Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
Ahmet AĞIRAKÇA ∗
The Miracle of Al-Isra and Miraj in the Light of the Sources
Citation/©: Ağırakça, Ahmet, The Miracle of Al-Isra and Miraj in the Light of
the Sources, Artuklu Akademi, 2014/1 (2), 1-30.
Abstract: The paper discusses the debate on the great miracles of the Prophet
Mohammed, namely the Miracle of Al-Isra and Miraj, based on the sources in
the literature. It intends, firstly, to address the importance of the miracles in
terms of the life of the Prophet and discusses how the miraçles took place. Then,
the reactions to the miracles derived from the information in the sources were
given and lastly the contentious points of the miracles are argued. In this
respect, the location of the Al-Masjid Al-Aqsa, whether the Miraj occured
physically or spiritually, whether the Prophet saw his God and the statutes
introduced in the Miraj are gone through.
Key Words: The Prophet Mohammed, Al-Isra, Miraj, Miracle, Al-Masjid AlAqsa.
Atıf/©: Ağırakça, Ahmet, Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı, Artuklu
Akademi, 2014/1 (2), 1-30.
Öz: Hz. Peygamber (s.a.v.)’in büyük mucizeleri arasında yer alan İsrâ ve Miraç
hadiseleri etrafında literatürde yer alan tartışmaların kaynaklar ışığında
incelendiği bu makalede, öncelikle hadiselerin siyer-i Nebi açısından
ehemmiyetine değinilmiş ve nasıl cereyan ettiği ele alınmıştır. Daha sonra bu
olaylara verilen tepkiler kaynaklardan elde edilen bilgiler ışığında sıralanmış ve
son olarak hadiselerin tartışmalı noktaları değerlendirilmiştir. Bu çerçevede
Mescid-i Aksâ’nın nerede olduğu, Miraç hadisesinin bedenen mi ruhen mi
gerçekleştiği, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Rabbini görüp görmediği, Miraç’ta teşri
kılınan hükümler ele alınmıştır.
Anahtar Kelimeler: Hz. Muhammed, İsrâ, Miraç, Mucize, Mescid-i Aksâ.
∗
Prof. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi İlahiyat Bilimleri Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim
Dalı.
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
Giriş
2
İslam’ı insanlığa tebliğ etmek ve beşerin hidayetini sağlamak üzere
gönderilen son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.), insanlık için bir hidayet
rehberi olduğu gibi, Allah’a iman eden ve bu imanı reddeden kimseler için
de bir imtihan vesilesidir. Risaletin başlangıcından itibaren yıllar süren
ıstıraplı Mekke döneminde Resûlullah (s.a.v.) çileler ve zorluklar çekmiş,
onları İslam’a davet etmek üzere kabileler arasında dolaşırken bir sürü
hakaret ve sıkıntıya maruz kalmıştır. Yüce Allah, habibinin kalbini huzura
kavuşturacak ve Rabbine duyduğu güven ve imanını artıracak bir olay
yaşatmayı murad ederek, kevn içinde ona göstereceği bir kısım ayetleri 1 ve
mucizeleriyle O’nu sevindirmek istemiştir. Böylelikle hayatında bir farklılık
oluşturacak, ona büyük bir mucizeyi yaşatacak olan İsrâ ve Miraç olayını
lutfetmiştir.
İsrâ ve Miraç olayının ne zaman meydana geldiği, kesin olarak hangi gün
ve ayda vuku bulduğu hususunda çok net bir bilgi yoktur. İbn Şihab ezZühri’den naklen, birbirinden farklı rivayetler gelmesine rağmen, siyer ve
meğazi âlimi Musa İbn Ukbe’nin naklettiği rivayete göre hicretten bir yıl
önce gerçekleştiği kaydedilmektedir. 2 Olayın hicretten on altı ay önce
meydana geldiği şeklinde bir başka yaklaşım ve yorum bulunmakla birlikte,
risaletin onuncu yılında olduğuna dair kanaatler daha yoğun ve isabetli
görülebilir. Aslına bakıldığında bunlar, hemen hemen aynı tarihlere tekabül
etmektedir. Dolayısıyla diğer rivayetler arasında daha zayıf bir rivayet
olmasına rağmen, en meşhur olarak kabul edilen tarih, onuncu yılın Receb
ayının yirmi yedinci gecesidir. 3
İsrâ ve Miraç olayı, başta Resûlullah’ın amcası Abbas İbn Abdulmuttalib,
Ali İbn Ebi Talib, Bilal İbn Ebi Rabah (Bilal-i Habeşi), Esma binti Ebi Bekr,
Abdullah İbn Mes’ud, Osman İbn Affan, Hz. Aişe, Muaviye İbn Ebi Süfyan,
Ümmü Hani binti Ebi Talib, Abdullah İbn Abbas, Ebu Said el-Hudri, Enes
İbn Malik, Übeyy İbn Ka’b, Semure İbn Cündeb, Ümmü Seleme ve Üsame
İbn Zeyd olmak üzere, ashaptan kalabalık bir grup tarafından rivayet
edilmiştir. İmam Kurtubî, İsrâ ve Miraç’la ilgili rivayetlerin bütün hadis
1
2
3
“Ona ayetlerimizin bir kısmını göstermek üzere...” (el-İsra, 17/1).
Kurtubî, el-Cami' li ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut, Daru’l-kütüb el-ilmiyye, 1993, c. X, s. 135.
İbn Kesir, bu bilginin Abdulğani İbn Sürur el-Makdisi’den geldiğini ve 27. Recep gecesi ile ilgili rivayet
edilen bilginin zayıf bir rivayet olduğunu kaydeder. Bkz. el-Bidaye, c. III, s. 155. Çağımız siyer
âlimlerinden Muhammed es-Sûyânî, (es-Siretu’n-Nebeviyye, Riyad 2009/1430, c. I, s. 139.) İsra ve Miraç’ın
yılı, ayı ve günü hakkında sahih bir hadisin olmadığını, gelen rivayetlerin zayıf rivayetler olduğunu
kaydeder.
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
kitaplarında yer aldığını, sahabeden gelen rivayetlerin İslam dünyasının her
tarafına yayıldığını, muhaddislere birçok tarikten ulaşmış bulunduğunu ve
hadis mecmualarının hepsinde yer aldığını söylemektedir. Böylelikle yirmi
kadar sahabeden gelen bu rivayetler, artık tevatür derecesine ulaşmıştır. 4
Mü‘minler’in imanını artıracak, münkirleri daha da sınayacak, Cenab-ı
Allah’ın kudret ve saltanatını gösterecek muazzam bir olay olması
bakımından, İsrâ ve Miraç olayı Kur’an ve sahih sünnetle sabit olan bir
mucizedir.
İsrâ ve Miraç olayı, yalnızca Resûlullah’ın büyük ayetlere şahid olduğu,
kendisine göklerin ve yerin melekûtunun gösterildiği kişisel bir hadise
değildir. Bu olay, o gün yaşayan ve günümüzde de bunu okuyan ve duyan
herkes için bir imtihan vesilesidir. Bu gaybî nebevî yolculuk, çok ince
anlamları ve geniş kapsamlı hikmetli işaretleri ihtiva etmektedir. İsrâ olayı,
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e yaşatılmış ve bu olayın ardından ona vahyedilen iki
önemli sûrede (İsrâ ve Necm) Cenab-ı Allah, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
insanlığın peygamberi, doğu ve batının imamı, kendisinden önce gelip
geçen bütün peygamberlerin son mirasçısı, kendisinden sonraki nesillerin
imamı ve önderi olduğunu ilan etmiştir. Onun şahsında ve bu gece
yürüyüşünde; Mekke Kudüs ile Beytullahi’l-Haram da Mescid-i Aksâ ile
buluşmuştur. Bu mucize, O’nun peygamberliğinin evrensel olduğunu,
imamlığının ise ebedi olduğunu, her zaman ve mekâna uygunluğunu
kanıtlamıştır.
Kavramsal Çerçeve
Sözlükte “yukarı çıkmak, yükselmek” anlamındaki (“ )ﻋﺮجa-r-c” kök
fiilinden urûc mastarı ile türemiş bir ism-i âlet olan “miraç” kelimesi, sözlük
anlamıyla “yukarı çıkma vasıtası, merdiven” anlamına gelmektedir. Istılahî
bir terim olarak ise Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına
çıkışını anlatır. Bu olay, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve
oradan da yücelere çıkış şeklinde yorumlandığından, kaynaklarda daha çok
“İsrâ ve Miraç” şeklinde geçse de günlük kullanımda Miraç kelimesiyle her
iki olay birlikte kastedilir. Bunun yanında Hz. Peygamber’in Mescid-i
Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya bir gece yürüyüşü ile götürülmesi
hadisesine “İsrâ”, bu noktadan sonra yaşadığı olaya da “Miraç”
denilmektedir.
4
İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut 1971, c. II, s. 37-38; Kurtubî, el-Cami', c. X, s. 135.
3
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
4
Kaynaklarda ele alındığı şekliyle Miraç olayı, iki safhada gerçekleşmiştir.
Birinci safhası Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya
yaptığı yolculuk olan İsrâ safhası; diğeri de oradan göklere yükseldiği,
Allah’ın ayetlerini ve birçok mucizevî olayı müşahede ettiği safha olan Miraç
safhasıdır. Literatürdeki bu ayırım, her iki ıstılahın naslarda
zikredilmesinden kaynaklanmaktadır. Geceleyin yolculuk yapma anlamına
gelen ve (“ )ﺳﺮىs-r-y” kökünden türeyen İsrâ sözcüğü, Kur’an’da mazi
kullanımıyla yer almış ve geçtiği sûreye adını vermiştir. Buna göre Allah,
kudretinin işaretlerini göstermek için kulu ve Resulü Hz. Muhammed
(s.a.v.)’i Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığı Mescid-i Aksâ’ya
geceleyin bir yolculuğa çıkarmıştır. 5 “Miraç” kelimesi bu kullanımla
Kur’an’da geçmemekle birlikte, çoğul şekli olan “meâric”, “yükselme
dereceleri” mânasında zikredilmiştir. 6 Ayrıca “merdiven” anlamındaki
“meâric” sözcüğü ve (“ )ﻋﺮجa-r-c” kökünden türemiş fiiller çeşitli ayetlerde
yer almaktadır.
Hadis ve siyer kaynaklarında İsrâ ve Miraç’la ilgili birçok rivayet
kaydedilmektedir. En eski siyer kaynağı İbn İshak’ın es-Siyretu’nNebeviyye’sinde ve onun şerhi mahiyetinde olan İbn Hişam’ın aynı adı
taşıyan eserinde, en önemli ve en sahih hadis mecmuaları olan Buhâri’de altı
sahabiden yirmi ayrı rivayet ve Müslim’de de yedi sahabiden on altı ayrı
rivayet yer almakta olup bu rivayetler ortak noktalarına göre müellifler
tarafından bütünleştirilmiş ve olay bir bütün hadise haline getirilmiştir. Zira
olayı başından sonuna kadar anlatan ve bütün safhaları birleştiren tek bir
rivayet mevcut değildir.
Kaynaklarda İsrâ ve Miraç’ın Hz. Peygamber’in hayatında kaç defa
gerçekleştiği meselesi de önemli bir yer tutmaktadır. Bunun asıl sebebi,
rivayetlerde ortaya çıkan tarih, tasvir ve bilgi farklılıklarıdır. Bazılarına göre
İsrâ, biri uyanıkken diğeri de uyku halinde olmak üzere iki defa meydana
gelmiştir. Diğer bir görüş ise her ikisi de uyanık olduğu halde, bedenle
gerçekleştiği yönündedir. Bunlardan ilki Mescid-i Aksâ’ya, diğeri önce
Mescid-i Aksâ’ya ve oradan da semâvâta kadar olanıdır. Bazı ilim
adamlarına göre ise üç defa veya daha fazla meydana gelmiş, bunların biri
ruh ve bedenle uyanıkken, diğerleri uyku halinde olmuştur. İsrâ’nın bir defa
uyanıkken bedenle, Miraç’ın ise bir defa ruhen gerçekleştiği konusunda
5
6
“Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammed'i, Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek
kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi
işiten, her şeyi gören O’dur.” (İsra, 17/1).
Bkz. el-Mearic Suresi ilk ayetleri.
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
kanaatler de vardır. Ancak çoğunluğu oluşturan âlimlerin görüşü, her
ikisinin de aynı gecede ve bir defada meydana geldiği yönündedir. 7
İsrâ-Miraç Hadisesi
İsrâ ve Miraç olayı farklı yollarla aktarılan, farklı anlatımlardan dolayı
sanki birkaç kez tekrarlanmış izlenimi veriyorsa da sadece bir defa vaki
olduğu kaynakların ittifakıyla sabittir. Farklı sahabelerden gelen bilgilerin
birçok müellif tarafından birleştirilerek tek metin oluşturulduğunu
söylememiz mümkündür. Bu duruma göre olayın genel seyrinin şu şekilde
olduğunu görebiliyoruz:
Bir gece Resûlullah, Kâbe’de Hicr veya Hatîm denilen yerde iken, başka
rivayetlerde kendi evinde uykuda iken, diğer bir rivayete göre ise,
amcasının kızı Ümmü Hani’nin evinde bulunduğu sırada uyku ile uyanıklık
arası bir halde iken Cebrail (a.s.) geldi. Bundan sonra olay hakkında
Resûlullah şöyle buyurur: “Cebrail (a.s.) gelip beni ayağıyla dürttü, uyandım
sonra tekrar uyudum, bir daha uyandırdı ve bu eylemi üç kez tekrarladı.
Sonuncusunda oturdum, o da beni kolumdan tuttu ve birlikte ayağa kalktık,
Mescid’in kapısına doğru yürüdük.” 8 Sonrasında Cebrail (a.s.) Resûlullah’ı (s.a.v.)
Mescid-i Haram’a götürüp göğsünü boğazının altından göbeğinin alt kısmına kadar
açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı.” 9
Bu olağan üstü olay, Cenab-ı Allah’ın Resulünü böyle bir yolculuğa
hazırlamak, her türlü korkudan uzak tutmak ve güçlü bir kalbe sahip kılmak
için O’na ikrâmen verdiği, kudretinin dâhilinde bir olaydır. 10 “Ardından 7
8
9
10
İbn Kayyim el-Cevziyye, ihtilâfın, farklı rivayetlerin lafızlarına takılıp kalan zayıf nakilcilerin olayları
karıştırmasından ileri geldiğini kaydeder. Zadu’l-meâd, Beyrut 1970, c. II, s. 54.
