Emre Çıtak
Academician at Department of International Relations in Hitit University
less
Related Authors
Fatma Nur Özdemir
Inönü üniversitesi
Canan Katılmış
Inönü üniversitesi
Dr. Davut Taş
Independent Researcher
Ozkan Kantemir
Independent Researcher
Ali Fuat Gökçe
GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ
Nevzat TEKNECİ
Kocaeli Üniversitesi
Uploads
Papers by Emre Çıtak
yeniden ele alınması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Devletlerin politika yapımı ve güvenlik
sağlama süreçlerinde temel başvuru gücü olan istihbarat faaliyetleri de bu bağlamda bir
dönüşüm süreci tecrübe etmektedir. Bu dönüşümde özellikle toplama ve analiz yöntemlerinin,
aşamalarının, kaynaklarının ve hedeflerinin de çeşitlendiği gözlemlenmektedir. “Toplum
yararı için toplumla çalışma” anlayışına paralel şekilde, hâlihazırda pek çok alanda kullanılan
kitle kaynak uygulamalarından istihbarat süreçlerinde de farklı yönlerden yararlanılma
potansiyeli bulunmaktadır. Ortak çalışma ve paylaşım çerçevesinde kitlelerin bilgisine,
yeteneğine, tecrübesine ve kaynaklarına başvurmak olumlu çıktılar sağlayabilmektedir.
İşletme yönetiminden seçim süreçlerine, teknoloji geliştirmeden akademik araştırmalara kadar
geniş bir yelpazede kitlelerin “bilgiliğinden” fayda elde etmek mümkün hale gelmiştir. Fakat
istihbarat gibi son derece hassas bir faaliyet türünde dışarıdan kişileri ve kaynakları sürece
dâhil etmek avantajlarının yanı sırada beraberinde çeşitli riskler getirmektedir. Bu çalışmada
kitle kaynak uygulamalarının, toplama ve analiz gibi istihbarat süreçlerinde kullanılması
çeşitli yönleriyle analiz edilmektedir. Çalışmanın, ulusal güvenliğin sağlanmasında insan
gruplarının bir dış kaynak olarak doğasında gizlilik olan istihbarat dün
dönüşüm oluşturmaktadır. İnsanlığın kadim mücadelesinin çıktısı olan savaşlar, giderek
geleneksel savaş sahasından farklı alanlara yayılmaktadır ve meskûn mahal de artan
şekilde savaşın popüler sahnesi haline gelmektedir. Şüphesiz meskûn mahal çatışmaları
için köklü bir tarihsel arka plan çizmek mümkündür; ama devletler arası savaşın, iç
savaşın ve terörizmle mücadelenin yerleşim yerlerine yüksek yoğunlukta sıçraması süreci
daha çok günümüzde tecrübe edilmektedir. Özel çatışma stratejilerinin ve tekniklerinin
gerekli olduğu meskûn mahalde, istihbarat faaliyetleri de geleneksel kimliğinin ötesinde
bir çerçevede ele alınmaktadır. Meskûn mahalin fiziki ve beşeri özellikleri ile karşı tarafın
durumu bu alandaki istihbarat faaliyetlerinin hedefini oluşturmaktadır. 2003 yılında
başlayan Irak Savaşı, yeni meskûn mahal çatışmalarının en çarpıcı örneklerinden birini
ifade etmektedir. Söz konusu savaşta çatışmalar uzun süre yerleşim yerlerinde devam
etmiş ve koalisyon güçleri bu mücadeleye uyum sağlayabilmek için ciddi derecede sıkıntılı
bir süreç geçirmişlerdir. Savaş sırasındaki istihbarat faaliyetleri de bu sahadaki
belirsizliğin kaldırılması için mücadele içindeki mücadeleyi oluşturmuştur. Bu çalışmada
öncelikle, savaşın meskûn mahal boyutu ve bu kapsamdaki istihbarat faaliyetlerinin rolü
ele alınacaktır. Ardından bu konu, Irak Savaşı örneği üzerinden değerlendirilecektir.
Çalışma ile Türkçe literatürde yeterince yer bulmamış meskûn mahal çatışmaları üzerine
genel bir çerçeve çizilmesi ve bu çatışmalardaki istihbarat gereksiniminin ortaya
konulması amaçlanmaktadır.
uluslararası düzeylerde ciddi bir tehdit olarak terörizmle ve imkân ve kabiliyetleri olağandışı bir gelişme gösteren terör
örgütleriyle mücadele de bu bağlamda ciddi bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Bu çalışmada açık kaynak istihbaratının terörle
mücadele içindeki rolü ele alınmaktadır. İstihbaratta toplamada başvurulan pek çok yöntem ve teknik bulunmaktadır. Açık
kaynak istihbaratını özel kılan ise toplama faaliyetlerinde maliyet, erişilebilirlik, yasallık ve risk gibi kıstaslardaki avantajıdır.
