Academia.eduAcademia.edu

TÜRK MODERNLEŞMESİNDE KADIN

2006, Second International Conference on Women's Studies

Çalışmanın amacı, Tanzimattan Cumhuriyete Türk modernleşme sürecinde kadınların nasıl algılandıklarını ve bu süreçten kadınların nasıl etkilendiklerini ortaya koymaktır. Bu doğrultuda öncelikle Osmanlı modernleşmesinde kadının yeri incelenmiş daha sonra cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki modernleşme projesinde nasıl bir yer işgal ettikleri ortaya konulmuştur.

TÜRK MODERNLEŞMESİNDE KADIN Hale Biricikoğlu∗ GİRİŞ Modernleşme, sanayileşme ve teknolojinin gelişmesi, ticaretin yayılması aracılığıyla ekonomik bütünleşmenin oluşması, kırdan kente geçiş ile yaşanan zihinsel ve kültürel değişimi anlatan bir kavramdır. Ancak Türkiye’de “modern” sözcüğü yerine daha çok “batılılaşma” ve “çağdaşlaşma” kavramları kullanılmaktadır. Çağdaşlaşma ise geçmişteki geri kalmışlığın üstesinden gelmeye yönelik çabalar olarak ifade edilebilir. Osmanlı’da Tanzimat Fermanı’yla kırılma noktasına gelen modernleşme çabalarının amacı, İmparatorluğu içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtarmaktır. Bu nedenle Tanzimat’tan itibaren modernleşme çabaları yeni bir medeniyet ve gelecek oluşturmaya çalışmıştır. Ancak Cumhuriyet ile birlikte modernleşme hareketleri farklı bir boyut kazanmış, bu dönemde “muasır medeniyetlere” ulaşma çabası öne çıkmıştır. Muasır medeniyet, Batı medeniyeti olduğu için Cumhuriyet dönemindeki modernleşme çabalarının “batılılaşma projesi”ne dönüştüğünü söyleyebiliriz. Türkiye’de modernleşme hareketlerine baktığımızda ise kadınların önemli bir yer teşkil ettiğini görüyoruz. Kadınlar, modernleşmenin kamusal hayattaki görünümleri olduğundan dolayı gerek modernleşme taraftarları gerekse de modernleşme karşıtları için, kadınların toplumsal hayattaki konumlarının simgesel bir niteliği bulunmaktaydı. Modernleşme süreci, kadınlar açısından önemli gelişmelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kadınlara yönelik eğitim kurumlarının açılışı, kadınların çalışma yaşamına girmeye başlamaları ve kadınlara ait yayınların ortaya çıkışı Tanzimat sonrası döneme rastlamaktadır. Modernleşmeyle birlikte gerek toplumsal gerekse de feminist dönüşümü sağlayacak kadın tipi ortaya çıkmaya başlamıştır. Çalışmanın amacı, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk modernleşme sürecinde kadınların nasıl algılandıklarını ve bu süreçten kadınların nasıl etkilendiklerini ortaya koymaktır. Bu doğrultuda öncelikle Osmanlı modernleşmesinde kadının yeri incelenmeye çalışılacak, daha sonra Cumhuriyet’in kuruluş yıllarındaki modernleşme projesinde kadınların nasıl bir yer işgal ettikleri ortaya koyulmaya çalışılacaktır. OSMANLI MODERNLEŞMESİNDE KADIN Osmanlı’da kadın konusu ile ilgili yapılan araştırmalar daha çok Tanzimat ve sonrası dönemleri kapsamaktadır. Kadının özgürleşme hareketlerinin bu tarihlerde başlaması, çalışmaların bu dönemi kapsamasının en önemli nedenidir. Ancak sadece 19. yüzyıl’daki Osmanlı kadınını incelemek, genel durumun ortaya koyulması, özellikle de Tanzimat dönemimdeki dönüşümlerin belirlenmesi için yetersizdir. O nedenle Osmanlı geleneksel dönemindeki kadının konumu da konumuz açısından önem taşımaktadır. Osmanlı Geleneksel Döneminde Kadın Osmanlı toplumunda kadınların yaşamı sayısız sınırlamalarla kısıtlanmıştı. Ancak bu sınırlamalara dayalı olarak onların tamamen edilgen ve ızdırap çeken bir nüfusu oluşturduğu sonucuna da ulaşmak yanlış olmaktadır (Unat, 1979: 16). ∗ Araştırma Görevlisi, Sakarya Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü 1 Osmanlı’da kadınla ilgili düzenlemelerin önemli bir kısmında İslam geleneklerinin etkisi bulunmaktadır. Gerçekte İslam, dönemin koşulları açısından değerlendirildiğinde kadınlara radikal ve ileri düzeyde haklar getirmiştir. İslam’ın ilk dönemlerinde kadınların alanı ile erkeklerin alanı arasında bir ayırım yapılmamıştı. Osmanlı beyliğinin devlete dönüştüğü 16. yüzyıl’a kadar kadın, giyimde serbest olmakla beraber, erkeklerle savaşa katılıyor, ata biniyordu (Çaha, 1996: 79–80). Ancak İstanbul’un fethiyle birlikte, Osmanlı Devleti’nde Bizans geleneklerinin etkisi sonucunda Osmanlı kadınları ile ilgili önemli değişmeler olmuştur. Bizans İmparatorluğu sınıflı bir toplum yapısına dayanmaktaydı. Bu nedenle tarlada çalışan kadınla yönetici kesimde yer alan kadın arasında bir ayırım vardı. İstanbul’un fethinden sonra bu yapı Osmanlı Devleti’ni de etkiledi ve böylece yönetici kesim kadını kendini harem hayatı içinde buldu. Ancak bu noktada şu hususun belirtilmesinde fayda bulunmaktadır. Harem Osmanlı’da sadece başkentle sınırlı kalmış, kırsal kesimde hiçbir zaman görülmemiştir (Çaha, 1996: 80). Zaten Osmanlı İmparatorluğu’nda kent kadınları ile kırsal kesimdeki kadınlar arasında farklılık bulunmaktaydı. Köylü kadınlar, evin erkekleriyle birlikte üretime etkin bir şekilde katılırken, kent merkezinde olan kadınlar arasında ev dışında çalışanların sayısı çok azdı (Kurt, 1999: 439). Ancak batılı seyyah ve araştırmacıların çoğunun az sayıda bulunan konak ve saraylarda yaşayan kadınlara bakıp, bunların durumunu Osmanlı’daki tüm kadınlara genelledikleri görülmektedir (Tuş, 1996: 13). Osmanlı İmparatorluğu’nda 16. ve 17. yüzyıllarda devlet işlerinde kadınların etkileri görülmektedir. Kanuni’nin saltanatı boyunca (1520–1566) Hürrem Sultan, 1623–1687 yıllarında Kösem Sultan neredeyse İmparatorluğun gerçek yöneticileri haline gelmişlerdir. 