Bazı rivayetlerde ise yanında Mikail’in olduğu kaydedilmektedir. Bkz. Muhammed İbn Salih edDimaşkî, Subulu’l-hüda ve’r-reşad fi hedyi hayri’l-ibad, Beyrut 1993, (terc. Ebu Bekir Sifil), İstanbul 2011, c.
III, s. 148.
Bu bilgilerle ilgili rivayetler genel olarak sahih kabul edilmektedir. Bkz. Buhârî, Salât 1; Menakıbu’lEnsar, 42; Enbiya 5; Bed’u’l-halk 6; Müslim, İman 263. Hz. Peygamber’in göğsünün yarılması olayının
farklı kaynaklara göre dört defa meydana geldiği kaydedilir. Birincisi, Resûlullah henüz dört yaşında
iken sütannesi Halime’nin yanında olduğu günlerde meydana gelmişti. (Müslim, İman, 259). İkincisi,
Resul-i Ekrem (s.a.v) henüz on yaşında iken meydana gelmiştir. (Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. II, s.
317). Üçüncüsü; O'na vahiy gelmeden önce olmuştur, (Tayalisi, Müsned, c. III, s. 125-127). Bunun
maksadı, onun kalbini ilahi vahyi kolayca anlayacak ve vahyin ağırlığına dayanacak bir sağlamlığa
ulaştırmaktı. Dördüncüsü de Miraç gecesinde olmuştur, (Buhârî, Salât 1; Hacc 76; Enbiya 5; Müslim,
İman 263). Hz. Peygamber (s.a.v) o gece göreceği olağanüstü hadiseleri ve ilahi sırları iyi öğrenip
kavrayabilmek ve bir mükemmelliğe yükseltilmek için ruhen ve bedenen hazırlanmıştır. Şerik İbn Ebi
Nemir, rivayetinin baş tarafında, Resul-i Ekrem'in göğsünün yarılması olayının kendisine vahiy
gelmeden önce gerçekleştiğini söylemiş, ardından da İsra hadisesini nakletmiştir. Ayrıca bu konuların
tümünü ele alıp farklı rivayetlerle aktaran İbn Hacer’in kaydettiklerine (Feth, c. I, s. 576) bakılabilir.
Sabit el-Bünanî, Enes (r.a)’den, Hz. Peygamber’in (s.a.v) sütannesi Halime’nin yanında olduğu günlerde
sütkardeşleri ile evin yakınında bir yerde oynarken, Cebrail’in onun yanına gelip kalbini yardığını
rivayet etmektedir. Bu bilgi ise, güvenilir birçok muhaddisin rivayet ettiği üzere, İsra hadisesinden ayrı
ve tamamen başka bir şakku’s-sadr olayıdır. Sabit el-Bünanî, Resûlullah'ın göğsünün yarılması olayı ile
5
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
Cebrail- uzunca, beyaz renkli, merkepten daha yüksek ve daha büyük, katırdan daha
küçük “Burak” ismiyle bir hayvan getirdi.” Resûlullah Burak hakkında şunları
buyurmuştur: “Binmek üzere ona yaklaştığımda birden azgınlaşıp hareketlendi.
Cebrail elini hayvancağızın yüzüne sürüp ona: Utanmıyor musun? Yemin ederim
ki, Muhammed’den daha üstün bir beşer sana binmedi! Ne oluyor sana? deyince
sakinleşti ve sonra ona binmemi istedi. 11 Cebrail’in terkisinde bindim, o kadar
süratli idi ki ön ayaklarını gözümün en uzak gördüğü yere/ufuğa atarak, her bir
hareketi gözün gördüğü en son noktaya ulaşarak ilerliyordu.” 12 “Ardından
Mekke’deki Harem-i Şerif’ten Kudüs/Beytü’l-Makdis’teki Mescid-i Aksâ’ya
götürüldü.” İmam Zehebi Resûlullah’ın bu yolculuk sırasında üç durakta
mola verip namaz kıldığını, bu durakların birincisinin Taybe/Yesrib şehri;
ikincisinin Hz. Musa’nın ilk vahyi aldığı ağacın bulunduğu yer;
üçüncüsünün Hz. İsa’nın doğduğu kasaba olduğunu kaydeden bir rivayeti
aktarır. 13 Resûl-i Ekrem, Mescid-i Aksâ’da Kur’an’da kıssaları anlatılan ve
anlatılmayan Peygamberlerle birlikte, onlara imam olup iki rek’at namaz kıldıktan
sonra 14 Cebrail (a.s.) birinde süt, birinde şarab olan iki kab getirip kendisine
sundu.” 15 “Resûlullah bu iki kabdan süt dolu olanı seçince Cebrail O’na ‘Seni,
6
11
12
13
14
15
İsra ve Miraç hadisesini birbirine karıştırmadan çok güzel bir şekilde rivayet etmiş; Mekke’den Beytü’lMakdis’e, oradan da Sidretu’l-münteha’ya yapılan yolculuğun birbirine bağlı birer hadise olduğunu
ortaya koymuş; Hz. Peygamber’in (s.a.v) önce Beytü’l-Makdis’e vardığını, oradan göklere yükseldiğini
belirtmiş ve böylece başka ravilerin müphem şekilde anlattığı olaydaki pürüzleri gidermiştir. Ayrıca
bunu etbâu’t-tabiin’den Yunus İbn Yezid’in (v. 159/776), İbn Şihab ez-Zuhrî’den (v. 124/742), o da Enes
İbn Malik'ten rivayet etmiş, Enes'in Ebu Zer el-Gifarî’den nakline göre Resûlullah (s.a.v) şöyle
buyurmuştur: “Ben Mekke’de iken evimin tavanı yarılıverdi. Cebrail aleyhisselam gelip göğsümü yararak içimi
Zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve iman ile dolu altın bir leğen getirildi. Leğendeki hikmet ve imanı
göğsümün içine boşalttı, ardından göğsümü kapattı. Daha sonra elimden tutup beni semaya çıkardı.” Hadisin
devamında Yunus İbn Yezid, Miraç kıssasının tamamını anlatmıştır. (Buharî, Salât 1; Hacc 76; Müslim,
İman 263). Ebu Zerr rivayetinde inkita vardır. Zira Urve, Ebu Zerr ile görüşememiş ve Urve bu rivayette
tek başına kalmıştır, dolayısıyla bu rivayet zayıf bir rivayet olarak kabul edilmektedir. (el-Bezzar, Keşfu’lestâr, c. III, s. 115-116). Sabit el-Bünani'nin Enes İbn Malik'ten rivayetiyle nakledilen Miraç hadisi, bu
konudaki rivayetlerin en sağlamı ve en sahihidir. Geniş bilgi için bkz. Kadı Iyad, Şifa-i Şerif, (ter. ve şerh:
Yaşar Kandemir), İstanbul 2012, c. I, s. 379.
Cebrail’in (a.s) bu sözlerinden daha önce Burak’ın sırtında yolculuk yapan peygamberlerin olduğunu
anlıyoruz ki bu konuda da kaynaklarda kaydedilen bilgiler vardır. Muhammed İbn Salih ed-Dimaşkî,
Subulu’l-hüda ve’r-reşad fi hedyi hayri’l-ibad, c. III, s. 187.
Buhârî, Menakıbu’l-Ensar, 42; Müslim, İman 259; İmam Ahmed, Müsned, c. III, s. 148.
İmam Zehebî, Sîre, Beyrut 1982, s. 154.
Peygamberlerle namaz kılma konusu ile ilgili izahat aşağıda verilecektir.
Buhârî bu ikramın Kudüs’te/İlia’da olduğunu ve Hz. Peygamber’e (s.a.v) iki bardak sunulduğunu Ebu
Hureyre’den, ondan Said İbnu’l-Müseyyib’in, ondan Zührinin, ondan da Şuayb’ın naklettiği bir rivayette
kaydeder. (Buhârî, Eşribe, 1). İmam Müslim de iki kabın sunulduğunu Enes İbn Malik’ten gelen rivayetle
kaydeder. (Müslim, İman, 259). Müslim, diğer bir rivayetinde (İman 264) bu iki bardağın Beytu’l-Ma’mur
ziyaretinde sunulduğunu ifade eder. Yine Buhârî (Menakıbu’l-Ensar, 42) Beytu’l-Ma’mur’a ulaştıktan
sonra birinde süt, birinde şarab, birinde de bal olan üç kabın kendisine sunulduğunu Enes İbn Malik’in
Malik İbn Sa’saa’dan aldığı rivayetinde nakletmektedir. Aynı şekilde İbn Hişam ve ondan aynı bilgileri
aktaran İbn Kesir ise, O’na bu üç kabın semâya urûcundan önce sunulduğunu ifade ederler, fakat birinde
süt, birinde şarab bir diğerin de de su olduğunu, İmam Zehebî (s.154) ise Resûlullah’a sunulan iki kabtan
birinde süt diğerinde bal olduğunu ve bu rivayetin (s.156), Yunus’un Zührî’den, onun da Said İbnu’lMüseyyeb’den onun da Ebu Hureyre’den muttefekun aleyh bir senedle geldiğini kaydederler. Bunları
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
insanın yaratılış gayesine uygun olana yönlendiren Allah’a hamd olsun, fıtratı
seçtin’ dedi.” Zira süt fıtratı, şarab ise dünyaya rağbeti temsil etmektedir. 16
Sonra Cebrail, Resûlullah’ı alıp dünya semasına yükseltti. 17
Bunun ardından İsrâ Suresi birinci ayette zikredilen “Ona ayetlerimizden
bir kısmını göstermek için” buyruğunun gereğini yerine getirmek üzere olan
urûc olayı başladı. Resûlullah, Cebrail’in refakatinde kevndeki
harikuladelikleri, Peygamberlerin makamlarını, cennet ve cehennem ehlinin
durumlarını görmesi için Allah’ın kudretiyle gerekli mekânlara ulaştırıldı.
Semaların her birinde sırasıyla Hz. Âdem, İsâ, Yahya, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve
Mûsâ (aleyhimusselam) peygamberlerle görüştü; hepsiyle selamlaşıp
dualarını aldı, onlar da O’na ve ümmetine dualar edip kolaylıklar dilediler.
Nihayet Beytü’l-Ma’mûr’un bulunduğu yedinci semada Hz. İbrahim’le
buluştu. 18
Yollarına devam ettiler, bu yolculuk sırasında Hz. Peygamber (s.a.v.)’e
ahiret hayatı, cennet ve cehennem ehlinin ahvali ile salih amel işleyenlerle
günahkârların akıbetlerini anlatan örnekler gösterildi. Allah yolunda şehid
olanların, Firavun tarafından öldürülen kadının ve eşi ile çocuklarının
7
16
17
18
içmek üzere elini uzattığında bir ses işitir; eğer suyu alırsa O ve ümmeti suda batar, şarabı içerse O ve
ümmeti baygın düşer, ama sütü içerse O ve ümmeti hidayete erer. Bunun üzerine sütü tercih ettiğini
kaydederler. es-Sîre, c. II, s. 38; İbn Kesir, el-Bidaye, c. III, s. 156. Buhârî, Bed’u’l-halk 6’daki rivayette ise
olayı daha muhtasar anlatarak bu üç kabtan orada söz etmemektedir. Kadı İyad da birinde süt diğerinde
şarab olan iki kabtan söz eder. Şifa-i Şerif Tercümesi, (trc: M. Cemal), İstanbul 1314, Cemal Efendi
Matbaası Yayınları, c. I, s. 448. İki kab sunulduğuna dair rivayetin daha sahih bir yolla geldiğine dair
kanaat daha çok güven vermektedir. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, c. X, s. 91 (5610 nolu hadis şerhi).
Buhârî, Tefsir (İsra Suresi), 3 (4709). Sütü tercih ettiğine dair kaydedilen hadislerin sahih olduğu ile ilgili
olarak bkz. M. es-Sûyânî, es-Siretun Nebeviyye, c. I, s. 146.
Tabiin âlimlerinden rivayetleri Kutub-i Sitte'de yer alan Basralı güvenilir bir muhaddis olan Sabit elBünanî (v. 123/741) bu hadisi Enes İbn Malik'ten hasen li zatihiden daha yüksek mertebede bir sened ile
rivayet etmiştir; Ayrıca bu hadisi Enes'den Sabit el-Bünanî dışında hiçbir ravi bundan daha sahih bir
senedle rivayet etmiş değildir. İsra ve Mirâç hadisini Enes’den Sabit el-Bünanî’den başka rivayet edenler
pek çok karışıklığa sebep olmuşlardır. Enes İbn Malik’ten rivayette bulunan, tabiun neslinden olup
rivayetleri Sünen-i Tirmizi hariç Kütüb-i Sitte’de yer alan Medineli bir muhaddis olan Şerik İbn Ebi
Nemir’in (v. 140/757) rivayet ettiği hadiste, Miraç olayından önce meleğin Hz.Peygamber’e (s.a.v)
gelmesinden, onun göğsünün yarılmasından ve zemzem ile yıkanmasından söz edilmiştir. Ancak İmam
Zehebî, onun rivayetiyle gelen Miraç hadisinde, başka rivayetlerle takviye edilemeyen sözler olduğunu
ifade etmektedir. (Siyeru a'lâmi'n-nubela, c. VI, s. 160). Tabiun müfessirlerinden Katade İbn Diame esSedusi (v. 117/735), Enes’ten, onun da Medineli sahabi Malik İbn Sa'sa'a'dan duyduğu bu hadisi aynı
şekilde rivayet etmiş, ancak bu rivayette bazı kelime ve ifadeler öne veya sona alınmış, anlatımda bazı
ilave ve noksanlıklar yapılmış, peygamberlerin semadaki yerleri diğer rivayetlerden farklı şekilde
gösterilmiştir. Ayrıca bkz. Buhârî, Menakıbu’l-Ensar, 42.
Buhârî, Salât, 1; Bu konudaki rivayet Enes İbn Malik’in Ebu Zer’den naklettiği rivayet olup Buhârî ve
Müslim’deki diğer kaydettiğimiz rivayetlerle desteklenmektedir. Hadisi bütün ayrıntılarıyla şerheden
İbn Hacer el-Askalanî, (Feth, c. I, s. 574 vd.) olup İslam âlimlerinin görüşlerine geniş yer vermektedir. Bu
konudaki rivayetlerden biri İbn Şihab ez-Zührî tarafından nakledilen hadistir. Şöyle ki: “Hz.
