronologically Ibrahim b. Ethem (d. 777), Abdullah b. Mubarak (d. 794), Fudayl b. Iyaz (d. 803), Shaqiq-i Balkhi (d. 809), Shibli (d. 861), Bayazid-i Bestami (d. 875), Tirmidhi (d. 932), Abdulkerim Kusheyri (d. 986) Abu Nasr al-Sarrac (d. 988), Sulami (d. 1021), Abu al-Hasan Kharakani (d. 1033), Abu Sa'id Abu al-Khayr (d. 1049), Emam Muhammad al-Ghazali (d. 1111) Ahmad al-Ghazali (d. 1126), Abu alMajd Mejdûd b. Adam al-Senai (d. 1140), Ahmad-i Jami (d. 1142), Khwaja Abdullah Ansari (d. 1185), Azizuddin Nasafi (d. 1219), Shaykh Najmaddin Kubra (d. 1221), Sheikh Feridüddin Attar (d. 1221), Mevlana Celaladdin (d. 1273), Khwaja Taybad (d. 1388), Shah Nakshebend Muhammad Bahauddin Naqshbandi (d. 1389), Sayyid Muhammad Nurbahş (d. 1393), Sain ad-din Ibn Turke (from 14th century ), Qasem Enwar (d. 1434), Hussein Harezmi (d. 1435), Zaynaddin Hafe (d. 1435), Author of Bahr alUlum Sheikh Ali b. Yahya al-Samarkandî (d. 1456), Khwaja Abdullah Ahrar (d. 1490), Abdurrahman-i Jami (d. 1492) and so on great figures of Khorasan school. Khorasan Sufis have written many books. These books formed the classical mysticism. Edhemi, Şakîki, Fudayl, Nuria, Tayfûri, Naqshbandi are Khorasan thought movements and sects. These actions led to the achievement of the world's various regions of Anatolia, especially Khorasan mission. Khorasan Sufism is intertwined with futuvvat thought. Therefore, school has become widespread through fütüvvet organizations. Also poetry, aesthetics and brought a large complex of such activity also occurs in the art of Sufi literature. The Khorasân Rical, rejected all kinds of discriminations and saw the humanity as a big family. caught between Western and Eastern Mongolian-crusader attacks of Islamic civilization to a new medium. Thus, Seljuk and Anatolia Emirates period, the accumulation of centuries has evolved into this school of Sûfîsm and to shape the Ottoman civilization. So they found a new medium to Islamic civilization that trapped between East Mongolian-Western crusader attacks. Thus, Anatolia Seljuk and Emirates period has evolved into Ottoman civilization with this school of Sûfîsm which is accumulation of centuries. To know this Khorasân School we need to count those qualities; futuwwa, sama’, malamet, hângâh culture, literature, poetry, commitment to sharia, to stand against persecution. Keywords: Sûfîsm, Khorasân school, construction, civilization, sects Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri 131 GİRİŞ Sosyo-kültürel boyutlarıyla yapılan Horasân araştırmalarının en önemli başlığı kuşkusuz tasavvuftur. Zira tasavvuf, Horasân’ı, Horasân da tasavvufu resmeder. Bu makalede, Horasân tasavvuf ekolünün, tasavvufun gelişmesindeki rolünü ele alıp, ekolün en belirgin özelliklerini ortaya koymaya çalışacağız. Böylece tasavvufun yaklaşık 800 yıl önceki görünümünü keşfedip, sûfî düşüncenin bugünlere hangi kaynaktan beslenerek geldiğini müşahede edeceğiz. Bugün genel olarak tasavvuf düşüncesi özelde ise Horasân Tasavvufu, sosyal bilimler alanında çalışma yapan araştırmacıların ilgi odağı haline gelmiştir. Zira Mehmet Ali Aynî (ö. 1945), Mehmet Fuat Köprülü (ö. 1966), Mahir İz (ö. 1974), Zerrinkûb (ö. 1999)’un Ignac Goldziher (ö. 1921) ve Richard Hartmann (ö. 1965)’dan alıntılarla destekleyerek belirttiği ve Seyyid Hüseyin Nasr’ın vurguladığı hatta R. Nicolson (ö. 1945) gibi birçok şarkiyatçının Horasan etkisinden dolayı bütün bir tasavvuf düşüncesini İran-Hint kadim geleneğinin devamı niteliğinde gördükleri gibi; tasavvufun eğitim, yayılma ve gelişim sürecinin esas itibariyle menba’ı Horasân’dır. Bu ekol, Yesevî hareketiyle Türk dünyası ve Anadolu’nun İslâmlaşmasını sağlamış AvrupaBalkanlar ve Afrika’nın İslâmlaşmasına da katkı sunmuştur. (bkz. Cebecioğlu, E., Yaman, Aşkar, Göktaş 2013, s. 15) Yazımız, bu tasavvuf birikiminin; Nuriyye, Hakîmiyye, Melâmetiyye, Kübreviyye, Mevleviyye, Nakşibendiyye gibi kollarla kendini nasıl şekillendirdiğini ve Bâyezîd-i Bestâmî (ö. 874), Ebû Nasr es-Serrâc (ö. 988), İmam Gazâlî (ö. 1111), Ebû Said Ebu’l-Hayr (ö. 1049), Hâce Abdullah el-Ensâri (ö. 1185) gibi şahsiyetlerin gayretleriyle bugünlere nasıl ulaştığını analiz etmektedir. 1. Horasân’ın Kadîm Birikimi Horasân tasavvufunun ilk göze çarpan yönü, kuşkusuz Hint-İran geleneğinin merkezinde yer almasından kaynaklanan bir tarihsel birikime sahip olması ve İslâm’ın ilk yüzyılından itibaren sahabe ve tabiîn nesli ile tanışmış olmasıdır. Nitekim Horasân bölgesindeki ilk ilmî faaliyetler Büreyde b. Husayb (ö. 684), Ebû Berze el-Eslemî (ö. 684), Hakem b. Amr el-Gıfârî (ö. 669), Abdurrahman b. Semüre el-Abşemî (ö. 670), Kusem b. Abbas el-Hâşimî (ö. 676), Abdurrahman b. Ya‘mer ed-Dîlî (ö. 708) gibi fetihler sırasında bölgeye gelen veya daha sonra oraya yerleşen sahâbîler tarafından başlatılmıştır. (Bkz. Çetin, O. (2009), “Horasân”, C. XVIII, s. 239) Hicri ikinci asırdan itibaren Osmanlı’ya kadar geçen süre içinde temayüz eden sûfîleri burada görmekteyiz. Sözgelimi kronolojik olarak İbrahim b. Ethem (ö. 777), Abdullah b. Mübârek (ö. 794), Fudayl b. İyâz (ö. 803), Şakîk-ı Belhî (ö. 809), Mervezi (ö. 826), Ahmed b. Hadraveyh (ö. 854), Şiblî (ö. 861), Bâyezîd-i Bestâmî (ö. 875), Hakim-i Tirmizi (ö. 932), Kuşeyrî (ö. 986), Ebû Nasr es-Serrâc (ö. 988), Sülemi (ö. 1021), Ebu’l-Hasan Harakani (ö. 1033), Ebû Saîd Ebu’l-Hayr (ö. 1049), İmam Muhammed Gazâlî (ö. 1111) Ahmed-i Gazâlî (ö. 1126), Ebu’l-Mecd Mecdûd b. Âdem es-Senâî (ö. 1140), Ahmed-i Câm (ö. 1142), Hâce Abdullah Ensari (ö. 1185), Azizüddin Nesefi (ö. 1219), Şeyh Necmeddin-i Kübra (ö. 1221), Şeyh Feridüddin-i Attar (ö. 1221), Mevlânâ Celâleddin (ö. 1273), Hâce Taybâdî (ö. 1388), Muhammed Bahaüddin Nakşibendî (ö. 1389), Seyyid Muhammed Nurbahş (ö. 1393), Sainüddin İbn Türke (14.yy), Kasım Envâr (ö. 1434), Hüseyin Harizmî (ö. 1435), Zeyneddin Hafi (ö. 1435), Bahru’l-Ulûm müellifi Şeyh Ali b. Yahyâ es-Semerkandî (ö. 1456), Hâce Abdullah Ahrâr (ö. 1490), Abdurrahmân-ı Câmî (ö. 1492), Molla Hüseyin Kâşifî Sebzivâri (ö. 1505) vb. ekol içinde temayüz etmiş Horasân’ın büyükleridir. Bu sûfî İslâm hareketi, yaklaşık 1400 yıla kadar uzanan bir tecrübe ve çalışmanın ürünüdür. Horasân’da zengin ve kadim bir kültür muhiti (bkz. Karakaş, 2014, s. 202) ve bundan mütevellit bir sanat, estetik birikim vardır. Dolayısıyla Horasân coğrafyası; çok farklı geleneklerle tanışık Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 132 Mustafa ALTUNKAYA olduğundan fikrî-ahlâkî bakımdan İslâm’ın tasavvufî yorumunu kolayca kavrayıp tebliğ edecek bir yeteneği haizdir. Zühd ve fakr felsefesinin daha ziyade Suriye-Mısır arasındaki bölgede bir Mesih öğretisi olarak yaygın olması –ki İsevî söylem, dünyevileşen Musevilere tepki mahiyetinde bir derûnî arınmaydı ve bu bölgede yaygındı- zühd felsefesine alışık olmayan İran’ın Zerdüşt metinlerinde zenginlik ve dünyalıkların övülmesi (Zerrinkub, 1369, s. 2) ile birleşince, Horasan Tasavvufunda dış tesirin olmadığı daha bir netlik kazanmaktadır. Yine Sâmî ırkının, tasavvuf gibi gelişmiş bir düşünce sistemi üretmiş olamayacakları savını ileri süren ve tasavvufu bir Ârî ırkı reaksiyonu olarak gören aynı şarkiyatçı yaklaşımın (Cebecioğlu, Aşkar, Göktaş, Yaman, 2013, s. 26) da sağlıklı bir ilmî dayanaktan yoksun olduğu ortadadır. Zira Ebû Suleymân ed-Dârânî (ö. 820 veya 830) ve Zünnûn