Terör örgütlerine karşı yürütülen mücadelede açık kaynaklardan toplananlar, istihbarat çarkına işlerlik kazandıran önemli
girdilerdir. Çalışmada öncelikle istihbaratta toplama ve açık kaynak istihbaratı üzerine geniş bir çerçeve çizilecektir. Böylece
bu konuda yapılacak araştırmalar için Türkçe literatüre mütevazı bir katkı sunulması planlamaktadır. İkinci bölümde ise
terörle mücadele kapsamında istihbaratın rolü ve toplama faaliyetlerinde açık kaynak analizinin önemi ortaya konulmaya
çalışılacaktır. Burada terör örgütleri ve faaliyetleriyle ilgili nelerin, nasıl ve ne ölçüde toplanılabildiği ifade edilecektir. Burada
karanlık internet konusunu da vurgu yapılacaktır. Çalışma, terörle mücadele-açık kaynak istihbaratı ilişkisinin yer aldığı bir
listeleme ve değerlendirme ile sona erecektir.
yer bulmaktadır. Küresel iklim değişikliğinin bir boyutu olan küresel ısınmanın yarattığı etki,
buzullarla kaplı ve iklimi oldukça sert bu bölgede köklü değişimler yaratmaktadır. Bölgedeki buzulların
erimesi çevresel bir tehdit ve ekolojik bir dönüşüm oluştururken siyasi, ekonomik, bilimsel, askeri, ticari
alanlarda da ortaya çeşitli fırsatlar çıkarmaktadır. Hem bölge hem de bölge dışı aktörler de bir yandan
uluslararası güvenlik meselesi haline gelen küresel ısınmaya yönelik çalışmalar yürütmek isterken diğer
taraftan ulusal çıkarları bağlamında paylaşımdan pay alma iradesi göstermektedirler. Bu kapsamda
bölge giderek büyük aktörlerin politikalarının yoğunlaştığı bir odak noktası haline gelmiştir. Arktik
ayrıca uluslararası alanın yükselen gücü olan Çin’in ise küresel açılımını sergilediği yerlerden biri
olarak ön plana çıkmaktadır. Bölgedeki alternatif ticaret yolu güzergâhı, enerji kaynakları, değerli
madenler, bilimsel keşifler, turizm gibi potansiyeller Çin’in yöneliminin temel güdülerini oluşturmaktadır.
2018 yılında açıklanan “Beyaz Kitap” ile Çin Arktik politikasının resmi ana hatlarını çizmiş ve
Yol ve Kuşak Projesinin bir ayağını oluşturacak olan Kutup İpek Yolu girişimini açıklamıştır. Bu
çalışmada öncelikle Arktik Bölgesinin kısa bir tanıtımına yer verilecek, ardından Ottava Deklarasyonu
uyarınca 1996 yılında bölgedeki 8 devlet ve yerel halkların üyelerini oluşturduğu Arktik Konseyi’ne
değinilecektir. Arkasından da Arktik’teki aktörlerin politikalarının genel hatları ele alınacak ve bir bölge
dışı aktör olan Çin’in Arktik siyaseti, Kutup İpek Yolu projesi üzerinden incelenecektir.
Savaş alanındaki gelişmeler ışığında günümüzde savaş stratejisi oluşturmanın devletleri hiç olmadığı kadar zorladığını söylemek gerekmektedir. Bu zorlu işte devletler, yoğun şekilde istihbarat faaliyetlerine başvurmaktadırlar. İstihbarat faaliyetleri ile; savaş stratejilerinin oluşturulmasında son derece önemli olan öze ve düşmanlara yönelik bilgilerin toplanması, tarafların kapasitelerin belirlenmesi, mevcut ve olası tehditlerin ve tehdit kaynaklarının tespit edilmesi, olası savaşların ve çatışmaların gerçekleşebileceği yer ve zamanla ilgili öngörülerin yapılması, önleyici faaliyetlerin gerçekleştirilmesi gibi görevler yerine getirilmektedir. Bu nedenle de savaşların kazanılmasında, ülke istihbaratının kalitesi belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada öncelikle savaş, strateji ve istihbarat kavramlarının genel hatları çizilecektir. Arkasından da savaşın ve savaş stratejisinin değişen doğası anlatılacak ve bu bağlamda istihbaratın savaş stratejisindeki önemine değinilecektir. Makale, yeni savaş anlayışına uygun stratejisi yapımında istihbaratın nasıl bir rol aldığını ortaya koymaya çalışacaktır. Değişen savaş anlayışında istihbaratın nasıl bir silah haline geldiği ve bu süreçteki strateji yapımında “bilinmezlik” tehdidinin önlenmesinde ilgili faaliyetlerin değerinin ifade edilmesi çalışmanın esasını oluşturmaktadır.
cumhuriyetlerinin olduğu coğrafyalarda yapmıştır. Tüm devletlerin nihai amacının gelişme ve modernleşme yoluyla güçlenme olduğu göz önünde
bulundurulduğunda, enerji-politiğin giderek devletler arası ilişkilerin en önemli ayaklarından birini hatta en önemlisini oluşturduğunu söylemek
doğru olacaktır. Çünkü ülkelerin, gelişmeleri ve artan nüfuslarının ihtiyaçlarına cevap vermeleri için, enerji gereksinimlerinin karşılanmasının güvence altınaalınması gerekmektedir.