Peygamber’in (s.a.v) karşılaştığı bütün peygamberler O’na “Hoş geldin, safa geldin salih nebi! Hoş
geldin, safa geldin salih kardeş!” derken, Hz. Âdem ile İbrahim (a.s) ona: “Hoş geldin, safa geldin salih
nebi! Hoş geldin, safa geldin salih oğlum!” demişlerdir. Bu kayıtlar Buhârî’de de mevcuttur. Ayrıca aynı
bilgileri Kurtubî de kaydetmektedir. (el-Câmi',c. X, s. 136).
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
8
akıbeti, namaz kılmayanların gördüğü azab ve çektiği sıkıntıları, zina
edenlerin, yol kesenlerin, faiz yiyenlerin, emanetlere ihanet edenlerin,
yapmadığı halde başkasına öğüt veren vaizlerin, gıybet yapanların, büyük
söz söyleyip yerine getirmeyen ve buna pişman olanların durumlarını,
cennetin misk kokusunu ve cennet ehli olan salih insanların amellerinden
dolayı buraya nasıl girdiklerini, Allah’a, Resulüne, ahiret gününe iman edip
İslam’a gönül veren ve Allah rızası için muhtacın yardımına koşan kısaca
Allah’ın emrettiklerini yapıp nehyettiklerinden kaçınanların akıbetlerini ve
hallerini gördü. Cennetliklere sevinip cehenneme girecekler için de üzülüp
Cebrail’e gerekli soruları sorup cevaplarını aldı ve yollarına devam ettiler. 19
Sonra Sidretü’l-Müntehâ 20 denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin
kalem cızırtılarını duydu 21 ve ardından Allah’ın huzuruna ulaştırıldı.
Kendisinden önce gelen diğer bazı peygamberlerin de semâvâtın sırlarını
öğrenip görmeleri için böylesi bir mucizeye mazhar edildikleri Kur’an
nassıyla sabittir. 22 Burada Necm suresinde belirtildiği üzere “iki yay mesafesi
veya daha da az bir mesafe”ye kadar yaklaştığı ve aralarında bir selamlaşmanın
gerçekleştiği bilinmektedir. Bu yaklaşma ve Rabbiyle selamlaşmasının
mahiyeti hakkında bir fikir yürütmeyi gerekli görmüyoruz. Bunun kalplerin
kaldıramayacağı ve akılların alamayacağı olağanüstü bir gerçek olduğunu
belirtmek tekraren de olsa gereklidir.
Burada Resûl-i Ekrem’e, arşın altında saklı hikmetlerden kabul edilen elBakara Sûresi’nin son iki âyeti indirilmiş ve Allah’a ortak koşmayanların
günahlarının affedileceği müjdesi verilmiştir. 23 Bu iki ayetin kendisine
doğrudan doğruya ikramen vahyedilmesi, ayrı bir mucizevî taraftır.
19
20
21
22
23
Muhammed İbn Salih ed-Dimaşkî, Subulu’l-hüda ve’r-reşad fi hedyi hayri’l-ibad, c. III, s. 148 vd.
Enes İbn Malik’ten gelen rivayette Resûlullah şöyle buyurmuştur:"Sonra Cebrail, beni Sidretülmünteha'ya
kadar götürdü. Sidre’yi insanı hayret ve şaşkınlık içinde bırakan öyle renkler kaplamıştı ki, onların ne olduğunu
bilemem," Buharî, Salât 1, Hacc 76; Muslim, İman, 263). – “Onun bir başka inişini Sidretu’l-Münteha'nın
yanında görmüştü. Me’va cenneti de onun yanındadır. O dem ki Sidre’yi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu...
Peygamberin gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da. Vallahi gördü, hem de Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü
gördü!” (en-Necm Suresi, 53/12-18).Bu ayetler Hz.Peygamber (s.a.v)’in Rabbinin ayetlerini Sidre’deki
rengarenk gözü kamaştıran mucizeleri ve Rabbinin en büyük ayetlerini gördüğünü anlatmaktadır.
Bunlarla ilgili olarak ayrıca bkz. İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azim, c. VII, s. 419 vd; İbn Hacer, Feth, c. I, s.
577 vd.
Abdullah İbn Abbas'ın rivayetiyle gelen hadiste Resûlullah şöyle buyurmuştur: "Cebrail beni öyle yüksek
bir yere çıkardı ki, orada kaza ve kaderi yazan meleklerin kalem cızırtılarını duymaya başladım" (Buhârî, Enbiya 5;
Müslim, İman 263. Onların neleri yazdığı bilinmemekle beraber, Levh-i mahfuz’dan bazı bilgileri
naklettikleri veya kendilerine yazmaları emredilen vahiyleri yazdıkları yahut daha başka şeyleri yazıya
döktükleri anlaşılmaktadır.
El-En’am, 6/75.
Buhârî, Salât 1; Menakıb, 24; Müslim, İman, 262, 263 ve 279; el-Bağavi de (Şerhu’s-sünne, Beyrut 1979, c.
XIII, s. 349, hadis no: 3756) hadisin sahih olduğunu kaydeder.
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
Cenâb-ı Hak, vakit mefhumunu izah etmekten insanların aciz olacağı,
gerçek mahiyetini bilmediğimiz ibadeti, Resulüne ve insanlara emretti. Enes
İbn Malik’in Malik İbn Sa‘saa’dan mürsel olarak yaptığı rivayeti İmam
Buhari kaydetmektedir. Bu rivayette Buhari, Miraç olayını uzun uzun
nakleder.
Hz. Peygamber ve ümmeti için farz kılınan namaz ile ilgili hadiste, söz
konusu edilen elli vakit namaz meselesi anlatılmaktadır. 24 Elli vakit namazın
nasıl olduğunu bilmemekle birlikte bunu bugün kıldığımız beş vakit
namazın beş vakti ile kıyaslamamak ve bugünkü ibadetin on katı anlamında
düşünmemek gerekir kanaatindeyiz. Nihayet kaynaklarda kaydedildiği gibi
Resûlullah, dönüşte Hz. Musa ile karşılaşınca, o elli vakit namazın
ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini istemesini
tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber’in Cenab-ı
Allah’a münacaat ve müracaatı, Musa ile diyalogu devam etti. 25 Nihayet beş
vakit namaz şu anda mefhumunu ve vaktini anlayıp bildiğimiz şekilde biz
insanlar için farz kılındı.
Rivayetlere göre Miraç’tan dönüş güzergâhının semâvâttan tekrar
Beytu’l-Makdis’e, oradan da Mekke’ye doğru gerçekleştiği görülmektedir.
Mekke’den Kudüs’e gerçekleşen İsrâ olayında Hz. Peygamber’in Burak’ın
sırtında götürüldüğü, semâvâta ise vasıtasız ulaştırıldığı anlaşılmaktadır.
Vasıtasız
götürülmesi
“urûc
fiili”nin
meçhul
kullanımından
anlaşılmaktadır. 26
Miraç’la ilgili rivayetlerde bazı farklılıklar mevcuttur. Örneğin sahih
rivayetlerin bir kısmında doğrudan doğruya Mescid-i Haram’dan semaya
24
25
26
Buhârî, Menakıbu’l-Ensar, 42. Başta Sahih-i Buhârî olmak üzere hadis mecmualarında hiç tereddüt
etmeden bunu kaydeden bunca muhaddisin ve eserlerine bunu derceden müfessir ve fakihin
yazdıklarını, güvenle bu rivayetin sıhhatini kaydeden cerh ve ta’dil âlimlerinin kanaatlerini aynen kabul
ediyor ve olayı aktarmayı ilmi ve akademik ahlak gereği telakki ediyoruz. İslam’ı Allah katında geçerli,
hükümlerini Allah’ın belirlediği bir din olarak kabul ettiğimize göre Miraç olayında anlatılan bazı olay
ve detayları aklımızla izah edemeyebiliriz. Ama Resulünden geldiğine inanarak aynen kabul etmeyi
“imanu’l-acâiz” tarzı bir samimiyet gereği görüyoruz.
Buhârî, Bed’u’l-halk 7; Müslim, İman 263. İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-mead, Mısır 1970, c. II, s. 54-55.
Elli vakitin beş vakte indirilmesi ve elli vakitin sevabının verildiğine dair kaydedilen bu hadisin bir
pazarlık gibi olduğunu ve bundan dolayı da sahih olamayacağını iddia eden sünnet ve hadislere farklı
yaklaşan bazı kimselerin yorumlarını kabul etmek, asırlardır hiçbir Müslüman ilim adamı tarafından
reddedilmediğini göz ardı etmek olacaktır. Bütün hadis mecmualarının ve bunları şerheden İmam elBağavî, İmam Nevevî, İbnü’l-Müneyyir, İbn Kayyim el-Cevziyye, Kirmanî, İbn Hacer, Bedruddin elAyni, Kastalanî, vs. birçok muhaddis ve âlimin nakil ve izahlarına itiraz etmek ne kadar isabetli ve İslami
bir yaklaşımdır? Biz bu konuda İslami geleneğin büyük âlimlerinin söylediklerine ve kanaatlerine
uymayı tercih ederiz.
İbn Kesir (el-Bidaye, c. III, s. 158), Hz. Peygamber’in (s.a.v) peygamberlerle kıldığı namaz ve kendisine
sunulan meşrubat meselesinin Miraç’tan önce mi sonra mı olduğuna dair tartışmalar hakkında geniş
bilgi sunmaktadır.
9
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
yükseliş anlatılır. 27 Ancak İsrâ ve Miraç’ın aynı gecede gerçekleştiği kabul
edilip rivayetlerin bütünü göz önüne alındığında, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in
Mescid-i Aksâ’ya götürüldüğü ve burada, aralarında ulu’l-azm
peygamberlerin de bulunduğu peygamberlere namaz kıldırdığı
kaydedilmektedir. 28
Olayın Kureyş Ortamına Yansıması ve Tepkiler
10
Resûlullah olayın ertesi günü Harem’de otururken Ebu Cehil gelip alaylı
bir eda ile “Gökten yeni bir haber var mı?” diye kendisine laf atmıştı.
Resûlullah da: “Evet var! Ben dün gece Kudüs’e Beytu’l-Makdis’e götürülüp
getirildim!” deyince Ebu Cehil mal bulmuş mağribi gibi heyecanla herkese
seslenerek: “Ka’b İbn Lüeyoğulları! Koşun gelin bakın, Muhammed dün gece
Beytu’l-Makdis’e gidip geldiğini söylüyor! Bir gecede gidip gelmiş şimdi de
aramızda oturuyor!” demişti. Mekkelilere yolculuğunu anlattığında Kureyş
kabilesi mensupları O’nu yalanlayıp böyle bir yolculuğun bir gecede
olamayacağını düşünerek alay ettiler. Kimisi de hayretini ifade etmek için
alkış tutup elini başına koymuştu. Sonra Kudüs’e gidip gelenlerden bazısı
da Kudüs hakkında sorular sorup onun yanıtlamasını istemişlerdi. Allah da
ona, hemen Kudüs’te eseri var olan Mescid-i Aksâ’yı ve bütün şehri
gözünün önüne getirip göstermiş ve müşriklerin sorularına çok rahat bir
şekilde cevap verebilmişti. 29 Neticede Hz. Peygamber (s.a.v.)’in şehir
hakkında verdiği bilgilerin doğru olmasından ötürü seslerini
çıkaramamışlardı. 30 Hatta dönüşte Kureyşlilere ait bir Kervan, Suriye’den
dönerken bir mevkide mola vermiş ve orada develerinden birini
kaybetmişti. Hz. Peygamber de -filan kervanın- deveyi aramakla meşgul
olduğunu ve o deveyi kimin bulup kervana kattığını da görüp Mekkeli
27
28
29
30
Buhârî, Tevhid, 37; Bed’u’l-halk, 7; Müslim, İman, 276; Ahmed İbn Hanbel, bu hadisi Abdullah İbn
Abbas’tan sahih bir senedle kaydetmektedir, bkz. el-Fethu’r-rabbani, c. XX, s. 262-264.
Bu namazın Miraç’tan önce mi yoksa Miraç dönüşü mü gerçekleştiği konusunda kaynaklardaki
farklılıklara bakıldığında Miraç’tan önce Beytu’l-Makdis’te kılındığı hususundaki kanaatlerin daha sahih
rivayetlere dayandığı görülebilir, Ahmed İbn Hanbel, el-Fethu’r-rabbani, c. XX, s. 244 vd.; İbn Sa’d,
Tabakat, c. I, s. 214; Beyhakî, ed-Delail, c. II, s. 388; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, c. X, s. 91. Ebu Hüreyre’nin (r.a)
rivayet ettiği hadiste Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kendimi peygamberlerden oluşan bir
cemaatin içinde buldum. Namaz vakti de girmişti. İmam olup onlara namaz kıldırdım. O sırada biri
bana: ‘Muhammed! Bak şu melek, cehennem'in bekçisi Malik'tir. Ona selam ver’ dedi. Ona yöneldim
ancak Malik benden önce davranıp bana selam verdi.” Müslim, İman, 278; Zehebi, es-Sire, s. 156. Ayrıca
Zehebi, Ümmu Hani binti Ebi Talib’ten gelen konu ile ilgili rivayette ravi Muhammed İbn İsmail elVesavisî’nin bunda münferid kaldığını ve rivayette zayıflık bulunduğunu kaydeder. Zehebi, es-Sire, s.
157. Ancak, Said İbnu’l-Müseyyeb’den gelen mürsel bir rivayeti de kaydetmektedir, (s. 158), İbnu’lMüseyyeb’in mürsel rivayetleri ilim adamları tarafından genellikle makbul görülür.
Buharî, Menakıbu’l-Ensar, 41; Tefsir (İsra 17) 3 ve 4 (4710); Müslim, İman 262 vd.; Zehebi, es-Sire, s. 160.
İbn Hişam, Sire, c. II, s. 37 vd.; Buhârî, Menakıbu’l-Ensar, 41; Müslim, İman, 259; Ahmed İbn Hanbel,
Müsned, c. I, s. 309.
