NÜZÛL-Ġ ÎSÂ MESELESĠNĠN TEFSĠR GELENEĞĠNE
YANSIMALARI
Yrd. Doç. Dr. Muhittin AKGÜL
Özet
Hz. Îsâ, peygamberler arasında belki de en fazla hakkında
tartışmaların yapıldığı bir peygamberdir. Yapılan bu
tartışmalardan biri de O‟nun kıyamete yakın bir zamanda
yeniden yeryüzüne inmesi hususudur. Gerek diğer din
mensupları gerekse Müslümanlar arasında bu konu farklı
şekillerde tartışılmıştır. Bu makalede Hz. Îsâ‟nın yeryüzüne
yeniden ineceğiyle ilgili âyetler ve bu âyetlere ilk dönemden
itibaren müfessirlerin yaklaşımları ele alınacak ve aralarında
değerlendirmeler yapılacaktır.
Anahtar Kelimeler: İsâ, nüzûl, müteşâbih, Kehl, Deccâl,
Ehl-i kitap, kıyâmet, kıraat.
GiriĢ
Eskiden beri müslümanlar arasında tartışılan, hakkında
farklı görüşler belirtilen hususlardan biri de Hz. Îsâ‟nın,
kıyamete yakın bir zaman diliminde, yeniden yeryüzüne inmesi
konusudur. Aslında Hz. Îsâ‟nın sadece âhir zamanda inmesi
konusunda değil, hayatı, ana karnına düşmesi, doğumu gibi
yaratılış keyfiyetiyle ilgili hususlar ve semaya refedilmesinde de
değişik tartışmalar mevcuttur. Ancak bu makalede bunlardan
sadece onun âhir zamanda yeniden dünyaya gelmesi ele
alınacak, konuyla ilgili âyetler ve müfessirlerin görüşleri
kronolojik olarak incelenecek, sonunda da genel bir
değerlendirme yapılacaktır.
Konuya yaklaşımımız daha çok tasviri bir tarzda olacak,
bir anlamda bu konuda müfessirlerin ortaya koyduğu genel
kanaat ortaya konulmaya çalışılacaktır. Ancak müfessirlerin
görüşleri karşılaştırmalı bir şekilde nakledilerek, konunun
tenkidi bir tarzda okunmasına imkân sağlanacaktır. Görüşlerine
müracaat ettiğimiz müfessirler ilk dönemlerden itibaren değişik
ekollere mensup olan müfessirlerdir. Buradaki amacımız her
ekolün en önde gelenlerinin görüş ve değerlendirmelerini almak
suretiyle geneli hakkında bir kanaate varmaktır. Bu anlamda
rivayet tefsir ekolünde önemli bir yeri olan Taberi, İbn Ebî
Hatim, Semerkandî ve İbn Kesîr, dirayet tefsirinde başta gelen
Fahruddin er-Râzî, Kurtubî, Ebu‟s-Suud, Reşid Rıza, Tahir b.
Âşur ve Elmalılı Hamdi Yazır, hem dirayet ve hem de ehl-i
sünnet kelam ekollerinden birinin temsilcisi olan Maturidi,
Mu‟tezile‟den Zemahşeri, Şia‟dan Tûsî, Tabersî ve Tabatabâî,
Zeydiyye‟den Şevkânî, Kur'ân lügatinde önemli bir yere sahip
olan Râgıb el-İsfahânî ve Fîrûzâbâdî gibi dilcilere müracaat
edilmiştir. Böylece klasik dönem rivayet ve dirayet tefsirlerinin
görüşleri nakledildiği gibi İbn Âşur ve Reşid Rıza gibi modern
dönem müfessirlerinin görüşleri de nakledilmiştir. Ayrıca
Mu‟tezile, Şiâ ve Zeydiyye mezhebine bağlı müfessirlerin
görüşleri de ele alınarak, mezhepler arası mukayese imkanı
sunulmaya çalışılmıştır.
Tefsirleri incelediğimizde müfessirler, Hz. Îsâ‟nın
nüzûlüyle ilgili tartışmaları genellikle üç âyetin tefsirinde ele
aldıklarını ve değerlendirdiklerini görmekteyiz. Bu âyetler Âl-i
İmrân 3/45-46; Nisâ 3/46 ve Zuhruf 43/59-61‟dir.
Müfessirlerin bazıları, Hz. Îsâ‟nın nüzûlüyle ilgili
tartışmalara, yukarıdaki her üç âyette, bazıları sadece ikisinde,
bazıları da sadece bunlardan bir âyette üzerinde durmuştur.
Burada ilk olarak ele alacağımız âyet Âl-i İmrân 3/45-46 dır.
A. Kuhûlet: Olgunluk YaĢına YetiĢmesi
“Gün geldi, melekler ona: “Ey Meryem! Allah sana,
Kendisi tarafından bir kelime vereceğini müjdeliyor. Adı
Meryem oğlu Îsâ‟dır. Dünyada da âhirette de itibarlı, Allah‟a en
yakın kullardan olacaktır. Beşiğinde de, yetişkinliğinde de
insanlara hitap edip onlarla konuşacak, salih insanlardan
olacaktır.” (Âl-i İmrân 3/45-46)
Bu âyette konuyla ilgili tartışmaların odaklandığı yer
kelimesidir. Hemen hemen bütün müfessirler bu kelimenin
farklı şekillerdeki yorumlarından hareket ederek, nüzûl-i Îsâ
konusunu
tartışmışlardır.
Tefsir
geleneğinin
önemli
simalarından Taberî (Ö. 310/922), Hz. İsâ‟nın beşikte
konuşmasını, annesinin berâetini dile getirmesi şeklinde
yorumlamış ve yetişkin (kehlen) olduğunda konuşmasıyla ilgili
farklı görüşleri nakletmiştir. Buna göre yetişkin halinde
konuşması, vahiy ve peygamberlik geldikten sonra konuşması
veya âhir zamanda zuhur edip Deccal‟ı öldürdüğünde konuşması
şeklinde yorumlanmıştır. 1 Ancak Taberi, bu rivayetlerin kimlere
ait olduğunu zikretmemiş ve kendisi de bunlar arasında herhangi
bir tercihte bulunmayıp, sadece bu konudaki görüşleri
aktarmakla yetinmiştir.
İbn Ebî Hâtim (327/939) ise, Mücahid (103/721) ve İbn
Taberî, İbn Cerîr, Câmiu’l-Beyân An Te’vîl-i Âyi’l-Kur’ân, 3/369-372,
Dâru‟l-Fikr, Beyrût 1995.
1
Vehb‟in bu kelimeye hilim sahibi anlamı verdiklerini bildirir.1
Dirayet tefsirinde büyük bir otorite kabul edilen Râzî
(606/1209), âyetteki “kehl” kelimesiyle ilgili mukadder bir soru
sorar ve derki: “Hz. İsâ‟nın semaya kaldırılıncaya kadarki
ömrünün otuz üç yıl altı ay olduğu rivayet edilmektedir. Buna
göre o “kehl” yetişkinlik dönemine ulaşmamıştır. O zaman bu
durum nasıl açıklanacaktır?” diyerek, “kehl” kavramını iki
şekilde yorumlar:
Birincisi: “kehil” kelimesi Arapça‟da kâmil ve tam
anlamına gelmektedir. İnsanın en olgun yaşı ise 30-40 arasıdır.
Dolayısıyla Hz. İsâ‟nın bu yaşta iken “kehlen” şeklinde
vasıflandırılması doğru olur.
İkincisi: Hüseyn İbn Fadl el-Becelî‟nin görüşüdür. Buna
göre Cenâb-ı Hakk‟ın onu “kehlen” olarak vasıflandırmasından
maksat, Hz. İsâ‟nın âhir zamanda semadan indirilerek insanlarla
konuşması ve Deccal‟ı öldürmesi dönemidir. El-Beceli‟ye göre:
“Bu âyette Hz. İsâ‟nın âhir zamanda ineceğine ait bir delil
bulunmaktadır.”2 Görüldüğü üzere Râzî, kendisinin tercih ettiği
görüşü belirtmemiş, sadece bu konudaki farklı yorumları
aktarmıştır.
Şia‟nın önde gelen müfessirlerinden et-Tûsî (460/1068),
âyetteki “kehlen” kelimesiyle ilgili şu yorumu yapar: “Hz.
Îsâ‟nın, Allah'tan gelen vahiyle “kehl” döneminde konuşmasıdır.
Ömür bakımından o, “kehl” dönemine kadar yaşar ki, bu, haber
verdiği olayın gerçekleşmesi açısından mu‟cize olarak
değerlendirilir. Aynı zamanda bununla Hıristiyanlara da bir
reddiye söz konusudur. Zira İlah olanın bir durumdan başka bir
duruma geçmesi imkânsızdır. Hâlbuki Hz. Îsâ halden hale
geçmektedir.3 Aynı ekolden gelen Tabersî (548/1153) de,
İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Muhammed b. İdris er-Râzî, Tefsîru’lKur'ân’il-Azîm, Mektebetü‟l-Asriyye, Beyrut 1999, 2/652-653.
2
Râzî, Fahruddin Muhammed b. Ömer b. Huseyn b. Hasan b. Ali et-Teymî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Beyrut 1990, 8/45-46.
3
Tûsî, Ebû Cafer Muhammed b. Hasan, et-Tıbyân fî Tefsîri’l-Kur'ân, Dâr-u
İhyâi‟t-turâsi‟l-Arabî, Beyrut ts, 2/463.
1
benzer yorumları yapmıştır.1 Görüldüğü gibi gerek Tûsî ve
gerekse Tabersî, Hz. Îsâ‟nın nüzûlüyle ilgili herhangi bir
yoruma gitmemiş, kehlen kelimesini Kur'ân'ın i‟cazı ve Hz.
Îsâ‟nın ilah olmasının imkansızlığı açısından yorumlamıştır.
Kurtubî (671/1272), âyette belirtilen “kehl” halinde
insanlarla konuşmasını, semadan indirildiğinde konuşacağı
şeklinde yorumlar ve der ki: “Hz. İsâ 33 yaşındaki bir kıvamda
indirilecek ve şöyle diyecektir: “Ey insanlar ben Allah'ın
kuluyum!” Kurtubî, daha sonra da, “kehl” kelimesiyle ilgili
farklı görüşleri belirtir.2
Semerkandî (ö.375), “kehl” kelimesiyle ilgili değişik
görüşlerin olduğunu belirttikten sonra, Kelbî‟nin “Hz. İsâ
semadan indikten sonra konuşacak” şeklindeki görüşünü verir.
Ancak o da bunların arasında herhangi bir tercihte bulunmaz.3
Büyük Türk Müfessiri Ebu‟s-Suud Efendi (982/1574) ise,
âyetindeki
kelimesinden maksadın,
Hz. İsâ‟nın yeryüzüne nüzûlünden sonra konuşacağı4 şeklinde
olduğunu belirtir.
Tabatabâî, önce buradaki “mehd” ve “kehl” kelimelerinin
anlamları üzerinde durur. “Mehd”in bebek için hazırlanan yatak
olduğunu, “kehl”in ise, gençlikle-yaşlılık arası dönem anlamına
geldiğini belirtir. Hatta 34 yaşına ulaşan kimseye kehl dendiğini
söyler. Der ki: “İncillerde Hz. Îsâ‟nın 33 yaşına kadar yaşadığı
bildirilmektedir. O zaman bu konuyu iyice düşünmek gerekir.