Books by Emre Çıtak
yeniden ele alınması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Devletlerin politika yapımı ve güvenlik
sağlama süreçlerinde temel başvuru gücü olan istihbarat faaliyetleri de bu bağlamda bir
dönüşüm süreci tecrübe etmektedir. Bu dönüşümde özellikle toplama ve analiz yöntemlerinin,
aşamalarının, kaynaklarının ve hedeflerinin de çeşitlendiği gözlemlenmektedir. “Toplum
yararı için toplumla çalışma” anlayışına paralel şekilde, hâlihazırda pek çok alanda kullanılan
kitle kaynak uygulamalarından istihbarat süreçlerinde de farklı yönlerden yararlanılma
potansiyeli bulunmaktadır. Ortak çalışma ve paylaşım çerçevesinde kitlelerin bilgisine,
yeteneğine, tecrübesine ve kaynaklarına başvurmak olumlu çıktılar sağlayabilmektedir.
İşletme yönetiminden seçim süreçlerine, teknoloji geliştirmeden akademik araştırmalara kadar
geniş bir yelpazede kitlelerin “bilgiliğinden” fayda elde etmek mümkün hale gelmiştir. Fakat
istihbarat gibi son derece hassas bir faaliyet türünde dışarıdan kişileri ve kaynakları sürece
dâhil etmek avantajlarının yanı sırada beraberinde çeşitli riskler getirmektedir. Bu çalışmada
kitle kaynak uygulamalarının, toplama ve analiz gibi istihbarat süreçlerinde kullanılması
çeşitli yönleriyle analiz edilmektedir. Çalışmanın, ulusal güvenliğin sağlanmasında insan
gruplarının bir dış kaynak olarak doğasında gizlilik olan istihbarat dün
dönüşüm oluşturmaktadır. İnsanlığın kadim mücadelesinin çıktısı olan savaşlar, giderek
geleneksel savaş sahasından farklı alanlara yayılmaktadır ve meskûn mahal de artan
şekilde savaşın popüler sahnesi haline gelmektedir. Şüphesiz meskûn mahal çatışmaları
için köklü bir tarihsel arka plan çizmek mümkündür; ama devletler arası savaşın, iç
savaşın ve terörizmle mücadelenin yerleşim yerlerine yüksek yoğunlukta sıçraması süreci
daha çok günümüzde tecrübe edilmektedir. Özel çatışma stratejilerinin ve tekniklerinin
gerekli olduğu meskûn mahalde, istihbarat faaliyetleri de geleneksel kimliğinin ötesinde
bir çerçevede ele alınmaktadır. Meskûn mahalin fiziki ve beşeri özellikleri ile karşı tarafın
durumu bu alandaki istihbarat faaliyetlerinin hedefini oluşturmaktadır. 2003 yılında
başlayan Irak Savaşı, yeni meskûn mahal çatışmalarının en çarpıcı örneklerinden birini
ifade etmektedir. Söz konusu savaşta çatışmalar uzun süre yerleşim yerlerinde devam
etmiş ve koalisyon güçleri bu mücadeleye uyum sağlayabilmek için ciddi derecede sıkıntılı
bir süreç geçirmişlerdir. Savaş sırasındaki istihbarat faaliyetleri de bu sahadaki
belirsizliğin kaldırılması için mücadele içindeki mücadeleyi oluşturmuştur. Bu çalışmada
öncelikle, savaşın meskûn mahal boyutu ve bu kapsamdaki istihbarat faaliyetlerinin rolü
ele alınacaktır. Ardından bu konu, Irak Savaşı örneği üzerinden değerlendirilecektir.
Çalışma ile Türkçe literatürde yeterince yer bulmamış meskûn mahal çatışmaları üzerine
genel bir çerçeve çizilmesi ve bu çatışmalardaki istihbarat gereksiniminin ortaya
konulması amaçlanmaktadır.
uluslararası düzeylerde ciddi bir tehdit olarak terörizmle ve imkân ve kabiliyetleri olağandışı bir gelişme gösteren terör
örgütleriyle mücadele de bu bağlamda ciddi bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Bu çalışmada açık kaynak istihbaratının terörle
mücadele içindeki rolü ele alınmaktadır. İstihbaratta toplamada başvurulan pek çok yöntem ve teknik bulunmaktadır. Açık
kaynak istihbaratını özel kılan ise toplama faaliyetlerinde maliyet, erişilebilirlik, yasallık ve risk gibi kıstaslardaki avantajıdır.
Terör örgütlerine karşı yürütülen mücadelede açık kaynaklardan toplananlar, istihbarat çarkına işlerlik kazandıran önemli
girdilerdir. Çalışmada öncelikle istihbaratta toplama ve açık kaynak istihbaratı üzerine geniş bir çerçeve çizilecektir. Böylece
bu konuda yapılacak araştırmalar için Türkçe literatüre mütevazı bir katkı sunulması planlamaktadır. İkinci bölümde ise
terörle mücadele kapsamında istihbaratın rolü ve toplama faaliyetlerinde açık kaynak analizinin önemi ortaya konulmaya
çalışılacaktır. Burada terör örgütleri ve faaliyetleriyle ilgili nelerin, nasıl ve ne ölçüde toplanılabildiği ifade edilecektir. Burada
karanlık internet konusunu da vurgu yapılacaktır. Çalışma, terörle mücadele-açık kaynak istihbaratı ilişkisinin yer aldığı bir
listeleme ve değerlendirme ile sona erecektir.