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
müşriklere anlatmıştı. Hatta kervanın başında, sırtında iki siyah çuval yüklü
bulunan bir deve olduğunu ve muhtemelen falan günde Mekke’ye
varacaklarını anlatmıştı. 31 Kervandakiler döndüklerinde olayı aynen tasdik
etmişlerdi. Buna rağmen müşrikler küfürlerinde kalmaya devam etmiş ve
inatlarını sürdürmüşlerdi.
Ancak bu olayı ağızlarına dolayan müşrikler, zamanla bazı zayıf iradeli
kimseleri etkilemiş ve İslam’a yeni girmiş olanlardan bazılarının dinden
dönmelerine sebep olmuşlardı. 32 Bu irtidattan ümitlenen müşrikler, en
büyük destekçisinden kendisini mahrum bırakacakları ümidiyle Hz. Ebu
Bekr’e koşarak: “Bak! Arkadaşın bu gece Kudüs’e gidip geldiğini anlatmaktadır,
yok artık her halde buna da inanacak değilsin ya?” demişlerdi. Ebu Bekr (r.a):
“Bunu o mu söyledi?”diye sorunca, “Evet, bunu Muhammed iddia ediyor.”
şeklinde cevap vermişlerdi. Ebu Bekr ise hiç tereddüt etmeden: “Eğer o
söylüyorsa doğrudur! Bu size neden bu kadar tuhaf geliyor anlayamadım! Yemin
ederim ki O, bir olayı haber verdikten çok kısa bir zaman sonra meydana geldiğini
hep görüyoruz!” demiş, müşrikleri yüzüstü bırakıp Resûlullah’a gitmiş ve “Ya
Resûlullah bu anlatılanlar doğru mu? Sen Kudüs’e mi gittin? Orayı bana anlat, ben
orayı gördüm, her tarafını iyi bilirim” demişti. Hz. Peygamber (s.a.v.) de Ebu
Bekr’e ve orada bulunan herkese bu durumu anlatmaya başlamış, her
cümlesinden sonra Ebu Bekir de “Evet doğrudur, doğru söyledin, evet, senin
Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ederim” diyerek Resûlullah’ı tasdik etmiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) de ona: “Sen de doğru söyledin ve beni tasdik ettin, sen de
es-Sıddîksın” buyurmuştu. İşte o günden sonra Ebu Bekr’e “es-Sıddîk” ünvanı
verilmiştir. 33
İsrâ-Miraç Olayı Üzerine Tartışmalar
Mescid-i Aksâ’nın Konumu
Miraç olayında önemli yer işgal eden Mescid-i Aksâ’nın hangi mescid olduğu hususunda âyetlerde açıklama yapılmamış, sadece çevresinin
mübarek kılındığı ifade edilmiştir. Mescid-i Aksâ “uzak mescid, uzaklarda
olan mescid” anlamına gelmektedir. Bu durum bazılarının iddia ettikleri
gibi, Rum suresinde Kudüs ve çevresi için kullanılan “edne’l-arz” (en yakın
31
32
33
Beyhaki bu isnadın sahih olduğunu kaydeder, Zehebi, es-Sire, s. 155. Ayrıca bkz. Mehdi Rızkullah
Ahmed, es-Siretu’n-nebeviyye fi dav’i’l-masâdiri’l-asliyye, Riyad 1992, s. 236. Ayrıca bkz. Kurtubî, el-Cami', c.
X, s. 137.
İbn Hişam, c. II, s. 45. Ayrıca bkz. Hakim, el-Müstedrek, c. III, s. 62-63.
İbn Hişam, c. II, s. 40; Hz. Peygamber (s.a.v) isra ve Miraç’ın sonunda Cebrail’e: “Benim bu yaşadıklarımı
kime anlatayım da bana inansın? Kureyş beni kesinlikle yalanlar ve bana inanmaz.” deyince Cebrail:
“Seni Ebu Bekr tasdik edecek, o zaten sıddık’tır.” demişti, Zehebi, s. 161.
11
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
12
yer) tabirinin kullanılması ile çelişkili olamaz. Bu bölge bütün dünyaya
nazaran yer küresinin tümü göz önünde bulundurulduğunda Mekke’ye
yakın bir yerdir. Ama o gün için, yeryüzünde namaz kılınan mescidler söz
konusu olduğunda ise Kudüs’teki Mescid-i Aksâ, Mekke’deki Mescid-i
Haram’a nisbetle uzakta sayılmaktadır. Yoksa Mescid-i Aksâ’nın
semavî/göklerde olan bir mescid olması ihtimali üzerinde durmak hiç de
isabetli bir yaklaşım değildir. 34
Hem tarihî veriler hem de ayetteki ifadeler dikkate alındığında, söz konusu mabedin Kudüs’te tarihî bir gerçek olarak Hz. Davud tarafından
başlatılan ve Süleyman (a.s.) tarafından bitirilen Mescid-i Aksâ olduğu o
günden beri bilinen bir husustur. Miraç’ın gerçekleştiği dönemde, Kudüs’te
mescid olarak bir mekânın olmaması gayet tabiidir. Bu da daha önceleri
Davud (a.s.) ve Süleyman (a.s.) zamanlarında tevhid inancı üzere, içinde
ibadet edilen bir mescidin olduğunu imkânsız kılmamaktadır. Kısaca bu
durum, Kudüs’te Mescid-i Aksâ’nın bulunmadığını göstermediği gibi,
Mescid-i Aksâ’nın Müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir gerçektir.
Benzer bir durum, Kâbe için de geçerlidir. Bir hadiste de belirtildiği üzere,
Resûlullah dönemindeki Kâbe Hz. İbrahim’in inşa ettiği binanın aynısı
değildir. Çünkü aslı yıkılmış olduğundan, zaman içerisinde eskisinden farklı
olarak tekrar yapılmıştır. 35
Öyle anlaşılıyor ki Semavî dinlerde tevhid inancı açısından ibadetlerin
ifası sırasında Mü‘minlerin yöneldiği mekân (kıble), bir amaç değil bir
araçtır. Bu mekânın üzerindeki binanın yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden
yapılması veya zaman zaman mevcut olmaması, mekânın varlığını, manevî
konumunu ve tarihi yerini yok kılamaz. Kısaca orada tarih içinde bir mescid
var olmuş olup, Hz. Peygamber (s.a.v)’in on dört yıl müddetle namazını
buradaki Mescid-i Aksâ’ya yönelerek kıldığı kesin bilgi olarak sabittir. 36 İsrâ
34
35
36
Muhammed Hamidullah hocanın (İslam Peygamberi, I, 140/paragraf 256) bu konuda farklı yaklaşımları
vardır. Bunların bir kısmı doğru ve genellikle makul olmasına rağmen Mescid-i Aksâ’dan kastın elBeytu’l-Ma’mur olduğunu söyleyip semada olan bir mescid olduğunu ifade etmesi ile ilgili görüşünü
saygıyla karşılamamıza rağmen buna katılmanın mümkün olmadığını söylememiz ona olan
saygımızdan bir şey eksiltmez. Zira bu konu ile ilgili başından beri kullandığımız kaynaklar Beytu’lMa’mur’u ayrı Beytu’l-Makdis’i ayrı bir mekân olarak kaydetmektedir.
Buhârî, Hac, 42; Müslim, Hac, 398 vd.
Miraç ile ilgili hadislerde Mescid-i Aksâ tabirinin kullanılmadığını sadece Beytu’l-Makdis isminden söz
edildiğini dolayısıyla Mescid-i Aksâ diye bir mescid’in bulunmadığını iddia eden bazı müelliflerin
gözden kaçırdıkları bir husus vardır. Kur’an-ı Kerim İsra Suresi 1. Ayette Mescid-i Haram'dan Mescid-i
Aksâ’ya kulunu götürdüğünü ve bunun bir gece yürüyüşü ile (İsrâ’) gerçekleştiğini ifade buyururken
Cenab-ı Allah var olan Mescid-i Haram'dan bahsettiğine göre neden dünyada var olmayan bir mescid’e
kulunu götürdüğünü söylesin? O zaman karşımıza iki husus çıkıyor. Eğer bu mescid dünyada değilse o
zaman semavattadır ve Rasulullah semâvâta uruc ettirilmiştir. Bu durumda bu hususu kesin olarak
kabullenmek gerekir. Yok eğer bu söz konusu mescid Beytu’l-Ma’mur ise, Allah Tealâ neden buna bir
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
ve Miraç olayından çok önce başlayan namaz ibadetinde Hz. Peygamber’in
yöneldiği cihet ve kıblenin Kudüs olduğu kesindir. Kıble de rastgele ve
soyut olarak bir şehre veya bir yere değil de bir mescide yönelerek tayin
edildiğine göre demek ki Kudüs’te bir mescid vardı. İşte İsrâ suresi 1.
ayetinde kastedilen mescid bu mesciddir. Eğer bu mescid Mekke
yakınlarındaki bir mescid olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.v.) namazlarını neden
Kudüs’e yönelerek kılmış ve kıble sonradan nereden nereye tahvil edilmişti?
Ayrıca Hz. Peygamber, İsrâ olayını yaşadığını ve Kudüs’e gittiğini
söylediğinde ona itirazlar olmuştu. Eğer Resûlullah’ın Mescid-i Haram’dan
bir gece yürüyüşüyle gittiği mescid Mekke yakınlarındaki bir mescid
olsaydı, zaten o yakın mescide bir gecede gidip gelmek mümkün
olacağından müşrikler buna bu kadar itiraz etmezlerdi. Mekke
yakınlarındaki bir yere bir gecede gidip gelmek yadırganacak bir durum
olmazdı. Ama Resûlullah (s.a.v.)’ın uzak bir yer olan Kudüs’teki Mescid-i
Aksâ’ya gittiğini ifade buyurması üzerine müşrikler bu durumu
kendilerince alabildiğine alay konusu etmişlerdi. O halde bazı
akademisyenlerin bu mescidin Mekke yakınlarında bir yerde olduğu
iddiaları anlamsız olup, bunlar ilmi ve akademik değildir. 37 Dolayısıyla bu
tarihi olayların tümüne baktığımızda bu mescidin gökte ya da Mekke
yakınlarında bir mescid değil, Kudüs’te bulunan bir mescid olduğu ve
Kur’an-ı Kerim’in buna el-Mescidu’l-Aksâ adını verdiği gayet açıktır. Ancak
burada şu soruların sorulması mümkündür: Orada o gün mevcut olan
mescid bir bina mıydı, –zira Süleyman mabedi yıkılmıştı- Jüstinien Kilisesi
37
Mescid-i Aksâ, bir Beytu’l-Ma’mur desin? Demek ki bunlar farklı iki mekandır. Biri dünyada diğeri ise
semâvattadır. Birinin adı Mescid-i Aksâ olup İlia/Kudüs veya diğer adıyla Beytu’l-Makdis’te, diğeri de
semavatta olan Beytu’l-Ma’mur’dur. Hz. Ömer, Kudüs'ü teslim alırken buranın halkına hitaben yazdığı
emannamede “İlia halkı” tabirinin kullanılmış olması da İsra olayının buraya yapıldığı ve “sera” fiilinin
Mescid-i Aksâ’ya yapıldığını reddetmenin mümkün olmadığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz. Ayrıca
Hz Ömer, şehri telsim aldıktan sonra Bilal-i Habeşi’ye ezan okumasını istediği ve mescidin damında
ezan okunduğu bilgisini de olay ile irtibatlandırdığımızda fetihten sonra Müslümanların mukaddes
saydıkları bir mekânın olduğu görülmektedir. Bu da Hz. Peygamber’in (s.a.v) Miraç gününde
peygamberlerle namaz kıldıkları mekân olarak bilindiğine göre o halde bu mekan bazılarının iddia
ettikleri gibi Abdulmelik İbn Mervan zamanında kutsallaştırılmış olmayıp Hz Ömer zamanında da
bilinen mukaddes bir mekan olduğunu görmekteyiz. Esasen Kudüs’te böyle bir mescid’in olmadığı ve
bunun Abdulmelik zamanında inşa ettirildiği bilgisi Kubbetu’s-sahra içindir. Hz. Peygamber zamanında
Kudüs’te bir mescid/kutsal bir mekan olmadığını ileri süren kişi oryantalist Alfred Guillaume olup
ondan etkilenen bazı yazarlar olmuştur, bkz.“Garbta İslam tetkikleri”, İÜEDF, İstanbul, İslam Tetkikleri
Enstitüsü Dergisi, 1954, I, cüz 1-4, s. 125. Ayrıca Mescid-i Aksâ’nın Mekke yakınlarında bulunan bir
mescid olduğu ile ilgili farklı iddiaları ileri sürenler bu bilgileri birçok noktada şüpheli rivayet aktaran
Vakidi’ye dayanarak kaydederlerken Sahihayn’de olan bilgilere gölge düşürmeye çalışmaları hayret
edilecek bir yaklaşım ve ibretlik bir tavırdır. Bu yaklaşımlar, İslam tarihinde kabul gören anlatımlara
aykırı olduğu gibi akademik olmadığı da muhakkaktır.
Bu iddialar, Müslümanların Mescid-i Aksâ üzerindeki haklarına gölge düşürmekte ve maalesef Siyonist
politikalarla örtüşmektedir.
13
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
miydi? Kilisenin kalıntıları mı vardı? Yoksa bir bina yoktu da bu mukaddes
mekân mı mescid olarak adlandırılmıştı? Veya sadece bu mabetten geriye
bugün Hâitu’l-Mebkâ olarak adlandırılan duvar mı kalmıştı?
Tevhid Davası’nın Müdafiliği
14
Cenab-ı Allah yeryüzünde Adem (a.s.)’i yaratmasından sonra, Adem ve
neslinden gelenler için kutsal kılınan iki belde, Mekke ve Kudüs ile burada
inşa edilen iki kutsal mescittir. Tevhid inancını Nuh tufanından sonra tekrar
kaybeden insanlığa İbrahim (a.s.) yeniden tevhidi anlatmış ve oğlu İshak ile
Kudüs’te, diğer oğlu İsmail ile Mekke’de bu iki kutsal mekânı ve mescidleri
yeniden ihya ve inşa etmişti. Böylece İsmailoğulları Mekke ve çevresinde,
İshak ve oğulları Kudüs ve çevresinde tevhid inancını yaymakla
görevlendirildiler. Musa (a.s.)’ın bütün gayretlerine ve daha sonra gelen
diğer İsrâiloğulları, Peygamberlerinin özellikle Davud ve Süleyman (a.s.)’ın
tebliğ ve uyarılarına fazla kulak asmayıp, gönderilen Peygamberlerden
Zekeriya ve Yahya’yı öldürüp, İsa (a.s.)’ı da öldürmeye kalkışmaları
nedeniyle, bu mekânın artık hakkını vermediklerini ve tevhid inancının
gereğini yerine getiremediklerini ortaya koydular.