Dolayısıyla Hz. Îsâ‟nın kühûlet döneminde insanlarla
konuşması, ancak semadan nüzûlünden sonra olacaktır. Çünkü
Tabersî, Ebû Ali Fadl b. Hüseyin, Mecme’ul-Beyân fî Tefsîri’l-Kur'ân, Dâru İhyâi‟t-turâsi‟l-Arabî, Beyrut 1992, 2/567.
2
Kurtûbî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, el-Câmiu Li
Ahkâmi’l-Kur'ân, Dâru‟l-Kütübi‟l-Mısriyye, Kâhire 1954, 4/90-91.
3
Semerkandî, Ebul-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim, Bahru’lUlûm, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Beyrut 1993, 1/268.
4
Ebus‟Suud, Muhammed b. Muhammed el-İmâdî, İrşâdu’l-Akli’s-Selîm,
Dâr‟ul-Mushaf, Kâhire ts. 2/37.
1
o, yeryüzünde kühûlet dönemine kadar yaşamamıştır.”1
Görüldüğü üzere Tabatabâî, Hz. Îsâ‟nın kühûlet döneminde
konuşmasını, kıyametten önce gelip konuşması şeklinde
yorumlamaktadır.
Meşhur Kur'ân lügatçisi Râgıb el-İsfehânî (502/1108),
âyetteki “kehlen” kelimesine, yaşlılığın ortaya çıkması,
belirginleşmesi şeklinde anlam vererek, bitkilere de kurumaya
yüz tuttuklarında “iktehele en-nebâtü” denildiğini belirtir.2 Yine
dilci Fîrûzâbâdî (718/1318) ise “kehl” kelimesinin başlıca iki
anlama geldiğini, bunlardan birinin yaşlılığın ortaya çıkması,
diğer anlamın da insanın otuz ya da otuz dört yaşından, elli bir
yaşına kadar olan hayat dilimini ifade ettiğini belirtir.3 Garibu‟lHadis ilminde büyük bir otorite olarak kabul edilen İbn‟ü-l-Esîr
(606/1209), “kehl” kelimesiyle ilgili olarak “Erkeklerden otuz
yaşından kırk yaşına kadar olan zaman dilimine denir. Ayrıca
otuz üç yaşından elli yaşına kadar ki dönemi kapsadığı da
söylenmiştir.”4 şeklindeki yorumları aktarır ve herhangi bir
tercihte bulunmaz.
Zâdu‟l-Mesîr müellifi İbnü‟l-Cevzî (ö.597) de
kelimesiyle ilgili değişik yorumları bildirdikten sonra şu
değerlendirmede bulunur: “Böyle bir haber, Hz. Îsâ‟nın
ömrünün uzun olacağı müjdesi anlamına gelmektedir. Nitekim
İbn Abbas da
kelimesini “semadan nüzûlünden sonra”
şeklinde yorumlamıştır. Ayrıca bu kelimeden, zamanın Hz.
Îsâ‟yı etkilediği, onu halden hale soktuğu anlaşılır ki, bu da
onun ilah olmadığını gösterir. Eğer ilah olsaydı, böyle bir
Tabatabâî, Muhammed Hüseyn, el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur'ân, Müessesetü‟l
A‟lemî, Beyrut 1997, 3/226.
2
Râgıb, el-İsfehânî, el-Müfredât Fî Garîbi’l-Kur'ân, Dâru‟l-Ma‟rife, Beyrut
ts. s.442.
3
Fîrûzâbâdî, Mecdüddin Muhammed b. Ya‟kûb, el-Kâmûsu’l-Muhît,
Müessesetü‟r-Risâle, Beyrut 1993, s.1363.
4
İbn‟ü-l-Esîr, Mecdüddin Ebu‟s-Sa‟âdât el-Mübârek b. Muhammed elCezerî, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadis, Dâr-u İhyâi‟l-Kütübi‟l-Arabiyye, ts.
4/213-214.
1
değişikliğe uğramazdı. Bir diğer anlam da bu kelimenin halim
anlamına geldiğidir.”1 İbnü‟l-Cevzî de diğerleri gibi bu
konudaki farklı değerlendirmeleri sıralamış ve bir tercihte
bulunmamıştır. Reşid Rıza (1865-1935) ise, bu kelimenin, belirli
bir yaşla sınırlanmayan, tastamam, mükemmel bir kişi anlamına
geldiğini, böylece Hz. Îsâ‟nın olgun ve kamil bir yaşa kadar
hayat süreceğine bir müjde anlamını taşıdığını belirterek,2 nüzûl
konusuna hiç değinmez.
Görüldüğü üzere müfessirler, bu âyetteki “kehil”
kelimesinden hareketle, Hz. Îsâ‟nın yeryüzüne tekrar geleceğini
ve olgunluk yaşına erinceye kadar yaşayacağını söylemişlerdir.
Bu yorumda müfessirler, âyette geçen kelimenin (kehlen)
anlamlarından hareket etmiş, dil açısından meseleyi ele
almışlardır. Kesin olarak bundan maksadın Hz. Îsâ‟nın nüzûlü
neticesine varmamışlar, sadece yorumlardan birisinin böyle
olduğu/olabileceği kanaatini belirtmişlerdir. Bazı müfessirler
ise, bu kelimenin Hz. Îsâ‟nın nüzulüyle ilgisi üzerinde
durmamış, yetişkin bir döneme kadar yaşayacağı ve vahiyle
onlara hitap edeceği şeklinde yorumlamışlardır.
B. Ölmeden Önce Ehl-i Kitabın Kendisine Ġnanması
Konuyla ilgili ikinci âyet:
“Doğrusu Allah onu kendi katına yükseltti. Allah aziz ve
hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir). Ehl-i
İbnu‟l-Cevzî, Ebu‟l-Ferec Cemâlüddin Abdurrahman b. Ali b. Muhammed,
Zâdu’l-Mesîr fî İlmi’t-Tefsîr, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Beyrut 1994, 1/317.
2
Reşid Rıza, Muhammed, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm, Dâru‟l-Ma‟rife, Beyrut
ts. 3/307.
1
kitaptan hiç kimse yoktur ki ölmeden ona inanacak olmasın.
Kıyamet günü gelince de o, onların aleyhinde şahitlik
edecektir.” (Nisâ 4/158-159)dur.
Bu âyetin bir önceki âyetle yakın bir irtibatı vardır. Şöyle
ki, önceki âyette Hz. Îsâ‟nın ne öldürüldüğü ne de asıldığı,
öldürülen kişinin başkası olup, asan kişilere astıkları kişinin Hz.
Îsâ‟ya benzer gösterildiği bildirilir. Yine aynı âyette Hz. Îsâ
hakkında ihtilafa düşenlerin bu hususta şüphe içinde oldukları,
kesin bilgilerinin olmadığı ve onların zanna tâbi olmaktan başka
bir şeye dayanmadıkları üzerinde durularak, Hz. Îsâ‟yı kesinlikle
öldüremedikleri, Allah Teâlâ‟nın onu kendi katına yükselttiği
vurgulanır.
Hz. Îsâ hakkında ihtilafa düşenler, Hıristiyanlardır.
Bilindiği üzere bu konuda farklı inançlar vardır. Bir inanca göre
çarmıha gerilen, Hz. Îsâ değil, ona çok benzeyen bir adamdır.
Diğer bir görüşe göre Hz. Îsâ‟dır, ancak çarmıhta ölmeyip,
oradan indirildiğinde henüz yaşamaktaydı. Bazıları da çarmıhta
öldüğüne, fakat daha sonra dirilip havarileri ile görüştüğüne
inanırlar. Bazıları onun mukaddes ruh olarak göğe yükseldiğine,
bazıları ise maddî vücudu içinde göğe yükseldiğine inanırlar.1
Bu âyetlerde Allah Teâlâ‟nın Hz. Îsâ‟yı kendi katına aldığı
ve ehl-i kitaptan herkesin ölmeden önce ona inanacağı üzerinde
durulmuştur. Aşağıda da göreceğimiz gibi müfessirler, bu âyetin
yorumuyla ilgili olarak birbirine yakın yorumlar yapmışlardır.
kısmıyla ilgili
Taberî, öncelikle âyetin
kısmını ele almış ve buradaki zamirinden maksadın Hz. Îsâ
olduğunu söylemiş, daha sonra da
deki zamirle ilgili iki
farklı görüşün olduğunu belirmiştir ki;
Bunlardan birincisine göre buradaki zamir Hz. Îsâ‟ya
racidir. Buna göre âyetin anlamı: Hz. Îsâ ölmeden önce
demektir. Buna göre Hz. Îsâ Deccal‟ı öldürmek için kıyamete
Yıldırım, Suat, Kur'ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Işık Yayınları, İzmir
2004, s. 102.
1
yakın bir zamanda indiğinde, ehl-i kitaptan herkes onu tasdik
edecek, böylece bütün dinler tek bir din haline gelecek ve o da
İbrahim dini olan İslam olacaktır. Nitekim İbn Abbas, Ebû
Mâlik, Hasan Basrî ve Katâde de aynı görüştedir.
İkinci görüşe göre ise zamirden maksat ehl-i kitaptır.
Bazı kimseler de1 buradaki zamiri: “ehl-i kitaptan olan
kimse ölmeden önce” şeklinde yorumlamışlardır. Buna göre
âyetin anlamı: “ehl-i kitaptan olan kişiye ölüm gelip çattığında,
gerçek apaçık ortaya çıkacak, ancak bunun o kimseye hiçbir
faydası olmayacaktır” şeklindedir.
şeklinde okunduğunu da
Taberî, bazı kıraatlerde
belirterek, şu değerlendirmeyi yapar: Bu görüşlerin en sıhhatlisi
ve doğrusu, ehl-i kitaptan herkesin, Hz. Îsâ ölmeden önce ona
inanması görüşüdür. Buna göre âyetin anlamı şöyledir:
“Hz. Îsâ ölmeden önce, ehl-i kitaptan olan herkes ona
iman edecektir ve bu husus sadece onlara mahsustur. Bununla
da Hz. Îsâ‟dan sonraki zamanlarda yaşayanlar değil, yalnızca
onunla aynı dönemde yaşayanlar kastedilmiştir. İşte bu da, Hz.
Îsâ indikten sonra olacaktır.” Daha sonra da Taberi, bu görüşünü
şu hadisle desteklemektedir:
Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Peygamberler,
anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler, dinleri de birdir. Ben,
Meryem oğlu Îsâ‟ya insanların en yakınıyım. Zira benimle onun
arasında başka bir peygamber yoktur. Şüphesiz o gelecektir.
