Academia.eduAcademia.edu

ÖLÜ ADAM_ Dead Man. Jim Jarmusch_1995

YAŞAM SİNEMA / SİNEMA YAŞAM : Yaşamın Metaforu Olarak Sinema; DİSİPLİNLERİN SONSUZ KESİŞİMİ/YAPI SÖKÜMCÜ OKUMALARIN GÖLGESİNDE, FİLM YAZIMLARI. Bir sinema-senaryo-öykü inceleme grubu aktivitesi olarak yapılmış denemeler. Sinemayı kendinde bir yaşam metaforu olarak, yaşamsal anlam bilimleriyle kesiştirerek, dün/bugün/yarın üçgeninde yaşama dair bir fal açılabilir mi sorusuna aranan yanıtlar.. YAŞAM SİNEMA / SİNEMA YAŞAM : Yaşamın Metaforu Olarak Sinema; kendi tarihiyle dışsalın kurgusu/yaşamın ve var oluşun tanımında, mekanın kuruluşu/zamanın yıkılışında, toplumsalın kendisi/sosyolojinin mimarisinde , ekonomun "sine"si politiğin/"ması"nda, felsefenin derini/edebiyatın eriminde, şiirin perisi/sine-masal dünyanın büyülü evreninde... DİSİPLİNLERİN SONSUZ KESİŞİMİ/YAPI SÖKÜMCÜ OKUMALARIN GÖLGESİNDE, SİNEMASAL DÜNYADAN SİNEMESEL FİLM YAZIMLARI.

02.10.2016 ÖLÜ ADAM, Dead Man. Jim Jarmusch,1995 ÖZET William Blake (Johnny Depp) adlı gencin 19.yy'ın ikinci yarısında vahşi batıda yaptığı yolculuğun hikayesi. Yolculuğu sırasında 'Hiçkimse '(Gary Farmer) adlı tuhaf bir yerli ile tanışır. Hiçkimse Blake'in aynı adlı ölü İngiliz şair olduğuna inanır. Jarmusch'tan yüzlerce western filminden sonra yine de bu janrda yeni bir şeyler yapılabileceğini ispat eden eşsiz bir film… 19. yüzyılın ikinci yarısında, kaybedecek bir şeyi olmadığını düşünen genç bir adam, Batı Amerika’nın uç kısımlarına, bilmediği bir yere muhasebeci olmak için gider. Fakat o gidene kadar yerine çoktan başkası alınmıştır. O da ‘’Hiç kimse’’ isimli dışlanmış bir Amerikan yerlisinin hayatına girmesiyle gerçek bir Batılı olmayı kendine iş edinir. Hiç kimse’yle tanışmasıyla hikaye komik ve vahşi bir hal alır. Blake’in doğasına zıt olsa da, durum Blake’i silah kullanan, kural dışı avlanan bir katile dönüştürür. Blake yavaşça kontrolünü kaybeder. Alıntı: (http://www.intersinema.com/olu-adam-filmi/) Alıntı: (http://www.sinemalar.com/film/2440/olu-adam) 02.10.2016 ÖLÜ ADAM, Dead Man, Jim Jarmusch,1995 “ Sürrealist sanat; aklın, ahlakın ve estetik kaygının engeli olmadan bilinçaltındakini dışa vurmayı amaçlar… Esere bilinçaltının kaynaklık etmesini savunur… Gizemli yan yana gelişler ve beklenmedik açıklamalar, nesnelerin garip düzenlenişleri gibi yaşamın gerçek bilmeceleri karşısında büyülenmiştir. Gerçeküstücü imgeleme göre her şey birbirine bağlıdır, hiçbir şey kopuk değildir… “ Alıntı: ( h t t p : / / b log .k av r ak og lu .com / t ag / su r r ealist - r esim / ) Ressam, gravürcü ve şair William Blake (1757- 1827), İngiliz resminin en önde gelen ve tam anlamıyla romantik kişiliğidir. Krallık Resim Akademisi’nde Reynolds ile çalışmış, edebiyatın klasiklerini de resmetmiştir. Yukarıdaki tablosu, Dante’nin İlahi Komedya’sından Cehennem’i ve Dante ile Beatrice’nin buluşmasını göstermekte, 1824 tarihini taşımaktadır. Evrene melankolik bakışıyla, karmaşık düşleriyle bir romantiktir. Günümüzde sembolizmin öncülerinden biri olarak kabul edilir. Blake çocukluğundan beri hayaller görüyor, Tanrı’yı ve yıldız kanatlı melekler gördüğünü söylüyord u. İleri yaşlarında, şiirlerinin ve desenlerinin “Yukarıdan” indirildiğini söyler oldu. Edebi yapıtlarında kehanetlerde bulundu. Simgeler aracılığıyla her türlü