yer bulmaktadır. Küresel iklim değişikliğinin bir boyutu olan küresel ısınmanın yarattığı etki,
buzullarla kaplı ve iklimi oldukça sert bu bölgede köklü değişimler yaratmaktadır. Bölgedeki buzulların
erimesi çevresel bir tehdit ve ekolojik bir dönüşüm oluştururken siyasi, ekonomik, bilimsel, askeri, ticari
alanlarda da ortaya çeşitli fırsatlar çıkarmaktadır. Hem bölge hem de bölge dışı aktörler de bir yandan
uluslararası güvenlik meselesi haline gelen küresel ısınmaya yönelik çalışmalar yürütmek isterken diğer
taraftan ulusal çıkarları bağlamında paylaşımdan pay alma iradesi göstermektedirler. Bu kapsamda
bölge giderek büyük aktörlerin politikalarının yoğunlaştığı bir odak noktası haline gelmiştir. Arktik
ayrıca uluslararası alanın yükselen gücü olan Çin’in ise küresel açılımını sergilediği yerlerden biri
olarak ön plana çıkmaktadır. Bölgedeki alternatif ticaret yolu güzergâhı, enerji kaynakları, değerli
madenler, bilimsel keşifler, turizm gibi potansiyeller Çin’in yöneliminin temel güdülerini oluşturmaktadır.
2018 yılında açıklanan “Beyaz Kitap” ile Çin Arktik politikasının resmi ana hatlarını çizmiş ve
Yol ve Kuşak Projesinin bir ayağını oluşturacak olan Kutup İpek Yolu girişimini açıklamıştır. Bu
çalışmada öncelikle Arktik Bölgesinin kısa bir tanıtımına yer verilecek, ardından Ottava Deklarasyonu
uyarınca 1996 yılında bölgedeki 8 devlet ve yerel halkların üyelerini oluşturduğu Arktik Konseyi’ne
değinilecektir. Arkasından da Arktik’teki aktörlerin politikalarının genel hatları ele alınacak ve bir bölge
dışı aktör olan Çin’in Arktik siyaseti, Kutup İpek Yolu projesi üzerinden incelenecektir.
Savaş alanındaki gelişmeler ışığında günümüzde savaş stratejisi oluşturmanın devletleri hiç olmadığı kadar zorladığını söylemek gerekmektedir. Bu zorlu işte devletler, yoğun şekilde istihbarat faaliyetlerine başvurmaktadırlar. İstihbarat faaliyetleri ile; savaş stratejilerinin oluşturulmasında son derece önemli olan öze ve düşmanlara yönelik bilgilerin toplanması, tarafların kapasitelerin belirlenmesi, mevcut ve olası tehditlerin ve tehdit kaynaklarının tespit edilmesi, olası savaşların ve çatışmaların gerçekleşebileceği yer ve zamanla ilgili öngörülerin yapılması, önleyici faaliyetlerin gerçekleştirilmesi gibi görevler yerine getirilmektedir. Bu nedenle de savaşların kazanılmasında, ülke istihbaratının kalitesi belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada öncelikle savaş, strateji ve istihbarat kavramlarının genel hatları çizilecektir. Arkasından da savaşın ve savaş stratejisinin değişen doğası anlatılacak ve bu bağlamda istihbaratın savaş stratejisindeki önemine değinilecektir. Makale, yeni savaş anlayışına uygun stratejisi yapımında istihbaratın nasıl bir rol aldığını ortaya koymaya çalışacaktır. Değişen savaş anlayışında istihbaratın nasıl bir silah haline geldiği ve bu süreçteki strateji yapımında “bilinmezlik” tehdidinin önlenmesinde ilgili faaliyetlerin değerinin ifade edilmesi çalışmanın esasını oluşturmaktadır.
cumhuriyetlerinin olduğu coğrafyalarda yapmıştır. Tüm devletlerin nihai amacının gelişme ve modernleşme yoluyla güçlenme olduğu göz önünde
bulundurulduğunda, enerji-politiğin giderek devletler arası ilişkilerin en önemli ayaklarından birini hatta en önemlisini oluşturduğunu söylemek
doğru olacaktır. Çünkü ülkelerin, gelişmeleri ve artan nüfuslarının ihtiyaçlarına cevap vermeleri için, enerji gereksinimlerinin karşılanmasının güvence altınaalınması gerekmektedir.
Geleneksel ve yeni güvenlik anlayışları nasıl tanımlanabilir?
Yeni güvenlik anlayışını ortaya çıkaran gelişmeler nelerdir?
Yeni güvenlik politikalarının unsurları nelerdir?
Hangi bakış tarzı istihbarat kavramını en doğru şekilde ifade edebilir?
Yeni bir istihbarat anlayışı gelişmekte midir?
Son dönemde ülkelerin istihbarat anlayışı, yöntemleri ve kurumları bazında attıkları adımlar nelerdir?
Yeni güvenlik anlayışı nasıl bir istihbarat yaklaşımı gerektirmektedir?
Türkiye'de bir istihbarat dönüşümü yaşanmakta mıdır?
Ülkemizde istihbaratla ilgili hukuk, anlayış, teknoloji, eşgüdüm alanlarında ne gibi gelişmeler olmaktadır?
Türkiye için yeni bir istihbarat yapılanması gerekli midir?