Onu gördüğünüzde tanıyın. O, beyaz-kırmızı arası bir renkte
olup, saçları kıvırcıktır. Başına ıslaklık değmese de saçlarından
adeta damlalar akmaktadır. Üzerinde hafif kırmızıya çalar iki
elbise vardır. Haçı kıracak, domuzu öldürecek, cizyeyi
kaldıracaktır. Mal onun zamanında çoğalacaktır. İnsanları
İslam‟a çağırmak için savaşacak, Allah, onun zamanında İslam
hariç bütün dinleri ortadan kaldıracaktır. Yine Allah onun
Bunlar İkrime, Mücâhid, Dahhâk ve Süddî‟dir. Bkz: Beğavî, Ebû
Muhammed, el-Hüseyn b. Mes‟ûd, Meâlimu’t-Tenzîl, Dâr-u Taybe, Riyad
1993, 2/307.
1
zamanında Mesih‟in dalaletini ve yalancı Deccal‟ın şerrini yok
eder. Onun zamanında bütün bir yeryüzüne emniyet gelir.
Aslanlarla develer, kaplanlarla sığırlar, kurtlarla koyunlar,
çocuklarla yılanlar birlikte oynar, ancak birbirlerine zarar
vermezler. Sonra da yeryüzünde kırk yıl yaşar. Vefat edince
cenaze namazını Müslümanlar kılar.1
Taberî, bu âyetin “bütün ehl-i kitabın ölmeden önce Hz.
Peygambere (s.a.s.) inanması” şeklinde anlaşılmasına katılmaz.
Ona göre âyetin siyak-sibakı böyle bir anlama müsait değildir.
Çünkü siyak-sibak itibariyle âyet Hz. Îsâ ve Hz. Meryem‟den
bahsetmekte,
Hz.
Peygamberle
herhangi
bir
ilgisi
bulunmamaktadır.2
İbn Ebî Hâtim, bu âyetin tefsirinde, önce Ebû Hureyre‟den
Hz. İsâ‟nın nüzûlüyle ilgili rivayeti zikreder. Ebû Hureyre‟nin
âyetini
bu rivayetten sonra
okuyarak,
“onun ölümünden önce”den maksadın,
“İsâ‟nın ölümünden önce” anlamında olduğunu söylediğini,
ancak Hanzala‟nın bu son sözün Resûlullah‟ın mı, yoksa Ebû
Hureyre‟nin mi olduğunu bilmediğini de aktarır.3
den maksadın Hz. İsâ ölmeden
İbn Ebî Hâtim,
önce olduğunu, zira Cenâb-ı Hakk‟ın onu kendi katına aldığını,
kıyamet kopmadan önce tekrar göndereceğini ve herkesin ona
inanacağını belirtir. Ve aynı zamanda Ebû Hureyre, Mücahid,
Hasan Basrî ve Katâde‟nin de bu görüşte olduklarını söyler.4
Muhammed b. Sîrin ve Dahhâk‟ın ise, bundan maksadın:
“Yahudi olan kimse ölmeden önce” olduğunu söylediklerini
belirtir.5
Görüldüğü üzere, İbn Ebî Hâtim, açık bir şekilde burada
Ahmed b. Hanbel, Müsned, 22/406, 437; Hâkim, Müstedrek, 2/595.
Taberî, a.g.e, 6/24-31.
3
İbn Ebî Hâtim, Abdurrahman b. Muhammed b. İdris er-Râzî, Tefsîru’lKur'ân’il-Azîm, Mektebetü‟l-Asriyye, Beyrut 1999, 4/1112-1114.
4
İbn Ebî Hâtim, a.g.e, 4/1112-1114.
5
İbn Ebî Hâtim, a.g.e, 4/1112-1114.
1
2
deki zamirden maksadın Hz. Îsâ olduğunu kabul
etmekte, bunu Ebû Hureyre‟nin rivayetiyle de desteklemekte ve
aynı görüşte olan diğer kimseleri de zikrederek, bu şekildeki bir
yorumun isabetini ortaya koymaya çalışmaktadır.
İmam Mâturîdî Tevîlât adındaki tefsirinde mezkur âyetin
tefsirinde bu konu üzerinde durur. Maturîdî, burada farklı
ifadesini, Hz. İsâ semadan
görüşler olduğunu, bazılarının
inip de henüz ölmeden, ehl-i kitaptan herkesin ona iman etmesi
şeklinde anladıklarını ve bu görüşün de Hasan Basrî‟ye ait
olduğunu belirtir. Daha sonra konuyla ilgili olarak Kelbî‟den
şunları aktarır:
Cenâb-ı Hakk, Deccal çıktığında Hz. Îsâ‟yı gönderdiğinde,
ehl-i kitaptan hayatta kalanlar ona iman eder. Bütün Yahudi ve
Hrıstiyanlar müslüman olur.1
Maturîdî isim belirtmeden “bazıları da şöyle dedi” diyerek
şu yorumu yapar: “
den maksat, Yahudi ve
Hrıstiyanlardan hiç kimse yoktur ki ölmeden önce Hz. İsâ‟ya
inanmamış olsun.2
Maturîdî: “Eğer bu âyetin yorumu ikinci görüşe göre kabul
edilecek olursa anlamı şöyle olabilir” diyerek şu
değerlendirmeyi yapar: “Şayet bunlar baştaki reisleriyse, onlar
liderliklerinin ve menfaatlerinin elden kaçacağı korkusuyla Hz.
Îsâ‟ya inanmazlar. Ancak onlara ölüm gelip çatınca ve sahip
oldukları şeylerin ellerinden gideceği kanaati oluşunca inanırlar
ki, onların bu durumu:
“Yoksa makbul tövbe, kötülükleri yapıp edip de sonra
Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te’vîlâtu Ehli’s-Sünne,
Tire Necip Paşa Kütüphanesi, 1/Varak 231. (Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Araştırmalar Merkezi Kütüphanesi, Demirbaş no: 31363-1, Tasnif no:
297.211 MAT.T)
2
Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te’vîlâtu Ehli’s-Sünne,
Tire Necip Paşa Kütüphanesi, 1/Varak 231. (Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Araştırmalar Merkezi Kütüphanesi, Demirbaş no: 31363-1, Tasnif no:
297.211 MAT.T)
1
kendilerinden birine ölüm gelip çattığında: “İşte ben şimdi tövbe
ettim” diyenlerin tövbesi değil. Kâfir olarak ölen kimselerin
tövbesi de değil. İşte öylesi kimselere, çok acı veren bir azap
hazırladık.” (Nisâ 4/18), “Onlar imana gelmek için ne
bekliyorlar? Meleklerin inmesini mi? Rabbinin imha eden
azabının veya Rabbinin kıyamet alâmetlerinden birinin
gelmesini mi? Rabbinin alâmetlerinden biri geldiği gün, daha
önce iman etmeyen yahut imanıyla hayır kazanmayan hiçbir
kimseye o günkü imanı asla fayda vermez. De ki: “Bekleyin, biz
de beklemekteyiz.” (En‟âm 6/158), “Onlar Bizim azabımızın
şiddetini görür görmez “Allah‟ın birliğine iman ettik, ona şerik
saydığımız putları da red ve inkâr ettik” dediler.” (Gâfir 40/84)
âyetlerindeki kimselere benzer.
Mâturidi sonra da şöyle bir değerlendirme yapar: “Bu
azaptan kurtulmaları için inandıklarını söyleyen kişilerin imanı
gibidir. Bu iman, gerçek iman değildir. Zira şayet bu imanları,
hakiki iman olsaydı kabul edilirdi. Adeta bunların imanı
Firavun‟un imanı gibidir.” Bu itibarla birinci görüş daha
muvafıktır.1
Görüldüğü üzere Mâturîdî âyetin bütün muhtemel
anlamları üzerinde durmuş, her bir anlamı delilleriyle birlikte
zikretmiş, ancak âyetin Hz. İsâ‟nın nüzûlünü ifade eden ve
nüzulü zamanında ehl-i kitabın inanması anlamına gelen bir
şekilde anlaşılmasının daha doğru olacağını belirtmiştir.
Ünlü Mu‟tezili müfessir Zemahşerî (538/1143) ise bu
âyeti şöyle ele almıştır:
“Yahudi ve
Hrıstiyanlardan hiç kimse yoktur ki, ölmeden önce Hz. İsâ‟nın
Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna inanmamış olsun. Ancak bu
ruhunun çıkacağı ve artık imanın da fayda vermeyeceği bir
zamanda olacaktır.” şeklinde yorumladıktan sonra, bu konuda
Şehr b. Havşeb‟in rivayet ettiği şu olayı nakleder:
1
Mâturîdî, a.g.e, 1/Varak 231.
Şehr b. Havşeb‟in, Haccac‟dan şöyle söylediği rivayet
edilmektedir: Haccac: “Ben bu âyeti okuduğumda, bu âyetten
dolayı içimde bir istifham oluşmuştu. Çünkü ben Yahudilerin
boynunu vuruyor, ancak onlardan böyle bir şey duymuyordum.”
demişti. Bunun üzerine ben de: “Yahudi‟ye ölüm gelip
çattığında, melekler onun yüzüne arkasına vurarak şöyle
seslenirler: “Ey Allah'ın düşmanı! Hz. İsâ sana peygamber
olarak geldi de, sen onu yalanladın.” Bunun üzerine o Yahudi
de: “Ben onun Allah'ın kulu olduğuna iman ettim” der. Yine
melekler ölmek üzere olan Hrıstiyana gelir ve: “Hz. Îsâ sana
peygamber olarak geldi de, sen onun Allah ve Allah'ın oğlu
olduğunu iddia ettin.” derler. O Hrıstiyan da: “Ben onun Allah'ın
kulu olduğuna iman ettim “ der. Böylelikle ehl-i kitap Hz. İsâ‟ya
iman etmiş olurlar, ancak bu iman onlara bir fayda vermez.”
dedim. Bunun üzerine Haccac doğrulup oturdu ve: “Bunu
kimden duydun?” dedi. Ben de: “Bunu bana Muhammed b. Ali
b. El-Hanefiyye anlattı” dedim. Haccac da bir dal parçası alıp
yeri çizerek şöyle dedi: “Yemin olsun ki, sen bunu doğru ve
sağlam bir kaynaktan almışsın” dedi.
Zemahşerî, âyeti bu şekilde anlamayı, Übey b. Ka‟b‟ın
kıraatının da desteklediğini belirtir. Sonra da Zemahşerî: “Peki o
zaman ehl-i kitabın ölmeden önce Hz. Îsâ‟ya inanmalarının
haber verilmesinin ne gibi bir faydası olacaktır?” şeklinde
mukadder bir soru sorarak, bundaki sebebin, onları korkutmak
olup, onların mutlaka ölüm anında inanacaklarını bilmeleri
gerektiğini, ancak o zaman böyle bir imanın kendilerine
faydasının olmayacağını, dolayısıyla vakti geçmeden ona
gerçekten inanmaları gerektiğini bildirmek olduğunu söyler.1
Daha sonra da Zemaşerî, “denildi ki” lafzıyla bu konudaki
diğer görüşü belirtir. Buna göre
zamirden maksat Hz.
Îsâ‟dır ve âyetin anlamı: “Hz. İsâ yeniden dünyaya geldiğinde, o
dönemdeki ehl-i kitaptan herkes Hz. İsâ‟ya inanacaktır.”
Zemahşerî, Mahmûd b. Ömer, el-Keşşâf, Dâru‟r-Reyyân, Kâhire 1987,
1/588-589.
1
şeklindedir. Bundan sonra da Zemahşerî, Hz. İsâ‟nın nüzûlüyle
ilgili olan hadisi zikreder.