Mısrî (ö. 861) gibi tasavvufun erken dönemlerinde yaşamış birçok mutasavvıf, sözkonusu oryantalist iddiaların aksine Arap olmakla birlikte İran’da değil Suriye ve Mısır’da yaşamış ve Cafer-i Sâdık (ö. 765) ya da Ali b. Mûsâ er-Rızâ (ö. 818)’nın etkisinde yetişen tasavvuf büyükleri arasında yer almışlardır. Mâmâfîh Horasân’da kadim bir birikimin olduğu ve bu birikimin ince bir felsefe ve estetik zevk halinde tasavvufun içselleştirilmesini kolaylaştırdığı söylenebilir. Fakat bu birikimin Horasân tasavvufuna kaynaklık ettiği iddia edilemez. Zira Horasân tasavvuf ekolünün referansları, hemen bütün klasiklerin vurguladığı gibi Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Nebeviyye’dir. Nitekim Ebu Haris elMuhasibî (ö. 857) eserine Hukukullah’a Riayet adını uygun görür ve Şeriat’ın bir diğer ifadesi olan “hukukullah”ın, hüsn-i istima’ olduğunu, bunun ise duyularımızın kontrol edilmesine, kalbin yalnız O’na hasredilmesi ve gözlerin başka şeylerle meşgul olmamasına bağlı olduğunu söyler. Yine kendine ve çevresindekilere daimâ muhasebe yapmayı tavsiye eder. (Muhasibî, 2010, s. 28-30) Tasavvuf klâsikleri arasında haklı bir şöhrete sahip olan Kuşeyrî’nin er-Risâle adlı eseri ise, Kur’ân ve Sünnet’le mukayyet bir klasiktir ve tasavvuf-şeriat dengesini sağlıklı bir zemine kurmuş olması yönüyle dikkat çeker. Sözgelimi ele aldığı konulara, hep âyet ve hadislerle başlar, bu iki kaynak çerçevesinde konuyu işler. 2.Tasavvuf ve Horasân Ekolü Tasavvuf, en yaygın anlam iştikakıyla “sûf” kelimesinden türetilmiş “yüne bürünmek” (Isfehânî, 1430, s. 499; Yılmaz, 2015, s.26) manasında bir yün felsefesini ifade etmektedir. Bin küsûr yıl önceki teknoloji ile yünlerin kabaca dokunduğunu düşündüğümüzde özellikle de sıcak bölgelerde yün giyinmenin sıradan bir eylem olmadığını, daha derin bir anlam katmanına sahip olduğunu düşünebiliriz. Dolayısıyla bunun ancak dünyevileşmeye karşı (anti-seküler) sivil bir tavır olduğunu, mevcut gidişata bir itiraz olarak şekillendiğini söylemek mümkündür. Zira ilk mutasavvıfların davranışlarında bu izlere rastlamaktayız. Örnek olarak İbrahim b. Ethem’in (ö. 777) onca servete rağmen yalnız alın teriyle geçinmek istemesi, Şakîk-ı Belhî (ö. 790)’nin zulme itirazı neticesinde şehid edilmesi, Nuriyye’nin pîri Ebu’lHüseyin Ahmed b. Muhammed-i Nûrî (ö. 908)’nin arkadaşlarıyla birlikte yargılanıp idâma mahkûm edilmesi, Hamdûn b. Ahmed-i Kassâr (ö. 884)’ın halk arasında zındık sayılmaktan çekinmemesi ve ehlibeyt muhabbetinin cesaret gerektirdiği zamanlarda sûfîlerin bu sevgiye önem vererek (bkz. Taberi, 1967, C. V, s. 480-560) onların ileri sürdüğü hususlara sahip çıkmaları, ilk bakışta sözkonusu anti-seküler tavrı belgeleyen hususlar olsa gerektir. Tasavvuf kelimesinin ıstılahi anlamları ise tasavvuf tarihinde klasikler aracılığıyla şekillenmiştir. Tasavvufu zühd, güzel ahlâk, tasfiye-i kalb, tezkiye-i nefs, istikamet, Allah’a tam teslimiyet, ihsan, ruh hayatı, bâtın ve ledün ilmi olarak tarif eden klasik eserlerdeki (Kuşeyrî, 2009, s. 26; Suhreverdî, 1990, s. 27) tanımlardan yola çıkarak Hamdî-i Vânî el-Malatî Zübdetü’l-‘İrfân fi Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri 133 Tedkiki’l-İtkân adlı 751 sahifelik üç dilde kaleme aldığı yazma eserinde, tasavvufu şer’i hükümlerden sayar ve bir istikâmet-i ahlâkiyye olarak tarif eder ve şunları yazar: ‫ و انك لعلى خلق عظيم‬/ Şüphesiz ki sen büyük bir ahlâk üzeresin (Ra’d 16) medhiye-i nebevi buyurulduğu ‫ فاستقم كما امرت‬/ Emrolunduğun gibi dosdoğru ol (Hûd 112) ayet-i celileleri de istikametin ne kadar gerân olduğunu mübeyyindir. ‫ شيبتني سورة هود‬/ Hûd suresi beni ihtiyarlattı (Tirmizî, Hadis no. 3297) kelâm-ı hikmet âmizi ne derece ibâdet ve ihlâsa devamına burhan-ı sati’dir. (Bu) ..ilm-i zâhir ve bâtını ve şeriat ve tarikat ve hakikati cami’(dir) (Ehl-i tasavvuf) Eser-i nebeviye imtisal ve bida’ı na merziyyeden mücteniblerdir. ‫انما يخش‬ ‫ هللا من عباده العلماء‬/ Allah’tan en çok ilim sahipleri korkar (Fatır 30) ayet-i kerimesi, ‫ انا اخشاكم له و اتقاكم‬/ Ben sizin Allah’a karşı en haşyet duygusu içinde olanınız ve en takvalınızım (Buharî, 1422, 4776, no. 1401) ehadis-i şerifesinde tafsil ve ta’zim kılınmıştır. Hıdır aleyhisselam bildiği şeyde e’lem idi. ‫و‬ ‫ علمناه من لدنا علما‬/ Biz ona katımızdan ilim öğrettik (Kehf 64 ayeti onun ilminin) ilm-i hâs olup ledünni olduğunu ima buyurmuştur. İşte ihlasın neticesi ilm-i ledünni olduğu ve onu tahsile say ve bezl-i cuhud edilmesine ehlullah müttefikdir. İlm-i gaybdan teala ve tekaddese hazeretlerinin i’lamıyla olur. Nasıl ki sure-i Kehf’te mücerred keşf ile gulamın katlini olmayıp rabbani ilmi olduğu ve sefinenin tahribi ve cidarın ta’miri yani müstakbelde olacak şeyleri Hızır aleyhisselamın bilmesi ve ilm-i gaybi, ilm-i ledünni olduğu sabit olur. İşte ilm-i tasavvuf bu ulumun tahsiline nam verilmiştir” (Malatî, Yazma eser, s. 564). Günümüz tasavvuf araştırmacıları ise tasavvufu, İslâm’ın son çıkış kapısı, fikrî donukluktan kurtuluş çaresi, (Cebecioğlu, 2010, s. 225) dinin özünü bireyin iç dünyasında yaşanır hale getirme (Özköse, 2004, s.15) çabası olarak görmüşlerdir. Horasân diyarı olarak bilinen Mâverâunnehir bölgesinin Hicri ikinci asırdan başlayarak son devirlere kadar mühim tasavufi şahsiyetlerle temayüz ettiği ve pek çok ekolün kurucusunun bu bölgeden çıktığı bilinmektedir. Bu itibarla Horasân’ın, tasavvuf tarihinde önemli bir yeri vadır. (Yılmaz, 2015, s. 107) Horasân Ekolü dendiğinde ilk bakışta Belhî, Nesâî, Nişâbûrî, Tirmizî, Semerkandî, Buhârî, Bestâmî, Harakânî gibi nispet isimleri akla gelir. Şimdi ekolün tasavvuf anlayışının şekillendiği yüzyıllarda (8. ve 9. Asır) Horasân bölgesi içindeki yerleşim yerlerinin, alfabetik sırayla listesini çıkartmaya çalışalım. 2.1.Coğrafi Olarak Büyük Horasân Bölgesi Horasân kelimesi Farsça kökenli olup, Sasaniler zamanında ortaya çıkmıştır ve güneş ülkesi, güneşin doğduğu yer (Ferheng-i Sohen, 1382, s. 908; Çetin, (2009), “Horasân”, s. 234), kiremit ve tuğla tozlarının kireç ve su ile karıştırılmasından elde edilen bir harç türü (TDK Sözlüğü, (1997), “Horasân”, Ankara) gibi anlamlara gelir. Göç ve istila yolları üzerindeki bir kavşak noktası üzerinde bulunduğundan değişik ırklardan meydana gelen bir nüfusa sahiptir. Hindistan ve İran’a yayılan Hint Avrupa kökenli Arî ırkın ortaya çıktığı yer Horasân’dır. Buradaki ilk müslümanlar Irak ve Basra’dan bölgeyi fethetmek üzere yollanan Arap askerleriydi. Muaviye zamanında bölgeye yeniden çok sayıda asker ve göçmen gönderilmişti. (Çetin, O. (2009), “Horasân”, İslâm Ansiklopedisi, C. XVIII, s. 234) Horasân harcı tabiri de buradan gelir, mimaride oldukça yaygın olan bu harç, sağlamlığı bakımından da oldukça önemlidir. Büyük Horasân Bölgesi’nin yerleşim yerleri alfabetik olarak; Âmil, Bahers, Bameyan, Bestâm, Badheşân, Badğis, Belh, Bircend, Buhârâ, Cüzcânân, Cürcâniyye, Cüveyn, Çınarân, Dâmğân, Dergiz, Ebyeverd, Endehod, Esruşne, Faryab, Fergane, Gazne, Gorcistan, Günabad, Hâcend, Harezm, Hayderiyye, Havaf, Herat, İsferâyin, Kayin, Kuçan, Kohistan, Kaşmir, Meşhed, Merv, Mihne, Nesâ, Nişâbûr, Neheşb, Pûşenc, Semerkand, Serehs, Simnan, Şirvân, Taybâd, Tabes, Tûs, Tebadgan, Taftazan, Türbet, Türbet-i Câm, Tûn, Zemahşer’den oluşur. Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 134 Mustafa ALTUNKAYA Coğrafyanın sosyo-kültürel, tarihsel, ekonomi-politik bakımdan çok sayıda özelliği mevcuttur. Ancak konumuzla ilgili olması açısından bunlardan kültür, san’at ve estetik zevki zikredebiliriz. İslâm sanatının farklı biçimleriyle gelişiminde Horasân tasavvufunun rolü büyüktür. Zira Horasân tasavvufunu üreten Horasân halkı Makdisî (ö. 991) ve Yâkûtî (ö. 1229)’nin belittiği gibi güzel ahlâk sahibi, zeki, çalışkan, din, ilim ve estetik değerlere düşkün kimselerdir. (Bkz. Çetin, O. (2009), “Horasân”, İslâm Ansiklopedisi, C. XVIII, s. 235) Yine 400 yıllık tasavvuf döneminde teorik olarak şekillenen tasavvuf düşüncesinde Horasân veya Horasânlıların yeri ayrıdır. Çünkü tasavvuf tarihinin en seçkin ve etkin simaları bu coğrafyada ve bu ekolde yer almıştır. İbrahim b. Ethem (ö. 777), Şakîk-ı Belhî (ö. 790), Fudayl b. İyâz (ö. 803), Bâyezîd-i Bestâmî (ö. 874), Ebu’l-Kâsım-ı Kuşeyrî (ö. 986), Abdurrahman-ı İsferayinî (ö. 1027) Ebûl’-Hasan-ı Harakânî (ö. 1034), Ebû Said Ebu’l-Hayr (ö. 1049), Ebu’l-Hasan el-Hücvirî (ö. 1072), İmam Gazâlî (ö. 1111), Ahmed-i Gazâlî (ö. 1126), Ahmed-i Câm (ö. 1142), Hâce Ahmed-i Yesevî (ö. 1166), Hâce Abdullah el-Ensarî (ö. 1185), Şeyh Necmeddin-i Kübrâ (ö. 1221), Hacı Bektâş-ı Velî (ö. 1271), Mevlânâ Celâleddin (ö. 1273) ve benzerleri; şuttârlık, aşk, ilim ve rihletler yoluyla Horasân tasavvufunda ve bir bütün olarak tasavvuf tarihinde sembol isimler olarak yerlerini almışlardır. Öyle ki bölge toprakları, tarihsel açıdan birçok gelenek ve öğretinin izlerini taşımaktadır. İslâm öncesi dönemde bu bölge, farklı düşünce ve eğilimlere ev sahipliği yaptığı için İslâm’dan sonra Irak ve Basra illerinden bölgeye göç eden sahabe, tabiin ve ehlibeyt âlimlerinin Kur’ân, Sünnet doğrultusundaki İslâm anlayışları ile birlikte zengin bir bilgi, düşünce, hikmet muhîti haline gelmiştir. İslâmî dönemde Horasânlılar sahip oldukları bu birikimle süratli bir şekilde şüttarî ekollerini inşa ettiler. Horasân ekolüne mensubiyetin ölçüsü, aşağıda Horasân ekolünün özellikleri başlığı altında arz edeceğimiz gibi, sema’ ve hângâh âdâbı ile sûfîyâne bir san’at rûhu ve estetik anlayışa sahip olmanın yanısıra zulme karşı ideal-politik bir duruşa ve fütüvvet ahlâkına sahip olmaktır. İbrahim b. Ethem (ö. 777), Şakîk-ı Belhî (ö. 809), Fudayl b. İyâz (ö. 803), Ahmed-i Yesevî (ö. 1166) gibi bu ekolün öncü mutasavvıflarında, sözkonusu özellikleri görmek mümkündür. Hacı Bektâş-ı Velî (ö. 1271), Yunus Emre (ö. 1320) gibi Horasân bölgesinde kalmamış olsalar bile Horasân’lı oldukları veya bu ekolün özelliklerini taşıdıkları için, bu isimle anılmışlardır. Horasân ekolünün yetiştirdiği önemli şahsiyetlere dönemin şâirleri de değinmişlerdir. Örnek olarak Hakânî (ö. 1190) Horasân ve Ona Kavuşma Arzusu başlıklı uzunca kasidesinde, Horasân pîrlerini ve Horasân anlayışını medheder. Şöyle ki: ‫رهروم مقصد امکان به خراسان يابم‬ ‫تشنهام مشرب احسان به خراسان يابم‬ ‫ کنم وقفه از آنک‬،‫گرچه رهرو نکند وقفه‬ ‫کشش همت اخوان به خراسان يابم‬ Yol gidiyorum Horasân’a yol bulayım Horasân İhsan pınarına teşneyim Gerçi yol giden durmaz ben durayım ki Horasân’a İhvanın himmetine yol bulayım. Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri 135 ‫در جهان بوی وفا نيست و گر هست آنجاست‬ ‫بهر چل صبح دبستان به خراسان يابم‬ ‫هفت مردان که منم هشتم ايشان به وفا‬ ‫کهفشان خانهٔ احزان به خراسان يابم‬ Dünyada vefa kokusu artık yok eğer varsa Horasândadır. Her kırk sabah Horasan’a debistân bulayım, Yedi adam ki ben sekizincileriyim vefâya, Hüzünlerin evi mağaraları, Horasan’a yol bulayım. (Hakânî, Erş. Tar: 24.3.2016, Kasaid, no. 139, http://ganjoor.net/khaghani/divankh/ghasidekh/sh139/) Şimdi Horasân mektebinine mensup birkaç öncü mutasavvıfı kısaca tanımaya çalışalım ve onların öne çıkan yönlerine ve sözlerine bakalım. 2.2. Horasan Pîrânı Horasân ekolünde şüphesiz çok sayıda büyük sûfî vardır. Ancak içlerinden Bâyezid-i Bestâmî (ö. 874) gibi büyükler, ekolün sembol isimleridir. Attar (ö. 1220)’a göre Bâyezîd yüzlerce üstada ulaşmış, onların ilim ve tecrübelerinden istifade etmiştir. Bunlardan sonuncusu ise Cafer-i Sadık (ö. 765)’tır. (Attâr, 1359, s.136) M. Hüseyin Zerrinkûb (ö. 1999) da Bâyezîd-i Bestâmî’nin, zühd anlayışını Horasân ekolüne yerleştiren isim olduğunu söyler. (Zerrinkub, 1369, s. 35) Yine zulüm ve haksızlıklara karşı aldığı tavırdan dolayı dönemin iktidar ve bilim çevreleri Bâyezîd’i 12 defa sürgün etmişlerdir. (Barthold, Çev. H.Serdadver, 1358, s.140) Şehirden çıkarılırken her defasında onun ağzından şu kelimeler dökülecektir: “ ‫خوشا شهری که ملحدش بایزید باشد‬ / Mülhidi Bâyezîd olan şehre müjdeler olsun”. Bâyezîd hakkında çok şeyler söyleniyordu. Bunlara karşılık o şöyle diyordu: Benim konuşmalarım zamanın iktizasına göredir. Fakat insanlar konuşmalarımı, kendi içinde bulundukları hâl gereği anlıyor ve anladıkları şeyi de bana nispet ediyorlar. (Zerrinkûb, 1379, s. 77’den naklen Cemşid, Kısmetali, 1387, s. 57) Nitekim Bâyezîd-i Bestâmî’nin kendisi de; -bir yerde sabit kalmanın düşünce ve kalbe durgunluk vereceğini düşünmüş olmalı ki- mekân ve muhit değişikliğinin faydasına inanan biridir. Örneğin defalarca sürgün edilmesinden şikâyetçi değildir ve bunu adeta bir kazanç olarak görmektedir: “‫ دریا باش تا بوی نگیری‬/ Sen ummân ol ki kokmayasın”.(Yıldırım, 1978, s. 93) Hakîm Tirmizî (ö. 932) ise velâyet kavramına getirdiği farklı yaklaşımdan ötürü Belh’ten sürülmüştür. Sülemî (ö. 1021) bu konuda Hakîm-i Tirmîzî’nin muhâlifleri tarafından anlaşılamadığını ifade etmektedir. ( Zerrinkub, 1369, s. 51) Ebu’l-Abbâs-ı Seyyârî olarak tanınan Kasım b. Kasım el-Mehdi (ö. 953) ise “ilimlerin imamı” ünvanıyla Merv kentinde tanınmış bir mutasavvıf âlimdir. Merv’de etkili olan Seyyariyye tarikatının kurucu pîridir. Oldukça zengin bir kimse olmasına rağmen Resulullah’ın iki tel sakalı şerifine bütün servetini bağışlamıştır. Horasân ekolü içinde etkili bir hareket olan Seyyariyye’nin başlatıcısı olarak bir çığır açmıştır. (Kuşeyrî, 2009, s. 101; Sülemî, 1969, s. 440) Gazneliler döneminde Horasân’da tasavvuf düşüncesi Ebu’l-Hasan Harakâni (ö. 1034), Ebu’l-Mecd Mecdûd b. Âdem Senâî (ö. 1041) ve Ebû Said Ebu’l-Hayr el-Mihenî (ö. 1049) tarafından temsil ediliyordu. Horasân pîrleri, güç ve sermaye sahipleri karşısında gayet vakûr, sivil ve bağımsız Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 136 Mustafa ALTUNKAYA bir kişiliğe sahip idiler. Ebu’l-Hasan-ı Harakanî bu hususta ekolün öne çıkan isimlerindendir. Bir gün kendisini huzuruna çağıran Sultan Mahmud Gaznevî (ö. 1030)’yi reddetmiş, onun huzuruna gitmeyeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine Sultan Mahmud (ö. 1030); o bizim bildiklerimizden değildir diyerek bizzat kendisi onun huzuruna gitmiş ve onunla istişare edip ilminden ve hikmetinden istifade etmiştir. (Cami, 1873, s. 337) Bu görüşmesinde Sultan Mahmud’a beklenen ilgiyi göstermemiş, önünde kalkmamış ve Sultan kendisine bir kese dolusu altın vermek istemişse de, bunu kabul etmemiştir. (Çiftçi, 2005, s. 565-590) Hakîm-i Senâî (ö. 1140) ise Layhor adındaki bir meczûbun; “sultana yaranmak için şiirler yazıp saraya götürüyor, yağcılık yaparak kese kese altınlar alıyor” şeklindeki sözlerini duyduğunda, bir anda kimyası değişip, Sultan için yazdığı övgü dolu sayfaları da yırtıp atarak saraya gitmekten vazgeçmiştir. Sultanın bütün ısrarlarına rağmen saraydaki görevinden de istifa ederek kendini tamamen