Yazar bu kitapta; yukarıdaki sorular temelinde güvenlik ve istihbarat alanındaki güncel gelişmelerin analizini yapıyor. Soğuk Savaş'ın bitmesi ve 11 Eylül saldırıları gibi uluslararası alanda taşları yerinden oynatan gelişmelerin, bilgi ve teknoloji devrimlerinin, sayıları giderek artan kuramsal incelemelerin çerçevesinde değişen güvenlik anlayışının hatlarını çiziyor. Yeni güvenlik anlayışı bağlamında hazırlanan güvenlik politikalarının sahip olduğu özelliklere dikkat çekiyor.
Ayrıca kitapta, yenilenen güvenlik anlayışı karşısında istihbaratın küresel düzeyde nasıl bir dönüşüme girdiği irdelenmeye çalışılıyor. Türkiye'nin de uluslararası, bölgesel ve ülkesel gelişmeler kapsamında tecrübe ettiği istihbarat dönüşümü inceleniyor. Dönüşüm bağlamında; yön veren etkenler, gereklilikler, var olan eksik ve sınırlılıklar atılan adımlar ve öneriler dile getiriliyor. Son olarak da ülkemizin mevcut istihbarat yapılanması değerlendiriliyor ve bir istihbarat yapılanması modeli önerisi ortaya konuluyor.
The Cold War, which constitutes one of the basic logics of international relations, when it unexpectedly ended, revealed a signifıcant uncertainty tor all actors of the system. The bipolar intemational system came to an end, and, as the one of the greatest states of the time, the Union of Soviet Socialist Republics (USSR), was completely dissolved. That disintegration, while creating extremely signifıcant effects on the international system, also led to radical changes in the political life of the regions and countries that the USSR had ruled or controlled before. East Germany, Eastern Europe and the Balkans, the Baltic, the Caucasus and Central Asia were the regions most affected by this process.
As a result of these developments in Central Asia, five separate states (Kazakhstan, Uzbekistan, Kyrgyzstan, Turkmenistan and Tajikistan) gained their independence and region's political structure changed radically. Both the · experience gained in the process of independence and the developments in the post-independence process determined the
transition period of these states. When the USSR and the Eastem Block system are considered as a chain, states in Central Asia, which was the last link of this chain, achieved their independence at the last stage of the disintegration process, and they closely observed-all processes and tried to experience the most conflict-free method leading to independence.
In this study, the independence process of the Central Asian states will be examined. When the whole book is considered, it is important to carry out this study in the context of the necessity to retum to the beginning of the process, that is, to independence, in order to make a comprehensive analysis of the foreign policy behavior and strategies of these states. For this purpose, the study has been prepared under three main subheadings. in the fırst subheading, disintegration process of the USSR will be addressed, since the independence of the Central
Asian states is essentially the result of the dissolution of the it and the Eastern Block. The atmosphere of autonomy created by the changing governing approach will be examined as the main element of disintegration. in the second part, after evaluating the cautious and silent independence processes of the Central Asian states, the individual experiences of the five states and their policies in the post-independence process will be discussed.
Georgia and Armenia, holds a special position with its features that will be expressed throughout the study. Gaining independence with the dissolution of the Union of Soviet Socialist Republics (USSR), Azerbaijan has gone through a really challenging and difficult process in the last thirty years. Within the framework of national, regional and international developments, Azerbaijan has been struggling for its existence, development and dignity in the context of
consolidating its independence, strengthening its national identity, preserving its territorial integrity, revitalizing its economy and integration with the
international community. Under the rule of four presidents and the shadow of
the conflict and war with Armenia, Azerbaijan has reached its current status.
After it had existed as a socialist republic under the umbrella of the USSR for most of the 20th century, Azerbaijan stepped into a different phase in political, military, economic, social and cultural aspects with its independence in the last part of the century. Especially the increasing geopolitical, geostrategic and geoeconomic importance of the Caucasus and the activities of extra-regional powers have constituted a fundamental determining factor on Azerbaijan’s policies. With the transition to the 21st century, Azerbaijan began to seek right ways to adapting to the process and consolidate its identity within the newly formed conjuncture. Energy resources, the West-East conflict in the region, the Russia-Georgia War, problems with Armenia and the victory in 2020 have been the cornerstones of the experience in the process. In addition to all of these, the main policy determinants of Azerbaijan in the past 20 years have been the Soviet heritage etched in memories, state and national identity building efforts, characteristic attitudes of the presidents and internal groups, presence in a strategic geography also called Trans-Caspian, regional dynamics and the policies of the extra-regional actors, relations developed over energy resources and of course the recapturing of its occupied lands.
Henüz tam anlamıyla keşfedilmemiş olsa da Ege Denizi’nin geleneksel ve yenilenebilir enerji potansiyeli uluslararası alandaki enerji ilişkilerinde söz edilir hale gelmiştir. Özellikle Doğu Akdeniz’de keşfedilen petrol ve doğalgaz rezervlerinin ve de bölgede yoğunlaşan enerji ilişkilerinin ardından Ege havzası da gündeme gelmiştir. Ege’nin iki kıyıdaşı olan Türkiye ve Yunanistan’ın deniz üzerindeki bir dizi sorun yüzünden yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle bölgenin enerji yönü masaya yatırılamamaktadır. Bu durum da enerji yönetimi konusunu bir süreçten öte bir sorunsal haline getirmektedir.