Zemahşerî üçüncü bir ihtimal olarak “şöyle yorumlamak
da mümkündür” diyerek bundan maksadın, Cenâb-ı Hakk‟ın
ehl-i kitaptan herkesi, Hz. İsâ‟nın nüzûlü esnasında
kabirlerinden diriltip çıkartarak, Hz. İsâ‟ya ve ona indirdiği
gerçeklere inanmaları, ancak bu imanın da kendilerine bir fayda
sağlamayacağı” şeklinde de olabileceğini belirtir.1
Görüldüğü üzere Zemahşerî, bu âyetin yorumunda birinci
derecede olmasa da, ikinci muhtemel anlam olarak Hz. İsâ‟nın
nüzûlünü kabul etmekte, hatta bunu hem hadisle ve hem de
âyete getirdiği farklı bir yorumla desteklemektedir.
Şii müfessir Tabersî,
ifadesinde farklı görüşlerin olduğunu söyler ve bunları şöyle
sıralar:
Birincisi “ ” ve “ ” deki her iki zamir de Hz. Ġsâ’ya
gitmektedir. Buna göre anlam şöyle olur: Ehl-i kitaptan olan
Yahudi ve Hıristiyanlardan hiç kimse yoktur ki, Yüce Allah âhir
zamanda mehdinin zuhuru esnasında Deccal‟ı öldürmek için Hz.
Îsâ‟yı yeryüzüne indirdiğinde, Hz. Îsâ‟ya inanmamış olsun. O
zaman, bütün insanlığın dini tek olup, o da Hz. İbrahimin de dini
olan İslam olacaktır. Tabersî, bu görüşü zikrettikten sonra Hz.
Îsâ‟nın nüzûlüyle ilgili bazı rivayetler de zikreder.
Ġkincisi deki zamir Hz. Îsâ’ya,
deki zamir ise ehli kitaptan olan kimseye gider. Buna göre anlamı: Ehl-i
kitaptan hiç kimse yoktur ki, dünyadan ayrılırken ölmeden önce,
Hz. Îsâ‟ya inanmamış olsun.
Üçüncüsü
zamiri Hz. Peygamberle ilgilidir. Buna
göre Ehl-i kitaptan olan herkes, ölmeden önce mutlaka Hz.
Muhammed‟e (s.a.s.) inanacaktır. Tabersî bu görüşün Taberî
tarafından zayıf görüldüğünü söyler, kendisi de doğru olanın her
1
Zemahşerî, a.g.e, 1/589.
iki zamirde kastedilenin Hz. Îsâ olduğunu belirtir.1
Dirâyet tefsirinin en öndeki simalarından Fahreddin erRâzî, önce âyete: “Ehl-i kitaptan herkes, ona mutlaka iman der.”
şeklinde bir anlam verir ve sonra da şöyle bir soru sorar: “Biz
Yahudilerin ölürken, genellikle Hz. Îsâ‟ya iman etmediklerini
görüyoruz?” Ve der ki bu soruya şu iki şekilde cevap verebiliriz:
Birinci olarak Razi, yukarıda zikredilen Şehr b. Havşeb‟in,
Haccac‟dan yaptığı rivayeti nakleder.
ifadesi, Hz. İsâ‟nın
İkinci olarak âyetteki
ölümünden önce anlamındadır. Buna göre, bu âyetin maksadı,
Hz. İsâ âhir zamanda indiğinde, mevcut olan bütün ehl-i kitap
mutlaka ona iman edecek anlamındadır.
Râzî, bunları aktardıktan sonra görüşler arasında herhangi
bir tercihte bulunmaz. Ancak Hz. Muhammed (s.a.s.) son
peygamber olduğu halde, sonradan Hz. İsâ‟nın gelmesinin buna
ters gibi görünen bir durum olduğu hususunu şöyle açıklar: Hz.
Muhammed (s.a.s.) peygamber olarak gönderildiğinde,
peygamberlik müessesesi sona ermiştir. Dolayısıyla Hz. İsâ‟nın
dünyaya indikten sonra, Hz. Muhammed‟in (s.a.s.) dinine
uyması yadırganacak bir durum değildir.2
Görüldüğü üzere Râzî, dirayet metodunu kullanmış, Hz.
İsâ‟nın yeniden dünyaya gelmesinin dini açıdan bir sakıncasının
olmadığını, ancak Hz. Îsâ‟nın peygamber olarak değil de Hz.
Muhammed‟in (s.a.s.) dinine inanan onun ümmetinin bir ferdi
olarak geleceğini bildirmiştir.
Kurtûbî, İbn Abbas, Hasan Basrî, Mücahid ve İkrime‟nin
bu âyeti: “Ehl-i kitaptan herkesin, Hz. İsâ vefat etmeden önce
ona inanacakları” şeklinde anladıklarını, dolayısıyla birinci
zamirden maksadın Hz. Îsâ, ikinci zamirden maksadın da ehl-i
kitap olacağını belirtip, buna göre anlamın şu şekilde olacağını
Tabersî, 3/172-173.
Râzî, Fahruddin Muhammed b. Ömer b. Huseyn b. Hasan b. Ali et-Teymî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Beyrut 1990, 11/82-83.
1
2
bildirmiştir:
“Yahudi ve Hrıstiyanlardan herkes, ölüm meleği
kendilerine geldiğinde, Hz. İsâ‟ya inanacaklardır. Ancak bu
iman kendilerine herhangi bir fayda vermeyecektir. Çünkü böyle
bir iman, ye‟s halindeki bir imandır. İşte böyle bir durumda hem
Yahudi ve hem de Hrıstiyan, onun Allah'ın elçisi olduğunu
kabul edecektir.”
Kurtubî, bunu zikrettikten sonra konuyla ilgili iki ayrı
görüş daha olduğunu belirtir, ancak bunların zayıf olduğunu
vurgulamak için de, “kîle” “denildi” ki kelimesiyle ifade eder.
Bu görüşler şunlardır:
Birincisi âyetteki her iki zamirden maksat Hz. İsâ‟dır.
Buna göre âyetin anlamı şöyledir: “Kıyâmet gününe yakın bir
zamanda Hz. İsâ indiğinde hayatta olanlar ona inanacaktır.”
Kurtubî, Katâde, İbn Zeyd ve diğer bazı kimselerin bu görüşü
benimsediklerini, hatta Taberî‟nin de bu görüşü tercih ettiğini
belirtir.
İkincisi buradaki
(s.a.s.) kastedildiğini belirtir.
zamiriyle, Hz. Muhammed‟in
Bunları zikrettikten sonra ise, konuyla ilgili kendi
görüşünün daha kabul edilebilir olduğunu belirtir ve bunu
destekleyici olarak da nüzûl-i İsâ‟yla ilgili hadisi de zikrederek
meseleyi bitirir.1
Görüldüğü üzere Kurtubî, kabul edilebilir gördüğü ve
kendisinin de tercih ettiği iki görüşten birisi, Hz. İsâ‟nın âhir
zamanda geleceği hususudur.
İbn Kesîr (ö.774/1372), önce Taberî‟nin
âyetiyle ilgili kaydettiği rivayetleri belirtir. İbn
Cerir bu konuda müfessirlerin başlıca iki gruba ayrıldıklarını,
bunlardan bir grubun
deki zamirden maksadın Hz. Îsâ
Kurtûbî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî, el-Câmiu Li
Ahkâmi’l-Kur'ân, Dâru‟l-Kütübi‟l-Mısriyye, Kâhire 1954, 6/10-11.
1
olduğunu, diğer grubun ise maksadın Hz. Muhammed (s.a.s.)
olduğunu söylediklerini kaydeder. Daha sonra da bu iki grubun
kendi görüşleriyle ilgili dayandıkları rivayetleri sıralar. Burada
zamirin Hz. Îsâ‟ya ait olduğunu, Hz. Îsâ Deccal‟ı öldürmek için
geldiğinde bütün milletlerin din bakımından tek bir millet
olacaklarını, onun da İslam olduğunu söyleyenlerin kimler
olduğunu rivayetleriyle belirtir.
Buna göre Said b. Cübeyr ve Avfî‟nin, İbn Abbas‟a
dayandırdıkları rivayete göre ehl-i kitabın inanması, Hz. Îsâ
ölmeden öncedir. Ebû Mâlik, bu durumun Hz. Îsâ‟nın nüzûlü
anında olacağını söylemektedir. Hasan Basrî‟ye göre bu durum
Hz. İsâ‟nın ölümünden önce olacaktır. Hasan Basrî: “Allah'a
yemin olsun ki Hz. Îsâ Allah katında şu anda diridir. O yeniden
yeryüzüne inince herkes ona inanacaktır.” demektedir.
İbn Kes‟ir, Katâde‟nin, Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem‟in
ve daha başkalarının da aynı görüşte olduklarını söyler. Bu
görüşün en doğru görüş olduğunu belirtir.
Daha sonra İbn Kesîr, İbn Cerir‟den yine nakillerde
bulunur: Diğer bazı kimseler de buradaki anlamın: “ehl-i
kitaptan ölen her kimsenin ölmeden önce Hz. Îsâ‟ya inanacağı”
şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Bu husustaki delillerini de Ali
b. Ebî Talha, İkrime, Said b. Cübeyr ve Süfyan es-Sevrî‟nin, İbn
Abbas‟tan yaptıkları rivayete dayandırırlar. Bu rivayetlerde
özetle, ehl-i kitaptan özellikle de Yahudilerden ölen her kişinin
ölmeden önce Hz. Îsâ‟ya inanacağı hususu bildirilmektedir.
İbn Kes‟ir, İbn Cerir‟in, bazı kimselerin de bu âyeti: “ehl-i
kitaptan olan herkesin, ölmeden önce mutlaka Hz. Muhammed‟e
(s.a.s.) inanacağı” şeklinde anladıklarını söylediğini belirterek,
konuyla ilgili olarak İkrime‟den gelen bir rivayeti de zikrederek,
İbn Cerir‟in şu değerlendirmesini alır:
“Bütün bu görüşlerin en sahihi, birinci görüştür. O da:
“Ehl-i kitaptan olan herkesin, Hz. Îsâ‟nın nüzûlünden sonra, Hz.
Îsâ ölmeden önce kesinlikle ona inanacağıdır.”
İbn Kes‟ir, bunu aktardıktan sonra da konuyla ilgili kendi
görüşünü şöyle belirtir: “Şüphesiz konuyla ilgili İbn Cerir‟in bu
görüşü en doğru olanıdır. Zira âyetlerin gelişindeki maksat,
Yahudilerin Hz. Îsâ‟yı öldürdükleri iddiasının yanlışlığının
belirtilmesidir. Cenâb-ı Hakk, gerçeğin böyle olmadığını, ancak
başka birinin Hz. Îsâ‟ya benzetildiğini, onu kendi katına
aldığını, Hz. Îsâ‟nın bâki ve diri olduğunu ve kıyamet gününden
önce de yeniden geleceğini haber vermektedir.” diyerek bu
konudaki hadislerin mütevatir olduğunu bildirir ve tafsilatlı
olarak bu rivayetleri aktarır. Rivayetlerden sonra da şöyle der:
“Bu hadisler, Ebû Hureyre, İbn Mes‟ûd, Osman b. Ebi‟lAs, Ebû Umâme, Nevvâs b. Sem‟ân, Abdullah b. Amr b. El-Âs,
Mücemma‟ b. Câriye, Ebû Sarîha ve Huzeyfe b. Useyd‟in
Resûlullah „tan rivayet ettikleri mütevatir hadislerdir.”