İsrâiloğulları’nın, Allah’tan başka bir ma’bud tanımayacaklarına ve onun
emirlerine uyacaklarına söz vermelerine rağmen, Üzeyr’i Allah’ın oğlu
kabul edecek ve Tevrat’taki birçok hükmü tamamen değiştirecek kadar
azgınlaşmaları sonucunda, Kudüs’ün emanetini koruyamadıklarından, artık
onların bu şehre olan hâkimiyet ve sahipliğinin sona erdirilmiş olduğu, İsrâ
suresinde Miraç mucizesiyle bildirilmiştir. Son peygamber olarak Resûlullah
(s.a.v.)’in Miraç mucizesiyle Mekke’den Kudüs’e getirilip bütün
peygamberlerle burada namaz kılması ve onlara imam kılınması büyük bir
anlam taşımaktadır. İsrâ suresinin ilk ayetleri hem İsrâ ve Miraç olayını hem
de bu kutsal mekânı koruyamadıklarından dolayı, İsrâiloğulları’nın elinden
alınıp emanetin Hz. Peygamber (s.a.v.)’e verildiğini çok net bir şekilde
anlatmaktadır:
“Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescidi Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren O zatın şanı
ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi işiten, her şeyi
gören O’dur. Biz Mûsâ’ya kitap verdik ve onu, İsrâiloğullarına “Benden başkasını
Rab edinmeyin, benden başkasının himayesine girmeyin” diye, doğru yolu gösteren
bir rehber kıldık. Ey Nûh ile birlikte gemide taşıdığımız kimselerin nesli! (Yalnız
Bana güvenip, dayanın, Bana şükredin!) Şunu bilin ki Nûh çok şükreden bir kul idi.
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
Biz İsrâiloğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: “Siz ülkede iki kere bozgunculuk
yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz.” Onlardan birincisinin vâdesi gelince,
kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi
yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip
araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi. Sonra o istilacılara karşı size
galibiyet ve zafer verdik, servet ve oğullarla kuvvetlendirdik, sayınızı daha da
çoğalttık. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Kötülük ederseniz, onu
da kendi aleyhinize işlemiş olursunuz. Derken sonraki taşkınlığınızın vâdesi gelince,
kederinizden suratlarınız asılsın, daha önce girdikleri gibi yine mescide girsinler ve
istila ettikleri yeri mahvedip dursunlar diye başınıza yine düşmanlarınızı musallat
ederiz. Olur ki tövbe edersiniz de Rabbiniz size merhamet eder. Eğer tekrar
bozgunculuğa dönerseniz, Biz de size ceza vermeye döneriz. Zaten cehennemi
kâfirlere zindan kılmışız.”
Bu ayetlerde, Nuh’un zürriyetinden gelen İbrahim’in nesli olan
İsrâiloğullarına “Benden başkasını Rab edinmeyin, benden başkasının himayesine
girmeyin”, ülkede bozgunculuk yapmayın, yaparsanız üzerinize sizi perişan edecek
kullarımızı musallat ederiz”, “bundan sonra tekrar size bir fırsat daha verip
galibiyet ve iktidar nasip ettiği halde tekrar azgınlaştınız, bu sefer artık mescidi
elinizden alacak ve sizin bu mescid üzerindeki haklarınızı kendilerine
halde azgınlıklarını
devredeceğimiz
birilerini
getiririz” 38 denildiği
sürdürdükleri için Kudüs’ün hâkimiyeti Mekke hâkimiyeti ile birlikte İsmail
oğullarına verilmiştir. Peki, bu nasıl olmuştu? Bu olaya gelinceye kadarki
hadiselere bir göz atarsak;
Hz. İbrahim’in bir oğlunun kutsal mekân olan Hicaz’da, diğer oğlunun
ise bir başka kutsal mekân olan Kudüs ve çevresinde bulunduğunu ifade
etmiştik. Hz. İshak ve oğlu Yakub Filistin ve Kudüs’te hüküm sürerken,
Yakub (a.s.)’ın oğlu Yusuf’un Mısır’a yerleşmesi ve sonra ailesini yanına
aldırmasıyla bu kutsal mekânın yöneticileri bölgeyi tümüyle terk etmemiş,
yerlerine kendileri gibi iman eden, salih ve Allah’a itaat eden kimseleri
görevlendirmişlerdi. Zira bütün kutsal mekânlar, Allah’ın hükümlerini
yeryüzünde en mükemmel şekliyle uygulayan ve Allah’ın razı olacağı adalet
ilkelerine ve tam anlamıyla tevhide bağlı, adil ve vahye dayalı bir yönetim
tarafından yönetilmelidir. Çünkü yeryüzüne salih kulların mirasçı
olabileceğini Cenab-ı Allah hükme bağlamış ve bu durum adeta bir
sünnetullah olmuştur.
38
Birinci saldırı Babil hükümdarı Abukadnassır/Nebukadnassir/Buhtunnasır ikinci saldırı da Romalı
Titus tarafından gelmişti.
15
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
16
“Hani Rabbi, İbrahim’i bir takım kelimelerle imtihan etmişti. O da bunları
eksiksiz yerine getirmişti. Allah: Ben seni insanlara imam (önder-yönetici) kılacağım
demişti. (İbrahim de): “Zürriyetimden de” (önderler olsun) demişti. Allah: “Ahdim
zalimlere erişmez, buyurmuştu.” 39 ayetiyle Allah, zalimleri asla önder
kılmayacağını belirtmiştir. Belirtilen ayetin ve “And olsun ki Biz Tevrat’tan
sonra Zebur’da da: Yeryüzüne benim Salih kullarım mirasçı olur” diye yazdık” 40
ayetinin hükmüne göre bu kutsal mekânlar adil, muttaki ve sâlih
yöneticilerin yönetiminde olabilir.
Bu çerçevede Hz. Yakup ve Hz. Yusuf da Mısır’a yerleşmelerinden sonra
Kudüs ve Filistin çevresini de kendileri gibi iman edenlerin yönetiminde ve
kontrollerinde tutuyorlardı. Ancak Filistin’e Amalikalıların, Mısır’a da
Firavun yönetimlerinin hâkim olup, bu bölgelerde yaşayan insanların
tevhitten uzaklaşmaları üzerine Cenab-ı Allah yeni bir peygamber olarak
Hz. Musa’yı gönderdi. Musa (a.s.) kavmini ve Firavun yönetimini, Allah’ın
ahkâmına uysunlar ve ona ibadet etsinler diye tevhid inancına davet etti.
Kendisine iman edenlerle birlikte Mısır’dan Filistin’e gitmek üzere yola çıktı.
Allah’ın kendilerine verdiği bunca nimetlere rağmen mukaddes topraklara
girin denildiği zaman orada zalim ve zorba bir toplum olduğunu, onlar
oradan çıkmadıkça asla mukaddes yer de olsa oraya girmeyeceklerini
belirttiler. Hatta “Git sen ve Rabbin onlarla savaşın! Biz burada oturuyoruz!” 41
diyecek kadar azgınlaştılar. Bunun üzerine Musa (a.s.) kendisi ve kardeşi
Harun’dan başka kimsenin kalmadığı hususunda Rabbine dua edince bu
korkak kitle Allah’ın kendilerine verdiği bunca güzel nimetlere rağmen
Allah’ın dinine sahip çıkmadı. Bunun için de Allah onları kırk yıl müddetle
Tih çölünde şaşkın şaşkın dolaşmak üzere cezalandırdı. Ayrıca Musa’ya
hitaben “Artık sen de o fasıklar topluluğu için tasalanma” buyurarak, kutsal
mekânlara fâsıkların sahip ve mirasçı olamayacağını bildirdi. 42 İşte bu
fâsıkların elinden alınan Kudüs, Miraç gecesinde bütün peygamberlerin
katılımı ile gerçekleşen bir merasimle Hz. Peygamber’e ve ümmetine
devredilmişti.
Miraç’ın Bedenen mi Yoksa Ruhen mi Olduğu Tartışması
İsrâ ve Miraç ile ilgili olarak üzerinde en çok tartışılan husus, Hz.
Peygamber’in bedenen mi yoksa ruhen mi Miraç’a çıktığı ile ilgilidir.
39
40
41
42
El-Bakara 2/124.
El-Enbiya 21/105.
El-Maide 5/24.
El-Maide 5/20-26.
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
Resûlullah’ın, Miraç’a yükseltildiğini kabul eden iki gruptan biri ruh ve
bedenle, diğeri ise sadece ruhuyla Miraç’a çıktığını söylemiştir. Ancak ikinci
grup, Miraç’ın uykuda gerçekleştiğini ileri sürmemiş, ruhun bizzat yolculuk
yaptığını kastetmiştir. 43
Aslında gerek selef gerekse halef âlimleri, bu konuda farklı görüşler
serdetmişlerdir. Kelâm ve hadis âlimlerinin çoğu olayın ruhen ve bedenen
Resûlullah uyanık halde iken gerçekleştiği görüşünü benimsemiştir. Sadece
ruhen meydana geldiğini söyleyenler İslam âlimlerinin çok azınlık bir
kısmıdır. Mütekaddimûn âlimlerin ve Müslümanların büyük bir çoğunluğu
da İsrâ’nın bedenen ve ruhen gerçekleştiği görüşündedirler. İsrâ suresinin
bu ilk âyetinde “abd”/kul ifadesiyle ruh ve bedenden oluşan Hz.
Peygamber kastedilmektedir. Böylelikle âyetin zahirini te’vil etmeyi
gerektiren bir sebep yoktur. Eğer İsrâ hadisesi uykuda gerçekleşmiş olsaydı
Cenab-ı Allah ayette “biabdihi”/kulunu demez, “birûhi abdihi/kulunun
ruhuyla” buyururdu. Nitekim “Göz, başka yöne kaymadı ve aşmadı da” ayeti de
bunu desteklemektedir. 44 Ayrıca İsrâ suresinin ilk âyetinin başındaki tenzih
(sübhâne) ifadesi, olayın ne kadar muazzam olduğunu ve bunun her şeye
gücü yeten Cenab-ı Allah’ın kudretiyle gerçekleştiğini anlatır. İsrâ ve Miraç
rüyada gerçekleşmiş olsaydı bu sıradan bir hadise olur, mucize olmazdı.
Diğer taraftan Kureyşliler de olayın üzerinde durmaz, onu inkâr etmez ve
bazı kimseler de dinden dönmezlerdi. 45 Miraç olayının ruhen ve bedenen
meydana geldiğini işiten İslam’a yeni girmiş Kureyşliler, imanlarıyla değil
de Kureyş’in itirazları ve akıllarının almadığı bir husus olması nedeniyle
irtidat etmişlerdi. 46 İsrâ ve Miraç olayı üzerine bazı kimselerin dinlerinden
dönmüş olması ve bu hadisenin müşrik liderlerince bir koz olarak
kullanılmasıyla zayıf kimselerin bu durumdan etkilenip şüpheye düşmüş
olmalarını çok da abartılı görmüyoruz.
Miraç’ın ruh ve bedenle gerçekleştiğini savunanlar ve bu hususta bazı
aklî deliller getirmeye çalışan ilim adamları da az değildir. Fahreddin erRâzî, güneş ve gezegenlerin büyük kütlelerine rağmen çok hızlı hareket
edebildiklerini söyleyerek, Allah’ın dilemesi halinde başka bir varlığın da
benzeri bir hıza ulaşmasının mümkün olduğunu ileri sürer. Ona göre Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in Miraç’a yükselişi ihtimal dışı görüldüğü takdirde,
43
44
45
46
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-mead, c. II, s. 54.
Kurtubî, el-Cami' , c. X, s. 137.
İbn Hacer, Feth, c. I, s. 575.
Mehdi Rızkullah Ahmed, es-Siretu’n-nebeviyye fi dav’i’l-masâdiri’l-asliyye, s. 238-239.
17
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
18
Cebrail’in inişini de ihtimal dışı görmek gerekir. 47 İslâm filozofları, gök
cisimlerinin nüfuz edilmesi imkânsız kütleler halinde oluşundan hareketle,
Miraç’ın bedenen gerçekleşmesine itiraz etmişlerse de bu itirazları tutarsız
bulan kelâmcılar bütün cisimlerin aynı özellikte ve yapıda olduğunu, bir
cisim için geçerli olan durumun diğerleri için de geçerli sayılacağını
söylerler. 48 Hz. Peygamber (s.a.v.), Burak’ın sırtında Mekke’deki Mescidu’lHaram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya ulaşmış, orada namaz kıldıktan
sonra Cebrail ile birlikte aynı şekilde yoluna devam etmiştir. Olayın ruhen
ve bedenen gerçekleşmesinde imkânsız bir taraf yoktur, zahir ve hakikat bir
tarafa bırakılıp tevil yapmaya kalkışmak ise, ancak olayın anlatıldığı nassın
zahirinin kabul edilmesinin imkânsızlığı durumunda mümkün olabilir. Ama
buradaki nassların özellikle Necm suresindeki ayetlerle birlikte ele alınması
halinde zahiren açık ve hiç de müşkil olan bir tarafı yoktur.
Miraç’ın bedenen meydana geldiğine, Allah’ın irade ve kudreti dâhilinde
olduğuna iman etmek, bunun aksini iddia ederek, sorumluluk yüklenip,
yanlış bir bilgi ve akide sahibi olmaktan daha iyidir. Aslında meselenin
insan aklının anlayabileceği bir düzeyde olduğu da gayet açıktır. Buna
rağmen, zaman ve mekân kayıtlarının ortadan kalktığı büyük bir mu’cize
olan bu ve benzeri ilâhî olayları aklî izahlarla anlatmaya kalkışmak çok da
isabetli olmayabilir. Cenab-ı Allah’ın yüce iradesi ve sonsuz kudretinin
tasarrufu olan bir mucize, aynı zamanda imanı tartan bir imtihan vesilesi
olarak da görülmelidir.
