Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Dergisi 2004 / Cilt: 21 / Sayı: 1 / ss. 165-181
Heidegger'in "Ontoloji Tarihi"nde
Kant Felsefesinin Yeri
Çetin TÜRKYILMAZ*
Özet
Bu çalışmanın amacı, Martin Heidegger'in "ontoloji/metafizik tarihinde" Kant felsefesinin yerinin
nasıl belirlendiğini ortaya koymaktır. Heidegger Kant'ın temel sorununun metafiziği te-mellendirmek
olduğunu söylemektedir. Metafiziği temellendirmek, ontolojinin iç olanağının gösterilmesi anlamına
gelmektedir. Ontolojinin iç olanağının aydınlatılması, Heidegger'e göre, Kant'ta varolana aşkın olan
aklın saf bilgilerinin ortaya konmasıyla gerçekleştirilir. Bu, ona göre, ontolojinin temellendirilmesidir.
Ontolojinin iç olanağının aydınlatılmasında temelde yeralan yeti, ontolojik sentezi gerçekleştiren
transsendental imgelemdir. Transsendental imgelemin zamanla içsel bir ilişkisi vardır. Heidegger'e
göre, Kant koyduğu bu temel önünde daha sonra geri çekilmiştir. Bunu yapmakla o, varlığın zamanla
olan ilişkisi sorununu eksik bırakmıştır.
Anahtar Sözcükler: Varlık, varolan, ontoloji, metafizik, aşma, transsendental imgelem, zaman
Abstract
The aim of this study is to expose how Martin Heidegger gives place to Kant's philosophy in his
own "the history of ontology/metaphysics". Heidegger states that the main problem of Kant's
philosophy is to lay the foundation of the metaphysics. Laying of the foundation of the metaphysics
means to realize the projection of the intrinsic possibility of ontology. The Projection of the intrinsic
possibility of ontology in the Kant's philosophy is realized, in accordance with Heidegger's view, when
Kant presents the pure knowledge of reason which is transcendent to the being. For Heidegger, this is
the laying of the foundation of the ontology. The fundemantal faculty in the realization of the
projection of the intrinsic possibility of ontology is the transcendental imagination which produces the
ontological synthesis. The faculty of the transcendental imagination has an intrinsic relation with time.
To Heidegger, Kant afterwards recoiled from this established ground; by so doing, Kant could not
clearly see the relationship between Being and time.
* Arş. Gör. Dr., Hacettepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü
165
Heidegger'in "Ontoloji TarihV'nde Kant Felsefesinin Yeri
Key Words: Being, being, ontology, metaphysics, transcendence, transcendental imagination,
time
Martin Heidegger'in, kendisinin başyapıtı olarak görülebilecek olan Varlık ve Zaman adlı
kitabı 1927 yılında, ikinci bütünlüklü yapıtı olan Kant ve Metafizik Sorunu ise 1929 yılında
yayınlanmıştır. Ayrıca o 1927-1928 öğretim yılında Marburg'da Kant'la ilgili kendi yorumunu
içeren dersler vermiştir. Görüldüğü gibi Heidegger'in ilgisi Varlık ve Zamanın hemen ardından
Kant felsefesine yönelmektedir.
Heidegger Kant felsefesini kendi ontoloji görüşü çerçevesinde ele almaktadır. O, Kant'ı,
varlığın anlamı hakkında soru soran ve bu soruya belirli bir şekilde yanıt veren geleneksel
ontolojinin tarihi içine yerleştirir. Bunu yapmaktaki amacı ise, Kant'ı da -belirli noktalarda- içine
alan böyle bir ontoloji tarihinin tahrip edilmesi (Destruktion) işini gerçekleştirmektir. Böyle bir
"tahrip etme"nin ne anlama geldiğini ve Kant yorumunun buradaki yerinin ne olduğunu
gösterebilmek için, öncelikle Heidegger'in ontoloji görüşüne ve ontoloji tarihinin tahrip edilmesi
düşüncesine birkaç ana noktada değinmek gerekmektedir.
1. Heidegger'de Ontoloji ve Ontoloji Tarihinin Tahrip Edilmesi Düşüncesi
Heidegger'e göre ontolojinin temel sorusu "varlığın anlamı hakkındaki soru"dur. Ona göre
bu soru, günümüzde unutulmuştur. Öyle ki, çağımız "metafizik"e yeniden evet diyerek ileri bir
adım attığını düşünse de bu soru unutulmuştur (Heidegger 1986: 2). Varlığın (Sein) anlamının
ne olduğu sorusu, Aristoteles ve Platon'dan bu yana çeşitli şekillerde sorulmuş ve çeşitli yanıtlar
verilmiştir. Ne ki, Heidegger'e göre, tam da verilmiş olan bu yanıtların özelliği nedeniyle, kendi
kökünü antik ontolojide bulan varlık hakkındaki sorunun, yani varlığın anlamı hakkındaki
sorunun tekrarlanması, bu sorunun yeniden sorulması zorunludur. Çünkü verilen yanıtlar
çoğunlukla varolanı (Seiende) temele alarak varlığı tanımlar. Heidegger'e göre ise, varolan temele
alınarak verilecek bir yanıt, varlığın anlamını soran soruya gerçek bir yanıt olmayacaktır, çünkü
varolan ile onun varlığı aynı şey değildir (Heidegger 1983: 33). Metafizik varolanı varolan
olarak incelerken, varolanın varlığını soru konusu edinir. Ama metafizik, varolan ile varlığın
ayrımını gözönünde tutmaz. Bu nedenle, metafizik varolanın varlığını her soruşunda varolanı
açıklığa kavuşturmayı denerken, varlığı gizlemektedir. Böylece tüm metafizik tarihi, bir "varlığın
unutulmuşluğu" (Seinsvergessenheit) tarihidir. Heidegger'e göre "varlığın unutulmuşluğu,
varlığın varolandan farkının unutulmuşluğudur" (Heidegger 1952: 336).
Varolanın varlığını soran, ama aynı zamanda, bu sorusuyla varlığı hep gizleyen metafizik,
kendi başlangıcından bu yana, varolanın varlığını, her zaman, temel, neden, ilke, (arkhe, aition,
Prinzip) olarak kavramıştır. Temel, neden, ilke ise bir bulunuş (An-
166
Çetin TÜRKYILMAZ
wesenheit), bir şimdide bulunuş olarak kendini gösterir (Heidegger 1988: 62). Varlığın bir
bulunuş olarak, bir şimdide bulunuş olarak temellendirilmesi, varlığın varolanlara göre,
varolanların temellendirilmesine göre ele alınması anlamına gelir. Varlığı varolanlara göre ele
alan, varolanlara göre ele aldığı için de varlığı unutan metafizik, varolanların varlığını
soruşturduğu her yerde bu varlığı gizler.
Heidegger'e göre, "varlığın anlamını" soru konusu edinen kuramlar varlık ile varolan
ayrımını dikkate almamışlardır. Ancak, yine bu kuramlar, varlığı açıklamaya çalışırlarken
varolanlar hakkında konuşarak varlığı gizlemekle birlikte, bir varlık anlayışının oluşmasını da
sağlarlar. Metafizik tarihinde varlığın anlamına ilişkin verilmiş yanıtlar nedeniyle bizde
ortalama, belirsiz bir varlık anlayışı oluştuğundan, Heidegger'e göre, varlığın anlamı hakkındaki
soruyu tekrar sormak zorunludur. Heidegger'in düşüncesi bu tekrarlanan soruya yönelmiştir. Ona
göre, bu soruda hakkında soru sorulan (Gefragte), varolanı varolan olarak (Seiende als Seiende)
belirleyen varlıktır (Heidegger 1986: 6).