ilim, takva ve zühd hayatına adamış, mesnevî tarzının mûcîdi olarak Hadîkatu’l-Hakîka ve Şeri’atu’t-Tarîka adlı eserini bu süreçte kaleme almıştır. (Razavî, 1360, s. 10-25) Horasân Ekolünde şiir, san’at ve edebiyatın önemli bir yeri vardır ve büyük tasavvuf şâirlerinin hemen hepsi burada yetişmişlerdir. Sözgelimi Ebû Said Ebu’l-Hayr (ö. 1049) hângâh ve sema’ âdâbının yanısıra sûfîyane şiirini Horasân’da kurumsallaştırmıştır. (Zerrinkûb, 1369, s.60) Horasân ekolünde büyük bir yere sahip İmam Gazalî (ö. 1111) de el-Münkizu Mine'd-Dalâl ve Tehâfutu’l-Felâsife adlı eserlerinde; insan aklı yanıltıcı mantık kıyaslarıyla, kelebek misâli ateşi ışık zannedip kendini yok eder diyerek (Gazâlî, 1979, s. 69-76) özgün üslubuyla edebî hünerini ortaya koymuş ve Farsça kaleme aldığı eserlerinde yüksek belâgat örneklerini sergilemiştir. el-Lüma’ın yazarı Ebû Nasr es-Serrâc (ö. 988) ve et-Ta’arruf li Mezheb-i Ehli’t-Tasavvuf’un yazarı Kelâbâzî (ö. 990) de klasik yazarlardandır ve bu ekole aittirler: Sûfî alimler tarafından kitap için söylenen “ ُ‫لوال التَّ َع ُّرفُ لَبَطَ َل التصوف‬/Taarruf kitabı olmasaydı tasavvuf batıl olurdu” (Kelâbâzî, 1380, s. 8) gibi sözler, eserin meydana getirdiği etkinin büyüklüğüne delalet etmektedir. Horasân’ın Şeyhi olarak nitelelen ve tasavvufa dair çok sayıda eser yazdığı rivayet edilen (Zehebî, 1417, s. 255) Ebû Abdurrahman es-Sülemî (ö. 1021) ise Horasân mutasavvıflarının hâl ve haberlerini yazmış, sonraları Hâce Abdullâh Ensâri (ö. 1188) ve Abdurrahmân-ı Câmî (ö. 1492) onun takipçileri olmuştur. (İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, (2009), “Sülemî”) Keşfu’l-Mahcûb müellifi Ebu’l-Hasan Ali b. Osman b. Ali Gaznevi el-Hücviri (ö. 1072) de Horasân ekolünün önemli isimlerindendir ve eserini Farsça olarak Kuşeyrî Risalesi tarzında yazmıştır. (Yılmaz, 2015, s.55) Yine Seyyid Ahmed-i Yesevî (ö. 1166), Herât kentinde Hâce Abdullah el-Ensârî (ö. 1188), Şeyh Ahmed-i Câm (ö. 1142), Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî (ö 1273) ve Ali b. Yahyâ es-Semerkandî (ö. 1453) de bu ekolün büyüklerindedir. Horasân’ı tasavvufun beşiği kılan çok sayıda Horasânlı meşayih burada yetişmiştir. Giriş kısmında değindiğimiz gibi Horasân’da mutasavvıf âlim ve sûfî şâirlerin bulunmadığı hemen hiçbir kent yoktur. İşte bu şekilde Horasân sûfîleri tasavvufun güçlenmesi, gelişmesi ve yaygınlık kazanmasında başat rol oynamışlardır. Horasân Tasavvuf Ekolü’nün özelliklerini; sema’, hângâh âdâbı, ilm-i bâtın, şeyhin belirleyiciliği, cömertlik ve fütüvvet, şiir, Ehl-i Beyt muhabbeti, adâlet ve özgürlükçü tutum ile melâmetilik şeklinde sıralamak mümkündür. 3. Horasân Ekolünün Özellikleri 3. 1. Sema’ Sema’; Arapça dinleme, işitme, anlamına gelen bir kelimedir. (Isfehânî, R. (1430), “sema’”, s. 425) Dinlenen ilahinin veya bir müziğin etkisiyle coşup dönme manasına da gelir. Tasavvuf Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri 137 ıstılahında ise sema’ duygusal heyecanlar etkisiyle deruni kükreme ve coşma, batıni vecd ve tutkuyu ifade eder. Marifet yolunun arifleri, hakikat yolunun saliklerine bu şekilde el verirler. Cebecioğluna göre Semâ'ın pek çok çeşidi vardır. Genel anlamıyla semâ, Hak'tan gelen ve insanları Hakk'a çağıran bir mesajdır. Onu iyi niyetle dinleyen, hedefine ulaşır. Sesin etkisini dile getiren bazı hadisler, semâ konusunda serdedilir: "Kur'ân-ı Kerim'i seslerinizle güzelleştiriniz, zira güzel ses, Kur’ân-ı Kerim'i güzelleştirir", "her şeyin bir süsü vardır, Kur'ân-ı Kerim'in süsü, güzel sestir". Dakkâk, semâ'nın nefislerini terbiye etmemiş olmaları münasebetiyle avam tabakasına haram; mücâhede ile uğraşan zâhidler için mubah; (sûfî) arkadaşlarının mânevî hayatı elde etmeleri sebebiyle onlara müstehab olduğunu savunur. Cüneyd de semâ'ı, kalbi Allah'a çeken bir vârid, olarak değerlendirir. Sema’, zaman, mekân ve hallere bağlı olarak vuku bulur, denilmiştir. (Cebecioğlu, E. (2009), “sema”) Buna göre sema’ın, özgün bir formu olmamasına karşın zamanla “belli bir düzen ve kural içinde dönmek” şeklinde bir anlam genişlemesine uğradığı söylenebilir. Hal böyle iken; ilk sûfî müelliflerin eserlerinde semâ “sûfînin kendisine gelen vâridi işitmesi ve işittiğini kalbe aktarması” anlamına gelmektedir. Hücvîrî şeriatı ve dini vâcip kılan şeyin sem‘ (işitme, vahiy, nakil) olduğunu, şer‘î hükümlerin kabulünün işitmeye dayandığını, dinî mükellefiyetler sahasında kulağın gözden, işitmenin görmekten üstün olduğunu, şeriat, tarikat ve mârifetin elde edilmesinde işitme eyleminin zorunlu şart sayıldığını belirterek semâ fiilinin diğer bütün tasavvufî fiil ve hallerden önce geldiğini söyler. (Ceylan, S. (2009) Semâ’, XXXVI, s. 457) Horasân Tasavvuf Ekolü’nün özelliklerinden biri de kuşkusuz sema’dır. Günümüzde topluca yapılan bir zikir ayinidir. Bilhassa Türkiye’de sema’, dervişlerin geleneksel entrümanlar eşliğinde toplu bir şekilde dönmesi olarak bilinmektedir. Sema’ ritüeli, 500 yıldan bu yana Mevlânâ’nın sevenleri ve müridleri arasında yaygınlaşan ve günümüze kadar devam eden özel âdâba ve erkâna riâyet edilerek gerçekleşir. Şeyh Ebû Said Ebu’l-Hayr el-Mihneî (ö. 1049) sema’ geleneğini (musiki, şiir ve raks) toplu yapılan zikir olarak yayan ilk kişidir. Şeyh bir şiir, bir söz veya bir mesajı bir pîr-i ariften duyduğunda ya da bir ayet okunduğunda veya Hz. Peygamber (sav)’den bir hadis nakledildiğinde kendinden geçerdi ve bu haliyle vecde gelirdi. Ayağa kalkar kollarını açar, dönmeye başlardı. Yanında bulunanlar da kendiliğinden ona tabi olarak ayağa kalkarlardı. (Tefaddulî, 1382, s. 34) Luizen’e göre sema’ı, hayat ilkeleri, sülük ehlinin eğitim ve öğretimi gibi konulardaki rubaiyyâtı ile Ebû Saîd Ebu’l-Hayr (ö. 1049), tasavvuf öğretisinin Sokrat’ı olarak anılmıştır. (Luizen, 1386, s. 216) 3.1.1.Sûfî Şiirlerinde Sema’ Horasân ekolünün Sûfî şâirler öteden beri şiirlerinde sema’dan söz etmişlerdir. Horasân ekolünün belirgin özelliklerinden biri olarak sema’, sûfî şiirlerinde farklı yönleriyle geçmektedir. Sözgelimi Attar-ı Nişaburi (ö. 1221)’nin İlahinâmesinde, sema’ ile ilgili olarak şunlar yer alır: (Attâr, 9314, s. 52) ‫چنين بايد سماع نی شنيدن‬ ‫زنی کشته شدن و در خون غنودن‬ İşte böylesi ney sema’ı işitmeli Ney’den ölmeli, kanda uyumalı Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 138 Mustafa ALTUNKAYA Ebû Said Ebu’l-Hayr (ö. 1049)’da sema’ şu şekilde konu edilmiştir: (Ebu’l-Hayr, Ruba’î 203, http://ganjoor.net/abusaeed/robaee-aa/sh204/ 16.3.2016) ‫دل وقت سماع بوی دلدار برد‬ ‫جان را به سراپرده اسرار برد‬ ‫اين زمزمه مرکبی است هر روح را‬ ‫بردارد و خوش به عالم رويا برد‬ Sema’ vakti gönül dildarın kokusunu alır Canı, esrar perdesinin üstüne kaldırır Bu zemzeme bir bileşimdir ki her ruhu Kaldırır ve güzel rüya âlemine götürür Sadî-i Şirâzî (ö. 1292) ise sema’dan şöyle bahseder: (Şirâzî, 1390, s. 85) ‫جهان پر سماع است و مستی و شور‬ ‫و ليکن چه بيند در آينه کور‬ ‫نبينی شتر بر نوای عرب‬ ‫که چون خوش به رقص اندر آرد طرب‬ Dünya sema’la dolu, mesti ve aşkla Ve lakin kör, aynada ne görebilir ki Göremezsin deveyi kasidesinde Arabın Zira ki hoş raksa kalkar, içinde tarabın Sema’, Hafız-ı Şirazi (ö. 1391)’nin gazellerinde de çeşitli şekillerde yer almıştır: (Hâfız, Gazel, 197 http://ganjoor.net/hafez/ghazal/sh197/) ‫يار ما چون سازد آغاز سماع‬ ‫قدسيان بر عرش دست افشاند کنند‬ ‫مطرب چه پرده ساخت که در پرده سماع‬ ‫بر اهل وجد و