Hemen bunun ardından da İbn Kesîr, tefsir de önemli bir
kural olan “âyetin âyetle tefsiri” prensibinden hareketle, bu
âyetin yukarıda bahsedildiği şekilde anlaşılması gereğini,
Zuhruf 43/61 âyetiyle de desteklemekte, hatta “le alemün”
(yani Hz. Îsâ, kıyametin kopmasının bir alametidir) şeklinde bir
kıraatın da olduğunu belirterek, bir anlamda kabul ettiği görüşün
daha güçlü olduğunu vurgulamaktadır.1
Semerkandî (ö.375),
Hz. Îsâ olduğunu söyler.
deki zamirden maksadın
bölümüyle ilgili olarak farklı görüşleri verir.
Sonunda Hz. İsâ‟nın yeryüzüne ineceği, Deccal‟ı öldüreceği,
haçı kıracağı şeklindeki görüşü ve bununla ilgili rivayetleri
aktarır. Ancak bunların arasında herhangi bir tercihte
bulunmaz.2
Ebu‟s-Suud (ö.383/993), mezkur âyetteki
zamirinden
İbn Kesîr, Ebu‟l-Fidâ İsmâîl ed-Dımeşki, Tefsîru’l-Kur’âni’l- Azîm, Dâr-u
Kahraman, İst.1992, 2/403-419
2
Semerkandî, Ebul-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim, Bahru’lUlûm, Dâru‟l-Kütübi‟l-İlmiyye, Beyrut 1993, 1/403.
1
maksadın Hz. Îsâ olduğunu belirterek, buna şu anlamı verir:
“Ehl-i kitaptan hiç kimse yoktur ki, ruhu alınmadan önce, Hz.
İsâ‟nın Allah'ın kulu olduğuna inanmamış olsun. Ancak teklif
vakti sona erdiğinden, bu imanın faydası olmaz.” Ebussuud,
şeklindeki kıraatın da
böyle bir anlamı,
desteklediğini söyler.
Ebussuud, “kîle” “denildi ki” şeklindeki bir görüşü de
zikreder ve der ki, buradaki her iki zamirden de kastedilen Hz.
İsâ‟dır. Buna göre ise anlam şöyledir: “Hz. İsâ‟nın nüzûlü
esnasında, ehl-i kitaptan hiç kimse bulunmaz ki, Hz. İsâ
ölmeden önce ona inanmamış olsun.” Sonra da bu görüşü
destekler mahiyette olan şu rivayeti zikreder:
“Âhir zamanda Hz. İsâ semadan inecek, ehl-i kitaptan
herkes ona inanacak, bütün dinler tek din haline gelecek ki, o da
İslam‟dır. Allah onun zamanında Deccal‟ı helak edecek,
emniyet olacak, o kadar ki aslanla deve, kurtla koyun beraber
otlayacak, çocuklar yılanlarla oynayacaktır. Hz. İsâ yeryüzünde
40 yıl kalacak, ölünce Müslümanlar onun cenaze namazını
kılacaklardır.”1
Ayrıca Ebussuud, âyetteki zamirinden maksadın Allah
(c.c.) veya Hz. Muhammed (s.a.s.) olduğunu söyleyenlerin
olduğunu da “kîle” “denilmiştir” kalıbıyla belirtir. Görüldüğü
üzere Ebussuud‟un, birinci olarak verdiği görüş, Hz. Îsâ‟nın
nüzulü sırasındaki ehl-i kitabın ona inanmaları değil, ehl-i
kitaptan her bir kişinin ölmeden önce Hz. Îsâ‟ya inanmasıdır.
Diğer görüşleri “denildi ki” ifadesiyle verir ki, bu da bu
görüşlerin kendisi tarafından zayıf kabul edildiğini gösterir.2
Zeydiyye ekolünden olan Şevkânî (ö.1250/1834), bu
konudaki farklı görüşleri verdikten sonra şöyle der: “Tabiîn ve
daha sonraki dönemlerdeki pek çok âlim, bu âyetten maksadın
Hz. İsâ‟nın ölmeden önce olduğunu ve bunların da, yeryüzüne
1
2
Bkz: Ebû Dâvûd, Melâhim 14; Tirmizî, Menâkıb 1.
Ebus‟Suud, a.g.e, 2/252-253.
Hz. Îsâ‟nın yeniden nüzûlünde onu idrak edecek kişilerin
olmasıdır. Şevkânî, nüzûl-ü İsâ ile ilgili hadislerin mütevatir
olduğunu, hatta konuyla ilgili olarak da müstakil bir eserinin
mevcudiyetini belirtmektedir.”1
Görüldüğü üzere Şevkânî, bu âyeti, nüzûl-ü İsâ‟yı kabul
edecek bir şekilde yorumlamakta, bu konudaki hadislerin
mütevatir olduğunu kabul etmekte, hatta bu konudaki kanaatinin
kesin olduğunu ifade etmek için de kendisinin bu mevzuda
müstakil bir çalışmasının olduğunu vurgulamaktadır.2
Şii müfessirlerden Tabatabâî
görüşün olduğunu belirtir. Bunlar:
zamirinde iki farklı
Birincisi: Zamirden maksat, ehl-i kitaptır. Buna göre
anlam: “Ehl-i kitaptan herkes kendisi ölmeden önce Hz. İsâ‟ya
inanacak.” şeklindedir. İkincisi: Zamir Hz. İsâ‟ya gitmektedir.
Bunu bu konudaki rivayetler de desteklemektedir. Buna göre ise
anlamı: “Hz. İsâ kıyamet kopmadan önce geldiğinde ona
inanacaklardır.” şeklindedir.3 Görüldüğü gibi Tabatabâî bu
âyetin yorumunda Hz. İsâ‟nın kıyamet kopmadan önce
geleceğini ve ehl-i kitabın da kendisine inanacağını kabul
etmektedir.
Reşid Rıza (ö.1865/1935) ise bu âyeti şöyle
yorumlamıştır: “Ehl-i kitaptan herkesin kendi ölüm anı
geldiğinde, Hz. Îsâ ve inanmaları gerekli olan diğer gerçekler
apaçık ortaya çıkar. Böylece Hz. Îsâ‟ya gerçek bir şekilde iman
etmiş olurlar. Bu anlamda Yahudi onun sadık bir peygamber
olup yalancı olmadığına, Hrıstiyan da onun Allah ya da Allah'ın
oğlu olmayıp, O‟nun kulu ve elçisi olduğuna inanır.4 Görüldüğü
üzere Reşid Rıza, bu yaklaşımıyla diğer tefsircilerden ayrılmış,
Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadîr, Mektebet-ü
Mustafa el-Bâbî el-halebî, Mısır 1964, 1/536.
2
Şevkânî, a.g.e, 1/536.
3
Tabatabâî, Muhammed Hüseyn, el-Mîzân fî Tefsîri’l-Kur'ân, Müessesetü‟l
A‟lemî, Beyrut 1997, 5/136.
4
Reşid Rıza, a.g.e, 6/21.
1
Hz. Îsâ‟nın nüzûlü meselesine hiç değinmemiştir.
Son dönemin önemli müfessirlerinden Tâhir b. Âşur‟un bu
âyetle ilgili yorumu şöyledir: Âyetteki birinci zamirde kastedilen
Hz. Îsâ‟dır. İkinci zamirle kastedilen ise hem Yahudi ve hem de
Hıristiyanlardır. Buna göre âyetin anlamı şöyledir: Ehl-i kitaptan
her bir kimse, ölmeden önce ona inanacaktır. Nitekim Übey b.
şeklindeki kıraatı da bunu
Ka‟bın
desteklemektedir. Buna göre Yahudiler Hz. Îsâ‟ya olan aşırı
düşmanlıklarına rağmen ölmeden önce onun nübüvvetine
inanacaklardır. Bu da onların ruhları alınmadan önce olacaktır.
Bunun böyle olması, Cenab-ı Hakk‟ın Hz. Îsâ‟ya aynı zamanda
bir lütuf ve ihsanıdır. Allah (c.c.) Îsâ‟nın düşmanlarını dünyadan
ayrılmadan ona inandırmıştır. Aynı şekilde Hıristiyanların Hz.
Îsâ hakkındaki yanlış düşüncelerinin tashih edilmesi ve onların
Hz. Îsâ‟ya doğru bir şekilde iman etmeleri şeklinde de
anlaşılabilir. Dolayısıyla her iki grubun şüphesi böylece ortadan
kalkmış olur ve onun asılması hususunda Hz. Peygamberin
(s.a.s.) bildirdiği haberin doğruluğu ortaya çıkmış olur.
Tahir b. Âşur, âyetteki ikinci zamirle Hz. Îsâ‟nın
kasdedildiği görüşüne katılmaz. Çünkü şayet ehl-i kitap, Hz.
Îsâ‟ya sadece nüzulü esnasında inanacak olsalar, o zaman ona
inananlar ehl-i kitabın hepsi değil sadece bir kısmı olmuş olur.
Bu da
cümlesindeki anlama ters düşer.1
Görüldüğü üzere Tahir b. Aşur, dirayet yöntemini kullanmış,
gerek kıraat ve gerekse Arapça‟nın dil özelliğini de dikkate
alarak, âyetin nüzül-i Îsâ‟yı kastetmediği görüşüne varmıştır.
Elmalılı da, âyette haber verilen iman etme meselesinin
haberden ziyade, bir tavsiye ve emir niteliğini taşıdığını kabul
ederek, şöyle demektedir: “Kitap ehlinden gerek Yahudi ve
gerek Hıristiyan hiçbiri yoktur ki, ölümünden önce Îsâ'ya iman
edecek olmasın, her halde edecektir, etmek mecburiyetindedir.
Çünkü ölüm zamanında imanın faydası olmayacak ve kıyamet
Tâhir b. Âşur, Tefsîru’t-Tahrîr Ve’t-Tenvîr, Dâru‟t-Tunûsiyye, Tûnus
19984, 6/24-25.