Heidegger'e göre varlığın anlamının sorulduğu soruda, aranan (Gesuchte) ve hakkında soru
sorulan varlık, varlık da varolanın varlığı olduğu ölçüde, varlık sorusunu sorgulayan (Befragte)
yine bir varolan olacaktır. Bu varolan, adeta kendi varlığından hareketle soru sorar (Heidegger
1986: 6). Çok çeşitli varolanlar arasında kendisi de bir varolan olan, ama bunun yanında tüm
varolanlar arasında varlığın anlamı hakkında soru sorabilen, yani kendi varlığı hakkında soru
sorabilen bu varolan Varolmadır (Dasein). Heidegger, "herhangi bir anda biz kendimiz olan ve
başkaları arasında soru sorma olanağına sahip olan bu varolanı terminolojik açıdan Varolma
olarak anlıyoruz" diyor (Heidegger 1986: 7). Ona göre, kendi varlığı açısından varlık sorusunu
sorabilen Varolma (Dasein) varlık sorusunun yanıtı için ölçüttür.
Heidegger'e göre, çeşitli varlık tarzlarına sahip olan Varolma kendi varlığını varoluşunda
bulur. O, "varolmanın şu ya da bu şekilde ilişki kurabileceği ve herhangi bir biçimde daima
ilişkide olduğu varlığı varoluş (Existenz) olarak adlandırıyoruz" demektedir (Heidegger 1986:
12). Varolma kendisini kendi varoluşundan yola çıkarak anlar. Varolmanın kendisiyle ilgili
anlayışına Heidegger varoluşsal anlayış adını vermektedir. Bunun yanında, Varolmanın
varlığını oluşturan varoluşun yapısı hakkındaki soru, varoluşu oluşturan şeyin tartışılmasını
amaçlar. Tartışılacak, ele alınacak olan varoluşun yapıları arasındaki bağ varoluşa gelme olarak
adlandırılır. Buradan yola çıkarak Heidegger, varlığı belirli bir şekilde anlayan, bu anlamda da
diğer varolanlar karşısında belirli bir üstünlüğe sahip olan, bu üstünlüğü kendi varlık yapısı
olarak varoluşunu gerçekleştirmesiyle elde eden varolanın, yani Varolmanın analizine
(Daseinsanalytik) girişmektedir.
Heidegger, sahip olduğu varlık tarzları açısından Varolmanın, diğer varolanlar karşısında
belirli üstünlüklerinin olduğunu söylemektedir. O, Varolmanın diğer varolanlar
167
Heidegger'in "Ontoloji Tarihi"tide Kant Felsefesinin Yeri
karşısındaki ilk üstünlüğünü ontik üstünlük (ontische Vorrang) olarak adlandırır. Bu, ona göre,
Varolmanın kendi varlığınca, yani varoluşu tarafından yönetilmesinin bir sonucudur. İkinci
üstünlük ontolojiktir. Bu, Varolmanın, kendi varoluşunu gerçekleştiremeyen diğer tüm
varolanların varlığını anlayabilmesinden kaynaklanır. Bu üstünlüklerin yanında Varolmanın bir
üçüncü üstünlüğü, onun diğer tüm ontolojilerin olanağının ontik-ontolojik koşulu olmasıyla
ortaya çıkar (Heidegger 1986: 13). Kendi varlığı hakkında soru sorabilen, varlığı bir şekilde
anlayabilen Varolma, varlığın anlamı hakkında belirli bir tarzda soru sorma olarak görülen
ontolojiyi olanaklı kılar. Bu anlamda da bütün ontolojiler kendi temellerini, ontoloji öncesi
(vorontologisch) varlık anlayışını kendinde taşıyan Varolmanın ontik yapısında bulurlar.
Böylece Heidegger'e göre, Varolmanın existential -varoluşunu gerçekleştiren Varolmanın varlık
yapısıyla ilgili- analizinin diğer tüm ontolojilerin temeli olduğu söylenebilir. Bu da, ona göre, bir
temel-onto-loji (Fundamentalontologie) olacaktır.
Heidegger'e göre, ontoloji öncesi bir varlığa sahip olan Varolma, varlık gibi bir şeyi (so
etwas wie Sein) anlayarak varolan bir yapıdadır (Heidegger 1986: 17). Heidegger için.
Varolmanın, varlık gibi bir şeyi kesin olmayan bir biçimde anlaması ve yorumlaması zamandan
hareketle gerçekleşir. Heidegger, "Varolma olarak adlandırılan varolanın varlığının anlamını"
zamansallıkta (Zeitlichkeit) bulur (Heidegger 1986: 17). Bu nedenle zaman, her varlık anlayışının
ve yorumunun ufku olarak kavranır. Heidegger varlığı anlayan Varolmanın varlığı olan
zamansallıktan hareketle, varlık anlayışının ufku olarak gösterilen zamanın kökenine ilişkin bir
açıklamaya gereksinim olduğunu belirtir. Böylelikle, varlığın anlamı hakkında soru sorabilen
Varolmanın ontolojik analizi, Varolmanın zamansal varlığının da -bunun yanında varlık
anlayışının ufku olan zamanın da- analizi haline gelecektir. Çünkü Varolma kendi anlamını
zamansallıkta bulmaktadır. Heidegger'e göre, varlığın ve onun tarzlarının anlamını zamandan
yola çıkarak köken-sel olarak belirlemek, onun zamanla ilgili (temporale) olarak belirlenmesi
demektir (Heidegger 1986: 19). Ona göre, varlık olarak varlığın fundamental ve ontolojik olarak
ele alınması, varlığın bu zamanla ilgililiğinin işlenmesiyle gerçekleşir.
Varolmanın kendi anlamını zamansallıkta bulması, aynı zamanda, bu "Varolmanın zamansal
bir varlık tarzı olarak kendi tarihselliğinin olanağının koşulu" olması anlamına da gelmektedir
(Heidegger 1986: 19). Heidegger'e göre tarih olarak adlandırılan şeyler, yani dünya tarihinde
olup biten şeyler tarihselliği belirler. Bir zaman içinde olan, zamansal bir varlık olan Varolmada
olup biten şeylerin varlık yapısı, tarihsellik anlamına gelmektedir. Varolma, bu anlamda,
tarihselliğin olanak koşuludur. Öyle ki, Varolmanın varlık yapısı temelinde "dünya tarihi" gibi bir
şey olanaklı hale gelir. Bu nedenle, Heidegger için "Varolma, herhangi bir andaki kendi olgusal
varlığında, daha önce nasıl ve ne şekildeyse yine öyledir" (Heidegger 1986: 20). Dolayısıyla,
Heidegger'e göre, Varol168
Çetin TÜRKYİLMAZ
ma kendi varlığının tarzında kendi geçmişidir. Böylelikle, Varolma, şu andaki kendi
mevcudiyeti ile aynı zamanda kendi geçmişini önünde bulan varolandır. Buradan hareketle
Heidegger, Varolmanın tarihsel olduğunu söylemektedir.
Buna göre, Varolmanın kendi varoluşunu gerçekleştiren, zamansal ve tarihsel bir varlık
yapısına sahip bir varolan olduğu söyleniyorsa, varlık hakkında soru sormanın da tarihsellik
aracılığıyla belirleneceği açık olacaktır. Çünkü diğer varolanlar arasında bu soruyu sorabilen,
aynı zamanda varlık anlayışına sahip olan tek varolan olarak Varolmanın kendisi tarihseldir.
Ancak, Heidegger'e göre, varolmanın tarihsel olması, onun kendi tarihini bütünüyle bilmesi, onu
kendi önünde hazır bulması anlamına gelmez. Varolmanın tarihi onun kendisi için yitik olabilir.
Varolma böyle bir tarihi belirli tarzlarda keşfedebilir; o, geleneği koruyabilir, izleyebilir ya da
geleneğin keşfedilmesini özel bir görev olarak üzerine alabilir. İşte, Heidegger'e göre, Varolma bu
görevi üzerine aldığında, tarihsel olarak soru sormanın ve araştırmanın varlık tarzına girmiş
demektir (Heidegger 1986: 20). Bunun yanında, Varolma kendi varlığında tarihsellik aracılığıyla
belirlendiğinden, tarih de sadece soru soran Varolmanın varlık tarzı olarak olanaklı olacaktır.