zorbalığa saldırdı. Usun karşısına, üstün tuttuğu sezgiyi koydu. Alıntı: (h t t p : / / b log .k av r ak og lu .com / t ag / w illiam - b lak e/ ) Sinemada bir “sanat sal damar” filmiyle karşılaşıyoruz, “Ölü Adam” filminde. Kahramanına adını veren büyük şair William Blake, aynı zamanda Amerika’nın “vahşi” batısında bir yolculuk ile bir muhasebecinin vücudunda tekamül eden baş kişisiyle “gerçek” hikayenin de kahramanı oluyor. “Gizemli yan yana gelişler” ile bir kızılderilinin çok enteresan hikayesi, Amerika’nın en batısında tren yolunun bittiği noktada imgelenen batının vahşi yaşamsal döngüsünde betimlenecek William’ın hikayesi, yani “yaşamın gerçek bilmeceleri” ; bilinçaltı dünyalarından çıkan ve bilinç düzeyinden başlayarak, “beklenmedik açıklamalar” , “ nesnelerin -ve ilişkilerin- garip düzenlenişleri” kendi gerçeklik örgüsünde bir buluşma gerçekleştiriyor. Şiir ve edebiyat ile yer-yer W. Blake resimlerine benzetilmiş sahne sekansları/kesmelerle, bilinçaltı resimlerle gerçek yaşam kesiştirilerek, sanatsal bir düzlemde bilinçaltının seyirci bilincine bağlantısı sağlanıyor. Ölü Adam filmi seyriyle sonuçta; sanatların ara kesişim bölgesi olarak edebiyat, şiir, resim, sinema ve bir bütün olaraksa yüklü sembolizm sahneleriyle film, “gerçeküstü”nü algılatan diliyle farklı ve “bağımsız” bir sinema dili olarak ortaya çıkıyor. Kendi şiirlerini hiç duymamış bir William Blake tezahürü, kendi halkından koparılıp- İngiltere’de eğitilen bir Kızılderili, kendi gerçekliklerine çivilenmiş Western prototipleri, çamur deryasında fahişeliği bırakıp kağıttan çiçekler yapan bir kadın, sürekli ayı postuyla konuşan deli patron kişiliği (Robert Mitchum) vb. gibi “tuhaf” düzlem kaymalarıyla hikaye edilmiş kişilikler ile bambaşka bir arketipoloji içeren bir film. Film boyunca ölü suratlı bir yaşayanı canlan dıran Johnny Depp, ölüm ile yaşam arasındaki çizgide “gel-git” leri adeta oynamadan yansıtıyor. Western’deki yalnız kovboy kıvamında bir yalnız Kızılderili, şiirsel içerikli felsefi gerçekliklerle soyunun “vahşi” batı tarafından “kırım”ını seslendiriyor. Adını “Nobody” Hiçkimse olarak koyarak, ötekiliğinin “soy”ağacını çıkarıyor. Uzak Amerikan kasabasının adına “Machine” deniyor . Makineleşmiş dünyanın kural tanımaz diyarı olarak, insan yozlaşmasının kapitalist kaydı da tutuluyor mekan duygusunda. Kahramanımızın sevgilisi “Thel” William Blake’in “The Book of Thel” şiirinden esinleniyor ve tüm gerçek ve gerçekdışılıkların spotları altında yine William Blake’in o ünlü şiir kitabı “Cennet ve Cehennemin Evliliği” yaşam arenasında adeta resmediliyor. Sürekli ortam seslerinin vurgulandığı boşluklarla filmi dolduran bir gerilim müziği.. Hareketini doğal bir orman ortamındaki kovalamacının “yavaşlığı” üzerinden sağlayan bir tiyatro eseri gibi bir seyir sağlanmakta. Western kahramanlarının klişelerini kıran diyaloglarıyla yer-yer mizah dozu içeren ilişkileri, yaşam sertliklerinin bile parçalandığı post- sertlikler. Yanlışlıkla vuruşlar, vuruş karakterleri olarak beklenenleri yapamayan “vuruşçu”ların yanlışlıkları. Kişiler, kimlikler, tipolojiler karıştırılmış, eğilip- bükülmüş ve kendi gerçeklikleriyle biraz “üstü” arasında bir yerden seyirciye sunulmuş bir anlatım türü. Sanırım bunlar yönetmen Jim Jarmusch’un bağımsız Amerikan sinemasına