20. yüzyıl tarihçileri bu dönemi anlatmak için “kadınlar saltanatı” tanımlamasını yapmışlardır (Toksa, 1999: 458). Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nda kadının durumunun Orta Çağ Avrupası’na göre daha iyi olduğunu da söyleyebiliriz. Anglosakson örf ve adet hukukunda evli kadının, mülkiyette, çocuklarının velayetinde, kendi öz kazancının kullanımında ya da konut seçiminde hiçbir hakkı yoktur. Bunun yanında evli bir kadın eşinin izni olmadıkça işe başvuramaz ve sözleşmeye taraf olamazdı. Napolyon Yurttaşlık Yasası’nda ise kadın, ergin olmayan çocuklar, deliler, kısıtlılarla aynı konumda ele alınarak tam yeteneksizler arasında sayılmıştır (Budak, 2004: 43). Oysa ki Osmanlı’da kadınların daha iyi konumda olduğunu söyleyebiliriz. Osmanlı kadınları toplumdan tamamen soyutlanmamış, aksine ticari faaliyetlerde dahi bulunmuşlardır. Kanuni dönemine ait fermanlardan bazı kadınların çamaşırhane açtıkları, bazılarının da köle ticareti ile uğraştıkları anlaşılmaktadır. Ayrıca gayrimenkul alan veya satan ya da kiralayan kadınların olduğu da belirtilmektedir (Kurt, 1999: 437). Bunun yanında yapılan kimi araştırmalar vakıf kurucuları arasında kadınların oranının azımsanmayacak derecede olduğunu göstermektedir (Roded, 1999: 420). Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların ekonomik faaliyetleri yanında sosyal faaliyetleri de bulunmaktadır. Cami, okul, han, çeşme, köprü, hastane, imaret, aş ocakları gibi sosyal bina ve müesseselerin birçoğu kadınlar tarafından kurulmuştur. Kadınlar tarafından yaptırılan Gureba ve Nisa hastaneleri bugün dahi varlığını sürdürmektedir (Kurt, 1999: 440). Osmanlı’da kadının aile içindeki konumuna baktığımızda; öğrenimlerini sıbyan mekteplerinde alan ve “ev kadını” statüsünde olan kadının aile yaşantısının sürdürülmesinde etkili rolü olduğunu görmekteyiz. Osmanlı ailesinde kadının çocuk bakımı ve terbiyesinde en etkili kişi olduğu söylenebilir. Evde çocukları üzerinde en 2 az erkek kadar söz sahibidir. Günümüzde de ifade edilmekte olan “Osmanlı Kadını”, “Ne Osmanlı Kadın” terimlerinin böyle bir düşünceden kaynaklandığını belirtebiliriz (Doğan, 1999: 386). Bunun yanında sanılanın aksine Osmanlı ailesinde çok eşlilik yaygın değildi. Birçok kaynakta Osmanlı’da çok eşliliğin daha çok kamu görevlileri arasında ve genel toplamda sadece %10 civarında olduğu belirtilmektedir (Doğan, 1999: 395; Tuş, 1996: 17). İslam hukuku kocaya tek taraflı irade beyanıyla kolayca karısını boşayabilme hakkı vermiştir. Buna karşılık boşanmaların dinen hoş görülmemesi ve Osmanlı toplumunun boşanmaya olumsuz bir şekilde yaklaşması, bu teorik imkânın aynı kolaylıkla uygulamaya yansımasını önlemiştir. Hatta kolayca boşanma değil, tersine kadının istediği halde kocasından ayrılamaması sorun yaratmıştır. Bu elbette kadınlar için bir sıkıntı ortaya çıkarmıştır (Aydın, 1996: 146). Buna karşılık kadınlar, gerek evlilikleri sırasında gerekse evlilikleri bitiminde özellikle mehirlerini1 vermeyen eşlerini mahkemeye şikayet ederek, mehir alacaklarını tahsil edebilmişlerdir (Kurt, 1999: 445). Bununla birlikte bütün geleneksel toplumlarda olduğu gibi, Osmanlı toplumunda da kadınların uyması gereken bazı kurallar bulunmaktaydı. Osmanlı’da kadınların hayatını sınırlayan birçok ferman vardı ve bunlar kadınların kamusal hayattaki konumunu belirlemekteydi. Bu fermanlar genel olarak üç alana müdahale etmiştir. Bunlar, kadınların kıyafetleri, sokakta görünmeleri ve erkeklerle olan ilişkileri ile ilgili konulardır (Çaha, 1996: 80). Örneğin, kadınların büyük yakalı feracelerle sokağa çıkması, kaymakçı dükkânlarına girmeleri, erkeklerle aynı kayığa binmeleri, çarşı pazarlarda halkın toplu olarak bulunduğu yerlerde ve mahalle aralarında gezip dolaşmaları yasaklanmıştı. Hatta kadınların bazı günler sokağa çıkmalarının yasaklanmasını öngören fermanlar da bulunmaktadır (Çaha, 1996: 81; Tekeli, 1983: 1191–1192; Karadeniz, 1999: 454; Kurt, 1996: 312). Tanzimat Dönemi Sonrası Kadın 19. yüzyıl Osmanlı devletinin yüzünü Batı’ya çevirdiği yüzyıl olmuştur. Gerçi Osmanlı devlet adamları, uzun zamandan beri Batı’da yaşanan gelişmelere karşı Osmanlı’nın geri kaldığını fark etmişlerdi. Bu nedenle de özellikle savaşların kaybedilmesi sonucunda teknik anlamda bir arayışa girmişlerdir. Ancak sorunun bu kadar basit olmadığı kısa zaman içinde anlaşılmıştır (Budak, 2004: 41). 