1
gününde Îsâ onların aleyhlerine şahit olacaktır. Müfessirlerden
(hû) gizli zamiri Îsâ'ya
çoğunun açıkladığına göre
zamiri de iman edecek olan kitap ehline racidir ve İbn Abbas‟tan
da böyle nakledilmiştir. Yani Îsâ ölmeden önce demek değil,
kitap ehlinden her biri ölmezden önce demektir. Fakat her halde
iman edecek olunca, Îsâ niçin aleyhlerinde şahit olacak,
denilirse, buna karşı
“Yoksa makbul tevbe, kötülükleri yapıp edip de sonra
kendilerinden birine ölüm gelip çattığında: “İşte ben şimdi tevbe
ettim” diyenlerin tövbesi değil. Kâfir olarak ölen kimselerin
tevbesi de değil. İşte öylesi kimselere, çok acı veren bir azap
hazırladık.” (Nisa 4/18) âyetinde geçtiği üzere yeis imanı kabul
edilmeyeceğinden dolayı bu imanlarının kendilerine faydası
olamayacağı söylenmiştir. Fakat âyette
“ölüm zamanı”
buyrulmayıp
“ölümden önce” buyrulduğuna nazaran bu
cevap âyetin zahirine pek de uygun değildir. Şu halde âyetin
meâli, ölümünden önce yahudiler Îsâ'yı yalanlamaktan,
Hıristiyanlar da tanrılık isnadından tevbe ederek her halde Îsâ'ya
iman etmek zorundadırlar, yani iman ile borçludurlar. Ölüm
gelmeden, tevbe kapısı kapanmadan, zorunlu hale düşmeden
önce tevbe edip imana gelmelidirler. Yoksa o zaman imanın da
faydası olmayacak, Îsâ kıyamet gününde aleyhlerinde şahit
olacak, yahudiler aleyhinde: “Ey Rabbim bunlar beni
yalanladılar” diye; Hıristiyanlar aleyhinde de: “Ey Rabbbim,
bunlar bana ilâh ve Allah'ın oğlu” dediler, diye küfürlerine
şahitlik edecektir. Demek olur ki, bunda hem Îsâ'nın
yükseltilmesi, hem ilâhî izzeti açıklama vardır.1 Görüldüğü
üzere Elmalılı da nüzul-ü Îsâ‟ya deyinmemiş, âyetin yorumunu
Reşid Rıza ve Tahir b. Aşur‟un anladığı gibi ehl-i kitaptan
herkesin, kendisi ölmeden önce Hz. Îsâ‟ya inanması şeklinde
Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, Azim Dağıtım, İstanbul
ts.3/121.
1
yorumlamıştır.
C. Hz. Îsâ’nın Kıyamet Ġçin Bir Bilgi ve Alamet Olması
Konuyla ilgili üçüncü âyet:
“Hayır, o bir tanrı değil, nimetimize mazhar ettiğimiz ve
İsrailoğulları için bir örnek yaptığımız bir has kulumuzdu. Şayet
yapmak isteseydik, sizin yerinize geçmek üzere melekler
yaratırdık. Ama bu, Allah‟ın hikmetine aykırıdır. Gerçekten o,
kıyamet için bir ilimdir. Artık siz, o saatin geleceğinden hiç
şüphe etmeyin de Bana tâbi olun. Doğru yol budur.” (Zuhruf
43/59-61)dı.
cümlesindeki zamirle ilgili iki görüş
Taberî
olduğunu söyler. Bunlardan birincisine göre zamirden maksat
Hz. Îsâ‟dır. Buna göre anlam şöyle olmaktadır: Hz. Îsâ‟nın
zuhuru, kıyametin geldiğinin alametidir. Zira O‟nun zuhuru,
kıyametin kopma şartlarındandır. Yeryüzüne nüzûlü, dünyanın
bittiğinin ve kıyametin geldiğinin delilidir. Ayrıca Taberi, İbn
Abbas, Mücâhid, Hasan Basrî, Dahhâk, Katâde ve İbn Zeydin de
aynı görüşte olduklarını belirttikten sonra, İbn Abbas‟ın bu
kelimedeki “ayın” harfini fetha şeklinde okuduğunu farklı
rivayetlerle belirtir. Bunun yanında Dahhak ve Katade‟nin de
buradaki kelimeyi İbn Abbas gibi mansub olarak okuduklarını
söyler. Ayın harfinin fetha okunmasıyla âyetin anlamı: “Hz. Îsâ,
kıyametin zamanı için bir alamet, belirti ve delil” anlamına
gelmektedir ki, yukarıdaki görüşü destekleme noktasında
önemlidir.
İkinci görüş ise, buradaki
zamirinden maksadın Kur'ân
olduğudur. Buna göre: Kur'ân, kıyamet için bir bilgidir.
Kıyametin durumuyla ilgili haberler vermektedir. Sonra da
Taberi sadece bu iki kıraat arasında bir tercih yapar ve der ki:
şeklinde fetha ile okuyanların ki daha doğrudur.”1
“
Ancak görüldüğü gibi Taberi, kıraatlar arasındaki tercihini
belirtmesine mukabil, zamirin nereye gittiğiyle ilgili herhangi
bir tercihte bulunmaz.
Görüldüğü üzere Taberî, Hz. Îsâ‟nın nüzûlüne işaret eden
âyetlerde, konuyla ilgili rivayetleri aktarmakla yetinmemiş,
özellikle de Nisa 159. âyette Hz. Îsâ‟nın nüzûlünü açıkça kabul
etmiş, görüşünü hadisle desteklemiş ve âyetin bu bağlamda
değerlendirilmesini açıkça tercih etmiştir.
İbn Ebî Hâtim,
âyetinden maksadın, kıyamet
kopmadan kısa bir süre önce Hz. İsâ‟nın nüzûlü anlamına
geldiğini belirtir.2
Mâturîdî,
âyetindeki zamirden maksadın kim
olduğuyla ilgili farklı görüşlerin olduğunu belirtir. Bunlardan
birine göre maksat Hz. İsâ‟dır. İsâ semadan inecek ve inmesi de
kıyametin alameti olacaktır. Buna göre âyetin kendinden önceki
âyetlerle irtibatı vardır. Bu âyetin öncesinde
denmiştir. Dolayısıyla
âyetinin anlamı: “Îsâ‟yı
insanlar için kıyametin bir delili kıldık” demektir.
İkinci bir görüş de, bu zamirden maksadın Hz.
Muhammed (s.a.s.) ve Ona inen Kur'ân olduğudur. Zira
nübüvvet ve risâlet onunla son bulmuştur. Nitekim Allah Resûlü
(s.a.s.) de bir hadislerinde: “Ben ve kıyamet şöyleyiz” demiş ve
sonra da baş ve orta parmağını birleştirmiştir.”3
Daha sonra da Mâturîdî “ilim” kelimesinin farklı
okunuşlarıyla ilgili kıraatleri de rivayet eder. Ancak hiçbir
tercihte bulunmaz.4
Taberî, a.g.e, 25/117.
İbn Ebî Hâtim, a.g.e, 10/3285.
3
Buhârî, Talak 25; Müslim, Cuma 43; Fiten 135;Tirmizî, Fiten 39.
4
Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te’vîlâtu Ehli’s-Sünne,
Tire Necip Paşa Kütüphanesi, 3/Varak 971-972. (Türkiye Diyanet Vakfı
1
2
Görüldüğü üzere bu âyetin yorumunda Mâturîdî, görüşler
arasında bir tercihte bulunmamıştır. Ancak Hz. Îsâ‟nın nüzûlünü
belirten görüşü birinci olarak zikretmesi ve âyetlerin siyak-sibak
ilişkilerini belirterek yorumlaması, bu görüşü desteklediğini
göstermektedir.
Garîbu-l-Kur‟ân müelliflerinden Mekkî b. Ebî Tâlib,
buradaki zamirden kastedilenin, nüzûl-u İsâ olduğunu birinci
anlam olarak verdikten sonra, zayıf bir görüş olarak “denildi ki”
diyerek, Hz. Muhammed‟in (s.a.s.) gönderilmesi anlamının da
verildiğini belirtir.1
İbnu‟l-Cevzî (ö.597) de buradaki zamirle ilgili görüşleri
iki ihtimal üzerinde durarak değerlendirmiştir. Bunlardan birine
göre zamirden kastedilen Hz. Îsâ‟dır ve bu da şu anlamlara
gelebilir: Hz. Îsâ‟nın nüzûlü kıyametin şartlarındandır. Onun
gelmesiyle kıyametin yaklaştığı anlaşılır. Veya Hz. Îsâ‟nın
ölüleri diriltmesi, kıyametin kopmasının ve ölülerin dirilmesinin
delilidir. Diğer bir görüşe göre ise, buradaki zamirden Kur'ân
kastedilmiştir. Cumhur “le ilmun” şeklinde okumuştur. İbn
Abbas, Ebû Rezîn, Ebû Abdurrahman, Katâde, Humeyd ve İbn
Muhaysin ise “le alemün” şeklinde okumuşlardır.2 İbnü‟l-Cevzî
konuyla ilgili diğer tefsirlerde de olan görüşleri zikretmiş, nüzuli Îsâ‟yla ilgili yorumu öncelikli olarak zikretmiş, ancak açıkça
herhangi bir tercihte bulunduğunu belirtmemiştir.
Zemahşerî,
kelimesindeki zamirden kastedilenin Hz.
İsâ olduğunu ve onun, kıyamet vaktinin gelmesinin şartlarından
biri olduğunu belirterek, buradaki şartın, ilim olarak
isimlendirilmesindeki sebebi ise, o konuyla ilgili bilginin onunla
ortaya çıkması şeklinde değerlendirir. Ayrıca
kelimesiyle
ilgili farklı kıraatleri de zikrederek, Hz. İsâ‟nın, kıyamet
İslam Araştırmalar Merkezi Kütüphanesi, Demirbaş no: 31363-3, Tasnif no:
297.211 MAT.T)
1
Mekkî b. Ebî Tâlib, Ebû Muhammed, Tefsîru’l-Müşkil Min Garîbi’lKur’âni’l-Azîm, Dâru‟n-Nûr el-İslâmî, Beyrut 1988, s.310.
2
İbnü‟l-Cevzî, a.g.e, 7/142.
vaktinin alametlerinden olduğuyla ilgili hadisi belirtir.1 Daha
sonra da Zemahşerî, buradaki zamirden maksadın Kur'ân
olduğuyla ilgili olarak Hasan Basrî‟nin görüşünü aktarır.2
Görüldüğü üzere Zemahşerî, âyeti Hz. İsâ‟nın nüzûlünü
kabul eder bir şekilde yorumlamış, hatta bu şekildeki bir yorumu
öne çıkarmak için, hadisi de delil olarak kullanmıştır.
ayetine; “yani Hz.İsâ‟nın
Tabersî,
nüzûlü, kıyametin şartlarındandır. Onunla, kıyametin yaklaştığı
anlaşılır.” şeklinde mana verir. Daha sonra da Hz. Îsâ‟nın
nüzulüyle ilgili bazı rivayetleri zikreder. Tabersî, bunu
zikrettikten sonra da iki ayrı görüş daha zikreder, ancak bunları
“kîle” olarak belirtip, zayıf olduğunu söyler. Bu zayıf görüşlere
göre ise, buradaki zamirden kastedilen Kur'ân olup, anlamı:
“Kur'ân, kıyâmetin kopmasının delilidir. Çünkü öldükten sonra
dirilme ancak onunla bilinir. Veya Kur'ân, kıyametin delilidir.
Çünkü o, peygamberlerin en sonuncusuna gelen, en son
kitaptır.3
Râzî, âyetteki zamirden maksadın Hz. İsâ olduğunu
belirttikten sonra, onun kıyamet için bir bilgi olduğunu, yani
kendisiyle kıyametin bilindiği alametlerden bir alamet olduğunu
vurgulamış, Hz. İsâ‟nın ilim olarak vasıflandırılmasını da:
“Kendisiyle bilgi meydana geldiği için, bir şeye delalet eden
şart, ilim olarak isimlendirilmiştir.” şeklinde izah etmiştir.4
Râzî, “ilim” kelimesiyle ilgili farklı kıraatlerin de
olduğunu ifade etmiş, Hz. İsâ‟nın nüzûlünün, kıyametin
alametlerinden olduğunu hadisten de delil getirerek
vurgulamıştır. Râzî‟nin konuyu delillendirmek için zikrettiği
hadis şöyledir:
“Hz. İsâ, elinde mızrağı olduğu halde, Kudüs‟teki Efik
Zemahşerî, a.g.e, 4/261.