soktuğu ve filmoloji dünyasına armağan ettiği kavramların filmimizdeki uygulamaları. William Blake’in sembolist- sürrealist sanatı, sinemanın gerçeküstücülüğünde, sembolizm simgeleştirmelerinin üstüne adeta bayrağını dikiyor. Tren yolculuğunda Mr. Blake’in her uyanışından sonra gördüğü her seferinde değişen sahnelerle, giderek daha tehlikeli sulara yol alması, kapitalist patron resminin ve kapitalist sanayi şehrinin resmedilmesi, Western tipolojileri, ölüm sahnelerinin kamera hareketleri üzerinden görsel bir yavaşlatmayla “anın fotoğrafı”na dönüştürülmesi, yer- yer yanmış- yıkılmış Kızılderili yerleşimlerinin sekans dekoru olarak kullanılması gibi sembolizm dozu yüksek uygulamalar filme bilinçli bir çalışmayla yerleştirilmiş olarak gözüküyor. Bu da sürrealite tanımını, Drama, Western ve Fantasy türü içinde tanımlamış sıra dışı bir filmi gösteriyor. Film, duygusal atmosfer olarak, yolunu kaybetmiş kişilerin arayışı, yaşamlarının belirsizliği ve gittikleri yolun sonunu göremeyişleriyle “boşlukta” duygusu üretmekte. Fabrikada iş sahibi olanların bile yaşamda “muğlak” kişiler olarak portreleri çizilmekte. Burada gelenekler varlık olarak kabul edilmiş ancak toplumsal uygulamalarda başıbozukluk duygusu filmi kuşatmış gözükmektedir. Mekansal seçimler; tren, uzak batı kasabası, vahşi doğa ve ormanlar, Kızılderili yerleşkesi gibi alanlardır. Burada da genel olarak bir uzaklık, uzaklaşma, kaçış, kuralsızlıklar, dağılma, kayboluş ama tümüne yayılan duygu olarak da özgürlük hissi vermekte kanımca. Doğal yaşam içinde hayvanlar da önemli nesneler olarak beliriyor. Atlar, kahramanlarımızın en yardımcı dostları ve yardımcılarıdır. Ayı postu patronun sırdaşı, bir ceylan yavrusu William’ın kan- kardeşidir. Buradaki duygularda, masumiyet arayışı, güç göstergesi ve dayanışma hissiyatı verilmeye çalışılmaktadır. Bu hissiyat ise filmin vahşi yaşam göstergeleri içindeki çelişkiler olarak resmedilerek yine bir gerçeklik kırılması, gerçeküstünü inşa edecek yanılsamalar yaratma gayretinin bir sonucudur. Tüm kırılma ve yanılsamalı gerçeklik gösterimleriyle film, sonuç olarak insanın dünyadaki yapayalnızlığının ve varlığını oluşturan o “bir yerde olma” durumunun, o yere ait olmaktan ziyade o yer üzerinde varlığının özgürlüğüne ve insan oluş ile bir arada oluş duygusuna bağlı olduğunu gösterme çabasında bir alt metine sahip kanımca. Var- oluş, insan duyularının kendince tasarımından çok, var-edicinin mutlak gizil-iyiliği içinde “ölüm”e yolculuk yaparken hissettiğimiz o büyük ve mutlak “İYİ”nin sonsuz şefkatinde huzur bulabilmekt ir. Dünyanın uçuculuğu anlaşılacak, ölüm yolunda hissedilecek o büyük yok- oluş sıkıntısı, suyla- göğün birleştiği o noktaya varışta, herkesi kucaklayan o koca okyanusta, vaat edilmiş “O” güzel cennete ulaşmak olunca, var olmak sıkıntı vericilik boyutundan, sevgiliye kavuşmanın erinci boyutuna geçmeyecek midir?.. Not: Film “psychedelic” içeriğiyle bu türden sürrealist filmler listesine de girmekte. Aynı listede, geçen seferki filmimiz (Aşırı yoğun iş ortamı nedeniyle değerlendirme fırsatı bulamadığım) Vertigo filmini de görmek ilginç geldi bana. Bu anlamda bir okuma için aşağıdaki linki ekliyorum.; https:/ / onedio.com/ haber/ sizi-surrealizmin-kollarina-birakacak-her-biri-kult-niteliginde-37saykodelik-film-620821