19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu için devleti kurtarmak amacıyla, bürokratik kesimin öncülüğünde bir değişim projesinin başlatıldığı bir dönem olmuştur. Bu proje, Batı’daki modernleşmenin Osmanlı Devleti’nde de uygulanmasını içermekteydi. Söz konusu proje Osmanlı’da meşruiyetin kaynağı olan din olgusunun yerine aklı ve rasyonaliteye geçirmek suretiyle Batı’da yaşanan aydınlanmanın bir benzerinin de Osmanlı’da sağlanmasını amaçlamıştır (Çaha, 1996: 85). Bu süreçte ise değişimin kırılma noktasını ve Osmanlı modernleşmesinin başlangıcını Tanzimat Fermanı oluşturmaktadır. Çaha, Osmanlı modernleşmesinin üç yönde geliştiğini ileri sürmektedir. Bunlar; anayasal hükümetin oluşturulması, yönetimde ağırlığını koyan yeni bürokratik elit grubunun ortaya çıkması ve kadınların eğitilmesiydi (Çaha, 1996: 86). 1808 Sened-i İttifak, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, Tanzimat dönemi boyunca merkezi ve yerel birimlerle ilgili düzenlemeler, 1876 Kanun-i Esasi 1 Mehir, evlenecek erkeğin, evleneceği kadına verdiği para veya maldır ve kadının hakkıdır. 3 ve 1877 Osmanlı Parlamentosu, devletin hukuksal görünümünü modern hale dönüştürmeyi amaçlayan çalışmalardır (Çaha, 1996: 86). Yukarıda sözü edilen çalışmaların hepsi devlet katında meydana gelen değişmelerdi. Oysaki değişim ve dönüşüm projesinin topluma da yansıması gerekiyordu. Bu nedenle de toplumun yarısını oluşturan kadınlar aracılığıyla Osmanlı toplumu modernleştirilmeye çalışılmıştır. Böylece kadınlar Osmanlı toplumunun yüzünü Batı’ya çeviren en önemli kanadını oluşturacaklardı (Çaha, 1996: 87). Tanzimat’tan Meşrutiyet’e “kadın”, batılılaşma yanlıları ile gelenekçiler arasında her zaman tartışma yaratmıştır. Batılılaşma taraftarlarının kadınlarla ilgili isteklerini manevi değerlere saldırı olarak gören muhafazakâr çevreler, kadınla erkek ilişkilerinin şeriat kurallarına uygun olarak devam etmesi yönünde bir görüşe sahiptir. Batılılaşma yanlıları ise, kadının konumunun, geri kalmanın önündeki en önemli sebeplerden biri olarak görmekte ve kadının sosyal hayata katılmasını savunmaktadır. Dönemin kadın meselesi bu tartışmalar etrafında değerlendirilmektedir (Kaplan, 1999: 472). Osmanlı modernleşmesinde bir kırılma noktasını oluşturan Tanzimat Fermanı’ndan sonra kadının statüsünde önemli değişmeler yaşanmıştır. Bu dönemde özellikle kadınlar için büyük önem taşıyan iki düzenleme yapılmıştır. Bunlardan ilki 1858 tarihli Arazi Kanunu’dur. Söz konusu düzenlemeyle beraber erkeğin varis olması durumunda kadınların varis olmasını engelleyen düzenlemeye son verilerek kadınlara da mirasa ortak olma hakkı tanınmıştır. Bu dönemde kadınlarla ilgili bir başka düzenleme de 1881 tarihli Sicil-i Nüfus Nizamnamesi’dir. Söz konusu düzenleme evliliğe resmi bir nitelik kazandırmıştır. Osmanlı Devleti, kadınları modern hayatın bir parçası haline getirmek için eğitime büyük önem vermiştir. Kadınlara eğitim verme yönündeki ilk çabalar 1842 yılında Avrupa’dan getirilen ebe kadınların Tıbbiye’de verdikleri kurslarla başlamıştır. Bunu daha sonra 1858’de ilk kız rüştiyelerinin, 1869’da ilk sanayi okullarının, 1860’larda ise kız öğretmen okullarının açılması takip etmiştir. Kız öğrencilerin sayısının artması ve 19. yüzyıl sonunda eğitim derecelerinin liseye kadar yükselmesi kadınların öğretmenlik mesleğine girmelerine neden olmuştur. Böylece kadınlar çalışma hayatına ilk olarak eğitim alanında girmişlerdir (Güzel, 1985: 858). Tanzimat dönemi kadınların çalışma hayatına girmesi imkânını da sağlamıştır. 1873’de bir kadının ilk defa öğretmen olarak atanması, 1881’de okul töreninde bir kadının kamusal alanda konuşma yapması ve 1883’de okullara kadınların yönetici olarak atanmasıyla kadınlar kamusal kurumlarda görünmeye başlamışlardır. Bununla birlikte sanayide de çok sayıda kadın istihdam edilerek kamusal alanın kapıları kadınlara iyice açılmaya başlamıştır. 1897’de İstanbul Kibrit Fabrikası’nda çalışan işçilerin %50’sinden fazlasını kadınlar oluşturmaktaydı (Çaha, 1996: 90). Modernleşme çabaları sosyal alana 1860’lardan sonra gazeteler, romanlar ve piyeslerle de yansımıştır. Bu üç önemli araç, batılı yaşama ve düşünme biçimlerinin Osmanlı’ya taşınmasında etkili olmuştur. Kadınların toplumdaki pasif konumu 19. Yüzyıl edebiyatına Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” piyesiyle yansımıştır. Bu piyeste görücü usulü ile yapışan evlilikler eleştirilerek, sağlıklı evliliklerin ancak kadın ve erkeğin birbirlerini görüp anlaşmalarıyla kurulabileceği görüşü savunulmuştur. Bunun yanında Namık Kemal de romanlarında kadının toplumdaki genel statüsünü çeşitli yönlerden incelemiş ve eleştirmiştir (Budak, 2004: 45). Bu dönemde dikkat çeken bir diğer gelişme de kadın hareketinin ortaya çıkmaya başlamasıdır. Osmanlı’daki kadın hareketlerinin temel taşıyıcıları ise kadın dergileri 4 ve dernekleri olmuştur. Özellikle II. Meşrutiyet’in ilanından sonra bu dergi ve derneklerin sayısında artış yaşanmıştır. 