İsrâ ve Miraç’ın ruhen gerçekleştiğini, bedenin ise yattığı yerden
ayrılmadığını ve İsrâ’nın gerçekleri yansıtan bir rüya olduğunu düşünen ve
bunu böyle kabul edip rivayet edenler, Hz. Âişe ve Muâviye İbn Ebi
Süfyân’dan gelen “Miraç bedenini kaybetmeksizin ruhen gerçekleşmiştir”
şeklindeki rivayete dayanırlar. 49 Ayrıca, “Sana gösterdiğimiz rüyayı insanlar
için bir imtihan vesilesi yaptık” 50 mealindeki âyette, yer alan “rüya” kelimesi
(“ )ر أ ىr-a-y” fiilinden gelip gözle görmeyi ifade eder; eğer uyku halinde
görülen rüyayı belirtseydi bu bir imtihan vesilesi sayılmazdı. Cenab-ı Allah
uykuda yaşanan ve rüya dediğimiz olay için Yusuf suresinde “hilm /ahlâm”
tabirini kullanmıştır. Abdullah İbn Abbas’ın kelimenin “gözle görme”
demek olduğunu vurgulaması da bu yorumu destekler. 51
51F
47
48
49
50
51
Fahruddin er-Razi, Mefâtihu’l-ğayb, c. V, s. 542.
Salih Sabri Yavuz, “Miraç”, DİA.
Kurtubî, el-Cami', İsra Suresi Tefsiri, c. X, s. 137.
İsra, 17/60.
Buhârî, Menakıbu’l-Ensar, 43.
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
İsrâ’nın ruhen gerçekleştiği görüşünü benimseyen âlimler, Hz. Âişe’nin,
“Resûlullah’ın bedeni yerinden ayrılmamış, o ruhuyla yolculuk yapmıştır” ve
Muâviye’nin, “İsrâ, Allah’tan gelen sadık bir rüyadan ibarettir” şeklinde
aktardıkları bilgiler, “Hasan-ı Basrî’nin itiraz etmediği görüşler” diye kabul
edilerek, olayın rüyada gerçekleştiği iddiası ispat edilmeye çalışılmaktadır.
Buna delil olarak da Peygamberlerin rüyalarının gerçekleri yansıtan birer
hakikat olduğunu gösterirler. Oysaki İbn İshak ve İbn Hişam gibi ilk siyer
âlimlerine göre Buhârî ve Müslim’de yer alan, “uyku ile uyanıklık arası bir
halde iken, yatağımda uzanmış yatıyorken, uyurken” şeklindeki ifadelere
katılarak bu görüşü savunanlar bir inceliği kaçırmaktadırlar. Hz. Âişe ve
Muâviye’den aktarılan bilgilerdeki inceliğe bakarsak bu rivayette “Beden
olmaksızın sadece ruhen gerçekleşmiştir” denilmiyor. Burada her iki sahabeden
gelen
bilgide
“Cesedinden
ayrılmaksızın
ruhiyle
gerçekleşmiştir” 52
denilmektedir. “Sadece ruhen olmuştur” ile “Cesedinden ayrılmaksızın ruhiyle
gerçekleşmiştir” ifadeleri arasında önemli bir fark vardır. İbn İshak’ın konu ile
ilgili kaydettiği rivayetlere baktığımızda, yukarıda olayı tümüyle
kaydederken ifade ettiğimiz gibi, Resûlullah’ın yaşadıklarını aydınlatan bir
bilgi elde etmiş oluruz. Der ki: el-Hasan’dan naklen bana anlatıldı ki;
Resûlullah şöyle buyurdu: “Ben Hicr’de uyuyorken Cibril (a.s.) geldi, beni
ayağıyla dürttü, uyandım, sonra tekrar uyudum, bir daha uyandırdı ve bu eylemi üç
kez tekrarladı. Sonuncusunda oturdum, o da beni kolumdan tuttu ve birlikte ayağa
kalktık, Mescid’in kapısına doğru yürüdük, sonra Cebrail Burak’ı getirip beni
bindirdi...” 53 Burada, bir uykudan uyanma ve yürümeden söz edilmektedir.
O halde uyku sona erdiğine göre rüya artık söz konusu olamaz. Diğer bir
husus da Duhan suresinde ﻓﺎﺳﺮ ﺑﻌﺒﺎدى ﻟﯿﻼ/ “kullarımı geceleyin yürüt”
buyruğunda
ﺳﺮىfiilinin kullanılması ve gece yürüyüşünden söz
edilmesidir. Burada fiili bir yürüyüş söz konusu olup rüya veya hayal değil,
canlı bir yürüyüş söz konusudur. Bu ifade, İsrâ Suresi 1. ayetteki ﺳﺮىfiili ile
aynı sözcük olduğuna göre İsrâ olayı rüyada değil ruhen ve bedenen
gerçekleşmiştir demek gerekir. Zaten ﺳﺮىgece yürüyüşü anlamına geldiğine
göre bunda, yürüyüş yapan kişinin ruhen ve bedenen hareket ettiği
muhakkaktır, bunda da hiç şüphe yoktur.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Miraç’ın rüyada gerçekleşmesiyle ruhen
gerçekleşmesi arasındaki farka dikkat çeker. Ona göre Hz. Âişe ve Muâviye
52
53
Hz. Aişe ve Muaviye’den gelen bilgide: “”اﻧﻤﺎ ﻛﺎن اﻻﺳﺮاء ﺑﺮوﺣﮫ وﻟﻢ ﯾﻔﻘﺪ ﺟﺴﺪهşeklinde rivayet edilmektedir, İbn
Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-mead, c. II, s. 54.
Olayın geri kalan kısmını yerinde anlattık.
19
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
20
bu olayın uykuda değil, ruhen ve cesedinden ayrılmaksızın gerçekleşmiş
olduğunu söylemişlerdir. Ancak İmam Kurtubî bu konuda şöyle bir
mülahazada bulunur: İsrâ ve Miraç olayı meydana geldiği zaman Hz. Âişe
küçüktü, olayı idrak edebilecek durumda değildi, Muâviye ise daha şirk
içinde olup iman etmemişti. Ayrıca her iki sahabe de doğrudan doğruya İsrâ
ve Miraç olayını anlatan rivayetleri nakletmiş değillerdir. Yani Hz.
Peygamber (s.a.v.)’den bu konuda rivayette bulunmamışlar, sadece olayı
diğer sahabelerden ve Resûlullah’ın konu ile ilgili sorulan sorulara verdiği
cevaplardan çıkardıkları hükümleri yorumlamışlardır.
Hz. Âişe’nin kanaatinin lehine delil gösterilen İsrâ suresinin 60. ayetinde:
“Sana gösterdiğimiz o rüyayı ve Kur’an’da söz konusu edilen lanetli ağacı insanlar
için bir imtihan aracı kıldık, biz onları korkutarak uyarıyoruz, bu olay onları sadece
büyük bir azgınlığa sevk ediyor.” “ o rüyayı” kısmını ileri sürerler. Hâlbuki
Cenab-ı Allah’ın ilk ayette “kulunu geceleyin yürüten / bir gece yürüyüşü ile/
İsrâ ettiren” sözleri bunun rüya olmadığını göstermektedir. Aksi durumda,
uykuda gerçekleşen bir olay hakkında “ ”أﺳﺮى ﺑﻌﺒﺪه ﻟﯿﻼbir gece kulunu
götüren şeklinde buyrulmazdı. Demek ki bu, rüyada olan bir hadise
değildir. Kısaca konu ile ilgili bize ulaşan ve sabit olduğu kesin olan
haberlerde, İsrâ olayının bedenen gerçekleştiğine dair deliller açıktır ve
çoktur.
Çağdaş birçok müellif de İsrâ ve Miraç’ın ruhen gerçekleştiği
kanaatindedir. Miraç’ın bedenî olduğunu ileri sürenlerin delillerini zayıf
bulan Şiblî Nu’mânî, İsrâ Sûresi’nin ilk âyetinde yer alan “abd” kelimesinin
ruha atfedilebileceğini söyler. Ona göre insan bedeni her an değişikliğe
uğramaktadır, kalıcı olan ruhtur. Ayrıca Miraç olayında geçen Kudüs ve
Mescid-i Aksâ’da yaşananların dışındaki mekânlar, olay ve anlatımlar da
dünyevi alana değil semavî âleme aittir. Dolayısıyla bu tecrübe, ruhun
maddî unsurlardan sıyrılarak melekût âlemine yaptığı bir yolculuktur.
Ancak ruhun bedeninden ayrılmadan bunun gerçekleştiği inceliği hususunu
da unutmamak gerekir.
Rivayetlerde geçen, “Uyku ile uyanıklık arası bir durumda idim” ifadesinden
hareketle bu seyahatin Hz. Peygamber (s.a.v.)’in tam şuur halinde ve
ruhunun hâkimiyeti altında gerçekleştiğini ifade etmek, kaynaklardaki
anlatımlara daha yakın ve daha uygundur. Bu durumda, Miraç bedenen
cereyan etmiş fakat bu olayın yaşandığı anda beden, ruhun sıfatlarını taşır
durumunda olmuştur. Buna göre de Miraç’ın ruhen ve bedenen meydana
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
geldiğini ve bunun fiilen gerçekleştiğini savunan birçok ilim adamı vardır. 54
İsrâ hadisi muhaddis ve siyer âlimlerinin ittifak ettikleri ve birçok ayetle de
açıklanıp desteklenen subûtu kat’i bir bilgidir. Bu da Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in mucizelerindir. Bu mucize birçok sıkıntılı olayın ardından, Hz.
Peygamber’i yeniden davete hazırlamak ve risaleti tebliğe azmini arttırmak
maksadıyla, kendisine verilen bir mükâfat idi. Miraç, Resûlullah’ın
yeryüzünde darlık yaşadığında göklerin kendisine kapılarını açtığını
gösteren bir mucizedir.
Rabbini Görüp Görmediği Meselesi
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in Miraç’ta Allah’ı görüp görmediği meselesi,
onun sidretü’l-müntehâda; “İki yay ucu aralığı kadar” ( )ﻗﺎب ﻗﻮﺳﯿﻦ أو أدﻧﻰAllah’a
yaklaştığını ve O’nu gördüğünü bildiren âyetlere dayanır. 55 Bu âyetlerde söz
konusu edilen yaklaşmanın, kimlerin arasında meydana geldiği ve Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in kimi gördüğü ile ilgili konu iki şekilde anlaşılmıştır:
Hz. Âişe, Abdullah İbn Mes’ûd, Ebû Zerr el-Gıfârî, Ebû Hüreyre; tabiîn
neslinden Mücâhid İbn Cebr, Hasan el-Basrî, Katâde İbn Diâme ve
müfessirlerin çoğu yaklaşma olayının Hz. Peygamber ile Cebrail arasında
olduğu kanaatindedirler. 56 Başka bir yoruma göre ise bu yaklaşma
doğrudan doğruya Allah’la Hz. Peygamber (s.a.v.) arasında meydana
gelmiştir. Zira “Yayın iki ucu arası kadar veya daha az kaldı. O da kuluna
vahyetmek istediği her şeyi vahyetti. Gözlerinin gördüğünü kalbi yalan saymadı.
Şimdi siz kalkmış da onun gördükleri hakkında şüphe edip kendisiyle tartışıyor
musunuz?” ayetlerindeki anlatım bunu ifade eder.
Bu yaklaşmanın Miraç gecesinde gerçekleşmesi ihtimaline bağlı olarak, o
gece Hz. Peygamber’in Allah’ı görüp görmediği konusunda da görüş
ayrılığı meydana gelmiştir. Abdullah İbn Abbas’tan gelen rivayete göre Hz.
Peygamber (s.a.v.) Rabbini görmüştür. Yine İbn Abbas’tan gelen diğer bir
rivayete dayalı olarak Rabbini kalbiyle görmüştür. 57 Burada ﻣﺎ ﻛﺬب اﻟﻔﺆاد ﻣﺎ رأى
5F
56F
54
55
56
57
Bu konuda geniş bilgi için bkz. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 143, (paragraf 258).
“Onu kendisine pek güçlü ve kuvvetli, o üstün akıl ve kemal sahibi olan (melek Cebrail) öğretti. Melek kendi aslî
sûretine girip doğruldu. İşte o zaman kendisi en yüce ufukta idi. Sonra yaklaştı ve iyice sarktı. Öyle ki araları yayın
iki ucu arası kadar veya daha az kaldı. O da kuluna vahyetmek istediği her şeyi vahyetti. Gözlerinin gördüğünü
kalbi yalan saymadı. Şimdi siz kalkmış da onun gördükleri hakkında şüphe edip kendisiyle tartışıyor musunuz?
Onun bir başka inişini Sidretu’l-Münteha’nın yanında görmüştü. Me’va cenneti de onun yanındadır. O anda
Sidre’yi bir feyiz sarıyor, sardıkça sarıyordu. Peygamberin gözü kaymadı, şaşmadı, aşmadı da. Vallahi gördü, hem
de Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü!” Necm, 53/4-18.
İbnu’l-Cevzi, Zâdu’l-meâd, c. VIII, s. 66.
Müslim, İman, 284; Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 54; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. I, s. 223.
21
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
“Kalb gördüğünü yalanlamadı” 58 ayetinde ifade edilen, “Gözüyle gördüğünü
kalbi yalanlamadı” anlamı, müfessirlerin genelinin kabul ettiği bir manadır.
Bu ayete göre Resûlullah (s.a.v.) Rabbini hem kalbi hem de gözüyle
görmüştür. Gözüyle görme meselesini yorumlayan Ahmed İbn Hanbel, “Hz.
Peygamber, Rabbini rüyasında gördü ve peygamberlerin rüyası haktır” derken
Miraç’taki görmeyi değil de daha sonra gördüğü bir rüyayı anlatmaktadır.
Ancak bununla, görmenin mümkün olacağını ve en azından Miraç’ta
kalbiyle gördüğü kanaatini izhar ettiğini görüyoruz. 59
İbn Abbas’a göre “ﻟﻘﺪ راه ﻧﺰﻟﺔ أﺧﺮى ﻋﻨﺪ ﺳﺪرة اﻟﻤﻨﺘﮭﻰOnun bir başka inişini
Sidretu’l-Münteha’nın yanında görmüştü.” 60 ayeti, Resûlullah’ın rabbini iki
defa gördüğünü anlatmaktadır. Ancak aynı ayetin izahını yapan diğer
sahabiler ise burada görülenin Cebrail (a.s.) olduğunu kabul ederler. 61 Bu
görüşü ileri sürenler Hz. Âişe’nin görüşünü benimseyenlerdir. 62 Zira rü’yeti
kabul etmeyenlerin başında Hz. Âişe ve Abdullah İbn Mes’ûd gelmektedir.