حال درهای و هوی بست‬ Yârimiz sema’ı yapmaya başlar Mübârekler arşa el saçmaya başlar Sema’ perdesinde mutrib nasıl bir perde yaptı Hal u vecd ehli üstünde hay huylar bağladı Mevlânâ Belhî-i Rûmî (ö. 1273), sema’ı diri ruhun sükûneti olarak görmüştür. Böylece ıstıraplı ruhlar üzerinde sema’, dostları birleştirerek icra edilir: (Mevlânâ, Gazel, 1734 http://ganjoor.net/moulavi/shams/ghazalsh/sh1734/) Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri 139 ‫سماع را ارام جان زندگاند است‬ ‫کسی داند که او را جان جان است‬ Sema dirilerin ruhuna huzurdur Bilen kimseyedir o cân-ı cândır ‫چنين کس را سماع و دف چه باشد‬ ‫سماع از بهر وصل دوستان است‬ Böyle bir kimseye sema’ ve def ne desin Sema’ dostların vuslat behresindendir ‫سماع چيست ز پنهانيان به دل پيغام‬ ‫دلغريب بيابد زنامشان آرام‬ Nedir sema’ esrarengiz bir gönül haberi Garib gönüllüler bulur ancak ondan huzuru ‫سماع گرم کن و خاطر خزان کم جو‬ ‫که جان جان ساعی و رونق ايام‬ Sema’ı sıcak ve samimi yap hazanı az düşün Ki can, sema’ın canı ve eyyamın aydınlığı Burada Mevlânâ’ya göre sema’, hayatın dertlerini unutturan, perişanlığı, kargaşayı ve derûnî ıstırapları dindiren bir uygulama olarak değerlendirilmiştir. 3.2. Hângâh Âdâbı Horasân Tasavvuf Ekolü’nün belirgin özelliklerinden biri de hângâhın müfredatı ve sülûk ehlinin eğitim öğretimidir. Tarikat salikleri zikir, oruç, vird, namaz, itikaf, ilmihal, nefis tezkiyesi gibi uygulamaları da hângâhda öğrenmektedirler. Hankah kelimesi Farsça hân (‫“ )خان‬kervansaray, ev, mâbed, sultan”; hân (‫“ )خوان‬sofra, eyvan” ve hâne (‫“ )خانه‬ev, oda” kelimelerine yer bildiren -gâh ve -geh eklenerek türetilmiştir. Farsça edebî ve tarihî metinlerde hângâh (‫ )خانگاه‬şekliyle kullanımı yaygınlık kazanmıştır. İlk hankahın Filistin’de Remle’de bir hıristiyan emîr tarafından kurulduğu söylendiği gibi Basra civarında eski bir yerleşim merkezi olan Abadan’da Abdülvâhid b. Zeyd’in (ö. 793) bir müridi tarafından kurulduğu da nakledilir. IX. yüzyıldan itibaren diğer İslâm beldelerinde de hankâhlar kurulmaya başlanmıştır. Bağdat’ta Ma‘rûf-i Kerhî (ö. 816), Bistam’da Bâyezîd-i Bistâmî (ö. 874), Hemedan’da Ebû Tâlib elHazrecî (ö. 910) Hângâhları bunlar içinde en tanınmışlarıdır. (Uludağ, 1997, C. XVI, s. 42-43) Ebû Said’in hângâhların idaresi için on kural koyduğu nakledilmektedir. Buna göre müridler, ihtiyaç sahibi yoksulları cömertçe karşılamalı ve onların ihtiyaçlarını gidermelidir. Öyle ki, onlar başkalarını sofralarında ağırlayıncaya kadar sofralarından bir şey yenilmemelidir. (bkz. İbn Münevver, 1366, s. 231; Semerkandî, 2016, 15b) Şehâbeddin es-Sühreverdî (ö. 1234) bu kuralları geliştirmiş ve bunlara bütün hânkâhlarda uyulmuştur. Yine hânkâhlar şeyhler tarafından yönetilmiş, buralarda tasavvuf eğitiminin yanı sıra başta tefsir, hadis, fıkıh, akaid, Arapça olmak üzere çeşitli konularda dersler verilmiş, kitap yazılmış, Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 140 Mustafa ALTUNKAYA yazılan eserler çoğaltılmıştır. Bu arada dinî mûsikiye önem verilip, şiir ve ilâhiler okunarak, semâ yapılmış, hânkâh çevresinin düzenli ve temiz tutulması için iş bölümü ile her derviş üzerine düşen görevi titizlikle yerine getirip, görevini aksatanlar çeşitli şekillerde cezalandırılmıştır. Buralarda dervişlerden ve tarikat ehlinden başka yabancılara, yolculara, hastalara da hizmet verilmiştir. (İslam Ansiklopedisi, 2009, C. XVI, s. 43) Bu kurallara göre ev sahipleri misafirlere nereden geldiklerini ve nereye gideceklerini sormamalı, seccâdesini ona verip onunla istekle, şevkle konuşmalıdır. Mâlâyani şeylerden değil şeyhlerden ve tarikat ihvânından sormalıdır. (Luizen, 1384, C.1, s. 245-247) Hângâhı temiz tutmak, oradaki işlerde hizmet etmek, tekkenin mânevî havasını muhafaza etmek, misâfirleri ağırlamak, günlük yiyeceklerin temini gibi hususlar da diğer kurallardan olsa gerektir. Zira hângâhlar çok amaçlı yapılardır. Genellikle yol güzergâhlarında kurulduklarından bu yapılar aynı zamanda yolcuların dinlenme yeri, uğrak mekânı olmuştur. O nedenle bu mekânlar eğitim öğretimin yanı sıra, sınır güvenliği, konukevi işlevi de görmüş olmalıdırlar. 3.3. Fütüvvet Fütüvvet (Arapça: ‫)فتوت‬, tasavvufta bir akım, dinî ve mesleki birlik, esnaf teşkilatını (Türkçe Sözlük, TDK, web nüshası, www.tdk.gov.tr) ifade eder. Fütüvvet ve Anadolu uygulaması Ahilik mesleği, yiğitlik ve cömertlik mefkûresi (ülküsü) olarak İslâm’ın doğuşu ve yayılması ile “Futuvva” (yiğitlik ve cömertlik) mefkûresinin henüz hicrî 2. yüzyılda özellikle Horasân ve Maveraünnehir’de etkili olarak yaygınlaştığı bilinmektedir. (Köprülü, 1986, s. 148) Mutasavvıflardan fütüvvet ilkelerini ilk defa Horasân'lı Ebû Abdurrahman Muhammed b. Hüseyin b. Muhammed es-Sülemi (ö. 1021) Kitabü’l-fütüvve adlı eserinde yazmıştır. Horasânda gelişen bu kavram, “genellikle başkasını kendine tercih etmek, engin bir mürüvvete sahip olmak” demektir. Sözlük anlamıyla birlikte fütüvvet kavramı, tasavvuf çevrelerinde diğerkâmlık, cömertlik ve şefkati de içine alan bir terim olmuştur. Bu özellikleri taşıyanlara ise fetâ (yiğit, cesûr, cömert)’ denir. Fütüvvet kavramı, Kur’ân’daki ‘îsâr‘ kavramı ile irtibatlı ve yakın anlamlıdır. Îsâr, ele geçen bir şeyi tercihen başkalarının istifadesine sunmak, ele geçmeyen bir şey için de şükretmek demektir. Kısaca kişinin kardeşini kendi nefsine tercih etmesidir. (Cebecioğlu, ve diğ, 2013, s. 187-191) Dolayısıyla fütüvvet ahlâkı, îsârı esas alır. Nitekim Arapçadaki fetâ, Farsçadaki civânmerd ve Türkçedeki delikanlı kelimesinde de ‘feragat’ anlamı vardır ki kendi ihtiyacından önce, kardeşinin ihtiyacının giderilmesini istemek fütüvvet icabıdır. (Yılmaz, 2015, s. 2) Büyük tasavvuf ve tefsir bilgini Ebû Abdirrahmân es-Sülemî’ye (ö. 1021) ait fütüvvet konusunda yazılmış en eski eser olan Risâle’nin tercümesinde şunlar yer almaktadır: “Eski Araplar fetâ terimiyle, ideal olarak zihninde yaşattığı asîl ve tam anlamıyla insanı kastediyordu. Fetâ’nın misâfir severliği ve eli açıklığı, sonuna kadar, yani kendisinin hiç bir şeyi kalmayıncaya ve büsbütün fakir düşünceye kadar devam eder. Mücâdelede de fetâ, arkadaşları uğruna hayatını ortaya koyar. Misâfir severliğin ve mücâdelede kendini feda etmenin bu en yüksek derecesi, yani fütüvvet göklere çıkarılmıştır. Cömertlik açısından Fütüvvetin kahramanı Hâtem-i Tâî (ö. 578) ve yiğitlik açısından da Hz. Ali (ö. 661) sayılmıştır.” (Sülemi, 1969, s. 3) 3.4. Şeyhin İrşadı Şeyh, bir kabile veya grubun lideri, reis, yönetici, devlet adamı anlamlarına gelen bir tasavvuf ve hadis kavramıdır. Sözlükte “yaşlı kimse” mânasına gelen şeyh kelimesi (çoğulu şüyûh, eşyâh, meşâyih) çeşitli İslâm devletleri ve toplumlarında saygınlık ifadesi olarak kullanılmıştır. Şeyh kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde tekil (Hûd 11/72; Yûsuf 12/78; el-Kasas 28/23), bir yerde çoğul (el-Mü’min 40/67) şekliyle sözlük anlamındadır. Araplar’da kabile başkanlarına seyyid veya reis Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri 141 denildiği gibi şeyh adı da verilmekteydi. Şeyhlerin sabırlı, cömert ve misafirperver olmaları yanında kabile menfaatleri için kendilerini tehlikeye atmaktan çekinmeyecek cesarete ve liderlik özelliklerine sahip bulunması gerekirdi. Çeşitli ilim dallarında otorite kabul edilmiş âlimlere de şeyh denilmekteydi: Şeyhü’l-müfessirîn, şeyhü’l-muhaddisîn gibi. Bazan