1868 yılında yayınlanan “Terakki Gazetesi” kimliklerini açıkça belirtmesele de kadın mektuplarına yer vermiştir. Bu mektuplar kadınların kendi sorunlarını gündeme getirmelerinden dolayı önemlidir. Örneğin gazetenin 104. sayısında, vapurlarda kadınlara ayrılan yerlerin kötülüğünden yakınılmış, erkeklerle aynı ücreti ödemelerine karşın kadınların neden böyle hor görüldüğü sorulmaya başlanmıştır (Çakır, 1996: 23). Bunun yanında söz konusu dönemde çıkartılan birçok dergi de kadınların toplum içindeki konumlarını sorgulamaktaydı. Bu dönemde çıkartılan dergilerden bazıları şunlardır: Terakki-i Muhadderat (1869), Mürebbi-i Muhadderet (1875), Ayine (1880), Aile (1880), İnsaniyet (1883), Hanımlar (1883), Şükufezar (1886), Mürüvvet (1888), Parça Bohçası (1889), Hanımlara Mahsus Gazete (1895), Alem-i Nisvan (1906), Demet (1908), Mehasin (1908), Kadın (1908), Kadınlar Dünyası (1913).2 Bu dergilerin yayın sorumlularından bazıları kadındı. Söz konusu dergilerin çoğu kısa ömürlü olmuştur. Bu açıdan yukarıdaki yayınlardan en önemlilerinden biri Hanımlara Mahsus Gazete’dir. Bu yayın 1895–1908 yılları arasında tam 13 yıl, toplam 604 sayı olarak yayınlanarak en uzun süreli kadın dergisi olmuştur (Çakır, 1996: 27). Hanımlara Mahsus Gazete’de kadınların sorunları, aile, toplum ve iş yaşamları, eğitim, sağlık, moda, giyim konuları ağırlıklı olarak ele alınan konulardı. Bu dergide yurt içi ve yurt dışından örnekler verilerek kadınların her işi başarabileceğine olan inanç yerleştirilmeye ve pekiştirilmeye çalışılmıştır. Fransa’da kadınların avukatlık yapma hakkı elde ettikleri belirtilerek, özellikle Batı’daki kadın hareketleri konusunda bilgi verilmiştir (Çakır, 1996: 31). II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte kadınlar kendi hak mücadelelerinde daha faal olmaya başlamışlardır. Kadınların çıkardıkları dergi sayısı çoğalmış ve kadınlar pek çok dernekte faaliyette bulunmuşlardır. Hatta bu dönemde kadınlar siyasi partilerde dahi görülmeye başlanmıştır (Tekeli, 1982: 198). Bu dönemde kurulan kadın derneklerinin bir bölümünü yardım dernekleri oluşturmuştur. Bunların birçoğu kadın haklarını savunmaktan çok İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne veya başka bir örgüte bağlı olarak çalışmışlardır. Ancak bunların yanında gerçek anlamda kadın haklarını savunan denekler de bulunmaktaydı. Örneğin Kadın Haklarını Savunma Derneği (Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti) Bedriye Osman Hanım’ın Telefon şirketine memur olarak girmesi için mücadele etmiş ve başarılı olmuştur (Güzel, 1985: 861). Yeni bir kadın tipini ortaya çıkarmak dönemin kadın hakları savunucusu dernekler ve yayınların ortak amacını oluşturmaktaydı. Bu kadın tipinin belirlenmesinde de daha çok batılılaşma taraftarı kişilerin örnek olarak belirlediği tip olacaktır. Yeni yaratılan kadın tipi, kılık ve kıyafetin kendisini sosyal hayattan mahrum etmeyecek, çalışan, eğitimli, vatansever, gelenek ve kısıtlayıcı kurallara karşı mücadele edecek batılı kadın şeklinde simgeleştirilmişti. Fakat bu yapılırken kadının evini ve ailesini ihmal etmemesi gerektiği de vurgulanmaktaydı (Kaplan, 1999: 470). Ancak modernleşmeyle süreciyle birlikte kadının konumunda meydana gelen gelişmelere muhafazakâr çevreden büyük bir tepki gelmiştir. Özellikle kadınlar toplumsal hayata katıldıkça, kentsel mekânlarda göründükçe rahatsızlıklar da 2 Bu dönemde yayınlanan dergilerle ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bknz: (Çakır, 1996: 22-42). 5 beraberinde gelmiştir. Çarşafını Avrupa modasına göre uyarlamış, peçe takma konusunda ise esnek davranan kadınlar, kocalarıyla beraber boy göstermeye, faytonlarda dolaşmaya hatta erkeklerle sokakta konuşmaya başlamışlardır. Bu durum karşısında muhafazakârların sert tepkiler vererek kadınları taciz ettikleri, peçesiz dolaşan kadınların yüzüne tükürdükleri hatta faytonlarını taşlamayı bir din borcu olarak addettikleri ileri sürülmektedir (Göle, 1998: 71). 20. yüzyıl başlarında kadın konusu dönemin temel akımları çerçevesinde gündeme gelmiştir. Batıcı akımlar kadının özgürleşmesini eğitim düzenlemelerinin de ötesine götürmeye çalışırken (çok eşliliğin kaldırılması ve kadınlara oy hakkı verilmesi gibi), İslamcı akımlar kadınların bazı haklara kavuşmasını İslamcı ahlak ve etiği temelden sarsacağını belirterek, kadınların özel alanla sınırlandırılmasını savunmuştur. Türkçü akım ise, İslam öncesi geleneklere atıfta bulunarak, hem İslam hem de Batı karşısında İslam öncesi Türk kadınının ne denli aktif rol oynadığını vurgulamışlardır (Kadıoğlu, 1999: 120). CUMHURİYET DÖNEMİNDE KADIN Tanzimat’tan itibaren Türk modernleşmesi doğu-batı meselesi, yeni bir millet, yeni bir medeniyet, yeni bir gelecek oluşturmaya çalışmıştır. Ancak Cumhuriyet dönemi modernleşme çabaları ile Tanzimat dönemindeki modernleşme çabaları arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. Cumhuriyet dönemindeki elitler açık bir şekilde “medeniyet arzusunu” ön plana çıkarmışlardır. Daha açık bir ifadeyle devletin bütünlüğünü sağlamak için gerçekleştirilen modernleştirici düzenlemeler, Cumhuriyet döneminde bir projeye dönüşmüştür. Bu proje içinde şapka ve kıyafet devrimi, batı müziği, takvimi ve Latin alfabesinin kabul edilmesi, metre sistemine geçiş, soyadı kanunu, haftalık tatil gününün Cuma gününden Pazar gününe alınması, ezanın