Heidegger Varolmanın tarihselliği çerçevesinde gelenekten söz ederken, belirli bir ontoloji
tarihini -başlangıcını antik Yunan dünyasında bulan, Ortaçağ üzerinden geçerek modern
felsefenin ve günümüz felsefesinin kavram yapısını belirleyen bir ontoloji/metafizik tarihini- göz
önünde bulundurur. Bu ontoloji tarihinde varlık ve onun yapısı sorgulanmamış kalır. Geleneksel
ontolojinin duruş noktasında sorun varolana aktarılır. Ama bu gelenek aynı zamanda tarihsel
Varolmanın içinde yer aldığı gelenektir. Heidegger, varlık sorununa ilişkin bir açıklığın, onun
kendine özgü tarihinden kazanılabileceğini düşündüğünden, katılaşmış geleneğin gevşetilmesi
(Auflockerung) ve onun aracılığıyla gizlenmiş olanın açığa çıkarılması gerektiğini
savunmaktadır (Heidegger 1986: 22). Bu da ona göre, varlık tarihinin tahrip edilmesi anlamına
gelmektedir. Bu tahrip etme, varlık sorunu çerçevesinde gerçekleşmektedir. Heidegger'e göre,
tahrip etme sözcüğünden, ontoloji geleneğinin silkinip atılması şeklinde olumsuz bir anlam
çıkarılmamalıdır (Heidegger 1986: 22). Heidegger "tahrip etme"den, varlık sorusu öncülüğünde
varlık tarihine yönelmeyi, yöneldiği yerde de varlığı aramayı anlar. Bu anlamda tahrip etme
geçmişi yadsımaz. Onu kendi sınırları içinde sınırlar ve varlık sorunu açısından değerlendirir; bu
nedenle de olumlu bir amaca sahiptir.
Heidegger varlık tarihinin tahrip edilmesinde ilk önce, "tahrip etmenin olumlu eğilimine
uygun bir biçimde, genel olarak ontoloji tarihi sürecinde, varlığa ilişkin yorumun zaman
fenomeniyle bir araya getirilip getirilmediğini, getiriliyorsa ne ölçüde getirildiğini, bunun
yanında da zamanla ilgililik sorununun esaslı bir şekilde işlenip işlenmediğini" sorun edinir
(Heidegger 1986: 23). Heidegger bu sorun çerçevesinde, Kant'a ontoloji tarihi içerisinde özel bir
yer ayırır. Ona göre Kant, kendi araştırmasının yönünü bu
169
Heidegger'in "Ontoloji Tarihi"nde Kant Felsefesinin Yeri
soruna çeviren ilk ve tek kişidir. Ancak Heidegger, bu alanın, kendine özgü boyutlarında ve
merkezî ontolojik işlevinde Kant için neden kapan kaldığının da gösterilebileceğini
düşünmektedir (Heidegger 1986: 23). Böylelikle, Kant in bu alanda neyin karşısında geri
çekildiği açığa çıkacaktır.
Heidegger Varlık ve Zamanda, zamanla ilgililik sorununun öncülüğünde gerçekleşen tahrip
etmenin aşamaları içinde Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi adlı kitabındaki "şematizm" bölümünü ele
alacağını, oradan hareketle de Kant'ın zaman öğretisini yorumlayacağını söyler. Ama Heidegger,
Kant'ın genel olarak varlık sorununu ihmal etmiş olduğunu, bununla bağlantılı olarak da
Varolmanın bir ontolojisini -Heidegger'e göre Kant'ın diliyle söylenirse: öznenin öznelliğinin
öncel ontolojik bir analizini- eksik bırakmış olduğunu baştan varsayar (Heidegger 1986: 24).
Bununla birlikte Varlık ve Zamanda ontoloji tarihinin tahrip edilmesi işi gerçekleştirilememiş; bu
kitabın ikinci bölümünün tümü ile ilk bölümün üçüncü kısmı yazılamamıştır. Ancak, Varlık ve
Zamandan sonra yazılmış kitaplarında ve verdiği derslerinde, Heidegger'in Varlık ve Zamanın
yazılmamış olan bu bölümlerini ele aldığını görmekteyiz. Richard Wisser, ontoloji tarihinin
tahrip edilmesinin Varlık ve Zamanda program haline getirilmiş olduğunu belirtmektedir (Wisser
1994: 75). Yani Heidegger'in daha sonra, belirli bir sorun açısından felsefe tarihinin çeşitli filozoflarını ele alıp incelemesi, bir programın uygulanması şeklinde gerçekleşmektedir. Ancak,
bu programın uygulanması, her ne kadar belirli bir çizgide gerçekleşse de, Heidegger'in
felsefesinde Varlık ve Zamandan sonra belirli bir "dönüş"ün gerçekleştiği bilinmektedir.
Heidegger'in felsefesindeki bu "dönüş" hakkındaki tartışmaları aktaran Pöggeler şunları söyler:
"... dendi ki, Heidegger sürekli olarak Batı metafiziğinin varlık hakkında geliştirmiş olduğu
düşünceleri tartışmış ve varlık hakkındaki geleneksel düşünceyi başka, yeni bir varlık
düşüncesiyle ikame etmeyi ve gitgide "varlık" üzerine bir refleksiyondan "dünya" üzerine
bir refleksiyona geçmeyi denemiştir. Bu türlü yargılarda Heidegger düşüncesinin iki kez
üstüste yarattığı büyük etkinin yansımalarını bulmak mümkündür. İlk olarak Varlık ve
Zamanın yayımlanmasıyla birlikte Heidegger felsefesi bir ekzistens felsefesi olarak
görülmüş; ikinci kez, yani İkinci Dünya Savaşından sonraki yıllarda bu felsefe, bir varlık
felsefesi ve dünya üzerine bir düşünce olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca her iki yorum,
Heidegger'in terimine başvurularak, filozofun ekzistensden Dasein olarak Varlık'a bir
dönüş (Kehre) yaptığı belirtilerek birbirine bağlanmak istenmiştir" (Pöggeler-Alleman
1994: 17).
Burada Pöggeler tarafından aktarılan ve Heidegger'in genel felsefesiyle ilgili olan bir
tartışma söz konusudur. Pöggeler bu tartışma içerisinde, Heidegger'in düşüncelerinde Varlık ve
Zamandan sonra belirli bir "dönüş"ün gerçekleştiği görüşünü benimser. Ona göre. Varlık ve
Zamanda ortaya konan düşüncelerden sonra, "insan-varlık" ilişki170
Çetin TÜRKYILMAZ
sinde vurgu "varlık" tarafına yapılır (Pöggeler 1994: 28). Pöggeler, Heidegger felsefesindeki
dönüşle birlikte "varlık tarihi üzerine düşünme" talebinin ön plana çıktığını düşünmektedir.
Pöggeler'in üzerinde durduğu "varlık tarihi üzerine düşünme" ifadesi "tahrip etme" kavramına
gönderme yapmaktadır. Dolayısıyla "tahrip etme" kavramının ortaya atılmasıyla birlikte -yani
programlanmış bir işin gerçekleştirilmeye başlanmasıyla birlikte- Heidegger'in felsefesinde de
bir dönüş başlamaktadır.