Aktarılan rivayete göre Ebû Zer el-Gifârî, Resûlullah’a; “Rabbini gördün mü?”
diye sormuş, o da, “O bir nurdur, nasıl görebilirim?” demiştir. 63 Hz. Âişe, Hz.
Muhammed (s.a.v.)’in Rabbini gördüğünü ileri süren kimsenin Allah’a iftira
etmiş olacağını söylemiş, görmeyle ilgili âyetleri de Resûlullah’ın, “O görülen
sadece Cibril idi” hadisiyle açıklamıştır. 64
İlgili âyet ve hadislerden, İsrâ ve Miraç’ın bedenen veya ruhen
gerçekleştiği ile ilgili her iki sonucu da çıkarmak mümkündür. Ancak başta
Buhârî ve Müslim olmak üzere muteber kaynaklarda yer alan hadiseler içinde Hz. Peygamber’in göğsünün yarılması, Burak’a bindirilerek Mescid-i
60F
61F
62F
63F
22
64F
58
59
60
61
62
63
64
en-Necm, 53/11.
Çağımız Tefsir hocalarından Prof. Dr. Süleyman Ateş, Miraç’ın, Necm Suresi 11. ayetin tercümesinde
Resûlullah’ın Rabbini hem kalb hem de baş gözüyle gördüğünü ifade etmektedir.
en-Necm, 53/13-14.
Buhârî, Bed’u’l-halk 7; Tevhid 4; Müslim, İman, 287; Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 7.
Bu anlatıma göre Hz. Peygamber, Cebrail’i asli suretinde melek hüviyetiyle görmüştür. İlk vahyi alıp
Hira mağarasından eve doğru dönerken yolda ona seslenince başını kaldırıp sesin geldiği yere
baktığında Cebrail’in yer ile gök arasında bağdaş kurduğunu görmüştü. İkinci görmesi ise, Miraç
dönüşünde Sidretu’l-Münteha’da gördüğü kabul edilir.
Müslim, İman, 291- 292; Ebu Davud et-Tayalisi, Müsned, 474.
Müslim, İman, 287. İlim adamları, Miraç gecesinde Hz. Peygamber’in (s.a.v) Allah’ı görüp görmediği
konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Buhârî’nin anlattığına göre, tabiinden Mesruk, Hz. Aişe'ye
‘Muhammed Rabbini gördü mü?’ diye sormuş. O da : ‘Ey Mesruk gafil olma! Senin bu sözlerinden
tüylerim ürperdi. Kim sana şu üç şeyi söylerse yalan söylemiş olur: Muhammed Rabbini gördü diyen
yalan söyler. Çünkü Kur’an’da “O’nu gözler görmez, O görür.” Başka bir ayette “Allah bir insana ancak
vahiyle ya da bir perde arkasından ya da bir melek yollayarak istediğini vahyetmekle konuşmuş olur. Allah yüce ve
hâkimdir,” buyurulmuştur. Yarın ne olacağını bilirim diyen kişi yalan söyler, çünkü Kur’an’da kıyametin
ne zaman kopacağını Allah bilir. Yağmuru istediği vakit dilediği yere yağdırır, ana karnında olanı bilir.
Bir kişi, yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilmez. Allah bunları bilir ve hepsinden haberdardır
denmektedir. Üçüncü bir husus da Hz. Peygamber (s.a.v) bir şeyi sakladı, söylemedi diyen yalan söyler;
çünkü ayette “Ey Rasul! Rabbin tarafından sana indirileni bildir. Eğer bunu yapmazsan, Allah’ın sana
indirdiklerini bildirmiş olmazsın…” denilmiştir.’
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
Aksâ’ya, ardından semavâta ve ötesine götürülmesi, süt ve şarap kadehlerinden birini tercih etmesinin istenmesi, elli vakit namazın beşe indirilmesi
gibi hususların ortaya konuluş biçimi, Miraç’ın ruhen gerçekleştiği
görüşünü savunanların ileri sürdüğü argümanlardır. Miraç, kelâm âlimleri
tarafından mucize olarak kabul edilmekle birlikte, konu ile ilgili çalışmaların
önemli bir kısmında olay, Hz. Peygamber’in somut mucizeleri arasında
zikredilmemiştir. Diğer taraftan somut mucizelerin meydana gelişinin amacı
açısından, insanlar tarafından müşahede edilmesi gerekirken, Miraç, sadece
Resûlullah’ın müşahedesi olup Kur’an ve hadisin haber vermesiyle
bilinmektedir. Mucizenin tanımı ve nübüvveti ispat etme fonksiyonu
yönünden bakıldığında Miraç, klasik mucize ölçüleri dışında Hz.
Peygamber’in manevî dünyasında onu teselli etmek için gerçekleşip, O’na
güç veren olağanüstü bir olay özelliği taşımaktadır. 65
Miraç’ta Teşrî Kılınan Hükümler
Hz. Peygamber (s.a.v.)’e inen vahyin mekânlarının değişik olduğu
bilinen bir husustur. Bu vahyin bir kısmı da Miraç gecesinde Resûlullah’a
verilmiş ve bazı ibadet ve ameller Cenab-ı Allah tarafından o gün teşri
edilmişti. İslam âlimlerinin genelinin ittifakla kaydettikleri husus, el-Bakara
Suresinin son iki ayetinin Miraç’ta nazil olduğudur. Ayrıca o güne kadar
sadece sabah ve akşam saatlerinde günde iki vakit kılınan namaz beş vakte
çıkarılarak farz kılınmıştır. Surenin 78. ayetinde “Gündüzün güneş dönüp
gecenin karanlığı bastırıncaya kadar belli vakitlerde namaz kıl ve özellikle sabah
namazını! Zira sabah namazı şahitlidir” buyruğuyla beş vakit namaza işaretler
vardır. Ayrıca Hz. Peygamber burada, ümmetinden Allah’a şirk koşmaktan
uzak olanların cennete girecekleri müjdesini almıştır. Diğer taraftan Miraç’ı
anlatan İsrâ suresinin ilk ayetinde olay dile getirildikten sonra surenin
ilerleyen ayetlerinde birçok hüküm teşri kılınmış ve alabildiğine emirler ve
nehiyler sıralanmıştır. Öncelikle şirke düşmeyen Müslümanların
affedileceğine dair Miraç gecesinde verilen müjdenin yanında da kesin bir
dille şöyle ifade edilmiştir:
“Allah ile beraber başka bir ilâh edinme. Sonra kınanmış ve kendi başına
bırakılmış olursun. Rabbin şunları hükmetti: Kendisinden başkasına ibadet etmeyin.
Anne ve babaya iyi davranın! Eğer onlardan biri veya ikisi yanında ihtiyarlığa
ererse sakın onlara “öf” (bile) deme. Onları azarlama; onlara tatlı ve güzel söz söyle.
Merhametinden dolayı onlara alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: “Rabbim, onlar
65
Salih Sabri Yavuz, “Miraç”, DİA.
23
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
24
beni küçükken nasıl terbiye ettilerse, Sen de onlara öyle rahmet eyle. Rabbiniz
içinizdekini en iyi bilendir. Eğer iyi kimseler olursanız şüphesiz ki O, kendine
dönenleri gerçekten bağışlayıcıdır. Akrabaya hakkını ver; yoksula da, yolda kalmışa
da. Ama saçıp savurma! Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytansa
Rabbine karşı çok nankördür. Şayet Rabbinden umduğun bir rahmeti arayarak
onlardan yüz çevirirsen, o halde kendilerine ağır gelmeyecek (hoş) bir söz söyle!
(Zincire vurulmuş esirler gibi) elini boynuna bağlanmış kılma (cimri olma). Onu
büsbütün de açma (İsrâf da etme). Yoksa sonra kınanır, yaptığına pişman olur
kalırsın. Şüphesiz ki Rabbin dilediğinin rızkını genişletir ve daraltır. Şüphesiz O,
kullarından gerçekten haberdardır, hakkıyla görendir. Evlatlarınızı fakirlik korkusu
ile öldürmeyin. Onları da sizi de Biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten
büyük bir günahtır. Zinaya yaklaşmayın. O cidden hayâsızlıktır, kötü bir yoldur.
Allah’ın haram kıldığı canı hak ile olmadıkça öldürmeyin. Kim zulme uğrayarak
öldürülürse; Biz velisine bir güç ve yetki vermişizdir. O halde o da öldürmekte
aşırıya gitmesin. Çünkü o, zaten yardıma mazhar olmuştur. Ergenlik çağına
erinceye kadar -en güzel şekilde olması müstesnâ- yetimin malına yaklaşmayın. Bir
de ahdi yerine getirin. Çünkü ahidden (dolayı) sorumluluk vardır. Ölçtüğünüzde
tam ölçün ve dosdoğru terazi ile tartın. Bu, hem daha hayırlı hem de sonuç itibari ile
daha güzeldir. Bilmediğin bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalbin her
biri ondan sorumludur. Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme. Çünkü sen hiçbir
zaman yeri de yaramazsın, boyca da asla dağlara erişemezsin. Kötü olan bütün
bunlar Rabbinin katında hoşlanılmayan şeylerdir.” 66
Bu ayetlere göre;
1-Allah’a şirk koşmamak,
2-Anne-babaya karşı en güzel davranışları sergilemek,
3-Akrabalara, yakınlara, fakirlere, mahrumlara, yolculara haklarını
vermek, onlara yardım etmek,
4-İsrâf etmemek,
5-Cimrilik yapmamak,
6-Helal rızık edinmek,
7-Evlatlarımızı rızık endişesiyle öldürmemek/fakirlik korkusu ile
doğmalarına engel olmamak,
8-Fuhuş kabul edilen zinaya yaklaşmamak,
9-Haksız yere insanların canına kıymamak,
10-Hiçbir şekilde insan öldürmemek,
11-Öksüzün/yetimin malını korumak,
66
İsra 17/22-38.
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
12-Verilen sözü mutlaka yerine getirmek,
13-Ölçüp tartarken insanların hakkını yememek, yanlış ölçüp
tartmamak,
14-Bilmediğimiz ve bizi ilgilendirmeyen şeylerin peşine düşmemek,
15-Kibirden uzak durmak,
16-Her zaman mütevazı olmak,
gerektiği bildirilmiş ve bunlara uymanın gerekliliği anlatılmıştır.
““ ”ﻓﺄوﺣﻲ إﻟﻲ ﻋﺒﺪه ﻣﺎ أوﺣﻲKuluna neler neler vahyetti” 67 buyuran Cenab-ı
Allah, bütün bu hususları Miraç gecesinde teşri’ buyurmuştur.
İnsanlık için son derece büyük düstur ve ilkeler içeren bu hususlar,
hemen hemen bütün peygamberlere indirilen vahiyler doğrultusunda olup
insanlığın uyması gereken kurallar olarak belirlenmiş ve hükme
bağlanmışlardır. Böylelikle Miraç, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Mekke
müşriklerinden gördüğü büyük eziyet ve sıkıntılara karşı verilen manevi bir
güç ve rûhî bir zenginlik olmuştur. Ayrıca Miraç, Resûlullah’ın risaletin
bütünlüğünü manevi âleminde en iyi şekilde hissetmesini sağlamıştır. Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in ruhu, zaman ve mekân perdeleri karşısında
alabildiğine zenginleşmiş ve sıkıntı perdelerini yırtıp atmış, hicrete
hazırlanmıştır.
Öte yandan “De ki: Ya Rabbî, gireceğim yere doğruluk ve dürüstlük üzere
girmemi, çıkacağım yerden de doğruluk ve dürüstlük üzere çıkmamı nasib eyle ve
Kendi katından beni destekleyecek kuvvetli bir delil ver bana!” 68 ayetiyle Hz.
Peygamber’e hicret edeceği yere sıdk ve doğruluk üzere ulaştırılması için
nasıl dua edeceği öğretilmiştir. Miraç, büyük bir ruhi zenginlik iken hicret
de bunun arkasından gelmiş ve böylece Hz. Peygamber (s.a.v.)’in maddi
sıkıntılardan kurtulması sağlanmıştır. Bu kadar sıkıntılar içindeyken ruhen
ve manen zenginliğe erişmek ancak ilahi huzura kavuşmakla mümkün olup
bu da Miraç’ta gerçekleşmiş bulunmaktadır. Allah’ın peygamberine
ayetlerinden bir kısmını göstermek üzere Sidretü’l-Münteha’ya kadar
ulaştırması, insanın aciz kalacağı bir olaydır. Böyle bir olayı ancak bir
peygamber yaşayabilir. Hz. Peygamber (s.a.v.)’in gözünün önünden zaman
ve mekân kayıtlarının kalkmasıyla gerçekleşen bir olay olarak buna sadece
iman edilir.
67F
67
68
en-Necm, 53/10.
İsra, 17/80.
25
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
Miraç Olayı Üzerine İman Zaafiyeti Gösterip İrtidat Edenler
en-Nahl sûresi’nde yer alan bazı ayetler, dinden döndürülme eylemlerini
ve hicret sahnelerinden birini çok açık bir şekilde içermektedir. Bu işkence
ve saldırılara dayanamayan bazı kimseler büyük bir imtihanla karşı karşıya
kalmış ve İslam’a girdikleri halde sonradan irtidat etmişlerdi. Daha sonra
bunlara ya da içlerinden bazılarına hicret etme fırsatı doğmuş, onlar da
hicret edip, tekrar İslâm’a dönerek, Allah’ın yolunda cihad edenler, sabır
gösterip sebat edenler zümresine katılmışlardı. Buradaki “cihad edenler”
kavramı, savaş şeklindeki cihadı değil, aksine sabır gösterip, Allah ve dini
uğrunda güçlüklere, zorluklara katlanmayı ifade etmektedir. Bilindiği gibi
bu dönemde kıtal anlamında, cihada/savaşa izin verilmediği için buna
imkân yoktu. Nitekim birçok Mekkî ayette (“ )ﺟﮭﺪc-h-d” kök fiilinden gelen
bu kavram, belirttiğimiz anlamda kullanılmıştır. Bu konuda en belirgin
referans “Öyle ise kâfirlere itaat etme, onlara karşı bu Kur’an’la büyük bir
mücahede gerçekleştir” 69 ayetidir. Burada da açıkça görüleceği üzere, Kur’an
ile onlara karşı mücadele ve mücahede etmeleri hususuna vurgu vardır.
en-Nahl sûresinde daha önce gelen bazı ayetler, İslâm’dan irtidat etmiş
ve tekrar küfürle bütünleşerek, ona gönlünü açan, Müslüman bir gruba
yöneltilmiş eleştiriler içermektedir. Bu ayetler, iki yönlü bir imtihan ile karşı
karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bunlardan birincisi herhangi bir zorlama
olmadan, dünya hayatını ahiret hayatına tercih etme, dünyaya meyletme,
yani güzellikle dünya menfaatine mağlup olma şeklindedir. İkincisi ise
zorlama ve işkence ile yaşanan sınavdır. Kanaatimize göre, iki yönlü fitnenin
zikredildiği ayetlerden sonra gelen en-Nahl sûresinin 110. ayeti, 70 zorla
dinlerinden döndürülen, sonra bir fırsatını bulup kurtulan ve tekrar İslam’a
dönen, böylece Cenab-ı Allah’ın takdir ve mağfiretine mazhar olan grubu
kastetmiştir.