Türkçeleştirilmesi gibi düzenlemeler yer almaktaydı (Kadıoğlu, 1999: 121). Görüldüğü gibi ortaya koyulan bu medeniyet projesi, sadece devletin yapısını değiştirmekle kalmıyor, yaşam şekillerine ve günlük hayata da nüfus ediyordu. Cumhuriyet dönemiyle ortaya çıkan bu proje aslında bir Batılılaşma projesidir. Bu projenin en temel öğelerinden birisi de dinsel değerler yerine laiklik politikalarının ikame edilmesidir. Dolayısıyla bu dönemde kadınlarla ilgili olarak yapılan düzenlemelere de bu açıdan bakmak gerekmektedir. Cumhuriyet döneminde kadının, devletin Osmanlı/İslam geleneğiyle bağlarını koparmak için bir araç olarak kullanıldıklarını söyleyebiliriz. Kadın konusundaki tutumlar ve reformlar eski düzenin yıkılmasının ve eskiyle bağların koparılmasının en önemli göstergelerinden biri sayılmaktadır. Bu nedenle de kadınlar 1920’lerde başlatılan modernleşme projesinin temel taşıyıcıları olmuşlardır. Kadınların konumu ve kamusal alandaki görünürlükleri bu projenin başarısını temsil etmekteydi. Kadınlar için düzenlenmiş giyim tarzı ve davranış kuralları Türk toplumunda modernleşmenin sembolünü oluşturmaktaydı (Çaha, 1996: 109). Tekeli’de kadın hakları için verilen mücadeleyle, dinin etkinliğini kırmak için verilen mücadele arasında diyalektik bir ilişkinin bulunduğunu belirtmektedir. Yazar bu ilişkiyi şöyle ifade etmektedir: “Mustafa Kemal ve onu destekleyenler için kadın hakları uygar dünya ile aynı düzeye gelmiş olmanın simgesiydi, savaşların yükünü çekmiş cefakar kadınlara ödenmesi gereken bir borçtu ama hepsinden daha önemlisi teokratik Osmanlı Devlet’ine geriye dönüşü olanaksız kılacak olan din hegemonyasını temelden yıkmaya yönelik en etkin politik ve ideolojik adımdı. Asıl amaç dinsel geleneğin kadın üzerindeki etkisini ortadan kaldırmaktı” (Tekeli, 1982: 208–209). 6 Geleneksel Osmanlı toplum yapısında kamusal hayatta kadınlarla ilgili birçok sınırlama olduğunu yukarıda belirtmiştik. Devlet iradesiyle medeniyet dönüşümünü hedefleyen bu hareket olan Kemalizm, İslami Doğu ile modern Batı arasında en önemli farklılık olan kadınların kamusal hayattan dışlanmasını hedef almıştı. Kadınların kamusal hayatta görünürlük kazanmaları medeniyet değişiminin bir simgesi olacaktı (Göle, 1998: 101). Cumhuriyet ideolojisi medeniyete katılmayla da yaşam ve giyim tarzını da birbirinden ayırmamaktaydı. Bu nedenle Cumhuriyet yöneticileri giyime çok önem vermişlerdir. Her ne kadar geleneksel giyimin kökeninde İslam’ın bulunmadığı ileri sürülse de, kıyafet değişikliğine vurgu yapılmasının asıl nedeni bunların “dini ve manevi” kültürü temsil etmesinden kaynaklanıyordu. Türkler şapka ile Osmanlı kimliğinden ayrılacak, kadınların peçe ve çarşafı atmalarıyla da dini otoritenin, şeriatın sınırladığı mahrem yaşamı kıracaklardı (Göle, 1998: 86–87). Cumhuriyet Döneminde Kadınlara Yönelik Yapılan Reformlar Cumhuriyet dönemindeki kadın algılamasını ortaya koyabilmek için kadınlara yönelik yapılan reformları değerlendirmek gerekmektedir. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte kadınlara iki önemli alanda haklar verilmiştir. Bunlardan birincisi Medeni Kanun ile birlikte gelen sosyal haklar, ikincisi ise seçme ve seçilme hakkını içeren siyasal haklardır. Sosyal Haklar Kadınlara sosyal hakların verilmesi,1926 yılında İsviçre’den alınan ve üzerinde çok az değişiklik yapılan Medeni Kanun çerçevesinde değerlendirilmelidir. Aslında 1923 yılında yeni bir Medeni Kanun kabul edilmesi için bir komisyon oluşturulmuştur. Ancak bu komisyonca hazırlanan yasa tasarısı geleneklere fazla şekilde bağlı olduğu gerekçesiyle kabul edilmemişti.3 Bunun üzerine 1924 yılında hilafetin kaldırılmasından sonra 1925 yılında Mustafa Kemal’in isteği üzerine, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey, hukukçular ve profesörlerden oluşan 26 kişilik bir komisyon kurmuştur. Komisyonda İsviçre Medeni Kanunu’nun özüne dokunulmadan Türkçeye uyarlanmıştır. 17 Şubat 1926 ‘da kanun hiç tartışılmadan tek celse de kabul edilmiştir (Göle, 1998: 105). Göle, Türkiye’deki deneyimi anlamak açısından yasalarla modernleşme arasındaki ilişkinin önemini şöyle ifade etmektedir: “Yasaların Batı ülkelerindeki kültürel değişme ve toplumsal uzlaşmaları kurumsallaştırmak amacıyla çıkarılmasına karşılık, Türkiye’deki işlevleri modernleşme sürecini belirlemek ve hızlandırmak olmuştur. Bu yasalar, Batı’da toplumsal aktörlerin arasında aracılık, uzlaşma vazifesini görürken, bizde toplumsal değişimin itici gücü olmuşlar, onun yönünü belirlemişlerdir”. Bu açıdan bakıldığında Göle, Medeni Kanun’un adet ve görenekleri tercüme etmek değil, aksine modernliğin ilkelerine uygun bir aile yapısını getirmeyi amaçladığını ifade etmektedir (Göle, 1998: 105). Medeni Kanunu’nun Türk kadınına verdiği haklar şunlardı: çok evliliğin yasaklanması, kadına boşanma hakkının verilmesi, mirasta erkeklerle eşit kılınması, evlilik yaşının sınırlandırılması, mahkemelerde erkeklerle eşit haklara sahip olması ve son olarak da evliliğe bir memur tarafından resmi bir boyut kazandırılmasıdır (Çaha, 1996: 111). Ancak bu hakların Osmanlı dönemindeki düzenlemelerde zaten var olduğu, hatta yeni Medeni Kanun’u geride bırakan bazı uygulamaların olduğunu ileri sürenler de 3 Ayrıntılı bilgi için bknz: (Göle, 1998: 102–105). 