da şeyh kelimesi ilim dalına izâfetle kullanılırdı: Şeyhü’l-hadîs, şeyhü ilmi’l-hikme gibi. Endülüs’te düşmanla savaşmak üzere görevlendirilen kumandanlara şeyhü’l-guzât ve’l-mücâhidîn, Sicilya’da vali ve diğer görevliler dışında şehrin yönetiminde söz sahibi olanlara şüyûhu’l-bilâd (şüyûhu’l-medîne) ismi verilirdi. (İslam Ansiklopedisi, (2010), “Şeyh”, C. XXXIX, s. 49) Hângâh’daki etkinliklerde ve müritlerin yetiştirilerek kişisel gelişimlerinin sağlanmasında şeyhin olmazsa olmaz bir rolü vardır. Zira tasavvuf eğitimi bir düşünce ve teori eğitimi değildir. Uygulamadan ibaret bir nefis tezkiyesi, kalp tasfiyesidir. O halde tekke ve hângâhların mürşitsiz, rehbersiz işlemesi mümkün değildir. Özellikle toplu merasimlerde, mevlid, ramazan, bayram, taziye gibi özel programlarda şeyhin merkezi rehberliğine ihtiyaç vardır. Bütün yaş gurupları, küçük büyük herkes, hangi meslek, mezhep ve meşrepte olursa olsun, hangi etnik, sınıf ve renkten olursa olsun şeyhin rehberliğinde irşâd edilir ve tekkenin âdâb ve erkânı doğrultusunda bütün farklı unsurlar vahdet fikrinin yansımasıyla tek beden olarak telakki edilirler. Luizen’e göre de hângâhta şeyhin merkezî bir rolü vardır. Onsuz faaliyetlerin devamı imkânsızdır. Ve herkes ondan ta’lîm ve terbiye almalıdır. Birkaç farklı üstâd ve rebheri edinmek müridlik geleneğine uygun değildir. Dolayısıyla Horasân’da şeyhin merkezi rolü çok önemsenmiştir. (Luizen, 1384, s. 216) 3.5. Şiir Sûfîlerin çoğu, oturum ve merasimlerde kendi iç dünyalarını manzum şeklinde dökmüş metinlerin yanında âdâb, gelenek ve mesajlarını iletmek için şiirden yararlanmışlardır. 11 ve 12. Yüzyıllarda Ebû Saîd Ebu’l-Hayr (ö. 1049), rubaiyyât formunda sözlü dili kullanmıştır. (Luizen, 1384, s. 216) Horasân tasavvuf ekolünün bir diğer özelliği de şiir ve edebiyatın bu gelenekte özel bir yere sahip olmasıdır. Nitekim Yeseviliğin kurucu pîri Ahmed-i Yesevî (ö. 1166) de aynı zamanda bir şâir ve edîptir. Divân-ı Hikmet adlı eseri çeşitli toplum kesimlerine öğütleri içeren Türkçe manzûm hikmetlerden oluşmaktadır: (Yesevî, 2009, Hikmet 1) Bismillâh dep beyân eyley hikmet aytıp Tâliblerge dürr ü gevher saçtım mena Riyazetni kattığ tartıp kanlar yutup Men defter-i sâni sözin açtım mena Ebû Said Ebu’l-Hayr (ö. 1049)’ın manzûmlarıyla da Horasân tasavvuf ekolünün ilkeleri rubâiyyat biçiminde yazılmıştır. Ebû Said sema’ yaparak bu manzûmları eğitim bir parçası haline getirmiştir. Ebû Said ile birlikte bu yöntem hângâh eğitim modeli olarak yerleşmiş, bu kuruma ilk defa ciddi bir düzen getirilmiştir. Nitekim müridi Hasan el-Müeddib’e şu kuralları yazdırmıştı: Bedeninizi ve elbisenizi daima temiz tutun; camide ve mübarek mekânlarda gereksiz yere konuşmayın; namazı ilk vaktinde cemaatle kılın; gece namazına önem verin; seher vakti tövbe ve dua edin; sabahleyin güneş doğana kadar Kur’an okuyun; akşamla yatsı arasında dua ve zikirle meşgul olun; muhtaç ve zayıflara ilgi gösterin, onlara tahammül edin; yemeği birlikte yeyin; izin almadan birbirinizden ayrılmayın; boş zamanlarda ya ilim öğrenin veya vird ile meşgul olun. (İslam Ansiklopedisi, (2009), “sema”, C. XVI, s. 43) Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 142 Mustafa ALTUNKAYA Ayrıca manzûm eserlerin diğer eserlere oranla daha etkili olduğu bir gerçektir. Nitekim Luizen’e göre şiir disipliner öğretiler için en uygun bir araçtır. (Luizen, 1384, s. 224) Sözgelimi hayatı hakkında çok az şey bildiğimiz (Köprülü, 1976, s. 267) Yunus Emre (ö. 1320) de şiirlerini disipliner bir öğreti tarzında söylemiştir: (Özçelik, 2010, s. 10) Benim bunda kararım yok, ben bunda gitmeğe geldim Bezirganem metaım çok, alana satmağa geldim Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim Dost esrüğü deliliğim, âşıklar bilim neliğim Denşürüben ikiliğim, birliğe bitmeğe geldim Yunus Emre âşık olmuş, Maşuka derdinden ölmüş Gerçek erin kapısında, canım arz etmeğe geldim Senâî (ö. 1140) ise Tevhid Bahsi ile başladığı Hadikatu’l-Hakîka adlı eserinde, marifet, vahdet ve tenzih kavramlarını açıkladığı kelâm ve akaid bahislerinden sonra mev’ize türü manzumlarını, ardından tasavvuf bahislerini ele almıştır. Sözgelimi; ‫اي درون پرور برون آراي‬ ‫وي خردبخش بي خرد بخشاي‬ Ey kalbi eğiten, bedeni donatan, Ey şaşkınlara akıl bağışlayan. ‫خالق و رازق زمين و زمان‬ ‫حافظ و ناصر مکين و مکان‬ Zemîn ve zamânın hâlıkı ve râzıkı, Mekîn ve mekânın hâfızı ve nâsırı. ‫همه از صنع تو مکان و مکين‬ ‫همه در امر تو زمان و زمين‬ Her şey senin sun’undur mekân u mekîn, Her şey senin emrindedir zamân u zemîn. ‫آتش و آب و باد و خاک سکون‬ ‫همه در امر قدرتت بي چون‬ Ateş, su, rüzgâr, toprak hepsi sükûn içinde. Senin kudretinle her şey sorgusuz yerli yerinde. Bu bahislerden sonra nefsin istek ve arzularına muhalefet etmek gerektiğini anlatan bölümlere geçer ve şöyle seslenir: (Senâî, 1393, s. 23, 200) ‫ای همه ساله هم به مايۀ ديو‬ ‫بوده از بهر طبع دايۀ ديو‬ Hey bütün yıl şeytanla olup aynı mayalık Fıtratı itibarıyla şeytana yaptın lalalık Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri 143 ‫ايزدت خواجۀ خرد کرده‬ ‫پس تو خود را غالم دد کرده‬ Rabbin seni akla yapmış hâce Fakat sen kendini şeytana yapmışsın köle Horasân genelinde Türkler, İranlılar ve Tacikler duygularını aktarmak için bu yöntemi sıkça kullanmışlardır. Ebû Said’in rubaileri içinde zikir ve evrâd gibi tasavvuf uygulamaları da mevcuttur. Bu şekilde Türkçe ve Farsça şiirler musiki ile bütünleşerek Horasân tasavvufunun özellikleri arasında yerini almıştır. (Sadrî, Kısmetali, s. 64, Bertles’ten nakil) 3.6. İlm-i Ledünn Horasân ekolünün özelliklerinden biri de ekol büyüklerinin ilm-i ledünn’e verdikleri önemdir. Onlar duyu organlarımızla algıladığımız zâhirin yeterli olmadığını, âlemin ötesinde duyularımızla algılayamadığımız hakikatlerin bulunduğunu, bunların ancak kalp ile keşfedilebileceğini düşünürler. Nitekim Bahru’l-Ulûm müellifi Ali Semerkandî (ö. 1456)’ye göre; "‫ وعلمناه من لدنا علما‬/ Tarafımızdan ona ilim öğrettik" (Kehf 65) ifadesi gaybdan haber vermek demektir. Tarafımızdan diye buyrulması bu ilmin vasıtasız yani ledünnî olduğunu gösterir. Diğer ilimler ise vasıta ile elde edildikleri için onlara ledün ilmi denmez. (Semerkandî, Yazma, C. III, s. 72a) Allah (cc) bu ilmi dilediğine verir ve hikmet diye de isimlendirir. Kur’ân’ı Kerîm’de; Allah, hikmeti dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çokça hayır verilmiştir. Bunu ancak akıl sahipleri düşünüp anlar" (Bakara 291) buyrulur. Ayrıca Ebu Talib el-Mekkî (ö. 997)’nin Abdullah İbn Mes’ud (ö. 653)’dan tahric ettiği hadiste bizzat Allah Resûlü (sav): ‫ ان للقرآن ظهرا و بطنا و حدا و مطلعا‬/ Kur’ân’ın bir zâhiri, bir bâtını, bir haddi bir de matlaı” (el-Mekkî, 1387, C.1, s. 244-245) olduğunu haber vermiştir. Hz. Musâ’nın Hızır ile olan yolculuğu işte böylesi bir amaca matûftur. Mevlânâ Divân-ı Şems gazellerinde ilm-i ledünne dair şunları söyler: (Mevlânâ, Gazeliyât, II http://ganjoor.net/moulavi/shams/ghazalsh/sh2/) ‫آب حيات آمد سخن کايد ز علم من لدن‬ ‫جان را از او خالی مکن تا بردهد اعمالها‬ Âb-ı Hayat geldi söz ilm-i ledünden kesildi Canı onsuz bırakma seni amellere ulaştırana dek Yine “‫ اليوم اكملت لكم دينكم و اتممت عليكم نعمتى و رضيت لكم االسالم دينا‬/ bugün size dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım…” (Mâide 3) âyeti nazil olduğunda sahâbe sevinirken Hz. Ömer (ö. 644)’in üzülmesi, işâret