Zemahşerî, a.g.e, 4/261.
3
Tabersî, a.g.e, 9/70.
4
Râzî, a.g.e, 27/191.
1
2
adındaki tepeye iner. Kılıcı ile Deccal‟ı öldürür. Sonra sabah
namazında imamın namaz kıldırdığı bir vakitte Beyt-i Makdis‟e
gelir. Onun geldiğini gören ve namazda cemaate imam olan
kimse geriye çekilir. Hz. İsâ onu yine ileriye sürer ve o imamın
arkasında Hz. Muhammed‟in (s.a.s.) dinine göre namaz kılar.
Daha sonra domuzları öldürür, haçı kırar, havra ve kiliseleri
yıkar ve kendisine inananlar hariç Hıristiyanları da öldürür.”1
Kurtubî öncelikle bu âyete Hasan Basrî, Katâde ve Said b.
Cübeyr‟in verdiği anlamı zikreder ve buradaki zamirden
maksadın Kur'ân olduğunu, bunun sebebini de “Çünkü Kur'ân,
kıyametin yaklaştığını gösterir veya kıyametin durumu, dehşeti
vs. hususlar ancak Kur'ân sayesinde bilinir.” şeklinde belirtir.
Ayrıca konuyla ilgili olarak İbn Abbas, Mücahid ve
Süddî‟nin görüşlerini belirtir ve der ki: “Bundan maksat, Hz.
Îsâ‟nın gelmesidir. Zira bu, kıyametin alametlerindendir. Allah
Teâla kıyamet kopmadan az bir zaman önce onu semadan
indirecektir.”
Kurtubî bundan sonra da İbn Abbas, Ebû Hureyre, Katâde,
Mâlik b. Dînar ve Dahhak‟ın bu âyeti
şeklinde
lamın fethasıyla okuduklarını bildirir. Ayrıca nüzûl-i İsâ‟yla
ilgili rivayetleri zikreder. Sonunda da kendisi şöyle muhtemel
bir anlam söyler: “ deki zamirden maksat, Hz. Peygamberdir.
Nitekim Allah Resûlü de (s.a.s.) bir hadislerinde şöyle
buyurmuşlardır: “Ben ve kıyamet şöyleyiz” demiş ve sonra da
baş ve orta parmağını birleştirmiştir.”2 Dolayısıyla kıyametin ilk
alameti Hz. Muhammed (s.a.s.)‟dir.3
Genel olarak Kurtubî‟nin nüzûl-i İsâ konusuna
yaklaşımına baktığımızda, onun da diğer müfessirler gibi bunu
kabul ettiğini görmekteyiz.
İbn Kesîr, İbn İshâk‟ın bu konudaki yorumunun: “Bundan
Râzî, a.g.e, 27/191.
Buhârî, Talak 25; Müslim, Cuma 43; Fiten 135;Tirmizî, Fiten 39.
3
Kurtubî, a.g.e, 16/105-107.
1
2
maksadın Hz. İsâ‟nın ölüleri diriltme ve çeşitli hastalıkları
tedavi etmek üzere gönderilmesi” şeklinde olduğunu belirtir.
Ancak İbn Kesîr, bunda “fîhi nazar” diyerek bu görüşün çok da
doğru olmadığını belirtir. Hatta bundan daha uzak bir görüşün
deki zamirin
ise, Katâde tarafından rivayet edilen görüş olan
Kur'ân'a gittiğidir. Halbuki doğru olanın, bu zamirden
kasdedilenin Hz. Îsâ olmasıdır. Çünkü âyetin sıyakında o
zikredilmektedir. Onun zikredilmesindeki maksat da, kıyamet
gününden önce nüzûlüdür. İbn Kesîr, bu değerlendirmeyi
yaptıktan sonra ise, âyetin âyetle tefsiri kuralını uygular ve bu
görüşünü Nisâ 159. âyetle destekler.1
İbn Kesîr, NÎsâ 159. âyette vurguladığı gibi burada da, Hz.
Îsâ‟nın nüzûlüyle ilgili rivayetlerin mütevatir olduğunu belirtir.
İbn Kesir‟in konuyla ilgili âyetlere yaklaşımına
baktığımızda, onun açıkça âyetlerden anladığı, Hz. Îsâ‟nın
geleceği hususudur. Bir müfessir olmasının yanında aynı
zamanda hadiste de önemli bir otorite olarak kabul edilen İbn
Kesîr, bu konuda hadislere de çok önem vermiş, bu şekildeki bir
yorumun doğruluğunu ortaya koyan pek çok hadisi konuyla
ilgili âyetlerin geçtiği yerlerde zikretmiş ve daha da önemlisi
bunların mütevatir olduğunu belirtmiştir.
Semerkandî, bu âyete: “Hz. İsâ‟nın nüzûlü, kıyametin
kopmasının alametlerindendir.” şeklinde anlam verdikten sonra,
İbn Abbas‟ın bu âyetin anlamıyla ilgili olan: “Bundan maksat
Hz. İsâ‟nın ortaya çıkışıdır” şeklindeki rivayetini aktarır ve
Katâde‟nin de bu âyeti Hz. İsâ‟nın nüzûlü olarak anladığını
belirtir. Ayrıca Semerkandî, bu konuda Ebû Hureyre‟den rivayet
edilen şu hadisi de zikreder: “İsâ yeryüzüne adaletli bir imam
olarak ininceye kadar kıyamet kopmayacaktır...”
Ayrıca o, bu âyetle ilgili kıraat farklılıklarını da belirtir ve
derki: “
” şeklinde okunduğunda anlamı: “Kıyametin
yaklaştığı, nüzûl-ü İsâ ile bilinir.” şeklindedir. Ayın harfinin
1
İbn Kesîr, a.g.e, 7/222-223.
fethasıyla okunduğunda ise, “delil ve alamet” anlamına gelir.”1
Buna göre anlam: “Şüphesiz Îsâ, kıyamet için bir alamettir”
şeklinde olur.
Görüldüğü üzere Semerkandî, âyete verdiği anlam ve bu
konuda delil olarak ileri sürdüğü rivayetlerle, Hz. İsâ‟nın
nüzûlünü kabul etmektedir.
âyetindeki zamirden maksadın
Ebu‟s-Suud,
Hz. Îsâ olup, buna göre âyetin anlamının: “Hz. İsâ‟nın nüzûlü,
kıyametin şartlarındandır” şeklinde olduğunu belirtir. Bu anlamı
destekler mahiyette olan hadisleri zikreder. Daha sonra da zayıf
bir görüş olarak da, buradaki zamirden maksadın Kur'ân da
olabileceğini, zira Kur'ân‟da kıyametin kopmasıyla ilgili
bilgilerin olduğunu ifade eder.2
Görüldüğü üzere bu âyetin yorumunda Ebu‟s-Suud, açıkça
nüzûl-ü İsâ‟yı kabul etmekte, hatta âyetin bu şekilde
anlaşılmasının doğru olacağını belirtmek için, delil olarak
hadisleri de zikretmektedir.
Şevkânî önce Dahhâk, Süddî ve Katâde‟nin, âyetteki
zamirden maksadın Hz. İsâ olduğu görüşünü aktarıyor ve diyor
ki: “Onun yeniden dünyaya gelişi, kıyametin şartlarından olup,
Cenâb-ı Hakk kıyamet kopmadan biraz önce semadan onu
indirecektir. Nitekim Deccal‟ın çıkışı da kıyametin
alametlerindendir.
Daha sonra Şevkânî, buradaki zamirden maksadın Kur'ân
ve Hz. Muhammed (s.a.s.) olduğunu söyleyenlerin görüşlerinin
de “kîle” “denildi” kelimesiyle belirtir ve der ki, en sağlam
görüş birinci görüş olan, Hz. İsâ‟nın kastedildiğidir. Yine o,
kelimesiyle ilgili farklı kıraatleri de belirtir.3
Görüldüğü üzere burada da Şevkânî âyeti Hz. İsâ‟nın
nüzûlünü kabul eder bir şekilde anlamakta ve âyeti bu
Semerkandî, a.g.e, 3/211.
Ebus‟Suud, a.g.e, 8/52-53.
3
Şevkânî, a.g.e, 4/562.
1
2
doğrultuda yorumlamaktadır.
Tabatabâî‟ye göre buradaki zamirden maksat Hz. İsâ‟dır
ve âyetin anlamı ise şöyledir: “Hz. İsâ‟nın babasız yaratılması
ve ölüleri diriltmesi, kıyametin kopmasına da bir delildir.
Bununla, kıyametin kopmasının mümkün olduğu bilinir.
Tabatabâî, âyetteki “ilmin”, Hz. İsâ‟nın kıyamet
kopmadan önce gelmesi veya bundan maksadın Kur'ân olması
görüşünü “kîle” “denildi” ki, şeklinde belirterek, kendisinin 1.
görüşü desteklediğini anlamaktayız ki, o da, ilimden maksadın
Hz. İsâ‟nın doğumu ve mucizeleriyle kıyametin kopmasına bir
delil teşkil etmesidir.1
Konuyla ilgili genel olarak baktığımızda, Tabatabâî‟nin
nüzûl-i İsâ meselesini kabul ettiğini, Âl-i İmrân 46 ve Nisâ 159.
âyetlerin yorumunda bunu açıkça belirttiğini görmekteyiz.
Tahir b. Aşur, diğer pek çok müfessirden farklı olarak
buradaki zamirden maksadın Kur'ân olduğunu kabul etmektedir.
Ona göre Hasan Basrî, Katade ve Said b. Cübeyr de bu âyeti
böyle tefsir etmişlerdir. Bu Kur'ân‟a ikinci bir övgüdür. Zaten
Kur'ân‟a olan övgü surenin başından beri vurgulanan bir
gerçektir. Daha önce Kur'ân, kıyametle ilgili bir takım itirazlara
cevaplar vermiş, burada da Kur'ân'ın kıyametin vaktini
bildirmesine vurgu yapılmıştır. Kur'ân‟da bu anlamda Kur'ân'ı
kasdeden pek çok zamir vardır.
Kur'ân'ın, kıyamet vaktinin ilmi olmasının anlamı şudur:
Kur'ân son din ve şeriat olarak gelmiştir. Onun gelmesinden
sonra âlemin son bulması beklenir. Bu da Resulullah'ın (s.a.s.):
“Ben ve kıyamet şöyleyiz” demiş ve sonra da baş ve orta
parmağını birleştirmiştir.”2 hadisinin anlamıdır.
Tahir b. Aşur‟a göre buradaki zamirin Kur'ân‟a raci olması
mecazidir. Çünkü Kur'ân, kıyametin kopması bilgisinin
sebebidir. Nitekim onda kıyametin kopacağına dair pek çok delil
1
2
Mîzân, 18/119.