Yücel ve İnan’ın ifadesiyle; sadece Türkiye ve Yunanistan kıyıları Ege’nin suları tarafından yıkanan ve bu denizde hayati siyasi, ekonomik, sosyal ve güvenlikle ilgili çıkarlara sahip olan ülkelerdir. Bu durum; her iki devleti hak ve çıkarlarını uyumlaştırmaları ve sağlıklı bir birliktelik çerçevesinde beraber yaşamaları yoluna itmektedir; fakat ilişki sayısız sorunla perdelenmiş durumdadır. Milli devlet kimliklerini birbirlerine karşı verdikleri mücadele sonunda kazanmış ve geçmişteki kayıplar üzerinden yüksek ya da alçak perdeden söylemler geliştiren Türk-Yunan ilişkilerinde Ege önemli bir rekabet ve işbirliği alanı oluşturmaktadır. Sorunlar üzerinden tanımlanan rekabet başlıkları daha geniş bir yer tutsa işbirliği girişimlerinin ve bu kapsamdaki potansiyelinin de mevcut olduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu çalışmada öncelikle Ege Denizi hakkında kısa bir bilgilendirme bölümü sunulacak, arkasından da Türkiye ve Yunanistan ilişkileri temelli Ege üzerindeki rekabet alanları ve işbirliği konusu tartışılacaktır.
de doğrudan ve dolaylı etkiler yaratmaktadır. Bu etkiler insanlık
tarihiyle özdeşleşmiş olan “mücadele” anlayışında da köklü değişimler
oluşturmaktadır. Küreselleşmenin dalga dalga yayıldığı bir dönem
içerisinde savaşların meydana gelmesi, yürütülmesi ve sona ermesi gibi
süreçlerin de ciddi bir şekilde farklılaştığını ifade etmek gerekmektedir.
Tanımlı ordular arasında sınırları belirli meydanlarında gerçekleşen
savaşlar bağlamında gelişen geleneksel savaş anlayışı, günün
şartlarında giderek yerini bambaşka boyutları olan yeni bir anlayışa
bırakmaktadır. Yeni savaş anlayışı üzerinde küreselleşmenin olumlu ve
olumsuz çıktılarının oluşturduğu etki önemli bir konuyu
oluşturmaktadır.
Kurulduğu günden beri Türkiye’ye her alanda tehdit yönelten PKK’nın özellikle yaz aylarında ormanlık alanlarda gerçekleştirdiği sabotajlar terörizmin gerçek yüzünü ortaya koyması açısından özel öneme sahiptir. Terör örgütleri amaçlarına ulaşmak ve karşı devletten taviz elde etmek adına hiçbir hedef gözetmeksizin ve faaliyetleri sonucunda neyin ne kadar zarar göreceğini hesaplamaksızın saldırılar gerçekleştirmektedirler. On yıllardır sivil ve askeri hedeflere yönelttiği saldırıların yanı sıra orman yakma eylemleri şüphesiz ki PKK’nın genel stratejisinin bir tamamlayıcısıdır. Bu sabotajlarla çevre bölgelerde yaşayan halk paniğe sevk edilmekte, turizm faaliyetlerine zarar verilmek istenmekte, Türkiye’nin ekonomik kayıplar yaşaması hedeflenmekte ve farklı noktalarda yapılabilecek eylemler için dikkatler farklı yöne çekilmektedir. Bu doğrultuda tam koruma ve kontrolün neredeyse imkânsız olduğu ormanlık alanlar PKK için kolay bir hedef oluşturabilmektedir. Türkiye de 1990’larla beraber yüzleştiği çevre terörizmine yönelik stratejiler geliştirmekte, teknolojik imkanlarla izleme-takip faaliyetleri gerçekleştirmekte ve yerel unsurlarla kurduğu yoğun iletişim kanallarıyla erken uyarı ağı kurmaktadır. Tüm faaliyetlere rağmen çevre terörizmi diğer ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de ciddi bir meydan okumayı temsil etmektedir.
Bu çalışmada PKK’nın gerçekleştirdiği ormanlık alan sabotajları, çevre terörizmi çatısı altında ele alınacaktır. PKK’nın uyguladığı bu saldırıların ardındaki motivasyon ve Türkiye’nin terörle mücadelesi kapsamında ormanlık alanlarını koruma adına ortaya koyduğu strateji derinlemesine incelenecektir. Çalışmanın temel amacı PKK veya herhangi bir terör örgütünün geleneksel sivil ve askeri hedef saldırılarının yanı sıra gelecekte ormanlar, tarımsal alanlar ve gıda üretim çiftlikleri gibi hassas noktalara yönelik gerçekleştirilebilecekleri eylemleri için bir ihtimal analizi yapmak ve karşı/ön alıcı önlemlerin neler olabileceğini tartışmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Terörizm, Çevre Terörizmi, PKK, Orman Yangınları, Terörle Mücadele
etmenler nedeniyle güvenlikle ilgili tartışmalarda giderek daha fazla yer bulmaktadır. Yeterli
ve temiz gıdaya erişim daha fazla insan, toplum, ülke ve bölge için ciddi bir sorun haline
gelmektedir. Bu nedenle tarım arazilerinin verimliliğin korunmasından yeterli üretimin
gerçekleştirilmesine, besin değerlerin korunmasından küresel ulaştırma ağlarının sağlıklı
şekilde işlemesine kadar pek çok konu gıda güvenliği kapsamında ele alınmalıdır. Beslenme
sürdürülebilirliğinin ciddi bir güvenlik endişesi olması, yerelden küresele kapsamlı
politikaların ve planlamaların gerekliliğini de beraberinde getirmektedir.