Ayetlerin işaret ettiği irtidat olayının başka bir nedenden
kaynaklandığını ifade etmek de mümkündür. O da, yukarıdaki ayetlerden
önceki bir grup ayetin tanımladığı, “Kur’an okuduğun zaman kovulmuş
şeytandan Allah’a sığın. Çünkü inananlara ve Rabblerine dayananlara o şeytanın
gücü yoktur. Onun gücü, sadece kendisini dost edinenlere ve Allah’a ortak koşanlaradır. Bir ayetin yerine başka bir ayet getirdiğimiz zaman Allah ne getirdiğini
69F
26
69
70
Furkan, 25/52.
“Şüphesiz ki senin Rabbin, mihnet ve işkenceye, zulme ve baskıya uğradıktan sonra Allah yolunda cihad edip
sabreden, ardından da hicret edenlerle beraberdir. Rabbin, onların bütün bu güzel hareketlerine karşılık elbette
onları bağışlayıp ihsanda bulunacaktır. Çünkü O Ğafurdur, Rahîmdir.”
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
bilirken, “Sen (Allah’a) iftira ediyorsun (bu sözleri kendin uyduruyorsun)” derler.
Hayır (ama) çokları bilmiyorlar. De ki: “İnananları sağlamlaştırmak ve
Müslümanlara yol gösterici ve müjde olmak üzere onu, Ruhu’1-Kudüs (Cebrail),
Rabb’inden hak (ve hikmet) gereğince indirdi.” Haktan saparak kendisine
yöneldikleri adamın dili acemi (yabancıdır, açık değildir), bu ise apaçık Arapça bir
dildir. Allah’ın ayetlerine inanmayanları Allah doğru yola iletmez, onlar için acı bir
azap vardır. Yalanı, ancak Allah’ın ayetlerine inanmayanlar uydurur, yalancılar,
işte onlardır.” ayetlerinin 71 doğurduğu ortamdır. Müşriklerin inatçı liderleri,
bu ayetleri dillerine dolamış ve bu münasebetle Resûlullah’a saldırılarını
yoğunlaştırmış, ona iftiralarda bulunup bu ayetleri yabancı birinden
öğrendiğini ileri sürerek propaganda yapmışlar ve bazı Müslümanları da
etkilemişlerdi. Keza “tebdil” ayetlerinin, “fitne/imtihan” ayetlerinden sonra
inmiş olması da bu görüşü desteklemektedir. “Fitne” ayetlerinden önce bazı
ayetler, Allah’ın ahdine ve misakına bağlılıktan söz edip, bunlara aykırı düşmekten sakındırmış, Allah’ın ahdini bozanlar eleştirilmiş ve ona bağlı
kalanlar övülmüştür. Böylece ayetler birbirine bağlanmakta ve konu
bütünlüğü de sağlanmaktadır.
Ayetler, ahlaki ve sosyal telkinlerle ilgili genel kuralları ihtiva etse de;
içerik olarak dikkatlice bakıldığında, kullanılan bazı ifadelerin bulunduğu
ayetlerin -fitne olayından bahseden ayetlerden- hemen önce gelmiş olması,
bu ayetlerin de olayla ilgili olduğunu ve konuya Allah’ın yolundan alıkoyan
ve O’nun ahdini bozanların aleyhine bir giriş mahiyetinde geldiğini
göstermektedir. Ayetler aynı zamanda sabırlı olmaya, Allah’ın ahdini
dünyevi değerlerle bozmamaya bir çağrı da içermektedir. Zira Allah
katındaki, insanların yanındakinden daha hayırlıdır. Ayetlerin özünden ve
içeriğinden, Allah’ın ahdini bozmanın, İslâm’ın ahdini bozmayı ifade ettiği
anlaşılmaktadır. Bu ayetlerden anlaşıldığına göre bazı Müslümanların
işkencelere ve sıkıntılara karşı sabırları tükenmiş ya da tükenmek üzereydi.
Sıkıntılar o dereceye varmıştı ki, şikâyet etmeye ve sızlanmaya başlamışlardı. Söz konusu ayetler, cesaret verme ve güzel vaatlerde bulunmayla
birlikte, sabırsızlık gösterenlere de azarlama mahiyetindedir.
Sonuç
Miraç olayının imanî bir mesele olup, birçok kimsenin imanının sınandığı
bir hadise mahiyetini taşıdığını söylememiz hiç de mübalağa olamaz. Bu
71
En-Nahl, 16/101-105.
27
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
28
konuda kaynaklarda yer alan bütün rivayet ve bilgilere bakıldığında bu
sonuca varılacağını söylemek mümkündür.
Bütün mucizelerin olağanüstü bir durum olmasından dolayı izahının
kolay olmadığı bilinen bir gerçektir. Özellikle bu mucizede dünya ile her
türlü ilişkinin tamamen ortadan kalktığı, yüce makamlara erişildiği ve
melekût âleminin seyredildiği bir hal söz konusudur. Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in kalp gözü önünden bir takım perdeler kalkar, görme ve işitme
şartları ve özellikleri tamamen değişir, zaman ve mekân kuralları dünya
hayatındakinden farklı olup, mesafe kavramı ortadan kalkar, meleklerle
birlikte seyreden bir beşer peygamber sıfatıyla Rabbinin huzuruna varıp
Rabbani bir feyz âlemine ulaşır. Bu olay, ilahi irade ve risâlet makamının bir
parçası olarak değerlendirilmezse, izahı akıl ve kalplerin taşıyamayacağı ve
kavrayamayacağı bir hadise olup, bunu okuyan ve işiten insanların
sınanmasına yol açar.
Bazılarına göre, İsrâ olayına itiraz edilmezken, sonraki hadiselerin vukuu
kabul edilemez şeklinde telakki edilir. Ayette “O’na ayetlerimizden bir kısmını
gösterelim diye...” (İsra, 17/1) buyrulurken Beytü’l-Makdis ve çevresindeki
ayetlerin kastedilmediği muhakkaktır. Orada Cenab-ı Allah’ın göstereceği
mucizelerin mescid ve çevresi ile ilgili olmadığı, İsrâ’dan sonra gösterilecek
mucize ve ayetlerin söz konusu olduğu gayet açıktır. Yani İsrâ’dan sonra
vuku bulacak Miraç olayı kastedilmiştir. Burada bahsedilen “ayetlerimizden
bir kısmı”, Cenab-ı Hakk’ın ayetlerinin sonsuzluğundan dolayı “min”
takısıyla “sadece bir kısmı” şeklinde ifade edilmektedir. İlahi kudretin
olağanüstülüğünün ve hikmetlerinin yüceliğinin sonsuzluğundan dolayı bu
şekilde kullanılmıştır, dememiz mümkündür. Hz. İbrahim için Cenab-ı
Allah’ın buyurduğu “Böylece Biz İbrahim’e göklerin ve yerin gizlilik ve
egemenliğini/melekûtunu gösteriyorduk” (el-En’am, 6/75) ayetindeki, göklerin
ve yerin gizli ve bilinmeyen tarafları kastedilmektedir. İsrâ olayında da
“O’na ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye...” bahsedilen ayetler Kudüs ve
çevresi değil, göklerin gizlilikleri olup bununla da Miraç kastedilmiştir.
Kısaca İsrâ ve Miraç olayı, Kur’an-ı Kerim’in nasları ve birçok tarikten
gelen ve müttefekun aleyh olan hadis rivayetleriyle subûtu kat’i, ümmetin
âlimlerinin büyük bir çoğunluğunun görüşü ile sabit bir mucize olup dinen
inkârı mümkün olmayan bir olaydır. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi,
büyük işkence ve sıkıntılarla musibetlerin üst üste geldiği ve yeryüzünün
kendisine dar edildiği bir anda o yüce Resulün gönlünü hoş tutmak, manen
Ahmet Ağırakça | Kaynaklar Işığında İsrâ ve Miraç Olayı
kuvvet vermek ve güçlü kılmak için gökyüzünün kapılarının O’na açılması
gayet tabii bir ilahi nimet ve ikram değil midir?
Diğer taraftan ayette zikredilen “Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya bir
gece yürüyüşü ile götürülmesi” (İsra, 17/1) sözleri de her iki mescide verilen
önemin Cenab-ı Allah katındaki durumunu göstermekte olup, her iki
mescidin aynı ayette birlikte zikredilmesi çok manidardır. Bu da
Müslümanların bu iki kutsal mekânı muhafaza etmeleri ve onlara sahip
çıkıp düşman tasallutundan tarih boyunca kıyamete kadar korumaları
gerektiğini işaret etmekte ve bu işaretle görevi bütün ümmet fertlerinin
sorumluluğuna bırakmaktadır. Ayrıca bu kutsal mekânların birisinin
İsmail’in diğerinin de İshak’ın evladının himayesinde iken İsrâ ve Miraç
mucizesiyle her iki mekânın korunmasının artık o günden sonra İsmail’in
evladına teslim edildiğini göstermektedir. Zira İshak’ın neslinden gelen
İsrâiloğulları’nın peygamberlerine isyanları ve bu peygamberleri
öldürmeleriyle lanete uğrayarak Beytü’l-Makdis’in koruyuculuğunu
yapamayacakları gösterilip ellerinden alınmış ve o gece Resûlullah’a teslim
edilmiştir. Bu nedenle asıl miras hakkı kimde ise bu mekânları onun
koruması gerekir.
Bu mucizevî olayın Müslüman ilim adamları tarafından alabildiğine
tartışılıp farklı zaviyelerden değerlendirildiği malumdur. Ancak bu
tartışmaları yaparken Hz. Peygamber’in hayatında yaşandığı kesin olan bir
olay olarak sübutu kat’i bir hadise olduğunu kabul etmeyen bir Müslüman
tasavvur edilemez. Sadece yukarıda yaptığımız kaynak değerlendirmeleri ve
kaynaklardan aktardığımız bilgiler çerçevesinde bunun vuku bulma
şeklinde görüş ayrılıklarının olduğu da muhakkaktır. Fakat genel olarak bu
hadisenin vuku bulma şekli üzerindeki ihtilafları bir yana bırakırsak, bu
mucizenin meydana geldiğini İsrâ ve en-Necm surelerindeki ayetlerle,
birçok tarikten gelen hadis rivayetlerinin bir araya getirilerek
değerlendirilmesi halinde, bunun tevatür derecesine ulaşacağını söylemek
ilmi bir hakikati yansıtmak demektir. Buna rağmen araştırmaların ve konu
ile ilgili ilmi tartışmaların da devamında zarar olmayacağını ifade etmek
isteriz.
29
Artuklu Akademi | Journal of Artuklu Academia 2014/1(2)
Kaynakça
Ahmed İbn Hanbel, Müsned, İstanbul 1982-1402, I-IV.
Alfred Guillaume, “Garbta İslam Tetkikleri”, İÜEDF, İslam Tetkikleri
Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1954, I, cüz 1-4, 125.
Bağavi, Şerhu’s-sünne, Beyrut 1399/1979, I-XIII.
Bedruddin el-Ayni, Umdetu’l-Kârî, Kahire 1972/1392, I-XVI.
Buhârî, es-Sahîh, Riyad 1419/1999, I.
Fahruddin er-Razi, Mefâtihu’l-ğayb, Beyrut 1990/1411.
Hâkim, el-Müstedrek, Beyrut 1986/1406.
İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, Kahire 1998/1419, I-XVI.
İbn Hişam es-Sîretu’n-Nebeviyye, Beyrut 1971/1391, I-IV.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Zâdu’l-Meâd, Mısır 1970/1390.
İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Kahire 1992/1413, I-XV.
İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kübrâ, Beyrut 1968/1388, I-VIII.
30
Kadı İyad, Şifâ-i Şerif, (ter. ve şerh: Y. Kandemir), İstanbul 2012.
Kadı İyad, Şifâ-i Şerif Tercümesi (M. Cemal), İstanbul 1314.
Kurtubî, el-Cami’ li ahkâmi’l-Kur’an, Beyrut 1413/1993, I-XVI.
Mehdi Rızkullah Ahmed, es-Siretu’n-Nebeviyye fi Dav’i’l-Masâdiri’l-Asliyye,
Riyad 1412/1992.
Muhammed es-Sûyânî, es-Siretu’n-nebeviyye, Riyad 2009, I-IV.
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, (çev. Salih Tuğ), I-II, İstanbul
1990/1411.
Muhammed İbn Salih ed-Dimaşkî, Subulu’l-Hüda ve’r-Reşâd fî Hedyi Hayri’lİbad, (çev. Ebu Bekir Sifil), İstanbul 2011, III.
Musa İbn Raşid el-Azimi, el-Lü'lü'ü'l-Meknun fi Sireti'n-Nebiyyi'l-Me‘mun,
Kuveyt 2011/1432, I-IV.
Müslim, es-Sahih, (neşr. Muhammed Fuad Abdulbaki), Beyrut 1965, I-V.
Salih Sabri Yavuz, “Miraç”, DİA.
Tirmizi, Sünen, Beyrut 1990/1411.
Zehebî, Siyeru A’lâmi’n-Nubelâ, (neşr. Ömer Tedmuri), I-XXV, Beyrut 19932003.
Zehebi, es-Sîre, Beyrut 1982/1402.