Heidegger'in genel felsefesi hakkında daha ayrıntılı bir tartışma içine girmek, bu yazının
amaç ve sınırlarını aşan bir iş olacaktır. Ancak, onun Kant yorumunun kendi felsefesi içindeki
yerini gösterebilmek amacıyla söylenebilir ki, Kant yorumunun, Heidegger'in Varlık ve Zaman
adlı kitabıyla ikili bir ilişkisi vardır: İlk olarak, Kant yorumu, Varlık ve Zamanda program haline
getirilmiş bir işin gerçekleştirilmesidir; ikinci olarak, Varlık ve Zamanda aktarılan düşünceden
"dönüş"ün ilk adımıdır. Çünkü, ontoloji tarihinin tahrip edilmesiyle birlikte, Varolmanın
varoluşsal çözümlenmesinden varlığın tarihine bir geçiş söz konusudur.
2. Heidegger'in Kant Yorumu
Heidegger'in Kant yorumu genel olarak, Kant'ın Saf Aklın Eleştirisi adlı kitabını göz önünde
bulundurur ve onu metafiziğin bir temellendirilmesi olarak değerlendirir. Heidegger ilk önce
Kant'ın felsefeden ne anladığını ortaya koymaktadır. Kant için "felsefe metafiziktir. Saf Aklın
Eleştirisi, bilim olarak metafiziğin, böylelikle de genel olarak 'saf felsefe'nin
temellendirilmesinden başka bir şey değildir" (Heidegger 1977: 10).
Heidegger'e göre Kant geleneksel metafizik kavramından yola çıkar. Heidegger, Kant'ın
kendisinden önceki felsefe geleneğiyle bağlantılı olarak metafizikten ne anladığını ortaya
koymaktadır: Kant, kendi derslerinde A. Baumgarten'in metafizik tanımını kullanmaktadır:
Metaphysica est scientia prima cognitionis humanae principia cogti-nens. Heidegger, bu
Latince tümceyi, farklı zamanlarda verdiği konferanslarında Al-mancaya farklı şekillerde
çevirmektedir: "Metafizik insanın bilgisinin kavradığı şeyin ilk nedenlerini içeren bilimdir"
(Heidegger 1977:14, Heidegger 1991: 5) ve "Metafizik insan bilgisinin ilk başlangıç nedenlerini
içeren bilimdir" (Heidegger 1984: 116). Çevirideki bu farklılığa karşın Heidegger, alıntı yapılan
her üç yerde de, bu ifadenin insanın bilgisine değil, insanın bilgisince bilinene göndermede
bulunduğunu vurgulamaktadır. Dolayısıyla Kant'ın kullanmış olduğu metafizik kavramı,
bilginin temellerini değil, varolanın temellerini araştıran bilimi gösterdiği öne sürülür.
Böylelikle metafizikten, varolan olarak varolan hakkındaki, varolanın varlığı hakkındaki bilim
anlaşılmaktadır.
Heidegger, metafiziğin Kant'a gelinceye dek geçirdiği anlam değişimlerini göstermektedir.
Bu anlam değişimleri çerçevesinde, Kant'ın devraldığı geleneksel metafizik kavramı
belirginleşmektedir. Ona göre, Aristoteles'in Hıristiyanlıktan önceki son yüzyılda düzenlenen
yazılarına physis'le ilgili konulardan sonra gelen anlamında meta ta
171
Heidegger'in "Ontoloji Tarihi"tide Kant Felsefesinin Yeri
physika adı verilmiştir. Heidegger'e göre, bu incelemelerde dünyanın bütünü konu edinilir; tüm
varolanların en son nedeni sorgulanır -ona göre bununla Aristoteles teolojiye dikkat çeker- ve
ayrıca varolan olarak varolan on e on, genel olarak varolan araştırılır. Buradan hareketle
Aristoteles, varolanı varolan olarak araştıran felsefeyi prote phylo-sophia (ilk felsefe) olarak
adlandırır (Heidegger 1977: 12).
Aristoteles'in kitabının ismindeki, "fizik"le ilgili konulardan sonra anlamındaki meta, daha
sonra fizik olanı, deney alanında mevcut olanı ve duyulur dünyayı (mundus sen-sibilisi) "aşma"
(Überschritt) anlamına dönüşmektedir. Yani meta, şimdi artık "sonra" (post) anlamında değil,
"geçme", "aşma" (trans) anlamında kullanılır (Heidegger 1977: 12). Böylece metafizik, deneyim
alanını aşan, duyulurüstü (Übersinnlich) olan varolanları araştıran bilim anlamını kazanmaktadır.
Metafizik deney alanını aşan varolanlardan söz eder: Tanrı, bir bütün olarak dünya
(Welttotalitaet) ve ruh hakkında konuşur. Metafiziğin hakkında konuştuğu bu nesneler,
metafiziğin belirli üç disiplinine karşılık gelirler: Tann-theologia rationalis ya da naturalis, bir
bütün olarak dünya-cosmologia rati-onalis ve rah-psychologia rationalis (Heidegger 1977: 13).
Metafiziğin belirli üç disip-linindeki ortak öğe, onların hepsinin rasyonel bilimler olmasıyla
ortaya çıkar. Yani bu metafizik bilimler, deney bilimleri değil, tersine akıldan kaynaklanan
rasyonel bilimlerdir. Bu disiplinlerin konu edindiği varolanların olanağı ve özü, her durumda, saf
akıldan hareketle ve saf düşünme yoluyla kazanılan kavramlardan hareketle ancak ussal olarak
belirlenir (Heidegger 1984: 111).
Görüldüğü gibi, metafiziğin belirli disiplinleri olarak bunlar, her türlü varolanla değil de,
yalnızca varolanın belirli alanları ile ilgilidirler. Bunun yanında, Aristoteles'in meta ta
physikasmda varolan olarak varolan hakkında konuşulmaktadır. Buradan hareketle Heidegger ilk
felsefenin özünde iki anlamlı olduğunu belirtmektedir: "O hem 'varolan olarak varolanın bilgisi'
hem de kendisinden hareketle varolanların bütünlük (katholou) içinde belirlendiği varolanların en
üstün alanının bilgisidir (Heidegger 1991: 7). Burada Heidegger, -prote philosophia ile metafizik
arasında herhangi bir ayrım yapmadan-, bir metafizik tanımı da vermektedir. Ona göre
metafizik: "varolan olarak varolanın ve bütününde varolanın esaslı bilgisidir" (Heidegger 1991:
8).
Aristoteles'ten sonra metafiziğin anlamındaki değişme, varolanın bütününün, Hristiyan
inancına uygun olarak tanrı, doğa (dünya) ve insan şeklinde bölünmesiyle gerçekleşmektedir.
Dolayısıyla geleneğin anladığı anlamdaki metafizik, bir yanda theologia rationalis, cosmologia
rationalis ve psychologia rationalism oluşturduğu metaphysica specialis; diğer yanda da
varolanı varolan olarak, genel olarak ele alan metaphysica generalis olmak üzere ikiye ayrılır.
Heidegger'in söylediğine göre, metaphysica generalis Descartes'tan bu yana çoğunlukla
"ontoloji" olarak adlandırılır. Kant'ın kendi derslerinde kullandığı A. Baumgarten'in Metaphysica
adlı kitabında konuların bölümlenmesi de
172
Çetin TÜRKYILMAZ
bu ayrımı gösterir. Baumgarten'in kitabı dört kısma ayrılır: 1. Ontologia (Metaphysica
generalis); 2. Cosmologia; 3. Psychologia; 4. Theologia naturalis (Heidegger 1984: 115).