Buhârî, Talak 25; Müslim, Cuma 43; Fiten 135;Tirmizî, Fiten 39.
zikredilmektedir. Buradaki zamirden kastedilenin Hz. Îsâ
olduğu şeklindeki bir yorum ise, oldukça uzak bir yorumdur.1
Tahir b. Aşur bu âyetin yorumunda diğer pek çok
müfessirin aksine, zamirden kastedilenin Kur'ân olduğunu
dirayet metodu kullanarak ortaya koymuş, bu âyetin Hz. Îsâ‟nın
nüzulüne işaret etmesi şeklindeki yorumunu ise kabul edilemez
görmüştür.
Elmalılı Hamdi Yazır, bu âyeti şöyle yorumlamaktadır:
Muhakkak ki o, saat için bir ilimdir de, saatin/kıyametin
geleceğini, ölülerin dirilip ayağa kalkacağını bildiren bir delil,
bir alâmettir. Çünkü İsâ‟nın gerek ortaya çıkışı, gerek ölüleri
diriltme mucizesi ve gerekse ölülerin ayağa kalkmasını haber
vermesi itibarıyla, kıyametin meydana geleceğine bir delil
olduğu gibi, hadiste haber verildiğine göre, inmesi de Kıyametin
alametlerindendir.2 Görüldüğü üzere Elmalı, çok geniş bir
şekilde üzerinde durmasa da, buradaki muhtemel anlamlardan
birinin de Hz. Îsâ‟nın nüzûlü olduğunu kabul etmektedir.
Değerlendirme
Her bilim dalının, kendi sahasıyla ilgili birtakım temel
prensipleri vardır ve böyle olması da son derece tabiidir. Zira
belirli kuralların konularak, ona göre araştırma ve incelemelerin
yapılmadığı bir konunun, sağlıklı ve doğru bir neticeye
götürmesi imkânsızdır. Bu anlamda Kur'ân tefsirinde
başlangıçtan günümüze, kabul edilegelmiş belli prensipler
vardır. Nüzûl-i İsâ meselesini bu açıdan değerlendirdiğimizde,
başlangıçtan günümüze müfessirlerin bu prensiplere riayet
ederek meseleyi ele aldıklarını görmekteyiz.
Bu prensiplerin başında Kur'ân'ın Kur'ân‟la anlaşılması
Tahir b. Aşur, a.g.e; 25/242-244.
Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, Azim Dağıtım, İstanbul ts.
7/57-58.
1
2
gelmektedir ki, bütün müfessirlerin Kur'ân tefsirinde en sağlam
yol olarak kabul ettikleri bir metottur. Şüphesiz Kur'ân âyetleri,
birbirini tasdik eder, birbirini açıklar. Nitekim şu âyet de
Kur'ân'ın âyet ve sureleri arasında bir tutarsızlığın olmayıp,
mükemmel bir uyumun ve birbirini desteklemenin olduğunu
belirtmektedir:
Allah‟dan başkasına ait olsaydı,
tutarsızlıklar bulurlardı.” (Nisâ 4/82)
elbette
“Eğer Kur'ân
içinde birçok
Zira Kur'ân'ın bir yerinde mücmel olan bir konu, başka bir
yerinde tafsil edilmiş, bir yerde müphem bırakılan başka bir
yerde açıklanmış, bir yerde mutlak zikredilen, başka bir âyette
takyîd edilmiş, bir yerde umûmi olan, başka bir yerde tahsis
edilmiştir. Bu özelliğinden dolayıdır ki, Kur'ân âyetleri birlikte
ele alınmalıdır ki, tam bir şekilde anlaşılsın ve maksat ortaya
çıksın. Nitekim müfessirler de nüzûl-i Îsâ ile ilgili âyetleri ele
alırken bu metodu uygulamış, değişik yerlerde, farklı şekillerde
geçen âyetlerin yorumunu yapmışlardır.
Tefsirde ikinci önemli husus, ele alınan âyet ya da
âyetlerin, Resûlullâh'ın (s.a.s.) sünnetiyle tefsir edilmesidir.
Nitekim yukarıda da görüldüğü üzere, bazı müfessirler de
âyetlerdeki meseleyi bu konudaki hadislerle yorumlamış, nüzûlü Îsâ‟yı haber veren rivayetleri zikrederek, görüşlerinin
doğruluğunu ispat etmeye çalışmışlardır.
Tefsirde dikkat edilmesi gereken diğer bir ilke de, konuya
sahabenin bakışıdır. Zira Resûlullâh'ın (s.a.s.) yakın arkadaşı
olan bu kimselerin, konuyla ilgili önemli bir bilgiyi ilk
kaynaktan duyma ihtimalleri her zaman için sonrakilerden daha
yüksektir. Ele aldığımız müfessirler, bu açıdan meseleyi nazar-ı
dikkate almış, konuyla ilgili farklı sahabîlerin rivayetlerine yer
vermişlerdir.
Kur'ân tefsirinde faydalanılmasında önemli bir yarar
olduğu kabul edilen bir husus da, kıraatlerden istifadedir.
Nitekim konuyla ilgili âyetlerin birindeki kıraat farklılıkları da
müfessirler tarafından değerlendirilmiş, yapılan yorumun daha
sağlıklı olması için ayrı bir delil olarak ele alınmıştır.
Bütün bu prensipler ve bunların kullanılması açısından
müfessirlerin konuyu ele alışlarına baktığımızda, onların bir
kısmı sadece bir âyette, bir kısmı iki âyette, diğer bir kısmı ise
yukarıda geçen üç âyette Hz. Îsâ‟nın kıyametten önce geleceği
hususunu tetkik etmişlerdir.
Müfessirlerin konuya yaklaşımlarından şu
çıkarmamız mümkündür:
sonuçları
1. Âl-i İmran 3/46. ayette müfessirler “kehl” kelimesi
üzerinde durmuş, Arapçada bu kelimenin hangi yaşı kastettiği
meselesini tartışmışlardır. Bunlardan bazıları bu kelimenin Hz.
Îsâ‟nın yeryüzüne yeniden nüzulüne işaret ettiği görüşünü tercih
etmişler, Kurtubî, Ebu‟s-Suud ve Tabatabâî gibi, bazı
müfessirler ise bu konudaki farklı görüşleri zikretmekle yetinip
herhangi bir tercihte bulunmamışlar, Taberî, Râzî, Semerkandî
ve İbnü‟l-Cevzî gibi, bazıları da kehl‟den maksadın olgunluk
yaşı olduğunu, bunun da kendisine vahiy geldikten sonra
peygamberlik döneminde konuşması olacağını kabul etmişlerdir
Reşid Rıza gibi.
Aslında buradaki farklı yorumlar, âyetteki bir kelimenin
anlamı üzerinden yapılmaktadır ve bu anlamların hepsi de bu
ihtimallere açıktır. Ancak görebildiğimiz kadarıyla nüzûl-i Îsâ
meselesini kabul edenler bu kelimenin anlamı konusunda bu
doğrultuda bir yorumda bulunmuşlardır.
2. Müfessirler nüzul-i Îsâ konusunu en geniş olarak Nisa
158-159. âyetlerde tartışmışlardır. Buradaki farklı yorumlar
âyetteki iki zamir üzerinden yapılmakta ve konuyla ilgili Hz.
Peygamberden rivayet edilen hadisler de delil olarak
kullanılmaktadır. Bütün müfessirlerin âyetteki birinci zamirden
kastedilenin Hz. Îsâ olduğu noktasında ittifakları vardır. Zaten
âyetin sıbakı da bunu açıkça göstermektedir. Ancak âyetteki
ikinci zamir ve buna göre çıkarılacak yorum hakkında farklı
değerlendirmeler yapılmıştır. Bunları da şu şekilde özetlemek
mümkündür:
a. Bu zamirden kastedilen Hz. Îsâ‟dır. Ehl-i kitaptan
herkes kıyamete yakın bir zamanda yeniden dünyaya gelecek
olan Hz. Îsâ‟ya inanacaktır. Taberi, İbn Ebi Hatim, Maturidi,
Tabersî, İbn Kesîr ve Şevkânî‟nin bu görüşü kabul ettiklerini
görmekteyiz.
b. Bu zamirden kastedilen ehl-i kitaptır. Zamirden
maksadın ehl-i kitap olduğunu kabul edenlerin âyete iki farklı
yorum getirdiklerini de görmekteyiz. Bunlardan bir kısmı ki: bunlar Zemahşerî, Râzî, Kurtubî, Ebu‟s-Suud ve Tabatabâî‟dir.maksad, Hz. Îsâ yeniden yeryüzüne geldikten sonra ehl-i
kitaptan herkes ona inanacaktır. Nitekim bu görüşte olanlar
konuyla ilgili hadisleri de mütevatir sayarak kendi delillerini
güçlendirmişlerdir. Diğer bazı müfessirler de ki: “bunlar da
Reşid Rıza ve Tahir b. Âşur ve Elmalılı‟dır.- bunun nüzûl-i Îsâ
ile ilgisinin olmadığını, ehl-i kitaptan herkesin ölüm anında
gerçek bir şekilde hakiki bir imanla ona inanacakları, ancak bu
imanın da kendilerine hiçbir faydasının olmayacağı şeklinde
yorumlamışlardır.
3. Konuyla ilgi tartışmaların yapıldığı üçüncü âyet ise
Zuhruf 61. âyettir. Bu âyette de konuya farklı bakış açıların
temelinde, âyetteki zamirden maksadın kim olduğu ve
kasdedilen şey ya da kimsenin kıyamet için nasıl bir delil
olacağı keyfiyetidir.
deki “hu” zamirinden
Müfessirlerden bazısı
maksat Hz. Îsâ‟dır demiştir. Bunlar Taberî, İbn Ebî Hâtim,
Mâturîdî, Zemahşerî, Tabersî, İbn Kesîr, Semerkandî, Ebu‟sSuud, Şevkânî ve Elmalılı‟dır. Bu müfessirler Hz. Îsâ‟nın
kıyamete yakın bir zamanda yeniden yeryüzüne inmesini
kıyametin alametlerinden saymışlardır.
Müfessirlerden bir kısmı da zamirden kastedilenin Kur'ân
olduğunu kabul etmişlerdir. Bunlar Kurtubî ve Tahir b.
Âşur‟dur. Kurtubî, Hasan Basrî, Katade ve Said b. Cübeyr‟in de
bu görüşte olduklarını belirtir. Tahir b. Âşur bu hususta özellikle
durmakta ve burada kastedilenin Kur'ân olduğunu değişik
delillerle ispat etmeğe çalışmaktadır.
Bazı müfessirler de zamirden maksat Hz. Muhammed‟dir
(s.a.s.) demişler, ancak bu görüşün kime ya da kimlere ait
olduğunu belirtmemişlerdir. Hatta Kurtubî böyle bir anlamı
Resulullah'ın (s.a.s.): “Ben ve kıyamet şöyleyiz” demiş ve sonra
da baş ve orta parmağını birleştirmiştir”1 hadisiyle da
açıklamağa çalışmıştır.
1
Buhârî, Talak 25; Müslim, Cuma 43; Fiten 135;Tirmizî, Fiten 39.