ettiği bâtınî mânâya göre, âyette Resûlullah (sav)’in vefat alameti olduğunu sezerek ağlaması, işârî – ledünnî mânânın sahâbe arasında bile, belli isimlerle sınırlı olduğunu ortaya koymaktadır. (Şatıbî, trsz, s. 384) Yine aklını vahyin önünde kurban et! Derken mutasavvıf şâir Senâî, aklı vahyin arkasına koymak gerektiğinden, keşfen elde edilebilecek ledünnî ilmin daha önde tutulması gerektiğinden söz eder ve devam eder. (Senâî, 1393, s. 86-88) ‫عقل و نفس از نهاد او حاجز‬ ‫فصحاء از طـريق او عاجز‬ ‫عقل نبـود دليـل اسـرارش‬ Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 144 Mustafa ALTUNKAYA Akıl ve nefis ona ulaşmada engellidir Edebiyatçılar ona yol bulmakta acizdir Akıl onun esrarının yolunu gösteremedi Akıl, işinde aciz kaldı Akıl onun şerhini, izahını nerden bilsin Zevk ancak onu sır sır iyi bilir Akıl eğer cezalandırılmak istemiyorsa Kur'ân'ın sırrını surelerden çözsün Kur'ân'a hürmet nasibin varsa Aklı, onun sözünün önünde kurban et! ‫عقل عاجز شدست در كارش‬ ‫عقل كي شرح و بسط او دانـد‬ ‫ذوق س ّر س ّر او نـكو داند‬ ‫هوش اگر گوشمال حق يابـد‬ ‫س ّر قـرآن ز سوره دريابـد‬ ‫بكـن از بهـر حرمت قـرآن‬ ‫عقل را پيش نطق او قربان‬ 3.7. Horasân İdeal Politiği; Ehlibeyt Muhabbeti ve Zulme Karşı Tutum Horasân Tasavvuf Ekolü’nün belirgin özelliklerinden biri de kuşkusuz ideal politik duruşudur. Ehlibeyt’e muhabbet duymaları ve adâletten taviz vermeyen bir tutum içinde olmaları bundan kaynaklanmaktadır. Ekolün bu duruşu nedeniyle Horasân büyüklerinden bazıları idam, sürgün, tazib, hapis gibi uygulamalara maruz kalmışlardır. Şakîk-ı Belhî’nin şehîd edilişi, Bâyezîd-i Bestâmî’nin defalarca sürgünü, Hakîm-i Tirmîzî’nin Nişabur’da şehid edilişi ve diğerlerinin bu neviden uğradıkları çile ve mihnetler, örnek verilebilir. Ebû Müslim destanda daima hakkı savunan, zulme ve zalimlere karşı çıkan bir kişiliğe sahip olarak işlendiğinden Özbekistan, Türkmenistan, Dağıstan ve İran’da olduğu gibi Anadolu’da da mübârek bir zat telakki edilmiş, bu durum şöhretinin İranlılar’dan çok Türkler arasında yayılmasını sağlamıştır. (Albayrak, N. (2009), “Ebû Müslim Destânı”, C. X, s. 196) Radmehr bu siyasete hakikat taraftarlığı adını vermektedir. (Radmehr, 1383, s. 286) Onların bu düşünce ve tutumları genel anlamda hem yönetimlerin hem de halkın saygısını kazanmalarına neden olmuştur. Ancak zalim yöneticiler ve onların etkisinde kalan halk kitleleri kimi zaman Horasân tasavvuf büyüklerine baskı, zulüm, şiddet ve sürgünler de uygulamışlardır. Horasân tarihi bunun örnekleriyle doludur. Zerrinkûb (ö. 1999)’a göre de zorbalık karşısında tavır koymak, Horasân ekolüne bağlı şeyhlerin özellikleri arasında yer alır. (Zerrinkûb, 1369, s. 36) Hem cihâd-ı ekber hem de cihâd-ı asğar için İbrahim b. Ethem (ö. 777)’in hayatına, Semerkand’da şehid edilen Şakîk-ı Belhî (ö. 803)’ye, yiğitlik ve fütüvveti ile Fudayl b. İyâz’a (ö. 809), ehlibeyt muhabbeti ile Hakîm-i Tirmîzî (ö. 932)’ye bakacak olursak hatta Serbedârlar, Meraşîler, Hurûfîler, Müşe’şe’iler, Nurbahşîler ve Bektaşîler’in de hayatlarına baktığımızda onların zulüm karşısındaki tutumlarına ve ehlibeyt sevgilerine şahit oluruz. Ethemiyye, Ma’rûf-i Kerhiyye, Hakimiyye, Seyyâriyye, Melâmetiyye, Çiştiyye, Mevleviyye, Bektâşiyye, Nakşibendiyye ve sair tarikatlar da Horasân sûfîlerine aittir ve coğrafyanın özelliklerini taşımaktadır. Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri 145 3.8. Melâmet, Melâmetîlik Horasan ekolünün karakterini belirleyen kavramlardan biri de melâmettir. Melâmet, levm kökünden türetilmiş Arapça bir kelimedir. Herhangi bir insanı, içinde bulunduğu eksik ve hatalı duruma nispetle ayıplamak, azarlamak, kınamak, serzenişte bulunmak, rüsvâlık anlamına gelen (Isfehânî, 1430, s. 588) melâmet, tasavvuf terminolojisinde ise; Hamdûn Kassâr (ö. 884)’ın vasıtasıyla Nîşâbur’da yayılan (Kuşeyrî, 2009, s. 70) bir hareketin bazı Kur’ân ayetlerine dayanarak geliştirdiği bir yaklaşım olarak şüyu’ bulmuştur. “Onlar müminlere karşı alçak gönüllü, inkârcılara karşı onurlu ve caydırıcıdırlar. Allah yolunda mücadele ederler, kınayanın kınamasından korkmazlar” (Mâide 54) ayetinde müminler içinde seçkin bir topluluğun özelliği olarak melâmet ile aynı kökten gelen, “kınayıcıların kınamasından korkmamak” ifadesi yeralmıştır. İşte kınayıcının kınamasından (melâmetten) çekinmeyen bu topluluk Allah’ı sever, Allah da onları sever. Dolayısıyla âyetteki cihâd kavramı ile birlikte ele alındığında cihad, muhabbetullah ve melâmet arasında anlamlı bir ilişki göze çarpmaktadır. Melâmet akımına dair ilk bilgileri veren Nîşâburlu iki sûfî Hargûşî (ö. 1015) ve Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî’den (ö. 1021) ilkinin yukarıdaki birinci âyete vurgu yaptığı, diğerinin ise bu âyete bir işarette bulunmadığı, sadece ilk melâmetîlerden Hamdûn el-Kassâr’dan aktardığı bir sözde “kınayanın kınamasından korkmamak” ifadesinin geçtiği görülmektedir. Sülemî (ö. 1021) tasavvuf makamlarından kabul ettiği melâmete dair bilgi vermezken (Azamat, (2009), “Melâmet”, C. XXIX, s. 24) Tasavvufun ele aldığı hemen bütün kavramlar ve konulara eserlerinde yer veren İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 1350) Medâricu’s-Sâlikîn adlı eserinde yakın anlamdaki “lemem” kelimesini konu başlığı yapmış ve bu kelimeyi hata, günah olarak yorumlayıp hadislerle açıklamış ancak Nîşâbur melâmet yaklaşımına değinmemiştir. (Cevziyye, 2003, s. 323) Hayırları izhâr, şerleri izmâr etmemek şeklinde formüle edilen ve kınayanın kınamasına aldırmamak esası üzerine kurulu olan Melâmetîlik, Türklerin İslâmlaşma sürecinde hatırı sayılır derecede varlığını hissettiren Horasan sûfîliğinin temel özelliğini oluşturmaktadır. (Bolat, 2003, Kapak yazısı) Horasan tasavvuf ekolünden olup ta bu kavram üzerinde durmayan, onu eserlerinde dercetmeyen yazarlar da vardır. Kendisi de Nîşâburlu olmakla birlikte İmam Kuşeyrî (ö. 1072) sema’, zikir, kaside üzerine risaleler yazdığı halde melâmetîliğe dair risale yazmamıştır. Tasavvuf tarihinde Horasan’ın merkezi şehirlerinden Nîşâbur’da ortaya çıkan bu yaklaşımın; esasen İslâm’ın zühd hayatı içinde varolan bir davranış biçimi olduğunu söyleyebiliriz. Buna göre melametilik, zaman ve toplumsal şartlar müvacehesinde riya ve görünürlüğü azaltmayı amaçlayan bir yaklaşımın kavramsallaşmasından ibarettir. 4. SONUÇ Horasân Tasavvuf Ekolünün belirgin özelliklerine ilişkin yaptığımız bu çalışmada, tasavvufta Horasân’ın sema’, fütüvvet, şiir, hak ve adalet anlayışı, hângâh âdâbı şeklinde teşekkül eden düşünce ve uygulamalarıyla dünya ölçeğinde kalıcı etki ve eserler bıraktığı sonucuna vardık. Nitekim bu sûfîyâne İslâm hareketi, yaklaşık 1400 yıla kadar uzanan bir tecrübe ve çabanın ürünüdür. İslâm’dan önceki geleneklerin etkisi Horasân ekolünün dış kaynaklı olduğu anlamına gelmemektedir. Zira bu ekolün büyükleri çoğunlukla Irak ve Basra illerinden buralara göç eden Arap ailelerine, ehlibeyt silsilesine ve Hz. Ebûbekir’e dayanmakta, bu ise referansların sağlamlığına işaret etmektedir. Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 146 Mustafa ALTUNKAYA Horasân tasavvufunun farklı din ve etnik yapılarla olan sınır komşuluğu bu ekole evrensel bir form kazandırmış, onu çok yönlü ve her topluma söz söyleyebilecek bir yetenek ve seviyeye yükseltmiştir. Ekolün özellikleri arasında bulunan haksızlığa karşı durma, adâlet ve özgürlükçü boyut ise, Horasân’ın siyasi ve toplumsal değişmelerin merkezinde yer almasının bir sonucu olsa gerektir. Bu ekolün çalışmaları giderek mevcut coğrafyayı ve kendini aşan bir noktaya ulaşmış, İslâm’a yönelişlerin hız kazanmasına vesile olmuştur. Yine Ekol’ün harcında var olan İslâm’ın kitlelere ulaştırılması ideali, fütüvvet, kahramanlık, adalet ve özgürlük ruhu ile dış dünyaya açık, yiğit ve idealist mutasavvıfların yetişmesinde etkili olmuştur. Horasân ekolünde yetişen mutasavvıflar çok sayıda eser vücuda getirmiş ve bunlar tasavvuf klasiklerini oluşturmuştur. Edhemiyye, Şakîkiyye, Fudayliyye, Nûriyye, Tayfûriyye, Melâmetiyye ve Nakşibendiyye gibi Horasân düşünce hareketleri ve tarikatlarının varlığı da, Horasân misyonunun Anadolu başta olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerine ulaşmasını sağlamıştır. Horasân ekolüne bağlı hângâh ve tekkeler; birer eğitim merkezi, düşünce ve bilgi evi olarak sanatsal, estetik bir medeniyet oluşturmuştur. Buralarda aşk, ihlâs, şuttârlık, ilim-amel bütünlüğü, hakikat özlemi, yiğitlik ve cömertlik gibi özellikler fütüvvet teşkilatlarıyla birleşerek yeni medeniyetin inşâsına uygun sosyo-kültürel ortamın oluşumunu temin etmiştir. Horasân tasavvufunun fütüvvet özelliğine sahip olması, ekolün fütüvvet teşkilatları aracılığıyla yaygınlık kazanmasını da sağlamış, ayrıca şiir, estetik ve sanattaki etkinliği tasavvuf edebiyatı gibi büyük bir külliyâtı da vücûda getirmiştir. Son olarak Horasân ekolündeki muhabbet, isâr, yiğitlik, cihâd ve şehâdet aşkı Horasân tasavvufuna ve genel anlamda bütün tasavvuf düşüncesine değişimci, tecdidçi bir boyut kazandırmış, İslâmlaşmanın yaklaşık bin yılına sirâyet etmiştir. O nedenle bu tasavvuf hareketini tanımadan İslam toplumlarındaki ilmî, fikrî, ictimaî cereyanlara ilişkin değerlendirmeler eksik kalacaktır. KAYNAKÇA Albayrak, Nurettin; (2009), “Ebû Müslim Destânı”, İslam Ansiklopedisi, C. X, T. İst., Diyanet Vakfı. Attar, Feridüddin; Tezkire-i Evliya, İntişarat-ı Zevar, Tahran 1359. …………………….İlahiname, Sohen Yayınları, Tah. Ş. Kokenî, Tahran 9314. Azamat, Nihat; (2004), “Melâmet” İslam Ansiklopedisi, C. XXIX, İstanbul, T. Diyanet Vakfı. Barthold, V.; Tezkire-i Coğrafya-yı Tarihi-yi İran, Ç. H.Serdadver, İntişarat-ı Tahran 1358. Bertles, Yogni, Wich; Tasavvuf ve Tasavvuf Edebiyatı, Emir Kebir Yayınları, Tahran 1356. Bolat, Ali; Melâmetîlik, Bir Tasavvuf Okulu Olarak, İnsan Yayınları, İstanbul 2003. Buharî, Muhammed Ebu Abdullah; Sahîh, Daru Tuki’n-Necât, Dimeşk, 1422. Büyük Türkçe Sözlük, “Horasan”, TDK yayını, web nüshası, www.tdk.gov.tr, Ankara 2016. Camî, Mevlana Abdurrahman; Nefehatu’l-Üns Tercümesi, Üniversity of Toronto Library, Çev. Lami’î Çelebi, İstanbul 1289. Cebecioğlu, E. (Ed.), H.Yaman, M.Aşkar, V.Göktaş; Tasavvuf Tarihi, Ankuzem, Ankara 2013. ………………………..Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi, İstanbul 2009. Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri 147 Cevziyye, İbn Kayyim; Medâricu’s-Sâlikin, Daru’l-Kitâbi’l-Arabi, Beyrut, 2003. Çetin, Osman; (2009), “Horasân”, İslam Ansiklopedisi, C. XVIII, İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı. Çıftçı, Hasan; (2005), Mevlâna ile Şems-i Tebrîzî’ye Göre Ebu’l-Hasan-i Harakanî, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara Y. 6, S. 14. Enverî, Hasan; Ferheng-i Feşörde-i Sohen, İntişârât-ı Sohen, Tahran 1382. El-Mekkî, Ebu Talib; Kûtu’l-Kulûb, Nşr. Mustafa el-Halebî, Mısır 1387. Gazalî, Muhammed; el-Munkizu mine’d-Dalâl, Daru'l-Endelüs, Beyrut 1967. ……………………….Tehafütü’l-Felâsife, Tah. Süleyman Dünya, Daru’l-Ma’arif, Mısır, 1966. Hakanî, Divan-ı Eş’âr, Kasaid, internet nüshası, www.ganjoor.net Isfehânî, Rağıb el-; Müfredâtu Elfâzi’l-Kur’ân, Tah. S.A.Davudî, Daru’l-Kalem, Dimeşk 1430. İbn Münevver, Muhammed; Esrâru’t-Tevhid, Nakd, Tashih ve Ta’likat-ı Muhammed Rıza Şefii Kodkeni, İntişarat-ı Agâh, Tahran 1366. İbn Münzir, Ebu’l-Fazl; Lisanu’l-Arab, Min İsdarati Vizarati’l-Evkaf es-Su’udiyye, C. VIII. Karakaş, Selim; Kadim İran Dinlerinin Türk İnanç Tarihindeki Yeri, The Journal of Academic Social Science Studies, Number: 27, Autumn I 2014. Kazvini, Zekeriyya; Asaru’l-Bilad ve Ahbaru’l-İbâd, Çev. Şerefkendi, Müessese İlmi, Tahran 1366. Kelâbâzî, Ebubekir; et-Ta’arruf li Mezheb-i Ehli’t-Tasavvuf, Tah: A. Mahmûd, Kahire, 1380. Komisyon, (1997), “Sülemî” İslâm Âlimleri Ansiklopedisi, XVIII Cilt, İstanbul, Türkiye Gazetesi Yay. Köprülü, Fuat; Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, Ötüken Yayınları, İstanbul 1986. ………………….Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 3. Baskı, Ankara 1976. Kuşeyrî, Abdülkerîm; Kuşeyrî Risâlesi, Ç.D.Selvi, Semerkand Yayınları, İstanbul 2009. Luizen, Leonard; Miras-ı Tasavvuf, Neşr-i Merkez, Tahran 1384. Mahmud, Abdulhalim; El-Münkiz Şerhi: Çev. S.Uçan, Kayıhan Yay, İstanbul 1990. Malatî, Hamit Hamdî Vânî; Zübdetü’l-‘İrfân fi Tahkîki’l-İtkân, Millî Kütüphâne, Yazmalar Böl. Muhasibî, Ebû Hâris b. Esed; er-Riâyetu li Hukukillah, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2010. Nişaburî, Attar; Tezkire-i Evliya, Muhammed İsti’lami, İntişarat-ı Zevar, Tahran 1359. Özçelik, Mustafa; Bizim Yunus, Eskişehir Valiliği Yayını, Ankara 2010. Radmehr, Feridüddin; Fudayl İyaz Ez Rahzeni Ta Rahruy, Neşr-i Merkez, Tahran 1383. Razavî, Müderris; Ebu’l-Mecd Mecdûd b. Âdem Senâî Gaznevî, Tahran Ünv. Yay, 1360. Sadri, Cemşid, K. Samedî; Tasavvuf Der Mekteb-i Horasân, Faslanme-i Tahassus-i Edebiyat-i Farsi Danişgah-ı Âzâd Meşhed, 1387 Kış, S. 20 http://www.sid.ir/fa/VEWSSID/J_pdf/ 6003413872004.pdf Semerkandî, Ali b. Yahyâ; Risâle-i Nakşibendi, Tah. M.Altunkaya, Ankara 2016. ………………………………Bahru’l-Ulûm el-Hibru’l-Ma’lûm, Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Eserler Kılıç Ali Paşa Bölümü, Envanter: 106-10109. Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016 148 Mustafa ALTUNKAYA Senâî, Hakîm; Hadikatu’l-Hakika Şeri’atu’t-Tarîka, Behterin Ketabha-yı Cehân, Tahran 1393. Suhreverdî, Ebû Hafs Şihabuddin; Avarifu’l-Ma’arif, Çev. H.K.Yılmaz-İ.Gündüz, İst. 1990. Sülemî, Ebû Abdurrahman; Tabakatu’s-Sûfiyye, Nşr. Nureddin Şariba, Mısır 1969. Şâtıbî, İbrahim b. Mûsa; el-Muvafakat fi Ulumi’ş-Şeria, Mısır, bila tarih, C.3. Şirâzî, Sa’dî; Bostan-ı Sa’dî, Türbet-i Cam Yayınları, Tahran 1390. Taberî, Muhammed b. Cerîr; Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, C. VI, Daru’l-Maarif, Mısır 1967. Tefadduli, Ebu’l-Kasim; Sema’, İntişarat-ı Zeryab, Tahran 1382. Yıldırım, Celal; Bâyezîd-i Bestâmî ve İslâm Tasavvufunun Özü, Demir Kitabevi, İstanbul 1978. Yılmaz, Hasan Kamil; Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Yayınları, İstanbul 1994. Zehebî, Muhammed; Siyeru A’lâmu’n-Nübelâ, Müessesetu’r-Risâle, Lübnan 1417. Zerrinkub, Abdulhüseyin; Costecu der Tasavvuf-i İran, Emir Kebir, Tahran 1369. Citation Information/Kaynakça Bilgisi Altunkaya, M. (2016). “Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri / Khorasan Mystic School”, TURKISH STUDIES -International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic-, ISSN: 1308-2140, (Prof. Dr. Hayati Akyol Armağanı), Volume 11/2 Winter 2016, ANKARA/TURKEY, www.turkishstudies.net, DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.9393, p. 127-148. Turkish Studies International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 11/2 Winter 2016