7 bulunmaktadır Örneğin Aile Kararnamesi, evlilik yaşını kız için 17 ile sınırlarken, Medeni Kanun bunu 14’e indirmiştir (Çaha, 1996: 111–112). Medeni Kanun aslında kadınla erkek arasında bir eşitlik sağlamıyordu. Erkeğin evin reisi sıfatıyla aile birliğini temsil etmesi, kadının çalışmasının kocanın iznine bağlanması, ailenin yerleşeceği evin aile reisi yani erkek tarafından belirlenmesi, çocukların velayetinin babada kalması, kadının ailenin ve çocukların bakımından sorumlu tutulması ve son olarak kadının ancak aile gelirine katkıda bulunabilmek için çalışabilmesi gibi düzenlemeler Medeni Kanun’un ataerkil yapısını yansıtmaktadır. Bu düzenlemeler, Medeni Kanun’un, kadını öncelikli olarak ev kadını ve anne olarak gördüğünü göstermektedir. Ne var ki Medeni Kanun’un kadına yönelik bu bakış açısı, o günün kadınını bir paradoks içinde bırakmıştı. Çünkü kadın neredeyse yüz yıl öncesinden kamusal alana çıkmaya başlamıştı. Bunun yanında II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet ile birlikte kadınlar kamusal hayatın bir parçası haline gelmek için şartlandırılmışlardı. Oysa ki Medeni Kanun, kendini kamusal hayatın bir parçası olarak gören kadını öncelikli olarak anne ve ev kadını olarak tanımlıyordu (Çaha, 1996: 113). Siyasal Haklar Cumhuriyet döneminde kadınlara verilen bir diğer önemli hak seçme ve seçilme hakkıdır. Kadınlara bu haklar 1930 yılında yerel düzeyde, 1934 yılında ise ulusal düzeyde tanınmış ve 1935 yılında 18 kadın parlamentoya girmiştir. Peki Cumhuriyet dönemindeki önemli reformlar (Tevhid-i Tedrisat, Medeni Kanun, Hilafetin kaldırılması gibi) 1923–1927 yılında gerçekleşmişken, kadınlara siyasal haklar neden 1930’lu yıllarda verilmiştir? Bazı yazarlara göre, kadınla kurtuluş savaşında büyük fedakarlık gösterdiklerinden dolayı bu haklar Mustafa Kemal tarafından kadınlara bir ödül olarak verilmişti (Tuncer, 1989: 168; Feyzioğlu, 1986: 594; Tümerdem, 1986: 152). Ancak bu değerlendirme siyasal hakların tanınması için neden bu kadar süre beklenildiğini açıklamaktan uzaktır. Oysa yukarı da belirtildiği gibi kadın konusunda yapılanlar, kadını düşünmekten çok devletin ortaya koyduğu projelerin gerçekleşmesi amacını taşıyordu. Dolayısıyla kadın hakları yönünde yapılan düzenlemelerden kadınlardan çok devletin yararlandığını söyleyebiliriz (Çaha, 1996: 113). Bu nedenle kadınlara siyasal hakların tanınmasını da bu çerçevede değerlendirmek daha gerçekçi gözükmektedir. Aslında sanılan aksine Cumhuriyet döneminde kadınların siyasal talepleri yok değildi. Her ne kadar bu hareketler batı ülkelerinde olduğu gibi toplantı, gösteri, miting düzenleme şeklinde olmasa da söz konusu dönemde kadınların siyasal bir oluşum içinde olduğunu görüyoruz. Zaten yukarıda da değinildiği gibi kadın hareketleri Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle de II. Meşrutiyetten sonra hız kazanmıştı. Bu dönemde ortaya çıkan feminist hareket Cumhuriyet dönemine de intikal etmiştir. Osmanlı’daki feminist kadınlar Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bir araya gelerek, Cumhuriyet Halk Fırkası kurulmadan önce Kadınlar Halk Fırkasını (KHF) kurmuşlardır. Ancak parti tüzüğü resmi makamlarca çok sert bulunduğu için partinin kurulmasına izin verilmemiştir. Zihnioğlu, burada özellikle KHF’nin Nizamnamesindeki 2. maddede yer alan “siyasal haklarımızın alınması” ifadesinin, Fırka’nın kuruluşuna izin verilmemesinde baş etken olduğunu belirtmektedir (Zihnioğlu, 2003: 150). Bunun üzerine parti kurucuları 7 Şubat 1924 tarihinde daha ılımlı bir tüzüğe sahip olan “Türk Kadınlar Birliği” derneğini kurdular. Kadınlar Birliği’nin başkanı Nezihe 8 Muhittin ve arkadaşları birliği kurar kurmaz kadınlara oy hakkı vermediği için hükümeti eleştirmeye başladılar. “Siyasi Haklar” Nezihe Muhittin’in Kadın Yolu dergisindeki ilk başyazısının başlığını oluşturmaktaydı (Zihnioğlu, 2003: 151). Nitekim 1927 yılındaki seçim öncesinde Kadınlar Birliği, tüzüğünde değişiklikler yaparak oy hakkı için daha sert önlemler alarak İstanbul’da kongre düzenledirler. Kongre sonunda kadınlara siyasal hakların verilmesi için ortak bir bildiri hazırlayarak meclise 4 gönderdiler. Ancak kadınların bu talepleri hükümet tarafından reddedildi. Kadınlar Birliği’nin kuruluşundan beri Cumhuriyet yöneticileri derneğin faaliyetlerini ciddi bulmadıklarını açıklayarak kadınların geçmişteki ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki mücadelelerini yok saymışlardır. Hatta Türk Kadınlar Birliği ve Nezihe Muhittin’in mücadelesinin otoriter yöntemlerle bastırıldığı ifade edilmektedir (Zihnioğlu, 2003: 262–263). Kadınları modernleşmenin temel unsurlarından biri olarak gören Cumhuriyet yönetimi neden kadın hareketlerini bastırmaya çalışmıştır? Bu durum ilk bakışta bir paradoks gibi gözükmektedir. Ancak tek parti dönemindeki