Gıda güvenliğinin karşıt durumunu, yeterli veya temiz gıdaya erişim sıkıntısı, yani özelinde
açlık olarak belirtmek mümkündür. Temiz suya erişim durumuna benzer şekilde her ne kadar
gıdayla ilgili sorunlar bazı bölgelere atfdilse de esasında yakın bir gelecekte tüm dünyayı bir
şekilde etkileyebilecek bir sürecin çoktan başladığını ifade etmek yanlış olmayacaktır.
Dünya nüfusu sekiz milyara ulaşmış ve artmaya devam etmekte, küresel iklim değişikliği ve
ilgili çevresel sorunlar daha sert şekilde hissedilmekte, tarım arazileri bilinçli olarak farklı
amaçlarla kullanılmakta, kırsal bölgelerde yaşayan ve gıda tedarikinin önemli parçası olan
insanlar kentlere göç etmekte, pandemi sürecine tecrübe edildiği üzere tedarik zincirlerinde
aksamalar olmakta veya ekonomik krizler üretimden geri dönüşüme kadar pek çok aşamada
olumsuz etki oluşturabilmektedir. Bu nedenlerle bugünün ve yakın geleceğin gıda
sorunlarıyla mücadelede ülke ve bölge seviyesinde atılan adımlar değerli olsa da uluslararası
alanda ortak bir anlayışın gelişmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Bu çalışmada geleneksel yaklaşımın ötesinde gıda güvenliği, insanların yeterli ve temiz
gıdaya erişiminin sürdürülebilir olmasına yönelik tüm aşamaların değerlendirilmesi
temelinde geniş bir bakış açısıyla ele alınacaktır. Gıdanın güvenliğinin sağlanmasının ancak
uluslararası alandaki işbirliği ve ortak anlayışla mümkün olabileceği savunulacaktır. Bu
doğrultuda bugüne kadar yapılanlar ve yapılması gerekenler üzerineden genel bir çerçeve
çizilecek ve küresel güvenlik analizi yapılacaktır. Sonuçta ise gıda güvenliği sorunlarının
uluslararası işbirliği ile çözelememesi durumunda, yakın gelecekte gıdaya ve verimli
arazilere erişimin devletler arasında bir kriz veya çatışma konusu olma ihtimali
tartışılacaktır.
Anahtar kelimeler: Gıda güvenliği, Sürdürülebilirlik, Uluslararası işbirliği, Küresel
güvenlik, Gıdaya erişim.
ciddi bir önemi olan enerjinin üzerindeki tartışmaların odaklandığı temel noktalardan biri, konunun güvenlik boyutudur. Enerji güvenliği genel anlamıyla, sürdürülebilirliğe ve sürekliliğe yönelik tehditlerin ve endişelerin ortadan kaldırıldığı durumu ifade etmektedir. Geleneksel bakışla enerji güvenliği, enerji akışının en makul ve maliyetsiz
çerçevede devam etmesi düşüncesiyle ele alınmıştır. Günümüzde ise enerji arzının ve
fiyat kararlılığının yanı sıra farklı konu alanlarını içerecek şekilde çok boyutlu bir
yapıya ulaşmıştır. Enerji güvenliği kısa, orta ve uzun vadedeki enerji politikaları
kapsamında yatırım istikrarından terör saldırılarına, çevre sorunlarından kaynakların
azalmasına kadar geniş bir çerçeveyi kapsayan bir alan halindedir. Devletlerin enerji
ihracına veya ithalatına bağımlılıkları arttıkça enerji ile ilgili her türlü faaliyetin
güvenliğinin sağlanması ihtiyacı daha üst seviyede hissedilmektedir. Enerji-politiğin
uluslararası politikanın temel başlıklarından biri haline gelmesi ve yenilenebilir enerji
alanındaki gelişmelerle birlikte güvenlik meselesinin yelpazesi genişlemiştir. Enerji
güvenliği; fiyat istikrarı, teknoloji geliştirme hızının devamı, tüketime yönelik talep,
küresel ve bölgesel sorunlar, verimlilik sistemlerinin işleyişi, transfer hatlarının
emniyeti gibi pek çok konuyu da içerecek şekilde karmaşık bir hal almıştır. Enerji
güvenliği bağlamında oluşabilecek tüm tehditlere ve sürekliliği etkileyecek
gelişmelere karşı bir savunma mekanizması oluşturulması gerekmektedir. Devletler
de ulusal enerji güvenliklerini yeni bir yaklaşım çerçevesinde ele almak zorunda
oldukları bir dönem içerisinde bulunmaktadırlar.
Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye’nin enerjiye bağımlılığı oldukça
yüksektir ve enerji harcamaları ithalatının önemli bir kalemini oluşturmaktadır. Bu
nedenle enerji güvenliği, enerji politikası içerisinde geniş bir başlığı ifade etmektedir.