Heidegger, metafiziğin Kant'a gelinceye dek geçirdiği anlam değişimini ve Kant'ın göz
önünde bulundurduğu geleneği bu şekilde gösterdikten sonra, onda metafiziği temellendirmenin ne anlama geldiğini açıklamaktadır. Heidegger'e göre, Kant da metafiziği
geleneğin anladığı anlamda anlar. Ona göre Kant, metaphysica specialisi asıl metafizik, son
amacına göre metafizik (Metaphysik im Endzweck) şeklinde tanımlar. Duyulurüstü, Kant'a göre,
"metafiziğin son amacı"dır. Heidegger'e göre Kant için metafizik, akıl aracılığıyla, duyusal
olanın bilgisinden duyulurüstünün bilgisine ilerleme bilimidir (Heidegger 1977: 15). Buna göre,
Kant'ın anladığı anlamdaki metafizik bilgi, "ilkin deney yoluyla değil akıl yoluyla gerçekleşen
bilgidir, ikinci olarak metafizik bilgi, duyuların ötesine -Kant'ın dediği gibi: duyulur-üstüne,
temkinli bir şekilde konuşulursa da: duyusal-olmayana (Nichtsinnlich)- geçmeyi (Überschritt)
sağlar" (Heidegger 1977: 15). Yani genel olarak varolanın ve onun ana alanlarının saf rasyonel
bilgisi olarak metafizikte, her deneyde özel ve kısmi olarak sunulanın ötesine geçilir (Heidegger
1991: 10). Böylece metafizik, sırf akıl kavramlarını kullanarak belirli ilkelerle -örneğin, çelişki
ilkesiyle- duyularla ulaşılamayan bir alanda iş görür.
Heidegger'e göre, Kant'ın bu geleneksel metafizik karşısındaki tutumu şu şekilde
belirlenebilir: O, "bu teorik metafizik bilginin bir zemini var mıdır?" diye sorar. Duyulur-üstü
varolanların bu bilgisinin kavram ve önermeleri kanıtlanabilir mi? "Bu bilgi bir deney aracılığıyla,
yani doğrudan bu varolanın görüsel deneyi aracılığıyla tasdik edilebilir mi?" (Heidegger 1977:
16). Bu tür sorular temelinde, Heidegger'e göre Kant, metafiziğin böyle duyulur-üstü bilginin
olanağı sorusunu sormamış olduğunu söylemektedir. Bu nedenle Kant, geleneksel metafiziği
dogmatik metafizik olarak adlandırır. Buna göre Kant'ta metafiziğin temellendirilmesi onun
kendi iç olanağının gösterilmesi anlamına gelmektedir. Yani dogmatik metafiziğin karşısına
eleştiriyi çıkarmak gerekmektir. Buradan hareketle, Heidegger'e göre, "kendi iç olanağına sınırlar
çizme anlamında metafiziği temellendirme, şimdi her şeyden önce metafiziğin son amacını
hedefler; yani metaphysica specialism özünü belirlemeyi amaç edinir" (Heidegger 1991: 10).
Bu aşamaya kadar Heidegger'in Kant'ta metafiziğin temellendirilmesi dediği şeyin belirli
bir yönü ele alındı. Metafiziğin temellendirilmesinin asıl anlamı, onun ontoloji -Heidegger'in göz
önünde'bulundurduğu biçimiyle ontoloji- ile ilişkisinde belirlenmektedir. Heidegger'e göre,
metafiziğin -onun iç olanağının sınırlandırılması anlamında- temellendirilmesinin metaphysica
specialism özünün belirlenmesini amaç edinmesi, onu aynı zamanda metaphysica generalisin
(ontolojinin) olanağı sorununa götürür. Çünkü duyulur-üstü varolan hakkındaki bilginin
olanaklı olup olmadığını sormak, varolan ola-
173
Heidegger'in "Ontoloji Tarihi"nde Kant Felsefesinin Yeri
rak varolanın bilgisinin olanağı sorusuna geri gitmeyi gerektirir. Yani duyulur-üstü varolan hakkında konuşmak için, öncelikle, genelde varolanın ne olduğu araştırılmalıdır.
Heidegger'e göre, varolanı varolan olarak inceleyen ve varolanın varlığını belirlemeye
çalışan metaphysica generalis kavramında, Platon ve Aristoteles'ten Kant'a kadar
karanlıkta kalan, açık olmayan bir şeyler vardır. Ona göre, Kant, ontoloji kavramını aydınlatmayı ve bu yolla genel olarak metafizik kavramını yeniden kavramayı denemiştir.
Varolanın araştırılmasında Kant matematik temeline dayanan doğa bilimlerini göz
önünde bulundurmaktadır. Yani o, varolana ilişkin belirli bir tutumu göz önünde tutar.
Heidegger'e göre, daha öncesinde varolana ilişkin belirli bir tutum geliştirmiş olan çeşitli doğa araştırmacılarının araştırmaları, Kant için metafiziğin temellendirilmesinde
örnek teşkil edecek bir konumdadır. Bu doğa araştırmacıları (Galilei, Toriçelli, Stahl
v.b.) kendi araştırmalarında, doğanın bilgisinin, aklın kendi koyduğu yasalara göre gerçekleştiğini gösterdiler. Buna göre doğanın bilgisi (ontik bilgi), onu önceleyen başka bir
bilgi (ontolojik bilgi) aracılığıyla olanaklı hale gelmektedir. Bu bilgi varolanın varlık yapısını belirleyen bilgidir.
Böylece Heidegger'e göre, "Kant, belirli tarzlarda Platon'da önceden keşfedilmiş
olanı ilk kez açık bir şekilde gördü: varolanlar, özellikle de doğadaki varolanlar hakkındaki bilim, varolanı varolan olarak konu edinebilmek için, öncelikle bu varolanları kendi varlık yapısı içinde belirlemelidir" (Heidegger 1977: 45). Bu nokta dikkate alınırsa,
ona göre:
"metaphysica specialism iç olanağının tasarımı, ontik bilginin olanağı hakkındaki sorunun üzerinden, ontik bilgiyi olanaklı kılan şeyin olanağı hakkındaki soruya geri gider. Ancak bu, öncel varlık anlayışının özünün, yani en geniş anlamda
ontolojik bilginin özünün ne olduğu sorunudur. Ontolojinin iç olanağı sorunu bununla birlikte metaphysica generalisin olanağı hakkındaki soruyu içerir. Metaphysica specialisi temellendirme denemesi, kendi içinde metaphysica generalisin özü hakkındaki soruyu açığa çıkarır" (Heidegger 1991: 11).
Heidegger, varolanın ontik bilgisini önceleyen böyle bir varlık anlayışının, saf aklın
kendisiyle ilgili olduğunu düşünmektedir. Kant'ta varolanın varlık yapısını belirleyen,
Heidegger'e göre saf aklın kendisidir. Bu nedenle Kant saf aklı araştırır:
"Saf Aklın Eleştirisinde ('Metafizik hiç olanaklı mıdır?' sorusunu) amaç edinerek
sentetik olarak işe başladım, yani saf aklın içinde araştırma yaptım ve bu kaynağın kendisinin hem öğelerini hem de saf kullanılışının yasalarını ilkelere göre belirlemeye çalıştım. Bu iş güçtür ve akıldan başka hiçbir şeyi verilmiş sayarak temele koymayan bir sistemin içine yavaş yavaş düşünerek giren, dolayısıyla herhangi bir olguya dayanmadan bilgiyi asli tohumundan geliştirmeye çalışan kararlı
bir okuyucu gerektirir" (Kant 1995b: 23)
Çetin TÜRKYİLMAZ
Böylece metafiziğin temellendirilmesi sorununda, sorunun yönü Heidegger'e göre, varolanın
varlık yapısını belirleyenin -yani saf aklın- ne olduğuna dönmektedir. Ona göre bu çerçevede,
Kant, ontolojinin olanağı sorununu "sentetik a priori yargılar nasıl olanaklıdır?" sorusuna
indirger. Heidegger Kant'ın, geleneğe uygun olarak, bilmeyi yargılama olarak düşündüğünü
söylemektedir. Ona göre, varolanın neliğiyle ilgili içeriğini sağlayan, daha doğrusu varolanın
kendisini açığa çıkaran bilgiyi Kant "sentetik" bilgi olarak adlandırmaktadır (Heidegger
1991:14). Böylece Heidegger'e göre, ontolojik bilginin olanağı hakkındaki soru, varolanın
neliğini her deneyden önce, a priori olarak sağlayan sentetik a priori yargıların özünün ne olduğu
sorusuyla ilgilidir. Bu anlamda ontolojik bilgi, deney ölçütüne dayanmayan -saf akıldan
kaynaklanan- ilkelere göre yargılama anlamına gelmektedir. Kant, ilkelerden yola çıkarak bir
şeyi a priori bilen yetiyi saf akıl olarak adlandırır. İşte, saf akılda bulunan ilkeler a priori bir
bilginin olanağını oluşturduğu sürece, Heidegger'e göre, ontolojinin olanağını açığa çıkarma işi,
saf aklın özünün aydınlatılmasıyla ilgili olacaktır (Heidegger 1991: 14).