muhalefete bakış açısını göz önünde bulundurduğumuzda durumun hiç de şaşırtıcı olmadığını söyleyebiliriz. Öncelikli olarak Kadınlar Halk Fırkası’nın kuruluşu hükümete danışılmadan gerçekleştiği için ilk günden itibaren rejime muhalefet olarak algılanmıştır. Oysaki Mustafa Kemal ve Cumhuriyet’in diğer yöneticileri tek parti dışındaki bütün siyasal oluşumlara ve hiçbir muhalefete meşru olarak bakmıyordu (Zihnioğlu, 2003: 224). Tek parti dönemindeki muhalefet anlayışı “güdümlü muhalefet” yani tek partinin izin verdiği ölçüde muhalefetti. Bunun yanında yukarıda da belirtildiği gibi, Cumhuriyet döneminde kadınlara verilen haklar, kadınlara hizmet etmekten çok devlete hizmet ediyordu. Peki, 1927 yılında kadınlar tarafından talep edilen siyasal haklar ne olmuştur da üç yıl sonra verilmiştir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasına etki eden faktörleri dış ve iç faktörler etrafında değerlendirebiliriz. Tekeli, Kadınlara siyasal hakların tanınmasındaki asıl nedenin dış faktörler olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini asıl açıklayıcı faktör, 1930’un sonunda Serbest Fırka’nın kurulmasına neden olacak demokratikleşme deneyiminin başlatılmasıdır. Kadınlara siyasal hakların verilmesi de bu süreçteki ilk adım olmasıdır. Tekeli, o günlerde Mustafa Kemal’in içte ve dışta, Terakkiperver Fırka’nın kapatılışı ile ilgili olarak kendisine yöneltilen diktatörlük suçlamalarına karşı bir çare aramakta olduğunu, kadınlara siyasal hakların verilmesinin bu diktatörlük suçlarının bertaraf edilmesi amacını taşıdığını ileri sürmektedir. Çünkü Batı’da demokratik olan bazı toplumlarda bile kadınlara henüz oy hakkının verilmediği, yani demokrasinin kısıtlı olduğu bilinmektedir (Tekeli, 1982: 213–214). Kadınlara verilen siyasal haklar rejimi demokratikleştirme misyonu taşıyordu. Bununla birlikte bir takım iç faktörlerin de kadınlara siyasal hakların verilmesinde etkili olduğu ileri sürülmektedir. Çaha, bürokrat ve aydınlar arasında üst düzeyde gerçekleştirilen devrimin halka mal edilmesini sağlayan kesimin kadınlar olduğunu ifade etmektedir. Ona göre, dünyada daha önce gerçekleşen iki devrimden Fransız Devrimi köylüler adına yapılmış ve onlara mal olmuşken, Rus Devrimi işçiler adına yapılmış ve işçilere mal olmuştur. Oysaki Türkiye’de o sıralarda devrimi üstlenebilecek herhangi bir sınıf yoktu. Bu nedenle Çaha devrimi yüklenecek en uygun kesimin kadınlar olduğunu belirtir (Çaha, 1996: 115). 4 Kadınlar Birliği ile ilgili ayrıntılı bilgi için bknz: (Zihnioğlu, 2003). 9 Cumhuriyet öncüleri için kadınların kamusal hayata, sosyal ilişkilere tam bir yetki ve kişilik özgürlüğü içinde katılması gerekiyordu. Kız öğrencilerin okuması kadar meslek sahibi, çalışan kadın imajı Cumhuriyet’in kadın kimliğini oluşturmaktaydı (Göle, 1998: 108). Cumhuriyet kadınları, modern giysili, davranışlarında batılı davranışların hakim olduğu kadınlardı. Buna karşın kadınların erkeklerle ilişkileri, aile içindeki şahsi algılanmaları geleneksel özellikler taşıyordu. Yukarıda da görüldüğü gibi cumhuriyet yönetimi, kadınların toplumdaki rolünü iyi bir anne ve eş olmaya indirgemişti. Afet İnan’ın bir konferansta söylediği söz gerçeği daha net bir şekilde ortaya koymaktadır. Afet İnan, kadınların parlamentoya girmelerinin yararlarını anlattıktan sonra “fakat kadınların evini barkını bırakıp parti mücadelelerine girişmeleri kadınların siyasi idealine muhaliftir” demektedir (Cumhuriyet, 4 Nisan 1930’dan aktaran Tekeli, 1982: 215). Cumhuriyet yönetimi, toplumsal ve siyasal hayatta faal olmak isteyen kadınların etkinliğini hayırseverlik ve Himaye-i Etfal’in geliştirilmesi olarak sınırlandırmak istemiştir. Cumhuriyet kadını, yeni toplumsal projelerin dışında kalmamalıydı ama aynı zamanda da siyasi otoriteye sadık ve bağlı kalmalıydı (Zihnioğlu, 2003: 229). Kadıoğlu, modern şekilde giyinen ve batılı tarzda davranan buna karşın erkeklerle ilişkilerinde ve aile içinde geleneksel kalan kadınların “kostüm moderni” oluşturduklarını ifade etmektedir. Ona göre, kadınlar modernitenin simülasyonu haline gelmişlerdir. Bu kadınların giysileri, erkek cumhuriyetçi seçkinlerin siyasal amaçlarını temsil etmekteydi. Buna bağlı olarak da yukarıdan yönlendirilen devlet feminizmi kadınlar arasında feminist biçimlenmenin evrilmesini engellemiştir (Kadıoğlu, 1999: 108–109). SONUÇ Türkiye’de modernleşmenin ne zaman başladığına ilişkin farklı düşünceler olmasına karşın, Tanzimat Fermanı’nın bu sürecin önemli bir aşaması olduğu görüşü genel kabul görmektedir. Kadınların toplumsal hayattaki konumunda yaşanan değişmeler de bu tarihten sonra ortaya çıkmıştır. Osmanlı kadınlarının toplumsal hayatta görünürlük kazanmaları, eğitim kurumlarına ve çalışma yaşamına girmeye başlamaları, Tanzimat sonrası dönemde meydana gelen gelişmeler arasındadır. Bu dönemde kadınların kamusal hayattaki görünümleri oldukça önemli bir nitelik taşımaktaydı. Çünkü kadınlar, Osmanlı toplumunun değişim ve dönüşüm projesinin topluma yansımasını sağlayacak aktörler olmuştur. Başka bir