Yenilenebilir enerji yatırımlarının arttırılması, enerji nakil hatlarının siber ve terör
saldırılarına karşı korunması, fiyat istikrarının sağlanması, enerji ticareti içerisinde
bulunulan devletler ve şirketlerle ilgili analizlerin yapılması, enerji akışını sekteye
uğratacak bölgesel ve küresel gelişmelerin takibi, bulunduğu bölgede aleyhine olacak
enerjiyle ilgili girişimlere karşı konulması, herhangi bir kesintiye karşı depolama
faaliyetlerinin hızlandırılması, yerli şirketlerin güçlendirilmesi, enerjinin çeşitli
alanlarıyla ilgili teknolojik yeniliklerin uygulanması, hassas bilgilerin korunması gibi
konular Türkiye’nin enerji güvenliğine bakışının ana hatlarını oluşturmaktadır.
Türkiye ulusal, bölgesel ve küresel gelişmeler ve ihtiyaçları ışığında enerji güvenliği
stratejilerini çok boyutlu, esnek, öngörülü, çözüm odaklı ve kapsamlı oluşturma
arayışındadır.
Bu bildiri ile öncelikle enerji güvenliğinin genel çerçevesi çizilecek, ardından
küresel boyutta enerji güvenliği stratejisindeki değişim ve bu değişimin nedenleri incelenecektir. Türkiye’nin enerji güvenliği stratejisindeki değişim ise çalışmanın
ikinci bölümünü oluşturacaktır. Dünyada enerjiye olan ihtiyacın artışı, bu doğrultuda
giderek önem kazanan enerji politikaları ve politikaların içerisindeki güvenlik
başlığının genişleyen gündemi irdelenmeye çalışılacaktır. Sonuçta ise enerji
güvenliğinin sağlanması için devletlerin ne gibi adımları attıkları ve atmaları gerektiği
tartışılacaktır.
One of the most important debates in the globalization process is on the issue of sovereignty. As it plays a decisive role in many areas with its positive and negative outputs, globalization has serious effects on the state structure, also. Globalization can simply be defined as the process of intensifying all kinds of relationships and increasing interdependence at the global level. Globalization reflects a phenomenon that finds meaning through words such as free movement, intense interaction, integration, transparency of borders, global society and technological development. On the other side of the issue, sovereignty is one of the basic elements that make state a state. Sovereignty is the feature of the state having a single and absolute authorized control mechanism over its country and citizens. Sovereignty is based on the principle that there is no external interference with the state authority within its borders. State sovereignty is experiencing serious difficulties in the period we live and experiences a process in which it is heavily criticized. Globalization is one of the important actors in this process because of the effects that shake the absolute jurisdiction and authority of the states. Such outputs of globalization as the increase of the powers of international organizations, the expansion of the scope of multinational corporations, the cross-border feature of global economic activities, the situation created by international migrants, the discussion on border security because of all kind of free movements, the increasing difficulty of domestic control due to technological developments and especially social media damage state sovereignty directly and indirectly. The future of the states, which gradually lose control over their borders, within the country and on their citizens and find it difficult to resist serious threats like as international terrorism and illegal migration, has also been questioned. In this study, first of all, a conceptual framework will be drawn on globalization and state sovereignty and then the challenge created by the globalization process on the states will be discussed. Finally, a short future projection will be made.
Diğer tüm alanlarda olduğu gibi küreselleşme “savaş” üzerinde de pek çok etki yaratmıştır. Bu kapsamdaki etkiler yeni savaş anlayışının da köklerini oluşturmaktadır. Küreselleşme sürecinin çıktıları olarak görülen bilginin ve teknolojinin yayılması, bilimsel keşiflerin çoğalması, her türden dolaşımın artması, iletişim ve ulaşım imkanlarının gelişmesi, ticaretin başta olduğu karşılıklı bağımlılık ağlarının genişlemesi gibi başlıkların doğrudan savaş sahasında da radikal sonuçlar doğurduğu gözlenmektedir. Tarafların siyasi, ekonomik, askeri ve demografik çıkarları bağlamında gerçekleşen savaş gerçeği değişmese de çatışmaların tarafları, çatışma yöntemleri, muharebe süresi ve sahası, kullanılan strateji, araç ve silahlar geleneksel savaş mantığındakilerden oldukça farklıdır.
Bu çalışmada küreselleşmenin savaş anlayışı üzerindeki etkisi incelenmeye çalışılacaktır. Küreselleşme hem savunma hem de saldırı bağlamında savaşan taraflar açısından olumlu ve olumsuz etkiler oluşturmaktadır. Küreselleşmenin istihbarat örgütlerinin ulaştığı teknolojik yeterlilik seviyesinden çok uluslu şirketlerin ulaştığı silah ticareti rakamlarına, ilgili alandaki akademik çalışmalardaki artıştan kimlik ve mezhep tartışmaları üzerinden patlak veren iç savaşlara kadar savaşın pek çok alanıyla yakın ilişkisi vardır. Çalışmada öncelikle savaşın değişen doğasına ve yeni savaş anlayışına değinilecektir. Daha sonra da küreselleşme olgusunun meydana getirdiği etkilerin savaş sahası, savaş süresi, savaşan taraflar, savunma sanayi gibi alanlardaki yansıması incelenecektir. Sonuçta ise küreselleşmenin yeni savaş anlayışını hangi açılardan değiştirmeye devam edebileceği yönünde çıkarımlarda bulunulacaktır.
Anahtar Kelimeler: Savaş, Küreselleşme, Yeni Savaş Anlayışı, Uluslararası Politika, Savaşın Doğası