Heidegger "transsendental" kavramı ile ontolojik bilginin olanağı arasında da bağ
kurmaktadır. Ona göre, saf aklın, bir şeyin a priori olarak bilgisini sağlayan, bu anlamda da
varolanın varlık yapısıyla ilgili olan a priori sentezinin özüyle ilgili bir araştırmayı Kant
transsendental bir araştırma olarak adlandırır. Bu anlamda "transsendental bilgi varolanın
kendisini değil, (bu varolana) öncel olan varlık anlayışının olanağını, yani aynı zamanda
varolanın varlık yapısını araştırır" (Heidegger 1991: 16). Heidegger'e göre transsendental, aşma
(Transzendenz) ile ilgilidir (Heidegger 1984: 179). Heidegger aşmadan varolanın ötesinde
kalmayı anlar: "Varolanın ötesinde dışta durmayı aşma olarak adlandırıyoruz." (Heidegger
1994: 35). Varolanın ötesinde dışta duran, varolanı aşan, Heidegger'e göre saf akıldır. Saf akıl
varolanın varlık yapısını belirler; o varolana önceldir. Bu anlamda "ontolojinin olanağını sorun
edinmek demek, varlık anlayışının bu aşmasının olanağını, yani özünü sormak, transsendental
felsefe yapmak demektir" (Heidegger 1991: 16). Buradan çıkan sonuca göre, metafizik kendi
temelini, varolanı aşan, bu asmasıyla varolanın varlık yapısını belirleyen, bu anlamda da varolana
öncel olan saf akılda bulur. Dolayısıyla, Heidegger'e göre, Kant'ta metafiziğin
temellendirilmesi ile ontoloji arasındaki ilişki, temellendirme ontolojinin olanağını ortaya
koymak anlamında görüldüğünde açıklık kazanacaktır. Çünkü ona göre, "bütününde metafiziğin
temellendirilmesi, ontolojinin iç olanağının aydınlatılması demektir" (Heidegger 1991: 12). Bu
da Heidegger'e göre Saf Aklın Eleştirisinde yapılmıştır.
Kant, Saf Aklın Eleştirisinde insan bilgisinin iki temel öğesini görü (Anschauung) ile anlık
(Verstand) olarak göstermektedir. Heidegger bilginin bu iki öğesinin -bilme ilişkisinde varolana
bağımlılık açısından- sonlu insan bilgisinin öğeleri olduğunu söylemektedir. Sonlu insan
bilgisine "açık olabilen, ancak kendini gösteren varolandır; yani gö-
175
Heidegger'in "Ontoloji Tarihi"tide Kant Felsefesinin Yeri
rünendir, görünüştür" (Heidegger 1991: 31). Varolanı aşan, bu aşkın yapısıyla varolana yönelen
sonlu insan aklının saf öğeleri olarak görü ve düşünmenin (anlığın) sentezi, He-idegger'e göre,
ontolojik sentez olarak adlandırabilir. Anlık kavranılan ile saf görünün sentezi, ontolojik
bilginin bu sentezle açığa çıktığını göstermektedir. Heidegger'e göre, Kant'ta bu sentezi
gerçekleştirme işi, bir ara yeti olarak transsendental imgeleme verilmiştir.
Ontolojik bilgi aşma ile ilgilidir. Aşma, Heidegger tarafından sonlu aklın en temel yapısı
olarak gösterilmektedir. Bunun yanında Heidegger'e göre aşmanın tam olarak geçerli bir şekilde
açığa çıkarılması, transsendental sentezin saf görüyle ve bu yolla da saf görünün anlıkla ilişkisi
göz önünde bulundurularak gerçekleştirilebilir. Bu da Heidegger'e göre, Kant'ın transsendental
şematizm öğretisinde açıklığa kavuşmaktadır. Heidegger şematizmi ontolojik bilginin iç
olanağının temeli olarak gösterir. Buna göre ontolojik bilgiyi olanaklı kılan sonlu insan varlığının
varolanı aşan yapısı, şematizmin nasıl gerçekleştiğinin gösterilmesiyle açığa çıkacaktır. Yalnız,
şematizm onda, aşmanın özünün tam olarak belirlenmesini ifade etmez. Aşmanın özünün tam
olarak belirlenmesi Heidegger'in "en yüksek sentetik ilke" adını verdiği, tüm sentetik yargıların
en yüksek ilkesinin ortaya atılmasıyla gerçekleşir (Heidegger 1991: 114). Ancak bu ilke, şematizm
öğretisinin bir sonucudur. Dolayısıyla şematizm, aşmanın yapısını açığa çıkarmaktadır. Buradan
yola çıkılarak ontolojik bilginin neliği belirlenmektedir. Bu nedenle Heidegger'e göre, şematizm
ontolojik bilginin olanağının temelidir.
Şematizm, Heidegger'e göre, kavramların duyusallaştırılmasıyla (Versinnlichung) ilgilidir.
Kavramların duyusal kılınması, -Heidegger'in ifadesiyle duyusallaştırma-, kavramların görüyle
olan ilişkisinde, aşmanın ufkunun bir görünümünü (imgesini) verme anlamına gelmektedir.
Aşmanın ufku, Heidegger'e göre bir duyusallaştırma içinde kurulur. Ufkun görünümünü ise
ancak imgelem sağlayabilir. Bununla birlikte, aşma durumunda saf kavramlar söz konusu
olduğundan, aşma ancak "saf kavramların duyusallaştınlmasında oluşur" (Heidegger 1991: 91).
Heidegger'e göre, "Saf duyusallaştırma bir şematizm olarak gerçekleşir. Saf imgelem şemakurucu (Schemabildend) olarak önceden, aşmanın ufkunun bir görünümünü (imgesini) verir"
(Heidegger 1991: 91). Ona göre, duyusallaştırma genel olarak, içinde sonlu bir varlığın bir şeyi
görüsel yapacağı, yani bir şeyle ilgili bir görünüm (imge) sağlayabileceği tarzı ifade eder
(Heidegger 1991: 92). Duyusallaştırmanın farklı tarzlan Heidegger'de şu şekilde belirlenmiştir:
"1. Görünüşlerin, yani empirik olarak görünebilir nesnelerin duyusallaştırılması; 2. Duyusal,
empirik kavramların duyusallaştırılması; 3. Saf duyusal kavramların duyusallaştırılması; ve 4.
Saf anlık kavramlarının duyusallaştırılması" (Heidegger 1976: 360,361). Duyusallaştırmanın bu
tarzlarından dördüncüsü, transsendental şemalaştırmanın konusudur.
176
Çetin TÜRKYILMAZ
Anlık kategorilerinin duyusallaştırılmasında, yani onların şemalarının kategorilere dayalı
olarak ortaya çıkarılmasında, varolanı "karşıya-alan" sonlu bir varlığın, bu varolanı "aşan" yapısı
öne çıkar. Sonlu bir varlığın varolanı aşan yapısı, varolanın varlık yapısının belirlenmesinin
olanağı olarak görülür. Buna göre varolanın deneyiminin bilgisi, yani Heidegger'in ifadesiyle
ontik bilginin olanağı, kendi temelini, aşmanın yapısını açığa çıkaran ontolojik bilgide bulur.