ifadeyle Osmanlı toplumunun modernleşmesine hizmet edecek olan kesim olarak görülen kadınlar toplumsal hayattaki yer alış biçimleriyle, toplumun modernleştiğinin bir göstergesi olma özelliğini taşımıştır. Bununla birlikte söz konusu dönemde dikkat çeken bir diğer özellik de kadınlar arasında feminist bir hareketin filizlenmeye başlamasıdır. Kadınlar, yayınladıkları dergiler ve kurdukları dernekler aracılığıyla toplumsal hayattaki konumlarını sorgulamaya başlamışlardır. Aslında bu durum, kadınların siyasal ve toplumsal sistemin “edilgen” bir unsuru değil, “etken” bir unsuru olmalarına neden olabilecek bir gelişmedir. Ancak kadın hareketleriyle ilgili bu kıpırdanmalar uzun döneme yansımamış, feminist hareket sürekli bir nitelik kazanamamıştır. Cumhuriyet yılları ise, Tanzimat döneminden farklı olarak devletin yüzünü tamamen batıya çevirdiği bir dönem olmuştur. Cumhuriyet yöneticilerinin temel amacı “muasır medeniyetler” seviyesine ulaşmaktı. Kadınlara yönelik yapılan düzenlemeler de Türk toplumunun “muasır medeniyet” seviyesine ulaşmasını sağlayan araçlardan biri 10 olacaktı. Bu nedenle de tıpkı Tanzimat döneminde olduğu gibi, kadınların modernleşmenin bir simgesi olma niteliği Cumhuriyet döneminde kuvvetlenerek devam etmiştir. Dolayısıyla gerek sosyal gerekse siyasal hayatta yapılan düzenlemeler kadınlardan daha çok devlete hizmet etme amacını taşımaktaydı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında, kadınların elde etmiş olduğu haklar oldukça önemli kazanımlardır. Ancak bu yıllarda, kadınların hak mücadelelerine ilişkin girişimlerinin olmasına karşın, Cumhuriyet yöneticilerinin bu mücadeleyi dikkate almamaları, hatta bastırmak istemeleri, kadınlara verilen hakların bizzat devlet elitleri tarafından sağlanması, bu hakların simgesel olma niteliğini pekiştiren gelişmelerdir. Osmanlı döneminde başlayan kadın hareketleri Cumhuriyet döneminde devam edememiştir. Sonuç olarak Türk modernleşmesinde kadın haklarının “devlet merkezli” olarak geliştiğini ve “araçsal bir nitelik” taşıdığını söyleyebiliriz. 1980’lerden sonra yeni bir kadın hareketi ortaya çıkmaya başlasa da, kadınlara yönelik istatistikleri incelediğimizde bu çabaların henüz yeterli düzeyde olmadığı görülmektedir. KAYNAKÇA AYDIN Mehmet Akif (1996), “Osmanlı Toplumunda Kadın ve Tanzimat Sonrası Gelişmeler”, Sosyal Hayatta Kadın, Ensar Neşriyat, İstanbul. BUDAK Ali (2004), “Osmanlı Modernleşmesi ve Kadın”, Sivil Toplum Dergisi, EkimAralık, s. 41–48. ÇAHA Ömer (1996), Sivil Kadın, Çev: Ertan Özensel, Vadi Yayınları, Ankara. ÇAKIR Serpil (1996), Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yayınları, İstanbul. DOĞAN İsmail (1999), “Osmanlı Ailesinin Sosyolojik Evreleri: Kuruluş, Klasik ve Yenileşme Dönemleri”, Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 371–396. FEYZİOĞLU Turan (1986), “Atatürk ve Kadın Hakları”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 2, Sayı 6, s. 585–601. GÖLE Nilüfer (1998), Modern Mahrem, Metis Yayınları İstanbul. GÜZEL Şehmus (1985), “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Toplumsal Değişim ve Kadın”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 3–4, İletişim Yayınları, İstanbul. KADIOĞLU Ayşe (1999), Cumhuriyet İdaresi Demokrasi Muhasebesi, Metis Yayınları, Ankara. KAPLAN Leyla (1999), “II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı Kadınlarının Özgürleşme Hareketi”, Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 446–473. KARADENİZ Feriha (1999), “16. ve 17. Yüzyıllarda Farklı Sınıflardaki Osmanlı Kadınına Genel Bir Bakış”, Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 450–457. KURT Abdurrahman (1999), “Osmanlı’da Kadının Sosyo-Ekonomik Durumu”, Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 434–449. KURT İsmail (1996), “Kadınlarla İlgili Fermanlar”, Sosyal Hayatta Kadın, Ensar Neşriyat, İstanbul. 11 RODED Ruth M. (1999), “Osmanlı Tarihine Cinsiyet Açısından Bakılması”, Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 418–427. TEKELİ Şirin (1982), Kadınlar ve Siyasal Toplumsal Hayat, Birikim Yayınları, İstanbul. TEKELİ Şirin (1983), “Kadın”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 5, İletişim Yayınları, İstanbul. TUNCER Hüner (1989), “Türk Kadınının Geçirdiği Evrimin Tarihçesi ve Bugünkü Durumu”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 6, Sayı 16, s. 163–176. TOSKA Zeliha (1999), “İstanbul Hayalhanesinde Belirlenen Kadın Simaları”, Osmanlı Ansiklopedisi, Cilt 5, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, s. 458–465. TUŞ Muhittin (1996), “Osmanlı’da Kadın ve Aile”, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Sayı 26, s. 12–17. TÜMERDEM Yıldız (1986), “Atatürk ve Çağdaş Türk Kadını”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt 3, sayı 7, s. 151–153. UNAT Nermin Abadan (1979), “Toplumsal Değişme ve Türk Kadını”, Türk Toplumunda Kadın, Der: Nermin Abadan Unat, Türk Sosyal Bilimler Derneği Yayınları, Ankara, s. 15–43. ZİHNİOĞLU Yaprak (2003), Kadınsız İnkılâp, Metis Yayınları, İstanbul. 12