Öyleyse, Heidegger'e göre, "transsendental şematizm ontolojik bilginin iç olanağının temelidir.
O, saf karşıya almada karşıya-konanı (Gegenstehende), -saf düşünmede tasarlanmış olanı
zorunlu olarak zamanın saf imgesinde görüsel yaparak- kurar" (Heidegger 1991: 108).
Heidegger tarafından ele alındığı şekliyle transsendental şematizmin ontolojik bilginin "en
içteki özü"nü gösterdiği açığa çıkmaktadır. Buna göre, ontolojik bilginin özünün tam olarak
belirlenmesi transsendental şematizmin bir sonucudur ve bu tam olarak belirleme, en yüksek
sentetik ilkede kendi ifadesini bulur. Yani Heidegger'e göre, en yüksek sentetik ilke
transsendental şematizmle ulaşılan aşamada ortaya konmaktadır .
Kant tüm sentetik yargıların en yüksek ilkesini şu şekilde ortaya koymaktadır: "Genel olarak
deneyin olanağının koşulları, aynı zamanda deney nesnelerinin olanağının koşullandır" (Kant
1995a: B197). Bu ilkenin ortaya konmasıyla, Heidegger'e göre, Kant, sonlu bilginin özünün
ne olduğu sorununu "deneyin olanağı" sorununa göre işlemektedir. Deney, burada Heidegger'e
göre, "varolanın sonlu, görülenerek alınan bilgisi" anlamına gelmektedir (Heidegger 1991:
116). Deneyin bu şekilde tanımlanmasına göre, "deneyin olanağı", "özünde sonlu bilgiyi
olanaklı kılan" şeyin bütününü ifade etmektedir (Heidegger 1991: 117). Böylece deneyin olanağı,
aşmayla aynı anlamda düşünülmektedir. Aşmanın kendi özünün bütünlüğü içerisinde
sınırlanması, deneyin olanağının koşullarının belirlenmesi demektir. Böylece saf bilgiyi
oluşturan öğelerle ilgili olan araştırma, yani transsendental felsefe -Heidegger bunu, aşmanın
özünü açığa çıkaran felsefe olarak düşünmektedir- ontolojiyle aynı anlama gelmektedir. Daha
doğru bir ifadeyle, ontoloji Kant'ta transsendental felsefe aracılığıyla ortaya çıkar. Bu, metafiziğin temellendirilmesinin bir sonucudur. Buna göre, metaphysica generalisin temellendirilmesi,
ontolojinin açığa çıkarılması sonucunu verir.
Heidegger'e göre saf şemalaştırmayla başlayan ve en yüksek ilkeyle tamamlanan bu süreçte
etkin olan öge sentezi gerçekleştiren transsendental imgelemdir. Heidegger, transsendental
imgelemi ontolojik bilginin kurucu aracısı (Mitte) olarak görür. Ontolojik sentezin
incelenmesinde, transsendental imgelemin saf düşünme ile saf görü arasındaki bir aracı olarak
sentezi gerçekleştirdiği vurgulanmaktadır. Ayrıca Kant'ın transsendental şematizm öğretisinin
yorumlanmasından da saf şemaların transsendental imgelemin transsendental bir ürünü
oldukları açığa çıkmaktadır. Böylece Heidegger tarafından, "saf öğeler arasında yapısal ilişkiyi
kuran" transsendental imgeleme ontolojik bil-
177
Heidegger'in "Ontoloji Tarihi"nde Kant Felsefesinin Yeri
gide özel bir işlev yüklendiği görülmektedir. Heidegger'e göre, transsendental imgelem, ontolojik
bilginin iç olanağının ve bu yolla metaphysica generalisin yapısının belirlenmesinde temelde yer
alır.
Heidegger bu ara yetinin, ontolojik bilgideki kendi işlevine göre, varolanın deneyini
edinmeden önce, "nesnellik ufkunun görünümünü" sağladığını söylemektedir. Bu, imgelemin
transsendental bir ürünü olan saf şemaların bir başarısıdır. Yani şemalar aracılığıyla gerçekleşen
iş, imgelemin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı, transsendental imgelem, üretici
imgelem olarak da adlandırılır.
Heidegger sonlu varlığın varolanı aşan yapısını, yani onun aşmasını yukarıda ifade edilen
öğelerin, -sonlu insan bilgisinin saf öğelerinin- birliği olarak ortaya koyduğu için, bu iki öğenin
yapısal birliğini kuran, diğer bir ifadeyle, bilginin öğeleri olarak düşünülen her iki gövdenin
kökü olan transsendental imgelemin, aşmanın yapısının aydınlatılmasında temel olarak
düşünülmesi şaşırtıcı olmayacaktır. O, transsendental imgelemi aşmanın kökü olarak görür. Bu
nedenle Heidegger, aşmayı oluşturan saf yetiler olarak görü ve anlıkta transsendental imgelemin
izini sürmektedir.
Heidegger'in ontolojinin temellendirilmesinde transsendental imgeleme bu denli önem
vermesinin nedeni, bu yetinin zamanla olan ilişkisidir. O, Kant tarafından ortaya konan
transsendental imgelemin zamanla içsel bir ilişkiye sahip olduğunu düşünmektedir. İmgelem,
kendi yapısına göre zamanın belirli niteliklerini kendinde taşımaktadır. Heidegger'e göre,
zamanın üç boyutu imgelemin üç tarzına karşılık gelmektedir. O, Kant'a dayanarak, imgelemde
bir şeyin suretini çıkarmanın (Abbildung) (facultas for-mandi) şimdiki zaman tasarımıyla,
sonradan kurmanın (Nachbildung) (facultas imagi-nandi) geçmiş zaman tasarımıyla, önceden
kurmanın (Vobildung) (facultas praeviden-di) da gelecek zaman tasarımıyla bağlantılı olduğunu
savunmaktadır (Heidegger 1991: 174,175). İmgelemle zamanın bu iç ilişkisi, Heidegger'e göre,
saf sentezin yapısını belirlemektedir. Heidegger, Saf Aklın Eleştirisinin ilk baskısında Kant'ın
imgelemi genel olarak sentez yetisi olarak adlandırmasına dayanarak, sentezin yapısındaki zaman
ilişkisini göstermeye çalışmaktadır.
Heidegger, saf bilginin üç öğesinin saf görü, saf imgelem ve saf anlama yetisi olduğunu
vurgulamaktadır. Saf bilginin bu üç öğesinin kökensel olarak birleşmeleri sentez olarak ortaya
çıkmaktadır. Kant, sentezin yapısını saf öğelere göre üç şekilde ele almaktadır: 1- Görüde
kavramanın (Apprehension) sentezi, 2- İmgelemde yeniden üretmenin (Reproduktion)sentezi
ve, 3- Kavramlardaki tanımanın (Recognition) sentezi (Kant 1995a: A98). Heidegger, Kant'ta
sentezin yapısının bu şekilde ortaya konduğunu düşünmektedir. Saf sentezin yapısı bu şekilde
konduktan sonra, bu sentezdeki zaman özelliği ortaya çıkarılmaktadır. Ona göre, sentezin üç
tarzı, zamanın şimdi, geçmiş ve gelecek olmak üzere üç boyutuyla bağlantılıdır. Yani görüdeki
kavrama (Apprehension) şimdi-
178
Çetin TÜRKYILMAZ
ki zaman boyutuyla, imgelemde yeniden üretme geçmiş zaman boyutuyla, kavramdaki tanıma
da gelecek zaman boyutuyla ilgilidir.
Heidegger, sentezin burada ifade edilen üç tarzının imgelemin bir ürünü olduğunu
düşünmektedir. Sentezin bu tarzlarıyla zaman arasında kurulan koşutluk göz önünde bulundurulursa, imgelemin kendinde bir zaman özelliği taşıdığı ortaya çıkacaktır. Heidegger,
transsendental imgelemin zamanı açığa çıkardığını söylemektedir. Buradan hareket ederek o,
imgelemin kökensel zaman olduğu sonucunu çıkarır. Ona göre, "eğer saf kurucu bir yeti olarak
transsendental imgelem kendinde zamanı kuruyorsa, yani onu açığa çıkarıyorsa, o zaman (...)
transsendental imgelemin kökensel zaman olduğu" söylenebilir (Heidegger 1991: 187).
3. Heidegger'in Kant Yorumunun Ulaştığı Sonuç
Heidegger kendi Kant yorumundan hareketle çeşitli sonuçlara varmaktadır. O ulaşmış
olduğu bu sonuçları, "kaygı", "korku" gibi kendi felsefesinde önemli bir yere sahip olan ve çok
bilinen kavramlarla bağlantıya sokmaktadır. Heidegger'in bu çok bilinen kavramlarını tek tek
ele almak yerine, onun ulaşmış olduğu sonucu göstermeye çalışacağız.
Metafiziği temellendirmenin sonlu insan bilgisinin öğelerinin işlenmesiyle ortaya konduğu
düşüncesi temelinde Heidegger, Kant'ın varolanın varlığının, yani varolanın varlık yapısının ne
olduğu sorusunu ele aldığını düşünmektedir. Bu temellendirmede açığa çıkan sonuca göre,
varlık ile zamanın özsel olarak ilişkili olduğu görüşüne ontoloji (metafizik) tarihinde ilk kez
Kant bu kadar yaklaşmıştır. Ona göre, ilk kez Kant, araştırmasının yönünü varlığın zamanla
ilgisinin nasıl kurulabileceği sorununa çevirmiştir. Yalnız, Kant'ın temellendirmesindeki karar
verici yön, onun varlık ve zamanın bağlantılı olduğu düşüncesine yaklaşmış, araştırmasının
yönünü bu noktaya çevirmiş olmasıyla belirlenmez Heidegger'e göre. Onun için, metafiziğin
temellendirilmesinde özsel olan şey, Kant'ın kendi koyduğu bu temel (yani transsendental
imgelem) karşısında geri çekilmesinde bulunur. Yani ona göre, bu temellendirmenin sonucunda
özsel olan, "konulan temelin transsendental imgelem olması değil, bu temellendirmenin insan
aklının özünü soru konusu edinmesi de değil, tersine öznenin öznelliğinin açığa çıkarılmasında,
Kant'ın kendi koymuş olduğu temelin önünde geri çekilmesidir" (Heidegger 1991:214).
Heidegger, Kant'ın "bu bilinmeyen kökün önünde geri çekilmiş" olduğunu iddia etmektedir
(Heidegger 1991: 160). Bu geri çekilme ona göre, Saf Aklın Eleştirisinin ikinci baskısında
gerçekleşmektedir. İkinci baskıda, transsendental imgelemin merkezî konumu anlığın lehine
bozulmuştur. İlk baskıda transsendental imgelem, "ruhun onsuz olunmaz işlevi" olarak
gösterilirken, ikinci baskıda bu ifade yerine, "anlığın işlevi" ifadesi kullanılmaktadır (Heidegger
1991: 161). Bu yolla Heidegger'e göre, saf sentez an-
179
Heidegger'in "Ontoloji Tarihi"nde Kant Felsefesinin Yeri
lığa havale edilmektedir. Bunun bir sonucu olarak, transsendental imgelem artık, duyusallık ile
anlığın ortasında üçüncü temel yeti olmak konumunu yitirmiştir.
Heidegger'e göre, transsendental imgelem ikinci baskıdaki durumuna göre artık "kendine
özgü bir yeti olmak anlamında 'işlev' değil, anlığın bir başarısı olarak 'işlev'dir" (Heidegger
1991: 163). Buna göre, ilk baskıda ele alındığı şekliyle, imgelem -sentezi gerçekleştiren temel
yeti olarak imgelem- duyusallık (görü) ve anlığa geri götürülemeyen bir temel yeti olarak
görünürken, ikinci baskıda anlık tüm sentez için kaynak olma rolünü üstlenmektedir. İmgelem,
anlığın bir işlevi olarak ortaya çıkmaktadır. Böylece Heidegger, transsendental imgelemin artık,
"olanaklı birliklerinde duyusallık ve anlığın arasında aslî aracı olan bağımsız bir temel yeti
olarak görev yapmadığını, tersine ara yeti olarak, ruhsal yapının belirlenen iki temel kaynağının
adeta arasına düştüğünü" söylemektedir (Heidegger 1991:164). Ona göre, imgelemin görevi
anlığa aktarılmıştır.
Bu sonuçtan hareketle, Heidegger'in Kant için Varlık ve Zamanın girişinde söylenmiş olan,
ifade açıklık kazanmaktadır. Orada Heidegger, Kant'ın "öznenin öznelliğinin öncel ontolojik
analizini" eksik bırakmış olduğunu savunmaktadır. Burada bu analizin eksik bırakılma nedeni
olarak, Kant'ın bilinmeyen bir kök olarak transsendental imgelem karşısında geri çekilmesi
gösterilmektedir. Bu nedenle Kant, Heidegger'e göre, varlık sorununu ihmal etmiştir. Bununla
bağlantılı olarak da Heidegger'e göre, o Varolmanın ontolojisini eksik bırakmıştır.
Heidegger "Varolmanın varlık yapısının açığa çıkarılması"nın, yani kendi anladığı anlamda
bir ontolojinin Kant tarafından eksik bırakılmış olduğunu savunmaktadır. Ancak ona göre Kant,
metafiziğin temellendirilmesinde varolanın varlığını soru konusu ederek ontolojinin olanağını
göstermek istemektedir. Bu da, varolanı aşan yapısıyla varolanın varlık yapısını belirleyen aklın,
bu "aşma"sının ortaya konmasıyla gerçekleştirilmektedir. Bu anlamda, Kant, Heidegger'in
"ontoloji tarihi"nde diğer filozoflara göre çok daha önemli bir yer işgal etmektedir.
KAYNAKÇA
Heidegger, Martin. (1952). Holzwege. Franfiırt am Main: Vittorio Klostermann.
Heidegger, Martin. (1976). Logik. Franfurt am Main: Vittorio Klostermann.
Heidegger, Martin. (1977). Phaenomenologische Interpretation von Kants Kritik der reinen Vernunft. Frankfurt am Main: Vittori Klostermann.
Heidegger, Martin. (1983). Einführung in die Metaphysik. Frankfurt am Main: Vittorio Klostermann.
Heidegger, Martin. (1984). Die Frage nach dem Ding. Frankfurt am Main: Vittorio Klostermann.
Heidegger, Martin. (1986). Sein undZeit. Tübinger: Niemeyer Verlag.
180
Çetin TÜRKYILMAZ
Heidegger, Martin. (1988). Zu Sache des Denken, Tubingen: Niemeyer Verlag.
Heidegger, Martin. (1991). Kant und das Problem der Metaphysik. Frankfurt am Main: Vittorio
Klostermann.
Heidegger, Martin. (1994). Metafizik Nedir? (Çev. Yusuf Örnek) Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
Kant, Immanuel. (1995a). Kritik der reinen Vernunft. Frankfurt am Main: Suhrkamp Verlag.
Kant, Immanuel. (1995b). Prolegomena. (Çev. İ. Kuçuradi, Y. Örnek) Ankara: Türkiye Felsefe
Kurumu Yayınlan.
Pöggeler, O.-Alleman, B. (1994). Heidegger Üzerine tki Yazı. (Çev. D. Özlem) İstanbul: Gündoğan Yayınlan.
Wisser, Richard. (1994). "Martin Heidegger'in Dörtlü Sorgulaması: 'Metafizik Nedir?'le ÖncüOlana Bakmak" Metafizik Nedir? içinde (Çev. Y. Örnek) Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları.
181